fotoðraflar: www.sxc.hu
OCAK 2011
15.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
tasavvuf nasýl yaþanýr?
editörden Merhaba Dostlar, Bu sayýda konumuz Yaþanabilir Tasavvuf Tasavvuf yaþanabilir mi? diye kendime sorduðumda, ilk aklýma tasavvuf nedir? sorusu geldi. Bence tasavvuf Allah a duyulan aþktýr. Gerçekte aldýðýmýz her nefes, zaten bu aþkla, bu aþký yaþamaktýr. Hatta biraz daha ileri giderek, belki biraz da haddimi aþarak; sadece bu aþkla, bu aþký yaþamaktýr diye düþünüyorum. Bu aþký yaþayan, hâl eden ve bizlere örnek olup yaþayarak bize bu aþký gösteren pek çok büyüðümüz var. Çok þükür ki bu aþk kesilmiþ o koca sultanlar, hâl ve hareketleri ile, olaylara bakýþlarý ve deðerlendiriþleriyle, eþyanýn hakikatine vâsýl olduklarýndan, bize de doðruyu eðriyi gösteriyorlar. Bize her konuda ve müþkülde örnek olup gözümüzün önünde aþký ve edebi yaþýyorlar. Allah onlara uzun ve saðlýklý ömürler nasip etsin. Bizler de inþallah onlarýn hâlleri ile hâllenip, onlara lâyýk evlâtlar olalým. Söz buraya gelince, hemen bir duâ geliverdi içime.. Koca Sultan Ken an Rifâî Hazretlerinin Sohbetler kitabýndan: Affýnla azabýndan, lûtfunla gazabýndan, seninle senden sana sýðýnýrým Allahým
tasavvufun günümüzde uygulanmasý cemâlnur sargut Tasavvuf, insanýn kendi içine yaptýðý yolculuktur. Ýslam tasavvufunda bu yolculuða sülûk denir ve tasavvufta varýlmasý gereken nokta Ýslam da Kendini hiçlikle bilen Rabbini varlýkla bilir noktasýna ulaþmaktýr. Hiçlik, kiþinin her sahip olduðu özellikte (isim ve sýfat) dengelenmesi ve yaratýcýnýn sonsuzluðunda kendi yerini idrak etmesidir. Bu hal, þahsiyetsiz, tembel bir kiþilik yaratmaz. Bilakis, yaratýcýsýndan emin olan, maddi olaylarýn yýkamadýðý kuvvetli þahsiyetler oluþturur. Böyle dengeli, kiþilikli insanýn beþer halinden varolabilmesi için mesela; 1. Ben bir bedene sahibim ve bedenimin saðlýklý, yorgun, enerji dolu ya da hasta hali beni etkilemez çünkü bedenim sadece, içinde Allah ýn manasýný taþýmak için vardýr, ve bu yüzden ben bedenime deðer veriyorum ama tapmýyorum der. 2. Ben duygulara sahibim ama bu duygular bende yaratýcýnýn manasýný idrak etmem için, üzerimde hak olan yaratýcýya ait isim ve sýfatlarý ortaya çýkarmak için vardýrlar yani aracýdýrlar. 3. Ben bir akla sahibim ama aklýmý kural koymak için deðil, yenilikleri
öðrenmek ve algýlayabilmek için (tefekkür) kullanýrým. Kýyaslarýn, aklý iþlettiðini bildiðim halde, zýddý olan bir þeyin aslýnda var olmadýðýný idrak ettiðimden, kýyaslarý birliðe ulaþmada aracý olarak kullanýrým. 4. Ben bir egoya sahibim, ama ben sonsuza nisbetle hiçim. Buna raðmen hiçlikte tecelli edene göre herþeyim. Allah ýn beni saymýþ olmasý ve yaratmýþ olmasý ve benden tecelli etmesi bana güven saðlar. Buna raðmen mükemmel olma isteðimde hiçbir zaman baþarýlý olamayýþým bana hiçliðimi öðretir. 5. Ben bir kalbe sahibim. Ancak bilirim ki kalbim bir et parçasý olmayýp, Allah ýn ýþýðýnýn vurduðu yerdir. Çünkü Kuran da Allah, Ben yerlerin ve göðün nuruyum, ýþýðýyým buyuruyor. Ýþte bu ýþýk sayesinde kalbim, aklýmýn algýlayamadýðý derinlikleri ve sonsuzluðu idrak eder. Ve kalbim, Allah ýn mekaný olur. Orada tecelli eder. Bu tecelli sayesinde ben herþeyin Birden ibaret olduðunu ve bütün sayýlarýn birin tekrarý olduðunu idrak ederim. 6. Ben Allah ýn ruhumdan ruh üfledim dediði sonsuz bir zenginliðe sahibim ve bunu idrak ettiðim zaman huzurlu olurum ve Allah ýn huzurunda olurum. Bütün bu idrakler, insanýn vücudu içinde dengeyi kurmasýyla alakalýdýr. O halde önce, bedenimizi saðlam ve esnek tutmak, midemizi yeterli ve dengeli gýdalarla beslemek, tutkularýmýzý
aþýrýlýktan korurken, tutkusuz olmaktan da kaçýnmaktýr. (Mesnevi de Hz. Ýsa ya sorarlar; En korktuðunuz þey nedir? Allah ýn gazabýdýr der. Peki bundan nasýl korunuruz? deyince, Kendi öfkenizi yenerek. diye cevap verir. Korkular nefsin eseridir diyor Hz. Mevlana. Allah ýna güvenen ve Allah ýn evebeyn olarak hakiki koruyucu olduðuna inanan kiþi için tek korku, bu yüce sevgiliyi kýrma korkusudur. O bile, annesinin ilgisini çekmek için þýmaran çoçuðun korkusuna benzerse insaný acý çekmekten uzak tutar. Ama bu hal ve bu idrak tedbirsiz kalmak deðildir. Tedbiri alýp sonucu hakkýnda üzüntü duymamaktýr. Dünyadaki bize ait gözüken þeylerin, yok olabileceðini düþünerek, Epiktet in dediði gibi Çömlek seviyosan itiraf et, kýrýlýnca üzülmezsin diyebilmektir. Kuran ýn cehennemin kapýcýsýna verdiði adýn Malik, yani mülk sahibi, cennetin kapýcýsýna verdiði adýn da Rýdvan, yani razý olan olduðunu bilerek, dünyada bize verilen þeylerin emanet olduðunu hissedip, mülk haline geçirmemek (benim dememek) ama korumak, baþýmýza gelen hadiselerde ise sýkýntý ve bela duyma yerine terbiye olduðumuzu hissederek sevinmek derecesine ulaþmaktýr.) Eflatun, Ýslam ýn sýrat-ý müstakîm dediði bu duygulardaki dengeyi þöyle anlatýr: Vucüt aklýn idare ettiði bir at arabasýdýr.
(Buradaki akýl gönülle evli olan akýldýr, yani sezdiði þeylerin gönül tarafýndan teyid edilmesiyle tatmin olan akýldýr). Atlardan bir tanesi þehvet yani duygularda aþýrýlýk, diðeri þecaat yani terbiye edici ahlaktýr. Ancak atlar dengede olduðu zaman araba düzgünce yol alýr. Buradan da anlaþýlýyor ki, ilk insanla baþlayan tasavvuf, her devirde ayný þeyleri söylemiþ ve ayný þeyleri önermiþtir. O halde insan bütün bu özelliklerinden dolayý, kendinde var olana göre var, kendine göre yoktur. Bu yüzden gururlu deðil, vakarlý olur. Gurur, Ben üstünüm demek, vakar ise Var olmamýn sebebi var demektir. Bu anlayýþ insaný içindeki huzura yani Allah ýn huzuruna götürür. Ve insan, bu anda pratik akla kavuþur. Kendi manalarýnýn kýlavuzluðuyla, belli bir düzeye ulaþan kiþi dünyadan etkilenmez. Övüldüðünde sevinmez, yerildiðinde incinmez. Aç gözlü deðildir. Kaybetmekten de korkmaz. Yalnýz Allah a güvenir. Bu hal tasavvufu birebir hayatýnda yaþayan Hz. Musa da aþikar olmuþtur. Kuran da ve Ahdi Atik te belirtildiðine göre Musa, güven makamýna böyle çýkar. Yaratýcý ona elinde ne olduðunu sorar, Musa; Bu benim asam, ben ona dayanýrým. der, ve onunla neler yaptýðýný anlatýr. Allah asayý atmasýný emreder. Asa yýlana dönüþür. Böylece Hz. Musa dayanýlacak tek gücün Allah olduðunu öðrenir. Daha sonra Musa asasýný Allah ýn emri ile Firavun ve sihirbazlarýn önünde yere atar. Yýlana dönüþen asa, sihirbazlarýn yýlanlarýný yutar. Bu da Allah ýn emrinin insan irade ve çabasýndan daha güçlü olduðunu ispat eder. Allah, Musa ya, Yere attýðýnda atan sen
cemâlnur sargut deðilsin. buyurur. Bu da insana, kendi irade ve arzularýmýzla Allah ýn iradesini bozmaksýzýn mevcudata hizmet etmenin zevkini öðretir. Bunlarýn sonucunda insan, insan olmanýn zevkini yaþar. Hedefimiz kendimizi yok etmek deðil, kendimiz aracýlýðýyla insanî ve gizli ruhlarý görebilmektir. Tasavvuf, hakkýnda konuþulmasý gereken deðil, yaþanmasý gereken içsel yolculuktur. Tassavvuf þeriatýn iç yüzünü araþtýrýr ve insaný þeriata deðil, þeriatý insana hizmet eder hale geçirir Kelime-i Tevhid, La ilahe illallah olup, La , yok diyenleri, (ateistleri, benden baþka herþey yok) kabul. 2. kýsmýnda, önümüze gelen herþeye taptýðýmýz devreleri kabul, 3. kýsmýnda taptýðýmýz þeylerin bir bir yok olduðunu gördüðümüz, tapýlacak hiçbirþey yokmuþ; la ilahe devresini kabul, ve sonunda nefsini bilen Rabbini bilir haliyle yalnýz var olan Allah týr ý kabuldür. Namaz bütün sufizm yollarýnda geçerli olan içsel huzur, kendindeki yaratýcýyý bulmak, (Hak) o yaratýcý önünde eðilmek ve onunla birlikte miraçta bulunmaktýr.
Zekat, insanýn toplum içinde yaþayabilmesi için tek çarenin fazlalýklarýný onlarla paylaþmanýn zevkine varmak olduðunu öðretir. Oruç, vücudu aþýrýlýklardan alýkoyan ve sabrý öðreten, fakirin halini idrak ettiren ve layýkýyla yapabilen için Kuran la müjdelenen ibadettir. (Ramazanýn sabrýnýn neticesi Kadir gecesidir, yani Allah, kendi manasýný taþýyan ilmi insanlara lütfetmiþtir). Hac, insanlar arasýndaki ayýrýmý ortadan kaldýrarak Allah ýn manasýný taþýyan ve içi putlardan (Allah tan gayrýdan) temizlenmiþ gönül etrafýndaki tavaftýr. Görüyoruz ki tasavvuf, maden, bitki ve hayvan vasýflarýyla yaratýlmýþ beþerin insan olma sanatýdýr. Günümüzde dinler, tasavvufun birleþtiriciliðinde ve gözlükleriyle birbirlerinin tamamlýyýcýsý olarak görülebilirlerse, herþeyin tekten ibaret olduðu bilinir. Bu bakýþ açýsýndan farklýlýklar birliðin güzelliðini yansýtan aynalar olarak kabul edilir ve sloganlar atýlarak yaþanmak istenen savaþsýz toplumlar, kendi iç savaþlarýný bitirmiþ insanlar sayesinde saðlanabilir.
Tasavvuf, hakkýnda konuþulmasý gereken deðil, yaþanmasý gereken içsel yolculuktur. Tasavvuf þeriatýn iç yüzünü araþtýrýr ve insaný þeriata deðil, þeriatý insana hizmet eder hale geçirir.
Kenan Rifâî Sohbetler inden... Rivayet olunur ki Hazret-i Mûsâ bir gün münâcatta Yâ Rabbî, bana gizli hikmetlerinden göster ki bu sûretle saltanatýný seyredeyim demiþ. Cevap olarak Filân yerdeki çeþme baþýna git ve ibâdetle meþgul olarak bekle buyrulmuþ. Hazret-i Mûsâ, emir olunan yere gidip de oturduðu sýrada bir süvâri gelerek atýndan inmiþ, cepkenini çýkarmýþ, kesesiyle beraber bir taþ üzerine býrakmýþ ve çeþmeden su içip def-i hâcet ettikten sonra cepkenini giymiþ ve atýna binerek çekip gitmiþ. Arkadan bir çoban gelmiþ. O da su içmiþ ve süvârinin unuttuðu keseyi görerek alýp gitmiþ. Çobandan sonra bir âmâ gelmiþ. Dünya çeþmesi deðil mi bu? O da suyunu içmiþ; fakat tam gideceði zaman, kesesini unutan süvâri geri dönerek çeþme baþýna gelip de, keseyi býraktýðý yerde göremeyince âmânýn almýþ olduðuna hükmederek, sakladýðý yerden çýkarmasý için zorlamaya baþlamýþ. Âmâ her ne kadar böyle bir þeyden haberi olmadýðýný, gözlerinin görmemesi yüzünden, esâsen keseden haberdar olamayacaðýný söylemiþ ise de adamý iknâ edememiþ ve paralarýný kaybetmekle deliye dönen süvâri âmâyý öldürmüþ. Ýþte üç meçhûllü bir mesele! Hazret-i Mûsâ yine münâcatta Yâ Rabbî, iþler böyle oldu. Ama ben bir þey anlayamadým. Bu bâbda hikmetin nedir? demiþ. Gelen cevap þöyle olmuþ: Bu süvârinin babasý, o parayý, gördüðün çobanýn babasýndan çalmýþtý. O âmâ ki gördün, o da vaktiyle süvârinin babasýný öldürmüþtü.
altýn öðütler sâmiha ayverdi
Ölçün doðruluk olsun, aleyhinde dahi olsa doðruyu söylemekten çekinme. Haksýz olduðun bir mes elede, haklý olduðuna kendini inandýrmaya çalýþma. Ýnsanlarýn kusurlarýný gözünde büyütme. Arkadaþ, dost, meslektaþ ve yakýnlarýnýn kabahatlerini deðil, meziyetlerini görmeye çalýþ. Kusurlarýný ararsan, onlar da sende arar ve senin bulduðundan fazlasýný bulurlar. Arabulucu ol, arabozucu olma. Ýyilik yapmak için fýrsat gözle. Bulamazsan icâd et. Zirâ kula hizmet, Hakk a hürmet ve ibâdettir. Kendinden evvel baþkalarýný düþünmek seviyesine ermeni çok isterim. Bu olmazsa kendin kadar; bu da olmazsa kendine yakýn düþünmek de bir nimettir. Kararlarýnda aceleci olma. Hükümlerini teennî ve basîretle vermek bahtiyarlýktýr. Gayeli ve kararlý adam ol. Gel-geç tabiatlýlarýn ideallerine eriþtikleri görülmemiþtir. Onun için azimli ve sebatkâr ol ki, tuttuðunu koparasýn. Herhangi bir mes eleyi huþûnetle deðil sükûnet ve hoþlukla halletmeyi âdet et. Onun için Resûlullah Efendimiz: Allah, güzeldir, güzeli sever buyurmuþlardýr. Sâkin, mülâyim ve hesâplý konuþ. Aðýr, kýrýcý ve geri dönülmez sözden çekin. Vekârlý ve haysiyetli ol, fakat alýngan olma. "Öfke gelir göz karartýr Öfke gider, yüz kýzartýr" diyen, ne doðru
söylemiþtir. Onun için, sonradan piþmanlýk verecek sözden ve hareketten þiddetle kaçýn. Büyüðe, küçüðe saygýlý ol. Hürmet et ki hürmet göresin. Lâtifelerin lâtif olsun. Kalb, Allah ýn nazargâhýdýr. Kýrmaktan þiddetle sakýn. Bil ki, para gâye deðil vâsýtadýr. Eline bu vâsýta bol bol geçtiði takdirde onu hayýrlý iþlerde kullan. Sabýrlý ve hazýmlý ol. Allah þikâyeti sevmez. Dâima þükret, güçlükleri kolayýndan al, rahat edersin. Evlatlarýnýn bedenleri kadar ruhlarýný da besle. Onlar sana Hakk ýn emanetidir. Bu emâneti kurda kuþa kaptýrmamaya dikkât et. Anana, babana, kardeþine, hâsýlý bütün ailene mûti, sâdýk ve yardýmcý ol. Cenâb-ý Resulullah: Cennet analarýn ayaklarý altýndadýr buyurmuþtur. Cenneti yalnýz âhiret âleminde aramak, akýllý insan kârý deðildir. Dünyada da cennet vardýr. Bu, huzur ve kâlb cennetine girmeye çalýþ. Sana korku, ümid veya herhangi bir menfaatle baðlanan dünya dostlarýna güvenme. Hak nâmýna garazsýz, ivazsýz dostluðunu arz etmiþ olanlarý ise, kusurlarý olsa da, baðrýna bas, onlardan kopup ayrýlma ve kendi kendine; Benim kusurlarým onlarýnkinden çoktur diyerek hoþgör. Ýnsanlar, kendi hayatlarý binâsýnýn mimârýdýrlar. Bu binâyý kurmak husûsunda gösterecekleri ustalýk veya acemilik, onlarý mes ud veya bedbaht eyler. Gayret et ki, hayâtýný kurarken sana saâdet ve huzur getirecek iyilik, güzellik, hak, hakîkat ve fazîlet malzemesini kullanmak hünerini gösteresin. Allah yardýmcýn olsun.
her nefes psikoloji irem can esenkaya
Büyük sultan Hz. Ali, Ýlim noktadýr, onu câhiller çoðalttý derken ne de güzel söylemiþ. Aslýnda hem ilim bir nokta idi ve câhiller onu çoðalttý, hem de bizim sahip çýkamadýðýmýz kültürümüze batý dünyasý sahip çýkýp onlarý güyâ yeni kavramlar hâlinde bize geri sattý. Burada, Biliþsel Davranýþçý Terapi çevresinde yapýlan uygulamalar ile tasavvuf ilminde olan, bir müridin, mürþide biat ettiðinde mürþidin müridin kemâle ermesi için yaptýðý uygulamalarýn paralelliðinden bahsedeceðim. Danýþanýn terapi görmesi için gittiði terapist, müridin elverdiði mürþide benzer. Danýþan, bir sýkýntý içerisindedir çünkü baþýna türlü felâketler gelmektedir ya da kendisi kendi baþýna türlü zorluklar getirmektedir (obsesifkompulsif bozuklukta olduðu gibi), ve danýþan, bu zorluklarla baþa çýkamamaktadýr. Çünkü kendisi, hayatýnýn bu dönemine kadar sýkýntýdan bucak bucak kaçmýþ ve
aynen hayatýnda hiç aðýrlýk kaldýrmamýþ bir adamýn bir kiloluk bir aðýrlýk kaldýrdýðýnda dahî belinin aðrýmasý gibi, yaþadýðý irili ufaklý sýkýntýlar rûhuna büyük birer aðýrlýk gibi gelmiþtir. Bu aynen hayatý boyunca Allah ýndan bîhaber yaþayan, kendini dünyaya adamýþ insana en ufak sýkýntýnýn kocaman bir aðýrlýk vermesine benzer. Terapinin de, mürþide el vermenin de en öncelikli adýmý talebe olanýn, karþýsýndaki kiþiye tam teslim olmasýdýr. Zirâ bu teslimiyet tam saðlanamazsa, verilen ödevlere, riyâzatlara uymak mümkün olmayacaktýr. Ne kadar ironiktir ki, hayatý boyu sýkýntýdan kaçmýþ bu kiþiye terapist der ki, Burada beni bir saat çok güzel dinliyorsun. Ama bu yeterli deðildir. Eve git ve bugün bana bahsettiðin sýkýntýyý, sýkýntýdan çýldýrma noktasýna gelene kadar düþün. Aynen bu þekilde mürþid de müride der ki Beni burada sohbette, bir saat aðzý bir karýþ açýk, aþk içinde dinliyorsun. Yalnýz bu yetmez. Þimdi sokaða çýk halkýn verdiði ezâya, cefâya katlan, sesini de çýkarma, öyle gel. Ve danýþan da mürid de sýkýntýya katlana katlana, sýkýntýya dayanma eþiklerini yükseltirler ve öyle bir noktaya
gelirler ki sýkýntý onlara sýkýntý vermez olur. Buraya kadar her þey güzeldir ve psikoloji bilimi ile tasavvuf ilimi büyük bir paralellik gösterir. Fakat asýl ayrýldýklarý nokta þudur ki bu psikoloji bilimi için son nokta iken, tasavvuf ilmi için daha ilk adýmdýr. Mürþid müridin bu seviyede kalmasýna râzý olmaz ve der ki Sen þimdi sýkýntýlarý sýkýntý bilmediðin gibi, bunlarý Allah ýn seni eðitmek için birer lûtfu olarak gör ve memnun ol. Hatta senin o sýkýntýyý yaþamana vesile olan kiþiyi de hoþgör ve onun elini öp; çünkü o kiþi seni adam etmek için günaha girmiþtir. Bu noktayý batýlýlarýn anlamasýnýn zor olduðunu düþünüyorum. Bir dilde bir kelime varsa o mefhum vardýr, yoksa da o mefhumu anlamak ve idrak etmek oldukça zordur. Bizim dilimizde hoþgörü diye bir kelime olduðu için hayatýmýzda hiç hoþgörü göstermemiþ olsak bile bundan ne imâ edildiðini anlarýz. Batý dillerinde ise hoþgörüye tam karþýlýk gelen bir kelime yoktur. Buna en yakýn kelime tolerans kelimesidir. Toleransýn içinde ise bir zorlama vardýr. Tolere eden kiþi davranýþýn çirkin olduðunun ayýrdýndadýr fakat kendisi karþý tarafý tolere etmektedir. Ýþte batý, bizim kültürümüz içinde
olan bu iliþki þeklini almýþ, yeni bir þekle þemâle sokmuþ ve terapi ismi altýnda bize geri pazarlamýþtýr. Mürþid, mürid deyince tansiyonu düþen aydýn, lâik Türk insaný terapiye þakýr þakýr para akýtýrken zerrece rahatsýzlýk duymamaktadýr. Ama tasavvufun koyduðu fakat terapinin koyamadýðý son nokta olan sýkýntý veren kiþiyi dahî Allah ýn bir vechesi olduðu için sevme becerisini terapi çoðu zaman kazandýramadýðý için terapi ile sýkýntýlarýndan kurtulan insanlarýn rahatsýzlýklarýnýn zaman içerisinde nüks etme riskinin (en azýndan yaþadýklarý rahatlamanýn ilk günkü kadar yüksek olmamasý riskinin) fazla olduðunu düþünmekteyim. Ýnsanlarý tam mânâsýyla bir bütünlüðe eriþtirmek için ise bütün ruh saðlýðý çalýþanlarýnýn tasavvuf ilminden feyz almasýnýn hem kendi rahatlýklarý hem de danýþanlarýnýn rahatlýklarý açýsýndan faydalý olacaðýna inanýyorum. Ýnþallah, biz de bir gün batýdan ilim ve bilim ithal etmek yerine üzerinde yattýðýmýz hazineye bakýp, kendi içimizdeki ilimle tekrar bütün dünyayý aydýnlatmaya baþlarýz.
tasavvufu yaþamak yaþamaktýr bizzat, yaþamak yaþamayý bahþedene selam, selam islamdýr, islam teslim... teslimiyet elleri kaldýrmak, ehil ellere, ellerin sahibine teslim olmaktýr.
Hümânur Baðlý
kâbe ve edep yavuz celep Efendim, mâlum-u âlîniz Kâbe, biri Ramazan ayýndan önce, biri de Muharrem ayýnýn 15. gününde olmak üzere yýlda iki sefer yýkanýr. Hâdise bir gazetede haber olarak yayýnlanmýþ. Haberin yýkanma merâsimi kýsmýný gazeteden aynen kopyalýyorum; Kâbe'nin yýkanmasý merâsimi, kýlýnan iki rekât namazla baþlýyor. Daha sonra Kâbe'nin iç duvarlarý beyaz örtülerle ve gül suyu karýþtýrýlmýþ zemzem ile temizleniyor. Kâbe'nin zemini ise gül suyu ve zemzem serpildikten sonra sâdece, hurma yapraklarý kullanýlarak süpürülüyor. Kâbe'nin duvarlarý ve tabaný son olarak yine beyaz örtülerle kurulanýyor. Gül esansý serpilmesinin ardýndan misk tütsüleri yakýlýyor. Merâsim beni hayli etkiledi. Kâbe, insan gönlünün sembolik tezâhürü olduðuna göre, bu yýkamanýn da insan gönlünün mânevî yýkanmasýyla iliþkili olduðu doðdu içime. Ve algý dünyamda her bir cümle için bir anlam zuhûr etti;
Kâbe'nin yýkanmasý merâsimi kýlýnan iki rekât namazla baþlýyor. Kâbe' yi yýkayan kiþi devletin zirvesinde olan maddî lider, kral. Önce iki rekât namaz kýlýyor, yani önce Allah' tan ve namazýn hakiki sahibi Hz. Peygamber'den izin alýyor. Kâbe olan insan gönlünü yýkamayý ise devrin mânevî lideri olan mürþid gerçekleþtirir. Hz. Peygamber'in, Hz. Ali' yi omuzlarýna alarak Kâbe içindeki putlarý devirmesi hâdisesinde Hz. Ali' ye verilen izin gibi, insân-ý kâmil mertebesine eriþmiþ Hz. Ali meþrepli mürþid de, kalb-i selîm pasaportu ile gönülleri yýkama iznini alýr. Daha sonra Kâbe'nin iç duvarlarý beyaz örtülerle ve gül suyu karýþtýrýlmýþ zemzem ile temizleniyor. Beyaz renk, sâfiyeti, temizliði; gül, Hakîkat-i Muhammediyye'yi, zemzem ise ilmi ifade eder. Mürþid, nefsin aþýrý istekleri ve her türlü kötü ahlâk tuðlalarý ile çevrelenmiþ gönül duvarlarýný; sâfiyet, ilim ve Hakîkati Muhammediyye yani Hz. Peygamber muhabbeti ile bir bir temizler. Öyle ki, gönlün içini iþgal eden, kibir, kýskançlýk, bencillik, aþýrý sahiplenme vb. tüm kötü duygular bir bir yok olur ve yerini temizliðe, doðruluða býrakýr.
Kâbe'nin zemini ise gül suyu ve zemzem serpildikten sonra sadece, hurma yapraklarý kullanýlarak süpürülüyor. Hurma tasavvufta sabrý, sabýrla zuhûr eden güzel hasletleri temsil eder. Hz. Meryem'e de doðum sancýsý çekerken Hurma aðacýný kendine doðru silkele ki sana taze hurma dökülsün (Meryem Sûresi, 25) hitâbý gelmiþti. Yani sabret ki hikmet zuhûr etsin. Mürþid eliyle gönlüne Hz. Peygamber muhabbeti, yani Aþk ve ilim serpilen kiþi artýk sabrý kendisine yoldaþ edinir. Gönle hücum eden her türlü nefsânî istek ve duygu, mürþid himmetiyle sabýrla süpürülmeye baþlanýr ve ilim ve hikmet meyveleri zuhûr eder. Kâbe'nin duvarlarý ve tabaný son olarak yine beyaz örtülerle kurulanýyor. Mürþid'in, altý cihetini de yýkayýp temizlediði gönül sabýr ile korunmaya alýndýktan sonra artýk sâfiyet ile dolar ve çevrelenir. Öyle bir gönüldür ki beyaz rengin, sâfiyetin yansýtýcý etkisi ile baþka gönüllere aynalýk eden bir hâle gelir. Gül esansý serpilmesinin ardýndan misk tütsüleri yakýlýyor.
Ve son olarak iþ hakikatine geri döner. Mürþid, temizlemekle vazifeli olduðu, emânet olarak aldýðý gönlü Hz. Peygamber'e geri verir. O gönülden gül esansý, yani Hz. Muhammed in mânâsý ve misk gibi kokan, O' nun ahlâkýnýn vasýflarý zuhûr eder. Artýk etrafa saçýlan Hz. Peygamber nûrundan baþka bir þey deðildir. Kâbe' nin maddî temizleniþi dahî, sembolü olduðu gönlün mânevî temizleniþi ile ne kadar alâkalý diye düþündüm kendi kendime... Âlemde karþýlaþtýðýmýz hâdiseler kimbilir bize mânevî boyuttan ne haberler getiriyor ve biz hâdiselerin peþine takýlýp gittiðimiz için, kimbilir ne hakikatleri idrak etmekten yoksun ve buna baðlý olarak huzursuz ve mutsuz yaþamaya devam ediyoruz... Hepimize, gözü Hakk'a açýk, gönlü Hakk'a baðlý yaþanýp giden yeni yýllar diliyorum. Hayýrlý yýllar olsun Efendim... Yavuz Celep
konya, konya, hep konya.. Aralýk ayý, kim ne derse desin, Hz. Mevlânâ nýn ayýdýr. Bütün dünyayý saran Noel kutlamalarýnýn asýl mânâsý, aslýnda Þeb-i Arus ta Devrin Ýsâsý , her devrin Ýsâsý Hz. Mevlânâ da Hz. Mevlânâ nýn öbür âleme doðuþu, bu ayý Hz. Ýsâ nýn doðumuyla paylaþýyor. Bu durum da, elbette tesadüf deðil... Hz. Ýsâ ile Hz. Mevlânâ nýn ayný mânâyý taþýdýklarýna dâir bizlere küçük bir nükte Aralýk ayýnda mehtap, kim ne derse desin, ayýn 17 sinde... Mehtap, ay takvimini bir yana býrakýp Güneþ takvimini izliyor; göðsünü Þebi Arus için þiþirip iç geçiriyor. Ve Konya ya doðuyor. Biz görsek de görmesek de mehtap Konya da Hz. Pîr, güneþin batýþ vakti Þems e kavuþuyor. Bizim için Þems e þemsiye oluyor. Bu, herhalde Hz. Þems i ancak Hz. Mevlânâ nýn gözlüðü ile görebilecek olmamýzdan dolayý. 17 Aralýk, eðer yaðmur ve bulut yoksa, yýlýn en kýsa günlerinden, güneþin ýþýklarýný en eðik gönderdiði günlerden biri her hâlükârda güneþe daha rahat bakabileceðimiz bir gün. *** Bu yýl 17 Aralýk ta, þemsiyelerimizi rahmete açtýk. 17 Aralýk sabahý, her zaman olduðu gibi önce Hz. Þems i ziyâret ettik. Zirâ edep, bunu icâp ettiriyor ve bizim hocamýz da bizi bunu böylece öðretiyor. Yaðmura þükrederek Hz. Þems in çatýsý altýna sýðýndýk. Hz. Þems, bizi Hz. Pîr e yolluyor: Âþýklarýn Kâbesine O her zaman orada; bizi görünce ben hep buradayým; ya sen neredesin? diye soruyor. Kucaklayýþý ile bizi her seferinde mahcup ediyor. Ama bugün Þeb-i Arus: Düðün Gecesi Hepimiz heyecanla öðleden sonrayý düþünüyoruz. Öðle saatlerinden itibaren dolmaya baþlayan türbe, doldukça doluyor; herkes giriyor ama çýkan yok. Kalabalýklaþtýkça kalabalýklaþýyoruz. Büyük ve geniþleyen kucaðý hepimizi eteðinde topluyor. Bekliyoruz
Çeþit çeþidiz Uzaklardan, yakýnlardan gelenler var. Renk rengiz Beyazýmýz, sarýmýz, siyahýmýz var Bekliyoruz: Ayakta, konuþmadan Dipdibe Yan yana Elele Omuz omuza Sanki diyor ki, Sizi kabul ediþim, sizin birbirinizi kabul ediþinizden Daha yakýn olun birbirinize Daha yakýn, daha beri Bekliyoruz Bu beraberlikle Rahman ý bekliyoruz. Rahman Sûresi yle taçlanan Þeb-i Arus u bekliyoruz. Hocam, yanýbaþýmda diyor ki: Huzûra kilitlenmek ne güzel! Kilitlesinler bizi buraya Birazdan sesini tekrar duyuyorum: Ýnsanlar bilmiyorlar ki burada alýnan enerji, Kâbe deki enerji ile ayný. Demek ki bu bekleyiþin bir mânâsý var: Beklemek için beklemiyoruz. Beklemenin kendisi dahî rahmet, lutûf Bu durumda, beklediðimize þükrediyoruz; yüzümüzü ýþýðýna dönüyoruz; O nunla sohbete dalýyoruz. Sonra, Rahman baþlýyor. Hangi nimetini inkâr edebiliriz? Rahman, aslýnda defalarca Seni seviyorum diyor; baþlýca nimet aþk olduðu için Aþk edip yarattýðý için Yaratýp koruduðu için Koruyup bize kendisini öðrettiði için Hep beraber dinliyoruz. Dinle dediklerinden olmayý, dinlenilen lerden olmayý diliyoruz. Eþiðine kapanýp affedilmeyi, öðrenmeyi diliyoruz. *** Rahman bitiyor, bayramlaþmaya çýkýyoruz. Hz. Pîr in torunu bizi kabul ediyor; candan selâmýný alýyoruz. Bu gece Konya da olmak ne lûtuf! Tekrarýný niyâz ediyoruz Melike Türkân Baðlý
varoluþun zevki meral hasýrcý
Varoluþun zevkini bulabilmek tasavvuftur. Konu tasavvufu yaþamak olunca, yazmak çok güç. Bu ancak yaþayanýn kârý, çünkü tasavvuf kal (söz) ilmi deðil, hâl ilmi. Konu ne zaman tasavvufun yaþanýþý olsa, benim beynimde, rûhumda hemen Züliþ dosyasý açýlýyor. Züliþ, yusyuvarlak, sarýþýn ve parlak görünüþüyle güneþi andýrýrdý. Bir de onun arkadaþý olma þansýna sahipseniz, o güneþ sizi ýsýtýr, aydýnlatýr, kurumuþ yönlerinize can verirdi. Hayatýnýn son zamanlarýnda, bir gün Züliþ e komutaným dedim. Utandý, öyle deme dedi. Ben de þekerim, sen þükür kuvvetleri komutanýsýn deyince o güzel yüzü aydýnlandý, iþte bunu kabul edebilirim dedi. Evet, Züliþ, þükürde bir zirveydi. Dâima þükrederek, üstelik dille deðil, gönlüyle þükür secdesi yaparak yaþardý. Zevk alarak yediði bir yumurta bile onun secde etmesine bir vesile teþkil ederdi. Baþýna sýkýntýlý bir durum geldiðinde, Züliþ yine secde ederdi, çünkü o sýkýntýyý gelecek bir güzelliðin müjdecisi
olarak kabul ederdi. Ben Züliþ le hiç üzüntü paylaþmadým. Hayatýmda üzücü hadiseler olmuyor muydu? Tabii ki oluyordu ama onun yanýnda olunca hepsi üzerine güneþ vurmuþ karlar gibi erir giderdi. Hatta, bazen de o sýkýntý karlarýnýn üzerinde bir kayakçý gibi zevk içinde kayar dururdum. Benim hayatýmda Züliþ bir milât oldu. Hayata bakýþým, hayatta duruþum Züliþ ten önce ve Züliþ ten sonra diye kesin olarak deðiþiklik gösterir. Herkesin bildiði gibi tasavvuf, belâyý bal yapma ilmi ve hâlidir. Ben, býrakýn belâyý bal yapmayý, bana bal olarak sunulanlarýn bal olduðunu idrakten âcizdim. Dýþarýdan bakan için sâkin, hemen hemen hiçbir þeyden þikâyet etmeyen, dostlarýnýn sýkýntýlarýný paylaþan onlarý rahatlatan biriydim. Ama gerçek göründüðü gibi miydi? O sâkin görünüþ, huzûrun verdiði bir dinginlik deðil, hayatý sýrtýnda bir yük gibi taþýyan,ne þikâyet edebilen ne de iyi ki doðmuþum diyebilen içi donmuþ birinin hâliydi. Züliþ, hiç belli etmeden benim içimin buzlarýný eritti. Hemen hemen her gün telefonla konuþurduk. Anlattýðým her güzel þeye, Allah senden râzý olsun.
Günümü aydýnlattýn diyerek, beni güzellik arayýþýna teþvik etti. Ben artýk onu memnun etmek için güzellik avcýsýna dönüþmüþtüm. O gittikten sonra fark ettim ki, onun mutlu olmak için benim anlattýklarýma hiç ihtiyacý yoktu. O güzellikleri, nimetleri fark etmeye benim ihtiyacým vardý. Onun memnûniyeti, olsa olsa benim de farketmeye baþlamýþ olmamdý. Nasýl oldu bilmiyorum ama artýk içimdeki Züliþ, çoðunlukla iþ baþýnda.. Meðer seyredilecek ne çok güzellik, þükredecek ne çok nimet varmýþ. Gerçek þükür, insanýn içinin semâ eder hâle gelmesiymiþ. Artýk hemen hemen hiçbir dostum, beni sýkýntýlarýný paylaþmak için aramýyor, olsa olsa duâlarýmýzý birleþtirmek için, çoðunlukla da mutluluklarýný paylaþmak için arýyorlar. Tasavvufu yaþayanlar ölmüyor, benim hayatýmda görüldüðü gibi yaþamaya devam ediyorlar.
gündelik tasavvuf sesil çetindað
Bir iki sene kadar evveldi; edebiyat dünyasýnda hatýrlý bir yazarýmýzýn röportajýný okuyordum. Kendisine mutluluðun sýrrýný sormuþlar, bir sürü inancýný paylaþmýþ... Bir tanesi çok hoþuma gitmiþti; demiþler ki Her sabah erkenden spor yapacaksýn ama her sabah... Akþam deðil, öðlen deðil, ille de sabah ve bugün yaðmurlu, yarýn belim aðrýyor diye de bahane yaratmayacaksýn. Çok gülmüþtüm okurken ama bir o kadar da hoþuma gitmiþti. Disiplinli, basit ve þakacý gelmiþti tutumu kulaðýma. Bana tasavvufu yaþamak biraz böyle geliyor... Allah saðlýk verdiði sürece her sabah erkenden kalkacaðýz. Kimimiz ezanla uyanacak, kimimiz ezansýz dünyasýnda guguklu saati ile. Birimiz beþte, birimiz altýda, birimiz yedide. Herkesler uyurken duâmýzý edeceðiz. Yine kimseler uyanmadan Allah ne verdi ise âcizâne soframýzý kuracaðýz. Gülümseyerek sevdiklerimizi uyandýracaðýz. Yalnýzken sessizliðin tadýna varacaðýz veyâ en sevdiðimiz radyo programýný dinleyip, sohbete uzaktan dâhil olacaðýz. Zengin-fakir demeden temiz giysilerimizi giyip abartýsýz bir özenle güne baþlayacaðýz. Birilerimiz koþtura koþtura iþinin baþýna gidecekler. Birilerimiz çocuklarýný okullarýna býrakacaklar. Birilerimiz hastasýnýn yanýna nöbete duracaklar.
Kimimiz hüzün dolacak zaman zaman, kimimiz neþe. Her ne ile meþgul isek sorumluluklarýmýzý gönlümüzle yapacaðýz, dün yokmuþ, yarýn olmayacakmýþ gibi... Birilerimiz gün içinde iyi haber alacaklar, birilerimiz üzücü . Kimimiz öðlen yemeðini tasýnda ýsýtacak, kimi lüks bir lokantada yiyecek. Kimi yalnýz, kimi dost yanýnda, kimi kuru kalabalýkta. Yanýndan geçerken dilenen arkadaþa gönlümüzden ne koparsa vereceðiz. Hiç veremezsek selâm edeceðiz. Sokak arasýnda top oynayan çocuklarýn arasýndan yürürken, attýklara gole onlarla beraber sevineceðiz. Otobüs sýrasýnda bize dönüp gülümseyen küçük kýza el sallayýp vapurda ayaðýmýza dolanan kedinin baþýný okþayacaðýz. Cami çýkýþýnda kuþlara yem atacaðýz. Gün aþýrý yolumuza zorluklar çýkacak. Birileri bizi ikaz edecek, birileri bizi üzecek þeyler söyleyecek, birileri þeker daðýtýrken, öbürü emirler yaðdýracak. En yakýn dostumuz, yaptýðýmýz þakaya alýnacak. Hiç tanýmadýðýmýz birine hayýr yollayýp, küfür alacaðýz. Yine de en yorgun ânýmýzda gökyüzüne bakmayý unutmayacaðýz. Velâkin baþýmýza gelen herþeye tebessüm edeceðiz. Her birinden bir ders çýkarmaya çalýþacaðýz. Öðrenmekte sýnýr tanýmayacaðýz. Öðleden sonra nefes almaya iki adým
yürüyeceðiz. Veyahut rahatlamak için spor yapacaðýz. Veyahut müzik dinleyeceðiz. Hiç olmadý, oturduðumuz yerden duâ edeceðiz. Erken kaybettiklerimizi anacaðýz, ruhlarýna birer Fâtiha okuyacaðýz. Özellikle dertlilere ve dert verenlere devâ dileyeceðiz. Akþam olunca içimizde sevdiklerimize veya evimize veya aslen vakit harcamak istediðimiz þeylere kavuþmanýn sevinci içinde yol tutacaðýz. Trafik bizi yoracak, yollarda insanlarýn suratý asýk olacak. Biri ayaðýmýza basacak, öbürü yok yere tersleyecek bizi ücreti uzattýðýmýzda. Bazen eþimiz yorgun ve kýrýlgan olacak, bazen sevecen. Bazen çocuklarýmýz kucaðýmýza koþacak, bazen tavýr alacaklar. Bazen büyüklerimiz naz yapacak, bazen bizler naz yapacaðýz. Bir gün bir günü tutmayacak ama bizler nefes alabildiðimiz için râzý olacaðýz. Hatýr sormayý yine de atlamayacaðýz. Yatmadan yapabildiklerimiz, yapamadýklarýmýz, sahip olduklarýmýz ve olmadýklarýmýz için þükür edeceðiz. Bana tasavvufu yaþamak hayatý doya doya, Aþk ile yaþamakmýþ gibi geliyor. Öðretmenim bir söyleþide deprem günü camdan bakýp, Allah ým, celâlin ne güzel dediklerini anlatmýþlardý, çok etkilenmiþtim. Ýþimiz bu, yaþamak diyor sanatçý...
Ýþimiz bu hakikaten. Her yerde herþeyde Allah ý göreceðiz; görüp, yarattýðý herþeyi sevmek. Kýrmamak, kýrýlmamak. Ben dememek, benim dememek, diyeni kýnamamak. Kapýmýzý her zaman açýk tutup, ayný zamanda yerimizi bilip, illâda hû demek. Kýsaca aynayý kendimize döndürüp, ibâdetle meþgul olarak, Allah a, kendimize ve dünyaya faydalý birer insan olma niyeti ile edeb yolunda emin adýmlar atmaya çalýþmak. Bence tasavvufu yaþamak, bitmeyen bir mücâdelenin gönüllü parçasý olmak gibi. Allah hepimize uygulamayý nasip etsin inþallah... Âmin.
beþ þart Kelime-i Þehâdet, savm-u salat, hacc-u zekât Ehl-i tasavvuf bu beþ þartý yerine getirmekle mükelleftir. Ýdrak edebildiði her an Ben þehâdet ederim ki, tapýlacak, önünde boyun eðilecek, baðlanacak, tanrý edinilecek hiçbir þey yoktur; yalnýz Allah! ahdini yerine getirmelidir. Bu yüzden hayatýnýn mutlak amacý ne çocuklarý, ne eþi, ne iþinde yükselmek, ne de hayattan zevk almaktýr. Ve þehâdet eder ki, Muhammed O nun kulu ve resûlüdür , O ndan inen tam bir örnek kul ve tâkip edenleri, ümmeti için müthiþ bir örnektir. Bu þehâdetten dolayý ehl-i tarîk, paçalarýna su sýçrattýðý için bir taksinin arkasýndan sövemez, ya da eþine merhametsizlik edemez ve kimseye karþý kibirlenemez. Her yerde ve her an muhatap olarak yalnýz Allah ý alýr. Davranýþlarýnda da ahlâk örneði olarak seçtiði kiþiyi ilân etmiþ ve her an onun ümmeti olduðuna tanýklýk etmiþtir. Mutasavvýf, Ramazan da oruç tutar,
bununla beraber her an oruçludur. Kendisiyle Rabbi arasýna perde olacak herþeyden uzak durur. Allah rýzâsý olmadan kazanýlan bir lokmayý yemez. Oruç tutan her inanan gibi kötü söz söylemekten, harama bakmaktan, boþ dedikodu yapmaktan geri durmaya niyet etmiþtir. Kalp kýrmaktan, gýybet etmekten ve faydasýz ilimden uzaktýr, Allah a uruc etmiþtir, O na yönelmiþtir. Günde beþ vakit namaz her müslüman gibi ona da farzdýr. Ancak onun namazý, selâm verdikten sonra devam eder. Hayatý onun namazýdýr. Dâimâ bu namazda olduðu için takva örtüsüyle örtünmüþtür ve Allah tan gafil olarak abdestini bozmaktan kaçýnýr. Uydum hâzýr olan imâma diyerek ihvânýyla omuz omuza durur namaza. Ancak imam efendi tekbiri alýnca tekbir alýr, onu dinler, o iþaret etmeden secdeye varmaz. Tekbiri, hem dünya hem âhiret arzusunu iki eliyle arkaya atýp, önündeki gaflet perdesini bu ellerle kaldýrmaktýr.
yaptýðý gibi, o da dünya sahnesinde say eder, mücâdelesini elden býrakmaz. Ekmeðini kazanýr, iþine gider, dünyalýðýný kazanmak için çabalar. Belki bir postahanede veznedardýr ya da bir inþaatta mühendistir, fakat Arafat ta yaþanan Mahþer gününü, gönlünde her an taze tutar. Her yýl malýnýn en az kýrkta birini ihtiyaç sahiplerine verir. Zekât borcu ise hiç bitmez. Evinin zekâtýný misafirlerine, bilgisinin zekâtýný bilmeyenlere verir. Saðlýklýysa þükreder, baþkalarýna güler yüzle verir borcunu. Saâdetinin zekâtýný yetimlerle, yaþlýlarla, sakat ve hastalarla beraber olarak verir. Bununla beraber her zaman alanýn da verenin de yalnýz O olduðunu aklýndan çýkarmaz. Kýsacasý mutasavvýf her an Ýslam la müþerref ve müzeyyendir. Gökhan Çalýþkan
fotoðraf: hümanur baðlý - edirne selimiye camii
Kýyamda tüm benliðiyle dimdik ayaktadýr, Allah tan inmiþ, imam efendinin aðzýndan dökülen billûr sözlerin kulaðýna akmasýný bekler. Ýmam Ekber olan, en yüce Allah týr deyince ayaklarý hâlâ dik, fakat gövdesi eðilerek Rabbini tenzih eder. Dünyada yaptýðý her hizmette bu rükû gizlidir. Rabbinin onu duyduðu müjdesi gelir ve uyduðu imam ona tekrar iþaret verir: Bu sefer bir hiç olmasýný ister ondan. Ýþtiyakla kapandýðý secdede Rabbini tekrar tenzih eden derviþ, baþýný kaldýrýr ki, hiçliði zevk ile hissettiðini anlar. Gerçekte ben dediðinin bir hayâl olduðunu idrak eder. Efendisi ona tekrar iþaret edince hiçlik zevkini bizâtihi yaþar. Sidretü l-Müntehâ da Rabbiyle dizdize oturur ve selâmlaþýr. Allah nasip ederse ihramýný giyip hacca gitmeye can atar. Bununla beraber o her an kefen bezine, ihramýna sarýnmýþ olarak hazýrdýr. Gönül Kâbe sini tavaf eder, Hacerü l-Esved i mürþidinde bulur. Kefenini giymiþtir ama, Hz. Hacer in su bulmak için Safâ ile Merve arasýnda
gezi notlarý banu yýlmaz
Beþiktaþ ta bir aþk sultanýnýn, Neccarzâde Rýzâ Efendi nin türbesini ziyaret ettim bu Pazar. Tam 15 yýl yaþadýðým bu semt, þimdiye dek gizli kalmýþ yüzünü gösterdi bana. Onca yýl nasýl da fark etmemiþim türbenin varlýðýný diye hayýflanýp ziyâret edeceðim mübârek zat hakkýnda hiçbir þey bilmiyor oluþuma da sinirlenirken, önümden geçen ASK plakalý bir araç beni kendime getirdi. Neccarzâde Efendi nin âþýklarýn en ulularýndan olduðunu, Hz. Peygamber e olan muhabbet ve aþkla koca bir divan doldurduðunu sonradan öðrendim elbet. Neccarzâde Rýzâ Efendi 1669 yýlýnda Beþiktaþ ta doðmuþ. Türbesinin bitiþik olduðu Sinan Paþa Camii mimarý Mimar Sinan gibi Neccarzâde Efendi nin babasý da, katýldýðý seferlerde Osmanlý ordusunun toplarýnýn nakli için, köprü tamir ve inþa edermiþ. Bundan dolayý lâkâbý Neccar (marangoz) olarak kalmýþ. Neccarzâde Þeyh Rýzâ Efendi, Aziz Mahmud Hüdâî dergâhýnda Celvetî serpuþunu, Beþiktaþ Mevlevihânesi nde Mevlevî külâhýný, Moskof Savaþý ndan dönüþte Edirne de Nakþibendî destarýný giymiþ ve Beþiktaþ Sinan Paþa zâviyesinde postniþin olmuþ.
Ney üflemede devrinin üstâdýymýþ. Beþiktaþ taki Ihlamur Kasrý nda kurduðu þiir ve musiki meclislerinde Ýstanbul un seçkinleri toplanýrmýþ. Ney in insan üzerindeki psikolojik etkisini araþtýrmýþ, ülkemizde müzikli psikoterapinin ilk uygulayýcýsý olarak aklî rahatsýzlýðý olan insanlara ney terapisi uygulamýþ. Hatta bu alandaki çalýþmalarýný daha da ileri götürerek 1738 yýlýnda Beþiktaþ Mevlevihanesi nde, ülkemizin ilk akýl hastanesi olan Þifâhâne-i Ýnsâniye yi kurmuþ. Yani hazret, bundan yüzyýllar önce, ney ve su terapisi ile tedâvi yöntemleri geliþtirmiþ ve uygulamýþ. Ziyâret esnâsýnda hissettiðim huzur ve rahatlýk, sanýrým sultanýn þifâ vericiliðinin hâlâ etkili olduðunun bir delili. Neccarzâde Rýzâ Efendi nin yaptýklarýna bakýnca O nun sadece bir þeyh deðil; bir âþýk, bir sanatkâr, bir araþtýrmacý, þâir, terapist, bilim adamý, reformlar getiren bir devrimci olduðunu da görüyoruz. Tevhidi düstur edinmiþ, tevhidin kendi olmuþ bir sultan. Allah ýn vechini doya doya seyretmemizi diliyorum.
fotoรฐraf:semanur bal
f, u v v a s a "T
z ü s m ü l ö
e t t i k a v e v l a h r e âi h f i e R v n t a n â y ha Ke
it r. p e ed
Hz. Mevlana Sultan Veled e þöyle bir nasihatte bulunuyor: Bahaeddin, eðer cennette olmak istersen herkesle dost ol, kimseye kin besleme, herkese tevâzu göster, baþkalarýndan ileri olmak isteme ve olma. Mum ve merhem gibi yumuþak tabiatlý ol. Ýðne gibi batýcý olma. Sana kimseden kötülük gelmemesini istersen, kötü þeyler düþünme ve öðrenme. Mertlik, baþkalarýyla savaþmak deðildir. Asýl mertlik ve Rüstemlik insanýn nefsiyle savaþmasýdýr. Sen bir insaný sevmediðin zaman onu, sövmek, saymak, kötü davranmak, korkutmak gibi þeylerle evinden uzaklaþtýrabilirsin; eðer baþaramazsan evi ona býrakýr kendin çýkar, baþka bir eve gidersin. Fakat seni sýkan ve üzen düþman içerideyse ne yaparsýn? Evi de terk etme imkânýn yok! Ýnsan içindeki kini, fesadý, yalaný, öfkeyi kendinden hile ve düzenle uzaklaþtýramaz. Ýnsanýn bu yüzden içi ile savaþmak dýþarýdaki insanlarla savaþmaktan daha zordur. Zaten Niyâzî-i Mýsrî nin dediði gibi Ben sanýrdým âlem içre bana hiç yâr kalmadý, Ben beni terk eyledim bildim ki aðyar kalmadý . Allah için en önemli amel kiþinin kendi içini temizlemesidir. Yapýlan bunca riyâzatýn, oruçlarýn, namazlarýn, duâlarýn hep amacý insanýn amel etmesidir. Amel, buðday tanesinin önce baþak, sonra tane, sonra un, sonra ekmek ve sonra da insana karýþarak enerji hâline gelmesidir. Gerçek amel bir hâlden ölüp yeni bir hâlle dirilmektir. Ýki günü eþit olan ziyandadýr diyor Hz. Peygamber. Ýnsanýn sûreti topraktan, bâtýný ise nurdan yaradýlmýþtýr. Onun için insanlar sûreten topraða meyl ederler. Türlü türlü þehvet verici þeyler, yiyecekler, içeceklerin her birinin bir rengi ve tadý vardýr. Fakat hepsinin sonucu ve meyvesi topraktýr. Ýnsan ne kadar topraða meyl ederse içindeki nurâniyet o oranda azalýr ve toprak zamanla nûra galip gelirse kiþi tamamen karanlýklar içinde kalarak gözleri görmez, kulaklarý duyduðunu idrak edemez, hadiselerin dilini çözemez hâle gelir. Ýnsanýn azâba dûçâr olmasý ve Allah tarafýndan itâb edilmesi toprak âlemini ulvî âleme tercih etmesindendir. Eðer nur topraða galip gelirse o zaman insan meleklerden de üstün bir hâle gelir. Tasavvuf, tövbe ile baþlar. Ýnsanýn kendindeki hatâlarý görmesi ve bir daha yapmamak üzere cehd etmesi tövbedir. Daha sonra safâ gelir. Nefsiyle savaþan kiþi safâya, mutluluða erer. Bunu velâyet tâkip eder. Kiþinin sýrrý âþikâr olur ve fenâya erer. Neþe Taþ
desen: hümanur baðlý
süleymaniye de bir yýlbaþý sabahý Tasavvuf nasýl yaþanýr? Hani dünyanýn baþka bir yerinde olsak, bu soru mâkul olabilir. Ama bu güzel memlekette bir yaþayaný görme þerefine ermediysek dahî onlarýn kurduðu bir medeniyetin mîrâsý, maalesef belki de enkazý üzerinde duruyoruz. Yine de mistik bir tecrübe yaþayalým diyerek Hint diyarýna dahî meyledebiliyoruz. Oralar da ayrý güzel, eyvallah. Herþeyin bir kemâli, her kemâlin de bir merkezi var elbet. Binâsýnda dahî mülk âleminden þehâdet âlemine kapý açan bir medeniyet, Allah ýn bizden istediði þekilde yaþama sanatýnýn kemâlini temsil etmez mi? Vücut þehrini fethetmeden þehir fethetmeyen Fatih ler, abdestsiz yataðýndan dahî kalkmayan, Peygamberinin ayak izini sorgucunda taþýyan sultanlarýn medeniyeti Gelelim saâdet kapýsýna; Dersaâdet e.. Bu þehrin son devrinin mânevî sultâný Kenan Rifâî tasavvufu þöyle târif eder: Tasavvuf güzel ahlâktýr, güzel ahlâk ise edeptir; edepse, Allah tan baþka fâil ve mevcut görmemektir . Bunun düstur edinildiði bir devletin pâyitahtý da saâdet kapýsý olur elbette. Tasavvufu yaþamak deyince niye takýldýk Ýstanbul a diyeceksiniz. Doðru, Rumeli de, Anadolu da nereye bassanýz mânevî olarak münbit bir toprak var. Âcizane Ýstanbul a takýlma sebebim, yýlbaþý sabahýný Süleymâniye gibi bir mâbette karþýlamak oldu, herhalde. Böyle bir ortamda da Yahya Kemal i unutmak olmazdý tabii. Süleymâniye de bir Bayram Sabahý þiirinde þöyle seslenir þâir: En güzel mâbedi olsun diye en son dinin Budur öz þekli hayâl ettiði mimârinin. Bu en güzel mâbedi tasarlayan mimar nasýl bir mimardýr, bu öz nasýl bir özdür acep? Dünya mimârisinde eþsiz yere sahip eserlerin mimârý Koca Sinan imzasýný þöyle atmaktaydý: El-fakir ul-Hakir Ser Mimârân-ý Hassa
(Deðersiz ve muhtaç kul, saray özel mimarlarýnýn baþkaný)
Ve Sai Çelebi ye yazdýrdýðý eserinde kendisinden þöyle bahsetmekteydi: Ben ki önde gelen mübârek mimarým Dünya tekkesinde bir yaþlý ihtiyarým
(Sai Mustafa Çelebi, Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiretü'l Ebniye: Suphi Saatçi, Bir Osmanlý Mucizesi Mimar Sinan, s.74)
Ustamýn eli altýnda, týpký bir pergel gibi ayaðým sâbit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine týpký bir pergel gibi yay çizerek, görgümü arttýrmak için diyarlar gezmeye istek duydum diyor mimarbaþý, hayatýný anlatýrken. Âdetâ bir derviþ olarak seyr-i sülûkunda tâkip ettiði yolu târif ediyor. Þaþýrtýcý derecede mütevâzý olan kabrini de pergeli andýran biçimde yapýyor. Hz. Mevlânâ nýn deyimiyle Bir ayaðýmla þeriatte sabit, diðer ayaðýmla yetmiþ iki milletle beraber oldum diyor. Selimiye de olduðu gibi eserlerin þâhý olan Süleymaniye de de kendini Allah ýn pergeli kabul eden bir mimarýn, taþ ile anlatýlabilecek öze erdiði görülüyor. Her zerresinde ve bütününde, bilhassa kubbesinde. Yahya Kemal þöyle devam ediyor: Uhrevî bir kapý açmýþ buradan gökyüzüne, Tâ ki geçsin ezeli rahmete rûh ordularý.. Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimari Sinan ýn çaðdaþý, Rönesansýn ele avuca sýðmaz dehâsý Mikelanj baþlatmýþtý bu âdeti Avrupa da. Kiliselerin tavanlarý muhteþem resimlerle melekût âlemine açýlýyordu. Týpký Mesnevî deki Çinli nakkaþlar gibi bu ressamlar da duvarlarý inanýlmaz renkler, büyüleyici þekillerle bezediler. Ne var ki perdenin diðer tarafýnda Koca Sinan sabýrla taþý yontuyordu. Taa ki bu cemâli bir ayna gibi yansýtana kadar. Mülk âleminden soyunan kubbe, feleklere yol almaktaydý. O freskolarda anlatýlanlar, misliyle vardý Süleymaniye de, ama þekilleriyle deðil, mânâlarýyla. Allah ýn mimarýna yaptýrdýðý bu tasarýmýn altýnda bugün de binlerce baþ secdeye varýyor. Peki mimar, kendi içinde bu âlemleri bulmasa, taþa aktarabilir miydi? Mâdem Hz.Ali nin de dediði gibi âlem insanda gizli, ne diye gerçek zannettiðimiz sûretler çizip de seyrine bakalým? Ustamýzýn eline teslim, hem merkeze sâbit hem de O nun götürdüðü her yerde olmak dururken.. Süleymâniye ye bakarken bunlarý düþünüyorum. Bu kadar güzelse özüm, ne diye teferruat içinde yüzüyorum? Nazende Yýlmaz
hikaye: kurb-u sultan, âteþ-i sûza yosun mater
Bu öyle bir hikâyedir ki içinde evvelde bir olan, sonra aþk için ayrýlýp ezelde vuslata eren bir âþýk ve mâþuk içerir. Bu güzel ve her nefes kendini tekrar eden bir aþk hikâyesidir Bu hikâyede bir Sultan var. Öyle bir Sultan ki her þey ondan ve onun ucubucaðý olmayan aþkýndan yaratýlmýþ. Yaratýlan her þey ona âþýk Bu koca sultanýn aþkla yoðrulmuþ köleleri var. Sonsuz sayýda güzel isimlerin farklý karýþýmlarýndan oluþan bu kullarköleler, sanki sonsuz renkleri olan çiçekler gibi, her biri diðerinden farklý renkte, hatta farklý tonlarda, her biri diðerinden daha güzel, daha göz alýcý ve doyulmaz renkte Rengârenk bu âlemde, bizim ilgilendiðimiz bu kölelerden biri Bu köleye bir de isim verelim; adý Kurb olsun Sultan aþk ile yaratýðý tüm kölelerini pek severmiþ. Köleler ise Acaba Sultan en çok hangimizi sever? diye merak ederlermiþ. Her þeyi bilen o koca Sultan, tüm kölelerini bir gün biraraya toplamýþ ve onlara tenezzül ederek hitap etmiþ: En çok hanginizi sevdiðimi öðrenmek ister misiniz? . Köleler hep bir aðýzdan cevap vermiþler: Evet Sultaným! . Bu cevap üstüne Sultan devam etmiþ: Bunun cevabý kýsacýk bir hasret sýnavýnda gizlidir. Bu sýnava râzý olursanýz, size cevabý söylerim demiþ. Köleler arasýnda bir uðultu kopmuþ. Koca Sultan cevabý veririm ama hasret
sýnavý ile demiþ; HASRET ne yaman kelimedir. Ne yakýcý ateþtir. O Sultaný görmeden geçecek kýsacýk bir zaman, bir nefes bile bir yangýn demektir. Hangi yürek buna dayanýr? Kim bu ateþten yanmadan çýkabilir? . Bizim güzel renkli kölemiz Kurb ve bir grup rengârenk arkadaþý bu kýsacýk hasret sýnavýna râzý olup, cevabý öðrenmeye tâlip olmuþlar. Sultan a AÞK bu! Ne yaman kelime, AÞK! Yazarken aðaçlardan kalemlerin kýrýldýðý, denizlerden mürekkeplerin tükendiði en kýsa ve en uzun, en derin kelime Elif harfi gibi baþý sonu olmayan bir kelime Sultan sýnava tâlip olan, birbirinden çok sevdiði rengârenk kölelerini, sonsuz nazarýyla bir süzmüþ. Tenezzül ederek ve cennetlerle dolu tebessümüyle onlara Beni þimdi can kulaðýnýzla dinleyin. Buradan çýkacak, benim baþka bir diyarýma gideceksiniz. Ben burada olduðu gibi orada da her zaman ve her nefesinizde sizlerle olacaðým. Her birinize renklerinize uygun mektuplar yazdým. Mektuplarýnýzýn içinde yer alan küçük notlar zamaný geldikçe açýlacak ve siz okuyacaksýnýz. Bu mektuplarýn çok sayýda kopyasýný yaptým ve sizin her zerrenize yerleþtirdim. Orada kaldýðýnýz her nefes bu notlar size görünür olacak. Ayrýca olur da gittiðiniz o diyarýmda beni görmek ister, sesimi duymak isterseniz diye size küçük iþaretler ve hâdiseler hazýrladým. Beni orada da görün ve unutmayýn diye. Bu arada kimi daha çok sevdiðimi anlamanýz için küçük
an (1.bölüm) hediyelerim de var. Korkmayýn, sizi hiç yalnýz býrakmayacaðým. Buradan çýkýnca 9 ay dere-tepe düz gideceksiniz. Bu yolculuðunuzda ilk 4 ayýnda ben devamlý sizinleyim. Kendinizi hâlâ burada gibi hissedeceksiniz. 4. aydan sonra kendinizi biraz farklý hissedeceksiniz. Bu farklýlaþma nedeniyle kendinizi de, beni de baþka bir þekilde göreceksiniz. Daha çok bir iç ses gibi görüneceðim. Bu þekil deðiþtirme renklerinizi etkilemeyecek. Korkmayýn! Renkleriniz hep ayný kalacak. Hangi þekle girdiyseniz bulunduðunuz þekil o diyarýn þartý ve sýnavýn parçasýdýr. Benim size sevgim de hep ayný kalacak. Korkmayýn! Hep çok seveceðim sizi. Arada beni çok özlediðinizde býraktýðým iþaret ve notlarý yaþayýp, cân-ý gönülden beni anarak biraz daha bana yaklaþabilirsiniz. Kýsacýk hasret bittiðinde ise size muhteþem bir ikrâmým var. Buraya döneceksiniz, bana geleceksiniz, bana kavuþup, bana karýþacaksýnýz. O zaman en sevdiðimin hanginiz olduðunu öðreneceksiniz . Bu konuþmanýn ardýndan yola çýkmýþ Kurb ve arkadaþlarý Daha ilk adýmda baþlamýþ hasretleri, bir grup daha yolun baþýnda Yok, vallahi dayanamayacaðým diyerek vazgeçmiþ sýnavdan. Kurb un içinde ise hiç durmadan nida eden bir rengi Devam et, lütfen devam et! diye ona sesleniyormuþ. Yola devam etmiþ. Daha ilk andan itibaren Kurb u, AÞK ýna
hasretlik ateþi sarmýþ. Mâdem söz vermiþ Aþkýna- Sultanýna, madem tâlip olmuþ bu sýnava ve o cevaba, yanmýþyakýlmýþ ama devam etmiþ yola Ýlk ay pek zor geçmiþ, o sonsuz ferahlýktan sonra, o huzurdan uzaklaþýnca biraz dar gelmiþ bu diyar ona, Sultan tenezzül etmiþ Hayýrdýr Kurb kölem, vazgeçmek mi niyetin? Mâþukunun sesiyle mest olan Kurb, bir anda ferahlayarak Yok vallahi Sultaným, yolundayým.. diye inlemiþ. Sonraki aylarda Kurb, biraz daha daralmýþ, biraz daha farklýlaþmýþ. 4. Ayda Sultan yine Kurb a tenezzül etmiþ Kurb artýk benim diðer diyarýmýn sýnýrýndasýn. Hâlâ kavlimizde vefâlý mýsýn? . Kurb, mâþukun sesini duyuyor olmaktan mest, 4 aylýk sýkýntýsýný unutup, huþû halinde o sonsuz gibi gelen tenezzül ânýnda inlemiþ ve cevab vermiþ: Ýnþallah, Sultaným ahdimize vefalýyým. Sultan gülümseyerek O zaman hazýr ol! demiþ. Bir an içinde sanki her þey olup bitmiþ. Sultan tenezzül edip Sana olan aþkýmýn büyüklüðünü gör! demiþ ve Kurb a koskocaman bir ýþýk topu ile vurmuþ. Sanki binlerce güneþ bir olup, Kurb u ýþýða boðmuþ. Bu çarpan Sultan nuru parçasýyla, Kurb un bütün renkleri birdenbire âþikâr olmuþ. Kurb kendi renklerini hiç böyle bilmiyormuþ. Bir anda, daha doðrusu her þeyin olduðu o anda Kurb kendi renklerine hayran olmuþ. Sonra bir garip loþluk ve bir garip hâl içinde kalmýþ. Biraz dar ve loþ
hikaye: kurb-u sultan, âteþ-i sûza yosun mater
bir odada olduðunu fark etmiþ. Sanki odanýn içinde yüzüyormuþ. Burasý bir önceki hâline göre biraz darca gelmiþ ona ama içinde bir yerde o koca Sultanýn büyük aþkýyla, dýþý dar, içi koskocaman bir halde bulmuþ kendini ve anlamýþ sýnýrý geçtiðini Böyle aylar, aylarý kovalamýþ dokuz ay tamamlanmýþ. Kurb, yüzer gibi gezdiði bu loþ odanýn ýþýk sýzan bir kapýsý olduðunu fark etmiþ ve yüzerek oraya gitmiþ. Gerçekten bu kapýdan geçip daha ferah ve aydýnlýk koskocaman bir odaya gelmiþ. Memnun olmuþ bu ýþýktan ve ferahlýktan. Daha rahat hareket eder olmuþ. Yine de ilk geldiði yere, o ucu bucaðý olmayan Sultanýn huzûruna dinmeyen bir hasreti varmýþ. Böyle bir zaman geçirmiþ. Bu sýrada hasretini Sultanýn her zerresine koyduðu ve her nefesinde açýlan notlar ile gidermiþ ve zaman zaman ufak tefek þekil deðiþiklikleri yaþamýþ. Etrafýnda kendine benzer þekilde, rengârenk baþka köleler de varmýþ. Bu kölelerin kimi tamamen farklý renklerde, kimi ise sadece farklý tonlarda görünüyormuþ. Nedendir bilinmez, kendine benzer renkler ve tonlar ona daha yakýn gelmiþ bu diyarda. Bazen birbirlerine farklý renkte olduklarý için kölelerin birbirine kýzdýklarýný, hatta kýrýldýklarýný görmüþ. Þaþýrmýþ, anlamamýþ. Sultanýn huzûrunda hepsi bir aradayken hiç fark etmediði, hiç
görmediði bir halmiþ bu.... Bunu düþünmüþ Kurb Sultanýn huzûrunda da bu renkler ve tonlar var mýydý? Hatýrlayamamýþ. Sultan huzûrunda, biricik aþkýna bakmaktan, etrafa hiç bakmadýðýný anlamýþ. Bu farklýlýklardan uzak durmak için sadece AÞK ýna, Sultan a bakmak gerektiðini anlamýþ. Bu diyarda kölelerin Sultan ý göremedikleri için sadece birbirlerine baktýklarýný, onun için birbirlerindeki farklý renkleri, hatta tonlarý kabul edemediklerini anlamýþ. Bu renk farklýlýklarýný ortadan kaldýrmak için Sultaný bu diyarda aramaya karar vermiþ. Mâdem bu diyara Sultan ýn en çok hangimiz sevdiðini öðrenmeye geldim. O zaman kavlime sâdýk kalýp onu aramalýyým diyerek bu âlemin yollarýnda gezmeye baþlamýþ. Kimi yol darmýþ, kimisi geniþ, kimi taþlýymýþ, kimi temiz... Az gitmiþ, uz gitmiþ, dere-tepe düz gitmiþ... Bu yol boyunca bazen diðer renkler ona kýzmýþ, bazen kýrýlmýþ. Bazen yârenlik etmiþ renkler ve tonlarla, bazen hâllenmiþ. Ne zaman renklere dalsa o koca Sultan sanki Kurb! o da benim rengim diye nidâ etmiþ Bu yollarda gezdiði, yorulduðu bir gün, yürüdüðü yolun ucu bir gül bahçesine çýkmýþ. Güllere bakýp hayran kalmýþ renklerine, Naiflikleri, güzellikleri hele o kokularý, ona Aþk ýný, Sultan ý hatýrlatmýþ. Kurb hasret ile yanmýþ, yanmýþ ve kavrulmuþ. Ah! Sultaným Ah! diye feryat etmiþ. O anda bu
an (1.bölüm) gülizarýn, aslýnda Sultanýn koyduðu bir iþaret olduðunu düþünmüþ. Bunu düþünür düþünmez de bir cevap düþmüþ içine Ben de seni çok özledim! Kurb bu cevabý alýnca deliye dönmüþ mutluluktan Beni seviyor, beni seviyor, en çok beni seviyor diyerek gülbahçesinin içinde dans etmeye baþlamýþ. Bir zaman sonra bahçede bir renk çümbüþü belirmiþ. Sanki 7 rengi kendinde toplamýþ binlerce rengi, milyonlarca tonu taþýyan nurcemalli bir renk ama aslýnda herrenk . Âhenk le karþýlaþmýþ. Kurb durmuþ, ona yaklaþmýþ Ah! Bunlar ne güzel renkler, bu ne güzel ve efsunlu bir hal. Sanki Sultanýmdan bir demsin. Evet, evet muhakkak Sultanýmýn özel bir rengisin, Týpký Sultanýmýn, Aþkýmýn bir tenezzülü gibisin. Sanki onun yanýndan henüz gelmiþ gibisin. Kimsin? Nesin? Aþkýmý, Sultanýmý bilir misin? Nasýl giderim onun huzuruna, dönüþ yolunu bilir misin? diye sormuþ. O güzeller güzeli billûr renk cevap vermiþ Merhaba, önce tanýþalým. Ben Ahenk . Kurb o billûr renk deryâsýna bakarken Senin ne deðiþik bir rengin var, renksiz desem deðil! Benim rengimde desem deðil! Her renktesin sanki. Sana bakýnca beni tanýdýk bir huzur ve ferahlýk sarýyor. Her rengin bana âþina ve güzel görünüyor. Seninle renklerin farklýlýðý ne de uyumlu geliyor. Sultanýmýn huzûru gibi, tanýdýk bir hal bu . Âhenk mütebessim bir
þekilde Sana o güzeller güzeli Sultanýn huzûrunu hatýrlatmýþ olmayayým? Belki oradan hatýrladýn beni Kurb bir anda sarsýlmýþ ama ne sarsýlmak. Sanki çok zaman önce belki de bir nefes önce bu diyarýn sýnýrýný geçerken, Sultanýn O zaman sana Aþkýmýn büyüklüðünü göstereyim demesini, o tenezzülü, o hâli ve âný tekrar yaþamýþ. Hani o kacaman ýþýk topunun çarpýþýný, hani o bütün renklerinin âþina olduðu, sonra garip bir loþluðun baþladýðý âný hatýrlamýþ. Her þeyin olduðu ve bittiði aný. Evet, evet Âhenk te o koca Sultan dan gelen bir hâl varmýþ. Kurb sormuþ aþkla ve aþkýna hasretle târumâr olarak: Sultanýmý, Aþkýmý tanýr mýsýn? Onun huzurunu bilir misin? Yoksa sen de ona aþýk mýsýn? Yoksa sen de sýnavda mýsýn? Âhenk ayný mütebessim ifâde ile cevap vermiþ. Evet, tanýrým! Evet, o huzûru bilirim! Hem de nasýl âþýðým o koca Sultana.... Evet ona öyle hasretim ki, bu hasretin ateþi, bu diyar gibi nice diyarlarý yakar. Evet, bir þekilde sýnav denilebilir buna, ama benim sýnavýmda geçme kalma yok! Vuslat var! Kurb ona sorumuþ Bir þekilde sýnav ne demek? Sýnav sonucunda vuslat var ne demek? Sen o Sultanýn en çok hangimizi sevdiðini öðrenmeye gelmedin mi? Âhenk yine tebessümle cevap vermiþ: Ben bu sýnavý bilirim! Ben de bu sýnavdan geçtim! Ve Sultanýn en çok kimi sevdiðini öðrendim! -----
devam edecek...
selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan
nefes alan tarifler
hindi göðüs Malzemeler 1 tam Hindi Göðüs 1 Tatlý Kaþýðý Biberiye 2 Tatlý Kaþýðý Sarýmsak Tozu veya 3-4 Diþ Rendelenmiþ Sarýmsak 1 Çay Kaþýðý Çekilmiþ Taze Karabiber 3-4 Çorba Kaþýðý Soya Sosu 3-4 Çorba Kaþýðý Teriyaki Sos 3-4 Çorba Kaþýðý Balsamik Sirke 1 Çorba Kaþýðý Light Yoðurt 1 Tatlý Kaþýðý Dijon Hardal
Hazýrlanýþý Tüm malzemeyi hindi göðüsün sýðabileceði çukur bir kapda karýþtýrýn daha sonra hindi göðüsü bu karýþýmýn içinde her tarafý bulanacak þekilde çevirin daha sonra ayný kap içinde bir gün buz dolabýnda dinlendirin. Hindinizi 200 derecede önceden ýsýtýlmýþ fýrýnýnýzda 3-4 saat piþirin. Hafif ýsýda uzun sürede piþen hindiniz yumuþacýk ve çok lezzetli olacaktýr. Daha sonra hindinizi dilimliyerek ister sýcak olarak haþlanmýþ sebzelerle birlikte yiyebilir isterseniz soðuk olarak sandviçlerinize koyabilirsiniz. Afiyet Olsun
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s s @ g m a i l . c o m