Her Nefes - Haziran 2011 / Miraç

Page 1

HAZÝRAN 2011

21.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

miraç


editörden Merhaba Her Nefes Dostlarýmýz, Yepyeni bir sayýyla karþýnýzdayýz. Bu sayýnýn konusu miraç. Miracýn manasýnýn insanýn vücudunun fethi olmasý düþünülür ise ne büyük hoþluktur ki, bu ay olup bitenler de bu temayý destekler gibi: Ýstanbul un fethinin sene-i devriyesi, TURKKAD ekibinin Roma çýkartmasý... Bu ay yeni yazýlarýmýzla birlikte yepyeni bölümlerimiz var: Ümit Ceylan bizlere taptaze haberler sunuyor. Eski muharrirlerden Dramanlý Yahya bey de aylýk tefrikalarý ile bundan sonra inþallah bizlerle olacak! Ken an Rifai Hazretleri ile gönülleri uyandýralým: Muhammed, mîrâcý vücut ile mi yaptý, yoksa tecellî ile mi suâline gelince, bir kere tecellî nedir, onu bilelim. Resûlullah: Ben de sizin gibi beþerîm, amma bana vahy oluyor... sýrrýna mazhar olmuþ bir sultandýr.. Böyle bir vahiy kanalý vücûdun, görmek ile görmemekle alâkasý olur mu? Onun mîrâcý her vakittir. Zîra o her an Allah'ta idi. Onu gören, Allah'ý görür. Hattâ onun vârisi olan ehlullah için dahi, onlar ile olan Allah'la olur, dendiði halde, ya cümlenin efendisi olan ne olmaz? Mîraç gökte mi oldu yoksa yerin altýnda mý? Resûlullah: Balýk karnýnda miracýný yapan Yûnusla benim mîracým arasýnda fark yoktur, buyurdu. Mîraç demek, kendi vücûdundan kopup, Allah'la bakî olmak demektir. Nasibdâr olalým inþallah... Her Nefes Ekibi,



Mesnevi Hatýralarýndan... Ettehiyyâtü Lillâhi vesselâvatü vettayibât Yâni, Alîab için ve cemâl-i ResûIulIah için hürmetler olsun demektir. Hakîkati ise, Resûlullah Efendimiz Hazretleri Mîrâca teþrif buyurduklarý vakit Sidre ye geldiklerinde Cebrâil Aleyhisselâm dedi ki: Yâ Resûlallah, ben buradan ileri gidemem, çünkü gidersem yanarým. Efendimiz Hazretleri Yanarsam ben yanayým deyip ileri geçtiler ve Ettehiyyâtü Lillâhi vesselâvatü vettayibât diyerek Cenâb-ý Hakký medh buyurmaktalarken, Cenâb-ý Hak tan O na Esselâmü Âleyke Ya eyyühel Nebi ve rahmetullâhü ve berekâtühü hitâb-ý izzeti geldi. Yâni Yâ Habîbim, selâm senin üzerine olsun buyruldu. Bunun üzerine Efendimiz Hazretleri, Esselâmü Aleynâ ve alâ ibâdillâhis-sâlihîn , yâni Ýlâhi, selâmýn ümmetimle beraber olsun buyurdu.


Ýþte Hakk ýn rýzâsýný kazanmaya çalýþan kul da, her duyulan sesten, gerek mümin, gerek kâfir ve gerek hayvan lisânýndan iþitilen seslerden Hakkýn sedâsýný iþitir ve bütün bu duyduðu sesleri, bu birbirine zýt sözleri Cenâb-ý Hakk ýn söylediðini ve bu söyleyenlerin de birer tercüman olduðunu ve bütün bunlarýn dilinden söyleyenin Allâh-ü Zülcelâl olduðunu müþâhede edip anlayan kul, ircii hitâbýna mazhâr olur. Yâni Cenâb-ý Hak der ki, Ey kulum, râziye ve mardiye olduðun hâlde, bana râci ol, yâni bana gel. Kul yine çalýþmakta devam ederek Ef'al tecellîsine mazhâr olur.

Kâzým Büyükaksoy, Mesnevi Hatýralarý, Ahmet Sait Matbaasý, Ýstanbul, 1952. s.23


miracm mirac

Müge Doðan: Hocam, bu ayýn konusu mîrac Öncelikle mîrac nedir ve Peygamber Efendimiz in mîrâcýndan bahsedebilir misiniz? Cemâlnur Sargut: Mîrac, insanýn Allah ile buluþma ânýdýr. Allâh'ýný his gözüyle görme ânýdýr. Peygamber Efendimiz sabýrla mîrâca çýktý O'nun Burak'ý sabýrdý. O taþlandý, aþaðýlandý, baþýna pislikli iþkembe geçirildi, herkes yerden yere vurdu, alay etti. O ise hiç bir zaman Allâh'ýndan vazgeçmedi, aslâ dönmedi Ýþte o zaman onun sabrý Burak adýný aldý. Ve mübârek vücûdunu Kudüs'e götürdü. Kudüs'te o mübârek taþa bastý. Bunun sebebi o taþýn adýnýn 'teslimiyet taþý' olmasýdýr. Bu þekilde bize teslim olmadan Allâh'ýn huzûruna çýkýlamayacaðýný öðretti... Sabýr, insaný tam manasýyla teslimiyete götürmelidir. MD: Bu Hz. Ýbrâhim'in teslimiyeti gibi Ýbrâhimî bir teslimiyet mi hocam? CS: Evet. O teslimiyet taþý sanki Hz. Ýbrâhim'in oðlunu koyup kesmek üzere hazýrladýðý taþtý Daha sonra da üzerinde Allâh'ýn gönderdiði koçun baþýný kestiði taþtý. Peygamber 'e öyle bir teslimiyet içindeydi ki, Allâh'ýna o güzellikle yükseldi O nu melekler yükseltti.

Yükselirken dünyânýn her bir makamýnda ona yalvardýlar. Madde dedi ki, Biz Allâh ý göremeyiz. Bizde onun mânâsý eser hâlinde. Ya Muhammed, bizim de selâmýmýzý götür . Peygamber, kendi maddesinin her bir zerresinin aþký ve selâmýyla çýktý. Makam makam yükseldi, Cennet i ve Cehennem i gördü. Cehennem ve Cennet, O nun mânâsýndan birer parçaydý, týpký bizim de Cennet ve Cehennem i kendi içimizde yaratýþýmýz gibi. Hz. Âdem, O na ilk makamda Ya Muhammed! Benim de selâmýmý ilet dedi. Âdem, Peygamber in zâtýydý. Daha sonra makam makam ilerledi. Yusuf un, Yâkub un, Ýbrâhim in, Mûsâ nýn, Ýsâ nýn, hepsinin selâmlarýný aldý. Kendi içindeki tüm makamlarýyla Allah a doðru yüceldi. Mûsâ da aklýyla, Ýsâ da rûhuyla Allâh a yükseldi ve en sonunda bütün olarak her þeyini teslim ederek yükseldi. Cebrâil, O nun o yüce mânâsýný taþýyan, O nun hakîkatini, diriliðini, aklýný, akl-ý küllü anlatan Cebrâil, ancak Sidre-i Müntehâ ya kadar O na yol gösterdi. Orada dedi ki, Ya Muhammed, burada bütün insânî vasýflarýný býrak. Sende beþerlik yok, ama insâniyetini bile terk et, insan olduðunu bile unut. Burada hiç


iracmirac cemâlnur sargut

olarak yüksel. Ben çýkamam, çünkü ben diriyim. Sen ise ölü olarak çýkacaksýn oraya. Peygamber öyle bir yok oldu ki, Allah onu kendine çekti. MD: Nasýl bir yok oluþ bu hocam? CS: Allah, Musâ ya þöyle seslendi: Ya Mûsâ, beni görmek mi istiyorsun? Sen de benim diyorsun ben de benim diyorum. Ben seni çok seviyorum ve senin için yok olabilirdim ama olamam çünkü ebedî Hayy ým. Sen yok ol ki kavuþalým. Ýþte bu, Hz. Muhammed makamýydý. Yükseldi, büyük bir imtihâna tâbî tutuldu. Bak yâ Muhammed, her þey senin Yarattýðým ve yaratacaðým her þey senin. Peygamber dönüp bakmadý bile. O ölüydü. Onun maddede, mânâda, hiçbir þeyde gözü yoktu. Ne nûrânî bir isteði, ne maddî bir makam isteði kalmýþtý. Yükseldi, yükseldi ve Allah, Gel yâ Muhammed! dedi. Muhyiddin Arabî o kavuþma ânýný þöyle anlatýyor: Ben neredeyim Allâhým! diyor, Hz. Muhammed!.. Benimlesin, sað ayaðýný sol ayaðýnýn üzerine koy, göreceksin ki bendesin yâ Muhammed!.. Ýþte o anda Peygamber, Ümmetim, ümmetim! dedi. Allah da onun ümmet aþkýnda bizleri kabûl etti.

MD: Herkes kendi içinde, kendi çapýnda bir mîraç yaþar demiþtiniz. O zaman bizim de nefsimizden yok olmamýz gerekiyor mîrâcýmýz için Öylesine teslim olup, her þeyden vazgeçmemiz gerekiyor. CS: Evet, önce insanýn içindeki bütün makamlarýn Peygamberlerdeki gibi zuhûr etmesi gerekir. Sonra her þeyi býrakmasý, her þeyi kalben terk etmesi lâzýmdýr. Evliyâlýk, maddî-mânevî rütbe, mevkî, öðretmenlik, Allâh ýn lûtfettiði ne varsa hepsini terk etmesi gerek ki, Allah cezbesiyle onu yanýna çeksin. Mîraç öyle bir hâdisedir ki, namazdaki teslimiyet gibidir ve secde hâlidir. MD: Peki biz bu hâle nasýl ulaþabiliriz hocam? CS: Aþkla Aþk, Allâh a ulaþmada ve mîraçta en büyük etkendir. Aþk, çok mühim bir mefhumdur. Aþk, sarmaþýðýn kök kelimesidir. Nasýl ki sarmaþýk sardýðý yeri yok eder ve ona âit hiçbir þey göstermezse, aþk bir vücûda girdiði zaman o vücutta daha önce pâdiþahlýk yapmaya kalkmýþ kinler, nefretler, kibirler, gururlar, bu pâdiþahlarýn hepsinin baþýný keser ve tek olarak o vücut içine yerleþir. Yerleþtiði zaman âþýk, aþkýndan baþka hiçbir þey düþünemez hâle gelir. Aþkýn bu sonsuz güzelliði, sarýcýlýðý, yok ediciliði insan için en büyük lûtuftur. Zaten aþktan yaratýlmadýk mý? Hadîs-i Kudsîde Allah, Peygamber ine, istedim, arzu ettim, aþk ettim yâ Muhammed! diye seslenmiyor


miracm mirac

mu? Allah bizi aþkýyla yarattý. Kendi güzelliðini aþkýyla ortaya çýkardý. Bir þeyin görünür olma sebebi aþktýr. Aþk, nur gibi çok yüksek bir enerjidir. Aþkýn Allah taki yaratýþ halindeki tecellîsi rahmet sýfatýdýr. Rahmetin içinde merhamet vardýr. Aþkýn merhamete dönüþü hiç boþ deðildir. Çünkü âþýk, sevdiðine âit olan her þeye merhamet eder Ýnsan bir insaný sevdiði zaman dahî, ona âþýk olduðunu düþünmek hatâsýna kapýldýðý zaman bile, ona âit her þeye merhamet duyar. Ama âþýk, asýl aþkýnýn Allah olduðunu idrâk ettiðinde kamu âlem birdir bize sýrrýna erer. Asýl âþýk olunan, sonsuz olandýr. Aklýn alamayacaðý, hiçbir idrâkýn alamayacaðý o yüceler yücesi sultana âþýk olduðu zaman yaratýlmýþ her þeye merhamet etmekten baþka bir þey hissedilebilir mi? Peygamberdeki rahmet tecellîsi, Allah aþkýnýn merhametinin tecellîsidir. MD: Kökü hubb olan muhabbet de Kur an da aþk olarak geçiyor deðil mi hocam? CS: Evet Muhabbet, Allah ile kulun birleþmesi ve bu birleþmeyle cezbeye çekiliþ demektir. Daha doðrusu bu cezbeyle herkese ve her þeye Allâhýmdandýr! diye çekiliþ demektir. Yaradan ý severim

yaratýlmýþtan ötürü demiyor mu koca Yunus? Yaratýlmýþtaki tecellîsini sevdiðim için Yaradan ý seviyorum. Yaratýlmýþý da, Yaradan ý onlarda gördüðüm için seviyorum demiyor mu? Öyleyse dünyâ aþk, muhabbet ve merhametten ibârettir. MD: Allah idrâkini nasip etsin bizlere inþallah hocam. Çok teþekkürler


iracmirac cemâlnur sargut

Nasýl ki sarmaþýk sardýðý yeri yok eder ve ona âit hiçbir þey göstermezse, aþk bir vücûda girdiði zaman o vücutta daha önce pâdiþahlýk yapmaya kalkmýþ kinler, nefretler, kibirler, gururlar, bu pâdiþahlarýn hepsinin baþýný keser ve tek olarak o vücut içine yerleþir.


miraþk... Lâ ilâhe illâ Allah destûruyla dünyâ gecesinde yol aldý Kaf Daðý na uçan Zümrüd-ü Anka gibi.. Aþk Burak ýna binmiþti ama Akýl Cebrâil i yanýndaydý, yol gösteriyordu. Yol gösteriyordu, yollarýn ötesine, yollarýn tükendiði veyâ her yerin dosdoðru yol olduðu yerlere O Akýl, yol gösterici olmuþtu, çünkü o sýnýrýný biliyordu. Lâ ilâhe illâ aþk diyârýna yanmadan girilemeyeceðini biliyordu da adý bu yüzden Akýl olmuþtu. Ne bir beden, ne bir can, hattâ ne bir ruh için yol yoktu; o diyâra, ancak Aþk girebilirdi. Ben gizli bir hazineydim, aþk ettim ki bilineyim emri ile var olan Aþk tan baþka kime açýlabilirdi ki bu sýrlý hazine? Aþk kesilen gönül, aþk merdiveni ile yükselmeye baþladý sýnýrlarýn ötesindeki aþk diyârýna doðru Dur, Rabbin namaz kýlýyor dendi. Rab ismi bile Aþk ism-i âzâmý önünde secdedeydi. Bekledi, bekledi... Bu bekleyiþ esnâsýnda Aþk tan Aþk a bir

vahiydir baþladý Derler ki, üç kere otuz bin vahiy geldi. Aþk dedi ki, Otuz binini akýllara haber ver de, aþkýn önünde eðilsinler; bir otuz binini de aþka istîdâdý olanlara istersen söyleyebilirsin ki onlar da aþka yol bulsunlar. Otuz bini ise aþkýn sýrrýdýr, söyleme! Zâten nasýl söylenebilirdi ki? Lâ ilâhe illâ aþk zuhûr etti mi söz mü kalýrdý söylenecek, can mý kalýrdý dinleyecek... Evet, en yüce ufuktaydý o , sonra, yaklaþtý ve sarktý/ tenezzül etti (Necm, 7-8) ve döndü sýnýrlarýn ötesine, akýl yükünü tekrar yüklendi ki akýl ve gönül sâhiplerine kýlavuzluk edip onlarý da aþk diyârýndan nasipdâr kýlsýn... Çünkü o diyarda kendi aslýna kavuþtuðu ânýn zevki içinde bile ümmetim, ümmetim... demekten vazgeçmemiþti. Siz benim cüzlerimsiniz demiþti. Cüzlerine mîraç tan mîrâcý getirdi, aþký getirdi, namazý hediye etti. Meral Hasýrcý



roma da ezan sesleri

melike türkân baðlý

29 Mayýs 2011 Ýstanbul un fethinin yýldönümünde Roma dayýz. Roma da, Navona Meydaný ndayýz. Roma nýn en gözde ve canlý meydanlarýndan birinde Bugün Pazar Hava güneþli, sýcak Meydan, insanlarla, renklerle, müzikle ve neþeyle dolu Roma, Hýristiyanlýðýn merkezi olarak biliniyor. Ama birazdan burada ezan okunacak. Ezân-ý Muhammedî Hz. Ýsâ nýn hasretini duyduðu büyük peygamberin adýnýn anýldýðý ezân-ý Muhammedî Siyahlar içinde sýralanmýþ olarak, sessizlik içinde beklerken, meydanýn seslerini dinliyoruz: Palermo taraftarlarý, meydanýn ortasýndaki çeþmenin önündeki sloganlarýný artýrýyorlar; bize yakýn havuzun baþýndan ise Libertango duyuluyor. Gökyüzünde bu pýrýl pýrýl günü kutlayarak geçen uçaklarýn uðultusu ve su sesi Meydan, birazdan baþlayacak olan tevhide çaðýran ezan için hazýrlanýyor Derken, ilk Allâhü ekber duyuluyor ve derinden bir top sesi! Þehâdet kelimesiyle birlikte top sesleri tekrarlanýyor! Birbirimize sessizce bakarak top seslerinin nereden geldiðini soruyor ve cevâbý zihnimizin derinliklerine yerleþmiþ bir þiirde buluyoruz: Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir baþka zaferden geliyor: Kosova dan, Niðbolu dan, Varna dan, Ýstanbul dan Anýyor her biri bir vak ayý heybetle bu an. Bu ezan, Hz. Fâtih in fetihten sonra Ayasofya da okutturduðu ezaný çaðrýþtýrýyor. Meydandaki sesler, ezanla birbirine yaklaþýyor, birleþiyor, tekleþiyor. Ezaný, kelime-i tevhid tâkip ediyor. Meydan ve þehir, bu kelimeye muhtaç; meydanýn ortasýnda, Nil, Tuna, Ganj ve Rio della Plata nehirlerini simgelemek üzere inþâ edilmiþ olan Fontana dei Quattro Fuimi çeþmesinden çaðlayan sular, Lâ ilâhe illâllah kelimesinin bereketinden nasiplendiklerine þükürle, bize katýlýyor ve cennetin dört nehrine dönüþme hasretiyle yanýyorlar. 29 Mayýs 2011 Ýstanbul un fethinin yýldönümünde Roma dayýz. Ve elbette Mehter Marþý, dudaklarýmýzdan dökülecek: Vur pençe-i Alî deki þemþîr aþkýna, Gülbang-i âsumâný tutan Pîr aþkýna Ve fethi elbette Fetih Sûresi tebrik edecek: Doðrusu biz sana apaçýk bir fetih ihsân ettik. Böylece Allah senin geçmiþ ve gelecek günâhýný baðýþlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doðru yola iletir. Ve sana Allah þanlý bir zaferle yardým eder. Ýmanlarýna iman katsýnlar diye müminlerin kalblerine güven indiren O dur. Göklerin ve yerin ordularý Allâh ýndýr. Allah bilendir, her þeyi hikmetle yapandýr. (Fetih, 1-4) Ve meydan, elbette ki Fâtihalarla taçlanacak Ve Roma, artýk eski Roma olmayacak Navona Meydaný ndaki yer, gök ve dört nehrin sularý buna þâhitlik edecek!



unutma unutmayalým

Ýstanbul un Fethi nin 558.yýlý

FÂTÝH in HALKI ÝMTÝHANI

Fâtih Sultan Mehmet Han Ýstanbul' u fethetme plânlarý yapýyordu. Daha 21 yaþýnda bulunan hükümdar, Ýstanbul'un fethine giriþmeden önce, halkýný imtihan etmek istemiþti. Sabahýn erken saatlerinde tebdîl-i kýyâfet ederek, Osmanlý'nýn baþþehri olan Edirne'de çarþýya çýktý. Çarþýnýn bir tarafýndan girip alýþveriþ yapmaya baþladý. Birinci dükkâna varýp bir þey aldý. Ýkinci bir þey istediðinde dükkân sahibi vermedi. Fâtih Sultan Mehmet Hân'ý tanýmýyordu dükkân sahibi. Fâtih Sultan Mehmet, mal olduðu hâlde neden vermediðini sordu. Adam, Ben sana bir þey satmakla sabah siftahýmý yapmýþ oldum, ikinci alacaðýný da karþýdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiþtir dedi. Fâtih Sultan Mehmet memnun olmuþtu. Öbürüne vardý, bir miktar mal aldý... Ýkincisini istediðinde o da vermeyip komþu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fâtih, koca çarþýyý baþtan sona kadar dolaþtý... Hepsinde ayný mukabele ile karþýlaþmýþtý.

Aldýklarý erzaký, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a þükür secdesine kapandý ve þöyle dedi: Ya Rabbi, sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düþünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle deðil Bizans'ý, dünyayý bile fethederim, dedi ve Ýstanbul'un fetih planlarýný hazýrlamaya baþladý. 51 gün süren muhâsaradan sonra Bizans, Akþemseddin Hazretleri nin de bizzat iþtirâkiyle fethedildi. Ýstanbul fethedildikten sonra, Osmanlý Ýmparatorluðu nun merkezi Edirne'den Ýstanbul'a taþýndý. Gönüller fetholunmuþ, sýra beldeleri fethetmeye gelmiþti. Bugün hangi bakkal, hangi komþu bakkalý düþünerek bu þekilde hareket ediyordur? Belki köylerde hâlâ böyle yerler vardýr. Ama metropollerde her þeyin tüketim çarkýnda sindirilmeye çalýþýldýðý yerlerde bu erdemli davranýþlara rastlamak mümkün mü? Hazreti Fâtih, halkýnýn sosyolojik olarak da fethe hazýr olup olmadýðýný anlamak için bu denetimleri yapmýþtýr. Toplumlarýn târihe yazdýrdýklarý baþarýlarý toplumlarýn altyapýsýndaki dinamiklerde yatmaktadýr. Toplum hazýr olmadan bir fetih olamayacaðýný bilen Fâtih in çarþý


ayalýmunu ümit ceylan

denetimleri birer nabýz yoklamasýdýr. Dönelim günümüze; hep þikâyet edip her türlü suçu karþýmýzda bulmak âdet olmuþ maalesef. Bir þâirin bir vakitler röportajýndan bir cümle okumuþtum: Ortada sorun varsa, ilkin kendimi sorgularým diyordu. Yani ilk kendimize bakmalý, kendimize dönmeli, kendi hatâlarýmýzý düzeltmeliyiz. Bireyin kurtuluþu, toplumlarýn da kurtuluþu olacaktýr. Gönülleri fetheden insan ne güzel insandýr.


haberha

ne haber?

Çocuklara Kandil Hediyeleri Verildi

Regaip Kandili ile baþlayan Üç Aylar , Ramazan ayýnýn yakýnlaþtýðýnýn müjdesini verir Müslümanlara. Ramazan ayýnýn bitiþi ne kadar hüzünlüyse geleceðini haber veren kandiller de bir o kadar heyecan vericidir. Çocuklarýn zihinlerindeki anýlar ileride hayatlarýný þekillendiren birer güzellik olarak kalýyorlar. Bu anýlarý, sevgiyle verilmiþ birer hediyeyle aslâ unutulmayacak hâle getirmek için 2 Haziran 2011 Perþembe günü sevgili Cemâlnur Hocamýz çocuklara kandil hediyelerini daðýttý. Çocuklar, büyük bir dikkatle kandillerin ve Regaip Kandilinin mânâsýnýn anlatýlýþýný dinlediler ve daha sonra ilâhilere eþlik ettiler. Cemâlnur Hocalarýnýn verdiði çikolatalarý âfiyetle yedikten sonra, aðýzlarýnda bu günün güzel tadý ve ellerinde hediyeleriyle, önümüzdeki Mîraç Kandilinin heyecanýný duyarak evlerine gittiler.


aberhaber ümit ceylan

TURKKAD Ýstanbul Þubesi Batý Roma yý Fethetti

TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi, Ýtalya nýn baþkenti Roma da düzenlenen Ýslam Kültürü Haftasý etkinliklerine katýlarak Türkiye yi temsil eden tek kuruluþ olarak yer aldý. Klasik Türk müziðinin önemli formlarýndan biri olan dinî müziði icrâ eden Lâ Edrî topluluðu, büyük bir hayranlýkla izlendi. TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi nin önderliðinde kurulan Lâ Edrî adlý Türk Tasavvuf Müziði topluluðu, Emre Ömürlü yönetiminde ilâhîler okuyarak Roma da Ýslâm kültürünün çok önemli bir unsurunu sergilediler. TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi Baþkaný Cemâlnur Sargut, Roma da Ýslâm ülkesi olan Türkiye yi temsil etme görevi bize nasip oldu. Ezan sesleri ve Allah nidâlarýyla 29 Mayýs ta, Ýstanbul un fethi olan tarihte, biz de Navona Meydaný ný inlettik dedi.

Ýtalyan Ýslâmî Kültür Merkezi ISESCO desteðinde düzenlenen organizasyon, 23-31 Mayýs 2011 tarihleri arasýnda gerçekleþti. Organizasyon komitesi tarafýndan yapýlan açýklamaya göre bu organizasyonun gerçekleþtirilme amacý, büyük Ýslâm uygarlýðýný tanýmak ve halklar ve farklý dinî gelenekler arasýndaki diyalogu derinleþtirmektir. Bu ilk organizasyonun odak noktasýnda Akdeniz bulunmaktadýr ve Fas, Tunus, Ürdün ve Türkiye özel olarak seçilmiþ ülkelerdir. Baþkenti Nouakshott un 2011-2012 Ýslâmî Kültür Baþkenti seçilmiþ olan Mauritanya ise özel konuktur. Grafik, hat, sinema, fotoðraf, müzik ve edebiyat ama özellikle de Ýslâmî kültürün derin mâneviyatý konusunda geleneksel, ilerici ve çaðdaþ bilgiler Roma da, halklar arasýnda bir barýþ, huzur diyalogu ortamýnda ele alýnacaktýr.




nehaber ne haber?

Selimiye Câmii UNESCO Dünya Kültür Mirâsý listesine girdi

Kültür ve Turizm Bakaný Ertuðrul Günay, Ýzmir de düzenlediði basýn toplantýsýnda, Selimiye Câmii ve Külliyesi nin, Haziran ayýnda UNESCO Dünya Kültür Mirâsý listesine gireceðini açýkladý. Türkiye nin 9 la sýnýrlý olan UNESCO Dünya Mirâsý Kalýcý listesindeki alanýnýn 10 a çýkacaðýný söyleyen Günay, " 19 Haziran dan sonra Selimiye, dünya mirâsýnda yer alacak kalýcý listede. Bundan sonra dâimî listeye bir yeni alaný aldýrmak son derece zor. Büyük hazýrlýklar gerektiriyor. O yüzden Selimiye bizim için gerçekten çok müjdeli bir geliþme" dedi. Ýkinci Selim tarafýndan Mimar Sinan a yaptýrýlan Selimiye Camii, Osmanlý mimârîsinin en önemli yapýtlarýndan biri olarak kabûl ediliyor. Mimar Sinan ýn "Ustalýk Eserim" diye nitelediði câmiyi her yýl binlerce kiþi ziyâret ediyor. Mayýs ayýnýn ilk haftalarýnda ziyâret etme þansýný elde ettiðimiz Edirne mizin odak noktasý tabiî ki Selimiye Câmiiydi. Bu ziyâretten

sonra UNESCO nun, bu ölümsüz eseri dünya mirâsý listesine alýp ölümsüzleþtirmesinin geç de olsa yerinde bir karar olduðunu düþündük. Selimiye Câmiini ziyâret edenler bilir; müthiþ bir sanat eseri ve mimârî bir dehâ ile karþý karþýya kalýyorsunuz. Bu müthiþ eserin o devrin olanaklarý içinde beþ-altý yýl gibi kýsa bir sürede tamamlanmýþ olmasý da ayrýca ilginç. Osmanlý pâdiþahý Ýkinci Selim (15241574) adýna Türk mimârîsinin ölümsüz dehâsý Mimar Sinan tarafýndan altý yýlda bitirilen ve kendisinin ustalýk eserim diye iftihar ettiði Selimiye Câmii birçok mânevî vasýflarý sembolize etmektedir. Bunlardan en çok bilinenlerinden biri, câmiin tek büyük kubbesinin (43.28 m. yüksekliðinde ve 31.28 m. çapýnda) Allah ýn birliðini temsil etmesidir.

Benim tüm bu muhteþemlik içinde en dikkatimi çeken þey, câmiin içinde tam orta yerde bulunan, sanki gökyüzünden yere indirilmiþ gibi duran müezzin mahfiliydi. Tam gökkubbenin izdüþümünde duruyordu çünkü. Konuyu merakýmdan araþtýrýrken sevgili


rnehabern cemâlnur sargut

mimar arkadaþým Belgin, Yüksek Mimar Muharrem Hilmi Þenalp in hazýrladýðý bir kitapçýðý elime tutuþturdu. Mimar Þenalp i de hayrete düþüren bu konu, çalýþmada þöyle anlatýlmýþ. Þöyle diyor kendisi: Edirne Selimiye Câmiini gördüðümüz zaman, müezzin mahfili, Sinan a kadar inþâ edilmiþ bütün câmîlerde hep kýyýda köþede kalmýþ bir mimârî unsurdu. Sinan gibi bir sanatkârýn en mükemmel bir þekilde ulaþtýðý bu merkezî plan fikrinin bu en iddialý yapýsýnda mekânýn içinde hâsýl olan tesiri bozan bir odak noktasý oluþturmasý zihnimizi meþgul etmiþti. Hattâ mahfilin kareye yakýn planýndan dýþarý taþarak, yarým dâire þeklinde köþede yer alan garip merdivene hiç anlam verememiþtik. Fakat yaptýðýmýz tetkikten sonra vardýðýmýz netice hayret vericiydi. Koca Sinan, ustalýk eseriyle, müezzin mahfilini kubbenin tam merkez izdüþümüne yaparak câmiin Arþ ve Kâinatý, damýnda Hz. Bilâl-i Habeþî nin ilk ezaný okuduðu Kâbe yi simgelediðini ifade etmiþti. Kare plandan dýþarýya çýkýntý yapan yarým daire ise Kâbe ye bitiþik El-Hatim denilen yarým daire þeklindeki kýsmý temsil ediyordu.

Artýk bu tabelâ deðiþiyor.


merdiven Merdivenin baþýnda duruyorum. Bir elim kalbimin üstünde, bir elim Öðretmen in avucunda. Bakýyorum, basamaklar dik, yüksek ve uzun. Koþarak en üst basamaða ulaþmak istesem de, biliyorum ihtiyâcým olan zaman Ve bütün zamaný arkama bile alsam, korkarým, basamaklarý inmek çýkmaktan daha kolay. Allah vere bir adým ileri atabilirsem, gün doðunca mutlaka geri iniyorum. Belki de umut kapýsý denilen budur, Sonsuz bir mücâdele Düþüp kalkmak, inip çýkmak nâfile Söz, Aþk a gelince akýl baþtan gidiyor, mâlûm Merdivenin baþýnda duruyorum. Sabah ezaný âniden penceremden odayý dolduruyor. Bakýyorum, ne merdiven kalmýþ, ne ben, ne vücud, ne de düþünceler Uyanýnca fark ediyorum, þehr-i Aþk tayým, Ýstanbul dayým Huzûrun karþýsýnda olmuþuz bir âlem vesselâm, Kendi mîrâcýmýzda Sesil Çetindað



Ýnsan ýn meleklere olan üstünlüðünün, dolayýsýyla eþref-i mahlûkat olduðunun ilk iþâreti, meleklerin Hz. Âdem e secde etmeleri emridir. Hz. Âdem, tüm isimleri saydýðýnda onun üstünlüðüne Þeytan hariç tüm melâike iknâ olur. Bu üstünlüðün son teyidi de Efendimiz in Mîrac ýnda görülür. Cebrâil (a.s.) ona Sidre-i Müntehâ ya kadar refâkat eder. Fakat buradan sonra tek adým daha atamayacaðýný, aksi takdirde yanacaðýný söyler. Buradan sonraki yolculuðu ancak Hz. Ýnsan tamamlar. Necm Sûresi nde Ýnsan ýn gittiði menzilin o kadar yakýn olduðu bildirilir ki, bu sanki iki yayýn birbirine yakýnlýðý kadardýr, hatta bundan da daha yakýndýr. Ýbn-i Arabî Hazretleri bu iki yayý, bir dâirenin ikiye bölünmüþ hâline benzetir. Berâberce bir dâire oluþturan bu yaylar sanki hayâlî bir çizgi ile ayrýlmýþlardýr. Zâhir ve Bâtýn da böyle bir çizgi ile ayrýlmýþlardýr. Aralarýnda varla yok arasýnda bir çizgi vardýr. Aslýnda ayrý deðillerdir. Ýki yay kadar, hattâ bundan da yakýndýrlar. Bir dâireyi oluþtururlar. Ya da bir noktayý Melekler de bu dâireden, bu noktadan ya da bu bütünlükten baþkasýna secde etmemiþlerdir. Bunun delili de Allah ýn (c.c.) daha önceden de onlara kendisinden baþkasýna secde etmemelerini söylemesidir. Mîrac, bu dâirenin tam olduðunun müjdeleyicisidir. Efendimiz in bize en büyük

Y A


A Y

hediyesi bu dâirenin bir bütün olduðu idrâkýdýr. Dünyâ ve Âhiret de göreceli olarak vardýrlar, fakat birbirlerinden ayrý deðildirler. Bunun idrâkýný yaþamak için verilen anahtar, namazdýr. Bu anahtar da Mîrac sýrasýnda hediye buyrulmuþtur. Bu anahtarý kullanabilen, Ýslâm ý tam anlamýyla yaþar, görünen, bilinen ve görünmeyen, hissedilemeyen, bilinemeyen her þeyin aslýnda bir Tek olduðunu idrâk eder. Bu anlamda aslýnda Efendimiz de Mîrac tan dönmemiþtir. O hep iki yay kadar yakýnlýkta olmakla berâber, tam olan dâirenin görünen, yani zâhir tarafý olmuþtur. Onlar dâim namazdadýrlar âyetinde iþâret edilen, onun ve onun gibilerin bu hâline remizdir. Size sizden bir elçi gönderildi sözünün geçtiði âyet belki de bizlerin duyabileceði en büyük müjde olsa gerek. Dâire nasýl tamamsa, kâinatýn gururu, yaradýlýþýn yegâne sebebi, insanlýðýn þerefi ve Allah ýn habîbi de bizden dir. Artýk bunu bildikten sonra bizim için hiçbir ganîmet elde edilmeye tenezzül edilebilecek kadar büyük deðildir. Hiçbir þey de dert edilecek kadar önemli deðildir. Bizlere sunulabilecek daha büyük bir ikram tasavvur dahi edilemez. Bunu bilen gözler ne þaþar ne de sýnýrý aþar. Onlar yalnýz habîbiyle meþgûl olur. Hüseyin Çalýþkan


düþünceler... Hep söyleriz ya; mi'rac, Hz. Peygamber'in hakîkatine yaptýðý yolculuktur. Gittiði yerde de kendi mânâsý ile karþýlaþtý, kendinden kendine gerçekleþen bir yükselme... Acaba ben mi'rac yapabilir miyim? Yaparsam ne görürüm? Soru bile yanlýþ. Hadi gel þuraya otur, yukarýya doðru kesintisiz bakarak içinden ona kadar say, sonra mi rac yapmýþ olacaksýn. Böyle matematiksel bir anlayýþým var galiba mi racla ilgili Ben bir þeyler yapacaðým, sonra mi raca çýkacaðým. Bir de mi rac deyince bir âlem resmi oluþuyor zihnimde; çok hârika, son derece ulvî, muazzam, muhteþem, ýþýltýlý, þâþaalý bir ortam mi'rac ortamý; mi rac yapýldýðýnda böyle bir ortam yakalanmýþ olacak Ýçinde olduðum ânýn ve ortamýn dýþýnda geliþtirdiðim ve peþinden koþtuðum beklentilerim Acaba kendi kendime bir mübâreklik mi biçiyorum? Ya da okuduðum, dinlediðim, katýldýðým derslerin, sohbetlerin, bana verilen vazîfelerin beni bir gün mübârek yapacaðýný ve sonunda da böyle bir ortamda mi raca çýkacaðýmý mý zannediyorum? Yüksek ihtimalle evet... Sürekli bir beklenti, hem de bir yücelik beklentisi içinde olup da bir gün mi'raca eriþeceðimi nasýl düþünebiliyorum, hayret doðrusu... Neyi neden yaptýðýmý her zamankinden daha çok sorguluyorum artýk... Mütevâzý olmama konusunda

da bir karar aldým. Çünkü ben mütevâzý deðilim, mütevâzý gibi görünmeye çalýþýyorum. Baktým ki bir hâdise, bir kiþi karþýsýnda mütevâzý bir hâl takýnýrken, benzer bir durum karþýsýnda ayný hâlde deðilim. Kiþiye göre hâlim deðiþiyor. Demek ki mütevâzý deðilim. Ya da içimde bir þey hissederken, dýþarýda baþka türlü bir davranýþ içindeyim. Buna da genelde mütevâzýlik deðil, riyâkârlýk deniliyor. Hadi tekâmül diye bir þey var, mütevâzý olmak deðil de olmaya çalýþmak diyelim. Peki belli yerlerde bazý uygulamalar yapýnca mý tekâmül etmiþ olacaðým, bazý yerlerde neden o gayrette deðilim? Her durum karþýsýnda farklý hâle büründüðüme göre demek ki mütevâzý olmaya da çalýþmýyorum. Öyle bir gayretim olsa, ne olursa olsun sâbit kadem dururum. Anlaþýlan, mütevâzý diye takýndýðým hâl, bir gösteriþten ibaret. Zâten esas problem de yaptýðýmýz birçok þeyi baþkalarý için yapmamýzdan kaynaklanmýyor mu? Hâlbuki mi'rac kiþinin kendisi olmasýný, özü ile âþikâr olmasýný gerektirir. Herkes Hakk'ýn kendindeki ismi, özelliði ile O'na yaklaþýr ve hakîkat denilen kendindeki o yere erer. Diyoruz ya, âleme katil de lâzým, edepsiz de lâzým, kötü de lâzým... Ya senin özün de bir þakîlik var deseler ne yapardým? Mi'rac yapmak istemez miydim acaba? Hakîkatimi görmekten korkar mýydým? Neden? Çabuk unutuyorum ama, Hz. Peygamber hakîkatine yükseldi diye biliyorum, okuyorum, dinliyorum...


yavuz celep Mevcut olan herþey onun hakîkatinden vücûda geldiðine göre, þu an kötü diye nitelediðim þeyler de o hakîkat içinde. Kaldý ki benim hakîkatim de o hakîkat içinde... Hakîkatimde bir þakîlik varsa, o da... Þu hâlde neden onu bunu eleþtiriyorum ki, demeyeceðim. Baþkasýný eleþtirmemek çok kolay. Esas problem, kendime olan aþýrý eleþtirim. Çünkü o aþýrý eleþtiriler yüzünden bu sahte davranýþlar. Mütevâzý olmayýp mütevâzý gibi görünme gayretleri, uysallýk, anlayýþlýlýk, iyi kalplilik havalarý... Aþýrý eleþtiriler yüzünden mýþ gibi davranýþlar ki insanlar beni böyle görüp takdir etsin. Etsin ki bu takdir ediliþ, içimdeki eleþtiri oklarýna siper olup, oklarýn dozunu azaltsýn. Ýçimdeki savaþý kendi lehime çevirebilmek için dýþýmda kurduðum bir oyun... Ýnsanlar beni takdir etmesin, hattâ mümkünse zemmetsin. Yok yok, zem de etmesinler. Eleþtiriyi de takdîri de kendi kendime yine kendimin yapmasýný öðrenmeliyim. Mi'rac, kiþinin þahsiyetinin imzalandýðý, mührün basýldýðý bir an diye düþünüyorum. Hattâ bir anda olup biten bir þey deðil, her an yaþanan, her seferinde farklý bir idrakle uyanýþýn gerçekleþtiði anlar silsilesi de denilebilir. Þahsiyet sahibi olmak güzel þey, fakat o ne der, bu ne söyler, þurada ne yapýlýr sorgulamasý devam ederse kendimden uzaklaþýp, þahsiyetsiz kelimesinin dahî yetersiz kalacaðý bir hâle bürüneceðim

Mi'rac, kiþinin þahsiyetinin imzalandýðý, mührün basýldýðý bir an diye düþünüyorum. Hattâ bir anda olup biten bir þey deðil, her an yaþanan, her seferinde farklý bir idrakle uyanýþýn gerçekleþtiði anlar silsilesi de denilebilir.


aรฐaรงlar kalem...



Âlem Zýddýyla Zâhir 1 D R A M A N L I YA H Y Â B E Y

Muhterem karîlerim, hayli uzun vakittir, husûsî meþguliyetlerim sebebiyle, hâl ve gidiþâtýn ahvâl ve þerâitinden mûteber keyfiyetle haberdâr olamadým ve yazýlarýmý sizlere takdim edemedim. Lâkin zuhûrâtý müþâhade ettiðimde, gönlümü huzur kaplamadý deðil. Nasýl kaplamasýn ki efendim, ihvân-ý ahbâbýmýzdan bir kýsým erbâb-ý icraat, kavl-i karar edip bir takým neþriyat iþine destûr almýþlar. Benim ziyâdesiyle meþgûl olabileceðimi hüsn-ü zan etmiþ olacaklar ki, fakir ile teþrik-i mesâî niyetli bir temâsa geçmediler. Ammâ velâkin, deðil mi ki, yolumuz da, menzîlimiz de, istikametimiz de aynýdýr; þeritlerimizin bu neþriyatta kesiþmeyeceði düþünülemezdi ki, öyle de oldu. Efendim, bendenize gönlün her dem ahbâbýnýn mahallindeydi, fakat fizîken neredeydin? , diye suâl ettiðinizi duyar gibiyim. Bilenlerin mâlûmudur, matbuat ve muhâberat mesleðini þahsî irtibatlar seviyesinde icrâ etmekteyim. Bu îtibarla memleketimizin, sayýlarý günbegün tenzîlâta mâruz kalan münevverlerimizi a n b e a n tâ k i p e t m e k tey i m . B u münevverlerimizin baþýnda da, Pür-teslim Müsbet Efendi ve Týk-nefes Menfî Efendi gelmektedir. Mesâimi, kimi zaman mûtat ihtiyaçlarýmý bile aksatma bahasýna, bu

iki güzîde þahsiyetin yanýnda mümkün mertebe ayrýlmadan yerine getirmedeki hassâsiyetimi, Âlem Zýddýyla Zâhir ismiyle mâlûm köþemi muhtelif gazetelerde tâkip eden kadîm karîlerim tasdik edeceklerdir. Sizlere, bu gencecik mecmuâdaki ilk sohbetimizde, vaktiyle aynen yaptýðým þekliyle, bu iki münevverimizin ibret dolu sohbetlerinden hattâ bâzen þiddetli münâkaþalarýndan birini nakletmek arzûsundayým. Kendilerini þâm u seher, iki bedenin müþterek gölgesi gibi tâkip etmemden rahatsýzlýk duymak bir yana, memnûniyet duyduklarýndan olacak, hiçbir teklif olmadan ben yanlarýndayken konuþur ve fikir teâtisinde bulunurlar. Bir Tren Seyahati Günlerden bir gün, Pür-teslim Müsbet Efendi nin tertip ettiði bir seyahat vesîlesiyle Ankara ya gittik. Pür-teslim Müsbet Efendi, âcilen zuhûr eden bir ihtiyâcý karþýlamak için, dededen kalma kýymetli bir arâzinin satýþ devrini bizzat yapmak iktizâ ettiðinden, Ankara ya gitmesi gerektiðini ifâde etti. Yalnýz gitmeyi de aklýndan geçirmediði için, bendenizden Haydarpaþa ya kadar gidip üç tren bileti almamý ricâ etti. Elbette o an Týk-nefes Menfî Efendi de mecliste hâzýr bulunuyordu. Derhâl, sanki Allâh ýn emriymiþ gibi, vâsýta edeceðim vapuru kaçýracaðým endiþesine kapýldý ve beni neredeyse kovarcasýna harekete geçmeye mecbûr býraktý. Ben yanlarýndan ayrýldýktan sonra vukû bulanlarý Pür-teslim Müsbet Efendi den Ankara yolunda tren vagonunda dinledim. Týk-nefes Menfî Efendi, Pürteslim Müsbet Efendi nin ihtiyâcýnýn


âciliyetini abartarak, arâzinin satýþ devrinde bir aksaklýk olmasý evhâmýna kapýlmýþ ve olmayacak iþleri kafasýnda kurarak Pürteslim Müsbet Efendi nýn canýný sýkar gibi olmuþ Bendenizin vapura vaktiyle yetiþemeyeceðimi, yetiþsem bile vapurun Sarayburnu açýklarýnda ârýzalanýp, Boðaz daki akýntýna kapýlýp Marmara açýklarýna sürükleneceði, bozulmasa bile benim uyuyakalýp Haydarpaþa da inmeden Kadýköyü nde, hattâ vapurun Sirkeci ye geri döndüðünde uyanacaðým gibi yersiz kuruntularý da ekleyince, Týk-nefes Menfî Efendi nin hem tansiyonu hem de þekeri yüksek irtifâlarda gezinmeye baþlamýþ ki, imdâdýna yine Pür-teslim Müsbet Efendi nin teskin edici telkinleri ve hâl edindiði tavýrlarý yetiþmiþ. Ben, elimde üç Ankara bileti ile vaktiyle geri geldiðimde, Pür-teslim Müsbet Efendi nin kalbinden yüzüne akseden sâkinlik, Týk-nefes Menfî Efendi ye de intikal etti. Ben, yanlarýnda deðilken yine bir evham fýrtýnasý cereyan ettiðini, Pür-teslim Müsbet Efendi nin býyýk altýndan tebessüm etmesinden anlamýþtým ama yine de, trende lâfý denk düþürüp sormadan edemedim; çünkü kendimi Pür-teslim Müsbet Efendi nin lâtif anlatýmýndan mahrum býrakmak istemedim. TCDD nin Mâvi Treni ninde giderken, Týk-nefes Menfî Efendi nin aklýnýn kendisine oynadýðý oyunlara kapýlarak kurduðu evhamlarýn mâhiyetini sizin hayâl gücünüze býrakýyorum. Pür-teslim Müsbet Efendi, Allah kerim, hele bir pâyitahta ayak basalým, hakkýmýzda hayýrlýsý deyip kendisini, beþik misâli sallanan trenin kompartýmanýnda uykunun kucaðýna teslim etti. Sabahýn erken vakitlerinde Ankara ya vardýðýmýzda, Týk-nefes Menfî Efendi, bu gibi hâllerde mûtat olduðu

üzere, yine uyuyamadýðý için, bizi de Polatlý ya gelmeden uyandýrýp valizlerimizi raftan indirttiði için, trenden ilk inen kendisi oldu. Pür-teslim Müsbet Efendi, yürüme mesâfesindeki Hacý Bayram a doðru gitmek üzere garýn kapýsýndan çýkacaðý esnâda, TýkNefes Menfî Efendi bir damalý vesâit çevirmiþti ki, Pür-teslim Müsbet Efendi, rüþdiye mektebinden tanýdýðý bir arkadaþýný gördü. Kýsmet o ki, bu arkadaþý bize Ankara nýn bürokratik engellerinin birçoðunu, bir fincan kahve içme süresinde geçecek bir kolaylýk saðlayabileceði bir dâirede görev yapýyordu. Pür-teslim Müsbet Efendi, ilgili evraklarý kendisine teslim edip iþlemleri daha gardan çýkmadan halletmiþ oldu. Týk-nefes Menfî Efendi ye de günün ilk kârý olarak, damalýnýn içinde bizi beklerken içine düþtüðü birkaç evham kaldý. Bürokrasi çarklarýnýn büyük bir rehâvet ile döndüðü Ankara da iþlerimiz o kadar çabuk ve kolay hâlloldu ki, hemen tahsilâtý yapýp ilk tren ile Ýstanbul a döndük. Tabiî ki, trenin Eskiþehir den sâdece 13 dakîka rötarlý kalkmasý sebebiyle, Týk-nefes Menfî Efendi nin bu gecikmeyi uðursuzluk olarak yorumlayýp evham malzemesi yapmasý seyahatimizin tuzu biberi oldu. Haydarpaþa ya vardýðýmýzda Ýstanbul, belâlý sevdâlýsý lodosun kollarýnda savruluyordu. Týk-nefes Menfî Efendi nin aklýna ilk ne mi geldi? Onu da müteâkip sohbetimize býrakalým, vesselâm.. (*) Genç karîler için bir not: Dramanlý Yahyâ Bey,

memleketin güzîde mekteplerinde muallimlik ve devletin deðiþik makamlarýnda tercümanlýk vazîfelerinin ardýnda, Bâb-ý Âli nin köklü neþriyat müesseselerinden olan Teferruat Gazetesi nde Âlem Zýddýyla Zâhir baþlýklý köþesinde yazýlar yazmýþ olan, tecrübeli ve erbâb-ý kemâl düþkünü bir Ýstanbul beyefendisidir.


Mîraç, sözlük anlamýyla göðe çýkma, yükselme demek. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) göðe yükselerek Sidret ül Müntehâ ya çýkmýþ, zaman, mekân ve yön olmadýðýný ifâde ettiði katta Allah ile aracýsýz görüþmüþtür. Gözümün nûru dediði namaz, iþte bu esnâda bildirilmiþtir. Göðe çýkmak eyleminin tam tersi, yeryüzüne iniþtir. Hz. Âdem ile Hz. Havvâ, yeryüzüne inmiþlerdir. Âdem, Allah ýn emrini çiðneyerek hatâ yapmýþtýr. Eksikliðini fark, kulluðunu idrak eden Âdem, hemen secde ederek tevbesini dile getirmiþtir. Yeryüzüne iniþle baþlayan serüven, göðe yükseliþle tamamlanýyor. Birbirine taban tabana zýt gibi görünen bu iki eylem aslýnda birbirini tamamlar nitelikte bir ve berâber. Zîrâ Peygamber Efendimizin de bizlere gösterdiði gibi tevâzu sâhibi olmadan, eðilmeden Allah a yakýnlaþmanýn yolu yok. Kulluðumuzun, hiçliðimizin ifâdesi namaz ile, yani arza eðilip secdeye kapanarak Allâh a yakýnlaþýyoruz; týpký secde et ve yaklaþ (Alak 96:19) âyetinde belirtildiði gibi ve týpký Hz. Âdem in tevbesi gibi. Ýniþ, yükseliþ ve tekrar iniþ Hiç bitmeyen bir döngü içerisindeyiz. Baþlangýcý ve sonu belli bu yolculukta bizim payýmýza tek þey düþüyor: Yakýn ve uzak. Allah bizi uzak býrakmasýn. Banu Yýlmaz


VE YÜKSELÝÞ

ÝNÝÞ


aþk üzerine bir dene(n)me Ýki arkadaþ sýnavdan hemen ayný dakikalarda çýktýlar. Zâten birlikte çalýþmýþlardý. Birinin diðerinden daha çok bildiði yoktu. Esâsen konunun bilenecek bir tarafý da yoktu. Yýllardýr okuya okuya ezberledikleri konularýn artýk kýsa bir deðerlendirmesini, felsefesini, edebiyâtýný yapmakla sýnavlardan geçiyorlardý. Ya da onlarýn böyle bir ümidi vardý ve hocalarý da bu hüsnü zanný büsbütün boþa çýkarmamak için lûtfedip geçer bir not veriyordu. Fakat Allah için bu sýnava güzel hazýrlanmýþlardý. Normalde üniversite son sýnýfa gelmiþ olmanýn verdiði bir rehâvetle sýnavlara yalnýzca dersin adýný sorarak hazýrlanýrken bu sabah ders kitabý olarak tavsiye edilen birkaç dergiyi iyiden iyiye karýþtýrarak sýnava girmiþlerdi. Bire on katma yetenekleri de hesâba katýlýrsa neredeyse önlü arkalý üç kâðýt doldurmuþ olmalarý son derece normaldi. Ancak birinin çok düþünüp az yazma alýþkanlýðý nedeniyle geri kalmýþ, ötekinin ise düþünürken yazma huyu sebebiyle öne geçmiþ olmasý muhtemeldi. Kâðýtlarý kürsünün üzerine býrakýrken, hocalarýna baþlarýyla

maðrur bir selâm vermiþlerdi. Bu iþ burada biter hocam, dercesine kendilerinden emin görünüyorlardý. Sen güzel sormuþsun ama bu sorulara da bu cevaplar yakýþýrdý be hocam.. Profesör okuduðu makaleden baþýný hafifçe kaldýrýp öðrencilikte piþmiþ, fakat hayat okulunun bu iki ham yavrusuna yýllarýn aynasýnda kendini görür gibi baktý. Tebessüm ederek bir kanýksamýþlýk hâli içinde tekrar makalesine döndü. Ýki genç, sýnýf kapýsýndan binanýn çýkýþ kapýsýna kadar birbirlerine hava atmakla eðlendiler. Birinci soru zorlamýþtý ama iyi olmuþtu; ona bir cevap yazacaðým diye silkelenip kendilerine gelmiþlerdi. Ýlk silkiniþten sonra açýlmýþ, ikinci ve üçüncü sorularda iyiden iyiye kendilerini aþmýþlardý. Ne yazdýðýný düþünmediðinde iþte o bir zevkti; kalem kâðýtlarýn üzerinde akýp gidiyor, sen onu seyrediyordun. Ýnsanýn kendini seyretmesi gibi bir zevk olabilir mi? Bu, bilginin ötesinde bir dereceydi. Bilgi böyle yazdýrmazdý insana Ýnsan, hatýrlama endiþesi içindeyken nasýl cümlenin öðelerini bir araya getirebilir, nasýl yeni bir þey üretebilir


arzu eylül yalçýnkaya ve bundan bir zevk duyabilir? Bu mümkün mü? Hayýr. Fakat þimdi olduðu gibi sadece eline kalemi aldýðýný ve bir süre sonra doyuma ulaþmýþ olarak bir kenara koyduðunu duyuyordun. Düþünmeden, ne düþündüðünü bilmeden, bilgiyi kendinden çýkararak kendindeki bilgiyi deðil, fakat bilgiyi kendinden alarak yazmak Müthiþ bir zevk.. Yýllarýn zahmetine insan hiç ehemmiyet vermiyor Bir daha olsa yeni baþtan okurum, diyor. Ýnsan kendine ve insana hürmet ediyor. Çöl gecelerinin soðuðunda mübârek alýnlarýndan boncuk boncuk ter akan Resûl e selâm olsun, o kendi hakîkatinden aldýðý vahyi yine kendi vücûdundan ibâret olan ümmetine iletti. Kendinden kendine selâm getirdi. Sonra alýp kendi lisanýndan lûtfetti, kabûl etti. Þimdi bu iki genç de, kendilerinde gizli bir su birikintisini okyanus zannerek az önce orada boðulma tehlikesi atlatmýþ olmanýn heyecanýnda, neredeyse ümmetine vahiy getiren bir nebî-i mürselin heyecan ve yorgunluðunu duyuyorlardý. Daha neler ve neler duyarlardý da bereket versin

içlerinden birisi önce uyanarak: - Þâhým, dedi. Sen þimdi kim ne döktürmüþsündür. Kaç sayfa verdin söylesene, üç? Dört? Vahiy mi iniyordu oðlum? O ne konsantrasyon! Ýnsan arada bir etrâfýna bakar; ne oluyor, arkadaþlarým neler yapýyor, der. Deðil mi ama! - Vezir, sen ne bakýyorsun o oyunlara Yazdýk iþte bir þeyler Üç sayfa doldu herhalde. Seni de gördük oðlum! O minicik minicik yazýnla iki yapraðý gayet güzel döþemiþsin, maþallah. - Öyle þâhým, sen de ben de ne yazdýk be! Helâl hoþ olsun. Bu hoca kýsmý böyledir; hassaten Celâl Hoca! Döþeyeceksin, dökeceksin içini. Baþka türlü not çýkmaz Ýyi oldu, biz de bu arada döktük içimizi. Bakkala komþuya ne varsa diyeceðim hepsini aradan çýkardým. Bütün toplumsal mesajlarýmý bu kâðýtlar vâsýtasýyla kýsaca belirtmiþ bulunuyorum. Þah istifini bozmadý. Baþý sol taraftaki koruluða dönük, yeþeren yapraklar, uçuþan polenler ve az önce baþlayan yaðmurla, ressamýnýn elinden henüz çýkmýþ bir tablo gibi duran bahar için selâma durmuþtu. - Ýþte ben o kadar ileriye vardýrmadým iþi, dedi. Hattâ içim þu an ve her an doludur desek abartmýþ olmayýz vezir.


aþk üzerine bir dene(n)me Demem o ki, konu kýsýr geldi. Neresinden tutsam, istediðim ferah fersah ovalara, özlediðim yüksek yüksek yaylalara çýkmadý, çýkarmadý. Ben de ayný meydanda döndüm durdum iþte, vesselâm. Ama konu verimli çýksaydý, bak o zaman sen gör beni. O zaman üçü beþi dinlemem kitabýný koyardým hocanýn önüne Fakat neyleyim ki gelmedi. Bir türlü gelmedi o zengin konu iþte.. Sol cenahtan sað cenaha her noktanýn hakkýný verdiði yarým bir dâire çizerek arkadaþýna döndü. Biraz mahzun, biraz mütebessim duran çehresinde bir soru bekleyen yâhut bir cevap isteyen fakat her hâlükârda soruyu da cevâbý da bilenlere has kendinden emin bir ifâde vardý. Arkadaþýnýn hâline ârif bir cevapla: - Þâhým! Ben onu bildim, dedi, vezir. Bir müddet bekledikten sonra istenen cevabý verdi: - Aþk.. *** Þimdi birbirlerine bakýp gülümsüyorlar Öyle ya, bir de aþktan ve âþýklýktan söz etmek var. - Aþk dedi, þah. Aþk

Baþka ne olabilir? Doðru bildin vezir. Konu aþk olacaktý ki, bak o zaman ben neler yazýyor, neler söylüyordum. Artýk sayfa mý verirsin, defter mi tutuþturursun elime, bilmem. Beni yalnýz býrakýn, bir kalem, bir de gönlüm bana yeter... *** O akþam öðrenci odasýndaki küçük masasýnýnýn baþýna oturdu. Pencereden görünen manzara insaný saatlerce oyalamaya yeterdi, fakat o bu gün iddia ile söylediði sözlerin aðýrlýðýndan gözünü açamýyordu. Gerçekten eline bir kalem bir de defter verilse, yaz, dense, ne yazacaktý? Aþký mý? Ne mümkün? Ýnsan aþký anlatmaya niyetlense ne anlatabilirdi? Hadi aþk zor soru da insan herhangi bir þeyi anlatmak istese ne söylerdi. Neyi ne kadar söylemiþ olurdu? Ýþte bu bir kalemdir, rengi mavidir, benim için özeldir. Ýþte bir bu masadýr, altýndaki kasadýr, kasamda hiç param yoktur. Ýþbu gün, günlerden Cumadýr, öðlen vakti mescide gitmeli. Mescid secde edilen yerdir, bazýlarý da yatmaya gelir. Þurada duran bir kedidir, tüylüdür, desenlidir. Annem sevmez, komþum kovalar, bana sevimlidir.


arzu eylül yalçýnkaya Tabaktaki portakaldýr. Portakal bir nârenciyedir, rengi kendi rengidir. Pazarcý satar, pazar arabasý taþýr, annem soyar, babam yer. Bana soracak olunursa, ben mandalina severim, portakaldan hazzetmem. Baktý ki mesele mühim, kalktý, pencerenin önündeki kanepeye yöneldi. Burasý odanýn Boðaz manzarasýna en hâkim köþesiydi. Akýp giden nehr-i azîze bakarak düþündü, taþýndý. Boþa koydu, doluyu denedi, ama her defâsýnda bir mâni tadýný kaçýrdý. Demek, ne atlatsa, ne söylese hep kendini söylüyor. O þeyin hakîkatinden bir sýr vermiyor. Eþyâyý, kendinde bulduðu kadarýyla tanýmlýyor. Aþk ise herþeye kendiliðini veren, kendisi bir tanýma gelmeyen Onu nasýl anlatmalý? Ýkindiden beri kendisini baþtan çýkarmaya çalýþýrcasýna renkten renge giren manzaranýn koynunda bir müddet eðlendikten sonra tekrar, Kalemi eline aldý, Ve mahcup olarak þöyle yazdý: - Vezire söyleyin, ben tâc u tahtýmdan geçtim, Saltanatýmý ona býraktým, Zira gördüm ki, Aþk ülkesinde þah deðil, Kul olmak lâzým.


selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan

nefes alan tarifler


Malzemeler:

Fýrýnda Yoðurt Soslu Tavuk

1 bütün orta büyüklükte tavuk (ikiye bölünmüþ olarak) 1/2 bardak light yoðurt 2 diþ ezilmiþ sarýmsak 1 tatlý kaþýðý karýþýk kuru ot (nane, kekik, maydonoz, biberiye vs.) 1 çorba kaþýðý pul kýrmýzý biber 1 çorba kaþýðý öðütülmüþ kiþniþ tohumu 1 rendelenmiþ limon kabuðu ve 1 limon suyu 1 tatlý kaþýðý tuz 2 küçük paket splenda 1/2 tatlý kaþýðý kara biber Hazýrlanýþý: Bir kâsede tüm malzemeyi iyice karýþtýrýp tavuðun her tarafýný bu malzemeye bulayarak terbiye edin. Tavuðu fýrýn ýsýsýna dayanýklý bir kap içinde yerleþtirerek kabýn aðzýný alüminyum folyo ile sýkýca kapatýn. 180 derecede önceden ýsýtýlmýþ fýrýnda tavuðu 40 dakika piþirin. 40 dakikanýn sonunda folyoyu dikkatice çýkartýn; çünkü folyo içinde kalan buhar çok sýcak olacaktýr. Daha sonra tavuðun her iki tarafýný demir ýzgarada, orta ýsýda 30 dakika boyunca piþirin. Tavuðu lavaþ üzerinde, ýzgara edilmiþ kuþkonmaz ile ya da bulgur pilavý veya iç pilav ile servis edebilirsiniz. Âfiyet olsun.


görüþmek üzere...

yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.