24.sayý
fotoðraf:aygül okutan
EYLÜL 2011
Tasavvuf Kültürü Dergisi
mevlâna-þems
editörden Merhaba Her Nefes Dostlarý, Mübârek Ramazan-ý Þerif ve onu inþaallah hakkýyla tamamlayabilmenin ödülü olan Ramazan Bayramý nýn ertesinde yine ve yeniden siz dostlarýmýzla berâberiz. Çok þükür... Yeni bir sayýda yine Allah aþký ile dopdolu olarak karþýnýza geldik inþaallah .. Nefsimizi farklý vechelerle gördüðümüz, onu imana getirmeyi idrak etmeye çalýþtýðýmýz günlerde kimi yorgun, kimi susamýþ hâlde nice zamanlar geçirdik. Yaklaþýk 16 saat süren ve elimizi, dilimizi en önemlisi gönlümüzü, edebe ve yola getirmeye çalýþtýðýmýz bu günlerde kendimizle yüzleþip, cihâd-ý ekberi kazanmaya çalýþtýk. Kazandýk, kazanamadýk mý? Onu her þeyin sâhibi bilir. Deðil mi ki yolundaydýk, denedik Ýnþaallah kendi bir önceki hâlimizi biraz yola getirebilmiþizdir. Rahman ve Rahim olan o büyük sultan, o merhamet deryâsý bize de elbette merhamet etmiþtir diye düþünüyorum. Bu nefsimizi yol getirme günleri zor da olsa sonu bayram deðil mi? Bu da sonsuz af sâhibi olan Allah ýn bize Seni seviyorum kulum nidâsý deðil mi? Bu güzel bayram günlerinin hemen öncesinde ve arefesinde iki güzel gönül, Ertem Ömürlü ve Sanem Ýzgören Sunlu en büyük sevgililerine, gerçek ve sonsuz aþklarýna kavuþtular. Hakk a tebessümle yürüyen bu güzeller gerçekten bayramlarýný kutladýlar. Biz dostlarýna da gönülden duâlar ile bu bayramlara, bu törenlere iþtirak etmek düþtü. Onlarý sevgiyle ve rahmetle yâd ediyoruz. Bize edebi, sabrý ve her koþulda hâlimizden memnun olmayý öðreten, þükretmeyi hâl eden o güzellere sevgilerimizle Yosun MATER Bayram'ým imdi Bayram'ým imdi Bayram edersin yâr ile þimdi Hamd-ü senâlar hamd-ü senâlar Yâr ile bayram kýldý bu gönlüm Hacý Bayrâm Veli
Mesnevi Hatýralarýndan Ýnsanýn vücûdu bir gemi gibidir. Zâhir taat, ibâdet ve namaz, oruç hac, zekât, sadaka, ihsan gibi þeyler de geminin safrasý gibidir. Eðer geminin her âlâtý tamam olup bu safra torbalarý olmasa gemi yol alamaz, devrilir. Ýþte bir kimsenin bu vücud gemisinde safra mesâbesinde olan taat ve ibâdet bulunmadýkça vücud gemisi bahr-i hakikatte (hakikat denizinde) yol alýp hikmet iskelelerine yanaþamaz ve maðfiret incilerini satýn alamaz. Fakat þunu da bilmelidir ki, ticâret için sermâye lâzým olduðu gibi hikmet iskelesine yanaþmýþ bir gemi de safra ile mal alamaz. Ýmdi her kim ki sefine-i bedeninde, yani vücûdu gemisinde kalb sandýðý, Ahlâk-ý Mustafavî ve muhabbet-i Rabbânî ile dolu olduðu hâlde hikmet iskelelerine yanaþýrsa o kimse mârifet-i ilâhî incilerini ve rýzâ-yý Rabbânî cevherlerini satýn alabilir. (Kâzým Büyükaksoy)
þemsdek ALLAH IN ÞEMS DEKÝ NÛRÂNÎ
Hocam Sâmiha Ayverdi nin Ýnsanlýk âlemine Hakk ýn bir tebessümü, bir devrin nirengi noktasýdýr dediði Hz. Mevlânâ nýn kütlelere tesir eden hayatýnda en önemli etken, vahdet þifresini beraber çözdüðü mürþidi Hz. Þems dir. Þems sâyesinde her þeyi bilen, bildiðini de âleme öðretmekle mükellef olan büyük hakîm, tâbire ve târife gelmez bir aþktan arta kalan yüreðinin iþtiyak ve hasreti içinde tefekkür ve imânýnýn coþkun seline âlem halkýný muhatap etmiþtir. (Samiha Ayverdi,
Onlarýn karþýlaþmasý Allah ýn cemâl ve celâl tecellilerinin birleþerek kemâlin zuhûr etmesidir. Bu beraberliði bazýsý Mûsâ ile Hýzýr beraberliðine benzetir. Müslüman bir Mûsâ olan Mevlânâ, Hýzýr ýn ilmi karþýsýnda itirâzý terk etmiþtir. Bu berâberlik insanlýk âlemine Kur an ýn þerhi, yaradýlmýþýn mânâsý, Peygamber in herkesin anladýðý yerden hitap et hadisinin deðerlendirildiði Mesnevî gibi bir þâheser hediye etti. Bunun ötesinde mânâ insanýný mîrâca taþýyan Divâný Kebir ve bizi bize öðreten Fîhi Mâfih yine bu aþkýn ürünleridir.
Görüyoruz ki, Hz. Mevlânâ yý Mevlânâ kýlan, var eden ve insanlarý diriltmesini saðlayan iþte Hz. Þems in onda uyandýrdýðý bu aþk anlayýþýdýr. Bu iki sultan, aþký hâl ettikten sonra öylesine giyindiler ki Mevlânâ kütle terbiyesinde sevgiyi esas alan, cemiyetin her tabakasýna cömert ve hattâ müsrif bir efendi gibi el uzatan bir Allah sevgilisi haline geldi. Onun gerçek aþký idrak eden sonsuz güzelliði, insaný kendi ayýplarýndan utandýracak kadar müsâmahalý sevgi ve þefkate gark etti.
Þems in mânevî þahsiyeti sýradýþý bir sûfî oluþudur. Dünya metâsýna önem vermeyen Þems, pejmürde, garip, maddî dünyâya hitap etmeyen bir kýyâfetle gezerdi. Dünyânýn nîmet ve ihtiraslarýndan kendini soyutlamýþtý. Ýlim ve kerâmetle övünmez, kimseyi de hâkir görmezdi. (Derviþ Ahmet Aþýk Kul Sadi,
Abide Þahsiyetler, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul 2006, s.36)
Hayatý, Þahsiyeti, Fikirleri ve Eserleri, Mevlana 1 sayfa:24)
Zira o, bu mânevî kemâl yolunda insaný asýl olgunlaþtýran þeyin ilâhî aþk olduðunu kabûl etmiþti. Þems, melâmet tavrý baskýn olan, ilâhî ve insânî muhabbeti her þeyin baþý
kinuranite TECELLÎSÝ AÞKTIR
sayan, þeriatýn ancak tarîkat ve hakîkatle anlaþýlabileceðini söyleyen, dili zikreden, gönlü þükreden, vücûdu sabreden âriflerin gerçek hikmete sâhip bulunduðunu savunan, nübüvvet ve velâyet makamýnýn yüceliðini lâyýkýyla ispat edemeyen nazar ehlinden uzak duran, semâ ehli, celâl yönü ön planda bir cemâle sâhip Muhammedî meþrep bir sûfîdir. Bu melâmî ahlâk, onun þöhretten, beðenilmekten uzak olduðunu hattâ þöhreti âfet gibi görüp ortaya çýkmaktan sakýnýþýný îzah eden yönüdür. Kabûl etmelidir ki Þems, söz, hâl ve keþif sâhibi bir Allah dostudur. Þems, Mûsâ gibi Allah la konuþma gücüne sâhip, Îsâ gibi halk arasýna karýþmayý sevmeyen ama Ýbrâhim kadar teslim ve Hz. Hüseyin gibi þehâdete hazýr bir mânevî sultandýr. Makalât ise Þems i açýklýk, samimiyet, sâdelik ve olgunluk diye târif eder. Onun Mevlânâ ile olan birlikteliðinde Allah, Mevlânâ, yani efendi ve Þems, yâni güneþ olarak tecelli etmiþtir. Gene melâmî meþrebinden dolayý Makalât ta Ben küfür eden kiþiyi beðenirim, fakat beni öveni pek tutmam. Zira
cemâlnur sargut
övgüden dönülürse daha kötü olur, münâfýk kâfirden daha kötüdür. Kur an ýn dediði gibi ikiyüzlü insan cehennemin alt katýndadýr der. Mevlânâ ile Þems arasýndaki bu muazzam hikâye hakîkî bir aþk hikâyesidir. Þems aþký þöyle târif eder: Aþkýn özelliði þuradadýr ki, ona karþý ayýplar hüner gibi görünür. Sevenin gözü kör, kulaðý saðýr olur derler. Bu mümkün müdür ki, insan hem âþýk olsun hem de onda görüþ ve ayýrma kuvveti yerinde kalsýn. (Makalat
syf:104 Ataç Yayýnlarý 2006)
Böyle bir aþk anlayýþý onda tevhid ya da vahdet-i vücud inancýný kuvvetlendirmiþtir. Gölpýnarlý ya göre O, bütün dinlerin bütün mezheplerin üstüne çýkmýþ kendini mutlak varlýkta yok etmiþ, onun varlýðýna bürünmüþ, herþeyden mutlak olmuþtu. O gönül eriydi onun teveccühü gönüleydi. Herþey insana fedâdýr, insan da kendisine. Tanrý hiç biz gökleri ululadýk, arþý ululadýk buyurdu mu? Arþa gitsen de faydasý yok, yedi kat yerin dibine girsen de. Gönüle, gönül sâhibine yâr olmak gerek. Bütün peygamberlerin, erenlerin, temiz erlerin çalýþýp can vermeleri bunun içindi. Bunu arýyorlardý. Bütün âlem bir kiþidedir. Ýnsan kendisini bildi mi bütün âlemi bildi demektir. (A.Gölpýnarlý, Mevlana Celaleddin
syf:57)
þemsdek ALLAH IN ÞEMS DEKÝ NÛRÂNÎ
Görülüyor ki Allah aþký insana olan hürmete dönmüþtür. Gene der ki: Bütün âlem halký yüzlerini Kâbe ye çevirir, fakat Kâbe yi ortadan kaldýrdýn mý, birbirlerinin gönüllerine secde ettikleri ortaya çýkar. Onun secdesi bunun gönlünedir, bunun secdesi onun gönlüne.
Böylesine âþýklarýn, akýllarýyla bakan insanlar tarafýndan idrâki çok zordur. Gerçi onlar, Ashâb-ý Kehf gibi etrafýn tenkitlerinden bîhaber, aþýrý mutluluk ve aþýrý üzüntüden uyku hâlinde olarak Allah la iliþkidedirler. Þems bu hâlini þöyle anlatýr: Tanrý nýn öyle kullarý vardýr ki onlarýn dertlerini yüklenecek kimse yoktur. Neþelerine tahammül edecek kimse de. Onlarýn her an doldurup içtikleri sürâhideki þaraptan baþkasý içse bir daha kendisine gelemez. O þarabý içinler sarhoþ olurlar, kendilerinden geçerler. Hâlbuki onu içen er, aklý baþýnda olarak küpün içine oturup durur. Benim iþime kimse tahammül edemez. Benim söylediðim þeyi mukallidin bana uyup söylemesi câiz deðildir. Bu kavme uyulmaz demiþlerdir ya, doðru söylemiþlerdir. (A.Gölpýnarlý, Mevlana
Celaleddin syf:58)
Gölpýnarlý ya göre Þems, bütün zýtlarý nefsinde toplamýþ her türlü kayýttan kurtulmuþ olan ve bu bakýmdan da kayd ehlini noksan görmekle beraber, anlayýþlarýna ve kabiliyetlerine bakarak hoþgören tam bir tevhid ehlidir. O fütüvvet ehli ve melâmîden daha ziyâde melâmeti temsil ettiði muhakkak olan bir zattýr.
Görülüyor ki, aþk onu Allah ýyla o derece birleþtirmiþtir ki, kendisine ümmî demek doðru olur. Yani o, kendi aklý ve gönlünü kullanmadan Allâh ý, O ndan gelen en bâkir ilimle tanýmýþtýr. Bu hâlini de þöyle açýklar: Benim þu sözüm çok aðýr ve müþkildir. Yüz kere söylesem her defâsýnda baþka bir þey anlaþýlýr. Hâlbuki asýl mânâsý gene de öylece bâkir kalýr, kimse anlamaz. (A.Gölpýnarlý, Mevlana Celaleddin syf:58)
Onun âþýk olduðu Allah mutlak varlýktýr. Onun varlýðýna eriþmeden bütün kayýtlardan geçip onun varlýðýyla var olmadan inanýlan ve tapýlan Tanrý, vehmin ve isteðin yarattýðý Tanrý dýr. Gerçek varlýða kavuþan kiþi vehmin yarattýðý Tanrý yý inkâr eder. Ona göre küfür budur. Bu durumdaki kiþi, dinin zâhirini korumak için hakîkî Allâh ý
kinuranite TECELLÎSÝ AÞKTIR
örter ve kâfir olur. Fakat bu, þeriatçýlar tarafýndan kabûl edilecek birþey deðildir. Bunu bilen Þems, Bu adamlarýn hakký var. Sözlerimle ülfetleri yok. Bütün sözlerim ululukla zuhûr etmede, hepsi dâvâ görünmede, Kur an ve Muhammed in sözleri ise tamâmýyle niyazla zuhûr etmede ve bu yüzden de baþtanbaþa mânâ görünmededir diyordu. (A.Gölpýnarlý, Mevlana Celaleddin
syf:59)
Böylesine anlaþýlmasý zor bir mürþit kendi meþrebini de þöyle târif eder: Tamâmý rahmet ve cemâl olan insan kusurludur ve böyle bir sýfat Allâh a atfedilemez. Eðer öyle olsaydý celâl sýfatýný reddetmiþ olurduk. Her iki sýfat da olmalý, ama yerli yerinde kullanýlmalý. Gaflet ehli de kâmil insan gibi cemâl ve celâl sýfatlarýyla bezenmiþtir ama kime nasýl muâmele edeceðini bilemez. Tanýmadýklarý için dosta celâl, düþmana cemâl muâmelesi yaparlar. Ancak ölmeden önce ölen, dostunu ve düþmanýný tanýdýðý için kâmil insandýr ki, herkese hak ettiði muâmeleyi yapar. Bu sözler onun aþk anlayýþýný, Hakk a bakan yönünün sýnýrsýz aþk, Hak ile halka bakan yönünün ise rahmet olduðunu düþündürür. Hz. Ali, Cem
cemâlnur sargut
makamýna kadar tefrik etmeyin, cemden sonra ise tefrik etmek þarttýr derken Þems in söylediklerinde cem makamýndan sonraki hâlde olduðunu bize göstermektedir. Ýþte onun halka sunduðu rahmet þu sözlerde de ortaya çýkmaktadýr ki; Ben bazen kimseye selâm vermem, hâlbuki bilseler ki onlar hakkýnda hep iyi þeyler düþünürüm. Çünkü benim gönlüme hiç þeytan girmedi, orada hep melek var. Bazý kalblerde yanlýz þeytan vardýr, bazýlarýnda ise hem melek hem þeytan. Benim gönlümde yalnýz melek vardýr. Bundan dolayý adýný andýðým kâfirse mümin olur, müminse veli olur. Þems, bulut altýna girmeyen yakýcý kavurucu bir güneþ, yanmýþ yakýlmýþ, ziyâdesiyle ortalýðý aydýnlatmýþ, kâinata Mevlânâ yý göstermiþ, dibi-kýyýsý görünmeyen dalgalanýp köpüren bir deniz, coþmuþ kabarmýþ ve kýyýya deðer biçilmez bir inci olan Mevlânâ yý armaðan etmiþtir. Sultan Veled onlardaki bu birleþmeyi þöyle anlatýr: Ansýzýn Þemseddin geldi, ona ulaþtý. Mevlânâ nýn gölgesi, onun ýþýðýnýn parýltýsýnda yok oldu. Aþk âleminin ötesinden defsiz, sazsýz bir sestir eriþti. Þems ona mâþûk hâlinden bahsetti. Bu sûretlede Mevlânâ nýn sýrrý gökleri aþtý. Þems dedi ki: Bâtýn aleminde ilerisin amma þunu duy ki ben, bâtýnýn da bâtýnýyým. Sýrlarýn sýrrýyým, nurlarýn nûruyum ben.
þemsdek ALLAH IN ÞEMS DEKÝ NÛRÂNÎ
Erenler, benim sýrlarýma eriþemez. Aþk yolumda perdedir benim. Diri sevgi, tapýmda ölüdür... Þems, onu öyle þaþýlacak bir âleme çaðýrdý ki o âlemi ne Türk rüyâsýnda gördü; ne Arap. Üstad þeyh yeni bilgi beller bir hâle geldi, hergün huzûrunda ders okuyordu. Sona eriþmiþti, iþe yeni baþtan baþladý. Kendisine uyuluyordu, bu sefer o Þems e uydu. Yokluk bilgisinde olgundu fakat Þems in ona gösterdiði bilgi yepyeni bir bilgiydi. Þems mâþûk erenlerindendi. Onu da o âleme mâþûkluk cihânýna dâvet etti. Mevlânâ da onun cinsindendi, ona ulaþtý, can yoluyla canlar canýna kavuþtu. Þems-i Tebrîzî, o tabiatý kan dökücülük olan er, yol göstericisi oldu. (Sultan Veled, Makalat
syf:72 Ataç Yayýnlarý 2006)
Þems e göre aþk onu ârif etmiþti. O arayýþ içindeki varoluþ düzeyini ortadan kaldýran, maddeyi anlayan aydýnlatýcý safhasýna eriþmiþti. Sýfat ve nitelik engellerini yýrtýp bir tarafa atarak, onlarýn olaylar âleminde nasýl zuhûra geldiðini keþf ve müþâhede etti. Aþkla varlýktan yokluða, onun da ötesine, ötelerin de ötesine ulaþtý. Bu muazzam berâberlik þöyle baþladý: Ben çocuktum; bana sordu, ben de
baþýmla iþâret ettim, seni isterim dedim. Baþýný salladý. Artýk hiçbir þey söyleyemedim, bir daha aðzým açýlmadý. Ama bütün içim sözlerle, deyimlerle, mânâlarla dopdoluydu. Allah peçesini kaldýrýp cemâlini gösterdi, Allah kelâmýnýn denizinden bir elif sözü gönlüme nakþoldu. Bütün ilâhî sýrlarda bir tek elif ortaya çýkmýþ ve ne söylendiyse bu elif hakkýnda söylenmiþtir. Ne yazýk ki, bu elif dahî anlaþýlamamýþtýr. (Erkan
Türkmen, Þems-i Tebrizi Öðretileri, sayfa:81)
kinuranite TECELLÎSÝ AÞKTIR
cemâlnur sargut
Þems, bulut altýna girmeyen yakýcý kavurucu bir güneþ, yanmýþ yakýlmýþ, ziyâdesiyle ortalýðý aydýnlatmýþ, kâinata Mevlânâ yý göstermiþ, dibi-kýyýsý görünmeyen dalgalanýp köpüren bir deniz, coþmuþ kabarmýþ ve kýyýya deðer biçilmez bir inci olan Mevlânâ yý armaðan etmiþtir.
N'oldu Bu Gönlüm N'oldu bu gönlüm n'oldu bu gönlüm Derd-ü gamýnla doldu bu gönlüm Yandý bu gönlüm yandý bu gönlüm Yanmada derman buldu bu gönlüm Yan ey gönül yan, yan ey gönül yan Yanmadan oldu derdine derman Pervâne gibi pervâne gibi Þem'ine aþkýn yandý bu gönlüm Gerçi ki yandý gerçeðe yandý Rengine aþkýn cümle boyandý Kendi de buldu kendi de buldu Matlabýný hoþ buldu bu gönlüm Sevad-ý a'zam sevad-ý a'zam Belki oluptur arþ-ý muazzam, Matlab-ý canân matlab-ý canân Olsa acep mi þimdi bu gönlüm El fakru fahri el fakru fahri Demedi mi ol âlemler fahri Fahrini fakrin fahrini fakrin Mahv-u fenâda buldu bu gönlüm Bayram'ým imdi Bayram'ým imdi Bayram edersin yâr ile þimdi Hamd-ü senâlar hamd-ü senâlar Yâr ile bayram kýldý bu gönlüm Hacý Bayram Veli
Sükûttayým, Dilim sükûtta. Sükûttayým, Aklým sükûtta. Senelerce koþmuþuz bir âlemin peþinden, Yârimi buldum bulalý sükûttayým ben. Haftalar geçiyor, Bir uçak, bir þehir, Çok þükür güneþin yüzünü de gördük neyin. Pazar dan Cuma ya, Bin telefon, bin toplantý... Görünüþte dost, her yaným insan Hakk a yakýn olma yolunda sükûttayým ben. Ne zaman bir aðacýn gölgesinde otursam, Yeþilinde kayboluyorum ezelin Alýp gidiyor düþünceler þuursuz Ne var rýzkýmýzda yarýn, Varmak nasip mi yakýnýna, Kim öle kim kala, Derken bir kuþ konuyor çiçeðimin dalýna Hatýrlýyorum birden kalbim sükûtta. Gelme diyorum sorma sorular bu ara , Çýktýk bir yola sonu fazl ola Niyetimiz belli Aþk a yol ala Bu aralar bir baþka sükûttayým ben. Sesil Çetindað
edebden edebe...
kerim aral
Ýlim meclislerinde aradým, kýldým talep. Ýlim geride kaldý ille edep ille edep. (Yunus Emre) Bir inanýþ, bir gelenek herhâlde en kýsa olarak ancak bu þekilde güzel târif edilebilirdi. Târihî bir disiplini, eðitim ve ahlâk anlayýþýný yansýtmasý açýsýndan edep, Ýslâm inancýnýn en müstesnâ kavramlarýndan birisidir. Bu geleneðin özü edep ise, sözü Kur an, nefesi de Hz. Peygamber(a.s.) dir. Çünkü O, edeple ilgili bütün vasýflarý umdesinde toplamýþtýr. Tevâzû, alçakgönüllülük, diðergâmlýk, merhamet, doðruluk, sadâkat, saygý gibi ahlâka dâir bütün özellikler O nda güzeldi. Onun rehberliðinde süregelen Ýslâm geleneðinde edebin yeri her zaman baþlar üzerinde olmuþtur. Edep makamý bir bakýma ihsan makamýdýr da Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlý hayâtýnda oluþan fütüvvet ve ahîlik gibi müesseseler, hep bu damardan beslenen sistemli, dinamik ve süreðen edep mektepleridir.
Bu mektebin mümessili durumundaki sûfîler, erenler, derviþler hadis, fýkýh, kelâm gibi teorik disiplinlerin aksine Ýslâm inancýnýn pratikte güzel ahlâk diye adlandýrýlan edep yönünü öne çýkararak ete kemiðe büründürmüþ; sevmeden, sevilmeden ve sevdirmeden bir inancýn temsil edilemeyeceðini bizzat yaþantýlarýyla ortaya koymuþlardýr. Dergâhlarda baþtacý edilen yegâne konu da her zaman illâ edep olmuþtur. Dergâhlar aslýnda birer ehl-i hâl mektepleriydiler. Buralarda teorik ilimden çok, pratikte bir inancýn nasýl güzel yaþanacaðý belli bir disiplin içerisinde öðretilmeye çalýþýlýrdý. Mürþitlerine tâbî olmak için dergâha giren müritler, burada hamken piþmeye çalýþýrlardý. Medreselerin aksine bir mürit, mürþidine ittibâ ettiði oranda, onun dediklerini sýký sýkýya yerine getirip nefsine gem vurduðu takdirde kemâle erebilirdi. Bu anlamda dergâh ve tekkeler, sanýldýðýnýn aksine dinamik eðitim kurumlarýydý. Aslýnda, dinin bütün ibâdetleri de bize edebi hatýrlatýr. Meselâ, namaz baþlý baþýna bu disiplin üzerine binâ edilmiþtir. Kiþi haddini bilir, boyun eðer, teslim olur, fânîdir, ölümlüdür, muhtaçtýr, günahkârdýr ve sýðýnmak zorundadýr. Varlýðý yokluðuyla kaimdir. Bugünün aksine edep geleneðinin inþâ ettiði insan hiç tir. Evet, tasavvufta hiçliði oranýnda deðer kazanýr insan. Bir insan nefsini dizginleyip þan-þöhret, riyâ, kibir,
gurur, ihtiras, gösteriþ-fiyaka, çalým atma, istiðnâ gibi hâllerden uzak olduðu ölçüde insandýr. Ýnsan varsa Ýslâm vardýr. Tekkelerde derviþler, erenler, mürþitler çok konuþup, çok gezerek gönüllerde taht kurmadýlar. Varlýklarýný ispat etmek için deðil, aksine olmadýklarýný izhâr ettikleri için var oldular. Bütün dertleri gönüller alýp, gönüller yapmak olduðu için onlara bir anlamda gönül mimarlarý diyebiliriz. Geceleri tefekkür ve teheccütle, gündüzleri de ibâdet, taat ve çalýþmakla geçirirlerdi onlar... Bir derviþin yegâne gayesi mekteplerdeki talebelerin, müritlerin önce edep sâhibi olmasý, nerede nasýl konuþmasý gerektiðini, yatýpkalkmaktan yeme içmeye kadar hayat boyu sürecek meþgalesinin nefisle mücâdele olduðunu bilmesiydi. Bu öylesine dinamik ve süreðen bir þeydi ki mekteplerde, dergâhlarda hayat hep bir düzen dâhilinde devam ediyordu. Bir gönül iþçisi olarak bu dergâhlara giren Yunus gibi niceleri hamken piþerek gerçek bir gönül mimarý olup çýktýlar. Nasýl olur da bir insan yokum dediði oranda var olabilirdi? Bu ironik soru bütün modern zamanlarýn kadim sorunudur ve ne yazýk ki verecek bir
cevabý da henüz yoktur. Çünkü yetiþtirdiði insan tipi, susabildiði, dinleyebildiði kadar deðil, aksine konuþup haykýrabildiði, bastýrabildiði oranda insan dýr. Bu anlamda bizim geleneðimizde en efdal insan, ya hayrý söyleyen, ya da susan dýr ve söz gümüþse sükût altýn dýr. Ýblis i iblis yapan da onun bu husustaki edepsiz tavrý deðil midir?
bir küçücük hýrkacýk
melike türkân baðlý
Mahfazaya doðru yaklaþýrken el öpme heyecanýyla ufak-tefek itiþip kakýþmalar, sabýrsýzlýklar Ziyâret edilen, en ulusu ise âlemin, ziyâret edenler zerredirler demektir. Zerrenin tabiatýnda da merkezin etrafýný tavâf etmek ve ona doðru koþup yapýþmak hevesi olmasý yadýrganýr mý? Sonra sýranýz gelir; önünüzde arkanýzda size yoldaþlýk eden dostlarýnýz kenara çekilirler, gözden uzaklaþýrlar ve siz huzurda, huzûrun sâhibiyle baþbaþa kalýrsýnýz. Bütün âþýklarýna baþbaþa olmayý vaad eden ve bu vaadi gerçekleþtiren O sultan, hýrkasýyla sizi karþýlar. Hýrka, yokluk hýrkasýdýr Fakrýn hýrkasýdýr Kelimelerin sýnýrlandýrmasýna içimiz râzý olmadýðý hâlde mecbûren müracaat ettiðimiz bir kelimeyi kullanarak söyleyecek olursak, sonsuz tevâzuun hýrkasýdýr. Âlemin ve Âdem in hakikatini madden muhâfaza etmiþ bir küçücük hýrkacýktýr... Hýrkadan maksat ise O dur Sýraya girip onun mübârek elini öpmek üzere eðilir ve dudaklarýnýzý o sýrlý tene ürpererek deðdirirsiniz. O sýrada, baþýnýz önünüze eðilir; el öperken elin sâhibinin gözlerine bakamazsýnýz... Aslýnda o gözlere bakabilecek durumda olsanýz dahî bakamazsýnýz; çünkü nazarý sizi yakar ve aslâ olduðunuz gibi býrakmaz Sizi tamâmen deðiþtireceði âný da kendisi seçer Nazar vukû bulduðunda da O yaratýcýnýn nazarýna muhatap olmuþ vücut sizi yakar, yýkar, yok eder. Dudaklarýnýzla buluþan o el, sihirlidir; kudret elidir. Elinizi tutan o el, aþkýn en belirgin fiilini icrâ eder: Size tenezzül eder, tutar, kavrar, kendine mâl eder. O eli baþýnýza götürmek ondan her hâlükârda râzý olduðunuzun akitleþmesidir. Aþkýn yeminidir... El öpenler, eli boþ dönmezler; ellerine birer mendil verilir. Küçük bir hediyedir... Ama anlamlýdýr. Elele olduðunuz o âný hatýrlatýr Bir de hasreti Tekrarý nasib olacak mý bilinmeyen bir zamana kadar özlemi bu buluþmanýn
mesnevî-i mânevî
hüseyin çalýþkan Mesnevîyi ilk okuduðum zamanlarý hatýrlýyorum. Neredeyse hiçbir þey anlamamýþtým. Fakat müthiþ hoþuma gitmiþti. Nedenini ben de bilmiyordum. O zamana kadar okuduðum onca kitap arasýnda hiçbiri bana bu kadar gerçek gelmemiþti. Söylediðim gibi nedenini tam olarak kavrayamamakla berâber içimden müellifin söylediklerine tamâmen hâkim olduðuna iknâ olmuþtum. Bunlarý kim anlatýyorsa, neden bahsettiðini çok çok iyi biliyor diye düþündüðümü hatýrlýyorum. O zamanlar yurtdýþýnda olduðum için Ýngilizce çevirisini okuyarak baþlamýþtý Mesnevî yle tanýþýklýðým. Daha sonra Ýranlýlardan Farsça orijinalinden parçalar dinlemek nasib oldu. Bu gerçekten eþsiz bir tecrübeydi. Okuyanlarýn da hakkýný vermek gerekir ama hiçbir lisanýn melodisi bu kadar güzel gelmemiþti kulaðýma. Hiç anlamadýðým bu lisan dinlerken bana anadilim gibi geliyordu. Kelimeler ve sesler biribirlerini öyle bir âhenk içinde tâkip ediyorlardý ki, býraksalar saatlerce dinleyebilirdim bu manzûmeyi. Daha sonra Abdülbâkî Gölpýnarlý nýn çevirisinden Türkçe meâlini okudum. Yine pek bir þey anladýðýmý söyleyemem. Ama giderek daha çok ýsýndým bu esere. Hocam Cemâlnur
Sargut la tanýþmam bundan sonra oldu. Onun vasýtasýyla Kenan Rifâî Hazretleri nin Mesnevî Þerhi ile tanýþtým. Daha birinci sayfasýnda Dinle! sözünün açýklamasý dahî benim anlayabileceðim bir mânâ denizi deðildi kuþkusuz. Fakat bu eseri görünce o zamana kadar neden anlayamadýðýmý anlamýþ oldum. Denizler mürekkep olsa, aðaçlar da kalem âyetinde anlatýlan Allâh ýn (c.c.) mânâsý bu eserde saklý bir sýr Mâlûmunuz Hz. Pîr, yalnýz ilk on sekiz beyiti kaleme almýþ, ondan sonraki bölümleri Hüsâmeddin Çelebi ye dikte ettirmiþ. Rivâyete göre bunu yaparken bahçede gezerlermiþ. Asýrlardýr insanlýðý etkileyen, hem müziði, hem mânâsýyla eþi benzeri bulunmayan bu eserin bahçede yürüyüþ yaparken söylendiðine akýl sýr ermiyor. Aslýna bakarsanýz hesaplanarak, ölçülerek, biçilerek yazýlmasý akla ters bir zan olurdu. Hazret, zâten þiir þuurla yazýlýr, Mesnevî de þuur yoktur sözünü bunu açýklamak için söylemiþtir. Þuûrunu kurban etmiþ bir evliyânýn söyleyen dili olan Hz. Allâh ýndýr bu eser demek daha doðru olur. Üzerinde en çok düþünülen, konuþulan, yüzlerce kitaplar yazýlan bu eser gizemini hâlâ korumakta. Çoðularýna göre edeb sýnýrlarýný zorlamakla birlikte, belki de Molla Câmî nin sözleri bu eserin gerçek hâlini özetlemekte: Mesnevî-yi Mevlevî-yi Mânevî est Kur an der zubân-ý Pehlevî" (Mânâ âleminin efendisinin Mesnevîsi Farsça olarak yazýlmýþ Kur'an'dýr).
Sevgi... Aþk... Bu kelimeler ne tesirli, ne güçlü... Ah gönlüm, bir de akýl var bilir misin? Genelde sen ona uyuyorsun. Bir suçun yok, hepsi benim yüzümden. Aþk ismini sana mühürleyemediðimden, akýl zýrhýnýn içinde mahsursun. Eðer bir insaný gözü tutmazsa aklýn, istesen de onu sevemiyorsun. Ama olur da o zýrhý açacak iman ve inanç anahtarýný elime geçirirsem seni kurtaracaðým. Bilirim, aklýn anahtarý bunlardýr. Ve ayný bir kapý gibi saygý gösterip açýlýr kenara. Hele bir de aþkla tanýþýrsa, derhal onu içeri alýp kapanýr ki hiç çýkmasýn dýþarý bir daha... Gönlüm, sana birçok aþk çeþidi var desem inanýr mýsýn bana? Bir kaynaktan çýkan farklý ýþýk huzmeleri gibi... Birçoðu renk filtrelerinden geçtiði için baþka renk görürüz. Hâlbuki renksizliktir asýl renkleri; aldanýrýz... O renklerin büyüsüne kapýlýp kaynaðý unutur gideriz... Bak sana baþýmdan geçen bir þeyi anlatayým. Annem sayesinde genç yaþta umreye gitme þansým oldu. Sen o zamanlar akýl zýrhýmýn içindeydin. Biraz gençliðimin getirdiði aykýrýlýktan, biraz da kalýplaþmýþ, önyargýlý düþüncelerimden, Medine her ne kadar mâneviyat suyuyla yýkanmýþ bir þehir olsa da, Araplara karþý içimde hep menfî bir duygu vardý. Sonuç olarak hiçbir Arap ý sevmemeye karar verdi aklým ve sen de fark etmeden buna uydun... Melekelerim de, eli mahkûm, bu emre uymak zorunda kaldý ve güzellikleri sýrlayýp, sadece çirkinlikleri gördü. Aynam bozulmuþ, sadece çirkinlikleri gösteriyordu... Bu yaz Ýngiltere'de birçok Arap la tanýþtým. Hepsine karþý seviyeli, biraz da soðuk olduðumu eminim sen de hissetmiþsindir. Tâ ki bir Kuveytli çocukla ayný sýnýfta yan yana oturmaya baþlayýncaya kadar Sen o kadar þiddetli hop ettin ki, aklým ne olduðunu merak ederek aralandý. Ve iþte o zaman farklý renkteki aþkla tanýþtýn... Sonra o gitti Hasret... Ardýndan bir arkadaþým beni bir Arap kafesine götürdü. Arap müzikleri çalýyor Araplar hizmet veriyordu Etrafta genelde Araplar vardý ve Arapça konuþuluyordu. Ben ilk defa bunlarýn içinde gülümsediðimi fark ettim O ufacýk farklý renkteki ýþýk huzmesi bile seni nasýl deðiþtirdi! Her baktýðým þeyde sevdiðimi görür oldum... Ve ona ait, o ýþýk huzmesine ait þeyler bulduðum için sevdim Düþün, biricik gönlüm, ufacýk bir ýþýk huzmesi seni nasýl büyüledi. Bir de Allah kaynaðýnýn yaydýðý o renksiz ýþýk huzmesi olan aþký seninle tanýþtýrabilsem, Peygamber in mânâsýyla tanýþtýrabilsem neler neler olacak... Etrâfýnda gördüðün, hattâ görmediðin her þey Allah'a ait. Bunlarýn hepsini sevebilme yeteneði ne büyük zenginlik... Ýnþaallah...
aþkýn zýrhýnýn içindeysen, yanlýþ görür gözlerin...
galibe
unutma unutmayalým
ÞEHÝTLER ÖLMEZ...
Bu Ramazan Bayramý âilece yollardaydýk. Deðiþik bir bayram yaþadýk. Eþim, ben, sekiz buçuk yaþýndaki oðlum ve on dört aylýk kýzýmla Ýstanbul dan çýkarak güney Marmara ya kadar uzandýk. Çanakkale nin Biga ilçesinden baþlayan seyahatimiz, ziyâret kavramlarýný da içinde barýndýrýyordu. Baþlangýçta seyahatimiz için belirlediðimiz bir güzergâhýmýz vardý. Bir iki ufak deðiþiklik dýþýnda, arzuladýðýmýz gibi gerçekleþti her þey. Ama tüm bu seyahatimizin ana noktasýný gezimizin son duraðýnda yer alan Gelibolu Yarýmadasý teþkil ediyordu. Sadece çocuklarýn deðil, belki de büyüklerin görmesi gereken bir yer diye düþünüyordum daha görmeden. Yanýlmamýþtým. Bu güzel vatanýmýzý insanýyla, topraðýyla, börtü-böceðiyle sevmek ve gerektiðinde onun uðrunda canýný fedâ edebilmek... Buralarý gördükten sonra bunlarýn ne demek olduðunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Meþhur Çanakkale Þehitlik Âbidesi ne varmadan evvel
elimizdeki haritada yer alan Soðanlýdere Þehitliði gözümüze çarpýyor. Yolumuzun üzerinde biraz yokuþ bir yerde yer alan þehitlikte arabamýzý park yerinde býrakýyoruz. Satýcý adam birden Oraya deðil haným abla, burada yatýyor yaklaþýk altý yüz þehit diyor. Gerçekten de adamcaðýz uyarmasaydý ben anýt olarak düzenlenen yere doðru bakýyordum. Adamýn gösterdiði yere baktýðýmda içimi tuhaf bir duygu seli kapladý. Sanki o yýllara gitmiþ, þehit kardeþinin mezarýný kazan ve al kanlar içinde yerde yatan Mehmetçiði kabrine yerleþtiren insanlarý görür gibiydim. Mehmetçiðin mezar yerleri belli olsun diye çevresine yerleþtirdikleri taþlar öylece duruyordu. Bu mezarlarýn içinden geçerken Fâtiha okumayý ihmal etmedik. Ey yüce milletin evlâtlarý!. Eðer sizler olmasaydýnýz, bizler yaþýyor olabilir miydik? Vatan topraðý diye buralara basabilir, bu güzel havayý içimize çekebilir miydik? Kimbilir kimin hangi topraðýn sürgünü olurduk. Sizler canlarýnýzý boþa fedâ etmediniz. Bir Mehmetçik þehit olursa, bin Mehmetçik doðacaktýr. Her zaman Türk analarý olarak yavrularýmýzý fedâ etmeye hazýrýz. O gün de hazýrdýk, bu gün de hazýrýz.
ayalýmunu ümit ceylan
Deðil mi ki Peygamber açmýþ kucaðýný þehidine.. Sizler aslâ ölmediniz!.. Sizler ebediyyette birer dirisiniz.. Asýl ölü olan bizleriz. Vatan sevgisi bizim kültürümüzde Peygamber sevgisiyle özdeþleþmiþtir. Asker ocaðý Peygamber ocaðý demektir ayný zamanda diyerek aziz milletin evlâtlarýnýn ruhlarýyla selâmlaþarak bu kutsal mekanla vedâlaþtýk. Gördük ki Selânik, Bosna, Hatay, Kerkük, Trabzon, Kýbrýs ve daha birçok yerin adý yazýyordu sembolik baþlarýnýn üzerinde... Ne kadar mânidar!. Memleket, mezhep ayrýmý yapmadan ayný toprak ayný amaç ve ayný mefkûre uðruna þehit düþtüler. Onlarýn da vardý birer âileleri, yavuklulularý, doðacak bebeleri. Birçoðu âilelerine ve sevdiklerine kavuþamadan gitti ebedî âleme. Patikada yürürken, oðluma, kýzýma, sonra da eþime uzun uzun bakmýþtým. Âsým ýn neslini öven merhum Mehmet Âkif Ersoy Beyefendinin Safahat ýnda ne güzel anlatýlmýþ Çanakkale Þehitleri ... Biz de âilece tekrar þehitlerimizle onur ve gurur duyduk. Bir kez daha þehitlerimizin varlýðýyla yüce Allah a hamd ve senâlarda bulunduk. Fotoðraf: Kenan Tahir Ceylan
nehaber ne haber?
Hazreti Mevlânâ nýn Doðum Gününde Hocasý Hazreti Týrmýzî Anýlýyor..
Türk Kadýnlarý Kültür Derneði Ýstanbul Þubesi tarafýndan, 2008 yýlýnda Modern Çað ve Ýbn Arabî , 2009 yýlýnda Güneþle Aydýnlananlar Þems-i Tebrizî, 2010 yýlýnda Kulun Niyâzý, Mýsrî Niyâzî Uluslararasý Sempozyumu ile baþlatýlan uluslararasý sempozyumlar dizisine bir baþka âbide þahsiyetle devam ediyor. 30 Eylül - 1 Ekim 2011 tarihlerinde Kayseri de, Kayseri Belediyesi ve Erciyes Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesi ile birlikte ortaklaþa gerçekleþtirilecek olan sempozyumda, Kayseri tasavvuf târihinin deðerli isimlerinden Seyyid Burhaneddin Muhakkýk Týrmýzî anýlýyor. Hz. Mevlânâ gibi birini yetiþtirenlerden olmak sûretiyle Seyyid Burhaneddin Muhakkýk Týrmizî den nakledilen þu sözler onun Hz. Mevlânâ üzerindeki etkisine ve mânevî derecesine iþâret bakýmýndan önemlidir: Hocamdan bana iki güzel þey eriþti: Hâl ve kal (söz). Hâlimi Þeyh Selâhaddin e, kalimi de Mevlânâ ya verdim. TÜRKKAD Ýstanbul bu sempozyumlar serisini düzenleme amacýný þöyle ifâde ediyor: Günümüz insaný, mânevî hazlardan ve kutsal deðerlerden baðýný
büyük bir hýzla kopartarak materyalist dünyânýn kaosu içinde, hakiki tatmin ve mutluluk duygusundan uzaklaþýp kendisini derin bir duygusal yoksunluk içinde bulmaktadýr. Modernleþme adýna yaþanan bu aþýrý dünyevîleþme, insanýn eþyaya odaklanmasý sonucunu doðurmuþ ve insanýn, bir araç olarak algýlanmasý gereken eþyayý, amaç edinmesine sebep olmuþtur. Bu amacýna ulaþmak için de kendisi ve öteki olarak gördüðü, kendisinin dýþýnda algýladýðý kiþi ve canlýlarla olan iliþkisini bu yanlýþ yönlendirilmiþ amaç doðrultusunda tesis eder olmuþtur. Bu sýnýflandýrmanýn doðal bir neticesi olarak da, toplum ve hattâ tabiat ile olan etkileþimini ben-merkezli bir yapýya yerleþtirmiþtir. Seyyid Burhaneddin Muhakkýk Týrmýzî nin yorum ve yaklaþýmlarýyla, ihtiyâcýmýz olan iç huzûrunu ve mutluluðu saðlamak, hem ferdî hem de devlet seviyesinde ancak tasavvuf ile mümkündür diyen TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi Baþkaný Cemâlnur Sargut, bu sempozyumlarý düzenleme amaçlarýný bu þekilde özetlemektedir. Yurtdýþýndan ve içinden gelecek olan toplam 20 ye yakýn bilim insanýnýn katýlýmýyla 30 Eylül-1Ekim 2011 tarihlerinde Kayseri de düzenlenecek olan sempozyum, herkese açýktýr ve katýlým ücretsizdir.
rnehabern
þu vakit vakit sokaklara vuran ses, aþkýn sesi olmayaydý, çaðýrma olmazdý. çünkü her aþk yana yakýla çaðýrmayý içerir. eðer aþkýn sesi olmayaydý böyle çeþit çeþit sesle süslenmezdi. bölgeden bölgeye çiçeklenmezdi. arabýn bir somun ekmek gibi sade ve doyuruculuðu, ilk ve sonu aþan zamansýzlýðý, türkün nakýþ nakýþ kakma sedefi, bosnanýn hasret dolu hicaz nefesi, aþk ve eziyeti birleþtirip böyle renkler ötesi siyah olmuþ habeþli bilalle baþlamazdý.
ÇAÐRI
hümanur baðlý
eðer aþkýn sesi olmayaydý... sonu vuslat olmazdý.
Hz. Mevlâna nýn hayatýnda Kur an Mesnevî okuyorum. Hz.Mevlânâ nýn bütün cihâna o büyük ve yüce müridinin, Hz. Hüsâmeddin Çelebi nin kadrini ilân ettiði bölümde duraklayýp kalýyorum. Hz. Þems i kendimce öðrenmiþtim ama bir de bakýyorum birkaç ansiklopedik bilgi hâricinde ne Hz. Selâhaddin Zerkubî yi, ne de Hz. Hüsâmeddin Çelebi yi bilmiyorum. Dolayýsýyla, Mesnevî ile geçen 20 yýla raðmen, Hz. Mevlânâ yý çok eksik bildiðim ortaya çýkýyor. Hemen kütüphanemden Hz. Mevlânâ nýn hayatýnýn anlatýldýðý bir kitap alýyorum. Önce Selâhaddin Zerkubî bölümüne bakýyorum. Hz. Mevlânâ nýn Þems in kaybýnýn ardýndan Hz. Selâhaddin de de ayný nûru görmenin sevinci içinde söylediði þu gazele rastlýyorum: Elbiselerini deðiþtirdi ama sevgili, o sevgili. O elbiseyi deðiþtirdi, bir baþka elbise giyindi geldi. Güneþ battý gitti ama yok olmadý ki. Ýþte yine ýþýklar ordusunun peþinden çýkageldi. Ardýndan Hüsâmeddin Çelebi bölümüne bakýyorum. Hz. Mevlânâ diyor ki; Simsiyah gece geldi, güneþ battý ama, ay geldi. Ay bulut altýna girip de gizlenince, yýldýzdan baþka ne aydýnlatabilir ki
Ey yolumun adamý Þemseddin güneþ gibiydi, Selâhaddin aya benzerdi. Þah Hüsâmeddin ise yýldýza benziyor . Mâdem ki bunlarýn üçü de insaný Allah a ulaþtýrýyor, üçünü de iyi tanýman lâzým. Hayretler içindeyim. Kitaptaki bu bölümleri daha önce de çalýþmýþým hattâ altlarýný çizmiþim ama o sultanlarýn kendileri hakkýnda bir þeyler bilmemize izin vermeleri yine onlarýn himmetleriyle mümkün olabiliyor. Gönlüm o sultanlarý anlayabilmek isteðiyle Þems- Gece- Ay- Yýldýz diye inlerken, derinlerden gelen bir ses Þems- Leyl- Kamer- Necm diye fýsýldýyor gönlüme! Aklým þaþkýn, hemen fýrlýyorum yerimden, Kur ân-ý Kerim i açýyorum. Adlarý fýsýldanan sûreleri okuyorum heyecanla.
ÞEMS SÛRESÝ:
Bismillahirrahmanirrahim, 1. Andolsun güneþe ve ýþýðýnýn parladýðý kuþluk vaktine, 2. Onu izlediðinde aya Yüce Allah, her ne zaman bir kuluna cemâlini bir güneþ misâli açarsa ardýndan belki de devamlý bu tecelli karþýsýnda yanmasýn, kavrulmasýn diye güneþi sýrlýyor ve geceyi gönderiyor ve ben yalnýz güneþte (Þems de) tecelli etmem, Andolsun ki Ay da da tecelli ederim diye sesleniyor.
tecellisi Güneþin ýþýðýnýn parladýðý zamana kuþluk vakti dedi ya Allah, hemen Duhâ Sûresi ni de açýyorum.
DUHÂ SÛRESÝ:
Bismillahirrahmanirrahim, 1. Andolsun kuþluk vaktine, 2. Gelip oturduðu zaman geceye ki, 3. Rabbin seni terk etmedi, sana darýlmadý da. 4. Sonrasý senin için öncesinden elbette daha mutlu ve kutlu olacaktýr. 5. Rabbin sana verecek de sen hoþnut olacaksýn. Hz. Þems in kaybýyla gece karanlýðýnda inleyen o yüce kulunu, Hz. Mevlânâ yý bu sûrenin nasýl teselli ettiðini ve ona müjde verdiðini görüyorum. Leyl Sûresi ne geçince müjdenin tekrarlandýðýný, yakýnda gerçekleþeceðinin ve gecenin gündüze döneceðinin bildirildiðini okuyorum.
LEYL SURESÝ:
Bismillahirrahmanirrahim, 1. Andolsun bürüyüp örttüðü zaman geceye 2. Ve parýldadýðý zaman gündüze . 20. Yüceler yücesi Rabbinin yüzünü özleyip istemek için veren 21. Yakýnda mutlaka hoþnut olacaktýr. Kamer Sûresi ne geçiyorum heyecanla. Yine hayretler içindeyim. Sûre baþtan aþaðý peygamberleri, insân-ý kâmilleri
meral hasýrcý yalanlayanlardan bahsediyor. Durum, Hz. Zerkubî nin dönemiyle ne kadar da örtüþüyor. Devrin Konya halký, mürþidinin, Hz.Mevlânâ nýn aþkýna varýný yoðunu yaðmalatmýþ olan Zerkubî de parlayan ilâhî aþk ateþine deðil de, lisanýndaki yetersizliðe takýlýyor ve þiddetle aleyhinde konuþuyorlar. Böylece Hz. Zerkubî nin nefsi de yaðmalanýyor. Ýþte o zaman, o nasipsiz körler göremeseler de Hz. Selahaddin Zerkubî, Hz. Mevlânâ nýn gecesini gündüze çeviriyor, bir dolunay gibi pýrýl pýrýl parlýyor. Müjde gerçekleþmiþ, Hz.Mevlânâ mürþidinde, Hz. Þems de gördüðü Hakk ýn nûrunu, Nûr-u Muhammedî yi müridinde seyretmeye baþlamýþtýr. Artýk Hz. Mevlânâ mürþit makamýndadýr. Hemen Necm Sûresi ni açýyorum. Hz. Hüsâmeddin Çelebi döneminin ve Mesnevî nin yazdýrýlýþýndaki hakikatin müjdelendiðini görüyorum.
NECM SÛRESÝ
Bismillahirrahmanirrahim, 1. Andolsun inip çýktýðý zaman yýldýza/ aþaðý indiði zaman o, parçalar halinde aðýr aðýr gelene 2. Ki arkadaþýnýz ne saptý, ne de azdý. 3. O, kuruntudan, keyfinden konuþmuyor. 4. Ýndirilmiþ bir vahiyden baþkasý deðildir o. 5. Kuvvetleri çok müthiþ olan belletip öðretti ona. Gönlüm fark ediyor ki, Hz. Hüsâmeddin döneminde Hz. Mevlânâ mirâcýný yapmýþ ve bu miracdan bize Kur an-ý Kerim in þerh edildiði Mesnevî yi getirmiþtir.
Nefes aldýðý sürece çevresi ile iletiþim kurma zorunluluðunda olan insanoðlunun belki de en az önemsediði, öðrenmek için en az vakit ayýrdýðý konudur, iletiþim. Bunun için olmalý ki iletiþimi, kendimizi en iyi þekilde anlatabilmek, duygularýmýzý ve düþüncelerimizi en etkili þekilde ifâde etmek zannederiz. Halbuki doðru iletiþimin en önemli faktörü -en etkili þekilde olsa dahî- konuþmak deðil, dinlemek ve anlamaktýr. Asýrlar öncesinden, bireysel ya da toplumsal anlamda en iyi hâle gelebilmek için bize yol gösteren Hazreti Mevlânâ, yukarýdaki sözü ile doðru iletiþim konusunda da nasýl hareket etmemiz gerektiðini bize öðretmektedir. Dünyâda karþýlaþtýðýmýz her insan, her olay bir dað ise ve karþýlaþtýðýmýz herþey sâdece bizim aksimizden ibâret ise; konuþmadan/tepki vermeden önce karþýmýzda nasýl bir dað olduðunu anlama eðilimi içine girmemiz, bize geri dönecek sesin tonunu, þiddetini ve rengini belirleyecektir. Bildiðimiz gibi hepimiz olaylara durduðumuz yerden yorumlar getiririz. Hayatta herkesin durduðu yer farklýdýr. Ýnsanlarýn durduklarý yer demek; fikirleri, inançlarý, alýþkanlýklarý, eðitim ve kültür seviyeleri, sosyal yaþantýlarý, ev-okularkadaþ çevreleri, sosyal yaþantýlarý gereði içinde bulunduklarý roller demektir. Herkes herhangi bir durum karþýsýnda iþte bu içinde bulunduðu durumlara göre kendini ifâde eder. Ýþte ifâdenin þekli ve içeriði bu durumlara baðlý kaldýðý zaman iletiþimde baþarýsýzlýk ve çatýþma baþlar. Bunun önüne geçebilmek, Hazreti Mevlânâ nýn söylediði gibi önce karþýmýzda bir dað olduðunun bilincinde olmakla mümkündür. Bunun bilincinde olan kiþi olaylara sâdece kendi durduðu yerden yaklaþmak yerine, önce karþýsýndaki kiþinin durduðu yeri kavrar, daha sonra kendi konumunu da kaybetmeden kendisini ifâde etmeye çalýþýr. Hayatta varolan her rol bizim içindir ve biz her an herhangi bir rolü yüklenebiliriz. Bunun için çevremizdeki insanlarýn hepsini anlamaya çalýþmak zorundayýz ki ayný rol içindeyken kendimizi ifâde edebilelim ve kurduðumuz iletiþim saðlam bir zemin üzerine oturabilsin. Belki de herþeyin üzerinde kendi kültürümüzün, medeniyetimizin güzelliðinin farkýna varma çabasý ile iþe baþlamamýz gerekiyor. Zîrâ öðrenmek için milyarlar harcayarak hakkýnda eðitimler aldýðýmýz empati denilen süreci ve daha fazlasýný, bizim medeniyetimiz üç cümle ile üstelik ücret istemeden bize sunmuþ. Buyrun, Hazreti Mevlânâ ya tekrar gönül verelim: Dünyâ, bir daða benzer. Ýyi olsun, kötü olsun, ne dersen onu duyarsýn daðdan. Bir güzel söz söyledim, dað çirkin cevap verdi sanýrsan imkân yok buna. Yavuz CELEP
daรฐ
yavuz celep
Hz. Mevlânâ, Mesnevî-i Þerif te buyuruyorlar ki, Allah dâima hareket halindedir ve dâima hareket hâlinde olanlarý sever. Kur ân-ý Kerim in Rahman Sûresi nde Gökte ve yerde (melek, ins ve cin olarak) ne varsa hepsi O ndan dilerler. O her gün yeni bir iþ, yeni bir oluþ üzerindedir buyurur. Kimini yüceltir, kimini hakîr eder. Her kuluna bir baþka kýsmet, baþka nimet veyâ zorluk gösterir. O nun yolunda durmadan yürümek, engelleri aþmak, nefsin ihtiraslarýný yenmek ve son nefesini verinceye kadar çalýþmak gerek. Sen bu uðurda ne ölçüde uðraþýr ve savaþýrsan, o da sana o ölçüde doðru yolu gösterir. Sultan Veled bu hareket halinde olmayý, yani amel etmeyi þöyle açýklamýþ: Tarlaya buðday ekmek ameldir, buðdayýn büyümesi, yeþermesi, önceki hâlinde kalmamasý ameldir. Filizlenen baþaðýn sararmasý ve biçilmesi ameldir. Yeniden taneleþen buðdayýn un olmasý ameldir. Unun ekmek olmasý ameldir. Bir günü diðerine eþ geçen ziyandadýr diyor Hz. Peygamber. Bir hâlden daha iyi bir hâle geçmek ameldir. Namaz kýlmak, oruç tutmak, zekât vermek amel gibi görünür ama bu ameller sendeki nefsânî ihtiraslarýn baþýný koparamýyorsa sadece aç
kalmak, eðilip kalkmak ve cebinden paranýn gitmesinden ibâret kalýr. Namaz, insaný kin, kibir, kendini beðenmiþlikten uzaklaþtýrýyorsa bu gerçek namazdýr ve bunun secde hâli bir gün mutlaka zuhûr edecektir. Oruç tutmak öfke ve kibrini mahvetmiyorsa günlerce aç kalmaktan kime ne fayda? Ýbâdet etmek insaný kulluða götürüyorsa ibâdet hükmündedir. Her zaman Allah a yalvarýyorum çünkü bilmiyorum, bu kýldýðým namazlar, tuttuðum oruçlar acaba âhirette nasýl bir þekle bürünüyorlar? Güzel hûriler þeklinde mi yoksa cehennemden bir yaratýk mý? Yaptýðým ibâdette kendimi mi görüyorum yoksa yaradanýma varmak için nefsânî arzu ve heveslerimin boynunu mu vuruyorum? Yaptýðým iþler Allah katýnda makbul mü yoksa geri mi çevriliyor? Allah kademini basmadan cehennem ateþi sönmezmiþ. Bizim çabalamamýzla nefsin yedi baþýný koparmak mümkün deðildir. Ýnsan bu amelleri yapýp gayret ettikten sonra Allah a sýðýnýr ve derse ki Allâhým böyle bir düþmana karþý yenilmekten sana sýðýnýyorum, bana yardým et , iþte o zaman Allah tan yardým gelir, yýllarca vermeye çalýþtýðýn o kötü huylar bir bakmýþsýn ki yokluða karýþmýþ. Allah cümlemizin yardýmcýsý olsun
hz. mevlâna da
amel neþe taþ
psikoloj hýz ve haz...
Ýçinde yaþadýðýmýz devre damgasýný vuran önemli kavramlardan biri de hýz. Teknolojinin geliþimiyle 20. yüzyýldan itibâren her þey hýzlandý. Sanki etrâfýmýzda devinen her þey, eskiye göre daha hýzlý.
sosyal olarak diðer insanlarýn varlýðýnýn da farkýna vararak, onlarýn da haklarýnýn, ihtiyaçlarýnýn olduðunu idrak eder. Yani yavaþ yavaþ büyümeye, olgunlaþmaya baþlar.
Ýnsanoðlunun yaþamýnýn 0-2 yýllarý arasýnda, yani bebeklik dönemi diye adlandýrdýðýmýz zaman diliminde, beslenmek, temizlenmek, gazýnýn çýkartýlarak rahat ettirilmek gibi az sayýda ihtiyâcý var. Ancak bu ihtiyaçlarýnýn bebeðin beden yapýsý gereði ânýnda doyurulmasý, giderilmesi gerekli. Bu dönem insanda ilkel benliðin (nefs) hâkim olduðu dönem; yani bebek tamâmen kendine dönük yaþar; ihtiyaçlarýnýn giderilmesi gecikirse, örneðin karný acýktýðýnda, mide kramplarýna dayanamayarak gecenin ortasý da olsa, annesi o gece hiç uyumamýþ da olsa, kimseleri düþünmeden feryâdý basar. Kýsaca, ihtiyaçlarý açýsýndan hayâtýna hýz ve haz hâkimdir.
Bugünün modern dünyâsýnda hem birçok þeye eriþmek göreceli daha kolay ve hýzlý hem de (maalesef) ebeveynler çocuklarýnýn ihtiyaçlarýný hangi yaþta olurlarsa olsunlar hemen yerine getirmeyi, yani onlara haz yaþatmayý iyi anababalýk olarak algýlýyorlar. Sonuç olarak her þeyi hemen ve þimdi elde etmek isteyen ve istekleri olmazsa veya yerine getirilmesi gecikirse gerilen, sinirlenen ve hatta krize giren bir nesil yetiþtiriyoruz.
Tabii bu dönemde fizyonomisi gereði bu durum çok normaldir. Çocuk büyüdükçe ve kaslarý geliþtikçe hem bedensel olarak kendisini tutmayý öðrenir hem de
Halbuki sabýr, bizim millet olarak temel deðerlerimizden biri. Vuslat âný için sabretmek, beklemek zordur ama bu çok deðerlidir. Doyum daha yüksektir; elde edilen þeyin kýymeti daha fazla bilinir. Biraz da kendi çocukluklarýnda yaþadýklarý yoksunluklarý çocuklarýna yaþatmak istemedikleri için, birçok anababa, imkânlarýný da zorlayarak, çocuklarýna nasýl bir zarar verdiklerini bilemeden böyle davranmaktalar. Geçen yýllarda
jipsikoloji sema süvarioðlu
televizyonda, bireysel kredi pazarlamak amacýyla gösterilen bir reklâm filminde genç baba ben kol saatim olsun diye ilk okuldan mezun olmayý bekledim, bisikletim ancak sünnet olduktan sonra hediye olarak geldi, bir bilgisayara ise 30 yaþýmda sâhip olabildim. Bu yýl 3. sýnýfa geçen oðluma karne hediyesi olarak hem saat hem bisiklet hem de bilgisayar alacaðým diyerek yüzünde gurur ifadesiyle örnek baba rolünü oynamaya çalýþýyordu. Verdiðim eðitimlerde bazen genç katýlýmcýlara kaçýnýz bayram gecesi ayakkabýnýzla uyudunuz? diye soruyorum, bana garip garip anlamayan gözlerle bakýyorlar. Çaðýmýzda tüketim öyle boyutlara ulaþtý ki bayram sabahý, günlerce önceden alýnmýþ ayakkabýyý giyebilmek için beklemek ve kavuþmanýn hazzýný yaþamak, birçok genç insan için artýk tamâmen mânâsýný kaybetmiþ durumda. Çocuklarýmýza sabretmeyi, beklemeyi, hazzý elde etmeyi geciktirmeyi çok küçük þeylerle de öðretebiliriz. Geçen yýllarda, Konya da, bir 17 Aralýk Þeb-i Arus töreninde Hz. Mevlânâ nýn huzûrundaki duâda þöyle bir olaya þâhit oldum. Türbenin içinde saat 16:00 da yapýlacak duâya
katýlabilmek için aralarýnda çocuklarýn da olduðu büyük bir kalabalýk saatlerce önceden yerlerini almýþtý. Çocuklarýn olmasý beni sevindirmiþ, hem de nasýl bekleyecekler diye merak etmiþtim. Hakikaten kendilerini oyaladýlar ve birkaç saat süren bekleme süresine dayandýlar. Duâ saati geldi, hepimiz ayaða kalktýk. En fazla 20 dakika sürecek olan duâyý izleyebilmek, duyabilmek için kalabalýk sessizliðe bürünmüþken arka sýralardan bir çocuk sesi fýsýldayarak annesine susadýðýný söyledi. Annesi de yanlarýnda getirdikleri poþetten, bana uzunca gelen bir zamanda, haþýrdayarak su çýkartýp çocuðunun ona çok doðal gelen ihtiyâcýný karþýlamýþ oldu. Çocuðuna bir 20 dakika daha beklemesini söylemedi, çocuðun su ihtiyâcý ona göre çok normaldi ve hemen giderilmeliydi. Henüz bitirdiðimiz Ramazan ayý, bize basit, temel ihtiyaçlarýmýz için sabretmeyi öðretmek için çok deðerli bir fýrsattý. Tüketim toplumunun tüm unsurlarý (bebeklik yýllarýmýzda terk etmemiz gerekli) ilkel benliðimizin, nefsimizin bitmek bilmeyen, hemen þimdi elde etmek istediðimiz ihtiyaçlarýný gidermek için seferber olmuþ durumda. Hýzlý yemek (fast food), 15 dakikada kapýnýzda deðilsek paranýzý ödemeyebilirsiniz vaadiyle eve ýsmarlanan pizzalar, içinde þimdi al sonra öde , fýrsatý kaçýrmayýn , mutluluðunuzu ertelemeyin hemen alýn, kârlý çýkýn gibi
psikoloj hýz ve haz...
ifâdeler döþenmiþ reklâmlar, hepimizin cebinde birden fazla bulunan kredi kartlarý, teknolojinin de baþ döndürücü hýzla geliþimiyle istediðimiz tüm bilgiye hemen eriþebilmemiz, beðenmediðimiz bir televizyon kanalýný ya da radyo istasyonunu bir dokunuþla ânýnda deðiþtirebilmemiz daha birçoðunu sayabileceðimiz durumlardan birkaçý.
Geldiðimiz noktada bize sunulan ve modernlik diye adlandýrýlan tüketime dayalý yaþam þeklinin sorumlu olduðu kadar ne yazýk ki kendi deðerlerimize sâhip çýkamayýp bize dayatýlana boyun eðme kolaycýlýðýna giden bireylerin yani bizlerin de sorumluluðumuz var. Daha da düþündürücü olan, sâhip çýkamadýðýmýz temel deðerlerimizin bize süslü paketler içinde batýdan ithâl edilmesi. Duygusal zekâ, son yýllarda psikolojide öne çýkan bir kavram. Çok deðiþik, çok yeni bir bilgi zannedilen duygusal zekânýn önemli bir ögesi de sabýr . Yapýlan bir araþtýrmada, yuva çaðýndaki çocuklarýn önüne bir tür þekerleme koyuluyor. Odada yalnýz olan çocuða bu þekerlemeyi yiyebileceði, ancak 5 dakika sonra gelecek olan
öðretmenini beklerse ek olarak bir þekerleme daha hak edeceði söyleniyor. Bazý çocuklar önlerine konan þekerlemeyi bekleyemeden hemen alýp yerlerken bir kýsmý o yaþ çocuðu için zor olsa da sabredip, 2 tane þekerleme hakedebilmek için öðretmenin gelmesini bekliyor. Daha sonra bu çocuklar 14 yaþlarýna gelene kadar tâkibe alýnýyorlar. Sabretmeyi bilenlerin, sabredemeyenlere oranla akademik baþarýlarýnýn daha yüksek, arkadaþlarý ile iliþkilerinin daha iyi olduðu, daha sosyal olduklarý sonuçlarý elde ediliyor. Ramazan ayýný zevkle geçirdikten sonra diðer kazançlarýmýzýn yanýsýra, ana babalar, yöneticiler ve diðer rol modeller olarak önce kendi hazlarýmýzý geciktirmeyi ve bunu tüm yýla yaymayý becerebilirsek ve bunu kendimizden sonra gelen nesillere de deðer olarak aktarabilirsek tekâmül yolculuðumuzda küçük de olsa bir adým atmýþ oluruz..
jipsikoloji sema süvarioðlu
ol þârý yapulur gördüm... *
cemâlnur sargut tan
DEKORASYON
*Hacý Bayrâm-ý Veli
selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan
ÇÝÐ KABAK SALATASI
nefes alan tarifler
Malzemeler: Salata için: 2 adet kabak 2 adet sarý kabak 1/3 fincan çam fýstýðý 1-2 sap taze fesleðen 1 su bardaðý küp küp doðranmýþ mozzarella peyniri Sos için: 1 çay kaþýðý ince kýyýlmýþ sarýmsak 1 çorba kaþýðý kýyýlmýþ taze maydanoz 1 limon kabuðu rendesi 1 limon suyu 1/2 fincan meyve suyu 1/3 su bardaðý sýzma zeytinyaðý 1 çay kaþýðý tuz 1 tatlý kaþýðý bal Birkaç damla Acýsso veya Tabasco sosu Zeytinyaðý, maydanoz, limon suyu, tuz, bal, Acýsso, sarýmsak, limon kabuðu ve meyve suyunu bir blender ya da rondoda iyice karýþtýrýn. Kabaklarý kâðýt gibi incecik dilimleyin ve bir tabak üzerine koyun, üzerlerine çam fýstýðý ve fesleðen ekleyin. Taze kesilmiþ mozzarella küplerini kabak salatanýzýn üzerine serpiþtirdikten sonra salata sosunu gezdirin. Âfiyet olsun.
görüþmek üzere...