KÜNYE EDEBİYAT E DERGİ YIL:1 SAYI:2

Page 1

YIL: 1 SAYI: 2 NİSAN – MAYIS 2019

• • • • • • • • • •

ÇAĞATAY KILIÇ FATMA HAFİZOĞLU CAVİT ÇARKI RUKİYE ŞAHİN AYDIN DERTLİ AYŞE KARACA BANU YURTSEVER RAMAZAN YANAR KERİM POLAT PINAR KÖSE

• • • • • • • • • •

BU SAYIMIZDA: HALİT YILDIRIM DEVRİM AKTÜRK DİLŞAD KAYA EMRAN KOYUNCU EMRE VEHBİ ALKAN ESRA YAZICI FATİH BİÇİCİ YALÇIN SEVİM YUSUF YILMAZ SERVAN ERDİNÇ

• • • • • • • • •

FATMANUR NARTEKİN KENAN KERİMĞLU KÖKSAL DEMİR NAZLI KÜBRA ÇEVİK KÜBRA TÜRE MAHİR ODABAŞI MEDİNE KAZAR MELTEM KESKİN OKAY OĞUZHAN


KÜNYEMİZ KÜNYE EDEBİYAT E DERGİ Süreli Yayın (2 Aylık) İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Hasan AKBAL hasanakbal19@gmail.com Yayın Danışmanı: Halit YILDIRIM halityildirim@msn.com Editör: Nurgül AKBAL Yayın Kurulu: Büşra DAŞDİBEK Tuba KAN Ramazan YANAR Recep POLAT Sema ALTINAY Sosyal Medya Danışmanı Aslı ÜNAL Kapak Fotografları Burcu SOYUPAK Okuma - Düşünce Satı KILIÇ Menşure TOKMAK Hukuk Danışmanı: Av. Yunus AVCI www.mafdarhukuk.com © Künye Edebiyat E Dergi Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Künye Edebiyat E Dergi’in isim ve yayın hakları saklıdır. Künye Edebiyat E Dergi'de yayımlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı yayıncılarca saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Ücretsiz ve Kar Amacı Gütmez... DERGİYE YAZI GÖNDERMEK İÇİN: kunyeedebiyat@hotmail.com SOSYAL MEDYADA BİZ: www.instagram.com/kunyeedebiyat www.facebook.com/kunyeedebiyat www.twitter.com/kunyeedebiyat BLOGUMUZ www.kunyeedebiyat.blogspot.com

İÇİNDEKİLER KÜNYE 1 ÇAĞATAY KILIÇ 1 GÜNEŞE UÇMAK İSTEYEN KARTAL: BAHAETTİN KARAKOÇ 2 FATMA HAFİZOĞLU ERGEN EDEBİYATI NEREYE GİDİYOR? 7 HALİT YILDIRIM MÜLTECİ 12 RUKİYE ŞAHİN NİLÜFER ZONTUL AKTAŞ İLE RÖPOTAJ 13 (Hasan Akbal & Halit Yıldırım) GÖĞE TAKILAN UÇURTMA 19 AYDIN DERTLİ AYRIK OTUM (1) 20 AYŞE KARACA AYİNE-İ KALP 21 BANU YURTSEVER UZAKTAN BAKIYORSUN GÖZLERİME 22 CAVİT ÇARKI BİR MİLLET, İKİ DEVLET PAKİSTAN-TÜRKİYE 23 DEVRİM AKTÜRK BAVUL 25 DİLŞAD KAYA HAYAT 26 EMRAN KOYUNCU BEN SENİ KOCAMAN BİR YÜREKLE SEVDİM 27 EMRE VEHBİ ALKAN ANLIK YAŞAMAK MI YOKSA KALICI OLMAK MI? 29 ESRA YAZICI MUTLU BİR ÖMÜR İÇİN 300 FATİH BİÇİCİ YABANCILAŞIYORUM 31 FATMANUR NARTEKİN ÖMRÜMÜ ÇALIYOR YILLAR SESSİZCE 32 KENAN KERİMOĞLU SERBEST CAN EKONOMİSİ 33 KÖKSAL DEMİR UMUTSUZ VAKA 334 NAZLI KÜBRA ÇEVİK BENDEKİ SEN 35 KÜBRA TÜRE TABAKTA KALAN BİR PİRİNÇ TANESİNDEN NE OLUR! 36 MAHİR ODABAŞI BİR GECE YARISI 38 MEDİNE KAZAR UNUTMAYANLARIZ! 39 MELTEM KESKİN BİZLİK BOZLUK, ELİMİZDE KOZLUK 40 OKAY OĞUZHAN KÖMÜR KARASI KAŞLARINA ÇİZDİĞİM 41 PINAR KÖSE BEYAZ CENNET 42 SERVAN ERDİNÇ AŞK’IN DUASI 43 YALÇIN SEVİM / SEVİMLİ ŞAİR DÜŞ 44 YUSUF YILMAZ MAZİDEN HALE HALDEN İSTİKBALE: KADİM EDEBİYAT 46 RAMAZAN YANAR GENÇTİM 52 KERİM POLAT 52

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 1


KÜNYE ÇAĞATAY KILIÇ

Hayatlardı çakmaktan çıkan ateş Kimi zaman aydınlatan Kimi zaman yandıkça yandıran Sönerse karanlık için kayıpsın Cenneneme gitmeden yanan cisim Beden ceset olmadan toprak anına Ulaşmaz mı KÜNYE’mdeki kan grubu?

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 1


GÜNEŞE UÇMAK İSTEYEN KARTAL: BAHAETTİN KARAKOÇ FATMA HAFİZOĞLU Sevmek, bilmektir demişler. Kim demiş bilmem ama sevmek, anlamaktır. Bir yerde okumuştum, diyordu ki: “Bir kaktüsü sevmek, ona her gün su vermek demek değildir. Çünkü kaktüsün suya ihtiyacı çok azdır. Her gün su verirsek eğer, bir zaman sonra çürümeye başlar ve sevgimiz, Kaktüsü öldürür.” Dolayısıyla sevmek, anlamaktır sevdiğinin dilinden, halinden... Neye ihtiyacı var, bilmektir. ‘Çok seviyorum’ diyerek sadece kuru laf etmek de değildir. Yani uzun lafın kısası, anlamalıyız önce. Diyar diyar dolaşıp keşfetmeliyiz sevdiğimiz her ne varsa, incitmeden… Vatanına tutkun, yüreği iman ve memleket dolu şairimiz de işte böyle bir sevgi ile sevmiştir ülkesini, Türkiye’sini. Anlamıştır ahvalini ve gezmiştir her köşesini. Doğu-Batı demeden, hiç ayırt etmeden bağrına basmıştır insanını. Kendisi de söylemiştir. “Ben deniz görmeden, denizle ilgili şiir yazmadım. Çölü görmeden çöl şiiri yazmadım.” Anadolu’nun Beyaz Kartal’ı… 12 yaşında çıkmıştır bu aşk yolculuğuna… “Bulutlar, bulutlar... İç içe girmiş Bulutlar ki göğe perdeler germiş” Dizelerinin arasından başlamıştır yolculuğuna. Peşine bir de çocuk takmıştır. “Bir Çift Beyaz Kartal” olmuşlardır ikisi. “Hangi yayla yeşil, nerde keklik çok ise Gel seninle orada olalım çocuk” … “Hangi yayla yüce, nerde kavga yok Gel seninle orda uçalım çocuk” … “İster Maraş olsun ister Erzincan Sonsuzluk düşüne set değil mekân.” diye seslenmiştir çocuğa ülkesinin toprağından. Uçmuş hep uçmuş. “Bir gün Emirgan’dayım bir Kanlıca’da Üsküdar’da, Beykoz’da Çamlıca’da” bulunmuş. “Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman” Bazen, Doğu’ya çevirmiş yönünü… Lakin dilinden hep, “Bir Yol Ezgisi” dökülmüş. Gemlik’ten İznik’e doğru uçkun giderken Zeytin ağaçlarından başka ağaç görmedim ben. Gökyüzü, Marmara ve zeytin yaprakları Aynı renkle boyamıştır gen toprakları Kum tükenir, su tükenir, zeytin tükenmez Bu öyle bir uygarlık ki bayrağı inmez Zeytin var sofralık Zeytin var yağ çıkar Guguk kuşları, üveylikler ve turnalar … Ne de güzel gözlemiş karış karış toprağını ve nasıl da imrenerek bakmış ağacına, meyvesine kuşuna... Bizlere resmini çizmiş gördüğü manzaranın adeta… Yorulmuş bazen Anadolu’nun beyaz renkli kartalı. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 2


Can bu ya acıkmış karnı. “Külde pişmiş bir kömbe” ile doyurmuş karnını, hayatın kendisine benzettiği kömbe ile… Karnı doyunca, varmış bir; “Yaşlı Kadınlar Cemahiriyesi’ne” Ve görüp duyup anlatmış hallerini. “Hep duldalı güz şarkıları mırıldanır yaşlı kadınlar Cennetle Cehennem arasındaki A’râf’ta İlkbaharları, yazları geçmiştir ömürlerinin Kışları birer buz çiçeğidir tozlu rafta Arada bir yürek kıpırdamasın deli deli Kaşlar biraz divanîdir, gözler biraz celî Eski aşklar ki kurutulmuş çiçekler misâli Uçuşup dururlar etrafta Kimi çiçek tomurcuğu, kimi bir kar topağı Kimi hep çile pişirmiş ve kapatmış kapağı Çok umur görmüşleri vardır ki bir yol sapağı Sanırsınız acele etmişler ömrü israfta Kimi tesbihini çeker, kimi Kur’an’ını okur Kimi gönül gergefinde ezgiler dokur Kiminin yüreğinde hâlâ bir kınalı keklik şakır Her genç kız kendi sonunu görür bu fotoğrafta Çokları hiç görmedikleri denizlere açılmamak için Her sabah güneşle birlikte yeniden yakarlar gemilerini Oyalı mendillere düğümleyip aşk yeminlerini Issız bir liman ararlar mushafta Dudaklar sigara kâğıdı, parmaklar kamış Gözler ürkek ceylan gözleri, renkli hülyâlara dalmış Sonunda şişedeki iksir uçmuş, boş şişe kalmış Simurg gönülleri kanat çırpar Kaf’ta Garip bir cemahir, kadîm bir resimdir gördüğüm Say deseler sayamam isim isim, bir kör-düğüm Kendi sesim yankısız bir mermidir namluya sürdüğüm Bir mermi ki dönüp dönüp beni vurur her gün, her hafta.” Diye anlatmış bize Anadolu kadının öyküsünü… Burada bitmemiş elbet yolculuğu… Yolunda giderken de “İnsanlık Türküsü” söylemek gelmiş yüreğinden. “Vatanı, milleti, bayrağı sevmeyi, Daha çiğdem hâlindeyken senden öğrendim. Ne zaman bir yerim kesilip kanamışsa, Yüreğinle sarıverdin öğretmenim… Barışın, kardeşliğin kutsal güzelliğini Ve sevginin bir ibadet olduğunu tekrarlamasan da bilirim. Benim haritamı sen çizdin, sen şekil verdin bana; Ben, senin eserinim öğretmenim…

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 3


Ben, kendi uygarlığımın en geniş tarlasında Yarınlara gülümseyen, daha bir gök ekinim. Dost bulutları sağıyorsun üstüme, Benim yüreğim kabarıyor öğretmenim. Gün ışır, ben ışırım doruk doruk; Sarmaşıklar gibi çoğalıp giden benim. Senin sesin ufuklarda yankılanır durur, Ben, senin eserinim öğretmenim...” Diyerek bu sevgiyi, coşkunluğu hissetmeye vesile olan öğretmenine minnetlerini sunmuştur ta gökyüzünden… Uça uça, Kepez’e varmıştır en sonunda. “Ansızın bir karasu iner Deniz fenerinin gözlerine Fener kör olur. Ve ağır ağır uyanmaya başlar Deniz dibinin devleri Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine Ötede yakın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez Bense bu kaderi iyi bilirim Benim adım Kepez…” “Gün kısalır, Bir gecede değişir renk renk haritam Gün uzar. Sızlayan süslü bir göğüstür Tarih-i Kadim Sırdır, ayıptır Gördüklerimin hepsini anlatamam Gemiler gelip geçerken Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim Gül yanaklı, lale dudaklı Ne güzeller gördüm gitti gelmez Ben hep aynı yerde beklerim Benim adım Kepez…” “Bazen denize küser de Gökteki yıldızlarla konuşurum Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim Bulamam ellerimi Ay doğarken başlar En uzun süren sarhoşluğum Asırlar kemirse de Koparamazlar zincirlerimi Kimse kirli ayaklarıyla Üzerimi tepeleyemez Ben beş vakit Sabrın gül suyuyla yıkanırım Benim adım Kepez…” KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 4


Kanatları göğü deldikçe yüreği dolmuş; dağlara varmış, dağ olmuş, Kepez olmuş bir kartal… “Yolculuğa son vermek istemiyor lakin biraz durması, soluk alması gerek. İniyor bir çınar ağacının yanına dinlenmeye… Selam verip çınara, konuyor bir dalına. Çınar dertli olacak ki başlıyor anlatmaya… Görkemli geçmişime nice yasaklar koyup Bizden görünenler kesti benim en gür dallarımı. Dört duvar ortasında acıdan anıt yüzüm; Ben eskiden böyle kuru ağaç değildim!.. Yokluk kılıç kuşanamazdı benim toprağımda, Tuttuğum altın ellerimde çil çil Ver her selamın bir ülkeyi beslerdi tekmil; Gözüm tok, gönlüm tok hiç aç değildim. Sipahiler uçururdum seferlerden seferlere, Demezlerdi Asya neresi, Avrupa nere? İnsanlığı benden öğrenirdi palazlanan her kefere; Şimdiki gibi Batı’ya muhtaç değildim!.. Elçiler yığılırlar, yüz sürerlerdi eşiğime, Ufuklar açılırdı, sesime, ışığıma. Besmeleyle su verilmiş bir çelik kılıçtım ben; Teneke değildim, saç değildim!.. Tuna, Sakarya kadar Türk’tü Fırat kadar Türk; Kılıç tutan iki kolumdu Kırım’la Kerkük! Kestiler, acıdan sarhoşum şimdi kör-kütük; Kendi derdime bile ilaç değildim!.. Estergon Kalesi bre aman subaşı durak, Git bulut üstümden, git de Vardar Ovası’na bak! Ne aşklar yaşamıştır orda yürek; Hilaldim her yerde, hiç haç değildim!.. ‘Dün er gibi savaşırlardı başı örtülü kızlarımız, Bugün cıscıbıllar, şimdi hepsi birer yalancı yıldız. Ne ezgiler bizim ezgimiz, ne ağızlar bizim ağzımız; Has ekmektim, baldım, bulamaç değildim!.. Düşmüşüm çemberine ateşin, yağmurun, karın Kokularıyla yaşıyorum şimdi o eski baharların. Sür git önüme çıkan haçlı akbabaların; Önlerinden kaçacak keklik, turaç değildim!.. Baş benim başımdı, eller benim ellerimdi Çağlara hükmeden medeniyetimin mayası adaletti, dindi. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 5


Pis uğurlar yüzünden toprağımın bereketi tükendi; Ben eskiden böyle yoz-kıraç değildim!.. Şimdi garip çocuklarım yaban ellerinde iş ararlar, Kiliselerin gölgelerinde ezik ve sürgün yaşarlar. El uşaklarıysa her gün bir kökümü daha koparırlar; Eyvah ki eyvah, ben eskiden böyle dalaç değildim!...” “Anadolu Türkçesiyle Bir Ulu Çınar Konuştu” konuştu, anlattı ki, Beyaz Kartal’ın yüreğine kor düşürdü. Her türlü güzelliğin ardından kalbine bıçak gibi saplanıyor bu dert. Duyuyor ki, memleketinin özü, sözü yitmiş, kaybolmuş. Anadolu’su, Batılı ellerin iziyle kirlenmiş. “Has ekmek, has bal, bulamaç olmuş” Ve Kartal bükmüş boynunu, yaban ellerde kalmışçasına... “Daüssıla” diye başlamış “Yâd ellerde bayrak vatan demektir Her kutsalda birim aşk ve emektir Vatansız, bayraksız dünya temektir; Defter kâğıt, kalem düşer aklıma. Yürü hey KARAKOÇ, bayrak aç yürü, yürü; Düğüne çağırır aldığın dürü… Bazen gündüz, bazen gecenin körü Eşim-dostum, balam düşer aklıma…” Bu satırlar anlatıyor bize derdini. Bu satırlar; Ulu bir Anadolu Çınarı’ndan Beyaz bir Kartal’ın ruhuna işleyen… Ve bize tekrar hatırlatıyor Türklüğümüzü, tekrar sorgulatıyor özümüzü, kültürümüzü ve onlara ne kadar sahip çıktığımızı… Ve şimdi kartalımız tekrar uçmak istiyor. Anlıyor her şeyi, hayata dair ne varsa. Son olarak diyor ki; Kıyılar olabildiğince kirli Gökyüzü bulutlarla kaplı Ve acı bir karayel esiyor Üşüsem de yaklaşmam ateşe, Bunalsam da sığınmam faizci toprağa Dönüp bakmam sulara Ben küskün bir yelkovan kuşu ya da albatros Güneşe uçmak istiyorum güneşe Küstüm bu dünyaya Küstüm babacan!...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 6


ERGEN EDEBİYATI NEREYE GİDİYOR? HALİT YILDIRIM Ergen Edebiyatı mı? O da Ne? Kimi yok saysa da kimi edebi bulmasa da kimi ahlaki görmese de var olan bir olgudur ergen edebiyatı. Bodoslama girdik yazıya ama ergenlik ve edebiyat kelimeleri nasıl bir araya geldi diye sorabilirsiniz. Ergenlik, çocukluk ve yetişkinlik arasında kalan ve buluğ dönemi dediğimiz insanlarda cinsiyetin belirginleşmeye başladığı 12 yaşından 25 hatta 30 yaşına kadar süren bir olgunlaşma devresidir. Bu dönem, hem fiziksel hem de psikolojik bir geçiş dönemidir. Peter Blos, bu geçiş dönemini; ön – asıl – geç – ve ergenlik sonrası gibi dört safhaya ayırır. Günümüzde teknolojik imkânların hemen her yeri kuşatması nedeniyle televizyon ve internet sayesinde çocuklarımız hayatı daha çabuk kavramakta ve hatta bu yüzden de erkenden büyümektedir. Bu yüzden daha yukarıda belirtilen 12 yaş sınırını beklemeden çocuklarda en azından psikolojik olarak ergenlik emareleri görülmeye başlamıştır. Bu sürece eğitim yaşının aşağıya çekilmesi ve zorunlu eğitim süresinin uzatılması da eklendiğinde ergenlik çağının alt ve üst sınırı giderek aşağı ve yukarı yönü zorlamaktadır. Tabi yazımızın konusu fizyolojik ve psikolojik gelişim değil ama bu çağlardaki gençlerin içinde bulundukları psikolojik durumun yazın hayatına aksetmesi nedeniyle böyle bir değini mecburi oldu. İşin içine yazın girdiği zaman ister istemez edebiyat sözcüğünü telaffuz etmek zorunda kalıyoruz. Tabi ki her yazı edebi değildir. Ancak yazın denilince dil, dil denince kültür ve onun da bir adım ötesinde medeniyet anlayışı ister istemez işin içine giriyor. Daha önce birçok yazımda belirttiğim gibi (Bu konuda Kültür Ajanda dergisinde çıkan yazılarıma bakılabilir.) mensubu olduğumuz medeniyet anlayışı maalesef kapitalist Batı Medeniyetinin saldırıları yüzünden bir hayli yara almış durumdadır. Ülke olarak son üç yüz yıllık süreçte geçirdiğimiz siyasi buhranlar ve rejim değişiklikleri, Batılılaşma histerisi yüzünden kadim kültürel anlayışımızın çok uzağında bir mecraya doğru savrulduğumuz da muhakkak. Gelinen bu son noktada ne Doğulu ne Batılı olamadığımız, ârafta kaldığımız bir vakıadır. Tanzimat’la beraber zorla Batılılaşma çabaları son dönemeçte bizi seküler ve laik bir anlayışla köklerimizden koparmakla kalmamış başı başka, gövdesi başka adeta bir ucubeye döndürmüştür. Bu ortamda yetişene nesiller pusulasını kaybetmiş gemiler gibi meçhul karanlıklara doğru savrulurken kendine biçtiği kimlik tanımlarından çok uzakta olduğunun farkında bile değil. Ortak noktanın faydacı, menfaatperest, gayri ahlaki bir çizgi ile ne İslamcı tam bir İslamcı, ne milliyetçisi kâmil anlamda milliyetçi, ne de sosyalisti, sosyal demokratı özgün anlamda sosyal demokrat veya sosyalist. Aslında ortak nokta kapitalist olunduğu… Kapitalist sosyalist, kapitalist İslamcı, kapitalist sosyal demokrat, kapitalist milliyetçi… Hadi be diyebilirsiniz. Ama görünen maalesef bu ve gerçekten ucube bir ruh hali… İşte bu ortamın gençliği ise enerjisini kendini tüketmeye hasretmiş durumda. Ne kendi kültürünü ne de mensubu olduğu medeniyetin ana çizgilerini tanıyor. Kendi inançlarına sırtı dönük, kendi köklerine küskün, kendi yetiştiği ortama düşman, sürekli ebeveyni ile çatışma içinde gelişen, büyüyen bir gençliğin kendi ürettiği bir dili, bir jargonu ve değerler sistemi var. Ne kadar dışlasak da kabul etmesek de, horlasak da belki bir alt kültür olarak tasnif edilecek bu ucube yapı ile yüzleşmek zorunda olduğumuz da hayatın en acı gerçeklerinden birisi. Eski tabirle bu da bizim imtihanımız maalesef. Kırsal alanların hızla boşaldığı ve şehirlerin hormonal bir biçimde hızla kalabalıklaştığı günümüzde ana babalar iş derdinde iken çocuklar maalesef bozuk bir eğitim sisteminin çarklarına teslim ediliyor. Okul ile ev arasında sıkışan bu ergenlerimizin çoğunluğu okul dışında başıboş bir biçimde kafelerde günlerini birbirleri ile geçirmekte. Eve hapsedilenler ise yine sanal âlemin uçsuz bucaksız meçhullerinde tanımadığımız, bilmediğimiz birçok akranıyla yine bu zamanı heba etmekte. Bu etkileşim kendi aralarında bir virüs gibi yayılan bir alt kültür, farklı bir dil ve hiçbir değeri kabul etmeyen isyankâr ve sınırsız bir değerler zinciri oluşmasına vesile olmakta. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 7


İnsan tabiatı gereği hep kendini ifade etmeye odaklanmıştır. Bu hâli kundaktaki bir bebekten bir yetişkine kadar görmeniz mümkündür. Hatta bedensel engellerine rağmen insanoğlu sınırlarını zorlayıp işaret lisanı ile de olsa bu iletişimi başarmıştır. Madem insanoğlu bu konuda mahir, öyleyse bu gençler de kendilerini ifade etmek istemeyecekler mi? Elbette isteyeceklerdir. Onlarda teknolojinin kendilerine verdiği her imkânı kullanarak bunu başarmış durumdadır. Argo bir dil, kuralsızlık, isyankârlık, belki de iğrençlik sayacağımız bir biçimde de olsa bunu sağlamışlar ve kendilerine özgü bir yazın oluşturmuşlardır. Her ne kadar edebi olmasalar da her türlü estetik kaygıdan uzak olsalar da… Ergen edebiyatı denilince ister istemez Google’da bir araştırma yapıyorsunuz. Kaşınıza ilk önce sözlük siteleri açılıyor. Örneğin bunlardan birisi olan Ekşi Sözlük de bir hayli değerlendirme yapılmış. Özetle; ergen dediğimiz bu gençlerin yetişkinlik ile çocukluk arasında sıkışmış olduğuna vurgu yapılıyor. Daha dün koruduğumuz, kolladığımız, üzerine titrediğimiz bu nesil büyümenin ve ardından hayatın kendilerine yüklediği sorumluluk karşısında tırsmış, çocukluk yıllarının özlemi ile yanıp tutuşmakta. Ebeveynler ise onları artık birer yetişkin adayı olarak değerlendirdiği için ister istemez biraz daha yetişkin gibi davranmalarını beklemekte. Zira hemen çoğu liseye adım atmış bu gençlerin geleceklerini kurmak ve kurtarmak için okullarını okumaları, başarı sağlamaları ve üniversite sınavına hazırlanıp iyi bir yer kazanmaları gerekiyor. Aileler kendi imanları ölçüsünde çocuklarını bu maratona hazırlamak derdinde iken onlar yarışmak istemiyorlar. Kucaklarında buldukları bu sorumluluk onlar için adeta bir alev topuna dönmüş durumda. Bu durum ise onlarda ruhi travmalara sebep oluyor. Depresif davranışlar, bunalım takılmalar, maskeler, argo bir konuşma dili, kuralsızlık, isyankârlık, hayati basite alma hatta değersiz görme sonuçta intiharlara varan bir süreçle karşı karşıya kalıyoruz. Gençlik bu haliyle yaşayan ölülere benziyor. Ana baba ile yaşadıkları kuşak çatışmaları; onları küçük görmeye, halden anlamamakla suçlamaya, kendi istekleri olmayınca onlardan intikam almaya kadar varıyor. Bir çocuk ana babasından nasıl intikam alır gibi bir soru aklınıza gelebilir. Malumunuz her ailenin bir inanç ve kültür değeri, ahlaki normları var. Gençler bunları yoka sayan davranışları ile aileyi adeta can evinden vurmaya kalkıyor. Elbette okuryazar olan bu nesil, hem kendi durumlarını ifade etmek için, hem diğer arkadaşları ile dertleşmek için bir yazın dili de oluşturuyor. Argonun en önemli jargon olduğu bu dil kendi edebiyatını da oluşturuyor. İsyankâr, kuralsız, sorumsuz, bunalım kokan, depresif, intihara meyyal, tüm değerleri yok sayan bir edebiyat… İşi bir tık üste götürenler kendilerini ifade edebilecekleri ortamları da buluyorlar. Öncelikle oyun sitelerinin online olması sonrasında başlayan çetleşmeler bunun ilk nüvesini oluşturdu. Ardından bloklar geldi. Blokların ardından daha büyük bir alan açıldı önlerine: Wattpad. Wattpad meselesine bir virgül koyalım şimdilik. Buraya kadar az çok kendi gözlemlerimizi aktarmaya çalıştık. Peki, konu hakkında akademisyenler ne diyor bir bakalım. İrdelenen Ergen Edebiyatı Akademisyenler bu tür yazında ilk eser olarak 1951’de J. D. Salinger’in “The Catcher in the Rye” adlı eserini görürler. Eser hakkında bilgi veren Dr. Hikmet Asutay şu bilgileri veriyor. Roman kahramanı olan Holden Coulfield, uzaklara gitmeyi, yetişkinlerin bunalımlı dünyasından uzaklaşmayı, Amerika’nın batı sahillerinde ormanla denizin iç içe olduğu bir yerlerde bir kulübe yapmayı düşler. Holden aslında zamanının gençliğinin bunalımını dile getirmektedir. Kitap çok kısa bir zaman içerisinde onlarca baskı yapar. Dünyanın pek çok yerinde Holden Caulfield ya da Salinger kulüpleri kurulur. Asutay’a göre Salinger’i bu kadar sevdiren ve bugüne kadar da benzer kitapların yazılmasına yol açan şey, gençliğin kendi dünyası ve her şeyden önce kendi dilidir. Böylelikle bu kitap ergenlik romanının da ilk ve klasik eseri sayılır olmuştur. Gençlik ilk kez bir romanda kendi argo dilini bu kadar açık ve net olarak okuyabiliyordur. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 8


Dr. Asutay Salinger ve Plenzdorf tarzı gençlik romanlarının 60’lı 70’li yıllarda Jeans yazını olarak adlandırılsa da artık doksanlı yılların gençlik yazın bilimsel araştırmaları doğrultusunda Ergenlik Romanı olarak adlandırıldığını da belirtmektedir ki bu tanımı biz de kabul etmekte ve kullanmaktayız. Neydi bu ergen edebiyatının başat özellikleri? Sitem, isyan, kuralsızlık, sınırsızlık, tüm değerlere düşmanlık, yetişkinlerin katı ahlaki ve dini kuralları olan sıkıcı dünyalarından kaçış ve her şeyden önemlisi argo bir dil... Aslında tüm özellikleri topladığınızda bu edebiyat, yetişkinlere ve onların yaşadığı dini ve resmi kuralların, yasaların şekillendirdiği hayat tarzına karşı bir protesto ve bir başkaldırının edebiyatıdır. Yine Asutay’ın anlattıklarından yola çıkarak ülkemizde de bu edebiyatın ilk örnekleri Taaşşuku Talat ve Fitnat’tan tutunda Kürk Mantolu Madonna’ya kadar uzar. Ama üzerinde durulan asıl roman ise Kanat Güner’in “Eroin Güncesi” (1997) adlı romanıdır. Dil kullanımı, alışılmışın dışında, argo ağzıyla yazılmıştır. Yazınsal değildir. Kısa tümcelere yer verilmiş, akıcılık sağlanmıştır. Hemen hiçbir yerde abartılı bir anlatım ya da süslemeye rastlanmaz. Tersine yer yer tümce düşüklükleri, anlatım ve yazım hatalarına rastlanır. Kanat’ın dile getirdiği sorun alanları ise (kuşak çatışması, cinsellik, uyuşturucu vb.), toplumumuzda tabu sayılan konulardandır. Bu anlamda Kanat’ın yapmaya çalıştığı şey, bir yerde tabusuzlaştırma eylemidir. Bunun yanı sıra, sınır deneyimlerini yaşama, sınırların ötesine geçme ve kuralsızlaşma eylemi de görülmektedir. Romanda dile getirilen eleştiri, anne - kız çatışması bağlamında öncelikle aileye yöneliktir. Bu yakın çevreye yönelen ağır eleştiriler, su halkaları gibi gittikçe genişleyerek topluma ve toplumun değerlerine de yönelir. Bunun dışında düzen, devlet ve din kavramları da birer birer sorgulanır. Dolayısıyla yoğun bir değersizleşme, kavramların içini boşaltma, yani etik anlamda bir çöküş görülmektedir. Dil de ergenlik romanlarının karakteristik gençlik ağzıyla; argosuyla yazılmıştır. Eserde oldukça fazla tümce düşüklükleri, argo ağız özellikleri ve dilbilgisi hataları vardır. Wattpad Çılgınlığı Sanal dünya bizlere yeni bir kavram daha kazandırdı. Wattpad Yazarlığı… Wattpad sisteminin kurucusu ve ceo'su Allen Lau isminde bir Amerikalı. Wattpad hikâyeleri dünyada olduğu gibi ülkemizde de kitap, dizi veya film hatta TV şovları haline geliyor. Genç yazarların kitaplarını yayınladığı bir internet platformu olan Wattpad, 300 milyondan fazla kullanıcıya sahip. Tabi teknoloji olur da biz geri durur muyuz? Türkiye bu platformda kullanıcı sayısı olarak üçüncü sırada… Türkiye’de Bugüne kadar 7 milyondan fazla hikâye yazılmış. Yeni şafak Gazetesinde yayınlanan bir yazıda ülkemizde Wattpad'te 400 milyon dakikanın üzerinde zaman harcandığı, kullanıcıların çoğunun 30 yaşın altında olduğu, kadın kullanıcı sayısının erkeklerin üç katı olduğu, her gün sisteme 10 binin üzerinde yeni kayıt yapıldığı, bugüne kadar 100'ün üzerinde Wattpad hikâyesinin kitaplaştığı istatistikleri var. Konuyu köşesine taşıyan Mehmed Nuri Yardım; “Gençlerimiz, yazmayı seviyor ve yazdıklarının kitap olarak basılmasını ve başkaları tarafından okunmasını istiyor. Meselâ gencecik bir kızımızın “Wattpad sayesinde yazar olabildim” demesi acaba gerçekten onun edebiyat dünyasına dâhil olduğunu mu gösterir? Benim şüphelerim var.” diyor. Yardım, yazısının devamında “Bakıyorsunuz kitap fuarlarında anlı şanlı yazarlar sinek kovalarken, henüz 17 yaşında olan ve birikimi çok az gencecik çocuklarımızın bulunduğu stantların önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Görünüşte bu manzara, olumlu gibi görülebilir. Ancak tuhaf olan durum şu ki, ömrünü edebiyata, sanata adamış olan, pek çok eseri bulunan ve yaşarken edebiyat tarihine geçmiş birçok şair ve yazarın yanına gelen az. Yani Wattpad yazarları ve okuyucuları, gerçek edebiyat ile aralarına yüksek bir duvar örmüşler. Bu bir çelişki, hatta garabet örneği değil mi?” diye sormaktan kendini alamıyor. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 9


İş o kadar ciddi ki artık yayınevleri bu yazarların peşine düşmüş, bu gencecik insanların yazılarını seriler halinde cilt cilt yayınlıyorlar. İçerik mi? İçerik maalesef gençlerin ailesi, öğretmenleri, arkadaşları, aşkları ve âşıkları ile ilgili hiçbir mahremiyet sınırı kabul etmeyen tartışmaları, onlar hakkındaki yorumları… İşte popüler kültürün ve teknolojinin sunduğu emekten, okumadan, araştırmadan, tecrübeden ve düşünceden yoksun bu tür yayınlar aldı başını gitti. Bu kitapları ellerinden düşürmeyenler kitap okuduklarını, bu yayınları basanlar da kitap bastıklarını ve dolayısı ile eğitime, kültürel hayata katkıda bulunduklarını düşünüyorlar. İşin bir başka tarafı kimse kendine başkasını okumuyor. Peki, bu şekilde, kendimizden başka kimseyi okumadan nasıl ilerleyeceğiz? Ne yapmalıyız diye kendimize sorabiliriz. Yine bu sorunun cevabını Mehmet Nuri Yardım Hocadan dinleyelim. “Bize düşen bu gençlerimizi kırmadan üzmeden doğru istikametlere çağırmak, fikir âlemine, edebiyatın zengin dünyasına onları davet etmek ve medeniyetimizin temel unsurlarından biri olan yazı bahçesine meraklı gençlerimizi de dâhil etmektir.” Bu yazılar hakkında bir değerlendirme yapan Genç Destek Yayınları Genel Yayın Koordinatörü Özlem Esmergül’e göre "Gençler yazarken ve hayal ederken bir o kadar kuralsızlar. Bir o kadar sınırsızlar. Yazarken hiçbir kurala tabii değiller. Yazdıklarının hiçbir edebi değeri olmamasına rağmen doğallıkları bana göre dikkat çekici. Söyledikleri yalanlar bile gerçekçi çünkü doğal." Özlem Esmergül, bu yazılardan yeni neslin duygusal profili konusunda şu çıkarımları da yapmış. “Hikâyelerdeki kızların hep çok tutkulu, gözü kara, bazen argo, baş eğmez ama kesinlikle bir manken kadar güzel, iddialı ve dikkat çekici olduklarını, erkeklerinse ya bir holdingin veliahtı ya da bir mafya babasının oğlu olduklarına dikkat çekiyor. Gençlerin içinde müthiş bir para, güç, güzellik ve kazanan olma tutkusu…” Aslında bu değerlendirmeler bir nevi işin röntgenini çekmiş durumda. En çarpıcı tarafı ise bu yazıların kuralsız ve sınırsız oluşu. Bu durumda estetik kaygıların olmamasını, ahlaki tüm değerlerin hafife alınmasını da beraberinde getiriyor. Bunu yaparken de sevdirerek, adam yerine koyarak yapmalıyız. Linç edercesine sözüm ona eleştirmenlik yaparak, her filizin başını keserek hiçbir yere varamayız. Önüne gelen bir şiiri, bir öyküyü, bir denemeyi adeta ameliyat ederek kafasını, kolunu, gövdesini kesip sonra onları kendi istediği şekle sokan bir editöre "bunu siz mi, yoksa size yayınlanması için gönderen yazar mı yazmış oluyor?" diye sormak gerekmez mi? Yol gösteriyorum diye yollarını kestiğimiz o değerler girdikleri girdaplardan, labirentlerden nasıl çıkacaklar acaba? Son Durum Tüm bunların bir iz düşümü olarak artık günümüzde bir gençlik dizisi furyası aldı başını gidiyor. Çoğu tercüme olan bir sürü roman ortalığı kasıp kavurmakta. Satanist eğilimlerden maceraperestliğe, akla hayale gelemeyen ve işi sadizme kadar götüren bir korku edebiyatına, gerçek hayattan koparak tamamen sanal bir dünyaya kapı açan bilimkurgulara kadar bu kitaplar maalesef en çok satan kitaplar arasında. Çoğunda masonik sembollerin, ritüellerin çaktırmadan işlendiği, gençleri tamamen inançsız, eyyamcı, zevk peşinde koşmaya yönlendirmesi nedeniyle de ürkütücü… Bu kitaplar bizdeki yazarları da tetikledi ve ülkemizde de “Ergen Edebiyatı” denilen yeni bir alan açıldı. Birçok yayınevi bu tür kitapları basmakta birbiriyle yarış halinde.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 10


Ancak bu gidişi hayra yormak mümkün değil. Ancak klasik tavır ve metotlarla bu gidişin önüne geçmek de mümkün değil. Mesele birlerinin bir şeyler yazıp onun da alıcısının fazla olması değil. Mesele gençliğin nereye gittiği, edebiyatı nereye götürdüğü, bu gençlerin yarınlarda kuracağı hayatlarının akıbetinin meçhullüğü veya en azından dramıdır. Geçenlerde önüme bir dosya geldi. Okudum baktım tam da bu türden bir kitap. Sonunda genç yazar kahramanın bir silah vermiş ve intihar ettiriyor. Müdahale ettim ve bu sonun iyi bir son olmadığını anlattım. ‘Farz etki bu son oldu, her şey düzeldi mi?’ diye sorduğumda ‘Hayır’ dedi. ‘Her şey yarım kaldı. Peki dedim bunu bir arkadaşın okusa ve benzer sebepler yüzünden intihar etse üzülür müydün? Dediğimde “Evet, üzülürdüm. Bunu böyle yapmamalıyım” dedi. ‘O zaman onu bu yoldan geri döndürüp bir muhasebeye tabi tutsaydın daha iyi olmaz mıydı?’ dediğim de ‘Haklısınız’ dedi ve romanın sonunu bu şekilde revize etti. Gençliğe dokunmak, onların ruhi boşluklarını tespit edip daha iyiyle, daha güzel ile doldurmak gerekir. Kuralsızlık inançsızlığı, inançsızlık bunalımları, bunalımlar da intiharları tetikliyor. Başta kendilerini, sonra en yakın çevrelerini, sonra dünyayı değersiz gören bu nesil kendi kendini tüketmeye aday durumda. O zaman ülkenin aklıselim eğitimcilerine, psikologlarına, sosyologlarına ve yazarlarına çok iş düşüyor. Yazarlar olarak bizler ne yapabiliriz diyebilirsiniz. Bu konuda Erdi İnci, “Bir yazarın gençliğe dokunabilmesi, o yazarın yaşanmışlıklarından, kendi gençlik deneyimlerinden geçer. Ama gençlerin ilgisini çekip, okunabilir olmak için her neslin kendi dili, amaçları ve dertlerinin olduğunu unutmamak lazım.” diyor. Evet, tam da bu noktadan yola çıkılarak bir şeyler yapılabilir. Bu yapılırken onlara benzeyerek değil, güzelliklerle onları cezbederek yapılmalıdır ne yapılacaksa… Kaynaklar: Dr. Hikmet ASUTAY, Gençliğin Dili, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 3, Sayı:2, 2001, İzmir Erdi İnci, Gençlik Edebiyatı Nedir, Ne Değildir?, 15.3.2014, Sabah Mehmet Nuri Yardım, Moda yazar(lık), wattpad yazarlığı!, 20.01.2018 Milat Gazetesi Gençler yazıyor yayınevleri ayaklarına geliyor, www.memurlar.net/haber/548287 Ekşi Sözlük Sitesi

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 11


MÜLTECİ RUKİYE ŞAHİN Yeni açan çiçekler gibi Bulmuşum kendimi hayata Bazen yarım Bazen suskun Bazen kırgın Söylenmemiş cümlelerle olmuşum bütün Yarından sonrası kıyamet Ben ise kovalarım hala bugünü Kitaplar arasında, Ve yolların tozuyla bulanmış Yanan bir şeyin sahibiyim Yüreğim bir Afrika çölü Günbatımında bıraktım gözlerini Gün doğmadı o günden beri Dertlerle dolan içim Yaktı coğrafyasını hayatımın İnadına ıslandım Yağmurlar dolusu ilkbaharlarda Kalbi olana ağır bu dünya Her şey öyle metal ve silik Dün gibi unutulmak için Günler açmıştı içimde gülleri kurutup Çoktan unutuldu çiçek kokusu Sabah ezanıyla uyanan evlerin Ninniler söylenmez oldu Hayatın ritmini kaçıran çocuklara Ne kaldı ki dünyada adil olan Atmışım bir nara gibi Boşlukta biriken her şeyi Annelerin evlat özlemini Ve gurbet türkülerini Herkesi sağır edecek bir tonda Tutundum senli anılara Kışın soba külleri arasında Işıldayan bir parça közde Sonra yüzdürdüm Nuh'un gemisini Bir bozkır ortasında Ve yaşadım bir mülteci gibi seni Sana geri dönmeyerek

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 12


NİLÜFER ZONTUL AKTAŞ İLE PÖRORTAJ (HASAN AKBAL& HALİT YILDIRIM)

Üsküdar’da Şakir Kurtulmuş hocamızın ev sahipliğinde Kayapa Edebiyat Söyleşilerine katıldık. Konuk Malatya’dan Nilüfer Zontul Aktaş’tı. Kendimi tanıttım. Çorumlu olduğumu, İstanbul’da yaşadığımı ve Künye Edebiyat diye bir kulüp kurduğumu ve kulübümüzün bir e dergisi olduğunu söyledim. Eğer izin verirlerse kendileriyle bir söyleşi yapmak istediğimi söyledim. Tabi öncesinde bu fikrimi Halit Yıldırım hocamıza açmış ondan soracağım sorularla ilgili bayağı bir yardım almıştım. Sonuçta söyleşimizi gerçekleştirdik. Gerçekten kendisini öncelikle çocuklara vakfeden iyi bir anne, iyi bir öğretmen buldum. Ardından da çok iyi bir şair ve yazar. Birçok başarılı organizasyona imza atmış girişimci bir bayan. Gıpta ettik, onunla gurur duyduk. Nilüfer Hocamıza çok teşekkür ederken sizleri bu güzel röportaj ile baş başa bırakıyorum. H. Akbal ✓ Merhaba Nilüfer Hanım, adet olduğu üzre önce sizi tanımakla başlayalım. Ama biz şunu biliyoruz ki Malatya ve Edebiyat kelimeleri yan yana gelince akla neredeyse ilk olarak Nilüfer Zontul Aktaş geliyor. Bize, kendinizi tanıtır mısınız? Merhabalar. Malatya’yı temsil eden bir isim olarak kabul edilmek elbette onur verici. Çok teşekkür ederim. 1971 Malatya Darende doğumluyum. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi biyoloji b ölümünden 1992 yılında mezun oldum. Kendi branşımda o süreçte atama yapılmadığı için 27 yıldır da sınıf öğretmeni olarak devam ediyorum. Dört evlada annelik vazifemiz evde sürerken tüm toplumun öğretmen annesi olma vazifesi ölene kadar daim olacak inşallah. ✓ Darende doğumlusunuz. Darende malum Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba

Hazretleri’nin medfun olduğu yer. Öyle bir diyar ki hâlâ orada o maneviyatı hissedebiliyorsunuz. Sizin üzerinizde de Somuncu Babanın ne gibi etkileri oldu? Bu soru beni duygulandırdı. Buna dair söyleyecek çok söz var. Anneannemlerin evi o mahallede olduğu için çocukluğum, oyun oynadığım, dolaştığım alan bende manevi izler bıraktı elbet. Dedem, Osman Hulusi Efendi’nin has dostlarındandı. Öğretmenimiz her alanını ince ince anlatarak gezdirmişti oraları. ‘Kıymetini bilin yaşadığınız yerin’ demişti, unutmam. İnziva hücresini anlatırken, Allah dostlarının Rabbiyle hemhal olmasını inzivaya çekilmenin tefekküre yol bulmanın önemini çocuk yaşta o mekânda kavramıştım. Dingin tabiat güzelliği Tohma kıyısı, kayalıklar ağaçlar ruhuma yazıma yansıyan en önemli unsurlardan olmuştur. Anneannemin Somuncu Baba’ya misafir gelenlere açık kapısı, onlarca insana sofra kurup çay vs. ikramları gönül bakışıma çok şey katmıştır. O mekânlar bizi farklı büyüttü. Ruhumdaki sabrı, dinginliği o yerlerde büyümeme bağlayanlar var, diyebilirim. Ve bu benim için bir lütuf, şükür mukabilinde. ✓ Hocam, Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji öğretmenliğini

bitirdiniz ve halen sınıf öğretmenliği yapıyorsunuz. Aslında Biyoloji bir fen dalı. Ancak siz edebiyat üzerine çalışmalarınız ile biliniyorsunuz. Edebiyatla, şiirle, öyküyle bu ünsiyet ne zaman, hangi etkilerle başladı? Anlatır mısınız? Sayılarla kelimeler arasında ki bağa inandım hep. Tek bir alanda değil de bilhassa sanatla uğraşan insanların sayısal alanda daha istekli olduklarını da gördüm. Resim yapmayı sevdiğim kadar musikiyi şarkı söylemeyi de seviyorum. Matematik sorularını, Fen ve tabiatı. Bence hepsi birbiriyle bir şekilde bağlı. Aşk ile yapılan her şey sahibine topluma güzellikler sunacak. Lise de yaptığım resimleri akrabalarım isterlerdi çerçeve yapıp asmak için. Nakış işlerim vardı. Kendimi bildim bileli duygularımı yazarak ifade ettim hep. Tabiat, fen, biyoloji bilgisi bunlara destek oldu. İyi ki bu alanda da okumuşum. Doğayla baş başa vakitler duygularıma da kalemime de hep yansıdı. Edebiyat yaşandığı yerde canlıdır ve karşıdaki ruhlara ancak bu şekilde sirayet eder, hissettirir. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 13


✓ Malum okumadan yazılmıyor. Edebiyatta bazen bizzat bir ustanın rahle-i tedrisinden geçmek var. Bazen de görünmez ustaların eserleri aracılığı ile manevi tedrisinden geçmek var. Nilüfer Zontul Aktaş’ın edebi anlamda rahle-i tedrisinden geçtiği ustalar kimlerdir? Sizi etkileyen şair ve yazarlar kimlerdir? Hangi eserler başucu eserlerinizdir? Şüphesiz kalem tutan, iyi bir okur olmalıdır. 1988 yılında Selçuk Üniversitesi talebesi olduğumda edebiyatın önde gelen isimlerinden eserler okumakla birlikte birinci önceliğim hakikat üzere Rabbin kelamıyla hemhal olma derdi beni sarmıştı. Cilt cilt tefsirleri bitirdim. Seyyit Kutub’un Fi Zilâl-il Kur’an‘ından tutun, Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dili, Mevdudi‘nin Tefhim-ul Kur’an’ı ve daha birçok tefsir kitabı ve hadis ciltleri ile hemhal oldum. Asım Köksal‘ın İslam Tarihi ciltleri, İhsan Süreyya Sırma‘nın el kitapları ve daha yüzlerce kitap ruhumu beslemek adına ışığım oldu. Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu en çok okuduğum şairler idi. Roman okumak da o dönemlerde şiir okumaktan daha cazipti. Romanlara yönelmek, o dönemlerde dizilere çevrilmiş romanların da etkisinden kaynaklanıyordu. Üç İstanbul’u, Çalıkuşu‘nu hiç kaçırmadan izledik mesela. Dediğim gibi özelikle üniversite yıllarım tefsir, hadis, tarih kitaplarından beslenerek yol aldı. İlerleyen yıllarda edebiyat, sanat kitapları yoğunlaştı. Hâlimiz, hak ile yoğrulmuş olunca başka başka pencereler açtı edebiyat sanat. Ninem Korkut kitabımız için hazırlamış bir süreçti belki de bu. ✓ Televizyonlarda haftalık edebiyat ve sanat programları sundunuz. Bu programların

hâliyle özel bir izleyici kitlesi oluyor. Konular ve konuklar özel olarak seçiliyor. Bu programlar hakkında neler söylemek istersiniz. Evet, iki yıl boyunca kültür sanat eğitim üzere “Nazlı Esintiler” adıyla bir program icra ettik. Televizyon ve radyolarda bu tür programların eksikliğini hissediyorum. Şiirin insan ruhunda bıraktığı bambaşka bir etki var. İzleyiciler “sizinle şiiri sevdik” diyorlardı. Bu çok hoş bir yansıma idi. Konuklarım, şehre dışardan gelen şair yazarlar eğitimciler idi ağırlıklı. Şehrime kültür sanat alanında katkı sağlayan kıymetli nice insanı da konuk ettik. Farklı özellikler ile ekrana gelmeli böyle programlar diye düşünüyorum. ✓ Şu ana kadar iki adet şiir kitabı yayınladınız. ‘Naz’ ve ‘Elizya’…

Bunların hikâyelerini dinlemek isteriz. Ancak ondan önce şu husus hakkındaki görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Malumunuz şiir kitabı yayınlamak artık gerçekten çok zor. Yayınevleri okunmadığından, satılmadan bahisle şiir kitabı yayınlamak istemiyorlar. Oysa genel anlamda ülkemizde neredeyse üç kişiden birisi şiir yazıyor. Bu kadar şiir yazan varken şiirin okunmamasını neye bağlıyorsunuz? Şairler birbirlerini okumuyorlar mı? Okumuyorlarsa nasıl yazıyorlar? Bu konularda neler söyleyeceksiniz? İki şiir kitabı sunduk topluma. Şiir çok özel bir alan. Yazmanın en üst boyutu bence. Çoğu hususta yazı metin oluşturabilir yazar, lakin ilhamsız şiir yazamaz. “Kitap okunur mu, satılır mı kaygısı hiç yaşamadım” diyebilirim. Gönülden dökülen dizelerin mutlaka ulaşacağı gönüller olacaktır diye düşündüm. Çünkü şiir öyle hassas ki böyle şeyleri düşünmek bile onu incitir.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 14


Kitaplaşmaya müsait şiirler birikince yine hiç çekinmeden kitap haline getiririm. Okuduğumuz şiirlerden, şairlerin kaç tanesinin haberi oluyor ki ”kısmına gelince kitapları mevcut olmasa bile dergiler şiirlerin takibi için iyi bir zemin. Bence kim okuyor, kim okumuyor derdine düşmeden okuyalım birbirimize de. Etkileşim olacaktır okunan eserlerden, lakin özgür ve özgün şiirler için geniş okumalar yapmalı. Tefekkür, doğa, insan meclisleri, dergi takipleri çok önemli. Naz, baş harflerimden hareketle bu isme mazhar oldu. İlk şiir kitabı olması hasebiyle benim için farklıdır ve ruhumun nazlı kısmının tecellisi bu kitapta yer almıştır. Daha çok uzun şiirlerim mevcut. Nazımız niyazımız Hakka‘dır dedik. Elizya ise editörlüğünü yapan Fahri Tuna hocamın eşiğinden geçmiştir. İçindeki Elizya şiirimin adının bu kitaba yakışacağını belirtmiştir. Doğu da bir kadın zincirleri kırıp şiir yazmış, Ege Bölgesi’nde yaşadığı düşünülen ütopik deniz kızı Elizya gibi özgürlüğe kulaç atmış. Böyle bir benzetme ile kitabımız yayınlandı. Şiire de devam elbette gönlün kapıları açık olduğu sürece. ✓ ‘Orman Dostlarından Bize Öğütler’, ‘Tabiat Dile Geldi’, ‘Gözyaşımdan Kan Damladı’,

‘Bir Mektupla Gelen Kardeşlik’, ‘B’nin Ritmiyle’ isimli hikâye kitaplarınız var. Bunların yazılma ve basılma serüvenlerini bizimle paylaşır mısınız?

Eğitimci olmak, anne olmak, çocuksu bir ruhla çocuklara eğilmek, yazma tutkusu ile birleşince, çocuklar için bir hayat temelli oldu hep ruhum. “Orman Dostları” ilk göz ağrım çocuk eserlerim içinde. Görev yaptığım bir okulda her gün okula gelişimizde olumsuz bir vakıa ile karşılaşınca fabl öyküleri yazıp çocuklara okutmak, canlandırmak, üzerinde konuşup kompozisyonlar yazmak şeklinde hayat buldu. Davranış kazandırmanın mutluluğu ile fotokopi şeklinde basit resimler ayarlayıp çoğaltıp dağıtmıştık. Diğer kitaplar biyoloji okumanın etkisi de olmakla beraber, doğayı çok sevişim, bir çevre bilinci kazandırmak amaçlı yazılmış öyküler. Toprağı gökyüzünü, suyu ağacı emanet bilinciyle korumaya yönelik. Gözyaşıma Kan Damladı “lösemiden kaybettiğim bir öğrencimle ilgili yazdığım bir hatırat. Bir vefa. Andıkça yüreğim titrer. Çınar‘ın maceraları, “Tembel mi dediniz o da kim?” yeni eklenen çocuk kitaplarımız. Çıra Yayınlarından sürpriz bir set de küçük okurlarla buluşacak Nisan ayı sonunda. ✓ Bir yanda şiir, bir yanda hikâye, bir de denemeleriniz var. Hikmetli öğütler alanında

‘Ninem Korkut’ isimli eserinizi bir sonraki sorumuza saklarsak Nilüfer Aktaş’ın yüreğinde şiir mi, öykü mü, deneme mi ağır basıyor? Madem hikâyeler yazıyorsunuz, o zaman ufukta bir de roman görünüyor mu? Yoksa sandıkta saklı eserler mi var bilmediğimiz? Şiir yüreğimin sesi, çocuklar yaşama vesilem, mutluluk kaynağım. Sanırım bir ayrım yapmak zor. Şunu da belirtmeliyim ki sürekli yazamıyorum. İlham istek hangisinde tecelli etmiş ise okurlarımıza onu sunuyoruz. Çalışma hayatı, programlar, yavrularımızın davetleri, söyleşiler daha ağır basıyor. Bir roman kurgum hayalim var ama ömrüm olursa onu emeklilik vaktine saklıyorum soluksuz yazabilmek için. Kalemi de emanet bilinciyle elimde naifçe tutuyorum. Umarım yazılacaklar çoğalır, elimiz eskir kalem hep yeni kalır. ✓ Çocukları çok sevdiğinizi biliyoruz. Zira siz dört çocuğa sahip bir annesiniz. Sizi bu

yönden ayrıca tebrik etmek gerekir. Bu kadar programlar, kitaplar, yazılar ve evde dört çocuk… Maşallah diyerek nasıl yetişiyorsunuz diye bir soru sorsak kızmazsınız değil mi?

Estağfurullah kızılır mı hiç. Kırk yaşına kadar ağırlıklı evim çocuklar öğrencilerim yakın çevrem akrabalarım komşularım döngüsündeki hayatıma çocuklar yetişkin hale gelince bu halka genişledi. Çocuklarım evde benim anlattığım masallar, sorduğum bilmeceler, söylediğim şarkılar ile büyüdüler. Ve çok kalabalık misafir grupları içinde. Sohbet meclisleri evimden hiç eksik olmadı. Hâlâ da öyle. Sonra sınırlar genişledi. Dedik ya, şehrim bölgem ve ülkem. Mümkün olduğunca yetişebildiğim tüm yavrulara tüm araçları kullanarak ulaşmak. Kalem, kelâm, beden ruh ve daha birçok vasıta ile. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 15


“Dünya yükümü sırtımdan al Rabbim, daha çok evladımıza gidebileyim.” duası da kanatlarım oluyor sanırım. Dört evlat büyütmek hiç kolay olmadı. Eşimin desteğini de belirtmek isterim. Yavrularımın gönlünde kendilerine vazifesini yapmış yetiştirmiş başka çocuklara koşan minnacık cüsseli ama gönülce geniş bir anne, bir dost profili var. Bu hale ne kadar şükretsem azdır. 25, 22,19 ve 13 yaşında olan evlatlar evde bir genç topluluğu. Belki de benim için sunulan deneyim ortamı idi Rab tarafından. Önce evde terbiye edildik hep beraber ediliyoruz sonra kaleme söze yansımalarla, yönelme nice yola. Yetişmek kısmı ise, evde yetişip pişme kısmıyla orantılı olarak devam etti. Özellikle çocuklar küçükken çalışma hayatında zorlandım. Neden çalışır ki kadınlar dediğim çok olmuştur, kendimi çok çaresiz hissettiğim. Lakin Gönülden istenince de bazı şeyler görünmez kanatlar takılıyor size. Sizi bir yerden bir yere uçuyor Rabbim, sizin maharetinizmiş gibi oluyor. Aslında herşey samimiyet, plan, zamanı iyi kullanma çabasıyla birleşerek anlamlı çalışmalara sizin adınız kaydoluyor. Mesele severek yönelmek içten istemek ve gayret... Ve mutlaka içten yakarış duâ... ✓ Çocuklardan devam edelim.

Barış ve sevgi adına çocuklarda bir algı oluşturmak amacıyla ‘Kırmızı Hayatın Rengi Olsun / Ölümün Değil’ adlı bir projeniz var. Bunun hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? Neler yaptınız, neler yapacaksınız? Projeler çocuklarda, gençlerde bir misyon, bir dava ruhu kazandırma istemiyle hep olmuştur hayatımda. Geçmiş dönemlerde çok öne çıkamıyorduk. 28 Şubatları yaşadık, birtakım engelleri gördük. Giyim kuşam özgürlüğü fikir özgürlüğü de bahşettiği için alabildiğine çalıştık sonrasında… Kırmızı Hayatın Rengi Olsun Ölümün Değil projesinde özellikle savaş ülkeleri, terör vs. gibi sebeplerle masumca hayatını kaybeden bilhassa çocuklara dikkat çekmek için; barış, sevgi, merhamet algısını çocuk zihinlere kazımaya çalıştık. Fikir anneliği yaptığım projelerin uzun yıllar devamı çok önemli idi. Bu projede Türkiye sınırlarını da aştı. Edebiyat bunu uzaklara nice gönle taşımaya vesile oldu. TV kamu spotu, yaptığımız şarkılar yine hakeza. 44 yazar bir araya geldik barış sevgi yazıları yazdık. Malatya Büyükşehir Belediyesi kitaplaştırdı ve 44 yazarla Malatya da program yaptık. Kırmızı hediyeler yolladık ülkemin dört bir yanında ki okullara. Bir çağrı mektubu yazdık benim kalemimden, “kan dökülmesin” içeriğiyleydi. Öğrencilerle devasa “Çocuklar Ölmesin” yazdık boş alanda. Tepeden çekim yaptık farkındalık oluşması için. Kart postallar hazırladık yolladık sivil toplum kuruluşlarına nice makam sahibi yetkiliye. Konu hassasiyetli şiir yazdım önce, sonra beste de yaptım. Lakin müzik eğitimi almadığım için müzik öğretmenleri notaya döktüler şarkıları. Youtube de projeye ait kamu spotu ve şarkıları bulabilirler kıymetli okurlarımız. ✓ Bir de ‘Çocuklar Yalnızlaşmasın’ isminde belgesel bir çalışmanız var. Onun hakkında

neler söyleyeceksiniz? Her çaba içinde bir sevda saklıyor. Çocuklar benim en büyük sevdam. Onlar için çaba ise en mühim davam. Daha akıllı telefonlar yaygın değilken ekran bağımlılığı, oyunlar, bilgisayarlar üzerinde tecelli etmeye başlamıştı. Altı ay boyunca öğrencilerim çocuklarım akrabalarım içerikli amatör çekimler yaptım. Amacım şuydu; “Çocukların ekran bağımlısı olmaması için ailelerin neler yapması gerekir?” Bunları görüntü ile anlattım. Şu mesajı vermeye çalıştım; “Aileler çocukları ile ortak işler yapınca, ekran yerine başka şeyler koydukça gelişimi sağlıklı olacaktı. Yaşadığı boşluk KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 16


olmayacağı için ailesiyle kendiyle kaliteli vakit geçirecekti. Ekran; bağımlılık olmadan eğlence boyutunda kalacaktı.” Öğretmenler bu kısa filmi çok kullandılar hâlâ da kullananlar varmış haberi geliyor. ✓ Nilüfer Hanım, çocuklara yönelik ‘Ninem Korkut’ isimli bir proje kitabınız var. Bunu

kitaplaştırdınız. Bize Ninem Korkut’tan bahseder misiniz? Bu karakter nasıl canlandı kafanızda? Ninem Korkut bize neler öğütlüyor? Ninem korkut değerli bir okurumuzun kıymetli cümleleri ile açığa çıktı. Bu ismi ben koymadım. “Eskiden Dedem Korkut güzel öğütleri ile toplumu aydınlatmış. Bu zamana da, sizin bal şerbeti tadında, kuş tüyü hafifliğinde ki öğütleriniz ışık oluyor. Sizin adınız da Ninem Korkut olmalı.” demişti çok hoşumuza gitmişti. Kitaplaşma aşamasında da kitabın adı Ninem Korkut oldu. Ninem Korkut‘un geçmişten bir esintiyle zamanın kahramanı olması bizi mutlu edecek, zihinlerde oluşan onlarca yabancı kahraman varken. Ninem Korkut Anadolu, Ninem Korkut tecrübe, Ninem Korkut kültürümüz, Ninem Korkut değerlerimiz, Ninem Korkut duygularımız, Ninem Korkut hepimiz. Var olmasını istediğimiz bir nesle örneklik. Kitapta neler var dediniz. Tontik bir nine var işin içinde sevgiyle öğütler veriyor hikmet ve mana içerikli birazda. “Animasyon çizgi film şeklinde de görmek istiyoruz.” diyenler çok ama süreç nasıl tecelli eder bilmiyorum henüz. Ninem Korkut üzerinde yoğun çalışıyorum. Ninem Korkut okumaları yapıyoruz gençlerle. Üzerinde istişaremiz var farklı ortamlarda. Okul programlarımız da fazlaca Ninem Korkut kitabımızla. Oradaki hikâye ve hikmetli sözlerle tanışmalı gençler. Çok ilginç yorumlar geliyor düşünce atölyelerimizde bu hikâye ve sözlere. Mutlu oluyorum geniş ufuklu gençlerimizin varlığı bize umudu yüklüyor ziyadesiyle. Ninem Korkut ikinci kitabı da hazırlıyor bu arada. ✓ Çocuklar bahsine devam edelim. Söz ve bestesi kendisine ait iki adet çocuk şarkınız

var. Bu müzikle uğraşan birisi olarak benim bayağı bir ilgimi çekti. Müzik eğitimi aldınız mı, bir enstrüman çalıyor musunuz? Hangi tür müzikten hoşlanırsınız? Bu şarkıların hikâyesi nedir? Beste yaptığınıza göre gün yüzünü çıkmamış başka besteler var mı? Evet, yukarda da belirttiğim gibi sanat her yönüyle kuşatıyor sizi. Şiir yazan resimle de müzikle de tiyatro filmle de hemhal. Bunlar sevgiye davanıza giden yoldaki araçlar. Sevdiklerinizle yolculuk gibi. Çok şükür ki hepsinden nasiplendik. Sanat ve Halk Müziğini çok severim. Özgün müziği de. Öğrencilerime beste yoluyla kazandırdığım çok bilgi var. Lakin nota bilgim olmadığı için sadece bizde kaldı bu şarkılar. “Kırmızı Hayatın Rengi Olsun” şarkılarımızı da müzik öğretmenlerimiz notaya döktü. Bakalım öbür çocuk şarkılarımız da bu yolla gün yüzüne çıkabilir umudundayım. ✓ Nilüfer Hanım, Malatya’yı yaptığınız çalışmalarla ülke

gündemine sıklıkla taşıyorsunuz. Önce 2016 yılında “Dünya Barışı ve Çocuk Hakları için 44 Yazar Okurlarla Buluşuyor” dediniz. 44 yazarı Malatya’da ağırladınız. Ardından bu yıl da yine çocuklara yönelik “44 Kalem 44 Değerli Mektup” projeniz ile 44 yazarımızı Malatya’da ağırladınız, öğrencilerle buluşturdunuz. Bunlar gerçekten çok büyük projeler. Projelerinizi Malatya Büyükşehir Belediyesi destekliyordu. Başka proje ortaklarınız var mıydı? Bize bu projelerden biraz bahseder misiniz? Bu projelerde de yine gayret çocuklarımıza ufuk açmak, sanatı araç edinerek bilgiyi tecrübeyi paylaşmaktı. 44 üzerinde plakamızla bütünleşsin kalıcı olsun diye durduk. Gayretimize her daim inandı Büyükşehir Belediyesi. Bizimle beraber eğitime, kültüre

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 17


sanata sanatçıya yazara şaire değer verdi. Buradan tekrar şükranlarımı sunuyorum. 44 Mektup çalışmamız üç okul bünyesinde etkin çalışmalarla şehrime damgasını vurdu. Önemli hususlardan biri de her mektuba bir yavrumuz, Serap Soyer resim öğretmenimiz önderliğinde resimler çizdi. Mektuplar kart postala dönüştü. Alaattin Aktaş, Fehim Dağ öğretmenlerim, Hanifi Özdemir, Vahap Arıkan müdürlerim proje ekibinin beyin kısmında idi benimle beraber. Elbette projeler ekip ve destekle yürüyor. Davet programının fikir kısmını oluşturup davetleri gerçekleştiren olsam da yanınızda yol arkadaşlarınız olmalı. Dört yıldır ise sınıf öğrencilerim temelli yürüttüğüm “İyilik Önderleri” projemiz var. Okul içi, okul mahallesiyle başladı ilk çalışmalar. Kedi barınaklarından tutun, pide fırınına mini kütüphane yapmaya kadar birçok iyilik hareketi. Yardıma muhtaç ailelere gitme, her gün okuldaki o gün doğan öğrencilere doğum günü kutlaması vs. İyilik önderlerinin bir dergisi var yapılan çalışmaları anlatan bir de bir iyilik rozetimiz var iyilik önderi olmaya namzet öğrencilere taktığımız. İyilik önderleri kütüphane, okuma çalışmalarına da önderlik eden etkinlikler yaptı. En son “Argosuz Dil Çöpsüz Yer Sahası” sloganı ile dilimizi çevremizi ve devamında kalbimizi temiz tutmaya yönelik ve bu hususta farkındalık oluşturma gayreti ile bir çalışma yürütüyoruz. Etkinliğimize yazar D. Mehmet Doğan katıldı. “Temiz Türkçe Temiz Çevre” konulu bir panel gerçekleştirdik. Broşürler dağıtıldı. Sponsorluğu Malatya Başaran İleri Teknolojileri üstlendi. Sembolik bir çöp kutusunu çalışmayı yaptığımız parklara bırakacağız. Söz ve bestesi bana ait bir şarkı seslendiriyoruz yine. Metnini oluşturduğum kamu spotu hazırlığımız var. Bu projeyi de gücümün yettiği yere kadar gerçekleştireceğiz. Sadece kendi okulumda değil çoğu yere ulaşsın gayretindeyim. İyilik önderleri; iyiliğe önderlik eden bir neslin temelini oluşturan bir iyilik hareketidir. Birçok şehirde de iyilik grupları oluşturma hedefindeyiz. Şu an Malatya Kent Konseyi ve İnönü Üniversitesi Kampüs FM işbirliği ile “Ninem Korkut ile Masal Saati” programına da başladık. Gayemiz masallarımızdan yavrularımızı haberdar etmek. Bu da benim için keyifli anlamlı bir vakit dilimi. Her Cuma saat 20.00 de bekleriz efendim. Fikirler beynimde kol geziyor peyderpey çıkacak inşallah bununda müjdesini vermiş olalım. ✓ Son olarak “Hayallerimizi Konuşalım” başlığı altında yine çocuklara yönelik

söyleşileriniz var. Bunun hakkında kısa bir malumat verdikten sonra ufukta başka ne gibi çalışmalar var? Bizi hangi sürprizler bekliyor? “Hayallerimizi Konuşalım” başlığı benim için çok önemli. Hayalleri olan çocuklar gençler âna, geleceğe bir şeyler bırakabilir. Hayalleri rüyaları olan gençler üretme iz bırakma ruhuna sahip olur. Hızla çoğalan tüketim toplumu ciddi bir tehdit. Hayalleri olan insanlar bilim adamı olmuşlar, adını tarihe yazdıran mütefekkir ilim adamı, sanatçı olmuşlar. Gençlere bunları hissettirmeye çalışıyorum bu söyleşiler ile. Yaşadığı vakte farklılık katarak yol alan herkesten ‘farklı çabası, projeleri çabaları olan’ bir nesil arzusu ile gençlere gidiyorum. Hayalleri olan gençlerin gözleri parlar, çalışır. Tükenmişlik sendromu yaşamaz. Etkileşim içinde olduğu herkese ufuk açar. Bu nesillerle ülkem kalkınır, bunlar anlatabildiklerim bu heyecanı onlarla yaşamak çok daha farklı oluyor. Anlatırken onları dinlerken yerimde duramıyorum. Davamız derdimiz güzel çocuklarımızı güzellik dolu bir geleceğe hazırlamak ✓ Bize zaman ayırdığınız ve sorularımıza samimi olarak, içtenlikle cevap verdiğiniz

için çok teşekkür ediyoruz.

Bu güzel söyleşi için ben teşekkür ederim çalışmalarınız bereketli olsun. Emeklerinize sağlık.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 18


GÖĞE TAKILAN UÇURTMA AYDIN DERTLİ Yalnızlık yırtıyor gövdemi Ranzalar uyur avlusuz, uykusuz gözlerimde sevgilim Kentliler sofrasında bölüşür ülkemi. Kavgalar ortasındadır yüreğim, Suların çarpıntısında dinlerim, öksüz düşlerimi. Gülmek yasak, çocuklar yok sokaklarda, perdesi çekilmiş ümidin Sevdaya bakmıyor ömrümün penceresi, Yolumdan geçmiyor gençliğin hevesi Ruhumun peşinde sahte övücüler, idam zaptiyeleri Gözlerimde oynar namlular, Muskalı yüzlerde nefret durulur. Büyür isyan yıldızları, bereketli dağların eteğinde Güneş, dişleriyle gülüşümü söker duvardan Bilmediğim hayatlar düşer hüzün uçurumundan Kurşun sağanaklar yağar göklerden, Yıllardır sustum, sallanır yeryüzü meraktan Sinmiştir yoksulluk gömleğimize, Sol cebimde karanfil boynunu vurur. Sevgidir ıslatan yüreği, Dökülürken kanatan kelimeler göğsümde asılı durur. Kanla dolar başaklar, sesimize mitralyözler sırdaştır, Dalgalar karanlıkta uludur. Bir sokağı düşününce, zindanlara gök dolar, Voltalarda bacası tüten evim gelir aklıma. Çorbama barut karıştırır, dünya kaynar kanımda Ölümlerin habercisidir beyaz çarşaflar, Acıların gardiyanı seslenir dört duvarda Bıçak sırtı, hoyrat bir hayata inat, boğulmaya giderim anılarımla Beni bırakın, baş başa yalnızlığımla, yaşamak umrumda olmasa...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 19


AYRIK OTUM (1) AYŞE KARACA Bugün ben sanki varlığına karışıyorum; gözlerim gülüşünle kamaşıyor, varlığınla ışıldıyorum tüm evrene. Ellerin ahenkle udun telleri arasında gidip gelirken kendime gelemiyorum, sadece nasıl kaçıp kurtulabilirim senden diye hayıflanıyorum. Seni sevmek, kaçamak bakışlarla her gülüşünü kendine zannetmek ve kısacık an'a gizlemekti, kimse görmesin diye satır aralarına… alabildiğince katran karası olan gözlerinde yanarken od, hasretten ve yokluğumdan ağlıyor olabilir mi elindeki ud? Kanıma karışan sana “Seni seviyorum.” cümlesini anlamlaştırmaya çalışırken yokluğunun kol gezdiği diyarlara gidip geliyorum ve sana ulaşamamanın ıstırabını yaşıyorum. Dilimle damağım arasında dolaşan bir harf ve ben bu harfleri toplasam sen edeceksin, biz edeceğiz. Bir darbe gibi iniyor boğazımdan senli; ama sensiz, sessiz cümleler. Yanmadan, yakılmadan, aşkın harında kavrulmadan olmuyordu, aşk demini bulmuyordu. Vakit gecenin orta durağı karabasanlar çökmüş görüş açılarıma. Ne olur güzel gülüşünü esirgeme ki ben de süreyim sızılı acılarıma. Aklımda durduğu gibi durmuyor ki deli ediyor sensizlik, bu sendeki sessizlik... Sen diyorum, bir sen daha çıkıyor dilimden. Ses olmuş, dile gelmiş gibi yakıyor eritip bitiriyor benliğimi. Atağa geçiyor yüreğim ve benden bağımsız davranıyor dilim. Ben var ya diyor seni gördüm lâl oldum. Şahlanmış deniz gibi ayağa kalkıyor, ayaklanıyor tüm duygularım. Kalbim kanat çırpan nadide bir kelebek gibi sana doğru açıyor o naif kanatlarını. Ben, ben de değilim ben esrik, ben kendinden geçmiş çekiyorum içime sevda yağmurlarını… Ey benim sana olan tutsaklığımla şikâyete mahal vermediğim! Bu ateş ikliminde yaktığın yangından haberi olmayan can parçam. Bakışın, gülüşün bir söz deyişinle damarımdan zehir olmuş akıyor. O nasıl bir zehir ki yıldız yağmurlarını sunup hücrelerime, şerbetler içiriyor, ciğerlerimin en hacimsiz hacmine... Ben dursam duygularım durmayacak ve anlatacak o mahrem sözcükleri. Ben sussam şah damarım susmayacak, konuşacak. Ben kaçsam senin hayalin kıskıvrak yakalayacak. Yazdığım satırların arasına gizlediğim ismini okuyacağım. Bu daha da canımı yakacak. Sen sana yazıldığını bilmeden okuyacaksın, öylesine yazılmış bir yazı gibi… Ey sevgili, ben sana nehir gibi akıyorken sen nasıl bana kurak olabiliyorsun? Sevda sensin ey gülüşünü ömrüme kattığım! Sen bana hep gül, ben senli yollara yürüyerek, kayıp düşerek gelebilir; kanayan yaralarımı kendim sarar, sen ayrık otum derim. Tüm hücrelerimi kaplamana yardım edebilirim. Başka birini sevmedim, sevmek istemedim. Hasret nöbetlerinde savrulurken aralıktan nisana, nasıl da istiyorum sevdanı elime yüzüme bulaştırıp damla damla kanıma katmayı. Bu karşılıksız sevdayı harmanlayıp yar hayalimde ki sen ile sana sunmayı…

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 20


AYİNE-İ KALP BANU YURTSEVER İnsan gönlüne nasıl ulaşabilir? Gönlüne ulaşmak, onu anlamak için ne kadar yol kat etmelidir? Mutluluk denen olgu güzellik ve sevgiyi anlayarak ulaşılan bir sonuç değil midir? Her insan bir dünyadır. Allah'ın sıfatları ise insanlar üzerinde tecelli etmektedir. Gönül insanın sahip olduğu en yüce duygularının bulunduğu yerdir. Kalpsizsin deriz. Fakat gönülsüzsün diyemeyiz. Gelin sizinle bir yolculuğa çıkalım. Kalbin odacıklarına varıp kalpten geçip gönlümüze ulaşalım. Gönlünde sevgiyi taşımasından dolayıdır ki insan, kırılgan ve naif bir yaratılışa sahiptir. Gönül ise Allah'ın evi olarak sonsuzluğun insanın içine işlediği en güzel yerdir. Biz de Nefi gibi gönlü bir okyanusa benzetebiliriz. Gönlü sadece güzelliklerin bulunduğu engin bir okyanus gibi düşünürsek Nefi'nin dediği gibi sahilimiz çer çöpten arındığı takdirde mutlak mutluluğa ulaşmaz mıyız? Mavinin özgürlük veren duyguları adeta sonsuz olana bir yol çizer. Dalganın her kıyıya vuruşu huzura bir davet, hayale ve mutluluğa açılan bir kapıdır. Mevlana'nın deyişiyle "Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur…" Dalgalar adeta bir fon gibi kalbin melodisini, tınısını dünyaya sunmaktadır... Gönül bir ayna gibidir. O aynada tecelli eden Esma-ül Hüsna, eğer gönül evi kirlenirse yansımaz ancak pâk olur ise görünür. Bu kirleri oluşturanlar, insanın enaniyetine kurban olduğu günah ve ahlaki çöküntülerdir. Yalan söyleyen insanın kendi doğrusunda canlı kalması beklenebilir mi? İnsan kalbine sahip çıktığı surette gönle giden kapıları aralar. Mutluluk muştuları her tarafa yayılırken soyut olan gönül, duygularını dünyadaki vüs'ati büyük olanlara emanet eder. Gözler deniz ve gökyüzüne baktıkça ruh, hayatta olduğunu, nefes aldığını hisseder. Belki de biz bu hissi, “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.” (Cahit Zarifoğlu) diyen Zarifoğlu’nun hissettiği duyguya şahit oldukça anlayabiliriz. Yakamozdaki görüntüler nasıl göze güzel gelir? Aslında görünen güneşin ve ay'ın büyük ve parıltılı kaynağına işaret etmesi ve denizdeki veya göldeki küçük damlacıkların küçüklüğüne rağmen o büyüklüğü göstermesi değil midir? Gönlün haz aldığı noktalardan biri hayallerimizin beklenmedik anlarda karşımıza çıktığı zamanlardır. Bu tevafuklar adeta gönlü Coşturan, konuşturan, söyleten anahtar gibidir. İçimizde taşıdığımız en değerli hazinemiz ve insanları bağlayan en güçlü bağ gönül bağı, yaşamın en büyük sırrı olup bu sır hayatımıza tevafuk olarak yansıdığı anlarda bizi büyüklüğü ile hayrete düşürür Bir de şu cepheden gönle bakarsak; gönül, hüzünden, çileden, ağlamaktan, aşktan da haz alır. Bu yüzden gönül hayattardır; canlıdır, yaşam kaynağıdır ve kendi canlı kaldıkça, yaşadıkça kendisindeki ilahi tecellilerin farkına varır. Kâlu beladan tanışık ruhların teslimiyetle yaşarken karşılaşmaları ile kader insanın hayatını oluşturmaz mı? Birbirlerini hissederek bilen insanları gönül ehli olarak adlandıran Nef’i, ayni zamanda bu ehil kişilerin ancak kalbi temiz olanlar olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle insanın gönlüyle bir işe yaklaşması adeta kendini adayarak o yolda olması, insanın sıfır hükmünde olmasıdır. Kendini yakarken yeniden doğan Anka kuşu misali insan da ancak o zaman gönlüne varıp yeniden doğduğunu, hayattar olduğunu hisseder. Hissettiği ölçüde hayatı yaşarken ise sevgi dilini hicaz makamından diğer insanlara da ulaştırıp asıl sonsuzluğu kendi içinde bulur. Sizin de içinizdeki sonsuzluğu ve dolayısıyla asıl mutluluğu bulmanız dileğimle.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 21


UZAKTAN BAKIYORSUN GÖZLERİME CAVİT ÇARKI

Uzaktan bakıyorsun gözlerime Bir o kadar da yüksekten Bense bir o kadar alçalıyorum. Uzaklaşıyor adımların anlamsızca Göz bebeklerin küçülüyor Kendimi göremiyorum. Bana açılan kollar Yavaş yavaş kapanıyor Yüreğinin sesini duyamıyorum.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 22


BİR MİLLET, İKİ DEVLET PAKİSTAN-TÜRKİYE DEVRİM AKTÜRK Dünya ülkelerinde her zaman bir dostluk gerçekleşmiştir. Bu dostlukların bazıları uzun süreli iken, bazıları ise bozulmaya mahkûm kalmıştır. Ancak Pakistan ile Türkiye arasındaki dostluk bu hususa dâhil değildir. Çünkü Pakistan ile Türkiye arasındaki ilişki sadece Cumhuriyet dönemi ile sınırlı değildir. Gazneliler Devleti’nden bugüne dek süre gelen bir dostluğun birikimden bahsedilmektedir. Bundan ötürüdür ki, böyle bir dostluk ve kardeşlik ilişkisine sahip ülke sayısı çok azdır. Ayrıca her iki ülkede de onlarca kez hükümetler değişmesine rağmen yine de bu kardeşlik öyküsü bitmemiştir. Bu da gösteriyor ki; Türkiye ile Pakistan arasındaki kardeşlik bağı halktan halkadır, hükümetlerin değişmesiyle bu bağ değişmez. Müslümanlığın Güney Asya’da kitlesel yayılışı ilk olarak Gazneliler Devleti’nin kurulması ile başlamıştır.1000-1026 yıllarında Pencap’a yaptığı akınlarla İslamiyet’i Alt kıtaya sokan Gazneli Mahmud döneminde, özellikle Sofi düşüncesine bağlı İslam bilginleri bölgede İslamiyet’in yayılmasında etkili olmuşlardır. Alt kıtadaki Babür İmparatorluğu’nun kurucusu Babür Şah, 1526’da Delhi yakınlarında Penipat’da Delhi Sultanlığı’nın son yöneticisi İbrahim Lodi’yi yenerek Delhi Sultanlığına son vermiştir. Türk ve Pakistan halkları arasındaki ilişkilerin kökleri bundan ötürü yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Alt kıtadaki Türk kökenli Gazne ve Babür hanedanlıklarının hüküm sürdüğü zamana dayanan ortak bir kültür de mevcuttur. İki ülke hakları, tarih boyunca yakın etkileşim içerisinde olmuşlar ve birbirlerini sosyal ve kültürel açıdan etkilemişlerdir. Bu iki ülke dini bakımdan da çok sıkı dostluklar göstermişlerdir. Nitekim Pakistan henüz kurulmadan önce Hindistan himayesi altındaydı. Hindistan Müslümanları İngilizlere karşı Osmanlı ile dayanışma halinde olmuşlardı ve siyasal İslamcı hareketi ilan ederek İngiliz Hükümeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme girişimlerini önlemeye çalışmışlardı. Kurtuluş Savaşı’nda, sel ve deprem felaketlerinde her zaman yan yana olmuş olan bu iki devlet; Kıbrıs ve Keşmiş konularında da her zaman birlikte mutabık kalmıştır. Bu dayanışmanın vesilesi ile iki ülkenin renkli gelenek ve göreneklerini de iki dost devletin halkları tarafından hoş bir seda ile tadılmaktadır. Belirttiğim üzere, iki ülkede yaşayan halkların kardeşliği ülkelerin kuruluşlarından öncesine dayanmaktadır. 1920’lerde, Hindistan sınırlarında yaşayan Pakistan Müslümanları Türk Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu halkına hem maddi hem de manevi yönden yardımlarda bulundu. Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi Hindistan Müslümanlarını endişelendirmişti.1 Hilafetin ve Müslümanların bu işgalden kurtulması için Hindistan Müslümanları bütün Hindistan’ın Müslüman bölgelerinde yardım kampanyaları düzenlediler. Türkiye’de İstiklal Savaşı boyunca on beş kez yardım parası gönderdiler. Hindistan Hilafet Komitesi 26 Aralık 1921’den 1922 tarihine kadar toplam 678.494 Türk Lirası ve 156 bin İngiliz sterlini gönderdi. Bu paralar Osmanlı Bankasında muhafaza edildi. Emir Ali başkanlığında Hilafet Komitesi tarafından toplanan paraların Türkiye’ye gönderilmesinin nedeni hilafetin kurtarılmasıydı. Hintli tarihçi H. Sarya, Gandi’nin de İstiklal Savaşı için para gönderdiğini söyler. Gönderilen bu büyük yardımın bir kısmı ile ordunun ihtiyacı karşılanırken, İstiklal Savaşı sonrası kalan para geri iade edilmeyerek Türkiye İş Bankası’nın ana sermayesini oluşturmuşlardır. Türkiye’nin Pakistan’la ilişkileri, Pakistan’ın Muhammed Ali Cinnah önderliğinde bağımsız bir devlet olarak kurulduğu 14 Ağustos 1947 tarihinden itibaren yakın dostluk ve kardeşlik anlayışı temelinde şekillenmiştir. Türkiye ile Pakistan arasında diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin 70. yıldönümü 2017 yılı boyunca her iki ülkede çeşitli etkinliklerle kutlanmış olup, etkinlikler Pakistan’ın Milli günü olan 23 Mart 2018 tarihine kadar sürecektir.3 Ayrıca bu iki ülkenin en son mutabık kaldığı ve BM’deki büyük referandumda Doğu Kudüs ile Mescidi Aksanın Filistin de kalmasına evet oyu vermeleriyle bir kez daha dostlukları pekişmiştir.4 Türkiye ile Pakistan kardeşliğinin dönüm noktalarından biri de, Keşmir sorununda Türkiye’nin Pakistan’ın yanında olmasıdır ve Cammu ile Keşmir’in Pakistan’ın bir parçası KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 23


olduğunu kabul etmeleridir. Tabi Türkiye bunu yaparken Pakistan’da Kuzey Kıbrıs sorununda Türkiye’ye destek vermiştir. Her iki ülkede Merkezi Antlaşma Teşkilatı’nın (CENTO) üyesidir ve yine her iki ülkede İslam İş birliği Teşkilatı ile D-8 devletleri içerisinde yer edinmektedir.5 Türkiye Cumhuriyeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti arasında bugüne kadar toplam 14 adet Askeri Anlaşma akdedilmiştir. 7 adet Anlaşma ve Protokol taslak durumda olup çalışmaları halen devam etmektedir. Pakistan ile üst düzey askeri ziyaret ve temaslar yoğun bir şekilde devam etmektedir. İki ülke arasında askeri eğitim konusunda da yakın iş birliği mevcut olup, 1955 yılından günümüze kadar 501 Pakistanlı askeri personel Türkiye’de, 134 Türk askeri personeli ise Pakistan’da eğitim-öğretim verilmiştir. Her iki ülkede silahlanma konusunda yurtdışına olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin bu konu üzerine eğilmesi ve Atak helikopteri gibi savunma sanayi ürünlerinin ortaya çıkması her iki devleti bir kez daha karşılıklı ilgiye ve kardeşliğe pekiştirmektedir. İki ülke afet zamanlarında birbirlerine maddi ve manevi desteklerde bulunmuşlardır. Pakistan 1999 depremi ve 2011 Van depreminde Türkiye’ye desteklerini esirgememiştir. Aynı zamanda Türkiye’de 2005 Kaşmir depreminden etkilenen Pakistanlılara 150 milyon dolarlık bir yardım paketi sağlamıştır.6 Pakistan ile Türkiye liderlerinden, yaşadıkları problem ve yaşam tarzlarına kadar birçok yönden iki devlet birbirlerine benzerlik göstermişlerdir. İki ülkenin kurucusu M. Kemal Atatürk ile Muhammed Ali Cinnah, yine iki ülkenin büyük şairleri M. Akif Ersoy ile Muhammed İkbal, Adnan Menderes ile Zülfikar Ali Butto, Kadın Başbakanlar Tansu Çiller ile Benazir Butto zaman zaman birbirlerine benzetilmişlerdir. Bu benzetmelere birde hain ve alçak darbe girişimlerde hiç şüphesiz yer almıştır. Çünkü her iki ülke de üçten fazla darbe girişimi yaşanmıştır. Her iki ülke arasındaki dostluğu din kardeşliğine bağlamak sığ bir düşünce olur. Dünya üzerinde birçok Müslüman ülke varken hiçbiriyle olan ilişkilerimiz Pakistan’la olduğu kadar dostluk seviyesine ulaşamamıştır. Din bu kardeşliği sağlamakta ama bu kardeşliğin asıl gayesi geçmişten günümüze kadar yaşanan hadiseler ve yaşanan olayların benzerliğidir.7 Dilerim ki, bu iki devletin bu güzel dostluğu daim olur ve bütün dış ile iç etkenlerle mücadele edip, yıkılmayacağımızı ve yeniden ceddimizin yaptığı gibi dünyaya baş edeceğimizi belirtmekten onur ve şeref duyarım. Saygılarımla…

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 24


BAVUL DİLŞAD KAYA

İnsanın hazinesinde bir bavul vardır. Ağır bir bavul… Anılarla doldurulan her şey ağırdır. Yeri gelir bavul olur bu, yeri gelir kalp olur. Bir gün bavulunu toplar gidersen kalbindeki çocuğu götürmeyi unutma! O dayanamaz ayrılığa ve yalnızlığa. Senin suretinde gösterdiğin sertliğin içe vurumudur o. Surette ağlamaz insan, kalpte ağlar. Kalbindeki çocuk senin yerine ağlar. Günlerce ağlar, aylarca ağlar, belki yıllarca ağlar. Senin saçın beyazlasa da o çocuk hiç büyümez. Ne yapsan avutamazsın. Avuttum zannedersin, olmaz… Kendini kandırmaktır bu. Kaybetme kalbindeki çocuğu… Zaten istesen de kaybedemezsin. İnsan kendi parçasını bırakabilen bir canlı değildir. Canından canı almaya kalkarsan acıtırsın. Acı da deliliktir. Sevgiyle doğru orantılıdır. Sevgi arttıkça sevdiğin için acı çekme oranın da artar. Acının delilik olması gibi sevgi deliliği bir kusur olarak görmez. Bu delice acı çekme hissi gözyaşlarını da beraberinde getirir. Güç, gururu olur insanın. Bu yüzden suret ağlamaz, kalpteki çocuk ağlar. Bazı yükler kalbe ağır gelir. Eğer kalbinde bir çocuk yaşatıyorsan o çocuk bu yükü kaldıramaz. Kalbinde bir çocuk taşımıyorsan eğer ne sevgiyi anlayabilirsin ne acıyı kabullenirsin ne de deliliği normal addedebilirsin. İnsan zeki bir varlıktır ama aklını kullanıp yarımı bütün edemez. Ayağı gurura takılır çünkü önce sendeler sonra düşer. Gurur insanın doğrulup kalkmasını engeller. “Sevmek için neyi bekliyoruz?” sorusu insan aklında hep olmalıdır. Dün vardın, bugünü yaşadın peki sonra? Sonranın cevabını verebilecek ne güce ne bilgiye sahiptir insan. Yaşamak varsa eğer sevmek bunun güneşidir. Güneş doğmuyorsa bir ömre yaşayan bir ölüden farklı değilsin. Okuduğum kitaplar vardı bavulda. Sıkıntılar, sayfalarında saklıydı benliğin. Yüzler donuktur biraz, sıkıntılı… Bakışların arkasında ne olduğunu asla bilemezsin. Ne kadar güçlü görünmeye çalışırsan bu hayatta o kadar yıpranırsın ve bunu yapmaktan başka şansın yoktur. Aşkta, hayatta, kavgada; güçlü göründüğün kadar hassassın. Hassas olduğun kadar savunmasız… Kalpte hep ağır bir yük vardır. Yük gözlere vursa da sel misali aksa… Bu dünyada ağlayacak gücü bulamazsın. Yeteri kadar ağlamışsan ne olur peki? Çok ağlarsak gözyaşlarımız tükenir miydi? Göz de tükenirdi gözyaşları, gönülde tükenmezdi. Bu dünyada ne çok insan vardı kalbinden ağlayan. Baksan öyle donuk çehreleri vardı ki duygusuz zannederdin. Ama zannetmekle tüketemez bir insan hayatı. Zannedersen yanılırsın, zannedersen kaybedersin. Kaybettiğin belki de kazandığın en güzel şey olacaktır. Bilemezsin…

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 25


HAYAT EMRAN KOYUNCU

İnsan nasıl bir yol izlemeli? Kime göre ya da neye göre. Yaşanılan her anın ne kadar değerli ve anlamlı olduğunun kaç kişi farkında... Var olmak kadar, yok olacağımızın farkındalığını bilerek mi yaşıyoruz? Kimlerin hayatında ne kadar varız? Biz ne istiyoruz? Kadın ve erkek olarak birbirimize karşı, ailemize karşı görevlerimizi, sorumluluklarımızı ne kadar yerine getirebiliyoruz? Evlatlarımıza nasıl bir gelecek hazırlıyoruz? Annelerin sorumluluklarının ne kadarını babalar alıyor? Herkesin kendi yaşam kalitesi, anlayışı farklı. Bazen çıkmaz sokaklar gibi olur hayat. Çabalarsın çabalarsın bir çıkış yolu bulamazsın. Köşeye sıkıştığını düşünürsün. Kaderine razı olursun bir noktadan sonra. Umudunu kaybederek yaşamını zorlaştırırsın. Hiçbir şeyden memnun olmazsın... Bahanelerin arkasına sığınırsın. Kurtuluşun senin elinde aslında. Başka bir el arar bulamadığın an dünyanın sonu geldi deyip beklersin yok oluşunu. Yaşamak kadar, ölmekte kolay değil... Hayatta varlığımızın, sebepleri, nedenleri var. Tercihlerimizin sonucu tecrübelerimiz... Her zaman, her şey yolunda gitmez. Kadere boyun eğeriz. Hayatı akışına bırakırız çoğumuz. Vazgeçeriz, kırılırız, üzülürüz. Dünyanın sonu geldi deyip her şeyi akışına bırakırız. Dünyanın sonu yok. Canlı varlıkların sonu var. Çabuk pes edenler, kaderini değiştirebileceği cesareti olmayanlar. Her yeni gün yeniden doğuyoruz. Güneş gibi... Kendinizi sevin. Bir masal kahramanı yaratın ve siz yazın o masalı... Defalarca yanmak gerek belki. Nedensiz, sebepsiz değildir her yangın. Mutlaka onu alevlendirecek ufacık kıvılcımlar, kıvılcımlara can veren rüzgârlar... Yangının mevsimi, yeri, zamanı "kış" değildir. Yürek yanmaz mı? Her zerreniz bir kıvılcım olur, yakar kavurur içinizi. Yaşadığımız her olay, hayatımızda olan her insan bu kıvılcımları ya ateşler köze çevirir. Ya da söndürüp küle...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 26


BEN SENİ KOCAMAN BİR YÜREKLE SEVDİM EMRE VEHBİ ALKAN Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil yüreğimdi seni gören, damarımdaki kana karışıp geldin, oturdun yüreğime. Başka bir yerde olamazdın zaten, sen benim en değerli yüreğimde olmalıydın, orada kalmalıydın. Çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu kadar kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin yani. Artık bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, nede uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin. Şimdi sonbahar kışa giriyor Kozlu’da, yüreğimde kışlarda üşümekte. Ya ben; Dört mevsim baharı yaşadım seninle, çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı senin renklerinin karşısında. Yedi renk seni kıskandı. Yüreğim yeşildi. Sen taze bir yaprak gibi yeşildin, üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün, kırmızıydın bir ateş gibi ve maviydin. En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Mavisin işte, benim mavilimsin. Gözlerine bakarken güneşli bir toprak kokusu vuruyordu başıma. Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyordum... Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum vardı senden önce, sen o uçurumlara köprü oldun. Sevginle acılardan kurtuldum. Ben hep derim ya “Bir Allah’tan korkarım bir de senden”… Sevginin bitmesinden yani. Sevgini hiç bitirme olur mu mavi kız. Sevgimiz hiç bitmesin. Çok acılar çektik beraber çok. Ağlayışlarımızı, yüreğimizdeki volkanları kimselere göstermedik. Açtıkları kapının hep dışında kaldılar onlar. Hayatın bize attığı kazıkları özenle sıyırıp attık yüreğimizden. Kırdıkça onardık yüreğimizin sevgisiyle aşkımızı. Mazinin koordinatlarında salkım saçak bir gülüş oldular sonra. Düşlerimizi tırmalayan rüyalarda benliğimizi aradık yıllarca ve beraberce bulduk yürüdüğümüz yolda. Daldığımız koridorlar uzundu, yürüdüğümüz yollar çıkmaza uzanırdı çoğu zaman, ama biz yaşadıklarımızı gülüşlerimizle bütünleştirdik ve sonunda mutluluğa ulaştık el birliğiyle. Denize tutkundum biliyorsun. Ne denizi sensiz, ne de seni denizsiz düşünemedim seni severken. Dünyayı da sevdim, insanları da. İnan bana seninleyken düşmanlarımı bile sevdim. Onları bana sen sevdirdin. Her daraldığımda ökseye takılmış bir serçe olurum bilirsin. Sen kurtardın çoğu kez beni ökselerden. Kendime bile dar gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim. En kızgın, en tahammülsüz olduğum anlarda bile seni düşünmek yetiyordu bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansırdı ve ben gülerdim. Nisan yağmurları gözlerime düştüğünde ağladım. O zamanda sen vardın yanımda. Beni böylesine güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu seni severken anladım. Ağlarken gülebilmeyi sen öğrettin. Her şeye rağmen sevdim seni. Sen maviydin ben sen de mavileştim. Güçlüyüm artık ve aşamayacağım hiçbir zorluk yok. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim sen elimden tuttuğunda. Her an patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi. Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok ederdim. Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm ve o göle bir tek sen girebilirdin. Sevdim seni mavi kız, hem de deli gibi sevdim. Her halin çekti beni. Uyumanı, gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu sevdim. Yani kısaca senliği sevdim. Suskunluğunu da, küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını da sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu zaman. Bende şiirler yazdım. Ama çoğu zaman sığmadın cümlelere ve hiçbir cümlesini yeterince tarif edecek kadar derin olamadım. Ama inan seni severken hiç yorulmadım. Çünkü sen yaşam kaynağımdın, her gün yenilendim, seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladım. Ölmeyecektim, çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin. Gözlerine bakarken güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma, bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum... Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum içimde ama sen hep yanımdasın. Korkmuyorum artık sen varken. “Şimdi bir resim çiz gözlerinde, Yağmurlar mürekkebin olsun, Hadi bir resim çiz şimdi yüreğinde Yanı başına da koy beni. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 27


Dalıp dalıp gideyim ötelere, Tek misafiri olayım gözlerinin, Gözlerine bakıp dalayım işte. Ellerini ellerimin içinden alma sakın, Hissetsin sıcaklığını, Sıcaklığa hasret yaşayan ellerim. Bir yaslanayım yüreğinin üzerine Öylece kalayım işte. Ve beni hiç alma oradan, Ben orada seninle yaşlanayım. Gözlerinden denize bakayım O çok sevdiğim denizi göreyim gözlerinde. Tüm sevda yüklü gemiler o denizden geçsin. Ve limanı da bizim yüreğimiz olsun. Martılar hüzün taşır çoğu zaman Ama bize sevgi taşısınlar bir tutam, Yani ağızlarında biz olalım, Yani sevgimiz olsun bitimsiz. Martılarla oynaşalım seninle, Yani martı olalım bizde. Denizler aşkımız olsun, Yakamozlarda çocuklarımız… Her hüznümde, Hayatla bitmeyen kavgalarımda, Her yenilgimde mesela, Hep sen ol, sadece sen ama... Bilirsin ki ben çok ağlarım, Demek ki her an, Yani her nefesimde yanımda olmalısın. Zira korkar bu şiirbaz yalnızlıktan, Karanlıktan korkar. Sen aydınlat karanlığımı, Ölüme doğru koşarak giderken şu günlerde Daima sen aydınlat karanlık gidişimi.” Şimdi bir resim çiz yüreğinle Yüreğinde hep ben olayım…

Sevdayı bulutlara astım ben, yağmuru beklerim an be an. Çok kişi öldü bende ama bir sen kaldın. Kaderin keleklerine alıştım, yeleklerini saklıyorum sandığımda. O zamanda bitmedim, bitiremediler beni. O sıkıntımda bile hep sen oldun yanımda. Kadere inanmayan ben, kaderci olup çıktım. Git dedim de sana beni yalnız bırakmadın. İyi ki de gitmedin. Beni bende bitirenlerin kandilleri söndü çoktan. Hep gidenleri bekledim ben. Biliyordum gelmeyeceklerdi. Benim tek dayanağım sen oldun. Anamı özledim, sonra babam aratır oldu kendini. Gidenler geri dönmezmiş meğer geç anladım. Sen maviydin, ben sende mavileştim. Mavi hiç bu kadar güzel olmamıştı senden önce. Biliyor musun ben hep sevdim seni. Kayıtsız şartsız sevdim. Belki de yaptığım en güzel şey de buydu. Sen canım, sen canımın cananı, sensiz ben ve sensiz bir dünya düşünemiyorum. Mavilerin aşkına benimle yaşlan ve benimle öl… Dilerim her sevda mavi kalır ve dilerim maviler hep sevdalı kalır. Sizin de renginiz mavi olsun dostlarım. Zira mavi, mutluluğa açılan tek kapıdır… Cebimde biriktirdiğim sevgiler sizin unutmayın sakın… Dost kalın, sevgiyle kalın ve hep böyle kalın... KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 28


ANLIK YAŞAMAK MI YOKSA KALICI OLMAK MI? ESRA YAZICI

Size biri gelip dese ki “bu hayatta anlık mı yaşamak istersin yoksa kalıcı olarak mı?”, sizin cevabınız ne olurdu? “İnsanlar ölür, nasıl kalıcı olarak yaşayacağız ki”. Muhtemelen çoğu insan buna benzer cevaplar verirdi... Evet, insanlar ölür ama geride bıraktıklarıyla da hatırlanırlar. Yaşadığınız süreç boyunca, çevrenizde olan kişilere sağlam bir anı, eşya bırakmışsanız, siz dünyadan gitseniz bile bıraktığınızla hatırlanacaksınız. Bu tarihi bir eser olabilir, adınıza yaptığınız park veya kurum olabilir, ya da gerçek hayata özgü yazdığınız bir roman da olabilir... Herkes hatırlanmak ister, bu hayatta kalıcı olmak, yanlarında olmasak bile bizi unutmasınlar isteriz. Sözde, hayatta kalıcı olmayı bu kadar önemsiyoruz ama olay faaliyete gelince nedense kalıcılığı göz ardı ediyoruz Hazır olanlar daha cazip geliyor bize o an. Mesela çok ünlü olan sanatçılar veya oyuncular kitap yazmış olsa ünlü oldukları için mi bilmiyorum ama anında satılıyor. Peki, kendini sadece kitap yazmaya adayan kişiler, yazarlarımızın kitapları neden hemen satılmıyor? Kötü yazdıkları için mi, o ünlüler kadar tanınmadıkları için mi, yoksa biz onları tercih etmediğimiz için mi? Bence cevabı çok açık; biz onları tercih etmediğimiz için... Ne acı, oysaki ünlüler tarafından yazılan kitaplar her halûkârdâ satılıyor biz almasak bile, ama yazarlarımızın yazdığı edebi romanlar hayatta yaşananları, gerçeği anlattı için kimse okumak istemiyor ve almıyorlar. Popüler roman da hayat tozpembe olduğundan neredeyse çoğu insan onu tercih ediyor, oysaki hep aynı olay örgüsün de dönüp dolaşıyor popüler roman, keşke siz de anlayabilseniz... Edebi roman da geçen gerçek olaylar insanı acıtır mesela, kişi huzursuzdur okurken; ama popüler roman da zevk, ihtişam, övgüden bahseder hep, aynı kişiler kahraman olur genelde. Edebi roman da insanlar okurken ümit edecek bir şey beklemiyordur çünkü mutluluk satmaz edebi roman gerçek hayattan bahsettiği için, popüler roman da her şey sorgulamadan kabulleniştir fakir olanlar adına, bu yüzden zihinde kolaylıkla eriyip gider... Bu karşılaştırma da edebi roman kalıcı olurken, popüler roman anlık olarak yerini alıyor... Şimdi size tekrar aynı soruyu ben sorsam “bu hayatta edebi roman gibi kalıcı mı olmak istersin yoksa popüler roman gibi anlık mı yaşamak”. Karar senin...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 29


MUTLU BİR ÖMÜR İÇİN FATİH BİÇİCİ

Bir çocuk gibi mutlu olmak için; insanlar arasına köprüler kurulmalı... Her türlü zorluğu aşmak için barış olmalı, sevgi olmalı... Bu hayatın kıymetini bilmek için dua olmalı, şükür olmalı...‘Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız’ hadisi Şerifinde bizler için aslında güzel bir uyarı vardır. Müslümanım diyen her bir kişi gerçek manada iman ediyorsa diğer Müslümanları kardeş olarak görerek Allah için sevmelidir. Peygamberimiz s.a.v Müslümanlar arasında selamı yaymamızı bizlere öğüt veriyor... Selam insanlar arasında iletişimi ve kardeşliği pekiştiriyor. Müslümanlar arasında, bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sünnet; almak ise farzdır. Verilen selamı almamak güzel bir davranış değildir. Eğer mutlu olmak için şu fâni dünya da güzel işler yapmak istiyorsak. Toplum tarafından sevilen ve saygı duyulan bir insan olmak için güzel ahlaklı, merhametli, yardım sever ve insanlar arasına köprüler kuran, saygıyı sevgiyi esirgemeyen emri bil maruf nehyi-anil münkeri kendine bir düstûr edinen İslam ahlakı ile ahlaklanan; sırat-ı müstakim üzerine yaşayan ve bir çocuk gibi mutlu olmayı hak eden bir mümin olmalıyız... Asırlardır inananlar olarak birliği, kardeşliği sağlayamadığımız için bu sıkıntıları çekiyoruz. Bu sıkıntıları aşmak için kardeş olmalıyız. Allah için birbirini seven, Allah için veren Allah için alan... Kalbimizden kötü duyguları, arsızlığı, hırsızlığı her türlü kötü olan şeyleri sildiğimiz zaman onların yerine sevgiyi, saygıyı, kardeşliği ve güzel olan her şeyi alıp koyduğumuz vakit bir oluruz ve güçlü oluruz... İki cihan mutluluğu; Salih amel işleyenler ve salih amel peşinde koşanlar için aslında bir müjdedir. Bizlerde mutlu olmak istiyorsak eğer... Çocuklar gibi saf ve temiz kalmalıyız. İnsanlar arasına setler değil gönül köprüleri kurmalıyız... Isra elin örmüş olduğu utanç duvarı gibi insanlığa zulüm yapanları görüyoruz. Biz ecdadımız gibi insanlar arasına gönül köprüleri kuracağız. Bunları başarmak için öncelikle kendimizi çok güzel bir şekilde yetiştirmeliyiz, fert fert başardığımız güzellikler bütün Anadolu topraklarında yaşayan kardeşlerimize yansıyacak böylece ecdadımızın emanetine layıkıyla sahip çıkmış olacağız. Bir devri bitirip bir devri açan ecdadımız büyük padişah Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'un fethinden sonra gönülleri de fethetmişti. Ayasofya camiine geldiğinde atından inerek şükür secdesi yapmıştı. Toplanan Rum halkı arasında ağlayarak ayağına kapanan bir kadına kalkmasını emrediyor. “Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmet sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi. Sonra, ordusunun kumandanlarına dönerek: askerin halka hiçbir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi... Biz gönüller fetheden ecdadın torunları olarak onlarla ne kadar gurur duysak azdır. Onların da bizimle gurur duyması için bırakmış oldukları emanetlere hep birlikte sahip çıkmalıyız. Mutlu bir ömür için elimizden gelen her güzel işi layıkıyla yaparak faydalı bir İnsan olmalıyız.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 30


YABANCILAŞIYORUM FATMANUR NARTEKİN

Yabancılaşıyorum. Her zaman ağlayarak kuruttuğum giysilerim benden başka Bir boşluğa takıldı kalem gitmiyor Silgi yazılmayanı silmiyor Aynalar dolusu cam kırıkları var torbamda Kalbimin her hücresinin yansıtamadığı bir ay karanlığı gibi Kâğıtlar, faturalar, fişler Bir duvar ki çiçeklerden Yazdım yazılmadı Çizdim çizilmedi Ne yaptıysam gözlerime inci koyduramadım Şimdi mavi kefenleniyorum Kalkın uyanın Cenazeme bekliyorum Çünkü Yabancılaşıyorum...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 31


ÖMRÜMÜ ÇALIYOR YILLAR SESSİZCE KENAN KERİMOĞLU

Takvimlerin tezgâhında Bir ben koşuyor ben kalbinde Nihayetsiz ufkun kızıllığına Yorgun düşmüş özlemin umududur Sarı saçlı yosmanın gülüşü Sarmış kısılmış gözlerin diyarını Kara bir bulut Yağdırıyor özlem yağmurlarını Görünmeyen umudun tarlasına Görülmüyor hıçkırıklar güleç duvarların arkasında Kimdir bekleten, kimdir özleten Sonsuz bir maratonun koynunda uyuyor Kırık yürek Tozpembe bir gecenin uykusunda Ne uyandıran ne de saran oluyor Kanayan yarayı Ah bir bilsen ey dost.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 32


SERBEST CAN EKONOMİSİ KÖKSAL DEMİR

Durgun duygu arzı, Kan pompalanıyor dünya piyasalarına Bıraktım yapamadılar Bıraktım, Çiğneyip geçtiler üzerimden Tükettim son birim vicdanı da, Bir düşüş başladı ki, Bitmeyecek sanıyorum. Görüyor musun Smith? Yoruldu görünmez eller, Bir kez olsun tutamadım Kaybedildi monopolcü rekabet. Şimdi söyle Ricter Kaç şiddetinde sarsılıyor ruhum? Pozitif yönde ilerlerken Boyun eğrilerim.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 33


UMUTSUZ VAKA NAZLI KÜBRA ÇEVİK

Ben demlenirim senin yokluğunla, Kimi zaman hoyrat esen rüzgâra sırtımı dayarım. Kimi zaman da hışırdayan dala... Merak etme dünya dönmüyor mu? Zaten. Nedir bu keder, neden bu boş lakırdılar... Baksana etrafına rengârenk çiçekler, sevimli böcekler, masum çocuklar, Bembeyaz kuşlar... Ne diye hüzünlenirsin, yeşermeyecek bir diken için... Ne diye böbürlenirsin üç günlük dünya için ve; Ne diye incitirsin düz yolunda giden karıncayı, Özgürlüğü tatmamış bir yaban arısı gibi, Ne diye kırarsın kuşun kanadını...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 34


BENDEKİ SEN KÜBRA TÜRE

Ben senin çocukluğun olmak isterdim. Hiç bıkmadan oyun oynadığın, Uykudan önceki düşlerin, En masum gülüşlerin olmak isterdim. Ben masmavi gökyüzünde kuş olmak isterdim. Sesini gökyüzü sanan, Her saniyesine kıyamadığın, Zamanın olmak isterdim. Göz pınarlarındaki yaşlar olmak isterdim. Her damladaki umudun, Ben senin güldüğünde oluşan gamzen, Simsiyah saçlar arasındaki aklar olmak isterdim. Duaların olmak isterdim, Her ezan sonrası okuduğun. Vakitsiz gelen kışta, İçimi ısıtan gülüşlerin olmak isterdim. Ben senin özlemin olmak isterdim. Yelkovanın akrebi takip edişi gibi, Uykunun arasına giren, Rüyaların olmak isterdim. Ay ışığında dolaşıp geceleri, Sonsuzluğunda uyumak isterdim. Hafızanın en ucra köşesinde, Ölene kadar kalmak isterdim. En sevdiğin şarkı olmak isterdim. Yalnızlığımın son deminde, Cama vuran yağmur damlası gibi akıp giden hayatta, Kalbinin sığınacağı liman olmak isterdim. Anlamanı isterdim beni, Nefesini nefesimde hissetmeni, Bendeki seni fark etmeni, Kalbinin sahibi olmak isterdim.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 35


TABAKTA KALAN BİR Pİ RİNÇ TANESİNDEN NE OLUR! MAHİR ODABAŞI

Cimrilikle tasarruf bazen karıştırılır. Hâlbuki ikisi de çok farklı kelimelerdir.  Cimri olma durumu, eli sıkılık, pintilik anlamına gelir. Tasarruf ise ihtiyaç kadar kullanmak, israf etmemek yani gereksiz harcamamak manasınadır. Dünya da her şeyin bir sonu vardır. ’’Bir neslin kaderini, bir önceki nesil tayin eder veya dedelerin hatasını torunlar çeker’’ diyen düşünürün sözlerinden hareketle, genel anlamda tüm kaynakları tasarruflu kullanarak, torunların torunlarına yaşanabilir bir dünya bırakmak gibi sorumluluğumuzun olduğu aşikârdır. Özelde ise rahat yaşayabilmek, muhannete muhtaç olmamak, gelecekte sıkıntıya düşmemek adına planlı programlı, disiplinli hayat sürmek veya büyüklerin ifadesiyle ‘Ayağımızı yorgana göre uzatmak’ zorundayız. Çünkü ‘‘İnsanları güçlü kılan; Yedikleri değil, hazmettikleridir. Zengin kılan, kazandıkları değil, muhafaza ettikleridir. Bilgili kılan, diplomaları, sertifikaları değil, ihtiyaç halinde doğru dürüst uyguladıklarıdır.’’ Kazananda benim, harcayanda benim. Nasıl olsa imkânlarım var. İstediğim gibi harcarım deme lüksüne sahip değiliz. Ülkemizi bir gemiye benzetirsek hepimiz bu geminin yolcularıyız. Yolcuların ortak görevi bu geminin batmaması için çalışmaktır. Gemi batarsa muhtemelen tüm yolcular zarar görecektir. Sevdiğim saydığım, emekli eğitimci (gerçi eğitimcinin emeklisi olmaz, sadece rahmetlisi olur) Ali GEYLANİ hocamız; Osmancık Atatürk ilköğretim Okulunda görev yaparken, öğrencilerini tasarruf hakkında bilgilendirmek ve hemen harekete geçirebilmek için, sınıfa terazi, tencere ve bir poşette pirinç getirir. 300 gram pirinci tartıp tencereye koyar. Öğrencilere; çocuklar bundan bir tencere pilav çıkar der. Bugün tüm Türkiye’nin öğle yemeğinde pilav yediğini ve herkesin tabağında bir tane pirinç tanesi bıraktığını düşünelim. Bu tabakta kalan pirinç tanelerini ülke nüfusuyla çarpalım ve sonucuna bakalım der. Çocuklar pür dikkat Ali öğretmenin kara tahtada yaptığı çarpma işleminin sonucunu merakla bekler. ‘’Her çok azdan olur’ çoğun temelinde az yatar. Önce az olanlar, birike birike çoğu meydana getirmiştir. Sonuç Ankara’yı bir öğün doyuracak şekilde pirinç pilavı çıkar. Öğretmen: Çocuklar, tabakta bıraktığımız bir pirinç tanesi yüzünden, Ankara’nın bir öğün pilavını çöpe atıyoruz. Artık, Ali öğretmenin öğrencileri pirincin merkez OSMANCIKTA olsalar da, gelecekte Ankara’yı aç bırakmamak için israf etmemek gerektiğini öğrenmişlerdir. İstanbul’da çöpe atılan ekmek Hollanda gibi bir ülkeyi besleyecek şekilde diye gazetelerde okumuştum yıllar önce. Suyu, elektriği, telefonu, yakıtı ne kadar israf ederek kullanıyoruz. Bunun maddi yönünü, oturup uzun vadede düşündüğümüz zaman hiçte küçümsenmeyecek bir rakam çıkacaktır karşımıza. Birde bunun yanında ülkenin genelini ilgilendiren durumunu hayal edin. Gezen görür, yaşayan ölür, israf eden gelecekte bedelini öder veya ödetir. ‘’ Geliriniz ne kadar az olursa olsun, her an köşede bir paranız bulunsun!’’ der Japonlar. Emekli Albay olan bir yakınımda’’ Evladım, ne olur ne olmaz. Acil işler için bir maaşın devamlı bir köşede bulunsun ve sen onu unut!’’ derdi. Kendi de rahmetli olduğunda, bir köşede tek maaşı bulundu. Gerçi günümüzde bunun yerini kredi kartları almıştır ama. Disiplinli harcamaya alışamayan insanlar, bunun bedelini aile boyu ve yakın çevre olarak çok ağır ödemektedirler. İşte sizlere Japonya’dan çarpıcı bir örnek;

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 36


Japonya’da telefonlar ücretsize dönüştürüldüğünde, ülke genelindeki kullanımının büyük oranda düştüğü gözlenmiştir. Sebebi araştırıldığında; Japonlar halkının ‘’Önceden kullandığım telefonun ücretini kendim ödüyordum. Bu durumda sadece kendime karşı sorumluluğum vardı. Şimdi ise benim adıma devletim ödüyor. Dolaysıyla benim sorumluluğum bir kat daha arttı. O halde; benim daha çok dikkat etmem lazım. Çünkü ben gereksiz yere fazla konuşursam gelecekte devletim sıkıntıya girer ve istese de bana sahip çıkamaz. Ben mağdur olurum. Bu nedenle; devletimin sıkıntıya girmemesi için bedava konuşmalarda benim daha çok dikkat etmem lazımdır’ diye düşündüğü ortaya çıkmıştır. Netice olarak, fakirlik gelmeden zenginliğin, hastalıklar gelmeden sağlının, yaşlılık gelmeden gençliğin, meşguliyet gelmeden boş vaktin kıymetini bilmek adına; sudan-enerjiye, gençlikten - sağlığa özelden genele doğru hesap ederek ‘’ BEN BENİ DÜŞÜNÜRÜM DEMEK YERİNE; BEN BENİMLE BERABER DÜNYAYI DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIM ’’ felsefesiyle, gelecekte de yaşanabilir bir dünya için hayatın her safhasında israftan kaçınıp, tasarrufa riayet etmek zorundayız. Özetin özeti: Özellikle olası depremler sonrasında çocuklarımızın o sıkıntıları daha az atlatabilmesi için, en azından ara sıra da olsa aile boyu bayat ekmek yemekte fayda vardır. Bu da farklı bir tatbikattır. Çünkü ömründe bayat ekmek yemeyen bir çocuk, bir deprem sonrasında üç günlük bayat ekmeği yemek durumunda kalınca muhtemelen zorlanacaktır. ‘’Zenginlik istemek elbette hakkımız. Ancak istediğim gibi harcarım demek gelecek nesillere ve dünyaya haksızlık’’ BAŞSAĞLIĞI: Hakkın rahmetine kavuşan Osmancıklı - Osman TÜRKOL abimize Allahtan rahmet, sevenlerine sabrı cemil dilerim.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 37


BİR GECE YARISI MEDİNE KAZAR

Bir gece yarısı, Sokaklar sessiz, kaldırımlar ise yapayalnız. Üşüyor sokak lambaları, Ve ağaçlar ise halsiz, mecalsiz. Rüzgâr savuruyor yapraklarını, Uyuyanlar duymaz hışıltısını. Sonbahar uzaklaşıyor yavaş yavaş, Her evde ayrı bir dert, ayrı bir acı; Belki de kimsenin yok bir sıcak aşı. Yine çöktü karanlık, İnsanlar sessizliğe bürünmüş, Uzaklardan bir bebek sesi, Uykusundan uyanmış yavrucak, Ya bir yeri ağrıyor ya da karnı aç. Belli ki bu karanlık gece, Onu da çekmiş düşüncelere. Rüzgâr, yerdeki çöpleri savurarak kadar şiddetli; Kaldırımlar ise çöpleri tutamayacak kadar mecalsizdi. Ve tekrar almış içine her şeyi, Gecenin karanlık nefes...

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 38


UNUTMAYANLARIZ! MELTEM KESKİN

Var ettin, devam ettiriyoruz, Bahşettin, minnet duyuyoruz, Gördüklerini; yaşıyoruz. Yükselttin, alçalmıyoruz, Gösterdin, uyguluyoruz, Işık tuttun, ilerliyoruz, Bir kere oldu biliyoruz; Umut ediyoruz, Sen biz oldun; biz sen olmak için emeklemeden koşuyoruz... Yorulmuyoruz. Durmuyoruz. Pes etmiyoruz. Yılmıyoruz. Boyun eğmiyoruz. Vazgeçmiyoruz. Taviz vermiyoruz. Çanakkale'nin ıslattığı Toprağın suyunu içiyoruz... ...UNUTMUYORUZ... #arin

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 39


BİZLİK BOZLUK, ELİMİ ZDE KOZLUK OKAY OĞUZHAN

Kaldı ki neyim kaldı şu handa Bir sallanıyor bir sallanıyor ol anda Gideriz bir limana derler orada orada Ne kaldı bendenizden sizlere hatıra O, var orada orada bilir misiniz burada burada Kalp kırık gönül mahzun var arada sırada Dünya sallanıyor kayıyor benzeri bir kadırga Gözü kaymış gider şu değersiz parada Neler yedi o yâdımda kalanlardan Kimseyi her yönlü etmedi bulanlardan Sene sene ey balabanım sene sene Kalmadı göçtü herkes bir bir hane hane Bize düşen yaşamak varmak kemale Kaptırdık gönlümüzü yalan hayale Uğramak idi hedef; sefer sırasında bir kâmile Ne o ince ruh bize ulaştı ne biz kemale Tabi olmak idi hevesimiz daim daim Eridik bittik çıktık düzenden olduk bir zalim Ne dönersin sıhhatsiz bir zamana Ne nihayetin var ne de dönersin emana Refik-i âlemin senin oldu mu bilmem Zaten ol âlemde yerin yok idi bunu diyem

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 40


KÖMÜR KARASI KAŞLARI NA ÇİZDİĞİM PINAR KÖSE

Söğüt dalına konmuş gözlerin Bir damlada boğulan gözbebeklerine Yeniden püryan oldu yüreğim Sırma Ceylan, Kederli yüreğin Çökmüş yine yüreğime Hüzün bulutları tepende Yanaştırmıyorlar beni sana Bir hışımdır almış gidiyor Durulsa pınarların, dindiği makberde İşte o vakit söz düşse düğümlü dillerimize Sen, senden bahsetsen Ben de senden. O patikaları daha kestirme geçeriz hem Yaban güllerini toplar, Sevgimizi ikram ederiz aynı gönüllere Hatıra kalır her bir ömre

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 41


BEYAZ CENNET SERVAN ERDİNÇ

Erik ağacı dudağın Konuşuyorsun Sevda doluyor kucağım Gökkuşağı gülüşün Bakıyorsun Bahar doluyor yüreğim Beyaz cennet ellerin Uzatıyorsun Bulut doluyor başım Yaz sarısı saçların Savuruyorsun Şiir doluyor etrafım Kuğu evi ayakların Geliyorsun Yaşamak doluyor hüznüm

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 42


AŞK’IN DUASI YALÇIN SEVİM / SEVİMLİ ŞAİR

Korkuyorum bu aşktan, sevgiden, hayal kurmaktan… Bazen de düşünüyorum aşk için dua edilir mi? Bazen de kendi kendime diyorum edilebilir neden edilmesin ki diye… Seven sevdiğine aşkını ilan etmeli, ona içindeki hislerini duyurmalı, içindekilerini tek tek dökmeli, sevgisini anlatmalı, kalbinden geçenleri onun içinde hissettirmeli. Aşk meleklerini çağıralım diyorum. Aşkın duasını yapmaları için. Yağmur duası oluyor da aşk duası neden olmasın, olmaz mı? Olamaz mı? Aşk için dua edelim. Gönlümüzden geçenleri söyleyelim. Göklerden sevgilinin yüreğine şimşek gibi insin. Yazsın aşkın duası bu diye dağlar. Âşıklar derler ah! aahh! Nerede o eski aşklar, nerede o eski sevgiler, saygılar, sevdalar… Hepsi sanki bir bir çürümüş, terk edilmiş bir şehir gibi. Aşk için; yeri geliyor dağlar deliniyor, yeri geliyor çöller aşılıyor, bazen de yollar hiç geliyor… Hepimizin de dilekleri vardır. Dileklerimizin içinden en önemlisi istediğimiz aşkı sevgiyi, sevgiliyi bulmak için bir duamız oluyordur yaratana… Muhakkak o dileğimizin İçinde aşkımız için dua ediyoruzdur. Hayırlısıyla bir yar bulalım, bize de nasip olsun diye. Dağlar, taşlar, ağaçlar, yalnız kalan şehirler, göller ovalar vs. kendi dilleriyle aşkını bulmak için Aşk’ın Duasını ediyorlar. Bir aşk duası için dua yerleri kurulmalı. Herkes orada olmalı. Tüm sevenler, sevilenler, ayrılanlar, aşkı arayanlar hep orada olmalılar. Dualarla, sevinçlerle, şiirler ve şarkılarla, seven gönüllere şehir gibi dolaşılmalı. Aşkımızın duasını kabul et Allah’ım, sevenleri sevdiğine kavuştur Allah’ım, herkesin yüzünü güldür Allah’ım, bu aciz kulunu sen biliyorsun Allah’ım! Aşkımızın duası kabul olsun, her yere aşk ayetleri insin. Dağlar, taşlar AŞK sesini duyunca renklerini değiştirsinler. Ağaçlar kabuklarını değiştirsin, boş ovalar dolsun, yalnız kalan şehirler yalnız olmadığını hissetsin. Doğadaki her şey, herkes kendinden geçsin. Sevenlerin kalbi küt küt atsın, yürekleri kamaşsın, gözleri güzel bir aşkını görsün. Gökyüzünden yere tebessüm içinde aşk duaları yansısın. Her yeri aydınlatsın sevgililerin gözlerini kamaştırsın. Yavaş yavaş insin ve sessizce herkesin gönlüne birer birer düşsün Allah’ım. Aşkımızı tarifsiz, şekilsiz, güvensiz, anlayışsız bırakma yarabbi. Yalnız şehrin, üzgün insanların yüzünü güldürsün. Şiir gibi dudaklardan dökülsün, sessiz sessiz insin ve yüreğimize dokunsun Allah’ım. Âmin… “AŞK’IN DUASINDA BULUŞMAK ÜMİDİYLE!..”

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 43


DÜŞ YUSUF YILMAZ

Önce bir gölge gördü çocuk. Hayır, zaten karanlığın içindeydi. Dikkatli baktı. Öğretmenleri gitmiş sıraları ve oturakları olmayan bir sınıf olabilir miydi? Ama ne arıyordu burada? İçi ürperdi sessizlikten. Korktu. Anne diye bağırdı var gücüyle. Ama kendi bile duymadı sesini. Derin bir nefes aldı. Üzerine düşen karanlığa iyice baktı. İleride bilye büyüklüğünde parlaklık gördü. Ona doğru yürüdü. Adım atarken ayak sesleri çıkmadı. Bunu fark etti. Tahmin ettiği gibi ışık gelen yer kapının anahtar deliğiydi. Kapının kolunu bulması zor olmadı. Aşağı doğru bastırdı. Gıcırdama yankılanmadı. Kapıyı çekti ama açılmadı itti gene açılmadı. Sinirlendi. Ne biçim işti bu? Ağlamaya başladı. Yere düşen her gözyaşı ışık saçan bir kelebeğe dönüşüp orada uçuşmaya başlayınca sevindi. Ve kelebekler anahtar deliğinden bir bir dışarıya çıktılar. Çocuk kapıya yaklaşıp anahtar deliğinden baktı. Yıkılmamış dışı rengârenk boyalı güzel evler gördü. Çocukların oynaması için parklar. Bir şehir geniş yolları olan. Sonra bir köy. Ama yaşadığı köy değil. Olsun. Ama iki dağın arasında kalmış şirin bir yer. Birbiri ardına sırayla gelen mevsimler… Güldü çocuk.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 44


MAZİDEN HALE HALDEN İSTİKBALE: KADİ M EDEBİYAT RAMAZAN YANAR (*)

ÖZET Yapacağımız iş eskilerin tabiriyle "nakîlanı âsâr, ravîyanı ahbâr" olmaktır. Peki bu ne demektir? diye sorulacak olursa 'eserleri nakleder, haberleri rivayet eder araya kendisi girmez.' Fakat naklederken ya anlamışlık olur ya da anlayamamışlık işin içine girer. Okumuşsunuzdur, heyecanlanmışsınızdır, ruhunuzu titretmiştir, içinizi yakmıştır ama tam olarak anlayamamışsınızdır. Zaten esasen şiir de tam anlaşılmak için yazılmaz. Hulasa şiirde arzu edilen de ilk okuyuşta anlaşılmamaktır. Okuma yazma bilen birinin ilk okuyuşta kavrayıverdiği şey şiir değildir. Şiir zor anlaşılır, geç kavranır bir alandır. Bazen hiç anlaşılmaz. Derler ki: "Hiç anlaşılmadığı halde niçin yazar insan veyahut da hiç anlamadığı bir şeyi niçin okuma gereksinimi duyar ve okuduğu şeyden anlamadığı halde niye büyük zevk alır. İşte orası Divan Edebiyatını asıl mühim kılan noktadır. Hepimiz biliriz ki bülbül öttüğü zaman onu dinlemek icap eder. Hiçbirimiz bülbülün ne söylediğini bilmeyiz ve merakta etmeyiz sadece onun sesinin güzelliğine, feryadının yangınına kulak veririz. İşte Kadim şiir de anlaşılmadığı halde büyük bir haz duyulmasının sebebi budur. 'Bir şey söylüyor anlamıyorum ama eminim bülbül gibi çok güzel şeyler söylüyor. Başka bir açıdan ise o söylenenler bize bir yerden tanıdık gelir, bir yerden aşinayızdır söylenenlere... İşte bu aşinalık bizim asıl vatanımızın Cennet olmasından gelir. Çünkü Cennet bizde Hz. Adem’in toprağıdır, Hazreti Âdem de bizim babamızdır, dolayısıyla biz cennetin varîsleriyiz, kısacası baba malı. Öyle demiş 17. yüzyılın büyük şairlerinden Urfalı Şair Yusuf Nabî merhum, "Kimdir bizi men eyleyecek bağ-ı cinandan Mevrus-i pederdir gireriz hane bizimdir" (Nabî) "Cennet bahçelerinin kapılarına geldiğim zaman bana kimsenin giremezsin diyeceğini hiç sanmıyorum. Neden? Cennet babamızın malı değil mi? Baba malına icazet alarak mı gireceğiz." İşte cennetten gelen bu tanışıklık ile Klasik şiir eserlerine karşı bir muhasipliğimiz vardır. GİRİŞ Eslâf kapıldıkça güzelden güzele Fer vermişler o neşveyle gazelden gazele Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm Bir meş’aledir devredilir elden ele (Yahya Kemal) Cemil Meriç'in "kuğunun son şarkısı"(**) diye hazin bir tespitte bulunduğu Yahya Kemal'in bu mısralarını ne kadar hayatımıza yansıtıyoruz? 7 asırdır susmayan, âdeta bir bülbül gibi terennüm edilen bu edebiyatı gelecek kuşaklara aktarabilecek miyiz? Yahya Kemal'in mahşer sabahına kadar susmayacak bir meş'ale olarak elden ele devredilen bu şiir meş'alesini devrederken bizim katkımız nedir? Yine Yahya Kemal’in deyişiyle “nadir insanların anlayıp zevkine vardığı bir tarihî çağrışım vasıtası” olan eski edebiyatımızdan geride kalan kalıcı değerler, güzellikler yok mu? Biz bunları genç kuşaklara nasıl aktarabiliriz. Onlara özellikle eski şiirimizi nasıl sevdirebiliriz?

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 45


Kuşkusuz, fikir ve sanat dokusu; teşbih, istiare ve mazmunlarla örülmüş, yaratıcılığı ses ve estetik üzerine kurulu, özgün şiir diliyle yazılan eserleri inceleyip yorumlamak uzmanlık işidir. Ancak, kültür ve uygarlık değişimine koşut olarak değişen zevk ve anlayışa, dil tasfiyesine rağmen, sanat ve söyleyiş mükemmelliğiyle kendisini kabul ettiren bu edebiyatı öğrencilere tanıtıp sevdirmek de edebiyat öğretiminin amaçları arasındadır. Birçok kez hepimizin duyduğu sözlerin klişeleşmiş halindendir. "100 yıl önce yazılan eserlerin hiçbirini okuyamamış" olmamız. Bugün ortalama İngiltere'de lise mezunu olan bir talebe Shakespeare'in (16. yy) eserlerini rahatlıkla okuyabilir, kavrayabilir ama biz Kadim şiirimizde yazılan birçok eseri bugün okuyamıyor ve anlayamıyoruz. Bunun asıl sebebi de geçmişle aramızda olan bağın koparılmasıdır. Kadim şiir bize kendimizi anlatır. Divan Edebiyatı günümüzdeki yaşayan gençlere ecdadının birer vasiyetidir. Bu geleneği yaşatmaya çalışanların asıl amacı: Bak; "Deden, baban sana geçmişte bu şekilde seslendi bu şekilde vasiyet etti demektir." Divan edebiyatının taşıyıcıları olan edebiyat öğretmenlerinin en büyük sorunu günümüzdeki eğitim koşulları vesilesiyle lise düzeyindeki öğrencilerin anlayamaması, anlaşılması zormuş gibi anlatılması veyahut da edebiyat öğretmeninin bu konudaki yetersizliği yüzünden es geçilecek vaziyettedir. Bu yüzdendir ki geçmişle aramızda olan bağı yeniden kurma gayreti içerisine gireceğiz. Divan edebiyatında amaçladığımız husus da budur bir Tokat türküsünde söylendiği gibi: "Boğazında hakık var Ne çok gönlü yıkık var Şimdiye kavuşurduk Arada münafık var" Bizim de bu yazıdaki asıl amacımız aradaki münafığı yani kültürel yozlaşma hastalığını bertaraf edip kendimize kavuşmak gayretini bir nebze de olsa gönüllere nakşedebilmek... Divan Edebiyatı günümüz popüler kültürü içerisinde olmadığı için milyonlara yüzbinlere hitap etme onlara sevdirme şansımız yoktur ancak yüz kişi de bir kişinin gönlüne dokunabilmek bu işin esas gayretinin başarılı olduğunu ve bu işte muvaffak olunduğunun göstergesidir. Bunca temel problem arasında düşündüğümüz takdirde geçmişten aldığımız o heyecanı günümüze ve günümüzden de geleceğe aktarabilmemiz için yapılacak olan temel şeyler nedir? Bu sorunları bir bir ele almak irdelemek ve en nihayetinde de kalıcı çözümler üretebilmek gerekir. Öncelikle şunu net bir şekilde anlamalıyız ki klasik şiirimiz medeniyetimizin aynasıdır ve 'Mirat-ı Mücellâ' denir. Büyük medeniyetlerin büyük edebiyatı olur, çok eskilerde yapılmış olan bir tanım ile "Edebiyatı olan topluluğa millet denir." Perspektifimizi bu açıya yönelttiğimiz takdirde edebiyat alanında milletimizin fevkalbeşer bir seviyeye ulaştığını görmemiz mümkündür. 1040 Tebriz Başkent olmak üzere kurulan Tuğrul Bey önderliğindeki devlet ebed müddet anlayışının ve bu medeniyetin yansımasının en güzel örneği Kadim şiirimizdir. Lakin acı bir şekilde görüyoruz ki son on yıllarda bu husus biraz geri plana itilmiştir. Konuya yaklaşırken ilk yaklaşmamız gereken husus bir yabancı dil gibi değil aksine özbeöz kendi dilimiz gibi davranmamız gerekmektedir. Binaenaleyh yüzyıllar boyunca ecdadımız hususiyetle bu dili kullanmıştır. Bu edebiyat dilinin içerisine Arapça ve Farsça kelimelerin yoğunlukla girmiş olması günümüzde biraz unutulmasına sebebiyet verse bile başka bir dilden kelime alma hürriyetine sahip olan diller pek tabii mümkündür. Sosyal ve canlı bir varlık olarak yaşayan dil kendisi ile etkileşime girmiş olduğu hemen hemen her dilden kelime alır... İşte bu kelimeler zinciri biraz fazla olduğu surette dili yabancılaştırmaz aksine zenginleştirir. Günümüzde birçok insanın Osmanlı edebiyatına yaklaşım açısından bir problem olarak görülen Arapça Farsça kelimelerin yoğunlukla kullanılması Türkçe'nin geri plana itilmiş gibi davranılması doğru değildir çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş ve farklı milletler ile etkileşime geçmiş, onlara hükmetmiş olan Osmanlı Devleti etkilediği gibi kendisi de etkilenmiştir. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti'nde anlamamız gereken hadise bir imparatorluk bakiyesi olarak devam ettiğimizi bilmektir. Olaya bu açıdan baktığımız zaman tarihte pek de mümkün olmayan, tarihin en köklü üç dilinin bir araya gelerek yeni bir edebiyat ve muntazam bir sanat dili oluşturduğunu görmek emsalsiz bir örnek teşkil eder. KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 46


Bir misal ile bu konuyu basitleştirecek olursak Fuzuli'nin çok meşhur olan Su Kasidesinde "Men lebün muştakıyam zühhad Kevser talibi Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su" Dediği son derece muntazam ve sanatın zirvesinin yaşandığı bu beytinde birinci kelime olan 'Men' kelimesi Öz Türkçe, ikinci kelime olan 'leb' kelimesi Farsça, üçüncü kelime olan 'Müştak' kelimesi Arapçadır. İşte bu edebiyat türü bunu sağlamaktadır. Tarihte örneğini göremeyeceğimiz derecededir, aynı zamanda makul olduğu gibi akla ve mantığa yattığı, duygulara hitap ettiği gibi bir de mevzun olması gerekir. Hem tarihin edebiyat noktasında en üst düzeydeki üç dilinin karışımı hem bu dillerin birleşmesinden sonra oluşan makul bir mana hem de kalıp olarak son derece mevzun olması bu edebiyatın ne yüksek bir mertebede olduğunun göstergesidir. Buraya kadar anlattığımız kısmın devamında ise yukarıda bahsettiğimiz sorunların birkaç tanesini irdeleyip gerekli çözümler üretmeye çalışacağız. 1. Dil Faktörü Divan Edebiyatının büyük şairlerinin eserlerini, Arapça ve Farsça sözcüklerin yoğunlukla kullanıldığı bir dille yazmaları, bu dili kültür ve sanat dili olarak yüzlerce yıl işlemeleri, sanat kaygısıyla yazmış olmaları dillerini biraz zor kılar. Peki genç jenerasyona dil faktöründen etkilenmeden divan edebiyatının nasıl aktarabileceğimiz konusunda yapmamız gereken tek şey anlamda kapalılık ve alt anlam içeren beyitler yerine daha az Arapça Farsça kelimenin kullanıldığı ve daha anlaşılır beyitlerle işe başlayabiliriz. Yani tamamı Arapça ve Farsça olan bir beyitle işe başlarsak olayı ilk baştan kaybetmiş oluruz. Mesela: Kendi çağında anlaşılır bir şehirli Türkçesi kullanılmasına rağmen, Bâki’nin, liselerde de okutulan Kanunî Mersiyesi’nde yer alan, "Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng Ta key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bidireng" beytinde tek Türkçe sözcük bulunmazken veya Nefî’nin, Sultan I. Osman’a yazdığı kasidedeki, "Aftâb-ı bahr ü ber sâhip-kırân-ı şark ü garb Şehsüvar-ı nâm-ver râyet-güşâ-yı safderi" beytinde yine tek Türkçe sözcük yer almazken, öğrencilerin bu ve benzeri metinlere ilgi duyup sevmeleri beklenemez. Dil faktöründe değinmemiz gereken bir husus da sadece Arapça ve Farsça kelimelerin alınması değildir. Dünyadaki bütün dillerde yabancı kelimeler mevcuttur ve yaşayan bir varlık olan dile yabancı bir kelimenin girmesi doğaldır ama şairlerimiz sadece Arapça ve Farsça kelimeyi almak yerine Arapça ve Farsça dil kurallarını da aldığı için bu hadise işi bir tık daha zorlaştırır. Buna “kavâid-i Osmaniye” denir. 2. Kültürel Değişim Faktörü Eski metinlerin genç kuşaklar tarafından anlaşılmasını engelleyen veya zorlayan önemli bir neden kültür değişimidir. Bilindiği üzere, Türklerin,  Müslümanlık’ı kabul edişlerinden sonra İran etkisiyle gelişen Divan Edebiyatı, “ümmet kültürüne” dayanmaktadır. Beslendiği toplumsal ve felsefî kaynaklar; Kur’ân ayetleri, hadisler, peygamber ve evliya kıssaları, tasavvuf ve tasavvufî motifler, İran ve Arap hikâyeleri, yerli ögeler, günlük yaşamdan sahneler, yer yer hurafelerle karışmış bilgilerdir. Osmanlı kültür ve uygarlığının bir yansıması olan bu edebiyat, toplumun geçirdiği kültür ve uygarlık değişimine koşut olarak Cumhuriyetin lâik kültür kaynağından yetişen günümüz kuşaklarına hitap edememektedir. Çünkü, artık eskiyen, ona yabancılaşan sadece Divan Edebiyatı değil, onu biçimlendirip ortaya çıkaran Osmanlı kültür kaynakları ve verileridir. " Ancak her ne kadar kültür ve kaynak verileri değişse bile kültürü şekillendiren normlar değişmediği için Divan Edebiyatı az da olsa günümüzde kendisini göstermeye devam etmektedir. Bizim yapmamız gereken ise temel kültür ve birikimimizi günümüz kültür ve birikiminden ayrılmamak kaydıyla bilmek öğrenmektir. Yani en başta belirttiğimiz üzere kendimizi tanımaktır. İstikbal'in kökü Mazide yatar sözünü tekrardan hatırlatmak isterim"

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 47


Başta belirttiğimiz gibi kültür değişse bile kültürü şekillendiren din ve inanç sistemi değişmediği için Divan edebiyatına aşinalığımız bulunmaktadır bunun örneğini şu beyitle verebiliriz. "Basmasa mübârek kademin rûy-i zemîne, Pâk etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm." gibi peygamber sevgisi içeren bu beytin 20. yüzyılda başka bir şair dilinde daha anlaşılır bir şekilde ifadesi; “Kurtarıcım, efendim, rehberim peygamberim! Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim” Bu noktada devreye giren husus şudur. Aslında her dönemde herkes aynı şeyi söylüyor fakat söyleme biçimi farklı seçtiği kelimeler farklı cümle yapısı farklı... Örnek verecek olursak hiç okuma yazma bilmeyen birisi kendisini cezbeden bir güzel gördüğü zaman onu Çınar ağacına (ar'ar) 'a benzetir. 'Çınar gibi der. Biraz mürekkep yalamış biri ise Elif gibi der. Kastedilen şeyler aynıdır. Lakin söyleyiş tarzı farklıdır. Yani konu aynıdır rivayet muhteliftir. Bu hususu 16. Yüzyılın büyük şairlerinden olan ve aynı zamanda büyük devlet başkanı Muhibbi mahlaslı Kanuni Sultan Süleyman Han şu şekilde bir beyitte özetler... “Kadd-i yare kimisi ar'ar dedi kimi elif Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif.” (Sevgilinin boyuna kimisi çınar ağacı gibi dedi kimisi de Elif, herkesin söylemek istediği şey aynıydı fakat söyleyiş tarzı, rivayet farklı.) 3. Çeviri Faktörü Eski metinlerin genç kuşaklara ulaştırılıp sevilmesinde zorluk çekilen bir başka husus da “çeviri” sorunudur. Kendine özgü sözcük ve söz gruplarından oluşan, çeşitli mecaz, istiare ve benzetmelerle anlamlandırılmış, estetik değer taşıyan sanatlı bir anlatımı düz yazıya çevirme, kuşkusuz uzmanlık gerektiren bir alandır. Ahmet Haşim’in, “şiir nesre kabil-i tahvîl olmayan nazımdır” tanımı elbette çok doğrudur. O yüzden de düz yazıya çevrilerek günümüz Türkçesiyle ifade edilmiş şiir, ahengi ve duygusal yönü kayıplara uğrayarak, şiirsel anlatımdan aldığı derinliği yitirerek okuyucuya ulaştırılmıştır. Bütün bunların yerine manayı ruh derinliklerinde hissedecek biçimde öğrenci profili yetiştirmek gerekir. Bir kelimenin birden fazla anlamı ihtiva ettiği ve aynı zamanda mazmun olarak adlandırılan lügatte karşılaştığımız mananın dışında başka bir manayı karşıladığı için öncelikle bunun temelini teşkil eden bilgileri veren bir eğitim modülü oluşturmak gerekir. 4. Öğretim Faktörü Lise düzeyindeki öğrenciye eski metinleri tanıtma, özellikle düzyazıya çevirip günümüz Türkçesiyle açıklama bir yöntem işi olmakla birlikte büyük ölçüde öğretmenin bu edebiyatı öğrenciye sevdirme yeteneğiyle de ilgilidir. Geleneksel bir yöntem olarak, eski metinlerde geçen Arapça ve Farsça sözcükler ile edebî sanatları ezberletmek, sanki bu edebiyatın öğretimini ezber üzerine kurmak, günümüz öğrencisini daha baştan soğutmakta, onun eski ama güzel metinlerden alması gereken estetik zevki tatmasına izin vermemektedir. Özellikle de aruz kalıbı ezberletmek, bunu yazılı sınavlarda ölçme aracı yaparak öğrenciyi ürkütmek, onun eski şiirle bağ kurmasını daha baştan engellemektedir. Aruz kalıbı ezberletmek yerine her biri bir musikî makamı gibi olan vezinleri, metinler üzerinde seslendirerek öğrenciye bizzat uygulama yaptırmak, daha ilgi çekici ve zevk verici olabilir. 5. Seçilen Metinler Öğrenciyi, bu edebiyattan soğutan bir başka önemli sorun da öğretim programları ve ders kitaplarına alınan metinlerle ilgilidir. Şair ve yazarları kronolojik sıraya göre dizip onlardan metin seçmek, halihazırda doğru bir yaklaşım değildir aksine ters tepebilecek derecede bir soğutma aracıdır. Bu edebiyat ve metinleri, her şeyden önce, dil ve söyleyiş tarzı, ses yaratıları, söz oyunları, imaj ve buluşları, biçim özellikleri, sanat ve estetik anlayışıyla kendi koşulları içinde gelişen özgün KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 48


bir edebiyat olduğunu kabul edip ondan alabileceğimiz güzellikleri almakla ve en mükemmel beyitleri seçerek genç jenerasyona aktarmakla mümkündür. Öğrencilerin sevebileceği onların ruh kalp ve hayal dünyalarına hitap eden beyitlerin seçilmesi gerekmektedir. "Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabib Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânındadır." Dizelerinde sevgilinin çektirdiği aşk acılarından hoşnut olan Fuzûlî’nin derman istemeyen ruh hâli, plâtonik aşkın söylemidir "Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı" beyti ise şairin yoğun biçimde yaşadığı yalnızlık duygusunun lirik bir anlatımıdır. "Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Düştü çemende berk-i draht itibârdan" gazelinde Bâkî, giden yazın bıraktığı boşlukta esen sonbahar rüzgârlarının uğultularını, dört yana savurduğu yaprakların hışırtılarını duyurur. Ders kitaplarının çoğunda yer alan, şairin renkli ve parıltılı hayal dünyasından ve güçlü duygularından yansıttığı bu gazelinin yanı sıra; "Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" beytinde olduğu gibi atasözü hâline gelen hikmetli sözleri eğitici niteliktedir. "Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana" dizelerinde sevgiliye, imbikten geçmiş nezaketle hitap eden Nedim’in, onun gül yanaklarını, şarap rengiyle bir tutma inceliği ve zarafeti veya "Erişdi nev-bahâr eyyâmı açıldı gül ü gülşen Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen Çemenler döndü rû-yı yâre reng-i lâle vü gülden Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen" dizelerinde ilkbaharın gelişiyle neşelenip coşarak gül bahçesinde açan güllerin, sevgilinin yüzüyle bir tutması, lâle bahçesini müjdeleyerek eğlence vaktinin başlayacağına sevinmesi, kısacası coşkulu ve arzulu ruh hâlini, öğrencilere hissettirmek, onları Lâle Devri eğlenceleriyle bilgilendirmek hem zevk verici hem de öğretici olabilir. veya Ahlak ilminin üstadı olarak kabul edilen Nabi'nin 17 yüzyılda söylediği bir öğütün 21. yüzyıldaki aksini, yansımasını ilmek ilmek o gençlere işleyerek bir ahlak dersi verilerek öğretmek güzel olmaz mıydı? "Hâtır-ı ahbabı teshir etmenin asan-teri Bî-tekellüf bî-tasannu hande rûluklardadır." "Dost edinmenin, gönül kazanmanın çaresi, riyasız samimi gösterişten uzak güler yüzlü olmaktan geçer."  Halihazırda bugün bile kullanabileceğimiz, günlük yaşantıyı düzenleyen tüyolar verilen beyitler seçilebilir. Seçilen metinler ile ilgili temel problemlerin en nihayetinde söyleyeceğimiz söz şudur: "Fuzûlî çok derin ve tesirli lirizmiyle bu edebiyat içinde bir zirve olarak yer alıyor. Bâkî, renkli hayat tablolarıyla gözleri kamaştırıyor. Nef’î muhteşem ahengiyle parlak kahramanlık sahneleri yaşatıyor ve sanatkârın psikolojik âlemini tasvirde dehâya varıyor. Nedim sevimli edası ve ince ruhuyla Divan şiirini neredeyse halka mal edecek derecede millîleştiriyor ve bugünkü saf şiiri telâkkisine uygun mükemmel şiirler veriyor. Galip, modern sembolizmi andıran olgun mısralar işliyor. Nabi ahlak ilminde zirveye çıkarak öğütlerini bir bir nakşediyor. Bütün bunlar Türk edebiyatı içinde Divan şiirine ihmal edilemeyecek bir zenginlik kazandırıyor. Bu bakımdan Divan şiirinin hiç olmazsa seçilmiş mısralarını tanımak bizim için zaruridir” BİR MEFHUM OLARAK MAZMUN KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 49


Divan Edebiyatı ile ilgili bahsettiğimiz bu konuların dışında açıklama yapılması gereken bir husus da 'mazmun' kavramıdır. Mazmun kelimesi Arapça 'devenin karnındaki yavruya denir.' Şairlerin mazmundan kastı ise bir kelime veya bir mısra ile görünen anlamın dışında başka bir anlamı karşılamasıdır. Alt anlam içermesidir. Mazmun, zımmında karnında bir şey saklayan demektir. Eskiler 'El meana fî betniş'şair" (Mana şairin karnındadır.) derken Mazmun kelimesini kast ederler. Ahmet Arif "Ocakta küllenmemiş közüm var Karnımda söylenmiş sözüm var" mısraları ile bu hadiseyi teyit eder niteliktedir. Günümüz modern şiirinde metofor veya imge diye karşıladığımız tanım mazmundur. Mazmun konusunda detaylı bilgiler ve beyitler üzerinde mazmunlar görmek için Doç. Dr. Özer Şenödeyici'nin "MAZMUN BEYANINDADIR: KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNDE MAZMUN ARAYIŞINA KATKILAR" makalesini okumanızı tavsiye ederim. SONUÇ Edebiyat eğitiminde ve öğretim programlarında “Divan Edebiyatı” adıyla geçen ve XII ve XIX. yüzyıllar arasındaki sürecin ürünleri olan eski edebiyat metinleri, altı yüzyıllık Osmanlı kültür ve uygarlığının verileridir. Vefasızlığından yakınılan, uğrunda acı çekilip gözyaşı dökülen hayalî sevgili tipi, mecaz, mazmun ve istiarelere dayalı kuralcı anlatımı, güncel ve gerçek yaşamdan uzak, yapay ve abartmalı kurgusuyla Divan Edebiyatı, Batıya yönelmeyi hedefleyen yeni edebiyat anlayışına ve esaslarına ters düşer. Ve bunun neticesinde de batıya yönelen edebiyat döneminin edebiyatçıları yeni bir edebiyat anlayışı ve lisanı içerisine girme gayretinde oldular. Yeni kurulacak edebiyatın esaslarını “Lisân-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı uzun makalesinde açıklayan Namık Kemal, edebiyatın tanımını yaparak “Fikrin gelişmesine ve toplumun eğitilmesine olan büyük hizmetinden” söz eder. Divan Edebiyatının “realite ile ilgisizliğine, sunî’liğine ve boşluğuna” değinir. 1868’de Hürriyet gazetesinde çıkan Şiir ve İnşa makalesinde, Divan Edebiyatını millî olmamakla suçlayan Ziya Paşa, “gerçek Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu” söyler. Altı yıl sonra yayımladığı üç ciltlik Harâbât antolojisinde ani bir dönüşle övdüğü Divan Edebiyatının propagandasını yaptığı gerekçesiyle de Namık Kemal’in Tahrib-i Harâbat ve Takip adlı eserlerinde ağır eleştirilere hedef olur. Bütün bunların neticesinde belli bir dönemde birçok tartışmaya vesile olan Divan Edebiyatı birçok zamanlarda yok olmaya yüz tutmuşken kendi hüviyetinden hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Peki gelecek kuşaklara aktarırken Divan edebiyatında yapmamız gereken bazı hususlar nelerdir? En çok dikkat edeceğimiz şeyler nelerdir? Bu ve buna benzer birçok hadisenin üzerinde durmaya, sorunları irdelemeye çalıştık. Yoksa gerçekten Namık Kemal'in dediği gibi milli olmayan bir edebiyat mıydı? Bu sorulara cevap aradık... Nihai karar olarak asırlar boyu süregelen sanatı ile göz kamaştıran bu edebiyatın bir noktada günümüz ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiği kanaatine vardık, bununla ilgili son sözlerimiz ise; Divan Edebiyatı hakkındaki önyargılı, küçümseyici ve karalayıcı tavrı ile anlayışı değiştirmek gerekmektedir. Artık, öğretim programlarında şairden değil de eserden hareket edilmektedir.  Eser merkezli yaklaşım modülü uygulanmalıdır. Öğrenci düzeyine uygun, onu, duygu, düşünce ve hayal yönüyle geliştiren, sanat değeri taşıyan eserler seçilmelidir. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin Divan Edebiyatıyla ilgili birikimleri, öğretme yöntemleri ve bu edebiyata yaklaşımları, öğrencilere bu edebiyatın metinlerini sevdirip öğretmede büyük önem taşır. Öğretmen “Metinler eski, dilleri anlaşılmaz” zihniyetiyle konuları geçiştirerek veya tek başına özetleyerek vermek yerine okutacağı metni döneminin veya yüzyılının kültürünü, zevkini, anlayış ve duyuşunu, dil ve anlatım özelliklerini, kısacası, bir sanat olayı olarak tanıtmayı amaçlamalıdır. Metni, soru-cevap tekniğiyle -eğer bağdaşıyorsa- günümüz yaşamıyla bağlantı kurarak öğrenciye vermeli veya öğrencinin ilgisini çeken hikayesi olan beyitlere başvurmalıdır.  Sınavlarda, dili ağır, KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 50


anlatımı mecazlı ve sanatlı, fikir dokusu karışık metinlerden sorular sorarak bu edebiyatı, öğrencinin başarısızlığına neden olabilecek bir malzeme yapmamalıdır. Aruz kalıpları ile ilgili sorunları teşkil eden kısmı yukarıda bahsetmiştik, Aruz öğrencinin gözünü korkutmada bir araç yapılmamalıdır.

Divan edebiyatının dili hakkındaki eleştirilere en güzel cevabı 'Nurullah Ataç' vermiştir. “Saz şairlerimizin şiirlerini okumalıyız, ama divan şiirini de bırakamayız. Bizim dilimizi asıl onlar öğretecek, tadına asıl onlar erdirecektir. Fuzûlî’nin gazellerini okurken, Bâkî’nin gazellerini okurken o Arapça, Farsça sözlerin altında Türkçe’nin tatlı sesini duymuyor musunuz? Suçu onlarda değil, kendinizde arayın. Karacaoğlan’a bayılırım ama Nedim’i, Galip’i okurken de kelimeleri her zaman anlamasam dahi, gene benim dilim olduğunu seziyorum, gene kendi dilimi duyduğum için yüreğim çarpıyor. Divan şairlerimizin Arapçadan Farsçadan aldıkları sözler, onların dillerini Türkçe olmaktan çıkarmamıştır. O sözler birer yabancıdır ama salınıp gezdikleri bahçenin toprağı buram buram Türkçe kokar, Türk kokar. Yazımızın son sözü olarak ise: Hoca Dehhanî, Âşık Paşa, Ahmedî, Necati, Fuzûlî, Bâkî, Nef’î, Şeyhülislâm Yahya, Nâilî, Neşatî, Nâbî, Nedim, Şeyh Galip gibi Türk şairlerinin mısra mısra, beyit beyit işledikleri şiirler, Türk kültür ürünleri olup edebiyat tarihimizde altı yüzyıl gibi uzun ve görkemli bir geçmişe sahiptirler. Bu ürünleri genç kuşaklara öğretmek, geçmişiyle köprü kurarak geleceklerini daha sağlam kurabilmelerini sağlamak da eğitimin görevidir. Kaldı ki Divan Edebiyatından günümüze kalan pek çok kalıcı değer ve güzellikler vardır. Zirve şahsiyetlerin, “mısra-ı berceste” denilen en seçkin, en güzel mısra ya da beyitlerinden yola çıkarak bu metinleri sevdirip öğretmek pek tabii mümkündür. KAYNAKÇA (1)Ünver İsmail,“Eski Türk Edebiyatıyla İlgili Sorunlarımız”, Türk Dili Dergisi, Ağustos, 1993, Sayı:500, s.119-121. (2)Akyüz Kenan, “Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri”, Türkoloji, C:II,Ankara, 1965, Sayı:1, s.17. (3)Kocatürk Vasfi Mahir, Divan Şiiri Antolojisi,Varlık Yayınları,İstanbul, 1947, s.5. (4)Şenödeyici Özer, Mazmun Beyanındadır: Klasik Türk Şiirinde Mazmun Arayışına Katkılar, Littera Turca Dergisi, 2018. (5)Işıksalan Sevim Nilay, Divan Şiiri Öğretimi Üzerine, MEB Dergisi, 2000, sayı:148 (6)Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği,Akba Kitapevi, İstanbul, 1946, s.34. (**)İnanç Hayati, Can Veren Pervaneler, Bab-ı Ali Yayınları,2008.

KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 51


GENÇTİM KERİM POLAT Gençtim Bir bahar şenliği vardı ruhumda Ebediymiş gibi. Yürürdüm yollarda göğsümü gere gere Bir benlik vardı bende Sanki bir ben varmışım gibi dünyada Gençtim Kanım sıcaktı Gönlüm deli taylar gibiydi Coştukça akan sel olurdu. Bir damla idim Oysa gözümde ummanlar vardı Her şeyi kaplayan Önüne geleni kopartan. Gönlüm coşkun Ruhum asi Yürüyordum dinmeyen fırtınalar da Esen her rüzgâra kapılıp Bir orada bir burada olur, tuttuğum dal Sanki çelikten, kırılmayacak gibi. Akıl yoktu gönülde Sadece coşkun heyecan Gözler bir adım ötesinde Sonrasına âmâ. Dinmez sanırdım fırtınaları Sönmez bilirdim ateşleri Bitmeyen baharlardı gençliğim. Oysa baharın ardında güz Fırtınanın sonunda kırılmış dal Ateşlerin esir olduğu kül, Hepsi sonrasına mahkûm Bir bitişlik damgasıyla. Mukadder bir ölüm Gençtim Hırpalandı gönlümdeki deli taylar Tökezledi, koşamaz oldu. Uzadı yollar Beyazladı saçlar Tenim buruş buruş Baktıkça ardıma Gözlerim yaşlarla doldu Her yaş bir hataya bedel Gençtim Gençliğim bir bahar gibiydi... KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 52


KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 1


KÜNYE EDEBİYAT…NİSAN–MAYIS 2019… SAYI:2

Sayfa 2


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.