10 Kasım 2018
Adalet Onun İçin Mücadele Edenlerle Anılır
3 - 7 ARALIK 2018 10:00 SİLİVRİ HAPİSHANE KAMPÜSÜ
BAROLAR BİRLİĞİ MESLEĞE YÖNELİK SALDIRILARIN KARŞISINDA DURMALIDIR Stajyer Avukat Mükerrem Karakurt'un Ruhsat Başvurusu'nın Adalet Bakanlığı Tarafınan Reddi Üzerine Yaptığı Açıklamadır
2
İstanbul Barosu’nda 61091 sicil numarasıyla 1 yıl stajyer avukatlık yaptım. Stajın 13 Ağustos’ta bitmesiyle birlikte 17 Ağustos’ta Avukatlık Ruhsatı başvurusunda bulundum. İstanbul Barosu başvuruyu uygun bularak dosyayı Türkiye Barolar Birliğine gönderdi. Aynı şekilde Türkiye Barolar Birliği de dosyayı uygun bulma kararıyla 4 Eylül’de Adalet Bakanlığı’na gönderdi. Adalet Bakanlığı işlemler devam ederken Ulusal Hukuk Ağı Projesi sistemi üzerinden dosyayı takip ettim ve belirli aralıklarla telefondan Adalet Bakanlığı’nı arayarak dosya hakkında bilgi aldım. Bakanlık aynı anda yapabileceği işlemleri anlamsız bir biçimde, herhangi bir açıklaması olmadan muhtelif zamanlarda yapmayı tercih etti ve dosyayı sürüncemede bıraktı. Son olarak 2 Kasım 2018 tarihinde Avukatlık Ruhsatı başvurumun devam eden kovuşturmalarım olduğu gerekçesiyle bu kovuşturmaların sonuna bırakılmasına dair karar verdi. Avukatlık mesleğinin saldırıya uğradığı; mesleğin amacından ve itibarından koparılmaya çalışıldığı, idarenin avukatlığa şekil vermek istediği bu süreçte toplumun yarısı terörist ilan ediliyor. Her türlü anayasal, demokratik hak arayışı soruşturmalarla ve ceza tehdidiyle bastırılıyorken Adalet Bakanlığı hakkımdaki kovuşturmaları avukatlık mesleğinin icrasının önüne bir set olarak çekiyor. Türkiye Barolar Birliği ve Baroların tasviyesinin tartışmaya açıldığı bu zamanlarda avukat örgütlerinin idarenin bu keyfi tutumu karşısında meslek etiği ve onuru için direnmesini zorunlu kılıyor. Amaçlanan şey bir kişiye avukatlık yaptırmamak değil, avukatlık mesleğini etkisizleştirmektir. Avukatlık ruhsatı alabilmek için tüm hukuki gerekler yerine getirilmişken avukatlık ruhsat başvurusunun devam eden kovuşturmalar gerekçe gösterilerek askıya alınması yalnızca bağımsız savunma erki üzerinde bir vesayet değil, aynı zamanda masumiyet karinesinin ihlali ve hukuk devleti karşısında keyfiliğin üstünlüğüdür. Yaşadığım bu olumsuz durum karşısında ruhsat başvurumun olumlu sonuçlanması adına Türkiye Barolar Birliği’nin dosyayı uygun bulma konusunda direnme kararı vermesi istemidir.
HALKIN HUKUK BÜROSU
ÇÜRÜMÜŞ BİR HUKUK SİSTEMİNİN TABLOSU:BRUNSON DAVASI ‘’Bağımsız yargı kararını vermiştir.’’ ‘’Türk Adalet sistemi kendine duyulan güveni boşa çıkarmamıştır.’’ gibi cümleler eşliğinde karar açıklandı Brunson davasında. Evet katılıyoruz Türkiye’de yargı, halktan bağımsız, burjuva hukukundan bağımsız, kendi kanunlarından bağımsızdır! Bunlar dışında yargının bir bağımsızlığı yok. ABD’li rahip Brunson’un davasında bu bir kez daha tüm yönleriyle teşhir olmuştur. Örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılanan Brunson ile ilgili ifade veren tanıklar, mahkeme önünde vermiş oldukları ifadeleri değiştirmiş, rahibe verilen ceza tam tutuklu kaldığı süreyi karşılayacak şekilde verilmiştir. Mahkeme önünde tanık ifadelerinin ‘’Ben öyle demek istememiştim.’’ ‘’Siz beni yanlış anlamışsınız.’’ Şeklinde çevrilişi yargının pespayeliğinin göstergesidir. Artık her şey çok açıktır. AKP iktidarı her şeyi açıkça pervasız bir şekilde yürütüyor. Bu pervasızlığın nedeni, AKP’nin yarattığı depolitizasyona güvenmesidir. Bunun nedeni uygulanan sansürün yoğunluğudur. Bunun nedeni halkın örgütsüzleştirilmesidir. Yani kısacası AKP iktidarı, halkın apolitik, örgütsüz haline güveniyor, buradan güç alıyor. Bu tablo dün oluşturulmadı. O yüzde sanki dünden bugüne oluşmuş gibi şaşırmak yersiz. Bu yargı pratiği adım adım yaratıldı. 2004 yılında AB müktesebatları doğrultusunda düzenlemeler yapılırken aslında bu sistemin temelleri atılıyordu. Faşizm demokratikleşmiyordu aksine AB hukuku faşizme uyum sağlıyordu. AİHM’nin Nuriye ve Semih ile ilgili verdiği karar, OHAL komisyonu gibi idari bir komiteyi yargı yolu kabul etmesi bu söylediklerimizi kanıtlamıyor mu? Her yol ayrımında AİHM AKP faşizmini meşrulaştırma görevini yerine getirmedi mi? Bu hukuk pratiği ‘’FETÖ’CÜ YARGI’’ yalanı-bahanesi bir tarafa gizli soruşturmalı, gizli tanıklık, tedbir gözaltısı, iç güvenlik yasası gibi birçok ‘’ithal düzenlemeyle’’ yıllar içinde oluşturuldu. Bugün ise delilsiz tutuklama, avukatsız-savunmasız ceza, yurtdışından insan kaçırma vb. ‘’Guantanamo hukuku’’ uygulamaları, yargı pratiğinin sistematiği haline getirilmiştir. O boyutlara ulaşmıştır ki; İHA, F-16’lar aracılığıyla yapılan doğrudan yapılan doğrudan infazlar meşrulukla savunulmaya başlanmıştır. Ailelere cenazeleri teslim edilmemiş, mezardan cenaze çıkarılmıştır. Rehine usulü pazarlık yapmak için kişiler tutuklanmış, pazarlıkların ardından Deniz Yücel doyasında olduğu gibi bir dakika içinde iddianame değerlendirilip tahliyeler yapılmıştır. Halkın Hukuk Bürosu avukatların tahliye edilip 12 saat içinde tekrar tutuklanması, usulü itirazda bulunan avukatın itirazı nedeniyle tutuklanması aynı zincirin halkalarıdır. Bu pratiğin son tablosu da ABD’nin ekonomik yaptırımlarıyla, ABD başkanın bastırmasıyla Brunson’un tahliye edilip ev hapsini kaldırılması olayıdır. Türkiye’de ve bütün kapitalist ülkelerde yargı iktidar ilişkilerine bağımlıdır. Ve her dönem yargının kararlarını sınıf çıkarları belirlemiştir. Bugün değişen ise bu kararların hızlandırılmasından başka bir şey değildir. Önceki dönemlerde yargı-yürütme arasında kısmen oluşan çelişkiler ortadan kaldırılmış, Kenan Evren’in deyimiyle ‘’Yargı engel olmaktan çıkarılmıştır.’’ Burjuva hukukunun hukuk ilkeleri uygulanıyormuş gibi yapılmasına ihtiyaç duyulmamaktadır. Faşist devlet örgütlenmesinin ‘’Her şey devlet içindir.’’ söylemi doğrultusunda ‘’Yargı devlete hizmet etmelidir.’’ denilmektedir. Demokrasicilik oyunu bir kenara bırakılmış, hukuk şalı tamamen kaldırılmıştır.
HALKIN HUKUK BÜROSU
3
Bunun nedeni ise bir adamın öfkesi, pervasızlığı ya da kör terör değildir. Şu an iktidar ciddi bir yönetememe krizi içindedir. Ekonomik ve siyasi kriz yaşanmaktadır. Halk açlık içinde kölelik koşulları içinde yaşamaya zorlanmaktadır. Halkın çok büyük bir memnuniyetsizliği ve buna bağlı öfkesi vardır. Bu açığa çıktığında yaşanabilecekleri iktidar fark etmektedir. 3.havalimanı işçilerine hakları verildiğinde binlerce işçinin ayağa kalkacağı görülmektedir. Bunun önü açıldığında düzeni tehdit edecek bir ayağa kalkış olacağı açıktır. Bu yüzden devlet sadece ekmeğini talep eden 3.havalimanı işçilerine burjuva hukuk ilkelerini uygulayamaz, onları tutuklamak zorundandır(!) ABD’ye göbekten bağımlı olan, ABD’nin eyaleti haline gelmiş olan devlet, Brunson davasının sonucunu bir hakimin aklına bırakamaz(!) Sonuç itibariyle yargının şekillendirilmesinin iki nedeni vardır. Temel nedeni yargının TOBB’nin, TÜSiAD’ın, emperyalistlerin çıkarlarına da uygun hale getirilmesidir. Diğer nedeni ise, iktidarın yaşadığı yönetememe krizidir.
4
Yaşananlar münferit, genel süreçten bağımsız, AKP ya da Cumhurbaşkanı ile ilgili değildir. Yargı, faşizmin kurumsallaşmasıyla 1980 darbesinden bu yana adım adım şekillenmiştir. Bugün sadece tabloya yeni fırça darbeleri atılmaktadır. Gerçekçi olalım ve kollarımızı kavuşturup beklediğimizde durumun çok daha kötü olacağını anlayalım. Önümüzdeki süreçlerde keyfi tutuklamaların, keyfi öldürmelere dönüşmeyeceğinin bir garantisi var mı? Bugün bile ‘’teröristi öldürdük’’ denilerek birçok yaşam hakkı ihlali savunulmuyor mu? İşte Brunson davası bize bunları gösteriyor. Ya halk olarak bu saldırıyı izleyeceğiz ve bu yargının tüm sonuçların maruz kalmaya devam edeceğiz, hiçbir hakkımız güvencede olmayacak, bir bütün olarak köleliğe mahkum olacağız. Ya da ‘’Artık yeter!’’ diyeceğiz ve bu saldırıları durduracağız. Halkın aydını olan, bilgiye ulaşabilen avukatların halka kızarak yakınmaması gerekmektedir. Hiçbir mıymıntı yakınma, şikayet bu saldırıları durdurmayacaktır. AKP’nin yargıdaki pervasızlığı, baroların hareketsizliğindendir. Yumruğumuza masaya vurup ‘’Avukatlara bunu yapamazsınız!’’ demeyişimizdendir. Bu hukuksuzluğa ve pervasızlığa karşı ayağa kalkalım. Bir imzayla, bildiriyle, adalet nöbetleri, yürüyüşlerle, duruşmalara katılmayarak, boykotlarla direnelim ve vatanımızda yaratılan pervasız terör hukukuna, avukatlara dönük saldırılara dur diyelim!
HALKIN HUKUK BÜROSU
... Sizin olsun bu sahtekarlık Görüp görmezden gelmeler Duyup duymazlara gitmeler Bu sansür ve yaygaralar Sizin olsun yok saymalar Unutmalar, sırıtmalar, susmalar Gözümüzün içine baka baka Söylenen bütün yalanlar Tabiatınızı oluşturan envai alçaklık Sizin olsun esaretin efendiliği Nasılsa özgürlük bizde daim Ardında bile duvarların Halkın Avukatları'nın mektup adresleridir.
5
HALKIN HUKUK BÜROSU
1 MAYISA KATILMAK SUÇ HALK ÇOCUKLARININ KAFASINI KIRMAK SERBEST
6
Dilan ALP 2013 yılının 1 Mayıs'ında , İstanbul'da halkın Taksim Meydanına girmek için yaptığı eylemler sırasında polis tarafından gaz fişeğiyle kafasından vuruldu. Dilan'ın kafasından vurulduğu, kendini kaybederek gazların içine yığıldığı görüntü hala akıllarda. Dilan'ın kafatası çatladı, beyin travması geçirdi. Bu olay, 2013 yılında Haziran Ayaklanmasını ateşleyen olaylardan biriydi. Dilan şimdi tekrar yazmamızın nedeni ise geçen hafta yaşanan bir gelişmeydi. Geçen hafta Dilan'ın soruşturmasını yürüten savcılık, soruşturmayla ilgili ''kovuşturmaya yer olmadığına'' karar verdi. Tam beş yıl sonra savcılık polis tarafından vurulup kaafatası kırılan, ağır yaralanan bir genç kızın dosyasına ağır ceza mahkemesinde görülecek bir davaya dönüştürmeye gerek duymadı. Takip etmeye gerek yok dedi. Savcılık nezdinde devlet soruşturmayı beş yıl boyunca oyalamış, dosyayı kapamış ve polisleri açıkça korumuştur. Peki o polisler kimi hedef alıp ateş ettiler? Bir halk çocuğunu neden hedef aldılar? Halk Taksim Meydanına çıkmak istedi diye. Bİr soru daha soralım, 1 Mayıs 1977 tarihinde CIA - MİT- Polis işbirliğiyle işçilerin, halkın katledilmesindne kim rahatsızlık duyar? Kim ölen işçilerin ya da halkın anılmasından rahatsız olur? Cevaplar açıktır. 2013 yılında da 1 Mayıs 1977 anması yapılmasını istemeyen devlet yeni ölümler pahasına halka saldırmış. Dilan'ın kafatası kırılmıştır. Bu tavır devam ettirilmilştir ve Dilan'ı yaralayan polisler hakkındaki dosya kapatılmıştır Savcılığın kararındaki gerekçeler, dosyayı kapatma niyetini ortaya koymaktadır. Savcı 19 şüpheli polis belirlemiş fakat 19 polisten kimin Dilanın kafasını hedef alıp ateş ettiğini bulamamş(!) Dosya bilirkişi incelemesi için jandarma kriminale gitmiş jandarma tespit ettiği polislerin kimliğini emniyetten istemiş ama emniyet kimliklerini vermemiş. Savcı buna karşı hiçbir şey yapmamış. Düşünün ki savcının altında bulunan adli kolluk yani polis jandarmaya kimlik vermiyor, savcıya kimlik vermiyor. Savcı da izliyor. Sonra da ''Eh ne yapalım bak çok uğraştık ama polisleri tespit edemedik. O zaman takipsizlik verelim.'' diyor. Bu devlette bizlerden buna inanmamızı bekliyor. Hele ki bu kadar somut kamera görüntüleri varken hangi polislerin hangi bölgelerde çalıştıklarına dair tutuanaklar varken, kamera görüntüsünde de polis belli olmasına rağmen fail bulunamıyor. Yüzü maskeli olan insanların ayakkabılarını eşleştirip karartılı görüntüleri yorumlatıp, gizli tanıklar uydurup tespitle yapan devlet kendi görevlilerini tespit edemiyor. Tüm bunlardan anlayacağımız üzere bu büyük bir yalandır. Gerçek ise gencecik bir halk çocuğunun beynini sokağa dökmek isteyen bir polisin korunduğudur. Gerçek, hakkını isteyen halka uygulanan terördür. Bu terörü uygulayanların açıkça korunmasıdır. Halka karşı suç işleyenler ne kadar korunurlarsa korunsunlar tarih bilnci güçlü olanların hafızaları da güçlüdür. Biz unutmayacağız! Halka karşı terör uyguulanması emrini verenleri bu sistematik şiddetin uygulayıcılarını, anacıkların gözlerini yaşlı bırakanları unutmayacağız. Halkın Avukatları olarak bu suçluların peşini asla bırakmayacağız. Dört duvar arasında ,sokakta ,adliyede, karakolda, halkın bulunduğu her yerde halkın adalet mücadelesini sürdüreceğiz. Meslektaşlarımozı, baroları bu kararlara karşı sessiz kalmamaya çağırıyoruz. Bu adaletsizliğe teslim olmayalım. Bulunduğumuz her ilin adliyesinde adalet nöbetleri örgütleyelim! HALKIN TUTSAK AVUKATLARI
HALKIN HUKUK BÜROSU
YARGIÇLAR Ne hakkın olacak, Ne, bir şeyciğin. Sen, Amerikaların, Terkedilmiş oğlu, Sen ey yoksulluk kadehi: Aşağı Peru’da, Patagonya’da, Şehirlerde ve Nikaragua’da, Korumak için toprağını, Ve ufacık evini, mısırlarıyla; Ne yargıç var sana, Ne kanun.
Efendilerinin, Seni yenenlerin sultanlığı, Geldiği çağda; Yeni unutulmuştu daha, Bıçaklı, Pençe tırnaklı eski düş. Göğünü, ıssız komak için, Geldi kanun; Tapılmış toprağını, Çekip almak için geldi; Nehirlerinin suyunu, Kapışmak için; Ağaçlarının hürlüğünü, Çalmak için geldi.
Yalancı tanıklar, Tuttular. Vura vura deldiler, Yüreğini: Celplerle, kağıtlarla, Soğuk fermanlar altına, Gömdüler seni. Acının sınırında, Ayıkınca bir: Odsuz ocaksız, kimsesiz, Tığ teber, şah-ı merdan; Al dediler zindan, Al dediler zincir, Vurdular kelepçeyi; Yüzüp te bir yoksul can, Kurtarmayasın diye, Boğulasın diye boğulasın, Debelene, debelene.
PABLO NERUDA
HALKIN HUKUK BÜROSU
7
DÜZEN KENDİ KRİZİNİ YARATIR
8
Kriz, kapitalizmle eşdeğerdir. Özellikle ülkemiz gibi çarpık kapitalizm olan, sömürge altında olan ülkelerde kriz kaçınılmazdır. Krizin bedelini oligarşi elbette halka ödetir. Kendi üzerine sorumluluk almaz. Nedenleri saklar, halka yalan söyler. Zamlar, işten çıkarmalar peşi sıra gelir ve bunun sonucu intihar haberleri. Kapitalizm akıldışıdır, çağdışıdır, müsriftir ve gaddardır. Bugüne kadar yapmadığı zulüm kalmamıştır. Kriz döneminde zulmünü arttırır ve hatta krizin sorumlusu olarak halkı gösterir. Yerli ürün tüketmediniz, ekonomiye katkı sağlamadınız vs. Kendi çaldıklarını milyonların hiç lafı açılmazken halkın saatlerce çalışıp kazandığı ekmek parasına göz diker. Ülkemiz ekonomik krizler ülkesidir. 1994, 2001 ve 2007’de krizler yaşandı ama asıl gerçek şu ki ülke hiç ekonomik krizden çıkmadı. Bunun nedenini anlatmaya çalışacağız. Özellikle krizin patlak verdiği yıllara kadar olan süreçleri ve bunun etkilerini. 90’lı yıllarda devlet ağırlıklı olarak harcamaları için kamu bankalarından borç kullanmaya başladı ve zaman içerisinde çok ciddi bir borç yükünün altına girdi. Bu dönemde, özel bankalarda yüksek faiz vererek mevduat topladı ve kamuya yüksek faizle krediler verdi. Bu durumda yapılacak ilk şey nedir ? Özelleştirme. PTT’nin T’sinin satılmasına karar verildi. Telefon hizmetleri özelleştirilicekti. Özelleştirilme süreci Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Oligarşi vatan topraklarını, fabrikaları, ormanları kısacası bize ait olması gereken ne kadar şey varsa hepsini gözünü kırpmadan satabilir. Emperyazlimle işbirliği kurar ve halka karşı da bağımsızız naraları daha doğrusu yalanlarını söylemeye devam eder. 5 Nisan 1994’te Çiller ekonomik önlem planı açtı ama daha çok halkı nasıl soyabilirim planı gibiydi. İlk olarak vergi oranlarında ciddi artışlar yapıldı. IMF ile 14 aylık stand-by antlaşması imzalandı. Net çözüm elbette üretilmedi. Üretilemezdi de çünkü sorunun kaynağı sistemin ta kendisi. Asıl suçlu olan, asıl yargılanması gereken emperyalizm ve işbirlikçileridir. 1998 yılında Türkiye'nin en önemli ticaret ortaklarından Rusya'nın krize girmesi ve 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi'nin bütçe üzerinde yarattığı ek baskılar, ekonomik sıkıntıların katlanmasına neden oldu.2000 senesinin başından itibaren Türkiye ekonomisinin tekrar bir krize girebileceği uyarıları yapılmaya başlandı.Türkiye'nin o dönemde uyguladığı IMF programı çok yüksek düzeylerde seyreden enflasyonun düşürülmesini amaçlıyordu. Program kapsamında serbest faiz, sabit kur rejimi uygulanıyordu. Kur, Merkez Bankası'nın her gün için açıkladığı kurda sabit tutulurken, faiz oranları ise piyasa tarafından belirleniyordu. Ekonomiye ilk darbe Kasım ayında yaşanan likidite krizi oldu. Bankacılık sektörünün yıl sonuna doğru açık pozisyonlarını kapatma arayışına girmesiyle faizler bir anda hızlı bir şekilde yükseldi. Elinde yüklü miktarda hazine bonosu bulunan bankalar bunu finanse etmekte zorlandı. Yaşanan sıkıntıların yabancı yatırımcıyı kaygılandırmasıyla yüklü miktarda fon çıkışı yaşandı. Bankalar arası piyasada gecelik faiz oranı yüzde 1000'in üzerine çıkarken, Kasım 2000'de aylık ortalaması yüzde 223 oldu. Şu olay çok tanıdık gelecektir: 2001 krizinin başlama nedeni olarak gösterilmeye çalışılan ama aslında yukarıda anlattığımız gibi asıl suçluyu gizleme çabaları içinde olan oligarşinin oyunudur. “MGK toplantısı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Devlet Denetleme Kurulu'nun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nda (BDDK) başlattığı denetime Başbakan Bülent Ecevit'in tepki göstermesi üzerine tartışma yaşandı. Sezer, Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlattı. Ecevit de bu duruma tepki göstererek toplantıyı terk etti. Ecevit'in toplantı çıkışında bekleyen gazetecilere, "Bu bir devlet krizidir" yönündeki açıklamalarının ardından piyasalarda sert satışlar yaşandı.” Haberlerden bir süre hiç düşmedi.
HALKIN HUKUK BÜROSU
2 Banka borcu olanlar yüksek faiz oranlarından dolayı borçlarını ödeyemedi ve birçoğu hakkında haciz işlemleri başlatıldı. Bu dönemde binlerce işçi işten çıkarıldı, birçok firma iflas etti. 2007-2008 dönemlerinde ise ABD’de yaşanan iflas ve kriz, onun sömürgesi altında olan Türkiye’yi de etkiledi. Dolar o dönemin rekorunu kırarak 1.7’ye yükseldi.
nBu dönemlerde yaşanan ve anlatılması gereken çok şey var; ancak bu dönemlere değinmemizin nedeni aslında ekonomik krizin ülkemizde hiçbir zaman tam anlamıyla çözülememesi ve kısa aralıklarla tekrar kriz dönemine girmesidir. Bugünkü durum da budur. Satılabilecek her şey satılmış bize ait hiçbir şey bırakılmamıştır. PETKİM, TÜRK TELEKOM, OGER GROUP, TÜPRAŞ, ENERJİ YATIRIMLARI A.Ş., TEKEL, EREĞLİ DEMİR ÇELİK FABRİKASI, ELEKTİRK DAĞITIM, SÜMER HOLDİNG, SÜMERBANK, SÜMER FAKTORİNG, TÜMOSAN, ETİ KROM A.Ş., ETİ GÜMÜŞ A.Ş., PAŞABAHÇE özelleştirilen şirketlerden bazıları. Onun dışında şeker fabrikaları da son dönemde en fazla tepki alan özelleştirmelerden biri. Son dönemde konkordato kelimesini de çok sık duyuyoruz. Büyük şirketler konkordato ilan etti diye haberler çıkıyor. Konkordatoya iflas erteleme de diyebiliriz. Şirketlerin ticari durumunun sarsılmasından kaynaklı borçlarını alacaklılarla anlaşarak belli bir plana göre ödemeleri ve mahkemede onaylatmaları. 2018 yılı içerisinde birçok firma ve şirket ya iflas etti ya da konkordato ilan etti . Her iki durumda da asıl zararı işçiler gördü. Binlerce işten çıkarma gerçekleşti. Birçok işçi değil tazminatlarını almak , almaları gereken maaşları bile alamadan işten çıkarıldılar. Buna karşılık birçok iş yerinde direniş ve mücadele sürüyor. TARİŞ işçileri işten atılan arkadaşları için direnişe geçti ve 100 işçi gözaltına alındı. Flormar işçileri, Migros işçileri direniyor. Türkan Albayrak direniyor. Migros -Real market işçileri direnişle haklarını kazandılar. Onların zaferlerini selamlıyoruz. Üçüncü havalimanında büyük bir direniş meydana geldi. Tutuklanan, gözaltına alınan, işkence gören işçiler oldu. Bunun yanısıra birçok iş yerinde grev ve direniş devam etmektedir. 2 yıldır Ankara’nın göbeğinde Yüksel Direnişçileri direniyor. Her gün 2 kere gözaltına alınıyorlar. İşkence görüyorlar. Direnmeye devam ediyorlar. Mahir Kılıç işi ve çocukları için açlık grevinde. Bakmamız gereken nokta tam olarak budur. Kapitalizm her zaman krizler yaşatacaktır bize. Zulmü bitmeyecektir ta ki yıkılana dek. Önemli olan haklarımız için direnmek ve onları çalanların ellerinden söke söke almak. Kendi yarattıkları krizin faturasını bize ödetmelerine izin vermemekte. ımız için direnmek ve onları çalanların ellerinden söke söke almak. Kendi yarattıkları krizin faturasını bize ödetmelerine izin vermemekte.
HALKIN HUKUK BÜROSU
9
SAVUNMAYA •• •• •• OZCURLUK! 3 - 7 ARALIK 2018 10:00 SİLİVRİ HAPİSHANE KAMPÜSÜ