ADALET ve DİRENİŞ SAYI:3

Page 1

20 Aralık 2018

Adalet Onun İçin Mücadele Edenlerle Anılır


BEHİÇ AŞÇI'NIN SAVUNMASINDAN 19 ARALIK KATLİAMI

2

Ben 19 Aralıktan önce yapılan son görüşmeye katıldım. Sağmalcılar hapishanesinde yapıldı son görüşme. O dönemin Milletvekili Mehmet BEKAROĞLU vardı, İstanbul Barosu Başkanı Yücel SAYMAN, TMOB Başkanı, Türk Tabipler Birliği Genel sekreteri vardı, bir de beni çağırdılar. Ben gittiğimde görüşmeler başlamıştı. Mehmet BEKAROĞLU bana şunu söyledi; "Biz mutabakat heyetiyiz. Adalet Bakanlığı bize tam yetki verdi, biz F Tipini çözme konusunda tam yetkili geldik buraya". Tutukluların temsilcileri geldi, görüşmelere başladılar, tartışmalar başladı, F Tipinin mimari planları masaya yatırıldı, onun üzerinden görüşmeler devam etti. 2 gün sonra görüşmeler şu noktaya geldi; Biz artık anlaştık, zaten ölüm orucu başlamıştı, ölüm orucunda hiç bir insan hayatını kaybetmeyecek ve böylece bu sorunu çözecektik, anlaşma yapıldı. Hatta şunu tartışıyorlardı; Bu konudaki açıklamayı halka hapishanenin önünde mi, yoksa Baroda mı yapalım? Artık bunu konuşuyorlardı. Heyet bunu konuşurken Adalet Bakanlığı'ndan bir talimat geldi, hapishaneyi terk edin. Dedik ki neden, madem mesele çözüm, amaç çözmekse işte çözüldü, neden bizim çıkmamızı istiyorsunuz hapishaneden? Buna cevap alamamıştık. 2 gün sonra 19 Aralık operasyonu yapıldı, adına da ironik bir şekilde "Hayata Dönüş" dediler. 28 kişiyi hayata döndürdüler, o operasyonda. 6 kadını diri diri yaktılar. Sayın Yargıç ben 2004 yılında Sağmalcılar Hapishanesinde yapılan keşfe katıldım. Artık hapishane onarılmış, duvarlar sıvanmış, boyanmış ama sıcaktan eriyen demirler hala duruyordu, demirler şöyle dışarıya doğru erimiş. 6 kadının cenazesini ben aldım Adli Tıptan. Bana iki tane siyah top teslim ettiler. 4 tane kadın işte ameliyat izinden, ne bileyim diş yapısından teşhis etmek mümkün değil hepsi yanmış, kömür olmuşlar. Ama 4 tanesi insana benziyordu, kollar var, ayaklar var. Bana 2 tane siyah top teslim ettiler. Kafa yok, kollar yok, ayak yok, hiç bir şey yok. Yanmış büyük bir siyah top kömürü olmuş. Ben o 2 cenazeyi aldım, kayıp olan 2 tane kadın vardı, 2 tane de aile var cenazesini arayan. Aileler şunu konuştular, ikisi de bizim çocuğumuz. Yani şimdi kimlik tespitini nasıl yapacağız, birini sen al, birini ben alayım dediler ve rastgele cenazeleri, o siyah kömür toplarım aldılar gittiler. İşte 19 Aralık operasyonu buydu. Ben, 19 Aralık operasyonda hayatını kaybedenlerin ailelerinin ve her nasılsa sağ kalabilenlerin de avukatlığım yaptım. Çünkü o zaman Adalet Bakam demişti ki; biz aslında o operasyonda 300 kişinin ölmesini bekliyorduk, operasyon çok başarılı yapıldı 28 kişi öldü. 2 asker var ölü, askerleri müvekkillerimin öldürdüğünü iddia ettiler, otopsi raporuna göre ortaya çıktı ki askerler birbirini öldürmüş. İki tane tutuklu ve hükümlü de arkadaşları tarafından Ümraniye hapishanesinde öldürülmüş. Toplam ölü sayısı da, 32. İşte biz Sayın Yargıç bunun için hapishanelerle hep gidiyoruz, bu tarih bizim açımızdan bir öğretmendir ve bu öğretmenin verdiği dersi de inanın hiç unutmayacağız, hiç. 19 Aralık'ta müvekkillerimizi yakanın ne olduğunu çok araştırdık, bulamadık ama kimyasal silahın ne olduğunu bulduk; beyaz fosfor. Müvekkillerimizin üzerine beyaz fosfor atılmış. Onu da nasıl bulduk, İsrail sayesinde. Çünkü İsrail, Filistin' de kullandı, Filistinlilere attı. Aynı etki, atıldığı ortamda hiç bir şey yakmıyor. Kumaş yanmıyor, mobilya yanmıyor, giysileriniz yanmıyor, üstünüzdeki giysileriniz yanmıyor ama deriniz yanıyor, etiniz yanıyor. Deriniz böyle yanıp, dökülüyor, benim en az 2 ya da 3 müvekkilim bu şekildeydi. Bir kadın müvekkilimin burnu yoktu, şu burnu yoktu. Takma burun taktılar sonra ve bunu yapan da beyaz fosfordu ve biz bunu İsrail' den öğrendik.

HALKIN HUKUK BÜROSU


Türkiye açıklamadı bunu. Adalet Bakanlığı açıklama yapmadı bu konuda. Söylemiştim 19 Aralık operasyonundan önce bir ölüm orucu vardı, 20 Ekim' de başladı. Ölüm orucunun talebi de şuydu Sayın Yargıç; F Tipi hapishanelerin kapatılması değildi talep, F Tipi hapishanelerdeki tecrit kaldırılsın. Biz kendimiz açısından hapishane tipi beğenemeyiz, müvekkillerim bunu söylediler ama biz tecriti kabul edemeyiz dediler. F Tipine ilişkin talepleri buydu, bunun için de ölüm orucuna başladılar. 6 yıl sürdü ölüm orucu, ben bir avukat olarak müvekkillerime karşı sorumlu bir avukat olarak, bir devrimci avukat olarak elimden gelen her şeyi yapabildiğimi düşünüyorum. Kuşkusuz eksiklerim olmuştur, yanlış yaptıklarım da olmuştur yani bunun değerlendirmesini tarih yapar. Ama bir çok şeyi de yaptığımı düşünüyorum, bir noktadan itibaren artık çözümsüz kaldık Neydi çözümsüzlüğümüz, sansür var. Tecrit, insanları katletmeye devam ediyor ve hükümet tecriti kaldırma konusunda hiç bir adım atmıyor. Bir karar vermem gerekiyordu, bir karar verdim. Ben de Ölüm Orucuna başladım. 5 Nisan 2006 tarihinde Halkın Hukuk Bürosunun avukatlarından biri olarak ölüm orucuna başladım. 293 sürdü, 293 gün sonra Adalet Bakanlığını pes ettirdik. Dediler ki, haklısınız biz 6 yıl boyunca, 7 yıl boyunca fark etmemişiz. F Tiplerinde gerçekten tecrit varmış. O zaman şu meseleyi çözelim tecriti kaldıralım diye kabul ettiler ve biz de ölüm orucu eylemini bitirdik. O zaman çok tartışıldı, avukat ölüm orucu yapar mı? Kendi adıma söyleyeyim, ben bu soruya biraz şaşırıyorum. Aslında bu soruyu tersine çevirmek lazım. Avukat neden ölüm orucu yapmasın? Yani avukat ölüm orucu yapmaz diye bir kanun, hüküm, usul, gelenek mi var, varsa bunu kim yaratmış, nasıl yaratmış? Ölüm orucu neydi? Ölüm Orucu intihar değil. Ölüm Orucu, direnme hakkının kullanılmasıdır. Direnme hakkı da meşru bir haktır. Eğer baskı, zulüm varsa nerede işkence varsa, direnmek haktır ve uluslararası belgelerde 400 yıldır direnme hakkı tanımlanmıştır. Süleyman DEMİREL' in 60 Anayasasına ilişkin meşhur bir tanımlaması vardır; Bu Anayasa Türkiye halkını çok bol demişti, çok bol geliyor demişti. İşte O 60 Anayasasında, direnme hakkı Anayasa maddelerinden biriydi. Diyordu ki Anayasa, eğer keyfi bir baskı, zulüm, işkence varsa direnme hakkı herkesindir. Biz kendimizi zaten habire değişen yasa maddeleriyle, Anayasa maddeleriyle bağlı ve sınırlı tutmuyoruz. Biz, Anayasada yer almasa bile direnme hakkının meşru olduğuna, bu hakkın bize ait olduğuna, halklara ait olduğuna inanıyoruz, direnme hakkı bana aittir, O hakkı ne zaman kullanacağıma, nasıl kullanacağıma ben karar veririm, kimse benim yerime karar veremez. Ben de doğru yaptım, direnme hakkımı kullandım ve ölüm orucuna başladım. Peki tek nedenim direnme hakkı mıydı? Hayır. Çünkü o sırada direnme hakkını kullanan başkaları da vardı ama avukat değillerdi. Direnme hakkını kullanan ilk avukat bendim o süreçte. Başka şeylerde vardı tabi, ben devimci avukattım. Devrimci avukat olduğum için ölüm orucu yapmaya karar verdim. Ben avukatlığı sadece duruşma salonuna girmek, dava dosyalarının arasında tartışma yapmak olarak ele almadım. Benim için avukatlık yaşamın, hayatın ta kendisi. Hatta o yüzden Sayın Yargıç ironiktir ya da bana çok komik gelir hala da çok komik gelir. Ölüm orucunu bitirip Çapa' ya tedavi için kaldırıldığımızda ben 5 gün komada kaldım. 5 gün sonra gözümü açtığımda ilk istediğim avukatlık kimliğim olmuş, ya diyorlar sen yoğun bakımdasın ayağa kalkamıyorsun daha. Çünkü kas yok, iskelet yok. Bir tek iskelet var. Et yok, kas yok, hiçbir şey yok. Niye avukatlık kimliğine ne ihtiyaç olur. Tabi ki bir ihtiyaç yok yani oradaki avukatlık kimliği benim tedavime mi katkıda sunacak, hayır ama avukatlık kimliği benim için bir simgeydi. Benim için hayata karşı sorumluluğumun bir simgesiydi. Ölüm Orucunu neden yaptığım konusundaki nedenlerim tabi sadece bunlarla sınırlı değil. Size bir kaç tane nedenini söyleyeyim,

HALKIN HUKUK BÜROSU

3


4

Biraz önce baştan söylemiştim. 19 Aralık operasyonundan sonra 2 kadının cesedini kömür topu olarak aldım. İşte onun için Ölüm Orucuna başladım. Kendimi onlara karşı, onların kömür topu haline getirilmesine karşı sorumlu hissettiğim için Ölüm Orucuna başladım. Çok da mutluyum. Edime F Tipi hapishanesine ziyaret etmiştim, yolda bir takım aksilikler oldu, müvekkilimle sadece 2 dakika görüşebildim. Görüşün bitmesine 2 dakika vardı, anca yetişebildim. O 2 dakikanın da bir dakikasında niye geç kaldığımı anlattım. İşte yağmur yağdı, lastik patladı, benzin bitti. Müvekkilim beni bir dakika dinledi. Sonra dedi ki ya dedi Behiç buraya kadar geldin, hani bu koşullarda geldin, sana bir sıcak çay ikram edemiyorum, bu, işte ben bunun için sorumluyum. Başka, biraz önce bahsettiğim beyin sarsıntısı geçirmesine neden olunan Ali İhsan AY. Bunun için. Onun dışında hapishaneler tarihinin tamamı zaten ayrı bir nedendir. Bence onların hepsini tek tek saymaya gerek yok. Hızar makinesiyle doğranan İsmet, 19 Aralıkta katledilen 28 kişi, bunların tamamı ayrı ayrı birer nedendir. Ya da işte Soma' da katledilen 301 insan. Devrimci avukatın Ölüm Orucu eylemi yapması için nedeni çoktur. Çünkü hayat zaten ona o kadar çok neden verir ki.

HALKIN HUKUK BÜROSU


BARBARLIĞINIZA ADALETLE CEVAP VERECEĞİZ! Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi ve Halkın Hukuk Bürosu avukatı 20 kişinin yargılandığı davanın 2. celsesi 3-5 Aralık tarihleri arasında Silivri Kampüsündeki duruşma salonunda görüldü Kısaca hatırlatmak gerekirse devrimci avukatlığın yargılandığı dosyada delil olarak ; Açık/gizli tanıklara ait olduğu söylenen yazılı evraklar var. Ancak hem hukuka aykırı hem de teknik olarak tanık beyanı özelliği taşımıyor İddianamede içinde örgütsel yazışmaların bulunduğu dijital materyallerin olduğu ifade ediliyor. Ancak savcı dahil hiç kimse bir digital metaryel görmüş değil. Polisin “bunlar var” deyip kağıda yazdığı, savcının da “ne de olsa hakimler sorgulamaz” diyerek iddianameye geçirmiş olduğu görülüyor. Bilindiği gibi savcının delilleri ve iddiayı hazırlamış ve mahkemeye sunmuş olmasının ardından mahkeme delilleri değerlendirmeye başlar. Delillerin iddiayı ispat kabiliyetinin olup olmadığına bakılır. Savunma kendi delillerini sunar ve yine delillerin doğru anlaşılabilmesi için gerekirse teknik destek alınır. Bilirkişiye başvurulabilir. Peki 3-5 Aralık tarihleri arasında Silivri de neler oldu? Dosya kapsamında ifade verdiği söylenen sözde tanıklar SEGBİS ile duruşma salonuna bağlanarak ifade verdiler. Tanıklar örgüt tarafından haklarında infaz kararı verildiğini söyleyerek yüzlerinin gizlenmesini istediler. Talepleri derhal kabul edildi. Açık tanık Ceyhun Bay'ın ise yüzü buzlanıp, sesi değiştirilerek dinlendi. Gerçekten konuşan kimlerdi mahkeme hakimleri dahil kimse bilmiyordu. İfadeler daha çok yorum şeklindeydi. Oysa tanık dediğiniz beş duyu organı ile görüp duyduklarını aktaran kişidir. Dolayısıyla mahkeme bu kişilere yorumlarına kaynaklık eden bilginin ne olduğunu sormalıydı. Gerçekte tanılık edebilecekleri bir olay var ise bunu anlamalıydı. Böyle bir bilgi yok ise o halde bu kişilerin dinlenmesine gerek olmadığından dinlenmesinden vazgeçmeli idi ya da bu durumu tutanağa geçirip tutukluları tahliye etmeliydi. Fakat mahkeme bunları yapmadığı gibi tanık adını verdiği bu sesleri kurtarmaya kalktı. Onları savunmanın sorularına karşı korumaya aldı. Yargı eliyle yapılan hesaplaşmaların vazgeçilmeyen aracı her dönem ünlü tanıklar olmuştur. Herkes bu kişilerin söylediklerinin büyük oranda yalan olduğunu bilir. Ama siyasi irade nasıl istiyorsa kararlar öyle verilir. İşte Berk Ercan da dönemin tetikçisi olarak seçilmişti. Ağır silahlarla yakalanıp gözaltına alındığı gün etkin pişmanlık yasasından yararlanarak itirafçılık yapmak istediğini dile getiriyor. Kendisini özel bir ilgiyle savcı Can Tuncay ve siyasi şubedeki polisler ve amirler dinliyorlar. İlk ifadesi ne zaman alınmış ya da daha doğrusu nasıl bir komplo oluşturulmak istenmiş ilk başta anlaşılamasa da daha sonra kendisinin de dile getirdiği üzere tam 9 defa ifade vermiş. 9 kere düşünmüşler nasıl yalan söyletsek acaba diye. Kendisine bir fotoğraf albümü göstermişler ve demişler ki bak bakalım teşhis et şunları. Mahkeme başkanı sözde tanıklara soru sormak için söz isteyen avukatlara işlerini yaptırmadı. Hoşa gitmeyen bir soru sorulduğunda ya da değerlendirme yapıldığında avukatların sözlerini keserek mahkemenin huzurunu bozduklarını iddia etti. Ve uyardı, savunma hakkını korumak isteyen avukatın sözünü tekrar kesip tekrar uyarıldığını yazdırdı tutarağa. Sonra da son kez uyarıldı diyerek konuşmalarını engelledi. Sanki tek kişilik bir oyun oynuyordu. Dosya kapsamında sanık olan Av. Selçuk Kozağaçlı'nın söylediği bir söz üzerine "Selçuk Kozağlı sen konuşma" diyerek aslında bireysel olarak da bu dosyaya ve dosyadaki sanıklara olan kinini gösteren bu kişi adil bir yargılama yapabilir mi? Peki hakimlik yapması gerekirken herkesin gözü önünde hukuka aykırı delilleri aklamaya çalışan kimdi? Hukuka aykırı işlemleri daha önce de yapan kişinin ta kendisiydi.Ve aslında kendi hukuksuzluğunun üstünü kapatmaya çalışıyordu.

HALKIN HUKUK BÜROSU

5


6

Mahkeme başkanı kendisi şöyle itiraf etti; “19 Eylül'de bu heyete atanmıştım ama daha öncesinde getirildim göreve” Hangi göreve? Peki biz en başından anlatalım o zaman. 14 Eylül günü tahliye olan avukatlar hakkında hemen ertesi gün tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Öyle ki Adalet Bakanlığı müşaviri tahliye kararı sonrası hapishaneyi arayarak "Bırakmayın sakın avukatları, yeni bir mahkeme başkanı buldum kararı değiştireceğiz" diyordu. Öyle bağımsızdı işte mahkemelerimiz. Tekrar tutuklama kararının tahliye veren heyet tarafından verildiği söyleniyordu. Ama nedense Önceki mahkeme heyetinden mahkeme başkanı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş, kıdemli üyenin ise Ticaret Mahkemesine gönderilmişti. Yeniden gözaltına alınan avukatlar mahkeme heyetinin karşısına çıkarıldılar. Bu sırada yapılan hukuksuzluğun hesabını sormak için salona Selçuk Kozağaçlı girdi. Nöbetçi 29 Ağır Ceza Hakimi cübbesini çıkarıp salonu terk etti. Deyim yerindeyse salondan kaçtı. Öyle haksız bir durumda idi ki ne yapacağını bilemiyordu çünkü, Selçuk Kozağaçlı işkence ise gözaltına alınıp siyasi şubeye götürüldü. Ertesi gün 37 Ağır Ceza Mahkemesine çıkarıldığında heyetin tamamen değiştiğini gördük. Bu açık hukuksuzluğun kotarılması görevi kime verilmişti dersiniz? Atamasının 19 Eylül'de gerçeklemesi gerekirken acaleyle mahkeme başına getirilen hakim Akın GÜRLEK’ten başkası değildi. Hemen layıkıyla görevine başladı ve tüm bu hukuksuzluklara yeni hukuksuzluklar ekleyerek salondaki avukatları salondan atıp, Selçuk Kozağaçlı'yı tutukladı. Mahkemede ara kararlar heyetçe değerlendirilir ve oy çokluğu ya da oy birliği ile alınan kararlar açıklanır. Mahkeme başkanı Akın Gürlek neredeyse tüm ara kararları tek başına aldı. Ta ki uyarılana kadar! Zaten bu uyarılar sonrası tutumu, gerçeği değiştirmez. Kendisi özel olarak görevlendirilmiş ve herhangi bir yetki sınırlandırması da yoktur. Yanında bulunan iki üye hakim sessizce izlemekle yetindiler tüm bu usulsüzlükleri. Yok, bu mahkemeden değil adalet bir yargılama oyunu bile çıkmaz, Peki bütün bunlar karşısında biz ne yapacağız ? Tüm bu hukuksuzluğu teşhir edeceğiz. Bulunduğumuz her yerde dile getireceğiz. Haklılığımız karşısında yapacakları tek şey usulsüzlüklerle yargılamayı devam ettirmek olacaktır ama NE ÇARE! Yine bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz. Biz doğruyu, iyiyi ve güzel olan ne varsa onu temsil ediyoruz ve büyüyecek, büyüteceğiz! Kavgamız bunun içindir. Tüm adaletsizliklere, barbarlıklara karşı adaletimizle cevap vereceğiz. Vazgeçmeyeceğiz. Bu yüzden tarih bizim kazandığımızı yazacak.

HALKIN HUKUK BÜROSU


BERKİN İÇİN ADALET İSTİYORUZ Gezi ayaklanması sırasında Okmeydanı’nda polis tarafından katledilen Berkin Elvan’ın öldürülmesine yönelik açılan davanın 8.duruşması, 28 Kasım’da İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Bu duruşmada, tanık polislerin katil Fatih Dalgalı’yı korumak için nasıl yalan söyledikleri/söylettirildiği, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nın birlikte nasıl delil kararttıkları bir kez daha teşhir oldu. Hala görevinde bulunan katil polis Fatih Dalgalı, daha önceki duruşmalarda olduğu gibi, duruşmaya getirilmedi ve mahkemeye görev yaptığı Van ilinden SEGBİS ile katıldı. Duruşmaya halkın ilgisi yoğundu. Duruşmayı Berkin’in ailesinin yanı sıra, çok sayıda izleyici, gazeteci ve avukat takip etti. Hatırlanacağı üzere, Jandarma Kriminal Laboratuvarı’ndan gelen rapora göre, ‘Berkin’in kafatasına saplanan gaz fişeğini atan şahsın pek kuvvetle muhtemel, yani yüzde 70 oranında sanık polis Fatih Dalgalı olduğu’ teşhis edilmiş, katil polis buna rağmen tutuklanmamıştı. Bu duruşmada ise, bir önceki celsede istenen bilirkişi raporu henüz gelmemişti. Bu duruşmada da tanık polislerin dinlenmesine devam edildi. Farklı farklı görevlerden farklı farklı polisler dinlendi. Ama tanık anlatımlarda bir farklılık, değişiklik yok. Hepsi birbirinin ve önceki duruşmalardaki tanık polislerin ifadelerinin aynısı: Bilmiyorum, duymadım, görmedim, hatırlayamıyorum, teşhis edemedim… Japon halk kültürünün meşhur hikayesindeki Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru’yu aratmayan bu polislerin ‘kiminin katili görmemesi için gözleri kapanmış(!), kiminin kulaklarını tıkanmış(!), Taner Gedik gibi ‘’Fatih abi’’ lafını ağzından düşürmeyen, yani hem duymuş hem görmüş kimilerinin de bu sırdan bahsetmemesi için ağzı kapanmış.’ İlk olarak, ayaklanma sırasında görev yapmış olan ZET’çi polis Davut Arslan dinlendi. Tanık polis, Berkin’in vurulmasından bir gün önce, yani 15 Haziran gecesinde Taksim-Şişli arasında görev yaptığını, sanık Fatih Dalgalı’yı tanımadığını ve Okmeydanı’nda hiç bulunmadığını söyledi. Olay yeri görüntüleri kendisine izletilince de Okmeydanı’nı tanıdığını, iyi bildiğini fakat olay günü orada bulunmadığını söyledi. Berkin’in avukatlarından Av. Çiğdem Akbulut’un ‘’ZET silahını nasıl ve ne şekilde kullanıyorsunuz?’’ sorusuna tanık polis ‘’Kursta bize öğretildiği gibi kullanıyoruz. Bize, 45 derece açıyla ve çevredeki insanlara zara vermemek için direkt hedef almadan kullanmamız gerektiği öğretiliyor’’ diyerek cevap verdi. Sekizinci duruşmada dinlenen tanıklardan bir diğeri, 2011-2014 yılları arasında çevik kuvvet polisi olarak çalışan İsmail Saltuk Seki’ydi. Bu tanık da, polis tanıklar korosuna eşlik ediyor ve Fatih Dalgalı SEGBİS’le kendisine gösterildiğinde tanımadığını, olay yeri görüntülerini izledikten sonra da olay günü nerede, ne yaptığını hatırlamadığını söylüyor. Bunun üzerine Berkin’in annesi Gülsüm Elvan ‘’Yeter ya, bu kadar da olmaz! Hepiniz çocuk katilisiniz!’’ diyerek tepki gösterdi. Ardından baba Sami Elvan ‘’Sayın yargıç, ben 30 yıl önce bir tekstil firmasında çalıştım. Bugün, size orada birlikte çalıştığım kişilerden 40’ının ismini söyleyebilirim. Bu kişiler burada gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor. Her duruşma bunları dinliyoruz. Her duruşmada bizi tekrar tekrar mezara sokuyorsunuz. Ben adalete açım!’’ dedi. Berkin’in vurulduğu gün Okmeydanı’nda görevli bir grubun şefi olan bir diğer tanık polis Sertaç Hardal da ne bir şey biliyor ne de bir şey hatırlıyor(!) İfadesinde Fatih Dalgalı’yı simaen tanıdığını söyleyen Hardal, duruşmada ise fotoğraflardaki şahsı teşhis edemediğini söylüyor. Duruşmada, tanıkların içinden birisi salonda bulunan herkesin dikkatini çekti. Bu kişi, Fatih Dalgalı ile aynı grupta bulunan Taner Gedik’ti. Fatih Dalgalı'dan,‘Fatih abi’, ‘Fatih abimiz’ diye bahsediyordu. ‘Fatih abi’ lafını dilinden düşürmeyen tanık polis, ‘’Fatih abi bizim gruptaki tek ZET’çiydi fakat görüntülerdeki kişiyi Fatih abime benzetemedim.” Fatih abisinin' yanında olduğunu belirten Gedik, Av. Çiğdem Akbulut'un “Fatih abinizin telefonu bölgeden sinyal veriyorSiz de yanından hiç ayrılmadığınızı söylediğinize göre,baktığımızda sizin

HALKIN HUKUK BÜROSU

7


8

telefonunuzun da sinyallerini alacağız, değil mi?” sorusuna ‘’Evet, herhalde 300 metre öteden de aynı baz istasyonu sinyal verir.’’(?) şeklinde cevap verince Fatih abisinin(!) 300 metre kadar ara sokaklara doğru içe sokulduğu, kendisinin de yalancı tanıklık yaptığı ayyuka çıkmış oldu. Tanıklar dinlenmeye devam edilirken, Fatih Dalgalı’nın bulunduğu, aydınlatılmasının kötü olması nedeniyle, teşhis yaptırılırken sanık polisin yüzünün yarısının karanlık çıktığı duruşma salonunun bir anda aydınlanmasıyla, salonun ışıklarının o ana kadar kapalı tutulduğu anlaşıldı. Sistematik olarak yürütülen delil karartma işlemi devam ediyordu. Av. Can Atalay’ın da bu duruma işaret ederek ‘’Salonun ışıkları yeni açılıyor. Bundan önceki tanıklar dinlenirken, sanığın yüzünün yarısı karanlık çıkıyordu. Böyle bir şey olamaz.’’ diye mahkeme başkanına seslenmesi üzerine mahkeme başkanı da ‘’Evet, ben de yeni fark ettim. Haklısınız.’’ diyerek karşılık verdi. Aslında bu davada sanık olması gerekirken, tanık yapılan birçok isim var. Yusuf Uyanık da bunlardan bir tanesi. Uyanık, Berkin’in vurulduğu günlerde grup şefliği görevini yürütüyordu. Uyanık, Fatih Dalgalı ile 4 ila 5 ay arasında birlikte çalıştığını belirtiyor ancak görüntüler izletildiğinde diğer arkadaşlarına hemen uyum sağlıyor ve ‘’Benzetemedim.’’ diyor. Uyanık, diğer tanıklardan biraz daha farklı olarak endişeli. Çünkü kendisi de biliyor suçlu olduğunu. Kendisi de biliyor ki, Berkin’in kafası hedef alınarak ateşlenen ZET silahının tetiğine çöken bir parmak da onundur. Berkin’in kanı tüm sıcaklığıyla hala ellerindedir. Tüm bunları bilir ve korkar. Korkusu, sorulacak hesabın korkusudur. Av. Çiğdem Akbulut’un grup şefliği görevinin tanımını, emirleri iletip iletmediğini sorması üzerine, bu korkusu daha da belirgin hale geldi ve lafı dolandırmaya, konuyu saptırmaya çalıştı. Ardından, komiserden emir alındığını ve komiserin bulunmadığı bir yerde ZET ve kalkanın kullanılmadığını söyledi. Uyanık’ın ifadesinin sonunda söz alan Can Atalay, spor salonunda bütün tanıklara izlettirilen görüntülerin kendisine izlettirilip izlettirilmediğini soruyor ve ‘grup şefi’ olan Uyanık, bu görüntüleri izlemediğini ifade ediyor. Uyanık’ın dediğine göre, tüm tanıklara izlettirilen bu görüntüler kendisine, yani grup amirine izlettirilmemiş. Av. Çiğdem Akbulut ise, sadece tek bir polisin değil, bütün sorumluların yargılanması gerektiğine vurgu yaparak “Önümüze bir tane polis atıldı: Fatih Dalgalı. Biz bu durumu kabul etmiyoruz. Bu davada bütün tanıklar açıkça yalan söylüyorlar. Sürekli olarak belirttiğim, dosyanın tekrar Ulusal Kriminal Büroya gönderilmesi talebini tekrarlıyorum.” Mahkeme, ara kararında katil polis Fatih Dalgalı’nın tutuklanması talebini duruşmaları düzenli bir biçimde takip etmesi ve görevine devam etmesi nedenleriyle reddederken, adli tıp bilirkişi raporunun beklenmesine ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nden ifadelerin istenmesine karar verdi. Mahkeme, 23 Ocak 2019 saat 10:00’a ertelendi. Mahkeme, ara kararında katil polis Fatih Dalgalı’nın tutuklanması talebini duruşmaları düzenli bir biçimde takip etmesi ve görevine devam etmesi nedenleriyle reddederken, adli tıp bilirkişi raporunun beklenmesine ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nden ifadelerin istenmesine karar verdi. Mahkeme, 23 Ocak 2019 saat 10:00’a ertelendi. Sonuç olarak; duruşmanın celse nuarası değişiyor, tanıklar değişiyor, dosyaya katilin Fatih Dalgalı olduğunu belirten raporlar ekleniyor fakat sonuç aynı. Gelen her tanık polis bir şey bilmiyor, hatırlamıyor, görmüyor. Açık açık yalan söylüyor. Öte yandan; katil polis duruşmaları düzenli olarak takip ettiği ve görevinin başında olduğu için tutuklanmıyor, Berkin’in kanıyla birlikte elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Bununla birlikte; Berkin’in avukatları, her gün adliyede ‘görevlerini yaparken’ tutuklanıyorlar. Hatta tutuklanma sebepleri de görevlerini, yani avukatlık yapmaları. Bu davada sadece tetiğe basan değil, talimat veren, Berkin’in katledilmesinde payı bulunan ne kadar sorumlu varsa, yargılanması ve cezalandırılması için mücadele edeceğiz.

HALKIN HUKUK BÜROSU


9

HALKIN HUKUK BÜROSU


HAYATI VE HALK I SAVUNACAĞIZ Avukat Didem Baydar Ünsal haksız yere tutuklu bulunan arkadaşlarının durumunu anlatmak için Çağlayan Adliyesi önünde başlattığı Adalet Nöbetinde üstünde avukatlık cübbesiyle gözaltına alındı. Hakkında 2911 Sayılı K anuna muhalefetten işlem yapılıp serbest bırakılacağı bilgisi verilmiş olmasına rağmen örgüt propagandası yapmaktan işlem yapıldı, 24 saat gözaltı kararı verilerek avukatlarının da onunla görüşmesi kısıtlandı. Karakola giden avukatları, boğazı sıkılarak darp edildi. Avukat kısıtlılığı konusunda savcı ile yapılan görüşme de savcı avukat görüşünün kendi yetki ve sorumluluğunda olmadığını söyleyerek sorumluluğu karakola atmıştır. Sokakta söz söylemenin, düşünce ifade etmenin yasaklandığı günlerdeyiz. Halkın avukatlarına özgürlük demenin örgüt propagandası şeklinde nitelendirilmesi ise suçta kanunilik ilkesinin keyfi şekilde ihlalinin geldiği son noktadır. Terör suçlaması hak ve özgürlükleri askıya almanın olağanlaşmış halidir artık. Bir avukat tutuklu arkadaşları özgürlük isteyememesi; ağır şartlar altında çalışan, sömürülen, emeği çalınan milyonlarca emekçi ve işçi halkımız düşünce, itiraz etme, reddetme, tepki gösterme, daha iyisini isteme haklarının gasp edildiğinin ilanı değil midir? "Sarı Yelek" rüzgarının hakim sınıfları korkuya boğduğu bu günlerde baskının derinleşmesini engellemek, hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmak bizim elimizde. Bir avukatın söz söyleme hakkı, savunma hakkı bu kadar rahat ve keyfi bir biçimde gasp edilmemelidir. Bunun önüne geçmemiz mümkündür. Av. Didem Baydar Ünsal'ın savunma hakkını savunmak, mesleğimizi savunmaktır. Av. Didem Baydar Ünsal'ın haklarını savunmak, keyfi suçlamaların önüne geçmektir. Hukuku, hakkı, halkın haklarını savunmak için Av. Didem Baydar'ı savunmanızı istiyoruz. Bütün meslektaşlarımızı 19 Aralık Çarşamba, yarın, saat 1 O:OO'da Çağlayan Adliyesi savcılık birimine çağırıyoruz.

Halkın Hukuk Bürosu


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.