TEMMUZ 2011
22.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
insân-ý kâmil
editörden 2011 Temmuz sayýmýzda hepimizden hepinize merhaba, Bu güzel yaz günlerinde yeni bir HER NEFES sayýsý ile karþýnýzdayýz. Bu sayýmýzýn konusu yine ve her zamanki gibi ALLAH AÞKI Konumuza bu aþký en muhteþem þekilde yaþayan ve yaþatan, bu aþkla birbirinden kýymetli öðrenciler yetiþtiren, her biri gerçek bir þâheser olan nice kitaplar yazan ve bu ay sevgilisine kavuþan bir HAK ÂÞIÐINA, gerçek bir ÝNSÂN-I KÂMÝL e, bir SULTANLAR SULTÂNI na ayýrdýk: Ken an Rifâî Hazretleri ne O her dâim canlý olan güzel sultâna sonsuz bir hürmet ve sevgiyle Ýnþaallah himmetleri dâima üzerimizde olsun Bu vesîleyle kendilerinin Sohbetler inden bir bölümle bu vuslat ayýný tebrik ediyoruz. Sevgilerimizle *** Hâfýz Rýzâ Efendi: -Aþk mahlûk mudur? "Ben gizli bir hazîneydim, istedim ki bilineyim - Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en ûrefe (Hadîs-i kudsî)-, gereðince aþk, Cenâb-ý Hakk'ýn sýfatýdýr. Ýþte yukarýda da söylediðimiz gibi, aþk çeþmesinden abdest alan kimse, dünyâyý terk, âhireti terk, varlýðý terk, terki terk denen dört tekbîri bir etmiþ olur. Kendi de o zaman lâ ilâhe katarýna katýlýp gider. Geri kalan ise illâllah olur. Nihâyet nedir, diye sorarsan, baþlangýca dönüþtür." Hâfýz Rýzâ Efendi: -Terk-i terkten, terkten vazgeçmek gibi bir mânâ çýkmýyor mu? "Hayýr. O vakit hakîkat zâhir oluyor ve terkedilecek bir þey kalmýyor. Mâsivallâhý yâni Allah'tan gayri þeyleri terketmek bir mertebe ehli için doðrudur. Fakat bu dereceden yükseldikten sonra göz gayrý görmez ki terke lüzum kalsýn. O zaman lâ mevcûde illâllah olduðu ortaya çýkar. Bunun için onlar terki de terk etmiþlerdir. Beþikteki çocuða baklava, börek, et vermeyi düþünemezsin. Yavaþ yavaþ büyüdükçe onlarý yemeðe de sýra gelir. Mâdemki ben dünya ile doluyum, bu mâsivâ zevklerinden kendimi
sýyýracaðým ki yüzümü âhirete döndürebileyim. Âhireti de terkedeceðim ki cemâle döneyim. Cenâb-ý Hak: Rabbine o senden, sen ondan râzý olduðun halde dön... (Fecir Sûresi, 28) buyurmakla kulunu, ihlâs sâhibi kullarýnýn gireceði kendine has cennetine dâvet ediyor. Çünkü ancak o zaman o kul Allah'tan, Allah da ondan râzý olmuþ olur. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý: Ýstanbul, 2000, s. 511-12).
Sohbetler O sizinle berâberdir. Nerede bulunursanýz bulunun, o sizinle berâberdir haberi Allah tan geliyor. Bu haber insanýn gönlünü ümitle, neþe yle dolduruyor. Eðer kendini tanýsaydýn, sende kimin misâfir olduðunu bilseydin; memnûniyetsizlik, huzursuzluk denen þeyler sana bir daha gelmezdi. Bu yol Allah yolu, kemâl yolu, aþk yoludur. Allah aþkýna Allah a karþý edepli olun. Halk birer perde ve kapýdýr, eðer halka karþý edepli olursanýz, o kapýlar size bir bir açýlýr ve Allah indinde hüsn-ü kabul görürsünüz. Þâyet Allah ýn yaratmýþ olduðu insanlara karþý edep ve terbiye sistemlerine riâyet etmezseniz Allah tan derhal uzaklaþýrsýnýz. Bu yüzdendir ki yakýnlýðý irfan isteyenler, sevk ve ihlâs ehli, dâimâ kýrýk kalbleri ihyâya çalýþtýlar. Hakk ý halkýn aynasýnda görüp mutlak güzelliðin seyrine vâsýl olmak ve bu azamete karþý hayranlýðý kendimize bir mezhep yapmalýyýz. Meþkûre Sargut-Ken an Rifâî nin Sohbet Notlarýndan...
Nazlý Hanýmefendi, elindeki sohbet defterini okurken: Efendim dedi, Rebîa Haným çarþamba meclislerinde þu þekilde bir sual sormuþ: Resûlullah Efendimiz, bana murahhas göndereceðiniz zaman güzel yüzlüleri intihap ediniz, buyuruyor, çirkinler hicranda mý kalsýn, demiþ. - "Ýnsanýn yüzü kitapta yazýdýr. Þimdi meselâ Azîz Efendi'nin yazýsiyle yazýlmýþ bir lâ ilâhe illallah ile Muzaffer in yahut Cemâl'in yazýsiyle yazýlmýþ bir kelime-i tevhîd bir midir? Sen elbet bunlardan güzel yazýlmýþ olanýný tercih edersin ve þüphesiz güzel þeyler güzel mahfazalara konur. Bir pýrlantayý kahve kutusuna yâhut kibrit kutusuna koyarlar mý? Elbette güzel kadife bir mahfazaya koyarlar. Bak ne buyruluyor: Ýnnâilâhe cemîlün yuhibbü'l-cemâl: Allah güzeldir, güzelliði sever. Maamâfih, bu âlemde güzel olmayan bir þey yoktur. Bütün mevcudât, Hakk ýn pertevine mazhar olmak itibâriyle, her þeyde bir güzellik mevcuttur. Ef âlde, esmâda, sýfatta, zatta güzellik var. Fakat zatta olan güzellik hepsini câmîdir. Farazâ bir kimse ehlûllahtan birinin tutumunu, tavýr ve hareketlerini görerek meftun olup ona âþýk oluyor. Bir baþkasý sözlerini iþitiyor, okuyor, ona hayran oluyor. Kimi ise sâdece, ismine âþýk oluyor. Ama bir diðeri, doðrudan doðruya o ulunun kendisine, zâtýna âþýk oluyor, ki bunun içinde tavýr, harekât, söz, ses, isim hepsi dâhil... yâni hem esmâ, hem sýfat, hem ef âl, hepsi mevcut... Çünkü zattaki güzellik bütün güzellikleri câmîdir." Ken an Rifâî, Sohbetler. Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 73-74.
söyleþisö
peygamber âþýðý bir kâmil velî: Ke
Kenan Rifâî Hazretleri nerede, ne zaman dünyayý teþrif etmiþler, çocukluk dönemi, sonraki hayatý nasýl bir seyir izlemiþ? 1867 tarihinde Selânik'te dünyaya gelen Kenan Rifâî, Filibe hânedanýndan Hacý Hasan Bey'in oðlu Abdülhalim Bey'le Hatice Cenan Haným'ýn çocuklarýdýr.
Ýstanbul'da Galatasaray Lisesi ni bitirdikten sonra Bâb-ý Âlî Hariciye Kalemi'nde vazife almýþ, Acem Mektebi'nde tabiat muallimliði yaparken Posta Telgraf Nezâreti'nde Alman müþavir Groll'ün muâvinliðine getirilmiþ, bu arada da Hukuk Fakültesi'ne devam etmiþtir. Oðlunun ilk mürþidi annesidir. Kendisine mânevî dünyânýn, Allah yolunun kapýlarýný açan annesi Hatice Cenan Haným, daha sonra onu kendi mürþidi Þeyh Edhem Efendi'ye teslim etmiþ, bu sûretle Kenan Rifâî'nin mânevî þahsiyeti bu iki mürþid tarafýndan oluþturularak kemâle ermiþtir. Madde ve mânâ dünyâsýný et ve týrnak bilen Kenan Rifâî Hazretleri, günün birinde kendini maarif çatýsý altýnda bularak sýrasý ile Balýkesir Ýdâdîsi, Adana, Manastýr, Üsküp, Trabzon Maarif Müdürlükleri, daha sonra Nümûne-i Terakki ve Medine-i Münevvere Ýdâdî-i Hamîdî Müdûriükleri yapmýþtýr. Tekrar
istanbul'a döndükten sonra Erkek Muallim Mektebi Fransýzca hocalýðý, Tedkikât-ý Ýlmiye Encümen Âzâlýðý, Darüþþafaka Müdürlüðü ve Meclis-i Maarif Âzâlýðý vazifelerinde bulunmuþ, emekliliðinden sonra da on üç sene Fener Rum Lisesi'nde Türkçe hocalýðý yapmýþtýr. Bu lisede yaptýðý çalýþma, dinleri bir bütün olarak kabul ettiðinin ve "Ýnsana hizmet Hakk'a hizmettir" sözünü benimseyip benimsetmeye çalýþtýðýnýn delilidir. Kendilerine göre bütün dinler sýrasý ile mânâ eðitiminin tamamlanmasý için birer basamaktýr. Bundan dolayý aralarýnda sâdece derece farký vardýr. On bir aylýk Balýkesir devri, genç müdürün Allah velisi anne eliyle yükselen mânevî temelinin, artýk mürþidi Edhem Hazretleri'nin taþ taþ iþlenme mesûliyetini bütünü ile üstüne aldýðý devirdi. Hocasý kendilerinin maddî ihtiyaçlarýný kýsýtlayarak, en azla yaþamanýn, riyâzetin temizleyici zevkini tattýrýp ileride halkýnýn bütün acýlarýný paylaþacak olan o mürþid-i kâmili bir mânevî âbide derecesine ulaþtýrmýþtýr. Yine burada bir san'atkârdan mûsikî nazariyatý öðrenmesini ve ney meþk etmesini istemiþ, daha sonra da keman ve piano çalmayý öðrenerek mânevî feyzini öðrencilerine aktarmanýn diðer bir yolu olan mûsikîyi, bestelediði ve güftelerini yazdýðý ilâhileri ile çevresine akýtmýþtýr.
öyleþisöyl
en ân Rifaî
Manastýr Maarif Müdürlüðü sýrasýnda mürþidi Edhem Þah, âlem-i cemâle yürümüþ, yerini kendisine býraktýðýný, mânâ âleminden haber vererek dünyâdan göçmüþ olduðunu bildirmiþtir. Medine-i Münevvere'de Ýdâdî-i Hamîdî müdürlüðü yaptýðý dört sene zarfýnda Þeyhü'l-Meþâyih Seyyid Hamza Rifâî Hazretlerinden, dört sene hizmetlerinde bulunduktan sonra, icâzet almýþlardýr. Bir gün Hamza Rifâî Hazretleri "Oðlum, bilmem ki ben mi senin þeyhinim, yoksa sen mi benim?" demekle Kenan Rifâî'nin vâsýl olduðu mertebenin yüceliðine pek güzel bir þekilde iþâret etmiþtir. Ýstanbul'a avdetlerinden sonra Vâlide Sultan Hatice Cenan Hazretleri'nin inþâ ettirdikleri Altay Dergâh-ý Þerifi'nde irþâd vazifesine baþlamýþtýr. Kenan Rifâî Hazretleri gerçekten de irfanýyla, edebi, erkâný ve aþkýyla, enginliðiyle, alçak gönüllülüðüyle, feyziyle, sohbetiyle, sözüyle, kâmil mânâda inisiye olmuþ ve muazzam bir mürþid-i kâmil ayný zamanda. Kenan Rifâî Hazretlerinin inisiye olmasýnda hangi mürþidlerin rolü olmuþtur? Kabul etmek gerekir ki Hz. Kenan'ýn ilk mürþidi Hatice Cenan Sultan'dýr. Hatice Cenan Sultan derin iç mânâsýný þekillendirecek bir öðretmen ararken Hz. Edhem ile karþýlaþýr. Hz. Edhem onu
cemâlnur sargut
ve evlâdýný eðitmeyi kabul eder. Hz. Edhem, Hz. Þems gibi belki de yalnýz gelecek devrin kendisiyle aydýnlanacaðý bu mürþid-i kâmil için gelmiþtir dünyâya. Benim âcizane bilgim, mürþidiyle Cenan Sultan arasýndaki irþadýn Mýsrî Niyâzî'nin Dîvan'ý vasýtasýyla yapýlmakta olduðudur. Valide Sultan hayranlýkla dinlediði hocasýna, soru sormaya edep ettiðinden Niyâzî Dîvaný'ndan mýsrâlarý iþâretleyerek gönderirler. Hz. Edhem ise cevâbýný gene ayný Dîvan'ýn mýsrâlarýyla verirlermiþ. Kendilerinin torunu Cemil Beyefendi'den ve senelerce çok yakýn yaþamak lûtfuna erdiðim tek oðullarý mevlûthan Kâzým Büyükaksoy Beyefendi den dinlediðime göre Hocam Ken'aner Rifâî ilkokula Filibe'de Alyans Ezrailit mektebinde baþlamýþlar. Zîra anacýðý, mürþidine de danýþarak bu kýymetli evlâdý Filibe'nin en disiplinli, en iyi eðitim yapan okuluna göndermiþtir. Ýlkokulda Hz. Edhem bu son derece yaramaz, son derece zeki çocuðu muazzam bir sabýrla eðitir. Âdeta yoðurur. Hz. Edhem'in Ýstanbul'da Eminönü'nde Posta Nezâreti'ne memur olarak tâyininden sonra Vâlide Sultan ve âilesi de istanbul'a göçerler. Ve Kenan Rifâî bu sefer istanbul'un en iyi ve en disiplinli okulu olan Galatasaray Lisesi'ne baþlar ve bir taraftan yaramazlýðýyla öðretmenlerini yýldýrýrken bir yandan da zekâsý ile hepsini kendine hayran býrakýr. Hatta büyük edebiyatçý Muallim Nâci: Yok senin gibi ceylân mýsýn nesin Bu hüsn-ibadle Yusuf-u Ken'an mýsýn nesin?
söyleþisö
peygamber âþýðý bir kâmil velî: Ke
derken öðrencisine duyduðu hayranlýðý anlatýr. Hocam kendi lisânýndan kendini anlatýrken bu devresini "onsekiz yaþýma kadar bir delikanlýnýn yapabileceði hatâlarý iþledim. Mânevî hazzým sâdece dünyâlar kadar sevdiðim anacýðýmýn hafta sonlarý eve geldiðimde secdede gördüðüm mübârek baþýydý" diye deðerlendirir.
Daha sonrada Vâlide Sultan, oðlunu mürþidinin mânevî terbiyesine teslîm eder. Senelerdir belli etmeden maddîmânevî irþâdý ile yoðrulduðu Hz. Edhem'in bu sefer bilinçli bir þekilde öðrencisi olmuþtur. Tabîi hocamýn modern eðitimi düþünülürse bu teklifi hiç tereddütsüz kabûlünün, ne kadar ezelî bir nasib olduðunu görmeden edemiyoruz. Hz. Edhem kendilerine riyâzat verir. Dört sene kuru ekmek ve zeytinle nefsine hâkim olmayý öðrenir. Bu Kadirî meþrepli þeyhin mânevî varlýðýný yoðurmasýyla Peygamber (s.a.v) aþkýný tanýyan hocam, Medine arzusu ile yanmaya baþlar. Ve nihâyet Medine mâcerâsý baþlar. Kedilerine, köpeklerine bile âþýk olduðu Medine'de bu sefer Hamza Rifâî Hazretleri ile karþýlaþýr. Bizim bildiðimiz, bu büyük Rifâî þeyhinin, hocamýzý eðitmek için Peygamberimizden emir aldýðýdýr. Böylece Rifâîlik yolunun âdablarýný öðrenir; týpký Hz. Þems'in her gece iki saat Sultan Veled'e Mevlevîlik tarîkatinin usûllerini öðrettiði gibi. Hattâ çok da coþkundur, devre devre
öðrencisine Acaba sen mi benim mürþidimsin, yoksa ben mi senin? diye soracak kadar.
Rifâîlik icâzeti ile Ýstanbul'a gelen Ken'an Rifâî, þeyhi Hz. Edhem'den "sendeki bu mânâ yine sende kalmasýn, insanlara daðýt" emrini alýnca, ne yapmalýyým? diye düþünür. Herhâlde gönlünde bu sonsuz bilgiyi okullarda vermek fikri olmalý ki daha sonra tekkeler kapanýnca tasavvufun akademik yollarla aktarýlmasý gerektiðini söyleyip durmuþlardýr. Ama o devirde okullar bunu kaldýrabilecek durumda deðildir. Galatasaray Lisesi'nden yakýn arkadaþý Server Bey'le karþýlaþýrlar. Sever Bey, Diþ Hekimliði Okulu'nda dekandýr, Kenan Bey ise Terakki Encümeni'nde. Beyazýt'ta karþýlaþýrlar. Server Beyefendi kendisinden yaþça küçük... Arkadaþýný gördüðü an, kaderinin ezelden onu, bu büyük mürþide baðlamýþ olduðunu hisseder ve 'babam, aðabeyim' diye hitâb ettiði arkadaþýnýn yanýndan hiç ayrýlmaz. Birlikte Ýstanbul'daki tekkeleri gezerek âdab ve erkân öðrenirler ve açýlacak dergâhýn düzenini belirlerler. Hocamýz plânýna yardým ettiði harem ve selâmlýk bölümünden oluþan Altay Dergahý'ný böylece oluþturur. Ýrþad baþladýktan iki sene sonra Perþembe günleri Mesnevî þerhlerine baþlarlar. Dersler o kadar
öyleþisöyl
en ân Rifaî
tesirlidir ki, mesnevîhanlar derslere iþtirak etmeye baþlar. Ve haber Konya'ya gider. Çelebi âilesi duyduklarýndan etkilenerek kendisine Mevlevî icâzeti verirler. Böylece üç tarîkin þeyhliðini yapan Hocam, bir yandan da aþkla yazdýðý þiirlerini besteler. Bu bestelerden bir tanesini Vâlide Sultan ile birlikte gittiði Bursa gezisi sýrasýnda Nilüfer Çayý'nýn kenarýnda kemanýyla çalar ve okur. Dâvûdî ses ve hârikulâde güftesiyle bu eser: Taþýp can bahri attý taþra beni Cemâlin gizlemekçün verdi teni Gönül ister ki çâk etsin bedeni Ayân etsin bütün uþþâka seni Revâ mý girye-nâk etmek seveni Yakýp üzmek senin aþkýn çekeni Verir bir gamzene Ken'ân bu teni Diler görmek beni sen, sende beni
Nilüfer çayýný taþýrýr. Vâlide Sultan bu hâdiseyi görünce oðluna ricâ ederek susturur ve bu þekilde taþan çayýn þehre zarar vermesi engellenir. Bu hâdise, kendilerinin talebesi Semiha Cemâl Haným tarafýndan bir Þâzelî müridine anlatýlýr. Bu mürid, þeyhine bunu aktarýnca þeyh bundan çok etkilenir ve mânâsýnda Hz. Þâzelî, kendi sülâlesinden gelen bu þeyhe, Hz.
cemâlnur sargut
Ken'an'a Þâzelî icâzetini vermesini söyler. Böylece dört tarîkin tevâzû, ilim ve heybet, aþk ve þükredebilmek için dünyâyý dolu dolu yaþamak mânâlarýný ihtivâ eden bu dört meþrebin birleþtiði yepyeni bir devrin aydýnlatýcýsý olur.
Anneannem, bir keresinde kendilerine bütün arkadaþlarýnýn Rifâî olduðunu, kendisinin ise neden Kadirîliði seçtiðini anlayamadýðýný ifâde edip üzüldüðünü söyleyince Hocam bütün bu anlatýlanlarý birleþtirecek þekilde þu cevâbý verirler: "Sen yollarla meþgûl olma, Tarîk-i Muhammedî'de ilerlemene bak. Eðer mürþidin gerçek bir öðretmense seni Allah'ýna ulaþtýracaktýr. Ýþ, Kadirîlikte, Rifâîlikte deðil, Ken anîliktedir. Medine'ye gittiklerinde resmî vazifesi devam ediyor mu? Medine'ye atanýyor fakat resmî mertebesinden düþerek, maddî makamýndan düþerek kendi isteðiyle ona râzý olarak... Ve iþ Medine'ye gelmek deðil, iþ Medine'nin kedisine, köpeðine âþýk olabilmek. Çok önemli bir hikâye anlatýrlar Sohbetler kitabýnda. Birisi Medine'de on senedir yaþýyormuþ, orada bir zat varmýþ, gelmiþ demiþ ki: "Ne mutlu, sen on senedir buradasýn... Peki, kaç kere gördün Hz. Peygamberi? Adam cevap vermiþ: "Hiç görmedim." "A yazýk, o zaman sen burada yaþýyorsun sayýlmaz, evin sâhibi sana vechini göstermeden yaþamýþsýn." Bu þekilde biliyorsunuz çok hikâyeler var. O devirde Kabri Þerîf in yanýna girebiliyormuþsunuz.
söyleþisö
peygamber âþýðý bir kâmil velî: Ke mirac
Hocam, Peygamber in baþucunda sabahlara kadar aðlarmýþ. Halîfeleri Cemâl Efendi, Hz. Muhammed in (s.a.v) Kenancýðým, artýk yeter. Üzülüyorum, dizlerin aðrýyacak diye seslendiðini ve oradaki herkesin bunu duyduðunu nakletmiþler. Öyle bir Peygamber aþký ki hiçbir þekilde anlatýlmasý mümkün deðil. Biz Hocamdan bir insanýn kemâlinin ölçüsünün Peygamber ve Ehl-i Beyt'e karþý hissttiði sonsuz aþk olduðunu öðrendik. Ýnsan-ý Kâmil ya da Kutb'ul Aktab arýyorsanýz Hz. Peygamber ile olan iliþkisine bakýn... Dolayýsýyla Hz. Ken'an Rifâî'yi tarif için en güzel ifâde Hz. Muhammed âþýðý bir veliyullahtýr olacaktýr. Kenan Rifâî Hazretlerinin orada dört yýl kaldýðý, hatta bir dergâh açtýðý söyleniyor...
Hocam Medine'de deðil, dönüþünde Ýstanbul'da þeyhinin emriyle dergâhýný açmýþ. Medine'de eðitim görmüþ, ama ayný zamanda mürþidine dahî hâliyle mürþitlik yaparak tesir etmiþ. Medine'de o zaman da bugünkü gibi taassup hâkim. Meselâ öðrencilerine ilâhi öðretiyorlar ve sene sonu müsâmeresinde öðrencilerine bu ilâhileri söyletiyorlar. Kendilerinin anlatýmýyla, Mescid-i Nebevî de Kur'an okuyan mübârek bir zâtý hocam bu mükâfat daðýtma merâsimine dâvet eder. Adamcaðýz hürmeten dâvete
icâbet eder. Ertesi gün Harem-i Þerîf te hocamýn yanýna yaklaþarak aman oðlum, ver elini öpeyim der. Hocam ise bütün tevâzuuyla ben senin ayaðýndan öpeyim buyurur ama adam ýsrarla eline uzanýr ve "Resûlullah dün gece beni rüyâmda azarladý, çünkü ben içimden seni bid'at yapýyor diye eleþtirmiþtim ama Peygamberim 'Sen onun iþine ne karýþýyorsun?' buyurdular" der. Böylece görüldüðü gibi o, Medine'de gönül tekkesinde irþâda baþlamýþ, Medineliler genç müdürü o kadar sevmiþler ki kendilerine Medine Babasý adýný vermiþler. Zîrâ Hocam üç ay içinde Türkçeyi Araplara, Arapçayý Türklere öðretecek bir risâle hazýrlayacak kadar halk meselelerinden haberdar. Böylece o Medine'ye âþýk, Medine de ona. Dolayýsýyla orasý Hocam için aþktýr, tevâzûdur, eðitimdir. Orada bazý Bedevî aþîretler arasýndaki düþmanlýðý giderdiði, onlarý barýþtýrdýðý yolunda rivâyetler var...
Evet Gandhi gibi. Mutasavvýf, hangi mekânda olursa olsun, hangi ismi alýrsa alsýn onun güzelliði ve düþüncesi ön plana geçiyor, "O böyle düþünüyorsa doðrudur" diyor insanlar. O zuhûrat olduðu zaman, kendi yok oluyor; kendi yok olunca, düþüncesi Allah'ýn düþüncesi oluyor ve o bir güzellik var ediyor. O düþünce sizin de buyurduðunuz gibi ya çok büyük Celâl tecellîsine sebep oluyor,
öyleþisöyl
en ân Rifaî
ya da çok büyük Cemâl tecellîsine... Çok seveni olmuþ, Medine'de çok seveni olmuþ. Dolayýsýyla da çok büyük hizmetler vermiþler. Orada taassubun hâkim olduðu katý tutuma hiç kabûl edilemeyeceðini düþündüðümüz yumuþak bir mânâ getirmiþ. Þunu belirtmek lâzýmdýr ki, bütün öðrencilerinden duyduðum bir þey var, aslâ ve aslâ Araplar aleyhine konuþturtmamýþtýr. Tenkid edilecek yanlarý da olsa. "Peygamberim oradan zuhûr etti, konuþulmaz aleyhlerinde" demiþtir. Týpký Araplar aleyhine konuþturtmadýðý gibi, hiçbir devlet büyüðü aleyhine de konuþturtmamýþtýr. Herkese ve her þeye hürmet etmiþtir. Yani tevhid anlayýþýný yaþamak için Kenan Rifâî'yi bilmek ve yaþamak lâzým. Cemâlnur Sargut, Ken ân Rifâî ile Aþka Yolculuk, Sufi Kitap, Ýstanbul, 2006
cemâlnur sargut
Ýnsan-ý Kâmil ya da Kutb'ul Aktab arýyorsanýz Hz. Peygamber ile olan iliþkisine bakýn... Dolayýsýyla Hz. Ken'an Rifâî'yi tarif için en güzel ifâde Hz. Muhammed âþýðý bir veliyullahtýr olacaktýr.
ben kime benzemek istiyorum? Yýllardýr, aklýmý kurcalayan bir soru dolanýp durur içimde... Herkes kime benzemek istiyorsa ona baksýn demiþ ya bir gün Kenan Rifâî Hazretleri, iþte o günü yaþarým zaman zaman. Ben de oradayým ve kime bakacaðýmý bilemiyorum, þaþýrmýþým, kendisine bakmak ne haddime, seçilmiþlik gerek. Ya diðerlerine? Hayýr o da olmaz! Pek çoðunda benim aslâ ulaþamayacaðým vasýflar var; abesle iþtigal olur. Belki bâzýlarýna da benzemek istemiyorum. Peki, ben kime bakayým? der dururum yýllardýr. En iyisi kendime bakayým. Benim, benden baþka kim gibi olabilme ihtimâlim var ki ? der ve karar veririm kendime bakmaya. Ama içim bir türlü tatmin olmaz, bilirim ki yanlýþ deðil ama eksik. Evet, kendimden baþka bir þey olamam ancak emrin içinde benzemek ten bahsedilmiþ, demek ki ben benden baþka birine deðil ama içinde en
mükemmel ben olan birine benzemek istemeliyim. Bu gece, kime benzemek istediðimi buldum. Kararýmý verdim ve Ben sana benzemek istiyorum Efendim! dedim. Senin gibi affedici, senin gibi âdil, senin gibi anlayýþlý, senin gibi eðriyi doðrudan ayýran ama eðrinin de hâlinden anlayabilen olmak istiyorum. Buldum bulmasýna da, emrin içinde bakmak da var! Ben kime bakacaðým þimdi? Seni bu gözle görmek ne mümkün? derken Ben görmediðim Allah a tapmam diyen Hz. Ali geldi aklýma, o zaman baþýmý kaldýrdým ve haddim olmayana baktým! O nu deðil, O nun aynasýnda kendimi gördüm! Ben ne kadar küçüktüm, ne kadar kusurlu... Ýþte o zaman O nun büyüklüðü aþikâr oldu, rahatladým, þýmardým. Ben dedim, bundan sonra hep seninle olmak istiyorum, bütün hatâlarýmla, bütün edepsizliðimle kapýndayým artýk! Senden baþka gidecek yolum, senden baþka dönecek yönüm yok. Edepsizim ama çâresizim, baðýþla! Meral Hasýrcý
KONAK
can ceylan
Dar bir sokak; giriþteki câmi sanki nazar boncuðu. Saðdaki konak; selâmlar caddeden giren yorgunu. Konaðýn yenilenmiþ eski bir güzelliði var. Ýçinde yaþamýþ, yaþlandýkça güzelleþen insanlar. Önündeki birkaç basamaðýn yüksekliðini çýkanlar bilir. Bu dünyâdaki bambaþka bir âleme buradaki kapýdan girilir. Giriþteki çeþme, ha akýttý ha akýtacak sanki suyunu. Ýçmedim ama, Zemzem e baðlý zannederim kuyusu. Çeþme sað eliyle tutar sürükler üst kat merdivenine. Zahmeti aynýdýr merdivenin hem çýkana hem inene. Zemin, birinci kat derken, varýlýr en üst kata. Baþlar, seslenilmiþcesine döner sað tarafa. Bir eve sýðdýrýlmýþ bu bambaþka âlem; Efendisi farklý. Yeni duvarlarda geçmiþin eskimeyen hoþ sedâlarý saklý. Aðýrlýðý biner içerideki ebedî haþmetin vücûda. Derinden duyulur bir mûsýkî, o zaman söyletilen kemana. Gâipdeki kudümden sonsuz bir kün sesi duyulur. Bu sarhoþluk ile o gülistan odaya buyurulunur. Odadaki her bir zerre, ayný þeyi anlatýr. Buradan çýkýnca bil ki, aklýnda Vahdet kalýr. Dudak deðesi bir zemin, eller açýlasý bir tavan. Söyle derdini; hayýrlýysa kabûl olur burada duân.
gönül daðý
Melike Türkân Baðlý
Bizi fersah fersah öteden getirdiler, denizler gösterdiler, denizlerden nehirlere döndüler yolumuzu, yaylalara çýkardýlar, vâdilerden geçirdiler... Bir daðýn karþýsýna oturttular. Dað, týrmanýlasý deðil; seyrine bakacaðým. Yükseklerinden eteklerine doðru dökülen sularýn pervâsýz çaðýltýsý eþliðinde gözümü yüzüne bakýp dalacaðým. O yüze bakýp dinleneceðim. O yüzden sýr dileneceðim. Dinlenmeyi de dilenmeyi de bilirmiþim gibi... Yüzünden bakýnca daða, görüyorum ki aðaçlar var; yüzünden bakýnca
aðaçlara, görüyorum ki dallar var, yapraklar var... Dallar kýpýrdýyor, yapraklar kýpýrdýyor: Aðaçlar salýnýyor. Görüyorum ki karþýmda nefes alan bir dað var. Daðýn göðsü inip kalkýyor; dað, göremediðim boþluklarýnda deðiþik kokularý, sesleri, ýþýðý ve hacimleri gezdiriyor. Baðrýna bastýðý caný ve canlýlarý, bitkilerle ve renklerle sakladýðý çýplaklýðýný onu seyrederken hayâl bile etmediðimi þimdi farkediyorum. Daðdaki yeþiller ince ince dalgalanýyor. Yeþillerin þen-þakrak olanlarý var: Taze, yeni doðmuþ, parlak...
Yeþillerin hüzünlü olanlarý var: Sarýya çalan, düþünceli... Yeþillerin karanlýklarý var: Koyu, kuytu ve derin... Yeþilin karanlýklarý nasýl da çekici... Derinlerine bakýyorum, derinlerine dalýyorum; ben bakýnca koyuluk artýyor, dað kendisini bu koyu yeþile kapatýyor. Apaçýk bir sýrrýn karþýsýnda çâresizim. ***
Pencerenin önünde, daðýn karþýsýnda, bu Haziran gününde biraz da üþümüþ bir hâlde, dün geceki yorganýma sarýnýyorum. Daða, doyamayacaðýmý ve onu tam olarak anlayamayacaðýmý bile bile bakmaya devam ediyorum. Dað, senin sularýný çaðlýyor, senin nefesini alýp veriyor Dað, seni anlatýyor Dað, seni sýrlýyor. Dað, sana meraklandýrýyor Dað, sana kavuþturuyor Dað, seni özletiyor. Dað, haberci; dað, sýrdaþ
nehaber ne haber?
Kenan Rifâî Seçkin Ýslâm Araþtýrmalarý Kürsüsü ne atanan Prof. Juliane Hammer TÜRKKAD Ýstanbul daydý...
Türk Kadýnlarý Kültür Derneði (TÜRKKAD) Ýstanbul Þubesi nin North Carolina Üniversitesi Dinî Etütler Bölümünde 12 Þubat 2009 da kurduðu kürsü faaliyete geçiyor. 2000 yýlýndan beri North Carolina ve Duke Üniversitelerinde Ýslâm Tasavvufu üzerine dersler veren TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi Baþkaný Cemâlnur Sargut þunlarý söyledi: Bu kürsünün açýlmasýndaki temel amaç, zaman içinde Ýslâm dininin tasavvufla birlikte yaþanýr hâle geldiðini göstermektir. Kenan Rifâî Ýslâm Araþtýrmalarý Seçkin Proförlük Kürsüsü mârifetiyle, Ýslâm ve tasavvuf ile birlikte, Hz. Peygamber in mânâsý ve onun ahlâk anlayýþý akademik yaklaþýmla anlatýlacaktýr. Bizler Ýslâm a hizmet etmenin zevkini yaþýyoruz. Bu kürsüyü kurarken Türkiye de öðretilen ve yaþatýlan Ýslâm ýn ABD de anlaþýlmasýný saðlamayý, savaþan topluluklar
olmadýðýmýzý, gerçek cihadýn bencil egomuzu yenmek olduðunu göstermeyi amaçlýyoruz. Bu kürsünün, ABD de ve dünyâda, anlatmak istediðimiz mânânýn yaygýnlaþmasýný saðlamak üzere kurulabilecek diðer kürsülere öncülük etmesini temenni ediyoruz. Ýslâm dinini, tasavvufî bakýþaçýsýyla anlatabilmek amacýyla 12 Þubat 2009 tarihinde Chapel Hill North Carolina Üniversitesi, Dinî Etüdler Bölümü nde Kenan Rifâî Ýslâm Araþtýrmalarý Seçkin Profesörlük Kürsüsü (Kenan Rifâî Distinguished Professor of Islamic Studies) kurulmasýnýn ardýndan gelinen son aþamada kürsünün baþýna Prof. Juliane Hammer getirildi. TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi baþkaný Cemâlnur Sargut ile bir nezâket görüþmesi gerçekleþtiren Julianne Hammer, Türkiye de olmaktan ve böyle deðerli bir grubunun kurduðu önemli bir kürsüde görev almaktan târifsiz mutluluk duyduðunu ifâde etti. Ayný üniversitede tarih profesörü olan Cemil Aydýn la evli ve iki kýz annesi olan Juliane Hammer TÜRKKAD grubu tarafýndan sevgiyle karþýlandý.
rnehabern cem창lnur sargut
efendi sevgisi Evlâtlarý onun ism-i þeriflerini bile sürekli kullanmaktan imtinâ ettikleri için daha çok Kendileri diye zikrederler. Ýsmi her anýldýðýnda sað el kalbin üzerine götürülüp âdetâ sýcaklýðý burada hissedilir, baþlar derin bir haþyet ile öne eðilir. O ise tüm evlâtlarýnýn kendisine gösterdiði saygýnýn fevkinde bir tevâzû içindedir. Çünkü Kendileri denilenle neyin kastedildiðini en iyi kendileri bilir. Efendi ye gösterilen saygý ve hürmet þüphesiz muazzamdýr. Bununla beraber hürmetin ondaki zuhûru baþkadýr. Bütün gün ona hizmet eden gözlüðünü hep ayný yere koymalarýnda, giysilerine gösterdikleri ihtimamda ve hatta yarýsýný içtikleri sigaralarýný büyük bir nezâketle söndürüþlerindeki saygýyý düþünüyorum bâzen Cansýz eþyâya karþý bile gösterdikleri bu derin vefâ benim ona olan vefâ bilincimle karþýlaþtýrýlabilir mi? Biz onu severiz. Fakat onun bize olan sevgisinin karþýlýðýný hangi kalb verebilir? Sizler benim defterimin sayfalarýsýnýz. Bu sayfalarý kirletmeyin sözünde bizleri sâhiplendiklerinin müjdesi vardýr. Talebelerini o kadar çok sevmiþtir ki, artýk sen ve ben aradan kalkmýþtýr. Beni sevmek istiyorsan benim sevdiklerimi sev. Ben ise herþeyi severim. Bu sözün üzerine tekrar düþünüyorum Efendimi sevip sevmediðimi Daha yolun ne kadar baþýnda olduðumu daha iyi anlýyorum düþününce. Sevemediðim her þey aslýnda Efendi huzûrundan uzakta kalýþýma bir iþâret. Bu iþâreti algýlayabilmek bile benim için büyük bir devlet! Eðer huzûra kabûl edilirsem her yerde ve her an, nasýl derin bir saygý ile tir tir titrerdim kimbilir? Bir gün Cemâlnur Hocam gördükleri bir grup Hindu kadýnýn Tanrý kabul ettikleri bir fil heykelinin ayaklarýný sütle yýkarlarken nasýl derin bir saygý içinde olduklarýndan övgüyle bahsetmiþti. Onlarýn filin ayaklarýný yýkadýklarý gibi ben ancak Efendimin ayaklarýný yýkayabilirdim demiþti. Bazen kendimi bu derin saygýnýn içinde düþünüyorum. O zaman ben de Efendim gibi gözlüklerimi her akþam ayný yere koyar, etrafýmdaki tüm eþyâya onun gösterdiði saygýyý gösterirdim. Belki o Hindu kadýnlar kadar olup fil heykelinin ayaklarýný sütle yýkayabilirdim Efendi yi sevmek iþte bu yüzden önemli. Hüseyin Çalýþkan
Sâhip olduðumuz beþ duyudan biri olan görmek ile algýlýyoruz en çok bu dünyâyý. Ýzlediðimiz bir film, yeni açmýþ çiçek, dalgalanan deniz, top peþinde koþturan çocuklar, otobüse yetiþmeye çalýþan yaþlý teyze, duvarda asýlý tablo, köþedeki dilenci, geceyi aydýnlatan dolunay, köþeye kývrýlmýþ kedi ve daha nicesi, yaþadýðýmýz dünyâya gözlerimizden açýlan birer pencere. Göremediklerimiz de var elbet ama ben daha çok neyi gördüðümüzü merak ediyorum ya da gerçekten görüp görmediðimizi. Zîrâ Kenan Rifâî Hazretleri tasavvuf nedir? sorusuna gönül bilgisidir diye cevap veriyor ve ekliyor: Tasavvuf güzel ahlâktýr, güzel ahlâk ise edebdir, edeb ise Hak tan baþka bir þey görmemektir. O hâlde âlemin gözbebeði olan insan, Hakk ý gönül gözüyle görmekte, Hakk da bu âlemi ve bizleri yine bizden seyreylemektedir. Olaylara gönül gözüyle bakarak gönül bilgisine vâkýf olan insan, madde ve mânâyý birlemekte, þekil ve rûhu bir görmektedir. Kenan Rifâî Hazretleri bunun örneðini þu þekilde vermektedir: Benim üç gözlüðüm var. Biri yakýný gösterir, ötekini uzak için kullanýyorum, üçüncüsü ile de hem yakýný, hem uzaðý görüyorum. Yani bunda iki türlü görüþe de elveriþli camlar mevcut. Eðer yakýn gözlüðü ile uzaða bakacak olsam
temâ mut
âþâ-yý tlak
baþýma dönme veriyor, kezâ uzak gözlüðü ile de yakýn bir þeye baksam ayný hâl vâkî oluyor, fakat üçüncü böyle deðil. Yani madde ve mânâ âlemlerinin her ikisine de eþit mesâfede durup her ikisini de görebilmeli insan. Böylece izlediðimiz film, okuduðumuz kitap, baþýmýzdan geçen herhangi bir olay bambaþka mesajlar vermeye baþlar artýk ve baktýðýmýz her þeyde Allah ýn sanatýný ve sýfatlarýný hayretler içerisinde görürüz. Görmediðim Rabbe kulluk etmem diyor Hz. Ali ve Kenan Rifâî Hazretleri Her hüsn bir delili kudrettir/Onun temâþâsý aynen ibâdettir diyerek karþýlýk veriyor sanki Zâten daha ezelden belið diyerek her yerden ve her þeyden zuhûr edenin O olduðunu tasdik etmedik mi? O hâlde gelin biz de hem yakýný hem uzaðý gösteren gözlüklerimizi takalým ve her yerde Allah ýn vechini seyredelim inþaallah. Banu Yýlmaz
düþünceler... Bir kýz çocuðu idim durmuþken öylece kapýsýnda. Ben ne Aþk ý biliyordum o zaman ne Rifâîliði. Senede bir geliyordum þehr-i Ýstanbul a zaten. Anneannemi ziyâretten dönerken ille önünden geçiyordum ve her geçiþimde soluklanýp demirlerin ardýna doðru bakýyordum. Sonradan öðrendim adý Galata Mevlevihânesi imiþ kapýsýnda durduðum... Elime bir kitap aldýðým... Zamanla bir siteye girdiðim... Sonrasýnda bir anneye gönül verdiðim... O anne ki öyle bir ana, öyle bir sevdâlý, öyle bir hoca evlâdý... O anne... Mâneviyatýn çöktüðüne îmân ediyordum yurdumda. Hattâ yurdum topraðýndan kaçýyordum belki de bilinçaltýnda. Bana bir kitap verdi anne: Zerrede okyanus var dedi. Ama ben kendimi arýyorum diyecek oldum. Evet, bu kendinden kendine yolculuktur dedi. Ve o müthiþ gülümsemesi ile öylece baktý yüzüme, gözlerime. Bir daha asla benliðimden silinmeyeceðini bilerek mi baktý diye çok düþündüðüm zamanlar oldu, oluyor hâlâ. Öyle ya, hayat bize yuva kurmuþ çok uzaklarda. Toplandýk geldik çok þükür, baþladým bir zaman okumaya. Haftalarca okudum. Okudukça düþündüm. Okudukça sanki daldým deryâlara. Var zaman, bir zaman beni
aldý bir heyecan. Gecem oldu gündüz, günüm oldu gece. Kalben geceleri hayat bulmaya baþladým, madden biraz da mecbûriyetten gündüzleri. Ýmkâný olabilir miydi bu kadar okur-yazar olmuþken bir kitaptan hayat alabilmenin? Ýnsan olma sanatýnda diyordu, tasavvuf hem baþlangýç hem son noktadýr. Ve tasavvuf güzel ahlâk, gönül bilgisidir. Ýncitmemek ve incinmemektir. Dostlarý bilemem ama ben o noktada epey durdum. Ara verdim. Okumaya deðil, ama kendim olmaya ara verdim. Önce tek tek kýrdýðým insanlarý düþündüm o zamana dek, çoðu istemeyerek. En az bir elin parmaklarý kadar var idiler. Sonra kýracaðýmdan emin olduklarýmý düþündüm. Eh, onlar daha da çoktu. En son kýrýldýklarýmý düþündüm. Sayýsý en az olan onlardý ama en çok onlarý düþünürken yorulmuþum. Ýçim alev almýþtý. Baktým içim bundan öte harâbe. Bu böyle olmayacaktý. Dedim Ey Koca Kitap, Ey Rifâi, ne etmeli? Dedi ki Tasavvuf rûhun özgürlüðü demektir. Ve devam etti: ...Demek oluyor ki bir insan kendi vücûdu memleketinde sûlh ve salâhý temin etmezse baþkalarýna karþý da sûlh, salâh ve adâleti temin eyleyemez... Birden aklýma Yunus Emre nin sözleri geldi:
sesil çetindað Yunus Emre der hoca, Gerekse var bin hacca, Hepisinden iyice, Bir gönüle girmektir. Anladým ki Kenan Rifâî bizden dost ehli olmamýzý istiyor. Onun için herþeyde birliði görebilmeye ve tevhîde yol gösteriyor. Dostla iyi geçinmenin, düþmaný idâre etmenin gerekliliðinden bahsediyor. Aradan dört sene geçti. Bilmem hiç yol aldým mý ama daha dün bir kalb daha kýrdým. Bu iþ çok zor vesselâm. Bir adým ileri, üç adým geri gitmek kaçýnýlmaz. Bu yol mücâdele yolu. Birlik ve güzellik yolu. Güzel olan herþey zor... Gönül koymadýkça... Keþke kafelerde oturan, yollarda baþýboþ dolaþan kardeþlere diyebilsem yanýbaþýnýzda ne deryâlar var diye. Hiç deðilse kýymet bilin diyebilsem. Gidin kapýlarýný aþýndýrýn, eteklerini býrakmayýn diyebilsem. Özlemi biz çekelim ama bâri siz susuz kalmayýn diye diye, deliler gibi dönedursam... Keþke ben de oralarda halkýn içinde olsam. Benim bu vesîle ile duâm olsun dileðim. Bileðinden, gönlünden verip çalýþan dostlarýma. Yazdýrana, yazana, aracý olana. Kurak çöllerde bir damla suyumuz olana. Yaradan a... Sonsuz teþekkürler olsun. Muhabbet olsun.
Bana bir kitap verdi anne: Zerrede okyanus var dedi. Ama ben kendimi arýyorum diyecek oldum. Evet, bu kendinden kendine yolculuktur dedi.
aรฐaรงlar kalem...
Âlem Zýddýyla Zâhir 2 D R A M A N L I YA H Y Â B E Y
Muhterem Karilerim, Bir önceki yazýmýzda sizler gibi münevver bir muhâtaba hitap etme fýrsat ve imkâný bulmuþ olmanýn bendenizi ziyâdesiyle mes ûd ettiðini söylemeden edemeyeceðim. Buna ilâveten, sizlerle yeniden müþerref olduðumda hangi kelimeleri kullanma ve hangi cümle-yi âcizâneleri yazma husûsundaki heyecânýmýn beni fevkalâde bîkarâr ettiðini de peþînen ifâde etmek isterim. Efendim, mâlum-u âlîniz, bir evvelki yazýmýzda size, pek muhterem dostlarým Pürteslim Müsbet Efendi ve Týknefes Menfî Efendi ile berâber iken vukû bulan bir hâdiseyi aktarmaya gayret etmiþ ve dilim döndüðünce ve kalemimim mürekkebi yettiðince, bu mümtaz beyefendiler arasýndaki nev-i þahýslarýna münhâsýr münâsebetin sebebiyet verdiði hâl ü ahvâli izâh etmiþ ve bu ikilinin en harâretli mâcera romanlarýný aratmayacak, ancak harfi harfine bizzat yaþamýþ olduklarý hâdiselere köþemde yer vereceðimi ilân etmiþtim. Dikkâtli karilerim hemen hatýrlayacaklardýr ki, Pürteslim Müsbet Efendi ve Týknefes Menfî Efendi ile bir anda zuhûr eden bir Ankara seyâhati mecbûriyetini, zuhûrundaki ânîlik gibi, çabucak yerine getirmiþ ve güzel
Ýstanbulumuz dan ancak bir gece ayrý kalabilecek sabýr ve tâkâtimiz olmasý sebebiyle, ertesi sabah Haydarpaþa Garý na ayak basmýþtýk. Ancak biz Ýstanbul u bir günlüðüne de olsa diðer sevenlerine emânet ettiðimiz için muhâfazasýz kalmýþ olacak ki, bu beldei tayyibetüne rücû ettiðimizde, onu, belâlýsý Lodos un kollarýnda savrulurken bulduk. Belki kendisi bu belâlýdan râzýdýr ammâ ve lâkin, onu sevdâsýyla hýrpalayan Lodos, biz gibi çelebi meþrep zatlara ziyâdesiyle tesir etmekte ve bizi serhoþ bir hâle sokmanýn yanýnda, þehrin diðer kýyýsýna geçmemize de müsaade etmemektedir. Bu güzel bive-i bâkir þehre zorla peçe takarcasýna dört cephesini kapatýp dünyâ ile münâsebeti kesen sis belâsýyla mukayese edildiðinde, biraz olsun merhametli olduðuna kani olabileceðimiz lodos, bu sabah-ý þerifte bizi Haydarpaþa Garý nýn vapur iskelesine mahkûm etmiþti. Evvel emirde Pürteslim Müsbet Efendi olmak üzere, bendeniz de kendisinden kuvvet alarak, istifimizi hiç bozmasak da, tahmin edeceðiniz üzre Týknefes Menfî Efendi hemen, sanki tansiyon ilâçlarýný birkaç gündür almayý ihmâl eden müzmin hastalar gibi, âniden heyecâna teslim olmuþ ve aklýnýn kýsm-ý azâmýný iþgâl ettiðinden zerre miktar þüphe duymadýðým vesvese ve evham çarklarýný döndürmeye baþlamýþtý. H e m e n h â n e - i fa k i r l e r i n d e k i hanýmefendinin, kendisi kadar olmasa da; bunca yýldýr ayný yastýða baþ koymanýn sebep olduðu mîzackârlýk ile, endiþelere kapýlacaðýný düþünmeye baþlamýþtý. Neyse ki, Týknefes Menfî Efendi nin evhâmýnýn þiddetinin artmasý, lodosun þiddetine zýt tesir
etmiþ olacak ki, Þirket-i Hayriye den tevârüs eden buharlý bir vâsýtayla þehrin Ýstanbul tarafýna nâil olduk. Ancak mahalle eþrâfý ile selâmlaþmamýz nihâyet bulmadan, tam da Týknefes Münfî Efendi nin gönlüne göre bir hâdisenin içinde bulduk kendimizi. Mahallemizin muhterem âilelerinden Mayhoþzâdelerin mahdûmeleri Mehpâre Haným kýzýmýzdan hayli uzunca bir süredir havadis alýnamadýðýna þâhid olduk. Biz dahi bu hâdiseye olan hayretimizi gizleyemezken, Týknefes Menfî Efendi nin hâdiseye olan aks-ül amelini varýn siz tahmin edin. Týknefes Menfî Efendi, nasýl olsa ev yerli yerindedir; bir mesele olsa havâdisi tez ulaþýrdý deyip, aklýndaki evham dilimlerine lâyýk yaðlý bir vesvese mevzuu bulmuþ olmanýn keyf ü câzibesiyle, hemen Mayhoþzâdelerin konaklarýna koþar adýmlarla gidip, onlarý teskin etmek yerine, bu ateþe neden körük tutmadýklarý istikametinde azarlamadýðý kaldý. Mayhoþzâdelerin irtibatta olduklarý devlet ricâlinin emr-i âlîleriyle derhâl teyakkuz vaziyeti alan Ýstanbul zâbitlerinin, müsbet olmasa da, menfî bir istihbârat edinmemiþ olmalarý Pürteslim Müsbet Efendi nin dilindeki lâfz-ý þükrü ziyâlendirirken, Týknefes Menfî Efendi, þer merkezlerden emir almýþçasýna, mahallelinin ve diðer mahallelerdeki ekserisi müþterek ahbablarýmýzýn hâl-i müdâfaalarýný zâfiyete uðratmakla meþgûl idi. Mehpâre Haným gibi ecnebî mürebbiyelerden tahsil görmüþ ve ecnebî memleketlerde bulunmuþ, vâkýf olmasý gereken dinî ve mânevî ilimlere ilâveten, Garb ýn müspet ilimlerine de vâkýf olan bir kiþinin, kendi irâdeleriyle, ahbab ve ihvânýný endiþeye sevk edecek bir tavýr içine giremeyeceði ve bu iþin olsa olsa kem
niyetli, bâzý eski Ocak kaçkýnlarýnýn fidye amacýyla yaptýðý bir iþ olacaðý gibi hiçbir mesnedi bulunmayan bir fikir mühendisliðine dalan Týknefes Menfî Efendi, emniyet teþkilâtýnýn âcizliðinden, devletin üç-beþ çapulcunun maskarasý olduðundan baþlayan zehirli vesveseleri, artýk bu memlekette yaþanamayacaðýna ve istikbâlin, Garb ýn müreffeh memleketlerinde olduðuna vardýðýnda, mahallenin gösterdiði muhâlif tavýrdan olacak ki, evhâmýnýn istikameti deðiþtirip hanýmlarýn içtimâî hayata iþtirakleri mevzuunda daha temkinli hareket edilmesi gerektiðine dâir kelâmlar ederek vaziyeti kurtarmaya çalýþtý. Aþâyiþ mevzusundaki icraati erbâbýna havâle edip eve vardým. Yol yorgunluðunun verdiði rehâvetten olacak, selâmlýk kýsmýndaki sedirlere beþ-on dakika istirahat etmek için oturunca uyayakaldýðýmý, Týknefes Menfî Efendi nin alacaklý gi bi, kapýyý yumruklamasýyla uyandýðýmda fark ettim. Týknefes Menfî Efendi, sanki biraz evvel saða sola koþup ortalýðý karýþtýran kendisi deðilmiþ gibi, sâkinleþmiþ ama heyecânýný muhâfaza eder bir hâlde gelmiþ ve Mehpâre Haným ýn saðlýk ve âfiyette olduðu müjdesini vermiþti. Ýstanbul gibi, durmaksýzýn artan nüfusuyla, dünyânýn mahþer mahalli olma istikametinde mesâfe almakta olan bir þehirde, birkaç saat irtibat kurulamayan herkes için seferberlik ilân etmenin, beyhûde bir huzursuzluk meydana getireceðini ve bu huzursuzluðun da, sâkinlerin mâneviyatlarýna dahî tesir edecek lüzumsuz bir hareket olacaðýný bilen emniyet mensuplarýnýn, nazar-ý dikkate deðecek birkaç istihbâratý deðerlendirmeleri netîcesinde, Mayhoþzâdelerin hânelerine ulaþan menfî havâdis, bunca telâþýn bu sefer de, baþa gelecek her ne ise, bunu deðiþtiremeyeceðini ispatlamýþ oldu.
Bizim evin orada, bu aylarda martý yavrularý uçma tâlimleri yapýyorlar. Bir çatýdan diðerine, annelerinin çýðlýklarý eþliðinde uçma çalýþmasý yapan martý yavrularý hep belirli bir dâire içinde annelerinin çizdiði rotayý takip ederek kendi yuvalarýna dönüyorlar. Biraz dinlendikten sonra uçma çalýþmasýna tekrar baþlýyorlar. Tâ ki bu yavrular uçmada olgunlaþýp kendi baþlarýna uçabilene dek... Bu yavrular anneleri olmadan uçmayý öðrenemiyorlar. Veyâ öðrenmiyorlar. a biz uçmayý kimden öðreniyoruz? Önce anne-babamýzla baþlayan, sonra da okulla devam eden öðrenme hayatýmýz kimileri için sonlanýyor, kimileri için devam ediyor. Maddî konularda öðrendiklerimizi bir kenara koyarsak bu dünyâda yaþarken mânevî hayâtýmýzý þekillendiren bir öðretmene ihtiyaç duymuyor muyuz? Doðal olarak bu ihtiyaç dünyânýn varlýðýndan beri var. Bundan dolayýdýr ki büyük yaratýcý, peygamberler göndermiþtir. Ýslâm Peygamberi Hz. Muhammed en büyük öðretmendir. Onun hayâtý, evlilikleri, evlâtlarý ile münâsebetleri, ticâret hayâtý, kýsacasý her þeyiyle bize örnektir. Çünkü yaþamýþtýr ve yaþadýklarýyla da geleceðe dersler býrakmýþtýr. Peygamberlik O nunla birlikte bittiyse de öðretmenlik bitmemiþtir. Bu devrin yol göstericileri mânevî öðretmenleri de Hz. Muhammed den sonra devam etmiþtir ve hâlâ da devam etmektedir. Bugün batý âlemi, rûhî bunalýmdan çýkýþ yollarýný ararken birtakým meditasyon yöntemleriyle veyâ hayat koçluðu gibi temeli olmayan iþletme dayanaklý sonradan modellenmiþ kurtuluþ reçeteleriyle ayakta durmaya çalýþmaktadýr. Bu modeller insana uçmayý öðretse bile bir kýsýrdöngüyü berâberinde getiriyor. Ýþte tam da bu noktada hayâtýnýzdaki pencereleri açan bir çift göz, göðsünüzü geniþleten bir öðretmenin sözlerine rastladýysanýz eðer, her þeyiyle de anlattýklarýný yaþadýðýný görüyor ve yaþatýyorsa eðer, onun eteðini sakýn býrakmayýn derim. Çünkü ebediyete kadar sizi uçuracak olan iþte bu öðretmendir. Ki O nun iliþkisi sadece Allah ladýr. Allah dan gayrý deðildir. Ýþte bu ay, böyle büyük bir öðretmenin evlâtlarý olarak O nu, O nun evlâdý olmanýn verdiði bir heyecanla yad ediyoruz. Bu sene büyük mutasavvýf Ken an Rifâî nin Hakk a yürüyüþünün atmýþ birinci yýlý. Ken an Rifâî Hazretleri, soranlara tasavvufu þöyle açýklamýþ: Üç tip gözlük vardýr. Biri yakýný, yani bu dünyâyý gören, baþka bir þeyle ilgilenmeyen gözlük; diðeri uzaðý gören gözlüktür. Bu da öte âlemle ilgilenip bu dünyâdan el etek çekenlerin gözlüðüdür.
Tasavvuf her iki gözlüðü de ayný anda takabilendir demiþler. Yani bu dünyâda yaþarken, olan bitenden ders çýkaran ve Allah ý için yaþayandýr. Allah nasip etsin inþaallah. Bizler biliyoruz ki her kanat çýrpmamýzda o büyük öðretmenlerin elleri ellerimizdedir. Kanadýmýz kýrýlsa bile tâmir eden onlardýr. Kanatsýz kalsak bile kanatlarýný bize kanat yapan, yani kol kanat geren onlardýr. Bugün büyük mânevî öðretmen Ken an Rifâî nin huzûrunda O nun yetiþtirdiði tüm öðretmenlerin önünde saygýyla eðiliyoruz. Hz. Mevlânâ nýn dediði gibi, kerîm olanýn eteðine yapýþ, seni yükseklere çýkaracak O dur.
martý uçmayý kimden öðreniyor? ümit ceylan
Âyin-i Þerîf, Zikir, Roma, Fetih ve Dünyâ bir vücut olsaydý Ýtalya'nýn Roma þehri bu vücûdun kalbi olurdu diye düþünüyorum. Belki bugün hakîkati ile anlayamasalar da aþk ve gönül makamý olan Hz. Îsâ'nýn temsil edildiði Vatikan'ýn-Papalýðýn bu þehirde bulunmasý beni bu düþünceye sevk eden ilk sebep... Aþk þehri deniliyor ya, gerçekten de öyle; ressamlarýn, heykeltýraþlarýn, mimarlarýn duygulu ve coþkulu eserleriyle örülü Roma. Tabiî bütün eserler sayýsýz sembolü de barýndýrýyor içinde. Göründüðü kadar giz barýndýran ve her bir gizde baþka þekilde görünen romantik bir þehir. Bu, Hz. Îsâ'dan kaynaklanýyor olsa gerek... Fakat tüm bunlara raðmen, iki gün boyunca bir taþ yýðýný içindeymiþim hissine kapýldýðýmý da îtiraf etmek zorundayým...
uzunluðunun tartýþýldýðý Avrupa'nýn, en büyük meydanlarýndan birinde ezân-ý þerif okumanýn, Rifâî Âyin-i Þerîfi'nin Kelime-i Tevhid zikri bölümüyle birlikte ilâhiler okumanýn ve ardýndan Kur'ân-ý Kerîm okumanýn son derece önemli olduðunu anlamak için âlim olmaya gerek yok zannediyorum...
Dünyanýn kalbi Roma, 29 Mayýs 2011 Pazar günü, Ýstanbul'un fetih gününde ve Hristiyanlarýn dinî günü olan Pazar gününde, Âyin-i Þerîf/zikir yaptý. Hattâ devâmý olacaðýný kastetmek için, zikir yapmaya baþladý desek daha doðru olur. Bugün câmi yapmanýn, hattâ yapýlan câminin minâresinin
Bildiðiniz gibi kalb, Allah'ýn mânâsýný idrak etmediði takdirde, nefsânî kuvvetler tarafýndan iþgal edilmiþ bir et parçasýndan ibârettir, maddedir. Bence þu an, dünyânýn kalbi olan Roma da, tüm romantikliðine raðmen madde mesâbesinde. Ne zaman ki kalb olmaktan sýyrýlýp gönül olacak, o
Ýbnü'l Arabî der ki: Zikir, zýddý gaflet olan huzurdur. Dünyânýn içinde bulunduðu durum mâlûm. Elbette bunda hem batýnýn hem de doðunun ortak payý var. Hepimiz ciddi bir gafletteyiz. Dolayýsýyla da huzursuzuz... Böyle bir zaman içinde bu büyük organizasyonun gerçekleþmesi, hem de bir fetih gününde gerçekleþmesi, dünyânýn huzûra doðru yol aldýðýný iþâret ediyor.
Ken'an Rifâî zaman esas mânâsý açýða çýkacak. Esas mânâsýnýn açýða çýkmasý demek, içinde barýndýðý vücûdun dünyânýn- her bir zerresine huzur ve mutluluðu pompalamak için çalýþmasý, gayret göstermesi demek... Tabiî bir kalbin gönül olmasý için önce mutmain olmasý lâzým. Mutmain olmasý için de Allah'ý anmasý, zikretmesi icâb ediyor. Kalb bir kere Allah'ý andýðý zaman, bunun zevkini tattýðý zaman artýk geriye dönmesi neredeyse imkânsýzdýr; bu yönde ilerler gider... 29 Mayýs 2011 Pazar günü Roma'da Rifâî Âyin-i Þerîfi icrâ edildi. Roma fethedilerek zikretmeye, Allah'ý anmaya baþladý. Ýnþaallah bundan sonra dünyâ refâha, huzûra ve barýþa doðru yol alýyor. Türkiye'de, Ortadoðu'da ve Avrupa'da yaþanan son geliþmeleri siyâsî açýdan tahlil ettiðimizde de bu çok net görünüyor zaten... Âlemde her ne olacaksa, zâten programlandýðý þekilde oluyor. Gayret ediyoruz belki, fakat gayret de o program dâhilinde olduðu için gayret ediyoruz. Bu târihî olayýn, bu devrimin de Ken'an Rifâî'nin evlâtlarý tarafýndan yapýlmasý
yavuz celep programlanmýþ. Devrim kelimesini özellikle kullanýyorum. Zîrâ Roma'da Rifâî Âyin-i Þerîfi icra etmek, zikir yapmak devrim niteliði taþýyan bir olaydýr. Ken'an Rifâî'nin kendi devirleri içinde yaþadýklarýný, yaptýklarýný okuduðunuzda büyük bir devrimci olduklarýný görüyorsunuz. Kendilerinden sonra bayraðý emanet ettiði Sâmiha Ayverdi de yine devrim niteliði taþýyan hizmetlere imzâ atmýþlar. Ve bugün, Muhammedî ahlâkýn bir parçasý olan devrimci karaktere sahip Ken'an Rifâî evlâtlarý, insanlýðýn düþünce tarzýný, yaþam tarzýný, alýþýlmýþýn dýþýnda olacak þekilde deðiþtirerek, onlarý daha iyiye ve daha güzele götüren hizmetlere imzâ atýyorlar. Her iþe kendilerinin himmetleri ile baþlanan Ken'an Rifâî Hazretleri için, Sâmiha Ayverdi þöyle diyorlar: Ýzinden, gözünden, sözünden, özünden Allah ayýrmasýn. Ey Hakk ý bildiren, O na götüren, perdeyi kaldýrýp O nu gösteren! Hakk ýn var olduðunu, varlýðýn Hakk olduðunu, görünenin gösteren, gösterenin görülen olduðunu bildiren! Bu dünyâda, o dünyâda Allah senden ayýrmasýn. Âmin...
selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan
nefes alan tarifler
KÖFTE...
Onunla her zaman berâber olan öðrencilerinden Meþkûre Sargut Hanýmefendi, Ken an Rifâî Hazretleri nin her gün 3 küçük köfte yediðini anlatmýþlardý Malzemeler : 1 kg. dananýn döþünden çekilmiþ kýyma Yarým su bardaðý çekilmiþ kuru ekmek içi Yarým su bardaðý su 1 yemek kaþýðý tuz 1 yemek kaþýðý ya da 2 tatlý kaþýðý karbonat 1 yemek kaþýðý limon suyu 2 adet orta boy soðan (rendelenmiþ) Hazýrlanýþý: Kýymaya, çekilmiþ ekmek içi, su ve tuz ekleyin. Hepsini 10 dakika yoðurun. Kapaklý bir saklama kabý içinde 24 saat buzdolabýnda dinlendirin. Ertesi gün sabahtan karbonatý ve limonu bir bardaðýn içinde karýþtýrýn. Köpüren karýþýmý kýymanýn üzerine dökün. Soðanlarý rendeleyin ve köftelere katýn. Bu aþamada isterseniz kaþar peyniri de ekleyin ve hepsini iyice yoðurun. Kýymalardan ceviz büyüklüðünde parçalar koparýp þekil verin. Saklama kabýna dizip akþama kadar tekrar buzdolabýnda dinlendirin. Dinlenen köfteleri piþirmeden 10 dakika önce buzdolabýndan çýkartýn. Oda sýcaklýðýnda biraz bekleyen köfteler kendilerini býrakýp daha iyi piþerler. Izgara demirinizi orta ateþte iyice kýzdýrýn. Köfteleri ýzgara demirinde arkalý önlü ýzgara yapýn. Ayrýca köftelerinizi mangalda piþirip servis yapabilirsiniz.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m