EYLÜL 2010
11.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
t e v e k k ü l
editörden Bir öðrencisi Ken an Rifaî Hazretlerine sormuþ; Ýstikbali düþünmek doðru mudur? Gelecek zamaný düþünmek doðru deðildir. Derviþler, gelecek zamanla kayýtlý deðillerdir. Derviþliðin þaný, içinde bulunulan zamanýn icaplarýný yerine getirmek bu zamaný kurtarmak, hali güzelleþtirmektir. Geçmiþ ve gelecek endiþesi ise, vakit zayi eylemektir. Fakat þu da vardýr ki, ihtiyat, tevekküle mani deðildir. Ýþte bu da yine kalp ameliyle alakalýdýr. Mesela kalben tevekkül üzre olduðun halde, kýþ gelmeden odununu kömürünü erzakýný tedarik etmek fikri, istikbal endiþesi deðil, hayatýn icabý bir ihtiyat hareketidir. Yoksa, ben bunlarsýz kalýrsam soðuktan ve açlýktan kýrýlýrým, demek suretiyle, Allah ýn Rezzak sýfatýný inkar ederek kendi tedbirine güvenecek olursan, Hakk ýn bir sýfatýný inkar etmekte kafir olmuþ olursun. Arabinin biri Resulallah Efendimize gelip; Ya Resulallah, devemi baðlayayým da mý tevekkül edeyim, yoksa baðlamadan mý tevekkül edeyim? Demiþ. Cevap olarak ; Baðla da öyle tevekkül et! buyurmuþlar. Her iþte, her düþüncede daima kalbine bak. Bundan þaþma. Çünkü Allah senin suretine ve ameline deðil, kalbine bakar. Nazargah-ý Ýlahi suret ve amel deðil, kalptir. Sen, Hakk a güvenerek ona tevekkül eyleyerek ihtiyatýnda kusur eyleme. Yoksa , gelecek korkusundan , Allah a itimatsýzlýk çýkar. Hem senin tedbirin, ihtiyad ve tedariklerin de nedir? Nice servetler, nice dirlikler, nice saltanatlar , bir anda yerle beraber olmamýþ mýdýr? Yeter ki, topladýðýn, bir yana yýðdýðýn o varlýklarý kullanmak nasip olsun. Onun için her hususta kalp mihenginden þaþma. Salih amel, kalp amelidir. Daima seninle gidecek, seni taþýyacak olan da odur (Ken an Rifaî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul 2000, s. 99) Her Nefes Tevekkül e dair yazýlarýmýzý içeren yeni sayýmýzla huzurunuza geldik. Bu sayýmýzý da çok beðeneceðinize inanýyorum. Dergimizde emeði geçen tüm dostlarým adýna geçmiþ Ramazan Bayramýnýzý kutluyorum. Sevgilerimle, Yosun Mater
içindekiler Cemâlnur Sargut la Söyleþi: Müge Doðan Ken an Rifai Hazretlerinden Sohbetler Þenlik: Hümanur Baðlý Takdîr-i Ezel Gayrete Âþýktýr: Neþe Taþ Mensur Þiir: Sâmiha Ayverdi Kuzularýn Dertsizliði: Nazende Yýlmaz Yusuf Hoce: Emre Ömürlü Hikaye-Bölüm 3: Yavuz Celep Tarif: Selamiçeþmeli Yakubi Baba
söyleþi cemâlnur sargut
Müge Doðan: Akýl sahibi bir adamýn kalbinde, tarhlar ile ayrýlmýþ sekiz bahçesi vardýr. Bu bahçelerin ikincisi tevekkül bahçesidir. Tevekkül demek, Allah'tan gayri fâil olmadýðýný bilmek demektir. Bu bilinmedikçe de, ben Allah'a mütevekkilim demek doðru olmaz. Bu bahçede korku ve endiþe dikenlerini koparýp atmak lâzým diyor Ken'an Rifâî Hazretleri. Hocam sizin bu konuyla ilgili düþüncelerinizi öðrenebilir miyiz? Cemâlnur Sargut: Hocamýn söylemiþ olduðu gibi tevekkül etmek Allah'a güvenmek demektir. Tevekkül kelimesinin anlamýna bakarsak vekillik vardýr Kendin yerine Allah'ý vekil tâyin ediyorsun. Yani benim iþimi ben yapmýyorum, benden Allah yapýyor, benim bu iþte muvaffak olmamý ancak Allah saðlayabilir ve gerekli gücü ancak O verebilir. Onun için eðer ben muvaffak olamýyorsam da vekil olan Allah olduðu için muvaffak olmamam daha hayýrlýdýr diye hâdise için yapýlan büyük gayretten sonra sonucunu Allah'a teslim etmek tevekkül demektir. Buradaki en önemli nokta enerjiyi, gücü verenin Allah olduðunu idrak etmektir. Tabiî insan nefsiyle o gücü yanlýþ yerlere de kullanabilir, o zaman kendi sorumluluk taþýr. Fakat
sonuç için Allah'a teslim olmak insaný bu âlemde cennete sokar. Çünkü Carlyle'in bir sözü var: Ýnsanýn Allah'ýn kararlarýna karþý hareket etmesi akýntýya karþý kürek çekmeye benzer. Bunu da ancak aptallar yapar diyor. Dolayýsýyla bizi en mutsuz edecek hâdisede dahî, Allah'ýn kararýnýn hakkýmýzda hayýrlý olduðunu düþünürsek hâdisenin önemi kalmaz ve netîce bizi dâimâ huzurlu ve mutlu kýlar. Demek ki insanýn tevekkül hâline eriþmesi onun kurtuluþu demektir. Ama tabiî bu hâle gelmek için de çok büyük çaba göstermek lâzým, yani insanýn tevekküle ulaþmasý öyle kolay bir iþ deðil. Ancak birçok seviyeleri atladýktan sonra mümkün. Müge Doðan: Ken'an Rifâî Hazretleri; "Tevekkül, sebebi terk etmek ve Allah'a güvenmektir diyor. Buradaki güven, teslimiyet midir? Cemâlnur Sargut: Ýþte orada sonuçta Allah'ýn verdiði karârýn benim karârýmdan daha hayýrlý olduðuna güvenmek demektir, hocamýn söylemek istediði. O zaman netîceler hakkýnda tartýþmýyoruz ve sebep de düþünmüyoruz. Meselâ baþýmýza bir sýkýntý geldiði zaman Ayþe, Fatma yaptý diye konuþuruz
söyleþi
daima ama mütevekkil insan, yani Allah'ý vekil tâyin eden insan, baþýna gelen hâdisede gücün Allah'a ait olduðunu bildiðinden, sebebi görmez ve direkt Allah'a nazar eder. O zaman da kýzýmýn ölüme sebep olan doktordur demez, vakti geldiði için Allah'ýn emriyle vefat etti, sadece doktor da maalesef burada o emre uymakla günaha girdi diye düþünür. Müge Doðan: Hz. Ömer, çalýþmayanlara siz kimsiniz? diye sormuþ, tevekkül edenleriz diye cevaplamýþlar Bunun üzerine Hz. Ömer siz tevekkül eden deðil, teekül edenlersiniz, yani yiyici olanlarsýnýz; tevekkül edenler onlardýr ki, önce tohumu topraða eker, sonra tevekkül eder buyurmuþlar Peygamberimiz de "deveni baðla öyle tevekkül et" diyor. O hâlde önce tedbirimizi alýp çalýþarak öyle tevekkül etmeliyiz deðil mi hocam? Cemâlnur Sargut: Demin de söylediðim gibi tevekkül sonuca âit bir þeydir, yani baþta tevekkül edilmez. Çünkü Allah gayreti sever, Allah çalýþ dediði için insanlar çalýþýr. Sevgilinin en büyük emridir; çalýþ, gayret
göster Bakýn, Kur'ân-ý Kerim bile "oku" emriyle baþlar, yani hep bir fiil, hareket ve çalýþmayla alâkalý.. Dolayýsýyla bu bizi baþta tevekkülden uzak tutar, yani ben hiç çalýþmayayým Allah'tan ne gelirse râzý olayým hâli doðru bir hâl deðildir. Allah'ýn emri, bütün gayretinle mücâdele ver, fakat sonuçta olana râzý ol demektir. Çünkü tevekkülün bir üst safhasý rýzâ safhasýdýr ki, artýk o zaman tevekkül ettiðini bile fark etmeden insan tamâmen her þeyden râzý olur hâle geçer. Meselâ Peygamber Efendimiz bir gün yolda yürüyorlarmýþ, adamlar da hiç hareket etmeden el açmýþlar para bekliyorlarmýþ. Vermeden geçmiþ. Biraz sonra geçtiðinde yine fakir adam para bekliyormuþ ama bir eliyle de elindeki sopayla yeri kazýyormuþ.. O zaman para vermiþ.. Ama demin vermediniz efendim denince demin sende hiçbir çalýþma ve hareket yoktu, onun için vermedim. Ama þimdi hiç deðilse görüyorum ki hareket var. O hâlde bakýyoruz ki hareket çok önemli bir þey; çünkü durmak insanýn ölüm hâlinde olduðunu gösterir ki hareket dâimâ insanýn çalýþtýðýný, iþlev hâlinde olduðunu gösterir. Ýnsanýn atomlarýnýn her zerresi Allah
demiyorsa ve çalýþmýyorsa zaten o zaman beþerlikten insanlýk makamýna yükselememiþ demektir. Onun için mânevî kitaplar hep emirle baþlar. Emir kipinde hep harekete yöneltiþ vardýr. Mesela "oku", "dinle","dön, semâ et" gibi.. Bunlarýn hepsi harekettir. Müge Doðan: Ýnsân-ý kâmillerin tevekkülünün bizlerin tevekkülünden farký nedir? Cemâlnur Sargut: Onlar tefekkür ederek hareket ettikleri için ilk baþtan itibâren Allah'a tam teslimiyet vardýr. Yani ondan hareket eden direkt Allah olur, çünkü nefsini aradan çekmiþtir. Ýþte bu tam teslimiyete biz ilâhî cebrîlik diyoruz. Yani o tevekkülü kendinden doðuran bir harekettir. Cebrîlik, mâlûm, yapan-yaptýran Allah'týr; yani benim hiçbir hareketime gerek yoktur, ben hiç çalýþmayayým, der. Bu cebrîlik Allah indinde makbul deðildir. Bir de kendinde hiçbir güç kalmayacak bir þekilde Allah'ta yok olan insan vardýr ki onun cebrîliði Allah'tan gelen bir hâdisedir. Ýþte o cebrîlik tevekkülü baþta taþýr. Yani Ýnsân-ý kâmilin her aný tevekküldür. Ama bizim gibi beþerlerin sonu tevekkül olmalýdýr. Yani onun çalýþmasý da onun tevekkülü oluyor. Aslýnda her hareketi tevekkül, yani Allah'ý vekil
tayin etmektir; ama biz onu hissedemiyoruz. O insân-ý kâmil onu hissediyor. Mesela sevgili Nazlý annemiz buyurmuþlardý ki: Benim emânet edecek bir devem bile kalmadý, onun için baðlamama gerek yok. Yani o kadar her þeyden geçip kendine âit hiçbir þey býrakmazsan o zaman koruyacak bir þey kalmaz. Koruyacak bir þeyin kalmayýnca da onun sana âit olmasý ya da olmamasý da bir mesele oluþturmaz. Dolayýsýyla da her þeyini Allah a teslim etmiþ, hiçbir þeysiz bir insan hâline gelir. Bu tür insanlar bugün mülk kimindir? sorusuna bu âlemde cevap veren insanlardýr. Biliyorsun ki kýyâmetteki tek soru bugün mülk kimindir? olacaktýr ve Allah sonunda benimdir, senin deðil diyecektir. Ama buna bu dünya âleminde cevap verenler, meselâ evlâdý var, ama benimsememiþ, evi var ama benimsememiþ (Ýbn-i Arabî gibi, ilk gelene teslim ediyor), kocasý var ama benimsememiþ, yarýn gitse hiçbiri umurunda olmayanlardýr. Yani her an Allah ýyla berâber ama görünüþte hepsiyle berâber. Ýþte bu tür insanlardan bahsediyoruz. Müge Doðan: O zaman bu tür insanlarý da Allah bu dünyada vekil tâyin ediyor aslýnda deðil mi?
söyleþi Orada gayret göstereceksin ki Allah vesîle ile sana yardým edecek. Allah bu âlemi vesîle üzere yaratmýþ. Demek ki bu âlemde her tür vesîleyi kullanarak tevekkül edeceksin, vesîleleri redderek tevekkül etmeyeceksin.
Cemâlnur Sargut: Evet onlar halîfe oluyorlar.. Müge Doðan: Burada çok ince bir sýnýr var çalýþmayla teslim olma arasýnda Bunu biz nasýl tâyin edeceðiz acaba? Cemâlnur Sargut: Sen hiçbir þey düþünmeden gayretini göstereceksin ama üçe kadar karþýndan red cevabý alýyorsan o zaman orada tevekkül edeceksin. Çok net aslýnda. Bizim hatâmýz, aþýrýya kaçarak sýla-yý rahimle irtibâtý koparmamýz. Ýllâ ki bunu yapacaðým demek de gücü kendinde görmek oluyor. Öbür türlü tamâmen hiç gayret göstermeden teslim olursan, o zaman da Allah ýn verdiði gücü ihmâl etmiþ oluyorsun. Demek ki hâdiseleri üçe kadar zorlayýp üçünde de negatif netice alýrsak onu artýk teslim etmek lâzým. Ama efendimiz bir iþ bitmeden baþka bir iþe baþlamazlarmýþ . Bir iþi çok acele bitirirlermiþ. Üçe kadar negatif cevap alýrlarsa o zaman býrakýrlarmýþ. Bir fýkra var. Sel olmuþ ve adam aðaca çýkmýþ; Allahým beni kurtarýr diye beklemeye baþlamýþ.. Bir süre sonra bir bot gelmiþ kurtarmaya Yok demiþ, beni Allah kurtarýr. Ve binmemiþ Sonra helikopter gelmiþ kurtarmaya ama ona da binmemiþ Allah beni kurtarýr
diyerek Bir süre daha beklemiþ ve boðularak ölmüþ. Sonra öbür âlemde Allah a demiþ ki: Efendim beni neden kurtarmadýnýz, ben tevekkül etmiþtim. Oðlum, ben sana bir bot yolladým, bir de helikopter yolladým; niçin sen binmedin? demiþ Allah. Yani biz tevekkülü de yanlýþ anlýyoruz. Orada gayret göstereceksin ki Allah vesîle ile sana yardým edecek. Allah bu âlemi vesîle üzere yaratmýþ. Demek ki bu âlemde her tür vesîleyi kullanarak tevekkül edeceksin, vesîleleri redderek tevekkül etmeyeceksin. Müge Doðan: Sabýrla tevekkül arasýndaki fark nedir? Cemâlnur Sargut: Sabýrda daha çok kendini zorlamak var. Tevekkül ise bir adým üstüdür. Tevekkülde artýk Allah tan olduðunu bildiðin için o sabýr olmaktan çýkýyor. O yüzden tevekkül daha üst bir seviyedir. Ýbn-i Arabî Hazretleri, Tevekkül, Allah, sûretine göre ve halîfesi olarak yaratýp güç vermesine raðmen, kulun âlemde tasarrufu terk etmesidir. Ýnsan ister fiili kendisine ait görerek Allah a tevekkül etsin, ister halîfe olarak kendisinin de fâil olduðunu
düþünsün, her þeydeki gerçek fâil, sebep perdelerinin ardýndan Hakk týr. Bu baðlamda, gerçek bir tevekkül yoktur; çünkü varlýk ve vakýa düzleminde fiil ve tasarruf, zaten Allah a âittir diyor. O halde tevekkül edecek edilecek, râzý olunacak, sabýr gösterilerek bir þey de yok... Yapan-yaptýran Allah. Tevekkül de bir makamdýr ve çok üst bir seviyedir ve bu herkesin harcý deðildir. Ýnsanýn hoþ zamanýnda Allah ý çok seviyorum demesi kolay ama zor zamanýnda Allah ý seviyorum demesidir önemli olan.. Müge Doðan: Allah idrâkini nasib etsin inþallah efendim..
Kenan Rifâî Sohbetler inden... Rivayet olunur ki Muhiddin-i Arabi Hazretleri zindanda iken hayranlarýndan biri sürüne sürüne gelerek hazrete, tevekkül, kanaat, sabýr ve affýn hakikatlerini sorar. Hazret-i Muhiddin; Yarýn gel de birincisine cevap vereyim! buyurur ve o zât, birinci müþkülüne cevap almak üzere zindana geldiði zaman Muhiddin Hazretleri in bir kuru ekmeði yemekte olduðunu görür. Çok üzülerek bu derece sabrýnýn sebebini sorar. Ýþte o esnada hazretin bir iþaretiyle bir âlem açýlýr ve mükellef sofralarýn kendisi için hazýrlanmýþ olduðunu görür. O zaman hazret; o zâta hitap ederek; Elimizin altýnda neler olduðunu gördün mü? Amma bizi buraya gönderen Hak týr. Zindanda da yenen gýda ise bu kuru ekmektir. Onun için halimizin ve mevkimizin icaplarý hilafýna hareket etmeyiz. Hak tan gelene tevekkül eder ve sabreyleriz. buyurur. Ýkinci gün o zat yine zindana gelir. Bu defa da hazreti zincirler içinde görür ve teessür ile düþünürken Muhiddin Hazretleri nin zincirlerini silkeleyip parçaladýðýný ve önlerinde güzel bir Sahil belirdiðini, bir kayýðýn ise kendisini kaçýrmak üzere hazýr beklediðini görür. Hazret bu teklifi de reddeder. Üçüncü gün o zat tekrar zindana geldiðinde Hazreti Muhiddin in vefat etmiþ olduðu haberini alarak aðlaya aðlaya evine döner. O gece rüyasýnda, âlem-i haþrý görür. Hazreti Muhiddin i zindana koymaya sebep olan kimselerin zircirlerle baðlý olarak cehenneme sevkedildikleri, hazretin ise bunlarýn arkasýndan koþarak ; Ya Rabbi, bunlar benden evvel cennetine girmedikçe, ben senin cennetine giremem! diye yalvararak onlarý þefaat ve affýna mazhar ettiðini görür. Ýþte o zaman kendisini zindanda ziyaret edip sual sormuþ olan zâta dönerek; Gördün mü oðlum, bu da affýn hakikatidir! der. Ken an Rifaî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul 2000, s. 22-23
benim derdim nedir ki, senin dermanýn yanýnda benim sevgim nedir, senin beni kucaklayýþýný bile görmez benim benliðim böyle, gözbebeðimde bir küçük toz senin senliðin, þenliðim. Hümanur Baðlý
takdîr-i ezel gayrete âþýktýr neþe taþ
Bir gün Hz. Peygamber in huzuruna bir bedevî geldi. Ya Resûlallah, devemin ayaðýný baðlamakla onu korumakta ihtiyatlý olayým mý? Yoksa, Allah a tevekkül ederek onun dizginini boþ býrakayým mý? diye sordu. Hz. Peygamber, Önce deveni baðla, sonra Allah a tevekkül et! diye cevap verdi. Hz. Ömer in zamanýnda ise çalýþmayan birkaç kiþiye Hz. Ömer sordu: Siz kimsiniz? Onlar, Bizler tevekkül edenleriz dediler. Hz. Ömer onlara þu cevabý verdi: Sizler tevekkül edenler deðil, yiyicilersiniz. Tevekkül edenler o kimselerdir ki, önce tohumu topraða eker, sonra tevekkül ederler. Bu iki örnekten de anlaþýlacaðý üzere tevekkül, yan gelip yatmak deðil, çalýþýp gayret göstermek ama takdîri Allah a býrakýp, neticeye rýzâ göstermektir.
Adamýn biri Allah ýn herkesin rýzkýný ezelde tâyin ettiðini, çalýþmasa dahî rýzkýnýn kendisine ulaþacaðýný duymuþ. Bunu test etmek istemiþ. Bir gün câmide bir hayýrsever simit daðýtýyormuþ. Nasýl olsa rýzkým ayaðýma gelir diye içinden geçirmiþ ve sütunun dibinde simitçiyi beklemiþ. Fakat simitçi kendisinin farkýna varmamýþ; tepsisinde bir tek simit olduðu hâlde tam câmiden dýþarý çýkacakken adam öhö, öhö demiþ. Rýzýk bize gelecek ama Allah bizden de biraz gayret bekliyor. Atâlet yani tembellikle tevekkülü birbirine karýþtýrmamak lâzýmdýr. Yýllardýr Ýslâmiyet bu yanlýþ anlaþýlan kavramlar yüzünden sanki insanlarý bir lokma bir hýrka ile yetinmeye itiyormuþ gibi algýlanýyor. Hâlbuki Hz. Muhammed in (sav) dediði gibi, Çalýþýp kazanan Allah ýn sevgilisidir. Oðlum genelde sýnavlara girerken çok heyecanlanýr, Anne, aman duâ etmeyi unutma! der; ben de Evlâdým, en güzel duâyý sen çalýþarak zâten yapýyorsun derim. Bazen sýnavda hatâ yapýnca da ne yapalým, hakkýmýz buymuþ demeyi öðrendi. Yoksa aþýrý hýrs insaný hasta eder. Çiftçinin tohum ekmeden hasat beklemesi ne kadar yanlýþsa, hayatýný kendini bilmeye ve tanýmaya harcamayan ve bu uðurda çalýþmayan kiþinin de nasýl olsa ezelde ne olacaðým belli veya caným, mürþidim var; o benim için her þeyi
nasýl olsa düþünür, bana da þefaat eder diyerek yan gelip yatmasý tevekkül deðil, tembelliktir. Allah diyor ki: Nefis düþmanýnýn elinden kurtulmak için gayret göster, çalýþ çabala ve bana aðla, inle, çâresizliðini ve aczini îtiraf et, ben de seni baþarýlý kýlayým. Sakýn ben yaptým diye böbürlenme, unutma ki yakýcý ateþ benim emrimle lâtif ve serin olur, harâreti alan su benim emrimle harâreti artýrýcý olur, ben sebepleri halk ediciyim, ama sebeplere güvenme .
Eridim diyorsun, ama su kesilmemiþin. Yandým diyorsun, ama ne ateþten ne külden haber var. Yaralýyým diyorsun, kan damlalarý hani? Þâhâne müjdelerle geldim, diyorsun, bu ekþi yüzde beþâret ne arar? Hastayým, diyorsun, iniltiden, figandan bir haber yok. Sarhoþum diyorsun, ayýk bakýþ, dolaþýksýz dil, seni yalanlýyor. Öldüm diyorsun, âh hani o günler, hani o mevtâ itaatý, o ebedi rýza?
Sâmiha Ayverdi, Hancý, s.29
kuzularýn dertsizliði! nazende yýlmaz
Geçtiðimiz kýþ, kullandýklarý kelimelerin dilimize pelesenk olduðu ve bunun üzerine RTÜK ten uyarý cezasý yiyen Türk Malý dizisinin Kuzu ailesi üzerine âcizane bir tahlilde bulunmak isterim. Her ne kadar sahip olduklarý görgü, kültür, davranýþ biçimi ve kullandýklarý dil açýsýndan örnek bir aile gibi görünmese de, fikrimce satýrarasý bir ifadeyle, çok saðlam bir modeli temsil ediyor Kuzular. Nasýl mý?
bir çift olan, çaðdaþ ve aydýn görünümlü komþularý. Sinir bozucu biçimde sürekli Kuzu larýn tacizine uðrayan bu zavallý çift, ayný zamanda baþka bir gerçeði de anlamamýza yardýmcý oluyor: Kabul gören anlamda bir kültür seviyesi, insanlarýn doðru ahlakî prensipler içinde mutlu yaþamalarýný saðlayamýyor.
Biraz garip tabii. Tasavvuf gözlüðüyle bakýnca bile ilk karþýlaþtýðýmýz tablo, Mesnevî deki Arabî ile karýsýnýn hikâyesinin ilk bölümünü hatýrlatýyor . Yâni aklý temsil eden erkekle didiþen, maddî arzular ve gelecek endiþesi taþýyýp, sürekli kýyas hâlinde olan ve nefsi temsil eden bir kadýn var tabloda. Bir de bu çarpýk aile ortamýnda hüdâinâbit yetiþmiþ, kültürünü çevreden alan zavallý iki çocuk Bu da yetmezmiþ gibi, bu ailenin seviyesizliðini gözümüze sokacak genç
Bir söz vardýr; hayatta nasýl fýrtýnalarla karþýlaþtýðýna deðil, neticede gemiyi limana yanaþtýrýp yanaþtýrmadýðýna bakýlýr. Bu durumda, sevgili Kuzular ýn gemileri daima limana ulaþýrken, zavallý komþularýnki sürekli alabora oluyor.
yusuf hoca emre ömürlü
Âþýk oldur kim kýlar cânýn fedâ cânânýna Meyl-i cânân etmesin, her kim ki kýymaz cânýna Cânýný cânâne vermektir kemâli âþýkýn Vermeyen cân, îtirâf etmek gerek noksânýna Mehmed bin Süleyman Fuzûlî
kudretini sadece Büyüðünden almakla büyüyenlerden olmuþ. Mânevî büyümenin verdiði bir iç huzurla büyüyenlerden
Muhterem Cemâlnur Sargut un Sýrra Yolculuk unda yer verdikleri, muhtemelen cânýný cânâne teslim etmekten mütevellid , merhum ve maðfur Hayri Bilecik le berâber, Sâmiha (Anne) Ayverdi nin, iki evlâdýndan biri Muhterem Meþkûre Sargut un Allah ýn aslaný ismiyle vasýflandýrdýðý Muhterem Ekrem Hakký Ayverdi nin Hamamcý Joseph i Muhterem Erhan Altýntaþ ýn kazanýlacak insaný Ýhvânýnýn Hoca sý ve Alinur Fayda nýn ..Ocaa!.. sý Kiminin þeyh, kiminin derviþ dediði, fakat kimsenin kötü demediði
Kütahyalý Mimar muhterem Erhan Altýntaþ, kendisini, Akademi de Yusuf kazanýlmalý diye defterine mimlerken acaba aklýna gelir miydi? Hamle ettiði vücut, câmiânýn gözbebeklerinden olsun ve hatta Selâmün kavlen eriþtiðinde, Cerrahpaþa Hastânesi nde, seven yârânýn sevgi yumaðý karþýsýnda, Efendisinin Sâmiha, kitaplarýyla dergâhýmý yeniden açtý buyurulan, Sâmiha Ayverdi, zâhiren þaþýrsýn ve Yusuf! Ne kadar sevenin varmýþ! desin? Hep vermek ve hizmet için koþturan bir vücut ki, Hakk ýn hediyesi eriþtikten sonra bile bu emânet, onun hizmetine engel teþkil etmiyorsa, nasýl sevilmesin...
Ýnsanýn bütün rating kaygýsý, evlâdý olduðu Kapý ya ve Büyük e karþý olur da, gayret kemerini kuþanýp çektiði destûr la gösterilen Türk Mûsýkîsi ne hizmet yolunda, iddiasýz, mütevâzý, fakat kararlý ve sebatkâr ilerlerse, kim ona abes bakabilir ki. Fakat iþte o gayret kemerinin veyâ Elf Kraliçesi Galadriel in yüzük sâhibi olmak yalnýzlýktýr sözündeki hizmet yüzüðünün, insaný yalnýz kýldýðý gibi, Yusuf Ömürlü de, yolunda gücünü,
Hazret-i Ken an Rifâî (kaddesallahu sýrrahu l-âlî, K.S.A.) nin Kýrklar dandýr diye buyurduklarý, tek erkek evlâdý, Hafýz Mevlidhan Kâzým Büyükaksoy un, meczûbânî yaradýlýþýndan mütevellid, yakýn çevresindeki seçiciliðine raðmen, hazretin yakîn halkasýna dâhil olabilmiþ seçilmiþlerden olarak Yusuf Ömürlü, bu teveccüh ve tenezzülü, her pazartesi, hânesinde bu müstesnâ þahsiyetle kâh mûsýkî, kâh sohbet,
kâh kendilerinin getirdiði kutuda karýþýk bisküvilerle, teneffüs ederdi. Kâzým Beyefendi, teveccühünün ve îtibârýnýn bir niþânesi olarak, okuduðu Mevlid-i Þerîf ertesi sadece Yusuf Hoca ya, mevlidin hâlini sorar, bazen Hoca nýn bütün parmaklarýný birleþtirerek mükemmeliyeti izhâr etmesine karþýn, bazen de Hoca nýn bütün parmaklarý açýk, elini iki yana sallamasý netîcesinde yaptýðý, mevlid þöyle böyleydi þakasýna mukabil, ikisi de kahkahalarla gülerlerdi. Aslýnda bu dostluk, Hazret-i Ken ân ýn, irtibat saðlamak için her gün tramvayda hýrsýza cebinde bir elma býrakmasý gibi, belki de, Kâzým Beyefendi nin Fâtih Millet Kütüphânesi Müdürlüðü dönemine dayanýyordu. O devirde Yusuf Hoca, daha lise talebesi ve ders çalýþmak için Millet Kütüphanesi ne sýkça gelir ve yanýnda dersten baþka bir de gazetesini ihmâl etmezdi. Fakat gel gör ki her sefer, kýzdýðý vak a vücud bulur ve kütüphâne müdürü, Hoca ders çalýþýrken, yanýna koyduðu gazeteyi gelir, sormadan alýr ve okuyup geri getirirdi. Bu kütüphane müdürü Kâzým Beyefendi den baþkasý deðildi. Bu, muzip hikâyeyi Efendim! ben size böyle kýzardým diye arada konuþtuklarýndaysa, gene ortalýðý iki taraflý bir kahkaha kaplardý. Karþýlýksýz veriþ, insaný nasýl cezb
etmesin ki! Ayný, hiçliðin en keskin temsili, bir kara deliðin câzibesi gibi. Muhterem Prof. Dr. Mustafa Fayda nýn sevgili torunu Alinur Fayda nýn ilâhî gecelerinde Yusuf Hoca nýn kiþisel asistaný edasýyla, 2 yaþýndaki çocuk sesini kalýnlaþtýrarak ..Ocaa!.. diye dolaþmasý gibi. Hoca sehpaya mý ihtiyaç duyuyor: ..Ocaa!.. . Hoca, geliyor, gidiyor, kapýda, eþikte: Ocaa!.. Muhterem, merhûm Cahid Gözkân (K.S.A.) ýn âþýklarýndan bir zât, Yusuf Hoca nýn kýzýna Aa! Siz Þeyh Yusuf Efendi nin mi evlâdýsýnýz? diye sorduðunda, ikimiz de, bu yeni duyduðumuz lâkaba þaþýrmýþtýk. Ammâ, bilemedik ki, aslýnda, hizmet yolunda sabýr, teslim ve rýzâ ile ilerleyen ve Muhterem Meþkûre Sargut un Allah ýn aslaný hitâbýna eriþmiþ ve Muhterem Cemâlnur Sargut un da Baþýnda Hazret-i Peygamber i görmediðim an yok dediði Hoca, þeyhlikten öte, derviþlik makamýnýn sâhibidir.
hikâye-bölüm IV yavuz celep Perde hazýrdýr... Arkasýna türlü cisimler, þekiller konulur; ýþýk/nur yansýtýlýr, her karaktere kendine verilen role uygun ses ve hareket giydirilir, diðeri ile mücâdele hâlindeymiþ gibi bir el vâsýtasýyla oynatýlýr ve oyun baþlar... Mücâdele eden ve edilen diye iki varlýk varmýþ gibi görünse de, perde ardýndaki þeyler cansýz, ruhsuz cisimlerden ibârettir. Her birine can veren elden baþka herþey... Perde oyunlarýndan ibâret olan bu yolculuk boyunca, binbir türlü oyunun baþkahramaný olarak, türlü rollere mazhar oldum. Ýstekler, hevesler, mücâdeleler derken sonunda her bir oyun, cellâd kesilip bir niyetimin, bir isteðimin boynunu vurdu; ne gayretim kaldý, ne isteðim, ne cüz'î irâdem... Þükür ki her katlediliþ ile eksilmedim, çoðaldým. Meðer insanýn dört elle sarýldýðý irâde denilen mefhum, insanýn kâinat kitabýný idrak ediþinin hangi seviyede olduðunu zuhur ettiren bir ölçü aleti mesâbesindeymiþ. Fakat, okyanusu bir kaba doldurabilmenin muhâl olmasý gibi, bu kitabý hakîkati ile okuyabilmenin kendisi için muhâl olduðunu idrak/irâde eden insanýn, Rab önünde hiçliðini ve haddini bilmesi ile, cüz'î irâde esas vazifesini yaparak kemâle erip külle rabt olur, kendisini O'na havâle edermiþ...
Yeryüzünün farklý hâlleri ile tanýþtým bu yolculukta. Yol aldýkça farklý bir renkle, farklý bir þekille karþýladý beni; karlý daðlar, yaðmura kucak açmýþ yemyeþil ormanlar, rengârenk çiçeklerin süslediði ovalar, uçurumlarla dolu sarp kayalýklar... Bu görünüþler içinde, süt beyazý kumlarýnýn ufukta bembeyaz bulutlarla birleþtiði kýzgýn çöl, kendimi en güvenli, en rahat, en huzurlu hissettiðim yerdi. Zirâ, yanyana dört sýra hâlinde yol alan, çöl gibi beyaz tüylü kýrk develi kervana orada katýldým. Ve dört koldan kýrk deve ile cümle kafilenin rýzâ ile yularýný teslim ettiði kervancýya, kendi yularým olan cüz î irâdemi orada teslim ettim. Kervaný bulduktan/kervana bulunduktan sonra nereye, neden gittiðimin hiç önemi kalmadý. Elbet bu koskoca kervana yön veren kervancý, beni de ulaþmam gereken menzile, en iyi þekilde ulaþtýracaktý. Yol arayan birinin kendisini, bir kervaný belli bir hedefe doðru karar ve intizam ile yönlendiren kervancýya emânet etmesinden daha öte bir tedbir var mýydý? Emin olmak en büyük tedbirdir... Yaklaþýk bir günlük yolculuðun ardýndan, giriþ kapýsýnýn tam üzerinde aslan figürü bulunan, beyaz kesmetaþtan yapýlmýþ bir kervansaraya misâfir olduk. Yolcular nazarýnda
kervansaray nedir sorusuna verilecek birçok cevap vardý: Bir kervansaray; baþý sonu olmayan yollarda yorulan uykusuz için yatakhane; iki öðünde bitirdiði bir parça erzaðýndan sonra bîtâb düþen aç için aþevi; sahiplerinin hazinesini, mahremini taþýyan hayvanlar için semerci, urgancý, nalbant, demirci atölyeleri ve ahýr; Hak ile muhabbet zevkine tâlip için mescit; temizliðe muhtaç, kirli bir beden için hamam; yorgunluða dayanamayýp hasta olan için ilâç/tedâvi yeri demekti. Kervansaray nedir diye sorsan, her yolcu kendinde var olan yokluðu görüp, kendi ihtiyâcýna göre cevap verecekti. Ancak kervansarayýn yolculara dâir tek bir amacý ve tek bir cevâbý vardý: Hizmet . Ýçindeki her kurum sadece ve sadece yolculara hizmet etmek için vardý. Zirâ o, sunduðu hizmet karþýlýðýnda ücret istemediði gibi, yolcunun zengin-fakir, hür-köle, müslim-gayrimüslim oluþuna da, dilýrk farkýna göre de muâmele etmiyordu. Onun içine giren herkesin adý yolcu idi ve her yolcu ihtiyaç sahibi olarak eþit þekilde hizmete muhtaçtý. Hem öyle bir þekilde binâ edilmiþti ki, savaþ zamanlarýnda sýðýnak ve kale olarak, askerler için düþmana karþý bir üs olarak kullanýlacak kadar kuvvetli bir yapýsý vardý. Kervansaray güvenliydi, emniyetli bir yerdi.
Kervanlar, konaklamakla birlikte mallarýný ve canlarýný da kervansaraya emânet ediyorlardý. Bu emniyetli mekân, emânet üzerinde vekil kýlýnýp, kendisine tevekkül edilendi... Ýki gün iki gece, her türlü ihtiyâcýmýzý gidererek huzur ve güven içinde konakladýk. Üçüncü günün sabahýnda kervancý Öðleden sonra gideceðiz, toparlanýn dedi. Bembeyaz develerin üzerinde, nereye olduðunu bilmediðim ve artýk bilmek de istemediðim yolculuða onlarla birlikte devam ettim... Kervana katýldýðýmdan beri tam bir emniyet içinde olduðumu farkettim. Emniyet kaynaðým, emânetimin vekili olmasý hasebiyle benim esas kervansarayým olan kervancýdan baþkasý deðildi. Ama esas mesele, O' nun vücûdu içinde, kervan misali konup göçer bir konuk olmak deðil, bu konaklama yerinde süresiz kalma iznine eriþmiþ olmaktý. Týpký kervansarayda çalýþan hizmet ehli gibi... Bunun için onun gönlüne girip ebedî olarak konaklamak gerekiyordu fakat bunun da bir tek yolu vardý: O' nu kendi gönlümün tek konuðu olarak ebediyen aðýrlamak...
selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan
nefes alan tarifler
taze domatesli
LAZANYA LAZANYA
Malzemeler: 1 Kg. Soyulmuþ ve yuvarlak dilimlenmiþ domates 3 tatlý kaþýðý toz sarýmsak 1 küçük paket taze krema 3 çorba kaþýðý sýzma zeytinyaðý 1 tatlý kaþýðý kekik 1 tatlý kaþýðý biberiye 10-15 yaprak taze fesleðen 1 paket Barilla Lazanya (önceden piþirme gerektirmeyen) 2 bardak light süt 250 gr. taze mozzarella veya taze light kaþar peyniri 50 gr. Toz parmesan peyniri Tuz-Karabiber Hazýrlanýþý: Derin bir cam kaba bir sýra piþmemiþ lazanya dizin, üzerine dilimlenmiþ domatesleri dizin, onun üzerine biraz zeytin yaðý, kekik, biberiye, taze fesleðen, tuz, karabiber, biraz toz sarýmsakla karýþtýrýlmýþ krema gezdirin, birazda parmesan peyniri serpin. Sonra ince dilimlenmiþ taze kaþar veya mozzarella peynirinizi dizin, böylece birinci sýra iþlem tamamlanmýþ oldu. Daha sonra tekrar lazanya ve diðer malzemeleri yine ayný þekilde bitirene kadar 3-4 kat bu iþleme devam edin . En üst sýra bittikten sonra elinizdeki sütle tüm malzemeyi ýslatýn ve Lazanya kabýnýzý önceden 350 derecede ýsýtýlmýþ fýrýnýnýza 40-45 dakika piþirmek üzere yerleþtirin. Afiyet olsun...
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s s @ g m a i l . c o m