14 Şubat 2019
Adalet Onun İçin Mücadele Edenlerle Anılır
24 Ocak Tehlikeli Avukatlar Günü'nde İki Bin Avukat ''Devrimci Avukatlar Onurumuzdur'' Sloganıyla Yürüdü
24 OCAK TEHLİKEDEKİ AVUKATLAR GÜNÜ Bundan tam 42 yıl önce, 1977’de İspanya’nın Madrid şehrinin göbeğinde bulunan Atocha Caddesi’nde işçilerin avukatlığını yapan sendikacı ve sosyalist avukatlara, faşist Franco’nun çetelerince saldırı düzenlendi. Bu saldırı sonucunda kurşuna dizilen 9 avukattan 5’i hayatını kaybederken; 4’ü de yaralandı. O günden bu yana 24 Ocak günü, uluslararası avukat birlikleri tarafından ‘Tehlikedeki Avukatlar Günü’ olarak anılıyor ve her yıl bir ülkeye ithaf ediliyor. Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği (AED), Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği (ELDH) ve Avrupa Barosu İnsan Hakları Enstitüsü (İDHAE) bu yılki 24 Ocak gününü, 2013’ten sonra ikinci kez Türkiyeli avukatlara ithaf etti. Yani, 2018’de avukatların en çok tehlike altında bulunduğu ülke olarak Türkiye gösterildi. ELDH tarafından hazırlanan, Türkiye’de ‘tehlike altında bulunan
2
avukatlardan bazılarının yaşadığı tehlikelerden bahseden rapor, 28 Kasım 2015’te katledilen Diyarbakır Baro başkanı Tahir Elçi’nin anılmasıyla başlıyor. Raporda, büromuzun tutuklu avukatları Behiç Aşçı, Aycan Çiçek, Selçuk Kozağaçlı, Aytaç Ünsal, Engin Gökoğlu ve stajyerleri Naim Feyzullah Eminoğlu ve Buket Yılmaz ile birlikte 2018 yılında hakkında hüküm verilmiş veya tutuklanmış 14 adet avukata yer verildi. Bu yılın tehlikedeki avukatlar gününün Türkiye’ye ithaf edilmesinin ardından, İstanbul Barosunun çağrısıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen avukatlar, ‘tehlike altında’ bulunan meslektaşlarıyla dayanışmak için Galatasaray Meydanında toplandılar. Ellerinde katledilen ve tutuklanan meslektaşlarının fotoğraflarının dövizlerini taşıyan avukatlar; ‘’Devrimci avukatlar onurumuzdur’’, ‘’Tahir Elçi onurumuzdur’’, ‘’Faşizme karşı omuz omuza’’, ‘’Savunma susmadı, susmayacak’’ sloganlarıyla Galatasaray Meydanından İstanbul Barosunun binasının bulunduğu Orhan Adli Apaydın sokağına kadar yürüdüler. İstanbul Barosunun düzenlediği yürüyüşe; Bursa, İzmir, Aydın, Adana, Hatay, Diyarbakır, Mersin ve Ankara baro başkan ve temsilcileri de katıldılar. Yürüyüşün sonunda, yürüyüşe katılan baroların başkan ve temsilcileri söz alarak, Türkiye’de avukatların yaşadığı baskı ve tehlikelerden bahsederek, bunlara ilişkin açıklamada bulundular. İlk olarak, İstanbul Barosu başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, son yıllarda avukatların yaşadığı baskılardan bahsederken ‘’Biz teslim olursak, adaleti teslim ederiz. Buradan bütün dünyaya ilan ediyoruz ki, hiçbir baskıya boyun eğmeyeceğiz. Tehditler bizi yıldıramayacak, asla sinmeyeceğiz.’’ dedi. Durakoğlu’nun ardından söz alan Adana Barosu başkanı Veli Küçük, büromuz avukatları Selçuk Kozağaçlı, Behiç Aşçı, Aytaç Ünsal, Aycan Çiçek ve Engin Gökoğlu’nun adaletsizliğe ve hukuksuzluğa karşı başlattıkları açlık grevine değinerek şöyle konuştu: ‘’Bugün ziyaretine gittiğimiz meslektaşımız Selçuk Kozağaçlı ve tutuklu diğer meslektaşlarımızın açlık grevine başladıklarını öğrendik. Vücut bütünlüklerini hiçe sayarak bugün ülkemizde yaşanan tek adam rejimini, polis devleti uygulamalarını protesto etme ve seslerini duyurma adına yaptıkları açlık grevini saygıyla karşılıyorum. Savunma susmadı, susmayacak.’’ Ayrıca, Gaziantep Barosu başkanı Bektaş Şarklı da: “Avukatlar olarak biz Tahir Elçi olduk canımızı verdik. Biz hak ve özgürlük adına her zaman ses olmaya devam edeceğiz. Biz savunma makamıyız, biz avukatız hiçbir zaman susmayacağız. Bunu aşana kadar Tahir Elçi olacağız, Selçuk Kozağaçlı olacağız.” dedi.
HALKIN HUKUK BÜROSU
Ayrıca Diyarbakır Baro başkanı Cihan Aydın da, büromuz ve ÇHD üyesi avukatların davasının asıl konuşulması gereken meselelerden birisi olduğunu söyleyerek, tutuklu avukatların durumuna dikkat çekti. İstanbul, Adana, Gaziantep, Diyarbakır baro başkanlarının yanı sıra Aydın, Bursa, Hatay, İzmir ve Edirne baro başkanları da avukatlık mesleğine yönelik saldırılara ilişkin olarak konuştular. Yukarıda belirtilen rapordaki 14 avukatın yarısının Halkın Hukuk Bürosu avukatı veya stajyeri olması elbette ki bir tesadüf değildir. Faşizm deneyimlemiştir ki, ülkenin neresinde olursa olsun işçiler iş cinayetlerine kurban gittiğinde, halkın avukatları iki eliyle patronların yakasına yapışacaktır. Selçuk Kozağaçlı ve Engin Gökoğlu’nun kolunu bu yüzden, yakalarına halk adına ‘vekaleten’ yapışacak o ellere karşı duydukları korkudan kırdılar. Faşizm bilir ki, yoksullar aç oldukları için kendilerini yakarlarken, oğluna üniforma alamadığı için intihar ederken ve emekçiler Türkiye’nin dört bir yanında işleri, ekmekleri, sendikal hakları için direnirken onların sesi olacaktır halkın avukatları. Çünkü, Halkın Hukuk Bürosu, ‘halkın’ hukuk bürosudur ve avukatları da ‘halkın avukatlarıdır.’ HHB avukatları, yıllar boyunca edindikleri mesleki bilgi ve deneyimlerini düzenin, zenginlerin değil; halkın ve haklının hizmetine sunarlar. Faşizme göre, işte tam da bu yüzden onları halktan koparmak, tutuklamak, tecrit etmek lazımdır. Kısacası; halkın avukatlarının tehlikede olmasının nedeni, bu düzen için tehlikeli olmalarıdır. Faşizm her fırsatta komplolarıyla halkın avukatlarını tutsak ediyor, tecrit etmeye çalışıyor; kontrgerilla çeteleriyle Fuat Erdoğanları katlediyor. Çünkü, halk düşmanları halka her saldırdığında karşısında halkın avukatlarını dimdik, göğsünü bu saldırılara siper ederken buluyor. Onlar, avukatlığı düzenin halkı adaleti ancak oralarda arayabileceğine ve bulabileceğine inandırmaya çalıştığı ‘adalet saraylarının’ duvarlarının içine hapsetmediler, onun dışına çıkardılar. Faşizmin nezdinde en tehlikeli avukatlık pratiği de budur, devrimci avukatlık pratiğidir. Yok edilmesi gerekir. Bu nedenle de devrimci avukatlar tecrit edilmeli, ortadan kaldırılmalıdır. Ama nafile! Selçuk Kozağaçlı’yı tek kişilik hücrede tutarak yalnızlaştırabildiler mi? Yüzlerce, binlerce avukat ‘’Devrimci avukatlar onurumuzdur!’’ diye haykırıyor, devrimci avukatlara omuz veriyor. Halkın avukatları şimdi de faşizmin kendi hukuk kurallarını bile hiçe sayarak halka ve kendilerine karşı gerçekleştirdiği pervasız saldırılarına açlıklarıyla siper oluyorlar. Selçuk Kozağaçlı’nın 3-5 Aralık tarihleri arasındaki duruşmada da söylediği gibi, Halkın Hukuk Bürosu çelik kapılar ardında ve dört duvar arasında avukatlık yapan insanların bulunduğu bir hukuk bürosu değil, bir avukatlık yapma geleneğidir. Bu gelenek, gücünü halktan alır. Gücünü halktan alan devrimci avukatlık pratiği, faşizmin ucuz tecrit politikalarıyla, baskılarıyla ve tutuklamalarıyla bitirilemez!
HALKIN HUKUK BÜROSU
3
İZBAN GREVİNİN ERTELEMESİ ZORUNLU MUYDU?
4
İzmir'in Aliağa-Selçuk hattı arası hizmet veren İzmir Banliyo Sistemlerinde (İZBAN) işçileri ile işveren arasında toplu iş sözleşmesinde anlaşma sağlanamaması üzerine 11 Aralık 2018 tarihinde işçiler greve başladı. 8 Ocak 2019 tarihinde ise İZBAN grevi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 60 gün boyunca ertelendi. Karara gerekçe olarak "şehir içi toplu taşıma hizmetlerini bozucu nitelikte görülmesi" gösterildi. İZBAN işçileri ulaşımın felç olacağını bilerek ve isteyerek grev kararı aldılar. İşçilerin grev kararı almalarının sebebi işverene taleplerini kabul ettirmekti. Grevin özünde de çalışmayarak diğer tarafı bir şeyler yapmaya zorlamak vardır. Ekonomik açıdan kendisinden çok daha güçlü olan işveren karşısında ancak grev ile taleplerini kabul ettirebilecektir işçiler. İZBAN işçileri taleplerini masada oturulup anlaşmaya vardıramadıkları için İZBAN seferlerini durdurarak şehir içi ulaşımın engellenmesini istediler. Seçim öncesinde bu sorunlarını bu şekilde görünür kılmak ve çözüm sağlamak hedefindeydiler İşçilerin tarihsel mücadeleleri sonucunda elde ettikleri, kazanılmış bir haktır grev hakkı. Anayasada grev hakkı madde 54'de ;"Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiplerdir." şeklinde yer almaktadır. Yine 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu iş sözleşmesi kanununda kanuni bir grevin unsurları sayılmış olup bunlar şu şekilde sıralanmıştır; mesleki amaca uygunluk, İşçi sendikasının kararına dayanması, işçilerin topluca iş bırakması, toplu menfaat uyuşmazlığı bulunması, barışçıl yolların denenmiş olması ve kanunda gösterilen diğer şartlara uygunluk. İZBAN grevinde bu unsurların olmadığı bir yasadışı grev hali bulunmamaktadır. Bir anayasada grev hakkının yer alması işçilere sisitem içinde bir hak arama yolu sunar. Bu yolu sunan iktidar işçiye patrona isyan etme, iktidara karşı gelme ben sana hak arama yolunu açacağım vaadinde bulunmaktadır. İktidar benim istediğim zamanda bana zarar vermeyecek şekilde grev yap diyemez işçiye. Grev işçinin patrona hukuk içinde tanınan zarar verme ya da zarar görme tehdidinde bulunma hakkıdır zaten. Peki grev neden ertelendi? Cumhurbaşkanlığı kararnamesi "şehir içi ulaşım hizmetlerini bozucu nitelikte" olduğundan bahisle grevi ertelemiştir. İZBAN işçileri şehir içi ulaşım işinde çalışıyorlar, yapacakları grev de bu iş kolundaki işleyişi engelleyecektir. Grev yapılıyorsa aksi düşünülemez zaten. Grev'in kelime anlamı "iş bırakma" dır. Sosyal ve ekonomik taleplerini dile getiren tüm grevlerin toplumsal hayatı bir sekteye uğratacağı açıktır. Gerçek meseleyi anlamak için Cumhurbaşkanın daha önceki grev ertelemeleri hakkındaki açıklamalara bakmak gerekir; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nde yabancı sermayeli yatırımcılarla bir araya gelerek patronlara; "İş dünyanızda herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı?" diye soruyor. Peki bu soruyu İZBAN işçileri başta olmak üzere greve başlayan hangi işçiye sordu. Konuşmasına şu şekilde devam ediyor; "Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine. Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifadeyle anında müdahale ediyoruz." dedi. Erdoğan iktidara geldiği günden bugüne hiçbir zaman işçi sınıfını ve onun ekmek mücadelesi görmemiş, işbirlikçisi olduğu oligarşinin çıkarları için çabalamıştır. Grev erteleme yetkisi grev hakkını kullanılmaz duruma getiriyor. Oysa hiç bir sınırlama bir hakkın özüne dokunamaz.
HALKIN HUKUK BÜROSU
Anayasa sınıf devleti olmayı yasaklamıştır, cumhurbaşkanın da bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti bir sınıfın devleti değilse, yani patronların yani sermaye sınıfının devleti değilse grev erteleyemez. Grev hakkı anayasal bir haktır, yürütme neden işçi ile işveren arasında çözülebilecek bir soruna müdahale ederek bir hakkın kullanılmasını engeller? Bu ancak olağanüstü hallerde bir mahkemenin sınırlı ve çok geçerli sebeplerle yapabileceği bir iştir. Disk'in 2018 Mayıs ayında yayımladığı bir raporda; Akp döneminde 15 grev erteleme kararnamesi yayımlandığı ve grev ertelemelerinin büyük bir bölümünün "milli güvenlik" gerekçesiyle yapıldığını açıklandı. Ancak ertelenen grevlerin kapsamına ve uygulandıkları sektörlere bakıldığında milli güvenlikle ilgili olmadıkları ve milli güvenliğin bahane olarak kullanıldığı kolaylıkla anlaşılabilir. Anlayacağımız OHAL keyfiliğe dönüşmüş ve bu keyfilikler hukuk,yargı ve adalet olmuştur.
5 Savaş Mı Var? Anayasa madde 18; "Hiç kimse zorla çalıştırılamaz.Angarya yasaktır. Olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenilecek hizmetler zorla çalıştırma sayılmaz." denilmektedir. Ancak savaş hali gibi olağanüstü hallerde insanları çalışmaya zorlama hakkı tanır iktidara. Savaşta mıyız? Hayır sadece seçim hazırlığı var. Anlaşılan iktidar seçimi savaş olarakgörüyor. Sonuç olarak;hukuçular yürütmenin hakların özüne dokunulması konusunda mücadele etmeli ve buna engel olmalıdırlar. Yürütmenin grev erteleme hakkını kalkırtmalıdır. Grev haktır, engellenemez.
HALKIN HUKUK BÜROSU
HALKIN AVUKATLARI AÇLIK GREVİNDE Merhaba, iyi misiniz? Bizler çok iyiyiz. Dışarıda ne yapıyorsak hapishanede de aynısını yapıyoruz; Direniyoruz, yaşamımıza yeni güzellikler katıyoruz. Biz tutsak avukatlar 24 Ocak 2019 Tehlikedeki Avukatlar Gününde süresiz açlık grevine başlıyoruz. Talebimiz adalettir, adalet istiyoruz. Bugüne kadar Halkın Hukuk Bürosunda halkın adalet talebinin savunmanı olduk. Soma’ katledilen 301 madencinin, Dilek’in, Berkin’in çocuğu
6
açlıktan ölen ananın, karınlarını doyuramadığı çocuklar için saç kurutma makinesini çalıştırıp çocukları ısınırken canına kıyan çaresiz annenin avukatlığını yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bunun için gözaltına alındık, tutuklandık. Bir yıl sonra yapılan ilk duruşmada tahliye olduk. Dışarıda altı saat kaldık. İçişleri ve Adalet Bakanlığı bizi tahliye eden hakimleri görevden aldı, biz tekrar tutuklandık. Mahkeme tahliye etti, Bakanlık tutukladı. Amaçları Halkın Hukuk Bürosunu, haklı meşru adalet mücadelemizi yargılamak, cezalandırmak. Halkın Hukuk Bürosu yargılanamaz. Büromuzla ilgili kararı ‘’Tarih’’ verecektir. İstanbul 37. ACM’nin oynamaya çalıştığı oyunun figüranı olmayacağız. Meşru hakkımız olan ‘Direnme Hakkımızı’ açlık grevi eylemimizle kullanıyoruz. 24 Ocak 2019 Tehlikedeki Avukatlar Gününde 37 ACM 2018/84 Esas sayılı dosyadaki tutsak avukatlar olarak açlık grevine başlıyoruz. ADALET İSTİYORUZ. AV. Behiç AŞÇI Sevgili Dostlarım, meslektaşlarım, avukatlarım merhaba! Nasılsınız? Bizler çok iyiyiz. 12 Eylül 2017 tarihinden beri adaletsizlikler yaşıyoruz, hepiniz takip ediyorsunuz. Bize bu adaletsizliği yaşatanlar büromuzu terörize etmeye çalışıyor, halkın avukatlığını yapmaya çalışmamızı engellemek istiyorlar ama öyle kolay değil her koşul ve şart altında yaptığımız halkın avukatlığını kimseye teslim etmeyiz, yok öyle yağma! Bu adaletsizliği kabul etmeyeceğiz. Sonuna kadar direneceğiz! Bizim yaşadığımız halkımızın yaşadıkları yanında küçük bedellerdir. Canımız Türkiye halkları vagonların, beton blokların altında eziliyor, her gün şantiyelerde katlediliyor, çocuklar ilaçsızlıktan ölüyor. En son 11 yaşında SMA Tip2 hastası Arda Tahsin ilaçsızlıktan öldü. Kim çaldı Arda’nın tedavi hakkını? 16 yaşında Zinnur okulun olmadığı günler harçlığı için çalışmak zorunda… işe giderken kim çaldı Zinnur’ un hayatını? Bir anne tv ekranlarında ‘Açım ben, duyun beni!’ diyor. Kim çalıyor kursağımızdaki ekmeği? Milyonlarca insanımızı açlıktan kıvrandıran, doğalgaz yakamadan buz gibi evlerde yaşatan, köleliğe mahkum eden Kolin’lerin, Limak’ların, TUSİAD’ın, tekellerin diktatörlüğüdür. Tekellerin iktidarı halkımızı köleliğe, adaletsizliğe mahkum etmek istiyor. Kabul ediyor muyuz? Hayır! Bin kere hayır…
HALKIN HUKUK BÜROSU
Yaşadığımız ve halkımızın yaşadığı tüm adaletsizliklere karşı 24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar Günü’nün de açlık grevi direnişine başlıyoruz. Adaletsizleri kabul etmeyeceğiz. Halkın avukatlığını türlü bedellere rağmen yaptık. Aynı kararlılıkla da koruyacağız. Açlık grevi direnişimiz şimdilik 18 Mart da görülecek duruşmaya kadar sürecektir. Siz Sevgili Avukatlarımızın, arkadaşlarımızın bilginize sunuyoruz. Hepinizi çok seviyoruz. Mutlaka kazanacağız! Av. Aytaç ÜNSAL Eşim ve Avukatlarım İçin Açlık Grevindeyim Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının yaşadıkları hukuksuzluklara dikkat çekmek için başlattıkları açlık grevinin bugün 15. günü! 15 gündür bu kez açlıklarıyla adaletsizliğe dikkat çekip adalet talep ediyorlar. Dışarıda olsalar mahkeme salonlarında, adliye koridorlarında olmadı sokakta, işçi, emekçi direnişlerinde ve halkın yanında savunacakları hak ve özgürlükleri şimdi 5 avukat 4 farklı hapishanede savunuyor. Eşim Engin Gökoğlu ve avukatlarım, dostlarım Selçuk Kozağaçlı, Behiç Aşçı, Aycan Çiçek ve Aytaç Ünsal'ın başlattıkları açlık grevini ben de aileleri ve müvekkilleri olarak dışarıya taşıyorum. Onların açlıklarına ortak oluyorum. Onların açlıkları ilk önce bize dokunuyor ve elbet gözaltına alındıkları andan itibaren 16 aydır yaşadıkları tüm hukuksuzlukarı biz de yaşıyoruz. O halde bu duruma karşı ses yükseltmekte de onlara ortak olmam gerektiğini düşündüm. Onlar içeride olabilir, gözleriniz onları görmüyor, kulaklarınız duymuyor olabilir ama aileleri olarak biz onların sesini duyuracağız. Onlar bize ve sizlere sesleniyor. Annem de bu açlığa bir süre ortak olacak. Evladının açlığını o da göğüsleyecek. Birlikte onların seslerine ses katmak ve yaşanan bunca hukusuzluğa dikkat çekip artık bu hukuksuzluğun son bulmasını istiyoruz. Meral YILDIRIM GÖKOĞLU “Kovandaki petekte mahpus kalmış arılar gibi Ve kuşatma her sıkılaştığında Çiçek açlığı grevine giderler Ve denizden göstermesini isterler acil çıkışı” Biz de denize anlatacağız. “Seni dinlemez, önüne seçim sandığı koydum, onunla oyalanıyor” diye mi düşünüyorsunuz.? Yanılıyorsunuz. Halkın karnı hiç doğru düzgün doymaz. Bugün bulsa, yarının kaygısı azalmaz. O yüzden açları tanır, onları dinlemeye, sevmeye alışkındır. Biz de aç anlatacağız öyleyse. Sesimizi duyacağından hiç şüphemiz yok. Biz onun avukatıyız, onun çocuğuyuz; Biz halkız. Bugün 24 Ocak “ Tehlike Altındaki Avukatlarla Dayanışma” günü. Tehlike altında mıyız? Öyle görünüyor. Bakalım bu Çiçek Açlığı Grevi’ne ne diyecek Deniz. Av. Selçuk KOZAĞAÇLI
HALKIN HUKUK BÜROSU
7
ADALET NÖBETİMİZ SÜRÜYOR Adalet nöbetimizin 8.haftasında yine buradayız. Öncelikle tutsak meslektaşlarım eşim ve arkadaşlarım için buradayım. Tutuklu avukat arkadaşlarımdan birisinin annesi bu hafta bizimle,özgürlük istemek oda tutuklu evlatları için özgürlük istemek için burada. Biliyorsunuz avukat arkadaşlarımız açlık grevindeler. Sessizliği bozmak için, adalet isteyebilmek için,özgürlük dileklerini Türkiye’de yargı yoktur diyebilmek için, adalet yoktur diyebilmek için açlıkları ile ses olmaya çalışıyorlar. Açlıkları sessiz bir çığlık bunun duyulmasını sağlıyorlar. Bizler de onların açlıklarını, adalet özlemlerini, adalet taleplerini duyurmak için burada adalet nöbetine devam ediyoruz. Bu gün açlık grevlerinin 13.günü. Halkın avukatlarının taleplerinin yerine getirilmesini istiyoruz. Ben de onların açlıklarına ortak olacağım. Adalet Nöbeti'ne yani tek kişilik eylemime ziyaretler gerçekleşiyor. Meslektaşlarım gelip dayanışmalarını iletiyor. Tabi endişelerini de dile getiriyorlar. ‘sen bu dosyada sanıksın, tutuklanma ihtimalin var. Bunu neden göze alıyorsun?’ Çünkü çok daha ciddi bir tehlike var. Ben de bunu söylüyorum. Çok ciddi bir yangın var ve biz o yangından korkuyoruz. Bu yangından korkunun bertaraf edilebilmenin tek yolu o yangını söndürmek. Ben de onlara ‘ Bana doğru gelin. Birlikte söndürelim bu yangını’ diyorum.
8
Ben orada ne yapmaya çalışıyorum? Bu ülkenin geldiği aşamanın bir fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Ülkede adaletsizlikler var. Ülkede bir yargı yok. Ve bunu bir avukat söylüyor. Bunun yakıcılığını hissetmeliyiz. Bunu duymalıyız ve kanser gibi yayılan sessizliği artık bozmalıyız diyerek orada duruyorum. Av.Didem BAYDAR ÜNSAL
HALKIN HUKUK BÜROSU
SMA HASTALARI İLAÇ BEKLİYOR SMA (Spinal Müsküler Atrofi);ilerleyici, ölümcül bir genetik hastalık. Türkiye de SMA teşhisi konmuş 800 hasta mevcuttur. Dünya üzerinde ise her 10 kişiden 1 kişi bu hastalığın taşıyıcısıdır. Bu hastalığın temel nedeni, vücutta protein üreten genlerden SMN 1 geninin olmayışı ve SMN 2 genindeki ekzonlar arası bağlantının zayıf olmasıdır. Bu nedenle vücut sağlıklı bir şekilde protein üretemiyor ve mevcut kasların da erimesine yol açıyor. Hastalığın toplam 4 tipi mevcuttur. Tip 1'ler bebek yaşlarda yaşama fonksiyonlarını kaybetmektedir, diğer tipler açısından kas erimesine bağlı olarak zamanla hareket ve yaşam fonksiyonları tehlikeye girmektedir. SMA, 2 yıl öncesine kadar dünya üzerinde mevcut bir tedavisi olmayan hastalıklar grubundaydı lakin 2 yıl önce ABD’li ilaç şirketi tarafından bulunan bir yöntemle hastalığın tedavisi bulundu. Spinraza adlı bu ilaç hastalara; ilk sene 6 doz diğer seneler de ise 3 doz olmak üzere öbür boyu kullanılması gereken, iğneyle vücuda enjekte edilen bir tedavi yöntemi. İlacın etkisi ise, en öncelikle hastalığın ilerleyişini durdurmakta ayrıca vücutta protein üretimini kısmi açıdan sağladığından, kaybedilen yetileri de geri kazanımı sağlamakta. Yani yürüme yetisini kaybetmiş olan hastanın yürüme yetisini kazanması, oturma yetisini kaybetmiş olan hastanın oturma yetisini kazanması ve tabi ki yaşama fonksiyonun kazanımını sağlayabilmektedir. ABD’li ilaç şirketi bu tedavinin tek dozunu 150 bin dolar olarak belirledi. Şuan da ABD ve Avrupa’daki pek çok ülke, ilaç şirketinden bu tedavi yöntemini kendi vatandaşları için tedarik etmekte. Türkiye’de ise durum pek böyle olmadı. Devlet bu ilacı tedarik etmediğinden,2 yıldır tedavisi olmasına rağmen 150'ye yakın SMA’lı hayatını kaybetti. Çok açık bir şekilde SMA’lıların tedavi hakları uygulanmadığından yaşam hakları ihlal edildi. Hastaların ve ailelerin yoğun mücadeleleri sonucunda TİP 1’lerin bazılarına karşılanmaya başlandı. Tabi bu sayıyı ve maliyeti düşürmek için, bilim ve tıpla yakından uzaktan ilişkisi olmayan çeşitli kriterler getirildi. Daha sonra diğer tipler için de hastalar ve aileler uzun bir süre Sağlık Bakanlığı'nın önünde, tedavi ve yaşam hakları için bekleyişe geçtiler. Bu bekleyişte SMA’lı bir çoçuğun anneannesi felç geçirdi. Gerek eylemliliklerin getirisi gerek toplumdaki baskı sonucunda, 2 ay önce Bakanlık tarafından başvuruların kayda alındığı açıklandı ve geçen hafta da bu ilacın tedariği ile ilgili Resmi Gazete'de tebliğ yayımlandı. Lakin yine pek çok hasta da mevcut olan kriterler getirildi ve bu nedenle çoğu hasta kapsam dışında bırakıldı. Haklar, tarihsel ve diyalektik süreç içerisinde, halkların kan ve can pahasına mücadeleleri sonucunda kazanılmıştır. Hiçbir hak, birileri tarafından halklara bahşedilmemiştir. En temel haklardan, yaşam ve tedavi hakkı da keza böyle kazanılmıştır. Bu hakların uygulanışı da asla egemenlerin yönetenlerin dudaklarından çıkacak bir çift lafa bakamaz. Bu haklar kazanılmıştır, şu anda uygulanmayışı ise halklardan gasp edildiğinin göstergesidir. SMA hastaları zamanla yarışmakta, her geçen gün yetilerinin kaybetmesine yol açmakta. Bir an önce bu ilacın uygulamasına başlanmalı ve bilim dışı kriterler kaldırılmalıdır. SMA’lılar gasp edilen yaşam ve tedavi haklarını tekrar kazanacaklar, daima mücadeleyle.
HALKIN HUKUK BÜROSU
9
Betül Kozağaçlı: “10’u 20 geçe cezaevine gittim. Bana saat 10’dan sonra giriş işlemi yapmadıklarını söylediler. Durumu anlattım, cenazemiz olduğunu söyledim. Avukat görüşü 00.00’ kadar olduğu halde Selçuk ile görüşmeme izin verilmedi. Bu kadar olağanüstü bir durumda bu yapılan keyfi bir tutumdur. Defin için nakil başvurularında Adalet Bakanlığı’na yazı yazılması gibi bir prosedür yok. Savcılık, idare ve jandarmanın onayıyla işlem gerçekleşiyor. Selçuk için ayrıca Adalet Bakanlığı’nın onayına ihtiyaç duyuldu. Bu da keyfi bir uygulamaydı. Konya’da evimize 3 kez geldiler, taziye evini kontrol ettiler. Sadece 5 saat izin verdiler. 5 saat boyunca elinden kelepçe çıkarılmadı. Sadece lavabo ihtiyacı ve camide namaz için çok kısa bir süreliğine çıkarıldı. Keyfi olduğu buradan çok net anlaşılıyor. Onların kutsal saydığı durumlarda güvenlik zafiyeti yok. Ama 1 buçuk yıldır rahatsızlığı nedeniyle oğlunu gidip göremeyen anneyle kucaklaşırken böyle bir kutsallığı yok. Üzüntülü ve öfkeliyiz. Selçuk’un bileğinden çıkarılmayan kelepçeyi biz onur nişanesi olarak görüyoruz. Utanmıyoruz.”
''Bu demir Divriği dağlarından ben söktüm ulan ben söktüm bu namlu Divriği demirinden ben döktüm ulan ben döktüm bu ak bileklerde bu kara kelepçe ben dövdüm ulan ben dövdüm ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi bu biçimi bu demire ben verdim...''