Her Nefes - Haziran 2012 / Niyâzî-i Mısrî ve Edep

Page 1

HAZÝRAN 2012

33.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

niyâzî mýsrî ve edep


EDÝTÖR DEN...

Merhaba Her Nefes Dostlarýmýz, Haziran sayýmýzda konumuz Edep . Elbette edebi, edebin kul hâli, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed in (s.a.v.) adýna ve hâline deðinmeden anlatmak mümkün deðildi. O nu ve O nun yoluna baþ koyan sultanlarýn edeplerini,hâllerini ve onlarýn bizim üzerimizdeki izlerini, etkilerini anlatmaya çalýþtýk. Eksiði bizlerden, fazlasý o kâmil insanlarýn nimetlerinden ve himmetlerindendir inþaallah diyerek diðer konumuza deðinmek isterim. Güzel bir tevâfuk olarak bu ay içerisinde Limni de düzenlenen Hazreti Niyâzî-i Mýsrî panelinde bulunduk. O peygamber aþýðý koca sultanýn huzurunda bulunmak nasip oldu. Öyle bir edep sultaný düþünün ki affedildikten sonra bile ayaðýndaki bukaðýlarýprangalarý çýkartmamýþ ve zincirlerle yaþamýþ. Her celâllendiðinde kendini halvete çekmiþ. Dünyaya itibar eden, O na düþman olmuþ. O, dünya ehline hiç itibar etmemiþ. Sevgili Allah ýndan, Rabbinden bir nefes gözünü ayýrmamýþ. O na her türlü ezâyý revâ görmüþler; o herþeyin fâilinin Rabbi olduðunu bilmiþ, hiç itiraz etmemiþ ve demiþ ki: Zât-ý Hak da mahrem-i irfân olan anlar bizi Ýlm-i sýrda bahr-i bî-pâyân olan anlar bizi Ârifin her bir sözünü duymaya insan gerek Bu cihânda sanmanýz hayvan olan anlar bizi Kahr u lûtfu þey-i vâhid bilmeyen çeker azâb Ol azâbdan kurtulup sultan olan anlar bizi Ey Niyazî katremiz deryâya saldýk biz bugün Katre nice anlasýn ummân olan anlar bizi

Rabbim inþaallah bizlere de bir gün o peygamberler sultanýn, O nun yoluna kurban olan Ýnsân-ý Kâmillerin edebi ile edeplenmeyi, o mürebbinin rengine boyanmayý nasip etsin. Âmin. Yosun Mater



SOHBETLER DEN...

- "Edep ve hayâ iki kanattýr. Bunlarsýz insan, insan olamaz. Ýnsan da bu iki kanadýn arasýndadýr. Edep, her þeyi Hak'tan bilmek, fiili, fâili, mevcûdu hep Hak görmektir." (Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 6)

*** - "Dünyâya âit güzellikler içinde üç þeyi severim; Aþk, edep, irfan! Hattâ bence edep olmayýnca, aþk ve irfan da noksandýr. Edep bir taçtýr, onu baþýna koyduktan sonra istediðin yere git... Ayýran, âdemi hayvandan edeptir Ýki âlemde felah Ken'an edeptir Dil-i çeþm-i beþerin nûru edeptir diyoruz ve: Beþerin kalbi ve gözü nuru edeptir. Kur'ân'ýn bütün mânâsý da yalnýz edeptir. Edepten maksat da, Hakk'ýn rýzâsýný kazanmaktýr. Bu rýzâ-yý ilâhîyi bulmak nasýl olur? derseniz, onu da hocasýndan öðrenmelidir. Her þeyin bir muallimi olduðu gibi, bunun da þüphesiz vardýr. Bu da ancak, onun dediðini tutmak, gittiði yoldan gitmekle mümkün olur. Bir keman, bir piyano öðrenmek için bile ne kadar uðraþýyor ne türlü fedâkârlýklar ediyorsun. Hakk'ýn rýzâsýný tahsil için de, ehlini bulup teslim olmak lâzýmdýr. Eðer onu bulamazsan, eserlerini oku. Bak Nâmýk Kemal bile ne diyor:


Ömrümü ibkâ için ömrüm dedim asarýma Ýþte Mesnevî-i Þerif de buna büyük bir hüccet deðil mi? Kovaný daldýr daldýr kalbin bahçesini sula... Dünyânýn bütün güzellikleri sür'atle geçicidir. Allah, iþitmek için kulak, görmek için göz, tutmak için el, düþünmek için dimað vermiþ Sen de bütün bu sermâyeyi Hak yolunda kullan, böylece de maksûdu hâsýl et!" (Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 279-280)

*** Þevket Bacý yerde oturuyordu: - "Kalk Þevket iskemleye otur. Dizlerin aðrýyor. Bir gün Harem-i Þerif te diz çökmüþ oturuyordum ve dizlerim uyuþtukça da ara sýra vaziyetimi deðiþtiriyordum. Yanýma bir zat geldi: Ya efendi, huzûrunu bozma da baðdaþ kur otur, rahat et, zararý yok! dedi. Öyle ya huzursuz diz çöküp oturmaktansa, huzur ile baðdaþ kurarak oturmak elbet daha iyi... edep sâde zâhirî hareketler ve görünüþler ile deðildir. Sen kalpte huzûrunu muhâfazaya dikkat et. Çünkü Allah kalbe ve niyete nazar eder. Elverir ki sen onunla olasýn." (Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 188)


Mýsrî Niyâzî nin Ýlim Anlayýþýnýn Kenan Rifâî ile Açýklanmasý

cemâlnur sargut

Mýsrî Niyâzî Hazretleri Ýrfan Sofralarý nda ilim ile ilgili düþüncelerini açýklarken Bil ki dünya aðacýnýn meyvasý olan insan, mahlûkatýn özüdür. Bundan dolayý arzularýn en üstününü taleb etmesi gerekir. Dünyada ilimden üstün bir gaye yoktur. O hâlde insan, en kýymetli malý olan aziz ömür parasýnýn tamamýný ilme sarf etmelidir. Zîrâ o yüksek derece, ilim ile kendisine mülk olur. Âhirete intikâlinde de ilim kendisiyle beraber gelir, yine orada da kendisinin mülkü olur. Bir insan ilme mâlik olduktan sonra, ömrünün sonuna kadar günden güne derecesi artar. Çünkü Cenâb-ý Hak þöyle buyurmuþtur. "Allah sizden iman edenleri ve ilim verilmiþ olanlarý yükseltir" der. Ve Divân ýnda ilmin târifini þöyle yapar; Sen seni bilmektir ancak Pîr e ülfetten garaz, Noktayý fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz. Halký bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi, Vahdedin sýrrý bilinmektir o dâvetten garaz. Sâni-i gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir, Kendini göstermek içindir o san attan garaz. Hep celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad, Bahr-ý vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz. Nefsini bilen erermiþ bir tükenmez devlete, Fakru fahrî dir Niyâzî bil o devletten garaz. Sen seni bilmektir ancak Pîr e ülfetten garaz.

Bu þiirinden de anlaþýlacaðý gibi Allah ile irtibâtý saðlayan Allah sevgilisine yakýnlýk, kiþinin kendisinde olan hakîkati aramasý ve bulmasýyla oluþur. O hâlde ilim, insanýn kendini bilmesi yani nefsini bilmesidir. Pîr in vücûdumuz içindeki tecellîsi, diri olan kýsmýmýz, yani ruhûmuz olduðuna göre kulun ruhtaki Rabbî tecellîyi idrâk etmesi için kendi hiçliðini ve yokluðunu anlamasý gerekir.

Hocam Kenan Rifâî Sohbetler adlý kitabýnda Bütün bu ilimlerden, bilgilerden maksat, kendi ilmini bilmek ve bu sûretle ukdeni, düðümün çözebilmektir. Sen ise baþka düðümleri çözmekle uðraþýp kendininkini çözemedin. Ey Nietzsche'ler, Schopenhauer'ler, Kant lar! Bütün o uðraþmalardan, kütüphaneler dolusu kitaplarý devretmekten maksat, kendini anlamaktý. Kendi düðümünü çözmekti. Bunun


için bir hâl hocasýnýn önüne oturup onun illâllah feyzine ayna olan varlýðý önünde kendini lâ etmeliydin. Bunlarý yapmadýn. Bildim zannettin, bilemedin. Bilcümle mevcûdat, kâmil insanýn kalbi köprüsüyle aslýna ermeye çalýþýr. Süveyþ Kanalý açýlýnca, okyanuslara eriþmenin kolaylaþmýþ olmasý gibi, sen de kýsa ve kestirme yol olan kâmilin yolunu seçeydin. Þöhret için Alp'lere Himalaya'lara çýkacaðýna, oradan kâmilin kalbine ineydin. Bu týlsýmý halledebilseydin, dumanlara karýþacaðýna ummanlara karýþýrdýn. Allah, ben sana tâatýndan, hayrat ve hasenatýndan nazar etmem. Ancak bir gönül sahibinin gönlüne girersen oradan nazar ederim der" buyurur. (Ken an Rifaî,

Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s. 169-170)

Ve gene ilim sahibini bilmek ve bulmak demektir; yoksa maksat kýyl-u kal deðildir der. Noktayý fehm (idrak) eylemektir ilm-ü irfândan garaz. Kenan Rifâî nin en kýymetli öðrencilerinden olan Server Beyefendi ayný hakîkati þu iki satýrla izâh eder: Nokta-i þems-i hakîkat þâh u sultaným Ali Merkez-i nûr-i velâyet þah u sultaným Ali

(Ýlâhiyât-ý Ken an, Hazýrlayanlar: Yusuf ÖmürlüDinçer Dalkýlýç, Ýstanbul 1988, s. 22)

Þiire devam edecek olursak Mýsrî Niyâzî Hazretleri noktanýn hakîkatini

Hocam Kenan Rifâî ayný konuda son noktayý koyar: Ýlimden maksat kendini bilmek, yokluðunu görmek, Hakk ý tevhid eylemek ilmidir. Tevhid ise, yapanýn, yaptýranýn Allah olduðunu idrâk etmektir.


anlamaktýr ilim diye devam eder. Burada noktadan kasýt Hz. Ali dir ki Hz. Peygamber onun için Musâ ya göre Hârun ne ise, Ali ile benim iliþkimiz de onun gibidir buyurur. Demek ki Peygamber in nübüvveti Rabbiyet zuhûruyla Ali den tecellî etmiþtir. Hz. Ali Kur an da ne varsa Fâtiha da, Fâtiha da ne varsa Besmele de, Besmele de ne varsa baþýndaki B dedir buyurur. Kendini ise B harfinde ne varsa, altýnda tecellî eden nokta olarak anlatýr. Yani o, hiçliðindeki her þey oluþuyla ya da tevâzuun þahsiyetiyle, olmayan mübârek vücûdunda Allâh ýn ilimle tecellî ettiði velîdir. Gene Hz. Ali Ýlim bir noktadýr, câhiller onu çoðalttý buyururken tafsilât, hep o noktayý anlamak içindir demek ister. Mýsrî Niyâzî bu mânâyý, Hak ilminde bu âlem bir nüsha imiþ ancak Ol nüshada bu Âdem bir nokta imiþ ancak Ol noktada gizlidir nice nice bin derya Bu âlem o deryâdan bir katre imiþ ancak

cemâlnur sargut

þiiriyle ve þu sözleriyle açýklar: Nokta, hakîkî birliktir ve tüm çokluðun aslýdýr. Dâirenin merkezi ve vahdetin sembolüdür. Ýnsan da âleme nisbetle bir noktadýr; ancak bu nokta, âleme dâir bütün sýrlarý kendinde gizlemektedir. Hz. Ali nin söylediði ileri sürülen Ýlim bir noktadýr, câhiller onu çoðalttý sözünde de belirtildiði gibi ilmin aslý bir noktadýr: Kamu bir noktadýr ilm ancak ey dost Çoðaldýkça dolar kalbe hem ü gam

Bâ'nýn altýndaki nokta ise Kur ân'ýn özü ve özetidir, kâinata dâir bütün sýrlarýn merkezidir. Bir ile çok un ortasýnda yer alan bâ'nýn noktasý, varlýk âlemine ve mevcûdâta (eþyâya) iþâret etmektedir. Bu noktanýn bâ nýn altýnda yer almasý, varlýklarýn ilk taayyüne tâbî olmalarýný göstermektedir. Ýlk taayyünden maksat da insân-ý kâmildir. Vücud (varoluþ) bâ ile meydana çýkmýþ, nokta ile ibâdet eden ile edilen yek-diðerinden ayrýlmýþtýr. Ýlk mutasavvýflardan Þiblî nin (vefâtý 945) Ben bâ'nýn altýndaki noktayým sözü, Ben insân-ý kâmilim veya Ben izzetle nitelenen âbidden zilletle ayrýlan (abd ve) kulum anlamýna gelir. Besmeledeki bâ'nýn altýnda bulunan nokta benim diyen Hz. Ali de bu sözüyle ilk taayyüne iþaret etmiþtir. Hocam Kenan Rifâî ayný konuda son noktayý koyar: Ýlimden maksat kendini bilmek, yokluðunu görmek, Hakk ý tevhid eylemek ilmidir. Tevhid ise, yapanýn,


yaptýranýn Allah olduðunu idrâk etmektir. Fâil ile mevcûdu hemen bil ki Hüdâ dýr, inkârý belâdýr. Görülüyor ki her mevcûdun Cenâb-ý Hakk a bir mazhar olduðunu gören, irfan ilmini bulmuþ demektir. Hâsýlý bu dünyada Hakk tan gayrý nesne yoktur. Bahr-i vahdet kaplamýþtýr kâffe-i mahlûka bak Birliði görmek dilersen cümle-i mevcûda bak

(Ýlahiyât-ý Ken an, Hazýrlayanlar: Yusuf Ömürlü-Dinçer Dalkýlýç, Ýstanbul 1988, s.28)

Þiire devam edersek Hz. Mýsrî Niyâzî; Halký bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi, Vahdedin sýrrý bilinmektir o dâvetten garaz buyuruyor. Demek ki peygamber ve velîlerin ilminde insaný tevhide, birliðe dâvet var. Bu ilim gene Mýsrî Niyâzî ye göre peygamberin þu hadislerinin neticesidir: "Bir kimse bildiðiyle amel ederse Allah onu bilmediðinin ilmine vâris kýlar" ve "Kim kýrk sabah hâlisâne ibâdet ederse kalbinden diline hikmet pýnarlarý fýþkýrýr." buyurmuþlardýr (Niyazî-i Mýsrî, Ýrfan Sofralarý, çeviren: Süleyman Ateþ, Yeni Ufuklar Neþriyat,

s.117-118).

Nebîler ve velîler okuyup öðrenme (dirâset) ilmiyle deðil, verâset ilmiyle yani amel ve mücâhede neticesinde elde edilen ilimle peygamberliðe veya velîliðe ermiþlerdir. Bu ilim, kulun kalbine Allah korkusunu sokar. Kul, bu ilim sayesinde Allâh ýn nûruyle iþitir, görür, konuþur ve yürür. Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur: "Kulum bana nâfilelerle de yaklaþýr, o kadar ki onu severim. Ben onu seversem, onun kulaðý, gözü... olurum" (Niyazî-i Mýsrî, Ýrfan Sofralarý, çeviren: Süleyman Ateþ, Yeni

Ufuklar Neþriyat, s.118).

Bil ki zâhir ilim güzeldir, amellerin tohumudur. Ama zâhir ilmin güzelliði, Âdem'in ilmi olan ilm-i esmâ ile olur ki bu, bâtýn ilmidir. Çünkü tek baþýna zâhir ilim, sahibini melek de olsa katý kalbli, kaba kýlar. Nasýl ki Âdem'in hilâfeti sýrasýnda melekler Allâh a itiraz etmiþlerdi. Ýblis de "Beni azdýrýrsan, ..." demiþti. Bu, Allah ile konuþmada böyle olmuþtur. Ya Allah'tan baþkasiyle konuþsalardý nasýl olurdu? Ama bu herkes için böyle demek deðildir. Fakat bâtýn ilmine gelince bu ilim, sahibini halîm-selîm, müsâmahakâr, usanç verici deðil canayakýn, mütevâzý yapar, Çünkü Âdem "Ey Rabbimiz nefislerimize zulmettik" demiþti. Hâlbuki melekler merhameti, þefkati, yumuþak huyluluðu, ancak Âdem'i görüp kabul ettikten sonra öðrenebildiler. Çünkü þöyle dediler:


"Seni teþbih ederiz, bizim senin bize öðrettiðin ilimden baþka ilmimiz yoktur." Nerede kaldý o "Orada fesat çýkaracak, kan dökecek kimseleri mi halife yapacaksýn? Hâlbuki biz seni hamd ile teþbih ediyoruz ve seni takdîs ediyoruz" sözleri ve nerede kaldý "Bizim senin bize öðrettiðin ilimden baþka ilmimiz yoktur" sözleri? Artýk anla, çünkü meleklerin ilmiyle Âdem'in ilmi arasýnda ve ikisinin ilimlerinden hâsýl olan ahlâký arasýnda büyük fark vardýr. Bununla beraber yine de biri, ancak diðeri sâyesinde güzel olur. Bu iki ilim, ruh ile ceset gibidir. Bunun içindir ki Mûsâ Aleyhisselâm'a, Hýzýr Aleyhisselâm'ý bulmasý ve ondan mânevî ilim öðrenmesi emredilmiþti ki kendisinden "Dünyada en bilgin benim" sözü gitsin. Ýmam Þâfî, ümmî olan Þeyban-i Ra'î'nin yanýnda, okuldaki çocuk gibi otururdu. Bâtýn ilim erbâbý da zâhir ilmin þerefini inkâr etmezler. Nitekim Serîy, Cüneyd'i ilm-i zâhiri öðrenmeðe teþvik ve onun muvaffakiyeti için kendisine þöyle duâ ederdi: "Allah seni hadîsi bilen mutasavvýf eylesin." (Niyazî-i Mýsrî, Ýrfan Sofralarý, çeviren: Süleyman

Ateþ, Yeni Ufuklar Neþriyat, s.119-120).

cemâlnur sargut

Anlaþýlýyor ki bu âlemin ilmi, Allah ile iliþki kurmayý becerebilmekten geçiyor ve ilmin neticesi amel ve tevâzû oluyor. Ýlimden maksat ilmullahtýr. Hocam Kenan Rifâî bu konuda þöyle buyurur: Resûlullâh'a sormuþlar. Bize, bizi Allâh'a yaklaþtýracak amellerden bahset demiþler. Efendimiz de Ýlmullah, yâni Allah ilmi... cevâbýnda bulunmuþ. Ashap Yâ Resûlallah, biz amel dedik, sen ilim di¬yorsun... diye itiraz edince Ýlimsiz amel iþe yaramaz. Bin rekât namaz kýlmaktan, bir dem kâmil insanla sohbet hayýrlýdýr cevâbýný vermiþ. Ashap yine Kur'an okumaktan da mý hayýrlýdýr? diye sorunca evet, çünkü Kur'ân'ý da size tefsir edecek ilimdir buyurmuþ. (Ken an Rifaî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s. 414) Ýlim ve irfan nedir? diye sorarlarsa, kýsaca nef¬sini ýslah ettikten sonra, sabýr ve þükür etmek, Hakk'a teslim ve ondan gelene râzý olmak demektir, dersin. Görünüþte yutulmasý güç demir bir leblebi. Fakat Allâh'a güvenerek hareket edersen, o demir leblebi yu¬muþak ve lâtif olur." (Ken an Rifaî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s.416) Mýsrî Niyâzî üçüncü beyitte, Sâni-i (Yarataný) gör, günde yüzbin türlü san at gösterir Kendini göstermek içindir o san attan garaz.

derken Ken an Rifâî Hazretleri ise bu mânâyý Hâs-ý hâs tevhidi sâbittir fenâ-yý halk ile Cümlede gördükleri dâim vücûd-ý Hakk ile Çün hudûs Hakk ýn zuhûru muhtelif âyînede


Bu sebeple bunlarýn tevhidi her dem zevk ile diyerek anlatmýþtýr. (Ýlahiyât-ý Ken an,

Hazýrlayanlar: Yusuf Ömürlü-Dinçer Dalkýlýç, Ýstanbul 1988, s.115)

Ve yine buyurur ki; Bu âlemde abes bir þey yoktur. Esâsen bütün bu tezatlarýn biraraya gelmesiyledir ki zevk hâsýl olur. Sinemada, tiyatroda bile iki seviþenin arasýna bir cadý girmeyince tad olmuyor. Eðer bu âlemde de âþýk ve mâþuk, þakî ve dem mevcut olmazsa hayat noksan kalmýþ olur. Ýþte bu çoklukta birliði görüþ ve o sûretle Hakk'ýn cemâlini temâþâ ediþ ne kadar tatlý þeydir. Sen o münkirde de ilâhî saltanatý seyret. Buna muvaffak olan, mârifet sâhibidir. Ýrfân-ý Muhammedî'ye mâliktir. Ýrfan demek bu demektir. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý

Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s.313)

Demek ki farklýlýklar Allâh ýn sanatýnýn tecellîsidir. Mesnevî de ise ayný konudan bahsederken kâmil insanýn en büyük özelliðinin san attan sanatkârý tanýyabilmesi olduðunu anlatarak þöyle buyurur: Renk çokluðu ve renk çokluðundaki renk birliði Hz. Ýsâ nýn mucizelerindendi. Ýsâ Peygamber bir küpe ayný renkte giyecekler doldurur, onlarý baþka renklere boyanmýþ olarak çýkarýr, buna mukabil yüz renge boyanmýþ giyeceði ayný küpten tek renkte çýkarýrdý. (Ken an Rifaî, Þerhli Mesnevî-i Þerif, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2000, s.75)

Gene Mesnevî yorumunda hocam Ken an Rifâî Sen gözlerine çok renkli ve çok çeþitli görünen eþyaya dikkatli bak ve onlarýn çeþitlilikleri içinde ýþýldayan birliði görmeye çalýþ buyuruyor. Hep celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad, Bahr-ý vücûdun (vücut denizi) katresidir (damla) fazl u rahmetten garaz. Bu beyitte Hz. Mýsrî Niyâzî, küfür ve isyandan kastýn Allâh ýn celâlinin görüntüsü olduðunu, fazîlet ve rahmetinin ise cemâlinin tecellîsi olduðunu anlatýr. Ken an Rifâî ise Tevekkül, her olanýn Allâh ýn emriyle olduðunu bilmek, fâili Hak'tan baþka görmemektir. Þüphesiz bunu bilen ilim sahibidir. Þüp¬hesiz bunu bilen, zengindir. Þüphesiz bunu öðrenen, en büyük mîrâsa konmuþtur buyurur (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s.400). Yani bu ilim lâ ilâhe illallah ilmidir. Lâ ilâhe illallah ýn mânâsý Allah tan gayrý verici yoktur, Allah tan gayrý men edici yoktur, Allah tan gayrý hidâyet edici yoktur, hâsýlý veren O, alan O, öldüren ve dirilten O, celâlde ve cemâlde tecellî eden O dur. Ýþte bu sûretle de havl ve kuvvetin yalnýz Cenâb-ý Mevlâ ya âit olduðu ortaya çýkýyor. Velhâsýl insanlýktan maksat bütün mevcûdun Hak olduðunu idrâk etmektir vesselam...


Nefsini bilen erermiþ bir tükenmez devlete, Fakru fahrî dir Niyâzî bil o devletten garaz. Hz. Mýsrî Niyâzî, ilmin hakîkatini anlatýrken yokluðun ve hiçliðin zevkinden bahseder. Hatta ilim hiçliðini bilmektir, der. Peygamberimizin fakrým (hiçliðim) iftiharýmdýr sözleriyle konuyu destekler. Mevlânâ ya göre fakrýn içinde Hakk ýn izzeti vardýr. Hocam Ken an Rifâî tasavvuf incitmemek ve incinmemektir buyururken iþte bu mertebeye vâsýl olan kimse derviþ olur, der. Ve fakrý þöyle târif eder: Fakr ne demektir? Bu öyle bir isimdir ki kemâlini bulursa vuslat hâsýl olur. Kendinden bir þey kalmaz, Allah tecellî eder. Fakir denilen kimse herþeye mâliktir; ona ise kimse mâlik olamaz. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul 2009, s.319)

Velhâsýl bütün ilimden maksat nefsini bilmektir. Ýnsan kendini bilir, fiil, kavl ve tasarrufun Hak tan olduðunu idrâk edecek olursa iþte o vakit Allâh ýný bilmiþ olur. Kendi yokluðunu bilerek Allâh ý idrâk eder. Görülüyor ki iki büyük insân-ý kâmil ilmi ayný mânâda farklý yorumlarla açýklamýþlar. Allâh ýn çeþitli veçhelerdeki tecellîsi kemâl noktasýnda dâimâ insaný birliðe ulaþtýrýr. Biz bugün sanatkârýn sanatýný bu iki sevgilinin aynasýndan seyretmiþ olduk. Yüce Rabbim idrâkini nasib etsin. Âmin...

cemâlnur sargut

(26 Mayýs 2012 tarihinde Limni de yapýlan Limni'de bir Malatyalý Bilge: Niyâzî-i Mýsrî konulu panelde sunulmuþtur.)



HABER BEKLÝYORUZ! Bir bütün gün süren, kâh otobüste, kâh feribotta, kâh teknede geçen uzun bir seyahatin ardýndan teknemiz 25 Mayýs 2012 akþamý Limni limanýna yanaþýyor. Kalabalýðýz Malatya dan, Ýstanbul dan ve Çanakkale den geliyoruz.

melike türkân baðlý

Maksadýmýz, cismânî varlýðýný bu adaya hediye etmiþ olan Mýsrî Niyâzî Hazretleri nin ayaðýna yüz sürmek Adýný huzûrunda anmak, adýný anma lûtfuna eriþtiðimize bizzat kendisini þâhit tutmak, huzûrunun feyzinden bereketlenmek Limni, zamanýn gaflet içindeki idarecileri tarafýndan Mýsrî-i Niyâzî nin hâþâcezalandýrýlmak üzere gönderildiði, ayaklarýna bukaðýlar vurularak yýllarca kaldýðý adanýn adý. Limni, koskoca bir sultanýn güyâ- sürgün yeri. Öyle biliniyor Hâlbuki kimin haddine düþmüþ o sultaný sürgün etmek, ona sürgün hayatý yaþatmak? Mümkün mü böyle bir þey? Onlar iki cihanýn, yedi düvelin, on sekiz bin âlemin hâkimi ve sâhibiyken nasýl olur da avuç içi kadar bir adada sürgün hayatý yaþayabilirler? Onlar bu dünyanýn kayýtlarý ile kayýtlý deðiller ki Bize öðretilen, bu! *** Yumuþacýk bir hava Vakit gece Bir

pasaportlarýmýza bir yüzlerimize bakýp geç diyorlar. Önce otellerimize yollanýyoruz. Kendilerini ziyaret için sabahý beklememiz gerekiyor. Sabah, adanýn tekrar ilk ayak bastýðýmýz yerine, limana dönüyoruz. Çarþýnýn orta yerinde daracýk bir çýkmaz sokaða giriyoruz, bir de arka tarafa doðru dolaþýyoruz. Gövdesiz kalmýþ bir baþ gibi bir kemer, baþsýz kalmýþ bir gövde gibi bir kapý, gözleri çýkarýlmýþ bir yüz gibi okunmaz hâle getirilmiþ bir kitâbe Geçen yüzyýlýn baþlarýnda çekilmiþ fotoðraflardaki minâreyi arýyorum; o fotoðraflara bakarken yaptýðým gibi gözlerimi aleminden gövdesine, sonra da ayaklarýna kadar indirerek seyredeceðim onu Arþtan kürse indirilmiþ gibi heybetli, fakat zarif Hâlbuki artýk o da yok. Gözlerimi hayâl ettiðim gibi yere indiriyorum; fakat utançla! Fakat asýl mahcûbiyeti, hocalarýmýzýn, Niyâzî Hazretleri nin yattýðý yer olarak gösterdikleri üç yol aðzýný döþemiþ Arnavut kaldýrýmlarýna gözlerimiz takýlmýþ bakarken bütün vücûdumuzla hissediyoruz. Celâliyle yeri sarsýp depremler depreþtirmiþ olan Mýsrî-i Niyâzî, þimdi bir sokak ortasýnda, ayaklar altýnda! Derin bir suskunlukla yan yana sýralanýyor ve Hakk ýn tam tecellîsi, Ehli Beyt in âþýðý, devrinin Hüseyin i olan bu sultanýn önünde evrâd-ý þerîf okumaya baþlýyoruz. Besbelli ki bu,


kendilerinin bize lûtfu... Civar evlerin pencerelerinden, bahçelerinden, kapý önlerinden bizi seyreden adalýlar, duâmýzýn tamamlanmasýyla birlikte, bizlere, ne ara temin ettiklerini anlayamadýðýmýz þekilde þiþe þiþe su ve meyva suyu ikram ediyorlar. Her birimizin aldýðýndan emin oluncaya kadar daðýtýma devam ediyorlar. Besbelli ki bu da, kendilerinin bize ikrâmý Bu arada biz dediðim de kimdir? Hocamýzdýr, mürþidimizdir *** Cemâlnur Hocam, ziyâret sonrasýnda konakladýðýmýz kahvehanede sohbet ederken anlatýyor: Ken an Rifâî Hazretleri nin annesi Hatice Cenan Vâlide Sultan, Mýsrî Niyâzî Divâný ný ezbere bilirmiþ. Mürþidi Hz. Edhem e bir soru soracaðý zaman Mýsrî Divâný üzerindeki bir beyte soru iþareti koyarmýþ. Hz. Edhem de cevap olarak Mýsrî Divâný ndaki bir beytin yanýna iþaret koyarmýþ. Kültür seviyelerine bakýn Hocamýn bir sözü var: Kur ân-ý Kerîm i anlamak için Mesnevî öðrenmek þart, Mesnevî yi anlamak için Divân-ý Mýsrî Niyâzî yi öðrenmek þart, Niyâzî Divânýný idrak için de Ýlâhiyât-ý Ken an ý öðrenmek þart Demek ki bir silsile hâlinde gidiyor. Öyleyse ben Mesnevî biliyorum diye insan oturamaz. Ýbn Arabî yi de öðrenecek Ýkisini öðrendikten sonra Niyâzî yi ezberleyecek. Çünkü Mýsrî Niyâzî tasavvufun son noktasýdýr; onu anlamadan tasavvufu öðrendim demek mümkün deðil. Onu da anlamak için mutlaka Ken an Rifâî Hazretleri nden yararlanmak lâzým.


melike türkân baðlý

Öðleden sonra paneldeki konuþmasýnýn baþlýðý da Mýsrî Niyâzî nin Ýlim Anlayýþýnýn Kenan Rifâî ile Açýklanmasý *** "Limni'de bir Malatyalý Bilge: Niyâzî-i Mýsrî" baþlýklý panelin açýlýþýnda her iki ülkenin resmî erkâný hazýr. Türkiye den ve Yunanistan dan valiler, belediye baþkanlarý Ele alýnan konulardan biri ve en önemlisi Hz. Pîr in kabrinin yer altýndan çýkarýlmasý ve ihyâsý Ve bunun için acele edilmesi gerekiyor! Zira bu vebal, hepimizin üstünde Hocamýz, Türkiye ye döndüðümüz günün hemen ertesinde baþbakanýmýza bir mektup gönderiyor. Mektupta Hz. Mýsrî için Abdülhamit Han tarafýndan inþa edilmiþ olan câmiin mevcut halde bir kafeterya , dergâhýn bir süpermarket ve kabr-i þeriflerinin ayaklar altýnda olduðu bir kez daha büyük bir üzüntü ile müþahede edilmiþ bulunmaktadýr diyerek söz konusu alanýn kabr-i þerifle birlikte ihyâ edilmesi nin Türk Milleti ni vebalden kurtaracaðýný bildiriyor. Hepimiz haber bekliyoruz En kýsa süre içinde tekrar Limni ye gidebilmek için Huzûra çýkabilmek için Ama alnýmýz açýk, yüzümüz ak olarak Ve huzurla O huzûra huzurla çýkabilmek için haber bekliyoruz



PANELÝN ARDINDAN...

Cemâlnur Hoca, tasavvufla ilgili çalýþmalarda, farklý mutasavvýflarýn yorumlarýndan faydalanmamýz gerektiðini, tek yönlü yapýlan calýþmalarýn yetersiz kalacaðýný ifade etmiþti. Limni de düzenlenen paneldeki konularýnýn baþlýðý Mýsrî Niyâzî nin Ýlim Anlayýþýnýn Kenan Rifâî ile açýklanmasý idi. Konuþmasýnýn sonunda belirttiði gibi iki büyük insân-ý kâmil, ilmi ayný mânâda farklý yorumlarla açýklamýþlar. Allah ýn çeþitli veçhelerdeki tecellîsi kemâl noktasýnda dâimâ insaný birliðe ulaþtýrýr. Biz bugün sanatkârýn sanatýný bu iki sevgilinin aynasýndan seyretmiþ olduk.

dilek güldütuna

Ýbn Arabî nin, insân-ý kâmil kavramýný ifâde icin eþ anlamlý olmak üzere 40 ýn üzerinde terim kullandýðýný görüyoruz. Demek ki gerçekte tek olan bu hakîkat, farklý gibi görünen pek çok yöne sahip. Hocam, edeb konusunu iþlerken, Nur Sûresi nin 35. âyetinde anlatýldýðý gibi, insân-ý kâmilin gönlünden parlayan mânânýn edep, yani her yerde ve her þeyde Hakk ý birlemek, fiildeki hakîkî fâili görebilmek olduðunu belirtiyor. Limni deki konusmasýnda ise o hakikat noktasýný ilim sýfatý ile anlattý. Hocam diyor ki: Hz. Ali, Ýlim bir noktadýr, câhiller onu çoðalttý buyururken tafsilât hep o noktayý anlamak içindir demek ister. Yani o mânâyý biz câhillerin anlamasi icin tafsil ediyorlar. Mýsrî Niyâzî Hazretleri de bütün ilim ve irfandan maksadýn iþte bu noktayý anlamak için olduðunu þöyle ifade ediyor:

Sen seni bilmektir ancak Pîr e ülfetten garaz, Noktayý fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz. Hocam konuþmasýna bu þiirle baþladýktan sonra Ken an Rifâî Hazretleri nin sözleri ile devam ediyor: Bütün bu ilimlerden, bilgilerden maksat, kendi ilmini bilmek ve bu sûretle ukdeni, düðümünü çözebilmektir. Sen ise baþka düðümleri çözmekle uðraþýp kendininkini çözemedin. Ey Nietzsche'ler, Schopenhauer'ler, Kant lar! Bütün o uðraþmalardan kütüphaneler dolusu kitaplarý devretmekten maksat, kendini anlamaktý. Kendi düðümünü çözmekti. Ýlimden maksad, Âdem de parlayan hakikat noktasýný anlamak için ise acaba neden insan önce nefsini bilmeli? Çünkü diyor Hocam Allah ile irtibâtý saðlayan Allah sevgilisine yakýnlýk, kiþinin kendisinde olan hakîkati aramasý ve bulmasýyla oluþur. Pîrin vücûdumuz içindeki tecellîsi diri olan kýsmýmýz yani ruhumuz olduðuna göre kulun ruhtaki Rabbî tecellîyi idrâk etmesi için kendi hiçliðini ve yokluðunu anlamasý gerekir. Panel sonrasýnda Mýsrî Niyâzî Hazretleri nin ilâhilerini dinliyoruz. Nefsimizin aslýnda yok ve karanlýk olduðunu ve hakîkî zevkin ve cennetin rûhun bu idrâkinde bulunduðunu söylüyor:


Kandedir cehl ile zulmet, nefs-i su bânýndadýr (yýlan nefsindedir) Kandedir ilm ile hikmet bil ani cânindadir Zulmet-i cehli býrak sen iste nûr-i hikmeti Cennetin zevkin dilersen cümle irfânýndadýr. Ýbn Arabî Hazretleri tecellî kavramýný izah ederken ilâhî ahlâkla vasýflanmaktýr. Bize göre kulluk ahlâkýyla vasýflanmaktadýr. Bu taným daha doðrudur, çünkü daha tamam ve daha temizdir buyuruyor. Hocam da ilim hiçliðini bilmektir, Fakr öyle bir isimdir ki kemâlini bulursa vuslat hâsýl olur. Ve böyle bir ilmin neticesi amel ve tevâzû olur diyor. 17. Yüzyýlda yaþayan Niyâzî-i Mýsrî Hazretleri nin, hayatýnýn büyük kýsmýnda, kendisine karþý olan siyâsî çevrelerle ve tasavvuf karþýtý zümre ile bütün varlýðýný ortaya koyarak mücâdele ettiðini ve çok eziyetlerle karþýlaþtýðýný, bunun yanýnda, yüzyýllar boyu ve hâlen þiirleriyle ve ilmiyle, týpký suyun en ufak aralýklara kadar yayýlýp nüfûz edebilmesi gibi, gönülleri nasýl tesiri altýna aldýðýný görüyoruz. Sevenlerinin çokluðu yanýnda Allah ýn hikmeti icâbý karþý olanlarý, aleyhine yazýp çizenleri de hep olmuþ. Panelin sonunda onlara þu þiiriyle cevap verdi Hz. Niyâzî: Sevdim seni hep vârým yaðmadýr alan alsýn, Gördüm seni efkârým yaðmadýr alan alsýn. Aldý çü beni benden geçtim bu cân u tenden, Aklým dahi her vârým yaðmadýr alan alsýn. Ben varlýðýmý attým dost varlýðýna yettim, Her usluya bazârým yaðmadýr alan alsýn. Geçtim ben âd u sandan, çýktým ben o dükkândan, Hep ýrz ile vakârým yaðmadýr alan alsýn. Geldi dile dildârým buldum gül-i gülzârým, Þimden gerû hep vârým yaðmadýr alan alsýn. Sen gâib u hâzýrsýn her hâlime nâzýrsýn, Ahvâl ile etvârým yaðmadýr alan alsýn. Çün buldu gönül yârim terk eyledim aðyârým, Ýmân ile zünnârým yaðmadýr alan alsýn. Çün buldu gönül yârim terk eyledim aðyârým, Ýmân ile zünnârým yaðmadýr alan alsýn. Mýsrî ye vücûb imkân bir oldu kamû a yan, Tâat ile ezkârým yaðmadýr alan alsýn.


limni izlenimleri Ýçimizde bastýramadýðýmýz kýpýrtýlar ve çocukça bir heyecanla çýktýk Limni yoluna. Bir yanda Niyâzi Mýsrî Hazretleri ni ziyaret edecek olmanýn verdiði sonsuz bir coþku, diðer yanda sanki bildiklerinden ve bilemediklerinden imtihana çekilecek bir çocuðun korkusu... O büyük sultana karþý baþtan ayaða tevâzu ve edeple varmanýn içten telâþý... Kepez de pasaportlarýmýza basýlan damgayla sanki Hazret in huzuruna kavuþtuk. Baþkalaþan ruh hâlimiz, teknedeki ilâhilerimize karýþtý. Yorgunluktan sýzlayan vücutlarýmýzla otellerimize gecenin bir vakti varabildik ama ne gam...

ebru arslan

Biz küçükken ilkokulda siyah önlüklerimiz vardý. Beyaz yakalarýmýz özenle kolalanýrdý. Bizden yýllar sonra bu siyah önlüklerin iç karartýcý olduðuna ve çocuk psikolojisiyle baðdaþmadýðý na karar verildi. Halbuki siyah, tevâzuydu; siyah, akranlar arasýndaki eþitlikti; siyah, hatâlarýn kapatýcýsýydý. Biz Limni de uyandýðýmýz sabah, Cemâlnur Sultan ýn öðrencileri olarak, siyahlarýmýzý ilkokula baþladýðýmýz ilk günkü heyecanýmýzla giydik tekrar. Limni de, Hazret in mekânýnda, Osmanlý nýn özenli iþçiliði ile hâlen

ayakta duran dergâh kapýsý, artýk bir markete ev sahipliði yapýyordu. Hemen yanýndaki tevhidhâne, çoktan yýkýlmaya terk edilmiþti. Diðer tarafta duran câmi, Limni nin emeklilerinin tavla attýðý bir kahvehane olmuþtu. Bu gördüklerimiz boðazýmýzý düðümledi, hüzünlendik. Ama asýl Huzûr-u Pîr e vardýðýmýzda yüzümüze çarpan manzara esaslý bir tokat gibiydi. Ýki sokaðýn kesiþtiði, komþu evin arabasýný parkettiði arnavut kaldýrýmlý bir yol üstü idi Huzûr-u Pîr . Ne bir makam, ne bir taþ... Sokak ortasý... Arnavut kaldýrýmýn altýnda bir yer... Allah ýn tam tecellîsini taþýyan bu sultan, vücud dükkânýndan çýkmýþ, kendine ait zerre býrakmamýþ, hep Beka olmuþ. Bir taþa bile ihtiyacý yok elbet. Böyle azametinden, mânâsýndan ne eksilir ki? Ama benim ihtiyacým var; Hz. Niyâzi nin ayaðýnýn tozu olamayacak bir beþer olarak, O nun ilminden, nûrundan -bir parça olsun- daha fazla alabilmek için þekilde de olsa hürmet ve hizmet etmeye ihtiyacým var. Bunun için ziyaret sonrasýndaki panel çok önemliydi. O bölgenin bir sit alanýna dönüþtürülerek restorasyonun yapýlmasý ve Mýsrî Niyâzi Hazretleri nin türbe-i þerifinin ihyâsý yönünde yapýlan planlarla eski coþkumuza yeniden kavuþtuk. Limni bambaþka bir yer. Sanki kendine has bir kiþiliði var. Sonsuz bir sükûnet, tevâzu ve huzurla dolu. Eþine az rastlanýr güzellikte plajlarý var ama onlar bile ayný tevâzuyla sarýyor etrafý. Hep tanýdýk bir tarafý var. Ýlk kez gelmemiþim, son da olmayacakmýþ duygusunu veriyor. Hatâyý ceddimiz yapmýþ, hizmeti bize düþsün inþaallah. Son olmasýn gidiþimiz Limni bir mâsum ada. Hazret Pîr ile nurlanmýþ...



mustafa kara

gurbette garip bir halvetî: NÝYÂZÝ-Ý MISRÎ

Soðuk bir mart günü kuþluk vakti Limni de âlem-i cemâle intikal ettiðinde cebinden þu nutk-i þerif çýkmýþtý: Ey garib bülbül diyarýn kandedir Bir haber ver gülizârýn kandedir Sen bu ilde kimseye yâr olmadýn Var senin elbette yârin kandedir Gökde uçarken seni indirdiler Çar anâsýr bendlerine urdular Nur iken adýn Niyâzî kodular Þol ezel ki itibârýn kandedir 1618 de Malatya da doðan, 1694 de Limni de vefat eden Niyazî-i Mýsrî, Osmanlý dönemi sûfîlerinin en büyüklerinden biridir. Malatya, Diyarbakýr, Mardin, Kahire, Þam, Ýstanbul, Uþak, Elmalý, Bursa, Edirne, Rodos, Limni arasýndaki ömrünü tasavvuf þemsiyesi altýnda geçirmiþ ve bize bereketli yadigârlar býrakmýþtýr. Uðradýðý þehirlerde farklý meþrebleri temsil eden insanlardan keþkül ünü doldurmuþ, Divân ýný ikmâl etmiþtir. Üç yüz yýldan beri Türkçe bilen milyonlarca insanýn ufkunu açmýþ, gönül dünyalarýna tercüman olmuþ, yürüyüþlerine hýz katmýþtýr. Mýsrî nin 1669 da Bursa da Ulucâmi nin kýble tarafýnda kurduðu dergâh 1925 e kadar hizmet vermiþ, daha sonra yýkýlarak arsasý üzerine þimdiki PTT binasý yapýlmýþtýr. Dergâhýn son þeyhi Mehmet Þemseddin Efendi, mürþidinin yolundan gitmiþ, çok deðerli eserlere imza atmýþtýr. Kendisinin eserlerinden biri Dildâr-ý Þemsî olup Limni ye yaptýðý yedi ziyâreti bütün detaylarýyla anlattýðý bir nevi seyahatnâmedir.


Mehmet Þemseddin Efendi nin Limni Seyahatleri Mehmet Þemseddin Efendi nin yaklaþýk yirmi yýl içinde gerçekleþen Limni yolculuklarý þu tarihlerde yapýlmýþtýr: 1889, 1895, 1898, 1898, 1900. Bu seyahatlerden bir detay aktaralým: Vakta ki akþam oldu, taam dergâhda edildi. Cemaat baþladý gelmeye, yatsý ezanlarý okundu fahrimi giydim, Huzur-ý Pir e durduk, on onbeþ kadar çocuk ince sesle, onbeþ yirmi kiþi de Davudî sada ile: Hak-pây-ý ser-firâza geldim Sýrr-ý-Ali ye hem-râza geldim Ulviyetinle pervâza geldim Huzûruna ben niyâza geldim. El-meded meded meded Niyâzî Ene dahilek Sultan Niyâzî. Bunca aczimle dergâha geldim Yüzüm sürmeye ben þâha geldim Gülzâr-ý Veliyyullâha geldim Huzûruna ben niyâza geldim. El-meded meded meded Niyâzî Ene dahilek Sultan Niyâzî. Kapýnda bekler senin derviþân Lûtfunu niyaz eylerler her ân Bu abd-i âciz-i ahkâr nâ-tüvân Huzûruna ben niyâza geldim. El-meded meded meded Niyâzî Ene dahilek Sultan Niyâzî. Oldum lûtfunla himmete nâil Mülk-i âl-i abâya dâhil Feyz-i lezzete et beni vâsýl Huzûra iþte niyâza geldim


mustafa kara

El-meded meded meded Niyâzî Ene dahilek Sultan Niyâzî. Þemsî-i âciz ki kerem kýl Esrâr-ý Hakk a âný mahrem kýl Lûtfunla dil-þâd eyle harem kýl Huzûruna ben niyâza geldim. El-meded meded meded Niyâzî Ene dahilek Sultan Niyâzî. Bu niyâzýn birinci ve sonuncu beyitlerini okuduk, acaba aðlamadýk, müteessir olmadýk kimse kaldý mý? Badehu türbe Fâtiha sýný okuyarak tevhidhâneye girdik. Namazdan sonra Mevlûd-ý Þerif okudum, velâdet bahrinde kýyam esnâsýnda Lihye-i Saadet-i Nebevî ziyaretiyle müþerref olduktan sonra tekrar oturarak Mevlûd un mütebaki kýsmýný okuduk. Hatimler, duâlar ba?dehu kýyam-ý devran usulü icrâ edildi ki o gecede duyduðum zevk-i mânevî tarif olunmaz. Cemaat de müstefid ve ruhâniyyet-i Pîr den müstefid olduklarý simâlarýndaki simahüm fi vücuhihim min eseri s-sücud muktezasýnca âsârý þayanýndan anlaþýlýyordu. Zikirden husûle gelen neþe-i mânevî üzerine saat dokuza kadar oturduk. Mehmet Þemseddin Efendi nin Limni yolculuklarý devam ediyor: 1902, 1904, 1908. Limni ye son yolculuðundan þöyle bahsediyor: Hava pek lâtif, Pazar günü saat altý buçukta Limni ye muvasalat ve huzurý pîre niyâza geldim neþîdesiyle dehâlet eyledim. Sandalla biz gelirken diðer sandalla Selânikli Kara Baba Þeyhi Ahmed Efendi ile görüþtük; bir hafta mukaddem gelmiþ, gidiyormuþ. Bazý zevat geldi, gece usul yapýldý, bizim Abdülkadir Kutsî Efendi nin hânesinde kimse olmadýðýndan orasýný isticar ettik; mevkii, nezâreti pek hoþ idi. Limni yine bildiðimiz Limni. Lûtf-ý Hakk la yedi kere ben ziyâret eyledim Mazhar-ý feyzin olub kesb-i saadet eyledim. Ey benim Pîr im Efendi! Þimdi de ister gönlüm Yazayým kaç kere Limni ye seyahat eyledim. Eyle himmet yedi kere ettiðim seyahati Eyleyip tahrir ne vechle itaat eyledim.


Gâh Limni gâh Midilli de ihvân-ý fakir Maddeten mânen edip dâvet-i ziyâfet eyledim. Eyledi bazý hasudât hakkýmýzda güft ü gu Meslek-i Mýsrî de izhâr-ý salâbet eyledim. Himmetinle nass-ý katý dýr delilim Nutk-ý Hak Okuyup âyât hadis bunda celâdet eyledim. Ýntisap etti epeyce halk sana bende olub Onlara telkin-i ezkâr u zehâdet eyledim. Hepsine tâlim edip seyr-i sülûku götürüp Gâh celâlden gâh cemâl ile nezâket eyledim. Hâsýlý benden bu Þemsî mesleðin neþr eyleyip Onlara sýrr-ý tevellâya delâlet eyledim. Hânedan-ý Ehl-i Beyt in hepsini tefhim edip Cümlesini bende-i Þâh-ý Velâyet eyledim. Dediler geçmiþ zamaný bazen etmeklik hayâl Zevk verirmiþ adama ben de iþâret eyledim. Hadd-i teessüf hadd-i telehhüf, zabt edip adây-ý din Kalmýþým mahzun Hüdâ ya çok þikâyet eyledim. Hakk nasib eyler de istirdad ederler mü minin Sûre-i Feth i bu babda ben tilâvet eyledim. Himmetinle müstefid ve müstefiz oldum sana Arz-ý þükran ile ifâ-yý inâbet eyledim. Nâm-ý pâkindir þerefbahþ oldu âciz bendene Þemsî-i Mýsrî diye ismim izâfet eyledim. Pür kusurum istinâdým lûtfunla olmuþ metin Sana Ey Pîrim Efendim ben dehâlet eyledim. 20 Þaban, sene 1347 Perþembe / 18 Kânun-ý Sânî- sene 1307 /1929 saat 7

Bu nutkun akabinde Dildâr-ý Þemsî yi yazmaya baþladým, el-hamdülillah 12 Þevval de ikmâl edildi demektir. Fakat mâdemki bu bir Seyahatnâme þeklini


mustafa kara

aldý, bazý husûsî gittiðim ve Ýstanbul a tekrar gitdiðimi de yazmayý muvâfýk gördüm. Bâlâda yazdým, meselelerde, gürültülerde tabiî hep Bursa da oturdum, bir yere kýmýldayamadým. Cenab-ý Pîr i de ziyâretten mahrum kaldým. O münâsebetle þu medhiyeyi söylemiþtim: Medfeninde aramam gönlüme oldun menkuþ Kalb-i uþþakta olub çünkü mekânýn Mýsrî. Bendegânýna erer berde bahrda lûtfun Etmede avn u meded rûh-ý revânýn Mýsrî. Zikri men ile taassup eden erbâb-ý dalâl Sana zulm etti elem çekmede cânýn Mýsrî. Hizmet-i ammeye sen eylemiþsin vakf-ý vücûd Hep keder-i ukba ile geçti zamanýn Mýsrî. Münkeþif oldu tasavvufdaki mestur-ý esrar Rehber oldu urefâya senin irfânýn Mýsrî. Vâris-i ilm-i nebî mahrem-i sýrr-ý Haydar Olduðun gün gibi mâlûm-ý cihânýn Mýsrî. Mazhar-ý feyzin ola Þemsî kapýnda bende O günahkâra da þâmil olur ihsânýn Mýsrî.

(Dildâr-ý Þemsî, Niyazî-i Mýsrî nin Ýzinde Bir Ömür Seyahat, Ýstanbul 2010)

Hazret-i Mýsrî den sonra gelen ne kadar urefâ-yý sûfiye varsa cümlesi de kendilerini takdir ile Rum diyârýna Âþýk Yunus dan sonra Mýsrî keyfinde bir velî gelmemiþtir diyorlar. Ve Divân-ý mübârekleri ki ilmihâl-i tarikattir, herkes isti dâdiyete göre müstefid ve mütekeyyit olur. Urefâ-yý Nakþibendiye ve Mevleviye nin mâyetüliftihârý Bursalý meþhur Þeyh Emin Efendi Hazretleri Gazzîzâde Abdüllâtif Efendi, Hazret-i Mýsrî nin Divân ýndan bir nutku, muâsýrýnden ciltlerle kitap yazan zevâtýn cümle âsârýna muraccahtýr buyururlar. Kadr-i zer zerker þinâset, kadr-i gevher gevgerî. Nasýl muraccah olmaz ki. Niyâzî taht-ý bâda nokta oldu, Ali nin sýrrýna olalý mahrem. Bu nutk-ý âli her þeyi câmi dir. Cevâmiulkelim sýrrýna mazhar olmuþtur. Hayrulkelâm kalle ve delle.


Bir Tahmis Niyazî-i Mýsrî nin ilk þiirini çocukluðumda daha doðrusu ilkokuldan sonra hâfýzlýk yaparken babamdan duydum. Rize/Güneyce de Büyük Camii imamý olan Kutuz Hoca lâkaplý Mehmet Kara, bir Cuma günü vaaz ederken konuyla irtibatlý olarak þâirin dediði gibi diyerek þu beyti okudu: Derman arardým derdime derdim bana derman imiþ Burhan sorardým aslýma aslým bana burhan imiþ Bu beyti duyduktan yaklaþýk on beþ sene sonra Bursa ya geldim. Mýsrî nin izini bulmaya çalýþtým. Dergâhýn son þeyhinin eserleriyle tanýþtým. Onun da Limni ye giderek pîrinin izini sürdüðünü öðrendim. Daha sonra pîrinin bu þiirine yazdýðý tahmisle karþýlaþtým. Tahmisin tarihi 1325, yani son Limni seyahatinden önce. Açalým, okuyalým: Fakr-ý hakîkî sâhibi ma nide sultan imiþ Ýlm-i ledunnun katresi her birisi ummân imiþ Her kim bilirse nefsini ol ârif-i Rahmân imiþ Dermân arardým derdime derdim bana dermân imiþ Burhân arardým aslýma aslým bana burhân imiþ Âfâk ile enfüsü hep gezdim yâri bulsam deyu Çok aradým yârimi pâyine yüz sürsem deyu Bilmezmiþim bildiðimi çektim emek bilsem deyu Sað u solum gözler idüm dost yüzünü görsem deyu Ben taþrada arar idim ol can içinde can imiþ Hak cümle-i muhit iken zan eyler idim ayriyem Bildim ki benlik derdidir onun için ben sayruyem Varlýðý terk eyleyince anladým ki doðruyam Öyle sanýrdým ayrýyam dost gayrýdýr ben gayrýyam Benden görüp iþiteni bildim ki ol canan imiþ Mürþide teslim olmazsan gitmez gönülden teþviþin Ne zahmetler çektiðini bilir misin hiç derviþin Sûfî býrakmaz zevkini terk eylemez hiç ayþin Savm u salât u hac ile sanma biter zâhid iþin Ýnsan-ý kâmil olmaða lâzým olan irfân imiþ


mustafa kara

Nokta-i hakîkat olduðun bilir misin dilinin Bu âleme gelmeklikten maksat nedir emelin Fâide vermez olsa da þeytan kadar ger amelin Kandan gelür yolun senün ya kanda varýr menzilin Nerden gelip gittiðin anlamayan hayvan imiþ Ýrfan hâsýl eylemez vâkýf olan ilme l-yakîn Þekden halâs olur ancak kim ki görür ayne l-yakîn Mâbûduna kýl taati hattâ ye tiyeke l-yakîn Mürþid gerektir bildire Hakk ý sana hakka l-yakîn Mürþidi olmayanlarýn bildikleri gümân imiþ Yed-i sahih mürþid olan sâlikine rehnümâdýr Þeyh-i hakîkî þüphesiz minhac-ý nûr-i ilahîdir Aldanma sâlusa sakýn mani-i feyz-i Hüdâdýr Her mürþide dil verme kim yolunu sarpa uðratur Mürþidi kâmil olanýn gayet yolu âsân imiþ Ârif olana anlamak kâfi olan bir söz durur Hakke l-yakîne erenin cemi azâsý göz durur Esrâra vâkýf olmaklýða lâzým olan öz durur Anla hemân bir söz durur yokuþ deðildir düz durur Âlem kamu bir yüz durur, gören âný hayran imiþ Her ne görürse ibretle görsün hakîkatle gözün Hep dostun yüzüdür görünen cami olubdur özün Âriflerin Þemsî hemân dikkatle dinle bak sözün Ýþit Niyazî nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün Hak dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiþ 8 Rebiülâhir 1325 / Perþembe 21 Mayýs 1907 / Salý (Divan, 160-161-yazma)



mustafa kara

Yeniden Limni deyiz Bu tahmisin kaleme alýnýþýndan yüz beþ sene sonra yine Limni deyiz (25.05.2012). Pîr in huzurundayýz. Cemâlnur Hanýmefendi ve dostlarý, Ömer Tuðrul Ýnançer ve dostlarý, Malatya Valisi Ulvi Saran, Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna ve diðer yetkililerle 200 kiþiye yakýn bir dostlar meclisi ile Limni deyiz. Panelimizden sonra Ahmet Özhan ve saz arkadaþlarýnýn icra ettiði ve Hz. Pîr in þiirlerinden bestelenen ilâhilerin okunmasýyla ruhî yükseliþ en üst noktasýna çýktý. Ada 1912 de iþgal edildiðine göre, sanki Hazret 100 senedir böyle bir coþku bekliyordu. Þemseddin Efendi nin bir geleneðini de ihyâ edelim ve bu mutlu güne tarih düþürelim: Sordum Limni ye kim geldi Dedi: Muhibleri geldi Aspozi den heyet geldi Malatya Bursa dan geldi Çanakkale den de geldi Ankara Ýstanbul geldi Evet onun âþýklarý HUZÛR-I MISRÎ YE GELDÝ 1433



KALBÝM EGE DE... Cigaramý sardým karþý sahile

hümânur baðlý

Yaktým ucuna acýlarý Aðlarý attým anýlar doldu Aðlar hasretimin kýyýlarý Yareme tuz diye yakamoz bastým Tek þahidim aydý Aman aman Bir elimde defne Bir elimde sevdan Kalbim Ege de kaldý Aman efendim Ayrýlýk ölümden beter Caným efendim Yeter bu hasretlik yeter Aman efendim Bana bir merhaba gönder Caným efendim Sezen Aksu

Karþý sahile doðru yaktýðýmýz acýlar, hakiki saadeti müjdeler. Her ne kadar acý, aðýrlýk ve esâret yaþamýþ gibi görünse de, Limni cennettir ve belli ki Mýsrî nin gönül iklimidir. Acýlarý acý olarak görmedikçe âzâd olunan aðlardýr. Aðlardan âzâd olan aðlamaz, aðlar kýyýlarda süs olur. Bukaðýlar, her gece çýktýðý mi râcýn; Kâbe nin, kapýsýnda býrakýlan kunduralar gibi bekleþir. Ve bütün bunlar olup biterken tek þâhit, ezel ve ebed, hakikat güneþinin meftûnu, bizleri minicik yakamozlar gibi meneviþlendiren, zulmetleri delen o Ay dýr, Efendimizdir.


Ayrýlýk ölümden beterdir doðru, amma ayrýlan kim birleþen kim... Bu medcezirde kavuþmak, ayrýlmak sevgilinin kollarýnda aþaðý-yukarý hoplatýlan mesut bir bebek olmaktan öte deðil ki... Kýyýlar, yollar, hepsi bir mutlak Ege nin içinde yükselip alçalan, dalgalarla ilerleyip geriler gibi görünen bir tatlý cilvedir. Merhaba yý gönderen O dur. Bizler derlenip toplanýp ona gitmiþ gibi gözüksek de, bu O nun tenezzülü, bütün heybetiyle lûtfedip, denizden dalga dalga eteklerini toplayýp bize yaklaþmasýndan baþka nedir? Câným efendim...


zehra karpuz

BUKAÐI

Bu yazýda Niyâzî Mýsrî Hazretleri ni anlatan Emine Iþýnsu nun yazmýþ olduðu Bukaðý romanýný referans alarak, biraz Hazretin kiþiliðinden ve kitapta geçen bir-iki bölümden bahsetmek istedik. Aslýnda Niyâzî-i Mýsrî Hazretleri ni ne kadar anlatmak istesek de tam olarak bilemeyiz, anlatamayýz Hazret, enerji dolu ve kabýna sýðmayan bir çocukluk devresi geçirdiði için, babasý -ayný zamanda da hocasý- onun güreþ öðrenmesini istemiþ ve böylece enerjisini iyi yönde kullanarak disipline girebileceðini ve derviþliðe daha kolay adým atabileceðini düþünmüþ. Bundan dolayý kendileri çocukluktan beri güreþ tutmuþ, iyi bir pehlivan olmuþtur. Mýsrî Hazretleri, gençliðinde ise mânevî terbiyenin yanýnda maddî ilim öðrenmenin arayýþý ve çabasý içinde de bulunmuþ. Bulunduðu yerde duramamýþ, birçok yer gezmiþ, çalýþmýþ, okumuþ, ilim tahsil etmiþ Cesur, korkusuz, yürekli, sözünü esirgemeyen kiþiliðinin yanýsýra duygulu, ince düþünceli, koruyucu bir kiþiliðe sahip olup kazancýný fakirlere daðýtýrmýþ. Kendisi mum satýp kazancýný böyle saðlarmýþ. Evlendiði zaman hanýmýnýn kendisinin de nakýþ iþi yaptýðýný ve


yine izni olursa bu iþi yapmaya devam ederek eve katkýda bulunmak istediðini belirtmesi üzerine Mýsrî Hazretleri Ben senin paranla geçinmek istemem, kazandýðýn kendine olur, canýn ne isterse alýrsýn, zaten Ýslâmiyet de böyle emreder. Evi geçindirmek kocanýn görevidir, kadýn malýný istediði gibi kullanýr der. Bu davranýþý ile mücâdeleci kiþiliðinin yanýnda ne kadar ince olduðunu da gösterir. Hocalýk zamanýnda ne kadar derin bir ilme sahip olduðu, verdiði cevaplardan bellidir. Bir gün genç bir câmi imamý kendisine Hak Teâlâ yalnýz âriflerin yüzünde mi zuhur eder? sorusuna karþýlýk Mýsrî Hazretleri þöyle demiþtir: Ýbn-i Arabî ye göre, O nun zâtý iþiten-gören bir varlýk yahut varlýklar grubuyla sýnýrlanamaz. O iþiten, gören, elleri olan varlýklarýn hepsinde tecellî eder, belirir. Yüce Allah, küllî, yani bütün bir öz olarak var olan her þeyin zâtýdýr. Biz de Ýbn-i Arabî takipçisi olarak deriz ki; evrende mutlak anlamda çirkinlik yoktur. Kâinatta var olan her þey güzeldir, çirkinlik görecelidir, çünkü bütün varlýklarda Cenâb-ý Hakk ýn isim ve sýfatlarý yansýr, Yaratan her þeyi kendinden yaratmýþtýr. Kâinatý yaratmak isteyince isim ve sýfatlarýný açýða çýkarmýþ, maddeye tenezzül etmiþtir. Bir de Allah ýn hiç bilmediðimiz gibi Gayb-ý mutlak

mertebesi vardýr; bunun ne olduðunu kendisinden baþka hiç kimse bilemez. Mübârek sultan, ileriki yaþlarýnda çok zorluklar yaþamýþ ve çok mücâdeleler vermiþ; her þeye raðmen Allah ýndan râzý, hayatýndan memnun olmuþ. Her durumda yapacak bir þeyler bulmuþ. Durup dinlenmeden ömrünün sonuna kadar Allah için çalýþmýþ, vataný için mücâdele vermiþ. O nun ayaðýna bukaðý takanlar ise bir þeyi bilememiþ: O nun Allah ý ile bir ve hür olduðunu .


emir ve edep Mýsrî Niyâzî Hazretleri bir gün Limni de Mýsrî yi bir kalbur samana kim alýr? diye nidâ ederler. Hiç kimse tâlip olmayýp kendilerinin ardýndan bir hayli söz söylenince, Mýsrî Niyâzî Hazretleri kendi kendine Ey koca Mýsrî! Sen bu âlemde bir kalbur samana bile deðmedin! diye buyururlar. Hazreti Mevlânâ da Sarýðýma, cübbeme paha biçtiler, bir dirhem bile etmedi. Bu dünyada benim adýmý hiç mi duymadýn? Ben bir hiçim, hiçim, hiçim diye buyurmuþlar.

yavuz celep

Yüce sultanlarýn hepsinin, kendilerini deðersiz, kýymetsiz, en aþaðýda gösteren sözler söylediði görülür. Bu bir edep gereði midir, edep nedir, hakîkati nedir diye biraz araþtýrma yapýp tefekkür ettikten sonra en fazla yanaþtýðým liman, emre uymak oldu. Allah herkese ihtiyacýndan görünürmüþ ya, emre muhâlefet konusunda çok iyi olduðum için galiba ben de edebi en fazla ihtiyacým olan þekilde yorumladým Emir, mutlaktýr. O bir þekilde deðiþtirilmesi, üzerinde oynanmasý mümkün olmayandýr. Muhâlefet etmeksizin olduðu gibi emre uymak ise

edeptir. Emir karþýsýnda kendi düþünce ve duygularýmýzýn, deðer yargýlarýmýzýn yeri yoktur. Düþünce ve duygularýmýz devreye girdiði zaman emri gerektiði þekilde, yerli yerinde uygulamak zorlaþýr. Bu açýdan bakýldýðýnda her þeyi yerli yerinde kullanmak da edeptir. Yüce sultanlar kendilerinde bir hakîkatin bulunduðunu çok iyi bildikleri halde, bu hakîkatin kendilerine ait olmadýðýný sýkça zikrederler. Onlar bu hakîkatten bahsederken kendilerini yere göðe sýðdýramazlar, fakat bu mânâyý taþýyan þekillerine/vücûdlarýna sýra geldiðinde ona da hakký olaný teslim ederler. Dolayýsýyla Mýsrî Niyâzî Hazretleri nin ve Mevlânâ Hazretleri nin yukarýdaki sözleri, edebin, her þeyi yerli yerinde kullanma konusundaki yönüne iþaret olarak deðerlendirilebilir. Ahmed er-Rifâî Hazretleri el-Burhânü l Müeyyed de edeple ilgili olarak þöyle buyurmuþlar: Ýlmen ve amelen senin üstünde olan kiþilere karþý edeb, onlara olan hizmetinde düðümlenir. Kendi seviyende olanlara karþý takýnacaðýn edeb ise, onlarý kendine tercih etmendir. Kendinden aþaðýda olanlara karþý edeb ise, onlara öðüt vermen, þefkat göstermendir. Ârif olanlarýn Hakk a karþý olan ilimlerindeki edeb, onun emirlerine


sarýlmak ve yasaklarýndan kaçýnmaktan ibârettir. Nefisle olan edeb, nefse muhalefetle gerçekleþir. Þeytanla olan edeb ise, þeytana karþý düþmanlýk beslemekle mümkündür. Hazret in edep olarak nitelediði her þey Allah ýn emirlerinden... Sanki emre uyulduðu ölçüde edeb dairesi içine giriyoruz Ken ân er-Rifâî Hazretleri de buyuruyorlar ki; Ayýran Âdem i hayvandan edebtir. Ken ân Rifâî Hazretleri bu sözüyle þunu anlatýyor diye kesin bir yargýda bulunmak, edep hakkýnda konuþurken edepsizce davranmak olur. Fakat benim gönlüme þunlar da doðuyor ki; hayvan, irâde hakký olmayan bir emir üzerine varlýðýný sürdürüyor. Baþka bir seçeneði yok. Eðer olsaydý belki uçmaya çalýþan bir kedi, ya da aslanlýk taslayan bir tavþan görebilirdik. Hayvan tam olarak Allah ýn yarattýðý þekle/emrine göre var olmasýna raðmen, onun bu hâli benliktir. Çünkü baþka bir þansý yoktur, tekdüzedir. Ýnsan ise hem ben hem sen deme kabiliyetine sahiptir. Allah ýn emri ise ben demeye deðil sen demeye yönelik olduðu için, edep ehli insan sen demeyi seçerek hayvandan ayrýlýr Allah bize, konuþup yazdýklarýmýzý hâl etmeyi, edeb ehli insanlarýn kýymetini bilmeyi ve onlara benzemeyi nasib etsin

Ýlmen ve amelen senin üstünde olan kiþilere karþý edeb, onlara olan hizmetinde düðümlenir. Kendi seviyende olanlara karþý takýnacaðýn edeb ise, onlarý kendine tercih etmendir. Hz. Ahmed er-Rifai


EDEP

Bu ayýn konusu edep olarak belirlendiði zaman her zaman olduðu gibi hiçbir kaynaða müracaat etmeden zihnimde, gönlümde edeple ilgili hangi izler kalmýþ diye bir tarama yaptým; Oku âyâtýný Kur ân-ý Kerîm in Göresin cümle maânîsi edeptir. Edebi olmayan âdem deðil âdem Ayýran âdemi hayvandan edebtir diyordu Ýlâhiyât-ý Ken an adlý eserinde Ken an Rifâî Hazretleri. Hz. Mevlâna da Mesnevî sinde Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliðine sabýr ve tahammül etmektir diyordu.

meral hasýrcý

Demek ki insan mertebesine yükselmek için edep sahibi olmamýz gerekiyordu. Edebi öðrenmek için Kur ân-ý Kerîm in mânâsýný bilmemiz ve öðrendiðimizi hâl etmemiz gerekiyordu. Hâl edip edemediðimizi de edepsizin edepsizliðine sabýr ve tahammül edip edemeyiþimiz bize gösteriyordu. Peki, bu sabrý ve tahammülü elde etmenin formülünü veren Kur ân-ý Kerim den ne anlamamýz lâzýmdý? Bütün peygamberler ve onlarýn vekili olan insan-ý kâmiller bize Kur ân-ý Kerim in manasýný öðreterek, lâ ilâhe illallah , lâ mevcude illallah ve lâ fâile illallah ilmini gönüllerimize nakþetmek için canla baþla çalýþmamýþlar mýydý? Bunu gönlünün derinliklerinde hissedebilen, mevcudun, fâilin Allah

olduðunu bilen nasipliler için artýk edepsiz biri diye bir kavram olabilir miydi? Biz onlarý dýþarýdan sabýr ve tahammül içinde görsek de onlar muhakkak ki o durumlarda da Allah la bir ve beraber olmanýn hazzý içinde olmalýydýlar. Ýþte bu noktada Kur ân ýn cümle manâsý ve edebin târifi Ken an Rifâî Hazretleri nin dilinden þöyle özetleniyordu: Edep, her þeyi Hak tan bilmek, fiili, fâili, mevcûdu hep Hak görmektir. Bu ayýn konularýndan biri de Niyâzî Mýsrî Hazretleri olduðu için, kendisinin Ýrfan Sofralarý adlý eserinden edeple ilgili bir bölüm paylaþmak isteðiyle kitabý taradým. Hazret diyordu ki: Ýnsanlara Allah ýn nûruyla bakarsan, zulmette nur, zehirde panzehir, düþmanlarda dost, kahýrda lûtuf ve o kadar çok çeþitli ve zýt aynalar içerisinde bir tek yüz ve bir cemâl görürsün. O nun gibi hiçbir þey yoktur . Nitekim Gazalî demiþtir ki: Kâinatta olduðundan daha güzeli yoktur. Kendi kendine þu beyti tekrar et: Âlemin nakþýný hep hayal gördüm; Ol hayal içre bir cemâl gördüm, Hem âlem çü mazhar-ý Hak týr; Anýn içün kamu kemâl gördüm. Bir baþka bölümde de þöyle diyordu: Allah Teâlâ mahlûkatý yaratmýþ, her þeyi tam yerli yerince koymuþtur. Bir kul, Allah ýn fiillerinde, kendi ilmine, zevkine ve tab ýna aykýrý olan bir þeyi sormak isterse Allah Teâlâ onun basiret gözünü açar ve kul Allah ýn o þeydeki hikmetini görür. Bu sûretle kul, zarûrî olarak


kalbinden niçin, nasýl sorularýný çýkarýr ve artýk hayret etmez. Onu yerine lâyýk görür. Artýk hiçbir þeyin sinek kanadý kadar fazla yahut eksik tarafýný dahi Rabbýna sormayý kendine yakýþtýrmaz. Elbette bir hastalýðýn, bir kusurun, bir eksikliðin, bir fakirliðin, bir zararýn, bir cehlin, bir küfrün kaldýrýlmasýný doðru bulmaz. Allah ýn insanlara ezelde taksim ettiði rýzký, eceli, kudreti, aczi, taati ve mâsiyeti deðiþtirmeyi istemez. Eþyayý olduðu gibi görür. Bunlarýn hepsini, içinde hiç zulüm olmayan, sýrf adalet ve eksiksiz kemal, hiç bozukluðu, eðriliði büðrülüðü olmayan tam doðru kabul eder. Her þer sandýðýnýn altýnda bir hayýr ve her zarar sandýðý þeyin sonunda bir fayda vardýr. Bir zaman zulmetin kapladýðý bir þeyi, baþka bir zaman nur kaplar. Yazýmý Ken an Rifaî Hazretlerinin baþta bazý bölümlerini hatýrladýðým Edep Hakkýnda adlý Ýlâhisinin son mýsralarýný tekrarlayarak ve hepimiz adýna Âmin! diyerek sonlandýrmak istiyorum. Edebi eylesin Allah bize tevfik Ýki âlemde, felâh, Ken an edeptir.


yitik malýmýz edep

Katýldýðý bir televizyon programýnda hocama güzel ahlâkýn herkese göre deðiþip deðiþmeyeceðini sordular. Cevabý basit ve mükemmeldi: Hayýr deðiþmez. Etik deðiþir. Etik kelimesi Batý nýn ahlâk anlayýþýný ifâde eder. Batý nýn ahlâk anlayýþý her ülkeye göre deðiþir. Ýslam ýn ahlâk anlayýþý ise Peygamber e odaklýdýr.

hüseyin gökhan

Kudsî hadiste Tahalluku bi ahlâkillâhi yani Allah ýn ahlâkýyla ahlâklanýnýz buyuruluyor. Ýnsanýn aklýna doðal olarak Hâþâ, biz yüce Allah ýn ahlâkýyla nasýl ahlâklanabiliriz? sorusu geliyor. Cevap, hocamýn televizyon programýnda buyurduklarý gibi Peygamber dir. Sevgili peygamberimiz bir hadislerinde Ýslâm güzel ahlâktýr buyurmuþlardýr. Âlemlerin Rabbi, kendi ahlâkýný bizlere öðretmek icin sevgilisini ve onun vârisleri olan insân-ý kâmilleri görevlendirmiþtir. Bu zevat, bize bizlerden gözükmek sûretiyle mükemmel ahlâký öðretir. Ahlâk bir hâl ilmi olduðu için felsefe ya da nazariye gibi kitaplardan öðrenilemez; insan sûretinde bir mürþid-i kâmilin hizmetinde bulunarak tahsil olunur.

Bu ilmi öðrenen kiþi artýk edep sahibidir. Büyüklerimizin dediði gibi Edeb, ilâhî nurdan bir taçtýr ki, onu baþýna geçirdikten sonra dilediðin yere gidebilirsin. Güzel ahlâk ilmine vâkýf olan edep sahibi kiþi, her dâim Allah ýn huzûrunda olduðunu bilir; artýk tevhid onun için kalýcý bir hâldir. Böyle olunca da istediði yerde bulunur, ona edep dýþý bir hâl eriþmez. Peki, mürþid-i kâmili nerede bulmalý? Zâhirde kiþi mürþidini arayýp buluyor gibi gözükse de, aslýnda tâlip olaný mürþid bizzat bulur. Þems Hazretleri bu konuda þunlarý söyler: Cihan Þems-i Tebrizî dolu, Mevlânâ gibi mürit nerede? Ben bu yazýyý hazýrlarken, hocam ve öðrencileri Yunanistan ýn Limni adasýnda Derman arardim derdime/Derdim bana derman imiþ dizelerini az çok herkesin bildiði Mýsrî Niyâzi Hazretlerini anýyorlardý. On dört yýla yakýn bu Yunan adasýnda sürgün olarak yaþamýþ bu hazret. Hikâyesi çok acýklý. Gerçekte acýklý olan ise bizim hâlimiz. Mýsrî Niyâzi Hazretlerinin bu topraklardan sürülmesi, yukarýda anlatýlanlardan ötürü aslýnda edebin sürgününü ve insanlarýmýzýn mahrûmiyetini anlatýyor. Ýlginçtir ki, Mýsrî Niyâzi nin sürülmesinden sonra memleketimiz zamanla eski gücünü kaybetmiþ ve sonunda tarih okuyan herkesin az çok bildiði kaçýnýlmaz sona gelinmiþtir. Bu süreçte milletimizin asýl kaybý, topraktan ziyâde atalarýnýn mânevî mirasýný devam ettirememiþ olmasýdýr.


Cemâlnur Hocamýn durup dinlenmeden, Kars tan Kayseri ye, Bursa dan Malatya ya, Ankara dan Limni ye, Konya dan Edirne ye giderek insân-ý kâmilleri tanýtmak için uðraþýp durmasýnýn sebebini þimdi daha iyi anlayabiliyorum. Ýlim müminin yitik malýdýr, onu nerede bulursa almalýdýr hadisinde anlatýldýðý gibi, hocam da insân-ý kâmiller vâsýtasý ile yitik malýmýzý toplamaya çabalamaktadýr. Onlarý tanýmak, onlara hizmet etmek ve nihayet onlarý memnun etmek bizlerin menfaatinedir. Biz talebimizde sâdýk olursak, edep nûrunu baþýmýza bir taç gibi giydirecek olan Allah sevgilileri de mahallelerimizi teþrif edeceklerdir. Bu zaten gerçekleþmeye baþlamýþ durumdadýr. Peygamber ahlâkýný mürþitlerinin hizmetinde öðrenen insanlarýn günden güne çoðaldýðýna þahit oluyorum. Tasavvufu kitaplardan okumaktan ziyade hakkýyla yaþamayý tercih edenler, bu yolda susuzluklarýný, iþtahlarýný her an arttýrmaktalar. Mevlâ nýn izniyle bu çabamýzda sabit kadem olursak, inþaallah ülkemiz tasavvufun, güzel ahlâkýn yaþandýðý bir cennete dönecektir. Bizden sonraki nesillerin hocamýn çabaladýðý yolda daha da kuvvetle çalýþmalarýný diliyorum. Üzerinde oturup farkýna varamadýðýmýz hazine inþaallah bize de çocuklarýmýza da açýlsýn.


MÜTERCiM DEN...

Bundan altý-yedi yýl önce hocamýz bizden bir Niyâzî Mýsrî þiirini ezberlememizi istediler. Þiir çoðaltýlarak aramýzda daðýtýldý. Çoðumuz çocukluðundan beri bir þiiri ezberlemeye çalýþmamýþtý belki de... Kekeleyerek, alýþtýrmalar yaparak, elimizde tuta tuta yýpratmýþ olduðumuz o fotokopiye ara sýra bakarak âdetâ kopya çekerek-, gözlerimizi havaya çevirip sözleri gökyüzünde arayarak, ezberlemeye çalýþtýk. Ezberlememiz istendiðine göre besbelli ki bu þiir mânâ yüklüydü; sözleri âdetâ sözden öte, þifâlý bir sihir gibiydi:

Ben sanýrdým âlem içre bana hiç yâr kalmadý, Ben beni terk eyledim, bildim ki aðyâr kalmadý. Cümle eþyâda görürdüm hâr var gülzâr yok, Hep gülistân oldu âlem, þimdi hiç hâr kalmadý. Gece gündüz zâr u efgân eyleyüb inlerdi dil, Bilmezem n oldu kesildi âh ile zâr kalmadý. Gitti kesret, geldi vahdet, oldu halvet dost ile Hep Hakk oldu cümle âlem, çarþý bâzar kalmadý. Din diyânet âdet ü þöhret kamu vardý yele, Ey Niyâzî n oldu sende kayd-ý dindâr kalmadý.


Büyüklerimiz Niyâzî Mýsrî Divâný ný ezbere bilirlermiþ. Ezbere bilir ve hakikatini idrak ederlermiþ. Ýþte hakîkati hepimizin idrâk etmesi niyâzýyla Mayýs ayýnda, Hazretin medfun olduðu Limni de düzenlenen "Limni'de bir Malatyalý Bilge: Niyâzî-i Mýsrî" paneli hazýrlýklarý çerçevesinde Cemâlnur Hocamýzýn giriþimiyle Hz. Niyâzî nin on þiiri, sahasýnda son derece uzman olan çevirmen Victoria Holbrook tarafýndan Ýngilizce ye tercüme edildi. Bu, Mýsrî Hazretleri nin dünyaca tanýnýp idrak edilmesi için atýlan adýmlarýn en önemlilerinden biri Hz. Pîr, bütün evliyâullah gibi, mânâsýyla her dilden konuþuyor. Teberrüken, o zamanlar okuyup zihnimize kazýmaya çalýþtýðýmýz þiirin tercümesine burada yer veriyoruz. Hakîkatini hâl etmek husûsunda kendilerinin himmetlerini niyâz ederek I used to think I had not one friend left in the whole wide world I thought I d abandon myself, I knew no one else remained I d see a thorn in every thing, never a bed of roses Now the whole world is a bed of roses, and no thorns remain My heart used to weep all night and day moaning and crying out I don t what has happened, but neither sighs nor tears remain Multiplicity is gone, oneness has come, I m with the friend The whole world has become God the Truth, no bargaining remains Faith, piety, rule, reputation, all have gone with the wind O Niyazi, what s become of you, no chains of faith remain


ZÝYARET: taleb-i himmet

arzu eylül yalçýnkaya

Kendim bildim bileli çeþitli vesilelerle kabir ziyâretlerine gitmiþimdir. Daha o dönemlerde aklýma gelen niçin bu ziyâreti yapýyoruz sorusu, ilerleyen yýllar boyunca az çok cevap bulmakla beraber yine bu ziyâretlere eþlik etmeyi sürdürmüþtür. Bu soru bundan birkaç hafta önce Limni adasýnda Niyâzî Mýsrî Hazretleri nin medfun bulunduðu mahalli ziyâret ettiðimizde sarahatle yanýt buldu. Müsaadenizle gönlüme dolan bu cevabý sizinle paylaþmak ve daha sonra Ýbnü l Arabî nin konuyla ilgili görüþlerinden birkaçýný aktarmak isterim. Hani mahallenizde sevimli bir nine vardýr, onu ziyâret etmek için bir vesile ararsýnýz: Bayram, kandil, niþan, düðün. Ya da muhabbeti içinizi açan bir arkadaþýnýz vardýr, sebepli-sebepsiz arayýp sesini duymak ister, bir akþam bir kýr kahvesinde oturup onunla sohbet etmek için fýrsat kollarsýnýz. Yahut bir anlýk nazarý, bir anlýk sükûtu sizi yeniden dirilten bir hocanýz, mürþid iniz vardýr;

onu lahzâda görebilmek, nazarýna muhatab ve himmetine nâil olabilmek için günlerce yollarýný beklersiniz. Bu aradýðýnýz imkânlar, kolladýðýnýz zamanlar ve beklediðiniz yollar o kiþilerden beklediðiniz maddî bir kýymet için midir yoksa o buluþmalarda duyduðunuz mânevî bir zevk için mi? Tabiî ki o güzel insanýn vücudundan görünen mücerred bir güzellik ve mânevî bir gýda için. Âcizâne kabir ziyâretlerinin, bilhassa mânevî büyüklerin türbelerine yapýlan ziyâretlerin de bundan çok farklý olmadýðýný hissediyorum. Nasýl yüksek dallarý ve geniþ gölgesiyle bir çýnar veya bir kestane aðacý insanlarý çevresine topluyorsa, mânevî büyüklerin türbeleri de dünya denilen güneþin ruh kavurucu ýþýnlarýndan bir süreliðine de olsa korunmak isteyen yorgun vücutlarý çevresine topluyor, serinletiyor. Bu zevki duyan kimseler de her vesileyle o mânevî makamý ziyâret etmekten zevk duyuyorlar. Gelelim Limni ziyâretine Hazret in son derece heybetli, meþrebinin de celâlli olduðunu biliyoruz. Açýk konuþur, ilmi ve hakikati insanýn gönlüne adeta hakkedercesine þiir söylermiþ. Hak tan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiþ. Bu mýsrâyý duymamýþ, etkilenmemiþ olanýmýz var mýdýr? Hiç sanmýyorum. Kendileri bu hakikati açýkça görmüþ ve gördükleri gibi ifade etmiþler. Ýfâde çok güçlü ve gönle tesir ediyor. Âdeta


kuvvetli bir el tarafýndan oraya kazýnýyor. Bu kadar açýk olan bir gerçeði bu derece duru bir ifâdeyle iþitmek, insaný herþeyin Hak olduðu konusundaki bilgisini tazelemeye sevk ediyor. O ki, bu samimiyet ve bu açýklýk insanýn önünde önceki gaflet dolu anlara dönmek için yol býrakmayacak kadar kuvvetle duruyor. Etrafýnýza bakýyor ve yalnýz o gerçeði terennüm ediyorsunuz: Hak tan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiþ. Bu dizeyi kendilerinin divânýndan defalarca okumama raðmen, mânâsýný o ziyâret sýrasýnda duymuþ olmam þaþýrtýcýdýr. Ýþte bu hâl, kabir ziyâretinin anlamýyla ilgili sorumun cevabý oldu. Biz bu ziyâretlerde o mübâreklerin mâneviyatlarý gölgesinde dinleniyor, bize kendi vücutlarý kabýndan ikram ettikleri mânâ þerbetlerini içiyoruz. Onlarýn zevklerinden ve neþelerinden, himmetlerinden ve varlýklarýndan yayýlan güzel kokudan nasipleniyoruz. Bu düþünceler içinde Fütuhât-ý Mekkiye nin birinci cildini okurken konuyla ilgili bir bölümle karþýlaþtým. Yorumunu sizlere býrakarak birkaç paragrafý burada nakletmek istiyorum: Mekânlarýn lâtif kalplerde bir tesiri vardýr. Hangi yerde olursa olsun, kalp en genel vecdi bulsa bile onun Mekke deki

vecdi daha tam ve daha yücedir. Ruhânî menziller, derece derece olduðu gibi cisimsel menzillerde derece derecedir. Acaba dostumuz, kalplerimizin vecdlerinin bazý mekânlarda diðerlerinden daha fazla olduðu görüþümüze katýlmaz mý? Ýbn Arabî halvete giren bir dostunun mekân tercih ederken kabirlere yakýn yerleri tercih etmesindeki hikmetten bahsederek konuya devam ediyor: Dostumuz, Tunus un doðusunda deniz kenarýnda yapýlmýþ yüksek yapýlý evlerde halvet etmez, þehrin kapýsýna yakýn, kabirlerin ortasýndaki zâviyelerde kalýrdý. Bu yerler huzuru güçlendirir. Bunun sebebini sorduðumda, þöyle cevap vermiþti: Kalbimi burada diðer yerlerden daha çok buluyorum. Kuþkusuz ben de þeyhin söylediðini orada tecrübe ettim. Yine sâlih kimselerin kabirleri ve makamlarýný ziyâret etmenin kalp üzerindeki tesiriyle ilgili þunlarý kaydediyor: Bu gibi yerlere örnek olarak iyilerin evi diye isimlendirilen Ebû Yezîd in evi veya Cüneyd-i Baðdadî nin Þunûziye deki zâviyesi, Ýbn-i Ethem in Yakîn deki maðarasýný verebiliriz. Bu diyardan göç edip eserleri mekânlarda bâkî kalan sâlih kimselerin mekânlarý lâtif kalplere tesir eder. Bu nedenle mescidlerin deðeri, ecrin katmerleniþinde deðil, kalbin vecdinin artýþýnda ortaya çýkar. Bu baðlamda, kalbini bir mescitte baþka bir mescide göre daha çok bulursun (vecd


içinde olduðunu görürsün) Bunun nedeni mescidin kendisinden yapýldýðý etrab (toprak) deðil; etrab (akran) ile oturmak ya da onlarýn himmetleridir. Ziyâret edilmesi en muteber þehir ise Mekke dir. Zira Kâbe yi 124.000 peygamber tavâf etmiþ ve hepsinin himmetleri o mekâna yerleþmiþtir:

arzu eylül yalçýnkaya

Seninle oturan kim ise vecdin ona göre gerçekleþir. Çünkü insanlarýn himmetleri kendileriyle oturanýn kalbine etki eder. Ýnsanlarýn himmetleri ise mertebeleri ölçüsündedir. Üstünlük himmetler bakýmýndan ise kuþkusuz bu evi (Kâbe yi) velilerin dýþýnda yüz yirmi dört bin peygamber tavâf etmiþtir. Binâenaleyh her peygamber ve velinin bu eve iliþmiþ bir himmeti vardýr. Bir kalp sahibi bir saat bile Mekke ye girseydi yine bu durum gerçekleþirdi. Ýbnü l Arabî nin -hemen bütün tasavvuf meselelerini iþlerken yaptýðý gibi- konuyu bir baþka açýdan da ele alarak tamamladýðýný görüyoruz: Kalbinin vecdinde çarþý ile mescid arasýnda fark göremeyen kiþi, makam sahibi deðil hâl sahibidir. Bunun þerhini de Niyâzî Mýsrî Hazretlerinin bir þiirine býrakalým: Hânede virânede Kâbe de puthânede çaðýrýram dost, dost!



omid safi

kadýn ve karþýdan karþýya geçen kaplumbaða


Sabahlarý herkes gibi benim de çok yoðun bir programým oluyor: Çocuklarý kaldýrýp giydirmek, þekersiz, ve mümkün mertebe saðlýklý bir kahvaltý hazýrlamak, arabaya bindirip okullarýna býrakmak Yolu, kahvelerini yudumlayan ya da akýllý telefonlarýný kurcalayan diðer binlerce anne babayla paylaþýyorum. Trafik genellikle yoðun oluyor. Bu sabah ise olaðanüstü bir manzarayla karþýlaþtým. Kýzýmýn okuluna giden dört þeritli yolun ortasýnda kollarýný bir Ýsâ figürü gibi iki tarafa açmýþ bir kadýn, trafiði iki yöne de kapatmýþtý. Arabasýný yolun saðýna park etmiþ ve dörtlülerini yakmýþtý. Yolun iki tarafýndaki araçlar tamamen durmuþtu ve hepimiz hayranlýkla bu kadýný izliyorduk. Diðer þoförlere baktýðýmda yolun ortasýnda duran kadýndan ziyade ayaklarýna doðru baktýklarýný farkettim. Sonunda herkesin neye baktýðýný gördüm: Otoyolun ortasýnda, yaþlý bir kaplumbaða yavaþça, çok y a v a þ ç a karþýdan karþýya geçmeye çalýþýyordu. Kadýn arabasýný ve tüm trafiði durdurmuþ ve kaplumbaðanýn güvenle karþýya ulaþmasýný saðlýyordu. Onun yardýmý olmasa mâsum bir sürücünün, farkýnda olmaksýzýn yoldaki herkesten daha yaþlý olan bu kaplumbaðayý ezeceðine þüphe yoktu. Bu kadýn genel anlamda olaðanüstü bir insan deðildi. Bir markette kendisine ikinci kez bakma gereði duymadan belki milyon kez önünden yürüyüp geçebilirdiniz. Genç, uzun boylu ya da

güzel sayýlmazdý. Fakat yaptýðý þey muazzam ve gerçekten güzeldi. Etrafa güç ve merhamet yayýyordu. Alelâde insanlardan cesaret ve sevgi tezâhürü görmek çok etkileyici bir tecrübe. Bu müdâhalenin en azýndan 2 3 dakika gecikmelerine sebep olacaðý sürücülerin yüzlerinde bir gerginlik ifadesi göreceðimi tahmin ederek etrafýma bakýndým. Kornalarýna basan, direksiyonlarýna vurarak sinirlerini çýkarmaya çalýþan ya da gözlerini yuvarlayan insanlar görsem hiç þaþýrmazdým. Fakat baktýðým yüzlerin hiçbirisinde bunlarý göremediðimi, aksine baþlarýný tasdikle salladýklarýný þaþkýnlýk ve zevkle farkettim. Bunun yerine yüzlerde þefkat ve merhametli tebessümler görülüyordu. Herkes bu bencillikten uzak merhamet gösterisini onaylayarak bakýyordu. O anda içimi bir þükran dalgasý kapladý: Varlýðýmýza derinden nakþedilmiþ olan, merhamet ve merhamet anlayýþý deðil miydi? Aceleci ve gergin varlýklar deðil de merhametle yaþamak üzere var edilmiþ insanlar deðil miydik? Ve aramýzda merhamet üzere yaþayýp karþýlarýnda bir ayna gibi merhamet idrâki ile karþýlaþarak sevgilerinin aks-ü lâmelini görenler yok muydu? Eve dönerken hiç beklemediðim baþka bir huzur kalbimi kapladý. Aklým ben i sen e çevirip merhameti sadece yakýnýmýzda yaþamaktan vazgeçerek tecrübe edeceðimiz derin dönüþümden bahseden merhamet timsali Dr. Martin


Luther King in öðretilerine takýldý. Dr. King e göre bu noktaya ancak eðer baþkalarýna yardým etmeyi býrakýrsam bana ne olur? sorusunu sormayý býraktýðýmýz zaman geliyoruz ve eðer onlara yardým etmeyi býrakmazsam onlara ne olur? prensibi üzerine yaþamaya baþlýyoruz.

omid safi

Kaplumbaðanýn karþýya geçmesine yardýmcý olan kadýnýn yaptýðý da buydu. Aracýný durdurup yola çýkarsa kendisine ya da arabasýna gelebilecek zararý düþünmemiþti. Gideceði yere 3 dakika daha geç kalýrsa kendisine ne olacaðýný da düþünmemiþti. Hareketi doðrudan merhametin emri üzereydi: Eðer kaplumbaðaya yardým etmek için durmasaydý bu dev varlýða ne olacaktý? Arabada evime doðru yol alýrken baþka bir soru, baþka bir ikilem zihnimden canlandý: Beþ kiþiden birinin günde 1 dolarýn altýnda bir parayla yaþadýðý bir dünyadayýz. Fakirliðin de en az kölelik ya da savaþ gibi doðal bir hâl olmadýðý bir dünyadayýz. Bizler, yaþayan insanlar topluluðu, savaþ ve fakirliðin travmasýný devam ettiren þartlara boyun eðiyoruz. Bizler, en iyi niyetlilerimiz dâhil, karþýlaþtýðýmýz sorunlarýn düzeltilemeyecek kadar büyük olduklarýna kendimizi iknâ etmiþiz. Hâlbuki savaþa harcadýðýmýz kaynaklarý ve yýlýn bütçesinden sadece sekizer günlük gelirimizi kenara ayýrsak açlýðý ve fakirliði dünya yüzünden silebiliriz. Harekete geçecek miyiz? Arabalarýmýzdan çýkýp kardeþlerimizin bu kendi eserimiz olan tehlikeli caddeyi geçmelerine yardýmcý olacak mýyýz? Kardeþlerime yardým etmeyi býrakýrsam

bana ne olur? sorusundan Eðer onlara yardým etmeyi býrakmazsam onlara ne olur? sorusuna geçecek miyiz? Bunu da acýma hissiyle deðil de hayat yolundaki yoldaþlarýmýza olan sâfi sevgi ve ilgimizden dolayý yapacak mýyýz? Belki de tahmin ettiðimizden daha çok kiþi herkese karþý merhamet yolunu seçecek. Belki de özverili davranýþlarýmýzý anlamasýný hiç beklemediðimiz insanlar baþlarýný tasdik ve merhametle sallayacaklar. Ve belki de bazýlarý bizlere katýlacaklar. O kaplumbaða, tehlikeli yolu bir kadýnýn bencillikten uzak merhameti sayesinde geçebildi. Diliyorum ki Allah ýn tüm evlâtlarý tehlikeli yaþam yolunu geçerek menzillerine ulaþabilsin. Çýlgýnlýk trafiðini hepimizin durdurmasý ve bu yolu, tasarlandýðý gerçek amaç için tekrar inþâ etmemiz gerekiyor: Allah ýn yarattýðý tüm varlýklarýn menzillerine varabilmeleri için emniyetli bir geçit . Hepimizin bu inþaata katýlmasý dileðiyle Çeviren: Hüseyin Gökhan Omid Safi hakkýnda: Kuzey Karolayna Üniversitesi nde Ýslâmî Araþtýrmalar profesörü. Safi nin uzmanlýk alaný Çaðdaþ Ýslâm Düþüncesi ve Tasavvuf. Özellikle Hz. Peygamber in (s.a.v.) ve Mevlânâ Celâleddin Rûmî gibi evliyâullahýn hayatlarýnýn gündelik yaþantýmýzla hâlen devam etmekte olan iliþkisi üzerine çalýþýyor. Bu yazý, yazarýnýn izniyle aþaðýdaki linkten alýnarak tercüme edilmiþtir: http://www.religionnews.com/blogs/omidsafi/the-woman-and-the-road-crossing-turtle2 adresindeki site



NEFES ÜZERÝNE...

NEFES VE HAYATIMIZ Nefes bizim ana yaþam enerjimiz. Ýçinde yaþadýðýmýz bu vücut nefesle çalýþýyor. Yemek ve su temel enerji kaynaklarýmýz fakat yemeksiz ve susuz bir süre canlý kalabilsek de nefessiz kalýrsak birkaç dakika içinde biyolojik bedenimiz ölüyor. Ýlk nefesimizle bu dünyaya geliyoruz ve son nefesimizle bu dünyadan ayrýlýyoruz. Ve ikisi arasýnda hiç durmadan nefes alýyoruz. Ve bu aldýðýmýz nefesin kalitesi, performansý ve doðallýðý bizim yaþam performansýmýzý doðrudan etkiliyor. Dolayýsýyla fiziksel yaþantýmýz için nefes en önemli aracýmýz. Ve aslýnda zihinsel ve mânevî yaþantýmýz için de bu denli önemli.

ýþýl sarraf

Biliyoruz ki Allah nefesinden üfleyerek bedenimizi diriltiyor. Bu konu, Secde Sûresi nde : 7. O ki, yarattýðý her þeyi güzel yaptý. Ýnsaný yaratmaya da çamurdan baþladý. 8. Sonra onun neslini bir öz sudan, deðersiz bir sudan yarattý. 9. Sonra onu þekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için iþitme, görme ve idrak duygularýný yarattý. Ne kadar az þükrediyorsunuz! þeklinde geçiyor. Ve her an üflediði nefesle bizi canlý tutuyor. Aslýnda nefes, Allah la bir nevi fiziksel baðlantýmýz. Yani bizim

otomatik olarak aldýðýmýzý sandýðýmýz nefes aslýnda Allah ýn bize üflediði nefesinden baþka bir þey deðil. Biz her nefes veriþimizle ölürken O her sonraki nefesiyle bizi tekrar diriltiyor. Nefes, yüzyýllardýr daha çok Doðu öðreti ve felsefelerinde çeþitli amaçlar için farkýnda olunan ve kullanýlan bir araç olmuþtur. Artýk günümüz bilimi de nefesin önemini kabul ediyor ve alternatif týp adý altýnda nefesi birçok alanda tavsiye ediyor. Her yaþtan insan, nefes enerjisini hayatlarýnýn çeþitli alanlarýnda performans arttýrmak amaçlý kullanýyor. Fiziksel ve zihinsel tedaviler için deðiþik nefes çalýþmalarý ve teknikleri var. Biz burada nefesi tabiî ki Ýslâm ve tasavvuf bakýþ açýsýyla inceliyor olacaðýz. Bu baðlamda her nefes yeni bir diriliþ, Allah a doðru hareket için yeni bir þans demek. Doðduðumuz an itibariyle düþünmeden otomatik olarak nefes alýyoruz ve böylelikle yaþýyoruz. Nefes bizim hem bilinçsiz hem de bilinçli olarak ortaya koyduðumuz yegâne eylem. Yani bilinçsiz olarak aldýðýmýz nefesi bilinçli olarak düzeltmemiz mümkün. Aslýnda genetik olarak büyük bir týkanýklýk taþýmýyorsak mükemmel bir nefesle doðuyoruz. Mükemmel nefesin ne olduðunu açarsak, hem nefes alýþ hem de veriþ için doðal, rahat, açýk, derin, baðlantýlý, dengeli kelimeleri uygun olacaktýr. Fakat daha sonra büyürken bir þekilde yaþadýklarýmýz, düþüncelerimiz, duygularýmýz ve tecrübe ettiklerimizle doðru orantýlý olarak nefesimiz, olmasý


gereken o mükemmel hâlinden uzaklaþýyor. Kiþide bu iyi, bu kötü kavramlarý, bu benim, bunu istiyorum, bunu istemiyorum düþünceleri oluþtukça, yani nefs kendini göstermeye ve güçlenmeye baþladýðý an itibariyle, nefesi de bozulmaya baþlýyor. Vücudumuzu nefes çalýþtýrýyor dedik, aynen televizyonu çalýþtýranýn elektrik olduðu gibi. Nasýl eðer televizyonun elektrik kablosunda bir kaçak olduðunda televizyon parazit yapýyorsa bizim de nefesimizde bir kaçak, týkanýklýk vs. varsa hayat parazit yapmaya baþlýyor. Bir diðer deyiþle Allah la olan o doðal ve rahat baðlantýdan uzaklaþýyoruz ve yaþamýmýz zorlaþmaya baþlýyor. Allah la direkt baðlantýda olan yaþam enerjimiz doðal halinden uzaklaþtýkça, bu hayatýmýza fiziksel olarak hastalýklar, zihinsel olarak dengesizlikler, duygusal olarak mutsuzluk, ruhsal tatminsizlikler olarak yansýyor. Nefesimizi etkileyen, bizi Allah tan uzaklaþtýran, Allah la aramýza koyduðumuz her türlü duygu ve düþünce filtrelerinden etkilenen nefes, yaþamýmýza birçok olumsuzluklar ve negatiflikler getiriyor. Daha küçük yaþlardan baþlayarak yaþýmýz ilerleyip þekillendikçe nefesimiz buna benzerlik gösterecek þekilde bir kalýp oluþturuyor. Bir örnek verirsek, farkýndalýðý olan, rahat, teslimiyet sahibi bir kiþide nefes de rahat ve dengeli olurken, endiþe, sabýrsýzlýk gibi özellikler taþýyan bir kiþide nefes telâþlý, düzensiz bir nefes kalýbýyla kendini gösteriyor. Aslýnda nefesimizde olmasý gereken þey,

hem bizim mânevî baðlantýmýzý saðlamak hem de bu dünyada ayaklarýmýzý yere bastýran farkýndalýðý vermek ve ikisi arasýnda mükemmel bir denge kurmaktýr. Dikkat edin, hoþumuza gitmeyen bir olayla karþýlaþtýðýmýzda, korktuðumuzda, negatif bir duygu hissettiðimizde hemen ya nefesimizi tutarýz ya da nefes düzensiz bir hâle gelmeye baþlar. Bu olay karþýsýnda teslim olmamýz gerekirken bu eylemle sadece rahatsýzlýðýmýzý arttýrýrýz. Aslýnda olmasý gereken, olana izin vermek, dengeli ve düzenli nefes almaya devam etmektir Hepimiz iþe, aldýðýmýz nefesin farkýnda olmaya çalýþarak baþlayabiliriz. Derin, rahat bir nefes alýþveriþi teslim olmamýzý saðlamakta, farkýndalýðýmýzý arttýrarak güçlenmemizde ve öðrendiðimiz tasavvufî bilgileri yaþamýmýza geçirmekte bize yardýmcý olacaktýr.


müge doðan

GÖLGE TOPRAKLAR - OXFORD


50 li yýllarda yaþanmýþ gerçek bir hikâye üzerine kurgulanmýþ, Hristiyan bir adamýn Yahudi bir kadýna olan aþkýný anlatan muhteþem bir film Gölge Topraklar Hikâye, Oxford da geçer. Bir akademisyen olan adam, derslerinde gerçek aþkýn, bir tek eriþilmez olana olduðunu savunan, tamamen kitabi bilgilerle dolu anlatarak acýnýn insan için ne kadar gerekli olduðunu ayný cümlelerle tekrar edip dururken, aþký ona tüm varlýðýnda yaþatacak bir kadýnla tanýþýr. Hep söylediði, anlattýðý, ama hiç yaþamadýðý duygularýn içinde bulur kendini O kadar ezberlenmiþ ve hattâ o kadar kliþeleþmiþtir ki söyledikleri, yaþadýðý aþkýn, anlattýðý her þeyi ona hâl ettireceðinin bile farkýnda deðildir. Bunu ancak sevdiðini kaybedeceðini öðrendiði zaman idrak eder. Aþkýn tanýmý onun için artýk mutluluktan ziyade acý dýr. Bu acý onun tekâmülü ve aþkýnýn kalýptan kurtulup Allah aþkýna dönüþerek sonsuzlaþmasý için çok gereklidir. Tam da herkese anlattýðý þeyi yaþýyordur þimdi adam. Acý çekeceksek neden âþýk oluyoruz o zaman? Bunun cevabýný bilmiyorum ama þimdi yaþadýðým acý o zamanki mutluluðumun bir parçasý Çünkü anlaþma böyle diyor adam filmin son sahnesinde. Anlaþmanýn ne olduðunu, neden böyle olduðunu sorgulamadan kabulleniyor. Kabulleniþinin içinde bulmuþ sanki cevaplarý Adamýn gözlerine huzur dolu, aþklý bir bakýþ yerleþmiþ.

Bitiyor film Bu filmi ikinci kez izleyiþim. Gene boðazým düðüm düðüm Seneler önce hocama sorduðum soru aklýma geliyor: Ýslam nedir? Kabullenmek ve teslimiyet diye cevap vermiþti bana. Ýnsanýn varlýðýnýn sebebi aþk. Son menzili aþk Ýçindeki acýyý kabullendiðin zaman sana neden bu acýnýn gerekli olduðunun cevabýný gene kendi veriyor. Hakikatini âþikâr ederek... Ancak Ýslâm olduðun zaman Filmdeki karakter, Oxford da bir profesör. Bizden Ýslâm kürsüsü kurmamýzý isteyen Oxford Üniversitesi nde Sanki hâlâ bu sorunun cevabýný bulmak istiyoruz. Sâmiha Anne nin cevabý gönlüme düþüyor, idrâkýný niyaz ederek: Aþk için ýztýrap, tabiî bir emir Bir çiçek bile balýný, usâresini vermek için arýnýn can yakýcý iðnesine katlanýyor. Fesleðen yapraðý da ezilip örselenmedikçe güzel kokusunu gizli tutuyor. Öd ve amberin ise daha inatçý bir gizleniþi var. Onlar, zamirlerindeki güzel kokularý meydana vurmak için mutlak ateþe atýlmak istiyorlar. Yanmak ve hýrpalanmak, belki bunlar da bir zevk Belki ýztýrap da aþkýn bir baþka ifâdesi, bir diðer cephesi Belki deðil muhakkak Aþkla ýztýrâbý, iki meþ alenin karýþmýþ ýþýðý gibi tek vücut olarak düþünüyorum. Birinin aydýnlýðýný ötekinden ayýrmak nasýl imkânsýz ise, aþkla ýztýrâbý da yekdiðerinden seçmek o kadar imkânsýzdýr. (Batmayan Gün, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 2001, s. 202-203)


NE HABER?

Mutasavvýf Niyâzî-i Mýsrî Anýldý Büyük mutasavvýf ve þâir Niyâzî-i Mýsrî, 25 26 Mayýs 2012 tarihlerinde Yunanistan ýn Limni adasýnda düzenlenen bir etkinlik çerçevesinde anýldý. Malatya Belediyesi, Malatya Valiliði ile TÜRKKAD ve Limni Belediyesi tarafýndan düzenlenen panele TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi Baþkaný Cemâlnur Sargut da katýldý. Etkinlik çerçevesinde hazretin hayatý, fikirleri ve öðretilerini irdeleyen konuþmalar yapýldý.

ümit gülbüz ceylan

Devrinde yeterince anlaþýlamayan, fikirlerinden ötürü sürgüne gönderilen ve bugün bile hâlâ gerektiði gibi anlaþýlamamýþ bir âlim olan Mýsrî nin Limni deki son istirahatgâhýnýn üzerinde þu an bir sokak bulunuyor. Hazreti Peygamber in Ya âlim, ya öðrenci, ya dinleyici olun. Yoksa helâk olursunuz hadisini düþündüðümüzde âlimlerin hâtýrasýný yaþatmak ve onlarý gelecek kuþaklara anlatmak bir boyun borcu... Limni deki panelde açýlýþ konuþmasý yapan Yunanistan ýn Kuzey Ege Bölge Valisi, hazretin mezarýnýn günyüzüne çýkarýp tekkesinin aslýna uygun hale getirilmesi için çalýþmalarýn baþladýðýný belirtti. Bu arada TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi de Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine bir mektup yazarak durumu bildirmiþ ve iþlemleri

hýzlandýrmak için harekete geçmiþ bulunuyor. Doðum yeri Malatya olan Niyâzî-i Mýsrî Hazretleriyle ilgili olarak son yýllarda Malatya da anlamlý etkinlikler düzenleniyor. Malatya Belediyesi ve Malatya Kent Konseyi bir Niyâzî-i Mýsrî Çalýþma Grubu kurarak ünlü mutasavvýfý tanýtmak için faaliyetler düzenliyorlar. 2010 yýlýnda TÜRKKAD Ýstanbul Þubesi tarafýndan Malatya da düzenlenen Uluslararasý Kulun Niyazý Mýsrî Niyâzî Sempozyumu büyük ses getirmiþ, akabinde Malatya Ýnönü Üniversitesi nde yine TÜRKKAD ýn teklifiyle Niyâzî-i Mýsrî Uygulama ve Araþtýrma Merkezi kurulmuþtur.

Cemâlnur Sargut Yeni Yayýn Döneminde Gülben de

Ýki sezondur TRT-1 ekranlarýnda kadýn kuþaðýnda adýndan baþarýyla adýndan söz ettiren Gülben Ergen in sunduðu Gülben programýnýn önümüzdeki yayýn döneminin dâimî konuðu Cemâlnur Sargut olacak. Ekranlarda insanlarýn hayatlarýna mânevî bir iklim getiren Cemâlnur Sargut bu programda Eylül ayýndan itibaren onbeþ günde bir salý günleri Mesnevi anlatacak. Mesnevi nin bugünkü yaþantýmýza yansýmalarýnýn açýklanacaðý bölümlerde Cemâlnur Sargut yine gönüllere seslenecek.


Cemâlnur Sargut a Yýlýn Yazarý Ödülü Verildi

Tuzla Belediyesi tarafýndan düzenlenen 'Kadýn Þöleni' kapsamýnda 8 Haziran 2012 tarihinde mutasavvýf-yazar Cemâlnur Sargut a bir plaket takdim edildi. Tuzla Belediyesi Kent Konseyi tarafýndan Tuzlalý hanýmlar, Cemâlnur Sargut u en iyi yazar olarak belirlediler. En iyi film dalýnda ise Fetih 1453 filmi ödül aldý.


SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA

nefes alan tarifler

somonlu spagetti


Malzemeler: 4 adet 100 er gramlýk Somon Fileto 500 gr. Spagetti 1 Tatlý Kaþýðý Hardal 1 Avuç Ýnce Kýyýlmýþ Kurutulmuþ Domates 1 Bardak Light Süt veya Light Krema 100gr. Yaðsýz Taze Kaþar Loru 1 Çay Kaþýðý Toz Zerdeçal 4 Diþ Ýnce Dilimlenmiþ Sarýmsak Yaðsýz Piþirme Spreyi 2 Çorba Kaþýðý Soya Sosu 1 Tatlý Kaþýðý Fesleðen 1 Çay Kaþýðý Karabiber 1 Avuç Ýnce Kýyýlmýþ Taze Roka Somon için 4 adet Defne Yapraðý

Hazýrlanýþý: Geniþ sos tavasýnýn (Wog) içine piþirme spreyini bolca sýkýn. Ýnce ince dilimlenmiþ sarýmsaklarý orta ateþte öldürün. Sonra roka hariç diðer tüm malzemeyi içine atýn. Süt veya krema kaynayýnca, 7-8 dakika tuzlu suda haþlanmýþ spagettiyi sos tavasýnýn içine koyun ve karýþtýrýn. Son olarak rokayý ilâve edin. En son olarak üzerinde defne yapraklarý ve karabiberle 250-300 derecede fýrýnda piþmiþ olan somonlarý tabaklara yerleþtirin ve servis yapýn. Âfiyet olsun.


görüþmek üzere...

yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.