ÞUBAT 2013
41.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
ilâhî aþk
EDÝTÖR DEN...
Merhaba Dostlar, Bu ayki sayýmýzýn konusu Ýlâhî Aþk Aþk ettim ki bilineyim! diye buyuran Allah ýn, taþkýn güzelliðini, tüm saçýlarýný saçtýðý yegâne gerçek kula, biz âcizlerin duyduðu eksik aþk ile O nun bize hâliyle gösterdiði ve ancak O nun aþký sâyesinde idrâk etmeye çalýþtýðýmýz Sübhân olan Allah a duyulan Ýlâhî Aþk ý konu ettik bu 41. sayýmýzda Ocak ayýnda idrâk etmeye çalýþtýðýmýz Mevlid Kandilini tâkiben baþka bir konu seçmek mümkün müydü, diye soruyor insan kendine? Allah ýn Âlemleri senin için yarattým! dediði, o sevdiði güzelin mülk âlemine doðuþu dolayýsýyla, Rabbimizin O na olan aþkýný, o güzeller güzeli olan en kul peygamberin aþký tâkip etmezse ne tâkip edebilir? Kusurlarý bizlere, güzellikleri ve himmeti o aþký yaþayarak bize gösteren, öðreten, mürebbimiz, Peygamberimiz Hz. Ahmed Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimiz e ve elbette o aþkýn ilk, tek ve son sahibi Allah a âittir.. Aþk olsun efendim
Yosun Mater
SOHBETLER...
Hilkatten gaye aþktýr. Biz o aþký Allah'tan öðrendik. Hadîs-i kudsîde Ben gizli bir hazîneydim, istedim ki bilineyim buyrulduðu gibi, insanýn yaratýlýþý aþka mazhâr olmak içindir. Fakat aþk, herkesin istîdâdýna göre bir baþka sûrette tecellî etmektedir. Kimine güzel kadýn ve erkekler, kimine servet ve þöhret, ilh... Ehline ve erbâbýna ise Hakk ýn cemâli cihetinden tezâhür etmektedir ki bu da pek enderdir. Zâhitler ve âbitler, gece gün tâat ve ibâdette bulunurlar, bunlara zahit, âbit deriz. Bir kýsým da riyâzet ve mücâhede ile meþgul olarak nefislerinin terbiyesiyle uðraþýrlar. Bunlara da kerâmet ehli, keþf ehli deriz. Ancak cemâle has olan kimselerdir ki onlara âþýk deriz. Zîrâ onlarýn zikri, fikri, hayâtý hep cânandýr. Amma diðer zümrelerin de kendilerine göre büyük meziyetleri, deðerleri ve mevkileri vardýr: Lâkin cemâlden mahrumdurlar." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s.428)
Hilmi Bey: - Âþýkta edep olmaz, sözü ne demektir? "Âþýk kimdir oðlum? Âþýk o kimsedir ki akýl sâhibi deðildir. Mecâzî aþkta bile bu budur. Âþýkýn düþüncesi ancak mâþûkudur. Mâþûku için varýný yoðunu, yâni nefsinin hattâ ruhûnun bütün taleplerini fedâ eder. Aþkýn evveli cünun, ortasý fünun, sonu da sükûndur. Bak Mevlânâ Hazretleri ne buyuruyor? Nâydan iþit ne söylüyor? Kanlý yolun, Mecnûn'un kýssalarýný söylüyor diyor. Kanlý yoldan maksat, uðrunda nice baþlar giden aþk yoludur. Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasýn Âr u ýrzýyle gelip âþýklara bâr olmasýn Bu iþ, akýl iþi midir? Elbet deðildir. Edep ise akla teklif olunur. Amma aþk erbâbýnýn bî-edepliði de bambaþkadýr. Çünkü onun kendine mahsus bir edebi vardýr ve öyle bir edep ki cümle edeplerin üstündedir. Zîrâ âþýkýn bilgisi, görgüsü, nefesleri ve hayâtý hep cânânýdýr." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s. 564-565)
Âdem Bey: - Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri Muhabbeti kâse kâse içtim... diyerek aþkýn sonsuzluðunu beyân buyurmuþtur. Âþýklardan, doydum, kandým... diyen var mýdýr? - "Ýstîdâda göre oðlum... Bir gün Þems-i Tebrîzî Hazretleri, Mevlânâ Celâleddin Rûmî'nin karþýsýna çýkarak atýnýn dizginini tutar ve Hallâc-ý Mansur mu büyüktür, yoksa Resûlullah mý? diye sorar. Mevlânâ'nýn Elbet Resûlullah büyüktür demesi üzerine Hazret-i Þems Peki amma, Hallâc-ý Mansur, Enelhak dedi. Halbuki Resûlullah, Yâ Rabbî seni hakkýyle bilemedik! buyurdu. Levlâk sýrrýna mazhar olmuþ ye iki dünya kendisi için yaratýlmýþ iken, seni hakkýyle bilemedik neden demiþ? diye sorunca Mevlânâ Çünkü Hazret-i Peygamberin kabý o kadar geniþtir ki ne kadar dolsa, daha yok mu? der. Halbuki Hallâc-ý Mansûr'un kabý ancak o kadarýna müsâit olduðu için, doldum, dedi cevâbýný vermesi üzerine Þems-i Tebrîzî bir sayha vurarak düþüp bayýlýr. Ýþte aþk da, girdiði kabýn hacmi ile mütenâsiptir. Bir yüksük, bir tencere, bir kazan ve bir havuzdaki suyun nisbeti birbirinden ne kadar farklýdýr. Fakat hepsi de dolunca Doldum! der. Hallâc-ý Mansûr'un Enelhak... demesi gibi Amma bir yüksüðün doldum demesiyle bir kazanýn doldum demesi bir midir? Kezâ, herþeyin fýtrî istîdâdý, hilkati ne ise yaratýlýþý ve kabiliyeti de ona göredir. Cenâbý Hak herþeye kendi hilkatinin iktizâsýný verdi ve o iktizânýn ondan husûl bulmasýný takdir etti (Tâhâ sûresi, 50. Âyet). Binâenaleyh, herkese, hilkatinin îcâbý ne ise o kolay gelmiþtir (Küllün müyesserün limâ hulika lehû). Aþk da istîdâda baðlýdýr. Kimisi doymaz, kimisi de kabýna nazaran doydum, yeter der. Fakat aþk nihâyetsizdir. Çünkü Allah'ýn sýfatýdýr. Cenâb-ý Hak kaleme Yaz! dedi. Kalem, Arþ, Kürsî, cennet ve ilh... Herþeyi yazdý. Lâ ilâhe illallah yaz dedi. Onu da yazdý. Muhammed Resûlullah'ý yaz! dedi. Onu yazarken, ortasýndan yarýldý, þak oldu, çatladý. Ne için? Çünkü Muhammed Resûlullah, aþka mazhardýr da onun için. Hâsýlý aþk, hilkatin gayesidir." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s. 556)
SÖYLEÞÝ
ÝLÂHÎ AÞK
Cemâlnur Sargut hocamýzla bu sayýmýzýn konusu olan ilâhî aþk ý ve onun nasýl yaþanacaðýný hiçlik kavramýyla birleþtirerek konuþtuk...
Müge Doðan: Hocam bizim hakikatimiz, aslýmýz olan Allah ile irtibat kurmanýn en kýsa yolu olan aþký bize anlatýr mýsýnýz? Cemâlnur Sargut: Âyet-i kerîmede Allâhu Azîmüþþân Ben sana þahdamarýndan da yakýným diyor. O bana herþeyden yakýnken ben O nu nasýl bileceðim, nasýl hissedeceðim, nasýl göreceðim? Hz. Mevlânâ bu sorunun cevabýný aþk diyerek yanýtlamýþ. Öyle bir yol ki bu yol, beþer ben diye baþlar, aþk ile yok olur ve Allah a karýþýr.
cemâlnur sargut
Her þey Allah aþký... Aþk deyince beþer aþkýyla karýþtýrmayalým bunu. Beþer aþký sevgidir, çekimdir, saygýdýr ama aþk kelimesi yalnýz Allah için kullanýlýr. Ahmed Gazâlî, Hz. Mevlânâ nýn mübârek hocasý, bu aþký þöyle anlatýyorlar: Aþk üç harften oluþmuþtur: Ayn, Þýn ve Kaf. Ayn, görmek demektir. Her þey Allah ý görerek baþlar. Halk, Allah görülmez diyor. Mevlânâ nýn mübârek babasý, Bahaeddin Veled Ben gördüm Allah ý diyor. Nasýl gördün? diyorlar. O kadar yokum, o kadar hiçim, o kadar hiçbir kudret ve kuvvete sahip deðilim ve O , o kadar var ki, yokluðumla varlýðýný idrâk ettim. Bundan güzel görmek mi olur? diyor.
Ýþte Allah ý çeþit çeþit görme yollarý vardýr. Bu gözle Allah görülmez. Bunu çok iyi biliyoruz. Zirâ âyet-i kerimede Allah, Hz. Mûsâ ya, Hz. Mûsâ seni görmek istiyorun Allahým dediðinde ya Mûsâ bu gözle beni göremezsin dedi. O zaman Hz. Mûsâ dedi ki: Seni nasýl göreceðim? Ayakkabýlarýný at ve öyle gel ya Mûsâ dedi. Hz. Mûsâ dedi ki: Ayakkabýlar nedir? Sembol mü? Neyi sembolize ediyor? Sað ayakkabýn dünya sevgisini, sol ayakkabýn cennet isteðini. Benim huzûruma girerken bunlarý at, yalnýz beni iste. Hz. Mûsâ Peki Allahým dedi. O zaman Allah ona sordu: Elindeki nedir ya Mûsâ? Hz. Mûsâ hemen dikeldi; Elimdeki asâmdýr, benliðimdir, nefsimdir, ona dayanýrým, onunla kuvvet bulurum, onunla kudret bulurum diye Allah a anlatmaya baþladý. Allahu Azîmüþþân Asâný at ya Mûsâ dedi. Hz. Mûsâ attý o ben dediði asâsýný ve asâ yýlan oldu. Allah dedi ki Gördün mü ya Mûsâ, onda güç ve kudret yok; bende güç ve kudret var . Sonra Allah þöyle hitâb etti Hz. Mûsâ ya: Ya Mûsâ sen de ben diyorsun, ben de ben diyorum. Ben seni o kadar çok seviyorum ki ya Mûsâ, senin için yok olmayý isterdim ama ben ezelî ve ebedî hay ým, diriyim, yok olamam; bana kavuþmak istiyorsan sen yok ol ya Mûsâ. Ýþte aþk bu hâlin tecellîsidir. Aþk, varlýkla baþladýðýnýz, görerek baþladýðýnýz bir yolculukta yolu yok olarak bitirmektir. MD: Peki hocam bu görme nasýl olacak? Bunu biraz daha açar mýsýnýz? CS: Ben de bu soruyu hep sordum
kendime. Sonra bir gün bir arkadaþým dedi ki Cemâlnur ben bugün ilk defa ezaný iþittim. Halbuki 40 senedir Ýstanbul da yaþýyordu, her gün beþ kere ezan okunuyordu, o ilk defa iþitmiþti. Yani Allah ona deðmiþ ve onun bütün molekülleri ezân-ý Muhammedî ile Allah demiþ. Ýþte bu Süleyman Çelebi nin Bir kez aþk ile Allah dese lisan, dökülür cümle günah misli hazan dediði gibi vücûdun her zerresi Allah der. Baþka hiçbir þey kalmaz vücudda, yalnýz O na odaklanýr, sahibim der. Bazen acý ile olur bu, bazen þevk ile, sohbet ile. Ýþte bu hâl zuhûr etti mi insan baðýrýr: Ben O nu görüyorum! Bu gördüðümüz, vücûdumuzda artýk baþka bir varlýðýn kalmamasý ile oluþur. Hiçbir þey kalmamýþtýr vücudda. Meselâ evlât kaybetmiþ bir anne bunu hisseder. Acýsý o kadar derindir ve o kadar kalbinin içindedir ki o acýyý hiç kimse onun gibi duymamaktadýr. O zaman sahibine sýðýnýr ve þöyle baðýrýr: Sen biliyorsun hâlimi, baþkasý anlamaz, bana yardým et. Ýþte bu hâl, O nu görmektir, hissetmektir. O nun ile aranýzda hiçbir þeyin kalmamasýdýr. Sonra sarhoþ oluruz (þýn harfi), mest oluruz. Her yerde O nu seyretmenin zevki ile mest oluruz. Bazen negatif isminde, bazen pozitif isminde, bazen varlýkta, bazen yoklukta... Her yerde O vardýr. Bu hâle sarhoþluk denir. Hani
Her þey Allah aþký... Aþk deyince beþer aþkýyla karýþtýrmayalým bunu. Beþer aþký sevgidir, çekimdir, saygýdýr ama aþk kelimesi yalnýz Allah için kullanýlýr.
sarhoþ nasýl yerlere yatar, Oh, ne rahat yatak! der, Allah aþký ile sarhoþ olan böyle olur. Hiçbir þey ona belâ gibi gelmez. Herþey mutluluk gibi gelir.
cemâlnur sargut
Bu týpký Mesnevî de Mevlânâ nýn anlattýðý þu hikâyeye benzer: Mecnun, Leylâ ya çok âþýkmýþ. O kadar âþýk o kadar âþýk ki, Leylâ nýn mahallesinin köpeklerine bile âþýkmýþ. Leylâ nýn evine çalýþmaya girmiþ. Leylâ nýn babasý da Leylâ ya ricâ etmiþ, öðlen yemeðinde çalýþanlara yemek daðýt diye. Leylâ nýn elinde bol bol yemekler, kâse kâse herkese yemek dolduruyor. Mecnûn a sýra gelince kaþýðýnýn tersi ile Mecnûn un tabaðýna þöyle çýnn diye vurmuþ. Bir lokma bile yemek koymamýþ. Mecnun sevinçten çýldýrmýþ. Herkes Ne seviniyorsun? Seni sevseydi yemek doldururdu, bak bir lokma bile yemek vermedi deyince Mecnûn un verdiði cevap olaðanüstü: Bana da sizin gibi mi davransaydý? Ýþte âþýk, Allah ile irtibat kurandýr. Allah a âþýk olan, hâdiseler geldiðinde Ne seviniyorsun? Bundan daha büyük acý mý olur? diye sorduklarýnda, Bana da sizin gibi mi davransaydý? diyecek kadar Allah ile doludur. Ben böyle insanlarla yaþadým. Teyzemin kýzý vardý, cüceydi kendisi. 1.10 cm boyunda ve þiþmandý. Dünyanýn en güzel insanýydý. Mutlu mu mutlu, huzurlu mu huzurlu... Arkasýndan alay ederlerdi, cüce cüce diye.. Ben araya girer, engellemeye çalýþýrdým; ama onlar alay etmeye devam ederlerdi. O da beni okþar, Üzülme üzülme, ben
üzülmüyorum derdi. Bir arkadaþý onun boyunu uzatmak istedi. 2-3 cm. uzuyormuþ ameliyatla, onu öðrenmiþ. Ben ameliyatý yaptýracaðým, söyle ona dedi; parasýný ben vereceðim. Gittim ve Elçiye zeval olmaz dedim Seni ameliyat ettirmek istiyorlar boyunu uzatmak için. Ellerini çýrptý, o arkadaþýmýza duâlar etti. Sonra yüzünün ilk defa hafifçe burulduðunu gördüm. Þöyle bir düþündü ve bana þöyle dedi: Cemâlnur, iyi de ben bu zevki satamam ki... Cüce olmak, benimle Allah arasýnda bir zevk. Ben o zevki satamam Ýþte Allah ile meþgûl olan kiþiler, hâdiseleri zevk olarak görme sanatýný elde ederler. Yine Sâmiha Annemizin Konya nýn kutbu dediði Mehmet Amca dan (Emiroðlu) bahsetmek istiyorum. 11 çocuðunu birden, çöken Zümrüt Apartmaný altýnda kaybetti. Torunlarý, damatlarý, kýzlarý Hepsi vefât ettiler. Ben koþa koþa gittim. Mehmet Amca ne vaziyetteydi, çok merak ediyordum. Acaba bize sabrý öðreten, Allah aþkýný öðreten, Allah tan memnun olmayý öðreten sultan, bu acý karþýsýnda yýkýlmýþ mýydý? Hayýr, gülüyordu ve hayatta kalmýþ olan doktor torununa þöyle diyordu: Kýzým müteahhide sakýn bedduâ etme, cennette beraber kalktýðýnýzda üzülürsün. Kýz, Ben bütün âilemi öldüren adamla cennette beraber mi olacaðým? deyince Mehmet Amca gülerek dedi ki: Sýrf benim duâm onu cennete sokar, çünkü 11 çocuðumun birden þehit olmasýna sebep oldu; bundan büyük lûtuf mu olur? Bu nasýl bir bakýþaçýsý? Bu, Allah aþký ile sarhoþ olmuþ, mest olmuþ, kendinden geçmiþ, varlýðýndan arýnmýþ, benlikten
kurtulmuþ insanýn bakýþaçýsýdýr. Her þeyden memnundur o, ama bu bakýþaçýsýný nasýl kazanýr insan? Yine Leylâ ile Mecnûn a dönelim Hârun Reþid, kara kuru, esmer Leylâ yý çaðýrmýþ ve sormuþ: ''Gerçekten sen Leylâ mýsýn? Hani Mecnûn un bu kadar âþýk olduðu gerçekten sen misin?'' diye. Leylâ gülmüþ, ''Evet ben Leylâ yým da sen Mecnûn deðilsin'' demiþ. Öyle ise biz Mecnun olmalýyýz. Mecnun gibi olmalýyýz ki Allah ýn yaptýðýndaki güzellikleri görüp kendi hiçliðimizi, kendi yokluðumuzu sivrisinek kadar bu âlemde hükmümüz olmadýðýný idrâk edebilelim... Ýþte bu bakýþaçýsý ile, ayn, þýn ve kaf oluruz, kün oluruz. Yani insan makamýna yükseliriz, insan oluruz. Beþerlikte aþkla insanlýk hâline yükseliriz. MD: Bu yükseliþin en güzel anlatýmlarýndan biri mi raç hadisesidir, deðil mi hocam? CS: Evet. Peygamber Efendimiz bir yýldýzdý. O, karanlýk dünyayý aydýnlatan ve ýþýðýný güneþten alan Allah ýn yýldýzýydý, kutup yýldýzýydý, yol gösteriyordu. Allah mi raç âyetlerinde onu þöyle târif etti: ''Batmakta olan yýldýz adýna yemin ederim.'' Neden? Çünkü Peygamber, sidre-i müntehâya geldiðinde peygamberliðinden de geçti. Yýldýzlýðýný da býraktý. Varlýðýnýn her zerresini terk etti. Bütün isteklerini býraktý. Müslüman etme derdini býraktý. Herþeyden vazgeçti. Ve Allah a bir hiç olarak yükseldi. Ýþte o zaman Allah O ndan o kadar memnun oldu ki ona seslendi: ''Ya Muhammed, bak! Geçmiþi, geleceði, her þeyi senin için yarattým.'' O ise bakmadý. O bir kere gözünü Allah a dikmiþti. Baþka yere dönüp bakmadý. O zaman Allah O na
seslendi: ''Yâ Sin, gel; ey insan, gel! Ey insan olan, ey beþerlikten kurtulan, ey varlýðýndan kurtulan, Eyüp olmayý becerebilen insan gel!'' O, âlemlere rahmet ve selâm olarak gelmiþtir, çünkü onda zerrece benlik yoktur. MD: Hocam, Allah sevgililerindeki ortak özellik, yani âþýklýðýn en önemli göstergesi diyebileceðimiz özellik, her þeyden memnun olma sanatýný elde etmiþ olmalarý Siz de böyle bir âilede yetiþtiniz. CS: Evet Ben öyle bir ailenin içinde yetiþtim. Þu anda anneciðim çok hasta, belki de çok kýsa bir ömrü var ama o kadar Allah sevgilisi, o kadar hâlinden memnun bir hayat yaþadý ki, ben onun için hiç üzülmüyorum. Böyle insanlar bir tek þey söylüyorlar ölürken: Çok þükür, vücudlarýmýzdan kurtulup sevgiliye kavuþuyoruz. Onun için üzülmüyorum. Annem, 1960 Ýhtilâlinde babamý hapse aldýklarýnda yere kapanýp Allah a secde ederdi. Allahýma çok þükür bana nasip oldu bu sýkýntýyý yaþamak diye. Böylesine bir sevgidir Allah aþký... Her þeyi hoþ gösteren, her þeyden Allah a ulaþtýran bir sevgidir. Fakat bunu yüzde doksan ibâdetler saðlar. Ýnsan ibâdetlerle hiçlik sanatýný elde eder. Ýnsaný Allah a yaklaþtýran, farkýnda olmadan insaný edebe götüren, farkýnda olmadan bütün günahlardan uzak tutan en büyük ibâdet de namazdýr. MD: Çok teþekkür ederiz hocam.
semiha cemâl
pervâne
Taze, mûnis bir ilkbahar gecesiydi. Halî bir deniz kenarýnda kimsesiz, küçük bir pervâne muattar havayý hayret ve iþtiyakla koklayarak daha yeni yeni uçuyordu. Ýnce boynuzlarý yaldýz içinde, raksan kanatlarý rengârenk nakýþlar içindeydi. Oh! Böyle yumuþak, tatlý enginlere korkmadan atýlmak ne güzel, ne güzeldi Yalnýz küçük kanatlarýnda gizli bir râþe vardý; o bazen suyun üstünde rakseden iltimalara koþuyor, sürünüyor, fakat birdenbire vücûdu ürpererek kaçýyor, bazen parýldýyor, kumlarýn üstüne konuyordu Nihâyet, gökte bütün kudreti ile parýldayan ayý gördü. Göðsünde garib bir ateþ yandý. Titreyerek raksederek ona doðru uçmaya baþladý. Yýldýzlar mübhem bir hülya içinde karýþýk, bazen renkli taçlar giyerek seyran ediyor ve aþk içerek, zevk ederek birbirlerine kavuþuyordu. O uçuyor, hâlâ uçuyordu. Kuvvetsiz küçük göðsünü böyle derin derin yakan neydi? Ona yaklaþmak, sürünmek, ah ne güç þeydi! Fakat artýk vücûdu ezilmiþ, tâbý çoktan tükenmiþti. O yumuþak sevgili hava bile incecik kanatlarýný acýtýyordu. Pervâne lâhuttan düþen küçük bir ruh gibi nakýþlarý sola sola arza iniyordu. Deniz aþk uykusunda büyük bir rüyâ görüyordu ve yavaþ yavaþ cennet manzûmesini terennüm eden nefesleri arþa yükseliyordu Yorgun pervâne, dalgalarýn üstünde oynaþan ýþýklarý gördü ve zevkten canlanarak tekrar atýldý. Fakat vücûdu soðuk soðuk ürperdi. Yaldýzlarý suya çýktý. Ýnce dalgalar bu parlak, seyyal renklerden güneþler, yürekler iþlediler ve bütün denizin bîhûþ terâneleriyle hemâhenk, aðýr aðýr nefhederek kaybettiler. Pervâne, bir zaman kumlarýn üstünde dinlendi. Kâh kâh, dünyadan, vücûdundan
geçti. Yýldýzlarý âh, ayý Allah farzetti. Yarý uyku, yarý vücud içinde, aya kavuþtum, zannetti . Sabah yaklaþýrken, tekrar eflâke doðru seyretti. Yýldýzlar birer birer lerzan bulutlar içinde lâale dönüþüyor, nihan oluyordu. Ay soluyor, göðe, zemine râþe düþüyordu. O uçuyor, hâlâ uçuyordu. Birdenbire dalgýn yarasanýn biri ona kanadýnýn ucu ile çarptý. Zavallý pervâne büyük ýzdýraplar içinde sendeleyerek kendini boþluða býraktý. Nihâyet bir çiçek bahçesinde beyaz, taze bir gülün üstüne düþtü. Elemleri, ne derindi! Avunmak için, gezinerek, parlak yaldýzlarýn arasýna gizlendi Sabahleyin, baðçede küçük bir çocuk nemli fulyalardan, menekþelerden, güllerden demet yapýyordu. Hafif hafif þarký söyleyerek hercâîlerin en büyüklerini, güllerin en kokulularýný seçiyordu. Bir aralýk pervânenin içinde saklý durduðu beyaz gülün önüne geldi. Þarkýsýný býraktý. Büyük bir meserretle: -Oh, ne güzel yaldýzlý gül! diye baðýrdý. Hemen lâvantinleri, mineleri ezerek uzandý, çiçeði kopardý. Koþa koþa annesine götürdü. Süslü gülü çocuðun odasýna, leylaklarýn, sünbüllerin arasýna koydular. Pervâne bütün bütün bu güzel kokularýn içinde hiç mes ut deðildi, hastalýðý geçmeye baþlamýþtý. Fakat belki bir fenalýk ederler diye dýþarýya çýkmaya korkuyordu Tekrar gece oldu. Çocuk, mumu yaktý. Iþýðýnda renkler boyalarla ip atlayan bebekler, kuþ, papatya resimleri yapmaya baþladý Pervâne yavaþça yapraklarý araladý, birdenbire mumun ziyâsýný gördü. Mest
olarak uçtu ve kendini alevin içine attý. Vücûdu sýzlatýcý, tahammülsüz bir ateþle yandý. Fakat o daha hiç tanýmadýðý garib muazzam bir zevke daldý. Yeþil çuhanýn üstünde, resim defterlerinin yanýbaþýnda kavrulmuþ kanadý, tek boynuzu ile saatlerce hareketsiz kaldý, uçamadý. Gece yarýsýna yakýn, çocuk yorgun bir derviþ gibi zikreden mumu üfledi, uykuya yattý Oda ayýn mavi þûleleriyle serâba dönüþmüþtü. Leylaklar, sünbüller maveranýn tebessümleri gibi püraþk ve sehhardý. Yalnýz küçük pervânenin nefesi çoktan kýsýlmýþ ve yanýk kanatlarý, nakýþlý göðsü çoktan soðumuþtu. O ölmüþtü. Sümbül, leylak kokularý arasýnda aþk olup gitmiþti. Gül, pervânenin, bütün macerasýný biliyordu. O kadar büyük bir aþkýn yanýnda böyle küçük bir ölü görmek içine dokundu. Hicranla bütün yapraklarýný yere döktü.. Fakat ay, pervânenin aþký tacý göðü seyrâna devam etti * Þafak sökerken, güneþ pembe bir goncenin dudaðýnda hisli tebessümler uyandýrdý. Gonce göðsünü biraz daha açtý. Râyihadar nefesini, taze kývrýmlarýnýn harîminden baygýn bir taabbüdle üfledi. Uzakta meþcerenin içinde, manzum bir vehim gibi derin derin bir kuþ öttü; sabahýn, zulmetleri kesik râþeleriyle beraber, yanýk yanýk eþini davet etti. Dünya devrinde, güneþ seyrinde devam etti. (Gül Demeti, Bilgi Basým ve Yayýnevi, Ýstanbul, 1954, s. 9-11)
emine ebru
aþk-ý ilâhî
Allahým, Çok þükür ki senin adýný ninnilerine katan, hazýrladýðý mamalara katýk eden bir anneyle büyüttün beni. Müslümanca yaþamýn hakkýný vermeye çalýþan her ailenin çocuðu gibi ben de seni tanýmadan tenzih ettim önce. Annemin anlatýklarýna göre SÜPHAN dýn, en büyüktün, tektin, her þeyi bilendin, kötüyü cezalandýran, iyiyi ödüllendirendin. Ve her þeyi senden istemeli, en çok seni sevmeliydim. Ýyi de nasýl sevecektim Allahým? O küçücük hâlimle hiç tanýmýyordum ki seni. Üstelik ben en çok annemi seviyordum o çocuk kalbimle. Neden sonra öðrenecekmiþim ki anamda sevdiðim ne varsa sendenmiþ. Bilmiyordum ve seni göremiyordum. Dahasý seni hayal dahî edemiyordum. Nasýl oluyor da her yerde olabiliyordun ama kendini hiç göstermiyordun? Düþüncelerimi bile nasýl okuyabilirdin ki? Yok, yok mutlak vardýn ve senden çekinmek lâzýmdý ama ben en çok annemi seviyordum Yine de En çok kimi seviyorsun? diye sorduklarýnda Allah ý, Peygamberi, Atatürk ü, annemi, babamý diye önem sýrasýna koymaya devam ettim yýllarca. Çokça korkudan, biraz da edepten
Büyüdükçe varlýðýna sorgusuzca iman etmiþ buldum kendimi. MÜTEKEBBÝR olan adýnla sonsuz büyüklük ve azamet sâhibi olanýn sen olduðuna iman ettim. Kendimi her muhtaç hissettiðimde SAMED adýnla çýktýn karþýma. Dilim dönmeye, zihnim az buçuk ezber tutmaya baþladýðýnda öðretilmiþ duâlar sanki sana ulaþabilmemin gizli þifreleri gibiydi. Baþým her dara düþtüðünde sana sesleniyordum. Allahým hayýrlýsýný ver diyordum, Sen daha iyi bilirsin Allahým diyordum. Sonra farkettim kendi isteklerim olsun diye duâlarý rüþvet gibi kullandýðýmý. Her türlü hatâ ve eksiklikten uzak KUDDÜS sen iken, yine de sanki nasýl yapýlacaðýný daha iyi bilirmiþcesine duâlarýyla yön tâyin etmeye çalýþan bu âciz kulun olurmuþ meðer. Nice sonra gördüm ki Allahým, güçlü olduðunu sandýðým imâným aslýnda bir sanrýdan ibaretmiþ. Sana olan inancým gayretsiz gelen bir rýzýkmýþ bana; gerçek iman olmaktan çok uzakmýþ. VEDUD olan isminle bu kulunu çok seven senmiþsin. Oysa ben hâlâ en çok annesini seven o küçük çocuktan bir arpa boyu yol gidememiþim. Bu sefer aklýný seven, dünyayý seven, çoluðunu çocuðunu seven olmuþum. Bütün mevcûdâtýn gerçek sâhibi ve hükümdârý olan MELÝK senmiþsin; emânetlerini sâhiplenerek kendimin zannetmiþim. Her þeyden haberdar olan HABÎR sen iken, nefsimin duymak istediði yalanlarý kendine söyleyip duranmýþým. Sana nasýl þükredeyim ki yâ ZÜLCELÂL-Ý VEL-ÝKRÂM LÂTÝF olan adýnla lûtuflandýrdýðýn her þey için ben nasýl þükredeyim? Tüm hatâlý, noksan, eksik
hâlime raðmen sonsuz REZZAK olarak beni yine rýzýklandýrýp mürþidini göndermiþsin bana. Hz. Yunus Emre nin ifâdesiyle derdimi dünya yapýp, dünya kadar dert taþýrken üzerimde, bana gerçek seni öðretecek sultâný vermiþsin bana. Zâtýnýn tecellîsini taþýyan, senin aþkýnla sende yok olmuþ, dört tekbiri bir etmiþ, Kâbe makamýna vücut giydirmiþ olaný Aþk-ý Ýlâhî nin gerçek sâhibini Ve þimdi sâyesinde- görüyorum ki baþka da gayretsiz rýzýk yokmuþ bana. Ýçimdeki imâný aþk ile mayalamak istiyorsam eðer, lâzým olan gayret ve niyazmýþ bolca. Sen en büyüksün, ben âcizim, kulum. Yalnýz sen varsýn ve her þeyin en hayýrlýsýný bilen sensin demek, Harun Reþid in papaðaný misâli boþ sözden öteye geçememekmiþ. ZÂHÝR olan adýnla tüm yaradýlmýþta apaçýk görünen varlýðýný müþâhede edebilmek ve kimden ne gelirse gelsin, sebebe takýlmadan, hoþnut ve râzý olabilmek gerekmiþ. Olan ve olmayan herþeyde seni bilmek, seni bulmak, senden râzý olmak lâzýmmýþ. Ýþin sýrrý kýrmamak ve kýrýlmamakmýþ. Gerçek iman ihlâs ve samimiyetle var olanmýþ. Dildeki iddiaya elde delil gerek imiþ.
. . . n a d
n ý k r þ a a tupl k e m Ah sevgili! Keþke sesimi duysan
Göðsümde bir kalb gibi atan acýmý görsen. Ýçim ve dýþým senin yüzünden birbirine küskün. Birisi, bitmek bilmeyen bir hüzünle durmadan aðlýyor. Diðeri ise ona sýrtýný dönmüþ inadýna etrafa neþe daðýtýyor. Aþkla dolu vücudda küskünlüðe yer olur mu? Ne olur gel de bitsin artýk bu küskünlük...
yavuz celep
*** Acaba onda beni çeken nedir diye düþündüm. Ya olduðum ya da olmak istediðim hâller önüme serildi. Bende olmayan hiçbir þeyi onda sevdiðimi söyleyemedim. Bazen hoþuma gitmeyen tavýrlarý oluyor ve dikkat ediyorum bu tavýrlar benim meþrebimde de bulunmuyor. Karþýmda kendim gibisini görmek istiyorum. Ne büyük bencillik. Sevdiðimi iddia ediyorum ama kendim
dýþýnda bir þey gördüðüm zaman hoþuma gitmiyor. Þu bir gerçek ki ben kendimi seviyorum. Aþk bu mu? Aþk denilen þey insanýn kendi kendine çekiliþi mi? Sevgili denilen kiþiye olan çekiliþ insanýn kendisinde bulunan gizli-âþikâr ne varsa ona yönelik bir muhabbet mi? Belki de bu bir bencillik deðil bir hakikattir. Peki böyleyse, ona karþý duyduðum bu heyecan, bu hüzün, bu coþku, tutku, dokunma, izleme arzusu da kendimle mi ilgili? Karþýmda duran bir vücud üzerinden kendi aslýma olan vuslat ihtiyacýmý tatmin etmeye çalýþýyorum, öyle mi? Bu düþünceler, itiraf etmek zorundayým, beni yoruyor,... *** Bugün ne hissettim biliyor musun? Âþýk, mâþûk ile hâllenmiþ kiþidir. Öyledir... Aþk bir þeye çekiliþ deðildir. Aþk baþlý baþýna bir þeydir. Ve onun zuhûru herhangi bir þeye baðlý deðildir. Ne bir insan sûreti, ne bir þarký, ne birbirini sýkýca tutmuþ iki
el, ne de iki bedenin birbirinin sýcaklýðý ile ýsýnmasý... Hiçbir þey aþkýn varlýðýnýn sebebi olamaz. Onun varlýðý kendisinden meydana gelir. Aþk bir vücûdun üzerini bir elbise gibi, bir sarmaþýk gibi kaplayýcý olduðunda adý deðiþir, ona mâþûk denir. Mâþûkla kaplanan vücûda da âþýk... Ama bunu yaþamadan bilmenin ve düþünmenin kime faydasý olur? Aþk olmak lâzým... *** Rivâyet olunur ki, Hz. Peygamber e mir rac yolculuðunda eþlik eden Cebrâil (a.s.) sidre-i müntehâ denilen mevkiye geldiklerinde Ben buradan öteye bir adým atarsam yanarým diyerek orada kalmýþ. Hz. Peygamber yoluna devam etmeden önce Cebrâil e kendisinden istediði bir þey olup olmadýðýný sorduðunda da Evet var, beni o yüce Rabbýn indinde an buyurmuþ. Onun yanýnda ismim anýlsýn yeter... Onun benim adýmý duymasý demek, bu iþitme yoluyla adýmýn onun bilincine, duyularýna, kalbine doðru yolculuk yapmasý demektir. Ýster beþerî olsun ister ilâhî olsun, aþkýn her türlüsü güzel... *** Peki buna ne dersin? O kadar acý çekiyordum ki sonunda kendime kýyamayýp sevgiliye kýydým. Onu sevmekten dolayý acý çekmeye katlanamadým. Acý çeken kendime o kadar acýdým ki, nihâyet onu gönlümden uzaklaþtýrmaya, onu sevme zevkini katletmeye baþladým. Kendime olan sevgim sevgiliye olan sevgimin önüne geçti. Aþk fedâkârlýk içermez mi? Kendimi, sevgiliyi sevebilme zevkine fedâ edemiyorsam bu nasýl bir aþk? Belki
sevmek bana zevk deðil acý veriyordu. Sevmek ve acý... Ýnsan herhangi bir þeyi sevmekten acý duyar mý? Yoksa bu sevgi deðil de baþka bir þey miydi? Fedâkârca davranýp sevgiliyi fedâ ettim. Kendime olan aþkým uðruna ondan vazgeçtim.. *** Keþke sevgiliyi unutmak istemeyebilsem. O nerede olursa olsun, kiminle isterse onunla olsun, dilerse ömrümün sonuna kadar gözümden de uzak olsun ama gönül kadehim þarap tadýndaki o güzelle dolu olsun diyebilsem. Bu, aþka yakýþýrdý...
AÞK YOLUNDA KELÝMELER...
Ben aþk yolunda cefâdan ürkmem, benim terkibimde aþk ateþinden bir unsur vardýr ki, onun gýdâsý bu ateþtir; bilâkis ben bu ateþte hayat buluyorum, karada yaþayan mahlûklar için deniz bir âfettir; fakat balýk sudan hiçbir zaman korkmaz (Semiha Cemâl, Aþk, Devlet Basýmevi, Ýstanbul, 1936, s. 31)
Aþk Ýnsaný beþer kütlesinden temyiz eden kuvvet Aþk... Tükenmez bir sermâye! Aþk, ölçüsüz sevgi Aþk, sevdânýn kemâli... Aþk, garezsiz muhabbet (Sâmiha Ayverdi, Aþk Budur, Marifet Basýmevi, Ýstanbul, 1938, s. 7)
Aþk týpký bir ateþe benzer. Fakat içine girilince bir bahar âlemi, bir gül bahçesi gibi kokulu ve lâtif. ( ) Aþksýz hayat ölüm, hayat ise aþkmýþ deðil mi? Bütün bu gökler, bu güneþ, bu toprak, bu dünyada her zerre bu aþkýn ateþinden kararsýz, o güneþin nurlarý aydýnlýðýna batmýþtýr. Senin ruhundaki aþk, ölmüþ vücutlarý dirilten kuvvet, mihneti insana zevkeden sýrdýr. Baþka, ondan baþka herþey gölge ve hayaldir, yerde , toprakta sürünme, can çekiþmedir. (Semiha Cemâl, Aþk, Devlet Basýmevi, Ýstanbul, 1936, s. 145)
Bilir misin ki aþka tutulanlarýn ismi toprak olur. Onlar kalplerini mâþuklarýnýn ayaklarý altýna koyarlar. Onlarda nâmusun, þeref ve vekarýn izi kalmaz. Onlar herkesin nazarýnda insanlýklarýný ve benliklerini kaybederler. O vekar ve þeref ki onu baðýþlayan aþk deðildir, o sönen bir gölgeden baþka bir þey deðildir. Bütün varlýk aþktadýr; vekar, þeref onun ihsânýdýr. Benliði kaybolmuþ âþýka cânân, kendi cemâlini giydirir, daha ne ister? Onun bir þeye ihtiyâcý yoktur, her þeyin ona ihtiyâcý vardýr. (Semiha Cemâl, Aþk, Devlet Basýmevi, Ýstanbul, 1936, s. 33)
Aþk, þuûru da, laþuûru da kapar ve o kimse zevk içine batýp gider. Her ne ki aþktan baþkadýr, ne olursa olsun, servet, þöhret, bilgi, hüner, güzellik, saltanat, bunlar görünüþte tatlý da olsa hakîkatte o can çekiþmektedir. Can çekiþmek, aþka kavuþamamaktýr. Aþka sahip olan ölmez mi dersen, ölen hayvandýr aþk ölmez. (Sâmiha Ayverdi, Batmayan Gün, Kubbealtý Neþriyatý, no:79, Ýstanbul 2001,3. baský, s. 97-98)
Aþkýn ne baþý var ne sonu Fakat yazýk ki onun hakîkate yükselmemiþ iptidâî belirtileri birer tuzak gibi rûhun yolunu kesiyor ve ruh bu zevklerin çukuruna düþerek orada hapsolup kalýyor. Halbuki kâinâtýn damarlarýnda þiddetle dönen ve hareketin þiddet ve azametinden idrâke sýðmayan iþte gerçek, kahhar ve tek hakîkat: Aþk! O öyle ölümsüz, ebedî bir kanun ki, bunun mevzû kânunlara hiçbir benzeyiþi yok Ne bâbý, ne de zamana göre deðiþen fasýllarý var. Deðiþmeyen tek ve muzaffer kudret: Aþk! (Sâmiha Ayverdi, Batmayan Gün, Kubbealtý Neþriyatý, no:79, Ýstanbul 2001,3. baský, s. 208)
dilek düldütuna
bir hikâye
Cebrâil Aleyhisselâm tasavvufta mürþidi kâmil i, onun rûhü l-kuds olan aklýný, Rahmân ýn aþk uyandýran ve aþk olan nefesini temsil edegelmiþ. Ken an Rifâî Hazretleri nin buyurduðu gibi Resûlullah Efendimiz Ievlâk sýrrýna mazhar olmuþ iken mürebbî olmasaydý Rabbimi bilemezdim buyurdu. Mürebbîden maksat, Cebrâil Aleyhisselâm'dý. Ve yine diyorlar ki: Ýzâfî ruh, Cebrâil'in Meryem'e nefhettiði ruhtur ki, bundan atasýz olarak Îsâ zuhûra gelmiþtir. Bu böyle olduðu gibi, intisap zamanýnda mürþidin de sâlike nefhettiði nefes de budur ki bundan sâlikin kalbinde mânevî veled zuhûr eder. Bunun hissolunan belirtileri, cezbe ve aþktýr. Resûlullah Efendimiz'in Hazret-i Ali'ye söylediði beyân olunan sýr da budur." Harfler konusunu çalýþýrken eski kaynaklarda anlatýlan bir hikâyeye rastlamýþtým. Hikâye þöyle idi: Mýsýr kralý, Hz. Yusuf ile konuþup onu kendisine dost edindiðinde ve ülke idaresinde ona yetki verdiðinde astrologlar krala diyorlar ki: Efendisinin 20 gümüþ paraya satýn aldýðý bir köleye bizim üzerimizde bir güç mü veriyorsun? Bunun üzerine kral onlara þöyle cevap veriyor: Ben onun güzel yüzünde melik soyunun alâmetlerini âþikâr görüyorum. Astrologlar bu durumda diyorlar, [her kralda olduðu gibi] 70 lisanýn tamamýný konuþmasý lâzým Kral öyleyse onu yarýn imtihan edelim diye cevap veriyor. Geceleyin Cebrâil Aleyhisselâm geliyor ve Hz. Yusuf a bilmediði dilleri tâlim etmek istiyor, fakat Hz. Yusuf hiçbir þey öðrenemiyor. Bunun üzerine Cebrâil
Aleyhisselâm Hz. Yusuf un ismine Allah isminden bir harf ekliyor ve böylece Hz. Yusuf, öðretilen lisanlarý öðrenmeye istidat kazanýyor. Ertesi günkü imtihanda Hz. Yusuf, krala, kendisine hitap ettiði her lisanda cevap verdiði gibi, kralýn bilmediði lisanlarý da konuþur hâle geliyor.
Nefesler ile özdeþleþen Rahman dýr Onun istivâ ettiði Arþ, insandýr Zâhiri parýldarsa dersin ki: Kur an (toplayan) Ya da bâtýný parýldar, bu kez Furkan (ayýran) dersin Allah onda her güzelliði toplamýþtýr O, noksansýz yetkinliktir
Bu hikâyede bir noktayý anlamamýþtým: Kur an-ý Kerim in birkaç âyetinde birden Allah ýn kelimeleri deðiþmez buyurulurken, yani yaratýlýþlar, özler deðiþmez iken, burada Cebrâil in, Hz. Yusuf un ismine, kelimesine harf eklemesi ne mânâya geliyordu? Bunu Cemâlnur Hocama sorduðumda, Cebrâil in harf eklemesi, dýþarýdan olmayan bir þeyin eklenmesi deðil, mürþidin o kiþide bulunan, fakat gizli olan kabiliyeti açmasý, ortaya çýkarmasý demektir diye cevap verdi.
Acaba hikâyede Cebrâil in eklediði harf hangi harfti? Belki, mutasavvýflarýn nefes ile özdeþleþtirdikleri, her harfi okunur hale getiren, kendisi olmadan hiçbir harfin okunamayacaðý, fakat kendisi tek baþýna hiç bir zaman okunamayan Elif harfi idi ve pek çok mutasavvýf Ben her bakanýn okuyamayacaðý bir harfim derken bunu kastetmiþti. Bir nefes bile o nefesten ayrýlmamak niyâzýyla
Bu hikâyede, öðretmen olan Cebrâil in her iki öðretme metodunu kullandýðý halde onun insanda fetih yapan ve onun idrâkini açan nefesi olmasa, diðer bilgilerin de anlaþýlamadýðý anlatýlýyor. Bu farký mutasavvýflar bazen hikmet-i yunânî ve hikmet-i yemânî arasýndaki fark olarak, yani Yunan hikmeti/felsefesi ve Peygamber Efendimiz in Rahmân ýn nefesi bana Yemen den geliyor hadisinde iþaret ettiði üzere yemânî hikmet kavramlarýný kullanarak ifade etmiþler. Ýþte birleþtiren ve birliðe götüren, bu sebeple öðrendiðimizi irfan ve mârifet hâline getiren bu nefes hakkýnda Ýbn Arabî þöyle söylüyor:
bengü
güzel ve çirkin
Rabbimden gönlüme düþeni lâyýkýyla anlatabilecek belâgat diliyorum. Hislerimizi kaydederken bunlar kalemimizin ucuna varýncaya kadar aþtýklarý merhalelerin her birinde ilk ve hakiki azametlerinden neler, neler býrakýyorlar? Bu sefer, onlara, ne büyük kayýplara mâl oluyor? Fakat ne beis var, sýrasýnda tek damlanýn, bir pýnarýn evsâfýný fâþettiði vâkî deðil midir? Sâmiha Ayverdi sultanýn bu sözlerine sýðýnarak anlatmaya baþlýyorum.
güzellerinden bir güzel olacaðým Peki bu kadar çirkin olan beni neden sevsin ki?
Sonra bu düþünceyi zihnimde evirip çevirirken bir þey daha fark ettim. Sevgilimin beni sevmemesi mümkün deðildi. Çünkü o nefsimin çirkinleþtirdiði sûretimi görmüyor O bende kadim olaný seviyor. Çünkü o yüce Yaradan a o kadar âþýk ki, onun sevgisi O na karþý o kadar kayýtsýz ve þartsýz, o kadar mecbûrî ki.. Bende O nun isimleri olduðu için Geçtiðimiz gün geç bir saatte iþten eve beni sevmemek elinde deðil O sevgilinin beni sevmesi týpký bütünün dönerken arabada Güzel ve Çirkin filminin müziðini dinliyordum. Hani þu parçasýna çekilmesi gibi zarûrî Artýk kötü cadýnýn büyüsüyle canavara dönen O nun sevgisinden hiçbir þüphem yok. prens ile âþýk olduðu güzeller güzeli kýzýn Peki ey Sevgili! öyküsü Güzel kýzýn çirkini severek Ey sevilmeye en lâyýk olan! gözlerinde yaþlarla ona bir bûse Sadece aþk kesilen varlýðýndan bu çirkine vermesiyle bozulacak olan büyü Sözlerini dinlerken birden kendimi filmin de bir bûs eder misin? içinde buldum ve þaþýrarak fark ettim ki Aþkýn onu istilâ etsin de bu büyüden kurtulsun! iflâh olmaz bir romantik olarak küçüklüðümden beri bu filmde kendime Artýk o da güzel olsun biçtiðim rol güzel karakteri iken aslýnda Bu dileði kabul edersen lûtfundan kereminden ne eksilir ki? ben çirkin olandým! Neden mi? Anlatayým Oldukça olgun denebilecek þu yaþýma gelene kadar hayatýmda sevmek ihtiyacý hep oldu Þimdi ise sevgime rahim gibi olan gönlüm çok kadim bir sevgiliyle tatmin oldu Gönlüme taht kuran bu sevgili o kadar güzel ki Nefsimin arzu ve ihtiraslarý ile büyülenmiþ olan ben de ayný bu filmdeki gibi çirkinleþmiþ ve tutsaðým. Ne zaman ki o sevgili beni sever de bana tenezzül ederse o zaman bu büyü bozulacak ve ben de Allah ýmýn
ayça
ilâhî aþk Ýlâhî aþk deyince, aklýma her kim ki kýyamaz câne, meyletmesin cânâne meâlindeki sözler geliyor. Bana aþkýn târifini sorsalar o kiþi için, normalde yapmayacaðýn bir þeyleri yapýyorsan âþýksýn derim. Hocam hep dildeki davâya elde kanýt isterler diye söyler. Benim için ise kanýt bu aþkýn kiþinin huyunu suyunu nasýl deðiþtirdiðidir. Benim gözümde bir insanýn Allah ý sevip sevmediðinin ölçüsü ise diðer insanlarla olan iliþkileri. Televizyonda çok etkilendiðim bir reklâm var. Reklâmda sanat öðretmeni olan bir kadýn, bir okul açmýþ. Farklý kültürlerden gelen ve farklý fiziksel özellikleri olan birçok insan, bu okula gitmiþ ve kadýn o insanlara hem sanat aþký, hem de hayat aþký aþýlamýþ. O reklâmda bu okula giden fiziksel engelli kiþilerden biri Hocam bana sevmeyi öðretti, artýk insanlara kýzamýyorum diyor. Bu reklâmý ilk gördüðümde tüylerim diken diken olmuþtu. Demek ki insanlarý gerçekten sevince onlara kýzmak mümkün olmuyormuþ dedim içimden. Peki ya Allah ý seven insanlara nasýl kýzabilir? Allah ýn bizim sevgimize ihtiyacý olmadýðý için O na sunabileceðimiz tek þeyin diðer insanlara olan sevgimiz olduðunu düþünüyorum. Bu noktada da giriþte bahsettiðim diðer konu olan kiþinin kendi huyunu deðiþtirmesi devreye giriyor. Ýliþkiler iki kiþinin yürüttüðü bir þey olduðu için insanlarla olumlu iliþkiler geliþtirebilmenin yolu kiþiliðimizi daha olumlu yönde tekâmül ettirmekten geçiyor. Meselâ benim gibi çabuk sinirlenen bir insansanýz bu öfkenizi Allah için yenebilirsiniz. Tam baðýracakken ya sevgilim memnun olmazsa deyip susmaktýr bence aþk. Ya da daha yeni tartýþtýðýnýz eþinize sinir olsanýz dahî o da benim sevgilimi seviyor diyerek caným diye seslenebilmektir. Bunlar belki siz okuyuculara derginin diðer yazýlarý ile karþýlaþtýrýnca çok sýð ve basit gelebilir. Ben ise aþkýn basitin içinde olduðunu düþünüyorum. Çok mutluyken ya da çok olumsuz bir olay yaþadýðýmýzda tepkilerimizi kontrol etmek çok kolay oluyor ama sýradan günlerde insanlarla olan sýradan süreçlerimizde aþkýn bize deðmesiyle iþleri deðiþtirmek daha zor oluyor. Çünkü insan bu zamanlarda kendini daha az izler ve Allah ý daha az düþünür oluyor.
Ben ise bu yazýyý yazdýktan sonra yazdýklarým sadece söz olarak kalmasýn, hâle de geçsin inþaallah diye þöyle bir deðiþiklik yapmayý planladým: Ýnsanlar kýyafetim, baþýmý örtme tarzým gibi þeyleri eleþtirdiði için dýþarýda namaz kýlmaktan her zaman kaçýnmýþýmdýr. Ýlâhî aþký pek yaþayabilen biri olduðum söylenemez ama namaz kýlarken bu insanlarý sevgilimle buluþmaya giderken yaðan bir yaðmur, kaçýrýlan bir otobüs gibi hayâl edip, yine de yolun keyfini çýkarmaya çalýþacaðým. Bu yolda duâlarýnýzý niyâz eder, hayýrlý bir ay dilerim.
melike türkân baðlý
dostun gecesi
2005 yýlýndan bu yana TÜRKKAD-Türk Kadýnlarý Kültür Derneði öncülüðünde, Hakîkat-i Muhammediyye ve o hakîkati idrak eden Hz. Muhammed (s.a.s.) dostlarýna vefâ göstermek amacýyla, Ýslâm'a hizmet eden kiþilere "Dost" Ýslâm'a Hizmet Ödülleri takdîm ediliyor. Her sene belirlenen konu çerçevesinde yurt içinden ve yurt dýþýndan o konuda eser vermiþ ve hizmet etmiþ kiþilere ödülleri, her yýl, o yýlýn Mevlid Kandili haftasýna isâbet eden bir günün gecesinde, Hz. Muhammed e (s.a.s.) ümmet olma zevkini yaþayan yüzlerce kiþinin iþtirâk ettiði bir büyük buluþmada veriliyor. Bu yýl dokuzuncusunu idrâk ettiðimiz ve kýsaca Dost Gecesi olarak andýðýmýz gecede, hakîkî dost olan Peygamber Efendimiz e ömürlerini vakfetmiþ dört gerçek dostu, Çýhâr Yâr-ý Güzîn i, yani Dört Halîfe yi anmak üzere 26 Ocak 2013 tarihinde, Ýstanbul Kongre Merkezi Harbiye Salonu nda bir araya geldik. Program, tüylerimizi diken diken eden Mekke ezaný ile baþlýyor. Kutsal topraklarýn rûhunu aksettiren ezân-ý Muhammedî ye, mânâsý ile yüceler yücesi olan Kâbe nin ve Kâbe ye yüz sürenlerin dev ekrandaki görüntüleri eþlik ediyor. Kelime-i tevhid ve kelimeyi þehâdet ile muhâtabýna can veren ezan, tek müezzinin sesinden bir kaynak gibi fýþkýrýyor. Salondaki binlerce insan, o tek sesi dinlemek ve o kaynaktan içmek üzere sessizleþiyor: Belî âný Ezanýn ardýndan Ken an Rifâî Hazretleri nin Na t-ý Çýhâr-ý Yâr-ý Güzîn i
ile ses bulmuþ bir kasîde, yüreklerin ezanla hýzlanan atýþýný Kasîdehan Bilâl Demiryürek in sesiyle zirveye taþýyor: Bil Ebûbekr ü Ömer, Osman, Alî dört yârýdýr Hazret-i Peygamber in bunlar gül ü gülzârýdýr Hazret-i Peygamber i Sýddîk dýr ilk tasdîk eden Oldu üryan cümleden uðrunda yâr-i gârýdýr Hazret-i Fârûk Ömer, sâhib-vakar-ý ma delet Þarka, garba dîni neþretti o âlî-menkabet Câmi -i Kur ân, Zinnûreyn Osman hak-güzâr Pür-hayâ vü pür-sehâdýr hem de ulvî-menzilet Kâbe dir Sýddîk, buyurdu o Resûl-i müctebâ Hem-harem zât-ý Ömer Fârûk-ý a zamdýr ona Hazret-i Osmân-ý Zinnûreyn, erkâný onun Sakfý Beytullâh ýn, Allah arslaný o Murtezâ Ben Alî den hem Alî benden, dedi bî-iþtibâh Cümlenin Mevlâsýdýr Haydar, hakîkat-iktinâh Eyle yâ Rab Ken an ý Kýtmîr-i bâb-ý Haydarî Hem de ashâb-ý kirâma hâdim-i pür-intibâh Ardýndan küçüklerin sesleri duyuluyor. Sekiz küçücük kýz, o koskoca salonda bu na týn kelimelerini hece hece gönüllerimize nakþediyorlar; na tý bir de onlarýn seslerinden duyuyoruz. ***** Dört Halîfe ve onlarýn mânâlarý nasýl anlatýlabilir ki? Peygamber in kendine dost olarak seçtiði bu dört yoldaþý idrâk etme gayretlerimize bir kýsa film aracýlýðýyla devam ediyoruz. Bu filmden öðrendiðimize göre dört halîfe de hiçlik le Allah a yaklaþýyorlar. Hz. Ebû Bekir, hilâfet nutkunda þöyle buyuruyor:
melike türkân baðlý
Ey insanlar! Bundan sonra derim ki þimdi iþleriniz üzere vekil kýlýndým, oysa sizin en hayýrlýnýz ben deðilim. Eðer görevimi iyi yaparsam bana yardým ediniz, kötü yaparsam beni doðrultunuz. ( ) Âsî olursam bana itaat gerekmez. Haydi Allah ýn rahmetiyle namaza kalkýnýz Hz. Ömer ise Allah tan bana yardýmcý olmasýný, haklarýnýzý koruma konusunda bana ilhamda bulunmasýný niyâz ederim. Çünkü ben zayýf bir kulum. ( ) Allahým, ben sert ve þiddetli biriyim bana yumuþaklýk ihsan et. Güçsüzüm, kuvvet ver diyor. Hz. Osman ýn ise Dikkat ediniz, bu çok aldatýcý dünya hayatý Allah hakkýnda sizi aldatmasýn. Geçenlerden ibret alýp gayret gösteriniz. Sakýn ha gaflete düþmeyiniz! Dünyayý Allah ýn attýðý yere atýnýz ve âhireti isteyiniz. Allah her þeye kadirdir. Mal ve oðullar dünya hayatýnýn süsüdür. Bâkî kalacak olan güzel iþler ise, Rabbin katýnda daha hayýrlýdýr dediðini öðreniyoruz. Cemâlnur Hocamýz, Zât ýn temsilcisi olarak târif ettiði Hz. Ali için ise Dost Gecesi konuþmasýnda þunlarý söylüyor: Veysel Karânî Hazretleri teþrif edip geldiðinde ve anacýðýnýn emrini tutmak için Peygamber i göremeden döndüðünde oradaki dört halîfeye, onlarýn en iyi tanýdýðýný düþündüðü Peygamber Efendimiz i sorar. Büyük bir merakla Hz. Ebû Bekir e gider. Anlat der, Anlat, nasýldý? Hz. Ebû Bekir bakar, düþünür, kendinin en bâriz özelliðiyle sevgilisini tanýtýr: O, baþtan
aþaðý sâdýklýktýr, sýdktýr, Allah ýn ahlâkýna sâdýk olan yegâne güzeldir. Ömer e gider, tatmin olmamýþ hâlde Veysel Karânî Hazretleri Anlat der, nasýldý? Hz. Ömer Âdildi der Âdil! Hiç O nun kadar âdilini görmedim. Osman a gider. Hz. Osman Güzel sultan O mu? der, o büyük sultan O nda edepten baþka hiçbir þey görmedim. Tatmin olmamýþtýr Veysel Karânî Hazretleri Biraz daha farklý bir þeyler beklemektedir. Hz. Ali ye gider. Hz. Ali, Peygamber ini þöyle anlatýr: Kâbe nin içindeydik. Omuzuma çýk, ya Ali dediler. Edepten kýpkýrmýzý oldum. Senin omuzuna nasýl çýkýlýr ya Muhammed? dedim. El emr ü fevka l edep ya Ali buyurdular. Benim emrim senin edebinden üstündür. Mübârek omuzlarýna emir üzre çýktým. Ve yere baktým: Her yer kadem-i Resûlullah. Hizâma baktým: Her yer sadr-ý Resûlullah. Ve baþýmý kaldýrýp yukarý baktým: Her yer cemâli Resûlullah. Vallâhi kardeþim, bu âlemde O ndan baþka hiçbir þey yok. O zaman Veysel Karânî tatmin olur. Sen görmüþsün ya Ali, sen biliyorsun ya Ali der. Peygamber ki, baþka hiçbir varlýk, O ndan baþka hiçbir þey varlýk olamaz. O, nûr-u ilÂhî ile yaratýlmýþ, ezel âleminden o nurla gelmiþ, Âdem toprakla çamur arasýndayken o nûru ile âlemi aydýnlatmýþ sultan
Ýbn Arabî Hazretleri, Þeytan ýn Peygamber le bir konuþma yaptýðýný söyler. Allah ýn emriyle Peygamber Þeytan a sorar: En çok kimi sevmezsin ya Þeytan? Seni der Þeytan. Seni sevmem. Çünkü sen Allah ý çok seviyorsun. Seni sevmem, çünkü ben o sevgiliyi sakýnýrken kimse görmesin diye, sen benim sevdiðimi herkes sevsin diye açýyorsun. Ebû Bekir i de sevmem, biliyor musun? der Þeytan. O sana sâdýk, o Allah a sâdýk. O, verilen ahde sâdýk. Ömer desen, býrak onu der Þeytan. O ne büyük adâlettir, onun adâleti Osman ý da sevmem der Þeytan. Çok edepli; utanýrým önünden geçerken Ama biliyor musun? En sevmediðim Ali dir. Zirâ ben onu çoktan býraktým da o benim yakamý hiç býrakmýyor. Ýþte böyle bir sultandýr Hz. Ali. Dört halîfenin sonuncusu, halîfelerin tekâmüldeki en üst makamý Zât ýn temsilcisi... ***** Prof. Dr. Mustafa Fayda nýn Dört Halîfe yi anlatan aydýnlatýcý konuþmasýnýn ardýndan sýra ödüllerin takdîmine geliyor. Bu yýlki "Dost" Ýslâm'a Hizmet Ödülleri, iki kiþiye veriliyor: Bunlardan biri Hz. Peygamber ile ilgili pek çok eser vermiþ olan ve özellikle Þifâ-ý Þerif Þerhi ile mühim bir hizmete vesile olmuþ bulunan Prof. Dr. Yaþar Kandemir, diðeri de First Muslims adlý kitabý dolayýsýyla Pakistan asýllý Amerikalý profesör Asma Afsaruddin
Her ikisi de törende ödüllerini teslim almak üzere hazýr bulunuyor ve Dost a dost olarak addedilmekten duyduklarý minnet ve þükürle sahneden hepimize gülümsüyorlar. Ayný sahne, programa verilen aradan sonra Lâ Edrî grubunun sunduðu ilâhîlerle doluyor. Dost un doðumu vesîlesiyle Allah ýn o yüce sevgilisi Hz. Muhammed in ism-i þerîfini zikrettiðini kendi kulaklarýmýzla duyuyor ve bu zikre eþlik edenlerin en baþýnda dört halîfenin geldiðini fark ederek bu dört isme adanan gecenin önemini kalbimizin tam içinde hissediyoruz: Þehinþâh-ý cihanbân-ý risâlet þâh-ý zî-ünvân Muhammed'dir Muhammed dir Muhammed dir Muhammed dir Bu nazmý söyledim rü'yâda ben âlemlere sultan Muhammed'dir Muhammed dir Muhammed dir Muhammed dir Çeharyâr-ý Ebûbekr ü Ömer Osman Alî hergâh Hudâ'nýn dört kitâbý vasfýný irâd eder billâh Halîlullah Habîbullah Nebiyyullah Resûlûllah Muhammed'dir Muhammed dir Muhammed dir Muhammed dir ***** Dost a dost olanlarýn gecesi Bizzat Dost un gecesi Ayýn ondördünde Dolunay ýn gecesi Bir Dost gecesine daha iþtirâk edebilmiþ olmanýn þehâdet müjdesi mânâsýna gelmesi niyâzýyla Kur an ýn ardýndan okuduðumuz Fâtihâ nýn peþine âmin diyor ve o Dost un gül yüzüne duyduðumuz hasret ve iþtiyakla dünyamýza dönüyoruz.
þiir
Dost Gecesi nde Cemâlnur Sargut Hocamýz tarafýndan Sâdeleþtirilmiþ olarak misâfirlere okunan, Nâbî ye ait Dört Halîfe hakkýndaki þiir
Din evinin hakîkatidir dört halîfe Ýslâm köþkünü ayakta tutan (dört) sütundur dört halîfe Ýslâm þeriatýnýn korunaðý (Ve bu dinin) etrâfýný saran saðlam hisardýr dört halîfe Þeriatýn Firdevs cenneti ortasýnda aðýrbaþlýlýkla akan Dört hâldaþ nehirdir dört halîfe Sýnýrlarý belli, þerefli ve lâtif þeriatýn vücûdu (onlardýr) Ayný rengin ve beðenilen tabiatýn örneðidir dört halîfe Þeriat ulu bir arþ olan mânânýn gölgesidir (ve) Yüce arþý ayakta tutan ellerdir dört halîfe Din-i Muhammed in ebedî varlýðý içinde Her biri ayrý bir mevsimdir dört halîfe Dinin esaslarýný her dem tazeleyen Birer bahçe ve o bahçe içindeki itibarlý kimselerdir dört halîfe Din nasýl ki þeriat kurallarý üzerine binâ edilmiþ Kâbe yse O Kâbe nin dört yüce sütunudur dört halîfe Mânâ kubbesinin üzerindeki yücelik tâcýnýn Dört kýymetli parlak incisidir dört halîfe Kendilerinin feyz kervaný haþra kadar devam etmektedir Yakîn þehrinin (dört) kapýsýdýr dört halîfe
Zaman içinde dinin varlýðýný muhâfazaya yardýmcý olan dört kuvvetli koldur dört halîfe Hak tan gelen feyzi en güzel idrâk eden din divânýnýn dört veziridir dört halîfe Ýslâm dininin varlýðý onlarla kuvvet buldu Bu sebeple birbirine destek olan dört duvardýr dört halîfe Nübüvvet mührüne tâbî olmada birdirler Dört yüzük kaþýnýn içindeki dört taþtýr dört halîfe Hilâfet âleminin tertibinde her biri Sanki yüzdeki alýndýr dört halîfe Din mülkünün saðlam temeli onlarladýr Yerin ve göðün direkleridir dört halîfe Vahiy incilerinden oluþan dizelerin habercisi onlardýr Vahiy hazinelerinin esrârýnýn eminidir dört halîfe Hakk ýn sevgilisinin yârâný olmak ile Hakk ýn rýzâsý güzelliðini kazanmaya yakýndýr dört halîfe Fahr-i dîvânýn (peygamberin) sýrdaþlarý olmak ile Rûhu l-emin ile sohbete nâil olanlardýr dört halîfe Onlarýn kerem ve ikramlarý gölgesine sýðýn ey Nâbî Acz ve yokluk sahiplerinin saðlam kalesidir dört halîfe
ekrem hakký ayverdi ve dört halîfe ye hizmet
Dost Gecesi nde Dört Halîfe nin fazîletlerini öðrenmeye çalýþýrken bir büyüðümüzün kendilerine hizmetlerini Cemâlnur Sargut Hocamýz, konuþmasýnda zikrediyor. Bu mühim hizmet, Ýslâm tasavvufunun yüksek ahlâkýný ve sanatkârlýðýný, mesleði olan mîmarlýða en yüksek seviyede aksettirmiþ olan Ekrem Hakký Ayverdi nin, Ayasofya Câmii nde halîfelerin ismi þerîflerini taþýyan ancak yerlerinden indirilmiþ büyük levhalarý tekrar yerlerine astýrmasý hâdisesidir. Ýbnülemin Mahmud Kemal Ýnal ýn Son Hattatlar isimli eserinde Ekrem Hakký Ayverdi den ve bu hâdiseden bahsediliyor. Biz de bu eserden alýntýlarý açýklamalar eþliðinde dergimize almak ve Ekrem Hakký Ayverdi Beyefendi yi hayýrla yâd etmek istedik:
Ýsm-i Celâli (Allah ismini), Ýsm-i Nebevîyi (Muhammed ismini), esâmii çar yâr (dört halîfenin isimlerini) ve Hasaneyni (Hasan ve Hüseyin isimlerini) ihtiva eden bu elvâh-ý celîle (bu ulu levhalar), birtakým kýymet bilmez eþhas (kiþiler) tarafýndan indirilip bir kenâre konulmuþ ve bâzýlarýnýn bâzý yerleri zedelenmiþti. Bu hâl, bizimle berâber diðer erbâbý îmâný daðdâr ettiðinden tekrar asýlmasý için uðraþtýksa da muvaffak olamamýþtýk. Nihâyet Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Remazan Beyi teþvik ve teþci ettiðimde: Para yok, olsa
asarým demiþdi. Öteden beri bu iþe sarf-ý zihn eden (kafa yoran) yüksek mühendis Ekrem Hakký ve tüccardan Nazif Beyler, îcab eden parayý hasbeten lillâh vererek Ekrem Beyin nezâreti altýnda levhalar tâmir edildi. Yine o zât-ý ekremin himmetiyle levhalar bîkeremihilkerim 28 Kanunusâni 1949 (22Rebîülevvel 1368) de elvâh-ý þerîfe yerlerine asýldý. Ekrem beni alýp götürdü. Levhâlarý mahal-i kadîminde (eski yerlerinde) görünce aðlamaya baþladým. Cenâbý ekremü l-ekremîne hamd ü senâ ev Ekrem ve Nazif ile Muzaffer e teþekkür ve dua etdim. * http://www.ekremhakkiayverdi.com/
eray 체lger
h창diselerden etkilenmemek
Ben Almanya da yaþayan bir üniversite öðrencisiyim. Çok þükür, yaklaþýk bir yýl önce Cemâlnur Hocamla tanýþtým. O günden beri kýz kardeþimle beraber sýkça Türkiye ve Frankfurt arasýnda gidip geliyoruz. Geçenlerde yine Ýstanbul daydýk. Bu seferki geliþimizin nedeni Dört Halîfe konulu Dost Gecesine katýlmaktý. Büyüklerimiz bize de görevli olarak vazife vermiþlerdi ve biz de kendi çapýmýzda görevli olarak o güzel gecede bulunabildik. Hocamýz, programdan önce görevlileri motive ve disipline edici bir konuþma yaptý ve sonra görev alanlarýmýza yerleþtirildik. Gecenin baþlamasýna az bir zaman kala misâfirler yavaþ yavaþ yerlerini almaya baþladýlar. O arada çok ilginç bir olay yaþadým. Kendi kendime düþüncelere kapýlmýþ, farklý farklý ve gereksiz birçok konu ile beynimi yoruyordum. Yani aslýnda vesvese dediðimiz þey devreye girmiþti. Pantolonum nasýl, gömleðim oturdu mu, insanlar bana bakýnca ne der, doðru mu hareket ediyorum yoksa yine yanlýþ mý yapýyorum acaba? Herhangi bir günde de benim ve belki baþka insanlarýn çoðu zaman kapýldýðýmýz, kendimizi boþ yere yorduðumuz ve içinden çýkmakta çok zorlandýðýmýz þeylerdi bunlar. Derken, kafamý sahneye doðru çevirdim ve üzerinde Dört Halîfe yazan panoya odaklandým. O anda bu gece kendim için deðil, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve gecenin konusu olan Dört Halîfe için burada bulunduðumuzu anladým. O an
bana onlarýn dýþýnda olan her þeyin önemsiz olduðu fark ettirilmiþti. Ve geceye ait olmayan bütün düþüncelerin Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz.Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali nin yanýnda deðersiz, bir o kadar da geçici olduðu apaçýk ortadaydý. Sahnedeki Dört Halîfe yazýsýna odaklandýðým âný, kafamdan geçirirken âcizâne þöyle bir sonuca vardým: Günlük hayatýmýzda vesveseye kapýlýp gerçek dýþý olan kurgularla uðraþmaya baþladýðýmýz zaman, Peygamber Efendimiz e ve yolunda yürüyen evliyâlara odaklanýr da kendimizi Allah a teslim edebilirsek, o zaman karþýmýza ne çýkarsa çýksýn, hâdiselerden etkilenmemeyi öðreniriz. Allahým gaflet anlarýmýzda yüzümüzü hemen Peygamber Efendimiz e döndürmeyi nasip etsin.
canlý yayýn Bir küçük düðmeye basmak: Gayret... Kanalý ayarlamak: Meþrebe uygun terbiye, mürþidin frekansý... Canlý yayýna baðlanmak: Teslimiyet...
entarimin, terliklerimin ve vücûdumun içinde hapis. Ama Allah tan bir alýcý ve ekran var önümde; alan, aldýðýný bana olduðu gibi tam zamanýnda aktaran.
hümanur baðlý
Tenzih ve teþbihin arasýndayým. Burada olmam, orada olamamama sebep, Oradayým. Orasý Mekke. Gece geç vakit, ancak ayný zamanda baðlanma denen kimseler yok. Tek tük kara lekeler olarak hareketi de mümkün kýlarak beni oraya kadýnlar, birkaç çocuðun genel ritmin geri götüren þey de orada olamamak dýþýnda sýçrayýþlarý. Mescidin dýþýna bir adam çýkýyor, beyaz elbiseli, yerlerdeki Þakk-ý kamer: Hasret böyle hasret oldu, tertemiz mermerle ayný renk. Elinde tek kavuþmak böyle kavuþmak. birþey var; terlikleri Yere atýyor ve bu plastik yassý nesnenin içine ayaklarýný Televizyonun önündeki sehpanýn altýnda yerleþtiriyor. Birden aðlamak istiyorum, az önce hocamýn ayaklarýna geçirdiði acaba neden? terlikleri görüyorum. Gözyaþlarým da âit olduklarý vücûdu terkedip, Terlikleri giyen adamýn görüntüsü ne yanaklarýmdan yol bulup gurbete kadar sýradan Ama orasý Mekke, gidiyorlar kâinatýn etrafýnda döndüðü Kâbe. Beyaz entarili adamýn vücûdu minicik. Belî deyip, belâ deyip yola revân Ayaklarýnýn zarar görmemesi için terlik oluyorlar. giymeye ihtiyâcý var. Ama az evvel etrafýnda döndüðü merkez, yücelerin yücesi bir kâmilin, kâinatýn efendisinin mânâsýdýr. Canlý yayýnda baðlandýðým orasý, orayý görüyorum, ama ben buradayým. Kendi
ekmek hakký Henüz çocuðum... Hayri Hocamýz anlatýyor... Dramatize ederek sanki o olayý yaþayan kendisiymiþ gibi. Gözlerim büyümüþ, dinliyorum... Bir evde çalýþan hizmetli haným sürekli olarak yere dökülen ekmek kýrýntýlarýný toplarmýþ. Evin sahibi kýzarmýþ, býrak þunlarý diye. Bir söylemiþ, iki söylemiþ, bakmýþ kadýn bu iþe devam ediyor, Seni bir daha yerden bir þeyler toplarken görürsem kovarým demiþ. Aradan bir kaç gün geçmiþ. Adam bir bakmýþ ki hizmetli haným gene bir þeyler topluyor. Hemen koþmuþ, aç avucunu demiþ. Haným avucunu sýký sýký kapamýþ.
þehvar tükek
Ýþte o an tüm çocuklar pür dikkat kesilmiþ, haným için korkuyoruz. Eyvah, yakalandý! diyoruz. Ama Allah onu o an yalnýz býrakmaz diye düþünüyorum. Çünkü o ekmek kýrýntýlarýný topluyor. Hayri Hoca birkaç saniye durakladýktan sonra anlatmaya devam ediyor. Adam aç elini deyince haným korkarak sýkýlý yumruðunu açmýþ. Avucunun içinden elmaslar çýkmýþ. O an gözlerimde canlanan bir avuç ve içindeki elmaslar hâlâ gözümün önünde. Kadýnýn elinde elmasa dönüþen ekmek kýrýntýlarý... Ne kadar da kýymetliymiþ bu kýrýntýlar...
Yine çocuðum... Annemle beraber bir vesileyle alt komþumuzun kapýsýný çalýyoruz. Çöp kutusunun yanýnda duran bir torba dolusu ekmeði görüyorum. Gözlerim kocaman oluyor. Konuþulanlarý artýk duymuyorum. Gözüm çöpe atýlacak ekmeklerde. Ekmek çöpe atýlamaz, bu nasýl olur? Adamýn birisi Peygamber Efendimiz e gelmiþ. Malým mülküm her geçen gün artýyor, artýk çok daraldým. Bana yük olmaya baþladý. Ne yapabilirim? demiþ. Efendimiz sormuþlar, sen nasýl yemek yiyorsun? diye. Adam ekmek yerken altýna bez koyuyorum dökülmesin diye diye cevap vermiþ. Cemâlnur Hocam her gün bu konudan bahsediyor bu aralar. Ekmek çok büyük nimettir, israf edilmez çocuklar diyor. Ekmeðin Allah ýn lûtfu olduðunu, ekmeði israf eden ailelerin de milletlerin de refah bulamayacaklarýný söylüyor. Devletin ekmek israfýný önleme çalýþmalarýný câný gönülden destekliyor Hocam. Her gün Allah râzý olsun, þu ekmeðin kýymetini bilenden diyor. Yerde gördüðümüzde alýp öpüp baþýmýza koyduðumuz ekmek bizim geleceðimizmiþ meðer. Allahýmýza þükrümüzün bir vesilesi imiþ. Allah kýymetini bildirsin inþaallah...
ümit gülbüz ceylan
NE HABER?
cemâlnur sargut tan yeni bir kitap...
Cemâlnur Sargut Hoca nýn öðrencilerinden Arzu Eylül Yalçýnkaya nýn hazýrladýðý yeni bir kitap, yakýnda Nefes Yayýnevi nden çýkýyor. Eylül Yalçýnkaya nýn Cemâlnur Sargut Hoca ya yönelttiði sorulardan aldýðý cevaplarýn derlenmesiyle oluþan bu mülâkat kitabý günümüzde çok sorulan bir soruya, Tasavvuf nedir? sorusuna cevap veriyor. Tasavvuf tarihine baktýðýmýzda, aslýnda dün de bugün de sorulan sorularýn birbirinden çok farklý olmadýðýný görüyoruz. Ýnsan baþka, zaman baþka, mekân ve görüntüler farklý olsa da sýkýntýlar, sorunlar ve sorular hep ayný. Dolayýsýyla aranan cevaplar aslýnda hep hayatýn içindeki insan-dünya iliþkisi, insan-yaratýcý iliþkisi ekseninde mutluluðu yakalamanýn püf noktalarýna yönelik. Eylül Yalçýnkaya ya kitabýn yazýlma amacýný ve okuyucuya neler vaat ettiðini þöyle anlatýyor: Günümüzde tasavvufî yaþantýya ve tasavvuf ilmine gittikçe artan bir ilgi var. Ýçeriðinde tasavvufun öne çýktýðý hikâye ve romanlar yazýlmakta, gazete ve dergilerde tasavvuf içerikli makalelere yer verilmekte. Televizyon dizilerinden büyük bütçeli sinema filmlerine kadar görsel sanatlarýn hemen bütün alanlarýnda da tasavvufî unsurlara rastlamak mümkün. Yüzyýllardýr kültürümüzü beslemiþ bu kaynaðýn hatýrlanmýþ ve canlandýrýlmýþ olmasý, köklerimizle irtibatýmýzý saðlamasý açýsýndan son derece önemli bir geliþme.
Bununla berâber, bu tür çalýþmalarda ilmî yetersizliklerden kaynaklanan bazý hatâlar olabiliyor. Burada devreye tasavvuf alanýnda yapýlan akademik çalýþmalar ve yayýnlar giriyor. Son dönemde hemen her tasavvuf araþtýrmacýsýnýn temel tasavvuf meselelerini açýklamaya yönelik Tasavvufa Giriþ ya da Tasavvuf Tarihi isimli bir kitap hazýrlamasý da, ilmî plandaki bu yetersizliði gidermeye yönelik. Bir tasavvuf araþtýrmacýsý olarak bu tür kitaplardan istifâde etmekle birlikte, bu ilmin mâhiyeti gereði tek baþýna çalýþýlmaya çok müsâit olmadýðýný farkettim. Yalnýzca akademik bir nedenle dahî tasavvufa yönelmiþ bir kimsenin, tasavvuf ilminin temel meselelerini ve kavramlarýný tecrübe ile zevketmiþ bir rehber/öðretmen eþliðinde okumasýnýn daha faydalý olacaðýný düþünüyorum. Bu nedenle, Cemâlnur Sargut Hocamýzla tasavvuf ilminin kaynaðý, doðuþu ve temel meseleleri üzerinden genel bir okuma yapmanýn güzel olacaðýný düþündük ve bu çalýþmayý gerçekleþtirdik. Modern dilde röportaj , söyleþi gibi isimlerle anýlacak bu faaliyet, içeriði sebebiyle bir tasavvuf sohbeti olarak algýlanmalýdýr. Sohbetimizin temel konusu tasavvufun mâhiyeti ve tasavvufun Kur an ve sünnetteki temelleri dir. Bu çerçevede, okuyucularýmýz hem tasavvufî kavramlarý ilk kaynaklarda nasýl geçtiðinin, hem de bu kavramlarý hayatýmýza nasýl tatbik edeceðimizin cevabýný ayný anda görmüþ olacaklar. Temel amacýmýz ilk tasavvuf klasiklerinin
yazýlma amacýyla ayný. Tasavvufî hayatýn Ýslâm kaynaklý olduðunu vurgulamak ve tasavvuf ilminin alaný, yöntemi ve gayesi ile Ýslâmî ilimler içerisindeki saygýn yerini hatýrlatmak. Bu vesileyle tasavvufun doðru algýlanmasýna vesile olmayý ümid ediyoruz. Eylül Yalçýnkaya, Okuyucuya kitabý okurken öneriniz nedir? sorusuna da þöyle cevap veriyor: Bu söyleþi kitabý, tasavvufun doðuþ döneminde yazýlan ilk klasik metinlerle zenginleþtirilmiþtir. Ýlk dönem tasavvufu denilince bilineceði üzere, hicrî dördüncü yüzyýldan Ýbnü l-Arabî ye kadarki dönem anlaþýlýr. Klasik eserler de bu süre zarfýnda kaleme alýnan eserlerdir. Amaçlarý ise tasavvufun Kur an ve sünnet kaynaklý bir hayat tarzý, tasavvuf ilminin de Kur an ve sünnet kaynaklý bir Ýslâmî ilim olduðunu kanýtlamaktýr. Bu ilk eserler, tasavvufu, Ýslâm dünyasýnýn etkileþimde bulunduðu kültürlerden baðýmsýz, tamamen Ýslâm dini kaynaklý bir ilim olarak açýklamaktadýrlar. Söyleþimizdeki konularý klasik metinlerde dile getirilen þekliyle okuyarak bugüne nasýl adapte edebileceðimizi düþündük. Sözkonusu klasik metinlerle ilgili giriþ bölümünde bilgilendirilme yapýldý. Bu söyleþinin rehberliðinde, o eserlerin okunmasý daha güzel olacaktýr diye düþünüyorum. Nefis terbiyesi ve mânevî eðitim konusunda kitabýn nasýl bir cevap verdiði husûsunda ise Eylül Yalçýnkaya þu açýklamayý yapýyor:
NE HABER?
ümit gülbüz ceylan
Nefis terbiyesi dünden bugüne insanýn en temel problem; sanýrým onu yalnýzca bugüne hasretmek doðru olmayacaktýr. Ancak her devirde bunun yönteminin, ayný prensipler ekseninde ama farklý þekillerde yüz göstermesi tabîdir. Nefs terbiyesi için sohbetimiz boyunca Cemâlnur Hoca mýzýn tavsiye ettiði yöntem sohbet oldu. Nefsini aþýrýlýklarýndan alýkoymaya niyetlenmiþ ve azmetmiþ kiþi, kâmil bir mürþidin sohbetine devamla, hattâ hocasýnýn nazarýyla dahî terbiye olabilir. Sülûkunu tamamlayarak nefsinin kötü huylarýndan arýnabilir. Gelenekte de bu vardýr. Bazý tarîkatlar özellikle Rifâiyye- bir terbiye yöntemi olarak mânevî sohbeti kullanmýþtýr. Sohbetin þekli nasýl olmalýdýr diye bir soru sorarsanýz, Cemâlnur Hocamýz, 21. yüzyýlda sohbetin mânâda ayný olmakla birlikte farklý þekilde uygulandýðýna ve uygulanabileceðine dikkat çekerek þöyle diyor: Eðer bir büyüðün sözleri seni irþâd ediyor, ilmi senin idrâkini ve hayatýný þekillendiriyorsa o mürþit, senin mürþidindir. Ýllâ mürþidin yanýnda olmaya gerek yoktur. Hocam Ken an Rifâî nin dediði gibi: Yemen dedir, yanýmdadýr; yanýmdadýr, Yemen dedir. Eylül Yalçýnkaya, Doðu mistisizmi ile Ýslâm Tasavvufu arasýndaki fark konusunda ise þunlarý söylüyor: Doðu mistisizminin zirvesi, Ýslâm tasavvufunun baþlangýç noktasýdýr. Doðuda nefsi yok etmek vardýr. Ýslâm tasavvufunda ise nefis, insaný aslýna götüren bir vesiledir. Nefis, terbiye
olarak rûha karýþtýðýnda, insan aslýna kavuþmuþ olur. Doðu tasavvufunun nihâyeti fenâdýr, yani nefsin kendini yok ediþi... Ýslâm tasavvufunda ise, hiçliðini bilmek sûretiyle Allah ýnýn azizliðini ve büyüklüðünü bilen nefsin, bu idrâk içinde yaþamasý beklenir. Buna Ýslâm tasavvufunda beka/Allah la beraber olma adý verilir. Doðu tasavvufunda seyr-i ilallah vardýr. Kulun derdi, tasasý birlik âlemine dönmek, Allah a kavuþmaktýr. Ýslâm tasavvufunda ise seyr-i ânillah vardýr. Yani sâlik, seyr-ü sülûk neticesinde Hakk a eriþmiþ, O nunla buluþmuþtur. Ancak orada ve o zevk içinde kalmaz, Hakk la berâber halka döner. Halk içinde Hakk la olur. Allah için kula hizmete yönelir. Eylül Yalçýnkaya, önümüzdeki günlerde Amerika Birleþik Devletleri ne giderek tasavvuf ile ilgili çalýþmalarýný orada sürdürme hazýrlýklarý yapýyor. Bu dar zamanýnda, onca telâþýnýn içinde bize zaman ayýrýp sorularýmýza verdiði cevaplar için teþekkür ediyor, çalýþmalarýnda baþarýlar diliyoruz.
CEMÂLNUR SARGUT TAN DEKORASYON
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
yoðurtlu ballý müsli
Malzemeler: Yaðsýz Yoðurt Müsli Bal Muz Tarçýn
Hazýrlanýþý: Bir kâseye 3-4 çorba kaþýðý yoðurt koyup üzerine 23 çorba kaþýðý müsli serpiþtirdikten sonra muz, bal ve tarçýn ekleyerek servis yapabilirsiniz. Âfiyet olsun.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m