Her Nefes - Nisan 2011 / Aşk ve Aşıklar

Page 1

NÝSAN 2011

18.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

aþk ve âþýklar


editörden Merhaba Her Nefes Dostlarýmýz, Bu sayýda konumuz aslýnda HER NEFESTE ve her sayýda dâima konumuz olan ÝLÂHÎ AÞK. Bu sefer bu aþký, halk ozanlarýndan, þâirlerden, ressamlardan ve diðer sanatkârlardan alalým dedik ve hayranlýkla seyrettik. Sizlerin de bizim kadar keyif alarak bu aþký terennüm etmeniz dileðiyle Yosun Mater Ten burâkýyle cihâna geldik aþký bilmeðe Vuslat-ý yâre eriþip o cemâli görmeye Aþktýr insaný yoktan vâr eden, hem yok eden Aþktýr insaný Hakk'a mazhar-ý mir'at eden Âþýkýn âhý vâsýl eder âný yârýna Ânýn için göz dikmez o hiç yârýna Her ne görürse âþýk anda mâþuku görür Aþký âþýký kendin atýp bir görür Hakk'ýn sýfatý aþk, kime olsa ihsan Lûtf-u kerîmanla olurmuþ vâsýl-ý cânân Burda kör olan orda dahî kör diyor Allah Cânânýna elbet kavuþur aþk ile Ken'an Ken an Rifâî (Ken'an Rifâî, Ýlâhiyât-ý Ken'an, Ýstanbul 1998, s. 59)



aþkaþka aþk

Aþk, Allah ýn insana lutfu ve ihsanýdýr. Ancak, çalýþýp çabalamayla geliþtirilir ve âþikâr edilir. Ýnsanýn aþkýný gösterebilmesi için aþkýný geliþtirebilmesi ve âþikâr edebilmesi için Allah ýn lûtfuna ihtiyaç vardýr. Ben kendi aþkýma çok güvendiðim devrelerde, anacýðým güzel yazýlar yazarlar, o yazýlarý bana okurlar ve benim aðlama oranýma göre kitaba geçirirlerdi. Ben de herhalde buna güvenerek kendimi çok aþklý zannediyordum. Annemden harikulade bir tepki aldým. Bana dedi ki; "Cemalnurcuðum, sen kimyacýsýn, kömürü düþün... Yanmasý için ateþe tabi tutulmuþ, bu onun için bir lütuf. Kömür tam yanarsa etrafý ýsýtýr. Fakat yarý yanmýþ yarý yanmamýþ kalýrsa, karbon monoksit gibi zehirleyici etki yapar. Sen de bütün kötü huylarýný bu ateþte yakar yýkar ve tamamen piþersen, o zaman etrafý aydýnlatýcý olursun. Bununla ilgili Hocam Samiha Ayverdi nin harika bir yorumu var. Diyor ki; insanýn piþebilmesi için aþkýnýn ateþini akýl kablosundan geçirmesi lazým. Yani aþkýnýn ateþini Allah ýn istikrar kablosu içinden geçirir ve aklýný kullanarak onu kendi çirkinliklerini yok etmeye yönlendirebilirse, ki bu da gayrettir, ortaya çýkan mükemmellik olacaktýr. Kabýmýz ölçüsünde kabýmýzý doldurur, Allah a varýrýz. Onun için de yarý yanmýþ yarý yanmamýþ kalmaktan Allah'a sýðýnýrýz.

Gayret, sabýr ve ihsan... Bu üçü bir araya geldi mi aþk zuhur eder. Ama aþk nedir derseniz, aþkýn tarifini ancak sessizlik verir. Çünkü aþký anlatmak çok zordur. Aþk, insanýn gönül perdeleri açýldýkça mefhum olarak ortaya çýkardýðý çok ayrý güzelliktir. Bazýsý için La Ýlahe Ýlallah aþktýr. Bazýsý için aþk, baþtan aþaðý dünyanýn yaradýlýþ sebebidir, bunun idrakine varmaktýr. Allah, Ben gizli bir hazineydim, istedim ki, aþk ettim ki, arzu ettim ki bilineyim buyuruyor. Yani ben bütün dünyayý yarattým ve bunlardan maksat, bizim bazen lûtufla, bazen kahýrla görünmemizdir. Allah ýn en önemli sýfatý aþktýr. Kainatýn özü tamamen aþktýr. Enerji tamamen aþktan zuhur eder. Haluk Nurbaki Hoca'nýn "afinite" dediði bu çekimle dünyada her þey bir arada durabiliyor. Ama aþk yalnýz tek noktayadýr, yani Allah adýr. Hz Mevlâna, "aþk esastýr, suret ferdir" diyor. Yanlýþ olan bizim surete takýlýp kalmamýz. Ama bilmiyoruz ki, aslýnda o sureti aydýnlatan ýþýða aþýðýz. Hocam Samiha Ayverdi Hancý adlý eserinin ilk bölümünde bu aþkýn çok güzel bir tarifini yapýyor: Handýr bu gönlüm, yâ misafirhane.. Derd konuklar, derman konuklar, hayal konuklar, melal konuklar; mümkün konuklar, muhal konuklar. Hele hasret, hiç çýkmaz oradan, çýkmaz oradan. Handýr bu gönlüm, yýkýk, dökük.


aþkaþkaþk cemâlnur sargut

Fakir konuklar, zengin konuklar, âlim konuklar, cahil konuklar; gelen konuklar, geçen konuklar. Hele bir Hancý vardýr, hiç çýkmaz oradan, çýkmaz oradan.. Ýþte aþkýn tarifi; Hancýyý bulup gönlün merkezine yerleþtirmek. Aþkýn kendi ilmi, kendi aklý vardýr. Yani aþkýn reddettiði, ya da tanýdýðý mefhumlarýn aþkýn bünyesi içerisinde kendine has kurallarý vardýr. Çünkü aþk kendisinden sistem zuhur ettirir. O, sevgilinin isteðini bir sistem olarak kabul eder. Aþk sevgili için yaþamaktýr. Eðer aþýk hakikate aþýksa, yani Allah ýna aþýksa, o zaman Allah ýn arzu ve istekleri doðrultusunda yaþar ki iþte aþkýn kanunlarý ve aklý burada zuhura gelir. O, en dengeli insandýr, en istikrarlý insandýr, en hizmet eden insandýr. Aþk, bildiðiniz gibi, hayvanla insaný ayýran bir mefhumdur. Ama "Hayvanda hiç mi aþk yoktur", dediðim zaman hocam bana dedi ki En aþýk karýnca, en çok yiyecek toplayan karýncadýr dediler. O halde, demek ki aþkýn kendi sistemi, aklý ve ilmi var. Ama mesele cüzi akýlla, külli aklý ayýrmakta. Cüzi akýl, dünya meselelerine eren akýldýr. Aþkýn gerçekten zuhur edebilmesi için diyor Hz. Mevlana, önce aklýn had seviyeye varmasý lazýmdýr. Yani akýlla ilim bütün merhaleleri aþmalý, ondan sonra aþk zuhur etmeli. Ýþte o, çok faydalý bir aþk oluyor. Hz. Peygamber de olduðu gibi.

Ondan sonra zuhur eden aþk, artýk insaný belli kayýtlardan kurtarýyor. Kayýtlardan kurtulunca, insan, etrafýn hor gözle baktýðý bir insan haline geliyor. Çünkü Hz. Mevlana gibi bir sultan, O devrin Selçuk Üniversitesi Rektörü iken, en büyük Hadis alimi iken, kitaplarýný atan ümmi bir þeyhin önünde oturuyor. O ilimlerin hepsine vakýf olmasa, kendi hocasýnýn ilminin, kendinden üstün olduðunu nereden öðrenecek? Önce ilimlere vakýf olacak, aklýyla o ayrýmý yapacak ki onun üstün olduðunu bilip kendini terk edebilsin. O zaman halk, bu insan aklýný yitirmiþ, diyecek. Ýþte divanelik, halkýn "desinler"ine köle olmaktan kendini kurtarmaktýr, diyor Hz. Mevlana. Bir ölçüde divaneliðe sahip olmazsanýz, manada yenilikçi olmanýz, varoluþçu olmanýz mümkün deðildir, diyor. Allah ýn her an yeni bir þanla diriliþini idrak için böylesine bir divaneliðe sahip olmak lazým. Çünkü o "her an yeni þanla diriliþi", bu dünya mevkilerine aktaracak olan, bu güzel insanlardýr. Onlarýn felsefeleri, onlarýn akýllarý, onlarýn akademileri, onlarýn ilimleridir. Ýþte bizim bu ilme ihtiyacýmýz var. Bizim artýk, ilim softasý olan insanlarýn ilmine deðil de, yenilikçi, devrim yapmayý bilen, manadaki yenilikleri hazmetmeyi bilen, yani Mesnevi ye Biþnev gibi baþlayan Sultanýn yenilikçiliðini anlayabilen bir kafaya ihtiyacýmýz var, devrime ihtiyacýmýz var. Ancak bu devrim, kesinlikle kural ve kaidelerde yapýlacak bir devrim deðildir. Yani gene Samiha Ayverdi nin buyurduðu gibi, burada akýlla gönlün nikahý þart. Bu ikisi nikahlanacak ki, insan hem gönlüyle hem aklýyla tatmin olacak ki, bu akademik düzende ilerleyebilsin. Artýk bu bir din kaide ve kuralý deðildir. Bu, sadece Ýslam deðildir. Bu, Ýslam'ýn


aþkaþka aþk

akademisidir. Bu, Ýslam'ýn manasý ve ilmidir. Bunu çok iyi anlamak ve bu yolda gitmek lazýmdýr. Bunun için de aþýk olmak lazým. Aþk için de ihsan lazým. Çünkü aþkla her nefis deðiþiyor. Yani, aþkýn içinde her nefis mana kazanýyor. Çünkü aþk nefsinin arzu ve isteklerinden ölüp sonsuz hayatý bulmaktýr. Çünkü ancak sevgilinin istediði gibi olmak isteði ile yanýp tutuþursak nefsimizden kurtulabiliriz. Mecnun un hikayesini hatýrlayalým. Hani Mecnun a diyor ki Padiþah Ya Mecnun, sen de bu kara kuru kýza aþýk olmuþsun, neresini beðeniyorsun? Gel sana güzeller güzellerini göstereyim. Ýþte karþýnda, bak . -Bakamam diyor Mecnun. -Caným, Leyla yok ki, bak iþte. -Bakamam. Leyla nýn aþký kýlýcý öyle bir baþýmýn üzerine yerleþmiþ ki kaldýrýrsam kafam kopar diyor. Ýþte aþk, Allah ýn aþký kýlýcýnýn baþýmýzýn üzerine yerleþmesidir. Aþýk için bütün mefhumlarýn manasý deðiþir. Nasýl mý? Aþkýn namazý daim Allah la bir ve beraber olmakmýþ. Daima baþýmýzýn secdede olmasýymýþ. Aþkýn zekatý, sevdiðimiz için kötü huylarýmýzdan vazgeçmekmiþ, Aþkýn orucu ki, Hz.Ali nin Sen bana haramdan el çek dedin. Ben helalinden de vazgeçtim dediði halmiþ, Nedir helalinden

vazgeçmek? Masivadan ve aðyardan perhiz etmektir. Yani insaný Allah tan uzaklaþtýracak her þeyden uzak durmaktýr. Aþkýn orucu ne zaman baþlar? Aþýk olduðun anda, yani tuluð zamanýnda baþlar, iftarý da Allah a vardýðýn andadýr, yani vahdettir. Aþýðýn haccý; yüzünü Allah a çevirip yakýnlýk yoluna ayak basmak, nefs çölünü geçip, göz yaþý ile abdest alarak sevgiliye eriþmek, þüphe ve gýllýgýþ elbisesini çýkarýp, ibadet ihramýna bürünerek, Lebbeyk nidalarýyla irfan arafatýnda bulunmak, nefs þeytanýný taþa tutup onu aþkýn artýþýyla kurban etmek, yani gönlündeki Allah ý tavaf etmek gibidir. Kýsaca, aþkýn ibadetini yapmak, kolay deðil, çok zor iþtir. Hz Mevlana Mesnevi de buyuruyor ki Aþk Padiþahý bir gönle girdiði zaman, oradaki diðer bütün hükümdarlarýn baþýný kesmek zorundadýr. Çünkü bir ülkede birden fazla padiþah olmaz. O halde aþk Padiþahý gönle girer, kibri, haseti, riyayý, her türlü çirkinliði yok eder ve orada tamamiyle hakim olur. Yani zerre kadar aþk odu bütün varlýðýný yakar diyor. Yine ilave ediyor: " Meziyetlerin ve arzularýn hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamaklarý oturup kalmaya elveriþli deðildir. Üzerine basýp geçmek için yapýlmýþtýr. Uzun yolu kýsaltmak ve ömrünü bu merdiven basamaklarýnda ziyan etmemek için çabuk uyanan ve


aþkaþkaþk cemâlnur sargut

dininden haberi olan kimse uyanýktýr" Demek ki acý ve sýkýntýlar, aþýrý hýrslarýmýzýn ve tatmin olmayan taraflarýmýzýn dengelenmesi için geliyor. Bunlarýn içinde en felaketi ise kendimize olan aþkýmýz. Kendimizi beðenmekten vazgeçip tevazu sahibi olmadan aþk, vazifesini görmez. Gerçek aþýk kendini beðenmiþ olamaz. Adamýn biri hocasýna gelmiþ demiþ ki Size çok aþýðým, sizi çok beðeniyorum. Fakat size olan bu aþkýmdan, yemekten içmekten kesildim, uyuyamýyorum. Bir dakika rahat yüzü görmüyorum, sadece sizi düþünüyorum, sizin hakikatinizi düþünüyorum . Hocasý demiþ ki Oðlum, sen aþýk, maþýk deðilsin. Sadece aþký hayal ediyorsun. Çünkü hiçbir aþk insana bu kadar çok "ben" dedirtmez . Ýþte aþk insaný ben demekten uzaklaþtýrýp sen dedirtebiliyorsa, o zaman gerçek aþktýr.

Aþk insaný tamamen yeniler. Tamamen kendinden geçirir, ben den vazgeçtirir, yakar yýkar, sevgilisini mutlu etmek için arýndýrýr. Öylesine arýndýrýr ki, bazen, acý ve ýzdýraplar geldiðinde, þöyle de diyebilir; "Herkese vermediðin acýlarý bana verdiðine göre, acaba beni daha mý çok seviyorsun?" Çünkü Dünyada en çok acý çeken benim diyor, Hz. Peygamber. Hz. Hüseyin acý çekmek için Kerbela ya gidiyor. Demek ki Allah, sevgililerine normalin üzerinde bazý sýkýntý ve belalar veriyor. Bu belalar

onlara bela gibi gelmiyor. Hani ne kadar hoþ hikayedir. Adamýn bir tanesi der ki Allah ýna Allah ým, çölde yürürken daima dört ayak izi vardý, ikisi senin, ikisi benim. Ama sýkýntý ve acýlar geldiði zaman ikiye indi. Niye bana yardým etmedin? Allah tan cevap gelir: "Eðer o izlere dikkatli baksaydýn, ne kadar derin olduklarýný görürdün. Eðer ben seni sýrtýmda taþýmamýþ olsaydým, o zaman sen o acýlara tahammül edebilir miydin?".

Aþkýn acýsý asla, bizim þehevi aþklarýmýzda duyduðumuz, nefsimizi memnun etmediðimiz için duyduðumuz acýlara benzemez. O acý sadece ve sadece hasretin acýsýdýr. Yoksa normal insanýn karþýmdaki sevgili bugün beni beðenmedi, kocam yaptýðým yemeðe eline saðlýk demedi, diye kendini methetmek için duyduðu acý, acý deðildir. O acý hakikatten uzak olmanýn acýsýdýr. Allah'tan uzak olmanýn acýsýný, Hancý da þöyle anlatýyor hocam Samiha Ayverdi. Ben devletten ayrýldým, ben izzetten ayrýldým. Yer, gök aðlamýþ çok mu? Devletlimden ayrýldým. Zaman zaman içindeydi, ben zamanýn içinde; yerin göðün bilmediði devran benim içimde. O devrandan ayrýldým. O zamandan ayrýldým, yansa cihan ateþe, ben cihandan ayrýldým. Gönül gönül içindeydi, ben gönülün içinde, ins ü cinin bilmediði hicran benim içimde. Ben yerimden ayrýldým, ben yurdumdan ayrýldým, yansa cihan ateþe uþ, ben senden ayrýldým. Ýþte aþkýn ateþi böyle bir ateþtir. Yoksa acý ve ýzdýrap deðildir. Belâ ateþi, asla deðildir.


aþkaþka aþk

Meþkure Sargut kendi kitaplarýnda aþk ve gönül iliþkisini þöyle anlatýyorlar." Ýçinde hakiki muhabbetin kaynadýðý gönül her türlü pürüzden temizlenmiþ ve safiyet kesbetmiþtir ki; o saf gönüle aþýk olan Allah týr. Onun için nazargah-ý ilahi olan kalbe dokunmaya gelmez. Hakk'ýn cemalini aksettiren o gönül aynadan da parlaktýr. Hak kendi hüsnünü öyle bir gönülden seyreder ki iþte cüz ile küllü birleþtiren sýr o gönül vechesidir." diyor. Yani aþk sayesinde insan kendi gönlünde Allah ýn varlýðýný görür ve hisseder. Aþk sayesinde, dýþarýdaki bir Allah a aþýk olmaz. Kendi gönlündeki kendi içindeki parçaya aþýk olur. Önce ona aþýk olur, sonra parçadan bütüne ulaþýr.. Ýþte aþk zuhur ettiði zaman insan herkeste her þeyde Allah ý görme kabiliyetine eriyor. O, ayna haline döndürüyor insaný. Bu ayna olmak makamý çok önemlidir. Temizleyici yani yontucudur aþk. Ýkilikleri yok edicidir. Mesnevi'de dünyanýn yaradýlýþ sebebinin anlatýldýðý muazzam bir hikaye vardýr. Ýki tane grup resim yarýþmasýna çýkarlar. Ortaya da bir perde gerilir. Bir tarafta Moðollar muazzam bir resim yaparlar. Maviler, yeþiller rengarenk, diðer tarafta ise Türkler aþk silahý ile gönüllerini yontarlar, yontarlar da yontarlar. Sonuçta yarýþmanýn sonuç günü perde kalktýðýnda bir tarafta

harikulade bir resim, Allah gibi. Fakat öbür tarafta onun insandan aksediþi çok daha güzel. Çünkü renklerin aþýrýlýklarý yok olmuþ, buðulu bir hal almýþ. Ýþte Allah, o görünüme aþýk oluyor. Nedir Peygamberdeki bu güzellik? Kulluk, yokluk ve hiçliktir. O, aþkla yok etmiþtir kendini. Bu aþkla yokluðun içinde hürriyeti bulmuþtur.

Muhiddin-i Arabi Hz. þöyle buyuruyorlar: Aþk-ý hakîkînin gittiði yol: rýza-ý ilahi, gördüðü güzellik; gerçek diyar, bulduðu mertebe; makâm-ý ruh, erdiði sýr; hakikat-ý Resulullah. Allah aþkýn zerresini duymayý bize nasip etmiþse, "Yaradýlmýþý severim, Yaradan dan ötürü" sözünün, o muazzam aydýnlatýcýlýðýyla, gece gündüz durmadan hizmet ederek aþkýmýzý göstermek, mutlaka vazifemiz. Bu aþkýn hamdýdýr. Aþkýn þükrüdür. Kime hizmet edeceðiz? Sadece hoþ gelene hizmet deðil, hoþ gelmeyene de hizmet edeceðiz. Sadece paramýz olduðu zaman yardým etmek deðil. Sadece vaktim olduðu zaman yardým etmek deðil, sadece halim olduðu zaman çevreme koþmak deðil, bütün bunlar olmadýðý zaman da Allah ýn aþkýnýn enerjisiyle tekrar tekrar hizmete koþabiliyorsak, dakikayý boþ geçirmiyorsak, bu bize Allah ýn lutfudur. Þu hikaye ile de bu manayý açýklayabiliriz: Adamýn bir tanesi, sabahýn saat üçünde, Hz.Ömer in uyuduðu yerde diyormuþ ki: "Allahým,


aþkaþkaþk cemâlnur sargut

bana olan aþkýn yüzü suyu hürmetine, günahlarýmý affet. Bu cümleyi o kadar çok tekrar etmiþ ki, Hz.Ömer uyanmýþ ve, "Ey adam Allah ýn sana aþýk olduðundan, ne kadar da eminsin. Oysa ben Allah için mücadele veriyorum benim bile böyle bir emniyetim yok." Adam cevap vermiþ: "Beni senden çok sevdiðine eminim" "Ama nasýl emin olursun?", "Ee saat sabahýn üçü, sen horul horul uyuyorsun. Ben ayakta ibadet ediyorum. Bana bu fýrsatý verdiyse, beni çok seviyor demektir" demiþ. Ýþte bu hikayeyi düþünürsek, insana iyilik etmek, hizmet için yaratýlmýþ bir fýrsattýr, Allah ýn bize, "Buradayým ve seni seviyorum" nidasýdýr.

Hizmetin bir þekli ilminden vermektir. Diðer bir þekli aþkýndan vermektir. Hizmette zirvede olan, Allah sevgilileridir. Ýnsan-ý kamil, Allah aþkýný en güzel duyan, en iyi hisseden ve en iyi yaþayandýr. Bizim vazifemiz, devrin insan-ý kamil, yani devrin Adem'ini bulup, onun öðretmenliðini mutlaka talep etmektir. Çünkü her þeyin bir öðreticisi vardýr. Onun öðretmenliðinde birleþmek, onun þekline deðil manasýna tapmaktýr. Dolayýsýyla, aþk için de mutlaka bir öðretmene ihtiyaç vardýr. Bir doðru yaþayandan görerek, ayne'l yakin olarak, aþký öðrenmek, kendi içimizde de aþkýn ortaya çýkmasý için de bir gayrettir.

Allah aþkýn zerresini duymayý bize nasip etmiþse, "Yaradýlmýþý severim, Yaradan dan ötürü" sözünün, o muazzam aydýnlatýcýlýðýyla, gece gündüz durmadan hizmet ederek aþkýmýzý göstermek, mutlaka vazifemiz. Bu aþkýn hamdýdýr.


ey insan... Þeyh Evhâdeddin Hazretleri'nin "Ayý leðende görüyorum" demesi üzerine Þems-i Tebrîzî Hazretleri "Eðer boynunda çýban olmasaydý, baþýný kaldýrýr semâda görürdün" buyurmuþlardýr. Þeyh Evhâdeddin'in "Ayý leðende görüyorum demesinden maksat; Hakk'ý güzellerde görüyorum" demektir. Hz. Þems'in Ayý semâda görürdün buyurmalarýndan maksat da, sâde sûret güzellerinde deðil, her yerde görürdün demektir. Güzel sevilir, çünkü ondan Hakk'ýn nûru zuhûr etmiþdir. Fakat bir güzelden bu tecellîyi seyrettiðin gibi, meselâ bir devenin gözünde de ayný tecellîyi görmen icâb eder. Allah, doðruyu da eðriyi de senin istîdat ve talebine göre verir. Zâhirde (görünüp) insanlarýn kalplerinde olan zihnî tasavvurlarýn, fikrî nakýþlarýn,

aklî nurlarýn ve rûhî pýrýltýlarýn hepsi o vahdet hazinesinin veyâhut ehlullâhýn bâtýnýndan doðup tecellî eden hakîkat ayýnýn, herkesin istîdadýna göre akseden nurlarýdýr. Bil ki ayýn Güneþ'e doðru bir yüzü vardýr. Bu yüz dâima tamdýr. Ne artar, ne eksilir. Bir de halka doðru olan bir yüzü vardýr ki Ay bu yüzünü, devri dolayýsýyla insanlara eksik gösterir. Ama bu yüzünün eksik görünmesi, Güneþ'i takib eden yüzünün tamlýðýna zarar vermez. O hâlde senin de Hakk'a doðru olan Hak nazargâhý olan kalb yüzün, imânla, yakînle ve O'na güzel zan beslemekle tam olsun. Halkýn baktýðý taraf olan dýþ yüzünün eksikliði, gizli yüzünün tamlýðýna zarar vermez. Buna da þu hikâye uygun düþer: Ömer ile Ali (Allah her ikisinden de râzý olsun) Yemen tarafýnda Üveysü'l-Karanî'yi bulup kendisine Resûl-i Ekrem'in (s.a.s.) vasiyet ettiði hýrkasýný teslim ettikleri zaman ona:


-Bize öðüt ver, dediler. -Rabbinizi biliyor musunuz? dedi. -Evet. -O hâlde O'nu bildikten sonra O'ndan baþkasýný bilmemek size zarar vermez. -Daha da söyle. -Rabbiniz size öðretti mi? -Evet. -O hâlde baþkasý öðretmese de size zarar vermez. Aya bak da nefsini halka karþý iyi zan beslemeðe yöneltmekle ondan ibret al. Yâni ne zaman ki birisinin zâhirinde bir ayýp ve noksanýný görürsen, kendi kendine "Belki Allah ile muâmelesi tamdýr, ayýbý bana göredir" de.

Cemalnur Sargut, Ey insan. Ýstanbul: Nefes Yayýnlarý, 2007, s. 262-264.


Kenan Rifâî Sohbetler inden... Sabîha Hanýmefendi: - Dergâh-ý þerîfe ilk defâ gelen Vâhit isimli Bektâþî derviþi, Mesnevî-i Þerif takrîrinizdeki cennetler bahsini dinledikten sonra kendinden geçerek Cennetleri dünyâya indirdin diye haykýrmýþ ve etrâfýndakilerle konuþamayacak kadar büyük bir heyecan ve galeyan hâliyle sokaða çýkmýþ bir taþýn üzerine oturup þu þiirini bir solukta yazarak Server Hilmi Bey'e göndermiþ: Ben bugün geldim senin dergâh-ý pür âgâhýna Benziyorsun týpký þâhým, sevdiðin ol þâhýna Benziyorsun maðz-ý Kur ân ýn bütün tefsîrine Benziyorsun pîrine, üstâdýna, Allah ýna Va zýný gûþ eyledim gönlüm neþât içre revân Cenneti dünyâya naklettin ne mutlu nâmýna Ravzanýn enhârý veþ cârî olurdu sözlerin Nûr-ý vechin nur salardý þol semânýn mâhýna Vâkýf-ý ilm-i kemâlsin, mürþid-i hakk-ý zaman Gýbtalar uþþâka kim yüz sürmede dergâhýna Münci-i ehl-i tariksin, melce-i bî-vâyegân Kurtulur þekk ü teþevvüþten gelenler râhýna Kimseyi medheylemezken kilk-i Vâhid pek aceb Oldu hayran baðteten etvârýna esvâfýna


- "Bu yâd ediþ, eðer o kimse dünyâda ise kalbine ferah verir, ahrette ise serinletici ve güzel kokulu rüzgârlar gibi onu ferahlatýr. O Bektâþî bu sözleriyle beni medhetmiyor. Bende gördüðü Hakk'ýn tecellisini medhediyor. Benim memnûniyetim de ne güzel bir görüþ ve anlayýþý var, diyedir." (Ken'an Rifâî, Sohbetler, s-177, Kubbealtý Neþriyâtý, Eylül 2000)


aþk çeþmesi

melike türkân baðlý

Parmaðýný uzattý ve ol! dedi. Her þey o anda oldu. Olan, en fazla O nun aynasý olabilirdi. Pýrýl pýrýl bir ayna oldu. Hem her þey, hem de hiçbir þey olan tek, bütün ve tam bir ayna Ayna yla karþýlýklý durdular. Birbirlerine baktýlar. Birbirlerine bakamadýlar. Birbirlerinin gözlerini kamaþtýrdýlar. Birbirlerinin gözlerini kör ettiler Ve böylece her þeyi gördüler. Ve böylece o ilk ve en büyük günahý iþlediler. Kaçýnýlmasý imkânsýz olan, kaderlerine yazýlý o günahý O günah, aþk yangýnýný çýkardý. *** Sularýn, taþlarýn arasýndan çaðlayarak aktýðý, denizlerde beyaz köpüklü dalgalara dönüþtüðü, vâdilerde kývrýlarak yol aldýðý, havzalarý doldurarak dinlendiði, köprülerin altýndan göðsünü gere gere geçtiði, kýtalarýn arasýný okyanus olup kapladýðý, sokak baþlarýna kurulmuþ çeþmelerde çocuklarýn susuzluðunu giderdiði, duvarlarýn kenarlarýndan sýzarak gizli gizli aðladýðý, kendini damlalara bölüp yeryüzüne daðýttýðý ve güneþin emriyle tekrar bulutlara topladýðý o bitmek bilmez hikâyesi, bu aþk yüzündendi.


*** Þimdi, çeþit çeþit insaný etrafýna toplayan, kulaklarýný kendi çaðlamasýna kabartmýþ bu ýþýklý havuzun baþýnda, hepimizin kaderine yazýlý o günahý düþünüyorum. O günahýn mahsûlü olan hayâtý O hayâtýn içinde, küçük bir böcek bir dalýn üstünde yürüyor, bir ihtiyarýn gözlerinden bir düþünce geçiyor, bir çocuðun dondurmasýndan eline bir damla süt damlýyor, bir kadýn çocuðuna bir damla süt alabilmek için dileniyor, rüzgâr bir yapraðý belli belirsiz titretiyor, bir savaþ uçaðý masmavi gökyüzüne dumanlar püskürterek kalpten þekilleri çiziyor, bir gül sabaha karþý açýyor, bir adam gün geceye karýþýrken gözlerini yumuyor, bir çiftçi besleyip büyüttüðü baþaklarý kendi elleriyle kesiyor, koskoca bir gemi tabanýndaki bir delik yüzünden batýyor, bir duvar kýrýk-dökük ama ayakta... Sularý çaðlayan havuz, etrafýndaki þamatacýlarý sevgiyle seyrediyor onlar da ona hayran hayran bakarken-; hayâtý düþünüyor. Gece geç vakit, el-ayak çekildiðinde o günaha þükürle aðlýyor...


gerçek âþýk neþe taþ

Gerçek âþýk, kendi murâdýný sevgilinin murâdýna fedâ edendir. Sevgilinin murâdý her ne ise onu kendi murâdý edinendir. Aþk yolcusu için murat bir varlýk alâmetidir. Âþýk oldur kim kýlar cânýn fedâ cânânýna Meyl-i cânân etmesin hem kim ki kýymaz cânýna Aþk derdinin devâsý kabil-i dermân deðil Terk-i can derler bu derdin mûteber dermânýna FUZÛLÎ

Allah, Hz. Musâ ya diyor ki: Ya Musâ, sen de ben diyorsun, ben de ben diyorum. Ben seni çok seviyorum. Senin için yok olurdum ama ben ezelden ebede hay olan varlýðým; yok olamam. Gel sen bende yok ol da bu ikilik aradan kalksýn. Gerçek âþýk, kendi murâdýný sevgilinin murâdýna fedâ edendir. Sevgilinin murâdý her ne ise onu kendi murâdý edinendir. Aþk yolcusu için murat bir varlýk alâmetidir. Bir gün ormanlarýn kralý olan aslan yanýna kurt ve tilkiyi de alarak avlanmaya çýkmýþ. Bir öküz, bir keçi ve bir de tavþan avlamýþlar. Avlanan

hayvanlarý gören kurt ve tilkinin iþtahlarý kabarmýþ, aðýzlarýnýn suyu akmýþ. Bunu fark eden aslan ikisini de imtihan etmeye karar vermiþ. Önce kurda seslenmiþ: Ey kurt, bu av hayvanlarýný aramýzda adâletlice pay et bakalým. Kurt da, efendim, sizin ululuðunuza ve büyüklüðünüze þu öküz yaraþýr, benim cüsseme uygun olan da keçidir, tilkiye de tavþaný vermek son derece âdil bir paylaþým olur kanaatindeyim diye cevap vermiþ. Kurdun kendi huzûrunda benlik dâvâsý gütmesi aslanýn hiç hoþuna gitmemiþ ve ey kurt, benim gibi bir aslanýn huzûrunda sen nasýl olur da cüssene göre pay istiyor, boyuna bosuna göre kýsmet tasarlýyorsun. Ben sana neyi münâsip görürsem, onu dileyeceðin yerde kendince uygun bulduðun taksimi yapýyorsun demiþ. Kurdu yanýna çaðýrmýþ ve bir pençe darbesiyle onu yere sermiþ. Sonra tilkiye dönerek þimdi taksimi sen yap demiþ. Tilki Efendim, bu semiz öküz sizin olsun, bu keçi kuþluk vakti için yahni olsun, bu tavþaný da akþam gýdâsý olarak yiyiniz demiþ. Bu taksimden çok hoþlanan aslan, aferin, çok âdil bir paylaþým yaptýn, bunu nereden öðrendin? diye tilkiye sorunca, yerde yatan kurttan cevâbýný almýþ. Anladým ki kâinatta her þey sana âittir, her þey senden ibârettir. Senin huzûrunda ikilik gütmek, benlik davâsý güdüp beyhûde gurur duymak hatâdýr.


Bunun üzerine aslan ey tilki, mâdemki bizim birliðimizi bildin, birliðimize þükrettin, benlik dâvâsý gütmedin, o hâlde al, bütün bu avlar sana âittir, âfiyetle ye demiþ. Bu hikâyede kurt, benlikçi olan nefsi sembolize eder, tilki ise akýl ve sevgiyi temsil eder. Akýllý kiþi baþkalarýnýn tecrübelerinden ders alandýr. Bir kimse ki, edebi edebsizden öðrenir, birlikte yaþadýklarý kimselerin kaçýp kurtulabilecekleri belâlara düþmelerinden ders alýr, elbette o kiþi akýllýdýr. Tasavvuf yolunda iþ ne satýrda, ne sadýrda, illâ nefsin baþýna inen satýrdadýr.


ilâhiler Birkaç sene öncesine kadar ilâhi denince aklýma gelen, sordum sarý çiçeðe ilâhisinden ya da meþhur salavât-ý þerifelerden öteye gitmezdi. Þimdi de bu konuda çok bilgili olduðumu söyleyemem. Bir ara her makamdan bir ilâhi öðreneyim de en azýndan makamlar hakkýnda bir fikrim olsun diye düþünmüþtüm ama galiba onu da pek beceremedim. Ben de çoðunuz gibi çok sesli Batý müziðinin dünyadaki en kaliteli ve sofistike müzik olduðu telkiniyle büyüdüm. Çok yakýn bir geçmiþe kadar tasavvuf müziðindeki derinliðin farkýna varmaktan âcizdim. Þimdi de onu kemâliyle anlayacak bir müzik idrâkim yok ama en azýndan bu konuda farkýndalýðým arttý çok þükür. Ýlâhilere ilgim, ilk olarak Vaþington yakýnlarýnda Cerrahî derviþleriyle bir zikir halkasýnda oturururken baþladý. Ýngilizce güfteli Türk ilâhileri söylemeye baþladýklarýnda hayretler içinde kalmýþtým. Galiba Demedim mi ilâhisini söylüyorlardý. Sadece nakaratlarda Türkçe olarak demedim mi, demedim mi? diyor, geri kalanýnda Ýngilizce güfteyle devam ediyorlardý. Sonradan öðrendiðim kadarýyla Muzaffer Özak Hazretleri, Nûr Efendi ye (Lex Hixon) özel tercüme izni vermiþ, tüm ilâhilerin

tercümesini de o yapmýþtý. Daha sonra ben de onlarla beraber ilâhiler söylemeye baþladým. Her ilâhiden sonra içim daha da rahatlýyor, sanki memleketini özleyen bir gurbetçi gibi gönlüme sýcak bir esinti geliyordu. Bir çocuk þarkýsý söylercesine kolay söylenen bu ilâhiler içimde daha önce hiç hissetmediðim duygularýn uyanmasýna vesile oluyordu. Ýngilizce yorumlarý bile bu kadar tesirli olan ilâhilerin orijinal güftelerini nitelemekte muazzam sözü âciz kalabilir. Cemâlnur Hocam ýn bir kere Allah sevgililerinin en aðýr sýrlarý ilâhiler aracýlýðýyla söylediklerini söylediðini hatýrlýyorum. Örnek olarak, Efendim den Rabbim beni kýldý ulu bir Kâbe-i ulyâ mýsraýný vermiþti. Biraz düþündüðümüzde ilâhilerin içinde kat kat açýlan sýrlarýn nasýl ustalýkla saklandýðýný, kulaðý olana emin bir mesaj olarak teslim edildiðini anlayabiliriz. Yunus Emre den, Niyazî-i Mýsrî ye, Aziz Mahmud Hüdâî den Pir Sultan Abdal a ve daha nicelerine sayýsýz örnekler var muhakkak. Buradaki öz, ilâhileri yazanlarýn Allah âþýklarý oluþudur. Onlar Allah tan gayrýný görmemiþler, O na nâfilelerle yaklaþarak sevilmiþler ve öyle


Gökhan Çalýþkan sevilmiþler ki O artýk onlarýn gören gözleri, iþiten kulaklarý, tutan elleri, yürüyen ayaklarý, söyleyen dilleri olmuþ. Hadîs-i Kudsî mûcibince ilâhilerin gerçekte Allâh a ait olduðunu söylemek hatâ olmaz. Allah aþkýný yaþayandan baþkasý bilemez muhakkak. Fakat o aþký bilenlere ve belki de yaþadýklarýna yaklaþabilmenin en kolay ve lezzetli yollarýndan biri de ilâhileri söylemektir. Dinlemekten ziyâde kabiliyetimizce iþtirak etmek bu hissiyâtý daha da yakýn hâle

getirecektir. En azýndan kardeþiniz bu yolda cahilâne ve âcizâne bunu tecrübe etti. Resûlullah (S.A.V.) Muhakkak kiþi sevdiðiyle beraberdir buyurmuþlar. Biz de ilâhiler yoluyla her dâim âþýklarla ve onlarýn Mâþuk uyla bir ve beraber olalým duâsýyla


goethe den peygambere naat Muhammed Ýkbal, Almanlarýn millî þâirleri olarak kabul ettikleri Goethe ye hayranlýðýný þu sözlerle ifâde ediyor: Kendimizi, bir büyük ruh ile temas ettiðimiz zaman keþfederiz. Ýlk olarak Goethe nin hayâl gücünün sonsuzluðunu idrak ettiðim zaman, kendiminkinin darlýðýný keþfettim. Henüz 23 yaþýndayken Hz. Muhammed e övgü þiirleri yazan ve 70 yaþýnda Kur an ýn Peygamber e bir bütün olarak indirildiði kutsal geceyi huþû içinde kutlama arzusunu dile getiren Goethe nin , uzun hayâtý boyunca Ýslâm peygamberine, Kur an a ve Ýslâm a samimi ve olaðanüstü bir alâka gösterdiðini görüyoruz. Daha ileri yaþlarda yazdýðý otobiyografisinde Goethe, gençliðinden itibâren nasýl bir dînî arayýþ içerisinde olduðunu safhalarýyla ifâde ediyor. Kur an-ý Kerim ile ilk tanýþmasý, hukuk tahsili sýrasýnda Almanlarýn en etkili düþünürlerinden ilâhiyatçý ve þâir Herder in teþvîki ile ve onunla yaptýðý Kur an çalýþmalarý sâyesinde baþlýyor. Ýlk olarak doðrudan Arapçadan Almancaya yapýlan Megerlin`e ait bu tercümeyi o dönemde henüz Arapça öðrenmemiþ olmasýna raðmen- aðýr bir dille eleþtiren Goethe, böyle bir tercümenin Þarkýn göðü altýnda þâirane ve peygamberâne hislerle dolu hâlde Kur an ý okuyan ve onu bu

þekilde bütünüyle kavrayabilecek sezgiye sahip bir Alman tarafýndan yapýlmasý arzusunu ifâde ediyor. Onun kendi el yazýsý ile Arapça olarak yazdýðý pek çok sûrenin yanýnda, ilk eserinden sonuncuya kadar bütün eserlerinde Kur an a yaptýðý göndermelere, oradan aldýðý bölümlere ve hikâyelere ait pek çok örnek bulunabilir. Faust ile birlikte en önemli þiir mîrâsý kabul edilen DoðuBatý Dîvaný nda Goethe, Kur an ile ilgili þunlarý yazýyor: Kur an ýn ezelî olup olmadýðý, Bunu sorgulamýyorum Onun kitaplarýn kitabý olduðuna Müslümanlýk icâbý inanýyorum. Ýslâm a ve Efendimize ilgi ve sevgisini hemen her eserinde hissettiren Goethe nin bu konuda þüphesiz en önemli eseri, ileri yaþlarýnda yazmýþ olduðu Doðu-Batý Dîvaný olmuþtur. Bu eser hakkýnda yazdýðý bir beyânatýnda Goethe þöyle söylüyor: Bu eserin yazarý kendisinin müslüman olduðu þüphesini reddetmiyor . Goethe nin Kur an dan yapmýþ olduðu alýntýlar onun Kur an ýn öðretilerinin yanýnda Efendimizin þahsiyeti, muazzam etkisi ve etki tarzýna olan büyük alâkasýný göstermektedir. Daha gençlik yýllarýnda not ettiði Rad suresinin 27. âyetine ki þöyle buyuruluyor: Küfre sapanlar derler ki: Rabbinden ona bir mûcize indirilseydi


dilek güldütuna ya! - Doðu-Batý Dîvaný nda þöyle cevap veriyor: Mûcize gösteremem , diyor Peygamber, En büyük mûcize benim . Goethe, Kur an ile tanýþmasýndan kýsa bir süre sonra, daha 23 yaþýnda iken, Efendimiz hakkýnda bir tiyatro eseri yazmaya karar veriyor. Bu dramanýn ilk eserini Muhammed Ýlâhisi ismini taþýyan ve drama içinde Hz. Fatma ve Hz. Ali tarafýndan Hz. Peygamber e okunmasý planlanmýþ olan bir naat oluþturuyor. Daha sonra, tiyatro eseri tamamlanmamasýna raðmen Goethe bu þiiri, Doðu-Batý Dîvaný na ve diðer þiir kitaplarýna da alýyor. Goethe nin Büyük bir aþkla yazdým dediði bu naat sadece Goethe´nin deðil, dünya literatürünün de en anlamlý eserlerinden sayýlarak üzerine tâbiri câizse kütüphaneler yazýlmýþ. Muhammed Ýkbal´in de Peyâm-ý Maþrýk isimli eserinde bu þiire Akarsu isimli þiiriyle cevap verdiðini görüyoruz. Bu naatta Goethe, insanlýðýn mânevî liderini bir akarsu olarak tasvir ediyor. Gittikçe daha büyüyerek ve coþku ile hiç durmadan akan bu akarsu, sonunda bütün âlemi içine alarak Allah ý sembolize eden okyanusa ulaþýyor: Görün kayapýnarýný, Sevinçli berrak,

Bir yýldýzýn nazarý gibi; Bulutlarýn üzerinde Besledi gençliðini Ýyi ruhlar Kayalýklarýn ortasýnda Yeþillikte. Genç, taze Raks ederek bulutlardan Ýner mermer kayalara, Sevinçle haykýrýr yeniden Semâya Doruklardaki yollarda Renkli çakýllarý kovalýyor, Ve önden giden rehber adýmýyla Alýp götürüyor kardeþ pýnarlarýný Kendisiyle. Aþaðýda vâdide Çiçeklenir ayak bastýðý yer, Ve çimenlik hayat bulur Nefesinden. Ancak onu ne bir gölgeli vâdi tutar, Ne çiçekler Dizine dolanan, Ne de aþk bakýþýyla okþayanlar. Ovaya dalar yürüyüþü . Dereler sokulur Dostça ona. O, ovaya girer Gümüþ parýltýlarla. Ve ova onunla parlar.


goethe den peygambere naat Ovadaki nehirler, Daðlardaki dereler Sevinçle haykýrýrlar ona ve seslenirler: Kardeþ! Kardeþ, kardeþlerini beraberinde al götür, Kadîm babana, Ezelî deryaya Açýlmýþ kollarla bizi bekleyene Hepiniz gelin! Ülkelere isim veriyor, Þehirler doðuyor ayaðýnýn altýnda. Duraklamadan çaðlamaya devam ediyor. Býrakýyor kulelerin alev doruklarýný, Mermer saraylarý Kendisiyle dopdolu yaradýlýþ âlemini arkasýnda Böylece taþýyor kardeþlerini, Hazînelerini, evlâtlarýný, Bekleyen Yaratýcý nýn, Sevinç saçarak, Kalb ine.

Dilek Güldütuna



âþýk oldur kim... Yunus Emre nin Hak katýna göçünden bir asýr kadar sonra dîvâný elden ele dolaþmaktadýr. Molla Kâsým isminde bir softanýn, Yunus Dîvâný ný okuduðu ve þeriate aykýrý bulup beðenmediði anlatýlýr. Molla, sâhifeleri okudukça öfkelenip tek tek dereye atar. Taa ki Yunus un þu dizeleri eline gelene dek: Derviþ Yunus bu sözü, eðri büðrü söyleme Seni sigaya çeker, bir Molla Kasým gelir Âþýklýk nedir, nasýl âþýk ozan olunur? Bu týpký Nasýl Kâmil Ýnsan olmalýyýz?

demek gibi yersiz bir sorudur. Zâten cevâbýný da Koca Yunus asýrlar önceden bizlere vermiþtir: Ýyi sözün aslýn bilen derdi bu söz nerden gelir Söz aslýný anlamayan sanýr bu söz benden gelir Þüphesiz söz bir sanatla ulaþýr bizlere ama, o sanat þâirin eðip bükme, þekline uydurma sanatý deðildir. Bu sözler Þuarâ Sûresi nde lânetlenen, sözüyle özü bir olmayan þâirlerinkinden çok baþkadýr. Doðrudan âyetlerin sözü gibi Allâh a âittir. Allah bizlerle konuþur. Kur an-ý Kerîm den ve bunun ilmini


gerektir. Âþýk olmak kolay mý? Fuzûlî gibi bir pîrden dinleyelim: Âþýk oldur kim, kýlar cânýn fedâ cânanýna Meyl-i cânân etmesün her kim ki, kýymaz cânýna

Ete kemiðe büründüm, Yunus diye göründüm.

Cânýný cânâna vermekdür kemâli âþýkun Vermeyen cân i'tirâf etmek gerek noksânýna

Molla Kasým aklýmýzý çelmese belki biz de görebiliriz içimizde hapsettiðimiz Yunus ruhumuzu. Bize Þah damarýmýzdan yakýn olaný.. Bu tutsaklýðýn hitâmý için kurban vermek

O cânân ki cümle âþýklarýn cân fedâ ettiði bir ilâhî nurdur. Allâh a gidilen yolda elbet önce O nun sevgilisinden geçilir. Âlemlere Rahmet Peygamberinden.. Yunus Emre nin, Molla Kasým larca yok edilenden geriye kalaný dahî Anadolu nun baþtâcý bir dîvândýr. Niyâzî Mýsrî gibi allâme-i cihan bir sultanýn þerh edebileceði kadar Kur an ýn zübtesidir. Yunus, medreseden geçmiþ, zâhirî ve bâtýnî ilimlere hâkim, amma hocalýðý deðil âþýklýðý yeðlemiþ. Cânýný cânâna fedâ eylemiþ. Hocalýðý yüklenerek aþk þehîdi olan ise Mýsrî Niyâzî imiþ. Onlar Âþýk oldur kim, kýlar cânýn fedâ cânanýna hakîkatine erenlerden imiþ.. Nazende Yýlmaz

4.bp.blogspot.com/.../s1600/dervish.jpg

izhâr eden Ýbn-i Arabî den Arapça konuþur. Hz. Pîr Mevlâna dan þiir diliyle Farsça seslenir. Hacý Bektâþ-ý Velî den, Yunus Emre den duru bir Türkçeyle hitâp eder. Söyler söyler, hep aynýný söyler.. Ha o kaptan ha bu kaptan ama ney olmuþ olandan ses verir. Gene Âþýk Yunus demez mi;


aĂžka yolculuk


Sanatýn en temel konusu olmasýna raðmen Aþk üzerine yazmak ne kadar zor O âh ý ifade edebilecek cümleler kurulabilir mi hiç? Aþkýn dünyevî hayâtýmýzdaki yansýmalarýný anlatmak bile kolay deðil. Onu bile ifâde edebilmek için dünyevî de olsa aþký yaþamak gerek, aþktan nasipkâr olmak gerek. Aþk deyince akla hemen Hz. Mevlânâ geliyor. Hz. Mevlânâ ve aþk deyincede Hz. Þems i aklýnýza getir emiyorsanýz, ne Mevlânâ dan ne de aþktan bahsedin. Mayasý su ve topraktan yoðrulmuþ olan insanýn, güneþ ýþýðýnýn varlýðý olmazsa hayat bulamayacaðý gibi, bir ceset þeklinde beliren beþerin de insan olmak için þemsin/ güneþin varlýðýna ihtiyâcý var. Güneþi göremeyen körler bile sýcaklýðýndan haberdarken, devrin Þems inin aþk ateþinde Mevlânâ gibi yanamayanlarýn hiç deðilse onun âleme hayat veren sýmsýcak nefesinden haberdar olmamasý körlükten de beter bir illet deðil midir? Bu illetten kurtulmak için insanýn yoluna bir ilâhî tabîbin çýkmasý gerek. O, sizi önce sarýp sarmalýyor, ýsýtýyor. Donup kalmýþ kalbinizin buzlarýný çözmeye baþlýyor. Yavaþ yavaþ onun aþkýný hisseder hâle geliyorsunuz. Onun aþký, bir Hz.Îsâ mûcizesi gibi kör gözlerinizi açýyor. O körlük gecesinde önce yýldýzlar gibi parlayan insâný kâmillerden haberdâr ediyor sizi. Onlara âþýk olmaya baþlayýnca, gözleriniz biraz daha kuvvet kazanýyor, Peygamber Efendimiz bir hilâl gibi beliriyor. Onun aþký dolunay gibi olunca, birdenbire güneþi, Hakîkat-i Muhammediye yi görmeye baþlýyorsunuz. Onun hakîkat güneþini görmeye baþlayýnca bütün âlemin, atomundan galaksilerine kadar onun aþkýyla döndüðünü fark ediyorsunuz. O dönüþlerin mûsýkîsini, huu.. sedâsýný iþitmeye baþlýyorsunuz. Ýþte o zaman hû sesinin içinden bir fýsýltý duyar gibi oluyorsunuz. Ben Elif im diyor. Hû, diye dönen her þey de benim diye devam ediyor. Gördüðün, göremediðin ve görmek hiçbir kula aslâ nasip olmayacak olan da benim diyor ve susuyor. Bütün bu yaþadýklarýnýzýn zevki içinde kendinizden geçmiþken, Gördüklerim, duyduklarým beni bu hâle getirdiyse, ya göremediklerim, ya daha da ötesi diyorsunuz ve Cebrâil e bile geçit vermeyen o sýnýrda bir âh sesiyle yýðýlýp kalýyorsunuz. Ötelerin ötesinden âh ýnýza bir cevap geliyor: Senin âh ýn da benim, çünkü elif de ben, hû da benim, ben AÞK ýn hakîkatiyim. Meral Hasýrcý 6.4.2011


yaþayan ölü Yazýma, büyüðüm, derdimiz derdi olmuþ, derdini dert edinmiþ olduðumuz ve aslýnda bu dünyâdaki misyonumuzun, varlýðýmýzý anlamlý kýlanýn o derde aþkla sarýlýp yaþamak olduðunu öðreten Seyyid Ahmed-er Rifâî nin evlâdý, Efendim Hz. Kenan a sýðýnýp her zora düþtüðümde olduðu gibi onun göðsüne yaslanarak baþlamak isterim. Sâmiha Ayverdi nin fikriyâtýndan süzülen ve okurken âdetâ içinize akan, tatlý damlalar hâlinde rûhunuza geçerek kalbinizi yetmez,daha daha diye attýran müthiþ eserlerinden birini seçip okuyup anladýklarýmý sizlerle paylaþmak isterim. Ona Ýstanbul Yazarý denmiþtir; Tarihçi denmiþtir; Kültürlü, Lisana Hâkim Bir Yazar ; Bir Mutasavvýf denmiþtir. Bence onu sâdece üç harf zâten anlatýr: A N A. o, öyle bir edep timsâlidir ki 22.03.1993 tarihinde türkiye Allah ýn edebi ne emsal gerçek anasýný kaybetmiþtir. bugün yazacaklarým, esâsen annemizi hâfýzalarýmýzda tazelemek ve yâdetmek içindir. bunlarýn hülâsâsýnýn hayâta geçirilmesi

benim için ve onun ilminden ve þefkatinden nasibdâr olanlar için bir görev, annemizin emâneti ve vasiyeti olan ciddi bir sorumluluktur. þimdi fatma sâmiha dan Sâmiha Ayverdi nin Yaþayan Ölü efsânesinin özetini okuyacaksýnýz. KÝTABIN YAZIM YILI : 1942 ROMANIN GEÇTÝÐÝ MEKÂN: ÝSTANBUL KONYA ROMANDAKÝ KARAKTERLER: SENÝYE LEYLÂ AYÞE GERÇEK ÇELEBÝ ÞÜKRÝYE HNM- EKMEL HAYDAR ROMANIN KONUSU: Biri diðerinin aynasý olmuþ iki kýz arkadaþýn yaþantýlarýndan yola çýkan roman, özde hakîkî aþký anlatýr. Anlatýmda kullanýlan üslûp sebebi ile mânâsýna vâkýf olmadýðýmýz kelimelere rastlamamýza raðmen mânâsýna erebilmemiz, yazarýn mânâyý âdetâ havaya, suya, topraða aktarýmýndan kaynaklanmaktadýr. Yaþarken de içimizde tekrar tekrar kopagelen kýyâmetlerin silsilesi ile nasýl yeniden ölüp dirilmekte olduðumuz, hikâye içinde irdelenir. Netîcede esas; ruh bedenden sýyrýlýp da beden sýrlanmadan önce gerçekten beden kayýtlarýndan kurtulabilen vücutlarýn kemâle ermiþ ruhlarýnýn olgunluðu ile yaþarken ölmektir. Hayâtý böyle yaþayýp tadýp rûhun teslim


fatma sâmiha zamanýný, bu yolculuðu sürdürerek beklemektir. ANLATIM: Seniye ve Leylâ, Ýstanbul da doðup yetiþmiþ ve birbirine komþu evlerde büyümüþ iki can arkadaþtýrlar. Okul hayâtý tamamlandýðýnda Leylâ Konya ya, Seniye Ýzmir e tâyin olur. Seniye Ýzmir e gitmez. Leylâ nýn gizli bir hayranlýkla sevmekte olduðu Ekmel Haydar isimli mutasavvýf bir yazar ile evlenir. Bu arada iki kýz arkadaþ mektuplaþarak iliþkilerini sürdürmektedirler. Mektuplar daha ziyâde günlük þeklindedir. Karþýlýklý soru ve cevaplarý nâdiren içermektedir. Evlenen Seniye, Leylâ yý epey ihmâl etmiþtir. Eþine karþý insânî ve kýskançlýkla örülü bir aþk beslemektedir. Oysa Ekmel Haydar Bey, hakîkî aþkla öylesine yoðrulmuþtur ve kendi iç yolculuðuna devâmýn zevkindedir ki, ondaki bu hâlin hayranlarý pek çoktur. Bu sýrada Leylâ, Ayþe isimli bir arkadaþ edinir. Konya daki dar muhiti Ayþe ve büyüklerinin tasavvuf kokan evleri ve hâlleri ile renklenmiþtir. Ayþe nin müthiþ bir dedesi vardýr ki adý da Gerçek Çelebi dir. Leylâ nýn Gerçek Çelebi ve eþi Þükriye Haným ile tanýþmasý, ona vücûdu perdesini aralama ve yepyeni bir Leylâ ya

doðru yol alma fýrsatý sunar. Leylâ bu kemâl yolculuðu esnâsýnda çalkalandýkça Seniye nin eþine olan hislerini son derece süflî bir refleks, hattâ bir aptallýk olarak tanýmlar. Seniye ilerlemekte olan hâmileliðine raðmen arkadaþýný ziyâret etmek maksadý ile eþine ricâ ederek Konya seyahatini birlikte yapmaya iknâ eder. Ayþe, çocukluk yýllarýndan komþularý olan Ekmel Bey i tanýmaktadýr. Ekmel Haydar da Ayþe nin küçüklüðünü hatýrlamakta ve âile büyüklerine saygý ve tabiî hayranlýk duymaktadýr. Bu Konya seyahatinde Ayþe ile Ekmel Haydar ýn ruhdaþlýklarý aþka dönüþür. Ne kadar gizleseler de Leylâ her þeyin farkýndadýr. Seniye nin kýskançlýklarý had safhaya çýkmýþtýr. Bu durum, Leylâ yý Seniye den hayli uzaklaþtýrmýþtýr. Âdetâ artýk bu kiþi ile yýllarca ne paylaþabildiðini sorgular hâle getirmiþtir. Seniye nin doðumu iyice yaklaþtýðý için karý-koca Ýstanbul a geri dönerler. Küçük Seniye nin doðum haberi, annesinin vefâtý haberine karýþýr. Leylâ kýsa bir süre sonra dadýsýnýn telgrafýný alýr. Babaannesi çok hastadýr ve âcilen kendisini görmek istemektedir. Leylâ hemen Ýstanbul a gider. Babaannesinin evine koþar. Ancak yaþlý kadýný toparlanmýþ vaziyette bulur. Ekmel Bey Leylâ nýn geliþini duyunca hemen Seniye nin ölümünden önce arkadaþýna yazdýðý notu iletmek maksadý ile Leylâ yý görmeye gelir. Seniye nin ölümünden altý ay sonra Leylâ ya iletilmesini istediði


yaþayan ölü not bir vasiyet niteliðindedir. Kocasýný ve kýzýný Leylâ ya emânet eden Seniye, eþini kýskanmadýðý tek kadýn olan Leylâ ile Ekmel Haydar ýn evlenmelerini uygun bulduðunu ifâde etmektedir. Leylâ nýn red cevâbý gecikmez. Ekmel Bey, Seniye nin bu karardan rahatsýzlýk duyacaðýný söylese de Leylâ bu aþký asýl hak edene yani Ayþe ye býraktýðýný beyanla konuyu kapatýr. Dikkati çeken nokta, Leylâ arkadaþýný kaybettiði için üzgündür. Ama Seniye ölürken yazdýðý notta bile süflî insanî refleks ve mizâcýný terk edememiþtir. Eþine olan düþkünlüðü ve zaaf noktasýndaki hissiyâtý, ondaki kemâli ve gerçekliði görmesini engellemiþtir. Maâlesef, Seniye ölmeden evvel ölememiþ bahtsýzlardan olup kalmýþtýr. Netice: Hepimizin baþýna gelen, gelecek veya gelmiþ olan nice musîbet vardýr. Benim yok! diyebilen var mý? Öyleyse, evet hepimiz için bu böyledir. Zâten, bazý zengin, varlýklý, saðlýklý hemen her an mutlu insanlar vardýr ki, esâsen hiçbir þeyin hayâlini kurmaya gerek kalmadan istenilene sâhip olmak

da musîbettir; açlýk, sefâlet, hastalýk çekmek de Bunlarýn hepsinde tek bir ortak taraf vardýr ki bu onlarý tatlý ya da acý kýlar. Peki ya o nedir? Tabiî ki bunlarýn bizim baþýmýza gelmiþ olmasýdýr. Algýmýzý aþk kanalýndan devreye koyabilirsek her belâyý lûtfaihsâna çevirip Hakk ýn kulu olmanýn þükrü ve vecdi ile dolar, taþarýz. Okurlarýmýzdan, yaþarken ölmüþ; nefsini yenmemiþ, öldürmemiþ ama nefsini bilmiþ olan Sâmiha Ayverdi yi gören, okuyan, tanýyan ve/veya ondan olanlar vardýr. Yaþayýþý ile gerçek aþký anlatan, hareketi ile sözden sarih, kelimeden öte geçerek ifâde edenler bana gerçek aþký þöyle özetlettirdiler: bir vâsýta olmalý, olmalý ki gidebileyim.. yani sana gelebileyim. içime bir kor, bir alev düþmeli, düþmeli ki yanýp sönebilmeliyim.. küllere dönüþmeli o yangýn, dönüþmeli ki; küllerimden yeniden hayat bulabilmeli.. hayat bulabilmeli ki; aþký yine yeniden tatmalý .. taa ki doyana damla deniz, deniz okyanusa varana .. dek demiyeceðim çünkü, sonu nokta ister; gerçek aþkta nokta olmaz.


fatma sâmiha nihâyeti yoktur ; umman gibi küskünlüðü olmaz; dost gibi . ayný dünya gibi, âhiret gibi, kýyâmet gibi, yani yaþayan bir ölü gibi.


selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan

nefes alan tarifler


Acýlý Pizza Hamur için:

250 gr. un 130 ml. sýcak su 10 gr. yaþ maya 1 çay kaþýðý þeker 1 çay kaþýðý tuz 1 yemek kaþýðý zeytinyaðý

Garnitür için:

100 gr. baharatlý sosis 100 gr. mozzarella peyniri 1 adet dilimlenmiþ küçük soðan, Siyah zeytin Acý çili biberi Taze fesleðen yapraðý Bir tatlý kaþýðý zeytinyaðý

Domates sosu için:

1 yemek kaþýðý zeytinyaðý 200 gr. domates, taze veya konserve 2-3 diþ sarýmsak Taze kekik Taze fesleðen Tuz ve karabiber

Hazýrlanýþý:

Maya ve þekeri 50 ml. sýcak suyun içinde çözdürün, 10 dakika bekletin. Elenmiþ unu bir kaba koyun, merkezini açýn ve içine kalan su, maya ve tuzu ilâve edin ve hamurunuzu yoðurun. Hamuru tezgâh üzerine koyun, zeytinyaðýný ekleyin ve güzelce yoðurun. Daha sonra hamurunuz kapalý bir kapta hacmi iki katýna çýkana kadar ýlýk bir yerde dinlendirin. Kabýn içinden bir top olacak þekilde hamur kopartýn ve elinizle veya kalýn bir oklavayla þekillendirin. Domatesleri rondodan geçirin. Zeytinyaðýný, doðranmýþ sarýmsaklarý, fesleðen ve kekiði ekleyin. Kýsýk ateþte sosu piþirin. Tuz ve karabiber ekleyip içindeki sývý buharlaþana kadar piþirmeye devam edin. 30-32 cm. çapýnda açtýðýnýz hamurun üzerine soðutulmuþ domates sosunu eþit miktarda yayýn. Üzerine ince dilimlenmiþ sosis, soðan, rendelenmiþ mozzarella peyniri, zeytin ve çili biberlerini yerleþtirin. Üzerine zeytinyaðý gezdirin ve 220 derecede ýsýtýlmýþ fýrýnda 10-12 dakika piþirin. En son olarak pizzanýzý taze fesleðen yapraklarý ile süsleyin. Afiyet Olsun


görüþmek üzere...

yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.