kasım2010

Page 1


2


1

1


İçindekiler

Organize Sanayi Bölgesi Ali Osman Sönmez Bulvarı 2. Sokak No: 1 Nilüfer Bursa Tel: 0.224 243 29 29 (Pbx) Fax: 0.224 242 51 00

güneybursa dergisinde yer alan yazı ve fotoğraflar tanıtım amacı dışında izinsiz kllanılamaz. Dergimizde yer alan ilan, yazı ve fotoğrafların sorumluluğu sahiplerine aittir. www.guneybursa.org www.dagder.org.tr

KASIM2010

Dağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği Adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Erkan Aydın (Dağ-Der Genel Başkanı) Genel Yayın Yönetmeni Sefer Göltekin Yayın Kurulu İsmail Fedai, Hüseyin Koçak, İbrahim Ferik, Fethi Yıldız, Selami Acar, İhsan Aydın İletişim İnönü Cad. Güneş İş Hanı No:74 Kat: 5 Osmangazi - BURSA Tel: 0224 272 58 58 Reklam Rezervasyon 0535 564 94 25 guneybursa@gmail.com Baskı AKMAT Akınoğlu Matbaacılık San. Tic. A.Ş.

BURSA’NIN YEREL KÜLTÜR DERGİSİ SAYI

18

03 Başkan’dan 04 Haberler 06 Bizim Gücümüz Bize Yeter - Fahrettin Beşli 09 Yöreye ve Kente Adanan Hayatlar - İhsan Aydın 10 Kabakçı Salih Efe - Ömer Faruk Dinçel 12 Bizim Dağın Yıldızları - İdris Arpat 16 Keles’in Yemek Kültürü - Y. Emre Coşan 20 Bit Pazarına Nur Yağsın - Fahrettin Beşli 24 Şair Ahmedî - Ekrem Hayri Peker 26 Bir Kadın ve Bir Yürek - Tuğba Özmelek 28 Köy Tanıtımları - Düğüncüler Köyü 30 Sis - Fotoğraf - Kerpe/İzmit - Nilay Şahinkanat


03

DAĞ-DER VE YÖREMİZİN SORUNLARI

M

ERKANAYDIN

erhaba değerli Güney Bursa okuyucuları. Dergimizin 18. sayısıyla yeniden karşınızdayız. Dağ yöremiz için hayli verimli sayılabilecek bir ayı geride bıraktık. Geçtiğimiz ay içinde dört ilçemizin muhtarlarıyla yaptığımız yüzyüze görüşmelerimizi tamamladık.156 muhtarımızla birebir yaptığımız toplantıların sonucu maalesef yöremiz adına pek umut verici değil. Sebebi ise gittikçe azalmasını umut ettiğimiz dağ yöresinin genel sorunlarının artarak devam etmesi. Özellikle 2 yıl önce gerçekleştirdiğimiz anket sonuçları ile bu yıl gerçekleştirdiğimiz anket sonuçlarını karşılaştırdığımızda yöremizde bir ilerleme değil gerilemenin olduğunu gördük. yöremizin genç nüfusu göç etmek zorunda kalırken geride kalan yaşlılar ise geçim sıkıntısıyla karşı karşıya kalmaktadır. Yöremizin ekonomik durumundan siyasi geleceğine kadar bir çok konunun masaya yatırıldığı muhtarlar toplantısını yine de gelecek adına umutla bitirdik. En azından dağ yöremizi ilgilendiren konularda birlikte hareket etme kararı aldık. Dağ yöremizin sorunlarının çözümünde lokomotif görevi üstlenen derneğimiz DağDer, her türlü siyasi oluşumun üstünde bir sivil toplum kuruluşu olarak yörenin sorunlarını dillendirmeye devam edecektir. ancak sorunların çözümünde en etkili yöntemlerden biri de özellik bu sayımızda değerli yazarlarımızdan Fahrettin Beşli’nin de yazısında değindiği gibi dağ yöresindeki her köyümüzün kendi içinde birlik ve beraberliklerini perçinlemeleri, en azından dernekleşmeleri ve 4 ilçeyi temsil eden DağDer ile birlikte hareket etmeleri olacaktır. Bu sayımızda gündeme taşıdığımız bir diğer önemli konu da tamamlanma aşamasında olan Dağ-Der Kültür Merkezimizin içinde yer alacak olangeleneğimizin ve kültürümü-

zün simgelerinin geleceğe taşınması kaygısıyla başlattığımız kampanyadır. Geleceğe taşınması gereken değerlerimizin somut örneklernin Derneğimize ulaştırılması ile ilgili yöremiz insanının hassas davranması gerektiğine inanıyoruz. Kültür merkezimizde yer alacak olan Ramazan ayının bu malzemeler köy telaşı biter bitmez, muhtarları başta olmak üzere, köy bir çok aileyi ilgilendiren farklı bir dernekleri, belediyelerimiz ve gönültelaşın içine giriyoruz. 2010-2011 lülerin yardımı ile toplanabilir. eğitim öğretim

dönemi bu ay içinde başlıyor ve bir çok öğrenci bir üst sınıfa geçerken bir çok öğrenci de okula ilk kez merhaba diyecek. Eğitim öğretim döneminin tüm öğrenciler için hayırlı olmasını diliyoruz.

Duyarlılığınıza şimdiden teşekkür ediyoruz.

Ayrıca bu ay idrak edeceğimiz Kurban Bayramının mibarek olmasını diliyor, tüm insanlık adına hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz. Bayramlar, birlik beraberlik, yardımlama ve kaynaşma duygularımızın güçlendiği zaman dilimleridir. Bu dugularla sözlerimi tamamlarken dergimizin yeni sayılarında farklı konularda yeniden birlikte olabilmek umuduyla tüm okuyucularımıza sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

ydın A n a k r E


04

HABERLER

BURSA’DA CUMHURİYET COŞKUSU Dağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği’nin de katıldığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 87. yıl dönümü Bursa’da coşkuyla kutlandı. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ulusuna armağan ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin 87. yaşı Bursa’da da halkın yoğun ilgisiyle kutlandı. Büyük bir coşkuyla başlayan törenlerde öğrenciler, veliler ve vatandaşlar yerlerini aldı. Saygı duruşu ve İstiklal marşı eşliğinde okul bahçelerinde, tören alanlarında bayraklar çekildi. Arkasından öğrencilerin sunacakları gösteriler, günün anlam ve önemini belirten şiirler ve konuşmalar yapıldı.

MUHTARLAR BULUŞMASI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

D

ağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği, temsilcisi olduğu dört dağ ilçesi olan Orhaneli, Keles, Büyükorhan veHarmancık’ın ilçe köy muhtarlarıyla yaptığı toplantılar sona erdi. Dört ilçede toplam 156 muhtarla her ilçenin pazarının olduğu gün yüzyüze yapılan toplantılar ortalama 2-2,5 saat sürdü. Özellikle 2 yıl önce düzenlenen ankette yer alan sorulardan oluşan yeni bir anket çalışması da son 2 yılda dağ yöresinin geldiği noktanın belirginleşmesi açısından oldukça önemli bir veri tabanı oluşturdu. Anket sonuçlarının 2 yıl önceki anketlerle karılaştırılması sonucu ortaya çıkan tablo aynı zamanda dağ yöresinin ilerlediğinin değil gerileme döneminin hızla sürdüğünü gün yüzüne çıkardı. Özellikle genç nüfusun Bursa ve diğer illere göçü

sonucu köylerin boşalması köylerdeki yaşamın yaşlı nüfusa bırakıldığını ve bu durumun ciddi geçim sıkıntısına yol açtığı ortaya çıktı. Toplantılarda öne çıkan en önemli başlıklardan biri de dağ yöresinin siyasi anlamdaki temsiliyetinin yetersizliğiydi. Özellikle muhtarların hizmet alma konusunda sıkıntı yaşadığı öne çıktı. Soruna çözüm olarak ilk seçimlerde birlik ve beraberliğin öne çıkarılarak yöreden en az 2 milletvekili çıkarılması konusunda hemfikir olundu. Muhtarlar toplantıların daha sık yapılması konusunda dernek yetkililerinden talepte bulundu. Yörenin sorunlarının çözümünde lokomotif görevi üstlenen Dağ-Der yetkilileri de bu ve benzeri toplantılarla dağ yöresinin sorunlarını daima gündemde tutacaklarını belirttiler.


05

ULAŞIM SORUNUNA BİR NEŞTER DAHA VURULDU BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ TARAFINDAN PROJELENDİRİLEN ÖZLÜCE KAVŞAĞI’NIN TEMELİ TÖRENLE ATILDI.

B

ursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılacak olan Özlüce Kavşağı’nın temeli törenle atıldı. Törende konuşan Başkan Altepe, Özlüce Kavşağı’nın tamamlanmasının ardından özellikle sanayi bölgelerine gelen ağır tonajlı araçların kent merkezine girmesine gerek kalmayacağını böylelikle merkezdeki trafik yükünün daha da azalacağını söyledi. Bursa’nın ulaşım sorununu raylı sistem ve alternatif yolların yanı sıra kavşaklarla çözüme kavuşturmayı hedefleyen Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılacak olan Özlüce Kavşağı’nın temelini düzenlenen törenle atıldı.

Ulaşıma yıllık 200 milyon TL’lik yatırım Bursa’yı geleceğe taşıyacak projeleri bir bir hayata geçirirken, ulaşımın sorun olmaktan çıkması için de önemli yatırımlar yaptıklarını dile getiren Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir bütçesinin üçte ikisinin ulaşım yatırımlarına ayrıldığını ve ulaşıma yıllık 200 milyon TL’lik yatırım yaptıklarını söyledi. Bursaray’ı üniversite ile buluşturacak olan Görükle hattında çalışmaların hız-

sürdüğünü, temeli atılan Özlüce Kavşağı’nın ardından Buttim, Demirtaş ve Bademli Kavşakları ile ilgili çalışmaların startını vereceklerini belirtti.

“Ağır tonajlı araçlar kent merkezine girmeyecek”

la sürdüğünü ve ilk 3 istasyonda yolculu seferlere yılbaşına kadar başlanacağını kaydeden Başkan Altepe, “Bunun yanında Emek hattında da çalışmalar hızla sürüyor. Bursaray’ı kentin doğu yakası ile buluşturacak olan 7 duraklı 8 kilometrelik Kestel hattıyla ilgili çalışmalarımız da hızla sürüyor” dedi. Raylı sistem çalışmaları sürürken, ulaşımın düğüm noktaları olan bölgelerdeki kavşak düzenlemelerinin de devam ettiğini hatırlatan Başkan Altepe, Emek Kavşağı’nda çalışmaların hızla

Sanayi bölgelerine ve çevre yoluna ulaşım konusunda Özlüce Kavşağı’nın kilit bir noktada olduğunu dile getiren Başkan Altepe, Özlüce Kavşağı tamamlandıktan sonra sanayi bölgelerine gelen ağır tonajlı araçların kent merkezine girmesine gerek kalmayacağını söyledi. Özlüce ile Geçit’i, Minareli Çavuş üzerinden birbirine bağlayacak olan yeni yolda da çalışmaların sürdüğünü hatırlatan Başkan Altepe, “Yeni açılacak yol İzmir yolu Özlüce Kavşağı ile Mudanya yolu Geçit Kavşağını birbirine bağlayacak. Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi ve Pilot sanayiden çıkan ağır tonajlı araçların çevre yoluna bağlanmaları için alternatif bir güzergah oluşturacağız. Bu sayede ağır tonajlı araçlar kent merkezine girmeden Özlüce Kavşağı’ndan sanayi bölgelerine ve çevre yoluna ulaşabilecekler” diye konuştu.


06

BİZİM GÜCÜMÜZ BİZE YETER KENDİMİZİ ANLATIRKEN DAİMA, İYİ TARAFLARIMIZI, KÜLTÜREL, DOĞAL VE MANEVİ ZENGİNLİKLERİMİZİ ANLATIR DURURUZ. HAKKIMIZDIR ÖVÜNÜRÜZ. AMA AZICIK DA EKSİĞİMİZİ, YANLIŞIMIZI, ZAAFIMIZI GÖRÜP, GÖSTERİP, DÜZELTMENİN ÇARESİNİ ARAMAKTA BOYUN BORCUMUZDUR.

FAHRETTİNBEŞLİ

G

ünümüz basılı doküman standardını yakalamış, Dağ Yöresinin bu nitelikli dergisinin içeriği; ağırlıklı olarak, saklanası başucu kaynaklarından olabilecek, bilgi ve haberleri ihtiva ediyor. Ancak arada sırada şöyle aynayı kendimize tutarak, biraz durum değerlendirmesi, öz eleştiri yapmanın da yerinde olacağını düşünüyorum. Kendimizi anlatırken daima, iyi taraflarımızı, kültürel, doğal ve manevi zenginliklerimizi anlatır dururuz. Hakkımızdır övünürüz. Ama azıcık da eksiğimizi, yanlışımızı, zaafımızı görüp, gösterip, düzeltmenin çaresini aramakta boyun borcumuzdur. Bu gününe kadar bizim gücümüz bize yetmiş, bu gün yetiyor bundan sonra da yine bize yetecek gibi. Buna olumlu ve olumsuz olmak üzere iki farklı açıdan bakmak istiyorum. Önce cümleyi şöyle okuyalım:“Bizim gücümüz (anca) BİZE yeter!” Bu cümlenin manasını açmak için, genel anlamda kendini koruyabilmiş çekirdeği olduğunu iddia ettiğimiz asıl Türk milletinin geçmişine bir bakalım önce. Türklerin tarih boyunca pek çok devlet kurmaları, onların ne kadar teşkilâtçı bir yapıya sahip olduklarını göstermesi bakımından dikkat çekici ise, kurulan devletlerin yıkılış sebepleri de o kadar ibret vericidir. Türk tarihinin geneli göz önüne alındığında çoğu devletin iç çekişmeler nedeniyle


07 ortadan kalktığı veya yine bir başka Türk boyu tarafından yıkıldığı görülmektedir. 17 tane imparatorluk seviyesinde büyük devlet, 35 tane devlet, 32 tane beylik, 4 atabeylik, 17 hanlık, 13 cumhuriyetten yıkılarak yok olanların tamamına yakını bir diğer Türk devleti ya da beyliği eli ile yıkılmıştır. Bunun en birinci sebebi Türklerin bu tabiatını bilenlerin onları birbirine karşı kışkırtarak, kendileri ile mücadele etmelerini sağlamak olmuştur. Böylelikle “derenin taşı ile derenin kuşunu vurmuşlar,” kendileri ile meşgul bu milletleri, başlarına tehdit olmaktan uzak tutmuşlardır. Orhun Yazıtlarındaki Kültigin ve Bilge Kağan yazıtlarında, devletin zayıflayıp parçalanması sebepleri bu açıdan şöyle anlatılır: “Bilgisiz kağanlar, kötü kağanlar tahta oturmuş olduğundan; bakanları (buyrukları) da bilgisizmiş, kötü imiş. Beğleri ve halkı düzensiz (tüzsüz), Çin milleti aldatıcı ve sahtekâr olduğu, küçük kardeşi büyük kardeşe düşürdüğü, beğ ve halkın arasını açtığı için Türk milletinin ülkesi elinden çıkmış. Kağanlık tahtına çıkardığı kağanını kaybetmiş. Çin milletine beğ olacak erkek çocuğu kul, hanım kızı cariye oldu. Türk beğleri Türk adını bıraktı. Çin beğlerinin Çince adlarını alarak Çin imparatoru için çalıştılar.” Bundan 2200 yıl önce yaşamış Mete Han ( Oğuz Kağan olarak bilinir) yine aynı sorunu yaşamış, gerçeği ve geleceği görmüş birisi olarak inandığı Gök Tanrısına şöyle yalvarıp dua etmiş: “Ulu Tanrı, Güzel Tanrı, Gök Tanrı, Sen Türk’ü Türk yurtlarını koru. … Türk’e zevk ve rahat verme! Bilakis zahmete alıştır! Zahmetle yürekleri bedenleri demir olsun! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin! Türk’ü faal cevval edersin. …Tanrı! Türk’leri sen kendi elinle birleştir ve her şeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! Türk’ü töresine sadık kıl, Tanrı!” Türk Timur’un yine Türk Yıldırım Beyazıt a yaptığı muameleyi Osmanlı tarihinde içimiz sızlayarak okuduk. Timur’un gerçek adı Temir Gürkan’dır. Temir kelimesi bugün kullandığımız ‘demir’ kelimesinin karşılığı oluyor. Bizzat kendi eliyle, Çağatay lehçesinde yazdığı Tüzükat-ı Temir (Temir Yasası)’in ilk maddesi “Türklüğü yüceltmek için yaşa, Türk’e kılıç kaldıran eli kır” idi. Böyle olduğu halde Orta Asya’dan kalkıp

gelerek, Yıldırım’ın elini kırıp Osmanlı Topraklarına el sürmeden geri dönüp gitmesinin gerekçesi hala açıklanamamıştır. Dışarıdaki Türkler durulunca, bu defa içerdeki Türklerle mücadele başlamış. Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesiyle başlayan ve tarihimizde “Fetret Devri (1402-1413)” olarak adlandırılan kardeş kavgaları, şüphesiz Osmanlı fetihlerinin gecikmesine sebep olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, kardeş kavgalarının önünü almak için ünlü kanunnamesinde “Nizâm-ı âlem için kardeş katli” nin vacip olduğunu bildirmesi, meselenin ne kadar ciddî olduğunun bir işaretidir. Uzunca süre devletin bekası için tehlike dışarıda değil, aynı soydan gelen kardeşlerde görülmüş; tahta çıkan, <yarın ki musibetten> korktuğu için kardeşlerini ortadan kaldırmıştır. Görünen o ki bir Türk’ün hakkından ancak diğer Türk’ün gelebileceğini fark edenler, bizi hep “yumurta misali” birbirlerimize çarparak kırmışlar. Bu gün hala dünya üzerinde en fazla konuşulan 5nci dil olan Türkçeyi konuşan 250 – 300 milyon civarındaki insanın bir


08 olamamalarının hikmeti buradan geçiyor. Bunun küçük bir modeli olan Bursa Dağ Yöresi İnsanlarına bakacak olursak bu genel hususlardan farklı hiçbir şey göremeyiz. Kent merkezinde yaşayanlarla birlikte 300.000 kişi olduğumuzu ön görüyoruz. 2 milyonluk il nüfusunun kabaca.1/7 si demektir bu. Bir araya geldiğinde ortaya koyabileceği güçle, neleri başarabileceği hayallerin sınırlarını zorlar. Ama biz bunun aksine ne gerekirse onu yaparız. Etkili yerlerde yeterli sayıda ne siyasetçimiz, ne bürokratımız ve ne iş neticelendirecek bir gücümüz var. Bu gün 16 ilçenin 4 tanesi üzerinde konuşlanmış olan dağ yöresi cumhuriyet tarihi boyunca topu topu 2 si bakan, 4 milletvekili çıkarmış. Her dönem en az iki milletvekili çıkarmak mümkün değil midir?

Dağ-der ile ilgili yabancılar tarafından sarf edilmiş tek bir olumsuz cümle yoktur. Söylenenler ise, sadece yine öteki dağlıların söyledikleridir. Elimizde bir şey yok diyoruz ama 4 ilçe, 3 de belde belediye başkanımız var. İşin kötü yanı ise bunların Bir şeyler yapma- da rekabeti kendi içlerinde yapıyor olmalarıdır. Böyle nın yolu teşkilatlanmadan dernek- giderse, biz ağzımızı açarken bir ilçenin başına Erzurumlu, leşmeden geçer, derdimize derman diğerininkine Artvinli belediye başkanı rahatlıkla geçebilir. olur düşüncesi ile Yasal düzenlemelerde bizi bu bir dernek kuruyöne doğru sürüklüyor.

lur. Bütün güçler burada toplansın sonuç çıksın istenir. Kimisi başkanı, Bakan veya milletvekili olacak çapta, kapasite de, kırat- kimisi yönetimi ta değerimiz yok mu bizim? Var olmasına var da; onlar- sevmez. Kendi derneğini kurup önce da birbirlerinin ayağının altını oymakla, muz kabuğu bölmeye, sonrada koymakla meşgul. Asıl siyasi rakiplerinin diğer adaylar olduklarını unutup, kendi mayasından olan adayları alt bu güne kadar gelinen noktadaki etmek için emek, zaman ve para harcıyorlar. edinimleri yıpratİş adamlarımız kendi yöresinin insanını işe alır, bir maya başlar. sanat öğretir eğitir. İşe giren (hemşerisinin yanında olmanın imtiyaz beklentileri yüksek olduğundan olacak); Dağ-der ile ilgili yabancılar tarane maaşını, ne işini, ne orda yediği aşını beğenir. Elin fından sarf edilmiş adamının kendisini kapısından içeri dahi sokmadığını tek bir olumsuz unutur. Çalışanlar arasında işverenin kuyusunu önce o kazar. Mahkemeye verilecekse patronu bu dağlı çalışanı cümle yoktur. Söylenenler ise, sadece verir. Bu konu da tecrübesi olan iş adamı da bir daha yine öteki dağlılakendi hemşerisini işe alma düşüncesinin yakınından rın söyledikleridir. dahi geçmez. Değerlerimiz, sözü dinlenen, aklı eren iş bitiren değerlerimiz vardır. En fazla tenkit ve yıpratama bunlara yapılır. “Aman bir santim daha uzamadan boyunu kısaltmak lazım” diye telaşa kapılınır. Karar vericilere mektuplar gönderilir, hayırlı iş için yapmadıkları kulisler ve lobicilik faaliyetleri, ötekinin önünü kesmek için ziyadesi ile yapılır. Bu gün bütün koyunları ortadan kaldırayım da yarın günü gelince ben abduraman çelebi olmaya devam edeyim diye. Bir şeyler yapmanın yolu teşkilatlanmadan dernekleşmeden geçer, derdimize derman olur düşüncesi ile bir dernek kurulur. Bütün güçler burada toplansın sonuç çıksın istenir. Kimisi başkanı, kimisi yönetimi sevmez. Kendi derneğini kurup önce bölmeye, sonrada bu güne kadar gelinen noktadaki edinimleri yıpratmaya başlar.

Sonuç olarak hangi taraftan bakarsak bakalım; ne bürokraside, ne siyasette, ne de ticarette el ele tutuşan iki dağlı örneği ne yazık ki göremiyoruz. Bu artık değişmeli. Aklımızı başımıza almalıyız. Aynı türküyü söyleyen, aynı kaşık oyununu oynayan, aynı dille konuşan, aynı aşı yiyen, aynı giyinen, aynı düşünen, aynı hisseden; velhasıl, her şeyimizle birbirine benzeyen biz Dağlılara bizden daha yakın kimse yok. Gerisi bizden ıraktır, eldir, yabancıdır. Şimdi cümleyi bir de şöyle okuyalım: “Bizim gücümüz bize YETER!”

Bu olumsuzluk da dâhil olmak üzere tüm beğenmediklerimizi değiştirmek, gönlümüzden geçeni hayata geçirmek, özendiğimiz ve hak ettiğimize sahip olmak için de bizim gücümüz bize yeter. Önce kendimizden başlamalıyız. Oğuz kağanın dediği gibi her şeyden evvel ruhlarımız birleşsin! Tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi olduğumuzu hatırlayıp bir noktada buluşalım. Dağın insanı “horozum ötmese de ibikli olsun” der. Mütevekkil, müteşekkir insanlardır. Şikâyeti bilmez. Ben bizi bize şikâyet ediyorum. Çocuklarımıza iyiyi ve doğruyu miras bırakalım. Kötüyü ve yanlışı tarihe gömelim. Artık horozumuz hem ibikli olsun hem de ötsün.


09

YÖREYE VE KENTE

ADANAN HAYATLAR

T

Coğrafi büyüklük olarak am 24 yıldır dağ baktığımızda, Dağ-Der’in yöremizin ve kenhedef kitlesini Bursa’daki timizin kültürü her beş kişiden biri oluşiçin mücadele etmiş bir turuyor. dernek şimdi çeyrek asra hazırlanıyor. Dolayısıyla böyle bir oluşumun kamu yararına Dağ-Der henüz 24 yaşınçalışan dernekler dışında da genç bir delikanlı ama İHSANAYDIN bırakılması da düşünübir o kadar da olgun ve lemez. hizmet yüklü. Bugün, DağBugün, Dağ-Der’in Dağ-Der önümüzdeki ulaştığı noktanın, kusene 25. kuruluş yılını Der’in ulaştığı hayallerinin kutlayacak. noktanın, kuru- rucularının üstüne çıktığını söyKurulduğu tarihten bu cularının hayal- lemek yanlış bir tespit yana işbaşına gelmiş olmaz. tüm yönetimler bölge lerinin üstüne Zira, hem yöre kültüve şehir kültürüne çıktığını söylerünü ayakta tutacak katkı sunabilmek için hem 2,5 milyon nüfuslu çeyrek asırdır hizmet mek yanlış bir kentin bütün kültüetmişler. tespit olmaz. rel etkinliklerinde ön Dağ-Der’i bu açıdan sıralara itilecek hem sıradan bir hemşehri bölgenin geri kalmışlığının gideriltopluluğu olarak göremeyiz. Ona mesi üzerine kafa yoracak hem de bir hemşehri derneği olarak bakıleğitime küçümsenmeyecek ölçüde ması da kabul edilebilir bir durum katkı sunacaksınız. değildir. Bütün bunları Dağ-Der’in gelmiş Peki sadece yörenin kültürü ile mi geçmiş ve halen işbaşında bulunan ilgileniyor bu dernek? Asla. özverili kadrolarının yaptığını söyBir yandan bu şehrin var olan külleyebiliriz. türel zenginliklerine sahip çıkılırHepsine yöre ve kent olarak bir ken, diğer yandan da dağ yöresi inşükran borcumuz var. sanına sosyo-ekonomik gelişmişlik Bugün, kente bir kültür merkezi katmanın da mücadelesi veriliyor. kazandırmanın mücadelesini veren Bugün kamu yararına çalışan bir Dağ-Der’in bu gayreti takdire şayan dernek statüsü kazanmamış olsa bir durumdur. da, Dağ-Der gerçekten kamunun Tahtakale’de bölge envanterine katıçıkarları için çalışmalar yürüten bir lacak ve kentin kültürel yaşamında sivil toplum örgütüdür. ayrı bir yere sahip olacak Dağ-Der Zira, geri kalmış, geri bırakılmış ve mensubu olduğu kentin kalkınmış- Kültür Merkezi artık gün sayıyor. lığıyla eşdeğer bir gelişmişlik göste- Çok değil, yeni yılın ilk aylarında Bursa’nın bambaşka bir kültür merrememiş bir bölgeyi temsil ediyor. İlgi alanındaki coğrafi büyüklük, bu kezi olacak. Yöremiz minik ama bir o kadar kentin topraklarının yüzde 20’sine da büyük bir müzeye kavuşacak. denk geliyor.

Orada hepimiz bölge yaşamından eserler bulacağız. Kültür merkezimiz devreye girdiğinde Dağ-Der aynı zamanda çok fonksiyonlu bir Genel Merkez’e de kavuşmuş olacak. Geleneksel giyim, kuşam,el sanatları, müzik ve folklor kültürümüzü de yaşatacağız, yemek kültürümüzü yabancı konuklarımıza tattıracağız, aynı zamanda kurumsal bir kimlik kazanacağız. Bütün bunlar için artık geri sayım başlamıştır. DKM’nin bitmesini hepimiz sabırsızlıkla bekliyoruz. Bunları yaparken elbette yöremizin geleceği, umudu olan gençlerimize dönük çalışmaları da es geçemeyiz. Genel Başkanımızın ve Yönetim Kurulumuzun büyük gayretleriyle yöreden yükseköğrenim görmek için çabalayan gençlerimize harçlık katkısı da sürmektedir. Yeni dönemde, inşaatı devam eden DKM’ye rağmen bölge çocuklarımıza sağlanan burs desteğinden vazgeçilmemiştir. Bugün bir yandan büyük bir kültür merkezi yapıp, diğer yandan 200 civarındaki öğrenciye burs sağlayan bir derneğe sahip olduğumuzu da unutmayalım. Bu vesileyle burslarıyla çocuklarımıza sahip çıkan hemşehrilerimize de teşekkür ediyoruz. Dağ-Der, bölgenin geleceği olan ÜNİDAĞ’lı çocuklarımıza büyük umutlar bağlamaktadır. Onlar destek olmak, eğitimlerini tamamlamaya ve iş hayatına atılmalarına karınca kararınca katkıda bulunmak hepimizin görevi olmalıdır. Çünkü gelecekte onlar bölgeye sahip çıkacaklardır.


10

KABAKÇI SALİH EFE YUNAN İŞGALİNE UĞRAYAN ORHANELİ, HARMANCIK, KELES, BÜYÜKORHAN VE TAVŞANLI VE ÇEVRESİNDE FAALİYET GÖSTERMİŞ OLAN KABAKÇI, DAĞ YÖRESİ’NİN MİLLÎ MÜCADELE TARİHİNDE BAHSEDİLEBİLECEK BİRKAÇ ÖNEMLİ ŞAHSİYETİNDEN BİRİDİR.

K

tinden biridir. Gediz’de İbrahim Efe, Örencik ve Çavdarhisar’da Yağdığınlı Halil Efe, Tavşanlı ve Dağ Yöresi’nde Kabakçı Salih Efe, Yunanlılara karşı memleketi muhaÖMER FARUKDİNÇEL faza ve müdafaa etmiş önemli efelerimizden bir Millî Mücadele yıllarını kaçıdır. Efe ile eşkiyayı ayıramayave İstiklâl Harbini öncesi ve sonracak kadar cahil olanlar da maalesef sıyla bilmeden Kabakçı Salih Efe, bu vatanperver efelerimizi karalaYağdığınlı Halil Efe, Gedizli İbrahim Efe gibi vatanperver efeleri tam ola- makta hatta daha da ileri giderek hain nitelendirmesi yapmaktadırlar. rak anlayamayız. Devlet düzeninin Onlara şu suali sormak gerekir; Yuve otoritesinin bozulduğu bir dönanlılara kan kusturan, Dağ Yöresi, nemde hem yerli eşkıya ve çetelere Tavşanlı, Emet ve çevresini Yunanlıhem de Yunanlılara karşı mücadele lara dar eden, Cevizdere Savaşında etmiş olan Kabakçı, etrafında yöre bir bölük Yunan askerini imha eden insanının gözü pek, en cesur ve en ölümüyle Yunanistan’da bayram yiğit olanlarından bir çete oluşturyapılan ve Genelkurmayın yayınlamuştur. Halk arasında buna Dağ mış olduğu Türk İstiklâl Harbi adlı Müfrezesi de denmiştir. eserin 192.sayfasında da belirtildiği Yunan işgaline uğrayan Orhaneli, gibi Türk Subaylarına yardım eden Harmancık, Keles, Büyükorhan ve Kabakçı nasıl hain olabilir?. Gerek Tavşanlı ve çevresinde faaliyet gösKabakçı Salih Efe gerekse Yağdığınlı termiş olan Kabakçı, Dağ Yöresi’nin Halil Efe, Millî Mücadelede önemli Millî Mücadele Tarihinde bahsefaaliyetlerde bulunarak baş tacı edildilebilecek birkaç önemli şahsiyeabakçı Salih Efe, Tavşanlı’nın eski adı Alabarda olan Çamalan köyünde 1890 yılında dünyaya gelmiş, 1923 yılında da genç yaşta hayata veda etmiştir.

mesi gereken iki dava adamı olarak tarihteki yerini almışlardır. Bu yazımda sizlere Kabakçı Salih Efe’nin Millî Mücadeleye olan katkılarından kısaca bahsetmek ve onu daha iyi anlayabilmeniz için resmî raporlar da dahil olmak üzere birkaç örnek vermek istiyorum.

Kabakçı’nın Kuvay-ı Milliye’ye İstihbarat çalışması yapması: Millî Mücadele döneminde Keles’in Kıranışıklar Köyü’nden Sadettin Efe Keles çevresinde, Harmancık Akalan Köyü’nden Canip Efe’de Harmancık çevresinde faaliyet göstermiştir. Bu iki efe de Kabakçı’nın adamı olup Dağ Müfrezesi içersine yer almıştır. İstiklâl Harbinde Kuvay-ı Milliyecilerin Bursa’dan Ankara’ya büyük bir gizlilik içinde gönderdikleri haberler, Tavşanlı’da Kabakçı ve adamları tarafından Kütahya’ya ulaştırılmıştır. Bu konuda Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşında Bursa adlı eserinin 428. sayfasında o günleri yaşayan Meh-


11 Kabakçı’nın Türk Ordusuyla birlikte Yunanlılara Karşı Savaşması:

met Şimşirlioğlu’na dayanarak şunları yazar; “Anadolu’nun Bursa’ya dönük gözü kulağı Uludağ yöresi idi. Bağlantı, dağ köylerinin yurtsever köylüleri ve çeteler aracılığıyla sağlanıyordu. Maksem’de bir muhallebici Mustafa Dayı vardı. Onun çok hizmetleri vardır. Ankara’nın kapısının anahtarı onda idi. O mektupları veya haberleri toplar, bize dağdakilere verir, biz de alır elden ele Tavşanlı’ya gönderirdik. Dağdan odun taşıyanlar, Mustafa Dayı’nın ilk adamlarıydı. Onlar bize getirirlerdi. Bizden daha içerlerde, Keles taraflarında falan (Kabakçı’nın adamları olan) Sadettin Efe, Canip Efe vardı”(Yılmaz Akkılıç Kurtuluş Savaşında Bursa. Sayfa 428)

Kuvay-ı Milliyeci Demirci Akıncıları reisi ve Demirci Kaymakamı İbrahim Edhem, eserinde yer alan 4 Eylül 1992 tarihli raporunun 4.maddesinde ; “Demirci’den kaçan düşmanın Yenihan civarında Nizamiye Süvarileri ve Kabakçı Efe tarafından bozguna uğratıldığını” belirtmiştir.(İbrahim Ethem Akıncı. Demirci Akıncıları. II.Baskı. Türk Tarih Kurumu. Ankara 1989. Sayfa 358)

Bursa’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşunda Kabakçı Efe: Kurtuluş Savaşında Bursa adlı eserinde Yılmaz Akkılıç şöyle yazar; “O günleri yaşayanlardan Abdürrahim Yücelik şöyle anlatıyordu: Bursa 10 Eylül Pazar gününü 11 Eylül 1338(1922) pazartesi gününe bağlayan gece kurtuldu istiladan. Işıklar semtinden Püskülsüz İsmail çetesi, Pınarbaşı semtinden Kabakçı çetesi şehre girdiler. İnegöl istikametinden gelen 3.Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve emrindeki askeri birlikler 11 Eylül pazartesi sabahı Bursa’ya girdiler” (Yılmaz Akkılıç. Kurtuluş Savaşında Bursa. Sayfa 466)

Kabakçı’nın Cevizdere Savaşı’na katılması: Demirci Kaymakamı İbrahim Edhem Akıncı’nın 21 Mayıs 1338(1922) tarihinde Müfreze kumandanlarına gönderdiği raporda aynen şunlar yazılıdır; “Müfreze Kumandanlarına. Numara 25. Madde 5- Emet’te Kabakçı düşman aleyhine kalkarak Emetlilerle beraber külliyetli düşman imha etmişler ise de maatteessüf Emet ve birkaç köy yanmıştır.” (İbrahim Ethem Akıncı. Demirci Akıncıları. II.Baskı. TTK. Ankara 1989. Sayfa 239) Genelkurmayın yayınlamış olduğu Türk İstiklâl Harbi adlı eserde şu bilgiler verilir; “Bu tarihlerde-Mart 1922 sonunda-7’nci Tümenden on silahlı erle Emet bölgesine gelmiş bulunan Yüzbaşı Reşit ve Teğmen Şakir, Türk Kuvvetlerinin ileride girişeceği genel bir taarruzda Yunan Ordusunun gerilerine saldırmak amacı ile gönüllü toplamağa başladılar. Bu bölgedeki çetelerden Kabakçı ve Arif Çavuş gibi kimselerden yardım gördüler. Erenköy,

Emet ve Harmancık dolaylarında halka silah ve cephane dağıttılar. İlk çarpışma 24 Nisan’da Emet yakınlarında başlamış oldu. Bundan sonra Kadıköy’de toplanan silahlı halk ile Yayındal’daki Kabakçı müfrezesi bu yörede bulunan 35 kişilik bir Yunan takip müfrezesiyle çarpışarak kayıp verdirdiler” (Türk İstiklal Harbi. II.Cilt, Batı Cephesi. 6’ncı Kısım. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmi Yayınları. Seri No:1, Ankara 1967. Sayfa 192)

Kabakçı’nın Ölümüyle Yunanistan’da Bayram Yapılması Tavşanlı’nın Uluçam(Büyük Aleve) köyünden Rumi 1310-Miladi 1894 doğumlu Doktor Dayı lakaplı İsmail Gökçen, sıhhiye iken Yunanlılara esir düşmüş ve 10 yıl Yunanistan’da esir kaldıktan sonra Türkiye’ye geri dönmüştür. İsmail Gökçen, Kabakçı’nın ölümünü haber alan Yunanlıların “Kabak öldü, Kabak öldü” diyerek bayram yaptıklarına bizzat şahit olduğunu söylemiştir. (İsmail Gökçen. 1894 doğumlu. Uluçam köyü-Tavşanlı)


12

BİZİM DAĞIN YILDIZLARI

İDRİSARPAT

AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ BİLGİLER HER HANGİ BİR YAZILI BELGEYE DAYANMAYIP, AİLENİN YAŞAYAN EN BÜYÜK EVLADI HALİL DÖNMEZ BEYEFENDİ’NİN AÇIKLAMALARINA İSTİNAT ETMEKTEDİR.

S

alih insanların olduğu yere Allah’ın rahmeti inermiş. Biz de hem rahmete vesile olsun, hem de geçmişte yaşanmış güzellikler unutulup gitmesin, gelecek nesillere misal olsun diye Orhaneli ilçemize bağlı Karıncalı Beldesi’nden, nice güzellikler yaşamış Dönmez Ailesi’nin iz bırakan yönlerini dile getirelim istedik. Aşağıda okuyacağınız bilgiler her hangi bir yazılı belgeye dayanmayıp, ailenin yaşayan en büyük evladı Halil Dönmez Beyefendi’nin açıklamalarına istinat etmektedir. Önce geçmişten günümüze doğru bir sıralama yapalım: Efendim, ailenin baba tarafından bilinen kökü Salih Efendi, onun oğlu Değirmenci Halil, onun oğlu Koca-

bekir, onun oğlu Mehmet Dönmez, onun oğlu emekli imam Halil Dönmez’dir. Halil Dönmez ( D.1952)’in anlattıklarına göre, Topuk köyünde yaşayan Salih Efendi hem âlim, hem de hattat bir zattır. Yazısı çok güzeldir. Hatta Topkapı Sarayı Müzesi’nde el yazması bir Kur’an-ı Kerim’i bile vardır. Kitaplar yakın zamana kadar ailenin elindeydi.1992 de çıkan yangında, evleriyle beraber dedelerinden kalma kitaplar da yandı. Salih Efendi’nin oğlu olan Değirmenci Halil(ölm.1927) değirmen işletmektedir. Sözünü eri olan bir insandır. Kendisine bu özelliğinden dolayı ‘Dönmez’’ soyadı verilmiştir.


13 Günün birinde hükümetten kredi alır ve teminat olarak ‘mandal çekmece’ evini gösterir. Zamanı geldiğinde, borcunu ödemek üzere bir torba dolusu parayla gelir. Ne var ki paraların kalp (geçersiz) olduğu söylenir. Değirmenci Halil, teminat olarak gösterdiği evini, çocuğunun beşiğini dahi almadan hükümete teslim eder. Hanımının, ‘beşiği bari alalım’ teklifine, ‘hayır’ der, ‘mandal çekmece dedim, beşiği de alamayız.’ Değirmenci Halil’in hanımı Karıncalı Köyü’nden Çatalların Ayşe’dir. Sesi güzel olduğundan kadın topluluklarında, imece usulü çalışmalarda mani ve türküler söylerdi. Bir manisi şöyledir: ‘Karşıdan baktım canımın canı, Yanına vardım ıssızın hanı. Arısı sönmüş, kalmış kovanı Söyleyin yarenlere kimseler dul almasın.’ Evsiz kalan Değirmenci Halil, hanımının köyüne Karıncalı’ya yerleşir. Böylece ‘Dönmez ailesi’ köyleri Topuk’u terk ederek Karıncalı’ya göç etmiş olur. Ekerler- dikerler. Köy şartlarında, ekip dikerek de geçim olabileceğini görürler ve başlarlar tarla-bahçe çalışmaya. Zamanla köyde hatırı sayılır rençper olur, en cesur mandaları koşarlar. Değirmenci Halil, bir güz mevsimi canı çeker, komşunun bağından bir salkım üzüm alır. Koşuya haber verir, fakat komşu hakkını helal etmeyeceğini söyler, ‘zehrü katran olsun. Ne zaman ki kendi bağından üzüm getirerek takdim edersin, ancak o zaman hakkımı helal ederim’ der. Değirmenci Halil, komşu köyden çubuklar getirir, bağ yetiştirir. Kendi bağından üzüm koparıp takdim ederek komşuya hakkını helal ettirir. Değirmenci Halil’in oğlu Kocabekir (Bekir Dönmez, ölm–1964)dir. Sarışın, yakışıklı bir çocuk olan Kocabekir kekemedir. O günün hocalarından biri aileyi uyarır: ‘Kekeme çocuk lar zeki olur. Bu çocuk zeki olduğundan kekemedir, siz bu ç.ocuğu tahsil yaptırın, okutun’ der. Kocabekir rüştiyeyi bitirir, idadiyi

yarıya kadar okur. Fakat aile çocuğu idadiden almak zorunda kalır. Kocabekir, her şeye rağmen okumayla, kitapla alakasını kesmez. Dedesi Salih Efendi’nin kitapları dâhil, her münasip kitabı okur. ‘ Civar köylerde çok müderris vardı ama sabır gösteremediler, okumayı bıraktılar. Hâlbuki ilimde süreklilik esastır. Ben bırakmadım’ derdi. Kocabekir, askerlik yıllarında İngilizlere esir düşer, Yemen’de dokuz yıl esarette kalır. Esaret yıllarıyla ilgili olarak, anlattıklarından hatırda kalanlar şunlardır: İngilizler o tarihte konserveyi biliyorlar, esirlere konserve dağıtıyorlardı. Kutuların üzerinde içindeki yiyeceklerin resmi bulunuyordu. Esirlerin bir araya gelmesini istemezlerdi. ‘Bir araya geldiğinizde lafa dalıp tembellik ediyorsunuz’derlerdi. Fizik olarak güçlü ve yakışıklı olan Kocabekir’e civardaki Arap kadınları göz kırpardı ama o, ciddiyetini bozmazdı. Esaret yılları bitti. Köyüne geri geldi, evlendi. Kırk beş yaşlarında iken bir çocuğu oldu. Okumayı, okutmayı çok seven Kocabekir, civar köylerde imamlık/ hocalık yapmaya başladı. Bilhassa çocuk-

lara Din-i Mübin’i öğretmeyi çok önemseyen Bekir Hoca, ‘ Çocuk okutmayacaksam, hocalık yapmam.’ Derdi. Çocuklar ona gelemezlerse o çocuklara giderdi. Çobanların bulunduğu tarafları tespit eder, gider merada onlara ders verirdi. Abdest, gusül ve namazı mümkün mertebe tatbiki olarak öğretirdi. Kur’an-ı Kerim harflerini, rastgele bir tahtaya kömürle yazarak gösterirdi. (Orhaneli’nin diğer bir meşhur hocası, Sarı Hoca-Mehmet Ruhi, ölm.1981-da, bir hocaya rastladığında, ‘imam mısın, çoban mısın?’ diye sorardı. İmamım cevabını alırsa, ikinci bir soru daha sorardı: ‘Kaç çocuk okutuyorsun?’ çocuk okutmayanı, çoban kabul ederdi.) Bekir Hoca, münasip zamanlarda, namazlardan önce vazederdi. Cemaatten birkaç densiz, hoca aleyhinde ileri -geri konuşurlardı. Bekir Hoca; ‘Bu, ilmi bir cihattır. Cihadım sürecektir. Bazı sıkıntıları seve seve göğüsleyeceğim’ derdi. Gümüşpınar köyünde imamlık yaptığı yıllarda civarda bir roman çocuğu ölmüş, annesi-babası çocuğu köyün mezarlığına defnetmek istiyorlar, köylüde buna karşı çıkıyordu. Mesele hocaya intikal etti. Hoca minberde cemaate şunları söyledi:


14 —Cemaat-i müslimin! Bu çocuk mezarlığın bir kenarına defnedilirse kıyemet mi kopar? Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğmuyor mu? Anası şu veya bu olunca durum değişiyor mu? Benim fetvam budur; çocuk bu mezarlığa defnedilecektir. Bunu dikkate almazsanız köyünüzde vazife yapmam mümkün değildir. Ve çocuk köyün kabristanlığına defnedilir. Bekir Hocanın imamlık yaptığı köylerde, o günleri yaşayanlar sık sık şu itiraflarda bulunurlar: —Allah razı olsun, din iman, insanlık Müslümanlık namına ne öğrendiysek Bekir Hocadan öğrendik, nur içinde yatsın. Bekir Hoca, ‘ tarlanıza ilk tohumu ekmek için vardığınızda iki rekât namaz kılacaksınız, rençperlerin piri Âdem peygamber için bir Fatiha göndereceksiniz. Tohumu saçarken besmele çekip birinci avuçta,<ya rabbi bu kurdun kuşun hakkı>, ikinci avuçta,< bu misafirin hakkı>,üçüncü avuçta,< bu fakirfukaranın hakkı>,dördüncü avuçta, <bu çoluk çocuğumun hakkı>, diyerek tohum saçmaya başlayacaksınız’ derdi. Bir diğer tavsiyesi de pazartesi ve Cuma akşamları mutlaka sadaka verilmesiydi ki bu bir avuç tavuk yemi de olabilir. Kendisi sadaka vermeyi ömrü boyunca sürdürmüştür. Şu tavsiyelerde onundur: —Saat on, yatağa kon; saat üç yataktan uç. —Hayvanına iyi bak. Bakmazsan iyi bakacak birine sat. —İnsan sabah akşam köy odasına mutlaka uğramalı, köyde ne olup bitiyor öğrenmeli. Gece saat üçten sonra kitap okumaya başlar sabah namazına kadar sürdürürdü. Namaza giderken ev halkını mutlaka uyandırırdı. Kuşluk vakti az da olsa mutlaka uyur, uyandığında sportmence bir kalkış yapardı. Gideceği yeri ev halkına söyler, ne kadar kalacağını bildirir ve helallik dilerdi. Akşam namazın-

dan sonra yemek hazır olana kadar sesli olarak vakıa süresini okumak âdetiydi. ‘ Lâ havle ve le kuvvete ille billeh’ yetmiş belayı kovar buyurur ve bunu çok okurdu. Bekir Hoca’nın oğlu, sevimli Hacı Dayımız Mehmet Dönmez’dir(ölm.2007). Annesi Emine’dir. Çocukluğuğunda, köy hocasından dinini bir dereceye kadar öğrenmiştir. Buluğ çağından itibaren namazını terk etmemiştir. Sesi güzel olduğundan, gençliğinde şarkı türkü söylerdi, beğenilirdi. Askerde terzilik öğrendi. Annesi yardıma muhtaç olduğu için iznli geldiğinde onu evlendirdiler. Askerliğini tamamladıktan sonra Bursa’da bir terzinin yanında çalıştı. Sonraları Orhaneli’nin ve köylerinin terzilik ihtiyaçlarını büyük ölçüde o karşıladı. Parası olandan yaptığı işin parasını aldı, olmayandan hayır-dua istemekle yetindi. Günün birinde Mehmet Dönmez Bursa Defterdarlığına şikâyet edilir. Gelen müfettişler dükkânına giderlerken, elinde poşetle dükkândan çıkan bir öğrenciye rastlarlar. Poşette tamir edilmiş dört adet pantolon bulunmaktadır. Bunlara kaç para ödediği sorulur. Öğrenci ‘ Hac Dayı para almadı’ der. Bu olay, müfettişlerin raporu olum yönde tutmalarına vesile olur. Mehmet Dönmez bir ara düven yapımı ve satımıyla da meşgul oldu. Satış için civardan başlayarak Trakya’ya, Konya’ya kadar gittiği olurdu. Konya’ya gittiğinde namazlarını genellikle Hacıveyiszade Camiinde kılar, Hoca Efendi’yi çok sever, ondan hatıralar naklederdi. Ziraatçılığı da ihmal etmeyen Mehmet dönmez elma, kavak, çeltik ekiminde önde gelenler arasındaydı. Yetmiş yedide, hac dönüşünde bir teyp aldı. Dönemin meşhur hocalarının bütün va’z kasetlerini topladı. Üç yüzün üzerinde kaseti vardı. Hem dikiş diker, hem de bu kasetleri dinlerdi. Öğrendiklerini münasip düştükçe çevresindekilere anlatır, bazen ağlardı. Kara Davut, Delâil-i

Hayrat gibi kitapları okur, gayr-i nizami de olsa not alır. Takvim yapraklarını okur, çok beğendiklerini cebine koyar, münasip düştükçe meraklılarına aktarırdı. İmamlık yapan oğlu Halil Dönmez’e ‘ ilmi ve çocuk okutmayı ihmal etme’ diye tembihte bulunurdu. Meslek seçiminde tereddüt eden oğluna, ‘ Ya diyanet, ya ticaret, başka mesleklerde çalışmana razı değilim’ dedi. Zikri dilinden düşürmeyen Mehmet Dönmez, çoluk çocuğuna karşı da müsamahakâr davranırdı. Kadınların <Allah’ın emaneti> olduğunu hatırlatır, davranış ve sözlerimize dikkat etmeliyiz derdi. Bir ara, torunu minibüsü devirmişti. Oğluna ‘olan olmuş, ağzını açıp sert bir söz söyleme’ dedi. ‘ Müşterilerimize merhamet ver, bizi mahcup etme ya rabbi!’ duasını ara ara tekrarlardı. Zaman içinde ev halkına yaptığı şu nasihatler onun ruh halini yansıtmaktadır: —Dünyada aç mezarı yok, çok çalışıp, çok kazanacağız diye insanlığınızı da, Müslümanlığınızda yıpratmayın. Çalışıp- çabalayın, elde ettiğinize kanaat etmeyi bilin. —Kendinizi halka değil, hakka uydurun. —Allah’a sığınıp, hacet için kapına gelen geri çevrilmez. —İtimadı lütuf sanıp borca sarılma; sonunda istenecektir, darılma. Ölümüne yakın günlerde ‘Kimde ne kadar hakkım kaldıysa, hepsini helal ediyorum. Allah günahlarımıza kefaret saysın’ dedi. İşte Dönmez Ailesi hakkında ulaşabildiğimiz bilgiler bunlardan ibarettir. İnsanlar dünyasına maddi-manevi bu kadar ikramlar sunan Dönmez Ailesinin geçmişlerine Allah’tan rahmetler diliyoruz. Yerlerde yatmasınlar, nurlarda yatsınlar. Mekânları cennet olsun. Hepsinin ruhuna bir Fatiha lütfen. Dergiye Hazırlayan: Mevlit Oruç



16

KELES’İN

YEMEK

KÜLTÜRÜ

KELES’İN İNSANLIĞA KATKILARINDAN BİRİ DE YILLARDIR SÜREGELEN DAMAK TADIYLA YAPILAN YEMEKLERİ OLMUŞTUR. BEN DİYEYİM ‘TİRİT YİYELİM’ SİZ DERSİNİZ ‘YANINA AYRAN DA İSTEYELİM.’

E

pey bir zaman oldu… Kendileriyle tanışalı. İnsanlık tarihim kadar eski, anılarım kadar yeni… Ve çoğu sofrada beraberdik onlarla…

Keles’in insanlığa katkılarından biri de yıllardır süregelen damak YUNUS EMRECOŞAN tadıyla yapılan yemekleri olmuştur. Ben diyeyim ‘Tirit yiyelim’ siz dersiniz ‘yanına ayran da isteyelim.’ Keles’in değerine değer katan Halk Eğitimi Merkezi Müdürü Gültekin Atar’ın yanında aldım soluğu. Onun yemekler üzerine şiiri olduğunu da öğrenince ‘tamamdır pişti bu yazı’ demekten kendimi alamadım. Büyük bir hevesle koyuldum yazmaya… Okurlarım da tatmalılar bu yazıyı diğ’mi ama? Yemekleri tatmak mı? Onlar Keles’te muhtelif günlerde sizi bekliyor olacaklar. Hele bir de turizmle yoğrulursa… Yeme de yanında yat diyeceğiz konuklara... Gültekin Atar’ın ‘başlığı olmayan şiiri’ ise şöyle:

Güz gelince tarhana yapılır. Bin bir türlü baharat içine katılır. Yemeklerde önce onun tadına bakılır. Tarhana yemeklere baş olur. Katık dağarcığı sütlüğe kasılmış. Yoğurt süzülmüş, dağarcığa basılmış. Bilmem keçi yoğurdundan mı, neden yapılmış? Kışın katık yemesi pek hoş olur. Tavşan mı vurulmuş, yapın çullama. Gözlemeleri ince ince açın ha. Çullamanın üstüne yiyince bulama, Çullamanın başında dövüş olur. Öğle yemeğinde keşkek yiyince, Karnım davul gibi şişti iyice. Üstüne de bir damacana ayran içince, Kendir Yaylasına çabuk koş olur. Kabuklu fasulye yemeklerin hası, Sıyırdık sünnetledik koca bir tası. Arkadan gelince ceviz helvası, Uyku gözlerden akar düş olur.


17 Mısır unundan yapılır kaçamak. Yedikçe yersiniz birkaç tabak. Balınan, pekmezinen karıştırılınca kaymak, Dargınlıklar biter barış olur. Tiridin tadı damaklardadır. Kavurması bolcası konaklardadır. Tirit yiyenin izi yanaklardadır. Ayransız tirit yemek güç olur. Hamur işlerini sanmayın unuttum. Kebap ile göveci en sona tuttum. Ramazanda kulağı yemeden yattım. Hamursuzdan bahsetmesem suç olur. Keles’e gelirseniz siz de yersiniz. Allah daha da ziyade etsin dersiniz. Vallahi siz de çok beğenirsiniz. Öğünler üç değil tam beş olur. Keles HEM Müdürü Gültekin Atar Bu şiire tatlı, tuzlu ekşili bir başlık koyabilirsiniz. Gelelim Keles’in yemeklerine… Artık kültürünün zenginliğinden bahsedersek kabak tadı vermiş oluruz. Bilirsiniz ki zengin bir kültüre sahiptir Keles. Oyunu, kaşığı, kilimi, bebeği, insanı, çoluğu çocuğu kültürle hemhal olmuştur. Nasıl ki Bursa’yı besleyen sularımız varsa kültürünü de besleyen değerlerimiz olmuştur. Bursa folklorunun kalbi olan Keles yıllardan beri de kültürün merkezi konumuna gelmiştir. Hele ki Bursa yöresi oyunlarının, türkülerinin, folklorik kıyafetinin beslendiği tek kaynak olmuştur. Keles’te ve civar köylerinde konargöçer topluluğun yemek kültürü hâkimdir. Yolculukların at, deve gibi yük hayvanlarının çektiği kağnılarla yapılmasını; konaklamaların kıl çadırlarda olmasını düşünürsek yemek kültürünün de hayvansal ürünlerden ortaya çıktığı karşımıza çıkacaktır. Ve yerleşik hayatın başlamasıyla birlikte… Yani yaylak kışlak faaliyetlerin aza indiği dönemlerde artık tahıl ve baklagillerin de önemli bir yemek kaynağı olduğu olgusu ortaya çıkar. Çoğu sofrada Keles kültürünün ortaya çıkardığı yemekleri tatma fırsatı bulmuşumdur. Halen yemekler büyük bir titizlikle ve lezzetle evlerde yapılır. Tarhanasız karın yumuşamaz. Tirit yapılan evlerde ekmek zayi olmaz. Düğünlerdeki yemek geleneği de sofra kültürünü yansıtır. Aynı sofrada diz dize oturulur, aynı sofrada aynı kaptan yemekler yenirken dost sohbetleri yapılır. Yeni kişilerle tanışılır. ‘Filancanın düğününde yemek yemiştik…’ diye başlayan arkadaşlıklar ortaya çıkar. Yemeğin de yeniş sırası vardır. Öyle ne bulursa getir olmaz. Her bir yemek saygıyla yenirken şükredilir en samimisinden.

Önce çorbadan başlanır mesela… Buna Sorgun köyü muhalefet edip pilavla başlasa da orada da yemek sırasından vazgeçilmez. Tatlı varsa sofra zengin demektir. Ya pilavdan sonra yenilir düğünlerdeki gibi ya da onun yeri en sona bırakılır. Sofrada doyulsa da beraber kalkma alışkanlığı vardır. Sofrada arkadaşını yalnız bırakanla yola çıkılmaz derler atalarımız. Çayın henüz evlerde yoğun olarak bulunmadığı yıllarda kahvaltı çorba ile yapılır çay ve kahve içmek ise zengin evlerde keyif olarak görülürdü. Hemen hepsinin lezzetine kefil olup emeğine saygı duyduğum yemekler ise şöyle: TARHANA Buğday ununun içine; yoğurt, süt, yumurta, domates, biber ve baharat konulur. Hamur yoğrulur. Temiz örtüler üstünde kurutulur. Gözerden geçirilir. Küplere doldurulur. KATIK Yoğurt yapıldıktan sonra, temiz bezler içinde asılır. İyice süzülüp suyu akıtıldıktan sonra tuzlanarak dağarcıklara basılır. ÇULLAMA Tavşan etinden yapılır. Tavşan eti iyice pişirilir. Gözleme yapılır. Dürüm haline getirilerek, tepsiye dizilir. Tavşan etinin suyu dürüm tepsisinin üstünde gezdirilerek dökülür. Tavşanın eti tepsinin üstüne dağıtılır.


18 TİRİT(EKMEK PAPARASI)

YUFKA BÖREĞİ

Ekmek doğranır, küçük parçalar haline getirilir, kızartılır. Hazırlanan kavurma ya da et kızartılan ekmeklerin üzerine dökülür. Tirit kıtlık zamanlarının başyemeğidir. Ekmek kurumaya başladığında israf olmasın diye, soğan ile yağ kızartılıp, ekmek parçalarının üstüne dökülür. Sarımsak dövülerek en üste gezdirilerek tirit hazır hale getirilir.

Hamur açılarak gözleme biçimine getirilir. Temiz bez üzerinde kurutularak kışlık olarak hazırlanır. Hazır yufkalar yağlanan tepsiye ıslatıldıktan sonra dizilir. Yufkaların arasına kavurma konularak kızartılır.

KEŞKEK Mısır taşta çekilir, elenir. Tencerede su ile kaynatılır. İçine kuru fasulyede katılır. Tereyağı, soğan ve tuz katılarak pişirilir. KAÇAMAK Mısır değirmende un haline getirilir. Elekten geçirilir. Tencereye su katılır. Mısır unu tepside kızartılır. Tencereye kaynayan suya salınır. Bol tereyağı ve sarımsak katılır. Yoğurtlanarak yenilir. KABUKLU FASULYE Toplanan fasulyeler ipe dizilerek kabukları ile birlikte kurutulur. Kurutulan fasulyeler suda pişirilir. Üzerine ceviz serpilir, bol sarımsak katılarak yenilir. LOKMA(SIKMA) Un hamur haline getirilir. Hamur avuç içine alınıp, sıkılarak yuvarlak hale getirilir. Kaşıkla alınıp, yağın içine atılır. Kızaran lokmalar tepside toplanır. KIVRIMLI BÖREK Un hamur haline getirilir. Hamur tabla üzerinde açılıp, gözleme haline getirilir. Uzun ve ince ince kesilir. Uzun parçaların içine patates ya da ıspanak konulur. Rulo haline getirilerek, içten dışa doğru yağlanan tepsiye dizilir. Kızartılarak hazırlanır.

MISIR BÖREĞİ Mısır unu tencerede su ve süt katılarak koyu hale getirilir. Yağ dökülen tepsiye bir kat döşenir. Katın üstüne bol soğanlı kavurma döşenir. Bir kat daha döşendikten sonra kızartılır. Diğer katta kızartıldıktan sonra, baklava biçiminde kesilerek yemeğe hazır hale getirilir. HAMURSUZ Un mayalanmadan hamur haline getirilir. Ceviz merdane ile ezilerek ufalanır. Hamur tabla üzerinde yuvarlanarak kalın bir biçimde açılır. İçine ceviz serpiştirilir dürüm haline getirilir. Tepsiye içten dışa doğru döşenir. Üzerine daha iyi kızarsın diye yoğurt sürülür. Fırınlanarak pişmeye bırakılır. KULAK Hamur yufka şeklinde açılır ve dörtgen şeklinde kesilir. Kesilen hamurlar, karşılıklı iki köşesinden birleştirilip üçgen şekline getirilir. Kaynar suya atılıp haşlanır. Suyu süzülür. Üzerine yağ kızartılıp dökülür. İsteğe göre yoğurtlanır ya da peynir kırıntıları serpilerek yenir. EV HAMURU(ERİŞTE) Un, içine süt, yoğurt, yumurta katılıp yoğrulur, hamur haline getirilir. Tablada oklava ile açılıp, yufka gibi açılıp, bezler üzerine serilir ve kurutulur. Yufkaların 8, 10 tanesi üst üste konularak ince ve uzun biçimde kesilerek davlım açılır. Davlımlar tabla üzerinde ince ince kıyılır. Kurutulur ve küplere doldurulur.


19 DÖNDERME

OCAK KEBABI

Un mayalanmadan su ile çırpılıp hamur haline getirilir. Tepsi yağlanır. Çırpılıp hazırlanan curu hamur tepsiye akıtılır. Altı kızardıktan sonra, döndürülüp üstü kızartılır.

Meşe odunları ocaklıkta yakılarak bol köz oluşturulur. Bütün hayvan musluğu baş aşağı sallandırılır. İyice kızarıp piştikten sonra servis yapılır.

HÖŞMENİ Kremanın yağa çevrilirken oluşan suyu ile un çırpılır. Meydana gelen curu hamur, yağlanan tepsiye akıtılır. Esıran ile sürekli karıştırılarak küçük parçalar haline getirilir. İyice kızartıldıktan sonra tepsi sofraya getirilir. Ortası açılır. Ortaya ayrı bir kapta pekmez konulur. Pekmeze banılarak yenilir.

Genellikle keçi etinden yapılır. Etler parçalara ayrılır. Özel hazırlanmış fırınlarda toprak kaplar içinde pişirilir. Fırının ağzı iyice sıvanarak kapatılır. Toprak kapların içine etler kemikli olarak konulur. Hayvan iç yağı ve sebze konularak fırına sürülür. Bir saat sonra fırın kapağı açılır, toprak kaplar içinde sıcak olarak servis yapılır.

GÖZLEME

TATLI BÖREK

Hamur yoğrulduktan sonra, tabla üzerinde oklava ile açılır. Sacın üzerinde çevrile çevrile pişirilir. İsteğe göre içine; patates, peynir, ıspanak, şeker konularak yapılır.

Kuru yufka ıslatılır. Tepsinin altına yayılır. Üzerine bir kat ceviz bir kat yufka gelecek biçimde dizilir. Küçük parçalar halinde kesilir. Üzerine pekmez ya da şekerli su(ravak) dökülerek tatlandırılır.

KAVURMA Genellikle keçi etinden yapılır. Etler ufak ufak doğranır. Hayvanın iç yağı ile birlikte kazanlara doldurulur. Esıran ile karıştırılarak, iyice pişirilir. Küplere basılır. Hazır yemek olarak kullanılır. ÇEVİRME KEBAP Meşe odunları ile büyükçe bir ateş yakılır. Yanan odunlar köz haline geldikten sonra, bütün hayvan musluğu sopaya geçirilir. Közün üzerine gelecek şekilde yere çakılan ay şeklindeki sopalara takılır. Döndürülerek her tarafının iyice pişmesi sağlanır. Pişirmesi çok ustalık ister. FIRINDA KEBAP Genellikle oğlak etinden olur. Özel yapılmış fırınlarda pişirilir. Fırın meşe odunları kullanılarak iyice kızgın hale getirilir. Oğlak eti tepsiye bütün olarak yerleştirilir. Tepsiye az miktarda su konulur. Fırına sürülür. Fırının ağzı sıvanarak iyice kapatılır. Bir saat sonra fırından çıkarılır.

GÖVEÇ

HELVA Pekmez ocağa konularak kaynamaya bırakılır. Pekmez kaynamaya başlayacağı sırada içine kavrulmuş un katılır. Karıştırılarak hamur haline getirilir. İçine ceviz katılarak karıştırılmaya devam edilir. Piştikten sonra soğumaya bırakılır. KREMA HELVASI Krema ocağa konulur. Kavrulmuş un içine katılır. İçine ceviz katılır. Karıştırılarak hamur haline getirilir. Piştikten sonra soğumaya bırakılır. NİŞASTA HELVASI Nişasta bulandırılır. Yoğrulup ezilir. Yağlanıp, üzerine şeker serpiştirilerek, esıran ile sürekli karıştırılarak kavrulur. CEVİZ HELVASI Gelemiç Köyü’ne has bir tatlıdır. Ceviz ve pekmezden yapılır. Rengi koyuca olur. Baklava şeklinde kesilip servis edilir.


20

(

BİT PAZARINA NUR YAGSIN! FAHRETTİNBEŞLİ

GELENEKLERİ, OYUNLARI, YAŞAM TARZI, TERBİYESİ, KIYAFETİ, MÜZİĞİ KÜLTÜR MİRASIMIZIN MUHAFAZA EDİLEREK BU GÜNE KADAR TAŞINMIŞ ÇOK DEĞERLİ PARÇALARIDIR. YARIN KENDİMİZİ YÖRÜK TÜRKMEN KÜLTÜRÜNE SAHİP DAĞLILAR OLARAK İFADE EDEBİLMEMİZ, BUNLARIN MUHAFAZASINA VE YARINLARA TAŞINMASINA BAĞLIDIR.


21

A

rtık hepimizin tarihçesini az çok bildiğimiz üzere; Dağ-Der başlangıçta dağ yöresinden kent merkezine gelmiş, dağlı hemşerilerimizin tanışması ve dayanışması için kuruldu. Çeyrek asra yakın süredir sürekli çalışmaları sonucu bu gün en etkili hemşeri derneği olarak, Bursa’nın cemiyet hayatında haklı bir saygınlık kazandı. Derneğimiz; bu çalışmalarda heyecanını yöre insanın gösterdiği ilgi ve destekten alırken, gücünü de yöremizin kültürel zenginliğinden aldı. Bu zenginliğin; bizi birbirimize ve geçmişimize bağlayan elimizdeki en değerli hazine olduğunun idraki ile tüm çalışmalarında öncelik verdi. Gelenekleri, oyunları, yaşam tarzı, terbiyesi, kıyafeti, müziği kültür mirasımızın muhafaza edilerek bu güne kadar taşınmış çok değerli parçalarıdır. Yarın kendimizi Yörük

Türkmen kültürüne sahip Dağlılar olarak ifade edebilmemiz, bunların muhafazasına ve yarınlara taşınmasına bağlıdır. Bu düşünceden hareketle derneğimiz, kıt imkânlarına rağmen bir Kültür Merkezi oluşturmak üzere

yola çıktı. Tahtakale’de tarihi bir konak satın alındı ve Dağ Yöresi Kültür Merkezi olacak şekilde yenileme çalışmaları halen devam ediyor. Hemşerilerimizin, işadamlarımızın, belediyelerimizin ve diğer dostlarımızın destekleri ile en


22

büyük hayalimiz gerçekti ve artık sona yaklaşılıyor. Tamamlanması ile birlikte yemeklerimiz, müziğimiz, halk oyunlarımız ve günlük yaşamımızda kullandığımız her şey burada sergilenecek. Bir köy odasının, örtüsü ile birlikte ocaklaması, sekisi, halısı kilimi, ot yastıkları minderi, pöstekisi, çulu, mutfak eşyaları, duvarda asılı bir çiftesi, çocuk beşiği, yüklüğü, “maşıngalı sobası” ile birlikte nasıl düzenlendiği gösterilecek. Gelen konuklar bu otantik ortamda ağırlanacak. Sarpanı, tulumu, “dığanları”, kazanları, bakırları, tasları, kab kacakları, hamur teknesi, mineti, yayığı, “yatık”ı, sinisi, “yastec”i, tahta kaşığı ile mutfağında neler olduğu sergilenecek. Bununla da kalınmayarak, burada dağ yöresine has çullama, keşkek, yufka ıslaması, gök bölce, alfat hoşafı gibi yemekler pişirilecek ve ikram edilecek. Belki teknik ve yasal bir mani yoksa bahçemize bir ekmek fırını yapıp haftada iki defa köy etmeği ve “cevizli boğça” yapıp ikram edebiliriz.

Günlük hayatta kullandığı, öküz arabası, boyunduruğu, dirgeni, köfünü, sepeti, dibek taşı, “değmen daşı” kara sabanı, düveni, semeri, eğeri, günlük kıyafetleri, çocuk oyuncakları, çıkrığı, örekesi, elek, kalbur, kepenek, çarık velhasıl bizi anlatan her şey orada teşhir edilecek. Eski fotoğraflar, varsa mektuplar, nüfus cüzdanı, tapu, evlilik cüzdanı gibi vesikalar, resmi belgeler da

kopyası çıkarılıp burada izlenime sunulacak Bu suretle bu güzellikler gün yüzüne çıkarılacak, muhafaza edilecek, bilenlere hatırlatılacak, çocuklarımıza öğretilecek ve dostlarımıza da gösterilecek. Tüm bu özendiklerimizin gerçekleşmesi, ancak dağ yöresinde yaşayan herkesin göstereceği ilgi ile mümkündür. Diğer kısımlarla ilgili çalışmaları görevlendirilen komis-


23

yonlar sürdürürken; günlük yaşantımızda kullandığımız malzemeler köy muhtarları başta olmak üzere, köy dernekleri, belediyelerimiz ve gönüllülerin yardımı ile toplayabilir. Bunun için yazıda aklıma gelenlerini yazdığım malzemelerle, yazmadığım ancak sergilenmeye uygun bulunan her şeyin bize derneğe ulaştırılmasına ihtiyaç var. Hatta buda yetmez. Çevremiz bu konuda bilgilendirilmeli, teşvik edilmeli, gerekirse ikna edilmeli ve tüm dağ yöresi harekete geçmelidir. Şimdi herkes şu yüklüğü bir indirsin, altındaki sandığı açsın. İçindekileri döküp işe yarayanları ayırsın. Dama insin, kıyıda köşe de kalmış, “değerini bilecek adam” aradığı eskiye ait ne varsa avluya çıkarsın. Hem bu malzeme, hem de bu malzemenin yanında verenin adı, sülalesinin ve köyünün adı yaşasın. Ve bir atasözü daha vuku buldu: “Eskiye rağbet oldu, bitpazarına nur yağsın” Dağ yöresinin hayallerinden birisi gerçek oldu. Darısı diğer projelerin başına...


24

GİDENLER GELENLER

ŞAİR AHMEDÎ EKREM HAYRİPEKER

ANADOLU’NUN ORTAASYA’YLA BAĞI TARİH BOYUNCA KESİLMEDEN SÜREGELMİŞTİR. MESAFELERİN UZUNLUĞU, DAĞLARIN AŞILMAZLIĞI, ÇÖLLER, YAĞMURLAR, KARBUZ, KUM FIRTINALARI YOLCULARI YILDIRMAMIŞ.

A

nadolu’nun Ortaasya’yla bağı tarih boyunca kesilmeden süregelmiştir. Mesafelerin uzunluğu, dağların aşılmazlığı, çöller, yağmurlar, kar-buz, kum fırtınaları yolcuları yıldırmamış. Kimisi bilim için(Bursa’dan Semerkant’a astronomi öğrenmeğe giden Kadızade-i Rumi gibi), kimisi okumak için, kimisi ekmek davası uğruna kendini yollara vurmuş. Bazıları mecbur olduğu için bu yolculuğa çıkmış. Kader onları Ortaasya’ya sürüklemiş, mecburiyet bitince de Anadolu’ya dönmüşler. Bunlardan birisi de şair Ahmedi’dir. Asıl adı Abuzer İbrahim olan şairimiz için edebiyat tarihçileri 14. yy en büyük şairi olduğunu söylerler. Kütahya’da doğan şairimiz aldığı öğrenimini yetersiz bulunca Mısır’a gider. Burada öğrenimini tamamladıktan sonra Kütahya’ya döner ve Germiyanoğlu Beyliği’ni yöneten Süleyman Şah’ın hizmetine girer. Bir zamanların güçlü beyliği ve Batı Anadolu’nun tek hakimi olan bu Beyliğin yıldızı sönmektedir. Osmanoğulları’nın yıldızı parlamaktadır. Osmanoğulları Karesi Beyliğini ortadan kaldırmış, Balkanlar’a çıkmış; Bizans’ı sıkıştırmaya başlamıştır. Osmanoğulları’nın yöneticileri Beylikten sultanlığa terfi etmişlerdir. İki gücün kapışması kaçınılmaz gözükmektedir. Germiyanoğulları çatışma yerine akrabalığı tercih ederler. Sultan I. Murad’ın oğlu sonraki yıllarda Yıldırım unvanını alacak olan Şehzade Beyazıt Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın kızı Sultan Hatun’la evlendirilir. Kütahya ve civarı gelinin çeyizi olarak Şehzade Beyazıt’a dolayısıyla Osmanlı Sultanlığı’na verilir. Şairimiz Kütahya’yı terk etmez. Şehzade Beyazıt’ın maiyetine, meclisine girer. Beyazıt padişah olunca onu yanından ayırmaz. Beyazıt’ta sözünü sakınmayan şairimizi sever, sayar.


25 Beyazıt Osmanlı’yı Balkanlar’dan atmak isteyen haçlı ordularını ardı ardına Yener ve yıldırım lakabını alır. Yıldırım Beyazıt barışta yanında ayırmadığı şairi savaşta da yanından ayırmaz. Ankara’daki Çubuk Ovası’nda Emir Timur’la 1402 yılında yaptığı savaşa da şairi götürür. Yıldırım Beyazıt’ın talihi bu savaşta döner. Anadolu askeri Emir Timur’un ordusundaki beylerinin yanına geçer. Anadolu askerini Kara Tatarlar izler. Yıldırım’ın yanında sadece kaynatası Sırp kralı kalır, askerleriyle. Savaşın kaderi belli olmuştur. Uyarılar, yalvarmalar netice vermez. Savaş meydanını terk etmeyen Yıldırım Beyazıt’ın yanında içlerinde Şehzade Musa,Mustafa ve Şair Ahmed’in bulunduğu küçük bir grup kalır.

de Mustafa Çelebi, şair Ahmedi’yi ve Lami Çelebi’nin dedesi Ali Bin İlyas’ın içinde bulunduğu bir grup zanaatkar ve sanatçıyı yanına alarak göz bebeği Semerkant’a götürür. Semerkant; Timur’un göz bebeğidir. Şehrin her tarafını camiler, medreseler ve saraylarla donatır. Fethettiği topraklarda yaşayan sanatçıları ve zanaatkarları Semerkant’a toplar. Yazdığı bir şiirinde “sevgilimin bir benine feda olsun Semerkant” diye yazan şair Şadi’yi yaka paça huzuruna getirtir. Şairin üstü başı dökülmektedir. Timur huzuruna getirilen şairi şöyle bir süzer ve “Sen kimsin haline bakmadan benim gözbebeğim Semerkant’ı sevgilinin bir benine feda edersin. Üzerine giyecek bir çulun bile yok” Şair korkusuzca cevap verir. “Sultanım sevdiklerime her şeyimi vere vere üzerimde sadece bunlar kaldı.” Emir Timur şairleri sever demiştik. Şair affedilir, İran’a döner. Ahmed, Timur’un meclisindedir artık. Şairimizin dili sivridir, sözünü esirgemez. Timur şairimizin açık sözlülüğünü takdir eder. Timur’un askeri gücünden etkilenen Ahmedi şu beyti yazar. “Var anda bin tümen Türk-i kemankeş ki çıkar ok, peykanından ateş.” “Onun bin tümen (bir milyon) okçu Türk askeri var ok yuvasından ateş gibi çıkar” diye yazar. Şair bu, yeri gelir över yeri gelir yerer. Emir Timur öldüğünde ise şunları yazar;

Yıldırım, Timur’un elinde yaklaşık sekiz ay esir kalır ve Akşehir’de ölür. Cenazesi oğlu Musa Çelebi Bursa’ya götürür ve defneder. Timur Anadolu beylerine topraklarını geri verir. Osmanlı’nın dört şehzadeye (Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet Çelebiler) böler. Diğerlerini Şehza-

“Felek yere gövürüben Temur’u Konukladı et ilen mar-müru” “Felek yere vurdu Timur’u yılan, yalan ve böcekleri ağırladı” Timur ölünce şair; Ali Bin İlyas gibi Anadolu’ya döner. Önce Edirne’ye gider, Süleyman Çelebi’nin sara-

yına yerleşir. Süleyman Çelebi’nin öldürülmesinden sonra Mehmet çelebi’ye intisab eder. 1414 yılında Amasya’da vefat eder. Ahmedi dönemindeki şairleri çok etkilemiştir. Eserlerinde Fars şiir formunu uygulamaya çalışmıştır. Şiirlerinde genellikle yüksek zümreye (padişahlara, beylere) hitap etmiştir. Divanın dışında “Cemşid-i Hurşit ve Büyük İskender’in hayatını anlattığı “İskendername” mesnevileri ve “Esrarname” adlı eserleri vardır. Ali Bin İlyas ise acem ustalarla birlikte Bursa’ya gelir. Hacı ivaz paşanın emriyle padişah Çelebi Mehmet için gömüldüğü Yeşil Türbe’nin içinde bulunduğu külliyeyi yapar. Söz şairlerden açılmışken Ali Şir Nevai’den söz edelim. Dünyaca ünlü Özbek şairin hocası Molla Cami’dir. Molla Cami halk tarafından çok sevilir. Halkın üzerinde gönül iktidarını kurmuştur. Hükümdarlar Molla Cami’ye büyük saygı gösterirler. Aradan bir asır geçmiştir. Osmanlılar fetret devrini atlatmış imparatorluğa dönüşmüştür. İstanbul imparatorluğun başkenti olmuştur. Molla Cami’nin ünü İstanbul’a kadar uzanmıştır. Osmanlı’nın başında II. Beyazıt vardır. II. Beyazıt her yıl bin altın gönderir; ihtiyacı olanlara dağıtsın diye. Molla Cami’nin talebesi olan Ali Şir Nevai’nin güzel şiirlerinden etkilendiğini kendisinin de Türkçe şiirler yazdığı söylenir. Ali şir Nevai yazdığı divanı Beyazıt Han’a gönderir. Padişah divanı incelemesi için başka bir şaire verir. Şair Ahmet Paşa’ya. Paşa divandaki yirmi şiire “Nazire” yazar. Şairimizin Bursa’da yaptırdığı medrese bugün müzeye dönmüştür. Müzedeki bazı takıların, tepeliklerin benzerini Taşkent’deki müzede görebilirsiniz. Nede olsa aynı kültürden geliyoruz.


26

BİR KADINveBİR YÜREK H

ava iyice serinlemiş, kış ayları soğuk yüzünü iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Yağmur da ince ince yağıyordu şehrin kalabalığına...

TUĞBAÖZMELEK

ŞEHRİN ORTASINDA ŞEHİRDEN UZAKTA GİBİYDİ, KADIN. SESSİZLİK İYİ GELDİ. TOPHANE SIRTLARINDAN ŞEHRİ KUŞBAKIŞI İZLEMEK, TÜM DERDİNİ TASASINI RÜZGARA BIRAKMAK GİBİ RAHATLATMIŞTI.

Otobüsten indi kadın, usul usul. Narindi, incecik bedeni yorgun olduğunu hissettiriyordu adeta. Yürümeye başladı. Mendil satmak için yolunu kesen üstü başı kirlenmiş çocuğa kibarca gülümseyip, başını okşadı. Çocuğun yanından uzaklaşmasıyla kadın yeniden kalabalığa karıştı. Yavaş yavaş yürüyordu ıslak caddede. Yorgunluğuna rağmen kafasına takılan düşünceleri biraz olsun dağıtmak adına yürümeye devam etti. Yürümek iyi geliyordu ruhuna… Her adımında kendisini daha iyi hissediyordu sanki. Bilinçsizce, sağa sola bakınarak dolaşırken; kendisini, bu şehirde en sevdiği yerde buldu. Canı her sıkıldığında kente yukarıdan bakmak iyi


27 gelirdi kadına. Bu yüzden her derdini attığı, kırgınlığını törpüleyen Tophane Parkı’na gelirdi, keyfi kaçtıkça. İşte yine aynı yerdeydi. Yüreği, kadını Tophane’ye götürmüştü. Tophane Parkı’nın huzurlu atmosferi içini ferahlattı kadının. Hava yağışlı olduğundan pek kimse yoktu etrafta. Mekanın esnafı ve dersten kaçtıkları besbelli birkaç öğrenciden başka kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Ne güzeldi… Şehrin ortasında şehirden uzakta gibiydi, kadın. Sessizlik iyi geldi. Tophane sırtlarından şehri kuşbakışı izlemek, tüm derdini tasasını rüzgara bırakmak gibi rahatlatmıştı. Özgürleştiğini hissetti. Gülümsedi birden. İçi mutlulukla ve sevinçle doldu. Yorgunluğunu da hissetmiyordu artık, tazelenmişti. Tophane Saat Kulesi’nin önünde dikildi dakikalarca. Saat kulesi, parka her uğradığında dertleştiği sessiz dostuydu kadının. Her geldiğinde 6 katlı kuleye dökerdi içini. Kulenin önünde tarihinin yazılı olduğu tabelayı defalarca okurdu. Ezberlemişti… “31 Ağustos 1906 tarihinde II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 30. yıldönümünde Vali Reşit Mümtaz tarafından törenle hizmete açılan saat kulesi, Tophane Parkı’nda yer almaktadır. 33 metre yüksekliğindeki kule, kare planlıdır. Çıkış merdivenleri ahşap ve 89 basamaklı olan saat kulesi, yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılmıştır…” Yazıyı okumayı bıraktığında hava da kararmaya başlamış ve Osmangazi Belediyesi’nin restore ettiği saat kulesinin Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ışıkları da çoktan yanmaya başlamıştı. Derin bir soluk aldı kadın. Yüreğinin de aydınlandığını hissetti o dakikada. Tüm sıkıntılarının bir çözümü olduğuna derinden inanarak evinin yolunu tuttu… Fotoğraflar: bursa.bel.tr


28

DÜĞÜNCÜLER

KÖYÜN ADININ NEREDEN GELDİĞİ VE GEÇMİŞİ HAKKINDA KESİN BİR BİLGİ YOKTUR. KÖY HALKI ARASINDA ANLATILAN HİKÂYELERE GÖRE AŞAĞI KÖY, İŞ KÖY VE KUZ KÖYÜN ÖNDE GELENLERİ BİR KÖY DÜĞÜNDE ÜÇ KÖY ARASI SIKÇA İNSAN SEYAHATİ OLDUĞU İÇİN ÜÇ KÖYÜN BİRLEŞMESİNE KARAR VERMİŞLERDİR. KÖYÜN İSMİNİ HALKTAN BİRİSİNİN FİKRİYLE DÜĞÜNCÜLER OLARAK KOYULMUŞTUR.


29 Köyün gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. köyün düğünleri eylenceli ve güzel olmaktadır.Yemekleri mercimek nohut pilav et trit helva kompotu vb olmak üzere çeşitli ve lezzetlidir, gelin giysileri yöreseldir. gelin araba ile sünnet çocukları ise at ile gezdirilir.düğünler cuma c.tesi pazar olmak üzere üç gündür.köylü misafirperverdir.yardımlaşmanında önemli olduğu köyümüzde işler imece usulü yapılır. Bursa iline 107 km, Büyükorhan ilçesine 22 km uzaklıktadır.balıkkesir dursunbey ilcesine 20 km uzaklıktadır ve köy sınırını ali ova cayı kesmektedir. bu cay üzerinde ılıcak sular ve su degirmeni vardır. ılıcaksuyun cilt hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir,kıs aylarında cayın tasması sebebı ile hamamlara restorasyon edilememektedir(hamamlar ücretsizdir)Rafting ve tracking sporları yapılır Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu vardır. kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır(Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.Köyümüzde sıcak su kaplıcaları mevcuttur.Yaz aylarında müşteriye hizmet vermektedir. Ayrıca Ali Ova Cayı üzeri rafting ve su sporları için uygundur. Bunun yanında yeşil bir güzellikleriyle piknik alanları yerleri vardır.Tüm Doga Severleri bekliyoruz. kaynak: wikipedia.org


30

SİS NİLAYŞAHİNKANAT


31 KERPE/İZMİT

Seher yeli usul usul okşarken saçlarımı, pencerenin karşısında her zamanki yerimdeyim. Kucağımda kedim, mışıl mışıl uyuyor. Gündoğumunun sisli ufkuna bakıyorum. Dingin, kendi başıma geçirdiğim bir akşamı sabaha kavuşturuyorum. Şehrin sisi saatler ilerledikçe, uyanan insanların açtıkları pencerelerden evlere giriyor, şehir aydınlanıyor. Evler uyanırken, kalpler sisleniyor. Biliyor musun ki seni beklerken her gecenin seherinde, benim de kalbim sisleniyor. Ve sen her gidişinde o sisin içinde gitgide görünmez oluyorsun. Bir sabah, belki de bu sabah, yine seher yeli saçlarımı okşarken, geceyle gün kucaklaşırken uyuya kalacağım ve sen döndüğünde, eve girecek ama kimseyi göremeyeceksin. Sisli kalbimde, kendini bulamayacak, askıdaki yalnızlığını vurup sırtına çıkıp gideceksin. Kapının kapanma sesiyle uyanıp, seni yolda sırtındaki ağır yalnızlığınla, son kez gördüğümde, kalbimdeki sisler dağılacak. İşte ancak o zaman bu kalpte yeni ve aydınlık bir gün başlayacak.


32

32


3


32

4


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.