MART 2012
30.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
sâmiha ayverdi
EDÝTÖR DEN...
Merhabalar Efendim; Her Nefes in Mart sayýsýna hoþ geldiniz Bu sayýmýz Ken an Rifâî gibi bir gönüller sultânýndan tasavvuf eðitimi almýþ, imanlý, irfanlý bir Türk kadýný, Türk annesi, kültür ve târih deryâsý mütefekkir-yazar Sâmiha Ayverdi hakkýnda 25 Kasým 1905 yýlýnda Ýstanbul da doðan ve 22 Mart 1993 günü Ýstanbul da Hakk a yürüyen muhteþem bir gönül sultâný hakkýnda Osmanlý Ýmparatorluðu nun son dönemini, Kurtuluþ Savaþý ný ve Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluþunu, bu yeni cumhuriyetin ilk 70 yýlýný görmüþ, yaþamýþ ve bunlarý muhteþem Türkçesi ile kitaplarda derlemiþ, hâli ile baþta Cemâlnur Sargut olmak üzere pek çok öðrencisine öðretmenlik etmiþ, örnek olmuþ, verdiði unutulmaz eserleriyle biz gibi taþlarý dile getiren bir sultan Sâmiha Ayverdi Bu sayýda yazýsý olan-olmayan pek çok arkadaþým adýna diyebilirim ki, hepimiz kendimize göre o güzeller güzelini, onun hâlini, en büyük eseri olan öðrencilerini ve kitaplarýný anlatmaya çalýþtýk. Elbette kelimelerimiz yetmedi Aðaçlardan olan kalemlerimiz kýrýldý, denizler dolusu mürekkeplerimiz eksik kaldý Tek tesellimiz, Hacca gitmeye karar veren topal karýncanýn hikâyesindeki
gibi Yolundayýz diyebilmemizdir. Ýnþaallah onlar bizden konuþmuþ ve yazmýþlardýr. Anlatýmlarýmýzýn kusurlarý bize, güzellikleri anlatýlana âittir. Bize bizi gösteren, mânevî dünyâmýzda, bizi Bir Dünyâdan Bir Dünyâya gezdirip Sýrra Yolculuk a eriþtiren o güzeller güzeline sonsuz minnet ve sevgilerimizle . Yosun Mater
SOHBETLER DEN...
Aþk evvelâ kadýndan zuhur etmiþtir. Aþk, Allah'ýn sýfatýdýr. Hazret-i Âdem, aþkýn zuhûrunu Havvâ'dan gördüðü için ona âþýk oldu. Resûlullah Efendimiz de onun için Bana kadýn sevdirildi buyururlar. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 322).
*** Kýrklar kaç erdir? diye zâtýn birine sormuþlar. Kýrk nüfustur demiþ. Niçin er demediniz de nüfus dediniz? diye tekrar sorunca Ýçlerinde kadýn da vardýr da onun için... buyurmuþ. Kadýnýn fazileti, sýrasýnda erkeðinkinden fazla olduðuna þüphe yoktur. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 343-344).
*** -Kadýnlýk eski ihtiþam ve kudretini kaybetmedi mi Efendim? -Kadýnlýk, deme... kadýnlar... de! Asýl kadýnlýk, bütün ihtiþam ve kudretiyle hep o, hep ayakta! Kadýnlýk ne büyük bir mazhariyete nâil olmuþtur. Kadýnlýk, aþka mazhar olmuþtur. Erkek ona niçin meclûb oluyor? Çünkü mazhar-ý aþktýr. Kadýn dünyâ gibidir. Nasýl ki dünyâda bir cihet gündüz olduðu vakit bir cihet mutlak gecedir. Kadýnlýðýn da bir tarafý nur, bir tarafý zulmettir. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s.13)
SÂMÝHA AYVERDÝ DEN ALTIN ÖÐÜTLER
Ölçün doðruluk olsun, aleyhine dahî olsa doðruyu söylemekten çekinme. Haksýz olduðun bir mes'elede, haklý olduðunu kendine inandýrmaya çalýþma. Ýnsanlarýn kusurlarýný gözünde büyütme, onlarýn kabahatlerini deðil meziyetlerini görmeye çalýþ. Arabulucu ol, arabozucu olma. Ýyilik yapmak için fýrsat gözle. Kula hizmet Hakk a ibâdettir. Karar vermekte aceleci olma. Hükümlerini basîretle vermek bahtiyarlýktýr. Gayeli ve kararlý ol. Gel-geç tabiatlýlarýn ideallerine eriþtikleri görülmemiþtir. Onun için azimli ve sebatkâr ol. Herhangi bir mes eleyi sükûnet ve hoþlukla hâlletmeyi âdet et. Sakin, mülâyim ve hesaplý konuþ. Aðýr, kýrýcý ve geri dönülmez sözden çekin. Vakarlý ve haysiyetli ol. Fakat alýngan olma. Öfke gelir göz karartýr. Öfke gider yüz kýzartýr diyen ne doðru söylemiþtir. Onun için sonradan piþmanlýk verecek sözden ve hareketten þiddetle kaçýn.
Büyüðe küçüðe saygýlý ol. Hürmet et ki hürmet göresin. Lâtifelerin lâtif olsun. Kalb, Allah ýn nazargâhýdýr. Kýrmaktan þiddetle sakýn. Bil ki para gaye deðil, vâsýtadýr. Eline bu vâsýta geçtiði takdirde, onu hayýrlý iþlerde kullan. Sabýrlý ve hazýmlý ol. Daima þükret. Güçlükleri, kolayýndan al. Rahat edersin. Evlâtlarýnýn bedenleri kadar, ruhlarýný da besle. Onlar sana Hakk'ýn emânetidir. Bu emâneti kurda kuþa kaptýrmamaya dikkat et. Anana, babana, kardeþine, hâsýlý bütün âilene muti, sâdýk ve yardýmcý ol. Sana, korku, ümit veya herhangi bir menfaatle baðlanan dostlarýna güvenme. Ýnsanlar, kendi hayatlarý binâsýnýn mimarýdýrlar. Bu binâyý kurmak hususunda gösterecekleri ustalýk veya acemilik onlarý mes'ud veya bedbaht eder.
CEMÂLNUR SARGUT ÝLE ROPÖRTAJ
Müge Doðan: Hocam, mürþidiniz Sâmiha Ayverdi den ve kendileriyle birlikte yaþadýðýnýz hayattan biraz söz etmek istiyoruz. Sâmiha Ayverdi sizin için ne ifâde ediyordu? Hayatýnýzdaki yeri neydi? Cemâlnur Sargut: Hz. Mevlânâ için Hz. Þems ne ise benim için de Sâmiha Anne ayný þeydi. Bunun hiçbir kelime ile izâhý yok, nedeni ve niçini yok. O nun çok büyük âlim olmasý, çok zarif bir hanýmefendi olmasý, çok tesirli olmasý, vakar sâhibi olmasý filân deðil benim Sâmiha Anne ye aþkým. Beni irþâd etmesi filân da deðil. Ezelî bir nasip bu. Mürid ile mürþid arasýnda akýl almaz bir bað oluþuyor ve o bað ezelden oluþmuþ bir bað. Yani direkt mürþidine doðru çekiliyorsun. Þanslýysan eðer, o mürþid de hakikaten gerçek bir mürþid-i kâmil olur. Ben çok þanslýydým. Mürþid kavramý bizim evde hep vardý çocukluðumdan beri, ama benim mürþid kavramým biraz bizimkilerden de farklý oldu. Sâmiha Anne çok sohbet eden, çok birebir ders veren, bütün sorunlarýmýzý tek tek sorduðumuz bir sultan deðildi. Genellikle kitaplarý ile bizi irþâd ederdi ve yanýna çok az girebilir ve kendisini çok az görebilirdik ama orada durduðunu bilirdik. O bizim için sevgiliydi. O nun bizim eve geliþi bile benim için en büyük lûtuftu yani. Sâdece bir dakika görmek bile her þeye deðerdi. Kýzkardeþim O nu muâyene ederken elini O nun nabzýna koyuyor diye kardeþim gibi doktor olmayý çok
istemiþimdir. Keþke ben de elimi nabzýna koyabilseydim diye. Akýl almaz bir iliþki bu Sevdiðin bir insaný tanýmaya baþladýktan sonra insanýn eski sevgisi bazen kalmayabiliyor fakat mürþid ile olan iliþkide çok yakýndan tanýsan bile her an bu sevgi bin kat artýyor. Her an söyledikleri ile yaptýklarýný tatbik eden bir insanýn yanýnda olmanýn zevkini yaþýyorsun. Sâmiha Anne, benim putlarýmý kýrdý ve hayâtýmý deðiþtirdi, beni korudu. O, Rahman ve Rahim sýfatlarýnýn tecellisi gibiydi. Korunduðunu çok iyi bilirdin O varken hayatta. Biz ayný zamanda âile dostuyduk. Daha çocukluðumuzdan itibâren doðumgünlerimizi bile O kutladý hep. Babamýzýn hapse girdiði anda yanýmýzda olan tek kiþi O idi... Babam hapisteyken, bir aylýk kira parasý ile beraber gelmiþti bizim eve ve bu zor zamanýmýzda ne babamý ne bizi hiç býrakmadý. Hayatýmýn bütün zor günlerinde yanýmda oldu, hastalýklarýmda, dertlerimde; problemlerinde, kýzýmý kaybederken, kýzým doðduðunda, oðlum doðduðunda Bir mürþid ki, evet, hakikaten Valide Sultan ýn dediði gibi, siz çoðaldýðýnýz zaman çoðalýyor, siz azaldýðýnýz zaman azalýyor. Sizinle aðlýyor, sizinle gülüyor, sizinle yaþýyor. Ýþte o gerçek bir mürþiddi; yani Allah ile irtibâtý saðlayan ve Allah a nasýl gidileceðini çok iyi bilen bir mürþiddi. O beni çok etkiledi. Kendine hiç dâvet etmedi; çok mütevâzý idi. Þeyh miydi? Hayýr, þeyh deðildi ama mürþiddi. Çünkü o bütün seremonileri kaldýrmýþtý ve devre uymanýn zevkini yaþýyordu.
Müge Doðan: Hocam hep hayatýmdaydý diyorsunuz. O nu ilk idrâk ettiðiniz yaþlarýnýzdan ve biraz da O nunla ilgili hâtýralarýnýzdan bahsedebilir misiniz? Cemâlnur Sargut: Doðrusunu istersen çok iyi hatýrlýyorum; 3 yaþýnda filândým, belki daha da küçüktüm ve kapýya Sâmiha Anne nin geldiðini hissederdim. Aþaðý kapýya, yani bizim evin kapýsýndan çýkýp muâyenehânenin kapýsýna iner, kapýyý O kapýyý çalmadan açardým. Yani daha 2-3 yaþýndan itibâren, yani ben beni bildim bileli benim Sâmiha Annem vardý her zaman. Bir resim vardý evde, o âmânýmdý. Âmân; en problemli insanýn bile her zaman sýðýnacaðý kiþi demektir. O âmanýmdý ama O nun görüntüsü yani O dünyâda olsaydý Sâmiha Anne olurdu diye düþündüm hep... Dolayýsýyle Sâmiha Anne çok önemli. Ayný zamanda Nazlý Annem de yaþýyorlardý ve ben ikisi arasýnda hiç ayýrým yapmadan sevdim ama Nazlý Anne mürþidlik yapmadýlar. O kendilerini çektiler. O sâdece beni dünyâya getirmiþti duâlarýyla, o kadar... Sâmiha Anne mürþiddi. Öðretti, yaþadý, yaþattý. Ondan beri hep beraber olduk ve bütün kötü günlerimizde, güzel günlerimizde Sâmiha Anne yanýmýzda oldu. Çok hayat tanýyan bir mürþiddi. Bize programlar yaptý, eðlenceler düzenledi. Çocukken çocuk iftarlarý onun evinde olurdu. Parmak kaldýrtýrdý kim oruç tuttu diye Oruçluyum diyebilmek için
oruca baþladýðýmý hatýrlýyorum. 6 yaþýnda tuttuðum orucun zevkini hatýrlýyorum. O nun huzûrunda iftar etmenin, arkadaþlarýmý sevmenin zevkini yaþadým. Yani insanlarý seviyorsunuz da, mürþidin önünde sevdiðiniz zaman onun mübah olduðunu hissediyorsunuz günah olmadýðýný; yani onun için insaný mürþid ile sevmek lazým. O zaman Allah memnun oluyor sizden gibi düþünüyorsunuz. Arkadaþlarýmý ben Sâmiha Anne nin önünde sevdim ve onlarla dost oldum. Sonra koptum bir ara, yani üniversite zamanýnda mânen hiç kopmadýðým, fakat madden uzaklaþtýðým ve felsefeye merak saldýðým, hattâ solcu arkadaþlarýmýn da olduðu bir devir yaþadým. Ben hiç solcu olmadým. Böyle bir devirde Sâmiha Anne neredeydi? Vardý ama beni biraz kendi hâlime býrakmýþtý. Yani orada kendim karar vermeliydim. Aksi takdirde kendimi mecbûr edilmiþ hissederdim. Onun için beni býrakarak çok doðru birþey yapmýþtý mürþidim. Orada bana müdâhale etmedi. Müge Doðan: Hocam, oðlunuz Kerim in ismini de kendilerinin bir kitabýndan koymaya karar verdiðinizi söylersiniz hep Cemâlnur Sargut: Evet, çocuðuma Kerim adýný verdiðim zaman Sâmiha Annemin kitabýndan yararlanmýþtým çünkü okuduðum ilk kitabý Batmayan Gün dü ve ben çok etkilenmiþtim . Orada Kerim Bey, Kenan Rifâî Hazretleri ni anlatýyordu
CEMÂLNUR SARGUT ÝLE ROPÖRTAJ
ve bir gün oðlum olursa adý Kerim olmalý diye düþündüm. Kerim olduðunda Sâmiha Annem geldiler, tebrik ettiler, hediyeler getirdiler. Çok sevinirlerdi mümin insanlarýn çocuðu olduðunda. Daha sonra aradan uzun bir süre geçtikten sonra kýzým oldu. Sâmiha Anne bir kitap yazmýþtý Mektuplardan Gelen Ses diye... Bütün ihvan çocuklarý için benim torunum diye yazýyordu orada ve bizim adýmýz yoktu Âsuman ile. Hayâtýmda ilk defa çok üzüldüðümü hatýrlýyorum. Benim mürþidim beni niye hiç anmamýþ, ben onun evlâdý deðil miyim diye üzüldüm. Sonra kýzýmý kaybettiðimde Evlât Acýsý diye bir yazý yazdýlar. O yazý, bir mürþidin gönlüne girmek için insanýn neleri fedâ etmesi gerektiðini öðretti bana. Kýzýmýn doðuþunda da Sâmiha Annemin rolü çok büyük. Doðduðu gün onu doðduðu hastaneden baþka bir hastaneye götürdüler. Biraz problemli doðmuþtu. Ben 10 senedir bekliyordum o çocuðu ve çok isteyerek doðurmuþtum. Hastane odasýnda yalnýzým ve çok kötü bir vaziyetteyim. Kucaðýma bile alamamýþým bebeðimi. Sâmiha Annem girdiler içeri. Ellerinde incecik bir vazo vardý -her zaman çok zariftiler- ve tek bir gül. Kýzýmýn ismi Gülüm idi ve rüyâmda görmüþtüm, Efendim koymuþtu. Bundan daha güzel bir isim duymadým diye girdiler içeri. Cennet gibiydi o an. Ýþte insanýn mürþidi içeri girince acýsý sýkýntýsý, hiçbir þeyi kalmýyor. Bir saat yalnýz oturduk içeride. Cennet nedir deseler, benim için yalnýz o anlardý iþte. Bunun izâhý yok kýzým. O anda anlýyorsun ki
koca ikinci planda, çocuk ikinci planda, herþey ikinci planda Ama mürþid baþka bir þey. Mürþid, Allah ýn mânâsýný temsil ediyor. Ey mazhar-ý mürþidde tecellî eden Allah... O gittiðinde o gece yalnýz kaldým hastanede. Hancý kitabýný elime aldým, orada Cennet dedikleri senin olduðun yerdir. Cehennem dedikleri olmadýðýn yerdir ama senin olmadýðýn yer yok diyordu... Sonra yine hayâtýmýn en önemli hâdiselerinden birini yaþadým onunla. Eþimle çok problemli olduðum bir devreydi. Kerim kolej imtihanýna girdi. Ben anlýyorum ki, eþimle problemli oluþum beni Kerim üzerinde hýrsa itti ve Kerim i birinciliðe çalýþtýrdým. Zâten Kerim çok baþarýlý bir öðrenciydi. Hayatýmýn tek isteði Kerim in Ýstanbul Erkek Lisesi ne girmesiydi. O hâle gelmiþtim. Ýmtihan neticelerinin belli olduðu gün kapý çalýndý, Sâmiha Annem içeri girdiler. Ben neticelerin belli olduðunu bilmiyordum. Sanki benim hýrslarýmýn, benim üzerindeki etkisinin ne kadar zayýf olduðunu biliyordu ve bunu bana öðretmek üzere gelmiþti. O, kapýdan girdi ve ayný anda telefon çaldý. Telefonda arkadaþým Kerim in kodunu söyle, sana nereyi kazandýðýný söyleyeyim, gazete önümde dedi ve ben kendimi ölçtüm, þöyle cevap verdim: Boþver þimdi, sonra öðrenirim. Çünkü Sâmiha Anne oradaydý ve benim için artýk hiçbirþeyin önemi yoktu. O nu gördükten sonra özgüvenim çok arttý, çünkü anladým ki ben hýrslarýn insaný deðilim, o hýrslar ârýzî olarak üzerimde var. Sonra kendileri sordular, nereyi
kazandý diye. Ýstanbul Erkek Lisesi olduðu belli oldu ve o zaman da ellerini açtýlar iyi ki Türk okulu kazanmýþ diye þükrettiler ve çok duâ ettiler Kerim e. Annemin Amerika da olduðu bir gün beni çaðýrtmýþlardý. Dört saat kadar oturduk odada yalnýz. Ben hiç tatlý yemem ve hiç þeker atmam çayýma, ama dört saat boyunca orada dört dilim pasta yemiþim, altý tane de hepsi iki þekerli çay içmiþim. Hiçbirisini hatýrlamýyorum. Önüme koymuþlar, ben de yemiþim, hiç farkýnda deðilim. Yani, nasýl bir berâberlik olduðunu siz tahmin edin. O zaman sen bir kadýn ile beraber olmuyorsun, O ndaki mânâda kendi hakikatini görüyorsun. Müge Doðan: Sâmiha Anne nin son dönemlerinden biraz bahseder misiniz? Cemâlnur Sargut: Son zamanlarda çok rahatsýzdý. Çok hasta olduðu dönemde Suâdiye ye, bir ablamýzýn evine sýkça gelirdi. Oraya gittikleri bir gün bizi çaðýttýlar. Bizden bir köpek için kulübe istemiþlerdi. Düþünün, o hâliyle Ýzmir deki bir ihvânýmýzýn köpeðine kulübe alýnmasýný Âsuman dan istiyor. Biz de kulübeyi götürdük. Kapý aralýðýndan da bakýyoruz. Gel dese de içeriye girsek diye bir hâl içerisindeyiz. Aþaðýda arabada da annem ve bacým bekliyor; teyzeme gideceðiz. El ettiler ve biz Âsuman ile girdik. Hiç konuþmadan oturduk. Yazdýrýyordu. Bir küçücük hâdiseden, belki yapraðýn oynayýþýndan âyet açýklýyordu. Açýklarken inanýlmaz bir hýzla
yazdýrýyordu. Ben böyle birþey görmedim. Ýlhan Abla yazýyor ama kalýyor, arada anlamadým diyor ama O hiç dönmüyor, akýyordu. Biz büyülenmiþ bir þekilde Âsuman ile oturuyoruz. Aþaðýda annemi unutmuþtuk çoktan. Bir saat kadar yazdýrdý. Bir saat biz böyle dinledik. Mûcize ile karþý karþýya olduðumuzun farkýndaydýk. Yazý bitti ve enerjisi bir anda bitti ve bana ancak eliyle iþâret ederek kâðýt verdi ve bunlarý gençlere daðýt dedi. Üç kiþi koluna zor girdi, yatýrdýlar ve sonra öðrendim ki öðlene kadar bu þekilde yazdýrýyormuþ ve öðlenden ertesi sabaha kadar yatýyormuþ. Ertesi gün gene ayný enerji ile yazdýrýyormuþ. Vefât edene kadar yazdýrdý. Vefât edene kadar irþâd etti. Ölmeden beþ on dakika önce Suzan Abla ya Ne aðlýyorsunuz, yan odaya geçeceðim demiþ. Müge Doðan: Bir de araba hâdiseniz vardý, onu da anlatýr mýsýnýz? Cemâlnur Sargut: Yeni bir araba almýþtýk, Ford. Ford kullanmak çok zordur, çok aðýr bir arabadýr. Ýlk kullandýðým gündü ve eþim de arabanýn teline zarar gelmeyecek diyerek verdi bana arabayý. Ben de Sâmiha Anne yi aradým ve Efendiciðim, emir buyurursanýz ben sizi gitmek istediðiniz yerlere götürmek isterim dedim. Tabiî dediler bana. Ben annemi ve kendilerini aldým ve artýk 30 km hýzla ile gidiyorum. Birçok yere uðradýk. En son bir ablamýzýn evine gittik, evin önünde durduk ve ben Sâmiha Annemi arabadan çýkarmak için
CEMÂLNUR SARGUT ÝLE ROPÖRTAJ
inecekken, arkadan bir minibus geldi ve güm diye vurdu. O kadar üzüldüm ki, ben sarsmayayým diye 30 km hýzla ile gidiyorum, minibüs gelip vuruyor. Minibüs þoförü çocuk dedi ki Ehliyetim yok abla. Ben de git dedim çocuða. Sonra Sâmiha Anne yi arabadan çýkartmak için indiðimde Çocuða ne yaptýn? diye sordular. Ehliyeti yokmuþ efendim, gönderdim dedim. Güzel de Cemâlnurcuðum, bundan sonra bir kazâ yaparsa sen de ortak olursun o kazâya dediler. Bunu hayâtým boyunca unutmam. Yani her yerde hak korumanýn, hak ve hakikati gözetmenin ne kadar önemli olduðunu gösterdiler. Sanki devrin Ömer i gibiydi Sâmiha Anne. Yine bir keresinde ihvan içinde birþeyler anlat demiþlerdi. Ben de okulda olan bir hâdiseyi anlattým. Çocuklarýn küfredenlerinden para topladýðýmý, çocuklarýn da Bizden toplayacaðýnýza hocalardan toplayýn dediklerini anlattým. Sanki çok güzel birþey yapýyormuþum gibi. Sonra baþkasýna da birþey anlattýrdýlar ve tâ çaya kalkarken yanýma geldiler ve kulaðýma eðilerek dediler ki özde ayný noktada olduðun kiþilerin kusurlarýný görmeyiver. Bu nasýl büyük bir derstir, biliyor musun? Ayný mürþide baðlý ve ayný aþkla çarpýyorsa kalbin, kusurlarýný görme onun. Onun kusurlarý yok, o sadece senin için var demek istiyordu bana. Ne kadar mühim, ibretli bir lâf. Bu bakýmdan Sâmiha Anne her hâli ile örnek bir insandý. Adým atýþý bile örnekti.
Müge Doðan: Nasýl bir meþrebe sahiptiler? Cemâlnur Sargut: Sana anlatamayacaðým kadar þýk ve zarif bir hanýmefendi idi ama kimse ona kadýn diye bakmazdý, erdi O. Çok edepliydi. Kolunun içerisinde devamlý bir ipek mendili vardý, çýkarýrdý ve dudaklarýný silerdi. Çok aceleciydi. Daha Kadýköy de eline anahtarýný alýrdý Fatih teki evine giderken. Meþreplerimiz çok benziyordu. Ramazan ýn birinci günü bize bayram hediyesi gelirdi. Biz daha hediye almadan bütün çocuklarýnýn bayram hediyesini yollardý. Ben O ndaki hakikate, O ndaki mükemmelliðe, O ndaki Allah ile irtibâta, O nun edebine, O nun benim gibi kusurlu olmayýþýna hayran olup âþýk oldum. Ama O ayný zamanda benim gibi bir insandý. Yemek yiyor, oturuyor, kalkýyor. O zaman da diyorsun ki, ben de O na benzeyebilirim. Bu çok büyük bir örnek. Müge Doðan: Peki hocam, kendileri de sizin gibi insanlarýn hayâtýnýn içinde miydi hep? Cemâlnur Sargut: Meselâ bir arkadaþýmýz Sheraton Oteli nde bir göreve baþlayacaktý. Söz vermiþ, mukavele imzalamýþ. Gitmiþ Sâmiha Anneme sormuþ, Hayýr demiþler. Bana telefon açtý, Her þeyi imzaladým, söz verdim ne yapayayým? diye sordu. Sözümden mi döneceðim? dedi. Ben de ben olsam dönerdim dedim. O da döndü. Bir hafta sonra babasýnýn kanser olduðunu öðrendi. Babasýna bakmak zorunda kaldý, arkadan ikinci çocuðunu doðurdu ve
birinci çocuðunda problem çýktý. Gene bir baþka arkadaþýmýz Viyana da iktisat okudu ve son senesini burada okumak için geldi ve sýnavlarý verdi, en son Almanca imtihanýna girecek. Sâmiha Anneme gitmiþ ve anlatmýþ bütün bunlarý. Sâmiha Annem de Viyana ya döndüðünde annene selâm söyle demiþ. Sâmiha Annem çok yaþlý, acaba söylediklerimi anlamadý mý? dedi bana arkadaþým. Ben de bekle ve gör inþaallah dedim. Ertesi gün Almanca imtihanýna girmiþ ve kalmýþ. Ýktisat imtihanýndan geçiyor, 3 senedir Almanca okuduðu Viyana dan geliyor ve buradaki Almanca imtihanýndan kalýyor. Döndü ve annesine selâm söyledi. Böyle bir hayat yaþadýk biz Sâmiha Anne ile. Mûcizesini mûcize gibi göstermez ama sen mûcizesini fark ederdin. Ben hiç þüphe etmedim. Ben iyi bir mürþid miyim bilmiyorum, ama çok iyi bir müriddim. Her zaman iyi bir mürid oldum. Hiç çýkmadým sözünden. Üzdüm mü bilmiyorum. Belki evliliklerim, ayrýlmalarým, O nu üzmüþ olabilir. Benimle de imtihana girmiþ olabilir ama þahsen bana söylediði hiçbir þeyi ikiletmedim. Bana tekrar kocana dön deseydi, çok zor oldurdu ama hiç düþünmeden dönerdim. Yani benim için O herþeydi. Hayâtýmýn merkezi idi. Hattâ çocuklara çok kez söyledim, O ölürse ben de ölürüm diye. Ama O ölmüyor, onu görüyorsun. Eskisinden daha rahat berabersin. Senin Sâmiha Annen hep seninle yaþýyor. O benim Sâmiha Annemdi. Baþkasýna sorsan belki
bambaþka bir Sâmiha Anne anlatacaktýr. Ama ben babam gibi bir adamýn -babam çok akýl ehliydi çok akýllý ve kültürlü bir adamdý- Sâmiha Anne ye olan hürmetini gördüm. Babam öyle herkese hürmet edecek bir insan deðildi. Ama Sâmiha Anne ye olan hürmetini sana hiçbir þekilde anlatamam. Onun için ölçüler çok önümde ve O na dokunanýn ne hâle geldiðini de gördüm. Ne felâketlere uðradýðýný Kýzým, bu dünyâ müridmürþid iliþkisi üzerine döner. Baþka bir iliþki yok. Ben Sâmiha Anne ye âþýk olmasaydým, O nun varlýðýnda Allah ý tanýmasaydým, ne Þems bilirdim, ne Mevlânâ tanýrdým, sana açýk açýk söyleyeyim. Görmen lâzým; mürþidini karþýnda görmelisin ki bütün bunlarý anlayabilesin. Müge Doðan: Hocam, Allah bize de þükrünü bilmeyi nasip etsin inþaallah...
ER KÝÞÝ
Konu kadýn mürþitler olunca, Hiçlik Aðacý yazýmdaki izleri sürdüm yeniden. Evet, ben hakikat yolculuðuna çýkarken kadýn mürþitler tutmuþtu elimden. Devrin insân-ý kâmiline, oradan da Peygamber Efendimize varmýþtý yolum! Küçücük bir gibi çocuk olan nefsim ana kucaðýnda ve babanýn kanatlarý altýnda hakikate doðru uçmaya baþlamýþtý. Beni buraya taþýyan mânevî annem mi yoksa babam mý? diye düþünürken hakikat makamýndan bir ses geldi âniden. Gel seni baþlangýca götüreyim. Anne kimdir, baba kim, erkek kimdir gerçekte, kadýn kim? Kendi gözlerinle seyret dedi. Birden kendimi Hz. Âdem in yaratýlýþýný seyrederken buldum. Çamurdan bir heykel yatýyordu yerde, henüz insan diye anýlmayan. Sonra birden nasýl olduðunu göremediðim bir þekilde canlandý. Rûhumdan ruh üfledim insana nidâsý yankýlandý bütün âlemde. Halife olduðu bildirildi, bütün ruhlar ve melekler secde ettiler ona.
meral hasýrcý
Bak dendi, Bundan sonrasýna iyice bak ve anlamaya çalýþ. Dikkatle izlemeye baþladým. Âdem in kaburga kemiðinden, ona çok benzeyen ama ondan farklý bir insan belirdi. O nasýl canlandý? dedim. Rûhumdan ruh üfledim ya dendi. Ýþte orasýný kaçýrmýþým dedim. Hayýr, kaçýrmadýn, sadece onu Âdem den farklý sanmak yanýlgýsýna düþtün. O ilk nefesle insan var oldu. Kadýn ve erkek denen varlýðýn bütünü... Melekler de bütüne secde ettiler. Yani ayný anda hem kadýna hem de erkeðe! Þöyle devam etti Kim ki kendindeki kadýn ve erkek makamlarýný birleþtirerek dünya için gerekli olan cinsiyet kavramýndan mânen kurtulur da ruh makamýna eriþirse iþte o, meleklerin secde ettiði kâmil insan olarak aslýna döner. Sonunda anlamýþtým benim elimden tutanýn kim olduðunu. Ýsimler çeþitli, cisimler çeþitliydi ama hakikat birdi. Allah ýn halifesiydi elimden tutan. Er kiþiydi, kâmil insandý. Hz. Ýnsan dý.
ZÜLÝÞ
Sâmiha Anneme intisâb ettikten iki sene sonra evlenmiþ ve Ýstanbul a gelmiþtim. Þehre alýþmak ve yeni hayatýmý rayýna oturtmak için geçen bir iki seneden sonra nihâyet, dostum Cangüzel in önayak olmasý ile Meþkûre Annemleri tanýdým. Sohbetler baþladýðýnda katýlmak için düzenimi ayarlamam gerekiyordu. Kýzým henüz bir yaþýndaydý ve býrakacak bir tek teyzem vardý. Onun evi ile benim evim arasýnda epey mesâfe vardý. Bu mesâfeyi otobüs ve dolmuþla gidemeyecek vaziyetteydim. Eþime bana araba almasý için bayaðý ýsrar ettim. O da çocuk küçük olduðu için Ýstanbul da araba kullanmama pek sýcak bakmýyordu, fikrinden de caymayacak gibiydi. Sohbetlere gidemeyeceðimi düþünmeye baþlamýþtým. Fakat her ne olduysa âniden bir gün bana bir araba alýverdi. Ben ise bunun hikmetini daha sonra öðrenecektim.
neþe taþ
Ekim ayý geldi. Meþkûre Annemin sohbetleri baþladý. Ben de, çok þükür, hiç bilmediðim hâlde Kadýköy yakasýna geçmeye baþladým. Takdir edersiniz ki, Ankara da doðup büyüyen birinin cadde ve sokaklarýný bilmediði bir þehirde bir yerden bir yere gitmesi hayli zordu. Sohbette ihvan kardeþlerimizle tanýþtým. Orada Züliþ de vardý. Züliþ, Meþkûre Annemin kýzkardeþinin kýzýydý. Cüceydi. O da benim gibi Avrupa yakasýndan kalkýp Kadýköy e geliyordu, hem de otobüslerle, in-bin... Ben çýkýþta onun bir vâsýta aradýðýný, nasýl karþýya geçebileceðini araþtýrdýðýný duyunca aman ben de Etiler tarafýna geçiyorum, kýzým da Beþiktaþ taki teyzemde, sen de benim yolumun üzerindesin. Ben seni bundan sonra hem alýr hem de evine býrakýrým dedim. Züliþ le dostluðumuz ve birbirimizi
tanýmamýz bu hâdiseyle baþlamýþtý. Bana geri dönerken dedi ki Otobüse binerken o kadar zorlandým ki, Allah a yalvardým. O na dedim ki, þu hâlimi görüyorsun. Senin sohbetin olmasa kimse beni evden dýþarý çýkartamaz. Ama senin için bu zahmete katlanýyorum. Ne olur bana bir kolaylýk saðla, yoksa karda kýþta gidip gelemem. Allah beni ona vâsýta kýlmýþtý. Meðerse eþimin araba almamak konusundaki inadýný kýran þey, Züliþ in sohbete gelebilmek için ettiði duâymýþ. Züliþ vefat edene kadar, dokuz yýllýk bir dönem boyunca, onunla dostluk ettik. Allah ýma onun gibi birini bana tanýttýðý, dost ve yoldaþ kýldýðý için ne kadar þükretsem azdýr. Züliþ bana örnek oldu. Gençtim, saðlýklýydým, çocuðum ve eþim vardý. Züliþ ise cüceydi, gözünün içine baktýðý anacýðýyla oturuyordu. Emekli maaþlarýyla kýt kanaat geçiniyorlardý. Ben sürekli þikâyet ederken o þükrediyordu. Benim üzerimdeki gaflet perdesinin kalkmasý biraz uzun sürdü. Hiçbir zaman hatâlarýmý yüzüme vurmadý. Hayatýmda ilk defa birine içimi açarken sanki karþýmdaki kendimmiþ gibi bir duygu içerisindeydim. Baþkasýna deðil de olmam gereken hâlime, öyle olamamanýn sýkýntýlarýný döküp boþaltýyordum; o da sâkin ve sessiz þekilde, yargýlamadan ve kýzmadan dinliyor; doðruyu býkýp usanmadan söylemeye devam ediyordu. Onun hâllettiði benim ise hâlledemediðim þey, kendime ve âleme düþman olma duygusuydu. Sanki herkes bana cephe almýþ ve düþmanlar çevremi kuþatmýþtý. Ben de hababam mücâdele ediyor ve içimdeki bu savaþtan her zaman maðlûp ve yorgun çýkmýþ olarak yine Züliþ in anlayýþýna sýðýnýyordum.
Bir müddet sonra, kendi dertlerimi devamlý ona anlatarak ne büyük bir bencillik yaptýðýmý düþünmeye baþladým. Onu memnun etmek için bir þeyler yapma ihtiyacý duydum. Bir gün sinemada Joe Black isimli bir film izledim, çok beðendim; onun da görmesini istedim. Koltuklarý oldukça geniþ bir sinema salonu biliyordum. Zahmetsizce binaya girip çýkabilirdi. Hafta içiydi. Patlamýþ mýsýrlarýmýzý ve içeceklerimizi aldýk, salona girdik. Ýkimizden baþka kimse yoktu. Beraber büyük bir keyifle filmi seyrettik. Benim yapamadýðýmý yapýyordu. Bardaðýn boþ kýsmýna deðil, dolu kýsmýna bakýyordu ve mutlu oluyordu. Eksikliklerini Allah a varmak için köprü olarak kullanýyor, hâcetini bu yönden istiyordu. Her sohbet dönüþümüzde köprüden geçerken mutlaka çocuklara kos helva alýyor, eðer helvacý bulamazsa beni bir bakkalýn önünde durdurup, elime para verip çocuklarýma çikolata veya gofret aldýrýyordu. Doðum günlerinde veya baþka zamanlarda da, onlara çeþitli hediyeler, masal kitaplarý alýyordu. Bir gün oðlumun kütüphanesini temizlerken, Züliþ in aldýðý masal kitabýna rastladýk. Ýstersen bunu daha küçük çocuklara verelim dedim. Þiddetle karþý çýktý, O, bana Züliþ in hediyesiydi dedi. Peygamber Efendimizin Hediyeleþiniz hadisini yaþýyordu. Ben ise vermeyi bilmiyor, baþkalarýný deðil, kendimi mutlu etmek için savaþýyordum. Görünüþte ben ona yardým ediyordum, ama o bana hissettirmeden ruh tabibliði yapýyordu. Çünkü küpün içinde ne varsa dýþarýya o sýzýyordu. Bugün geriye bakýp düþününce þunu da fark ediyorum. Ben de onu Allah için
karþýlýksýz ve katýksýz bir sevgiyle sevmiþtim. Ýliþkimizde hiçbir menfaat yoktu, sadece Allah vardý. Allah için bir aradaydýk, Allah için birbirimizi seviyorduk. Vefat ettikten sonra bir gün onu rüyamda gördüm. Cesedinin baþýnda Allah ým, onu benden alma diye aðlýyor ve yalvarýyordum. O ise Allah a Allah ým onu affet diye yalvarýyordu. Bazen dünyanýn aðýr geldiðini hissettiðim, sýðýnýlacak bir yer aradýðým zamanlarda onu yanýmda hissediyorum. Zevk aldýðým zamanlarda, özellikle denize girdiðimde kendisi denizi çok severdi- onu anýyorum, sanki birlikte yüzüyormuþuz gibi Oðlum onun duâsýyla doðmuþtur. Kýzým Elif ten sonra 6 sene kadar çocuðum olmadý. Hiçbir neden yokken hâmile kalamýyordum. Bir yaz günü -evden hiçbir yere çýkamýyordu- onu alýp havuza götürdüm. Beraber yedik, içtik, havuza girdik, hârika bir gün geçirdik. Eve dönerken, Allah ým, bu kýz beni çok memnun etti, sen de ona istediði gibi hayýrlý bir erkek evlât nasib et diye duâ etti. Hakikaten o ay içinde hâmile kaldým. Mehmet Ali, her hâliyle beni tatmin eden bir evlât oldu. Allah ým dedim, ben sadece birkaç saat Züliþ i memnun ettim diye senin bana olan ihsânýnýn haddi hesabý yok, sen ne güzel bir Allah sýn! Bir verince, karþýlýðýnda bizi hesapsýz-kitapsýz, hiç kimselerin bilmediði ve bilemeyeceði ikramlara gark ediyorsun. O, Allah dostuydu. Çok þükür biz de bir Allah dostunu tanýma ve sevme, beraber olma lûtfuna nâil olduk. Teþekkür ederim Züliþciðim Teþekkür ederim Allah ým
zeynep gençer
O Bir ayna ki; ona bakýnca kendi çirkinliðini onun güzelliðinde seyrederken, gördüðün güzelliðin sana ait olduðunu söyleyen, Bir öðretmen ki; hiç durmadan öðreten ve sen hatâlar içindeyken çok þükür ki kuluz, hatâ yapýyoruz diyen, Bir önder ki; gayreti herkesten fazla, yorgunluk nedir bilmeden her an hizmet eden, Bir ana ki; her yaratýlmýþý Yaratan dan ötürü seven, Bir mürid ki; toprak gibi mütevâzý, her dâim teslim ve râzý olan, Bir mürþit ki, Þâyet yeryüzündeki aðaçlar kalem, deniz de arkasýndan yedi deniz katýlarak mürekkep olsa yine yazmakla tükenmeyen , Bir kul ki; Hak ile Hak, Bir Nûr ki; Hakîkat-i Muhammediyye den...
ÝSLÂM VE KADIN
eylül yalçýnkaya
Ýslâm ve kadýn baþlýðý altýnda birçok þey yazýlabilir. Konu birçok açýdan ele alýnabilir ve hangi bilim dalý tarafýndan incelendiðine baðlý olarak ortaya çok farklý bakýþ açýlarý çýkabilir. Örneðin bir ilâhiyatçý açýsýndan bakýldýðýnda konu Kur an ve Sünnetteki temelleri, Hz. Peygamber in uygulamalarý dikkate alýnarak incelenecek ve bu çerçevede bazý tespitlere ulaþýlacaktýr. Sosyoloji ve antropoloji bilimleri, konuyu daha dar bir alanda irdeleyerek söz gelimi Amerika da müslüman ve kadýn olmak gibi bir noktadan yakalayarak ve genelleme yapmaktan kaçýnarak inceleyecekler ve muhtemelen araþtýrmalarýn büyüklüðü ile orantýlý sözler sarfetmeye çalýþarak temkin yolunu tutacaklardýr. Tarih ilmi ise, elindeki dökümanlarýn zenginliði sebebiyle konuyu bugün algýladýðýmýzdan çok farklý bir düzlemde tartýþabilecektir. Ýslâm ve kadýn konusu, içinde yaþadýðýmýz toplumun bir gerçeði olarak, sadece bilim dallarýnýn deðil, bireylerin de meselesidir. Dolayýsýyla yukarýdaki baþlýk için en azýndan bir-iki cümle
sarfetmeyecek kiþi az bulunur. Bununla beraber, feministler pozitif ayrýmcýlýk olduðunu söyleyerek, böyle bir makale kaleme alýnmasýndan rahatsýz olabilirler, bazýlarý Ýslam da kadýn konusunun negatif ya da pozitif anlamda zaten çok açýk bir þekilde ortada olduðunu söyleyerek bunun tartýþýlacak bir tarafý bulunmadýðýný söyleyebilir. Mistik akýmlar, aslolanýn cinsiyet deðil ruh olduðunu iddia ederken ateistler ise tartýþmayý din çerçevesinde yapmayý reddedebilirler. Hâl böyleyken, herkesin kendi zâviyesinden yaklaþtýðý kadýn konusuna biz de Ýslâm tasavvufu açýsýndan bakmak istiyoruz. Fakat bu durumda Ýslam tasavvufu meseleyi daha geniþ bir açýdan inceleyecek ve baþlýðý þu þekilde deðiþtirmek isteyecektir: Hakk ýn cemâl tecellîsî olarak Ýslam da kadýn Ýlk dönem tasavvufu zühd (dünyadan sakýnma) üzerine kurulu olduðu için, bu dönem sûfilerinin kadýn konusuna yaklaþýmlarý da zühd anlayýþýnýn tesirinde kalmýþtýr. Bunun doðal sonucu olarak, dünya ve ziynetlerine karþý takýnýlan temkinli yaklaþýmda kadýndan uzak durmak da vardýr. Bu durum, belli bir süre için de olsa Hz. Muhammed in (a.s.) Kadýn erkeðin yarýsýdýr hadisinin bir ölçüde gözardý edilmiþ olduðuna iþaret etmektedir. Tasavvuf tarihinde zühd dönemini tasavvuf dönemi takip eder. Tasavvuf, alaný , konusu ve yöntemleri ile bir ilim dalý olarak ortaya çýktýðý bu dönemle beraber (hicrî 3 yy.
ve sonrasý), kadýn konusuna daha orijinal yaklaþýmlar getirmiþ ve bu yaklaþýmýn en zirve örnekleri Ýbnü l-Arabi ve Mevlânâ Celâleddin Rûmî nin eserlerinde ortaya çýkmýþtýr. Yazýmýza bu iki büyük müellifin kadýn konusuyla ilgili en temel görüþlerini inceleyerek devam etmek istiyoruz. O sizi tek nefisten yarattý. Ve kendisiyle durulup yatýþmasý için ondan eþini var etti. (A raf, 189) Sûfilere göre, sözkonusu âyet insânî cevhere iþâret etmekte ve nefis kelimesi insânî hakikatin her iki cins için müþterekliðini bildirmektedir. Bu durumda, âyetin zâhirinden anlaþýlan en açýk mânâya göre erkek ve kadýn, insanlýk cevherinden ortaya çýkan iki kutup (yani insanlýðýn aktif ve pasif iki yönü) olmaktadýrlar. Ýbnü l Arabî, insânî hakikatin iki vechesinden birisi olarak kadýna baktýðýnda onu erkeðin yarýsý olarak görür. O da erkeðin ulaþtýðý makamlara, mertebelere ve özelliklere ulaþýr, bunlara kutupluk mertebesi de dâhildir. Zaten Ýbnü l Arabî nin ilk mürþidi de bir kadýndýr. Ýnsanlýk hakikati, bütün içerik ve hükümleriyle erkek ve diþiye verilen biricik hakikattir. Ýbnü l-Arabî nin vahdet-i vücud anlayýþýna deðinmeden onun kadýn anlayýþýný izah etmek mümkün olmadýðýndan, ayrýntýya girmeksizin vahdet-i vücûd/varlýðýn birliði ve varlýk mertebeleri konusuna deðinmekte fayda
görüyoruz. Tevhidin en mükemmel bir yorumu olan vahdet-i vücud anlayýþýna göre Hakk ýn mutlak birliði, kemâli sebebiyle taþarak, kendisini aþikâr etmiþtir. Mutlak varlýk olan Hakk ýn tecellîsinde Zat dan ilk zuhûra çýkan, Hakikat-i Muhammediye, ilk akýl ya da kalem-i a lâ tâbir edilen cevherdir. Buna küllî akýl da denir. Küllî akýl, zuhûr ediþi sebebiyle pasif, kendisinden sonraki mertebenin zuhur sebebi olmasý yönüyle ise aktiftir/erildir. Ýkinci bir tecellî ile küllî akýldan küllî nefis çýkar ki bu da pasif/diþil bir özelliðe sahiptir. Böylece Mutlak Varlýk olan Hak, mertebe mertebe kendisini açarak þehâdet âlemine kadar süren bir derecelenme içinde zuhûrunu kemâle erdirir. Varlýk mertebelerinde her mertebe kendisinden önceki mertebeye göre pasif, kendisinden sonraki mertebenin sebebi olmasý dolayýsýyla da aktif olarak kabul edilir. Dolayýsýyla erillik aktif olmak ve diþilik, pasif olmak mânâsýnda kullanýlmaktadýr. Bu zuhûrun zirve noktasý olan varlýk, kendisinden önceki bütün mertebeleri cem eden (kevn-i câmî) insan mertebesidir. Hakk ýn bütün isimlerinin kendisinde kemâl bulduðu insan ise, diþisi ve erkeðiyle tek bir nefisten yaratýlmýþ olan varlýktýr. Tüm zýt isimleri kendisinde toplayan, birleyici ve cem edici varlýktýr. Ve bu özelliði sebebiyle de Hakk ýn yeryüzündeki halîfesi olmaya lâyýk tek varlýk türüdür. Burada özellikle dikkat çekmek istediðimiz konu þudur: Diþilik Ýbnü l
Arabî için, fâil Hak mertebesi karþýsýnda edilgen/halk (âlem) mertebesidir. Küllî nefs olmasý yönünden kadýn, Yüce Kalem in (Âdem/erkek) kendisinde göründüðü korunmuþ levhadýr. Baþka bir ifâdeyle Hakk ýn celâl ve heybet tecellîsi olan Âdem in karþýsýnda Havvâ, Hakk ýn cemâl tecellîsi olarak durmakta, Hakk ýn celâli, varlýðýn karþýsýndaki yokluk aynasý gibi o cemâl aynasýndan yansýmaktadýr. Ontolojik olarak ifâde edildiðinde belki anlaþýlmasý kolay olmayan ifâdeler, Ýbnü l Arabî nin Âdem ve Havvâ nýn hakikatini açýkladýðý pasajlarý anlamayý kolaylaþtýrmasý açýsýndan önemlidir. Füsûsu l Hikem de kadýn konusunun iþlendiði aþaðýdaki pasajlar gibi:
eylül yalçýnkaya
Allah, Âdem i kendi sûretinde yarattý. Parça ile bütün arasýnda birbirini sevme ve özleme iliþkisi vardýr. Allah önce Âdem i, sonra da ondan karýsý Havvâ yý yaratmýþtýr. Bu yaratma iþinde Allah a nazaran pasif olan erkek, kadýna nazaran aktiftir. Hakk ýn tecellîleri madde sâyesinde görünür. Fakat en mükemmel biçimde insan sûretinde görülür. Hak ya aktif ya pasif veyâhut her iki þekilde insanda seyredilir. Erkek, Hakk ýn mahlûku olarak onun kendisinde pasif olarak, ama kadýn kendisinden vücûda gelmesi dolayýsýyla da onu kendinden aktif olarak temâþâ eder. Kadýn da Hakk ý hem pasif, hem aktif olarak temâþâ eder. Âdem den yaratýlmýþ olmasý itibâriyle onda aktif
olarak görülür. Þu hâlde Hak, en iyi biçimde kadýnda tecellî eder, en mükemmel biçimde onda temâþâ edilir. (Ýbnü l Arabî Sözlüðü) Hakk ýn cemâl tecellisi olarak kadýn, Hz. Mevlânâ nýn eserlerinde en güzel þekilde ele alýnmýþtýr: Yaratýlýþta kadýn, erkeðin bir parçasýdýr ve hakikat itibâriyle erkeðin aynýdýr. Binâenaleyh küllün cüz e, bütünün parçaya muhabbeti, diðer eþyaya muhabbetinden fazladýr. Bu yüzden Peygamber Efendimizin kadýna muhabbeti, gûya kendi cüz üne, belki kendine muhabbeti gibidir. Bu da küllî aklýn, küllî nefse iþtiyâký gibidir. Ârif kiþinin kadýna hürmeti ise, Allah a muhabbetidir. Çünkü onda Hakk ýn pertevini, nûrunu görür. Pertev-i Hakkest an mâþûk nî Hâlýkest an guyyâ mahlûk nî Hz. Mevlânâ nýn kadýn hakkýnda mahlûk deðildir, sanki Hâliktýr deyiþi, hayatýn ve âlemlerin mânâsý olan yaratýcý kudreti bizzat þahsýnda temsil etmesinden dolayýdýr. Bu demektir ki, insanýn sevdiði kadýna karþý duyduðu aþk ve çekiliþ beyhûde deðildir. Çünkü kadýn Allah ýn güzelliðinin yeryüzüne vurmuþ bir nûrudur, sadece sevgili deðildir, âdeta mahlûk deðil de Hâlik týr. Bu hakikate vardýktan sonradýr ki kadýn erkeðin yarýsýdýr, diyen Hz. Muhammed in hadisi daha açýk anlaþýlýr. (Cemâlnur Sargut, Hz. Mevlânâ nýn Kadýn Anlayýþý makalesi).
Allah, Âdem i kendi sûretinde yarattý. Parça ile bütün arasýnda birbirini sevme ve özleme iliþkisi vardýr. Allah önce Âdem i, sonra da ondan karýsý Havvâ yý yaratmýþtýr. Bu yaratma iþinde Allah a nazaran pasif olan erkek, kadýna nazaran aktiftir. Hakk ýn tecellîleri madde sâyesinde görünür. Fakat en mükemmel biçimde insan sûretinde görülür. Hak ya aktif ya pasif veyâhut her iki þekilde insanda seyredilir
NE KADAR UZAÐI GÖREBÝLÝYORUZ?
yosun mater
Bu yazý, kütüphanemi elden geçirme kararým ile baþladý. Yýlda sadece bir veya iki kez yapabildiðim bu iþlem, benim için oldukça önemlidir. Neden mi? Bu sâyede kitaplarýmý elden geçirir, tozlarýný alýr, sayfalarýný karýþtýrýr ve genellikle de bazý kitaplara dalýp 1-2 saat onlarý okur ve hangi rafta takýldýysam orada saatlerce mahsur kalýrým. Onun için bu iþ ne zaman baþlar, nasýl biter? Biter mi? Hiç bilemedim Bu sefer elim üst raflara gitti. Mütefekkir (düþünür), yazar Sâmiha Ayverdi nin herhalde 40-45 kitaptan oluþan muhteþem külliyâtýna takýldým Büyük bir kýsmýný bir solukta okuduðum, bir kýsmýnýn içinde zevkle kaybolduðum bu muhteþem fikir ve kültür hazinesi içinde 4-5 kitap bir anda gözüme çarptý. Uzun yýllar önce okuduðum Misyonerlik Karþýsýnda Türkiye (1969), Türk Tarihinde Osmanlý Asýrlarý (1975), Türkiye nin Ermeni Meselesi (1976), Türk-Rus
Münâsebetleri ve Muhârebeleri (1970), Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Dâvâmýz (1976) kitaplarýnýn tarihlerini bilhassa yazdým. Düþünün ki bu kitaplar 1970 li yýllarda yazýlmýþ ve baþlýklarý gerçekten beni çarptý! Biz 2012 de, yani nerdeyse bu kitaplarýn basýmýndan 3540 yýl sonra hâlâ benzer konularla, hâlâ ülkemiz üzerindeki benzer siyâsî oyunlarla uðraþýyoruz. Çok ilginç geldi... Samimi bir itirafta bulunmak istiyorum. Ýnce olduklarý için sayfalarý karýþtýrmaya ilk önce Misyonerlik Karþýsýnda Türkiye ve Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Dâvâmýz ile baþladým. Ýþte tam bu noktada çarpýlmam, sarsýlmaya dönüþtü. Biz bugünlerde eðitimin süresi, eðitimin dili ve meslekî eðitim ile ilgili tartýþmalarý yaþarken ve güncel medyayý tâkip ederken, Sâmiha Ayverdi, bunlarý yýllar önce görmüþ, býkýp usanmadan ve defâlarca, sayfalarca yazmýþ Sanýrým bu hâl, insanýn kendi sýnýrlý zamanýn ötesine bakmasý ve sýnýrsýz basireti (görüþü), yani geleceði görmesi, öðretmesi ve öðretmenlik etmesi demek... Biz kendi görüþ açýmýzla, kendi zamanýmýzýn dar kalýplarý ile hayatýmýzý, dinimizi, hislerimizi, insanlýk anlayýþýmýzý, konuþmalarýmýzý, eðitimimizi, vatanmillet sevgimizi, yaratýlmýþlara olan sevgimizi, belki de en önemlisi Allah a olan aþkýmýzý sýnýrlarýz. Bunu da en çok ve en kolay þekilde kendimizi, hâlimizi ve hislerimizi ifâde etmekte kullandýðýmýz kelimeler ile yaparýz. Ýþte Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Davâmýz , tam burada devreye giriyor. Bu kitap Milli Eðitim meselemize çok derin, çok doðru
ve keskin bir bakýþla bakýyor ve bize eðitimin nasýl olmasý gerektiðine dâir yol gösteriyor. Türkçemizin muhteþem kelimelerini, ana dilimizin ifâde ve mânâ zenginliðini göstere göstere anlatýyor. Dilerim temel eðitim meselesine yön verecek olan ve bu konuyla ilgilenen herkes inþaallah bu kitabý en az bir kere okumaya fýrsat bulur. Sâmiha Ayverdi ve kitaplarý niye bu kadar kýymetli ve önemli? derseniz biriki noktaya dikkat çekmek isterim. Sâmiha Ayverdi, 25 Kasým 1905 tarihinde Ýstanbul da doðmuþ, 2-2,5 yaþýndan beri olan her þeyi gayet net hatýrlayan ve bunlarý muhteþem Türkçesi ve üslûbu ile edebiyatýn her türünde verdiði eserlerde dile getiren bir sultan Yetiþtirdiði kýymetli öðrencilerinin sayýsý ve listesi ise çok ciltli ansiklopedi olur. Sultanýn kendisi de bir baþka sultanýn, bir gönüller sultanýnýn, Gönül Haný nýn vazgeçilmez HANCI sýnýn eseri Ken an Rifâî Hazretlerinin en kýymetli öðrencilerinden biridir. 22 Mart 1993 günü Hakk a yürümesinden hemen önce sevenlerine Niye üzülüyorsunuz? Ölüm sadece bir odadan diðerine geçmektir diye buyurmuþ ve koþarak sevgili hocasýnýn, gönlünden hiç çýkmayan o Hancýnýn yanýna yürümüþtür. Merkez Efendi hazîresinde medfun bulunan mürþidi Kenan Rifâî Hazretlerinin ayak ucuna defnedilmiþ bir güzeller güzelidir. Sâmiha Ayverdi, Osmanlý Ýmparatorluðu nun son dönemini, Kurtuluþ Savaþý ný ve Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluþunu, ilk 70 yýlýný görmüþ, yaþamýþ ve yazmýþ bir
mütefekkir (düþünür), yazar ve gerçek bir tasavvuf eðitimi almýþ, imanlý, irfanlý bir Türk kadýný, Türk annesi Misyonerlik Karþýsýnda Türkiye kitabýný elime aldýðýmda ise bambaþka bir þey gözüme çarptý. Anadilde eðitimimizin etkilenmesi, aslýnda bütün hayatýmýzý ilgilendiren bir çeþit misyonerlik faaliyeti gibi Ýnternette bir gezinti yaptým ve dünyâda en çok konuþulan dillere baktým. Ýlk sýrada Çince, ikinci Ýngilizce, üçüncü Ýspanyolca, dördüncü Hintçe, beþinci Türkçe, altýncý ise Arapça Dilimiz dünyada en çok konuþulan BEÞÝNCÝ dil. Biz maaþallah çocuklarýmýz daha anadillerini öðrenmeden Ýngilizce öðrensinler diye onlarý anaokulunda bile Ýngilizce dersi olan kolejlere yolluyoruz. Hattâ kendini aydýn kabul eden aileler, Türk olmalarýna raðmen evlerinde de devamlý Ýngilizce konuþuyorlar Ýlginç deðil mi? Dilinde gönül , hoþgörü , Allah aþký , tevâzu , münevver kelimeleri olan bir mânâ deryâsýnýn SINIRSIZ kelimeleri yerine, tolerans , alçak gönüllülük , kalp gibi mânâ damlalarý içeren SINIRLI kelimeleri olan bir dili tercih ediyorlar. Dahasý Muharrem, kandiller, dinî ve millî bayramlar, sâdece tatil muamelesi görür ve anaokuluna giden çocuklarýmýz tarafýndan doðru dürüst bilinmezken hepsi yýlbaþýný ve Noel Baba yý biliyor. Bu da kendi çapýnda ve gizli bir misyonerlik hareketinin sonucu deðil mi? Biz kendini çok geliþmiþ kabul eden ülkelere Kurban Bayramý ndan söz
yosun mater
etsek, hayvanlarý kesen barbar muâmelesi görürüz. Ama onlara Paskalya da Niye yumurta boyuyorsunuz? desek, Niye Peygamberinizi öldürdünüz? diye sorsak hâdise oluyor. Biz tüm peygamberleri ve tüm dinî kitaplarý kabul etmeden Müslüman olamýyoruz. Çocuklarýmýza, Ýsâ, Mûsâ, Nuh, Yahyâ, Yâkup, Yusuf ve Meryem gibi isimleri memnuniyetle verirken, kendini çok geliþmiþ kabul eden ülkelerin hiçbirinde çocuklara Muhammed, Hatice, Fatma, Ali, Hasan, Hüseyin, Ayþe, Ömer, Osman gibi isimler konmuyor! Ýþte bu onlarýn sýnýrlý ve bizim sýnýrsýz kelimelerimizden ve hâlimizden kaynaklanýyor. Tahammül ve toleransýn sýnýrýna geldikleri için Müslüman ismi kabul ettikleri bu isimleri evlâtlarýna veremiyorlar. Sýnýrsýz hoþgörü sahibi olmayý Hz. Muhammed den (s.a.v.) öðrenen, mânâsý Allah tan gelene teslim olmak anlamýna gelen Ýslâm a mensup biz Müslümanlar ise hiçbir din büyüðüne, peygamberine sýnýr koymadan, isimlerini evlâtlarýmýza, inþaallah Ýsmi ile yaþasýn diyerek ve kulaðýna ezanlar okuyarak koyuyoruz. Bu da Az geliþmiþ kabul edilen ülkelerin insanlýðý çok geliþmiþ bireylerinin davranýþ þekli Kim insan haklarýna, dinî özgürlüklere daha saygýlý ve medenî? Yorumu size býrakýyorum. Son olarak 1453 Fetih filmi hakkýnda bir-iki kelâmým var. Fetih filmi üçüncü hafta içinde, 4 milyon 651 bin 715 seyirciye ulaþmýþ. Maaþallah! Fransa gazeteleri, ikinci hafta seyirci sayýsýný görünce Osmanlý çýlgýnlýðý diye yazmýþ.
Almanya, yaþ sýnýrý koymuþ, bazý ülkeler gösterimini yasaklamýþ ve daha bir sürü þey Ýnsan Türk Târihinde Osmanlý Asýrlarý ný okuyunca anlýyor. Nasýl bir milletiz, nasýl bir târih yazmýþýz ki bir filmimizden bile bu kadar korkuyorlar Tabiî kendini çok geliþmiþ kabul eden ülkelerin medenî cesâretinin (!), tahammül (!) ve toleransýnýn (!) bir sýnýrý var. O kadar da deðil! Neyse bize sýnýrsýz hoþgörü göstermemiz öðretiliyor, inþaallah bir gün ben de hakkýyla öðrenirim. Kendini çok geliþmiþ kabul eden ülkelere son bir lâfým var. Arkadaþlar, bildiðim kadarýyla henüz Viyana ya girmeye niyetimiz yok. Korkmayýn! Bu arada lâfý uzattým. Size zahmet olmazsa, baþta Peygamber Efendimiz ve diðer peygamberler ve pirler için, bu milletin her karýþ topraðýný kanýyla sulayan bütün þehitlerimiz ve bize deðerlerimizi hatýrlatan, baþta Ken an Rifâî Hazretleri ve Sâmiha Ayverdi olmak üzere, tüm kýymetli ecdâdýmýz için bir Fâtiha rica etsem
desen:hümanur baðlý
çok tatlý bir annenin þeker cihadý
zeynep rana
Çocukluðumdan çok güzel hâtýralarým var. Aðaçlara týrmanmak, Monopol oynamak, bisiklete binmek, kardan adam yapmak, balýk tutmak ve mahallenin çocuklarýyla saklambaç oynamak aklýma gelenlerden sadece birkaçý Diðerleri ise olaylar deðil, tatlar: Doðumgünlerinde yediðim küçük pastalar, diþçinin hediye ettiði lolipoplar (evet, doðru okudunuz!), kahvaltýlardan sonra yenilen donutlar, arkadaþlarýn evinde ikram edilen çikolatalý kurabiyeler, okulda öðle yemeðinden sonra alýnan dondurmalar ve liste daha uzayýp gidiyor Annemle süpermarkete gitmeye bayýlýrdým o zamanlar; çünkü dilediðim aburcuburu alýþveriþ sepetine koyabilir ve daha eve dönerken arabada yemeye baþlardým. Hayat ne kadar da güzeldi!
Hayat hâlâ güzel. Fakat bazý þeyler artýk deðiþti. Anne olduktan sonra çocuðumu yetiþtirdiðim ortamýn benim çocukluðumdan ne kadar farklý olduðunu görüyorum. Çocuklarýn çok daha fazla ev ödevleri var, oynamak için neredeyse sokaða hiç çýkamýyorlar ve evde olduklarý zamanýn büyük bölümünü bilgisayarýn ya da televizyonun karþýsýnda geçiriyorlar. Bu hareket eksikliði, günden güne çekimini arttýran televizyon programlarýnýn onlara (ve anne babalara) daha çok þekerli yiyecek içecek tüketmelerini dikte eden reklam bombardýmaný ile birleþiyor. Ben-10 ve Caillou size bir þeyi tavsiye ederse buna direnmek çok zor oluyor! Kendi neslimizle çocuklarýmýzýn nesli arasýndaki farklar bir hayâl ürünü deðil. Çocuk obezitesi, geçtiðimiz otuz yýl içinde üç kattan fazla arttý ve bu sadece varlýklý ülkeleri ilgilendiren bir sorun deðil. Dünya Saðlýk Örgütü ne göre geliþmekte olan ülkelerde yaklaþýk otuz beþ milyon ve geliþmiþ ülkelerde sekiz milyon fazla kilolu çocuk yaþýyor. Doðal olarak obezite þeker hastalýðý, bazý kanserler ve kalp rahatsýzlýklarýna yakalanma riskini arttýrýyor ve araþtýrmalar kilo fazlasý olan çocuklarýn ileri yaþta obez olma riskinin yükseldiðini gösteriyor. Bu hastalýk endiþeleri çocuklarýmýzýn beslenmesinde þekeri kesmeniz için yeterli sebep fakat bir anne olarak þekerlemelerin sevgiye denk olduðu yönünde yýllarca süren bir beyin yýkamaya mâruz kaldýktan sonra bunu
nasýl yapabilirim? Ne bana ne de çocuðuma bir faydasý olmadýðýný aklýmla idrâk etmiþ olsam da içimde annelerin tatlý þeyler vermesi gerektiðini söyleyen bir sesle savaþýyorum. Yavrularýna düþkün bir anne/ anneanne/ babaannenin ailesine kurabiye ikram etme resmini kaç bin kez görmüþ olduðunuzu bir düþünün. Filmlerde, kitaplarda, televizyon programlarýnda, reklâmlarda ve günlük hayatýmýzda buna her gün þâhit olmak mümkün. Bir krem çikolata markasýnýn en son reklâm kampanyasýna bakýnca medyanýn ailesine þekerli yiyecekler vererek iyi bir anne olunacaðý fikrini nasýl dayattýðýný görebiliyorsunuz: Prensesler gibi güzel uzun saçlý bir kadýn, kahvaltý sofrasýna krem çikolata koyuyor ve bütün âile gülücükler saçýyor. Slogan? Sabah kahramaný . Eðer sofraya bu tatlýlarý koymazsanýz ne oluyorsunuz? Sabah düþmaný mý? Gerçekten de çocuðunuzu þekerli yiyeceklerden uzak tutmak istediðinizi söylediðinizde çevrenizden benzer tepkiler alýyorsunuz. Ýnsanlar baþlarýný sallayýp zavallý çocuk diye iç geçirirken sizi de gaddar anne diye yaftalayýveriyorlar. Eðer riyâkar bir þekilde kendiniz yerken çocuðunuza engel olursanýz tabiî ki haklýlar. Bu yüzden çocuðumun yeme alýþkanlýklarýný deðiþtirmenin yegâne yolunun kendimi bu konuda adam etmek olduðunu düþünüyorum. Her gün mücâdele etmeme raðmen þekersiz bir hayâta alýþmak çok kolay deðil. Bu mücâdele sýrasýnda þekerin ne kadar
baðýmlýlýk yaptýðýnýn ve irâdemi her gün nasýl zayýflattýðýnýn farkýna vardým. Artýk birçok doktor þekerin baðýmlýlýk yaptýðý konusunda hemfikir, hattâ beyni kokaine çok benzer bir þekilde etkilediði için uyuþturucu olarak sýnýflandýrýlmasý gerektiðini düþünenler dahî var. Baþka bir dünyada âileme sunduðum kýzarmýþ ekmeklerin üzerine kokain serpiþtirseydim iyi bir anne olabilir miydim diye düþünüyorum. Þekerle ilgili bu sorularý dînî açýdan deðerlendiriyorum. Bedene ve zihne alkol gibi zararlar verdiði için acaba haram mýdýr? Namaz ve oruç gibi disiplini saðlayan ibâdetler toplumumuzdaki bu tip illetlere karþý giriþtiðimiz cihadda kullandýðýmýz birer koruma kalkaný mý? Savaþtan sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz demiþti. Gýda endüstrisi, þekerlendirilmiþ hazýr gýdalarý ve kitle reklâm silahlarý ile zihinlerimize ve bedenlerimize karþý saldýrý düzenliyor. Bir kadýn olarak âilemin yiyeceklerinden özellikle sorumluyum ve þekere karþý savaþan bir mücâhidim. Bu mücâdelede her gün galip gelemeyeceðimin farkýndayým ama en azýndan kaybettiðimde bir prenses olmadýðýmýn da farkýndayým. Dayanamayýp âilem için tatlý kurabiyeler yapmak yerine, üzerine kuru üzüm ve ceviz serpiþtirilmiþ bir ev yoðurdu sunduðumda günün gerçek kahramaný olduðumu biliyorum.
SÂMÝHA
AYVERDÝ NÝN
müge doðan
ÝZÝNDE...
Ben mütefekkir-yazar, büyük mutasavvýf ,yüce þahsiyet Sâmiha Ayverdi yi bu dünya gözüyle hiç görmedim. Ama O nu tanýmýyorum diyemem. Çünkü O nun mânâsýný hocamda seyrettim, seyrediyorum senelerdir Kadeh deðiþmiþse de içindeki þarap aynýdýr diyen Sultan Veled ne de güzel anlatýyor bu hâli... Gerçi gene Veled in dediði gibi caný görmek için can gözü lâzýmdýr ve karga bülbülün sýrrýný ne kadar bilebilirse ben de o kadar idrâk edebilirim bu mânâyý. Ama bunlarýn hiçbir önemi yok. Zirâ emin olduðum tek bir þey var ki ben çok þanslý bir insaným. Çünkü Hakk ýn Cemâl inin Nûr unda, Sâmiha Ayverdi nin hakikatinin tecellîsine, her nefesini o mânâyý yaþatmak için harcadýðýna ve her an O nun izinde olduðuna þâhidim O mânâyý ne kadar idrâk ettim bilemem ama bir insanýn nasýl baþkalarýnýn derdleriyle derdlendiðine, sevinçleriyle sevindiðine ve kendisine âit hiçbir isteðinin olmayýþýna þâhidim Her ânýnýn baþkalarýna hizmetle dolu olduðu ve belki de kendi adýna hiç rahat yüzü görmeyerek geçirilen bir hayâta þâhidim O nun, bir mürid olarak ,mürþidine duyduðu aþký nasýl yaþadýðýna ve bir lâhza gözünü O ndan ayýrmadan, O nun izinde, sonsuz mücâdeleyle hiç
durmadan ilerleyiþine O aþkta yok olmuþluðunun hiçliðine O nun, bir mürþid olarak, sâdece sâhibinin sesini veren içi boþaltýlmýþ bir ney gibi yalnýz hakikatin naðmeleriyle insanlarý Allah yoluna çekiþine ve gene mürþidinin aþkýnda yok olmuþluðunun her þeyliðine þâhidim Allah ýn mânâsýný eþyâda, insanda ve mahlûkatýn her nev inde birleyerek gören ve gösteren ve hâdiseleri gene bu birliði âþikar edecek yönde tâbir eden ve böylelikle bizim için hayatý kolaylaþtýran ve anlamlý hâle getiren bir sultanla tanýdým ben Sâmiha Ayverdi yi O ndaki hakikatin tecellîsini, hayatý boyunca yazarak ve yaþayarak ortaya koymuþ olduðu prensiplerinin nasýl hayata geçirilebileceðini bir küçücük vücutta seyrettim... Sâmiha Ayverdi, Sâmiha Annem oldu sâyesinde Mazhar-ý mürþidde tecellî eden Allah ýma þükürden âciz olduðumu belirterek niyâzýmý Sâmiha Annemin sözleriyle dile getirmek istiyorum:
Ýzinden, gözünden, sözünden, özünden Allah ayýrmasýn. Ey Hakk ý bildiren, ona götüren, perdeyi kaldýrýp onu gösteren Hakk ýn var olduðunu, varlýðýn Hakk olduðunu, görünenin gösteren, gösterenin görünen olduðunu bildiren! Bu dünyada, o dünyada, Allah senden ayýrmasýn
melike türkân baðlý
BASTIÐIN YERLERÝ TOPRAK DÝYEREK...
Ocak ayýnýn ilk yarýsý itibâriyle þehir deðiþtirmiþ bulunuyorum. Hayatýmdaki üçüncü þehir Ýstanbul þehri: Þehr-i Ýstanbul... Yeni þehrimde, iþyerime trenle gidiyorum. Yani, yolun bir bölümünü trenle geçiyorum. Feneryolu ile Maltepe arasýný Yaklaþýk yirmi dakikalýk bir mesâfe Göztepe, Erenköy ve diðer istasyonlarý geçerek Maltepe tren istasyonuna varýyorum. Sâmiha Annemin okuya okuya doyamadýðým Bir Dünyâdan Bir Dünyâya kitabýný bir kere de bu tren yolculuklarý esnâsýnda okuyup bitirdikten sonra bu sefer Hey Gidi Günler Hey i alýyorum elime. Kitabýn adýyla ayný baþlýðý taþýyan ilk yazýda Baðdat dan bahsediliyor ve Türk ün Baðdat la olan baðýnýn ve bu þehre duyduðu sevginin, þehrin adýnýn Ýstanbul un en iþlek ve itibarlý caddesinin adý olarak, Baðdat Caddesi þeklinde künyelenmek sûretiyle yaþatýldýðý anlatýlýyor. Ardýndan gelen Feth-i Mübîn e Doðru baþlýklý yazýda ise, Osman ve Orhan Beylerin hýzla toprak kazanarak Bizans la doðrudan temasa geçtikleri ve Maltepe civarýnda iki ordunun karþý karþýya geldiði, Bizans Ordusu nun hezimete uðradýðý, Bizanslýlarýn barýþ talep ettikleri ve Göztepe de bulunan Andronikos un Av Köþkü nde barýþ imzâlandýðý aktarýlýyor. Yazýda, Erenköy ün adýnýn Osmanlý Ordusu askerlerinden Eren Baba ya, Kartal ýn ise Kartal Baba ya izâfeten konduðu belirtiliyor. Sâmiha
Annemin aktardýðýna göre, düþman ordusunu gözleyen Gözcü Baba da, adýndan mülhem mahalle olan Göztepe de yatýyor. Hocamýz, Göztepe semtindeki öðretmenlerin Ýstanbul un fethi için savaþan kahramanlardan Gözcü Baba nýn bu semtte bulunduðunu söylemeyi, hattâ kendisini öðrencilerine ziyâret ettirmeyi hiç düþünüp düþünmediklerini sorarak yazýsýna devam ediyor. Fetihle özdeþleþen Topkapý, Edirnekapý, Fâtih gibi semtlerin yanýnda fethi hazýrlayan teþebbüslerin sahnesini kurmuþ olan ve hasbelkader topraklarý üzerinde yaþadýðým ve seyahat ettiðim mahalleler ve kahramanlarý Sâmiha Annem, sanki yeni taþýndýðým bu þehrin bana deðen semtlerinin kýymetleri hakkýnda beni ikaz ediyor, uyandýrýyor. Üstelik tam olarak o yerlerden geçerken O yerlere bilmeden basýp geçerken *** Bastýðýmýz o yerler O yerler, Peygamber Efendimiz in hadisinde müjdelediði askerlerden olma iþtiyâkýyla, emânet olarak taþýdýðý caný, sevgilinin gül yüzüne duyulan hasretle teslim etmiþ þehitlerle dolu Onlar ki o hasreti duydular, o hâlde muhakkak o cemâli önceden gördüler! Yoksa kim görmediði, bilmediði bir þeyin hasretini çeker? Ve kim hasretini çekmediði bir þey uðruna canýndan geçer? O hâlde onlar, þehâdet þerbetini içmeden önce biliyorlardý onun baldan tatlý tadýný
Onlar, ezelden þehitlerdi. Ancak, tekrar hatýrlamak istediler o þehâdet ânýndaki zevki; o andaki birleþmeyi hissetmek istediler yeniden O yerler, onlarýn þehâdet zevkiyle saadetli topraklar O topraklar, bayram yeri, o topraklar mübârek Fetih için dökülen kanlarla müdafaa için dökülen kanlarýn birbirine karýþtýðý bu topraklar, nurlu Sâmiha Ayverdi, Çanakkale de kanlarýný sebil etmiþ bir neslin, yüzlerini sonsuzluk kadar güzel o yüze döndürüp sonsuz saadete kavuþtuklarý bu ayda, yere göðe koyamadýðý o þehitlerle ayný ayda Hakk a kavuþtu. Þüphesiz o da bir þehitti. Bu dünyada iþi bittiði hâlde nice zamanlar, iþi bitmemiþ olanlara yârenlik etti, yol gösterdi, o yolda onlarýn ellerinden tuttu. Hâlâ da tutuyor Zirâ Kur an-ý Kerîm de þehitler için Allah yolunda öldürülmüþ olanlarý ölü sanma, hayýr, hep hayattadýrlar, Rablerinin indinde yaþarlar buyuruluyor (Âl-i Ýmran, 169). Onlar, hayattalar; hattâ hepimize hayat veriyorlar Onlarla kucaklaþmýþ olan þu kara topraðýn bereketinin sýrrý da muhakkak ki onlardýr!
SÂMÝHA AYVERDÝ YE GÖRE AÞK
Dünya yýlanýnýn çemberinden kurtularak, bu çok güzel olan cihâna geçmek için aþka kavuþmak lâzýmdýr. Sakýn aþk deyip de dudak bükme Onu inkâr, kendini, kâinâtý inkâr demektir. Her þey onun içindir... O herþeyin baþý ve sonudur. Sen hiç aþk mektubu yazdýn mý? Ben yazmadým. Fakat herhalde aþk mektuplarýnýn müsveddesi yoktur. Zîrâ onlarýn yazýlýp bozulmaya tahammülü olamaz ki... Sel geçeceði daðdan izin alýr, geçeyim mi, diye düþünür ve sorar mý? Sadece coþar, akar, gideceði yere ulaþýr. Aþk sözleri de, düþünce daðýndan izin almadan, yürekten fýþkýrýr. Ve týpký sel gibi, geçtiði yerleri oyarak, temizleyerek akýp gider (Batmayan Gün, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul 2001, s. 176-177).
Aþk, insan kýymetine mihenktir. Aþk donmuþ bir rûhun, üzerindeki buz tabakalarýný bir anda eritir, yok eder ve çýplak kalmýþ bu vücûda kendinden, kendi ateþinden bir kaftan giydirir (Batmayan Gün, Kubbealtý Neþriyatý, istanbul 2001, s. 273).
BU SABAH BÝRAZ GEÇ KALKTIM
eylül yalçýnkaya
Bu sabah biraz geç kalktým. Bazen olur. Akþam alýþtýðým saatte yataða girmeyince uykum olmasýna raðmen uyuyamadýðým vâkidir. O zaman derhal yataktan kalkar, bu çeliþkiyi bünyeme ve hayat düzenime yapýlmýþ hâin bir saldýrý telâkkî ederek agresifleþir ve aðýr bir darbeyle yýkýlýncaya kadar da uykuya direnmeye and içerim: Uyumam! Sonrasý mâlûm; sýzdýðým koltukta artýk hiç de sabah denilemeyecek bir saatte, gözümün feri gitmiþ, aðzýmýn tadý bozulmuþ ve her yaným tutulmuþ olarak uyanýrým. Öyle sabahlarda sanki bu gamsýz hâlime gücenerek, hayat gayem ve kimliðim dahî beni terketmiþ gibi gelir. Bu sabah da ayný hisleri duydum. Bir yandan hayat vermesini ümit ederek koca bir bardak suyu yudumluyor, diðer yandan dalgýn gözlerle mutfak penceresinden bakýyordum. Dýþarýda erken kalkmýþ, yol almýþ, bir kârýn peþine düþmüþ, o uðurda çalýþmýþ ve yorulmuþ binlerce insanýn enerjisiyle örülmüþ bir dünya vardý. Ben onun karþýsýnda saygý duruþunda buluyor ve bu sessizlik
anýnda, geç kalktýðýmý, geç kaldýðýmý, yapýlacak iþlerim ve vazifelerim olduðunu, artýk çiçeði burnunda sayýlmayacak bir yaþta ve sorumluluk sahibi bir yetiþkin olarak -ya da olmam gerekerek- nasýl olup da þu saate kadar uyuyup kaldýðýmý anlamaya çalýþýyordum. Ýlk gençlik yýllarýmda tanýþtýðým ve o zamanlar yakýn bir arkadaþým olan pesimizm kapýyý çalmak üzereydi. Biliyorum, çünkü o da geç kalkar ve genelde öðlene doðru arkadaþlarý kahve-dedikodu ve þikayet üçlüsünü de yanýna alarak kapý kapý dolaþýr. Pesimizme kapýyý açmak üzere olduðumu farkettim. Hâlbuki bizim arkadaþlýðýmýz yürümemiþti, iyi anýlarla ayrýlmamýþtýk. O muhabbetten fayda yok, biliyordum. Fakat karþý koyabileceðimden emin deðildim. Derken, diðer bir arkadaþým olan pozitif düþünce nin sesini duydum. Yüksek sesle o her zamanki beylik sözlerini tekrarlayarak merdivenleri çýkýyordu. Olumlu düþün, iyi tarafýndan bak, saðlýklýsýn, gençsin, akýllýsýn, güzelsin.. Ýþin gerçeði ben bu pozitif düþünce ile de çok iyi anlaþamadým. O da beni pek tutmaz. Bu sabah bana gelmek istemesinin sebebi, olsa olsa pesimizmin iþ baþýnda olduðunu duyduðu içindir. Aslýnda bu iki arkadaþýn insanla bir meselesi yoktur. Biri geldi mi öteki de damlar, sonra ikisi kapýþýr, birbirinin baþýný yer, bu arada olan insana olur. Ne pesimizm ne pozitif düþünce, ikisinden de hazzetmem. Kendileriyle yakýnlýk kuran genç arkadaþlara faydalý olur
ümidiyle biraz kendilerinden bahsetmek isterim. Pesimizm iþe þöyle giriþir: En mütevâzý bir sûrette gelir ve þu bildik terâneleri okur: Ben zaten kimim ki, benim ne kýymetim var, sanki þu yaþa kadar neyin ucundan tuttum da kaldýrdým, ne de olsa mütevâzý bir memurum, esnafým, ev hanýmýyým, öðretmenim, terziyim vs. gibi cümlelerle söze baþlar. Bu cümleler yýllardýr sarfedilir ve hemen her bünye üzerinde az ya da çok tesirlidir. Sonra, yavaþ yavaþ lâfý asýl gayesi olan kibre doðru çeker. Sohbete yedire yedire ikinci terkip baþlar: Aman caným, sanki çalýþsam da ne olacak, zaten benim daha kendime faydam yok, baþkasýna mý olacak? Varlýðýmýn hükmü ne ki yokluðumda aranacak? Pesimizm, bu tevâzu maskesiyle gönüllere yol bulur, fakat çok deðil daha birkaç dakika geçmeden onun nefesinde kibriyle þeytana þapka çýkartacak bir nefsin aðýz kokusu duyulur. Pozitif düþünce ise, toplu taþýma araçlarýnda bir ürününün tanýtýmýný yapan seyyar satýcýlar gibidir. Hayatta kendisinden ve söylediklerinden daha önemli bir þey olmadýðý, dahasý sizi ve ihtiyaçlarýnýzý bilen tek varlýðýn kendisi olduðu hissini verir. Yüksek sesle konuþur. Kendisini kabul ettirmek için kýsa ve etkili cümleler kurar. Olasý itirazlara karþý bir tedbir olmak üzere cümlelerin arasýna boþluk koymaz. Her yönden kuþatýr. Gülümseyerek yaklaþýr, kuvvetli ve enerjik kollarýya kiþiyi sarar, sýkar, kasar ve sonunda boðar. Ýþte pozitif
düþünce budur. Bir dönem onunla da muhabbetim oldu; kendi söyler kendi dinler bir arkadaþtýr. Pesimizm ve pozitif düþünceden bir iþ çýkmaz. Onlar gelirler, birbirlerini yiyerek ve sonunda sizi baþladýðýnýz yerde fakat birçok zaman kaybetmiþ ve baþýnýz aðrýmýþ bir vaziyette terkederek giderler.. Bu sabah o iki arkadaþýn zihnimin koridorlarýnda çýnlayan seslerini duyunca geldikleri gibi gideceklerini bilerek kendileriyle muhatap olmamaya karar vermiþtim. Fakat ortaya yaþýma baþýma yakýþan yeni bir yaklaþým koyamadýðým için de çâresizlik duyuyordum. Ben bu fikir ve his yollarýnýn buluþtuðu kavþakta þaþkýn ve yorgun beklerken, âniden kendi dilimden dökülen bir sözle ayýldým. Þöyle diyordum: Mesele þudur: Ýnsan ya mutludur, ya deðil. Bunun arasý olmaz. Açýkçasý böylece kestirip atmýþ olmak, beni bile ürkütmüþ bulunuyor. Þimdi düþünüyorum da bu kadar ölçülü, kararlý, mûtedil ve dürüstçe konuþan ancak o ezelî dost olabilir. Bu ancak rûhun sesidir. Kendi söylediðimi kendim anlamaya çalýþarak yazmaya devam ediyorum. Ýnsan ya mutludur, ya deðil. Mutluluk hâli ancak tek bir ontolojik mertebenin sonucudur: Rýzâ. Buna kýsaca memnuniyet diyebiliriz. Mutsuzluk hâli ise herkes için farklý ve acý bir hikâyenin neticesi olmakla beraber o da kýsaca memnuniyetsizlik/þikâyet olarak
özetlenebilir. Ýnsan bulunduðu yerden ya memnundur, ya deðil. Hele ki bu kiþi mümin olduðunu iddiâ ediyor ise, durum daha vahim bir cümleyle de ifâde edilebilir: Kiþi ya mümindir, ya deðil.
eylül yalçýnkaya
Mümin, Allah a inanan ve güvenen kiþi demektir. Bir dayanaðý, güvenecek penâhý olan kimsede huzursuzluk, mutsuzluk, güvensizlik olur mu? Olmaz. Allah ýn birliðine, hayrýn ve þerrin yaratýcýsýnýn tek olduðuna inanan kiþide, konumuyla ilgili bir þikâyet olur mu? Olmaz, olamaz. Olursa o insan mümin (güvenen) olmaz. Hucûrat Sûresi nde henüz yeni müslüman olan bedeviler için, iman ettik demesinler buyuruluyor. Zirâ Allah ýn varlýðý gerçeðine teslim olmuþ fakat iman ederek ona cân ü gönülden baðlanmýþ deðillerdir. Amma o bað bir kere kuruldu mu, mümin o güveni gönlünde duydu mu bir daha sarsýlmaz. Aþk bir kere geldi mi, hükmünü icrâdan geri durmaz. Hâne halkýný, o þehir halkýný yýkar, viran eder, tahta kendisi geçer. Hâlâ tebeanýn výzýltýlarý duyuluyorsa, numaraya ne hâcet, o gelen eþkiyâdýr. Eþkiyâ þikâyet getirir, sevgili huzur, mutluluk ve her hâlden memnun olmayý getirir. Dedim ya: Bu sabah bir bardak suyu yudumlarken, ansýzýn yüzümde çakan aydýnlýðýn ve gönlümden taþan rahmetin içinden þu sözler döküldü: Kiþi ya mutludur, ya deðil. Ya sevgilinin
yüzünü bir kez görmüþ ve baþka þeyleri görmez olmuþtur ya da henüz o güzelin peçesini kaldýracak bir diyet ödememiþ olduðundan huzursuzluk içindedir. Vesselâm
Mümin, Allah a inanan ve güvenen kiþi demektir. Bir dayanaðý, güvenecek penâhý olan kimsede huzursuzluk, mutsuzluk, güvensizlik olur mu? Olmaz. Allah ýn birliðine, hayrýn ve þerrin yaratýcýsýnýn tek olduðuna inanan kiþide, konumuyla ilgili bir þikâyet olur
ümit gülbüz ceylan
...NE HABER...
Gülþenî Hazretleri nin Türbesi nin Ýçi Yenileniyor
Cemâlnur Sargut Hanýmefendinin öncülüðünde baþlayan evliyâ türbelerinin içini yenileme çalýþmalarý devam ediyor. Bu çerçevede Edirne de medfun bulunan Sezâî Gülþenî Hazretleri nin türbesinin içindeki sandukalar ve eþyalar yenilendi. Öncelikle mermer olan sandukanýn üzeri ahþapla kaplandý ve üzeri hatla iþlenerek oluþturulmuþ olan eliþi örtü bu yeni yapýlan ahþap sandukanýn üzerine serildi. Hazretin sarýðý ve duvardaki sararmýþ hat levhalar da yenilenmiþtir. Daha önce de Bursa da Üftâde Hazretleri nin sanduka örtüsü ile sarýðý yenilenmiþti. Yeni proje ise yine Bursa da Emir Sultan Hazretleri nin türbesinin tümüyle yenilenmesi çalýþmasýdýr.
hümanur baðlý
BÝN ABDEST
Çocukluðumun mekanlarý karmaþýktýr ama zihnimde direnir. Hatýrlarým ama daha çok hissederim. Bu mekanda ahþap, kalabalýk, enerji ve aþk var. Gýcýrdayan merdivenler, tamamen aþk ve saadetten bu sesi çýkarýrlar. Ýstanbuldur, Fatih tir, Konak týr... Bizim bir annemiz vardýr. Hep... Çocuk halimizle oruç tutar, ilk ibadet temrinlerimizi yaparken adeta baþucumuzdaki ayaklý bir güzel aydýnlýðýn adýdýr. Bu Ken ân RÝfai nin Kamet-i elf dediði o elif duruþudur aslýnda... Hatýrlamýyorum; ramazanmýþ. Çocuk iftarý. En büyük festivali oldu hayatýmýn ve hâlâ öyle... Ýftar sonrasý topluca namaz kýlacak çocuklar. Hiçbirþeyi düzgün, taþýrmadan , mükemmele biraz olsun yaklaþtýrarak yapamadým. Saçlarým, sesim, kahkaham hep olmasý gerekenden fazla ve hep dýþa taþtý. Abdest alýyormuþum. Samiha annem, bütün iþlerini, koþuþturmacalarýný askýya alýp bu minik sakarýn abdest alýþýný öyle bir ifade ile izlemiþler ki, bugün hala etrafa saçýp savurduðum hatalarýmýn, yapýþýp kaldýðým bir dolu kir ve pasýn, densizliklerimin hepsine en baþtan ve en sevimlisinden erken ve mutlak affý ve hatta kutsamasýdýr. Bir bakýþýyla aldýrdýðý bin abdesttir.
...UNUTMAYALIM...
SORUN ÝNSANLIÐIN SORUNU...
ümit gülbüz ceylan
Ýnsanlýðýn sorunlarý, Âdem ile Havvâ nýn cennette dertsiz, tasasýz yaþarken, yasak meyveyi yemeleri ile baþlar. Arkasýndan yeryüzüne indirilirler. Bu, insanoðlunun iþlediði bir suçtur. Bu suçun cezasý ise fânî dünyadaki hayâtý zorlu bir sýnav yaþayarak geçirmektir. Bu, Hristiyanlýkta Peche orginal diye adlandýrýlan ve çocuklarý doðumlarýnda, bundan kurtulmalarý için vaftiz ettikleri aslî bir suçtur. Ýslâm inancýna göre ise çocuklar, mâsum olarak doðarlar. Ama kabul ederiz ki dünyada rahatlýk yoktur. Ýnancýný hakkýyla yaþarsan bu dünyada huzur ve mutluluk vardýr. Âdem ve Havvâ nýn cennetten kovulmalarýný içeren suç, yasak meyveyi yemekle Allah ýn emrine karþý gelmeleridir. Bu suçu Âdem ile Havvâ birlikte iþlemiþler, sonuç olarak da ikisi birden cennetten kovulmuþlardýr. Ýnsanlýk bir âiledir. Bir türdür. Bizim inancýmýzda kadýn ya da erkek haklarý diye kavramlar yoktur. Ýnsanlýk ailesi, tür üzerinden mütâlaa edilip deðerlendirilmelidir. Ýnsanlýðýn devâmý için, iki cinsin birlikteliði gerekir. Âdem in oðlu, Havvâ nýn kýzý þeklindeki adlandýrmalar kendi içinde çeliþkilidir. Nesiller ancak Âdemoðlu, insanoðlu ya
da insanlýk gibi kavramlarla izah edilebilir. Çünkü ilk insan Hz. Âdem olup ayný zamanda hem Hz. Havvâ nýn hem de insanlýðýn ilk peygamberidir. Hz. Âdem ile Hz. Havvâ, her biri ayrý ayrý yerlerde olmak üzere, dünyaya gönderildiklerinde hayâtýn meþakkatleriyle baþ baþa kalmýþlardýr. Bir zaman sonra buluþmuþlar, sonra da insanlýk neslinin devamý için çocuklarý olmuþtur. Bu çocuklardan nice nesiller devam etmiþ, insanlýk meydana gelmiþtir. Bu iki insan ekseninde, insanlýðýn hiç yabancý olmadýðý aþklar, kavgalar, ihtiraslar, ayrýlýklar, sevgiler, kavuþmalar ve ýstýraplar yaþanmýþtýr. Onlar, insanlýk târihine konu olan bütün öykülerin ilk kahramanýdýrlar. Hz. Âdem ile Hz. Havvâ dan sonra, o günden bugüne kadar, kadýn ve erkeklerin yaþamlarýndaki hikâyelerin kahramanlarý deðiþse de konular hiç deðiþmemiþtir. Konuþtuðumuz sorunlar temelde yine aynýdýr ancak bize dayatýlan modern yaþamda konuyu ele alýþ biçimimizde saplantýlý bir yüzeysellik vardýr. Bugün hâlâ kadýn-erkek tartýþmalarý körüklenmekte, âdetâ yangýna körükle gidilmekte ve iþin içinden çýkýlmamasý için sanki özel bir çaba harcanmaktadýr. Oysa mesele çok bilinmeyenli bir denklem deðildir. Kadýn ve erkek, cinsiyetleri dýþýnda sâdece birer insandýrlar. Ýnsan diyoruz ama, insan olmak öyle kolay bir þey deðil. Dolayýsýyla kadýn da, erkek de sorumluluklarýný bilip üzerlerine düþen vazifenin hakkýný bir insanlýk hukuku olarak kabul ederek yerine getirmelidirler. Ýnsanlýk ancak böyle temsil edilmelidir. Temsil ettiðimiz insanlýk makamýnýn kendimize deðil de, Allah a
âit olduðunu anladýðýmýz anda, sorumluluðumuzun bilincine vararak kendimize geleceðiz. Böylelikle kadýn ve erkek kavramlarýnýn ötesinde, bir insanlýk mefkûresinde (idealinde) buluþmuþ olacaðýz.
SABRIN FETHÝ
müge doðan
Bu aralar sinemaseverlerin gündeminde kýsa bir süre içerisinde izlenme rekorlarý kýran Fetih 1453 filmi var Ben de çok merak ederek gittiðim bu filmden Osmanlý ruhûnu canlandýran etkisi dolayýsýyla mutlu çýktým. Prodüksiyon bakýmýndan Holywood u aratmayan filmin senaryosunda zayýf bulduðum ya da üstünde daha fazla durularak vurgulanmasý gerektiðine inandýðým hususlar vardý. Eve döndüðümde Sâmiha Ayverdi nin Fâtih Sultan Mehmet Han la ilgili kitabýný hemen elime aldým. Herhangi bir filmi eleþtirmek haddim deðil, zaten amacým bu filmi eleþtirmek de deðil ama Sâmiha Ayverdi nin bana tanýtmýþ olduðu Hz. Fatih e gönül vermiþ biri olarak, gene Sâmiha Ayverdi nin gözlüðünden bakarak O nun þahsiyeti ve hayatýyla ilgili birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.. Fâtih Sultan Mehmet, Fetih Sûresi okunurken doðmuþ ve ismi Hacý Bayram Veli Hazretleri tarafýndan verilmiþ bir sultan Yedinci Osmanlý hükümdarý olan Fâtih, ismiyle müsemmâ bir hayat yaþamýþ: 30 yýllýk saltanatýnda 17 ülkeyi fethedip Osmanlý yý bir imparatorluk statüsüne
sokmuþ, Le-tüftahanne l Konstantýnýyye hadisiyle müjdelenmiþ bir sultan O nun önce kendini, sonra Ýstanbul u fethindeki en büyük gücü olan sabrýnýn kaynaðý da yaptýðýnýn ve yapacaðýnýn þuurunda olmasý, buna olan sarsýlmaz imâný ve bu imâný O nda yapýlandýran mürþidi Ak Þemseddin idi Evet, önce kendini fethetti. Zirâ kütleleri peþinden sürükleyebilmek için öncelikle kendisinin hür adam olmasý gerekliydi diyor Sâmiha Ayverdi ve bu sürecin baþlangýcýný þöyle anlatýyor: Beþerî egoizmini mânevî ferâgate, ferdî davâlarýný kütle menfaatine, þahsî ihtiraslarýný cemiyet kaygularýna tebdil eden genç hükümdar, icraatiyle hârice taþmadan evvel, kendi kendisiyle hesaplaþmanýn lüzûmuna inanarak , tâ Manisa daki ikinci þehzâdelik zamanýndan itibaren baþýný kendi içine eðerek imânýna þuur, vicdânýna düzen, ameline ihlâs, cehline aydýnlýk baðýþlayarak kütleyi olduðundan ileri götürmenin sýrlarýný yakalamýþtýr.
(Sâmiha Ayverdi, Âbide Þahsiyetler, Ýstanbul: Kubbealtý Neþriyatý, 2001, s. 71).
Asýl cihatý kendi içinde yaþamýþ olan bu hür adamýn en büyük yol göstericisi, içindeki mânevî gücü âþikâr ederek kendisine ayna tutmuþ olan mürþidiydi. Filmde ak sakallý bir dede gibi gösterilen Ak Þemseddin aslýnda köseydi. Fâtih in hükümdarlýðý, onun mürþidine kul olmasýna hiç bir zaman mânî olmadý ve fetihten sonra, mürþit müridini ne yapmýþ etmiþ bir ömür boyu kendisinden ayrý yaþamaya iknâ etmiþti. Ýstanbul u
fethedebilmek için tam 63 gün sabreden Fâtih, þimdi de bu dünyadaki vazifesini yapabilmek için ömrü boyunca mürþidinden ayrý kalmaya sabýr göstermeliydi. Fâtih olmanýn, fetih yapabilmenin bedeli ve sýrrýydý sabýr Hükümdar olabilmenin sýrrý ise kulluktu. Fâtih in hazýrlanmýþ ve iþlenmiþ mâneviyâtý, efendiliðin bir çýraklýk devresi olduðunu takdir edecek çapta idi. Onun için de kütleye karþý yüklenmiþ olduðu mes ûliyetlerin aðýrlýðý altýnda ezilip bunaldýðý zamanlar, baþ olduðunu unutmak sûretiyle, çýraklýðýn saffetine ilticâ etmiþ, böylece de bendeliðin, teslimiyet ve rýzâ kapýsýna sýðýnýp dinlenebilmiþtir. Zirâ o bende olmadan âzat olunmayacaðýný bilen büyük insanlardandý (Sâmiha Ayverdi, Âbide Þahsiyetler, Ýstanbul: Kubbealtý Neþriyatý, 2001, s. 130).
Ýstanbul un fethinden sonra devlet erkânýna yaptýðý bir konuþmada bende gördüðünüz bu ferahlýðýn sebebi yalnýz fetih deðil, Ak Þemseddin gibi bir azizin zamanýnda yaþadýðýmdandýr diyerek mürþidine olan sevgisini ve sonsuz hürmetini her fýrsatta bildirmiþtir. Bu yüzden,bu büyük sultanla ilgili bir eser yapýldýðýnda Fâtih i Fâtih yapan ve onun maddî-mânevî þahsiyetini yapýlandýran mürþidiyle olan iliþkisini biraz daha vurgulayarak iþlemek gerekirdi diye düþünüyorum. Fâtih in mânevî þahsiyeti biraz daha ön plana çýkarýlarak yansýtýlabilir, Osmanlý nýn imparatorluk statüsüne geçiþinde etkin olan düþüncenin þuursuz bir istilâcýlýk deðil
de tevhidi saðlamak olduðu çok daha iyi anlatýlabilirdi. Dolayýsýyla Ulubatlý Hasan ý da maddî deðil de mânevî bir aþkla yoðrulmuþ hâliyle izlemek, o sancaðý kelime-i tevhid getirerek dikiþini görmek isterdim. Osmanlý yý hatýrlatan, kendimizi bize sevdiren ve ecdâdýmýzla gurur duymamýzý saðlayan her yapýt için müteþekkirim. Emeði geçen herkesten Allah râzý olsun. Fâtih le ve Osmanlý sultanlarýyla ilgili daha sayýsýz film çekilebilir, zirâ deryâyý anlatmak mümkün deðil. Nicelerine inþaallah
zeynep yýlmaz
ORALAR BURALAR HEPSÝ ONUN!..
Geçen gün eþimle geçiyorduk, kapýdan bir cehenneme uðradýk. Aman bizi pek sevdiler,ilgi-alâka gösterdiler. Bir de baþköþeye oturttular. Artýk izzet ikram...Tabiî biz biraz temkinliydik. Ne de olsa burasý cehennem, neyime lâzým. Sâkinleri de öyle mutlu, öyle neþeliydiler ki, vallâhi þaþýrdýk. Acaba bunlara bir hâller oldu da nerede olduklarýnýn farkýnda mý deðiller? Dayanamadýk, sorduk birine: "Kardeþ, cehennemdesin, hiç mi buradan kaçýp gitmek istemezsin?" Yeminler etti, ben cennetteyim, baþka hiçbir yerde mutlu olamam diye... Hayret ettik, fakat anladýk ki onun cenneti cehennemmiþ. Derken, bir de ne görelim, bizim cennetten kapý komþumuz da oracýkta mutlu-mesut oturuyor. Üstelik hiç de buralarýn yabancýsýymýþ gibi durmuyor. Belli ki bizim gibi bir ateþ almak için uðramamýþ. Koþtuk, hemen sorduk ona da: "Kardeþ, hayýrdýr sen nerelisin? Cennette bizim kapý komþumuz deðil misin? Seni cennetten tanýdýðýmýza eminiz..." Dedi ki: "Ben Allah'ýmýn misâfiriyim. O beni nerede aðýrlamak isterse ben oraya giderim. Her yerde O'nu görür, O'nunla muhabbet ederim. Her an O'nun misâfiri olmanýn mutluluðunu, zevkini yaþarým. Yani anlayacaðýnýz, ben ne oralýyým, ne de buralý." Sonra yine daldý sefâsýna... Vay be... Demek yüzündeki insaný büyüleyen, hayran býraktýran ifâde bu yüzdendi. Ayrýca adam cehennemdekilerden kesinlikle daha
mutluydu, fakat cennettekilerden de katkat mutlu gözüküyordu. O sýrada eþimle yavaþ yavaþ tüttüðümüzü fark ettik. Heryer dumanaltý olmuþtu. Üstümüze baþýmýza kokusu sinmiþti. Artýk gitme vaktimiz gelmiþ de geçiyordu. Cennete döner dönmez pýrýl pýrýl akan ýrmaðýmýzda yýkandýk, paklandýk. Anamýzýn anlattýðý hikâyeyi hatýrladýk. Hani sarhoþun biri düþmüþ, çamurda boylu boyunca yatýyorken hocanýn biri onu görüp de Ne bu hâlin? diye çýkýþýnca sarhoþ da ona "Hoca hoca..." demiþ, "Beni bir kova su temizler de senin için Allah sevgilisi diyorlar, sen bende kusur gördün, seni ne temizleyecek?" Hakikaten de bir kova su bize yetti. Mis gibi olduk. Hâfýzamýzdan cehennemin rengi, üzerimizden, burnumuzdan kokusu uçtu gitti. Ve çok þükür, bir kez daha þâhit olduk ki oralar, buralar hepsi O nun!
hz. HATÝCE
Hz. Hatice nin Ýslâm tarihinde çok önemli bir yeri vardýr. Ýlk Müslüman olan Hz. Hatice, Peygamber Efendimize (s.a.v) ilk vahiy geldiði zaman kendilerini alarak akrabasý olan Nastûrî râhibi Varaka bin Nevfel e götürmüþtür. Bu zat, Peygamber Efendimizin (s.a.v) baþýndan geçenleri dinledikten sonra, beklenen son peygamber olduðunu ve Hira Maðarasý nda kendisine görünenin vahiy meleði Cebrâil olduðunu söylemiþtir. Hz. Hatice hiç tereddüt etmeden Senin Allah ýn resûlü olduðuna þahâdet ederim Hz. Muhammed e iman etmiþ ve ilk Müslüman olmuþtur.
simra develi
Kadýnýn ekonomik faaliyetlerine iliþkin özgürlüðü, Resûlullah (s.a.v) zamanýnda açýk bir þekilde görebiliyoruz. Bilindiði gibi Hz. Hatice, ticâret iþleriyle uðraþmakta idi. Mekke dýþýna giden ticâret kervanlarýna katýlýrdý. Daha sonra Peygamber Efendimiz le (s.a.v) ticâret ortaklýðý yapmýþtýr. Ýslâm ýn ilk yayýldýðý yýllarda türlü zorluklarla karþýlaþarak Resûlullah a (s.a.v) maddî-mânevî her türlü desteði sunmuþtur. Hz. Hatice, kim ne derse desin demiþ, arý-nâmusu terk ederek âþýk olduðu Peygamber Efendimiz le (s.a.v)
evlenmiþtir. Ýnsaný demir prangalarla baðlayan Arap geleneklerini bir kenara atmýþtýr. Hz. Âdem in Peygamber Efendimiz e (s.a.v) miracda söylediði bir söz vardýr: Ya Muhammed, sen mânâ itibâriyle müstesnâ bir mevkiyi temsil ediyorsun. Ben onunla yarýþamam, ama kulluk nokta-i nazarýnda iki þey var ki, ben onu yakalayamam. Bunlardan biri, ben þeytan tarafýndan aldatýldým, sen þeytaný Müslüman kýldýn. Bundan dolayý beþerî üstünlüðün ortadadýr. Ama bir þey var ki onu senden baþka hiç kimse yakalayamaz. O da Hz. Hatice dir. Hz. Hatice öyle bir nimet ki, Allah ýn sana olan sevgisi dolayýsýyla verilmiþ ve bütün insanlara ýþýk tutuyor. Sevgiyi öðretiyor, sevgilinin nasýl olduðunu öðretiyor. Mürþitlik, yani mânânýn anlaþýlýp yaþanmasý Hz. Hatice ve Hz. Fatma ile baþlamýþtýr. Hz. Hatice, Ýslâm da kadýnýn yerini çok güzel ifâde etmektedir. Hz. Hatice öyle bir eþ ki, þahsiyeti, mesleði, ve çalýþýp çabalamasý ile Sanki evin içinde kocasýnýn sevgilisi, kocasýnýn emrinde bir sevgili gibi, kapýdan girdiði anda bütün sýkýntýlarýný alan, O na aþkýyla hizmet veren bir sultan. Seven erkek ve seven kadýn, karþýsýndakinin kölesi ve hizmetçisidir. Ýki taraf birbiri için yaratýlmýþtýr. Böyle bir bakýþaçýsýyla kurulan evler, huzur ve mutluluk getiren evlerdir. Hz. Peygamber e neden Hatice yi bu kadar çok seviyorsun? diye sorduklarýnda insanýn gönlündeki hüznü vakum gibi çeker demiþtir. Fenâ ve beka, ilk olarak Hz. Hatice de zuhûr etmiþtir. Peygamber Efendimiz de Hz.
Hatice deki aþk tecellisinde kendi aþkýnýn þiddetini görmüþtür. Peygamber, kendisinin Allah a olan aþkýný, kendisi olduðu için bilemez. Ama Hz. Hatice nin kendisine olan aþkýna baktýðý zaman, aþkýn ne kadar yüce ve þiddetli olduðunu ve kendinden karýsýna aksettiðini ve karýsýnýn da kendisinden akseden aþkla kendisini sevdiðini gördü. Hz. Hatice, Ramazan ayýnda vefat etti. Mekke deki kabristana defnedildi. Allah, Hz. Hatice nin ýþýðýnda aydýnlanmamýzý nasip etsin.
KALEM ELDEN DÜÞÜYOR
Aþk deyince kalem elden düþüyor, insân-ý Kâmil deyince kelimeler kifâyetsiz kalýyor. Bu yüzden, bu ayki yazýmda büyüklerimizi kendi idrâkimce anlamaya çalýþmamýn temelini paylaþmak istedim. Bundan seneler evvel, henüz tasavvuf ile tanýþmadan önce, Amerika Birleþik Devletleri nin Seattle þehrinde bir danýþmanla calýþma imkâným olmuþtu. Danýþman deyip geçmemek lâzým. Kendisi mesleðinin önde gelen isimlerinden bir týp doktoru, bir psikoloji uzmanýydý ayný zamanda. Beraber yaklaþýk iki sene vakit geçirdik. Bazen profesyonelce, bazen daha arkadaþça sohbetlerimiz oldu.
sesil pir
Bir gün bana yorgun göründüðümü söyledi, nedenini sordu. Ýnanýn bugün ne sebep sunduðumu hatýrlamýyorum bile. Fakat þunu hatýrlýyorum ki, hýnç ile, kendisine nedense hayatýn hep beni sýnadýðýný hissettiðimi söyledim. Ýki ayrý kültüre, anlayýþa doðmuþum; hep araya sýkýþmýþým. Hem anne hem baba hasreti çekmiþim. Büyükannemden dayak, büyükbabamdan azar yemiþim. Tam
âileme kavuþtum derken, babamý kaybetmiþim. Yetmemiþ, dayýmý kaybetmiþim. Yetmemiþ, gurbete düþmüþüm. Mutlaka çalýþmak zorunda kalmýþým. Kimi zaman temizlik yapmýþým, kimi zaman araba yýkamýþým, kimi zaman yemek piþirmiþim. Bir söyleyip, bin iþitmiþim. Sonunda da bilmiyorum neden böyle ama ben hep sýnanýyormuþum gibi hissediyorum bazen, yorgunum iþte... diyerek kestirip attýðýmý hatýrlýyorum. Aradan yaklaþýk bir hafta geçmiþti ki dostumla yine sohbet ederken bana dedi ki Sesil, farkýnda mýsýn sizin ailenizde kadýnlar ne kadar güçlü ve imanlý? Öyle mi sence? diye cevap verdim içimden, hayret ederek ve bir daha bu konuþmayý hiç düþünmedim. Zirâ benim o zamanki idrâkim ve anlayýþým ile etrafýmdaki hiçbir kadýný güçlü ve imanlý bulmuyordum; kendimi de... Bizler her zaman çok uðraþýp, az mükâfat alanlar olmuþtuk. Böyle düþündüm... Taa ki ben bir anneye gönül verene kadar Ve o yüce sultan sâyesinde gönül büyüklerimizle tanýþana kadar... Ýki sene evvel, Sâmiha Anne nin külliyâtýna baþ koydum. Aþaðýda alýntý yaptýðým satýrlarý beni biraz evvel paylaþtýðým anýmla, geçmiþimle, özümle barýþtýran, bendeki benin var oluþ sebebini bana bir ayna gibi yansýtan satýrlardýr. Þöyle sesleniyordu Sâmiha Anne: Dûr-endiþ olun. Basiretli, sabýrlý, hazimli, ferâgatlý, temkinli, azimli, insânýyetli, vefâlý, fedâkâr olun!... Ýyilikleri unutmayýn, kötülüklerin üstünde
durmayýn. Kin gütmeyin, aslâ sebepler endiþesi ile intikam gibi küçültücü hislere zebûn olmayýn. Elinizden geldiði kadar herkesle iyi geçinmeye ve etrâfýnýza yardýmcý olmaya bakýn!.. Bir baþkasýna faydalý olabilmek Allah ýn kullarýna verdiði ihsanlarýn en büyüðüdür. Hülâsa, iki dünyada da geçer akçe ahlâk-ý hamîde sâhibi olmak, rotana ve imana hizmet etmektir. Aziz evlâtlar! Bilin ki Allah tan gayrý herþey fânîdir. Bugün var, yarýn yok olacak geçici deðerler için, Hakk ýn rýzâsý dýþýndaki iþlere heves ve raðbet etmeyin. Zirâ sonu hüsran ve nedâmet olur. (...) Himmeti ve hizmeti baþkalarýndan beklemeyin. Baþkalarýnýn yükünü çekin, fakat siz kimseye yük olmayýn. Çünkü bize bâr olmak deðil, yâr olmak düþer. Bu satýrlarý okuyunca anladým ki, ben olmamda bir sebep varmýþ. Benim meþrebimde Aþk varmýþ. Bir fakiri görüp yardým eli uzatamadýðýmda gönlümün yanmasýnýn sebebi varmýþ. Hâlbuki ben sanýrdým ki benim varlýðýmýn hiç bir kýymeti yok. Öyle gözden uzak bir fakir gibiydim âdeta. Üstüme düþeni yapardým, evet, ama doðru bildiðimi yapmýþ olmak için yapardým. Sonra yaptýklarýmý baþkalarýnýnkiler ile, bilhassa çok alkýþ alanlar ile karþýlaþtýrdýðýmda mutlaka yetersiz bulurdum. Bu yüzden mükâfatlandýrýlacaðým zamaný beklerdim içten içe, þansýn bana güleceði günü beklerdim. Hattâ çoðu zaman kendimi alýþýlagelmiþin dýþýnda hisseder ve böyle hissettiðim için de kendime kýzardým. Hani bir çocuk düþünün, okulun popüler çocuklarýna içten içe bayýlan ama kendisine ve
düþüncelerine hâkim olamayan... Öyle hissederdi içimdeki çocuk. Hiç kimse için asla bir kötülük düþünmez, planlamaz, ama yine de hor görülürdü. Ne zaman kýymet kazanacaðýný merak ederdi... Ve olur da kendine yenik düþüp bir hýrçýnlýk ederse þüphesiz uykularý kaçardý. Haklý da olsa kaçardý, haksýz da olsa kaçardý. Ayný sebepten de dostumun âilemizin kadýnlarý hakkýndaki görüþüne ortak olamamýþtým ben. Görünüþte herkesin herþeyine yetiþmeye calýþan, kendini birçok hiç uðruna fedâ eden kadýnlar vardý etrâfýmda. Üstelik sürekli karþýlýk almadan veriyorlardý. Hayattan sürekli tokat yiyip aðlamaya tenezzül etmiyorlardý. Çocuksu bir koruma duygusu ile kýzgýndým belki de... Anlayamýyordum bunun neresi güçlü veyâ imanlý idi. Fakat Sâmiha Anne nin satýrlarýný okuduðum gece, bir anda aydýnlandým âdetâ. Anladým ki mükâfat denilen þey, sahne ýþýklarýndan ibâret deðilmiþ. Yapýlan iþler baþkasýnýn beðenisini kazanmak için deðil, Allah ýn beðenisini kazanmak için yapýlýrmýþ. Ve bizim sanatýmýz yalnýz çocuk olma, vaktiyle kadýn olma sanatý deðilmiþ, ayný zamanda insan olma sanatý, kulluk sanatýymýþ. Ýþte bu yüzden bizim âilemizin kadýnlarý bundan seneler evvel düþündüðümün tersine pek de güçsüz ve inançsýz sayýlmazlarmýþ. Zirâ onlarýn gücü ve inancý bu dünyâya âit deðil, ruhlar âleminin bir parçasýymýþ. Allah herkese böyle bir idrak ile bu dünyâda hizmet etme imkâný ve böylesine gizli bir güç ve iman nasip etsin inþaallah.
KADIN ÝNSAN MIDIR?! Hepiniz birer çobansýnýz (bekçisiniz) ve her biriniz eli altýnda bu¬lunanlardan sorumludur.
yavuz celep
Hz. Peygamber bu hadisinde hepiniz diyerek tüm insanlara hitap etmiþ, kadýn ve erkeði eþit þekilde bu hitâba mazhar kýlmýþtýr. Þüphesiz, çoban olmak bir sürüyü idâre edebilecek seviyede kâmil bir öðretmen olmayý gerektirir. Hadise göre, kadýn ve erkek ulaþýlabilecek öðreticilik derecesinde eþit yetkinliðe sahip tutulmuþlardýr. O halde Ýbn-i Arabî Hazretleri nin de Fütûhât-ý Mekkiyye isimli eserinde söylediði gibi, kadýn ve erkek kutupluk da dâhil bütün mertebelerde ortaktýrlar. Hakk ýn ve hakîkatin bu derece açýk olduðu bir devirde öðreticiliði cinsiyete indirgeyerek mürþid kadýn mý olur yoksa erkek mi, ya da kadýndan mürþid olur mu gibi tartýþmalar içine girmek,
Ortaçað Avrupa kiliselerindeki Kadýn insan mýdýr? sorusu ile ayný anlamý ifâde etmektedir. Hâlbuki Ýslâm tasavvufu kadýnlýk ve erkekliði sadece bu dünyaya âit maddî bir cinsiyet türü olarak ele almamýþ, her birinin bir makam olduðunu da bize anlatmýþtýr. Bu konuda çok sayýda yorumdan birine göre, erkek aklý, kadýn ise nefsi temsil etmektedir. Tüm vücûdu nefsinin esiri olan kiþi maddî cinsiyeti ne olursa olsun diþilik mesâbesinde, küllî akla rabt olmuþ kiþi ise erkeklik mesâbesindedir. Diðer bir açýdan ise kadýnlýk, yokluk demektir. Zîrâ doðurganlýðý itibârý ile yaratma mahallidir. Yaratýlma ise hiçbir þeyin olmadýðý bir yokluk mekânýnda baþlar. Tüm âlemin bir yoklukta varolmasý gibi, kadýn, rahmindeki yokluktan yeni bir âlem zuhûr ettiren varlýktýr. Ýbn-i Arabî Hazretleri bu hakîkati þöyle ifâde etmiþlerdir: Ýnsanýn kemâli kendisinden yetkin birþeyin ortaya çýkmasýný gerektirir. Ýnsanýn varlýðýndan daha yetkin birþey yoktur. Ve dolayýsýyla insanýn kemâlinin gerçekleþmesi Allah ýn bir mekân olarak yarattýðý kadýnda mümkündür. Bu ifâdeyi son derece yetkin düzeyde olan evrendeki sisteme uyarladýðýmýzda, kendi içinde bir þey barýndýran ve bir doðuma gebe olan her mekânýn kadýnlýk vasfý taþýdýðý sonucu ortaya çýkar. Toprak, insanýn kendisinden yaratýlmasý açýsýndan anadýr; Âdem, Havvâ nýn kendisinden yaratýlmasý açýsýndan kadýnlýk vasfý taþýmaktadýr. Tüm Kur ân ý içinde barýndýran bir mekân
olarak Fâtihâ Sûresi anadýr, bütün yaratýlmýþlarýn özünü kendisinde taþýyan Hakîkat-i Muhammediyye nin mahalli olan Hz. Peygamber tüm mevcûdâtýn anasýdýr, her varlýðýn Allah ýn mutlak varlýðýndan yaratýlmasý hasebiyle de Allah herþeyin anasýdýr... Þu hâlde, cümle mevcûdâtýn her an yeni bir yaratma ile birbiri içinden zuhûru düþünülürse, âlem kadýnlýk vasfý ile kuþatýlmýþtýr. Bu vasfýn keþfedilmesi ve zevkedilmesi, kiþinin kendisinden yeni bir þey ortaya çýkarmasý ve bu yeniliðin vücûd içinde meydana getirdiði tesir ile yeni bir hayâta göz açmasý ile gerçekleþir. Maddî bir cinsiyet olarak ele alýndýðýnda birbirine karþý bir üstünlüðü bulunmayan kadýnlýk ve erkekliðin, mânevî olarak ifâde ettikleri makamlara raðmen de birbirilerine bir üstünlükleri bulunmamaktadýr. Zirâ makam kelimesi yer anlamýna gelmektedir. Yer ve zaman kavramlarý týpký cinsiyet gibi, yok olacak olan bu dünyaya aittir. Hak ise mekândan münezzehtir.
Zirâ makam kelimesi yer anlamýna gelmektedir. Yer ve zaman kavramlarý týpký cinsiyet gibi, yok olacak olan bu dünyaya aittir. Hak ise mekândan münezzehtir.
dilek güldütuna
KARDEÞLERÝMÝZDEN BÝRÝ...
Peygamber Efendimiz bir gün buyuruyorlar ki: Bir kuldan, dünya ve içindeki her þey ya da âhiret ve orada onun için hazýrlanmýþ olan her þey arasýnda bir seçim yapmasý istendi. Kul da âhireti ve orada onun için hazýrlanmýþ olan þeyleri seçti. Peygamber Efendimiz sözünü tamamladýðýnda Hz. Ebûbekir aðlamaya baþlýyor. Diðer sahâbeler, Sana ne oldu? diye soruyorlar. Hz. Ebûbekir buyuruyor ki: Peygamber Bir kuldan bu dünya ve öbür âlem arasýnda bir seçim yapmasý istendi dediðinde bahsettiði kul kendisiydi. 14. yüzyýlýn mânevî sultanlarýndan olan Seyyid Nizâmüddin Evliyâ, Peygamber Efendimiz den bu hadisi naklettikten sonra kendi hocasý hakkýnda þunlarý söylüyor: Þeyhülislâm Feridüddin de Bir derviþ þu ya da bu tecrübeyi yaþadý diyerek ayný þekilde konuþurdu. Nihâyet bir gün anladým ki bahsettiði o derviþ kendisiydi. Bunlarý okuduðumda Sâmiha Annemin bir sohbetleri aklýma geldi. Sâmiha Annem, hizmetin mutlaka büyük þeylerde olmasý gerekmediðini ve insana faydalý olabilecek en küçük fýrsatlarýn dahî deðerlendirilebileceðini anlattýklarý bir sohbetlerinde þunu naklettiler: Kardeþlerimizden bir haným, bir gün
dolmuþta iken yanýnda oturan hanýmefendi bozuk parasý olmadýðýndan þoföre ücreti ödemekte zorluk çekiyor. Ýhvanýmýz da ödemede kendisine yardýmcý oluyor. Hanýmefendi teþekkür edince ihvanýmýz olan haným Müslüman-Türk deðil miyiz? Tabiî ki birbirimize yardým edeceðiz. Bunu dinledikten sonra Cemâlnur Hocamdan bu hâdiseyi tekrar iþittiðimde öðrendim ki Sâmiha Annemin hâdisede ihvânýmýz diye bahsettiði haným aslýnda kendileri idi. Fakat o, yokluðu ve hiçliði ile, hâdiseyi sanki bir baþkasýný anlatýyor gibi anlatmýþtý. Peygamber ahlâkýnýn her devirde o devrin kâmili tarafýndan nasýl birebir yaþandýðýna ne güzel bir örnek. Ancak onlarý görerek Peygamberimizi ve Muhammedî ahlâký tanýyabiliyoruz. Allah ýn ve Peygamberinin bizlere en güzel nimeti ve hediyesi olan kâmil insandan dolayý Allah a þükürler olsun
NEFSÝNÝ BÝLEN... Men arefe nefsehu, fekad arefe rabbehu... (Nefsini bilen Rabb ini bilir)
hüseyin gökhan
...Onunla Perþembe gecesi tanýþtým. Daha önce sesini kayýtlardan ya da telefondan dinlediðimde açýkçasý etkilenmiþtim ama onun tatlý bakýþlarýna, konuþmasýna, tavrýna ve güzel kokusuna bizzat þâhit olunca tamamen âþýk oldum. Bu ne bir kadýna ne de bir anneye duyulabilecek bir aþk... Kalbim hâlâ onu düþündüðüm her an tatlý tatlý aðrýyor. Herþeyiyle sevdiðimi farkettim onu. Konuþmam bile onunkine benzemeye baþladý. Acaba Mevlânâ da Þems i böyle mi sevmiþti?
Deniz gibi bir insan... Ondan bir avuç alýp aðzýma sürdüm, beni sarhoþ etmeye yetti. O ise aþkýný yüzlercesine daðýtmýþ, bitmiyor, bitmiyor. Daha çok istiyorum, yokluðunda dahî veriyor, veriyor, veriyor. Böyle bir insanla tanýþmayý ne kadar da istiyordum. Ama böyle bir tecrübe olacaðýný hiç mi hiç tahmin etmemiþtim. Yandým, yandým, yandým. Onu aklýma getirince bir anda herþeyi unutuveriyorum. Onun tatlý sesini duymaya, gözlerini hatýrlamaya, dokunuþunu yeniden hissetmeya çalýþýyorum. Dün onu hatýrlayýnca bir ara aðladým. Tekrar aðlamak istiyorum. Onu düþünerek aðlamak ne kadar da güzeldi Allahým! Keþke rüyâlarýma girse; onun o mübârek elini tekrar öpsem... (24 Haziran 2004) Yukarýdaki yazýyý günlüðümden alýntýladým. Ýlk mürþidim Þeyha Feriha yý tanýyalý neredeyse sekiz yýl olmuþ. O günkü hislerimi en doðru anlatan herhâlde o zaman yazdýklarým olsa gerek...
Bu tanýþmadan iki yýl kadar sonra Türkiye ye döndüm. Amerika da mürþidimin kucaðýnda sanki cennetteymiþ gibi yaþarken, kendi vatanýmda bir anda sudan çýkmýþ balýða dönmüþtüm. Kendimi tam anlamýyla bir öksüz gibi hissediyordum. Derken Cemâlnur Hocam ýn Çarþamba sohbetlerinden birine gittim. Dersten sonra yanýna gidip kendimi tanýtýrken ellerimi ellerine aldý ve gözlerime öyle bir baktý ki sanki ayný insanla ikinci kez tanýþtýðýmý hissettim. Oradan ayrýldýðýmda týpký iki yýl önce olduðu gibi mutluluktan uçuyordum. Ayný kalb aðrýlarýný hissetmeye baþladým. Olanlarý kendisine anlatýnca Feriha Haným, Cemâlnur Hocam a bir gül götürmemi istedi ve aþk u niyâz etti. Cemâlnur Hocam beni ancak Feriha Haným ýn iznini aldýktan sonra lûtfedip kabul ettiler. Aralarýndaki bu sofiyâne letâfet ve zarâfet beni bir kez daha etkilemiþti. Hiçbir zaman hissetmediklerimi sadece bu iki hanýmefendinin gözlerine bakýnca hissetmiþtim. Çok þükür, beþ yýldýr Cemâlnur Hocam ýn sohbetlerini dinliyorum ve bu þiddetli câzibenin neden kaynaklandýðýný anlamaya baþladýðýmý hissediyorum. Sâmihâ Anne yi anlatanlar, Efendim i anlatanlar, hattâ Hz. Ali yi (r.a.) ve hattâ Hz. Muhammed i (s.a.v.) görüp de anlatanlar, kesinlikle doðru anlatmýþlar, fakat eksik anlatmýþlardýr. Mürþid, beþer kelâmýyla sýnýrlanmaktan münezzehtir. Zât a açýlan kapý olmasý hasebiyle, O nun tecellîsine mazhardýr. Dolayýsýyla anlatýlan eksik olmaya mahkûmdur.
Bununla beraber kiþi bu zevâtý görünce pýrýl pýrýl bir aynaya bakar ve kendinde ne mânâ varsa onu görür. Ýþte fakirin de sekiz yýl önce günlüðüne not düþtüðü güzellik, aslýnda yine fakirin gönlünde gizli; ne var ki, üzeri yine fakirin nefsiyle örtülü olduðu için bu güzellik ne kendisine, ne de baþkasýna gözüküyor. Sohbetler i okuyanlarýn mâlumlarýdýr; Ken an Rifâî Hazretleri, kendisini düþündüðünü söyleyen Meþkûre Anne ye, düþündüðünün ancak mânâsý olduðunu söylemiþler. Ýþte beni de kendimden geçirip sarhoþ eden bu aþk, belli ki içimdeki mânâya idi... Mürþidimi -iki gözükse de bence bir ve aynýdýrgörünce bu mânâ bana göz kýrpmýþ, sonra tekrar nefsimle örtünmüþtü. Tekâmül, bu mânâyý tekrar bulmaktan baþka nedir?
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
ELÝF ERHAN dan
karides soslu patlýcan
Malzemeler:
2 adet bostan patlýcaný 250-300 gr. Temizlenmiþ dondurulmuþ karides 1 kâse küp küp doðranmýþ domates 1 tatlý kaþýðý biber salçasý 1 çorba kaþýðý teriyaki sos 1 çorba kaþýðý soya sosu 3 diþ ince dilimlenmiþ sarýmsak 8-10 yaprak kýyýlmýþ taze fesleðen 1 çorba kaþýðý sýzma zeytinyaðý 2 adet taze tatlý kýrmýzý veya sarý dolmalýk biber Taze karabiber Tuz
Hazýrlanýþý:
Patlýcanlarý çizgili olarak soyduktan sonra yuvarlak dilimler hâlinde kesin. Izgara demirinde her iki tarafýný da iyice piþirin. Wok da (derin tavada) zeytinyaðýnýn içinde sarýmsaklarý altýn rengine gelene kadar piþirin, üzerine karidesleri ve domatesleri ilâve edin. Daha sonra biber salçasý, tuz, karabiber, taze fesleðen, soya ve teriyaki soslarýný ekleyip 20-30 dakika kýsýk ateþte tahta kaþýkla karýþtýrarak sosunuzu piþirin. Fýrýn tepsinizin içerisine piþirme kâðýdý koyun, üzerine bir sýra patlýcan, bir sýra sos koyarak 2 katlý olarak hazýrlayýn ve kürdanlarla sabitleyin. Sonra 250 dereceye ayarlanmýþ önceden ýsýtýlmýþ fýrýnda 30 dakika daha piþirdikten sonra bir tabak içerisinde renkli dolmalýk biberlerle birlikte servis yapabilirsiniz. Âfiyet Olsun.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m