Yýl/Year 8 Sayý/Issue 121 1 Ekim/October 1, 2011 T: 416 462-1244 F: 416 444-4073 2 Clanwilliam Crt. Toronto, ON M1R 4R2 info@canadaturk.ca www.canadaturk.ca ISSN 1923-7030 Fiyatı/Price $1 Yıllık Abonelik/Yearly Subscription $30
Yıl/Year 13 Sayı/Issue 181 Ekim/October 2016 info@canadaturk.ca www.canadaturk.ca ISSN 1923-7030
T: 416 462-1244 Fiyatı/Price $1 Yıllık Abonelik/Yearly Subscription $30
$
1
Yılda bir gelen bu fırsat kaçmaz! Kanada’nın basılı tek Türk iş/firma rehberi olan Referans’ın 2017 sayısı için geri sayım başladı.
R
eferans 2017 Kanada Türk İş/Firma Rehberi’nde yer alacaklar için son başvuru tarihi 30 Kasım. • Referans’ın reklam ücretleri önceki yıllarda olduğu gibi tam sayfa 1000, yarım sayfa 600 ve çeyrek sayfa 350 dolar olarak belirlendi. • Arzu edenler özel sayfalar olan kapak ve kapak içlerinde ücret farkı ödeyerek yer alabilecek. • Önceki yıllarda Referans’ın listeleme bölümünde firmaların isim, adres ve telefon bilgileri ücretsiz yayımlanıyordu. Bu yıl bu uygulama kaldırıldı. Listeleme bölümünde yer almak isteyen kişi ya da firmalar 25 dolar gibi cüzi bir ücret ödeyerek on binlerce kişiye ulaşabilecekler. • Listeleme bölümünde isim,
PİDE, LAHMACUN, DÖNER, İSKENDER VE KÜNEFE MUSTAFA’DA YENİR...
416 631-0300
866 WILSON AVE. TORONTO, ON M3K 1E5
adres ve telefon bilgilerine email, faks ve web sitesi adresi eklemek, ayrıca ilanı daha görünür kılmak için çerçeve içine almak için ise ödenecek miktar sadece 50 dolar. • Referans’ta reklam yeri alanların ilanları ise listeleme bölümüne ücretsiz ilave edilecek. • Referans 2017, 10 bin adet basılarak başta Toronto ve Montreal’de olmak üzere yıl boyu ücretsiz dağıtılacak. Ayrıntılı bilgi ve başvuru için iletişim bilgileri: Email: info@referans.ca Tel: 416 462-1244 Yılda bir gelen bu fırsatı kaçırmayınız… Referans, bir Best One Media Inc. kuruluşudur.
2
www.canadaturk.ca
{
CANADATÜRK’e reklam vermek için: 416 462-1244 info@canadaturk.ca
{
EKİM/OCTOBER, 2016
EKİM/OCTOBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
3
Ben aşkın platonik olanını severim!
P
latonik aşk... Tasavvuftaki tabiriyle ‘müşahhas’tan ‘mücerret’e ulaşma. Yani somuttan soyuta geçme. Bizim boyutumuzdaki anlamıyla aşığın karşılıksız sevmesi, maşuktan fazla bir şey beklememesi. Sevdiğini uzaktan sevmesi hali. Ya da uzaktan severken, bazen salak duruma düşmesi. Kendi kendine hem gelin hem de güvey olması. Aşkların en safı ve temizi de bu bence. Acı da çektirir, içten içe yakar insanı. Ama zararı en az olanıdır. Çünkü peşinen kabullenme durumu vardır. Tek
kişilik bir oyundur aslında, monologtur. Ama yine de aşkların en güzeli bu bence. Hemen hemen herkesi bir veya bir kaç platonik aşkı olmuştur. Nedense platonik aşk yaşadığımız kişilerin içimizde ayrı bir yeri var. Ulaşılamamış olduklarından değerlerini hiç kaybetmiyorlar. Eminim ki, bu aşklar platonik olmaktan çıkıp karşılıklı aşka dönüşse ne değeri ne de cazibesi kalır. Bir de toplum olarak elde edemediğimiz şeylere daha çok kıymet verme alışkanlığımız var. Rahat ve çabucak elde ettiğimiz şeyleri ise değersizleştirmede, tüketmede çok aceleciyiz. Bu yüzden olsa gerek fazlaca platonik takılıyoruz. Daha küçük bir çocukken, bazen ilk okul sıralarında başlar bu palatonik aşklar, yaş sınırı tanımaksızın devam eder. Platonik aşk yaşamak için illa ki bekar olmakta gerekmiyor. Çok yakın arkadaşlarımdan biri daha geçenlerde
bana bir başkasına aşık olduğunu söylemişti. Peki ne planlar yapıyorsun diye sorduğumda, ‘hiç’ cevabını verdi. “Eşimi ve çocuklarımı çok seviyorum. Hiç kimse için yuvamı yıkmam. Zaten aşık olduğum kişinin bundan haberi bile yok, olmayacak da. Anlayacağın, platonik takılıyorum.” Benim gerçek anlamda ilk platonik aşkımı lise yıllarında yaşamıştım. Oturduğumuz mahalleye üniversite öğrencisi bir genç taşınmıştı. Bizim evin hemen karşısındaki apartmanda kalıyordu. Renkli gözlü, yakışıklı mı yakışıklı. Anlayacağınız cillop gibi. Ne zaman onu görsem, içim bir tuhaf olur; avuç içlerim terler, kalbim pır pır atardı. Evet, ona aşıktım. Ama bu aşk platonik bir aşktı. Yeni yetme olmamıza rağmen, bir erkeğe senden hoşlanıyorum diyecek yapıda değildim. Gerçi modern görünüşüme rağmen hala öyleyim. Mahallemizde ona aşık bir tek ben değildim. Bizim yan komşu Asiye abla
da ona gönlünü kaptırmıştı. Asiye, dört çocuğu olan bir bayandı. Kocası ile boşanmamalarına rağmen ayrı şehirlerde yaşıyorlardı. Yaşı ise 30 ya var ya yoktu. Benim bu çocuğa içten içe yandığımı bilmeden birgün bana gelip çocuğu sevdiğini söyledi ve benden aralarını yapmamı istedi. Ya Asiye abla, dedim ve çıkıştım: “Dört çocuğunla otur oturduğun yerde. Oğlan daha 20 yaşında üniversite öğrencisi. Bakar mı sana bu halinle. Kız olsan neyse.” Bu laflar üzerine alınan Asiye abla veryansın etti: “Bak şu kızın dediklerine. Ben bu halimle bile çoğu kızı cebimden çıkarırım. Taş gibiyim evvelallah. Hem kız olsam ne olur. Kız dediğin nedir ki; bir gecelik işi yok mu, ertesi gün kervan geçen yol.” Asiye abla uzunca bir süre bu çocukla uğraştı ama karşılık bulamadı. Ben de platonik takılmaya devam ettim. O mahalleden başka bir mahalleye taşınınca da unutup gittim.
Edepsiz şarkı sözleri Erkek milleti
İ
lahiyat mezunu bir tanıdığım özel radyoların yeni çıktığı zamanlarda dini yayınlar yapan bir radyoda denetimci olarak işe girmişti. Görevi, radyoda yayınlanacak şarkıları, türküleri dinlemek, gerekiyorsa uygunsuz sözleri olanları ayıklamaktı. Aslında müzik kültürü pek de iyi olmayan birisi idi. Bir gün İbrahim Tatlıses’in söylediği “kaytan bıyıklarını sürsem nirelerine’ adlı türküde takılıp kalmış. Sakıncalı mı değil mi diye epeyce düşündükten sonra başı ağırmasın diye parçaya sakıncalıdır mührünü vurmuş. Şarkılarımızda, türkülerimiz bu tür muzır sözler çok var. Sezen Aksu bir parçasında ‘Malımı Al Mülkümü Al/Olsa Gel Samur Kürkümü Al/Yerimi Yurdumu Uykumu/Tende En Kuytumu Al’ diyor. ‘Dam üstünde un eler/ Tombul tombul memeler/Memeler başkaldırmış/ Kavuşmuyor düğmeler’ adlı türkü üzerine halay çekmeyenimiz ya da ‘Oy farfara farfara/ Ateş de düştü şalvara/ Ağzım dilim kurudu/Kız yalvara yalvara’ üzerine oynamayanınız var mı? Yonca Evcimik’in bir zamanlar dillerden düşmeyen şarkısı vardı. ‘Bandıra bandıra ye beni/Hiç doyamazsın tadıma/Bütün numaralar bende/Sen de var benim farkıma/Kalmasın aklın başka yerde/Ne işin var başka yerde/Bandıra bandıra ye beni/Hiç doyamazsın tadıma.’
Peki ‘Entarisi ala benziyor/Şeftalisi bala benziyor’a ne demeli. Ya da ‘Ar gelir Osman Aga ar gelir/ Safiyeme karyola dar gelir’e. Peki ya bunlara ne demeli: ‘O tepeden bu tepeye oyun olur mu/14 yaşında da Nazife de hanıma doyum olur mu’ ‘İn dereye dereye/Al dereden taş getir/Aşlanmamış fidandan/ Dişlenmemiş yar getir’ ‘Ay gidiyor batmaya/Selam söyle Fatma’ya/Karyolayı onarsın/Geleceğim yatmaya’ ‘Haburanun ekini/Ne yirudur danesi/ Ancak beni doyurur/Memenun bi danesi! ‘Koynunda memelerin erik dikeni gibi/ Açılmış, saçılmışsın gemi yelkeni gibi...’ ‘Bahçalarda meleme/Yar göğsün düğmeleme/Ölürsem kanlım sensin/ Gözlerin sürmeleme’ Bizim türkülerimizde böyle muzır sözler var da yabancı şarkılarda yok mu? Hem de nasıl. Özellikle RAP ve Hip Hop müzik tamamen muzır neşriyat. Dünyaca meşhur 5 Cent’in Candy Shop isimli şarkısının sözleri: “I’ll take you to the candy shop I’ll let you lick the lollipop Go ahead girl dont you stop Keep going till you hit the spot Oww!”
evlenince değişir mi?
İ
nsanın hayatındaki en önemli olaylardan birisi evlilik. Ben hayatı evlenmeden önce ve evlendikten sonra ikiye ayırıyorum. Ayrıca kişinin yaşı ne olursa olsun evlenme yaşını ömrün yarısı olarak görüyorum. Kimilerinin kısmeti açık oluyor, sıkıntı ya da ızdırap duymadan kendisini evliler arasında buluyor. Kimileri ise ya kısmetleri kapalı olduğundan ya da başka sebeplerle evliliğe adım atmakta zorlanıyorlar. Kimileri için evlilik bir dinginlik, sakinleşme, düzenli bir hayata başlangıç olarak sayılıyor. Özellikle de erkekler tarafından. Bekarlık süresince onlarca kız arkadaşı olan, her türlü haltı yiyen erkek, evlenmek istediğinde beraber olduğu kızlardan hiçbirini kendisine eş olarak görmez. Hatta kendi hayat ve yaşam tarzına ters bir şekilde, evinin hanımı olacak, mümkünse muhafazakar bir kişiliğe sahip eş arar. Onlara göre kızlar da iki gruba ayrılıyor; gezilecek olanlar ve evlenilecek olanlar. Yıllar önce İstanbul’da aynı mahallede oturduğumuz Aysun Abla askerliğini yeni bitirmiş oğluna kız bakıyordu. Bu
Eşine karıcığım diyemeyen kocalar
Y
engem ile amcamın arası bu aralar açık. Nedeni ise amcamın ara sıra da olsa yengeme karı diye hitap etmesi. Yengem ne zaman karı sözünü duysa adeta çıldıracak gibi oluyor. Bu yüzden de evde huzursuzluk hiç eksik olmuyor. Amcam ise olayın yengem açısından ne kadar ciddiye alındığının farkında bile değil. Biraz da haklı. Çünkü büyüklerinden öyle görmüştü. Dedem babaanneme karı diye hitap ederdi. Babaannemin de bir defa bile bu karı lafına bozulduğuna şahit olmadım. Kısacası karılığını bilirdi. Ailecek yüzlerce defa izlediğimiz Kemal Sunal filmlerinde kadına karı denirdi ve bu hitap hoşumuza gider, gülerdik. Ama yeni nesil öyle değil. Karı kelimesi
bir hakaret olarak algınıyor. Bu yüzden de istenmeyen kelime ilan edilmiş durumda. Devir değişti, eski karıların yerine hanımlar aldı. Bazı kadınlar işi öyle abarttılar ki tanıdığım bazı erkekler eşlerine karıcığım bile diyemez oldu. Bence bu kadarı da fazla. Nikahı kıyan memur “sizleri karı koca ilan ediyorum” dediğinde kimsenin itirazı olmuyor. Ama sonrası malum. Peki bir erkek eşine karıcığım diye hitap etmeyecek de ne diyecek? Hanımcığım, eşimciğim, hayatımcığım, aşkımcığım... Olmuyor olmuyor. Bir kelimeyi atıp da yerine başka kelime ya da kelimeler ikame etmek o
kadar da kolay değil. Bir şeyler havada kalıyor. Yakında erkeklerin de koca kelimesine gıcık kapmaya başlamasından korkuyorum. Olur mu olur. Beyciğim, herifciğim, adamcığım der artık kadınlar eşlerine. O zaman hiçbir kız koca bulamayacak, kocaya varamayacak, kocaya kaçamayacak demektir. Evlenme çağına gelmiş erkeklerin ben karı istirem diyemediği gibi... Karı kelimesinin kullanılmasını sadece eşler arasında uygun görüyor, Kanada sokaklarında bile “karıya bak lan” diye kızlara, kadınlara Türkçe laf atan öküzlere ise oha diyorum.
sebeple, “hamarat, inançlı, mümkünse hafız bir kız varsa bana haber verin” diye etrafa haber salmıştı. Kendisinin de üç kızı vardı ve hepsi oldukça rahat, açık saçık kızlardı. “Aysun Abla niye oğluna hafız kız arıyorsun?” diye sorduğumda: “Oğlumu biliyorsun serserinin teki. Belki hafız bir kızla evlenirse değişir” diye cevap vermişti. Eee madem öyle hafız kızlar serserileri yola getiriyor, sen neden üç kızını da hafız yetiştirmedin Aysun abla? En azından üç delikanlının yola gelmesine sebep olurlardı!” Toronto’da evlenme yaşına gelmiş hatta geçiren birçok arkadaşımın da Aysun Abla kafasında olması oldukça şaşırtıcı. Özellikle de erkelerin. Kızlar daha çok hayatı doyasıya yaşamak, eğlenmek, gezmek, tozmak peşinde oldukları için pek muahafazakar yapıdaki erkeklerle evlenme taraftarı değiller. “Her nedense erkektir, yaptıkları elinin kiridir” anlayışındalar. Ama erkekler, namus konusunda (sadece kendi namusları) oldukça milliyetçiler. Bu yüzden de evlenecekleri kişiyi seçerken muhafazakarlaşıyorlar. “Senin çevren geniştir. Tanıdığın helal süt emmiş kız arkadaşın varsa benimle tanıştır. Evlenmek istiyorum” diyen erkek arkadaşlarıma şüpheyle bakıyorum. Sen kendin helal süt emmiş gibi davranıyor musun? Onlarca kız arkadaşın olmuş. Eline erkek eli değmemiş bir kızı hakediyor musun? Diyelim ki kendine bunu hak gördün. Evlendikten sonra eşini aldatmayacağın ne malum? Evlenince düzelirim yalanına kendin inanıyor musun? Kendi adıma evleneceğim kişinin böyle bir kişiliğe sahip olmasını asla istemem. Ben temizsen, eş olarak seçeceğim kişi de benim kadar temiz olacak. Evlenince düzelir yalanına asla inanmam. Ne de olsa beşikte giren huy teneşirde ancak çıkar.
4
www.canadaturk.ca
{
{
EKİM/OCTOBER, 2016
Kanada’nın Türk hamamları
1869 Montreal’de ‘The Turkish Bath Hotel’ adıyla açıldı. Bu ilk hamamdan sonra Montreal, Toronto, Edmonton, Vancouver, Halifax, Quebec City ve Victoria’da değişik tarihlerde hamamlar açıldığı kayıtlarda var.
1
800’ün sonu ile 1900’ün başında açılan hamamların tamamına yakını 1950’lere varmadan kapandı. En son kapısına kilit vuran hamam 1978 yılında kapanan Edmonton Turkish Baths. Türkiye’de var olan hamamların benzeri bu hamamların Kanada’da yok olmasının ardından son yıllarda güzellik merkezlerince Türk hamamı servis verilmeye başlandı. Daha çok 2000 sonrası açılan bu yerlerin ilki Vancouver’da Miraj Hammam&Spa adıyla hizmete girmişti. Toronto’da Türk Hamam’ı olarak ortaya çıkan en gözde yer şehir merkezinde 2005 yılında açılan Hammam Spa. Bu güzellik merkezinin içinde yanda resmi görülen 500sq.
feet büyüklüğünde bir hamam yer alıyor. Aslında hamamdan ziyade terleme odası. Zaten merkezin işletmecileri de adını Turkish Steam Room olarak koymuşlar. Toronto’da bir otelin içinde
yer alan Miraj Hammam Spa by Caudalie ise hamam havası verilmiş bir güzellik merkezi. Kurnası veya göbek taşı bulunmuyor. Toronto’nun kuzeyinde bulunan Aurora kasabasında Sormeh Spa
Yapraklar gübre olur
S
onbahara girdik. Ağaç yaprakları sarı ile kırmızı arasında yüzlerce tona bürünmeye başladı bile. Bir iki haftalık renk cümbüşünden sonra yapraklar toprakla buluşacaklar. Evi olanlar ise bahçelerine düşen yaprakları süpürme telaşına düşecek. Kanada’nın en büyük şehri Toronto’da her yıl 100 bin tondan fazla yaprak süpürülüyor ve bu yapraklar belediyece toplanıyor. Toplanan bu yapraklar diğer belediyelerin yaptığı gibi Toronto Belediyesi tarafından mutfak artıkları ve diğer ağaç kökü, sebze sapları gibi bahçe çöplerle birlikte gübreye dönüştürülüyor. Bu gübre belediye tarafından mayıs-ekim arasında Toronto’da
dört ayrı dağıtım merkezinden isteyen herkese belli bir oranda ücretsiz olarak veriliyor. Bu miktarla bir aracın bagajını rahatça doldurabilir ve bahçenizde gübre olarak kullanabilirsiniz. 2001’de çıkartılan kanunla saydam çöp poşetleri kaldırıldı ve yapraklar ve bahçe artıkları için kağıt torba kullanma zorunluluğu getirildi.
Ağaç yaprakları ve bahçe çöpleri belediye tarafından toplansın diye kağıt torbalara konuluyor.
adındaki güzellik merkezin verdiği çok sayıda servisin arasında Türk hamamı da bulunuyor. 30 yıllık bir geçmişi olan Sormeh Spa, güzellik merkezinde bulunan çok sayıda odanan birisine mermerden, diktörtgen şeklinde bir göbek taşı inşa edilmiş. Yine mermerden iki kurna, küvet ve duş yapılmış. Aynı anda birkaç kişinin sığabileceği bu oda, buhar ile ısıtılıyor, göbek taşı ise alltan ısıtmalı. Bu güzellik merkezlerinin yanı sıra Kanada değişik şehirlerinde bizim bilgisine ulaşabildiğimiz hamam servisi sunan çok sayıda güzellik merkezi var. Ayrıca, Rusların banya adını verdikleri (Türkçe’de banyo) hamam benzeri yerler de bulunuyor. Kanada’da bulunan bu hamam(cık) ların geleneksel anlamda hamam arayanlarda hayal kırıklığı meydana getireceği muhakkak. Ancak, birkaç saatini bir güzellik merkezinde geçirmek, dinlenmek, masaj ile rahatlamak isteyenler için ideal. Türk hamamı sunan bu güzellik merkezleri daha çok lüks kategorisinde olan yerler. Bundan dolayı hamam sefası için kalınan zaman ve alınan servise göre kişi başı 100 ila 300 doların gözden çıkartılması gerekiyor.
EKİM/OCTOBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
5
20 parayı 80 yıldır saklıyor
Toronto’da yaşayan 86 yaşındaki Nuri Alayunt Osmanlı 20 parasını tam 80 yıldır saklıyor.
1327 (1911) basımı madeni paranın çocukluklarında kendileri için çok değerli olduğunu söyleyen Alayunt, bir kuruşun yarısı eden 20 para ile lolipop şeker, çikolata aldıklarını veya sahlep içtiklerini ifade ediyor. 1940’lara kadar Osmanlı paralarını kullandıklarını kaydeden 1930 İzmir doğumlu Nuri Alayunt, 5 para, 10 para (1 metelik), 20 para (2 metelik), 40 para (4 metelik - 1 Kuruş), sarı renkte 100 para, yine sarı renkte 5 kuruş, 20 kuruş karşılığı olan 1 mecid ve 1 lira karşılığı olan 5 mecidi çok iyi hatırlıyor. Alayunt, Osmanlı döneminden kalma çok sayıda madeni paraya ve saate sahipmiş ama zamanla yaşadıkları geçim zorluğundan dolayı bütün hepsini satmış ve sadece 20 parayı hatıra olarak
20 paranın üzerinde Sultan Reşat’ın tuğrası ve HürriyetMusavvat (eşitlik)Adalet yazıları bulunuyor.
bugüne kadar saklamış. Çocukluğunda Osmanlı parasını kullanan Alayunt, Osmanlı nüfus cüzdanını ise 1949 yılında askere yazılırken T.C. nüfus cüzdanı ile değiştirmiş. Nuri Alayunt’un bugün sahip olduğu 20 paranın üzerinde Sultan Reşat’ın tuğrası bulunuyor. Ayrıca Hürriyet-Musavvat (eşitlik)Adalet yazıları dikkat çekiyor.
Nuri Alayunt
6
www.canadaturk.ca
{
{
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
EKİM/OCTOBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
7
Bu bina çok şeyler gördü
1869’da inşa edildi. 1953’te Türkiye Büyükelçiliği olarak hizmet vermeye başladı. Kanada’dan sadece iki yaş küçük olan bu bina, tarihe tanıklık etmesinin yanı sıra pek çok üzücü olaya da şahit oldu.
B
inanın ilk hali 1869’da iki katlı bir ev olarak zamanın Balıkçılık Bakanı William F. Whitcher tarafından inşa edildi. Eklemeler yapılan bina 1888 yılından 1908 yılına kadar çocuk hastanesi olarak hizmet verdi. 1943 yılında Türkiye Kanada’ya büyükelçilik açma niyetini bildirdi ve 1944 yılında Mehmet Ali Şevki Alhan Türkiye’nin Kanada’daki ilk Türk Büyükelçisi olarak göreve başladı. Türk Büyükelçiliği, Ottawa’da 197 Wurtemburg Street’teki bu binaya 1953 yılında taşındı. Tarihi bina bu tarihten beri tam 52 yıldır Türkiye Büyükelçiliği binası olarak hizmet veriyor. 136 yaşındaki bina, 1 Temmuz 1867’de kurulan Kanada’dan sadece iki yaş küçük. Bu özelliği ile Kanada’nın doğuşundan bugüne gelinceye kadar ki bütün tarihine tanıklık etti. Ayrıca pek çok üzüntünün de yaşandığı bir yer burası. 1980’li yıllarda Ermeni asıllı teröristler bu binada görev yapan Türk diplomatları hedef aldılar. Ticari Ateşe Kani Güngör, evinin oto parkında bu binadaki işine gelmek üzereyken 8 Nisan 1982’de saldırıya uğrayarak ağır yaralandı. Askeri Ateşe Atilla Altıkat 27 Ağustos 1982’de yine bu binadaki işine gelirken suikaste uğradı. 12 Mart 1985 tarihinde ise bir grup Ermeninin baskınına
uğrayan ve bir süre işgal edilen bu binadaki Kanadalı güvenlik görevlisi öldü, Bü̈ yükelçi Coşkun Kırca ise yaralı olarak kaçmayı başardı.
Yine bu bina 17 Şubat 1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası bir grup tarafından
saldırıya uğradı. Taş, molotof kokteyli ve buz parçaları ile yapılan saldırıyı önlemek isteyen çok sayıda RCMP polisi yaralandı.
1999’dan beri Büyükelçilik Konutu olarak kullanılıyor
O
ttawa’nın en prestijli mahallesi Rockcliffe’de 3 Crescent Rd. adresinde bulunan bu bina, 1999 yılından bu tarafa Türkiye Büyükelçiliği Konutu olarak kullanılıyor. 1928 yılında yapılan ev, önce Kanadalı bir aile tarafından kullanılmış, daha sonra Yeni Zelanda Yüksek Komiserliği tarafından alınarak büyükelçi ikametgahı yapılmıştı. Yeni Zelandalılar başka bir yere taşınınca elden çıkarılan bina Kanada Hükümeti tarafından satın alındı. Bina, 1958 yılında Ankara’da Kanada Hükümetine tahsis edilen ve şu anda Kanada Büyükelçisinin ikametgahının üzerinde bulunduğu arsaya karşılık Türk Büyükelçiliğine bedelsiz verildi. Büyükelçi Aydemir Erman zamanında Konut’ta köklü bir onarıma gidildi. Yaklaşık iki yıl süren çalışmalarla konutta yapılan ekleme ve yenileme çalışmaları için yaklaşık 2.5 milyon dolar harcandı. Daha önce iki katlı bir ev görünümünde olan konutun sol tarafına 100 kişinin
ağırlanabileceği konferans ve konser düzenine sahip çok amaçlı bir yemek salonu, sağ tarafına ise kabul salonu yapıldı. Süslemeleri ve dekorasyonu ile saray yavrusu görünümü
alan konutta ayrıca büyükelçinin kaldığı bölüm, misafir odaları ve büyük bir mutfak bulunuyor. Onarım süresince kiralanan bir başka evde oturan Aydemir Erman, baştan aşağı yenilenen
büyükelçilik konutuna 2006 yılı Temmuz ayında taşınmıştı. Bu konutun alınmasından önce büyükelçiler Wurtenburg Caddesi’nde bulunan Büyükelçilik binasında ikamet ediyorlardı.
8
www.canadaturk.ca
{
{
EKİM/OCTOBER, 2016
Terör kurbanı diplomatlarımız Türk diplomatlarına karşı Ermeni teröristlerin saldırıları 27 Ocak 1973 yılında başladı. Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir bir otelde 78 yaşındaki Ermeni Gurgen Yanikiyan tarafından ateş edilerek öldürüldüler. 1994 yılında son olarak Atina’da müsteşar Haluk Sipahioğlu terörün kurbanı oldu. Bu süre zarfında 110 terörist saldırı gerçekleştirildi. Saldırılarda aralarında diplomatlar, güvenlik görevlileri ve sivil vatandaşların da bulunduğu 49 Türk vatandaşı şehit edildi. Yüzden fazla kişinin
de yaralandığı saldırılarda dokuz yabancı da hayatını kaybetti. Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir “Şehit Diplomatlarımız: 1973-1994” adını taşıyan ve 2000 yılında yayınlanan kitabında bu saldırılarının ayrıntılarını yazdı. Kitapta Ottawa’da Ticaret Müşaviri Kemalettin Kani Güngör’e, Askeri Ataşe Atilla Altıkat’a ve Büyükelçi Coşkun Kırca’ya karşı yapılan ve Büyükelçiliğin işgal edildiği Ermeni terör saldırıları da geniş şekilde yer aldı. Özel izinle bu kitaptan alıntılar da yaparak o günlerde neler yaşandığını ayrıntılarıyla sizlere sunuyoruz.
Kani Güngör, 8 Nisan 1982’de silahlı saldırıya uğradı.
Kanada’nın başkentinde suikast girişimi Ticaret Ataşesi Kani Güngör saldırıda yaralandı
T
arih 8 Nisan 1982. Kanada’nın başkenti Ottawa’da saat sabah 09.30’u gösterirken Turkiye Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Kani Güngör, evinin bulunduğu binanın kapalı garajında Ermeni teröristlerin saldırısına uğradı. Saldırgan yakın mesafeden, Kani Güngör’e dört el ateş eder. Kurşunlardan biri Güngör’ün sağ omuzundan girerek göğsünün sol tarafını deler, sağ üst kaburgayı ve omuriliğini parçalayarak sol koltuk altından çıkar. İkinci kurşun ise sağ bacağını yaralar. Diğer iki kurşun ise Güngör’ün arabasının ön sol kapısına ve kapı camına isabet eder. Saldırının hemen sonrasında Kani Güngör, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılıp yoğun bakıma alınır. Doktorlar tarafından hayati tehlikesi olduğu açıklanan Güngör, üç saat süren zorlu bir ameliyattan sonra komadan çıkar ve kritik durumu atlatır. Ama, göğsüne isabet eden kurşun omuriliğini parçaladığından, vücudunun belden aşağısı felç olmuştur. Kani Güngör saldırıdan yaralı olarka kurtulmayı başarmıştır ama hayatı boyunca tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştur. Kani Güngör’e saldırıyı Beyrut’ta ve Atina’da yaptığı açıklamalarla, Ermeni Gizli Kurtuluş Örgütü ASALA üstlenir. 1983 seçimlerinde Turgut Özal’a karşı mücadele eden ve partisi askeri yönetimce desteklenen Turgut Sunalp, o dönemde Türkiye’nin Ottawa Büyükelçisi’dir. Büyükelçi Turgut Sunalp, olayın akabinde Ankara’ya Kani Güngör’ün saldırıya uğradığı bilgisini şu şekilde geçer: “Büyükelçilik Ticari Müşaviri Kani Güngör, bugün (8 Nisan 1982) saat 09.30’da apartmanının umumi kapalı garajında silahlı saldırıya uğramıştır. Kendisine iki el ateş edilmiş olup bir kurşun sağ omuzundan göğsünün sol tarafına seyretmiş, diğer kurşun sağ bacağını yaralamıştır. Otomobilinin evinin önünden
geçmediğini eşinin farketmesi ve komşulardan birinin silah sesini duyması neticesi ambulans çağırması neticesinde yaralı bulunan Ticari Müşavirimiz Riverside Hastanesi’ne kaldırılmıştır. Kendisinde iç kanama olup tansiyonu sıfırdır ve devamlı kan verilmektedir. Kabili nakil hale gelir gelmez çok daha imkanlı bir hastaneye nakil için hazırlık yapılmıştır. Durumu çok ciddidir. Doktorlar her an hayatını kaybedebileceği endişesindedirler. Dışişleri Bakanlığı ve polis, Büyükelçiliğimizle irtibatlı olarak tahkikata başlamış ve sürdürmektedir.” Kani Güngör’e yapılan saldırının ardından Kanada’nın Ankara Büyükelçisi hemen Dışişleri Bakanlığına çağrılır ve saldırganların yakalanmaları ve müstehak oldukları cezaya çarptırılmaları istenir. Ayrıca Kanada’daki bütün Türk temsilciliklerinin ve Türk görevlilerin korunmaları için alınan önlemlerin arttırılması talep edilir. Dönemin Kanada Dışişleri Bakanı Mark MacGulgan, Dışişleri Bakanı İlker Türkmen’e gönderdiği mesajda, saldırıyı şiddetle kınadıklarını belirterek, iğrenç olayın araştırılması için eldeki bütün imkanları seferber ettiklerini ve Güngör’ün sağlığı için duacı olduğunu bildirir. İlker Türkmen de Kanadalı meslektaşına verdiği cevapta, Kani Güngör’ün sağlık durumunun düzeltilmesi için Kanada’da sarf edilen çabalardan ve bu iğrenç saldırının faillerinin bir an önce yakalanarak adalet önüne çıkarılacağından Türk Hükümeti’nin emin olduğunu söyler. Devlet Başkanı Kenan Evren de saldırı sonrası Büyükelçi Turgut Sunalp’e bir telgraf göndererek geçmiş olsun dileğinde bulunur. Ottawa’daki saldırının olacağı daha önceden Büyükelçi Turgut Sunalp tarafından sezilmişti. Bu sezgiyi 14 Şubat 1982 yılında bir yakınına el yazısıyla belirtmiş ve yazıda “ASALA Kanada’ya da el atmış gibi bir manzara gösteriyor. İlgili otoriteleri ikaz ettik” diyordu. Kani Güngör, bir buçuk yıl hastanede kalır. 8 Nisan - 24 Haziran
Ottawa Büyükelçiliği’nde görevli Ticaret Müşaviri Kemalettin Kani Güngör, 8 Nisan 1982 tarihinde Ottawa’da bir grup Ermeninin silahlı saldırısına uğradı. Saldırıdan ağır yaralı olarak kurtulan Güngör, omuriliği zedelendiğinden felç oldu. Güngör, saldırıya uğradığında 50 yaşındaydı.
1982 tarihleri arasında Riverside Hastanesi’nde, 24 Haziran 198221 Ekim 1983 tarihleri arasında ise Ottawa Bölge Tedavi Merkezi’nde tedavi görür. Daha sonra ise evinde tedavisine devam edilir. Kani Güngör’e saldıranları yakalamak için yapılan araştırmalar sonucunda bazı kişiler Toronto’da gözaltına alınır. Kanada polisi, izin alarak Kani Güngör’ü 5 Ekim 1983’te Toronto’ya orada yakalanmış bazı sanıklarla yüzleştirmek için götürür. Ama bu yüzleştirmeden sonuç çıkmaz. Ama polis, CIA ile işbirliği halinde ve gizlilik içinde çalışmalarını titizlikle sürdürür. Bazı şüpheli Ermenileri izler, onların telefon konuşmalarını dinler. Saldırıdan iki yıl sonra 12 Mart 1984 günü ASALA üyesi dört Ermeni Toronto’da yakalanır. Büyükelçilik, Kanada Dişişlerinden aldığı bu haberi Ankara’ya “Ticaret Müşavirimiz Kani Güngör’ün 8 Nisan 1982 günü vurulmasında zanlı olarak dört Ermeni Toronto’da bugün (12 Mart 1982) öğleden sonra tutuklanmıştır. Sanıkların adları Raffic Balian, Haig Garakhanian, Malkom Garakhanian ve Haroution Kevork’tur. Sanıklar ASALA üyesi olup daha önce Toronto’da bazı Ermenilerden tehditle para istemek ve ev kundaklamak isnadıyla Mayıs 1982’de göz altına alınan beş kişiden dördüdür. Çalışmaları uzun zamandır titizlikle yürütülen operasyon RCMP, Ottawa polisi, Toronto polisi ve CIA’nin ortak çabaları sonucu gerçekleşmiştir. Yarın sabah (13 Mart) Ottawa’da mahkeme önüne çıkarılacak sanıklar öldürmeye teşebbüs, ağır yaralama, saldırı eyleminde işbirliği ile suçlanacaklardır.Bu ilk duruşmada mahkeme sulh yönünden yargılamaya gerek olup olmadığına ve sanıkların tutukluluk halinin devam edip etmeyeceğine karar verecektir. Gelişmeler bildirilecektir.” Kanada ceza muhakemesi sistemine
Kani Güngör göre, yakalanan teröristlerin yargılanmaları ve hüküm giymeleri iki yıl sürer. Kani Güngör’e suikast girişiminden iki yıl sonra, 12 Mart 1984 günü Toronto’da yakalanan sanıklar 13 Mart 1984 günü ilk kez hakim önüne çıkarılırlar ve geçici olarak tutuklanırlar. 7 Mayıs 1984 günü ön duruşmalar başlar. 7 - 10 Mayıs 1984 tarihlerinde Kani Güngör, tekerlekli sandalye ile sıkı koruma altında mahkeme önüne çıkarılır, görgü tanığı olarak dinlenir ve kendisine ateş eden teröristleri teşhis eder. Sanıkların, tanıkların dinlenmesi, duruşmaların ertelenmesi ile dava 1986 yılının ortalarına kadar uzar. Nihayet 13 Haziran 1986 günü Ottawa Büyükelçisi Coşkun Kırca, Ontario Eyaleti Yüksek Mahkemesinin kararını Ankaraya şöyle bildirir. “Bugün (13 Haziran ) yapılan duruşmanın ilk safhasında yargıç Smith, Güngör davası sanıkları için kararlaştırdığı cezaları açıklamıştır. Buna göre, en hafif cezayı, suçun işlendiği tarihte yaşı da göz önünde bulundurulan Haig Gharakhanian almıştır. Haig, 2 yıldan bir gün eksik hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu hüküm gereğince adı geçen hapishaneye değil, ıslahevine gönderilecektir. Yargıç Elmer Smith, sanıklardan Balian’a 6, Kevork’a 9 yıl hapis cezası vermiştir. Yargıç kararı açıklarken, Kevork’un olayın baş tertipçisi olduğu yönündeki savgılık tezini, savunmanın çürütemediğini, sanığın aynı eylemi bir kez daha işleyebileceği kanaatında olduğunu, bu nedenle kanunun bu suç için öngördüğü cezanın üst sınırının sadece bir yıl eksiğini verdiğini söylemiştir. Kanada ceza kanununun sanıkların işlediği “Teşebbüs işbirliği” suçu için öngördüğü en ağır ceza 14 yıl hapistir. Kanada’daki uygulama gereği tutukluluk hali devam ederken hapiste geçirilen süre, toplam →
EKİM/OCTOBER, 2016
cezanın tayininde ikiye katlanarak değerlendirilmektedir. Sanıklar hala iki yıl üç ay gibi kısa bir süreyle hapiste olduklarından ortalama 4 yıl, söz konusu 14 yıldan düşülmektedir. Yukarıda bildirilen hapis cazasının üst sınırının 10 yıl olabileceği hususunun dikkate alınması gerekmektedir. Bu cezalar kesinleşmiştir.”
Kani Güngör Ottawa’da kızları Nil Demet ve Ayadım Deniz ile...
Kani Güngör, 1932 yılında Tranzon’da doğdu. 1957 yılında Ankara’nın Hukuk Fdakültesi’nden mezun oldu. Adalet Bakanlığı, İstatistik Genel Müdürlüğü’nde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1962 yılında Ticaret Bakanlığı’na girdi. 1967 yılında Stockholm’de Ticaret Müşavir Yardımcılığı, 1972 yılında Prag Ticaret Ateşeliğinde ve merkezde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1979 yılında Ottawa Ticaret Müşavirliği’ne atandı. Ottawa’ya atanmadan önce Ticaret Bakanlığı’nda Değerlendirme Genel Müdür Yardımcısı idi. Kani Güngör, 2008 yılında Ankara’da hayatını kaybetti. Kani Güngör’ün kızı Nil Demet Güngör: Canadatürk’te yayımlanan röportajında “Yakalanan dört sanığı desteklemek üzere Kanada’daki Ermeni camiasından yüzlerce kişi diğer şehirlerden otobüslerle duruşmalara getirilirken babam tek başınaydı; duruşmalarda Türkiye’yi temsilen kimse yanında değildi. Babam güvenlik açısından bunu anlayışla karşılasa da, telefonla dahi kimsenin arayıp desteklememesi onu çok üzdü,” demiş ve babasının saldırı sonrası yalnız bırakıldığını söylemişti.
Kani Güngör, kendisine verilen övünç madalyası ile...
{
{
www.canadaturk.ca
9
Albay Atilla Altıkat işine giderken Ermeni teröristlerce öldürüldü.
Kanada’daki ilk Şehit diplomatımız
Albay Atilla Altıkat 8 Nisan 1982’de Ticaret Müşaviri Kani Güngör’ün yaralandığı saldırının ardından aynı yıl 30 Ağustos’ta bu defa Askeri Ateşe Kurmay Albay Atilla Altıkat Ermeni teröristlerin hedefi oldu. Oldsmobile marka otomobiliyle sabah 9.00 sıralarında Regina Lane’deki evinden ayrılarak Ottawa River Parkway üzerinden büyükelçiliğe doğru yol alan Altıkat, Island Park Road’a geldiğinde kırmızı ışıkta durur. Bu esnada yandaki araçtan inen 20-30 yaşlarındaki bir kişi silahını çekerek otomobilin sağ ön tarafından Altıkat’a onbir el ateş eder. Altıkat olay yerinde hayatını kaybederken saldırgan silahını Altıkat’ın aracının içine atarak olay yerinden koşarak kaçar. Cinayetin ardından Canadian Press’in Montreal bürosunu arayan bir kişi saldırıyı Ermeni Soykırım Adelet Komandoları’nın yaptığını söyler. Kani Güngör vurulduğunda büyükelçi olan Turgut Sunalp Türkiye’ye dönmüş, yerine Özdemir Benler büyükelçi olarak atanmıştı. Göreve başladığının onuncu gününde Altıkat’ın şehit edilmesi olayını yaşayan Benler, bir önceki görev yeri olan Lahey’de de tek oğlu Ahmet Benler’i 1979 yılında Ermeni terörüne kurban vermişti. Özdemir Benler, Altıkat’ın şehit edildiği bilgisini şu satırlarla sabah saat 10:45’te Ankara’ya iletir: “Şimdi (27 Ağustos 1982 Cuma) Kanada güvenliği, Ataşemiliter Kurmay Albay Sayın Atilla Altıkat’ın saldırıya uğradığını bildirdi. Olay, evinden otomobille hareket ettikten sonra kavşakta olmuş. Sayın Albayın olay yerinde otomobili içinde şehit edildiği bildirildi.” Türk Dışişleri de Benler’den elde edilecek bilgilerin zaman mefhumu gözetilmeksizin derhal bildirilmesini istedi. Suikast gerçekleştiğinde Türkiye’de Kenan Evren devlet başkanı, Bülend Ulusu ise başbakandı. Kanada’da ise Pierre Trudeau başbakanlık koltuğunda oturuyordu. Kani Güngör’ün yaralanmasının ardından Kanada’dan Türk diplomatlarının güvenliğinin sağlanması konusunda daha fazla önlem almasını isteyen Türkiye, Altıkat’ın şehit edilmesinin ardından rahatsızlığını Kanada’ya bildirir. Kanada’nın Ankara’daki Maslahatgüzarı Dışişlerine çağrılarak saldırıların durdurulması için elden gelen imkanları kullanın mesajı verilir. Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği, FBI’dan aldığı, Altıkat’a saldırıyı iki kişinin gerçekleştirdiği, sanıkların ABD’ye kaçtıklarından süphe edildiği, saldırıda kullanılan 9 mm.’lik Browning marka tabancanın 1968 yılında Michigan’da kayıtlı olduğu kişinin sorgulandığı bilgilerini Ankara’ya bildirir. Yine Washington Büyükelçiliği’nce saldırıyla ilgili farklı konulara dikkat çekilir: Bunlar;
Atilla Altıkat “-Ermeni teroristler o güne kadar öldürecekleri kişiye, onun ya evinin yanında ya da çalıştığı yerin yakınında pusu kuruyorlar, orada bekliyorlar ve cinayeti orada işliyorlardı. Birkaç görevlimizi bina içinde de vurmuşlardı. Bu defa ise, belki Albayı pusuya düşüremeyeceklerini anladıkları için, Albayın hareket halindeki arabasını, başka bir arabayla, yakın mesafeden takip etmişler ve araba trafik ışığında durduğu anda direksiyon başındaki Albayı kurşunlamışlardır. -Daha önceki cinayetlerde Ermeni katiller, cinayet aleti silahlarını, cinayetin yeri yakınında bir yere bırakıp kaybolurlardı. Bu defa ise katil cinayet aleti tabancasını Albayın arabasının içine atıp kaçmıştır. -Ermeni katiller, ogüne kadar, yani on yıldan beri hep sivillerimizi öldürmüşlerdi; yurt dışında görevli olan, büyükelçiden makam şöförüne kadar her düzeydeki insanımızı vurmuşlardı, ama öldürmek için seçtileri kişiler hep sivillerdi. Bu defa ise albay rütbesinde , bir kurmay havacı subayımızı şehit etmişlerdir. 1973’ten beri ilk defa askerimizi öldürmüşlerdir. -Ve Albay Altıkat, 30 Ağustos Silahlı Kuvvetler gününe üç gün kala öldürüldü.” Türk Silahlı Kuvvetlerini Kanada’da temsil eden Albay Atilla Altıkat 30 Ağustos Zafer Bayramı Resepsiyonu için davetiyeleri göndermiş, diğer hazırlıkları da bitirmek üzereydi. Ancak 27 Ağustos’daki saldırı sonrasında bu coşkulu günü kutlamak ona nasip olmadı. Ermeni teröristler Askeri Ateşeyi vurunca 30 Ağustos kutlamalarının baltalanacağını düşünmüş olabilirlerdi, ancak kutlama planlandığı gibi
Albay Atilla Altıkat, 27 Ağustos 1982 tarihince sabah 9:00 sıralarýnda evinden işine gitmek üzereyken Ottawa River Parkway ile Island Park Drive kavşağında Ermeni teröristlerin silâhlı saldırısı sonucu şehit oldu.
yapılır. Altıkat’ın şehit edilmesiyle Genelkurmay’ın direktifiyle Washington Askeri Ateşeliği’nden Hava Yarbay Erol Şahinler geçici görevle derhal Ottawa’ya gönderilir. Şahinler’in ev sahipliğini yaptığı resepsiyona katılım her zamankinden fazla olur. Daha önce gelemeyeceklerini bildiren kişiler de resepsiyona katılırlar ve başsağlığı dileklerini sunarlar. Kanada’da bir yabancı diplomatın öldürülmesini belirtmek ve ölene saygı göstermek amacıyla Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’ndaki bayraklar Başbakan Pierre Trudeau’un talimatıyla üç gün süreyle yarıya çekilir. Ottawa Büyükelçiliği’ndeki bayrak da yarıya indirilir ve cenazenin kaldırılmasına kadar öyle kalır. Altıkat’ın naaşına refaket etmesi için Hava Tuğgeneral Fahrettin Göker 1 Eylül günü Ottawa’ya hareket eder. Daha önce şehit edilen diplomatların cenazelerine refakat etmeleri için merkezden yüksek derecede memurlar görevlendiriliyordu. Bu bir usül haline gelmişti. Altıkat’ın asker olması dolayısıyla bu kez bir askerin gönderilmesi uygun görülmüştü. Kanada Hükümeti Altıkat’ın naaşının Türkiye’ye gönderilmesi için Kanada Silahlı Kuvvetlerine ait Boeing 707 tipi askeri bir uçak tahsis eder. Bu özel uçağın cenazeyi Ottawa’dan Almanya’nın Lahr Havaalanına götürmesi oradan da DASH tipi bir uçakla Ankara’ya nakledilmesi kararlaştırılır. 2 Eylül Perşembe günü Altıkat’ın naaşı önce Ottawa Büyükelçiliği getirilir. Burada yapılan saygı duruşundan sonra cenaze Ottawa Havaalanı’na götürülerek askeri törenle uğurlanır. Törene Kanada adına Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı da katılır. →
10
www.canadaturk.ca
Akşam saat 9:45’te Ottawa’dan ayrılan uçakta bulunan Altıkat’ın naaşına, eşi Ayla Altıkat ve çocukları Zeynep (17) ve Göker (4) ile birlikte Hava Tuğgeneral Fahrettin Göker ve dokuz kişilik saygı birliği refaket eder. Uçak 3 Eylül günü Almanya’nın Lahr Havaalanı’na iner. Burada uçak değiştirilir ve Ankara’ya hareket edilir. Altıkat için 4 Eylül Cümartesi günü Ankara’da Başbakanlık önünde tören düzenlenir. Törenin ardından Maltepe Camisi’nde cenaze namazı kılınır ve Altıkat’ın naaşı defnedilmek üzere İzmir’e gönderilir. Albay Altıkat’ın Türkiye’ye naklinde duyarlı davranan, şehide son yolculuğunda gerekli saygıyı gösteren Kanada, katillerin yakalanması konusunda ise sınıfta kaldı. Aradan yaklaşık 35 yıl geçmesine rağmen başlarına 100 bin dolar ödül konulan Altıkat’ın katilleri henüz yakalanamadı. 1937 yılında Istanbul’da doğan Altıkat, Heybeliada’da ilk ve orta öğrenimini
{
{
EKİM/OCTOBER, 2016
Şehit Albay Atilla Altıkat ve diğer şehit diplomatlar anısına Ottawa’da Altıkat’ın öldürüldüğü kavşakta Türkiye’nin desteğiyle inşa edilen ‘Şehit Diplomatlar Anıtı’ 20 Eylül 2012’de açılmış, açılışa iki ülke Dışişleri Bakanları ile birlikte Atilla Altıkat’ın eşi Ayla Altıkat ve çocukları Göker ile Zeynep de katılmıştı. tamamladıktan sonra Istanbul Kuleli Askeri Lisesi’ne devam etti. Hava Harp Okulu’ndan 1960 yılında mezun oldu.
Askeriye içinde değişik kademelerde görev alan Altıkat 1980’de Ottawa’ya askeri ateşe olarak gönderildi.
Ermeni teröristlerin öldürdüğü ilk askeri diplomat olan Altıkat, İzmir Kadifekele Şehitliği’ne defnedildi.
Kanadalı güvenlik görevlisi öldürüldü
Büyükelçi Coşkun Kırca yaralandı 1982 yılında önce Ticaret Müşaviri Kani Güngör’ün yaralanması, ardından Askeri Ataşe Atilla Altıkat’ın öldürülmesinden sonra Ermeni teröristlerin Türk diplomatlarına yönelik üçüncü saldırısı 12 Mart 1985 yılında gerçekleşir. Ama bu defa hedefteki isim bizzat Büyükelçidir. Bu amaçla Ermeni teröristler Büyükelçilik Binasını işgal edererek Büyükelçi Coşkun Kırca’yı öldürmeyi amaçladılar. İşgal eylemi sırasında Kanadalı bir güvenlik görevlisi hayatını kaybetti, Büyükelçinin eşi ve kızıyla birlikte toplam on iki kişi dört saat süreyle rehin tutuldu.
Coşkun Kırca ise Büyükelçilik Konutunun banyo penceresinden arka bahçeye atlayarak saldırıdan yaralı olarak kurtulmayı başardı. Kani Güngör’e yapılan saldırı Kanada’daki ilk uluslararası terör eylemiydi; Atilla Altıkat, Kanada’da öldürülen ilk yabancı diplomattı; 12 Mart 1985’te yaşanan bu olay ise Kanada tarihine ilk büyükelçilik işgali olarak geçti. Kani Güngör’e saldıranlara çok az bir ceza veren ve Atilla Altıkat’ın katillerini bulamayarak kötü bir sınav veren Kanada, Büyükelçiliği işgal eden ve Kanadalı güvenlik görevlisini öldüren üç teröristi ömür boyu hapis cezasına çaptırdı.
Üç Ermeni terörist Türk Büyükelçiliği’ni işgal etti
T
arih 12 Mart 1985, saat sabahın 7:00’si. Ottawa, Türk büyükelçiliğine yapılan saldırı haberiyle bir kez daha sarsılır. Bu kez saldırganların hedefindeki isim Büyükelçi Coşkun Kırca’dır. Üç Ermeni terörist U-Haul firmasından kiraladıkları bir kamyonla sabahın erken saatinde saldırıyı gerçekleştirmek için Büyükelçilik Konutunun kapısına dayanırlar. Kamyonun kasasının üzerine çıkarak bahçe kapısından içeri atlarlar. Kendilerine engel olmak isteyen Claude Brunelle adındaki Kanadalı güvenlik görevlisi hemen orda öldürürler. Demirden olan bahçe kapısını da bomba ile imha ederler. Güvenlik görevlisine yapılan saldırının gütrültüsü ile uyanan Büyükelçi ve eşi hemen konutlarının penceresine koşarak neler olup bittiğini anlamaya çalışırlar.
Coşkun Kırca kendisine yönelik bir saldırının olduğunu hemen anlar ve ve eşine kaçması gerektiğini söyler. Bu arada güvenlik görevlisini öldüren üç terörist doğruca Büyükelçinin konutunun ikinci katına ellerinde tüfek ve tabancalarla çıkmaya başlarlar. Kırca, banyoya girerek kapıyı kilitler. Banyonun penceresinden altı metre yükseklikten arka bahçeye atlar. Düşmenin etkisiyle yaralanan Kırca, sürünerek teröristlerin kendisini göremeyeceği bir yere uzanır. Büyükelçiyi konutunda bulamayan teröristler büyükelçinin eşini, kızını, kavas ve aşçının ailelerini rehin alırlar. Büyükelçiliğe yapılan saldırıyla ilgili haberler çok kısa bir süre geçmeden ajanslar aracılığıyla Türkiye’ye ulaşır. Dönemin başbakanı Turgut Özal, Dışişleri
Bakanı Vahit Halefoğlu’dur. Saldırı gerçekleştiğinde Vahit Halefoğlu Moskova gezisinde olduğundan yerine Devlet Bakanı Mesut Yılmaz vekalet etmektedir. Henüz sabahın çok erken saatleri olduğundan elçilikte görevli diğer diplomatlar henüz evlerindedir. Büyükelçilik birinci müsteşarı Yalçın Oral saldırıdan yaklaşık bir saat sonra haberdar edilmiş, ancak polis tarafından merkeze götürülmüş ve burada iki saat alıkonulmuştu. Yalçın Oral ancak 10:15’te merkezden ayrılarak önce Ankara’yı aramış, bağlantı kuramayınca da Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’la irtibaya geçmiş ve polisten aldığı bilgileri aktarmıştır. Haberlerin Ankara’ya ulaşmasıyla Kanada’nın Ankara Büyükelçisi Gilles Mathieu hemen Dışişlerine
Coşkun Kırca çağrılır. Kendisine Roma, Viyana ve Paris’ten sonra Ottawa’nın teröristler için en elverişli şehirlerden birisi haline geldiği hatırlatılarak daha sert önlemlerin alınması istenir. Ayrıca, ABD ve bazı ülkelerin teröristlere en yüksek cezaları verirken Kanada’daki davaların bilinen seyrinin ise adeta teröristleri özendirdirdiği hatırlatılır. Ankara’da bunlar olurken Büyükelçiliği işgal eden teröristler eylemlerine devam etmektedir. Polis ise Büyükelçliğin çevresini ablukaya alır. Bu arada Kanada Kraliyet Atlı →
EKİM/OCTOBER, 2016
Saldırıda hayatını kaybeden Kanadalı güvenlik görevlisi Claude Brunelle
Polisi’nden bir kişi kendi insiyatifiyle bahçe duvarını aşarak arka bahçede yaralı olarak yatan Büyükelçinin yanına kadar gider. Sağ bacağı, kolu, omuz ve leğen kemiği kırıldığından yerde hareketsiz yatan Kırca’nın üzerini paltosuyla örten Micheal Prud’homme adındaki bu polis memuru, işgal bitene kadar onun yanında kalmıştır. “Devrimci Ermeni Ordusu” üyesi olduklarını ve amaçlarının Türk Hükümetinin Ermeni soykırımı tanımasını ve Ermeni topraklarının geri verilmesini sağlamak olduğunu açıklayan Ermeni teröristlerin dört saatlik eylemi saat 11:05’te sona erer. Büyükelçinin kızı Gülcan Kırca’nın başına silah dayayarak dışarı çıkan teröristler teslim olurlar. Polis binada bomba araması yapmasının ardından Türk görevliler Büyükelçiliğe girerler ve haberleşmenin tekrar sağlanmasıyla Ankara’yı gelişmelerden haberdar ederler. Teröristlerin Büyükelçilik Konutuna büyük hasar verdikleri ve binanın bütün kapılarının büyük kalibreli tüfeklerlerden çıkan dumdum kurşunlarıyla parçalanıp açıldığı görülür.
{ Teröristlerin teslim olmasıyla Coşkun Kırca’ya ulaşılır ve hemen hastaneye kaldırılır. Coşkun Kırca yaklaşık 2 buçuk ay hastanede tedavi görür. Tedavisine Türkiye’de devam etmek isteyen Kırca, 2 Temmuz 1985’te Istanbul’a gider. Kırca’nın adı güvenlik nedeniyle yolcu listesine Mr. King olarak yazılır. Bu ziyaretinde Milliyet Gazetesi’nin sorularını cevaplayan Kırca olayı tüm ayrıntılarıyla anlatır. “O sabah silah sesiyle uyandık. Kanadalı Karım, hemen çocuğun odasına koşup kapıyı kilitledi. Pencereden durumu gördü. Ben pantolonumu giyip pencereden atlamaya karar verdim. Çünkü belli beni arıyorlar. Bulurlarsa öldürecekler. Beni bulamazlarsa, başkalarını öldürmek işlerine gelmez. Kamuoyunda kötü puan olur. Hep buna dikkat ediyorlar. Karıma danıştım. Karım, “başka çare yok, hemen atla” dedi. Atlamak için odama girdim. O sırada merdivenlerde bir hareket oldu. Kapı aralığından baktım, yukarı çıkıyorlar. Ellerinde o tüfekler vardı, tabanca vardı... Banyonun penceresinden atladım. Biraz orası müsaitti. Banyonun kapısını kilitledim. Penceredeki sinek telini açtım... Beyin üstü düşmezsem hayatta kalma ihtimalim var dedim ve çıktım pencereden aşağıya sarktım, kendimi bıraktım. Sağ ayağım daha kuvvetlidir diye sağ ayağımın üzerine düşmeye çalıştım. Nasıl olsa kırılacak ama, belki tahammülü daha fazladır diye... Yer sağ ayakla çarptım ama sırt üstü düştüm... Hiçbir acı duymuyordum. Neresi kırık diye bacağımı, kolumu oynattım. Sağ tarafım kırık, anladım. Ama, acı duymuyordum. Evin köşesinde bir
{
Büyükelçiliğe saldırıyı gerçekleştiren teröristler cumba var. O cumbanın altına geçersem beni görmeleri ihtimali azalacak. Ben bu gayretin, oraya ulaşmanın gayreti içerisindeyken o Kanadalı polis geldi. O civardaymış. Sormuş ne olmuş diye. Söylemişler. Adam bahçe duvarını aştı, atladı geldi. Beni tamamen emniyete çıkararak kendi himayesi altına aldı..... Aslında o polisin beni emniyet altına aldığı yer su içindeydi. Buz gibi. Fakat bu faydalı olmuş.Gerçi çok üşüdüm. Zaten derece sıfırın altında 32 dereceydi. Bir de soğuk su. Ama, bunun da bir faydası oldu, kırıkların ağrısını duymadım...” Türkiye’de bir süre fizik tedavi ve kaplıca tedavisi gören Coşkun Kırca, kısa sürede iyileşerek Ottawa’ya geri döner ve bir yıl daha görev yapar. Büyükelçiliğe yapılan saldırı da ölen Kanadalı güvenlik görevlisi Claude Brunelle Nova Scotia’nın Antigonish şehrindendi. Brunelle’nin ailesine bir şilt verildi, ayrıca adına kurulan öğrenim bursu fonuna yaklaşık 3 bin 500 dolar destek sağlandı. Coşkun Kırca’nın yanında bekleyen polis memuru Micheal Prud’homme’ye ise Büyükelçilikte düzenlenen bir törenle bir adet Yağcıbedir halısı hediye edilir. Saldırıyı gerçekleştiren Ermeni teröristlerin isimleri Kevork
www.canadaturk.ca
11
Marachelian, Ohannes Noubarian ve Rafi Panos Titizian. Her üçü de Kanada vatandaşı olan bu teröristler, saldırıdan önce Montreal’de bir otelde iki gece kalmışlar ve bütün silahlarla tam donandıktan sonra kamyon kiralayarak Ottawa’ya gelmişlerdir. 7-10 Mayıs tarihlerinde Ottawa’da teröristlerin ön duruşması yapıldı. 14-31 Kasım 1986 tarihleri arasında da birinci derecede adam öldürmekten Ontario Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde yargılandılar. Üç terrorist, yargılama sonucu ömür boyu hapse mahkum edildi. Mahkumların kararın bozulmasına ilişkin yaptıkları itiraz ise 21 Mart 1988 yılında red edilerek karar kesinleşti.
Coşkun Kırca 1927 yılında Istanbul’da doğan Coşkun Kırca tanınmış bir politikacı, diplomat ve köşe yazarıydı. Galatasaray Lisesi’ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1950 yılında Dışişlerine giren Kırca, merkezde ve dış kadrolarda on yıl süreyle görev yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilali üzerine henüz 33 yaşında Kurucu Meclis Üyesi olarak Meclis’e girdi. İki dönem CHP’den milletvekili seçilen Kırca, 1970 yılında yeniden Dışişlerine geri döner. Çeşitli yurt dışı görevlerinin ardından 1985 yılında büyükelçi olarak Kanada’ya atandı. 1986 yılında bu görevinden ayrılarak emekli oldu. 1961’den bu yana bütün anayasaların hazırlanmasında önemli görevler alan Kırca, 1991’de DYP’den İstanbul Milletvekili seçildikten sonra Tansu Çiller’in başkanlığında kurulan 51. Hükümet’te Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Kırca, 24 Şubat 2005 tarihinde kalp krizinden hayatını kaybetti.
12
www.canadaturk.ca
EKİM/OCTOBER, 2016
ASIRLIK ÇINARDI Kanada’da yaşayan en yaşlı Türk olarak bilinen Müceddet Teodosiu (Köktürk) aramızdan ayrılalı üç yıl oldu.
Müceddet hanımın 12 Mayıs 1955 tarihinde aldığı Kanada vatandaşlık kartı
1
7 Mayıs 1909’da doğan Müceddet hanım 30 Eylül 2013’te 104 yaşında hayata gözlerini yummuştu. Kendisiyle ilk kez 2007 yılında Toronto’da kaldığı bir bakım evimde tanışmış, 2009 yılında ise aynı bakım evimde 100. yaşgününü sevenleriyle birlikte kutlamıştık. Müceddet hanım ölümünün ardından ABD’nin Boston şehrine yakın Middlesex Country’de bulunan erkek kardeşi ve diğer akrabalarının da yattığı Newton Mezarlığı’na defnedildi. 2007 Temmuz ayında kendisini ziyaret ettiğimizde 98 yaşındaydı Müceddet hanım. Fiziken gayet dinçti ancak işitme zorluğu ve unutkanlık problemi yaşıyordu. Bu yüzden kendisiyle alakalı yazdığımız habere ‘Unutulan bir asırlık ömür’ başlığını atmıştık. İşte 2007 yılında Müceddet hanım ile ilgili Canadatürk’te yayımlanan o haber:
Unutulan bir asırlık ömür Müceddet Teodosiu (Köktürk) 17 Mayıs 1909 doğumlu. Günümüzdeki son Osmanlılardan. Kanada’ya ne zaman geldiği bilinmiyor, ancak vatandaşlığa 12 Mayıs 1955 yılında kabul edilmiş. Kanada’ya ilk gelenlerden ve bilindiği kadarıyla Kanada’daki en yaşlı Türk. Şu anda Toronto’da bir bakımevinde tek başına yaşıyor. Bir asırlık ömründen ise sanki yaşanmamış gibi pek bir şey hatırlamıyor. Toronto’da kaldığı Bakımevinden içeri giriyor ve odasını soruyorum. Akşam yemeği saati olduğu için bir görevlinin yardımıyla kendisini yemekhanede buluyorum. Öncelikle kendimi tanıtıyorum. Ancak tepki alamıyorum. Bunun üzerine görevli çok az işittiğini söylüyor ve yüzünü adeta yüzüne değdirerek yüksek sesle ve dudak hareketlerine de dikkat ederek beni tanıtıyor. Bu defa kim olduğumu anlıyor ve seviniyor. Beraber odasına geçiyoruz. Yürüteç yardımı ile de olsa kendi başına yürüyebiliyor. Kendisi ile söyleşi yapacağımı belirtiyorum ancak işitme zorluğu yaşadığı için pek anlaşamıyoruz. Hayatını anlat diyorum ancak unutkanlık sorunu yaşadığı
Müceddet hanım için kaldığı Bakımevinde 2009 yılında düzenlenen 100. yaşgünü partisinden...
için de kendisiyle ve geçmişiyle ilgili birşey hatırlamıyor. Hayıflanarak “hiçbir şey hatırlamıyorum, bu gidişle çok yakında kendimi bile bilmeden yatağa bağlanacağım” diyor. Benden daha sonra gelmemi, bu süre zarfında çekmeceleri karıştırıp geçmişi hakkında biraz bilgi toplamak istediğini söylüyor. İki gün sonra tekrar geleceğimi belirtiyor ve ayrılıyorum. Sözleştiğimiz gibi iki gün sonra yine kendisini ziyaret ediyorum. Uzun zamandır da hiç ziyaretçisinin olmadığını belirterek bana doyasıya sarılıyor. Unutkanlığından ismimi, kim olduğumu, evli olup olmadığımı, çocuklarımın olup olmadığını, yaşımı, mesleğimi vs. tekrar tekrar soruyor. Elinden ayırmadığı çantasını açarak içinden değişik kağıtlar çıkarıyor. Belki burda benim hakkımda öğrenebileceğin birşeyler vardır diyor. Çantayı alıyor ve içindekilere tek tek bakıyorum. Çoğunluğu ABD’da yaşayan kardeşi Alev Köktürk ve onun çocuklarından gelen kartlar, kaldığı bakımevi ile ilgili remi evraklardan oluşuyor. Ne pasaportu, ne de bir kimlik belgesi var. Herşeyim kayboldu gitti diyor. Çantasından kimlik adına sadece vatandaşlık kimliğinin ve evlenme cüzdanının birkaç sayfa fotokopisi çıkıyor. Ne zaman Kanada’ya geldiğini hatırlamayan Müceddet Teodosiu, 12 Mayıs 1955 tarihinde Kanada vatandaşı olmuş. Doğum tarihi ise 17 Mayıs 1909. Evlenme cüzdanında yazan tam ismi ise Hanife Nesibe Müceddet Köktürk. Kocası Romanya doğumlu bir pilot olan Constantin Teodosiu. Anlatılanlara göre birinci dünya savaşında uçağıyla birlikte Mısır’a kaçarken İzmir’e acil iniş yapmak zorunda kalmış. Türkiye’ye yerleşen Teodosiu, öğretmenlik yapan Müceddet hanım ile tanışır. Kocasının ismini dahi hatırlamayan Müceddet hanım, tanışmalarını ise bütün kareleri ile
Müceddet hanım ile ilgili bir haberin yer aldığı 03.07.1944 tarihli Cumhuriyet gazetesi küpürü
anlatıyor. Oturdukları binadaki bir Macar kiracı doğum yapınca evine ziyarete gitmiş. O evde misafir olarak bulunan eşiyle orda tanışmışlar. Sonrası ise evlilik. Evliliklerinden çocukları olmamış. Evlilik cüzdanında doğum yeri olarak İstanbul yazmasına rağmen o doğum yerini Rumeli olarak ifade ediyor. Babası Osmanlı subaylarındanmış. Ömrünün ilk 14 yılını Osmanlı Devleti zamanında geçirmesine rağmen o günlerden hatırında kalan fazla birşey yok. Sadece padişahımız vardı diyor. Kendisini zorluyor ve Çanakkale Savaşı zamanında annesinin çektiği zorluklardan, yaşadıkları korkulardan bahsediyor. Atatürk’ten ise gururla sözediyor. Kendisi ile tanışmadığını ancak öğrenci iken Meclis’in ününde yapılan geçit törenlerinde Atatürk’ü çok defa selamladığını söylüyor. Nasıl biriydi? soruma ise “sarışın, mavi gözlü, uzun boylu idi” cevabını veriyor ve ‘büyük insandı’ diyor. Zaten duyma probleminden dolayı çok zor anlaştığımızdan Atatürk öyle uzun boylu falan değildi diye itiraz etmiyorum. Atatürk’ü sağlığında görmüş babaannem de uzun boylu olduğunu söylerdi. Atatürk öldüğünde günlerce ağladım diyor. Cenazesine de bizzat katılmış. Müceddet Teodosiu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ev idaresi tahsili yapan ilk kişisi. 1944 tarihli Cumhuriyet gazetesi Müceddet hanım ile ilgili yer verdiği bir haberde şu ifadelere yer verir. “İsmetpaşa Kız Enstitüsü’nden mezun olarak Maarif Vekaleti hesabına Avrupa’ya yollanmış, Viyana’da Hauswirtschaft Liche Fraw, Berlin’de Hess Schule wien ve Staat Liche Bernfs Pedagosisdes Enstitü’yü ikmal ederek memleketine dönmüştür. Bayan Müceddet ev idaresi tahsil eden ilk Türk kızıdır. Tayin edildiği İsmetpaşa Kız Enstitüsü ev idareciliği hocalığında kendisine muvaffakiyetler dileriz.” Müceddet hanımın 1944 yılında
basılan 127 sayfalık “Ev Kadınının Pasta-Reçel-Likör-Bonbon-BolDondurma ve Konserve El Kitabı” adında bir yemek kitabı bulunuyor. Constantin Teodosiu ile evlenen Müceddet hanım, öğretmenliği bırakarak eşi ile birlikte Kanada’ya gelir. Geliş tarihi yukarıda belirttiğimiz gibi bilinmiyor. Kocası çeşitli ofis işlerinde çalışır. Kendi çalışma hayatından tek hatırladığı Toronto’da General Hospital’da görev yaptığı. Kanada’ya geldikten sonra kardeşlerini de Kanada’ya aldırmış. Muammer ve Necdet adındaki iki kardeşi Kanada’da vefat etmiş. Atatürk döneminin ilk kadın hakimi olan ablası da hayatta değil. Ancak onun nerde vefat ettiğini hatırlamıyor. Anne babası Boston’da vefat etmiş ve oraya gömülmüşler. Kardeşleri arasında sadece Boston’da bulunan en küçükleri Alev Köktürk hayatta.* Kanada’ya gelen ilk Türkler’den sayılan Müceddet hanım, “o yıllarda Kanada’da kurumlar yoktu ama birkaç Türk vardı. Kocam ecnebi idi, işi de ağırdı, onun için aramızda pek git gel olmazdı” diyor. Müceddet Hanım çok iyi birisiydi dediği kocasını 2003 yılında kaybetmiş. Ayrı bakımevlerinde kaldıkları için sadece hasta iken kocasını görebilmiş. Cenazesine katılamamış, mezarının nerde olduğunu dahi bilmiyor. “Kocasız, bakım evinde, yabancılar içinde olmuyor” diyor Son Osmanlılardan, Kanada’da bilinen en yaşlı Türk bir asırlık ömrünün çok az kısmını hatırlıyor. Fazla belli etmese de halinden mutlu değil. Tek başına, kendi deyimiyle ecnebilerin içinde ömrünün son demini bir huzurevinde yalnız başına geçiriyor.’ 30 Eylül 2013’te 104 yaşında aramızdan ayrılan Müceddet Teodosiu (Köktürk)’ü ölümünün üçüncü yıldönümünde rahmetle anıyoruz. *Müceddet hanımın ABD’de yaşayan erkek kardeşi Alev Köktürk, kendisinden 9 ay önce 25 Ocak 2013’te vefat etti ve o da Newton Mezarlığı’na defnedildi.
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
13
14
www.canadaturk.ca
{
{
EKİM/OCTOBER, 2016
SON BAŞVURU TARİHİ: 30
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
KASIM
{
{
www.canadaturk.ca
15
16
{
www.canadaturk.ca
{
FRUITERIE ERMIS Günlük taze meyve ve sebzeler Türk gıda ürünleri Tel: 514 329-2220 3257 Henri Bourassa E. Coin (corner) St-Michel, Montreal, QC H1H 1H3
EKİM/OCTOBER, 2016
{
EKİM/OCTOBER, 2016
{
FRUITERIE ERMIS Günlük taze meyve ve sebzeler Türk gıda ürünleri Tel: 514 329-2220 3257 Henri Bourassa E. Coin (corner) St-Michel, Montreal, QC H1H 1H3
www.canadaturk.ca
17
18
www.canadaturk.ca
{
{
EKİM/OCTOBER, 2016
İlyas Salman Canadatürk Arşivi
EKİM/OCTOBER, 2016
T
{
{
www.canadaturk.ca
19
Eskimo Evi: Igloo
amamı kar ve buzdan oluşan bir evin insanı ısıtması söz konusu olabilir mi? Eskimolar ilk olarak 3 bin yıl önce inşa ettikleri ‘Igloo!’larla bunun mümkün olduğunu gösterdi. Kuzey Yarım Küre’de yaşayan Eskimolar evlerini binlerce yıldan beri süregelen geleneksel yöntemlere göre yapıyor. Sayıları 170 bin civarinda olan Eskimolar aslında iki farklı gruba ayrılıyor. Bunlardan ilki Kanada ve Greenland’de yaşayan Inuitler, diğerleri ise Batı Alaska ve Kuzey Doğu Rusya’da yaşayan Yupikler. Rivayete göre igloo ilk olarak avlanmak için evlerinden uzaklara gitmek zorunda kalan ‘Inuit’ler tarafından icat edildi. İcat ediliş şekilleri ise oldukça ilginç. Inuitler, MÖ 3 bin yıllarında asıl memleketleri olan Asya’dan donmuş Bering Boğazı’nı kullanarak Alaska’ya geldi. Bölgeyi tanımayan halk ilk önceleri hayvan derisinden yapılma çadırlarda hayatta kalmaya çalıştı. Ancak eksi 50 dereceye inen hava sıcaklıkları ve güçlü kutup fırtınaları Inuitlerin nüfusunu yok olma noktasına getirdi. Ancak onları hayatta tutan ve bugüne kadar gelmelerini sağlayan ise yine hayatta kalma mücadeleleri ve igloolar oldu. Anlatılanlara göre geriye kalan az sayıdaki Inuitli için ava giden bir grup avcı, ansızın bastıran tipiyle ölüm kalım savaşına girdi. Tipiden kurtulmak isteyen Inuitli avcılar kendilerine sığınacak bir yer
aradı. Ancak uçsuz bucaksız kutup düzlüklerinde böyle bir sığınak bulmak imkansızdı. Avcılar son çareyi rüzgarın bir buzulun yanına yığdığı kar birikintisini mağara gibi oyarak içerisine sığınmakta buldu. Mağaranın tamamen donup içerisinde hapis kalmamak için ise avcılar mağaranın girişine küçük bir tünel inşa etti. Sabah kalktıklarında mağaranın kendilerini kar fırtınasından koruduğu gibi sıcak tuttuğunu da fark ettiler. Böylece insanoğlunun en orijinal tasarımlarından biri olan igloo doğmuş oldu. Igloonun keşfi, Inuitli avcıların hayatta kalmasını sağladığı gibi Inuit halkını da yeniden hayata döndürdü. Yıllar sonra, 1912’de kutup bölgesine araştırma gezisi düzenleyen ünlü Danimarkalı kaşif Knud Rasmussen de kamp kurulacağı zaman çadır yerine daima igloolarda yatmayı tercih etti. Bunun başlıca nedeni ise iglooların sıcaklığı çok daha iyi muhafaza ediyor olması. Rasmussen yaptığı araştırmada, igloo dışında sıcaklığın fırtına nedeniyle eksi 46 dereceye düştüğü bir anda igloo içerisindeki ısının zemin seviyesinde artı dört derece seviyesinde olduğunu gördü. Hatta yapı içerisinde bulunan insanların vücut ısısı nedeniyle bu mekan sıcaklığı 3-4 saat içerisinde 16-17 dereceye kadar bile yükseldi. Iglooların avantajı bununla da sınırlı değil. 3 bin yıllık igloonun en modern çadıra göre bile hala
ulaşılamayan başka özellikleri de var. Bunların başında dayanıklılık geliyor. Birçok çadır hızları zaman zaman saatte 100-150 kilometreye varan fırtınalara dayanamayıp uçarken, Iglolar bu tür fırtınalara karşı yüzde yüz korunma sağlıyor. Bunun başlıca nedeni Igloların sahip oldukları yarım küre şeklindeki tasarımları. Rüzgar hangi yönden eserse essin yapı üzerinde güç uygulayamadan igloonun duvarlarını yalayıp gidiyor. Yapı duvarlarını güçlü kılan bir diğer özellik de, yine Inuitlerin buluşundan kaynaklanıyor. Avcıların icadı olan iglooları kısa sürede hayatlarına katan Inuitler, çadırdaki alışkanlıklarını bu yeni yapı içerisinde de uygulamaya başladı. Bu alışkanlıkların başında ise igloo içerisinde ateş yakmak geliyordu. Peki kardan bir yapı içerisinde ateş yakmak Igloyu eritmez miydi? Tam tersine Inuitler yanan ateşle birlikte duvarların iç kısmında bir miktar erimenin oluştuğunu ancak ateşin sönmesiyle birlikte donan bu tabakanın dayanıklı bir sıva gibi yapıyı çok daha sağlamlaştırdığını gördü. Öyle ki bu şekilde buzlu sıvayla kaplı igloolar, sıcaklığın artı derecelere çıktığı çok az sayıdaki güneşli yaz döneminde bile ayakta kalıyor. Ancak tüm bu özelliklerine karşın igloolar da teknolojinin kurbanı olmaya başladı. Sayıları 170 bin civarında olan Kuzeyli Eskimo halkı, artık dedelerinin icadı olan igloolar yerine giderek modern çağın beton veya prefabrik evlerini tercih ediyor.
Igloo nasıl yapılır? -Igloo için en uygun kar rüzgarın dondurduğu ve buz kristallerinin en güçlü olduğu kar tipidir. -Bu kar tipi üzerine ayakla basıldığında ayağın çok az batmasıyla kendini belli eder. -Temel için 2.5 metre çapında bir zemin belirlenir. -Ardından bu zemin üzerindeki kar ezilir ve düzlenir. -60 cm boy 30 cm yüksek ve 40 cm eninde kar tuğlalar kesilir -Kesilen tuğlalar 20 dakika bekletilerek donmaları sağlanır. -Bu tuğlaların bir yüzü tam düz değil biraz eğimli kesilir. -Böylece duvarlar yükseldikçe yukarıya doğru tavan kapanmaya başlar -Igloonun kapısı rüzgarın aksi yönüne yapılır Eğer bölge rüzgarlıysa bir metre uzunluğunda bir giriş tüneli yapılır -Igloo içerisinde yatılacak bölme giriş tünelinin üzerinde tutulur -Böylece içerideki sıcak hava dışarıya çıkamaz -Buz tuğlaların arası karla sıkıca kapatılır Ardından igloo içerisinde ateş yakılır duvardaki kar ve buzun biraz erimesiyle birlikte ateş söndürülür -Böylece iç kısım duvarların buzla kaplanması sağlanır -Bu yapıyı çok dayanıklı hale getirir. -Eğer bölgede su varsa yapının dış yüzeyine de su dökülerek buzla kaplanması sağlanır -Böylece yapı ne fırtına ne de kutup ayılarının darbeleri sonucu yıkılmaz hale gelir.
20
www.canadaturk.ca
{
{
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
EKİM/OCTOBER, 2016
K
anadalılar en çok ruh, insan ve kalpten soruyorlar. İnsanlık aleminin cevaplamada aciz kaldığı sorular bunlar.” Köşemi bu ay “Kalb ve Ruh Ufku”nda, “Beyan Kahraman”ına bıraktım. Cevap: “Ruh, bir müşahit, gönül onun özel temaşagâhı; ruh Hakk‟a yaklaşma yolunda bir atlet, gönül onun en hayatî dinamosu; ruh bir seyyah, gönül onu hedefe ulaştıran bir rehber; hattâ canın Cânan‟la keyfiyetler ve kemmiyetler üstü müşterek bir halvethânesidir. Bu itibarla da, eğer insan sonsuza yönelecekse önce gönül kapısına yönelmeli, oturupkalkıp sürekli gönül hikâyeleri söylemeli, gönül insanlarıyla içli-dışlı olmalı ve ruhuna gönlünün kanatlarından tüyler takmalıdır ki, fizikî dünyanın çekim ve sürtünme gibi engellerine takılıp yollarda kalmasın. Sonsuzluk yolunda gönül, insanın kolu-kanadı ve enerjisini ötelerden alan bir dinamosudur. Gönlün gücünü yanına alan ve onun rehberliğinde gökyolculuğuna açılan kimseler, kat’iyen bir başka vasıtaya ihtiyaç hissetmezler; hissetmez ve seyahatlarini hep rûhânîlerle atbaşı götürürler. Yorulmadan arş semtine koşan işte bu ruhlar, büyük ölçüde ten kaygılarından sıyrılmış gönül şehsuvarlarıdırlar. Onların kanat çırptıkları aynı noktalarda, sürekli melek kanatlarının sesleri duyulur. (...) Gönlün yüzündeki peçenin sıyrılıp kalb gözünün sonsuza uyanması tamamen zamana ve zaman içinde de aktif sabra bağlıdır. Zamanı değerlendirip bu sabrı gösterenlerin gönül gözleri, bugün olmasa da yarın mutlaka açılacağından ve bunların lisanlarının zamanla bir beyan çağlayanı haline geleceğinden şüphe edilmemelidir. Evet gün gelip de bunların kalbleri ulaştıkları ufkun nurlarıyla aydınlanıp dillerinin de bağı çözülünce, çevrelerine başları döndüren ne sihirli besteler ne sihirli besteler sunarlar..! Gönül ilahî sırlara açık öyle bir ufuktur ki, o ufkun iki adım ötesinde hemen her zaman meleklerin “hay-huy”u ve rûhânîlerin kanat sesleri duyulur. Böyle bir sır burcuna erenler için “Sidre” ile “Kâbe” iç içe bir vahit haline gelir.. “Ravza” “Firdevs”e örtü olur.. “Evvel” “Âhir»in rengini alır..”Zâhir” “Bâtın”ın boyasına
{
{
Ruh, insan ve kalbin devrimi! boyanır.. hisler dehşete düşer.. ruh hayretler yaşar.. beyan bir adım geriye çekilir.. gönül can diliyle konuşmaya durur.. ve her şey sonsuzun büyüsü ile büyülenir. (…) İstenmeyen şeyler, iki adım ötede bizi bırakıp gidecek şeylerdir. İstenen ise, her zaman gönül ufkunda temâşâ edilen Cânan‟dır. Kalb zirvelerine yükselip can gözüyle O‟nu temâşâ edenler, her şeyi bulmuş ve kurtulmuş sayılırlar. Böyle bir rasat noktasından habersiz yaşayanlar ise, ebediyyen hasret ve hicran içinde inler dururlar. Böyle bir şâhikaya yükselmenin yolu ise, biyolojik hayat çeperinden sıyrılarak kalb ve ruhun hayat mertebelerine yönelmeye bağlıdır. Bu yolun en hızlı ve amûdî (dikey) yükselme vasıtaları ise iman, tevhid ve marifetullah hakikatlerine karşı sürekli açık durmaktır” Gazeteci Eyüp Can’ın Zaman Gazetesi’nde Ağustos, 1995’de yayınlanan Ufuk Turu’nda yazının başındaki sorulara net cevaplar verildi, uzun bir alıntı daha yapalım: “İslam›ın ruhi hayatı, sahabe yaklaşımıyla ancak ele alınabilir. İmam Rabbani der ki; ‘Biz sahabe mesleğini ihya ediyoruz...’ Gerçek sahabe mesleğinin ihyasını ise Bediüzzaman’da çok bariz görmek mümkündür. Şimdi böyle bir tecdit
hareketinin, İslam›ın ruhi hayatından uzak olması, düşünülemez. Geceleri ruhban yaşayan sahabilerin, enfüsi hayatlarına karşı kapalı kalmak mümkün mü? Üstad Said Nursi’nin Risale–i Nur eseri sıkılsa, İslam›ın ruhi hayatı veya tasavvuf gerçeğinin damladığına şahit olursunuz. Yanlışlık tarikat ile tasavvufun karıştırılmasından kaynaklanıyor. Tasavvuf İslam›ın ruhi hayatıdır. Tarikata gelince, o ruhi hayatın temsili ve yaşanması mevzuunda, belli şahıslar tarafından kurulan sistemdir, ekoldür. Tarikatın her zaman tenkidi yapılabilir. Nitekim Kadiriler derler ki ‘ cehrî, gürül gürül okumak Nakşinin hafisinden daha iyidir.’ Her şeyi hafaya sarmalayan Nakşiler de derler ki; ‘Madem mesele kalble oluyor, öyleyse bu işi bağırıp çağırmayla ilan-ı ifadeye lüzum yok’ derler... Ve bu farklılıklar da hiç yadırganmaz. Üstad Nurlarda o sinyali vermiş, işarette bulunmuştur... Said Nursi, insan olmanın sırrını vermiştir, aksi taktirde kalbi bir devrim yapılamaz. Ne diyor: ‘Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir’ der mesela. Remizlerde, kalbin ve ruhun derece-i hayatıyla alakalı şeylere işaretlerde bulunmuştur. Kaldı ki aynı
www.canadaturk.ca
21
zamanda Telvihat‟ta tarikatın varidatına da işaretlerde bulunmuş. (Dokuzuncu Telvih) Vartalara parmak basması, (Sekizci Telvih) bu işin karşısında olduğu anlamına gelmez. Her müessesenin vartası olur, tehlikesi olur. Medresenin vartası vardır, mektebin vartası vardır. Onlar yanlış yaparlar. Biri ulûm-u zahireyi her şeyin önüne çıkarır, diğeri ulûm-u batıneyi her şeyin önüne çıkarır. Bediüzzaman’ın, arızalı yanlarının üzerinde durması, gidermeye çalışması, esas müesseseye karşı olduğunu göstermez. Değişik tarikatlar Peygamberimizin hayatını, iç âlemini, ledünniyatını kendi yorumlarıyla yaşamaya çalışırlar. Bir nevi mezhepler de böyledir. Farklılıklardan, farklı yorumlar çıkmıştır. Kalbin Zümrüt Tepeleri de, din-i mübini İslam›a hizmet adına, böyle bir yorum ortaya koyuyor. Buna karşı çıkmak, esas dinin ruhundaki sünnî yorumlara açık olma esprisini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Bu eser, ancak Risale Nur’un ruhuyla telif edilebilir. Hz. Bediüzzaman’ın gösterdiği hedefe ulaşma adına, bir yol teşkil edilebilir. Çünkü belli bir dönemden sonra, Lahikalar’ında işaret ettiği gibi; ‘Azami zühd, azami takva, ihlas, velayet nedir?’ Umumi mânâda herkes velidir. İbadet u taatını yapan, masiyetten içtinab eden Allah’ın dostudur. Bu devirde eğer velayete talip olunacaksa şayet, insanın kalbini işlettirmesi, bir yönüyle ruhunda kalbi devrim gerekir. Biraz da kalbi ve ruhu ile, ayaklarıyla yürüdüğü kadar, yürümesi gerekir. İnsan olduğu yerde kalmamalıdır. İnsan–ı kâmil olma cehdini göstermelidir. Ortaya koymalıdır. İnsan fıtratının gayesi, hilkatin neticesi, iman–ı billah, marifetullah gibi kavramlar tasavvufa müracaat etmeden izah edilemez. Muhabbetullah nedir? Zevk-i ruhani nedir? Tasavvuftaki yaklaşımlarla meseleyi ele almazsanız izah edemezsiniz. Bediüzzaman Sözler kitabının 32. sözünde; ‘Felek mest, kamer mest, nücum mest...’ derken, Vedûd ismine mazhariyetin gereği olarak, mestleri, sermestleri anlatırken, neden bahsediyor acaba? Meselenin suyunu, yağını, kaymağını alarak, kupkuru hale getirmek, zahirilerin İslam dinini kurutmaları gibi olmaz mı? Veya tekkelerde, zaviyelerde ona ait gerçek varidatı görmezlikten gelerek, ulaşılması gerekli olan zirvelere bütün bütün kapanarak, menkıbe söyleyerek, menkıbelerle teselli olarak nereye varılabilir? Gönül yolunda yürüyenler karanlık bilmez; gönlüyle kanatlananlar bir şeye takılıp kalmaz. Bütün insanî değerler gönül yamaçlarında boy atıp gelişmiştir. İman, aşk, ruhanî zevkler bütünüyle gönül bahçesinin meyveleridir. Gönül dünyâsında çölleşmiş insanların; duygu, düşünce, muhakeme ve ilim anlayışında da kuruyup gitmeleri mukadder ve kaçınılmazdır. Mantık, gönlün vesayetine girip onun kapıkulu olduğu çağlarda ruhsal kalbi devrim yapar insanoğlu. Bu itibarladır ki, şimdilerde, her zamankinden daha ziyade gönül hikâyeleri dinlemeye muhtaç olduğumuzun idraki içindeyiz ve onlarda Hazreti Mesih’in soluklarının dirilticiliğini görüyoruz. Gönül; Hakk’ın inâyetiyle, insanlık özünün birleşmesinden doğmuştur. Bu itibarladır ki, üzerinde Sultan mühürü bulunan kalb, hem ruhânî hem de cismânî âlemlerle iç içedir. İnsanın derinlik ve iç-dış güzelliği onun gönül hayatının ayrı ayrı boyutlarıdır. Kalbin sözü dimağa ulaşınca beynin çerağı tutuşur ve insan benliği güneşin taç tabakası gibi aydınlanır. Ruh, yüzünü tam gönül bahçesine çevirdiği bu esnada, duygular, benlik dört bir yandan aşk ateşiyle sarılıyor.”
22
www.canadaturk.ca
{
{
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
{
EKİM/OCTOBER, 2016
{
www.canadaturk.ca
23
EMLAK KÖŞESİ HAKAN ERKAN matt@erkan.ca
Airbnb üzerine...
Airbnb,insanların internet üzerinden kendi evlerini kısa süreli dönemlerde kiraya verebildikleri veya seyahat edenlerin düsük fiyatla konaklayacak yer bulabildikleri popüler bir sistemdir. Tabi bu durumdan otelcilerin pek hoşnut olmadığı kesindir. Airbnb sistemi Ontario da kanunlara aykırı mı? Ontario’da kısa dönem ev kiralamayı engelleyecek herhangi bir kanun yoktur. Ancak dikkat edilmesi gereken bazı konular vardır. Bir çok condo, kendi kuralları gereği 6 aydan kısa süreli kiralamaya güvenlik sebebiyle izin vermemektedir. Kurallara uyulmaması durumunda,
condo yönetimi tarafindan dava durumu oluşabilir. Diğer bir konu ise, kiracılarının, kendi ev sahiplerinden izin almadan evlerini Airbnb müşterilerine kiraya vermeleridir ki, burada ihlal edilen konu Ontario Kira Kanunu’dur. Ayrıca Airbnb yapan kiracıların ev sahiplerine kendi ödedikleri kiradan daha yüksek fiyata sublet etmeleri yani başkalarına kiralamaları kanunlara aykırıdır. Başka bir konu da evin sigortalanması konusudur. Eğer, Airbnb müşterisi evdeyken bir hasar oluşursa, sigorta şirketi ödemeyi kapşam dışı bırakabilir. *Hakan Erkan (Member of Toronto Real Estate Board)
CANADATÜRK SATIŞ NOKTALARI Canadatürk gazetesini aşağıdaki adreslerde bulabilirsiniz... TORONTO Accurate Accounting 450 Wilson Ave. Unit 2 416 638-0700 Adonis (Scarborough) 20 Ashtonbee Rd. 416 642-1515 İstanbul Kebab & Doner 2762 Keele St. 647 748-6363 Can-Turk İpek Mobilya 1179 Finch Ave W. Suite #13 416 736-4473 Chef 47 879 Wilson Ave. 647 430-2178
Dr. R.N. Sezer & Associates 1273 Broadway Ave. 416 429-3317
Nile Academy Erkek L. 135 Plunkett Rd. 416-285-0115
Sunny Foodmart 1- 747 Don Mills Rd. Unit 60 2- 1620 Albion Rd.
Eren’s Hair Salon 893 Wilson Ave 416-638-1530
Nile Academy İlköğretim & Kız Lisesi 5 Blue Haven Crst. 647 748 6453
Tamam’s Restaurant 2180 Steeles Ave. W. Unit 6 905-760-8690
Kanada Sufi Kültür Merkezi 270 Birmingham St.
Nile Academy Erkek Yurdu 265 Queens Dr.
Koza Grill 6464 Yonge St #164A, 647 350-9393
Nuri Sansarlıoğlu 754 Wilson Ave. 647 343-6113
Mustafa Turkish Pizza 866 Wilson Ave. 416 631-0300
Pizza Pide 949 Gerrard St. E. 416 462-9666
Narin Pastanesi 881 Wilson Ave. 416 631-7500
Polat Auto Services 14 Sable St. 416 630-1444
Tasteco Supermarket 62 Birchmount Rd #18 416 690-0081 MISSISSAUGA
Real Canadian Superstore 3050 Argentia Rd. 905 785-8928 Tahsin Meat Products 755 Queens Way E. Unit 16 905 272-1300 MONTREAL Anadolu Kültür Merkezi 11280, av Jules-Dorion 514 852-2223
Adonis (Missisauga) 1240 Eglinton Ave W.
Antep Baklava 5098 Jarry Est 514 419-8758
Beyti Kebab 1650 Dundas Street East 905 848-2590
Çiçek Pastanesi 3656 rue Fluery E. 514303-5361
Master Delight 7033 Telford Way Unit 2&3 905-671-9229
Efes Pastanesi 689, Rue Saint-Roch 514 495-6535
Marash Café 2019 Rue Lapierre 514 363-3555 Marche Ayder 3791 Willeray (514) 722-1835 Turquoise Pide 3662 Rue Fluery Est 514 903-9571 OTTAWA Anadolu Kültür Merkezi 335 Michael Cowpland Dr. 613 829-7787 EDMONTON Nebula Academy & Anadolu Kültür Merkezi 12023 81 St. 780 761-0250
24
{
www.canadaturk.ca
{
EKİM/OCTOBER, 2016
Kanada’ya gelin gelenler
E
skiden Almanya’ya gelin gitmek moda idi, Şimdilerde moda Kanada. Kanada’ya gelecek gelinin hayal kırıklığı yaşamaması için damatlara çok görev düşüyor. Öncelikle gelinin karşılaşacağı Kanada’nın resmini çok iyi çizmek ve geline anlatmak gerekli. Bu resmi çizerken yardımcı olması amacıyla öncelikle gerçekleri ortaya koymak lazım. Nedir bunlar derseniz: • Master yapma hayali ile Kanada’ya geliyorsun ama ancak çocuk masterı yapabilirsin. Yani çoluk cocuğa kavuşacaksın bu işi unut. 40’ından sonra heves edersen o başka. • Ayda 3 bin dolar kazanıyorum dedim ama Kanada’da bu para ile ancak kira ödersin. • Pembe panjurlu, yedi odalı evde kalacağız dedim ama, tek odalı bir yer bize çok gelir, bachelor mı tutsak ne dersin? • Eşyanın en kralını alacağız dedim ama ne gereği var, bir koltuk bir yatak fazla, zaten evimizi alacağız eskimesinler şimdiden. • Ev alacağız dedim ama bunun için en az bir yedi sene beklememiz gerekiyor. • Sana 2012 model arabam var dedim ama bu arabanın Kanada’daki değeri en fazla 3-5 bin dolar.
H
• Büyük işler yapıyorum dedim ama işçiyim. Fabrika sahibi ya da müteahhitim zannetme. • Çok geniş bir çevrem var dedim ama girip çıkacağın ev sayısı üçü geçmez. Yalnızlığa hazır ol. • Her yaz anne babanı görmeye Türkiye’ye gidersin dedim ama aslında bu beş senede bir olacak bir şey. • Kanada’da kuaföre düzenli gidersin dedim ama belli olmaz ben de saçını kesebilir, boyayabilirim. Istersen beş yılda bir geldiğinde saçını Türkiye’de yaptırırsın. Niye saçların süpürge olmuş diye soran çıkarsa Kanada’da doğru düzgün kuaför yok dersin. • Sears’ı var, The Bay’i var, her türlü kıyafeti Kanada’da bulabilirsin, her istediğini alabilirsin dedim ama istersen önce Goodwill’e ve The Thrift Store’a bakarsın. En azından bir süreliğine. • Canın ne zaman dilerse ailene hediye gönderebilirsin dedim ama bak ben de göndermiyorum. İyisi mi ne sen gönder ne de ben , iki tarafın altından kalkamayız. • En az ayda bir defa tiyatroya, haftada bir sinemaya gideriz demiştim ama kütüphaneden DVD almak daha mantıklı. • Kışın kayak yaparız, yazın golf oynarız demiştim ama kışın hava soğuk, alışveriş merkezlerine takılalım üşütmeyelim, yazın da parkta mangal yapalım daha iyi gider. ... Listeyi daha da uzatmak mümkün. Cicim aylarının yaşandığı döneme de rastlasa ilk başlarda biraz sıkıntı verir bu saydıklarım ama zamanla gelinler de alışır yeni hayatlarına. Sonra bir bakarsın gözlerde iri güneş gözlükleri, altlarında en lüksünden bir SUV, elllerinde Starbucks’tan Caffè Vanilla Frappuccino…
Kanada Kraliyet Atlı Polisi - Royal Canadian Mounted Police (RCMP) Kanada’nın ilk başbakanı John Sir John Alexander Macdonald’ın talimatıyla Batı Bölgesinde yerlilerle Amerika’lılar arasındaki kaçak içki ticaretiyle mücadele etmek amacıyla NWMP (North West Mounted Police) adıyla 1873 yılında bir polis teşkilatı kurulduğunu, bu polis teşkilatının kurulmasında İrlanda Polis Teşkilatı’nın örnek alındığını, 1882 yılında NWMP’nin merkezi olarak Regina’nın seçildiğini, 1904 yılında İngiltere Kralı VII. Edward tarafından polis teşkilatına Royal ünvanı verildiğini, bu ünvanla Royal North West Mounted Police adını alan teşkilatın
1868 yılında Ottawa’da Parlamento binalarının güvenliği için kurulan ve 1911’den sonra da Kanada’nın Doğu Bölgesinin polis teşkilatı olarak görev yapan Dominion Police ile birleştiğini ve RCMP yani Royal Canadian Mounted Police adını aldığını ve merkezinin Regina’dan Ottawa’ya taşındığını biliyor muydunuz?
16’daki çengel bulmacanın çözümü
17’deki çengel bulmacanın çözümü
RCMP polis arabası
Kanepe nesli
er erkek gibi ben de televizyon karşısında uyumayı, odamda yatakta uyumaya tercih edenlerdenim. Bazen eşimin ‘bu yatağa niye bu kadar para verdik, yatmıyorsan geri verelim’ diyerek çıkışmasına rağmen yine de bu alışkanlıktan vazgeçmek kolay değil. Ne de olsa kanepe neslindeniz. Kanepeler de genelde oturma odasında olurdu. Doğalgaz olmadığından yalnız bu oturma odası ısıtılır, genelde evin erkek çocukları da bu nedenle bu odada yatardı. Gerçi, kimi ailelerin çocuklarının tohumlarını yine sıcacık olduğu için
bu odalarda, kanepe üzerinde attığını belirtmeye gerek yok sanırım. Bunu da dikkate alırsak kanepe neslinin ne demek olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Kanada’da Türkiye’den gelen kanepeleri saymazsak kanepe kültürü olmadığına ve kanepenin yerini futon aldığına göre burda büyüyen nesile de futon nesli desek pek yanlış olmaz. İşte böyle kenepe üzerinde tohumu atılan, televizyon odasındaki kanepeyi kendine yatak yapan bir neslin evlendikten sonra eski alışkanlıklarını bırakması diye birşey söz konusu olabilir mi?
Denize karşı yan gelip yatmak 25 yaşlarında birisi Akdenize karşı yatmış güneşleniyordu. Yanına yaklaşan birazca ihtiyar bir başkası “niye böyle tembel tembel yatıyorsun” diye çıkışmış. - ‘E ne yapacağım,’ diye söylenmiş genç olan. -‘Şu denizi görüyor musun,’ diye başlamış öbürü ve devam etmiş: ‘Şu deniz balık kaynıyor, balıkta iyi para ediyor. Güneşlenene kadar al bir olta at denize. Yakaladığın balıkları sat. Sattıkça kazandığın parayla git bir kayık al. Denize açıl daha çok balık tut. Daha fazla balık tutup daha fazla para yapınca büyük bir tekne al. Uluslararası sulara açıl. Çok para kazan, yaşlanınca ayaklarını denize karşı uzatır, rahat edersin.’ Gözlerini açmakta zorlanan genç adam,
git başımdan der gibi başını sallamış ve cevap vermiş: -‘Zaten ben şu anda onu yapıyorum. Niye ihtiyarlayıncaya kadar çalışayım ki…”
Anderin gaybanasi Afkurmak, ander kalsın, anderin gaybanası, gadanı alırsın, ye de çorlan, haçan gibi Karadeniz’e özgü ifadeleri uzun zamandır kullanmadığımı farkettim. Demek anderin kaybanası Kanada bozdu beni de. Yiyip içip çorlanıyoruz bu memlekette ama kültürümüzü unutturuyor ya ander kalsın. Haçan verdiğinden çok almıyor mu, afkuranlara kepçe ile bize sıra gelince gadani alırsın.
{
EKİM/OCTOBER, 2016
K
Dumur anları
anada’ya henüz yeni gelmiştik. Öyle zırt pırt haklı da olsan haksız da olsan sorry demesini bilmediğimiz zamanlardı. Bir gün bir alışveriş merkezinde kendi halimde birşeyler bakınırken bir kişinin omuz darbesine maruz kalmıştım. Adam sorry dedi ama ben “ayı önüne bakmıyor, bir de özür diliyor diye” kendi kendime biraz sesli düşünmüştüm. Aldığım cevap Türkçe olarak “ayı sensin” olmuştu. Bu cevaptan sonra artık nerede olursa olsun böyle durumlarda nasılsa anlamaz hesabı yaparak Türkçe laflar etmemeye karar verdim. Geçtiğimiz gün bir arkadaş ortamında yine bu duruma benzer ve başka anılar anlatıldı. Meğer bizim ayı hikayesi onların yanında “dumura uğramak” anlamına bile gelmiyormuş. • İki delikanlı asansöre binerek alt kata doğru gidiyormuşlar. Bir alt katta asansöre iki genç kız binmiş. Kızlardan birisi delikanlıya yiyecek gibi bakarak Türkçe olarak diğer arkadaşına “Valla cillop gibi, ne yakışıklı lan bu. İçim gidiyor be…” şeklinde sözler söylüyormuş. Delikanlılar hiç bozuntuya vermeden kızların konuşmasını dinliyormuş. Asansör giriş katına gelince kendisi hakkında konuşulan delikanlı kıza dönerek Türkçe ‘iyi akşamlar’ demiş. Vay kızın o anki haline. • Tercümanlık yapan bir Türk arkadaşım bir gün welfare denilen sosyal yardım kuruluşuna bir Türkün tercümanlığını yapmak için gider. Tercüman olarak görevi söylenilen herşeyi aynen eksiksiz bir şekilde karşı tarafa aktarmaktır. Görevli ile konuşma sırasında bizim Türk sinirlenir ve tercümana döner “söle şu s....min karısına” diye cümleye başlar. Tercüman görevi icabı bu cümleyi aynen çevirir ve görevli kadına söyler. O anda düşünün kadının yüzündeki ifadeyi. • Sabahın en kalabalık olduğu saatlerde St.Clair tramwayına işe gitmek için binen arkadaşım şans eseri bir yer bulur ve oturur. Yanına iki tane kız dikilir. Kalabalık olduğundan her sallanışta kızlardan birisi istemeyerek öne doğru arkadaşımın üzerine yaslanıyormuş. Bu kız “ulan şu işe bak ya. Ne çirkin birisine rastladık. Madem böyle birşey başımıza gelecek bari az yakışıklı birşey olsaymış” diye diğer arkadaşına Türkçe sitemde bulunuyormuş. Arkadaşım daha fazla dayanamamış ve kalkarak bu kıza yer
FOTOĞRAFLI
vermiş. Aynı şekilde tramvayın her ani hareketinde bu sefer çocuk kıza doğru yaslanıyormuş. Bir süre sonra bu kez arkadaşım Türkçe olarak “ulan şu işe bak ya. Ne çirkin birine rastladık. Madem böyle birşey başımıza gelecek bari az güzel birşey olsaymış” diye söylenmeye başlamış. • Arkadaşımın birisini Yonge ile Bloor kesişiminde iki kadın durdurmuş ve birisi “How- can- we- go- to- Ea-tonCent-re” diye yarım yamalak İngilizcesi ile sormuş. Arkadaş da İngilizce olarak ona tarife başlamış. Öbür kadın ise “ne diyor bu, nasıl gidilecekmiş” diye tekrarlıyormuş. Bizim arkadaş o kadına dönerek Türkçe olarak “ablacım, şurdan doğru aşağıya git, 15 dakika yürü, Dundas Caddesi’ne gelince sağda” demiş. Kadınlar hiçbir bozuntuya vermeden ve anlaşılan farkına bile varmadan “thank you” demişler ve ayrılmışlar. • Çok sevdiğim bir abla işe gitmek için yürüyormuş. Arkadan gelen bir genç Türkçe olarak ona laf atmış. Abla hemen arkasını dönmüş ve gencin yüzüne bakarak “ Ya evladım koca Kanada’da bula bula beni mi buldun laf atacak” diye çıkışmış. • Arkadaşlarımdan birisi yine tramvay binmiş. Durağın birinde kucağında bir koyun ile birisinin tramvaya binmek istemiş şahit olmuş. Bu kişiye şöför olmaz diyerek izin vermemiş. Bu duruma çok sinirlenen Türkün yarım yamalak Ingilizcesi ile cevabı şöyle olmuş: “Hav hav ok, miyav miyav ok, meeeeeee is not ok. Why?” • Bir arkadaşımın anlattığına göre yaşlı bir Türk bayan tramwaya binmiş. Elinde ise bir kağıt varmış. Bu kağıdı şöföre göstererek “Dufferin – St.Clair” demiş. Şöför “ok, I’ll tell you when we reach there. Pay your fare and move back please” demiş. Kadın Ingilizcesi hiç olmadığından ne denildiğini anlamamış ve tekrar bu sefer iki elini birbirine kesiştirerek “Dufferin – St.Clair” demiş. Şöför “I understand, please pay your fare and move back, everybody is waiting for you” demiş. Kadın yine aynı şekilde anlatmaya devam ediyormuş. Şöför bu sefer bilet kutusunu göstermiş ve “pay your fare” demiş. Kadın bu sefer bilet kutusuna eğilmiş ve “Dufferin – St.Clair” diye bağırmış. Olayı izlemekle yetinen arkadaşım kadının yanına gitmiş ve Türkçe olarak sana ‘bilet parasını öde diyor’ demiş.
YORUM
{
www.canadaturk.ca
Nedir bu eşeklerden çektiğim!
G
eçenlerde yanımdan geçen bir arabadan tışarıya taşan Barış Manço’nun “Arkadaşım Eşek” adlı parçası beni çok eskilere götürdü. Bir anda çocukluğum ve Barış Manço’nun söylediğinin aksine düşmanım olan eşekler aklıma geldi. Herkesin çocukluğundan kalma unutamadığı anıları vardır. Benim de unutamağım anılarımın bir kısmı eşeklerle süslü. Henüz üç yaşındayken, bazen değirmene mısır götürmek için, bazen de odun taşımak için kullandığımız eşeğimiz yüzünden 28 günümü Trabzon SSK Hastanesi’nin bir odasında bacağımın biri askıda geçirmiştim. Halbuki onu ne çok severdim. Sevgimi ifade etmek için kuyruğuna teneke bağlar, tenekelerin çıkardığı seslerin onu ürküterek huzursuz etmesini zevkle seyrederdim. O bu sevgime karşılık beni çifteleyerek hastanelik etmişti. Ondan o kadar nefret etmiştim ki; dedemin ( annemin babası) onu babamdan bir yazlığına ödünç aldığı günü kendime bayram ilan etmiştim. Dedem de 1978 yılında bir yazlığına ödünç aldığı eşeği 1990 yılına kadar benim hıncımı alırcasına kullanmıştı. Daha sonra ihtiyarladı diye sattığı bu eşeğin soframıza sucuk olmuş halde gelmediğine kim garanti verebilir ki!!! Kuyruğuna teneke bağlayacak, Ai, Ai diye anırtacak bir eşeğimiz olmayınca komşunun eşeğine dadanmıştım. Zavallı eşeği sabahleyin ahırından ödünç alır, akşama kadar fındık bahçelerinde çatlatana kadar koştururdum. Yine birgün habersiz
Y
ödünç aldığım komşunun eşeği ile hız denemesi yaparken komşu tarafından ele geçirildim. Elimden eşeği aldığı yetmezmiş gibi beni eşek sudan gelinceye kadar dövmüştü. Çocukluk yılları geride kalmış, lise yıllarına uzanmıştım. Birgün edebiyat dersinde 15. yüzyıl şairlerinden Şeyhi’nın Bir eşek var idi zaif ü nizar Yük elinden katı şikeste vü zar Gah odundu vü gah suda idi Dün ü gün kahr ile kısuda idi …… diye devam eden şiirini ezberlememiz konusunda hocamız bize ödev verdi. İki gün sonraki edebiyat dersinde bana eşek şakası yaparak tahtaya kaldıran hocamız, “seni dinliyorum” dedi. Dersime hiç çalışmadığımdan dolayı kem küm ederken hocamız birden kulaklarıma yapıştı. Hem bütün gücüyle asılıyor, hem de ‘eşşek herif, dersine niye çalışmadın’ diye de bağırıyordu. Hocanın hiddet ve de şiddetiyle yüzüm kıpkırmızı, kulaklarım ise eşek kulağı kadar olmuştu. Şimdi bu yaşadıklarımdan sonra kimse benden eşekleri sevmemi beklemesin. Yediğim çifte sonucu bacağımın kırılmasını, eşek sudan gelinceye kadar komşudan dayak yememi, edebiyat hocamız tarafından eşşek diye hakaret görüp kulaklarımın eşek kulağı oluncaya kadar çekilmesini asla unutamam. Gerçi itiraf etmekte yarar var: Bütün bu yaşananlarda eşekliğin bir kısmı da bendeydi.
Diyet kola istirem
ıllar önce Kahraman Maraş’ta yapımı tamamlanan Yimpaş Alışveriş Merkezi’nın açılış törenine bir televizyon kanalına hazırlamış olduğumuz ekonomi programı vesilesiyle özel davetle gitmiştik. K.Maraş’ta havaalanı olmadığı için G.Antep üzerinden seyahat etmiş ve G.Antep’in şehir merkezinde bir otelde konaklamıştık. Yimpaş yetkilileri bizi alıp Aslanlıbel adında şehrin hemen dışında bulunan hoş bir restoranta akşam yemeği için götürmüşlerdi. Kenarlarını aslan heykellerinin süslediği koca bir havuzun başında bizler için özel hazırlanmış sofrada Antep’e özgü her şey vardı. Fındık lahmacunu, sıcacık lavaş, içli köfteler, kebaplar, tatlılar derken çok yemekten sofradan kalkamaz hale gelmiştik. Yemek sonrası sohbete daldığımız esnada yan taraftaki masada oturan zat ile garson arasında geçen diyalog dikkatimi çekti. Marul göbeği, uzun bıyığı ve yarıya kadar düğmeleri açık gömleğinden dışarı sarkan uzun siyah kılları ile Anadolu’nun bağrında yetişen bu zat, garsondan diyet kola istedi. Benim aklım önün söylediği diyet kolada,
Yayıncı/Publisher BestOne Media Inc.
Yazarlar/Writers Akif Eren, Faruk Arslan, Hakan Erkan, Pınar Şenkaya
Phone: 416 462-1244 E: info@canadaturk.ca W: www.canadaturk.ca
ABD Başkan Adayı Donald Trump’ın buradan algılanışı...
25
gözlerim oturduğu masanın üzerindeki kat kat dizilmiş lavaşlarda, lahmacunlarda ve kebaplarda idi. Bir müddet sonra garson eli boş geri gelir ve diyet kolalarının kalmadığını söyler. Ardından da isterse normal kola getirebileceğini belirtir. Bizim zat ne dese beğenirsiniz; “ Yok babam kalsın, normal kola kilo yapıy...”
Duck- dog
Bir Türk arkadaş Kanada’ya ilk geldiği günlerde bir Kanadalının evinde kalır. Ev sahibi akşam yemeğini hazırlar ve bu arkadaşı da sofraya davet eder. Arkadaş, tabaktaki etin ne eti olduğunu sorar. Ev sahibi “duck” der, yani ördek. Ancak İngilizcesi zayıf olan arkadaş duck’ı dog diye anlar. Kusacak bir vaziyette sofradan kalkar ve hiçbir şey yemeden odasına çekilir. Sonraki günlerde de parasını ödediği halde o evde bir daha yemek yemez. Etin duck yani ördek eti olduğunu ise ancak aylar sonra öğrenir.
Canadatürk’te yayımlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarına aittir. Canadatürk, yayımlanan reklamların içeriğinden, reklamı yapılan ürün ve hizmetin alınması veya kullanılması sonrasında oluşabilecek olumsuzluklardan sorumlu tutulamaz. ISSN 1923-7030 CANADA POST AGREEMENT NUMBER 42779532 We acknowledge the financial support of the Government of Canada through the Canada Periodical Fund of the Department of Canadian Heritage.
26
www.canadaturk.ca
{
{
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
EKÄ°M/OCTOBER, 2016
{
{
www.canadaturk.ca
27
28
www.canadaturk.ca
{
{
EKÄ°M/OCTOBER, 2016