KÜNYE EDEBİYAT E DERGİ YIL 1 SAYI 1

Page 1

İLK SAYIMIZLA EDEBİYAT DÜNYASINA “MERHABA” DİYORUZ

BU SAYIMIZDA: Hasan Akbal Aslı ÜNAL Recep POLAT Tuğba KAN Ramazan YANAR Fatma HAFIZOĞLU Mihriban SARI Esma YUKUŞ Fatmanur NARTEKİN

Halit YILDIRIM Emran KOYUNCU Devrim AKTÜRK Mahir ODABAŞ Yalçın SEVİM Selamet DARĞIN Servet ÖZAKAN Kâzım Emre AĞRALI Ali KÖSE

Büşra DAŞDİBEK Banu YURTSEVER Mehmet EKDİ Emre Vehbi ALKAN Kübra TÜRE Muhammet Cahit KAYA Nadide TUĞ Ömer Canani ÜNAL Rukiye ŞAHİN Esra YAZICI


KÜNYEMİZ KÜNYE EDEBİYAT E DERGİ YAYIN TÜRÜ Süreli Yayın (2 Aylık) İmtiyaz Sahibi Genel Yayın Yönetmeni Hasan AKBAL hasanakbal19@gmail.com Yayın Danışmanı Halit YILDIRIM halityildirim@msn.com Editörler Nurgül AKBAL Büşra DAŞDİBEK Tuba KAN Ramazan YARAR Recep POLAT Aslı Ünal Kapak ve Logo Çalışması Numan DARGIN Kapak Tasarımı Halit YILDIRIM Hukuk Danışmanı Av. Yunus AVCI www.mafdarhukuk.com © Künye Edebiyat E Dergi Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Künye Edebiyat E Dergi’in isim ve yayın hakları saklıdır. Künye E Dergi'de yayımlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı yayıncılarca saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Ücretsiz ve Kar Amacı Gütmez... DERGİYE YAZI GÖNDERMEK İÇİN: kunyeedebiyat@hotmail.com SOSYAL MEDYA DA BİZ: www.instagram.com/kunyeedebiyat www.facebook.com/kunyeedebiyat www.twitter.com/kunyeedebiyat BLOGUMUZ www.kunyeedebiyat.blogspot.com

İÇİNDEKİLER NEDEN DERGİ VE E DERGİ? 1 Hasan AKBAL KÜNYE EDEBİYAT NASIL VE NİÇİN KURULDU? 5 Aslı ÜNAL EDEBİYAT VE SANATTA YERLİLİK VE MİLLİLİK 8 Halit YILDIRIM EDEBİYAT VE TASAVVUF 15 Recep POLAT EDEBİYAT VE BEKLENTİLERİMİZ 18 Tuğba KAN DİVAN ŞİİRİNDE MUHTEVA 20 Ramazan YANAR BİR DERYADA BİR DAMLA (NÂBÎ) 27 Ramazan Yanar (Kusurî) İZ 31 Fatma HAFIZOĞLU “DİN-EDEBİYAT BAĞLAMINDA BİR HASBİHAL” 32 Röportaj: Aslı ÜNAL KALDIRIMLARDA 36 Mihriban SARI 36 BUHRAN.... 37 Esma YUKUŞ YABANCILAŞIYORUM 38 Fatmanur NARTEKİN ZEHİR HAFİYE 39 Mehmet EKDİ KADIN OLMAK... 43 Emran KOYUNCU MEVLANA’NIN FELSEFESİNDE İNSANİYET ÖĞRETİSİ 45 Devrim AKTÜRK BİR YIL DAHA GEÇİYOR SEVİNSEM Mİ-DÖVÜNSEM Mİ? 49 Mahir ODABAŞ GİDER 52 Yalçın SEVİM AŞIKLAR TEPESİ 53 Selamet DARĞIN ŞEHRE BÜRÜNMÜŞ YÜCE 55 Servet ÖZAKAN DOĞRU MU? YANLIŞ MI? 56 Kâzım Emre AĞRALI ANNEM... 57 Emran KOYUNCU KAÇ ZAMANDIR 58 Ali KÖSE SESSİZ HAYKIRIŞLAR 59 Banu YURTSEVER DÜNYA SÜRGÜNÜ 61 Büşra DAŞDİBEK KOZLU’ DA DOĞMUŞUM 63 Emre Vehbi ALKAN -ŞİİRBAZSENDEN KALAN 65 Kübra TÜRE SEN 67 Muhammet Cahit KAYA 15 ARALIK CUMA 68 Nadide TUĞ DEĞİŞEBİLİRİM BEN 69 Ömer Canani ÜNAL GURBET 70 Rukiye ŞAHİN DUYARLILIKLA DEĞİŞEN HAYAT 71 Esra YAZICI

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 1


Neden Dergi Ve E Dergi? Hasan AKBAL Konuya ülkemizdeki dergi tarihçesinden bahsederek başlamak isterdim. Lakin son zamanlarda sosyal medya ve yazı üzerine iletişimde yaşanan acelecilik nedeniyle dile getirmek istediğim ‘çabuk değişen’ her şey karşısında, ne yapmamız gerektiğini vurgulayarak konuyu e dergiye getireceğim. İnternet kullanım oranı hakkında yapmış olduğum bir araştırmada basılı yayınların hala tercih edilmeye devam ederken internet yayınlarının sayılarının arttığını gördüm. Bu oranların bir diğer kategorisi de yaş ile ilgisinin olması. On bin kişiyi baz alarak bu araştırmayı örneklendireceğim. 13-17 yaş grubunun oranı biraz düşük, %5 gibi… Nedeni ise bu yaş grubunda olanların ailelerinin denetimi altında internet kullanmalarıdır. On bin kişi içerisinde beş yüz kişi demek oluyor ki bu da azımsanmayacak bir rakam. 18-24 yaş grubunun oranı %33’tür. Bu oran en fazla olanı. Peki kimler var bu grupta: Liseden üniversiteye geçmiş genç diyebileceğimiz kişiler. Üniversite okuyanlar… İş hayatında olsalar bile günceli takip eden internet ortamını takip eden kişiler. Bu oran on bin kişi içinde üç bin üç yüz kişiye karşılık geliyor. Bu yaş aralığında olanlar internette o kadar bulunuyorlar ki gerçek hayatı bile böyle zannedenler var. Bu yaş grubu beş yıl sonra aynı sayı ile devam ederken bir sonraki yaş diliminin sayısını da değiştirmiş olacaktır. Örneğin, 24 yaşında olanlar 5 yıl sonra 29 yaşında olacaklar ve şu anda 29 yaşında olanlardan daha çok internet kullanım oranı olacaktır. Tabii çevreye alışkanlıklarını değiştirenlerle birlikte… Bu yaş grubunun bir başka özelliği de diğer yaşlara göre her şeye daha çabuk ulaşmak, hemen sonuç alma gayreti içerisinde olmak. Nedenini şöyle açıklayayım: Gelen mail ve mesajların bu yaş grubuna ait olduğu bir ortamda birkaç KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 1


saniyede cevap gitmezse kırgınlıklar meydana gelebiliyor. Ama yaş arttıkça anlayışın hâkim olduğu görmek mümkün. Hatta sözü bile edilmez. 25-34 yaş grubunun internet kullanım oranı %31 ile ikinci sırada geliyor. On bin kişi içinde üç bin yüz kişi yapıyor. Bir önceki örnekten devam edecek olursak bu yaş grubunda olanlar her geçen gün artmakta… ‘Ben de artık e dergi, e kitap okuyorum’ diyenleri duymak mümkün. 35-44 yaş grubunun internet kullanım oranı %17 ile üçüncü sırada olmasına rağmen oran düşük ve ikinci sıradaki gruba göre epey fark var. On bin kişi içinden bakarsak bin yedi yüz kişi oluyor. Sebeplerini ben söylemek isterim. İş hayatının ve aile sorumluluğunun bu yaşlarda olduğunu dile getirirken alışkanlıklardan kaynaklanıyor diyebilirim. Alışkanlık olarak değil de bir ihtiyaç halinde kullananlar grubu diye adlandırmak daha doğru olacaktır. 45-54 yaş grubunun oranı ise bir diğer grup %9 ile dördüncü sırada… On bin kişi içinde dokuz yüz kişi demek oluyor. 55-64 yaş oranında ise %3 ile sıralama yaparsak sondan bir önceki gruba giriyor. Azımsamamak gerek. On bin kişi de üç yüz yapar. 65 üzeri internet kullanım oranı ise %2 ile son sırada. İki yüz kişi ile bu grubu oluşturuyorlar. İnteraktif kullanımın bilgisayar, tablet, telefon ile ayrımına bakmadım. Ama sokağa çıktığımızda herkesin elinde mutlaka bir telefon oluyor. Mutlaka buralardan bir şeyler okuyorlar. Koltuğunun altında kitap taşıyan kalemle üzerine not alarak okuyanların sayısı internet kullanım oranının artmasına ters orantılı olarak azalıyor. Bu doğrultuda edebiyata ve spesifik olarak dergi konusuna gelecek olursak hocalarımın görüşlerini de alarak e dergi KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 2


yayınlamaya karar verdik. Peki Neden Dergi? Edebiyatımızın şekillenmesinde edebiyatçıların belirgin bir alanda toplanması, tarihimize baktığımızda çoğu zaman edebiyat dergileri sayesinde olmuştur. Edebiyat tarihine baktığımızda Tanzimat Döneminden (Önceki dönemleri edebiyat tarihçilerine sormak gerekir.) sonra edebiyatçıların bir araya gelerek fikirlerini beyan ettikleri, seslerini duyurdukları yer, gazete ve dergiler olmuştur. Bazen bireysel bazen bir edebi akıma dönüşen bu edebi birleşmede dergilerin önemi büyüktür. Sadece şiir, öykü, deneme, roman bölümleri değil spesifik örnek olabilecek sektörel alanlara kadar dergiler yayınlanmıştır. Hala da yayınlamaya devam etmektedir. Kimileri uzun süre yayında bulunmuş kimi kısa süreli olsa da edebiyatımıza ve değerlerimize katkıları önemli derecede etkilidir. Sürekliğini korumaya çalışsam da bu dergi ve gazeteleri takip etmeye çalışıyorum. Günceli yakalamak, güncel fikirlerin daha çabuk ve doğru olarak ulaşmamda etkili oluyor. Basılı yayınlar genellikle tercihim oldu. Genellikle diyorum çünkü bazı zamanlarda basılı yayına ulaşma zorluğu yaşıyorum. Online kaynaklara ulaşım kolaylığından dolayı dergi ve gazetelere yöneliyorum. Bu hususta dile getirmek istediğim, insanın kağıtlara dokunarak okuması, yazıların altlarını çizerek notlar alması anlatılamayan his olabiliyor. Bazılarına göre bu ilkel gelebilir. Fakat ben imkân oldukça bu kaynakları okurum, tercih ederim. Yukarıda yapmış olduğum araştırmanın istatistiklerinden de görmüş olduğumuz gibi basılı kaynaklardan çok online kaynakların, bunlara dergi ve gazeteler de dahil, daha çok tercih edildiğini gördüm. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 3


Neden E dergi? Basılı dergilerden çok online dergilerin okunmasının sebeplerine bakacak olursak e dergi ve kaynaklarının bir analiz yorumu olarak sıralayabiliriz - Basılı dergilerin ulaşma alanı daha sınırlı kalırken e dergiler daha fazla okuyucuya ulaşabiliyor olması. - Basılı dergilerde oluşan baskı maliyetleri e dergilerde oluşmamaktadır. - Basılı dergilerin taşınması çok ağırmış gibi! E dergilerin taşıma zorluğunun olmaması - Basılı dergilerin sponsor bulamaması. - Basılı dergilere yeterli abone olmaması ve satışının maliyetlerini karşılaması. - Belki de en önemlisi kâğıt israfının önüne geçilmiş olması. - Yazarlar tarafından online olarak yayınlanan yazıların dergilerde yer almak istemesi, her dergide olabilir ama basılı dergilerde pek mümkün olmuyor. - Hızla artan e dergilerin birçoğunun ücretsiz ve kolay erişilebilir olması. - E dergilerin içeriğinin arama motorları tarafından kolayca erişilebilir olması. - E Dergi arşivlerine erişimin daha kolay olması - E dergi içeriğinin görselle süslenerek, reklam alımına öncelik etmesi. Daha farklı görsel efektler ile tanıtımının kolay olması… gibi sebepler ile çıktık yola… Bu konuda duyduğundan beri desteğini esirgemeyen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Yazı gönderenler ile bu ay ilk sayımızla sizlerleyiz. Olumlu ya da olumsuz geri dönüşlerinizi bekliyoruz. Şimdiden teşekkür ederiz.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 4


Künye Edebiyat Nasıl ve Niçin Kuruldu? Aslı ÜNAL

Künye Edebiyat Kulübü; toplumda dil bilincinin yerleşmesi ve gelişmesini sağlayacak faaliyetlerde bulunmak ve bu konuda çalışma yapan kişi ve kuruluşlara destek vermek, yerli ve milli edebiyat oluşumuna katkıda bulunmak amacı ile 2016 yılında ilk olarak Çorum bünyesinde ve ilerleyen zamanlarda Bartın, Zonguldak, Erzurum ve Uşak ilinde Şair Yazar Hasan AKBAL tarafından oluşturulmuştur. Künye Edebiyat Kulübü, milli ve manevi değerlere bağlı, kadim Türk Kültürü ve Türk İslam Medeniyetinin şekillendirdiği bir sanat ve estetik anlayış doğrultusunda yerli ve milli bir edebiyat oluşumu için çaba sarf eder. Bu amacın gerçekleşmesi için toplantı, seminer, panel, şiir geceleri, tiyatro ve konser gibi programların yanı sıra gerek basılı gerekse internet ortamında eKÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 5


dergi veya gazete çıkarabilir. İmkanlar ölçüsünde yazılan ürünlerden kitaplar çıkarılabilir. Grup üyelerinde milli ve yerli bir edebiyat sevgisi, dil bilinci oluşturmak, üyelerin bilgi dağarcığını geliştirmek, kendilerini ifade etme adına özgüven sağlamak, yazdığı ürünleri değerlendirmek, onlara yön vermek adına atölye çalışmaları yapmak, gerek il bazında gerekse ülke çapında isim yapmış önemli edebiyatçılarla tanışmalarını sağlamak temel hedeflerdendir Künye Edebiyat Kulübü çalışmaları TDED Çorum Şubesi Bünyesine Şair Yazar Halit YILDIRIM tarafından aktif olarak ve Sanal ortamda Künye Edebiyat adına kurulan hptt://kunyeedebiyat.blogspot.com.tr internet sitesinde KÜNYE EDEBİYAT olarak Hasan AKBAL yönetiminde yürütülmekte olup iletişim Whatsapp üzerinde kurulan KÜNYE EDEBİYAT GRUBU hesabından sağlanmaktadır. Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi çatısı altında amaç ve ilkelerini yerine getirmek için kurulmuştur. Künye Edebiyat Kulübü; edebiyata ilgi duyan yazan okuyan ve Çorum’da ikamet eden başta Hitit Üniversitesi öğrencileri olmak üzere Çorum şehri sakinlerinin katılımları ile Şair Yazar Halit YILDIRIM tarafından faaliyet göstermektedir. Künye Edebiyat Kulübün Onursal Başkanı TDED Çorum Şube Başkanı ve Çorum Belediye Başkan Yardımcısı Turhan CANDAN’dır. Çorum Künye Edebiyat Kulübü toplantıları haftada bir gün KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 6


TDED Çorum Şubesi toplantı salonunda Şair Yazar Halit YILDIRIM başkanlığında yürütülmektedir. Dernek çalışmalarına katılım tamamen gönüllük esasına bağlıdır ve üyelik kaydı, aidat ödemesi gibi hiçbir işlem yapılmamaktadır. Künye Edebiyat Derneği toplantılarının yapılışı şöyledir: dernekte yapılacak toplantılarda gündem yani toplantıda konuşulacak konular bir hafta önceden belirlenir ve grupta paylaşır. Bir sonraki toplantıya grup üyelerinin hazırlıklı gelmesi sağlanır. Konuşulacak konu ile ilgili olarak gerek Hitit Üniversitesi’nden gerekse Çorum ilinde bulunan öğretmen ve STK’lardan konu uzmanları davet edilir. Künye Edebiyat Kulübünde siyasi faaliyetlerin bulunmadığı gibi topluluğun kabul görmeyeceği şeyler de bulunmamaktadır.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 7


Edebiyat ve Sanatta Yerlilik ve Millilik Halit YILDIRIM Küreselleşen dünyada, kendisini çağın haz ve hız girdabına kaptıran insanlık, maalesef bir kimliksizleşme sorununu yaşamaktadır. Sınır tanımayan sanal âlemin medyunu olduğu teknolojik gelişim, dünyanın bir ucunu diğer ucuna anında getirmesi özentileri de beraberinde getirmiştir. İnsanlık; kendi öz kimliğine ve kültürüne mugayir bir biçimde değişim yaşamaktadır. Bu değişim çok dar bir iki alan dışında maalesef hiçte istenilen bir değişim değildir. İnsanlar kendi coğrafyalarında oturup bir diğer coğrafyanın şekline, şemailine bürünerek maalesef asimile olmaktadır. Toplumlar ileri olmanın ölçüsünü, bir diğer ifade ile muasır medeniyetler seviyesini sadece teknolojik gelişmeler ile ölçmektedir. Oysa bu teknolojiler insanlığa ne kattı, ondan neler götürdü hiç düşünen yok. Örneğin aydınlanma işi dün çıra ile, gaz lambası ile yapılırken bu gün son teknoloji ürünlerle sağlanmış olması gözümüzde büyütülüyorken geçmişteki insanların da karanlıkta oturmadığını göz ardı edebiliyoruz. Bugünkü teknoloji insanlığın sorunlarına çözüm aramak yerine onları uyuşturmak, köleleştirmek, yok etmek derdinde… Tabiplere neşter yerine katillere silahlar, hastalıklara şifa olacak ilaçlar yerine insanları bir anda yok edecek kimyasal zehirler üretiliyor. Birileri bu imha araçlarını diğerlerine satarak para kazanırken kendisi medeni, bu silahları alıp bunlarla birbirini öldürenler ise vahşi oluyor. Oysa iki kesimin de aslında vahşette denk olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Oyunu kuranların kurallarının genel geçer olduğu dünyada insanlık adına konulan kurallar maalesef istenildiği anda rafa kaldırılabiliyor. Sözüm ona medeniyetin beşiği olan Batı, bağrında yaşanan Saraybosna soykırımı karşısında üç maymunu oynuyor, İsrail’in Filistin zulmünü nerdeyse meşru KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 8


görüyor. Arakan’ı duymuyor, Suriye’deki drama sadece seyrediyor. Afrika’nın tüm zenginlikleri sömürülürken insanları açlıktan, susuzluktan ölüyor. Oysa medeniyet sanılan gelişmeler, insanı yaşatıyorsa, onu mutlu ediyorsa medeniyettir. Aksi bedeviyet ve vahşettir. Peki bu gidişattan biz de payımızı aldık mı sizce? Tabiî ki aldık. Bir inkâr kasırgası halinde Tanzimat ve Meşrutiyet ile ruhumuzun en küçük hücrelerine kadar hissettiğimiz kendi özümüze yabancılaşma, batı hayranlığı ve onlar karşısında duyulan aşağılık kompleksi hayatımızın her alanını felç etti. Hep geri kalmışlık mazereti arkasına sığınılarak Batı’dan ne gelirse kabul” mantığı ile kendi kendimizi görmezden gelmek, içimizden her şeye rağmen çıkan isimleri Batı ile mukayese etmek zaafı kendi kendimizi ifade etmekten, biz de varız demekten alıkoydu bizi. Oysa sanatta ve daha özel olarak edebiyatta yerli ve milli olmak bizi evrensele ulaştıracak en kestirme yoldur. Hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatımız yerli ve milli olmalıdır. Hisarcıların da dediği gibi kendi milletinden kopmuş bir sanatın milletler arası bir değer kazanması beklenemez. İbrahim Tenekeci konu ile ilgili bir yazısında “Yerli ve millî olmak, bu milletin mayasının İslâm olduğunu bilmektir. Bizi millet yapan, İslâm dininin ve dilinin tâ kendisidir.” demekte. Bu topraklarda bin yıldır terennüm eden şiirlere, şarkılara, türkülere, kasidelere, naatlara, gazellere, romanlara bu ruhun sirayet ettiğini kim inkâr edebilir? Millilik kavramı içersine toplumun milli, manevi, örfi değerlerini katarak bir estetik alan oluşturmak gerekir. Bu değerler ve toplumun yaşadığı tarihi birikim, sosyolojik değişim, gelenek gibi sizi geçmişe bağlayan kökünüzün her bir kılcal damarları sizin geleceğe doğru uzanacak dallarınızı besleyecektir. Kök ne kadar sağlam olursa üstteki gövde, dal ve KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 9


diğer aksamlar daha gümrah ve daha uzun ömürlü olacaktır. Edebiyatta ve sanatta milli ve yerli olmanın ilk şartı, kendi milli kimliğimize sahip çıkmakla mümkündür. Ondan utanmak, onu gizlemek aslı inkar olur. Oysa bu kimlik yüz yıllarca bu dünyada barışın, esenliğin tek adresi olmuştu. Batının vahşetinden kendi insanlarının bile sığınacağı tek limandı. Sanırım birçok örneğin arasında bu konuda en güzel iki misal Yunus Emre ve Mevlana olacaktır. Bundan 700 yıl önce içimizden çıkan Mevlana ve Yunus’un sözleri hala sokak lambaları gibi yolumuzu aydınlatmadadır. Kimse çıkıp ta bunlar artık geçmişte kaldı diyemiyor. Herkes biliyor ki bu isimlerin beslendiği ana damar yerlilik ve millilik idi. İslam’ı benimsemiş olmaları, onun yüce kitabı ve peygamberinin izinde yollarına devam etmeleri söylemlerinde mensubu olduğu bu milletin diliyle dilleşmeleri, haliyle halleşmeleri onları ölümsüz kıldı. Bu isimler kendi insanlarına, inançlarına, değerlerine saygı göstermişler, bu toplumun dertleriyle dertlenmişlerdi. Yaşadıkları dönemlerde işgal, kargaşa, huzursuzluk had safhada iken bu insanlar toplumun dertlerini dert edinmişler ve yaşadıkları topraklara vefalarını göstermişlerdi. Bu yüzden toplum da bu isimleri bağrına bastı. Bu gün dünya bile bu isimleri inkâr edemiyor. UNESCO tarafından onlar için büyük organizasyonlar tertip ediliyor. 1991 Yunus Emre Sevgi Yılı, 2007 Mevlana ve Hoşgörü yılı ilan edilmişti. Kendimizi yok sayarak, hakir görerek atacağımız her adım tereddütlerle dolu olacaktır. Tereddütlerle atılan her adım ayağımızı yere sağlam bastırmayacak, sürekli tökezlememize, yere düşmemize sebep olacaktır. Yıkıla düşe yol yürümek, koşmak, mesafe kat etmek ne kadar gayri kabil ise kendimizden utanarak, kendimizi küçük sayarak var olmak ta mümkün değildir. Bu gün yerlilik ve millilik adına tüm değerlerimizi hor ve KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 10


hakir gören bir çevre edebiyatımızı ve sanatımızı çıkmazlara sokmakta. Popülist yaklaşımlar bizi bir yere götüremese de bunun yanında topluma bigâne olan, hiçbir değeri kabul etmeyen yaklaşımlar da topluma bir şey veremez. Bunların vereceği; sadece toplumun genetik kotlarını değiştirmek, yabancılaştırmak, kuşaklar arası çatışmalar çıkarmak ve kaos olacaktır. Yerliliğe ve milliliğe karşı çıkan çevreler sözde antiemperyalist olduklarını savunurlar ama emperyalizmin dünyaya dikte ettiği formları, tarzları benimsemekte ve bunları kendi insanlarına da benimsetmeye kendilerini memur addediyorlar. Müstevli zihniyetin sözcüleri her türlü milli ve manevi değerlere karşı savaş açarken kendi özlem duydukları kuralsız, köksüz, sorumsuz hayat modelinin ortaya çıkardığı tipleri, sorunları, hastalıkları da oturup eleştirmekten de geri durmamaktalar. Onlara göre yerli ve milli denildiğinde milliyetçilik onun arkasından ırkçılık onun arkasında faşizm peş peşe açılan itiraz kapılarıdır. Diğer açıdan bakıldığında manevi değerler işin içine girince muhafazakârlık, statükoculuk, yobazlık, gericilik=irtica itiraz kapıları açılmaktadır. Bu çevreler bu itirazların arkasında kendilerinden başka hiçbir sesi, hiçbir rengi kabul etmediklerini, bu açıdan balkıdığında kendi faşizan çevrelerini oluşturduklarını idrak edemezler. Yine muhafazakârlığı statükoculuk ile eşdeğer tutarken inançsızlığın statükosu içinde her türlü gelişmeye karşı çıktıklarını da göremezler. Evrensel insan hakları beyannameleri yayınlayarak kendilerini medeni göstermek isteyenler bu beyannamelerin ardında yaşanan dünya savaşlarını, yıkılan şehirleri, öldürülen insanları görmemezlikten gelmekteler. Hz. Peygamberin bundan bin dört yüz küsur yıl önce veda haccında tüm dünyaya ilan ettiği hükümlerin hangisi bu evrensel beyannamelerden geridir? KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 11


Evrensel normlarda bir sanat ve edebiyata sahip olmanın yolu kesinlikle millilikten geçer. Rus edebiyatının duayen isimleri kendi halkının yaşantısını, acısını, sevinçlerini yazdılar ve bu gün bu arenada isimlerini altın harflerle yazdırdılar. Kimseyi taklit etmediler. Kendi oldular. Yerli ve milli oldular. Geçtiğimiz asırda bu inkâr kasırgasına karşı çıkıp durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak diye haykıran Necip Fazıl, “değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” diye haykıran Mehmed Akif yerli ve milli olmanın kavgasını veriyorlardı. Kendi edebiyatımızda yerli ve milli damarın eserlerini dünyaya tanıtıp biz de varız demekten bizi alıkoyan nedir? Necip Fazıl’ın Bir adam Yaratmak’ı, Reis Bey’i, Çile’si, Çöle İnen Nur’u dünya edebiyatında kimden daha aşağıdır? Bu eserleri İngilizceye, Fransızcaya, Arapçaya, Rusçaya, Çinceye, Japoncaya, Urducaya çevirip tanıtımını yapmak bize bir kültür borcu değil mi? Sadece Necip Fazıl’ı mı? Hayır… Mehmed Akif, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Ahmed Hamdi Tanpınar ve dahası neden bu halkaya dahil edilmesin? Bir edebiyat profesörümüz İngiltere’de Abdulhak Hamid ve eserleri hakkında bir konferans veriyor. Oradaki akademisyenler büyük bir heyecanla biz böyle bir adamı nasıl tanımamışız, mutlaka tüm eserlerini okuyacağız diyorlar. Demek ki hata bizim kendimize güvensizliğimizde… Diğer alanlarda eser veren alimlerimiz neden dünya ile buluşmasın? Biz Seyid Kutub’u okurken bir Arap da Elmalılı Hamdi Yazır’ı, Ömer Nasuhi Bilmen’i neden okumasın? Biz fıkıhta Vehbe Zuhayli’yi okurken neden onlar da Istılah-ı Fikhıyye Kamusu’nu okumasın? Neden aslı Arapça yazılan Ebussuud tefsirini, Bursalı İsmail Hakkı Hazretlerinin Ruhul Beyanını tanıtmayız? Tekrar edebiyat ve sanat çerçevesine dönersek, bu alanda nasıl yerli ve milli olacağız sorusuna cevap arayalım. Mustafa KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 12


Zeki Çıraklı konu ile ilgili bir makalesinde; Bir edebiyat eserinde yerliliğin dil açısından, medeniyet tasavvuru açısından, tematik/izleksel açıdan ve ahlaksal açıdan ele alınabileceğini vurguluyor. Dildeki yerlilikten kastımız salt bir Öztürkçecilik değildir. Kendi dilimizi esas unsurlarıyla muhafaza ederken politik bir refleksle geçmişi yok sayacak, İslami hiçbir şeyi çağrıştırmayacak bir dil oluşturmak değildir. Arapça ve Farsça tamlamalarla dolu ağdalı bir Osmanlıca bize yabancı olacağı gibi, hiçbir süzgece tabi tutmadan dilimize sokulan İngilizce, Fransızca kelimeler de bu anlayışın dışındadır. Artı, bir zamanların inkılâp sarhoşluğu ile türetilen gaç’lı, geç’li uydurukçası da bizim kastımızın dışındadır. Dil, yaşayan bir varlık olduğu için makul seviyede ve kurallar ölçeğinde yaşadığı dünyadan etkilenecektir. Halkın benimsediği artık halka mal olmuş demektir. Halka zorla bir kelimeyi dayatmak doğru değildir. Medeniyet tasavvuru açısından bakıldığında ise mesele sadece Doğu – Batı çatışması değildir. Elbette mensubu olduğumuz İslam Medeniyetinin ana çizgileri ile hareket edeceğiz. Çıkış noktamız İslam Medeniyeti olacaktır. Ancak bu bize Batıyı inkar etmemizi gerektirmez. Dün Batı, Haçlı Seferleri ile yakından tanıdığı bu medeniyeti nasıl Batıya taşıyıp kendilerine adapte etmişlerse biz de kavgaları bir yana bırakıp kendi çizgimize, estetik anlayışımıza, dahası İslami terminoloji ile “Emri bil maruf ve nehyi anil münker” tasavvurumuza uygun bir şekilde bu medeniyetin imkanlarından yararlanacağız, kendimize adapte edeceğiz. Ama kendimizi ona adapte etmeyeceğiz. Bu medeniyet, yazımızın başında bir nebze belirttiğimiz gibi çokta masum bir medeniyet değildir. Sömürü odaklı bir medeniyet olduğu için fayda anlamında her şeyi, her yolu mubah gören, yeri geldiğinde kandan, gözyaşından KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 13


beslendiğini, bir yıkım medeniyeti olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Oysa İslam Medeniyeti bir ihya, bir inşa ve bir ibda medeniyetidir. Tematik yerlilik elbette konu bağlamında bizi anlatacak konular olacaktır. Bunun yadsınması beklenemez. Ancak küreselleşmiş dünyada irtibat halinde olduğumuz yabancı toplumlar, anlayışlar, inançlar, bunlar arasında var olma çabaları da konularımız arasına girecektir. Ahlaki veya estetik açıdan yerlilik denilince toplumsal ahlaki duyarlılık ve muhafazakâr ahlaki duyarlılık başlıkları altında konu irdelenmekte, evrensel değerlerden bahsedilmektedir. Oysa bizim inanç dünyamızdaki hiçbir kural evrensel denilen kuralların altında değil bilakis üzerindedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi iyiliği yaymak, kötülüğü engellemek en büyük ahlaki değerdir. Buna bir de RIZA maddesini ekleyebiliriz. Zira yaratıcının razı olacağı bir hayat tarzı, sanat anlayışı bizim için yerlilik ve millilik çerçevesinde değerlendirilecek en önemli bir maddedir. Sanat’ın amacı; Allah’ı aramaktan daha öte onun rızasını kazanmaktır. Modern veya çağdaş gibi söylemler hattı zatında genel geçerliliği olmayan sürekli değişen, bir öncekini demode, zamanı geçmiş kabul eden bir anlayışa aittir. Tüketim çağının dikte ettirdiği suni bir durumdur. Bizim anlayışımızda ise gece güneşin, gündüzün ay ve yıldızların kaybolduğu gerçeğine uygun olarak eskimeyen yeninin peşinde olmak vardır. Yazımızın sonunda tekrar etmek gerekirse, biz kendi kimliğimiz ile dünya arenasında var olmak zorundayız. Taklit ve imitasyon objeler her zaman eğreti durmaya mahkumdur ve aslının yerine geçemez. Kendimize güvenip, kendi değerlerimize sahip çıkıp yolumuza devam etmeliyiz.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 14


Edebiyat Ve Tasavvuf Recep POLAT Edebiyat ve Tasavvuf birbirine uzak iki kelime olarak görünse de aslında kaynakları aynıdır. İki kav-ramda güzellikler inşa edilmiş ve gelişim gösterip asırlarca devam edegelmiştir. Ne kadar birbirinden bağımsız gözükseler de, hep iç içe olmuş ayrılmaz parçalar olmuşlar-dır. Edebiyat ve Tasavvuf hem gö-nüllere hem de gözlere hitap eder. Kiminde sanatsal zevkleri hissettirir kiminde ise iç âlemde ruhsal hazlar verir. Kısaca bilgi verdikten sonra Edebiyat ve Tasavvuf kelimelerini ayrı olarak ele almak gerekir. Tasavvuf Tasavvuf kelime anlamı olarak, kalbi kirlerden temizleyip Allaha giden yolda çıkan engelleri[maddi ya da manevi]aşmaktır. Tasavvuf kelimesi insan zihninde ise “kendisini her şeyden soyutlayıp sadece Allah ile bir olmak, zikr, tesbih, tefekkür ve uzlet içinde olmak” haliyle canlanır. Peygamber efendimizin vefatın-dan sonra özellikle dört halife za-manlarında ortaya çıkan karışıklıklardan, ayrışmalardan dolayı oluşmuş bir yoldur tasavvuf. Bu yol efendimizin yoludur, İslamiyet'in içinde oluşan boşluktan kurtulup peygamberimizin yoluna tabi olanların oluşturduğu bu halka asırlardır devam edegelmiştir. Tasavvufa intisab edenler zamanla tarikatlar kurmuş ve bu tarikatlarda yol alabilmek için “şeriat, tarikat, marifet ve hakikat” şekliyle dört edeb basamağında yol almaya çalışmışlardır. Bu dört basamağı ise şöyle açıklayabiliriz: 1]Şeriat: sünnetle amel etmektir. 2)Tarikat: tarikat adabıyla hareket etmektir. 3) marifet; korku ve ümidin in-sanda eşit olma halidir. 4)Hakikat; Allaha yönelip masi-vayı terk etmektir. Tarikat erbabının bu basamak-ları geçmeleri lazımdır. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 15


Eğer hak yoluna koyulursun, sana yol açarlar. Benliğinden geçer yok olursan, seni gerçek varlığa ulaştırırlar. Nefsini alt eder, tevazu gösterirsen dünyalara sığmazsan. O zaman seni, sana sensiz gös-terirler Mevlana'nın bu rubaisinde gö-rüldüğü gibi insanın neler yapması gerektiği ve bunun sonucunda neleri yaşayacağı belirtiliyor. Yukarı belirttiğimiz dört tarikat adabını hakkıyla yerine getiren kişi tasavvufta yol almaya muktedir olur. Mevlana'nın verdiğimiz bu örneğiyle de Mevlana'nın gerçek bir tasavvuf ehlinden olduğunu görmekteyiz. Kısaca belirtmek gerekirse insanın benliğinden sıyrılıp “Vahdet-i vucüd”a yol alması sünnete itaat edip hayatına aksettirmesi onu tasavvuf ehlinden kılar. Masivayı terk edip Allah la bir olma halini yansıtır. Edebiyat Edebiyat kelimesine baktığımızda “edeb” kökünden geldiğini görmekteyiz. Edeb “iyi terbiye, zerafet, güzel ahlak ve nefis terbiyesi” şeklinde karşımıza çıkar. Tasavvufi anlamına baktığımız-da ise Peygamber efendimizin hal ve hareketlerine dayandığını görmekteyiz. Yaratılmışlar içerisinde en güzel terbiyeye ve güzel ahlaka yaşayışa sahip olan efendimizin ahlakı ise Kuran ahlakıdır. Dolayısıyla edebiyatın temelinin kuran ve sünnet ol-duğunu görürüz. Edebiyat bu güzellikler üzerine inşa edilip gelişim göstermiştir ve halada devam etmektedir. Edebiyat içimizde yaşadığımız coşkuyu, heyecanı hüznü mutluluğu nazım ya da nesir şeklinde ifade etmemize olanak sağlayan bir yoldur. Ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen Gerçi virane isen genc-i mutal-samsın sen Secde-i ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 16


Bildiğin gibi değil cümleden ak-vamsın sen Sırr-ı Haksın mesel i is-i mer-yemsin sen Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen Şeyh Galib’in bu dizeleri edebi-yatın tanımına güzel bir örnektir. Ki dizelere baktığımızda o nazmı o güzelliği hem göze hem gönle hitap eden duruşu fark etmekteyiz. İfade etmek gerekirse, ister dünyalık zevk olsun ister manevi, edebiyat yaşadığımız coşkunluğu en güzel haliyle ifade etmemize yardımcı olur. Okunduğunda ya da yazıldığın-da hem gönle hem de gözlere hoş bir zevk verir edebiyat.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 17


Edebiyat ve Beklentilerimiz Tuğba KAN Sürüklenip gittiğimiz şu dünyada sığınacak bir liman, tutunacak bir dal arıyor insan. Tüm alternatifleri kullanıp geriye bir şey kalmadığını fark ediyor ya da öyle zannediyor, tutulması gereken öyle bir dal var ki o da edebiyat sanatımız. Edebiyat, ruhun özgürlüğe açılan bir kapısıdır benim nazarımda. Tüm o karanlık ve paslı demir parmaklıklar ardında hapsolmuş ruhun süzülüp özgürlüğe akan sonsuz bir yolculuğu. Bilgiye, kültüre açlığımızı doyurmaya çalıştığımız doyumsuz bir lezzet, ruhu besleyen. Ekmek ve su gibi ihtiyaç... Karanlık dünyamızı aydınlatan bir kandil diyebiliriz… Kelimelerin bir anlam kazandığı, kalemimin haşır neşir olduğu duyguların yüreğimde demlenip sanata dönüştüğü hayatımın merkezine aldığım eşsiz bir sanattır edebiyat benim için. Edebiyat, duygularınızı konuşturacağınız geniş bir yelpaze sahip. Bundan dolayı edebiyattan beklentilerimiz artıyor ve isteklerimizi, beklentilerimizi karşılaması gerekiyor. Edebiyatta, bir çığlığın, bir öfkenin, bir sevincin karşılığını verebilmeli. Geçmişten geleceğe ayna olmalıdır. Bu konuda toplum olarak hepimizin üzerine büyük görevler düştüğü muhakkak. Ve sığ bir hayat yaşamaktansa ufka yelken açmalıyız. Hayata derin izler bırakmalıyız bizleri ölümsüz kılacak. Daha estetik bir hale getirilmelidir edebiyat. Üzüldüğüm noktalardan biri de artık eskisi gibi kitap okunmaması ve şiir sevilmemesidir. Öyle büyük yazar ve şairler yetiştirilmeli ki bu kültürel değerlerimizi yaşatalım. Bu değerlerimizi gelecek nesillere aktarabilmeliyiz. Yeni nesillere özgüven aşılamalı, yüzyıllardır süregelen bilgi birikimi, dünyaya adımızı duyurduğumuz ne varsa edebiyat aracılığı ile ruhlarına işlenmeli ki onlar da gelecek nesillere aktarabilsin. Edebiyatın toplumun KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 18


olmazsa olmaz temel taşlarından olduğu unutulmamalıdır. Edebiyatla dünyaya adımızı duyurabiliriz. Ancak kültürel değerlerimize sahip çıkmaz isek kültürsüz, kimliksiz bir millete dönüşebiliriz. Kendine özgün bir şey üretmeden, düşünmeden, ortaya koymadan yaşamaya mecbur kalır, her şeyin sıradan olduğu bir hayatın pençesinde cebelleşir dururuz… Yavaş yavaş yok olmaya mahkûm kalırız. Edebiyatımıza sahip çıkmalıyız. Yaşamak istiyorsak edebiyatı yaşatmalıyız. Bir milletin var oluşu ve kimliğidir edebiyat!

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 19


Divan Şiirinde Muhteva Ramazan YANAR (Kusurî) Transkripsiyon: “Gıdasın herkesin şayanı üzere eylemiş ta’yin Kimen itmiş pelâs-ı cehle müsteğrak kimen dânâ’’ (Nâbî) Nesre Aktarım: ‘’Herkesin gıdasın şayanı üzere ta’yin eylemiş, kimen pelâs-ı cehle kimen dânâ müsteğrak itmiş.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Herkesin gıdasını layık olduğu üzere tayin eylemiş (vermiş). Kimisini cehalet elbisesine kimisini de bilgelik elbisesine gark etmiş.’’ Transkripsiyon: “Oldılar cân ile ferman-ı Huda’ya teslim Her biri hükm-i kaza ü kadere virdi rızâ’’ (Nazım) Nesre Aktarım: ‘’Can ile ferman-ı Huda’ya teslim oldılar, her biri hükm-i kaza vü kadere rızâ virdi.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Allah’ın buyruklarına candan (korkusuzca) teslim oldular. Her biri kaza ve kadere (alnına yazılan her şeye) razı oldular.’’ Transkripsiyon: “Çünki sen âyine-i kevne tecellâ eyledün Öz cemâlin çeşm-i âşıkdan temâşâ eyledün’’ (Avnî) Günümüz Türkçesi: ‘’Çünkü sen kainatın aynasında zuhur ettin (orada tecelli ettin). Kendi yüzünü aşığın gözünden seyrettin.’’ Transkripsiyon: KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 20


“Nâhudâ eylemese Nuh’ı bu keştiye Hudâ Mevc-i tufana ne yelken dayanurdı ne seren’’ (İzzet Molla) Nesre Aktarım: ‘’Hudâ Nuh’ı bu keştiye nâhudâ eylemese, mevc-i tufana ne yelken ne seren dayanurdı.’’ Günümüz Türkçesiyle: ‘’Allah bu gemiye Nuh’u kaptan eylemeseydi. Tufanın dalgalarına ne yelken ne de mürettebat dayanabilirdi.’’ Transkripsiyon : “Göz ki peykanun hayaliyle saçar her yana sirişk Bir sadefdür katre-i bâranı eyler dürr-nâb’’ (Fuzulî) Nesre Aktarım: ‘’Göz peykanun hayaliyle her yana sirişk saçar, bir sadefdür katre-i baranı dürr-nâb eyler.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Gözüm senin temreninin(kirpiklerinin) hayaliyle her tarafa gözyaşı saçar. (O) bir sedef (inci kabuğu)dur yağmur damlasını katıksız, saf inciye dönüştürür.’’ Transkripsiyon: “Bir hilâlî iki pervinün arasına alur Necm-i eşkimle görürsem o meh-i tabanı’’ (Emrî) Nesre Aktarım: ‘’Bir hilâlî iki pervînün arasına alur, o meh-i tabanı necm-i eşkimle görürsem.’’ Günümüz Türkçesiyle: ‘’Bir hilal ay iki Süreyya yıldızının arasına alır. O parlayan ay (yüzlü sevgli)yi göz yaşı yıldızlarımla görürsem.’’ Transkripsiyon: KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 21


“Nitekim mâh-ı nev-sancak çeke encâm ola leşker Nitekim hüküm ide çarha nücumun yedi erkânı’’ (Hayâlî) Nesre Aktarım: ‘’Nitekim mah-ı nev-sancak çeke encam leşker ola, nitekim nücumun yedi erkanı çarha hüküm ide.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Sonunda yeni ay bayrak,liva çeksin, yıldızlar asker olsun. Sonra da yıldızların yedi düzeni (Süreyya yıldızı) feleğe hüküm etsin.’’ Transkripsiyon: “Farkına bir nice per takınur altun telli Hayli ezhara meğer zanbak olubdur ser-dâr’’ (Bâkî) Nesre Aktarım: ‘’Farkına altun telli bir nice per takınur, meğer zanbak hayli ezhara ser-dâr olubdur.’’ Günümüz Türkçesiyle: ‘’Zambak tepesine altın telli kanat takınıyor. Herhalde çiçek ordusuna komutan olmuştur.’’ Transkripsiyon: ‘’Dilber oldur ki muhabbet idene kini ola Âşık öldürmek anun zana’at ü âyîni ola’’ (Hayali) Günümüz Türkçesiyle: ‘’Sevgili odur ki kendisine karşı sevgi besleyenlere kini olur. Aşığını öldürmek onun mesleği ve adetidir.’’ Transkripsiyon: “Düşimde zülfüni gördüm diyu sevinmişdüm Gözime hod görinen ejderha imiş ey dost’’ (Cem Sultan) KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 22


Nesre Aktarım: ‘’Ey dost düşimde zülfüni gördüm diyu sevinmişdüm, gözime hod görinen ejderha imiş.’’ Günümüz Türkçesiyle: ‘’Ey sevgili rüyamda saçını gördün diye seviniyordum. Gözüme görünen kendin(saçın) değil de bir ejderha imiş.’’ Transkripsiyon: “Hal-i hinduye mi geysuye mi kasd- azmin Seferin Çine mi ey bad-ı saba hinde midür’’ (Vehbî) Nesre Aktarım: ‘’Kasd-ı azmin hal-i hinduye mi geysuye mi, ey bad-ı saba seferin Çine mi Hinde midir?’’ Transkripsiyon: “Nice kakül nice mu sünbül gül budur bu Dil-i uşşakı perişan idici budur bu’’ (Necâtî) Günümüz Türkçesi: ‘’Kakül nedir saç teli nedir bu gül ve sümbüldür( bu gül kokulu sümbüldür), aşıkların gönlünü perişan edecek budur. (aşıkları perişan eden koku budur).’’ Transkripsiyon: “Ay eylediğim serv-i hıramanın içindir Kan ağladığım gönce-i handanun içindir’’ (Fuzulî) Günümüz Türkçesi: ‘’Ah edişim senin selvi gibi salınarak yürüyüşün içindir. Kan ağlayışım gonca gülüşün içindir.’’ Transkripsiyon: “Hadeng-i gamzene ya Rab ne efsun itdi çeşmün kim Çeker pür-hun olur likin dil ol peykândan ayrılmaz’’ KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 23


(Ahmet Paşa) Nesre Aktarım: ‘’Ya Rab hadeng-i gamzene çeşmin ne efsun itdi, dil çeker pür-hun olur likin peykandan ayrılmaz.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Ey Allah’ım gamzesinin okuna gözleri ne büyü yaptı. Gönül onu çeker kan revan içinde kalsa bile okundan (gamzende) ayrılmaz.’’ Transkripsiyon: “Şerbet-i lal’in ki dirler çeşme-i hayvan ana Ol virür can dem-be-dem uşşaka vü men can ana’’ (Fuzulî) Nesre Aktarım: ‘’Şerbet-i lal’in ki ana çeşme-i hayvan dirler, dem-be-dem uşşaka can virür men ana can’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Onun (sevgilinin) dudaklarının şerbetine ölümsüzlük çeşmesi derler. O sürekli olarak aşıklara can verir ben ise ona can veririm.’’ Transkripsiyon: “Musarra-i mevzundur amma na-resadur ser u bağ Eyleye tazmin meğer kadd-ser-firâzun senin’’ (Nedim) Transkripsiyon: “Ol ham-ı ebruya kılsam secde her saat n’ola Kıble ile ol ham-ı ebru ber-a-berdir mana’’ (Fuzulî) Nesre Aktarım: ‘’Ol ham-ı ebruya her saat secde kılsam n’ola, ol ham-ı ebru ile kıble bana beraberdir.’’ Günümüz Türkçesi: KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 24


‘’O eğri kaşlı (sevgiliye) her saat secde etsem buna şaşılır mı? O eğri kaşlı (sevgili) Kabe bana aynı değerdedir.’’ Transkripsiyon: “Mİyânını firakla sararmış kollara ……. Belinde sîm-ten dilberlerün reyn kemer hoşdur’’ (Hayâlî) Transkripsiyon: “Gabgabın topın hey âfet zahide arz eyleme Tevbe vü zühd ü salahı kal’ası virân olur.’’ (Zâtî) Nesre Aktarım: ‘’Hey Âfet gabgabın topın zahide arz eyleme , tevbe vü zühd ü salahı kal’ası virân olur.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Ey başa bela sevgili gerdan topunu ham sofu olan zahide gösterme. Tevbe ,takva ve salihlik kalesi o gerdanın ile viran olur.’’ Transkripsiyon: “Tiz çekmezsen cefâ tığın meni öldürmeğe Öldürür ahir meni bir gün bu ihmalin senin’’ (Fuzulî) Nesre Aktarım: ‘’Meni öldürmeğe cefa tığın tiz çekmezsen, meni ahir bir gün bu ihmalin öldürür.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Beni öldürmek için dert kılıcını tez çekmeyecek olursan, senin bu ihmalin beni ileri ki bir gün öldürür.’’ Transkripsiyon: “Dil-i mecruhuma rahmeyle kalsın dâm-ı zülfünde Şikeste-bâl olan murgı edip âzad neylersin’’ (Behâyî) KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 25


Nesre aktarım: ‘’Dil-i mecruhuma rahmeyle dam-ı zülfünde kalsın, şikestebâl olan murgı azad edip neylersin.’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Yaralı gönlüme merhamet et ki zülfünün tuzağında kalsın. Kanadı kırılmış bir kuşu azat edip ne yapacaksın.’’ Transkripsiyon: “Sen bister-i gülde yatasun şevk ile handan Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebep ne’’ (Cem Sultan) Nesre Aktarım: ‘’Sen şevk ile handan bister-i gülde yatasun, ben külhan-ı mihnette kül döşenem sebep ne?’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Sen gül döşeli yatakta zevk içinde gülerek yatarken ben mihnet köşesinde küle batıyorum sebep ne?’’ Transkripsiyon: ‘’Bir elinde gül bir elinde câm geldün sakîyâ Kangısın alsam güli yahut ki câmı ya seni’’ (Nedîm) Nesre aktarım: ‘’Sakıya bir elinde gül bir elinde cam geldin. Ya seni ya güli yahut ki camı kangısın alsam’’ Günümüz Türkçesi: ‘’Ey saki bir elinde gül bir elinde kadeh geldin gülü mü kadehi mi seni mi, hangisini alsam?’’

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 26


Bir Deryada Bir Damla (Nâbî) Ramazan Yanar (Kusurî) Gelin bu gün sözü Kadim şiir deryâmızın bir damlası olan şairimiz Nâbî merhumdan açalım. Bir zaman bir söz duymuştum. Bu söz beni derin teessür ve esef içinde bırakmıştı. Kadim edebiyatımızın şairleri için sarf edilen ve onları karalamak için uydurulan bir kaç yaftadan birisiydi bu söz. "Divan şairleri sadece para için padişahtan bahşiş almak için şiir yazıyorlar" demişti birisi... İşte bu cümle zaten unutulmaya yüz tutmuş medeniyet dairemizin kültür sermayesi olan kadim şiir ve onların mütehassısları için asılsız bir yakıştırma idi. Pek tabii olarak zoruma gitmişti bu sözler. İşte bu gibi vakaların doğru olmadığını anlatmak için Urfalı şair Nâbî merhum misalini sizler için açıklamayı iktiza ettim. 17. yüzyılın Nef'i merhumdan sonra en büyük şairi olan Nâbî'nin asıl adı "Yusuf" olup 1642 Urfa doğumludur. 24 yaşında İstanbul'a gelmiş ve 1712 de burada vefat etmiştir. "Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre.” Bu mısralar ile mahlasının teşekküllünü bir tür 'muamma' ile açıklamıştır. Arapçadaki "yok" karşılığı olan "nâ" ve Farîsi lisanında "yok" karşılığı olan "bî" kelimeleriyle muhteşem bir zekâ örneği göstererek iki yoktan bir var meydana gelir, o da benim demeye getiren bir ince düşünüş misali... Urfalı Yusuf Nâbî... Asıl bahsedecek olduğumuz konudan fazla uzaklaşmadan "hâl ehli" olan Nâbî'nin aslında Divan şairlerinin hiçte maddiyat için şiir yazmadıklarının göstergesi olan bir Gazeli ve hikayesini KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 27


sizlere anlatmaya çalışacağım. Çorlulu Ali Paşa... Dönemin devletlilerinden olup lüzum görülen bir sebep neticesinde evlatlarına sadece yüzlerce beyitlik şiir külliyatı bırakan merhum Nâbî'nin evini elinden alır. Bu hadise üzerine Nâbî; Çorlulu Ali Paşaya sitem makamında bir gazel yazar. Lakin bu gazel öyle sıradan bir gazel değildir. Bunu da Nâbîden sonra gelen şairlerin şu sözlerinden anlıyoruz. "— Keşke Nâbî'nin yüz tane evi olsaydı yüzüde yıkılaydı da edebiyatımız böyle muhteşem yüz gazele daha sahip olsaydı." demişlerdir. Sevgili dostlar gelecek olursak bu muntazam şiire... Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüzl

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 28


Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz Açıklama: Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da. Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest (sarhoş) olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var. Gönlü kırık olanın atıverdiği âh topunun nice büyük sultanların muhkem kalelerini yıktığını biliriz. Derd ehli olanların kırıklıkla döktükleri gözyaşlarının yaptığı seller önünde nice gösterişli kâşânelerin, mâlikânelerin yerle bir olduğunu biliriz. O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük. Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular) O elindeki –gururla kaldırıp kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük. İşte sevgili dostlar mütevaziliğin, samimi Müslüman olma edasının, 'hikemi' söz sahibi olma maarifetinin, zarafetin, dünya malına temeyyül etmeme sebâtının, bütün bunların yanında da sözü karşısındakini incitmeden dâhiyane bir üslûp ile kullanmanın nirvanası diyebileceğimiz bu mısraları okuyup hikayesini dinledikten sonra Nâbî ve onun gibi şairlere maddiyat için, samimiyetten uzak şiir yazıyorlardı demenin bir iftiradan öteye geçemeyeceğini görüyoruz. Siz de demez miydiniz "Keşke yüz evi olsaydı yüzü de yıkılsaydı da böyle yüz gazelimiz daha olsaydı." diye... KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 29


Nâbî merhumun mütevaziliğinin başka bir emaresini de şu beyitten anlıyoruz. "Tembe-hâki acz olan şebnem gibi üftadenin Cümleden evvel yeten hurşîd olur imdadına" Misali bu noktada çiy tanesinden eski adıyla şebnemden getiriyor, nasıl ki şebnem mütevazılıği ile 'acz' bir vaziyette toprağa yüzünü sürer, yerde sürünür işte onun bu tevazusuna mukabil herkesten önce sabah güneşi ona yetişir ve onu yedi kat göklere çıkarır. Gerçekten de öyle değil midir? Âdeta kartpostallara layık çiy taneleri o muhteşem güzelliğine rağmen tevazuyla yüzünü toprağa sürdüğü o sabahın erken saatlerinde güneş alıp onu göklere çıkartmaz mı? Tevazuu ve alçak gönüllü olmanın böyle basit bir misalle dile getirilip yolumuza ışık tutan hikmete sahip olması... Derecesi âli olsun...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 30


İz Fatma HAFIZOĞLU Istırap yüklü bir gemi gibi Yelken açtın uzaklara Geride kalan her ne varsa Teslim ettin rüzgâra Dalgalarını izledim peşi sıra Sularda bıraktığın izleri... Adını yazamadım kumsallara Ama haykırdım Ulu dağlara Ağaçlara, taşlara Yaprağa. Yosun tutsun anılarım Küllensin, yanan takvimlerin arasında Sayfa sayfa Karalansın iç çekişlerim Sigara dumanı misali üflensin ciğerimden Karışsın, donsun kara kış soğuğu sokaklara.. Dinle biraz dinle Artık nefes almıyor kalbim Duraklayışını dinle Çağırışını Her atışında Zerresinde, ruhuna varışını Dinle hiç duymamışsın Duymaz olmuşsun ya da Sevdaların âhını Dinle Sesi kesilmesin kulaklarından Terk edilmiş sevmelerin Canların.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 31


“Din-Edebiyat Bağlamında Bir Hasbihal” Röportaj: Aslı ÜNAL

Sohbetimize başlamadan önce kendinizi tanıtabilir misiniz? İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı anabilim dalı öğretim üyesi Seydi KİRAZ demekle yetinelim. Hocam din ile edebiyat arasında bir ilişki var mı? Elbette kuvvetli bir ilişki vardır. Dinin hayatı şekillendiren ve onu tanzim eden bir yönü vardır. Bu bakımdan din, sadece edebiyatı değil tüm yönleriyle hayatı kuşatmış, hayata hayat olmuştur. Dinin şekillendirdiği bu alanlar üzerinde belki durmakta fayda vardır. Fakat sorunun bağlamından kopmamak için din-edebiyat münasebetine devam edelim. İslam öncesi Türk toplumlarında sevinç ve üzüntülerini paylaşmak için ayinler düzenlemiştir: Sığır(dinî sürek avı) şölen (umumi ziyafetler) ve yuğ(matem). Bu törenlerde şaman-ozanların dilinden dökülenler, şiirin; sergilenen dramatik hareketler de tiyatronun ilk örnekleri olarak kabul edilir. Dinin tesiri başlangıçta sınırlıdır. İslamiyet’in kabulüyle bu, tekâmül eder, sistematik bir yapıya dönüşür. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 32


“Sistematik yapı” ifadesini biraz açabilir misiniz? Dinin esaslarının anlatılmasında edebiyat bir vasıta olmuştur. Edebiyatımızda bu maksatla dinî türler yazılmıştır: Muhtevası Allah olan tevhitler, münacatlar, esma-i hüsnalar; Hz. Peygamber’i anlatan naatlar, mevlitler, manzum hadisler, miraçnameler, hicretnameler; ölüm sonrasını anlatan mahşernameler; manzum ilmihaller, akaitnameler.... Bu türlere bakıldığında iman ve inanca ait esasların özellikle şiir diliyle anlatıldığı görülür. Bu durum adeta şairler için bir teamül haline gelmiş, asırlarca devam etmiştir. Sistematik yapı ibaresiyle bunu anlatmaya çalıştım. Peki tasavvuf bu yapının neresinde yer alır? Tasavvuf, dinî anlama ve yorumlama biçimi olarak değerlendirilebilir. Tasavvuf, dindendir; din değildir, dinin yerine konulamaz. Sufîler İslam’ın esaslarına bağlı kalarak yeni bir din dili geliştirmişlerdir. Hoca Ahmet Yesevi, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ile başlayan Yesevilik, Mevlevilik, Bektaşilik gibi tarikatlar asırlarca devam edegelmiştir. Bahsi geçen sufîler, edebiyatımızda ilk mutasavvıflar arasında zikredilmektedir. Bunlarla başlayan bu gelenek, hızla yayılmış, sevenleri kısa zamanda Anadolu coğrafyasının sınırlarını aşmıştır. Bu dönem Osmanlının kuruluş yıllarına rastlıyor, değil mi? Evet. Yukarıda sufîlere olan sevginin hızla yayılmasından söz etmiştik. Bunda dönemin sultanlarının da önemli payı vardı. Zira devrin yöneticileri, fakihler kadar mutasavvıflara da saygı duyuyorlardı. Nerede bir medrese yapmışlarsa yanı başında bir tekke, zaviye de inşa etmişler. Nitekim biri, dinin nazariyatını, ilmi yönünü öğretirken diğeri, ameli-uygulamaya dayalı olan kısmıyla daha çok ilgilenmiştir. Mutasavvıfların toplum tarafından kabul görmesinin bir başka nedeni de dönemin özellikleriyle ilgilidir. Siyasî istikrarsızlıklar, doğudan Moğol KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 33


istilası, batıdan Haçlı saldırıları... Bunların doğurduğu bunalım, korku ve hayal kırıklıkları, toplumu bir arayışa sürüklemiştir. Böyle bir atmosferde tarikatlar ve mutasavvıflar güvenli bir liman, huzur duyulan iklim olarak görülmüştür. Buralarda halka umut telkin edilmiş, hayatın hakikati anlatılarak felaketlerle baş etmenin yolu gösterilmiştir. Tasavvufun edebiyat üzerindeki etkisi hakkında ne söyleyebilirsiniz? Aslında tasavvufi metinler, dinin anlatılması, öğretilmesi ve perçinleşmesinde önemli bir rolü yerine getirmişlerdir. Bunlar arasında Hz. Ali cenkleri ile Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını anlatan Hamzanameler gibi menakıpnameler ilk akla gelen eserlerdir. Bunların yanında Muhammediye, Mevlid gibi Hz. Peygamber’i anlatan manzum eserler, Mesnevi, Bostan, Gülistan, Mantıku’t-Tayr gibi kıssadan hisse alma geleneğiyle kaleme alınan eser ve tercümelerde ideal Müslüman tipi tasvir edilmiştir. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 34


Tasavvufta bu, “insan-ı kamil” kavramıyla anlatılmıştır. Mesela Gülşehri’nin tercüme ettiği Mantıku’t-Tayr, görünüşte kuşların seyahatini anlatan bir eserdir. Fakat derinlemesine okunduğunda eserin aslında tasavvufi sembollerle yüklü olduğu görülür. Evet, eserde Kafdağı’na yapılan bir yolculuktan söz edilmektedir. Fakat bu yolculuk afaki değil enfüsidir, dışa değil içedir. Eserdeki yol metaforuyla insanın kemale erme serüveni anlatılır. Yolculuk sırasında aşılması gereken vadilerle nefsin mertebeleri; yolculuğunu yarım bırakan kuşlarla manevi gelişimini tamamlayamayan kişiler ve nihayet Kaf Dağı istiaresiyle de insan-ı kâmil derecesine ulaşılması, vuslata erişilmesi anlatılır. Tasavvuf bu açıdan az çok hemen her müellifin faydalandığı zengin bir kaynaktır. Günümüz insanına bu kaynağı nasıl ulaştırabiliriz? Gerçekten de cevaplandırılması kolay olmayan bir soru bu. Bununla beraber sanırım, şöyle sesli düşünebiliriz: Bu eserlerde sevgi, fedakârlık, diğerkâmlık (kendisinden çok başkalarını düşünmek), kul hakkı gibi evrensel değerler telkin edilmiş, sufîler ideal insan olarak sunulmuştur. Bugünün insanlarını bu erdemlerle buluşturmalıyız. Bunun için mutasavvıfların hayat öykülerini anlatan romanların sayısı daha da artırılabilir. Ortaöğretimde Mevlana, Yunus Emre gibi şairler, umumi müfredata kurban edilmeden dönemlik dersler haline getirilebilir. Üniversitelerde bu şahsiyetlerle ilgili kürsüler kurulabilir. Çağımız insanı için görsellik inkâr edilmeyecek bir realitedir. İnsanlara bu yolla ulaşılabilir. Türlü meziyetlerle donanan erenlerin hayatları tiyatro, dizi ya da sinemada canlandırılabilir.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 35


Kaldırımlarda Mihriban SARI Kaldırımlarda tükendi gençliğim. Kaç kadehe meze oldu hayallerim, Kaç gecenin âhını aldı gözyaşlarım bilmiyorum. Aldığım her nefese işleyen kokun Ömrümden bin bir baharı çaldı. Önce mavimi aldın benden Günümü, güneşimi kapkara eyledin. Saçlarıma dokundun sonra Yerine aklar bıraktın. Yüreğime işledin gözlerinin elasını Ben her ilmekte sana mühürlendim. Yardın bana Yaraydın. Aczimde sendin,takatimde. Cefamda sendin, sefamda. Celladımı sevda Kefenimi gelinlik belledim. Sen gelmedin, Ben toprağımı sen bildim. Onu bile sevdim.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 36


Buhran.... Esma YUKUŞ Günlerden pazartesiydi. Havada bir umutsuzluk bir karanlık bir mutsuzluk... Sebebi ne bilinmez... Ümitleri yok olup hayalleri yıkılan planları suya düşen bir insan gibiydi. Acaba pazartesi miydi çilekeş yapan bu günü yoksa hayat mı? Yoksa ben mi? Bilinmez... Bir yorgunluk halsizlik tükenmişlik bir yalnızlık var içimde bitip tükenmek bilmeyen. Neden bilmiyorum. Aslında bunu yapan insanlardı. Acımasız sığ düşünceli insanlar. Neden, neden, neden? Ah keşke, keşke bilsem cahillik? Menfaat? Amaçsızlık? “Değil mi anne? İnsanlar değil mi? Buna sebep olan,beni susmaya zorlayan. Konuşsana anne. O an gelmeyen cevapla anladım bu yüzden ben bu yüzden yalnızdım. Bunaldım yaşamak istiyorum ya da istemiyorum. Neden varlıkların en zalimi olarak geldim ki dünyaya? Doğaya zarar ver insana zarar ver hayvanlara zarar ver. Kadına şiddet, tecavüz... İnsanlıktan çıkıp insan olmak(!) nedir bu öfke. Bu bencillik niye? İnsan evladı temelsiz inşa olmak ister hep ama bilinir ki emeksiz bu mümkün değildir. Cahil cahildir... Kapı çalındı. Bir ses beni kendime getirdi. Başımı kaldırdığımda o ses üst kattan geliyordu... Vurma... Diyordu bir Kadın ve yine bir insan evladı insanlığı beğenmeyip vazgeçiyordu insanlıktan....

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 37


Yabancılaşıyorum Fatmanur NARTEKİN Yabancılaşıyorum. Her zaman ağlayarak kuruttuğum giysilerim benden başka Bir boşluğa takıldı kalem gitmiyor Silgi yazılmayanı silmiyor Aynalar dolusu cam kırıkları var torbamda Kalbimin her hücresinin yansıtamadığı bir ay karanlığı gibi Kağıtlar,faturalar,fişler Bir duvar ki çiçeklerden Yazdım yazılmadı Çizdim çizilmedi Ne yaptıysam gözlerime inci koyduramadım Şimdi mavi kefenleniyorum Kalkın uyanın Cenazeme bekliyorum Çünkü Yabancılaşıyorum...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 38


Zehir Hafiye Mehmet EKDİ İçeri gelen gayrimüslim tebaadan Luka'di. Luka casustu. Amacı Fehim paşaya bilgi satmaktı Luka uzun boylu zayıf ve üzerinde Alman frakı vardı. Fransa'nın ışıltılı şehirlerinden Londra'nın puslu şehirlerine kadar bilgi yayar,bilgi satardı. Asılnda casusluk ve hırsızlık aynı şeydi biri bilgi çalar diğeri ise mücevherat... Luka bilgisini sattığı kişi hakkında da bilgi edinirdi ki bu onun casusluk yaptıktan sonra ölmemesini sağlardı. Luka sadık yardımcısı Garo ile beraber samimiyetsiz bir şekilde saygıyla eğilerek geldi. Garo orta boylu fit üzerinde pejmurde bi takım vardı. Garo'nun Luka ile hayatının kesişmesi ise bir gün Luka'nın bilgi sattığı kişi tarafından esir alınıp Guantanamo'ya sürgüne gönderilecekken yolda ona rastlayan Garo onu kurtarmıştı. Luka ise ona başyardımcısı unvanını vererek onu en yakını olarak yanına soktu. Fehim Paşa, Fransız berjerinde oturup elmasını soyuyordu. Fehim paşa Osmanlı Hüdhüd teşkilatının serhafiyesiydi. Sultana yapılacak olan suikastı istihbaratı sayesinde sultanı kurtardığı için bu mevkie getirilmiştir.Fehim paşa serhafiyeliği gereği halkın içinde olmalıydı ancak göze batmamalıydı bu yüzden payitahtın göbeğinde ama harabe bir evdeydi. Gece vakti olduğu için payitahtın ışıl ışıl sokakları adeta Fehim paşa'nın mekanında ahenkli ve efsunkar bir hava katıyordu. Fehim Paşa'nın Sicilyalı yardımcısı Fredo yüzüne çarpan ışıklar ile hem gizemli duruyor hem de keskin bakışları ile de Luka ve Garo'nun başlarını yerden kaldırmamalarını sağlıyordu. Fredo Sicilyalıydı Fehim Paşa'nın yanına alma sebebi Fredo'nun babası payitahtta Ermeni komitacıların çıkaracağı isyanı yönetecekti. Fredo bunu öğrenip gece vakti evdeki ekmek bıçağını alıp vatanım için,milletim için diyerek babasını öldürdü ve isyanın çıkmasına mani oldu. Bunu duyan Fehim Paşa bir kaç liyakat testinden KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 39


sonra onu başyaveri olarak yanına aldı.Bu arada Fehim Paşa elmasından bir ısırık alıp: - Bu sefer ne getirdin Luka Tesso? Umarım dikkatimi celbeder. -Efendim, beni bilirsiniz sizin sadık uşağınız ve hizmetkarınızımdır. -Uzatma konuş. - Paşam Kürt aşiretler Osmanlı'ya karşı ayaklanacak ve Ruslarla birlikte Osmanlı'ya saldırmak için kudurmuş it gibi bekliyorlar. Fehim paşa elma yemeyi bırakıp ayağa kalktı zira büyük bir istihbarattı bu. - Doğru söylüyorsun değil mi Luka? - Tanrı adına,size kim yalan söyleyebilir? - Tekrar söylüyorum,seni altına boğarım ama yalansa seni o altınlarda boğarım. - Kesinlikle. Fehim Paşa güldü.Ciddi bir istihbarattı bu.1000 yıllık kardeşleri ihanet edecekti Sicilyalı Fredo'ya dönüp: - 2 kese altın ver. Fredo duraksayıp ardından Paşanın tekrar etmesiyle önlerine iki kese altın bırakıverdi.Onlar gecenin vermiş olduğu karanlıktan ötürü yerlere altın saçılmış olabileceği için yeri yokluyordu.Fehim paşa yüksek sesle araya girip,elmasını ve belindeki silahı gösterip: - İkisi arasındaki fark nedir bilir misin Luka? - Nedir efendim? - Ben de bilmiyorum Luka bunun için elmayı yemelisin. Luka elmadaki ısırık izini görünce zehirlenme korkusu olmadan rahatça yedi bu arada Fehim paşa araya girip: - Peki bu silahla farkı nedir bilir misin Luka? - Hayır efendim. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 40


- Anlamaman doğal dur sana öğreteyim. Dediği anda Fehim Paşa belindeki silahı alıp Luka'nın boğazına sıktı. Garo şaşkın şekilde yüzüne sıçrayan kan damlaları ile korkudan dili tutulmuşçasına yutkunmaya çalıştı,ilkinde yapamadı ikincisinde yutkunmayı başardı. Luka'nın ise boğazından kanlar fışkırarak yere yığılmasını ancak korku ve acı ile izliyordu. Ardından Fehim Paşa araya girip: - Şeref için ne gerekir? Ar, namus, sadakat gerekir.Peki şerefsize ne gerekir? Ben söyleyeyim.Benim kanlı adaletim gerekir.Şeref için çok şey gerekir lakin şerefsize tek kurşun yeter. Fehim paşanın sesi odada yankılanırken Garo ne diyeceğini şaşırmış vaziyette olanı izliyordu.Aslında herkes şaşkındı zira Fehim paşa kendine bilgi getiren kimseyi öldürmezdi.Ama olmuştu işte. Ardından Garo'nun kulağına sır verirmişçesine eğilip: -Ben ona yalan söylersen seni öldürürüm demiştim. Garo ecelin yaklaştığını hissetse gerek terler akıtarak,başı yerde Fehim paşayı dinliyordu.Çünkü Fehim paşa doğru söylüyordu. Luka'nın tek amacı Fehim paşadan alacağı altınlar ile bir daha payitahta gelmemek üzere kaç-maktı.Belki Fehim paşa bunu öğrenecek ama çok geç olacaktı.Ardından Fehim Paşa tespihini çeke çeke berjerine yayıldı Garo'ya sert bakış atarak: -Şimdi beni iyi dinle bu keseli al ve payitahtta istediğin yere git ve bu olanları anlat. Benim Kürt aşiretinden bir kardaşım vardır. Kimi zaman Ermeni dilenci olur acır para verirsin, kimi zaman Kürt aşiret reisi olur huzurunda saygıyla eğilir, kimi zaman Rus subayı olur ona selam verirsin. Ve herkese de ki kimse Abdülhamid'in hafiyesine yalan söyleyemez, söylese dahi Kaf dağlarının ardına dahi saklansa onu bulur kafasını kopartırım,şimdi çık ve burdan çıkmak için 5 saniyen var. Yıkıll. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 41


Garo harabe binada ayağına bir şey takılır da düşerim korkusu olmadan son hızıyla koştu Garo çıktığında Fredo gülerek: - Paşam bu adam korkudan küçük dilini yuttu, şimdi nasıl konuşacak? - Merak etme Fredo bu korkuyla lal olsa dahi konuşur. - Paşam lakin Hüdhüd teşkilatına sorgulatmadan onun yalancı olduğunu nasıl anladınız? -Fredocum bilir misin bilmem? Ben konuşurken insanların gözlerinin içine bakarım ki eğer yalan söylerse onları gözyuvalarının içinde esir alayım. Luka bana olayı anlatırken sağ yukarı doğru sürekli bakıyordu,bu bakmasının sebebi ise insanlar hayal kurarken veyahut kurmaca bir şey üreteceği vakit istemsizce sağ yukarı doğru bakardı zira beynin sağ lobu hayal kurmada daha maharetlidir. - Yüce İsa adına, Paşam ilminize, hafiyelik dehanıza hayran kalmamak elde değil. -Unutma Fredo onlar sadece casus biz ise Ulu Hakanımız, sahip-kıran efendimiz, Abdülhamid Han'ın casuslarıyız.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 42


Kadın Olmak... Emran KOYUNCU İnsan hayata gözlerini açtığı anda başlıyor yaşam savaşına... Her türlü ihtiyaçlarını anne yardımı ile karşılıyorsun. O da, sana olan sevgisinin göstergesi olarak her zaman destekçin. Ilk adımlarını atmaya başlayana kadar kucağındasın, yıllarca bıkıp usanmadan da yanında. Her ne kadar anne olsa da o aslında bir kadın. Bir insan olarak ne bekler? Kendisi için ne yapar? Karşısındaki insanlardan onu anlayan olur mu? Bütün çabası anne olmak değil aslında. O duyguyu tatmayan anne olamayan kadınlardan farkı yoktur. Anne olarak sorumlulukları çoktur sadece. Çocuğuna karşı, eşine karşı, ailesine karşı... O annedir, evlattır, gelindir, kız kardeştir, abladır.... Kadın olmak onun içinde bulunduğu bir durum. Toplumsal değerlerimiz var. Sorumluluklarımız. Ama biz kadınlar, kadın olarak daha çok bu yükün altındayız. Bütün sorun burada başlıyor. Mutsuz kadınlar, mutlu çocuklar yetiştiremez. Eğer bir kadın kalben ve ruhen huzurlu değilse sorunlu, problemli nesiller belirir. Çevre baskısı yüzünden yada yalnızlığını paylaşamadığı noktada kadın, kendini kısıtlar. Sorunlar ile tek başına mücadele etmeye çalışır. Gücü yettiğince... Ona hiç kimse duygularını sormaz. Bir kere dinlemezler. Kesin tanıyı koymuştur onlar. Kadın normal değildir. Bakış açıları değişmedikçe bu toplumun kanayan yarasıdır kadın olmak. İstenmeyen bir eş, istenmeyen bir gelin, istenmeyen bir evlat ve istenmeyen bir birey... Böyle davranılarak kişinin kendi içine kapanmasına sebep olurlar. Ve kadın artık bu dünya da fazla olduğunu düşünür. Bir çıkış yolu arar veya bir kaçış kapısı... Bunun böyle olmasına sebep olanlar bilmezler nasıl bir insanın hayatını zorlaştırdıklarını. Herkes yüreği kadar insandır. Kadınlar güçlü olmalı, mutlu olmalı.... KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 43


Bir şeyleri değiştirmek için önce kendimizden başlamalıyız... Kendimiz ne istiyorsak o yolda ilerlemeliyiz. Kadın ve anne olarak ben bunu başarabileceğimize inanıyorum. Allah'ın izniyle...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 44


Mevlana’nın Felsefesinde İnsaniyet Öğretisi Devrim AKTÜRK Vefatının 745. inci dönümünde büyüklüğü önünde birlikte eğildiğimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi H. 604 (M. 1207), yani Anadolulu Celaleddin Efendi’nin ne dillerin tarifesine, ne de fani ve dar gönüllerimizin sevgisine sığabilecek şahsiyetlerdendir. Onun dili dilsizliktir, yeri de yetersizliktir. Mevlana Celalettin-i Rumi hakiki bir alim ve mürşittir, hakiki bir insaniyetçi ve hakiki bir İnsan-ı Kamildir, hakiki bir ahlakçı ve vücudu mutlakın hakiki bir aşığıdır. Felsefik düşüncelerinin yanı sıra, Mevlana aynı zamanda fevkalade bir şair, bir hakim, bir mutasavvıf, bir arifi, bir filozof, bir sofilik, bir aşıklık ve müstesna bir dahiydi. Beşeriyet için meziyet ve fazilet olan her sahada kemalini göstermiştir. Turanda, İran’da, Hindistan’da, Şarkta, Garpta sözlerindeki cevherlerden kalplerin üzerine yüksek namını tebcil eden abideler dikmiştir. İran tasavvufî edebiyatının panteist olmak bakımından belki de en büyük ve kuvvetli temsilcisi sayabileceğimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi, günümüz İran’ın Belh Şehrinde dünyaya gelmiştir.Mevlana çok yüksek bir tahsil gördü. Asrının en büyük âlimlerinden en yüksek ilimleri okudu. Soyu sopu hep urefa ( irfan sahibi kimse) ve ulema olan Mevlâna’nın babası Sultanülulema BahaeddinülveledMehmediBelhî, mürebbisi: Seyid Sırdan Burhaneddin MuhakıkıTirmizî, müsahibi hem efkârı: MeşrıkıenvârŞemsüddin-i Tebrizî gibi her biri irfan âleminin en seçkin, en yüksek makamlarına yücelmiş olan değerli ve müstesna zatlardı. Mevlana aynı zamanda ‘‘Rabab’’a (telli bir çalgı) bir tel ilâve edecek kadar musiki fenninde de derin bir üstattı. Bulunduğu asrın taassubu içinde Ney, Çenk, Rabab, Tef çaldırarak manevî ve ruhani bir raks ile ibadet âlemi tesis etmek büyük bir inkılâptır. Nitekim gözlerde büyülen semazenlerdeki uyuşma, KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 45


bunun en büyük kanıtıdır. O yüzden Mevlana, yalnız kendi önünü aydınlatan bir ışık değildi. Bütün insaniyet âlemini aydınlatan, onlara nur şehrahları (onların büyüleri) açan bir ilim ziyası, bir irfan güneşi idi. Mevlana, insan kütlelerini parçalayan, insan ruhlarını zincirleyen, insan gönüllerini esir eden bütün bağları ve inananları bir tek varlığın ateşinde eritmek için yaşadı. Kendisi de o ateşte eriyerek ince bir varlık halinde kendinden sonra gelenlerin gönüllerine sindi. Cami, kilise, savma ve daha ne kadar tapınak varsa hepsini bir bir gördü. Hepsindeki insanları Bir’e tapınanlar halinde gösterdi. ‘‘Her peygamberin, her Velinin bir mesleği vardır. Fakat değimi ki hepsi, halkı hakka ulaştırıyor, birdir.’’ Mevlana öldüğü gün, ona ağlayanlar yalnız Müslümanlar değildi. Cenazesinde göz yaşı döken Müslümanların dışında da pek çoğu vardı. Çünkü Mevlana’nın en çok önem verdiği ilkeler sabır, kanaat, feragat, tahammül, maddi tutkulardan sıyrılmak, doğruluk… gibi ruha sükun, teslimiyet ve asillik veren ilkelerdir. Bu ilkelerin amacı, insanlar arasında renk, cins, ulus, zenginlik, güzellik, iktidar… itibariyle hiçbir hiyerarşi farkı gözetmemek, her var olan canlı ve cansız yaratığı, tanrısal varlığın bir maddi ve fani yansıması ve işareti olduğunu dikkate alarak hepsini sevmek, hepsini yüceltmek, hepsine karşı saygı duymaktan ibarettir. O yüzdendir ki, Mevlana 1273’te 69 yaşında vefat ederken herkes kendisini ‘‘Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol’’ sözüyle anmıştır. O yüzden Celaleddin-i Rumi’nin felsefesi, bütün insanlığı içine alan bir genişlikteydi. Orada yabancı yoktur. Herkes ilahi kaynaktan bol bol içebilir. Mevlana Hazretleri, 23 yaşında pederinin yerine Müderrisliğe başlamıştır. 57 yaşında bütün dünyanın dikkat ve alakasını çeken ve halen de çekmekte olan ‘‘Mesnevi’’ adlı ölümsüz eserinin ilk 18 beytini Hicri 622 senesi Recep ayının on KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 46


beşinci gününde tesadüf eden Berat Kandilinde yazmaya başlamış, Hicri 668 senesinde ikmal etmiştir. Fahreddün Attar, Mevlana Hazretleri’nin en değerli eseri olan ‘‘Divan-ı Kebir’’ de 97.700 ve ‘‘Mesnevi’’ adlı eserinde ise 25-26 bin küsur beydi olduğunu ifade etmiştir. Mevlana, ölüm gününü ‘‘Şeb-i Arus’’, yani düğün günü olarak belirtmiştir. Böylelikle insanın cismi şekilde yaşarken esir bir hayat sürdüğünün altını çizmiş, büyük bir düşünce oluşturmuş, ölümden korkulmayacağını, hatta ölecek kişinin bir gelin, bir damat gibi olduğunu, kavuşacağı sevgilisinin ise, cismen tarif edilmeyen ‘‘Aşıkların-Aşkı’’ “ALLAH (C.C)” olduğunun altını çizmiştir. Gençler ile bir araya geldiğinde ‘‘Beni toprakta aramayın, sevenlerin gönlünde arayın.’’ diyerek de, insanların kendisine hayran olmasını tekrardan sağlamıştır. Peygamberimiz (S.A.V)’in ‘‘Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin’’ hadisine uyarak da bütün eserlerinde dinimizin bir sevgi ve barış dini olduğunu, bütün insanlığın bir bütün olduğu gerçeğini anlatmaya çalışmıştır. İşte o yüzden onun eserleri bütün cihana yayılmış, bütün insanlık onu sevmiş ve benimsemiştir, dolayısıyla dünyanın her tarafından gelen canlarla türbesi dolup taşmaktadır. Esasen Mevlana, muayyen bir din ve milliyet sınırlarını çoktan aşmış bir zattır. Onun ideolojisi tenkitsiz bir hümanizmdir (İn-sancıl-İnsana dönük) denebilir. ‘‘Bu cihan fanidir, diye cihana hor bakma, zira hak, akıbet onu beka alemi yapar.’’ sözü; cemiyet, fert, vahdet bakımından ne derin bir hikmet felsefesidir. Ayrıca ‘‘Hırsı bırak, kendini boş yere harcama, şu toprak altında çırakta bir, ustada.’’ diyerek eşitlikten yana ve büyüklük taslanmasından sivri bir tavır takındığını öğrenmekteyiz. Mevlana’nın fikir ve felsefesinde hayat, vahdet, aşk esastır. Onun için fikirlerinde, sözlerinin nükte ve felsefesinde mucizeler yaratmıştır. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 47


‘‘Yunan filozoflarının hikmeti, nefsin ve havanın verdiği vesvesedir. Ehl-i İmanın hikmeti ise Peygamberin buyurduklarıdır.’’ diyerek felsefe ile tasavvufun ayrı ve bir birine aykırı olduğunu açıktan açığa söylüyor, yine o kaside de İbn-i Sina gibi bir dehayı, ‘‘Aklı sahibi için Manevi rahiyayı (güzel, hoş koku) Hazreti Ali’den ara. Ebu Ali’nin kokusu kerihtir.’’ demekten çekinmiyor. Ayrıca hep birlikten ve beraberlikten yana olan Mevlana Hazretleri, ‘‘Tatlı suyun başı kalabalık olur.’’ cümlesiyle birlikten ve beraberlikten bahsetmiştir. Mevlana hümanizm müessesesini 13’üncü asırda dünya çapında ölümden kurtaran adamdır. Onun büyük bir talihi vardır. En büyük Türk şairi Yunus Emre’ye fikirlerini aşılamış olması. Papa VI. Paul’un, Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri’ne maneviyatlarından ötürü şu sözü çok kıymetlidir: ‘‘İslam’ın büyük mütefekkir ve mutasavvıfı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin manevi huzurlarında bütün Hıristiyanlar namına hürmetle huşu ederek arz-ı tazimat eylerim.’’ Bizlerde, düşünce özgürlüğünü ‘‘O’’ndan, inanç özgürlüğünü ‘‘O’’ndan, sosyal riyayı nefsimizden korkmayı, olduğumuz gibi görünmeyi, ya da göründüğümüz gibi olmayı ‘‘O’’ndan öğrenmek için… Evet, Mevlana’ya göğe bakarken anarım…’’

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 48


Bir Yıl Daha Geçiyor Sevinsem Mi -Dövünsem Mi? Mahir ODABAŞ ‘’Çocuktum / Hep kardan adamlar süslerdi düşlerimi /Büyüdüm / Hep kandan adamlar oydular yüreğimi’’ Evet; çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlıkla devam eden bir hayat serüveni. Bu hayat yolculuğunda, gençler grup halinde, orta yaşlılar ikişer ikişer, ihtiyarlar ise teker teker yürürler. ‘ Gençliğin ihtiyarlığı kırk, ihtiyarlığın gençliği ise elli yaşıdır’ der büyüklerimiz. Buna göre herkes kendi durumunu görebilir. Biz belki farkında olmasak ta, zaman hızla geçiyor ve aynı zamanda gün günü aratıyor. Cahit Sıtkı’nın ifadesiyle; ‘ Zamanla nasıl değişiyor insan / Hangi resmime baksam ben değilim / Nerede o günler, o şevk, o heyecan / Bu güler yüzlü adam ben değilim / Yalandır kaygısız olduğum yalan...’ Efendim Eflatun’a sormuşlar. İnsanları nasıl görüyorsun? Hayret demiş; BİRİNCİSİ, insanlar çocukken birden büyümeyi istiyorlar. Birde bakıyorsunuz ki, büyüdükten sonra da keşke o eski günlerim bir geri gelse diye çocukluğunu özlüyorlar. Çünkü gençlik ilkbahar gibidir.Yaşlılık ise kışa benzer. Öyle bir kış ki, arkasından bir daha bahar gelmez. Geçenlerde emekli olacak bir arkadaş, ‘’Ahh… On beş yıl önceki zamanıma geri dönebilsem emekli ikramiyemin tamamını veririm’’ demişti. Bende parana yazık etme, nasıl olsa on beş yıl sonrasına geri geleceksin diye takılmıştım. İhtiyarlığında kendini yalnız bulan ve hastalıklarla boğuşan yaşlı bir amca, ‘ahh gençliğim geri gelse de yaşlılığın başıma neler açtığını bir şikayet etsem’ diye mırıldanmıştı. İKİNCİSİ, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya çalışıyorlar, birde bakıyorsunuz ki hiç yaşamamış gibi çekip gidiyorlar. Şairin dediği gibi, ‘Niceleri gelip neler istediler / Sonunda dünyayı terk edip gittiler / Sende hiç gitmeyecekmiş gibisin değimli / Ama o gidenlerde senin gibi idiler ‘ hesabı. Hayat güzel, akıbet ölüm olmasa…Galiba öyle, dün kim gitti, bugün kim gidecek? Acaba KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 49


yarın sıra nasıl takip edecek? ÜÇÜNCÜSÜ İSE, insanlar gençlik yıllarında para biriktirmek için hep sağlıktan kısıyorlar. Ama birde bakıyorsunuz ki; yaş kemale erip hastalıklar bir bir gelmeye başlayınca, şu ( şeker, böbrek, tansiyon, kanser vs.) hastalığım bir gitse tüm servetimi vermeye hazırım diyorlar. Öyle değil mi, ‘geleceği kazanmak için, şimdiden fedakarlık yapmak ticarettir ‘ felsefesi veya ekonomik nedenlerle muhannete muhtaç olmamak adına, fedakarlığı hep kendimizden yapıp, çoluk çocuğumuz rahat etsin niyetiyle gençlik yıllarında geceyi gündüze katarak çalışmaya gayret ederiz. Tabiri caizse sağlığımızı ikinci plana atarız. Taki yaş kemale erip, hastalıklar alenen ortaya çıkıncaya kadar…. O zaman da bir bakarsınız ki, iş işten geçmiş oluverir. O halde sen ne öneriyorsun bu insanlara diye Eflatun’a tekrar soruyorlar. Eflatun’da ‘’dünya da kendinizi sevdirmeye çalışmayınız. Ya sevilmeye bırakınız. Önemli olan çok şeylere sahip olmak değil, ihtiyaç halinde aradığını aradığın zaman bulabilmektir’’ diye cevap veriyor. Bu bağlamda, gençliğinde veya makam, mevki sahibi olup her türlü imkâna sahipken, hayatının son deminde kalabalıklar içerisinde şairin ifadesiyle, ‘’ Zamanla anlıyor insan / Etrafındaki korkunç ıssızlığın / Yar olsun, dost olsun, ne arıyorsun / Adresi belli mi vefasızlığın ’’ hesabı sahte dostların terk edilmişliğine uğrayıp, yalnız yaşayanların sayısı acaba ne kadar, biliyor muyuz? Eflatun’un önerisini, sivil savunma tedbirleri ile ilişkilendirmeye çalışırsak, ben size olası depremlere karşı evinizde ışıldak bulundurun derim, siz gider el feneri veya cep telefonunun lambalısını bulundurursunuz. Gece deprem olursa apartmanın dördüncü katından inerken size yol gösterir, cam kırıklarına basmamanıza vesile oluverir. Veya ben çadır bulundurun derim, siz gidersiniz beş metre naylon bulundurursunuz, deprem sonrası yağmur yağarsa sizi ıslanmaktan koruyuverir. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 50


Her ne kadar rahmetli babam nüfus cüzdanımı ilkokul son sınıfta alsa da, 01 Ocak en azından benim de resmi doğum günüm ve üzerinden; Bir yıl daha geçti Sevinsem mi? Yoksa dövünsem mi? Mazide acı tatlı hatıralar Atide meçhul bir zaman Biraz sonra başıma ne gelecek Bilmiyorum hiç bir zaman Yalnız bilinen bir gerçek var O da her saniye yaşlanıyorum Ve planlarımı alt üst edecek olan Ölüme bir adım daha yaklaşıyorum O halde söyler misiniz bana Ey sadık dostlar? Bir yıl daha geçti diye Nasıl sevineyim ben o zaman! Netice olarak, ’İnsanlar hangi limana ulaşmak istediğini biliyorlarsa, onlar için her rüzgâr uygundur’ (Senaca) sözünden hareketle, yeni yılda savaşların yerine barışın, fitne, fesadın, tefrikanın yerine dostluğun, kardeşliğin, hoşgörünün; afetlerin yerine, afiyetin gelmesi temennisi ile yeni yılınızı şimdiden en kalbi dileklerimle tebrik ediyorum… Nice yıllara…

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 51


Gider Yalçın SEVİM Kalbinde bulunan sözler, Bensizken bir hiçler, Bazen olmaz ya düşünceler, Hepsi birer birer gider... Bedenine hapsedilenler, Beni bugün yine bekler, Bazen sevdaya yenik düşer, Hepsi birer birer gider...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 52


Aşıklar Tepesi Selamet DARĞIN Oturuyorum aşıklar tepesinde. Aşkı arıyorum. Sende bıraktığım o muhteşem hissi. Sahi aşkım, Aşk nedir? Sen misin? Yoksa ben miyim? Yahut benliğimdekiler mi? Falezlerden boy uzanan mavi çarşafa dolandı bakışlarım. Bak. Bir kuş dolanıyor maviliğin mavi göğünde. Martı mı acaba? Hayır hayır. Bu başka tür bir kuş.Bilemedim cinsini. Fakat pek güzel. Kanatları mavilikleri yalıyor. Ah! Keşke sen olsaydın yanımda. Sen kesin bilirdin bu kuşun familyasını. Çok merak ettim. Yoksa sana hasretliğim değil gelişini, yanımda oluşunu düşlemem. Aaa! O uzaklardan görünen küçük karaltı... Bir gemi mi acaba? Belki de yaşlı ve tecrübeli bir balıkçı amcanın ekmek kavgası derdine balık avladığı bir sandaldır. Sahi ya. Balık avlama yasağı kalmış mıdır acaba? Çok severim hamsiyi. Ama şu mevsimlerini hiç tutamam aklımda. Ya da İstanbul'u merak edip uzak diyarlardan aşıklar şehri, yedi tepeyi tanımaya gelen turistlere Marmara'nın efsunlu kıyılarını tanıtan bir gezi vapurudur. Sen olsan tahminde bulunurdun. Hatta kesin şudur deyip benimle iddaya bile girerdin. Ve muhtemelen yine kazanırdın. İddialarını ve kazanıp beni sarmalarını özledim. Yoksa seni özlemelerim söz konusu bile değil. Aşıklar tepesi ıssız. Bir ben varım. Bir de göz hapsine aldığım mutlu ve aşk dolu bir aile. Anne küçük kızını almış kucağına, seviyor. Bizim kızımız olsaydı o anneden daha çok severdim inan. Baba da oğlunu eline tutuşturduğu boyundan büyük topla oynamasını seyredip arada taktik vererek futbol hakkında bilgi veriyor. Sahi sen hep derdin ya. "Oğlumuz olursa konuşmaya başlar başlamaz ona Fenerbahçe demeyi öğreteceğim. Yürümeye başladığı anda da futbol oynamayı öğreteceğim" diye. Ah ah! Sen baba olsaydın benim oğluma. Ne güzel olurdu çocuğumuz. Hep hayal kurardık seninle hatırladın mı? Doğacak KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 53


çocuklarımızın isimleri yüzünden kavga etmiştik Ben hiç unutmayacağım. Hiç olmamış şeyler yüzünden kavga etmelerimizi özledim.Sana hasretliğimle alakası yok. Hem sana hasret değilim. Özlemedim! Özlemem! Özleyemem! Sen gittiğinden beridir konuşuyorlar. Senli ve benli cümleler kuruyorlar. O cümlelerde artık biz yok! İkiye ayırdın bizi, ben ve sen yaptı. Gidişinle seni özlemelerimi yasakladın. Aşıklar tepesinde bıraktık bizliği. Bıraktın beni. Gitme vakti geldi. Güneş, eteklerini toplayıp kızıla boyadı maviliğin mavi göğünü. Laciverte hazırlık başladı. Yolum uzun biliyorsun. Acaba o mutlu aileden rica etsem beni de sığıştırırlar mı mutluluklarının bir köşesine.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 54


Şehre Bürünmüş Yüce Servet ÖZAKAN Ey şehre bürünmüş yüce Esir bıraktın kendine Durağın yoktu, kuşun kanadından özge Geldim kendi gölgeme Her yüreğin bir kanadı vardır diye Yüreğindeki şehir hasret göğe Onca yürek yandı, hepsi sade Bürünmüş kara renge Nerdeyse gök değecek yere Bâkî kalacak tek renge egemen Yapma! Kafandan uydurma kendine hayal Çık bağır sahip çık görünmeyen yüze Oda senin gibi sade Hep sallandı bulunun karanlık yüzünde Bu şehri gizlediğin kuşlardan Sana geliyor bulutlar her yönden Bak esir oldu bunca binaya uzaktan Ey şehre bürünmüş yüce Kalk kendine gel, sahip çık gölgendeki güce Bürünmüş şehre garip bir köle

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 55


Doğru Mu? Yanlış Mı? Kâzım Emre AĞRALI Fotoğraf: Hakan Nergisli Ben şimdi, Yanlış yolda Yanlış yolda Doğru yolda Doğru yolda

yanlış şeyler mi yapıyorum? doğru şeyler mi yapıyorum? yanlış şeyler mi yapıyorum? doğru şeyler mi yapıyorum?

Bir yanlışla kaç günüm kedere bürünür? Bir yanlış ilmek için kaç sıra örgü sökülür? Doğruyu bilmek için kaç gün görülür? Bu doğru ve yanılışın oyunu, Bu kızıl gök altında bir çağ bozumu, Peki sen doğrusun da, Gittiğin yol doğru mu?

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 56


ANNEM... Emran KOYUNCU Ilk adımlar seninle... Emek verdin yıllar boyu, Kendine bakmaksızın. Ocak tütmüyor anne. Babam ağlıyor, yüzü gülmüyor. Resimlerin duvarları süslüyor. Evde sesin, nefesin yok... Ben çağırıyorum şimdi, Akşam ezanı okundu. Ve sofra hazır, "Haydi gel anne"... Gelemezsin... Çünkü gidenlerin gelmediği... Cennetindesin...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 57


Kaç Zamandır Ali KÖSE Kaç zamandır ağır bir gece düşmüş üstüme, Kaç zamandır saat gecenin üçü, Kaç zamandır güneş doğmaz pencereme, Bilmem kaç zamandır. Şimdilerde daha bir fazla geliyor aklıma sancılarım, Ne deli sevmişim meğer, Ne deli unutmuşum, Şimdilerde inan daha fazla geliyor aklıma. Bir kampüs akşamı bendeki yerin, Oturup çimenler üstünde söylediğimiz o türkü, Hatırına oynadığım o Ankara havası… Kaç zamandır yarımlarım daha bir eksik, Ve ben en çok ‘Yarım’ şiirimi sevdim, Belli ki; en çok sende yarım kaldığım için. Söylemeden edemeyeceğim: Ne zaman acemi gönlüme biri düşse, Sana dünüyorum hep, içimde kırk bin kelimeyle, Ne zaman gözüme bir göz değse…

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 58


Sessiz Haykırışlar Banu YURTSEVER Sessiz haykırışlar boğar bazen kelimelerini....Gözlere devreder tüm harfleri ve melodiye tüm geçmişini.... Bir "an"a gider ve hapsolursun mutluluk adına tüm duygularına... Alışamadan alıştım demeyi öğrenirsin hece hece.... Anılar mı ? Anılar ise bir bilmece... Peki göz pınarlarında kuruyan, akmayı unutmuş kendini hıçkırıklara gizleyen yaşlara ne demeli?... Nefesinin söyleyemediklerin adedince kesilmesinin karşılığı hangi sözlükte bulur yitirilen anlamını? Sahi,bir bakış yeter mi tüm geçmişi önüne sermeye ...? Resimlere değen hissiyatın soyut bakışı ,ulaşır mı somut bedenlere ? Peki kalp ne kadar sabit atar bir hayatta takılı kalmak suretiyle de olsa?... Ya peki her atış bir ok saplıyorsa tam da ruhuna, Veda edilemeyen onca anıya?.... Bir insan kaç kere aynı şeye ab-ı hayat hakkı sunar? Dinmeyen anılara kaç hayat yeter? Sahi bölünmüş bir kalp nasıl küllerinden doğar? Sözcükler,simgeler küçülürken büyür duygular... Ya peki en ince sızı nerededir hayatta, Hangi hayalde bırakmıştır tüm gerçekliğini.?... Cism-i ruhun sonunu tahayyül edebildiğini Kaç kere daha tekrarlayabilir? KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 59


Bir girye ne kadar içten akar gönüllere?... Hayalin gerçekliği kadar gerçek olmak surette... Peki insan neden bu denli acıya muhtaç yeşertir çiçeklerini? Ve de geçmişe hasret büyütür çiçeklerini ?... Kalbin küçüklüğüne sığmak ister ya vücudun bazen. Bir bülbül titrekliğinde sığınır, Bir serçe boyutunda kaybolursun Kayıp olursun Bilinmez olursun ...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 60


Dünya Sürgünü Büşra DAŞDİBEK Yorgunum Adımlarım sürünmekte İnce çizgiler kovalıyor beni Kat ettiğim yollar boyu Dünya bir uzun metre Ölçer dayanıklılığımı Buralar güzel Dağlar mavi Ova yeşil Kuşlar renkli Hüznüm, bu cenneti yalnız dolaşmaktan Eskitiyor insanı Zamana meydan okuyup her sabah erkenden Akşamına yenilmek . Hırsla batırıp tırnaklarımızı Dünya batağına Kazıyoruz Birkaç umut hasadı için Önümüzdeki kışa Bir değneğim bile yok, yorulunca... “Durma koş! Durma koş!” -Yetişemezsin akşam azarınaBazı soğuk öyle vurur suratımıza Dövülmeye aldırmaz Güneşi düşleriz Etrafımızda tutmak için Kendimizi yaktığımız sıcağı KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 61


Param geçmez Dilim konuşulmaz ülkede Yüzüm yabancı Sanki komşu devletlere bile Çıkımız tâ ezelden heybemizde Sabrımla taşıyorum haddimden Ne düşerse öğünümüze Katık ettik hasretini Biliyorum, Bitmez bu iltica göçmeden.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 62


Kozlu’ da Doğmuşum Emre Vehbi ALKAN -ŞİİRBAZKozlu’ da doğmuşum Saymayı öğrenmişim, sünnet olmuşum Babamın dediği gibi yani, Bende adam olmuşum. Koynuma alıp yeni pabuçlarımı Rüyalara dalmışım Pamuk prensesle uyumuşum Tahta üstüne tahtalar koyup Büyükçe kaleler kurmuşum Bir bardak süt için ağlamışım Anamın masa örtülerini çalıp Karların üstünde kaymışım Örtü yırtıldı diye beş kardeşle tanışmışım Sokak aralarında uçurtma uçurmuşum Kedi kovalamışım Çelik çomak oynamışım Saklambaç oynamışım da Kadere ebelenmişim İçmediğim halde İçenlere izmarit toplamışım Kahvehanelere girip Gazoz kapakları toplamışım. Bir kapak için kafaları yarmışım. Sonra büyümüşüm Delikanlı olmuşum Tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm Duvarlara yazılar yazıp Bekçilerden kaçmışım Nezaretlerde yatmışım Coplarla tanışmış KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 63


Sırtımdaki morluklara, gülmüşüm Aşık olmuşum sonra Şiirler yazmışım Sevdiğim için dayaklar atmış Dayaklar yemişim Martlara sevdalanmışım Deniz kıyılarında yatmışım Karadeniz’de gemiler yakmışım İçmişim, sarhoş gezmişim Avare mavare olmuşum Hüzünlerle dolmuşum Evlenmişim velhasıl Mavi kızla tanışmışım Çocuk için alevken Demreyle tanışmışım Altı yıl sonra baba olmuşum Öyle olmuşum, böyle olmuşum Sonunda bende Şiirbaz olmuşum …

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 64


Senden Kalan Kübra TÜRE Naftalin kokulu sandığı açtım. Güneşten bir tutam,gökyüzünden bir tutam, Hayallerinden, sevginden, umudundan, Şarkılarından,geçmişinden,geleceğinden, Aşklarından bir tutam koyduğun defteri buldum. Bana bu defteri vereli yıllar olmuştu. Bu defterle birlikte sana verdiğim sözü tutuyorum. Öldüğüm gün aç demiştin ya, Keşke diyemeden susturmuştu anılar, Kalbim tamamladı keşke burda olsaydın diye, Sayfanın birinde şöyle yazıyordu, Bir dolunay akşamıydı sen çıktın karşıma , Ben sana bakakaldım ve sen gittin. Seni bir daha görebileyim diye günlerce, Aylarca dua ettim ve o gün... O gün işte yağmur yağıyordu hani, Elinde şemsiye yoktu ellerini açmıştın, Yağmurda sırılsıklam oluyordun, Ben de sana sırılsıklam aşık olmuştum. Uzaktan uzağa seni yaşadığım kız, Yağmur sustu ve sen gittin. Sen gittin ya az önce çalan şarkı sustu . Sen benim en güzel şarkımdım o gün anladım. Ben yine bitmiştim, Senin her gidişin benim bitişim oluyordu. Karar verdim o gün, Eğer bir gün seni bir yerde görürsem bu sefer gitme, Yine gidersen bu çaresiz kalbim, Dayanamaz artık sensizliğe diyeceğim. Güneş doğdu, battı, KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 65


Yağmur hıçkırıkları ile boğuldu, Sen gelmedin. Papatyalar sevdi demişti halbuki, Sen hiç bilmezsin, Sana göre ilk tanıştığımız benim üçüncü kere aşık oluşumdu. O günden sonra hayalleri gülüşünde olan kız, Gidişine izin veremezdim, Bu düpedüz intihardı, Bilirsin intihar büyük günahtı. Olurda bir gün gidersem, Bu defteri açıp beni mutlu hatırla. Beni seven biri vardı dersin. Yazmıştı ve ben o adamı ilk gördüğüm günden beri hâlâ çok seviyordum. Buluşmak üzere sevgili.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 66


Sen Muhammet Cahit KAYA Özlemeyi resmetmiş karanlık gün sonunda. Dolunayın bu gece denizdeki aksi sen. Bu geceye nasipmiş aşktan ödün sonunda Gerçi her gece böyle gittiğinden beri sen. Uzakta ne işi var özledim diyenlerin Yanıbaşında olmak zorunda sevdiğinin Bilirim elbet ama bir cilvesi kaderin Gönlümü yakan hasret, tüten ise sâfi sen Ey sen ki şuh gözlerin gözlerime birer kor Sen ki tüm yeminlerim sözlerinle bitiyor Gözüm açık gördüğüm rüyaları hayra yor Aynalara bakınca gördüklerim dahi sen.

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 67


15 Aralık Cuma Nadide TUĞ Kadın son bir kez konuşmak istiyordu. Evet evet karar vermişti, konuşacaktı. Hatta hemen şu anda konuşmak istiyordu ama mantığı yarın konuşmanın daha uygun olacağını söyledi. Oysaki mantık nereden bilebilirdi ki zamanın geç kalacağını. Kadın yarın ne giyeceğini düşündü hemen, en sevdiği ojesini bile sürdü. mutlu hissediyordu. Adamla konuşma düşüncesi bile yaşadığını hissettirmişti. Çünkü onu görecek, konuşacak, sesini dinleyecek hatta sarılacaktı. Erkenden yatağına girdi. Beyni sürekli yarın kullanacağı cümleleri tekrarlıyor, kalbi masum masum gülümsüyordu. Ama bir huzursuzluk da vardı. Hayır huzursuzluk değil, tuhaf bir korku; ya yarın gitmiş olursa? Bir an bu his kalbini ele geçirdi. Bütün hisleri uyuşturucu gibi benliğini sardı ve yavaş yavaş uyudu. Alarmının sesiyle uyandığında saat 8.00'di. Ama hala cümleleri tekrarlıyordu kendine. Büyük bir umutla kalktı, giyindi, saçlarını yaptı, birazdan kirpiklerinin ıslaklığıyla akacak olan rimelini sürdü. Kırmızı ruju yerine hafif renkli rujunu tercih etti. Telefonunu eline aldı ve tekli koltuğuna hafifçe oturdu, derin bir nefes aldı. Çünkü sıra mesaj atmaya gelmişti. Bugün kendisiyle konuşmak istediğini yazdı. Aslında korkarak tahmin ettiği ama inanmak istemediği cevap geldi; gidiyordu, Ankara'daydı. Nasıl bu kadar derin hissedebildiğine kendi bile inanamadı. Engel olamadığı gözyaşlarını sildi. Dışarı çıkmak için montunu giydi ve çantasını aldı. Kulaklığını taktı, kendisini soğuk havanın nefesine bıraktı. Ve Kadın, Adam'la konuşmak istediği her şeyi rüzgara söyledi, içinde çığlıklarla. Geç kalmıştı, yapmak istediği her şeyi anında yapmalıydı.Zaman yine oyun oynamıştı ve kazanmıştı. Her şeye rağmen gülümsedi ve hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti. KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 68


Değişebilirim Ben Ömer Canani ÜNAL Değişebilirim ben! Tüm pişmanlıklarımdan soyunup tek çırpıda avuçlayabilirim bütün hayal kırıklıklarımı... Hem deniz hiç mi hata yapmaz ? Hiç mi esirgemez uslanmaz dalgasını ona kucak açan kumlar ülkesinden ? Olsun! Değişebilir deniz ! Tıpkı ben gibi Tıpkı uslanmaz ben gibi.. Dertli martı vaz mı geçmişe benziyor kaderinde yazılı simit tanesinden ? Sanmam ! Tek suçu, kanat çırpmayı bilmemesiydi oysa Ama değişebilirim ben ! Tıpkı dertli martı gibi Tıpkı kaderine hasıl simit tanesi gibi...

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 69


Gurbet Rukiye ŞAHİN Herkesin saklandığı bir yer Kovalarken dünyayı Kimisi sevdiğinden Kimi sevildiğinden ayrı Biliyorum dünyanın iklimi bu Kokluyorum hava hasretle dolu Kimisi yakınken uzak Kimisi uzakken yakın Beklemenin anlamına erenler Ancak onlar bilir Sabır dik bir yokuş ve teslim oluştur Çölde arayan gökte bulur Seni uzaklara adadım Şimdi bir gölgelik gibi Üstüne çökerse hayalim Bil ki kabuslardan Allaha sığınıyorum Ellerim başımın üstünde Kendi derdine yanmakla meşgul Uzaklara bir yerlere savrulup Rüzgarlarla haber yolluyorum…

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 70


Duyarlılıkla Değişen Hayat Esra YAZICI Daha iki gün önce uyarmıştı oysaki bu kadınları, ama şu an gördüğü kadarıyla uyarısı hiçbir işe yaramamıştı Esma Hoca’nın. Öksüz, hiç- kimseye kötülüğü olmayan Ali’yi çekmişler marketin yanına, yüksek sesle azarlıyorlardı yine. Zavallı Ali de onlardan korktuğu için konuşmuyor, her zaman ki gibi tek yaptığı, yere bakıp ağlamak oluyordu. Esma Hoca da dayanamayıp onların yanına giderek Ali’yi yanına almıştı ve kadınlara dönüp;” Yine ne istiyorsunuz çocuktan, görmüyor musunuz nasıl korktuğunu yavrunun?” demişti kızgınlıkla. Kadınlardan şişman ve esmer olan öne atılıp ‘’Ama hoca hanım ,çocuk gelip para vermeden meyve alıp kaçıyordu yakalamasak, hep böyle olmaz ki, siz de her zaman koruyorsunuz ama değişen bir şey olmuyor bakın “ diyerek Ali’yi tekrar yanına çekmeye çalışmıştı ama Esma hoca buna izin vermemişti… “Çocuğun durumunu biliyorsunuz annesi bir yıl önce öldü, ayrıca siz de annesiniz nasıl böyle davranıyorsunuz çocuğa” diyerek kadınların yanından uzaklaştırmıştı Ali’yi ,Esma hoca. Sarışın ve diğerine göre uzun olan kadın dayanamayıp “ Sizin de sürekli çocuklara yardım etmeniz göz yaşartıyor hoca hanım, çok istiyorsanız gidin evlenin, sizin olmayan çocukla bu kadar ilgilenmeniz hem de evine kadar girmeniz, varsa bir şey bilelim yani’’ diyerek etraftaki komşuların da oraya bakmasını sağlamıştı. Sarışın kadına bakanlar arasında Esma Hoca ve öksüz olan Ali de vardı. Ali artık ağlamayı bırakmış etraftakilerin ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Esma hoca ise ilk defa böyle bir iftiraya uğradığından dolayı çok şaşırmıştı ve o an ne diyeceğini bilemedi mahalledeki insanlara. Çocuğun durumunu anlatsa etraftaki insanların bu sefer ona acıyarak bakmasını istemezdi, kadınlara KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 71


laf anlatsa bu sefer de konu uzardı ve Ali duruma daha çok üzülebilirdi. Bu yüzden kendisi susmayı tercih etmişti ama o an ‘’Evli ya da bekar olması sizi neden ilgilendiriyor hanımefendi, burda önemli olan çocuğun psikolojisi” diye bir ses duymuştu etrafından. Kimin söylediğini merak etmişti, çevresine baktığında ise sağ tarafında kalan, yanında bavulu ve elinde dosya olan bir adam, laf söyleyen kadınlara bakıyordu kendisinin aksine. İlk defa görüyordu mahallede bu adamı Esma hoca. Bu duruma hem şaşırmış hem de adam sessiz kalmadığı için gurur duymuştu. Sonuçta ne kendisini ne de Ali’yi tanıyordu, bir şey demeyip gidebilirdi de. Esma hoca gibi mahallede bulunanlar da şaşırmıştı adamın öyle demesine, “ Siz de kimsiniz, nasıl da bilmediğiniz işlere karışıyorsunuz?” diyerek altta kalmayıp cevap vermişti sarışın kadın. Sinirlenmişti tanımadığı bir adam tarafından küçük düşürülmeye. Yabancı olan adam ise rahat bir tavırla kadına “Peki ,siz çocuğun neyi oluyorsunuz, madem siz yardım etmiyorsunuz o zaman da başkalarının yardım etmesini engellemenize hakkınız yok, ayrıca durum ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı psikolojiden önemli olamaz” demiş ve Esma hoca ile Ali’nin yanına doğru yürümüştü. Ali’nin başını okşayıp adını sormuştu ama cevap alamamıştı çocuktan. Esma hoca onun yerine cevap vermişti adama. Adam Esma hocaya tebessüm edip tekrar çocuğa dönmüştü “ Benim adım da Yakup, belki sonra konuşuruz Ali” demişti ama yine bir cevap alamamıştı. Etraftaki insanlar yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı artık, Esma Hoca ise bu sırada “ Burada mı oturuyorsunuz, daha önce görmemiştim sizi?” diye sormuştu adının Yakup olduğu adama… “Evet, yeni taşındım buraya, birkaç eşyam kalmıştı onları tamamladım, ayrıca mahalledeki okulun yeni matematik KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 72


öğretmeniyim, adım‘’Yakup” diyerek kendini tanıtmış ve elini uzatmıştı Esma hocaya. Yakup Hocanın elini sıkarak “ Mahalleye hoş geldiniz Yakup hocam ,bende Esma, türkçe öğretmeniyim” diyerek kendisini tanıttı. Ali ise ilk defa gördüğü için Yakup hocaya dikkatlice bakıyordu. ..Akşama doğru Esma hoca, yaptığı yemekle Ali’nin evine gidip; hem yemek vermişti hem de Ali’nin babasının durumuna bakmıştı. Evine doğru yol alırken köşedeki eczanenin orada bugün tanıştığı Yakup hoca ile karşılaşmıştı. Yakup hoca ise Esma hocanın bu kadar duyarlı olmasına şaşırmıştı aslında, evet kendisi de yardım ederdi etrafında ki insanlara, ama bu kadar ilgili olamam belkide diye düşündü… Ali ile kendisi de ilgilenmek istemişti, bu yüzden Esma Hoca ile konuşup evine gitmişti. O günden sonra artık Ali’nin iki hocası vardı. Günler geçip giderken hocadan daha çok anne- baba gibi yakın hissediyordu Ali kendine… Yakup hoca da ileriki günlerde öğrenmişti Ali’nin babasının kanser olup yatağa bağımlı olduğunu, hatta babasının tedavileri için o da Esma hoca gibi katkıda bulunmuştu. Haftalar sonra Ali’den, Esma hocanın eskisi kadar sık gelmediğini öğrenmişti .Yakup hoca, kendisi de bu son zamanlarda ne mahallede ne de okul da görmüştü onu. İzinli olsa belki ama durup dururken haber vermemesini garipsemişti meslektaşının. Evine gidip halini hatırını sormak istedi, bu yüzden okul dönüşü ona uğramıştı. Ama kapıyı açan olmadı, içerden de ses gelmiyordu. Pencerelere baktığı sırada bir pencerenin açık olduğunu gördü, aklına gelen fikirle yanlış anlaşılabilirdi ama öğrenmek için başka şansıda yoktu o an. Pencereden girip Esma hocayı aradı, evde yoktu, ta ki oturma odasına bakana dek. Esma hoca yerde baygın bir şekilde yatıyordu, gidip kaldırmaya çalıştı ama o an nabzının atmadığını fark etti. Yakup KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 73


hoca hemen ambulansı arayıp adresi verdi. Hastaneye gittiklerin de çok geçti artık Esma hoca için. Ne olduğunu anlamayan Yakup hoca doktorlarla konuştuğunda; aslında Esma hocanın beynin de tümör olduğunu ama ameliyatı reddettiğini öğrenmişti. Duruma hem şaşıran hem de üzülen Yakup hoca girişte Ali’yi fark etti. Neden burada olduğunu öğrendiğinde ise gözyaşlarına hakim olamadı. Esma hocanın organ dokusu Ali’nin babasıyla uyuşuyordu ve nakledilsin diye Esma Hoca kağıt imzalamıştı. Aradan geçen aylar için de Ali de gerçeği öğrenmiş, her ay Esma hocasını ziyaret edip çiçekler bırakıyordu mezarına, babasının durumu da iyiye gidiyordu artık, bundan dolayıda mutluydu. Epey yıllar sonra ise çok çalışıp, tedavilerini karşılayamayan hastalar için sağlık kurumu açtı adına “ESMA YILMAZ SAĞLIK KURUMU”adını verdi…

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 74


Sokak Lambası ve Yalnızlık İlker YILMAZ

KÜNYE E DERGİ… OCAK – ŞUBAT 2019… SAYI:1

Sayfa 75


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.