Yýl/Year 8 Sayý/Issue 121 1 Ekim/October 1, 2011 T: 416 462-1244 F: 416 444-4073 2 Clanwilliam Crt. Toronto, ON M1R 4R2 info@canadaturk.ca www.canadaturk.ca ISSN 1923-7030 Fiyatı/Price $1 Yıllık Abonelik/Yearly Subscription $30
Yıl/Year 13 Sayı/Issue 180 Eylül/September 2016 info@canadaturk.ca www.canadaturk.ca ISSN 1923-7030
T: 416 462-1244 Fiyatı/Price $1 Yıllık Abonelik/Yearly Subscription $30
PİDE, LAHMACUN, DÖNER, İSKENDER VE KÜNEFE MUSTAFA’DA YENİR...
416 631-0300
866 WILSON AVE. TORONTO, ON M3K 1E5
$
1
2
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
3
Eski Büyükelçi tutuklandı Muavin Konsolos ihraç edildi
Gökhan Toy Eski Muavin Konsolos Toronto Başkonsolosluğu
Turist sayısında rekor düşüş
Tuncay Babalı Eski Ottawa Büyükelçisi
Eski Büyükelçi Tuncay Babalı tutuklanırken, Toronto Başkonsolosluğu’nda görev yapan Muavin Konsolos Gökhan Toy ihraç edildi.
T
ürkiye’deki darbe girişimi sonrası yürütülen soruşturma kapsamında önce Dışişleri Bakanlığı ile ilişiği kesilen, ardından Ankara Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince gözaltına alınan Eski Ottawa Büyükelçisi Tuncay Babalı tutuklandı. Babalı’yla birlikte eski büyükelçiler Gürcan Balık ile Ali Fındık da tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne konuldu. Tuncay Babalı, 2012’de Ottawa’ya gelmiş ancak dört yıllık görev süresini yarılamadan 2014 Yaz kararnamesiyle merkeze çekilmişti.
Muavin Konsolos görevden alındı 2 Eylül tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan ve yaklaşık 50 bin kamu görevlisini işsiz bırakan Kanun
Hükmünde Kararname (KHK) ile Toronto Başkonsolosluğu’nda görev yapan Muavin Konsolos Gökhan Toy’un görevine son verildi. Toy, Dışişleri Bakanlığı ile ilişiği kesilerek ihraç edildi. 15 Temmuz sonrası Gökhan Toy’un Merkez’e çağrıldığı ancak Toy’un bu çağrıya uymadığı öğrenildi. 7 Ocak 2014 tarihli ve 2014/3 sayılı Kararname ile Toronto Başkonsolosluğu’na Muavin Konsolos olarak atanan Gökhan Toy, 15 Mart 2014 tarihinde Kanada’ya gelerek işbaşı yapmıştı.
Bir ihraç da Yurtdışı Türkler’de Öte yandan, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Kanada Masası’nda görevli Muhlis Kaçar’ın da görevine sözkonusu KHK ile son verildi.
Kanada’dan Türkiye’ye seyahat edenlerin sayısı Temmuz ayında rekor seviyede düştü.
K
ültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre Temmuz ayında Kanada’dan Türkiye’ye gidenlerin sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre yarı yarıya azaldı. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Kanada’dan Türkiye’ye 23 bin 500 kişi giderken bu sayı bu yıl Temmuz’da 11 bin
950 civarında gerçekleşti. Ocak-Temmuz dönemindeki düşüş ise yüzde 34 civarında gerçekleşti. Yılın ilk yedi ayında toplamda 65 bin Kanadalı Türkiye’yi ziyaret etti. Temmuz ayında ABD’den Türkiye’ye gidenlerin oranında ise yüzde 55’lik bir azalma olurken genel olarak Türkiye’ye giden toplam turist sayısı ise yüzde 40 geriledi. Turist sayısının azalmasında terör saldırıları ile darbe teşebbüsü ve sonrası ilan edilen OHAL’in büyük etkisi oldu.
CANADATÜRK’e reklam vermek için: 416 462-1244 info@canadaturk.ca
4
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
Dönerin yeni rakibi Döner, dünya genelinde olduğu gibi Kanada’da da “döner”, “shawarma” veya “gyro” olarak adlandırılıyor. Ancak son yıllarda ülkenin doğu kıyısında ortaya çıkan bir isim bazı bölgelerde diğer isimlerin önüne geçmiş durumda. Bu yeni döner çeşidi ‘donair’ ya da diğer bilinen adlarıyla “East Coast donair”, “Halifax donair” veya “Nova Scotia donair” olarak adlandırılıyor.
B
aklava ve çoban salatası gibi halis Türk mutfağının yemekleri başka mutfaklar tarafından sahiplenilmeye çalışılsa da dönerin Osmanlı Türk mutfağına ait bir yemek olduğu konusunda herkes hemfikir. Bazı kaynaklara göre dönerin geçmişi 1700’lü yıllara kadar dayanıyor. Önceleri yatık olarak pişirilirken, sonradan dik olarak pişirilmeye başlanmış. Aynı geçmişten geldiği söylenen Erzurum cağ kebabı ise hâlen yatay olarak pişiriliyor. Dünyada fast food yiyecek sektörünün gelişmesiyle döner de fast food sektörünün bir parçası hâline geldi. Bunda 1960’lı yıllardan itibaren Avrupa’ya göç eden Türklerin katkısı çok büyük. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde döner restoranlarının açılmasıyla Avrupalı bu eşsiz lezzet ile tanıştı. Kıta genelinde şu anda binlerce döner restoranı var ve hamburgerin tahtına oturmuş vaziyette. Bundan sonra dönerin dünyadaki en büyük rakibi yine kendisi diyebiliriz. Türkler döneri “döner” ismiyle dünyaya tanıtırken, Orta Doğulular çevirme anlamına gelen “shawarma”, Yunanlılar “gyro”, Lübanlı göçmenler sayesinde dönerle tanışan Meksikalılar ise “tacos al pastor” ismiyle öne çıkıyorlar. Kanada’nın doğu kıyısında ortaya çıkan bir isim özellikle bazı bölgelerde shawarma, gyros ve dönerin önüne geçmiş durumda. Bu yeni ürün, donair ya da diğer bilinen adlarıyla “East Coast donair”, “Halifax donair” veya “Nova Scotia donair” olarak adlandırılıyor. Türkçe bir kelime olan dönerden uyarlama bir isim olan donair, ilk kez 1970’lerin başında Halifax’ta kullanılmaya başlandı. Tam kesin olmamakla birlikte bazı kaynaklara göre, Velos Pizza adındaki bir gyro restoranı, işler iyi gitmeyince tarifte bölge insanının ağız tadına uygun değişiklikler yapar: Kuzu eti yerine sığır eti, yoğurtlu sos yerine ise tatlı bir sos kullanır. Yeni lezzete gyro değil de dönerden esinlenerek donair adını koyar. Yine bazı kaynaklara göre, Halifax ve sonrasında tüm Atlantik Kanada’da donair’in meşhur olması ise King of Donairs adlı restoranlar sayesinde olur. Donair, kıyma, un veya ekmek kırıntısı ile çeşitli baharatların karışımından; sosu ise süt, şeker, sirke ve sarmısaktan yapılıyor. Atlantik Kanada’da donair o
Halifax usulü donair dürüm
Toronto’da servis edilen gerçek Türk döneri
Donairin meşhur olduğu Halifax’taki King of Donairs restoranı
kadar yaygın hâle geldi ki, pizza, panzerotti, poutine ve börek malzemesi olarak da kullanılıyor. Son yıllarda Atlantik eyaletlerinden Kanada’nın diğer şehirlerine yaşanan göç sonrası donair de bu bölgenin dışına taşındı. Özellikle Alberta eyaletinde onlarca donair restoranı açıldı. Tabelalarda pizza ve donair yan yana duruyor. Toronto ve çevresinde ise Doğu ve Batı eyaletleri kadar olmasa bile birkaç resoranda donair servis ediliyor. Hopgood’s Foodliner, College Falafel, The Fuzz Box’s ve Halifax Donair and Pizza bunlardan birkaçı. Ontario’da döner işi daha çok Arapların elinde olduğu çin en fazla shawarma olarak biliniyor. Shawarma bilinen isim olduğundan birkaçı hariç Türklerin de açtıkları
Meksika döneri Tacos al pastor
restoranlarda döneri shawarma adıyla sattıklarını görüyoruz. Kimisi her iki ismi de kullanıyor. Ancak, Kanada genelindeki hızlı yayılışına bakarak belli bir süre sonra donair’in shawarma’nın tahtına konacağını söylemek yanlış olmaz. Donair’in hızlı yayılışı karşısında
Türk restoranlarının döner yerine bu ismi kullanma ihtimalleri de yüksek. Ancak bizim ne shawarma ne de donair ismini kullanmamıza gerek yok. Varsın Avrupalılar gibi Kanadalılar da döneri döner olarak bilsinler. Hem de ‘o’ harfinin üzerinde iki noktasıyla beraber…
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
5
İş yeri isimleri kimliği ele veriyor
Türk iş yerlerinde kullanılan en yaygın isim tartışmasız İstanbul. İstanbul’u Anadolu (Anatolia) takip ediyor.
B
ugüne kadar açılıp kapanan ya da halen açık olan pek çok restoranda bu iki ismi görmek mümkün. İstanbul’un ünü, Anadolu isminin kapsayıcılığı tercih edilmelerindeki en büyük faktörler olarak sıralanabilir. Restoran, market, kafe ve diğer iş yerlerine verilen isimler bir
anlamda iş yeri sahibinin kimliğini ele veriyor ve iş yeri sahibinin müşterilerine bir mesajıdır aslında. İş yerlerine verilen isimlerde, gelinen bölge de önemli rol oynuyor. Bir iş yerine Denizli’den gelen birinin Pamukkale, Gaziantep’ten gelenin Antep, Nevşehir’den gelenin ise Kapadokya ismini verdiğini sıklıkla görüyoruz. Ayrıca Türkiye’de meşhur iş yeri isimleri de tanınma açısından oldukça fazla kullanılıyor. Yeni açılan döner (shawarma) satan iş yerleri ise müşteri portföyünü göz önünde bulundurarak daha çok ‘Best’, ‘Max’ gibi İngilizce’den isimler tercih ediyorlar.
6
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
Göçmenliğin getirdiği zorluklar yuva yıkıyor Kanada’da Türkler arasında boşananların sayısı hızla artıyor. Şiddetli geçimsizlik boşanma sebebi olarak ilk sırada.
Ö
zellikle göçmenliğin getirdiği sorunlar Kanada’ya yeni gelen çiftleri bekleyen en büyük tehlike olarak gösteriliyor. Boşananların sayısını ve nedenlerini gösteren istatistiki bilgilere sahip değiliz, ancak etrafımıza baktığımızda toplumumuzun içinde çok sayıda çiftin boşandığını veya ayrı yaşadığına tanık oluyoruz. Peki neler oluyor? Türkiye’den Kanada’ya yeni bir hayat için gelen onlarca çift neden kısa bir sürede boşanma yoluna gidiyor? İlk olarak göçmenliğin getirdiği zorluklar çiftler üzerinde olumsuz etki yapıyor ve boşanma kararı almada etkili oluyor. Dil, iş, kültür ve uyum problemi stres yapıyor. Stres altında olan kişi de negatif düşünmeye meyilli ve tahammülsüz oluyor. Ev dışında yaşanan sorunların getirdiği stresle eve gelen kişi en yakınındaki kişiye bunu aktarıyor. Daha önce hiç sinirlenilmeyen bir şeye kızabiliyor veya eşinin söylediği şeyleri negatif olarak algılayabiliyor. Psikiyatristler, bu durumdan her iki tarafında etkilendiğini ve gerginliğinin arttığını söylüyor ve ekliyorlar “Böyle durumlarda eşler arasında gerginlik artıyor, bu gerginlik öfkeye, kavgaya hatta nefrete dönüşebiliyor. Ayrıca, var olan, gözardı edilen sorunlar da günyüzüne çıkıyor, belirginleşmeye başlıyor” İkinci olarak da Kanada’da özellikle kadınlar daha özgür ve maddi olarak güvencede olduklarını hissettiklerinden daha rahat boşanma kararı alabiliyor. Pisikiyatrislere göre boşanma olaylarını daha iyi analiz yapabilmek için göçmenleri evliliklerine göre gruplara ayırmakta yarar var. Bu grupları “göçmenliklen çok önce evlenmiş olanlar”, “göçmenlikten kısa bir süre önce evlenmiş olanlar” ve “Kanada’da evlenenler.” olarak adlandırabiliriz. “Göçmenlikten çok önce evlenmiş olanlar”ın evliliklerini sürdürme başarısı daha yüksek. Bu grupta yer alan eşler birbirlerini daha iyi tanıyorlar. Birbirlerinden neyi beklediklerini iyi biliyorlar. Kişilikleri hakkında bilgiye sahipler ve evliliklerinde bir dengeyi kurmuş durumdalar. Böyle olunca da sorunları aşmak onlar için kolay. Yalnız uzun süreli evli olup da göçmen olarak Kanada’ya gelen bir diğer grup daha var. Bunlar ciddi evlilik sorunları olan çiftler. Bir şekilde
boşanmamışlar ve evliliklerini devam ettirmişler. Belki bize iyi gelir, biraz uzaklaşalım, şansımızı Kanada’da deneyelim diyorlar. Bu gruba giren çiftler, Kanada’da evliliklerini kurtarabilecekleri görüşündeler. Ancak göçmenliğin getirdiği sorunlar karşısında Türkiye’de tabiri caizse uzatmaları oynadıkları evlilikleri Kanada’da son buluyor. “Göçmenlikten kısa bir süre önce evlenmiş olanlar” ise çok önce evlenenlere karşı daha ciddi sorunlar yaşıyorlar. Evliliğin ilk yıllarının sorunlarına göçmenliğin getirdiği sorunlara ekleniyor. Balayının bittiği, rüyadan uyanıp gerçeklerle yüzleşildiği bir dönemde Kanada’ya gelindiğinden eşlerin en olumsuz ve sorunlu yanları ortaya çıkıyor. Bir diğer grup olan “Kanada’da evlenenler’i ise “göçmen olduktan hemen sonra evlilik arayışına girenler” ve “işini yoluna koyup yerleşik hale geldikten sonra evlenenler” olarak iki gruba ayırabiliriz. Kanada’ya gerek mülteci gerekse göçmen olarak Kanada’ya gelen bekar gençlerin büyük çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. Cinsiyetler arasındaki bu dengesizliğin sonucu pek çok genç evlenmek için Türkiye’ye gitmek zorunda kalıyor. Bu yolla gayet iyi evlilikler de oluyor ama beklentilerle orantılı olarak ciddi sorunlar da ortaya çikabiliyor. Erkek, yabancılık ve yalnızlık duygusuna ve yaşadığı sıkıntılara çare olarak bu evliliği düşünüyor. Memleket özlemi, yemekleri, bir çeşit anneliği hayal ediyor. Ancak evlenip eşini Kanada’ya getirdikten sonra evliliğin kendi düşündüğü gibi olmadığının farkına varıyor. Türkiye’den getirilen eşin yeni bir hayata ve ülkeye uyumu, aile özlemi sorun olabiliyor. Öte yandan geleneksel ailelerden gelen kızların veya geleneksek yapısı olmasa bile Kanada’da doğup büyüyen kızların kendi kültürlerinden birisi ile evlendirilmesi oldukça yaygın. Bu tür evliliklerde genelde eşler Türkiye’den getirtildiği için yaşanılan ülkelerden dolayı ortaya
çıkan kültür farkı büyük sorun oluyor. Bazen de erkeklerin Kanada’ya geliş amacı uzun süreli bir evlilik temeli üzerine olmayabiliyor. Başka kültürden kişilerle evlenenenlerde de dil, din ve kültür farklılıklarından dolayı evlilik sorunu yaşayabiliyor ve evlilik boşanmayla noktalanabiliyor. Evliliklerindeki sorunlara çözüm arayanların çok az bir kısmı psikiyatriste giderek evlilik terapisi alıyor. Evlilik terapisi alanların çoğunluğu daha çok eğitimli kişilerden oluşuyor. Geleneksel
yapıdan gelen kişilerin ise genelde ya böyle bir şeyden haberi olmadığı veya terapiste gitmeyi bir suçluluk, yanlış birşey gördüğü için yardım almıyor. Evliliğin yüzde 99.99 gündelik hayattır, gündelik hayatı paylaşmaya dayanır. Bütün olumsuz koşullar rağmen çok iyi evlilikler var. Boşanmayı çok kötü bir şeymiş gibi algılamak da yanlış. Çocuklar çok etkilense de yürümeyecek bir evliliği devam ettirmeye çalışmak daha fazla sıkıntıyı beraberinde getiriyor.
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
7
İhracatı gerçekte kim yapıyor?
T
ürkiye’de ihracat yapan firmaların web sitelerine baktığımızda ihracat yaptıkları ülkeler arasında Avrupa ülkeleri ve ABD’nin yanında genelde Kanada da yer alır. Bu firmalar için Kanada’ya ihracat yapmak bir prestij meselesi aslında. Kanada’ya ihracat yapan firma kabuğunu kırmış sayılıyor ve saygın bir yer elde ediyor. Ama gel gör ki Kanada’ya ihracat yaptım diyen firmaların çoğunun aslında ihracat falan yaptıkları yok. Daha doğrusu Türkiye’de faaliyet gösteren çoğu firmanın Kanada’ya ihracat yapacak kabiliyeti yok. Burada, yıllık 500 milyon dolar ihracatı Kanada’ya kim yapıyor sorusu akla gelebilir. Cevabı basit: Türk firmaları Kanada’ya mal satmıyor, Kanadalılar, özellikle Kanada’da yaşayan Türkler, ihracat yapmakla övünen Türk firmalarının her türlü engellemelerine ve çıkardıkları zorluklara rağmen bunu yapıyorlar. Diyelim ki Türkiye’de saygın bir yeri olan mobilya markasının veya bir gıda firmasının ürünlerini Kanada’da satmak istiyorsunuz. Türkiye’ye gidip o firmanın yetkili kişisi ile şanslı iseniz görüştünüz. Bir şekilde o firmayla Kanada için distribütörlük anlaşması imzaladınız. Sıra malı ithal etmeye geldi. Türkiye’deki firma önce para diyor. Sipariş verdiğiniz malın tutarını bankaya yatırıyorsunuz. Para hesaba geçtikten sonra fabrika siparişlerinizi üretiyor. Gemiye yüklenen mal 45 gün sonra Kanada’ya ulaşıyor. Şanslı iseniz mal gümrükten birkaç günde geçiyor. Değilseniz birkaç haftada malı ancak alabiliyorsunuz. Bu durumda parayı ödedikten iki ay sonra malınız elinizde oluyor. Nakliye ve gümrük giderleri sizden. Bazı durumlarda sipariş verdikleriniz ile size gönderilen arasında fark olabiliyor ya da özensiz paketlemeden dolayı mallar hasar görebiliyor. Fakat Türkiye’deki firma asla sorumluluk kabul etmez. Şimdi sıra malın pazarlanmasında. Ya bir depo tutmuşsunuzdur ya da güzel bir dükkan. Kanada’da hiç bilinmeyen bir malı pazarlayabilmek için çırpınıyorsunuz. Fiyatlar da ortalamanın üzerinde. Diğer firmalarla tanıtım ve de fiyat konusunda rekabet sözkonusu bile değil. Sizim malınız Kanada’ya henüz varmadan malı satın aldığınız firma web sitesinde ihracat yapılan ülkeler listesine Kanada’yı eklemiştir. Hatta gazetelerde, dergilerde Kanada’ya ihracat yapıyorlar diye haberler yayınlanmıştır. Haklarında çıkan haberler ve Kanada’ya gönderdikleri malların faturaları ile hükümetin kapısı çalınır bu firma tarafından. Türk mallarını yurt
dışına sattığı için devletçe ihracatçılara verilen desteklerden bir bir yararlanır. Bu firmanın malını Kanada’da satmaya çalışan kişi veya firma ise bin bir güçlükle getirdiği malları satmakla meşguldür. Yeni sipariş vermek isteyince yine kendisinden peşinen parayı göndermesi istenir. Ayrıca, ürünlere yüzde 10 ile 30 oranında zam geldiği belirtilir. Bir süreliğine, birkaç ayda, birkaç konteyner mal Türkiye’den Kanada’ya bu şekilde gelir. Sonunda Kanada’daki distribütör firma havlu atar. Türkiye’deki firma ne vadeli mal vermiş, ne bilgisini paylaşmış ne de reklam desteği vermiştir. Distribütör ise Kanada’da hiç bilinmeyen bir ürünü satabilmek için borçlanmış, günlerini
aylarını bir hiç uğruna harcamıştır. Türkiye’deki firma Kanada’ya ihracat yapıyorum diye devletten aldığı desteği cebine indirsin, Türkiye kazansın, Türkiye’nin malı Kanada’da satılsın diye didinen kişi veya firmalar ise harcadıkları para ve emeklerle ortada kalsın. Sadece bu tür olaylar Kanada’da mı yaşanıyor? Elbette değil. ABD’de de, Avrupa ülkelerinde de aynı şeyler oluyor. Kaç tane firma yurt dışında fuarlara katılıyor, pazarlama elemanlarını ihracat yapılması düşünülen ülkeye gönderiyor? Saysanız bir elin parmağını geçmez.
Kendilerini güçlü hisseden distribütörler, bu firmaların adeta işkence halini alan ticaret anlayışları sebebiyle kendi markalarıyla piyasaya girmeyi tercih ediyorlar. “Senin malını sana rağmen satmak yerine, kendi markamla aynı ürünü zevkime göre satarım” anlayışı hakim olmaya başladı. Son olarak diyeceğimiz şu ki: Türkiye, 150 milyar dolar ihracat yapıyorum diye ihracat yaptığını söyleyen firmaları boşuna baştacı etmesin. Baştacı yapılacak olanlar bütün zorluklara rağmen Türkiye’den ürün ithal etmeye çalışan yurt dışında yaşayan Türklerdir. Ödüllendirilecekse onlar ödüllendirilmeli, para desteği verilecekse onlara verilmeli.
8
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
9
Al abla al kocanı sevindir. İkisi beş lira... B
eş yıl kadar önce Letonyalı bir kız arkadaşım olmuş, okul için Kanada’ya geldiği için birkaç ay sonra geri dönmüştü. Garip bir kızdı. Örneğin gününün yarısı mağaza mağaza dolaşıp iç çamaşırı bakmakla geçerdi. Tam iç çamaşırı manyağı idi anlayacağınız. Ben kendim dahil çevremde iç çamaşırına bu kadar önem veren bir kız görmedim doğrusu. Söylediğine göre Letonyalı ve özellikle Rus kadınların maaşlarının yarısı iç çamaşırına gidiyormuş. Ben de memlekette iken valiz valiz iç çamaşırı alan Rusları görürdüm ama bu kadar ileri derecede hastalık olduğunu bilmezdim. Bizim babaannelerimiz paçalı adı verilen basmadan uzun donlar giyerlerdi. Bunlar genelde çiçekli olur ve diz kapağına kadar inerlerdi. Biraz sosyetesi ise bu paçalı donların beyaz olanını, mümkünse bacaklarının uçlarının fırfırlı olanını tercih ederdi. Sonra batıdan sadece avret yerlerini kapatan donlar gelmeye başladı. Türkiye’ye bu donlar daha çok
Almanya’da yaşayan Türkler tarafından getirildikleri için o zamanlar Alamancı donu diye de adlandırılıyordular. Şimdi ise çamaşırlarda kullanılan kumaş iyice azaldı. Klasiklerin yanında tanga ve stringler çıktı. Ayrıca dantelli, tüylü, zilli falan fantezi iç çamaşırları da var. Bizim mahallede kurulan pazarda bir iç çamaşırı satan adam vardı. İç çamaşırlarını tezgahın üstüne döker, kendisi de pantalonun üstüne bir kilot, kazağının da üzerine bir südyen geçirirdi. Sonra da “Al abla al, ikisi beş lira. İkizlere takke burda. Al bacım al. Babaanne donu var, dantellisi var, cisitringi var, tangası varrrrrr. Tansu Çiller de bunlardan aldı. All teyze al, kocanı sevindir. ” diye akşama kadar basbar bağırırdı. Kadınlar bu tezgahın başına üşüşür, donlardan don beğenirdi. Bazen de müşterilerden bazıları ‘bunların bana göre olanı yok mu’ diye tezgahtara seslenirdi. Tezgahtar da müşterinin elindekilere bakarak ‘yok abla, sen sığmazsın onun içine. İyisi mi sen iki metre basma al manifaturacıdan’ diye de karşılık verirdi. Südyen seçmek ise bir başka dertti. Kimisi numarasını bulamaz, ‘bunun 85’i yok mu’ diye bağırır, kimisi üzerine tutarak ‘bu bana olur mu’ diye çamaşır bakan diğer kadınlara ya da tezgahtara sorardı. O kadar kalabalık içinde de kimsecikler sıkılmaz, utanmazdı çamaşır seçmekten.
Tezgahın düzenli müşterilerinden bazıları ise bir hafta sonra gelir ‘aaaa evladım, ne biçim don sattın sen öyle. Bir haftada lastiği gevşedi. Al değiştir bunu.’ Bu söz üzerine tezgahtar sinirlenir ‘ ablaaa giy bir hafta sonra getir, olmaz öyle. Don geri alınır mı? Sen enişteme benden selam söyle’ der, değişmeye yanaşmazdı. Bir de tezgahtarın unutulmaz bir manisi vardı. Oooo o onu, kaynanamın donu, ben yıkamam onu, o b..lu donu.... Kimbilir, belki de aynı adam aynı pazarda yine aynı yönetmele aynı tür iç çamaşırları satmaya devam ediyordur. Acaba şu anda özellikle geçler arasında pazardan iç çamaşırı beğenen kalmış mıdır? *** Kızlar doğar doğmaz analar nedense çeyizi işlemeye başlarlardı. Ancak son yıllarda bu gelenek biraz revize oluyor gibi. Türkiye’ye gittiğimde annem sandıktaki çeyizimi yanımda Kanada’ya getirmemi istedi benden. Neler hazırlamış benim anacığım diyerek ne var ne yok baktım. Doğrusu birkaç parça dışında yanımda getirecek fazla bir şey bulamadım. Çoğu demode olmuş. Özellikle damat olacak kişi için alınan çamaşırlar yok mu? Diğer analar gibi benim anam da yirmi sene evvelinden çeyiz sandığıma düzinelerce beyaz erkek çorabı, pijama desenli mendiller, klasik lastikli erkek külotları, yine klasik askılı erkek atletleri vs. doldurmuş. Beyaz çorap giyineni yerin dibine
sokuyorlar şimdi. Mendil desen kimse kullanmıyor. Klasik tür beyaz iç çamaşırı da giyinen kalmadı. Artık boxerlar, değişik modellerde slipler, şort külotlar var. Hepsini sandıktan çıkardım ve ‘ver babama giyinsin’ diyerek anneme verdim. Dantel masa örtüleri, mutfak örtüleri, fiskos masası örtüleri, çamaşır deterjanı kutusu örtüsü, peçetelik, eski model ucuz havlular, oyalı yaşmaklar, kaneviçe, makreme, piko işlemeler. Bir masa örtüsü var ki, zavallı annem Çin iğnesi ile yapmış, altı ay gece gündüz onunla uğraşmıştı. Bir de bildiğimiz mutfak tüpü için yün örgüler var. Tabii ne bilsin annem kızı bir gün Kanada’ya gidecek. Gerçi çöpe atacak değiliz ya, artık bizde arka bahçedeki mangalın tüpüne takarız. Danteller dura dura sararmış, ayrıca naftalin kokusu. Bir kısmını yıkadık, kaynattık, çivitledik ama yine de sarılıkları gitmedi. Ayrıca annem çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi gibi beyaz eşyalarda almış yığmış odanın bir köşesine. Neredeyse 15 yıl oldu alınalı bunlar. Yine hepsi demode. Ya sen kullan ya da birine ver dedim anneme. Annem, yıllarca verdiği emeklerin boşa gittiğini görünce dayanamadı başladı bana söylenmeye, “Neredeyse otuz oldun, artık ne bekliyorsun. Ben senin yaşındayken tüm çocuklarımı doğurmuş hatta sütten de bezden de kurtarmıştım.” Nasip kısmet anne.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Kanada gibi memlekete kız vermesinler Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” diye başlayan anonim türkünün Malkara köylerinden birinde yaşanmış bir olaydan alındığı söylenir. Türkünün çıkış hikayesine gelince: “Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. On altı yaşına yeni bastığında Zeynep’i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep’i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep’i Ali’ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep’i alıp aşırı köyüne götürür. Zeynep’in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep’in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış. Oysa kocası, Zeynep’in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının
horlaması Zeynep’i yataklara düşürür. Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep’in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep’in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Üç gün, üç gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep’in anası babası köye gelirler, Zeynep’i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hâlâ türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır. Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha iyileşmez, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.”* Çocukluğumdan beri annemden bu türküyü çok dinledim. Annem bir dağ köyünde doğup büyümüştü. Gelin geldiği köy ile bu dağ köyünün arasında bir günlük yürüme mesafesi vardı. Bu yüzden birkaç bayram arayla köyüne ancak gidebiliyor, anne babasını görebiliyordu. Yıllar geçti, ulaşım kolaylaştı. Şimdi birkaç saat içerisinde köyüne ulaşabiliyor, ama, görecek anne babası yok. Sadece mezarlarına gidip dua edebiliyor.
Kimbilir Zeynep’in bu türküsü dinleyen nice aileler kızlarını uzağa gelin göndermekten çekinmişlerdir, nice genç kızlar uzağa gelin gitmek istememiştir. Eskilerde şehir dışına gelin gitmek pek yoktu. Ancak ulaşım şartlarının kısıtlı olması nedeniyle birkaç köylük mesafe bile uzak sayılırdı. Annem yaya olarak bir günlük mesafeye gelin gelmişti. Halalarımın kimisi şehre, kimisi karşı köye gelin gitmişti. Büyük halam karşı köye gelin gittiği için haftada bir annesini, yani babaanemi görmeye gelirdi. Onun için Zeynep’in türküsünün türkü olmaktan başka bir anlamı yoktu diyebiliriz. Telefonun olmadığı zamanlarda babaannem ile halam çarşaf ile haberleşirlerdi. Bu yöntem de yeni mi diye soranlar olabilir. Evet, babaanneme ait bir haberleşme yöntemi. Karadeniz köyü olduğundan arazi engebeli idi ve karşıki köyü rahatça görebiliyorduk. Babaannem, evin alt kısmında bulunan armudun dalına beyaz bir çarşaf asar, karşıki köyden halam bu çarşafı görünce ziyarete gelirdi. Yine bir gün babaannem beyaz çarşafı bu armudun dalına asmıştı. Ben de hiçbir
şeyden habersiz onu alıp eve getirmiştim. Babaannem, ‘Çarsaf astım ama halan gelmedi. Acaba bir şey mi oldu’, diye söylendi. Çarşaf lafını duyunca, babaanne çarşafı ben aldım, dedim. Bana nasıl kızdığını anlatamam. Halbuki ben, babaannemin çarşafı yıkadığını düşünmüş, kurudu zannederek eve götürmüştüm. *** Eskiden bir köyden başka bir köye, bir ilçeden başka bir ilçeye kız vermek aşrı aşrı memlekete kız vermek olarak kabul edilirken şimdi şehirler yakın sayılmaya başlandı. Hatta Avrupa ülkeleri yakın yerler arasına girdi. Günümüzde uzak, yaban el sayılan memleketlerin başında Kanada geliyor. Birçok kimse Kanada’nın adını duyunca bir adım geri çekiliyor. Ne aileler kız vermek istiyor, ne de kızlar gelin gelmek. Ne de olsa Kanada dünyanın bir ucu. Az daha ötesine gidilse dünyadan çıkılacağına inanılıyor. Uzak, ulaşım yalnız uçakla, o da pahalı. Birkaç yılda bir memlekete ancak gidilir. O zaman Zeynep’in türküsü tam Kanada’ya gelin gelenler için: Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, Kanada gibi memlekete kız vermesinler... *(Kaynak:Türk Halk Müziği ve Oyunları -1982)
10
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
Kanada ile Rusya arasındaki ABD toprağı:
A
BD’nin yüz ölçümü en büyük, nüfus yoğunluğu en az olan eyaleti Alaska ile Rusya’yı Berin Boğazı ayırıyor. Kanada, Arktik ve Pasifik Okyanusu ile çevrili Alaska’nın nüfusu Türkiye’nin iki katı büyüklüğünde olmasına rağmen sadece 600 bin civarındadır. Alaska sözcüğü, bu eyaletin yerli halklarından olan Aleutlar’ın dilinde büyük ülke anlamına gelir. Kuzey Amerika’nın en büyük dağlarını ve çok geniş düzlükleri içeren, kutup bölgesi çöllerinin yanı sıra geniş buzul alanlarıyla kaplı olan bu topraklarda 3 milyondan çok göl ve 12 ırmak sistemi bulunur. Doğa güzellikleri ve yabani hayvan türleri açısından benzersizdir. ABD’nin en batı ve en kuzey eyaleti olan Alaska’nın üçte biri Kuzey Kutup Dairesi içinde kalır. Bu nedenle yaz aylarında gece yarısı güneşini gören Alaskalılar, sonbaharın bitiminden ilkbahara kadar da gece gündüz süren uzun bir karanlığa gömülürler. Alaska, Kanada’nın batısından Bering ve Kuzey Buz denizlerine doğru uzanan büyük bir yarımadayı kapsar. Yarımadanın güneybatısındaki Aleut Adaları ile güneydoğuda British Columbia’ya kadar uzanan 800 kilometrelik kıyı şeridi de bu eyaletin sınırları içindedir. Doğudan batıya doğru uzanan iç yaylalar eyaletin en geniş bölümünü oluşturur. Tam ortasında Yukon Irmağı havzasının yer aldığı bu bölgede milyonlarca hektarlık orman alanı vardır. Kara ikliminin egemen olduğu bu iç yaylalarda yazlar çok sıcak geçerken, kışın sıcaklığın –59C’ye kadar düştüğü olur. Nüfus açısından Alaska’nın ikinci büyük kenti olan Fairbanks bu bölgededir. Alaska’nın başkenti ise Juneau’dur. Alaska Dağları, Büyük Okyanus kıyılarına paralel olarak uzanan Kıyı Dağları ile Kayalık Dağlar’ın kuzeybatısıdır. Bu ikinci dağlık bölge eyaletin güney kıyıları boyunca uzanır ve batıda Aleut Adaları’nı, doğuda başkent Juneau’nun bulunduğu kıyı şehrini kapsar. Deprem olasılığının çok yüksek olduğu bu bölgede iki düzineden fazla volkanik dağ vardır. Iklimi serin ve yağışlıdır. Oysa aynı bölgenin Asya kıtasından gelen rüzgarlara ve Japon akıntısına açık olan Alaska Körfezi kıyılarında ılıman iklim yaşanır. Eyaletin en kalabalık kenti olan Anchorage da bu yörede kurulmuştur. Alaska’da nüfusun dağılışı çok eşitsizdir. Eyalet nüfusunun hemen hemen yarısı Anchorage ve Fairbanks gibi iki büyük kentin çevresinde toplanmıştır. Bu bölgenin halkı olan Eskimo olarak adlandırılırlar. Eskimolar, Amerika kıtasının kuzey kıyılarında, Greenland’da, Labrador, Hudson Körfezi kıyılarında ve Sibirya’da bulunurlar. Eskimo ismi Abnaki yerlilerinden çıkmıştır. Eskimolar ise kendilerine Iniuit veya Yuit demektedir. Günümüzde yaşayan Eskimolar 50 binde fazla değildir. Sibirya’da 2 bin, Alaska’da 25
ALASKA
Kaynak olarak Wikipedia’dan yararlanılmıştır.
bin, Mackenzie Nehri ile Kuzey Quebec arasında 10 bin Eskimo yaşıyor. Aleutlar bugünkü nüfusun ancak yüzde 16’sını oluşturuyor. Eskimolar, Bering ve Kuzey Buz Denizi kıyıları ile Yukon ırmağı deltasında, Alaska Yerlileri Aleut Adaları ile British Columbia arasındaki bölgede, Alaska’ya adını veren Aleutlar ise Aleut Adaları’nda, Alaska Yarımadası’nda yaşarlar. Aleutlar ile Eskimolar yakın akrabadır, ama dilleri ayrıdır. Alaska’da geniş altın, nikel, kalay, kurşun, çinko, bakır ve molibden yatakları bulunur. Ama ulaşım olanaklarının yetersizliği ve eyaletin büyük bölümündeki elverişsiz hava koşulları nedeniyle, petrol dışındaki yer altı zenginlikleri tam anlamıyla değerlendirilememektedir. 1957’de ilk petrol yatağının bulunmasından sonra aralıksız çıkarılan ve gemilerle ABD’nin öbür eyaletlerine taşınan petrol Alaska’nın önemli bir gelir kaynağıdır. Petrolden elde edilen kazanç nedeniyle
gelir vergisi kaldırılmış ve herkese yıllık kar payı ödenmeye başlanmıştır. Petrolün yanı sıra doğal gaz, mink ve tilki gibi kürk hayvanları üretimi, başta som balığı olmak üzere ringa, yengeç, karides ve istiridye gibi su ürünleri ticareti ile ormancılık Alaska’nın ekonomisinde önemli yer tutar. Eyalet topraklarının %32’sini kaplayan ormanlardan her yıl milyonlarca metre küp kereste ve önemli miktarda kağıt hamuru elde edilir. Bununla birlikte, tıpkı madenler gibi ormanlarda da ulaşım güçlükleri yeterince değerlendirilememektedir. Rus Çarı Büyük Petro adına kuzeyde bir keşif gezisine çıkan Danimarkalı kaşif Vitus Bering 1741’de Alaska’yı keşfettiğinde, bu topraklarda yalnızca Alaska Yerlileri, Eskimolar ve Aleutlar yaşıyordu. Alaska Yerlilerinin, bugün Bering Boğazı olarak bilinen geçidi aşarak günümüzden 20-40 yıl önce bu kuzey ülkesine yerleşmiş göçmenlerin
soyundan geldiği sanılıyor. Eskimolar ile Aleutlar ise büyük olasılıkla 3-8 bin yıl önce Alaska’ya ulaşan kuzey kutbu halklarının torunlarıdır. Alaska’nın keşfinden 40 yıl kadar sonra, bölgedeki kürk hayvancılığının çekiciliğine kapılan Rus kürk tüccarları 1784’te bu topraklarda ilk yerleşmeleri kurdular. 1867’de ABD Alaska’yı Rusya’dan 7 milyon 200 bin dolara satın aldı ve o tarihten 92 yıl sonra, 1959’da ABD Senatosu Alaska’nın 49. eyalet olmasını onayladı.
Alaska’nın başkenti Juneau. 35 bin nüfusu olan bu şehir British Columbia sınırında bulunuyor.
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
11
12
www.canadaturk.ca
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
MALZEMELER 1 orta boy karnabahar 1 su bardağı ayçiçek yağı 2 kahve fincanı un 2 kahve fincanı mısır nişastası 3 kahve fincanı su 1 yumurta tuz, pulbiber Sos için: 1 kase yoğurt 2-3 diş sarımsak HAZIRLANIŞI
birer birer alıp hazırlanan harca batırıp biraz yassılaştırarak kızgın yağda kızartalım. - Kağıt bir havlu üzerinde fazla yağını alalım. - Sarımsaklı yoğurt sosumuzu
13
- Eti soğuk su ile ateşe koyarsanız besleyici kısım büyük ölçüde suya geçer. Kaynar suya atarsanız etin üzerinde suya hemen koruyucu bir tabaka teşekkül eder ve besleyici kısım ette kalır. - Vitamin kaybını azaltmak için salataları yemek saatinden hemen önce hazırlayın ve marul yapraklarını bıçakla değil de elinizle koparın. - Sarımsağın kabuklarını soyup sıvı yağ içerisinde hem senelerce bekletebilir hem de yemek yaparken kendinize kolaylık sağlamış olursunuz. Ayrıca yağını da yemek ve salatalara lezzet katması için kullanabilirsiniz.
YOĞURTLU KARNABAHAR TAVA
- Karnabaharları dal dal ayırdıktan sonra bol tuzlu kaynar suda 10 dakika haşlayıp çıkaralım. (Karnabahar çabuk pişer ve yumuşar, o yüzden fazla pişirmemeye dikkat edelim.) - Soğuk suya tutup iyice soğutalım ve suyunu süzelim. - Dal dal bir bezin üzerine alalım. - Un, nişasta, yumurta, su ve tuzu bir kapta karıştıralım. - Ayçiçek yağını tavaya koyup kızdıralım, karnabahar dallarını
www.canadaturk.ca
hazırladıktan sonra, güzelce yemeğimizin üzerine dökelim. - Pul biber serpip servis yapalım. Not: Haşlama suyuna bir iki dilim limon atarsanız karnabaharın kötü kokusunu önlersiniz.
14
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
15
16
{
www.canadaturk.ca
{
FRUITERIE ERMIS Günlük taze meyve ve sebzeler Türk gıda ürünleri Tel: 514 329-2220 3257 Henri Bourassa E. Coin (corner) St-Michel, Montreal, QC H1H 1H3
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
FRUITERIE ERMIS Günlük taze meyve ve sebzeler Türk gıda ürünleri Tel: 514 329-2220 3257 Henri Bourassa E. Coin (corner) St-Michel, Montreal, QC H1H 1H3
www.canadaturk.ca
17
18
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
Türk sinemasının usta o
Ben müzisyen değilim; s acemice okuyorum am Yeşilçam sinemasının unutulmazları arasına giren İlyas Salman, Kınalı Hanzo, Fikrimin İnce Gülü, Köfteci Holding, Sarı Öküz Parası, Dolap Beygiri, Çiçek Abbas, Hababam Sınıfı, Çirkinler de Sever, Banker Bilo, Kibar Feyzo ve daha onlarca filmle gönlümüze taht kurmuş bir isim. 1949 doğumlu usta oyuncu, son yıllarda oyunculuğundan çok yaptığı stand-up şovlar ve türkü kasetleri ile gündem oluyor. CANADATÜRK İlyas Salman deyince aklımıza işçi sınıfını en iyi canlandıran oyuncu geliyor. Sarı Mersedes filmindeki Bayram, Banker Bilo filminin Bilo’su sizin canlandırdığınız işçi karakterlerinden en önemlileri diyebiliriz. Bu sınıfı canlandırmadaki başarıyı neye borçlusunuz? - 56 yıllık yaşantımda işçiyi de, burjuvaziyi de çok iyi tanıdım.Ama en çok işçilerin içinde yaşadığım, ve politik anlamda en çok kendimi dünya görüşü olarak onlara yakın hissettiğim için onları daha çok içimde hissediyorum. Onun için de insan, aktör olarak hangi sınıfın yanındaysa o sınıfı canlandırması başarılı oluyor. Dünyaya baktığınız pencere işçi sınıfının penceresi ise işçileri canlandırmadaki başarınız daha da artıyor Vatandaş oyuncu İlyas Salman hakkında ne düşünüyor? - Tiyatro ve sinema bölümünü bitirdiğimden bu yana göstermiş olduğum oyunculuk performansı bana şunu öğretti: Oyuncu İlyas Salman ile özel yaşamdakı İlyas Salman arasında pek büyük farklılıklar yok. Yani özel yaşamında da trajikomik şeyler yaşıyor, sinemada da. O eski komik İlyas Salman’ın aksine şimdi hem sinemada hem de özel yaşamda hüzünlü bir İlyas Salman var. Yaşama bakış açısı adına neler değişti? - İnsan dünyayla birlikte yaşamıyorsa değişmiyor demektir. Yalnız Türkiye’de değil dünyada yaşanan sosyo ekonomik olaylar, dünyanın hızlı değişimi, at arabasından otomobile, otomobilden uçağa, uçaktan uzay çağına doğru giden bir süreçte İlyas Salman’ın olduğu yerde kalması genel hayat bilimine aykırı olurdu. Bu bir süreçtir. Bu süreç sadece İlyas Salman’ı değil; bütün insanları etkiliyor, değiştiriyor.
İlyas Salman Canadatürk Arşivi
Sinema hakkında yeni bir projeleriniz var mı, yoksa sinema sizin için tamamıyla bitti mi? - Tamamıyla bitmez, çünkü benim için sanatçının emeklisi olmaz. Sanatçı, ya sahnede ya da kamera
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
oyuncusu İlyas Salman:
{
{
www.canadaturk.ca
19
sadece türkü okuyorum, ma inadına okuyorum. önünde ölür. Benim bir çok projem var ama şunu bilmemiz gerekir ki; sinema tekniğin yönetiminde bir sanat. Teknik eşittir para demektir. Şu anda Türkiye’de ortalama bir filmin maliyeti 1.5 milyon dolar. Ve ben sınıfsal anlamda, özel yaşamda zengin olmadığım gibi zenginlerle iletişim kurmada da zorlanıyorum. Onun için finans kaynağı bulma konusunda bayağı güçlükler içerisindeyim. Yazdığım senaryolar var. Ya düşünsel anlamda insanlara ters geliyor ya da pahalıya mal olacak düşüncesiyle yapmak istemiyorlar. Türk sinemasının yapımcıları, prodüktörleri, yani bu işe para yatıranlar sinemadan kazandıkları paraları sinemaya geri harcamadılar. Istanbul Boğazı kıyılarında yatlar, katlar aldılar, villalar yaptırdılar. Paralar sinemaya dönmediği için de 90’lı yıllardan sonra üç beş tane Don Kişot senede üç beş film yapıyor. Belki şu anda Türk filmlerine seyirci gidiyormuş gibi gözüküyor ama uçuk filmler yapılıyor. Pek yaşamla, hayatla bağlantısı olmayan filmler yapılıyor. Ve insanımız Amerikan sinemasının etkisiyle yapılan bu filmlere Amerikan filmi seyreder gibi seyretmeye gidiyor. Filmlerimizde Türk insanının birebir yaşantısı açıkçası yok. Sağ eliyle sol kulağı gösteriyorlar gibi bir şey. İki saatlik filmde kendi yaşantımızdan bir gramlık bir bölüm bulamazsınız. Ben seyretmeye bile gitmiyorum açıkçası. Sinemanın yanında müzikle de ilgileniyorsunuz. Müzisyen İlyas Salman’dan bahseder misiniz? - Ben muzisyen değilim. Sadece Türkü okuyorum. Beş tane Türkü kaseti yaptım. Tabii ki sadece Türkü okumuyorum. Şiirler, öyküler, anılar karıştırarak bu kasetleri yapıyorum. Mesala kendi hayatımdan, Türkiyede yaşananlardan , kendi yazdığım şiirlerden, Nazım Hikmet’ten, Ahmed Arif’ten şiirler okuyorum. Aralara da türküler serpiştiyorum. Acemi okuyorum ama inadına okuyorum. Yoksa arabesk ile pop müziğin arasına sıkışıp kaldık.
Aynısı değildir ama gibisidir. Gibisini yapamadığın sürece hayatı anlatamazsın. Yani sözgelimi hayat tiyatro sahnesi çıkmalıdır. Hayat, perdeye aktarılmalıdır. Perdeye aktarılan şey hayata benzemelidir en azından. Sahneye çıkan gösteri yaşamdan izler taşımalıdır. Şarkılarımızda da bu böyle. Diyelim bir pop şarkısı, diyelimki Erovizyon’da birincilik kazanmış. Şu anda Türkiye’de kimse o şarkıyı dinlemiyor artık. 6 aylıktır onun ömrü. Ama bir Yemem türküsünü nerdeyse iki yüz yıldır bıkmadan dinliyoruz.
İlyas Salman’ın başrollerini Şener Şen ile paylaştığı Çiçek Abbas filminden...
Milyonlarca insanı etkileyen Sarı Mercedes filminiz hala dillerde. Bu filme arayış var, yolculuk var, yol hikayeleri var, hüzün var. Siz bu filmi nasıl değerlendiriyorsunuz? - Aslında çok iyi olmayan, art niyetli bir işçinin bir dramı var filmde. Kendi arkadaşına sağlık raporunda kazık atacak kadar yaşam tarafından bunaltılmış bir işçinin kendi köyüne dönerken “bak ben bir zamanlar küçümsediğiniz Bayram, şu anda mersedesiyle size geliyor” havasını atmak istemesi var. O tarihlerde yurt dışında çalışan insanlarımız genelde öyle dönerlerdi memleketlerine. Halbuki şunu göremedi Bayram. Bir Mercedes uğruna hem kendi kişiliğini, hem kendi ömrünü bitirdi film boyunca. Yani araba gitti, kendi umutları gitti, köyü gitti, sözlüsü bir bankacı ile evlendi, yol ortasında parçalanmış bir arabayla kalakaldı. Şu anda Türkiye’nin resmi odur. Yani sözgelimi AB ile mi evlensem, yönümü doğuya dönüp İran gibi mi olsam. Laik demokratik bir düzen ile irticai bir düzen arasında mekik döküyor Türkiye. Bu yol ayrımı insanları statükoculuğa itiyor. Değişimi kafalar kabul etmiyor. Trafik polisi gibi olduk. Avrupa’dan gelene geç, İran’dan gelene dur, Rusya’dan gelene dur, ABD’den gelene geç şeklinde sadece bir yerlerden gelen mesajları kendi beynimizde yormaya çalışıyoruz. Bizim sinemamızda şimdi
bu halde, işçi sınıfımızda bu halde, sermayedarlarımız da bu halde, üretim alanlarımız da bu halde. Bu siyasi ve politik kaygılarınızı anlatan bir film yapma fikriniz var mı? - Düşünüyorum. Birkaç senaryo yazdım ama gerçekleştirilmesi zamana, zemine ve öncelikle paraya bağlı bir şey. Oyunculuk konusunda Türk sinemasında bir gelişme görülmüyor. Eski filmleri on defa, yirmi defa veya daha fazla izlediğinizde bile tekrar izleyesiniz geliyor. Yeni filmleri bir defadan fazla izleyemiyoruz. Milyon dolarlık filmler bunlar. Siz nasıl bakıyorsunuz yeni filmlere? - Bunu bana binlerce kişi söyledi. Ben de aynı kanaatteyim. Çünkü 60’lı yılların sonundan 85’e varıncaya kadar yaptığımız filmlerde Türkiye insanının hayatı bire bir filmlerde vardı. Son zamanlarda bir dizi furyası aldı başını gitti. Oyunculara bakıyorsun yüzde doksanı Amerikan sitcomlarındaki oyunculuk tarzlarını taklit ediyorlar. Bir kısmı da oyunculuk adı altında oynamamayı tercih ediyorlar. Bakmayı dahi bilmiyorlar. Hiçbir şeyde vurgu yapamıyorlar ve daha doğrusu oynamamayı oyunculuk zannediyorlar. Bir kısmı da oynamayı soytarılık olarak kabul ediyor. Aslında ikisinin ortasında bir yol var. Sanat hayatın akrabasıdır.
Son yıllarda yapılan iyi filmler, ödüllü filmler var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi yönetmenler var. Size göre Türk sineması hala kan kaybediyor mu? - Bazen bana gelip Türk sineması can çekişiyor diyorlar. Ben diyorum ki; hayır bu yanlış bir değerlendirme. Türk sineması can çekişmiyor. Türkiye can çekişiyor, Türk sineması da Türkiye’yle birlikte can çekişiyor. Çünkü bir ülkede, ekonomi, siyaset, sanat, spor aşağı yukarı her şey, özellikle ekonomiyi, ülkeyi yöneten insanların mandalitesi nerdeyse sanatı da ordadır. Sanayisi de ordadır. Her şey birbiriyle paralel gidiyor. Biri diğerinden ileride değildir. Onun için şu anda Türkiye’yi nasıl görüyorsanız Türk sineması da öyledir. Siz nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama benim gözümde şu anda Türkiye bir korku filmi yaşıyor. Peki çizdiğiniz bu korku filmi tablosundaki küçük umut nedir? - Umut insanın en büyük dostudur diye düşünüyorum. Hani küçük büyük çoğu kişi sevdikleri insanlardan imza alırlar , sanatçılarda imza olarak “bilmem kime sevgiyle… şeklinde yazarlar. Ben şöyle yazıyorum. Diyelim ki adı İsmail. “İsmail arkadaşım, dilerim ömrüm umudundan önce biter… Benim umudum küçükse olsa bitmedi. O ışığın göstediği yolda yürümüye çalışıyorum. Not: Bu röportaj ilk kez Canadatürk’ün Haziran 2005 sayısında yayımlanmıştır
20
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
S
ufizm içinde insan sevgisi ve kültürleri kabullenme vardır ve insan haklarına saygıya dikkati çeker. Sufi terapi ile ruhsal boyutu teşvik ederek akıl, ruh, kalp ve zihnimizdeki diğer fakültelerin zikir ve tefekkürle, Batı’daki deyimiyle meditasyon ile içselleştirilmesi gerekiyor. Eşrefi Mahluk olan insanda Allah’ın esmaları ve tecellileri gizlidir. Ruh ile kalp arasında bağı sağlayan bu tecelliler öldürülürse insan insanlıktan çıkar. Vicdan ölür. Hangi eğitim durumu ve statüye sahip olursa olsun ‘Latifeyi Rabbaniye’sini yitirmiş birey, Sufi geleneğe göre 14 ayrı hayvanın karakteristik özelliğine bürünür. Temiz insan fıtratı bozulur. Oysa Latifeyi Rabbaniye, Rabbimizin esması gibi sonsuz sayıdadır ve ruh kumaşımızı işleyecek terzidir. Ünlü psikiyatrist Carl Jung’ın ifadesiyle, ‘içimizdeki masum kutsal çocuk’ denilen bu esma mazhariyetidir. İnsan hayvanlardan aşağıda düşebilir, meleklerden yukarı da çıkabilir. Çünkü, akıl, şehvet ve öfkesine sınır konmamış, son nefesini verene kadar nefsi ile büyük savaş yaparak terakki etme şansı verilmiştir. Halk psikoterapi teknikleri içinde korku, ümitsizlik ve endişeyi giderici öyküler anlatıp metaforları manevi anoloji haline getirme ve böylelikle yeni pozitif düşünme yolları ortaya koymak önemlidir. Özgüven artırıcı örnekler, ön yargıları ortadan kaldıran hikayeler, yanlış düşünceleri düzeltir ve alternatif farkındalık sağlar. Güncellenen sosyal normları bularak ‘Bibliyoterapi’ yöntemiyle bundan analiz ve çıkarımlar elde edilir ve daha derin ama pozitif düşünmemiz hedeflenir. Travma çözücü çıkarımlar, insanın hayatı boyunca tekraren yaptığı hataları fark etmesine yardımcı olur. Ancak bazı insanlar yenilikten, değişimden ölesiye korkarlar. Özellikle belli yaşlardan sonra öğrendiğini farklı öğrenme zorlaşır. Kalp marazı denilen kötü sıfatlarla kararan, mühürlenen kalpler,
{
{
Yunus Emre Terapi! bulanık zihinler vicdan ihlasını kaybetmiştir. Ben ötesi psikolojide öncelikle kendinizi sıfırlayıp korku ve kaygılarımızla yüzleşmemiz gerekir. “Ben dili” kullanılarak en güzel doğruyu bile anlatsak muhatabınızın egosu incinebilir. Eğer birine “sen” diye cephe hücumu yapılırsa, o kişi nefis savunması yapar ve ego savaşları başlar. Bilgi kişi önce kendine şekil verir. Arif olan insan ise hem kendine hem başkasına şekil verir. Mevlana, tıpkı üstad Nursi gibi, “Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz, acizdir” demektedir. Şifa olan bal yemek, su içmek bile hastalığına göre bazen haram bile olabilir. Sadece yaptıklarınızı söylerseniz başkasında samimi olduğunuz için daha etkili olabilir. Yapmadığınızı evladınıza
söylerseniz asla etki etmeyecektir. Kibirle bal satsan zehir olur. Bugünün psikoterapist, psikiyatrist ve psikologların en büyük sorunu budur. “Ata et, ite ot verilmez”, her bireye özgü psikoterapi tekniği bulunmalıdır. Bu nedenle grup terapiden ziyade bireysel terapi zorunlu, hatta vacip gibidir. Toplumumuzda en büyük depresyon, stres ve ansiyete sorunu, tam bağışlama kültürümüzün bozulmasıdır. Bırakın başkasını kendisini dahi suçlayarak hiç af etmeyen, Allah’ın her günahı tevbe ederse af edeceğini bilmeyen, boğazına kadar bataklıkta yaşayan insanlarımız var. Oysa ümitsizlik müslümanca düşünce değildir. Bir haksızlık, zulüm, eşitsizlik, ayrımcılık ve adaletsizle karşılaştığınızda dört çözüm yöntemi ve stresten kurtulma seçeğiniz vardır: 1. Unutma 2. Yok
www.canadaturk.ca
21
sayma. 3. İnkar etme ve 4. Tam Bağışlama. Bazıları nefret, kin ve intikam duyguları ile hareket eder, öfkesine yenilir ve kendi küpüne zarar verir. Kötü duygular ruhumuzu, kalbimizi ve bedenimizi zehirler. Unutmak her zaman çare değildir, insan hafızası güçlüdür, bilinç altına atsa bile başka bir olayda eski travma tetiklenir ve tekrar psikolojimizi olumsuz etkiler. Sorunu yok sayarak veya inkar ederek belli bir zaman kazanmış olabilirsiniz, ama halen problem orada sizin çözmenizi bekler. Nice yok sayılanlar hep zihinde var kalmıştır. Kur’an’da ve hadislerde bağışlama, af edicilik en önemli takva ve manevi yükselme unsuru olarak sayılmıştır. Merhamet etmeyene ahirette de merhamet edilmez. Bu nedenle negatif bir düşünceyi pozitife çevirmek için tamamen bağışlamak gerekir. Yunus (AS) peygamberin bağışlanmayı bize öğreten ismi azam duası her gün okunmalıdır. “Ben hatalıyım, yanlış yapanım; bağışla beni. Sen noksan sıfatlardan münezzehsin Yarabbi” duası, bir Kur’ani terapi yöntemidir. Allah, her insanın devasını kendi içinde yaratmıştır. Terapist bunu arıyor. “Üzülme” der, Mevlana… “Eğer istediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için… Ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur…” Haddini bil! İnsanları küçük görme! Allah büyük işleri küçük şeylerden yapar… Küçük şeye takılma ki kaybetme. Allah’ın lütfu. istediğine verir, istediğinden alır. Allah alır da verir de… Başkasına verdi diye o en iyi demek değildir ki! O küçücük işlerle büyük şeyler yapar. Küçük şeylerle baş döndürücü şeyler yapar ki, kendi büyüklüğünü göstersin. Sen evvela nasihati kendi nefsine söyle: Hayalı ol, edepli ol. Yaradan bilir. Dilediğine dilediğini verir…” Allah var, gam yoktur…
22
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
www.canadaturk.ca
23
EMLAK KÖŞESİ HAKAN ERKAN matt@erkan.ca
Ev Alım Satımında Başınıza Gelebilecek 14 Potensiyel Problem Satın Alma işlemlerinde atılması gereken bir çok önemli adım vardır. Bu süreçte karşılaşılabilecek aksiliklerin bazıları: 1- Alıcı borç almakta zorluk yaşayabilir. 2- Bankanın evi değerlendirmesi, kontrat fiyatından çok daha aşağıya çıkabilir. 3- Satıcı, o arada daha yüksek fiyata başka alıcı bulabilir ve de sözleşmeyi iptal etmeye çalışır. 4- Alıcı imzadan sonra,evden soğuyup vazgeçme yolları arayabilir. 5- Home Inspector, evde büyük bir problem bulabilir. 6- Home inspector’un bulduğu bir problem, başka bir uzman kişinin analiz etmesini gerektirmektedir. 7- Evde termit vb haşere problemleri çıkabilir. 8- Evde astbestos, mold gibi bir bulguya rastlanabilir.
9- Avukat araştırmasında evin üzerine ipotekli başka bir takım borçlar çıkabilir. 10- Survey incelenmesinde evin, komşu sınırları ile ilgili problemler çıkabilir. 11- Bahsedilen beyaz eşyalar teslim tarihinde bırakılmamıştır. 12- Ev kapanış tarihinden önce, su basması veya yangına maruz kalabilir. 13- Kapanış bir kaç gün önce yapılan ziyarette evde yeni zararların oluştuğu veya verilen tamirat sözlerinin yerine getirilmediği izlenebilir 14- Evin teslim tarihinde halen kiracılar çıkmamış olabilir. Emininki başınıza bunların hiç birinin gelmesini istemeyeceksiniz. O yüzden, tecrübeli ve de her zaman haklarınızı koruyacak bir emlak danışmanı ile çalışmanız faydalı olacaktır.
*Hakan Erkan (Member of Toronto Real Estate Board)
CANADATÜRK SATIŞ NOKTALARI Canadatürk gazetesini aşağıdaki adreslerde bulabilirsiniz... TORONTO Accurate Accounting 450 Wilson Ave. Unit 2 416 638-0700 Adonis (Scarborough) 20 Ashtonbee Rd. 416 642-1515 İstanbul Kebab & Doner 2762 Keele St. 647 748-6363 Can-Turk İpek Mobilya 1179 Finch Ave W. Suite #13 416 736-4473 Chef 47 879 Wilson Ave. 647 430-2178
Dr. R.N. Sezer & Associates 1273 Broadway Ave. 416 429-3317
Nile Academy Erkek L. 135 Plunkett Rd. 416-285-0115
Sunny Foodmart 1- 747 Don Mills Rd. Unit 60 2- 1620 Albion Rd.
Eren’s Hair Salon 893 Wilson Ave 416-638-1530
Nile Academy İlköğretim & Kız Lisesi 5 Blue Haven Crst. 647 748 6453
Tamam’s Restaurant 2180 Steeles Ave. W. Unit 6 905-760-8690
Kanada Sufi Kültür Merkezi 270 Birmingham St.
Nile Academy Erkek Yurdu 265 Queens Dr.
Koza Grill 6464 Yonge St #164A, 647 350-9393
Nuri Sansarlıoğlu 754 Wilson Ave. 647 343-6113
Mustafa Turkish Pizza 866 Wilson Ave. 416 631-0300
Pizza Pide 949 Gerrard St. E. 416 462-9666
Narin Pastanesi 881 Wilson Ave. 416 631-7500
Polat Auto Services 14 Sable St. 416 630-1444
Tasteco Supermarket 62 Birchmount Rd #18 416 690-0081 MISSISSAUGA
Real Canadian Superstore 3050 Argentia Rd. 905 785-8928 Tahsin Meat Products 755 Queens Way E. Unit 16 905 272-1300 MONTREAL Anadolu Kültür Merkezi 11280, av Jules-Dorion 514 852-2223
Adonis (Missisauga) 1240 Eglinton Ave W.
Antep Baklava 5098 Jarry Est 514 419-8758
Beyti Kebab 1650 Dundas Street East 905 848-2590
Çiçek Pastanesi 3656 rue Fluery E. 514303-5361
Master Delight 7033 Telford Way Unit 2&3 905-671-9229
Efes Pastanesi 689, Rue Saint-Roch 514 495-6535
Marash Café 2019 Rue Lapierre 514 363-3555 Marche Ayder 3791 Willeray (514) 722-1835 Turquoise Pide 3662 Rue Fluery Est 514 903-9571 OTTAWA Anadolu Kültür Merkezi 335 Michael Cowpland Dr. 613 829-7787 EDMONTON Nebula Academy & Anadolu Kültür Merkezi 12023 81 St. 780 761-0250
24
{
www.canadaturk.ca
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
Her şey aldatmacadan mı ibaret?
A
lınan ürün ve servislere ödediğimiz para harcamalarımızın önemli bir bölümünü oluşturuyor. Hal böyle olunca bizi bizden çok düşünen yerel yönetimler ve hükümetler tasarruf etmemiz gerektiği konusunda sürekli tavisyelerde bulunuyorlar ve zaman zaman da kanunlar çıkarıyorlar. Tasarrufun kendi bütçemize ve ülke ekonomisine katkılarının yanı sıra son yıllarda bir de çevreci yaklaşım geliştitildi: Ne kadar az tüketirsek o kadar doğayı korumuş oluruz. Ne kadar doğru bir yaklaşım. Ama nedense tasarruf etmek için önümüze getirilen bütün tavsiye niteliğindeki ya da yasal önerileri yerine getirmemize rağmen maddi anlamda bir kazanç elde edilemiyor. Nasıl mı? Kışın yakıt tasarrufu sağlamak için yalıtımın çok önemli olduğu vurgulanır, kapıların pencerelerin yalıtım özelliği olanlarla değitirilmesi önerilir. Normal bir müstakil ev için bu işlemin maliyeti
yaklaşık on bin dolar. Elektrik tasarrufu için evdeki bütün eski tip ampulleri değitirmeniz ve yerine `Energy Saving Bulbs` denilen yeni ampulleri takmanız tavsiye edilir. Hatta Ontario eyaletinde yasayla mecbur kılınıyor. Yeni yeni fiyatları ucuzlamasına rağmen eski tip ampullere göre oldukça pahalılar. Su tasarufu yapmak için musluk başlarına suyun tayzikini azaltan ve böylece az su harcamanıza yarayan aparatlar kullanmanız teşvik edilir. Evlerde iş yerlerindeki en fazla suyun tüketildiği tuvaletlerin daha az su tüketen yenileriyle değiştirilmesi istenir. Yüklü bir para vererek bunları da yaparsınız. Ve aklınıza gelebilecek daha neler neler. Sizin için amaç: Bu kadar masraf ve uğraştan sonra ay sonu gelecek faturanın miktarının hatırı sayılır bir seviyede düşük gelmesi. Ama nedense yüzde 50 ila yüzde 80 arasında tasarruf sağlamak için yaptığınız yatırımlar bir türlü işe yaramaz ve faturalar eskisine göre daha kabarık gelir. Nedeni ise: Sürekli yapılan zamlar, başka başka başlıklar altında icat edilen ek ücretler ve yeni vergiler. Kısaca tasarrufu siz yaparsınız ama size bir karı olmaz. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Tasarruf sağlamak amacıyla ortaya atılan söylemler ve yöntemler yeni bir soygun modelinin parçalarından ibaret.
Enayi kuyrukları Son aylarda hangi büyük market ya da mağazaya gitseniz kasalarda kuyruk göze çarpıyor. Sebebi ise onlarca kasadan sadece bir kaçının açık olması. Yani mağaza ve marketler her zamankinden daha az kasiyer çalıştırıyorlar. Bu da kasa önlerinde kuyrukların oluşmasına neden oluyor. Özellikle Metro marketlerde bu durum işkenceye dönüşmüş durumda. Genelde alışveriş için tercih etmediğim bir market ama bazen acil ihtiyaçlar
için uğradığım oluyor. Ne zaman gitsem yirmi küsür kasadan sadece iki ya da üçü açık. Önlerinde ise uzun kuyruklar. İşin garip tarafı kimsecikler bu durumu yadırgamıyor. Afedersiniz ama koyun gibi öylece dakikalarca para ödemek için bekliyorlar. Sanki market onlara bedava bir hizmet sunuyor. Ne güzel işte, millet sabırlı bir şekilde sırasını bekliyor diyenler çıkabilir. Bence öyle değil. Düpedüz enayi yerine konulmanın bir başka versiyonu bu.
Tek tek lütfen!
Adamin birisi Umre için gittiği Mekke’de Kabe’yi tavaf ediyormuş. Kabe etrafında dönerken de sürekli olarak “Allah’ım beni cennetine kabul ettiğin kullarından eyle” diyerek dua ediyormuş. Adam, hava çok sıcak olduğundan bir süre sonra güneş çarpmasından dolayı yere yığılmış. Etraftaki kişiler hemen onu hastaneye kaldırmışlar. Aradan 4-5 saat geçtikten sonra adam kendisine gelmiş. Hafiften klimanın serinlik üflediği, duvarları tamamen beyaza boyalı odada bembeyaz çarşaflarla örtülü yatağında gözlerini açan adam bir sağına bir soluna bakmış. Her yeri bembeyaz görünce öldüğünü ve de cennete gittiğini zannetmiş. “Allahu Ekber! Cennet, cennet” diye bağırmış. Sonra bir de bakmış ki odanın bir kenarında beş tane Filipinli hemşire duruyor. Onları da bembeyaz kıyafetler içinde görünce Huriler diye sevinç çığlıkları atmış. Hemşireler adamın ne dediğini anlamamışlar ve aklında zoru olan birisi
olarak tahmin yürütmüşler. Tam bu sırada adam yatağından fırlamış ve hemşirelere doğru yürümeye başlamış. Hemşireler de adam deli galiba diyerek hep beraber onu tutup tekrar yatağına yatırmaya çalışmışlar. Halâ cennette olduğunu zanneden adam ise huri zannettiği hemşirelere seslenmiş: “Tek tek lütfen!”
16’daki çengel bulmacanın çözümü
17’deki çengel bulmacanın çözümü
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
25
{ Helal etten şaşma, etim helal diyen herkese de kanma www.canadaturk.ca
Kanada İstatistik Kurumu’nun rakamlarına göre Müslümanlar diğer Kanadalılara göre iki kat daha fazla et tüketiyor. Bir Müslümanın evinde haftada 31 dolarlık et tüketilirken sıradan bir Kanadalının evinde haftada 17 dolalık et tüketiliyor. Kanada’da helal et marketinin 250 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Müslüman nüfusunun artışına ve Müslüman olmayanların daha sağlıklı olduğunu düşündüklerinden dolayı helal ete talebinin artması sonucu pazarın hızlı bir şekilde daha da büyüyeceği kesin. Ancak bu büyük pazar, otorite boşluğu ve denetimlerin yetersizliğinden pazardan pay almak isteyen bazı kişilerin istismarına açık. Özellikle de satış noktalarında. Yapılan araştırmalar müşterilerin güvenle yiyebilecekleri helal ete normal etten 50 cent ile 1.5 dolar civarında daha fazla ödemeye razı olduğunu gösteriyor. Hal böyle olunca ucuza alınan helal olmayan eti helal diye üzerine daha yükdek fiyat koyarak satmak hiç de zor değil. Yıllar önce marketi olan dini bütün olarak kendisini lanse eden bir kişiden bir piknik için yüklü miktarda tavuk eti almıştım. Tavukların bulunduğu kutuların üzerindeki Çince yazılar, tavukların daha ucuz olsun diye bir Çinliye ait firmadan alındığını ortaya koyuyordu. Aynı şeye
etlerimiz yüzde yüz helal diyen bir restoranda da şahit olmuştum. Bir Çinli toptancıdan alınan etler restorana girince birden yüzde yüz helal oluyordu. Burada et alınan kişilerin Çinli olduğunu belirtmem en ucuz eti onların sattığındandır. Yoksa başka bir amacı yok. Toronto’da Müslümanların nüfusunun çoğunluğu oluşturduğu bir mahallede market açan bir Çinlinin helal et satmasına değinmeden geçmek olmaz. Müşterilerin helal ete rağbet ettiğini gören Çinli hemen kapısına helal levhası asar. Hem helal et hem de ucuz. Hal böyle olunca Müslümanlar bu markete akın ederler. Bir gün müşterilerden birisi akıl edip etlerin gerçekten helal olup olmadığını sorar. Aldığı cevap çok şaşırtıcıdır: “Tabii ki helal. Ben domuz satmıyorum.” Bir başka Çin marketin önündeki levhada ise “helal domuz” yazısı vardı. Marketin sahibi bu ne iş diye soranlara “müşteriler hep helal et satan yerlerden et alıyorlardı. Ben de o müşterileri marketime çekebilmek için helal yazdım. Sahi helal ne demek?” Bir Çinli örneği daha vererek yazıya nokta koyalım. Restoran sahibi bu Çinlinin farkı gerçekten Müslüman olması. Onu ilginç kılan ise restoranın camına“helal et” yazısı değil “helal işletme sahibi” levhası asması. Bu helal et işi çok tartışılır. Ne diyelim: “Helal etten şaşma, etim helal diyen herkese de kanma.”
Faks gerekli mi? İki merkez arasında, kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla yazılı haberlerin veya belgelerin iletimini sağlayan telekomünikasyon düzenine telgraf adı veriliyor. Claude Chappe adında bir Fransız tarafından 1792 yılında icat edildi. Telgraf çekerken kullanılan Mors alfabesi ise 1835 yılında Samuel Morse tarafından geliştirildi. Mors alfabesi, kısa ve uzun işaretler (nokta ve çizgiler) kullanılarak bilgi aktarılmasını sağlayan bir yöntem. Teleks ise ilk olarak 1930’lu yıllarda Almanya’da kullanıldı. 1970’lerin Türkiye’sinde de yaygın bir şekilde kullanılan teleks, daktiloya benzer bir
FOTOĞRAFLI
klavyeye sahipti ve aynı telefon numarası gibi bir numarası olurdu. Karşı tarafın teleks numarası aranır, gönderilmek istenen veri, klavyeden girildiğinde karşı tarafın teleks aygıtında bulunan bir şaryodan kâğıda dökülürdü. Kısaca faksın atasıydı diyebiliriz. Günümüzde telgrafın kullanımı yok denecek kadar az. Teleks ise faksın yaygınlaşmasıyla hiç kullanılmıyor artık. Email kullanımının yaygınlaşmasıyla şimdi tarih olma sırası faksa geldi. Evlere faks makinesi alma devri sonra erdi. İş yerlerinde ise son günlerini yaşıyor.
YORUM Yayıncı/Publisher BestOne Media Inc.
Yazarlar/Writers Akif Eren, Faruk Arslan, Hakan Erkan, Pınar Şenkaya
Kanada kazı değil de Türkiye kazı olsaydınız böylesine kolay çimlere koyun gibi yayılıp otlayamaz ve her santimetre kareye dışkınızı bırakamazdınız. Ayrıca ilk fırsatta pilava katık olur, suyunuza çorba pişirilirdi.
Phone: 416 462-1244 E: info@canadaturk.ca W: www.canadaturk.ca
Canadatürk’te yayımlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarına aittir. Canadatürk, yayımlanan reklamların içeriğinden, reklamı yapılan ürün ve hizmetin alınması veya kullanılması sonrasında oluşabilecek olumsuzluklardan sorumlu tutulamaz. ISSN 1923-7030 CANADA POST AGREEMENT NUMBER 42779532 We acknowledge the financial support of the Government of Canada through the Canada Periodical Fund of the Department of Canadian Heritage.
26
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
27
28
www.canadaturk.ca
{
{
EYLÜL/SEPTEMBER, 2016