MAYIS 2012
32.say箪
Tasavvuf K端lt端r端 Dergisi
fetih
EDÝTÖR DEN...
Merhaba dostlar, Mayýs sayýmýzýn konusu Fetih . Elbette her fetih, bir fâtihe ihtiyaç duyar. Çok þükür ki biz, târihinde nice fetihler ve fâtihler görmüþ bir milletin evlâtlarýyýz. Peygamberimiz Hazreti Muhammed in (sav) mübârek hadisi uðruna canlar vermiþiz. Mübârek topraklarýmýzý kanýmýzla yoðurmuþ ve bize emânet edilen vatan topraklarýný, dinimizi, nâmusumuzu korumuþuz ve koruyoruz. Biz zamirini kullanýyorum, çünkü erkeklerimiz kadar kadýnlarýmýzýn ve çocuklarýmýzýn da fetih yapan fâtihler olduðunu yüzlerce yýllýk tarihimiz cilt cilt anlatmaktadýr. Bu fetihlerin en önemlilerinden biri, elbette ve tartýþmasýz olarak, Ýstanbul un Hz. Fâtih Sultan Mehmet Han tarafýndan fethidir. Bir çað kapatmýþ, yeni bir çað açmýþtýr koca sultan Bir fetih daha var ki, ona da peygamberler sultaný Cihâdý Ekber (Büyük Cihad) diyor. Belki de fâtihler için en zor fetihlerden biri Buna niyet eden er kiþiler, beþerlik çaðýný kapatýp, insanlýk çaðýný açýyor. Bu, Ali makamýnda olan o Allah ýn aslanlarý nýn mertebesi Bu, gerçek insanlarýn, bu yolda her þeylerini fedâ edebilenlerin, insan-ý kâmillerin mertebesi
Allah aþký ile istenen, O nun lûtfu ile erilen bir makam bu Rabbim bizlere de, nefis kalelerimizdeki benlik düþmanlarýný fethetmeyi ve kendi mânâmýzýn Fâtih i, Mehmetçiði olarak þehâdet mertebesine ermeyi nasip etsin, vesselâm
Yosun Mater
SOHBETLER DEN...
Münîre Hanýmefendi: - Hazret-i Süleyman Nefsini kahretmek, tek baþýna koca bir memleketi fethetmekten daha müþküldür buyuruyor. Nefsi ezmek için ne yapmalý bilmem ki... - Yapýlacak þey, onu ezmeye çalýþmaktýr. Ama ezip de bir yere týktýktan sonra da muhâfazasý güçtür. Bu yüzden Cenâb-ý Hak Mekrimden emin olma! diyor. Ýþte Hazret-i Pîr'in de Her nefes nefsini muhâsebeye çekmeyeni biz ricâlden saymayýz! demesi bunun içindir. Nefsi sindirmek, çâresiz ve dermansýz býrakarak rûhuna ulaþtýrmak, ruhlaþtýrmak lâzýmdýr. Çünkü o mevcut oldukça yine bir fýrsat bularak baþ kaldýrýr. Hâlbuki nefisten eser kalmamalý ve öyle bir hâle gelmeli ki Ervâhünâ eþbâhünâ, eþbâhünâ ervâhünâ yâni ruhumuz cismimizdir, cismimiz rûhumuzdur sýrrý zâhir olmalý (Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 110).
SÖYLEÞÝ
oxford da islâm Cemâlnur Sargut 5-6 Mayýs 2012 tarihlerinde Oxford Üniversitesi bünyesinde Ýbn Arabi Society tarafýndan düzenlenen bir sempozyuma dâvetliydi. On arkadaþýmýzla birlikte izleyici olarak katýldýðýmýz bu sempozyum ve orada yaþananlar hakkýnda hocamýzla konuþtuk.
müge doðan
Müge Doðan: Hocam, güzel haberlerle döndünüz Oxford daki konferanstan Nasýl geçti acaba? Cemâlnur Sargut: Çok þükür, çok güzel haberlerle geldim. Hayatýmýn en güzel konferansýydý Oxford daki. Bir kere sempozyum, Kenan Rifâî Hazretleri nin Þerhli Mesnevî-i Þerif inin methedilmesiyle açýldý. Yani Oxford Üniversitesi gibi dünyanýn bir numaralý üniversitesinde Efendimin kitabý göklere çýkarýlýyor ve satýþý yapýlýyor. (Biliyorsunuz, bu eser Listen: Commentary on the Spiritual Couplets of Mevlana Rumi adýyla Victoria Holbrook tarafýndan Ýngilizceye tercüme edildi ve geçen sene Amerika da basýldý). Anneme telefon edip dedim ki -ben ki gittiðim yerden hiçbir yere telefon etmem, öyle bir âdetim yoktur- anne, çok þükür, hiçbir iþ yapýlmamýþ olsa sadece Kenan Rifâî Hazretleri nin bu
kitabýnýn Ýngilizceye tercümesi ve burada okunmasý çok önemli. Sadece bu yeter Ýslâm âlemi için. Prof. James Morris ve Prof. Stephen Hirtenstein, konferansa þöyle baþladýlar: Kenan Rifâî nin bu kitabýyla biz Mesnevî kadar Kenan Rifâî ile de tanýþtýk dediler. Sonra Hocam Rifâî Hazretleri nin Lâ diyeceksen bari Lâ Ýlâhe Ýllâ Allah de cümlesini okudular ve çok önemli bölümlerden bahsettiler. Oxford Üniversitesi nde çok mühim bir sempozyum böyle baþladý. Gözyaþlarý ile izledik. Ýnþaallah diðer kitaplarýn da hemen tercüme edilmesi lâzým.
Hristiyanlarýn haçýný bile Kur an la anlayabiliyoruz. Müge Doðan: Orada Oxford Üniversitesi size bir teklif yaptý... Ondan biraz bahseder misiniz acaba? Cemâlnur Sargut: Evet, size vereceðim en güzel haber Oxford Üniversitesi nin bize yaptýðý teklif oldu. Üniversite orada bir kürsü kurmamýz için çok ciddi þekilde özel ricâda bulundu. Ben tabiî o kadar þaþýrdým ki anlatamam. Dedim ki biz bu parayý bulamayýz, siz kim veriyorsa onunla yapýn bu iþi Biz, Amerika da ve Çin de kürsü kurduk ama Oxford dünyanýn bir numarasý. Bana verdikleri cevap o kadar güzel ki: Bize birçok vahâbî ülkeden teklif geldi ama biz bir vahâbî kürsüsü kurmak istemiyoruz. Biz mistik bir Ýslâm kürsüsü kurmak istiyoruz
SÖYLEÞÝ
ve bunu da ancak Türkler ve siz yapabilirsiniz, onun için biz sizi bekleyeceðiz.
müge doðan
Oxford Üniversitesi çok enteresan bir üniversite. Ýçine girdiðiniz zaman kendinizi 13. yüzyýldaymýþsýnýz gibi hissediyorsunuz. Sanki bu dünyada deðil gibisiniz yani... Hakikatten çok geleneksel bir üniversite, kýyâfetlerinden cübbelerine kadar Ama bir yandan içinde yapýlan sempozyumda Ýbn Arabî nin aklý yerle bir eden ve keþfe dayanan görüþleri ön planda idi. Yani bu kadar akýl üniversitesinde aklýn yerle bir edilmesi çok etkileyiciydi. Ýbn Arabî yi 29 senedir orada konferanslarla anmalarý ve bunun Ýslâm olduðunu vurgulamalarý da çok etkiledi beni... Meselâ benim konuþmamdan sonra Oxford felsefe profesörü bana özellikle 6-7 tane soru sordu ve sonra çýktýðýmýzda dedi ki hocam bilhassa sordum çünkü þunu anlatmanýzý istedim ki -siz onu yaptýnýzbu iþ, yani bu mistik çalýþma, Ýslâm olmazsa olmaz. Çünkü orada biliyorsunuz böyle konuþmalar da oluyor. Biz Ýbn Arabî ile tedâvi ediyoruz diyen psikiyatrist bir haným çýktý. Çünkü Ýbn Arabî dinler üstüdür dedi. Ben de dedim ki Ýbn Arabî dinler üstü olamaz. Ancak Ýslâm ile tedâvi yapýlýr ve meditasyon bizde kullanýlmaz çünkü meditasyon uyuþturucudur. Biz dinamik ve aktif namazý kullanýrýz. Hattâ sizin haçýnýz bile Kur ân a göre yapýlmýþ bir þeydir dedim. Neden? dediler. Çünkü Kur an da Hz. Ýsâ ya Allah namaz kýl ve oruç tut diye emir veriyor. Namaz dikey bir ibâdettir, çünkü mîraç ile
neticelenen bir ibâdettir ve onun için doðrudan Allah ile aranýzdaki bir ibâdettir. Namaz kýlan insan o kadar güzelleþir ki (ama lâyýký ile kýlan) Hz. Ýsâ gibi etrâfa bu güzelliðini yayar. Bu da zekâttýr ve yatay bir ibâdettir. Ýþte ancak namaz ve orucun bütünlüðü haçý oluþturur dedim ve bundan çok etkilendiler. Çünkü Ýbn Arabî de sembollerle anlatýyor.
Allah ol dedi. Ol dedi de hiçlik oldu. Onun için ortada baþka olan yok; Allah ve ol emri var. Bu sempozyumun Ýbn Arabî sempozyumlarýnýn 29. su oluþu da enteresan Hiçbir þey tesâdüfî deðil. 29 rakamýnýn Arapçadaki harfi Lâmelif. Lâmelif, Hz. Muhammed i anlatýyor. Hz. Ýbn Arabî Fusûs ul Hikem de 27 peygamberden bahsetmiþtir ve bunlarýn 27. si Hz. Muhammed dir. 27. harften sonra iki harf daha gelir. Ben bunu izah ederken dedim ki çocuk da 7. ayda kendini tamamlar ama doðumu 9. ayda olur. Demek ki tamamlanýþ 7 de de olsa, yani 27. harfte de olsa, onun zuhûru Lâmelifle olur. Allah, Elif Allah ol dedi. Ol dedi de hiçlik oldu. Onun için ortada baþka bir olan yok; Allah ve ol emri var. Muhammed budur. Lâm ve Elif... Elif ve onun tecellîsi, zuhûru... Ýbn Arabî diyor ki Lâm ve Elif o kadar kaynaþmýþlar ki, harfe baktýðýnda neresi Lâm neresi
Elif, þaþýrýrsýn. Yani Hz. Muhammed e de baktýðýnda O nda neresi ol kýsmý, neresi ahadiyet, þaþýrýrsýn; çünkü ortada bir þey kalmamýþ. Bunu anlattým. Bir þey daha anlattým onlara ki bugün de tekrarlamak istiyorum. Benim gittiðim gün, Hýdrellez di. Bu da hiç tesâdüf deðil. Hýdrellez, Hýzýr ile Ýlyas ýn buluþma günüdür. Onlar da bir zikir ile kutladýlar. Çünkü oradakilerin hepsi Müslüman. Hýzýr için Yâsin Sûresi nde Allah yeþil yakar diyor. Bu yeþilin Yâsin Sûresi nde klorofil anlamýna geldiði yazar. Ýlimde klorofil, yani yeþil olmazsa hiçbir þey oksijene çevrilmez, oksijen olmayýnca da yanma olmaz. Allah bu ilmi Kur an ile, daha bu ilim ortada yokken olduðu gibi anlatýp vermiþtir. Hýzýr yeþil demektir. Yeþil mürþid demektir, çünkü Mûsâ nýn mürþidi Hýzýr dýr. Hýzýr, yani mürþid yakar, Þems gibi yakar, yok eder. Ben de dedim ki Mürþidlik makamý ile içinizdeki Ýlyas yani peygamberlik makamý birleþtiði zaman, yani mürþidinizden tecellî edenin Hz. Muhammed olduðunu, dünyada baþka bir güç ve kudret olmadýðýný idrak ettiðiniz anda içinizde Hýdrellez baþlar, yani baharýn geliþi baþlar ve bütün vücûdunuz artýk meyva vermeye baþlar. Çok etkilendiler ve sonuçta da bize bu istekte bulundular.
Biz düþüyoruz ve bizi Türkler kaldýrýyor Müge Doðan: Ýbn Arabi Society nin baþkaný Grenville Collins in düþmekle ilgili yorumu çok hoþtu..
SÖYLEÞÝ
Cemâlnur Sargut: Evet adamcaðýz, Müslüman... Çok hoþ bir insan. Bizi gezdirirken, yaþlý-baþlý adam bütünüyle düþtü. Bizimkiler koþtular, kaldýrdýlar adamý Ben de bu bana bir ikaz mý diye düþünüyorum. Döndü, kalktý ve nasýl yorumladý biliyor musunuz?: Bakýn gördünüz mü, biz düþüyoruz ve bizi Türkler kaldýrýyor. Müge Doðan: Greneville Collins, aslýnda Ýngiliz deðil mi hocam?
müge doðan
Cemâlnur Sargut: Adam aslýnda Ýngiliz, fakat Müslüman-Türk bir mürþid tarafýndan yetiþtirilmiþler. Mehmed Rauf tarafýndan... Zannediyorum ki kendisi bir Mýsýr prensesinin oðlu olmasý hasebiyle Kenan Rifâî nin öðrencisi... Çünkü bütün Mýsýr prensesleri Efendime baðlýydý o sýrada. Ayný zamanda kendisi Robert Kolej mezunu; Yale Üniversitesi ni bitirmiþ ve 8 lisan biliyor. Vefât etmiþ. Mýsýr kralýnýn kardeþi ile evlenmiþ, kendisi de Mýsýr prensesinin oðlu olmasý dolayýsý ile. Bir süre çeþitli ülkelerde yaþamýþ ve en son Ýngiltere de Bursevî nin Fusus þerhini tercüme etmiþ. Böyle bir adama evlât olmuþlar ve tabiî ki kaliteyi görmüþler. Ve o kalitenin Türk Ýslâmý nda olduðunu görmüþler. Bir kere o devirde Efendim gibi, Mehmed Rauf gibi entelektüel, geri kafalý olmayan, modern, dünyaya uyan ama ayný zamanda taassup ötesi hakiki Ýslâm ý tanýyan bir kafa ile tanýþmýþlar. Müge Doðan:Ýþte o zaman da ancak bu kafadaki Türklerin orada bir kürsü kurabileceðine inanýyorlar. Harvard da da bir Ýslâm kürsüsü var sanýrým hocam..
Cemâlnur Sargut: Harvard da vahâbîlerin kürsü açtýðýný biliyorum. Oxford burada kesinlikle bir vahâbî kürsüsü açýlamaz; burada ancak bir Türk-Ýslâm anlayýþý kürsüsü açýlabilir dedi. Ben Ýngiltere ye giderken Oxford un büyüklüðünün hiç farkýnda deðildim. Herhangi bir üniversiteye dâvet edilmiþ gibi gittim. Annem gözünde büyüttü: Cemâlnur, harika, Oxford a gidiyorsun dedi. Sonra dedim nedir bu Oxford? ; öðrendim ki dünyanýn en iyi üniversitesiymiþ. Yani o kadar farkýnda olmayarak gittim, onu söylemeye çalýþýyorum. Hiçbir beklentim yoktu. Vazifemi yapýp döneceðim, o kadar. Ama karþýlaþtýðým þeylere inanamýyorum. Yani Allah ýn bize lûtfetmiþ olduðu þeylere hepimiz þehâdet ediyoruz sadece Þunu öðrendim ki, onu da söylemeden geçemeyeceðim, bir iki yerde çok gayret gösterdiðim zaman orada bütün kapýlar yüzüme kapandý. Oradan þunu öðretti Allah bana: sen gayret gösterip karþýlýk beklemeyeceksin. Ýþte galiba bütün öðrenmemiz gereken bu. Sen hizmetçisin, karþýlýk beklemeyeceksin Farkýnda olmadan insan bu kadar emek verdim, acaba burada da bu iþ olur mu? diye düþünüyor. Bunu öðrendikten sonra bir þey daha öðrendim. Mesela Çin de bir kürsü açtýk, dünyanýn bir ucunda... Kontrol etmemiz her an mümkün deðil. Chittick gibi, dünyanýn en iyi profesörlerinden biri geçti baþýna... Yani insanlar 15 dakika konuþmak için seneler öncesinden randevu alýyor. Öyle bir profesör... Kimsenin inanabileceði bir
þey deðil, kalktý Çin e gitti. Karýsý da dünyanýn en iyi tasavvuf profesörü. Gittiler. Þimdi bana mektup yazýyorlar: Biz, bizden sonra gelecekleri ayarladýk. Ýran dan tasavvuf adýna en iyi profesör gelip burada ders verecek. Ben þimdi ondan sonrasýný bile düþünmüyordum ama James Morris dedi ki ondan sonraki sene de ben gideceðim. Yani o zaman bakýyorsunuz, zaten programý kurduran programý yapýyor; neyi düþüneceksiniz, neyi merak edeceksiniz? Öyle bir programýn içinde gidiyor; yani sen sadece yap vazifeni, çek elini. Mesele bu. Bu, almamýz gereken en büyük ders. Müge Doðan: Hocam, çok teþekkürler.
OXFORD dan BÝR YAZI...
5-6 Mayýs 2012 tarihlerinde Oxford Üniversitesi nde Ýbn Arabî Society nin düzenlemiþ olduðu sempozyuma dinleyici olarak katýlmýþ olan Sakýp Safdar ýn sempozyum sonrasýnda www.tarbeyah.wordpress.com adlý sitesinde yayýnlamýþ olduðu yazýyý sizlerle paylaþýyoruz.
sakýp safdar
Hafta sonu, Oxford da Ýbn Arabî Sempozyumu nda Cemâlnur Sargut un bir konuþmasýna katýldýðým için çok þanslýydým. Onun, öðretimine çokça yaratýcýlýk katan, Türkiye'nin en derin ve ilham verici mürþidlerinden biri olduðu söyleniyor. Ben her zaman Ýslâm geleneðine mensup kadýn âlimeye ne olduðunu merak etmiþimdir. Peygamber (sav) zamanýnda hayran olunan pek çok kadýn arasýnda, kadýnlar tarihi açýsýndan akademik zekâsýnýn eþsiz olduðu söylenen Peygamber in (sav) sevgili eþi Ayþe de vardý. Pek çoðu da bunu takip etmiþtir. (Camille Helminski tarafýndan yazýlan Sufi Kadýnlar: Gizli Bir Hazine adlý kitapta bunlar anlatýlmýþtýr). Ben, Camille Helminski, Amine Wadud, Seemi Gazi ve Nur Artýran gibi zamanýmýmýzýn Ýslâm geleneðinden gelen birçok olaðanüstü kadýný tanýdým. Þimdi ise yeni bir tanesiyle, en yüksek kabiliyette bir öðretmeniyle tanýþýyordum. Cemâlnur un konuþmasý beni derinden etkiledi. O öylesine kalpten kalbe konuþtu ki, beni aðlattý. Son yýllarda Ýslâm geleneðinden gelen birkaç büyük âlim ve mürþidin konuþmalarýný dinlemiþtim ama hiçbiri beni Cemâlnur un etkilediði gibi etkilemedi. Onunki gibi büyük,
ýþýldayan bir gülümsemeye sahip bir kimseyi de tanýmamýþtým. O, hikâye anlatma yoluyla Ýslâm'ýn en derin mânevî öðretilerini açtý. Hattâ onlar benim çocuklarýma anlatabileceðim hikâyelerdi. Sonunda Þems dönemi ve onun öðretilerinin bugünkü önemini ona sorduðumda, neredeyse aðlamak üzere þu cevabý verdi: Ýnsan güneþe nasýl direkt bakabilir? Mevlânâ ya ihtiyacýmýz var. Ve bugünün, 6 Mayýs ýn mânâsýnýnýn Hýzýr ýn günü, mânevî baharýn geliþi olduðunu açýklayarak konuþmasýna devam etti. Konuþmasý bittikten sonra, ona bu soruyu sorduðum için memnun olduðunu söyledi. Devenin bir niyeti vardýr, devenin sürücüsünün de ayrý bir niyeti. Çay arasýndan sonra inanýr mýsýnýz bilmem ama abdest alýrken ayak bileðimi kýrdým ve sað dizim de yerinden çýktý. Herþey bir anda sembolik hâle geldi ve öyle görünüyordu ki her maddî þeyin bir de mânevî mânâsý vardý. Ambulans beni almaya geldiðinde Cemâlnur bütün o insanlar içinde hemen en önde, son derece ilgili görünüyor ve bana þöyle diyordu: Þems i göreceksin, biz hepimiz seninle beraberiz, bu bir lûtuf, göreceksin. Bir kazâ baþýma gelecektiyse, bundan daha güzel bir þekilde ortaya çýkamazdý. Çok kiþi daha sonra olay hakkýnda yorum yaptý. Kimisi bunu duyduðuma üzüldüm dedi, ya da ne aksilik ya da keþke... dedi. Cemâlnur, olayý böyle görmedi. Onun için bu, bir lûtuftu ve o, bundan emindi. Acý içinde olmama
raðmen, hâdiseden dolayý þükran ve Allah ýn irâdesine teslim olmanýn huzurunu duyuyorum. Hayatým hareketsiz hâle gelse de, biliyorum ki, nerede olmam gerekiyorsa oradayým. Ayrýca, bir konuþmacý ya da âlimin dinleyicilerden biri için gösterdiði böylesine samimi bir alâka beni çok duygulandýrdý. Böylesine dipdiri bir kalp ve þefkat dolu bir karakterle o, benim için yürüyen bir Kur an.
BÝR NOKTA ÝDÝ, ÝLÝM
5-6 Mayýs 2012 tarihlerinde Oxford da Ýbn Arabi Society tarafýndan düzenlenen ve Cemâlnur Sargut Hocamýzýn dâvetli konuþmacý olarak katýldýklarý sempozyumla ilgili izlenimlerini sempozyuma iþtirak eden arkadaþýmýz Elif Erhan dan kaleme almasýný istedik. Kendisinin yazýsýný sizlerle paylaþýyoruz.
Bir nokta idim kýldý beni kamet-i Tûbâ Giydirdi elifden beni tâ yâ'ye o Mevlâ A yanda iken gizlice bir gevher-i yektâ Rabbim beni kýldý ulu bir Kâbe-i ulyâ Ken an Rifâî Sempozyum öncesinde, toplantý baþlýðýnýn Cemâlnur Sargut un çalýþmalarýndan ve mânevî þahsiyetinden yola çýkarak belirlendiði bilgisi bize verilmiþti. Baþlýk, Spiritual Realisation (al-tahqiq)-Knowledge and Practice : Ýbn-i Arabî nin açýkladýðý ilmin yaþanabilirliði üzerine.
elif erhan
Sempozyum, Ýbn-i Arabî nin tamamen seküler bir anlayýþla dinler-üstü ele alýndýðý çalýþmalardan tutun da, Hazret in devrin filozoflarýna verdiði cevaplarý deðerlendiren derinlikli araþtýrmalara, Konevî nin yazýþmalarýna atýfta bulunan kýymetli literatüre ve doðrudan tahkik konusunun ustaca ele alýndýðý metodik çalýþmalara kadar uzanan oldukça zengin ve geniþ kapsamlý bir içerikte hazýrlanmýþtý.
Ýlk oturum, Stephen Hirtenstein ýn açýlýþ konuþmasý ve James Morris in Ýbn-i Arabî nin rûha ve gönüle hitâp ediþini anlatan sýradýþý konuþmasý ile baþladý. Dünyaca tanýnmýþ bu iki Ýbn-i Arabî otoritesinin her ikisinin de elinde Kenan Rifâî nin, Ýngilizce baskýsý henüz yapýlmýþ olan Mesnevî þerhi vardý. Bu iki uzman, kitabýn Cemâlnur Sargut tarafýndan yazýlmýþ olan önsözünden alýntýlar yaparak dinleyicilere, henüz okumadýlarsa bu kitabý mutlaka okumalarýný önerdiler. Ýbn Arabî Sempozyumu nun, kendileri tarafýndan kaleme alýnmýþ, Kenan Rifâî ye ait sözlerle baþlamýþ olmasý, programýn adýnýn neden Cemâlnur Sargut a atfen konulduðunu da anlatýyordu: Ýbn-i Arabî nin açýkladýðý ilmi tahkike erdirmiþ olmak. *** Hocamýn bildiri baþlýðý Tasavvuf Gözlüðüyle Yaþamak . Ýçinde yaþamak geçen tek konuþma. Geçen sene, Türkiye üniversiteler tarihi açýsýndan da gelecekte bir dönüm noktasý olacaðýna inandýðým Pekin Üniversitesi nde kurulan Kenan Rifâî Ýslâm Kürsüsünün açýlýþýnda bulunmuþtuk. Orada, felsefe ve tasavvufun metot olarak farký nedir? diye soran bir felsefe öðrencisine hocamýn verdiði cevabý hatýrlýyorum: Felsefe sana hiçbir güce sahip olmadýðýný öðretir. Geldiðin noktada sen artýk yaþam karþýsýnda aczini biliyorsundur. Orada kalýrsan hayata bir
anlam veremez ve bütün felsefeciler gibi mutsuz olursun. Ama devam edersen Tasavvuf iþte bu noktada baþlar. Burasý tasavvufun kapýsýdýr. Bundan sonra aþkla devam edilir. Aþk, gönlünü tam olarak cilâlar ve sendeki hakikatin ortaya çýkmasýný saðlar. Yaþamýn amacý da iþte budur zaten. Aþk ancak kâmil bir mürþitle kemâlini bulur. Diðer aþklar geçici ve aldatýcýdýr. Kiþinin kendi varlýðýnda ortaya çýkacak bu cevherse irfandýr. Dünyanýn sayýlý tasavvuf profesörlerinden, Hocamýn çok sevgili dostu William Chittick -ki hâlen Çin deki bu kürsünün baþýnda bulunuyor- ayný açýlýþta konuya þöyle temas ediyordu: kendilerine has usulleri olan iki tür temel bilgi vardýr. Taklit, menkul ilimler bahsinde ön plana çýkarken tahkik, yani tahsil edilenin hakikatini bulup yaþama hâli de irfânî ilimlerin hâlidir. Ýrfânî yaklaþým, yaklaþýk bir asýrdan uzun süredir ciddi bir zâfiyet geçirmektedir. *** Ýbn-i Arabî Sempozyumu nda, konuþmacýlarýn birer saatlik ana konuþmalarýný tamamlamalarýnýn ardýndan, her bir konuþmacýnýn ayrý bir salonda ilgilileri ile buluþturulduðu sorucevaplý oturumlara geçildi. Bu oturumlarý yine ayný konuþmacýlarýn oluþturduðu çoklu paneller ve gittikçe derinleþen karþýlýklý deðerlendirmeler izledi. Oxford da iken gördük ki, -hocamýn ifâdesi ile- burada vesveseye eren
maddî aklý býrakýp mânevî akla yönelmiþler , yani irfânî ilimlerin canlandýrýlmasý ve hayata geçirilmesi konusunda büyük bir ilgi ve istek var. Her þeye raðmen Batýnýn tek bir konunun uzmaný olma illeti burada da gözlerden kaçmýyor. Hocam diyorlar ki: Ýbn-i Arabî nin anlaþýlabilmesi için Mevlânâ yý da bilmek gerek. Mevlânâ yý bilmek için de Þems i... Þems i bilebilmek için Sultan Veled i Ortak panellerde diyebiliriz ki neredeyse bütün sorular Cemâlnur Sargut a yöneltildi. Tüm bunlarýn sonunda da, kendilerine, Oxford Þarkiyat Çalýþmalarý Fakültesi nde (Faculty of Oriental Studies) Ýslâmî Mistisizm adýyla, doktora-sonrasý bir kariyer programý (Research Fellow) açýlmasý için teklifte bulunuldu. Eðitimin yaklaþýk 900 yýldýr kesintisiz olarak devam ettiði Oxford, Ýngilizce konuþulan dünyanýn en eski üniversitesi. Gökyüzüne vuran silueti, yüzyýllardýr deðiþmediðinden olsa gerek, karakteristik bir yüz gibi zihinlere kazýnmýþ. Buradaki sistemi kýsmen de olsa bilen herkes, sözkonusu teklifin Oxford için bir rutin sayýlamayacaðýný tahmin edecektir. Son yýllarda Ýslâmiyet, Ýslâm ülkeleri ve Müslüman toplumlar ile ilgili çalýþmalar, daha çok, 1985 yýlýnda baðýmsýz bir birim olarak kurulmuþ olan Oxford Center for Islamic Studies tarafýndan finanse edilmekte. Bu merkez, Arap ülkelerinin desteklediði yaklaþýk 13 fonun yöneticisi. Ýslâm ülkelerinden gelen genç insanlara Oxford ta kariyer imkâný saðlýyor, misafir araþtýrmacý/öðretim üyesi dâvet ediyor
BÝR NOKTA ÝDÝ, ÝLÝM
ve Müslüman öðrencilere burslar veriyor. Belirgin bir çalýþma alaný yok; siyaset bilimi, ekonomi, sanat, sosyoloji, antropoloji, týp, mühendislik, felsefe vb. her konuya açýk. Ayrýca Arapça öðretimine ve Ýslâmî pratiklerin kazandýrýlmasýna yönelik ücretsiz kurslar düzenliyor. Merkezin bânîsi Galler Prensi. Fonlar, bunlarý kuran kiþilerin isimlerini taþýyor; bunlar, aðýrlýklý olarak Arap prensleri. Misyonu, Ýslâm ülkeleri ve Batý toplumlarý arasýnda sürdürülebilir bir diyalog saðlanmasý ve karþýlýklý anlayýþýn geliþtirilmesi.
elif erhan
*** Toplantýlar süresince yapýlan deðerlendirmeler, açýlmasý önerilen programýn bilginin elde ediliþi konusunda da yeni yöntemlerin araþtýrýlmasýný hedeflediðini gösterdi: Hakikate dair bilginin kaynaðýnýn, entelektüel anlamda keþfi. Oxford Felsefe Okulu, Harvard dan sonra dünyanýn ikinci felsefe okulu ünvanýný taþýyor ve 2011-2012 sonu verilerine göre (QS), Sosyal Bilimler alanýnda Oxford, dünya sýralamasýnda üçüncü. Bu, þunu düþündürüyor hemen: Batýnýn sembolü olmuþ bir üniversitede konunun uzmanlarý, insana ve yaþama dair ürettikleri bilginin, bilgiyi üretmede kullanýlan metotlarýn insanlýða huzur ve mutluluk getirmek için yeterli olmadýðý noktasýna varmýþ olabilirler mi? Chittick in söyledikleri geliyor aklýma: Modern zamanlar ve modern düþünce tek bir merkezden, tek bir intibak, tek
bir yönelim, tek bir amaç ve herhangi bir þekilde teklik arz eden bir maksattan yoksun durumda. Diðer bir deyiþle, tek bir tanrýsý yok. Tanrý, hayata anlam ve istikamet veren þey iken modern dünya, birçok tanrýdan anlamlar devþirme gayretinde. Neticede insanlar kendi nefislerine hitap eden tanrýlara kulluk etmektedir. Tu Weiming den (Pekin Üniversitesi Beþeri Bilimler Enstitüsü Baþkaný, Harvard Çin tarihi, felsefesi ve Konfiçyüsçü Araþtýrmalar Profesörü) alýyorum: Ýlim tahsilinin amacý dünyayý manipüle etmek deðil, insanlýðýmýzý kemâle erdirmektir. Ayný modern eðitim metotlarýný benimsemiþ Doðu toplumlarýnýn içine düþtüðü durumu ise þöyle anlatýyor Chittick: Dünyanýn her yerindeki ekonomik ve siyâsî kuvvetlerin yarattýðý ortam, Müslümanlarý da içine çekti. Onlar da akýllarýnda tamamen parasal hedefler olduðu hâlde ilim tahsilinde bulunmaktalar. Rahat bir hayatýn göreceli garantisini sunan teknik ve uygulamalý alanlar, en parlak zekâlarý celbetmekte ve üniversitelere hâkim olup yön vermekte. Bir zamanlar öðrencilerinden hayatlarýný ilim, irfan ve edebe vakfetmelerini talep eden geleneksel eðitim müesseselerinden neredeyse hiç kalmadý. Onlarýn yerine sýð ideologlar ve baðnazlar yetiþtiren dinî okullar zuhûr etti.
Ve devam ediyor: Evet, Müslüman olarak doðmuþ ve gerçekten de dinini çok dikkatli bir þekilde yaþayan, düþünceli ve ilim sahibi insanlar var. Fakat tâbiri câizse Ýslâmî bir þekilde düþünüyorlar mý? ( ) Ýlmî içeriðe varlýk amacý insan nefsini dönüþtürmek olan Hay bir gelenek gibi deðil de târihî bir bilgi deposu olarak nazar ediliyor. Bu insanlar, Müslümanlar gibi namaz kýlýp oruç tutabilirler; fakat bir Müslüman gibi deðil, bir doktor, bir mühendis, sosyolog ve siyaset bilimcisi gibi düþünürler. Ýman sahibi günümüz mütefekkirlerinin kafalarýnda ayrýk zihinsel bölümler olmasý neredeyse kaçýnýlmaz bir hâldir. Zihnin bir bölümü profesyonel ve rasyonel alaný ihâta ederken, diðeri de þahsî iman, takvâ ve amel alanýný kapsamaktadýr. Ýþte tüm bu olup biteni, Cemâlnur Sargut, basitçe þaþýlýk olarak tanýmlýyor. Bir i iki görme. Bu türden þaþýlýðýn ancak tasavvuf gözlüðü takarak, yani tasavvufî bir yaþam ve düþünme tarzý ile ortadan kaldýrýlabileceðini söylüyor. Þaþýlýk kalkarsa tevhid yerleþir, diyor. Her þey, hakikati gereði, ancak bir ve bütün içinde deðerlendirilebilir. Ýlim bir nokta idi North Carolina ve Pekin de Kenan Rifâî Ýslâm kürsüleri Oxford da bir Ýslâm Mistisizmi kariyer programý açýlmasý ihtimâli Oxford daki bu toplantýda bulunabilmiþ olmak, kendi açýmdan, hocamýn kürsüler ve enstitüler için
göstermiþ olduðu insanüstü çaba ve fedakârlýðýn asýl amacýný daha iyi kavramamý saðladý. Ýslâm ýn doðru bir þekilde anlatýlmasý ve özellikle Ýslâm ýn Batýdaki bozuk imajýný düzeltilebilmesi için mi? Evet, bunlar da doðrudur. Hattâ bu yönde hâlisâne gayret gösteren herkese minnettârýz. Ancak öyle görünüyor ki asýl amaç, Cemâlnur Sargut un asýl amacý, bütün bunlarýn üzerinde ve çok daha üzerinde de olabilir. Müslüman düþünürler tevhidin tahkikini, ilgilerinin ve gayretlerinin tam kalbine geri koymadýklarý sürece Ýslâm düþüncesinin ýslâhý mümkün deðildir diyor Chittick. Hocamýn amacý tam da bu galiba: Tevhidin tahkiki. Burada sýnýr koymuyor hocam. Ne ülke, ne dil, ne din, ne mekân, ne þekil Ekberî hakikat nasýl bundan daha güzel bir þekilde tahkik edilebilir? Demek ki tüm bunlar, düþünme ve eðitim sisteminde köklü deðiþiklikler yapýlabilmesi için gerekli giriþimler olarak görülmelidir. Bu anlayýþ, Ýslâmî irfan geleneðinin kavranmasý ve bir metot olarak benimsenmesi ile kazanýlabilir. Kaynaðýný bu düþünce tarzýndan almayan her tür yaklaþým, dinî konular da dâhil, modern eðitimin, teksir edici, sürekli çoðaltan düþünce sisteminin bir ürünü olarak þaþý bakmaya devam edecektir. Peki bu gözlük nerede bulunur ve nasýl takýlýr? Oxford da da ayný soru baþka baþka þekillerde sürekli olarak soruldu. Konuþmacýlar görünürde birbirinden
BÝR NOKTA ÝDÝ, ÝLÝM
farklý yöntemler önerince, izleyicilerden de þöyle sorular gelmeye baþladý: Ýrfânî bilgiye ulaþýlmasý için farklý yollar öneriyorsunuz? Yöntem olarak hangisini seçmeliyiz? Konuþmacýlar benimki daha doðrudur diyecek olsalar, olmaz. Biri çýkýp da þu nedenle benim önerdiðim yöntem daha doðrudur desin de biz de ona göre bir þey söyleriz belki diye tereddütte kalmýþlarken Neden birini seçmek zorundayýz? diyen bir ses yükseldi hocamdan. Herkesi kucaklayacak gibi kollarýný havaya kaldýrýp ellerini birleþtirerek hepsi olur, hepsini uygulayabilirsiniz dedi. Herkes kendi ezeline uygun olaný yapabilecekti. Çok sevgili James Morris Cemâlnur, Esmâ ül Hüsnâ yý kastediyor. Hakikate Allah ýn bütün isimleri sayýsýnca farklý yoldan ulaþýlabileceðini Elbet kâmil bir mürþitle çýkýlýrsa yola, hakikate bütün isimleriyle birden varýlabileceði sýrrýný da veriyor yeri geldikçe. ***
elif erhan
Hocam, Ýbn-i Arabî yi dinler-üstü olarak deðerlendiren seküler argümanla yola çýkanlara da, namaz kýlmalarýný önerdi. Keþfe dayalý hay olan bilginin, meditasyon gibi uyutucu bir eylemden çok, diriltici namazla elde edilebileceðini söyledi. Bir seferinde hocamýn Hindistan da, kötü enerjilerden korunabilmek için kendilerinden yöntem soran meþhur bir þifâcý guruya Âyet-el Kürsî yi yazdýrdýðýný hatýrlýyorum. Ekberî
gelenek bu. Oturum sürüyor. Tüm dünya ve olaylar aslýnda hep insana kendini öðretmek için, kendi hakikatini bulmasý için yaþanmýyor mu zaten, o zaman her þey insana mürþitlik edebilir. Sadece bir kitap, bir kiþi, bir olay deðil, bir taþ, bir kedi bile bazen Mürþide neden gerek olsun? diye soruluyor baþka þekilde. Cevap veriyor hocam: Bütün bunlarýn insana kendini öðretmek için yaþanýyor olduðu, ancak mürþit sâyesinde anlaþýlabilir. Bu bir bilgi deðil çünkü. Ne bilirseniz bilin, mürþitsiz olmaz. Ýbn-i Arabî hiç mürþitsiz kalmadý. Aksi takdirde iyilikleri kendimizden, kötülükleri baþkalarýndan biliriz. Zorluklar karþýsýnda yýkýlýrýz. Gayretten kesilir, isyana düþeriz. Þaþýlýk sürer gider. *** Sonuç oturumu tamamlandýðýnda Oxford Felsefe Okulu ndan bir profesör, hocama yaklaþarak, minnetle, Bu sorularý kasten soruyoruz, sizin hakikatleri burada herkese söyleyebilmeniz için. Sürekli konuþuyor herkes, anlatýyorlar, fakat hâl yok, tahkik yok! Teþekkür ediyor; tuttuðu eli býrakmamak için sürekli teþekkür ediyor.
HZ. ALÝ den ÖÐÜTLER...
Hayatýn karþýna çýkardýðý zorlu hâdiselere sabýr ve tahammül et. Onlarý hiç kimseden bilme ve hiç kimseye karþý kalbinde kin ve düþmanlýk besleme; hiç kimseye hiddet ve þiddet gösterme. Bu sûretle hareket edersen, en büyük zorluklarý bile yenersin ve sen de Ýnsân-ý Kâmil mertebesine erersin. Her sorunu kolay yönüyle ele al, hayatýnda rahat edersin. Çünkü sen sorunlarý kolaylýklarýyla ele aldýkça çözümleri de kolaylaþacaktýr. Kim bir iþte halka öncü olursa, baþkasýný terbiyeye kalkmadan kendisini terbiye etmeli. Bu terbiye de diliyle öðüt vermeden önce huyuyla öðüt vermek sûretiyle olmalý. Nefsine öðretmen olup kendini terbiye eden kiþi, insanlara öðretmenlik yapýp onlarý terbiye edenden daha fazla yüceltilmeye deðer. Kimin söylediðine deðil, ne söylediðine bak. Söz dilinin sustuðu ve amel dilinin söylediði nasihat, hiçbir kulak tarafýndan kovulmaz ve onun faydasý ile hiçbir fayda bir olmaz. (Hasan Ali Özden, Hz. Ali nin Öðretileri, Kar Yayýnlarý, Ýstanbul, 2006)
yaðmur ve birlik
Geçen hafta Maârif Takvimi nde çok güzel bir hikâye vardý. Konumuz fetih olduðundan, bu hikâyeyi konumuzla iliþkili bulup okuyucular ile paylaþmak ve bu vesile ile asýl fethin kendi nefsimiz için yapýlmasý gerektiðini vurgulamak istedim. Hikâye þöyle: "Ýsrailoðullarýndan birisi vefât etmiþ, iki oðlu kalmýþtý. Adamýn býraktýðý köþkün içinde, iki kardeþ münâkaþa ediyorlardý. O sýrada, köþkün duvarlarýndaki kerpiçlerden birisi dile gelip þöyle dedi: Bizim için hiç münâkaþa etmeye deðmez. Ben bir zamanlar padiþahtým. Vefât edip kabre konuldum. 300 sene padiþahlýk yaptýktan sonra kabre konulunca, kabirde de 130 sene kaldým. Orada çürüyüp toprak oldum. Sonra bina yapmak isteyenler beni oradan alýp kerpiç yaptýlar. Bir binanýn duvarýnda 40 sene kerpiç olarak kaldým. Bina yýkýlýnca beni bir yola fýrlatýp attýlar. Orada da gelip geçenin ayaklarý altýnda 30 sene toprak olarak kaldým. Beni tekrar kerpiç yapmak üzere oradan aldýlar ve kerpiç haline getirdiler. Þimdi kerpiç olarak buradayým. Bu dünya, gördüðünüz gibi kimseye kalmýyor. Benden ibret alýp birbirlerinizle münâkaþa yapmayý býrakýn da, Allah' a ibâdet edin.
sesil pir
Bu söz onlara çok tesir etti. Dünyalýk için birbirleriyle uðraþmaktan vazgeçip Allah'a baðlandýlar. Akýllý olanlar, dünyaya gelmekteki gayenin dünyalýk için mücâdele etmek deðil, Allah'a kulluk olduðunu bilirler. O nun rýzâsýný kazanmak için çalýþýr, onun mânevî huzûrunda secdelere kapanýrlar. Bu hikâyenin özü, mühim bir noktaya deðiniyor. Bizler gündelik hayatlarýmýzda, kýsýtlý zamanýmýzý hangi evde oturduk,
hangi arabaya bindik, çocuklarýmýz hangi okullara gitti, kimlerle komþuluk ettik gibi konularý konuþarak geçiriyoruz. Oysa unutuyoruz ki bize kazanç olacak fetih ler kendi içimizdeki fetih lerdir ve yalnýzca bu seferler bizi huzûra götürecektir. *** Hafta sonu Ýtalya nýn Como þehrindeydik eþimle. Öyle çok rahmet yaðdý ki, bir süre evden dýþarý çýkamadýk. Ýþte o zaman pencerenin önünde oturup doðayý izlemeye koyulduk. Kuþlar o yaðmurda birbirlerini kolluyorlar, biliyor musunuz arkadaþlar? O küçücük canlarý ile birbirlerine sokulup sýcak kalmaya çalýþýyorlar. Onlar ki doðadaki en küçük canlýlardan Minik kanatlarý ve gagalarýyla birliktelik peþindeler Hiçbiri kafasýný kaldýrýp diðeri hangi yuvada oturuyor diye bakmýyor. Neden? Onlarýn bizden ziyâde bir bildikleri olmalý mutlaka... Ken an Rifâî Hazretleri nin sohbetlerinde bahsettiði gibi Esâsen insanýn kýymeti bu dünyada gördüðü, bulunduðu ve meþgul olduðu þeylerle ölçülür ve o kimse bunlar ile haþrolur. Binâenaleyh ne ile uðraþýrsan, gerek fikrin gerek meþgalen ne ise, neticede karþýna çýkacak da odur... Zîrâ âþýklarýn hekimi Allah týr. Bu yüzden inanýyorum ki, asýl yapýlmasý gereken keþifler, seferler ve fetihler içimizde yaptýklarýmýzdýr. Yoksa kerpiçten padiþâhýn hikâyede ifâde ettiði gibi, nesneye dair her þey yok olmaya ve topraða dönmeye mahkûm. Asýl olan, mânevî deðerlere yatýrým yapmak ve belki de yaþarken ölümü tatmak Bu yol ile sonsuzluða, Aþk a ulaþmak
FETÝH
meral hasýrcý
Konu Fetih olunca, ben kendini fethedenlerden olmadýðým için bu ay bir yazý yazmam mümkün deðil diye düþündüm. Yine de fetih hakkýnda düþünmekten geri duramadým. Çocukluðumdan beri bildiðimi zannettiðim fetih kelimesi hakkýnda hiçbir þey bilmediðimi anladým. Fetih nedir? diye düþününce aklýma bir de iþgal kelimesi geldi. Bizim için fetih olan, fethettiðimiz yerlerin halký için iþgal miydi? Bunlar bakýþ açýsýna göre deðiþen iki kavram mýydý? Meðer iþgal nedir, onu da lâyýkýyla bilmiyormuþum. Hemen sözlüðe mürâcaat ettim. Gördüm ki anlamlarýný biliyormuþum ama hiç tefekkür etmemiþim; dolayýsýyla inceliklerini idrak edememiþim. Fetih ve iþgal sözlükte þöyle ifâdelendiriliyor: Fetih: 1. Bir memleket, þehir veya mevkîi savaþla düþman elinden alma, ele geçirme, zapdetme. 2. Açma, açýlma (Örnek: Gönlümü fethetti ). Ýþgal: 1. Kuvvetine dayanarak ele geçirme, hükmü altýna alma; kaplama, tutma, eli altýnda bulundurma.
2. Ýþinden alýkoyma, meþgul ederek iþini yapmasýna engel olma, oyalama. (Örnek: Zihnimi iþgal etti) Bu iki kavramý yanyana görünce içimdeki fâtih ve iþgalci hemen deþifre oldu. Ýçimde bunca yýldýr sürmekte olan savaþ, gönül þehrimi ele geçirmek içindi. Gönül þehrimi bazen iþgalci nefis, ele geçiriyor ve beni dünyanýn dertleriyle, zevkleriyle meþgul ediyordu. Bunu yapmak için de bütün gücünü özellikle de cüz î aklýmý kullanýyordu. Bazen de rûhum gönül þehrimi düþman elinden kurtarýyor ve gönlüm açýlýyor, ferahlýyordu. Nefsim koca bir orduya sahipken, rûhumun elinde sadece aþk kýlýcý vardý. Aþk, kâinatýn en güçlü silâhý olmasýna raðmen bu savaþýn bir türlü bitemeyiþi hayret verici bir durumdu. Neden dedim, neden? . Nefsim, çirkin kahkahalar atarak Ben çok güçlüyüm, bütün dünyevî kuvvetlerden oluþan koskoca bir ordum var dedi. Sonra zarif bir fýsýltý duydum. Rûhumdu fýsýldayan Ben zorba deðilim, gerçi aþk kýlýcýmýn ucundan her an kan damlar ama her damladan bir gül biter. Ne zaman ki gönlün gül bahçesine döner, Hz. Muhammed tecellî eder, iþte o zaman bu savaþ biter.
Namaz
simra develi
Namaz, Ýslâm ýn þartlarýndan biridir ve ibâdetlerin baþýnda gelir. Hocamýn anlattýðý þekilde namazýn mânâsýný burada sizlerle paylaþmak istiyorum. Namaz, insanýn Allah la dikey olarak iliþki kurduðu, onun mânâsýna ulaþma fýrsatý yakaladýðý tek ibâdet þeklidir. Namaz, insanýn ben diye baþladýðý, yokum diye secde ederek Allah ýn mânâsýnda yok olmayý dilediði ibâdetidir. Namaz, yok olduktan sonra tekrar var olarak Allah ýn mânâsýyla peygamberine þükrettiði, ettahiyyâtü okuduðu ibâdettir. Peygamberimiz gözümün nûru NAMAZ diyor. Namazda MÎRAÇ, zuhûra gelir. Bu nasýl mý olur? Ýnsan namaza tekbirle baþlar. Tekbir getiren insan iki elini göðsüne koyduðu zaman dünyâ ve âhireti atar. Mânâ ehli Allah tan gayrý her þeyi atar, namaza öyle baþlar. Namazda Allah ýn Sübhan olduðunu idrak ettiðimizi gösteren kýsa bir duâ okuduktan sonra izin alarak besmele çeker ve Fâtihâ ya baþlarýz. Fâtihâ, yedi hakikatin insanda zuhûra geliþini anlatýr: 1. Namaz kýlan insan hay olur. Hay, diri demektir. Dünyâya gelmekle diri olduðunu zanneden insan Allah ýn önünde yok olmakla hakiki diriliðe ulaþýr. 2. Sonra Allah ýn kuvvet ve kudret i onda tecellî eder. O kuvvet ve kudretle Allah a hamd ederek iþe baþlar.
3. Bunlarý yaptýktan sonra o insanda Allah ýn irâde si zuhûr eder, kendi vücûdunu bütünüyle irâde altýna alýr. Gerçek namaza baþladýðý an yalnýz Allah ýyla o kalýr. Baþka hiçbir þey düþünmez olur. Kendisini o mânâya teslim eder. O sonsuzluðun kendini kapladýðýný, kapsadýðýný, koruduðunu ve sevdiðini idrak eder. 4. Bundan sonra o insanda Allah ýn ilm i tecellî etmeye baþlar. Ýlmin sâhibi olur. 5. Artýk ondan konuþan , 6. Gören , 7. iþiten Allah olur. Ýþte bu yedi hakikat ancak namazda ve tavafta zuhûra gelir. Her rekâtta okuduðumuz Fâtihâ Sûresi nde geçen hamd kelimesi üzerinde de durmak istiyorum. Þükür, iyi ve güzel þeyler için Allah a teþekkür etmek demektir. Hamd ise baþýmýza gelen her hâdise için Allah a þükretmektir; olumsuz hâdiselerde de O nun mânâsýný hissetmektir. Bunu biz yapamayýz, bunu ancak bizde tecellî eden Allah yapabilir. Dolayýsýyle hamd ediþi, kendinden kendinedir. Fâtihâ da O nun Rahman ve Rahim olduðunu hatýrlarýz: Allahým, sen Rahman sýn, aþksýn; Rahim sin, bizi koruyan muhâfaza edensin. Bize hakikatini açarsýn. Peygamber de bu hakikatinle tecellî edersin, beni öyle korumaya alýrsýn ki ben bunu hissettiðim an rahmin içinde olurum.
Sonra mâliki yevmiddîn deriz. Sen din gününün sâhibisin. Benim içimde, benim mânâmýn sâhibisin diyebildiðim gün, benim din günümdür, bende senin mânân tecellî ettiði an benim din günümdür. Hani sen bana sorarsýn: Bugün mülk kimin? ve ben derim ki yalnýz senin! Ben deðil, sen hatýrlatýrsýn: Bugün benim din günümdür! Bunu idrak etmezsek din günü cezâ günüdür. Ýyâ kkena budü ve iya kkenastaîn âyeti gelir ardýndan Yani yalnýz sana kulluk eder, yalnýz senden yardým dileriz. Kâmil insan titrer ve hep düþünür bu âyet okunurken Bunu söylüyoruz ama gerçekten yalnýzca Allah tan mý yardým diliyoruz? Yoksa insanlarýn peþinden koþup onlara el mi açýyoruz?
simra develi
Bunu dedikten sonra, bu güzelliði hissettikten sonra, Sýrat ta, orta noktada, Seninle buluþmaya götüren noktada bizi sâbit kýl diye duâ ederiz
ve deriz ki Sen sâbit kýlmazsan ben yalnýzým. Aþkýmla seni idrak etmeye çalýþýr ya da yalnýz iyiliðim ve aklýmla seni öðrenmeye çalýþýrým, hâlbuki sen benim için bunlarý birleþtirdin ve orta noktayý buldurdun. Bizleri Sýrat ýndan ayýrma Allahým Ýþte bunlarý yapanýn biz olmadýðýmýzý hisseder, iki büklüm oluruz. Buna RÜKÛ hâli denir. Hz. Mevlânâ burada diyor ki: Ben Fâtihâ okurken, Allah ýn önünde ne kadar eksik ve hiç olduðumu hissederim, gözyaþlarýyla eðilirim. Sonra baþýmý hafifçe kaldýrým, çünkü o eðiliþte Allah ýn yüceliðini kendime hatýrlatýrým. Allah tan nidâ gelir: Hamd benden banadýr. Baþýmý kaldýrýrým, gözümün önünde bir bir günahlarým geçer. Daha sonra yere kapanarak secde eder ve hiçim! diye baðýrýrým, Allah ý yüceltirim. Sonra oturup bütün bunlarý bana öðreten Peygamber e teþekkür ederim. Eðer ben namazýmý böyle zevkle kýlarsam saða
döndüðüm (selâm verdiðim) zaman dünyâda yaratýlmýþ ve var olan bütün melekler bana eðilir. Sola döndüðümde (selâm verdiðimde) ise maddi âlemde zuhûr etmiþ bütün günahlarým ve yanlýþlarým bana eðilir, madde ve mânâ birleþmiþ, bende mîraç zuhûr etmiþ olur. Ýþte hocam, bir sohbetinde namazý bu kadar güzel târif ediyor. Bize namazýn ne kadar güzel olduðunu ve Allah la aramýzdaki en büyük iletiþim kaynaðý olduðunu anlatýyor. Ben çok etkilendim... Allah hepimize böyle namaz kýlmayý nasip etsin
hüseyin gökhan O NE GÜZEL ASKERDÝR
Enbiyâ vü evliyâya istinâdým var benim Lûtf-i Hak tandýr heman ümmîd-i feth u nusretim Fâtih Sultan Mehmed Fetih kelimesinin temel mânâsý açmak týr. Bilindiði üzere Kur an-ý Kerîm in açýlýþ sûre-yi þerîfinin de ismi Fâtihâ dýr. Ýslâm ordularýnýn bir yeri topraklarýna katmalarý hakkýnda da bu ifâde kullanýlýr. Fetih kelimesini diðer dillerdeki muâdillerinden ayýran en büyük özellik, edilgen hâlinin de müsbet olmasýdýr. Gönlümü fethetti diyen biri rýzâsýyla teslim olduðunu bildirir, yoksa zorlamayla tahakküm altýna alýnmýþlýðý söz konusu deðildir. Bunu kasteden biri gönlümü zabtetti der ki, bu hâlde mânâ tamamen menfî olur. Ýslâmî anlamda fethin gereklerinden biri de þehrin komutana açýlmasýdýr; baþka bir deyiþle meftuh þehir halký fâtihine teslim olmalýdýr. Hz. Fâtih in Ýstanbul u fethinin akabinde yazýlý bir bildiri ile yerli halkýn huzûrunu þahsî temînatý altýna almasý bunun en güzel örneðidir. Bu sâyede Osmanlý nýn uzun yýllar yönettiði geniþ topraklarda insanlar çoðunlukla isyandan uzak yaþamýþ ve kendi dillerini konuþup dinlerini korumuþlardýr. Bunun aksi Lâtince kökenli Ýngilizce bir kelime olan conquest ile ifâde edilir ki, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Hindistan, Güney Afrika, Filistin ve daha birçok yerin zabtý bu deyimle ifâde edilebilir. Buralardaki durumun fetih sözüyle adlandýrýlmamasýnýn tek sebebi fâilin Ýslâm ordularý olmamasý deðildir þüphesiz. Kur ân-ý Kerîm de Allah ýn müjdelediði fetih, bir anlamla Mekke nin, bir anlamla da içi putlarla dolmuþ nefsin teslim alýnmasýna iþaret eder. Hz. Muhammed in (sav) Konstantiniyye nin fethini müjdelemesi de kuvvetle muhtemeldir ki bu iki anlamý da taþýr. Allah ýn bizlerdeki esmâ ve sýfatlarý bizdeki ilmidir. Kiþi nefsini bildiðinde, bu ilmi hâiz olur ve rabbini bilir. Yedi mertebeli nefsi, týpký yedi tepeli Konstantiniyye gibi teslim olur. Bu ilim þehrini fethetmek için bir komutan ve asker lâzým gelir. Bu komutan ve askerleri, mürþid-i kâmil ve müridânýndan baþka kim olabilir? Hz. Fâtih, Ýstanbul u ancak hocasý Akþemseddin in önünde gözyaþlarýyla nefsini teslim ettikten sonra fethedebilmiþtir. Bu anlamda o, mânevî fethinde asker, maddî fethinde ise Efendimiz in (sav) zikrettiði komutandýr: Konstantiniyye muhakkak fetholunacaktýr. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir. Fetih el an devam etmektedir. Ýstanbul u çevreleyen surlar neredeyse altý asýrdan sonra dahî tüm azametiyle ayaktadýr. Nefsin surlarý ise bunlardan çok çetindir.
YETÝÞ YÂ VÂSÝ !
arzu eylül yalçýnkaya
Bir Daralma Anýnda Yapýlan Hasbihâlin Neticesi: Yetiþ yâ Vâsi ! Yüce Allah ýn esmâ-i hüsnâsýndan biri de el-vâsi dir. Vâsi , geniþ olan ve geniþlik veren anlamýna gelir. Allah (c.c) ikramlarýnýn bolluðu ve nimetlerinin çokluðu dolayýsýyla geniþ olandýr. Nimeti bol, ikrâmý mebzûldur. O nun nimetleri sayýlmaya kalkýlacak olsa ömürler tükenir. Sayýya hesaba gelmez bir geniþliðin sahibidir. Bu geniþlik içinde nimetlere garkolan kul þükretse de hakkýyla þükürden âciz kalýr. Zîrâ nimetlerin farkýnda olmak ve þükredebilmek de bir nimettir. Hakk ýn baðýþlarýnýn en büyüðü ise bittabiî varlýk nimetidir. Üstelik bu bir kez olup biten bir þey de deðildir. Hak varlýk bahþetmenin bir gereði olarak, o mevcûdun varlýðýnýn gerektirdiði, onu mutlu eden þeyleri de vermeye devam eder. Varlýk ve yaþamak bir nimettir, fakat her mevcûdun kendi aslýný bilerek onunla biliþ tutmasý en yüksek mutluluktur. Nefes-i Rahmân herkese kendi nefesinden üflemekle onlara kendiliklerini, yani kendi nefislerini vermiþtir. Kiþi nefsini bilmekle, kendinde tecellî eden ilâhî ismi bilmiþ ve bu
sûretle Rabbi ni tanýmýþ olur. Hak vâsi ismiyle zâtýný açmýþ olmasaydý, biz bu nimete nâil olamayacaktýk. O hâlde konuyu bir kere daha ve yeni bir söylemle ifâde etmekte fayda var: Nimetlerinin en büyüðü var olmak ve bu varoluþun kaynaðýný bulmak zevkidir. Ýbnü l Arabî vâsi ismini açýklarken þöyle diyor: Allah ýn rahmetine sýnýrlý bir þekilde ulaþmak ve evrendeki herþeyin sana ulaþmasýný istemek için bu isme muhtaçsýn. Çünkü kul kendi nefsiyle bir yandan Rahmânî nefesi tanýmak için bir imkâna kavuþmuþ, öte yandan yine kendi nefsiyle Rahmân ýn nefesini sýnýrlandýrmýþtýr. Bir yandan Hakk ýn zuhur mahalli olurken, diðer yandan onu kendi idrâki, anlayýþý ve ismiyle kayýtlamýþtýr. Bu daralma hâlinden kul ancak vâsi isminin hükmüne tâbi olmakla kurtulur. Hak vâsi /geniþleten ismine izâfeten varlýðý yaydýðý zaman, bu tecellî kulun yine Hak tarafýndan verilmiþ olan nefsine ulaþýr. Yayýlan yalnýzca varlýktýr fakat varlýðýn kendisine ulaþtýðý mahal onu kendi kabiliyeti þekline sokar, daraltýr. Bu sebeple, kul geniþlemek ve ferahlamak için, Hakk ýn kendi idrâkinin ötesinde olduðunu bilmeli ve yaþadýðý acý-tatlý tecrübede kendisinin bilemediði birçok hayýrlar bulunduðu gerçeðini teslim etmelidir. Sadrettin Konevî bu konuyu þöyle izah ediyor:
Çünkü a razlar ve vakalar, varlýk ve hakikatleri açýsýndan tek hükümlüdür; a yanda bunlarýn eserleri, þahýslarýn, mizaçlarýn farklýlýðýna göre farklýlaþýr. Buna örnek olarak, tat alma duyusuna safranýn galip geldiði kimseyi verebiliriz. Bu kiþi balý acý hisseder. Þayet bu kiþi bal acýdýr derse, kendi zevkine ve bilgisine göre doðru, buna karþýn acýlýðý bala izâfe ederken de yanlýþ söylemiþ olur. Ne mizaçlar vardýr ki bir þey ile lezzetlenirler, baþka mizaçlar ise o þey ile elem duyarlar. Halbuki her iki durumda da o þey, birdir, hükmü mahallerde, onlarýn mizaç, özellik ve kabiliyetlerine göre farklýlaþmýþtýr. Buna göre Hak tan olan þey, sadece hayýrdýr. Lezzet ve elem ise kabiliyetlere gore, þahsa göre deðiþir. Yukarýdaki paragrafý tevhid inancýna göre okuduðumuzda þu netice ortaya çýkar: Varlýk birdir. Birlik ise bütünüyle hayýrdýr, iyiliktir. Kendisi hayýr olandan ise yalnýzca iyilik zuhûr eder. Allah ýn birliðinden kullarýna ancak hayýr ulaþýr. Meðer ki kul o hayrý kabul edecek kabiliyette olsun. Meðer ki kulun kalbi o geniþliði karþýlayabilecek kadar engin olsun. Öyle ya, kuzu çevirmiþler sana ne, meðer ki onu yiyecek bir yiðit bulunsun. Güneþ sabah olunca yükselmiþ, her yana sýcak gülücükler atmýþ, çöplüðe ne; bir gül bahçesi gerektir ki o nur-i þemsin þuâsýna ayna tutsun. Ýþin aslý þudur: Hak, sabahtan akþama
ve akþamdan sabaha, bize sýrf hayýr olan varlýðýndan rahmet yaðmurlarý yaðdýrýyor; ne ki biz onu kabul edecek uyanýklýkta olalým. Hak, kulunun gönlüne girmek için her an geliyor; iþ ki o, Hakk ýn zuhûru için gönlü evini hazýrlamýþ olsun. Kiminin bünyesindeki fesat, tatlý olan balý dahî acý eyliyor. Nimetler içinde hüzün ve kederle dolaþýyorlar. Ârifler ise herþeyde bir hayýr ve güzellik bulan bakýþlarýyla Herkesin acý diyerek dudak büktüðü olaylarý Acýyý bal eyledik ifâdesiyle karþýlýyorlar. Bununla Bize gelen, Hak tan gelmesi itibâriyle zaten hayýrlý ve güzeldi, fakat onu siz baþka görüyordunuz demek isterler. Acýyý bal eyledik ifâdesinden kastedilen budur. Yoksa hâþâ, Hakk tan geleni önce acý gördük, sonra onda bir tat bulduk deðil. Hak Tealâ, baþta varlýk nimeti olmak üzere türlü nimetlerini yaymak ve daðýtmak sûretiyle kullarýný bu geniþ dünya sofrasýnda aðýrlýyorken, biz hâlâ surat asýyor, olaylar karþýsýnda çok çabuk yýkýlýp ümidimizi yitiriyorsak, O hâlde kabahati baþka hiçbir þeyde deðil, Fakat kendimizde arayalým. Hakk ýn geniþliði, nefsimizin arzularý kalýbýna sýðmaz.
Bunu yapmaya çalýþmayalým ki, daralmayalým. Sözüm sanadýr nefsim. Daralmayasýn. Vesselâm. mizaçlarýn farklýlýðýna göre farklýlaþýr. Buna örnek olarak, tat alma duyusuna safranýn galip geldiði kimseyi verebiliriz. Bu kiþi balý acý hisseder. Þayet bu kiþi bal acýdýr derse, kendi zevkine ve bilgisine göre doðru, buna karþýn acýlýðý bala izâfe ederken de yanlýþ söylemiþ olur.
arzu eylül yalçýnkaya
Ne mizaçlar vardýr ki bir þey ile lezzetlenirler, baþka mizaçlar ise o þey ile elem duyarlar. Halbuki her iki durumda da o þey, birdir, hükmü mahallerde, onlarýn mizaç, özellik ve kabiliyetlerine göre farklýlaþmýþtýr. Buna göre Hak tan olan þey, sadece hayýrdýr. Lezzet ve elem ise kabiliyetlere gore, þahsa göre deðiþir. Yukarýdaki paragrafý tevhid inancýna göre okuduðumuzda þu netice ortaya çýkar: Varlýk birdir. Birlik ise bütünüyle hayýrdýr, iyiliktir. Kendisi hayýr olandan ise yalnýzca iyilik zuhûr eder. Allah ýn birliðinden kullarýna ancak hayýr ulaþýr. Meðer ki kul o hayrý kabul edecek kabiliyette olsun. Meðer ki kulun kalbi o geniþliði karþýlayabilecek kadar engin olsun. Öyle ya, kuzu çevirmiþler sana ne, meðer ki onu yiyecek bir yiðit bulunsun. Güneþ sabah olunca yükselmiþ, her yana sýcak
gülücükler atmýþ, çöplüðe ne; bir gül bahçesi gerektir ki o nur-i þemsin þuâsýna ayna tutsun. Ýþin aslý þudur: Hak, sabahtan akþama ve akþamdan sabaha, bize sýrf hayýr olan varlýðýndan rahmet yaðmurlarý yaðdýrýyor; ne ki biz onu kabul edecek uyanýklýkta olalým. Hak, kulunun gönlüne girmek için her an geliyor; iþ ki o, Hakk ýn zuhûru için gönlü evini hazýrlamýþ olsun. Kiminin bünyesindeki fesat, tatlý olan balý dahî acý eyliyor. Nimetler içinde hüzün ve kederle dolaþýyorlar. Ârifler ise herþeyde bir hayýr ve güzellik bulan bakýþlarýyla Herkesin acý diyerek dudak büktüðü olaylarý Acýyý bal eyledik ifâdesiyle karþýlýyorlar. Bununla Bize gelen, Hak tan gelmesi itibâriyle zaten hayýrlý ve güzeldi, fakat onu siz baþka görüyordunuz demek isterler. Acýyý bal eyledik ifâdesinden kastedilen budur. Yoksa hâþâ, Hakk tan geleni önce acý gördük, sonra onda bir tat bulduk deðil. Hak Tealâ, baþta varlýk nimeti olmak üzere türlü nimetlerini yaymak ve daðýtmak sûretiyle kullarýný bu geniþ dünya sofrasýnda aðýrlýyorken, biz hâlâ surat asýyor, olaylar karþýsýnda çok çabuk yýkýlýp ümidimizi yitiriyorsak, O hâlde kabahati baþka hiçbir þeyde
deðil, Fakat kendimizde arayalým. Hakk ýn geniþliði, nefsimizin arzularý kalýbýna sýðmaz. Bunu yapmaya çalýþmayalým ki, daralmayalým. Sözüm sanadýr nefsim. Daralmayasýn. Vesselâm.
Öyle ya, kuzu çevirmiþler sana ne, meðer ki onu yiyecek bir yiðit bulunsun. Güneþ sabah olunca yükselmiþ, her yana sýcak gülücükler atmýþ, çöplüðe ne; bir gül bahçesi gerektir ki o nur-i þemsin þuâsýna ayna tutsun.
SELÂMÝÇEÞMELÝ YÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
buharda enginar
Malzemeler: 4 adet içi temizlenmiþ sapý kesilmiþ yapraklarý kesilmemiþ enginar 2 adet ince doðranmýþ yeþil soðan 1 diþ ince dilimlenmiþ sarýmsak 2 adet rendelenmiþ kabak 2 çay kaþýðý zerdeçal 1 çorba kaþýðý zeytinyaðý 1 avuç taze tarhun yapraðý Tuz Karabiber 1 su bardaðý pirinç
Hazýrlanýþý: Enginarlarý buhar tenceresinde yarým saat piþirin. Enginarlar piþerken geniþ bir wok tavasýnda zeytinyaðýnýn üzerine pirinç ve tarhun hariç tüm malzemeyi ekleyerek orta ateþte 78 dakika piþirin. Daha sonra pirinç ve tarhunu ilâve edin. Üzerine azar azar kaynar su koyarak karýþtýrýn. Pirinç, suyu çektikçe su eklemeye devam edin. Pilavýn piþtiðine emin olunca bu içi enginarlara kaþýkla doldurun. En son olarak enginarlarýn üzerini taze nane yapraklarý ile süsleyin. Dilerseniz soðutun ve üzerine limon suyu sýkarak servis yapýn. Dilerseniz sýcak olarak üzerine iri taneli kaya tuzu serperek servis yapýn. Yemeye yapraklarýndan baþlayýn; daha sonra içini ve enginarýn kalbini yiyebilirsiniz. Âfiyet olsun.
CEMÂLNUR SARGUT UN ELÝNDEN...
dekor...
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m