TEMMUZ 2012
34.say箪
Tasavvuf K端lt端r端 Dergisi
tasavvuf ve akademi
EDÝTÖR DEN...
Her Nefes in Temmuz sayýsýndan tüm gönül dostlarýmýza merhaba... Bu sayýmýz, çok güzel ve çok özel bir sayý... Tasavvuf Akademilerde konulu bu sayýda Ken'an Rifaî Hazretleri nin, bir gün öðrencisi Samihâ Ayverdi'ye söylediði "Bir gün gelecek tasavvuf akademilerde okutulacak..." sözünün vücut buluþunun hikâyesini paylaþacaðýz sizlerle... Beraber bir oluþa, deðiþime þâhitlik edenlerin hikâyelerini okuyacaðýz. Üstünde önemle durmaya çalýþtýðýmýz, hocamýz Cemâlnur Sargut önderliðinde hayata geçen ve inþaallah dünyaya tasavvufu anlatacak olan kürsülerimizi ve eðitim kurumu olarak faaliyete geçiþlerini paylaþacaðýz. Bu sayýmýz, Türk tasavvuf tarihinde gerçekten çok önemli mihenk taþlarý olan, Amerika ve Çin deki üniversitelerde açýlan Kenan Rifâî Ýslâmî Çalýþmalar Kürsülerinin kuruluþlarýný anlatýyor. 2009 da North Carolina Üniversitesi nde, 2011 de de Pekin Üniversitesi nde kuruluþlarý tamamlanan bu kürsülerin oluþum aþamalarýna þâhitlik eden veya þu anda bu çatýlar altýnda eðitim veren, dünya çapýndaki hocalarýn ve süreci tâkip eden dostlarýmýzýn görüþlerini ve düþüncelerini içeriyor. Özel ama çok özel bir sayýmýz... Dilerim, bu eþsiz, gerçek ilim ve eðitim kurumlarýnýn hikâyelerini, oluþum aþamasýndan faaliyete geçene kadar bizleri nefessiz býrakan heyecaný, bizi tam canýmýzdan yakalayan bu olaðanüstü hâdiseleri inþaallah sizler de tam gönlünüzün orta yerinden hissederek yaþabilirsiniz. Türk tasavvuf tarihinde yeni bir dönemin baþlangýcýna hoþgeldiniz dostlar! Yosun Mater
BÝR ALINTI...
Ken an Rifâî, ta ilk gençlik çaðýndan itibâren kütleye karþý vazifelendiði tâlim ve tedris iþinin nihâî noktasýna gelmiþ, o zaman bu zaman içinde demlene demlene kývamýný bulmuþ olan mürþitlik hüviyeti bütün ihtiþâmiyle ortaya çýkmak ânýna vâsýl olmuþtu. Onu Medine den koparýp buraya getiren de hep o vazife aþký deðil miydi? Artýk þiddetle intiþar hamleleri gösteren bu tâlim ve tedris takazasýna karþý konamayacak zaman gelmiþti. Ve bu þahlanan öðretmek aþkýna da at koþturacak meydan iþte hazýrdý. O devrin þartlarýna göre bu meydan, ancak bir dergâh olabilirdi. Eðer o zamanki cemiyet, bir zâviye deðil de bir akademi yoluyla fikrini yaymak imkânlarýna sahip olsaydý belki de Ken'an Rifâî bir akademiyi tercih ederdi. O, cemiyetin nabzýný elinde tutarken, hayâtýn endiþe verici dönemeçlerinde, vartalý yollarýnda, kýymet ölçülerini benimsemesinde, fikir ve ahlâk muhasabesinde, hulâsa varlýðýnýn bütünü üstünde emniyet ve âhenk saðlayacak bir kontrol ve mes uliyet hissinin sâhibi kýlmak istiyor, ve terbiye sistemini o yola yöneltiyordu. Zirâ dünyanýn materyalist ve spritüalist felsefe ortasýnda þamar oðlanýna döndüðünü pekâlâ görmekteydi ki, beþeriyeti bir kýymetler buhrânýna götürmekte olan bu mücâdelenin tehlikeli izleri üstünde haklý olarak dikkat ve hassasiyetle duruyordu.
Bu tehlike nedir dersek, insanlarýn gün günden imânýný kaybedip kuruyuþu ve mânevî seviyesi düþerek yumuþaklýktan mahrum kalýþý idi. Bilhassa 19. asýr felsefesi ilâhî kudrete inanmanýn beþeriyet için faydalý olup olmadýðýný münâkaþa ederek fikir dünyasýna yeni yeni ihtimal ve imkânlar sürüp durmakta idi. Fonunda beþ duygunun belirtisi olan ilim ise bu duygularýn dýþýnda kalan hakikatleri kucaklamaktan uzak, oradan oraya koþmakta ve felsefenin dokuduðu nazariye ve burhanlarý tartýp ölçmekte, ne çâre ki ikisi de beþeriyeti moral çöküntüye yuvarlanmaktan kurtaracak Çin seddini yalnýz baþlarýna kuramamakta idiler. Halbuki beþ duygunun üstünde olan bir hakikat vardý ki, cemiyetin mânevî seviyesinin yükselmesi ve moral kalkýnmasý, insanlarý bu hakikatle yüzyüze getirecek imânýn baþaracaðý bir iþti. (Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz, Safiye Erol, Sofi Huri, Ken'ân Rifâî ile Yirminci Asrýn Iþýðýnda Müslümanlýk, Kubbealtý Neþriyatý, 1983, s. 89-90).
Akademiler artýk aþk ve gönül müesseseleri hâline gelmek zorundadýr
cemâlnur sargut la söyleþi
Tasavvufun akademilerde öðretilmesiyle ilgili görüþlerini almak ve bu konuyla ilgili olarak þimdiye kadar yapmýþ olduðu çalýþmalarý hakkýnda bilgi edinmek için muhterem Cemâlnur Sargut Hocamýzla söyleþtik. Müge Doðan: Kenan Rifâî, tekkeler kapandýðýnda tasavvufun bundan sonra akademilerde devam edeceðini söylemiþ. Tasavvuf, aþk ve gönül ilmiyken tamamen aklýn hâkim olduðu akademilerde nasýl ele alýnacak? Cemâlnur Sargut: Kendileri maaþallah daha tekkeler kapatýlmadan bu yorumu yapmýþlar. Bu bir vizyondur. Bu þunu anlatmak istemektedir ki, akademiler artýk aþk ve gönül müesseseleri hâline gelmek zorundadýr. Çünkü günümüz, ilmin sadece cüz î akýlla öðrenilemeyeceðini ispat eder. Dolayýsýyla maddî ve mânevî ilimlerin birleþmesi ile oluþan günümüzün kemâl ilmi, akademilerde öðretilmek zorundadýr. Akademiler, sadece aklî ilimlerden uzaklaþýp akýl ve gönül ilimlerini birleþtirmedikleri sürece muvaffakiyete ulaþamazlar. Çünkü aklî ilimler, ancak çok kýsa zaman içindeki durumlar üzerine yorum yapabilirler.
Ýnsan, aklýyla ve beþ duyusuyla idrak etmek zorundadýr. Hâlbuki günümüz artýk yüz sene sonrayý, dört yüz sene sonrayý programlama devri olmasý açýsýndan mânevî ilimlere, ilm-i ledûna ihtiyaç duyar. Dolayýsýyla akademilerin ilimleri de, maddeyi öðretirken bile mânâya yönelmek mecburiyetindedir. Ayrýca tasavvuf akademilerde öðretilse dahî mutlaka öðretenlerin mutasavvýf olmasý ve söylediklerini yaþamasý gerekmektedir; aksi takdirde bu tür bir ilmin öðretilmesi sözkonusu dahî olamaz. O hâlde günümüzde tasavvufun her ilmin içerisine girmesi gerekmektedir ve bu yüzden de akademik olmasý þarttýr. Yani her ilim okuyanýn tasavvuf hakkýnda master ya da doktorasý olmak zorundadýr ki ilminin hakikatine ulaþabilsin. Hiçbir sosyolog, psikolog Mevlânâ yý bilmeden sosyolog ve psikolog olamaz; öyle olursa ilminde eksiklik var demektir. Böyle baktýðýmýz zaman görüyoruz ki günümüz, bütün ilimleri birleþtiren mânevî ilmin daha ön planda olduðu hakikati içermektedir. Müge Doðan: Peki þu anda hâlihazýrda tasavvufun okutulduðu üniversiteler var.
Varolandan farklý nasýl bir deðiþiklik öngörüyorsunuz? Cemâlnur Sargut: Üniversitelerde sadece ilâhiyat fakültesi içerisinde tasavvuf okutulursa, kendi içlerinde bile tenâkuza düþebilirler. Çünkü ilâhiyatýn bakýþaçýsý tasavvufun geniþliðini anlatamaz ve idrak etmeyi engelleyebilir. Çünkü ilâhiyat ayný zamanda kelâm, fýkýh gibi dersleri de taþýmaktadýr; dolayýsýyla ilâhiyat fakülteleri içinde deðil de enstütülerde, yani bütün branþlarýn içerisinde tasavvuf okutulmalýdýr ki tasavvufun bütün branþlarla ilgisi saðlanabilsin. Batý da bu yapýlmaktadýr ve bu yüzden de Batý, tasavvufa daha yatkýn bir vaziyette. Ama Batý da Doðu nun ilmine, bilgisine ve hakikatine sahip olmadýðý için sadece eðitim yönünden daha kaliteli bir eðitim yapýyor ama hakikat yönünden eksik. Bizim tasavvuf profesörlerimiz maaþallah çok daha kaliteli fakat onlarýn da sadece ilâhiyat fakülteleri içerisinde bunlarý öðrenme ve öðretme hakký olduðu için onlar da daha geniþ bakabilme yetkisine sahip deðiller. Yani uzandýklarý alanlar dar Dolayýsýyla da tasavvufun, mutlaka her branþýn içinde okutulacak þekilde yaygýnlaþtýrýlmasý gerektiðine inanýyorum. Müge Doðan: Peki neden önce Amerika da bir tasavvuf kürsüsü ile baþladýnýz iþe? Cemâlnur Sargut: Çünkü Amerika da tasavvuf ile ilgili her türlü dersin okutulmasý hiçbir kanuna tâbî deðil. Bizde tasavvufun adý bile YÖK ten geçemezken Amerika çok rahat. Meselâ bu sene benim bir öðrencim, kadýn
Hiçbir sosyolog, psikolog Mevlânâ yý bilmeden sosyolog ve psikolog olamaz; öyle olursa ilminde eksiklik var demektir. Böyle baktýðýmýz zaman görüyoruz ki günümüz, bütün ilimleri birleþtiren mânevî ilmin daha ön planda olduðu hakikati içermektedir.
cemâlnur sargut la söyleþi
mutasavvýflarý okuttu. Yani dersin adýnýn da önemi yok. Tasavvufla ilgili herþey Amerika da okutulabiliyor ve bu yüzden de çok geliþmiþ Amerika Birinci sebep bu, ikinci sebep Amerika da islâmofobi olmasýna raðmen North Carolina Üniversitesi -ki 23. büyük üniversite kabul ediliyor- ikiz kulelerin çöküþünün hemen ertesinde, bütün öðrencilerine Approaching the Qur an kitabý ile Kur an okutuyor. Yani oraya giren, ister mühendislik bölümüne, ister fizik ya da matematik bölümüne, -hattâ sosyal bölümlere- hangi bölüme girerse girsin, önce Kur an okumak mecburiyetinde tutuluyor. Bu Kur an okuma derslerine de girdim ben ve öðrencilerin son derece kaliteli bir eðitim gördüklerini de gördüm. Bu yüzden North Carolina Üniversitesi ni þahsen tercih ettim. Müge Doðan: Hemen ardýndan kurulan Çin kürsüsünün hikâyesini biraz anlatýr mýsýnýz? Cemâlnur Sargut: O bir mûcizedir bence; zaten benim yaptýðým çok þey benimle hiç alâkalý deðil. Çünkü Amerika ya da kürsüyü kurmadan önce sadece acaba burada bir kürsü kurulabilir mi diye fikir edinmek için gitmiþtim ve hastaydým. Ama o gün ben kendimi 666.000 dolarýn altýna imza atmýþ buldum. Yani buradan anlaþýlýyor ki ezelî bir takdir var, nasýl yaptýðýmý kendim de bilmiyorum. Müge Doðan: Ama Amerika daki kürsüden hemen sonra da Çin de bir kürsü kurmak istediðinizi söylediðinizi hatýrlýyorum.
Cemâlnur Sargut: Evet, Amerika daki kürsü açýldýðý gün Çin den bahsettim. Bunun iki sebebi var. Uzun süredir çalýþtýðým ve acizâne þerh ettiðim Fusûsu l Hikem de Þit bölümünün sonunda Hz. Ýbn-i Arabî son insân-ý kâmilin Çin den geleceðinden bahsediyor. Bu beni çok etkilemiþti. Tabiî Çin in burada iç mânâsý ruh demek; doðuþ yeri olmasý hasebiyle. Yani bu sözün yorumu insân-ý kâmil olmanýn yolu vücutta rûhu hâkim kýlmak demektir , fakat maddî yorumlarý da önemlidir -bütün âyetlerde olduðu gibiinsân-ý kâmillerin sözlerinin de Peygamber in Ýlmi Çin de bile olsa arayýnýz hadîs-i þerîfi ile de bütünlenince bu çok daha önemli bir hâle geldi ve dolayýsýyle de ben Çin lâfýný ettim. Fakat bütün arkadaþlar bana güldüler, Amerika daki profesör arkadaþlar Kendi öðrencilerim dâhil bunun mümkün olmayacaðýný söylediler. Ancak William Chittik ve eþi Sachiko Murata beni çok desteklediler. Hakikaten New York tan döndükten bir ay sonra Harvard Üniversitesi ndeki Profesör Tu Weiming den þu mektubu aldým: Ben Çin de Pekin Üniversitesi nin sosyal bölümünün baþýna getiriliyorum ve sizin projeniz beni çok heyecanlandýrdý. Birçok üniversite, birçok ülke Çin de kürsü açmak isterken sadece sizin projeniz beni heyecanlandýrdý. Çünkü ben inanýyorum ki Çin de bir din olursa yalnýz Ýslâm olacaktýr, gelin açýn. Bunun üzerine ben paramýn olmadýðýný ve Amerika ya ödeme yaptýðýmý
söylediðimde Çin de para ikinci planda, önce gelin anlaþalým dedi. Hakikaten gittiðimizde ve çeþitli sunumlar yaptýðýmýzda biz onlardan, onlar da bizden son derece etkilendiler. Sonuçta Allah ýn büyük lûtfu sâyesinde Pekin Üniversitesi nde kendi büyükelçimizin de katýldýðý çok büyük bir seremoni ile açýlýþ yapýldý. Salonda çok büyük puntolarla süslenmiþ bir þekilde The Ken an Rifâî Distinguished Professorship of Islamic Studies yazýyordu. Chittick ve Murata, kürsünün baþýna geçtiler; bu da bir mûcizedir. Chittickleri yarým saat görmek için insanlarýn 5 sene 6 sene önceden randevu aldýðý bilinince, onlarýn orada olmasýnýn Allah ýn ne büyük bir lûtfu olduðu daha iyi anlaþýlýyor. Ben William Chittick in ve Sachiko Murata nýn
müslümanlýðý yaþayýþ biçimlerinden çok etkilendiðimi söylemek zorundayým. Oraya biz Çinceyi çok iyi bilen ve tasavvufa hâkim birisini bulmuþtuk. Chittick olmaz dedi; müslüman olmadýðý için adamýn doðru þeyler anlatamayacaðýný söyledi. Bu beni çok etkiledi. Þunu söylemeliyim ki, Çin de açýlan kürsü bir hakiki Ýslâm dini kürsüsüdür, tasavvuf kürsüsü deðildir. Çünkü Çin de tasavvuf var, fakat din yok. Dolayýsýyle burada fýkýh, hadis ve kelâm okutulacak ama okutanlarýn hepsi mutasavvýf olacak. Bunun özellikle önceden anlaþmasýný yaptýk. Beþ sene sonar da Çinli mutasavvýflarýn gelip kürsüyü tamamlamasýný bekliyoruz.
Uzun süredir çalýþtýðým ve acizâne þerh ettiðim Fusûsu l Hikem de Þit bölümünün sonunda Hz. Ýbn-i Arabî son insân-ý kâmilin Çin den geleceðinden bahsediyor. Bu beni çok etkilemiþti.
Müge Doðan: Amerika daki kürsü daha tasavvuf aðýrlýklý deðil mi? Cemâlnur Sargut: Amerika daki tasavvuf aðýrlýklý çünkü orada din var; dinler çok biliniyor ama tasavvufun hakikatinin bilinmesi isteniyor. Müge Doðan: Aslýnda dinin hakikati öðretilecek
cemâlnur sargut la söyleþi
Cemâlnur Sargut: Kesinlikle Oraya gelen mutasavvýf profesör Juliane Hammer de çok sevdiðimiz ve gerek âilesi ile gerek yaþayýþý ile hakikaten tasavvufu yaþayan bir müslüman Alman asýllý hanýmefendi. Eþi de Türk ve Harvard mezunu. Dolayýsýyle inþaallah tasavvuf orada çok geniþ bir þekilde yayýlacaktýr. Müge Doðan: Ýnþaallah Peki hocam, Oxford da size kurulmasý için teklif edilen muhtemel kürsünün önemi nedir? Cemâlnur Sargut: Konuþmacý olarak katýldýðým konferansta, Oxford Üniversitesi skolastik düþünce yapýsýna sahipken kendini aþmýþ ve demin bahsettiðim ilim ile aklýn ilim için yeterli olmadýðýný idrak ederek ilm-i leduna sahip olma idrâkini kazanmýþ bir üniversite olarak gözüktü bana. Dolayýsýyle de beni çok etkiledi. 100 sene sonrasýnýn planlandýðýný gördüm Oxford da. Konuþmacýlarýn hepsinin Ýslâm ve tasavvufa çok hâkim olduðunu gördüm. Felsefe profesörü beni çok
etkiledi, Ýslâm olmayan bir tasavvufu kabul etmeyiþiyle Artýk size Oxford daki deðiþimi anlatabilir diye düþünüyorum. Böyle bir teklif gelmesi benim için büyük bir þeref ve lûtuftur. Oxford bütün dünyadaki öðrencilerin gitmek istediði bir okul. Hattâ bununla ilgili espriler bile yapýlýyor. Her sene dünyadaki ilk üç üniversite arasýna giriyor. Böyle bir üniversitede kürsü deðil, enstütü kurmamýz teklifi geldi. Yani Oxford bâki olduðu sürece asla hiçbir þekilde kapatýlamayacak ve Ýslâm tasavvufunun detaylý bir þekilde anlatýlacaðý bir kürsü açmamýz istendi. Müge Doðan: Enstütü ile kürsü arasýndaki fark nedir? Cemâlnur Sargut: Kürsü sadece dinî bölümlerin incelendiði ve din okuyan kiþilerin master ve doktora yaptýðý bir yer. Burada ise her bölümden öðrenciler gelip doktora veya master yapabilecek. Felsefeciler, sosyologlar, psikologlar, matematikçiler, fizikçiler Dolayýsýyle de tasavvuf yayýlacak. Bunu özellikle istediler. Böylece de dünyada ortak bir lisan olacaðýna inanýyoruz biz, yani tasavvufun globalleþen dünyada ortak bir lisan oluþturmaya en yatkýn öge olduðuna inanýyoruz. Ýslâm tasavvufunun da yegâne tasavvuf olduðuna iman ediyoruz. Bu anlaþýlýr ve uygulanýrsa insanlar müslüman olmayý seçmek gibi bir güzel lûtuf ile karþýlaþacaklar. Böylece Peygamberimizin de buyurduðu gibi, gelecekte son insan bile müslüman olunca, inþaallah dünya tamamlanmýþ
olacak. Bu bir bakýþ açýsýdýr. Yani Çin de açýlan kürsü, Amerika da, Oxford da inþaallah, sonra Japonya da benim ideallerim arasýnda Bunlarý becerebilirsek dinsizliðin kaldýrýlacaðý, tasavvufun yaygýnlaþacaðý, ahlâkýn daha fazla anlaþýlacaðý, en son da Türkiye de inþaallah bir tasavvuf üniversitesi veya enstütüsü ile Batý da açýlan bütün kürsülerin de kontrol edileceði bir program üzerine çalýþýyoruz. Zirâ zaten bütün kürsülere seçilecek profesörler için William Chittick, Sachiko Murata, Tu Weiming ve Mahmut Erol Kýlýç gibi bir akademik bir grup, seçim yapýyor. Burda bir Türk ün de grubun içinde olmasý, gelecekte Türklerin de bu kürsülerde yer alarak hakiki tasavvuf ve Ýslâm tasavvufunu öðreteceklerinin en güzel delilidir diye inanýyorum. Ben, inþaallah diliyorum ki, ben sadece bir baþlangýç yapmýþ olayým. Ben bâki deðilim tabiî, Allahýma huzur içinde gitmek istiyorum. Burda da gayem, þu kürsüyü açtým, bu kürsüyü açtým diye bir edepsizlik yapmak deðil. Çünkü benim elimde böyle bir güç ve kudret yok, Allah ýn elinde böyle bu güç ve kudret var. Ben sadece kendime þu hikâyeyi çok yakýn buluyorum: Hani kocakarý, Yusuf a tâlip olmuþ. Yusuf çok güzel ve yakýþýklý, fakat kocakarýnýn parasý da yok, yaþlý ve ölmek üzere. Demiþler ki: Paran yok, hiçbirþeyin yok, sen ne yapýyorsun? Allah ýn sevgilisi, dünya güzeli bir adama talip oluyorsun. Kocakarý demiþ ki Ben ölmek üzereyim,
Allah ýn huzuruna çýktýðýmda sevdiðine tâlip oldum demek için bunlarý yapýyorum. Yani bizim burada gayemiz sadece hizmetçilik. Geri kalan onun bileceði iþ; ister yapar, ister yapmaz. Ne bir iddiamýz var, ne bunlarýn reklâmýný yapmak için yapýyoruz. Bunlarýn anlatýlmasýnýn da tek sebebi, daha çok kürsünün açýlmasý. Daha çok birlik ve beraberliðin olmasý ve insanlarýn yapýlan hizmetlerle Allaha yaklaþabilmeleri. Ýslâm adýna bundan daha güzel bir hizmet ben düþünemiyorum Müge Doðan: Çok teþekkürler hocam
PetroDolarla Deðil Gönül Ýlminin Ýrfanýyla:
University of North Carolina at Chapel Hill deki Kenan Rifâî Ýslâmî Çalýþmalar Seçkin Profesörlüðü nün Kuruluþu
cangüzel güner zülfikar
Bu yazýda size yaþanmýþ bir hikâye anlatacaðým. Aziz hocamýz Cemâlnur Sargut Hanýmefendi, 2002 de 40 dost gönülle ziyârete geldiðinde, 2001 Temmuz undan beri Chapel Hill de yaþýyor ve University of North Carolina at Chapel Hill de (UNC) doktora sonrasý araþtýrmacý olarak çalýþýyordum. Hocamýz Amerika yý her teþrifinde Kuzey Karolayna eyâletinin Chapel Hill, Durham ve Raleigh þehirlerindeki üç meþhur üniversitede konferans vermeye dâvet edildi. Özellikle Ýslâmî araþtýrmalar konusunda uzman olan Dr. Carl Ernst, Dr. Bruce Lawrence, Dr. Anna Bigelow ve Dr. Omid Safi gibi profesörler kendisini derslerinde aðýrlayarak öðrencilerinin Ýslâm ý hakîkatiyle yaþayan birinden istifâde etmesini istediler. Hocamýzýn Amerika daki halka açýk konferanslarý, özel uzmanlýk gerektiren derslerle beraber elhamdülillah yýllardýr sürüyor.
Hocamýz, bir sabah her zaman olduðu gibi erkenden kalkmýþtý; âdetâ bir füze hýzýyla salona uçarak geldi ve heyecanla, çocuklar, biz niye bir üniversite kurmuyoruz? dedi. Hocamýzý ilk defa 2005 te Duke Üniversitesi nde ve UNC de, 2006 da da her iki okulda devam eden Ýslâm Medeniyeti Tarihi, Tasavvuf Semineri gibi derslerimde misâfir etmek þerefine nâil oldum. 2006 da iki odalý, küçük bir dairede yaþýyorduk. Hocamýz, Müge Uçan Doðan kardeþimizle beraber, bizim mütevâzý þartlarýmýzý gönül sarayýndaymýþçasýna zevk hâlinde yaþýyor ve yaþatýyordu. Bir sabah her zaman olduðu gibi erkenden kalkmýþtý; âdetâ bir füze hýzýyla salona uçarak geldi ve heyecanla, çocuklar, biz niye bir üniversite kurmuyoruz? dedi. Elbette hep beraber heyecanlandýk. Hayâlen hocamýzla birlikte üniversiteyi tesis etmekle kalmamýþ, kampüsün mimârîsine, hatta organik tarým, derviþlik gýdalarýnýn üretimi-tüketimi gibi konulara varana kadar birçok sahada rüyâlarýmýzý paylaþmýþtýk. O büyük bir âlîcenaplýkla bizim tatlý ve belki çocuksu heyecanýmýza
hem iþtirak ediyor, hem de duâlar ediyordu. Ýlerleyen tarihlerde hep bu konu üzerinde konuþtuk, düþündük, araþtýrmalar yaptýk. Aradan altý sene geçti; mürþidimiz Hz. Kenan Rifâî nin iþâret ettiði vechile tasavvufun akademik ortamda öðretildiði günlere þâhid oluyoruz. Hocamýzýn uzak görüþlülüðü ile gönlüne ilham olanýn icâbýný tam bir teslimiyetle yapýþý büyük hizmetlere vesiledir. Cemâlnur Hocamýz, 13 Ekim 2008 de Chapel Hill e tekrar geldiðinde Amerika daki durumu paylaþtýk. Gördüðümüz ihtiyâca binâen kendisini ve çalýþmalarýný 2000 yýlýndan beri zaten bilen kadronun dýþýndakilerin de öðrenmesi için bir konuþma yapmasýný istirham ettik. O tarihe kadar yaptýklarýný anlatan bir sunumu resimli slaytlarýyla hazýrladý. Konferans sabahý (15 Ekim 2008) hocamýzýn saðlýðý bu sunumu yapmasýna hiç de müsâit deðildi. Israrla kendisini hastanenin aciline götürmek istedim; o, beni buraya vazifeli getiren isterse bu hasta hâlimi geçirir, ben vazifemden kalamam dedi. Hocamýzýn ateþi çok yüksekti, oldukça hâlsizdi ama geri adým atmamýþtý. Konferans saatinden evvel ellerini buz gibi sulara tuttu; Meral Hiçyýlmaz kardeþimizle beraber ona itiraz edemiyor, ancak duâ ediyorduk. Konferans mahâlline geldik. Etrafýný saran insanlarla her zamanki mütebessim hâliyle konuþtu, hiç þikâyetsiz bir hâlde ayakta durmaya mecâli yokken konferansýný vermeye
hazýrdý. Hocamýzý dinlemeye Fen-Edebiyat Fakültesi dekaný, üst düzey idareciler, birçok bölüm baþkaný, profesörler, lisans, yüksek lisans ve doktora öðrencileri ile halktan kimseler gelmiþlerdi.
Biz yaptýðýmýzý Allah rýzâsý için yaparýz Hocamýz konuþmasýna baþladýðýnda, yaptýklarýný anlatmanýn kendisinin tarzý olmadýðýný söyledi ve biz yaptýðýmýzý Allah rýzâsý için yaparýz dedi. Yapýlan uluslararasý sempozyumlar, paneller, konferanslar slaytlar eþliðinde akýyordu. Hz. Fâtýma (r.a.) hakkýnda yapýlan bir çalýþmanýn resmine sýra geldiðinde Chapel Hill de elektrikler çok gürültülü bir patlamanýn ardýndan kesildi. Hepimiz þaþýrdýk, kaldýk. Çünkü orada elektriðin kesilmesi, buz yaðmurlarý ertesinde donan elektrik telleri kopunca, nâdiren olabilirdi. Bu durum izahtan vârestedir.
cangüzel güner zülfikar
Konferansýn akabinde, Fen-Edebiyat Fakültesi dekaný Prof. Dr. William Andrews ile bilgilendirme toplantýsýna gittik. Prof. Andrews, Prof. Ernst ile beraber bize üniversitede bir kürsünün nasýl vakfedileceðine dâir bilgi verdiler, Cemâlnur Hocamýzýn sorularýný cevapladýlar. Toplantý ertesinde hocamýzýn Allah a nasýl sýðýndýðýna ve teslimiyetle hizmete nasýl âmâde olduðuna bir kere daha hayretler içinde þâhid olduk. O bize mâlî açýdan bu vakfýn nasýl kurulabileceðine dâir denklemleri þevkle anlatýyordu. Ümitle sýðýnýyordu. Derhal kurulsun istediði kürsü için varýný yoðunu seferber etmeye hazýrdý. Eve döndük. Sanki gerçekleþmesi çok zor bir hayâlin içindeymiþçesine hisler ve düþünceler yumaðýnda iken, o, bize hep þâyet Efendim Kenan Rifâî Hazretleri isterse bu kürsü kurulur diyordu. Daha önce Türkiye den baþka isimler için hazýr paralarla gelen kürsü kurma teþebbüslerine üniversite onay vermemiþti. Amerika da farklý sýnýf ve kalitede pek çok üniversite vardýr. Kimisi hazýr para getirenleri yerlere kadar eðilerek karþýlar, hedefleri çok umursamayabilirler. Ama UNC günümüzde ABD sathýnda eyâlet üniversiteleri arasýnda ilk beþin içindedir. UNC Amerika da kurulmuþ ilk devlet üniversitesidir. Petro-dolar zenginleri bu üniversiteye dâvet dahî almazlar. Dekan Prof. Andrews, hocamýz ve yaptýðý çalýþmalar hakkýnda detaylý bilgi sahibi idi ve muhâtabýný iyice araþtýrýp öðrenmiþti. Özellikle Prof. Ernst ve Prof. Safi nin, hocamýzla yýllardýr süren ortak çalýþmalarýn içinde oluþlarý, âdetâ gergef iþlercesine yýllarca emek vererek kurduðu saðlam baðlantýlar, onun teþebbüsünde ciddiye alýnmasýný saðlamýþtýr. ABD de Müslüman düþmanlýðýnýn politik olarak körüklendiði, Ýncil Kuþaðý nda yer alan aþýrý Hristiyan muhafazakârý Kuzey Karolayna eyâletindeki UNC de Ýslâm araþtýrmalarý hakkýnda kürsü vakfetmek, cebinde hazýr parayla gidilse de olmayabilecek bir istekti. Üniversite idaresinin
bu fikri bu kadar çabuk benimsemesi, yýllardýr süren çalýþmalarýn oluþturduðu karþýlýklý güvene ve Cemâlnur Hocamýzýn temsil ettiði Ýslâm tasavvufuna dayanýyordu. "Ýnþaallah Kenan Rifâî Hazretlerinin adýyla böyle nice Ýslâm
kürsüleri tesis edilsin, bu kürsüler dünyanýn her yerinde olsun, hatta Ýbn-i Arabî Hazretleri nin iþaret ettiði son insân-ý kâmilin zuhûr edeceði Çin de de kurulsun. Hocamýz Türkiye ye dönünce yaptýðý görüþmeleri düzenlediði toplantýlarla anlatmýþ. Hamiyet ehli dostlar, isimlerinin söylenmesini istemeyen o güzel gönüllüler, isimsiz derviþler, kürsünün Türk Kadýnlarý Kültür Derneði (TÜRKKAD) adýna kurulmasý için 2008 Aralýk ayýnda 50.000 dolarý ön ödeme olarak üniversiteye gönderdiler. Yapýlan nokta kadar hizmetin dahî sahiplenildiði bir memlekette, bu kadar büyük bir meblâðý gönderenlerin isimsiz kalmayý tercih etmeleri, fîsebilullah çalýþmalarý, üniversite idarecilerinin ayrýca þaþýrmasýna sebep oldu. Þubat 2009 da Cemâlnur Hocamýz anlaþmayý imzalamak için Chapel Hill e dostlarla beraber geldiler. Hocamýz, yapýlacak törende Türk mutfaðýnýn güzel örneklerinden ikramlar sunmak istediðinden, gelen herkesle beraber mutfakta iki gün boyunca yemek piþirdi. Duâlarla hazýrlanan ve hârikulâde süslenen yiyecekler, semâverde demlenen çayla birlikte bütün katýlýmcýlara ikram edildi. Toplantý mahâlline Hz. Kenan ýn ve Sâmiha Annemizin fotoðraflarý ve bütün kitaplarý getirildi. Üniversitenin en yeni ve güzel binasý olan FedEx Global Eðitim Merkezi nde 12 Þubat 2009 da yapýlan törenle Kenan Rifâî Ýslâmî Araþtýrmalar Kürsüsü nün kuruluþuna dâir ilk adýmýn atýldýðý bu toplantýda, rektör yardýmcýsý, dekan, Dinî Araþtýrmalar bölüm baþkaný konuþma yaptýlar. Sonra muhterem Meþkûre Sargut Annemiz bu teþebbüsten duyduðu þükür ve memnûniyeti dile getirdi ve kürsünün Ýslâm ýn güleryüzünün öðretilmesine vesîle olmasý niyâzýnda bulundu. Cemâlnur Hocamýz ise her zamanki gibi bir hizmete vâsýta oluyorsak, bundan dolayý bizim sadece þükretmemiz icâb eder diyerek mütevâzý hâliyle örnek olmaya devam etti. Sonra dedi ki: Ýnþaallah Kenan Rifâî Hazretlerinin adýyla böyle nice Ýslâm kürsüleri tesis edilsin, bu kürsülerin kuruluþunda biz hizmette olalým inþallah. Bu kürsüler dünyanýn her yerinde olsun, hatta Ýbn-i Arabî Hazretleri nin iþaret ettiði son insân-ý kâmilin zuhûr edeceði Çin de de kurulsun.
TÜRKKAD a kürsü ödemeleri için beþ yýllýk süre verilmiþti. Baþta Cemâlnur Hocamýz olmak üzere Allah emeði geçen herkesten râzý olsun, ödemeler Mayýs 2009 da, iki yýl dahî olmadan tamamlandý. Kürsüye görevli hoca tâyini resmen Temmuz 2011 de yapýldý.
Her nefesi Hz. Kenan ýn sözünün tecellîsi hâlinde þekillenmekteydi. Biz ise böylesi büyük mucizelere þâhidlik lûtfunu yaþattýðý için ancak þükrederiz.
cangüzel güner zülfikar
Dini baskýlayan ve dine karþý çýkan komünist Maocu Çin deki kürsünün kuruluþu da göz açýp kapayana dek gerçekleþti. Pek çoklarý ABD deki baþarýnýn ardýndan onun sözünün vücud buluþundaki bu hýza akýl erdiremedi, sorguladý. O yýllardýr ciddi bir dikkat, sabýrlý bir itina ve gayretle bu kürsülerin kuruluþu için uðraþmýþ,
alt yapýyý hazýrlamýþtý. Dünya çapýndaki Ýslâm âlimleriyle çalýþýyordu. Her nefesi Hz. Kenan ýn, mürþidimizin sözünün tecellîsi hâlinde þekillenmekteydi. Biz ise böylesi büyük mucizelere þâhidlik lûtfunu yaþattýðý için ancak þükrederiz. Zirâ Cemâlnur hocamýzýn etrafýnda hakîkaten milyonerler, milyarderler olmadýðý gibi, petrol zenginliði ile dolarlar kazanan da yoktur. Allah isteyince olmazlar oluyor, Allah istemezse hiçbir þey olmuyor. Allah ýn sevdiklerinin arasýnda olmak niyâzýmýzla hizmetlerinin devâmý için Cemâlnur hocamýza kalbî þükranlarýmla saðlýklý uzun ömür diliyor, huzûrunda hürmetle eðiliyorum. Prof. Andrews ilk toplantýnýn çýkýþýnda hanýmefendi, ben Amerikan Dili ve Edebiyatý profesörüyüm, ama kendi dilimde sizi, yaptýklarýnýzý ve vizyonunuzu hakkýyla târif edebilecek kelime, kavram bulamýyorum, hayret ve hayranlýktan lisaným yetersiz kaldý. Sizin gibi bir insanla tanýþmak ancak Allah tan hediye olarak açýklansa gerek demiþti. Evet, Dr. Andrews un bu fikrine katýlýyorum. Bana bu asil gönlü tanýtan Allah a þükrediyor, anne ve babama da teþekkür ediyorum. Allah, Cemâlnur Hocamýzýn ömrünü müzdâd eylesin, onun yaþadýðý mânâ ile hâllenmek nasibim olsun, âmin.
akademik dergâhlar Sâmiha Ayverdi Ken ân Rifâî ile Yirminci Asrýn Iþýðýnda Müslümanlýk isimli eserin bir bölümünde Ken ân Rifâî Hazretleri nin mürþidliðinden ve dergâh kurma çalýþmalarýndan þöyle bahseder: Artýk þiddetle intiþar hamleleri gösteren bu tâlim ve tedris takazasýna kar¬þý konamayacak zaman gelmiþti. Ve bu þahlanan öð¬retmek aþkýna da at koþturacak meydan iþte hazýrdý. O devrin þartlarýna göre bu meydan, ancak bir dergâh olabilirdi. Eðer o zamanki cemiyet, bir zaviye deðil de bir akademi yoluyla fikrini yaymak imkânlarýna sahip olsaydý belki de Ken'an Rifâî bir akademiyi tercih ederdi. (Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz, Safiye
yavuz celep
Erol, Sofi Huri, Ken'ân Rifâî ile Yirminci Asrýn Iþýðýnda Müslümanlýk, Kubbealtý Neþriyatý, 2003, s.111).
Her sözü hikmet dolu bir insân-ý kâmil olan Sâmiha Ayverdi nin bu düþüncelerini, bugün eðitim hizmeti veren akademi ve enstitülerin durumlarýný ve dergâhlarýn toplumsal hayattaki rolünü birlikte deðerlendirdiðimizde þu sonuca varabiliriz ki, eskiden dergâhlarda verilen eðitim artýk akademiler vâsýtasýyla verilmeye devam edecektir.
Peki dergâhlarýn amacý ve sosyal hayatla iliþkisi nedir? Bu sorunun cevabý þöyle özetlenebilir: Dergâhlarýn amacý, her birisi kendi içindeki potansiyelin zirvesine ulaþmýþ insanlar yetiþtirmek ve bu insanlarýn, toplumsal yapýnýn güçlenmesine katký saðlayacaklarý þekilde hizmet etmelerine vesîle olmaktýr. Þu an kendi ülkemizdekiler de dâhil dünyadaki çok sayýda üniversitede Ýslâm tasavvufu üzerine dersler verilmekte, bu konuda söz sahibi ilim adamlarý yetiþtirilmektedir. Fakat hiçbirisinde verilen eðitim, bir dergâh eðitimi kadar toplumsal hayata fayda saðlayamamaktadýr. Bunun sebebi, verilen onca eðitimin cüz i akla dayanmýþ ve dar kalýplar içine sýkýþtýrýlmýþ akademik bilgilerden oluþmasýdýr. Bu sýnýrlayýcý bilgiler bütünü eðitim alan kiþinin rûhuna nüfûz edemediði için alýnan bilgiler hâl olarak yansýtýlamamaktadýr. Aldýðý eðitimi hâl olarak kendi yaþamýnda uygulayamayan kiþi ise ne yazýk ki, bireyi ve toplumsal yapýyý güçlendiren özelliðe sahip tasavvuf ilminin hayata aksettirilmesini saðlayamamaktadýr. Tasavvufun anlaþýlmasýna yönelik bir diðer sorun ise, toplumda bazý kesimlerin tasavvufu þeriatsýz olarak yaþamaya çalýþmalarýdýr. Bu da tasavvufun sadece mistik bir düþünce tarzý , bir felsefe , anlamlý sözler bütünü gibi yansýmasýna sebep olmaktadýr. Bireyin ve toplumun düzen içinde hareket etme kaabiliyetini kolaylaþtýran Ýslâm þeriatý ndan uzak kalan bir tasavvuf anlayýþý insaný pasifize ederek, kiþinin yaþadýðý dünyanýn ve zamanýn güncelliðinden uzaklaþmasýna sebep olmaktadýr.
Peki þu an dünyanýn çeþitli ülkelerinde kurulmasý için maddî/mânevî gayretlerin sarfedildiði Ýslâm kürsülerinin mevcut Ýslâm eðitimi veren birimlerden farký ne olacaktýr? Ve bunlarýn dergâhlarla alâkasý nedir? Dergâhlar ile ilgili târihî bilgileri incelediðimizde dergâhlarýn, tasavvufun sadece ilmî olarak öðretildiði, kiþilere sadece derin teorik bilgilerin enjekte edildiði kurumlar olmadýðýný görüyoruz. Örneðin bu kurumlarda çok yüksek seviyede bir mûsýkî eðitimi verildiði anlatýlýyor. Dergâh eðitimi ile yetiþmiþ çok sayýda mûsýkîþinas arasýnda en büyük örneklerden birisi bildiðiniz üzere Ýsmâil Dede Efendi dir. Türk Mûsýkîsinden ismini çektiðimizde yerini doldurmanýn imkânsýz olduðu Dede Efendi, bir Mevlevî dergâhý derviþidir. Son dönem hat sanatýnýn en önemli þahsiyetlerinden birisi olan ve Rifâî derviþi olan Hattat Aziz Efendi yi dikkate aldýðýmýzda, hat ve tezhib gibi tasarýma yönelik sanat dallarýnýn önemli sanatçýlar ve eserler üretmesinde de dergâhlarýn büyük katkýsýnýn olduðu görülmektedir. Yani tasavvufun sanat diliyle anlatýlmasý ve öðretilmesi de dergâh eðitimlerinin bir parçasýdýr. Târihimizi incelediðimizde edebiyat, þiir, psikoloji, mimârî gibi alanlarda adý geçen çok sayýda müstesnâ þahsiyetin hayat hikâyesinde de dergâhlarýn yer aldýðý görülmektedir. Meselâ Mevlevî, Celvetî ve Nakþibendî icâzeti almýþ olan Neccarzâde Rýzâ Efendi isimli bir þeyh, 1738 de Beþiktaþ Mevlevîhânesi nin bir bölümünde ney ve su terapisi ile akýl hastalarýný tedâvi etmeye baþlamýþ. Yani
dergâh eðitimi ile yetiþen bu zat mûsýkîyi kullanarak psikolojik tedâvi yapmýþ ve böylece tasavvufun týp alaný üzerinden yansýmasýný saðlamýþtýr. Yine Türk Edebiyatýnýn en önemli þahsiyetlerinden birisi olan ve Taptuk Emre dergâhýna yýllarca odun taþýyarak hizmet eden Yunus Emre, tasavvufu edebî dille anlatmýþtýr ki þu an Yunus Emre yi öðrenmeden edebiyatçý olmak mümkün deðildir. Dolayýsýyla tasavvuf; psikoloji, sosyoloji, antropoloji, eðitim gibi sosyal bilimlerin, edebiyat, musýkî, þiir, hat-tezhib, tasarým gibi sanat dallarýnýn, fizik, kimya, mimârî gibi teknik bilimlerin hepsinin tek bir Allah tarafýndan yaratýldýðý gerçeðine istinâden, kendisini farklý alanlar vâsýtasýyla da anlatabilen ve çeþitli yönlerden topluma nüfûz edebilen bir ilim dalýdýr. Bu açýdan bakýldýðýnda Ken ân Rifâî Ýslâm Kürsüleri, bütün bilim ve sanat dallarýnýn tasavvuf ilmi ile birleþtirilerek geliþmesini ve kemâlini bulmasýný saðlayacaktýr. Ken ân Rifâî Ýslâm Kürsüleri, tasavvufu yaþayan, yaþadýðýný anlatan ve öðreten ilim adamlarý vâsýtasýyla, öðrendiðini sadece makalelerde ve akademik sempozyumlarda sergileyen deðil, bilgilerinin her bir harfini hayatlarýna aksettiren ve topluma fayda saðlama yolunda gayret sarf eden bireylerin yetiþmesine vesîle olacaktýr.
Julia a d ýn k k a h r la Ýslâm ün topluluk F ilistinli sürg malar yaptý. Daha sonra öne alýþ l a y s o etnografik ç s , a pro þtýrmalarýn Ýslâmiyet ara alýþmalara ve Amerika da yap ili ç i k a sorunlarla ilg d n u s u ort viyât kon er, m m a H Ýslâmî mâne r. D ý. t pr yoðunlaþ incelemelere Kuzey Karolayna öð eki Chapel Hill d gelene dek, Elon ho ne Üniversitesi arlotte taki Kuzey Ch ge Mason A r o Üniversitesi, e G e v i s e u iversit üzide g ýþ m Karolayna Ün p a y k lý v nde hoca Üniversitesi n... d ye bir akademis a Birleþik ik r e m A r, e Dr. Hamm þtýrmalar a r a î in d e d Devletleri n alamadaki ýr s k e s k ü y n konusunda e mlarýndan birine sahip ra t doktora prog raþtýrmalar Bölümü nde Carl W. Erns kin n UNC Dinî A üçlü olan Ýslâmî ç e la S o î â if R n a malar Ken þ da gayet g Ýslâmî Araþtýr üsünün Kuzey Karolayna hâlihazýr r programýna dâhil olmu ürs n ve Prof. araþtýrmala e b r, Profesörlük k apel Hill de (UNC) e m m a Ch a... Dr. H lar Üniversitesi- sitemiz için çok büyük bir durumd birlikte Ýslâmî Araþtýrma er fi, e ve pek çok iy c n kuruluþu üniv 2009'da Cemâlnur Sargut Omid Sa e r ð ö 0 1 an ur. on Türk doktorasý yap e danýþmanlýk y is z o adým olmuþt p i n e y cisin erilen bu lisans öðren oktora öðrencilerimiz tarafýndan ön Derneði nin .D ltür bir yelpazeyi yapmaktayýz iþ n e Kadýnlarý Kü baðýþlarýyla g a d r la ma in r. Ýslâmî Araþtýr rý çalýþýyorla r destekçilerin ildi. Bu kürsü, yüksek la u n o k li it þ e eb izin yazdýkla oluþturan ç im r gerçekleþtiril ilgisi olan çok kýymetli e il c n e r ð ö anda ir tahsile özel b þid Kenan Rifâî'nin þânýna Yakýn zam ularý, uluslar-aþýrý ür kon f ve reform mutasavvýf, m dýr. Kürsü, UNC'de Fen tezlerin u v v a s a t l) a týra e tamamý (transnation lâm ve Hindu düþünces d in uygun bir hâ s e y n ü b i s Ýs akülte hareketleri , eþim , din üzerine ve Edebiyat F ýþçýlarýn destekleriyle bað sýndaki etkil Hill, a l r e a p a h âzaralarý , uluslararasý C n ü C N m U ýn r r. ü la lý d n ürsü e 1789'da modern Ýra Ali nin türbesine yapýlan d n kurulan ilk k i' r le t le v e þik D e Hz. ur Amerika Birle ki devlet üniversitesidir Necef t tler ve erken dönem K es r tsal ziyare e u d k li a ular. Doktora d n kurulmuþ en r o k la a li it m þ ýr e t ç þ i a r sý a tefsirleri gib nlarýmýz geçen bir kaç ve uluslarara zu dýr. programý me estern Üniversitesi, konumunda w dilen rfýnda North e a z in Charleston y â e t v a i s n e o it y s is r z e o iv p bu Hammer, Vermont Ün ibi Amerika nýn dinî e n 2011 yýlýnda a li Ju r. D n g esi ola Yüksek Okulu lider konumundaki ilk öðretim üy r Asistan Profesörü ve ala alarda Dinî Araþtýrm mî Araþtýrmalar uzmaný araþtýrm rinde önemli öðretim lâ ele ý Kenan Rifâî Ýs Dr. Hammer, doktorasýn üniversit ýna getirildiler. or. pozisyonlar ünvanýný taþýy e Humboldt lin'd ý. Doktorada 2001'de Ber d la m a m a t nde Üniversitesi
y e z u K l l i H Chapel Karolayna n e d n i s e t i s r Ünive Mekratnu2p012 Hazi
n ölümümüzü b ý ð lý r a v n i r ý ane Hamme çýk bir þekilde e uluslararas a v l e a rd s le lu e u m a þ d rü r la yaptýðýmýz gö mî araþtýrma Bu, bu sene doktora eni açýlan y e d 2 1 0 2 r. . o tý ýy ýk ortaya ç emini artýr en adaylarla d e t a ul ettiðimiz bir a b c a a k r a ü ýz m ým a e m ýz d ra il g ým ek ve pro ogram nýn araþtýrma rde açýk bir þ e n le a e li m Ju þ , ü iz r ö im c g öðren ptýðýmýz da yer alan i açýlan n ýn s e y ra a e rý d la 2 u 1 n 0 o hocalýk k taya çýktý. 2 iz bir im ið t t konusunda e m l u lâ b Ýs a a k d a a k ýz ri e ým Am ma ve mmer, UNC ýr a rogram t H þ . a r te k a e ýn m te n is e ý lian uzmanlaþmay ðrencimiz, Ju arasýnda yer alan Üniversitesi e k u D i k a d ý ýz r ve yakýným ocalýk konula nda u s u için Ýslâmî el n o ri k e il c n m re lâ ð Ýs ö C a ra N d to dok lý bir atölye rý mmer, U Amerika a a þ a H b . k e t o ç k e a d m ýn e yý ist yazmalarý hakk mluluklar ru so uzmanlaþma i Duke Üniversitesi e v â il , k ra planlaya ý dak ve yakýnýmýz eri için Ýslâmî el yazmalar çalýþmasý i. ncil e çalýþmasý da üstlend ly doktora öðre ö t a ir b ý ýl r k baþa hakkýnda ço luklar da rmalarýnýn lu tý þ m ra u a r o ýn s n e e v n â a il Ayrýca Juli planlayarak, iyat konularýný v e n â m î m lâ Ýs Tasavvuf ve bu üstlendi. vam ettiðini ve nellikle e d e y e rm e iç ýn ulamalarýn ge raþtýrmalarýn larýný a rg u v ýn i k n a e n rd a la li u u n ko en þekilllerde at konu Ayrýca J y e iy v m e il d n e â e m d â î if m k Ýslâ izler onun onulardaki formel olara B k . u Tasavvuf ve m b ri e te v is i k in e ið m ýný ekle am ett içermeye dev genellikle formel olarak aktarýldýð adýnlar üzerine ders rýn dýðýný Müslüman k ýl r a t k memnunuz. a vurgulamala le e ik d ll r ze e ö ll ý il y k la e o þ d n yen ra Müslüman vermesinde n ifâde edilme u n a alâkalý sorula o tl r a iy le v iz e n B â . m im e r ý d y Bu þekil eklemek iste esinden dola n olumsuz ri m e r il e c v n s r re ð e ö d e e v in deðinecek elmelerine kadýnlar üzer unuz. Bu þekilde g n e d in s te s ü ýn mn r. Juliane, eðinecek önyargýlarýn o d y u özellikle me a ð r o d la r u a r tl o a s rs lý fý alâka yardýmcý olacak mâneviyatla olumsuz önyargýlarýnýn zamanlarda da i k e d ri e il e ll a rin tim k ve öðrencile rdýmcý olaca büyük ih vvuf ve Modern Müslüman a y e in r le e gelm lle Kur an, Tasa r üzerine la u n o ý üstesinden or. Juliane, büyük ihtima k a þk a b li y f ibi önem fýrsatlar doðu larda da Kur an, Tasavvu Kültürü g an erecek. li ilerideki zam lüman Kültürü gibi önem dersler v üs nan Rifâî e K r ve Modern M zerine dersler verecek. la a si rm tý þ ra A rü Kýsacasý, Ýslâmî baþka konula ünün kuruluþu, s ü rs ü k k ü rl ö s Kenan Rifâî Seçkin Profe sinde önemli etkileri olan r la a m ýr t þ a r , e öte mî A Kýsacasý, Ýslâ lük kürsüsünün kuruluþu UNC de v ler bu saygýn iz n B . rý a þ a b ir r b ö ofes olan çok büyük ýnda emeði s a an Seçkin Pr tesinde önemli etkileri lm ru tu þ lu o pozisyonun aya devam UNC de ve ö aþarý. Bizler bu saygýn lm o ir k a k þe te ü ük bir b geçen herkese m meði e a d ýn s a ç yýl çok büy lm u oluþtur lmaya devam edeceðiz. pozisyonun o ir k k e þ te ü em geçen herkes edeceðiz. n ölümümüzü b ý ð lý r a v n i r ý me Juliane Ham larda ulusal ve uluslararas ma doktora e n Ýslâmî araþtýr e s u b , u ýyor. B önemini artýr üracaat eden adaylarla am programýmýz
KEÞÝFLER ve AKADEMÝ
hüseyin gökhan
Tasavvuf bir hâl ilmidir. Genellikle bir mürþitle beraber yaþayarak tahsil olunur. Bazen kelimeye dahî dökülmeden, mürþidin nazarýyla öðrenciye aktarýlabilir. Ahmed-ül Bedevî Hazretleri nin irþad yolu bu idi. Hocamla tanýþmadan bir süre öncesine kadar kitaplardan bu konu hakkýnda bilgi edinmenin abes olduðunu düþünüyordum. Tasavvuf teorisini sabahlara kadar hatmetsem bana ne fayda getirebilirdi? Fakat sadece hocam böyle istediler diye, iknâ olmamakla beraber, hocamýn verdiði dersler doðrultusunda özellikle Ýbn-i Arabî çalýþmaya baþladým. Daha sonralarý Hz. Pîr Ken ân Rifâî Hazretleri nin tasavvufun üniversitelerde ders olarak okutulmasý gerektiðini, yakýn bir zamanda da bunun gerçekleþeceðini söylediðini öðrendim. Lise ve özellikle üniversite yýllarýnda birçok felsefî eser okumuþtum. Okuduðum hiçbir eserde tatmine ulaþmasam da, en azýndan mânevî arayýþ beni meraklandýrýyor ve heyecanlandýrýyordu. Okuduðum kiþiler
arasýnda yazdýklarýndan en emin olan herhalde Nietzsche idi. Fakat onun da yazdýklarýný yaþadýðý noktasýnda þüphem vardý. Ýbn-i Arabî Hazretleri nin Fusûs-ül Hikem eserini hocamla çalýþýrken hayretler içinde kaldým. Yazdýklarýndan bu kadar emin olan bir müellif daha önce hiç okumamýþtým. Âdetâ gördüðü, yaþadýðý þeyleri anlatýyordu. Hâlbuki yazdýklarý tamamen baþka dünyalardan haber veriyordu. Ancak bilim-kurgu filmlerinden görülebilecek doða-üstü hâllerden, zaman içinde zaman açýlýmlarýndan, varlýkbilimi kökünden silip yeniden tanýmlayabilecek olgulardan bahsediyordu. Ýtiraf etmeliyim ki hocamýn hârika açýklamalarýna raðmen, anlattýklarýnýn çok azý kafamda bir karþýlýk buluyordu. Zaten tasavvur ettiklerini nakledebilmek için kendi terminolojisini tanýmlamýþtý. Bununla ilgili Suad el-Hakîm in Ýbn-i Arabî Sözlüðü mevcuttur. Ýbn-i Arabî nin bu daha önce hiçbir yazarda görmediðim özgüveninin hâþâkibirden deðil, keþiften kaynaklandýðýný öðrendim. Þeyh ül Ekber nefsini öyle bir yok etmiþti ki, Rabb ül-Âlemîn onun algýsýný neredeyse perdesiz kýlmýþ ve kendisine irþad görevi lûtfetmiþti. O da bu sâyede 500 kadar eser yazmýþ, elimize ulaþan çok az eseri dahî hâlâ kemâliyle anlaþýlamamýþtýr. Ýbn-i Arabî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Sadreddin Konevî gibi tanýnmýþ isimlerden baþka keþif sahibi birçok
sultan vardýr. Bu zevât, ikram olunduklarý ilmi ya yazdýklarý ya da öðrencileri vâsýtasýyla aktarmýþlardýr. Þüphesiz bunu, birileri anlasýn, öðrensin diye ezelde verilen bir emre istinâden gerçekleþtirmiþlerdir. Evet, tasavvuf bir hâl ilmidir. Bu ilim, görünen ve görünmeyen herþeyle ilgilidir. Sâdece düþünce dünyasý deðil, fizik, kimya, biyoloji ve týp gibi ilimlere dâir ipuçlarýný Allah dostlarý eserlerinde saklamýþlardýr. Bu mürþitlerin akademilerde belki de sadece mâneviyat ve Ýslâm la sýnýrlandýrýlarak okutulmasý dahî yetersiz olacaktýr. Yakýn bir gelecekte kuantum fiziði ya da nükleer kimya gibi yeni ufuklar açan ilimleri çalýþan bilim insanlarýnýn araþtýrmalarýný Fütûhat-ý Mekkiye ye dayandýrdýklarýný görürsek þaþýrmayalým. Hazreti Allah zamanýmýz insanýný ilimle müþerref kýlmayý dilerse, bu gerçekleþecektir.
Ýbn-i Arabî nin bu daha önce hiçbir yazarda görmediðim özgüveninin hâþâkibirden deðil, keþiften kaynaklandýðýný öðrendim. Þeyh ül Ekber nefsini öyle bir yok etmiþti ki, Rabb ül-Âlemîn onun algýsýný neredeyse perdesiz kýlmýþ ve kendisine irþad görevi lûtfetmiþti.
dilek güldütuna
zýtlarýn birliði
Frankfurt Üniversitesi ndeki Ýslâm Din Bilimleri tahsili sýrasýnda yan branþ olarak felsefeyi seçmem icab etmiþti. Bu baðlamda Heidegger konulu bir ders için ödev hazýrlamam gerekiyordu. Ödev konusu Heidegger in 1959 da yayýnladýðý Düþünmek Üzerine Bir Tarlayolu Sohbeti isimli kitabý ve kendi düþünce sistemini üzerine kurduðu Gelassenheit (Sükûnet, itidal, tevekkül) kelimesi hakkýnda idi. Ön görüþmemizde dersin hocasý, Bu kitabý pek anlamýyorum zaten, belki sizin calýþmanýz sâyesinde daha iyi anlarým dedi. Ben de içimden Hoca ne kadar nâzik; teþvik etmek için böyle konuþuyor dedim. Kitapta Heidegger, zamanla geliþen atom tekniði ile ilgili çalýþmalarýn insanlarý ne kadar tehdit ettiðinden, fakat böyle bir geliþmenin önüne geçmenin de kadere karþý koymak gibi muhâl olduðundan bahsediyordu. Teknik hem iyi hem kötü olabilirdi. Fakat asýl kötü olan, teknik deðil, insanýn deðiþen dünyevî þartlar karþýsýnda yeterli donanýmýnýn olmayýþý idi. Gittikçe daha fazla insan sadece mantýksal tarzda düþünüyordu Heidegger e göre ve bu düþünce onun kendi yapacaklarýnýn zinciri oluyordu. Ýnsan, deðiþken dünya karþýsýnda hazýrlýklý olmak için þimdiye kadar kullandýðý mantýksal/matematiksel düþüncenin yetmeyeceðini idrâk edip daha derin düþünmeyi öðrenmeliydi. O, Heidegger in kalbî düþünce, köklü
düþünce, mânevî düþünce ya da yüce hatýrlayýþ olarak adlandýrdýðý bu derin düþünme kaabiliyetine sahipti, fakat bu kaabiliyetini geliþtirmeyi öðrenmeli, bununla eþyanýn sýrrýný ve gizli mânâsýný aramalýydý. Bu, insana sevinç veren bir ilimdi. Yakîn e giden yol insanýn en büyük, ayný zamanda en zor vazifesi idi. Ancak bu çeþit bir tefekkürün sonucunda insan eþzamanlý olarak Teknik dünyaya evet ve hayýr derdi. Ödevi yazdýktan sonra notumu almak üzere ikinci konuþmaya gittim. Konuþmanýn sonunda hoca tekrar kitabý zaten hiç anlamadýðýný söyleyince bu defa sebebini sorma ihtiyacý duydum, Anlamadýðýnýz nedir? dedim. Bir þeye hem evet hem hayýr denmesini benim bir felsefeci olarak anlamam mümkün deðil dedi. Bu cevabý ile hoca kendi tercihini ortaya koymuþtu. Yeni dönem felsefecisi olarak o, zýtlarý eleyerek düþüncesinde ilerlemeyi metod olarak seçiyordu, fakat nereye kadar? Zýtlarý birleþtiremezsek birliðe nasýl ulaþacaðýz, eþyayý aslýna nasýl döndüreceðiz? Tasavvuf zýtlarý nasýl birleþtiriyor diye sorarsak, tasavvuf, âlemi bir olan Hakk ýn isim ve sýfatlarýnýn tecellî yeri olarak görür; yani ikilik görmez ki birleþtirmek için uðraþsýn. Ýbn Arabî Hazretleri nin dedikleri gibi iki ayrý þey bir olmazlar. Yani ittihat denilen þey, iki farklý aslî varlýða sahip þeyin birleþmesi deðil, onun bir tek hakikat olduðunun idrak ve
dilek güldütuna
temâþâ edilmesidir. Ýnsanýn da kendi içinde zýtlýklarý barýndýran tek bir varlýk olmasý gibi. Cemâlnur Hocam bir makalesinde söyle söylüyor: Sâmiha Ayverdi, Tasavvuf bir zýtlar âbidesi olan insan bünyesini rûhen de yekpâreleþtirerek bütünlüðe götüren yoldur, her þeyin düzelmesi insanýn kendi düzelmesine baðlýdýr der. Bütünlenmenin zýrhý vücutta oluþtu mu, insanda ne mutluluk ihtiyacý, ne acý çekme korkusu, ne mevkî ne para hýrsý, kinler, düþmanlýklar, menfaate dayalý dostluklar kalýr. Bunlarýn hepsi nefsânî hançerlerdir. Bu dünyaya geliþ nedenimiz vahdettir, birliktir, Allah ýn mânâsýnda bütünlenmektir. Çoklukta bir olabilmek içinse müþterek mânevî deðerlerin oluþmasý gerekir ki bu da yalnýz Allah a hesap veren, kendi nefsinin esâretinden kurtulmuþ hür fertlerin, muâmele ettikleri her yaratýlmýþta sevgilileri olan Allah ýn isim ve sýfatlarýný idrâk etmeleri ile mümkündür. Sâmiha Ayverdi nin mânevî zengin dediði bu güruh, þu gökkubbe altýnda ebedî geçer akçe olan iman, ihlâs, insaf, doðruluk, cömertlik, ferâgat, fedâkârlýk, güzel ahlâk, vatan aþký, hikmet ve irfan gibi ulvî vasýflarý mayalandýrýp etraflarýna taþýyanlardýr. Görülüyor ki tekliðe bakmayý bilen göz, çokluða hürmeti bilen gönlün meyvesidir.
Yine bir Alman araþtýrmacýnýn Hz. Mevlânâ nýn eserleri hakkýndaki yorumunu okuyordum: Paradoks ve
antitezlerle dolu demiþ. Halbuki bu, Hz. Mevlânâ nýn sýk yaptýðý bir þey. Bir sayfa ileride bir önceki sözünün tam zýddýný anlatmak. Tâ ki kiþi, anladýðýný vehmetmekten kurtulsun, cüz î aklýnýn aczini idrâk ederek onu gerektiði yerde býrakabilsin ve külle doðru yönelsin. Fîhi Mâfih de buyuruluyor ki: Bu söz Süryanîce'dir, sakýn anladým de¬meyiniz! Bunu ne kadar anlar, aklýnda tutarsan, o kadar o büyük anlayýþtan uzakla¬þýrsýn; bunun anlaþýlmasý, ancak anlayýþsýzlýkla kabil olur. Ýþte senin uðradýðýn belâ ve katlandýðýn sýkýntýlar, güçlükler bu yanlýþ anlamalardan ileri gelir. Bu senin baðýndýr. Bir þey olman için bu baðdan kurtulman lâzým. Sen su tulumunu denizden doldurdun ve Deniz benim tulumuma sýðdý diyorsun. Bu olamaz. Evet, eðer Benim tulumum denizde kayboldu dersen, yerinde olur. Esas þu, aklýn seni pâdiþahýn kapýsýna getirinceye ka¬dar iyidir. Aranýr ve istenir. Fakat kapýya geldiðin zaman sen onu boþa, çünkü o artýk senin için zararlýdýr; yolunu keser. Ona ula¬þýnca kendini býrak. Artýk senin nedenle, niçinle bir iþin kalmamýþtýr. Demek ki felsefenin de, diðer bilim dallarýnýn olduðu gibi, dar kalýbýndan kurtulup kemâle ermesi ve hakiki aklý tanýmasý için tasavvufî düþünceyi öðrenmeye ihtiyâcý var. Heidegger de kitabýnda anlattýðý gibi düþünmeyi bir büyük mutasavvýftan, ilimde ve hayatta ustam dediði Meister Eckhart tan öðrenmiþti. Ýbn Arabî den 100 sene sonra yaþamýþtý Meister Eckhart; yani meþhur
ilim târihçisi George Sarton un Ýslâm Çaðý olarak adlandýrdýðý ve ilim, Ýslâm medeniyetinin dünyaya en önemli armaðanýdýr dediði parlak çaðýn sonuna doðru. Toledo ve Cordoba da kurulan Ýslâm üniversiteleri, o dönemden sonra Avrupa da kurulan bütün üniversitelere örnek olmuþlardý. Devrinin ilim adamlarýnýn çoðu gibi Meister Eckhart da Ýslâm âlimlerinden çok þey almýþtý: Meselâ Rahmet in, Rahman ve Rahim þeklinde iki tecellîsi olduðunu ilk onun eserlerinde görüyoruz. Ayrýca o devrin Hristiyanlýðýnda teþbih hâkimdi. Allah insan oldu , yani Ýsa olarak yeryüzüne indi diyorlardý. O ise, Allah aþkýnýn insanýn içinde hissediliþi yanýnda Allah ýn birliðini ve tenzih düsüncesini, yani Allah ýn bizim hiçbir zaman idrâk edemeyeceðimiz gibi oluþunu, bu sûretle de Kur an-ý Kerim in öðrettiði, teþbih ve tenzihin birliði olan tevhidi anlattý. Ýbn Rüþd ve Ýbn Sinâ gibi âlimleri çok okuduðu ve andýðý biliniyor. Ýbn Arabî Hazretleri ile ortak düþünceleri hakkýnda pek çok araþtýrma yapýlmýþ. Meselâ aynen Fusûs ul-Hikem de anlatýldýðý gibi, Hristiyanlýktaki teslis (üçleme) düsüncesinin aslýnda yaratýlýþ ve zuhur sayýsý olduðunu, Hristiyanlýða özel bir öðreti olmadýðýný söylediði için engizisyon mahkemesinde yargýlanmýþ. Bu örnekleri daha da çoðaltmak mümkün. Zâhir ve bâtýn, ve onlara nüfûz eden aklý maaþ ve akl-ý maad iki deniz gibi; Allah onlarý âb-ý hayatýn kaynaðý kýlýnan insâný kâmil e birleþtirmiþ. O parlak Ýslâm Çaðý nýn yüzyýllar süren etkisini
düþününce, kurulan enstitülerin yapacaðý çalýþmalarýn, tercümelerin, Ýbn Arabî, Mevlânâ, Mýsrî Niyâzi, Kenan Rifâî gibi sultanlarýn Kur an yorumlarýnýn ve eserlerinin dünya insanýna ulaþmasýnýn ne kadar önemli olduðu ortaya çýkýyor. Hocamýn, Ýslâm ýn ve tasavvufun akademilerde öðretilmesi için neden bu kadar çaba gösterdiðini daha iyi anlýyorum. Batý literatürü tasavvuf hakkýnda yapýlmýþ hakikatten uzak yorumlarla dolu: Hz. Mevlânâ nýn ifâdelerini anlamayýp çeliþkili bulan, Ýbn Arabî yi panteist olarak yorumlayan, tasavvufu ayaklarý yere basmayan birtakým spirituel öðretiler olarak yorumlayan, þiirlerin kelime mânâsýna takýlýp derviþleri meyhânede içki içen kiþiler olarak resmeden ya da Ýslâm da mânevî hayat yokmuþ gibi tasavvufu Ýslâm dan ayrý görerek anlatan cok sayýda Batýlý araþtýrma mevcut. Bu sebeple Ýslâm tasavvufu, akademilerde, müslümanlar tarafýndan ve onu yasayarak tanýyan kimselerce öðretilmeli. Ancak bu þekilde yanlýþ yorumlamalarýn önüne geçilerek hakiki mânâsý anlaþýlmýþ olur.
pekin üniversitesi nde islâm Cemâlnur Sargut Hocamýz 2009 yýlýnýn Þubat ayýnda University of North Carolina at Chapel Hill de The Kenan Rifai Distinguished Professorship of Islamic Studies in (Kenan Rifâî Ýslâmî Araþtýrmalar Kürsüsünün) resmî açýlýþ törenindeki konuþmasýnda þöyle demiþti: Bunun gibi kürsüleri Çin ve Malezya da da açmak nasip olsun inþaallah.
aylin yurdacan
Kâmil insanýn aðzýndan çýkanýn ne kadar mühim olduðunu bilenler bilmeyenlere söylemeliymiþ. Ýlk tohum burada atýlmýþ olsa gerek. Daha sonra Hocamýzýn 2009 yýlýnýn Kasým ayýndaki New York seyahati ise ikinci aþama olmalý. Burayý hocamdan ve onunla seyahatte birlikte olan Nazlý Kayahan dan dinledim. Muhyiddin Ýbn Arabi Society nin New York ta düzenlediði bir konferansa dâvet edilen hocamýz, Sachiko Murata yla konuþsam da Çin de bir kürsü açmak istediðimi söylesem diye niyetlenerek gittiði konferans mekânýnda Sachiko yla bu fikrini paylaþtýðýnda kendisinin çok olumlu baktýðýný ve bu
iþin çok mümkün olabileceðini söylemiþ. 2010 yýlýnýn ilk yarýsýydý. Bir gün Sachiko nun eþi William Chittick ten, Çin in Pekin Üniversitesi nde Harvard dan emekli, Çinli bir Konfüçyüs profesörü olan Weiming Tu nun bir Ýslâm kürsüsüne çok sýcak baktýðýný ve hatta bu kürsüyü Pekin Üniversitesi bünyesinde yeni kurmakta olduðu Institute for Advanced Human Studies de açabileceðini bildiren bir elektronik posta aldýk. Bu kadar kucaklayýcý bir yaklaþým çok þaþýrtýcýydý. Cemâlnur Hocamýz aslýnda bize Çin kürsüsünün Amerika dakinden çok daha kolay olacaðý sinyalini vermiþti ama insan yine de olaylarý seyrederken hayretlere düþüyor. 2010 yýlýnýn Aðustos ayýnda hocamla beraber Erinç Özada, Çiðdem Hitay ve Birhan Gençer in yaptýklarý Pekin ziyâreti çok olumlu geçmiþti. Bu ziyâretteki ön görüþmeler, TÜRKKAD ý ve Kenan Rifâî yi tanýtan sunumlarý ve sonrasýnda yapýlan onlarca yazýþma tam bir yýl sonra meyvesini verdi ve Kasým 2011 de The Kenan Rifai Distinguished Professorship of Islamic Studies adlý kürsü resmî bir törenle Pekin Üniversitesi nde açýldý. Açýlýþta Cemâlnur Hocamýn yaný sýra, Pekin Üniversitesi Rektörü Li Sanyong, Weiming Tu, William Chittick ve Pekin deki Türk Büyükelçisi Murat Sâlim Esenli de konuþma yaptýlar. Cemâlnur Hocamýz konuþmasýnda,
Çin de kürsü açmak isteyiþinin iki sebebi olduðunu söyledi. Birincisi Ýlim Çin de dahî olsa ara bul! hadîs-i þerîfi, ikincisi ise Ýbn Arabî nin Fusûs ul Hikem adlý eserinde son kâmil insanýn Çin den geleceðinin bildirilmesi idi. Kenan Rifâî nin ilim ve irfan nûrunun buradan yansýyacaðýný ve son kâmil insanýn bu terbiyeden geçecek olmasý ihtimâlini görenlere katýlmamak mümkün mü? Weiming Tu ise konuþmasýnda Ýslâmiyet in kendi hayatýndaki yeri ve öneminden þöyle bahsetti: Ýslâm, benim entelektüel görüþ açýmý geniþletti ve tarihime olan saygýmýn artmasýna sebep oldu. Bana gerçek bir diyalogun sadece karþýlýklý açýk görüþ çerçevesinde olabileceðini öðretti. Kendine yapýlmasýný istemediðin þeyi baþkalarýna yapma. Bu öðreti sayesinde baþkalarýnýn var oluþlarýný kendi var oluþum gibi fark etmeye baþladým. Diyaloglara girdiðim çalýþma arkadaþlarýma olan saygým arttý. Onlarla kurduðum açýk iletiþim sâyesinde zenginleþtim, daðarcýðým geniþledi. Ayný diyaloglar birden ortak geliþim ve ortak zemin kurmak için hârika fýrsatlara dönüþtü. William Chittick de konuþmasýnýn sonunda Ýslâmiyet ve Çin öðretisi arasýndaki ortak noktalara temas ederek þunlarý söyledi: Bildiðiniz üzere Müslümanlar Çin de bin yýlý aþkýn süredir yaþamaktadýrlar. Yedinci
yüzyýlýn baþýndan beri dinleri hakkýnda Çince yazmaya baþlamýþlardýr. Bu süreçte Ýslâmî düþünce hakkýnda bugüne kadar yazýlmýþ olaðanüstü eserler üretmiþlerdir. Onlar, sadece Ýslâm öðretisini Konfüçyüs öðretisine uyumla yeniden düzenlemekle kalmamýþ, ayný zamanda medeniyetler arasý çok derin bir diyalogu hayata geçirmiþlerdir. Bu eserleri okurken Huiru nun her iki geleneðin temel maksadý olan tekâmül ve dünya ve âhirette tek vücut olmaya ulaþmak olduðunu hiç bir zaman unutmadýðýný gözlemleyebiliriz. Bana öyle geliyor ki Çin deki Ýslâm araþtýrmalarýnýn ilk amacý Huiru nun dünya görüþünü yeniden gün ýþýðýna çýkarmak olmalýdýr. Günümüzde çok az Çinli mutasavvýf Çince olan bu eserleri okuyabilme ve bu eserlerin türetildiði ana Ýslâmî kaynaklar ile baðlantý kurabilme eðitimine sahiptir. Bu baðlantýyý kurabilmek için mutasavvýflarýn sadece Konfüçyüs öðretisine âþinâ olmalarý yeterli deðil, ayný zamanda Ýslâm entelektüel geleneðinin özellikle Sufi ve felsefî formunda Ýslâm ýn doðu topraklarýnda yayýldýðý þekline âþinâ olmalarý gerekir. Bu görüþü doðrultusunda Pekin Üniversitesi nde eþi Sachiko Murata ile beraber 2012 yýlýnýn Þubat ayýndan Haziran ayýna kadar Kenan Rifâî Ýslâmî Araþtýrmalar kürsüsünde ders veren William Chittick, Müslüman Konfüçyüsçü diyebileceðimiz Huiri nin
aylin yurdacan
dünya görüþü hakkýnda yazmýþ olduklarý kitabý Çinli master öðrencilerine ders kitabý olarak okutma fýrsatý buldu. Ýbn Arabî nin kâmil insan anlayýþý üzerine halka açýk seminerlerin yanýsýra Weiming Tu ile ortaklaþa uluslararasý bir konferans da düzenlendi. Bu konferansta Huiri nin dünya görüþünün çaðýmýzdaki deðeri ve Çin deki Ýslâm araþtýrmalarý ele alýndý. Bahar döneminden sonra Amerika ya geçecek olan Chittick ve Murata dan sonra 2012-13 akademik yýlýnda kürsüde görev alacak olan profesör ise Ýranlý ordinaryüs Profesör Gholamreza Aavani olacak.
Cemâlnur Hocamýzýn her zaman dediði gibi, Allah isterse olur sözünün vukuuna þâhidiz, çok þükür. Bu kadar kýsa zamanda bu kadar kolay gerçekleþen bir kürsü açýlýþý, Kun emrinden baþka ne olabilir? Onun kâmil insanlarýnýn mânâsý yüzü suyu hürmetine ol diyeceði daha nice kürsülerin açýlýþýný ve faaliyetlerini görmek ve hizmet etmek bizlere ve bizden sonraki nesillere nasip olsun inþaallah. Allah hepimize kýymetini ve þükrünü bildirsin vesselâm
FOTOÐRAF
melike türkân baðlý
Fotoðraftakiler... Soldan saða: Tu Weiming. Çin de doðdu, Tayvan da büyüdü. Dünyanýn tanýnmýþ birçok üniversitesinde, Doðu da ve Batý da, Çin ve Konfüçyüs incelemeleri alanýnda dersler verdi. Þeref dereceleriyle ödüllendirildi. Harvard dan emekli olduktan sonra 2009 itibâriyle Pekin Üniversitesi ne geçti. Konfiçyüs denince dünyada akla gelen ilk isimlerden biri Sachiko Murata. Bir Japon... Âile hukukunda sonra Ýslâm hukuku çalýþmak üzere Ýran a gitti. Ýran dili konusunda doktora yaptý. Daha sonra ilâhiyat fakültesine geçti. William Chittick le Ýran da tanýþarak evlendi. Japon Budizmi, dünya dinlerinde kadýn, Ýslâm ve Konfiçyüs üzerine çalýþýyor. Sahasýnýn en yetkin þahsiyetlerinden biri William Chittick. Amerikalý âlim... Tarih lisans eðitiminin hemen ardýndan Ýran a gitti. Ýran edebiyatý alanýnda öðrenim gördü. Tahran Üniversitesi ndeki çalýþmalarýnýn ardýndan karþýlaþtýrmalý dinler ve beþeri bilimler bölümünde dersler verdi. Ýbn Arabî, Mevlânâ ve Þems üzerine kitaplar yazdý. Tasavvuf ve Ýslâm felsefesi alanýnda Chittick, en önemli isimlerden birisi olarak karþýmýza çýkýyor. Tasavvuf öðrenmek için mutlaka okunmasý gereken bir âlim Tu Weiming, Pekin Üniversitesi n de bir Ýslâm kürsüsü kurulmasý için Çin kanadýnda ilk harekete geçen ve gayrette bulunan kiþi William Chittick ve Sachiko Murata, fikirleriyle Tu yu destekleyen ve kürsünün kurulmasýnýn ardýndan bir dönem boyunca kürsü çalýþmalarý çerçevesinde dersler veren Ýslâm ve tasavvuf âþýðý iki bilgin Bu üç isim, ayný fotoðrafta buluþuyorlar. Elbette ortak ilimleri ve geçmiþleri icâbý, daha önce birçok defa objektiflere birlikte poz vermiþ olsalar gerek... Fakat bu defa durum farklý Gayret âbidesi bu üç arkadaþ, adlarýný çalýþma sahalarýna mühürlemiþ bu üç öðretmen, önlerinde yalnýzca çömezlerinin deðil, bütün meslektaþlarýnýn yerlere kadar eðildiði bu üç âlim, bir büyük ismi arkalarýna almýþ, o ismin önünde âdetâ el-pençe divan durmuþ ve ona hizmet için birleþmiþ olarak bizlere gülümsüyorlar. Elbette daha önce de birçok defa gülümseyen yüzlerle bakmýþlardýr hayranlarýna fotoðraf karelerinden Fakat bu defa durum farklý Bu gülümseme, nihâî bir gülümsemenin provasýdýr; zirâ hizmet ettikleri isim, kemâlin son mertebesidir; saadet ve þehâdet þerbetini içirecek olandýr. Bu büyük isim, bu üç âlimin hayatlarý boyunca çeþitli vecheleriyle inceledikleri, çeþitli adlarla andýklarý, ömürlerini vakfederek öðrenmeye ve öðretmeye çalýþtýklarý insân-ý kâmilin bu çaðdaki tecellîsi, ism-i câmî Ken an Rifâî dir. O ki, nefsin batýp rûhun doðuþunu simgeleyen bu Çin diyârýnda bizzat kendi adýný koyduðu ve âleme duyurduðu bu çatýyý, yalnýz bu çaðýn deðil, çaðlarýn efendisi olduðunu göstermek üzere tenezzül edip Rahman tecellîsiyle dikmiþ ve altýna âlemi dâvet etmektedir. Dâvete icâbet de farzdýr.
hümânur baðlý
SU MUDUR?
Cemâlnur Hocamýzýn baþlattýðý bir dizi sempozyum ve Peygamber gecesi organizasyonlarýný, önceleri birer tatlý etkinlik, birlikte olalým ve hizmet edelim diye yapýlan birer çalýþma kapýsý olarak görüyordum. Sonradan da düþüncem deðiþmedi. Ancak zamanla özellikle sempozyumlara katký yapan farklý disiplinlerden insanlarýn bakýþ açýlarýný farkettikçe ve karþýlaþtýrmalar yapmaya baþlayýnca bu taným, esas sebebi farkeder gibi olmam yolunda geniþledi. Hasbelkader, profesyonel hayatýmda hep akademik bir uzantý var. Akademik kariyerim, önceleri kendi mesleðimi eleþtirmek isteðiyle, mevcut tanýmlarýn bana yetmemesi ile baþladý. Uygulamaya yönelik olan tasarým mesleðinin ne kadar teorisinin yapýlabileceði ile ilgili de bolca düþündüm. Felsefeye merak sardým, uygulama denen þeye yan baktým, hep bir aþaðýlýk kompleksiyle karýþýk bir hýrsla mevcut literatüre saldýrýp, spekülasyon olmaktan öte geçmeyecek tespitler yaptým. Sonra eðitimci tarafýmýn da verdiði bir motivasyonla uygulamayý hedefleyen teorik yöntemleri inceledim. En son birkaç sene önce katýldýðým ve gayet prestijli bir akademik konferansta yaþlý baþlý tasarým akademisyenlerinin, birþeyler yapmaya çalýþan þevkli genç araþtýrmacýlarýn bir araya geldiklerinde tartýþtýklarý þeyin mesleðin ta kendisinin tanýmlanmasý ve sorgulanmasý olduðunu farkedince hafif bir bezginlik yaþadým. Bütün konferans, Tasarým nedir? sorusunun etrafýnda þekillenen
bir dolu spekülasyon ve irili ufaklý kavgalarla geçti. Hocamýn anlattýðý bir hikâye burada yerine oturuyor: Adamýn birisi hayatýn mânâsýný merak etmiþ, çok araþtýrmýþ, sormuþ, ama öðrenememiþ. Etrafýndakiler de onu dað baþýnda yaþayan bir bilgeye yollamýþlar, onun herþeyi bildiðini temin ederek... Adamcaðýz uzun yollar aþmýþ, o büyük daða günler boyu týrmanýp nihâyet bilgenin yaþadýðý yere ulaþmýþ. Bilge elinde büyük bir kaþýk, bir kazanda kaynayan suyu karýþtýrýp duruyormuþ. Adam sormuþ: Hayatýn mânâsý nedir ey bilge? Bilge emin, Sudur demiþ. Adam þaþýrmýþ, yutkunmuþ ve Su mudur? diye sormuþ. Birden duraklayan bilge, Deðil midir?! demiþ.
ise baþta da belirttiðim gibi son birkaç senedir TÜRKKAD ýn organize ettiði sempozyumlarýnda farketmeye baþladým. Kendi yöntem ve tespit yapýsýna sâhip olduðu düþünülen târih ilmi, sâdece bir mâlûmatfuruþluk (bilgi toplayýcýlýk) olabiliyor, sempozyumda andýðýmýz zâtýn rûhî ve mânevî dünyasýnýn yanýndan bile geçemiyordu. Sosyoloji, herþeyi ideolojik çerçevelerin içine sokmaya çalýþýyor, herþeyi hiyerarþiler ve iktidar meselesine baðlayýp ana konuyu boðabiliyordu. Ýlâhiyat bile fýkýh ilminin sâbit çerçevesinin içine girebilen durumlardan dem vurup geri kalaný bir kenarda daðýnýk býrakabiliyordu.
Galiba bu, son yýllarda dünyayý tutmaya baþlayan kürsülerin temel motifini oluþturuyor. Hocamýzýn oluþturduðu Felsefî düþüncelerin tartýþýlýrlýðý felsefenin kendisinin de reddetmediði formül: Hangi meslek altyapýsýndan birþey... Ancak gülüp geçiverdiðimiz bu gelirse gelsin, bu kürsüler o altyapýnýn tasavvufla ilgisini tevhid anlayýþý içinde hikâyedeki kaygan durum, katýldýðým kuracak ve yepyeni ve geniþ bir bakýþ meslekî konferansýn ve benim bütün açýsýnýn temelleri atýlacak. Felsefenin çalýþmalarýmýn da zeminini kaygan zemininden çýkarak, hem kelime oluþturuyordu. mânâsý hem de mecâzî mânâsý Diðer bir koldan ise hocamý görüyorum. bakýmýndan, bir ayaðý þeriatte sabit, Bitmez bir enerji ve yöneliþle ne biliyorsa diðer ayaðýyla yedi düveli tutan bir serencam baþlayacak. aktarýyor, uyguluyor, yönlendiriyor. Bütün bunlar olup biterken de doðru bildiklerimin beni, deðil hýzlandýrmak, tersine yavaþlatýyor olduðunu dehþetle farkediyordum. Akademik alan ve disiplinlerin özellikle mânevî konulara yaklaþýmlarýndaki konumlarýný, yeterlik ve yetersizliklerini
arzu eylül yalçýnkaya
tasavvufu hangi yöntemle araþtýralým?
Bugün hâlihazýrda tasavvuf araþtýrmalarýnda kullanýlan metod ve araþtýrma teknikleri sosyal bilimler araþtýrma teknikleridir. Buna göre tasavvuf araþtýrmacýlarý, kendi alanlarýyla ilgili olarak sûfî müelliflerin yazmýþ olduðu eserleri sosyal bilimler araþtýrma tekniklerini kullanarak incelemekte ve analiz etmektedirler. Sözkonusu kitaplar, sûfîlerin keþf ve mânevî iþaret ile elde ettikleri bilgilerin izlerini taþýr. Burada karþýmýza çýkan ilk soru, sosyal bilimler araþtýrma yöntemlerinin , bilgi edinme tarzý olarak keþf ve ilham ý kullanan sûfîlerin eserlerini almada yeterli olup olmadýðýdýr. Sorunun menfî cevaplanmasý hâlinde, karþýmýza tasavvuf araþtýrmalarýnda hangi metodun kullanýlacaðý meselesi çýkar. Biz bu yazýmýzda yukarýdaki iki sorunun yanýtýný aramaya ya da en azýndan meseleyi bizim gördüðümüz kadarýyla vaz etmeye çalýþacaðýz.
Sosyal bilimlerin araþtýrma teknikleri tasavvuf araþtýrmalarý için yeterli ve/veya geçerli midir? Tasavvuf geleneðinde aþký ve âþýðýn hallerini anlamanýn güçlüðüyle ilgili meþhur bir mesel vardýr. Mecnûn un Leylâ ya olan aþký çoþup kabarýnca ve bu sûretle dillere düþüp de bu haber sultanýn kulaðýna eriþince, sultanýn gönlüne Leylâ ile ilgili bir merak düþer: Acaba bu Leylâ denen dilber, ne kadar güzel? Bu derece sevilmeye, uðruna akýllar ve canlar fedâ edilmeye lâyýk mýdýr? diye çeþitli endiþelere kapýlýr. Bilinmez ya, belki kendi
gönlündeki aþktan, kendi sevgilisinden þüpheye düþmüþtür. Orasý bizim konumuz dýþý. Fakat nihâyetinde Leylâ yý buldurur, getirtir. O zaman görür ki Leylâ öyle çok itibar edilecek bir güzel deðil, hatta bilâkis alelâde bir Arap kýzýdýr. Mecnûn a, Bu mu senin Leylâ Leylâ diye kendini çöllere atmana sebep olan güzel? Yâhu bu senin Leylâ dediðin, kara kuru bir kýzdýr, gel vazgeç bu sevdâdan, gel bu cünûnu terk et, aklýný baþýna al der. O vakit Mecnûn un dilinden dökülenler, aþký ve âþýðýn hallerini bilmeyen herkese bir cevap olarak ebediyet levhasýna yazýlýr: Sultaným, Leylâ o Leylâ dýr, lâkin sizde onun güzelliðini görecek göz ve gönül yok.
Buna göre soruyu tekrarlayacak olursak: Sûfîlerin ancak keþf ve müþâhede gözü ile gözdükleri ilâhî bilgileri -ki bu hikâyedeki Leylâ dýr- akýl gözüyle ve nazarî açýdan deðerlendirmek ne derece yeterli ya da geçerlidir? Günümüz tasavvuf araþtýrmacýlarýndan Mahmut Erol Kýlýç Bir Metodun Metodolojisi baþlýklý makalesinde bu sorunun cevabýný araþtýrýyor. Kendisine katýlarak ilgili bazý bölümleri paylaþmak istiyorum. Kýlýç, konuyu metodoloji târihi açýsýndan inceliyor. Buna göre, aslen tutulan yol ya da gidiþ anlamýna gelen metodoloji , Aristoteles tarafýndan basit bir araþtýrma usûlü ne indirgenmiþtir. Descartes ise, ayný kavramý bir derece daha daraltarak zihnin dizgisel bilgiye ulaþma yolu olarak tanýmlar. Descartes in bu indirgemeci üslûbu birçok düþünür tarafýndan eleþtirilse de modern dünyada revaç gören onun görüþleri olmuþ ve yapýlan araþtýrmalarda bu yöntem kullanýlmýþtýr. Oysa Pascal, Düþünceler adlý kitabýnda Kartezyen yöntemin aklý tek merhaleye ve düzleme hapsetmesi konusunda ona ciddi eleþtirilerde bulunmuþtu. Çünkü Pascal a göre tektip bir insan zihni yoktu ve matematiðin izâfî baþarýsý bize ayný zamanda bilgeliðe, hikmete ve irfana açýlma imkâný vermeyecekti. 19. yüzyýla gelindiðinde, Baþta Dilthey olmak üzere bazý düþünürler, doða ilimleri ve bunlarýn iþleyiþ kurallarýnýn yanýsýra bir de bundan farklý olarak mânevî ilimler ve bunlarýn iþleyiþ kurallarýnýn bulunduðunu ileri sürdüler. Buna göre mânevî ilimler tabiat ilimlerinden ayrý olarak deðerlendirilmeli ve kendilerine has farklý metodlar kullanmalýydý. Bu iddia, Kartezyen metoda vurulmuþ ikinci ve kuvvetli bir darbeydi ki bundan sonra darbelerin sonu geleceðe benzemiyordu.
arzu eylül yalçýnkaya
Ýzâfiyet teorisinin ortaya atýlmasýnýn ardýndan, bütün ilimler için geçerli bir metod düþünmenin modasýnýn geçtiði, hattâ bunun bir hayâl olduðu söylenir oldu. Doða bilimcileri yaptýklarý gözlem ve deneyler neticesinde, ayný sebeplerin her koþulda ayný sonuçlarý vermediðina þâhit oldular. Matematiðin 2+2=4 eder þeklinde ezberlediðimiz en basit bir iþeminin dahi psikoloji ve toplum bilimlerinde farklý sonuçlarý olduðu görülünce -çünkü artýk iþin içine sinerji girmiþtir- matematiksel kesinlik dahi sorgulanmaya baþladý. En son izâfiyet teorisine meydan okuyan parçacýk teorisi bütün gördüðümüzün görmek istediðimizden ibâret olduðu iddiasýyla pozitif denilen ilimlerin parlaklýðýný söndürdü. Bertrant Russel, Mistisizm ve Mantýk isimli kitabýnda akýlla elde edilen bilginin ve þüphenin ötesinde yakîn i ifâde eden bir içsezgisel biliþ tarzýnýn da mümkün olabileceðini kabul etmiþtir. Bu ve bunun gibi seslerin yükseliþiyle batý düþüncesi, metodoloji ile ilgili fikirlerini sorgulamýþ olacak ki üniversitelerde, biyoenerji, reiki, akupunktur kürsülerinin açýldýðýný, hattâ ezoterik araþtýrmalar merkezleri gibi kurumlarýn bünyesinde kabalizmden simyaya çeþitli kadim öðretiler bilimsel anlamda incelenmeye baþlanmýþtýr. Son zamanlarda dünyanýn çeþitli üniversitelerinde kurulan tasavvuf kürsüleri de, metodoloji tartýþmalarý ve araþtýrma yöntemleri üzerine yapýlan bu tartýþmalarýn olumlu sonuçlarýndan biri olarak mütâlâa edilebilir. Fakat hâlihazýrda ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinde ve yurt dýþýndaki tasavvuf akademilerinde araþtýrmacýlarýn kullandýðý yöntem -az çok farklýlýklar göstermekle birlikte- sosyal bilimler araþtýrma teknikleridir. Bir ilim dalý kendi bilgi edinme yöntemini mücâhede ve riyâzat sonucu elde edilen keþf olarak ilân ettikten ve bu bilgi açýkça tecrübî ve zevkî bir bilgi olduktan sonra sözkonusu bilgiyi hâlâ Aristocu ya da Descartesci araþtýrma yöntemleri ile incelemek durumundaysak burada peþinen kabul etmeliyiz ki bazý hatâlar yapmak kaçýnýlmazdýr. Biz, sûfîlerin tasavvuf ile ilgili sözlerini ve eserlerini okurken ve yorumlarken, kullandýðýmýz yöntemin yetersizliði sebebiyle ulaþacaðýmýz neticeler de geçersiz ya da -en azýndan sûfîleri anlama konusunda- yetersiz kalacaktýr. Bu durumda takip edilmesi gereken kurtarýcý yöntem ne olabilir? Bu sorunun yanýtýný belli ölçüde Mustafa Tahralý nýn Din Ýlimleri ve Tasavvuf Araþtýrmalarýnda Göz Önünde Bulundurulmasý Gereken Bazý Esaslar Hakkýnda Düþünceler baþlýklý makalesinde buluyoruz.
Tahralý, insanlarýn idrak derecelerinde ve yaratýlýþlarýndaki farklýlýktan dolayý dinî ilimlerdeki bazý konularda görüþ ayrýlýklarýna düþtüklerini tespit ediyor. Bunlarýn baþýnda þu üç konu geliyor: Allah inancý, Peygamber anlayýþý, Kur an ý yorumlama. Bu üç ana konunun incelenmesi sýrasýnda insanlarýn ferdî ve toplumsal farklýlýklarý da meseleye dâhil olduðundan son derece farklý görüþler zuhûr edebilmektedir. Sözü edilen konularda sûfîlerin kendi anlayýþ ve yöntemleri açýsýndan farklý görüþler ifâde etmeleri tabiîdir. Tahralý, sûfîlerin sözlerini ve farklý yorumlarýný kabul etmesek bile- âzamî düzeyde anlayabilmek için akýl tutulmasý gereken bazý prensipleri belirtir. Buna göre ilk prensip, sûfîlerin sözkonusu bilgiyi keþif, müþâhede, ilham, vâridat gibi bizim âþinâ olmadýðýmýz bir kaynak veyâ vâsýta ile elde etmiþ olabilecekleri gerçeðidir. Ýkincisi, Hz. Muhammed in târihî gerçekliðinin ötesinde zaman üstü bir gerçekliði olduðu yönündedir. Ve O (s.a.v.) týpký ümmetinden salâvat getirenlerin selâmlarýný aldýðý gibi, yardým isteyen ya da mâneviyatýna sýðýnanlara da mânâ âleminden rehberliðini sürdürmektedir. Üçüncü olarak, sûfîler ezber bilginin ötesinde Kuran ý okumak, tefekkür etmek ve Hak tan gelen bir ilhamla Kur an âyetlerinin mânâsýna ve derûnuna nüfuz etmek isterler. Hakk ýn, samimi bir niyetle bu iþe yönelmiþ bir gönül insanýna hakîkatlerini ilham etmesi yadýrganmamalýdýr. Zirâ Allah bildiði ile amel edene bilmediðini öðretecektir ilâhî vaadi bir haktýr ve ortadadýr. Tahralý, iyimser bir yol tutarak, sûfîlerin metinleri üzerinde araþtýrma yapan meslektaþlarýný ihtiyatlý olmaya dâvet ediyor ve bazý noktalar göz önünde bulundurulduðunda en az hatâ payý ile araþtýrmalarýn neticeleceðine olan inancýný aktarýyor. Konuyla ilgili Mustafa Kara nýn birkaç tespiti var ki tamamlayýcý olacaðýný düþünerek paylaþmak istiyorum. Kara, tasavvuf araþtýrmacýlarýnýn, sûfîlerin metinleri üzerinde çalýþýrken, eserleri anadilinden okumalarý gerektiðini düþünür. Bu kolay deðildir ama geçerli ve tutarlý bir araþtýrma ancak bu þekilde gerçekleþtirilebilir. Mukayeseli çalýþmalar açýsýndan, en azýndan bir batý dilini ileri derece bilmek gereklidir. Bireysel çalýþmalardan çok, ekiple çalýþmak gereði vardýr ve en önemlisi dünü ve dün yazýlanlarý modernizm ve rasyonalizm gözlüðüyle okumamaktýr.
Þu bir gerçek ki mârifet ilmi olarak da isimlendirilen tasavvuf, naklî ve aklî bilgiyi hiçbir zaman reddetmemiþ, onu kullanmýþ, iþletmiþ ve fakat ötesine geçmiþtir.
arzu eylül yalçýnkaya
Buna göre bizim sûfîlerin metinlerini veya doðrudan sufizm araþtýrmalarýnda nakil ve akýl yöntemlerini dikkatli bir þekilde kullanmamýz tabiî olduðu gibi, bunun ötesine geçme arayýþlarýný da tabiî karþýlamamýz gerekir.
Tasavvuf araþtýrmalarýnda yeni bir yöntem aranmalý ve iþletilmelidir. Çünkü 21. yüzyýl insanýnýn dikkatini bir baþka kanalla bilgi alan sûfîlerin kitaplarýndan derlediklerinizle ancak bir dereceye kadar çekebilirsiniz. Zirâ sýnýrlarýn zorlandýðý, dünyanýn ve evrenin küçüldüðü, herþeyin inanýlmaz bir hýzla deðiþtiði, bilginin kolay eriþilebilir olduðu fakat huzûrun kolayýna bulunmadýðý bir asýrda yaþýyoruz. Kitap ve bilgi kolay elde edilen bir þey durumunda iken bilgiden tecrübeye giden yol daha büyülü görünüyor ve insanlar o yolun yolcusu olmaya hevesleniyorlar. Hint dinleri üzerinde çalýþan bazý akademisyenlerin Hindistan da bir yoginin terbiyesinde yýllarýný geçirmek için yola çýkýþý artýk yalnýzca filmlerin konusu deðil. Din antropologlarýnýn Afrika kabileleriyle bir süre yaþarak âyinlerini hem gözlemlediklerini hem de onlara katýldýklarýný biliyoruz. Mevlevîlik üzerine çalýþan batýlý araþtýrmacýlarýn, ülkemizdeki Mevlevî âyinlerine katýldýklarýný, semâ dersleri aldýklarýný, dili öðrenerek Mesnevî yi aslýndan okumak ve dinlemek için zahmetlere girdiklerini görüyoruz. (Çalýþtýðým kütüphanelerde ve çeþitli sûfî festivallerinde zaman zaman karþýlaþýyorum). Kitap raflarýný süsleyen Halvette Kýrk Gün gibi kitaplar, ya da bir Hac yolculuðunun mânevî hâllerini paylaþan günlükler görüyoruz. Ýnsanlar okuyarak akýllarýný doyurduklarý gibi tecrübe ile de o þeyin tadýný almak istiyorlar. Hâl böyleyken sayýlarý giderek artan tasavvuf kürsüleri ve akademi bünyesindeki tasavvuf araþtýrmalarý merkezlerinde hâlâ sosyal bilimlerin araþtýrma tekniklerinin kullanýlmasý gerektiðini söylemek cýlýz bir söylem olacak ve tecrübî bilginin o gönül çelen hâkim adam duruþu araþtýrmacýlarý cezbetmeye baþlayacaktýr.
Meseleyi özetleyecek olursak, her hâlükârda içinde bulunduðumuz için farketmekte belki zorlandýðýmýz gerçek þudur ki, tasavvuf, tekke devrini kapattýktan sonra sosyal hayatta kendini ifâde edeceði bir kurum arayýþýný akademi de sonlandýrma yönünde ilerlemektedir.
Dünyanýn dört bir yanýnda açýlan tasavvuf akademileri, kürsüleri bunun bir delilidir. Buna göre yeni bir ilimler hiyerarþisine ihtiyaç olduðu ve tasavvufun (ya da metafizik) bu ilimler hiyerarþisindeki yerinin açýk yüreklilikle tespit edilmesi gereði gibi, tasavvuf araþtýrmalarý için de yeni bir metodolojiye gereksinim vardýr. Akademi bunu yapabilecek tecrübe ve olgunluða sahip en güçlü kurum. Bünyesindeki ilimlerin kendisini tanýmlama ve metodolojisini tâyin etme arzusuna da bir süredir her olgun kurum gibi hoþgörüyle bakýyor. O vakit tasavvuf ilminin ve metodolojisinin yeniden düzenlemesinin de, þaþýlacak bir þey olmaktan çok, beklenen ve özlenen bir þey olduðunu düþünüyorum. Biz ne dersek diyelim, su akar yataðýný bulur vesselâm. Allah ve Resûlü en iyisini bilir.
hüseyin gökhan
EFENDÝMÝN KÜRSÜSÜ
...Bundan yirmi yýl kadar önce, geçtiðimiz yüzyýlýn en önde gelen Ýslâm kültürü uzmanlarýndan Harvard profesörü merhûme Annemarie Schimmel, iki profesör arkadaþý ile beraber Amerika nýn önde gelen bir üniversitesi tarafýndan önerilen Ýslâm Araþtýrmalarý programýný incelemek üzere Amerika ya dâvet edildiklerini anlatmýþtý. Araþtýrma sonucu raporlarýnda, sunulan programýn dil, edebiyat, tarih, antropoloji, sosyoloji, politika ve diðer farklý bilim dallarý açýsýndan kuvvetli, hârika bir program olduðunu belirtmiþlerdi. Ancak programda Ýslâm dini hakkýnda hiçbir þey öðretilmiyordu. Yukarýdaki paragrafý William Chittick in Pekin Üniversitesi Ken an Rifai Kürsüsü açýlýþý için hazýrladýðý konuþmanýn baþýndan alýntýladým. Chittick, Amerika Birleþik Devletleri Stony Brook Üniversitesi nde bir profesör. Ýbn Arabî üzerine akademik araþtýrmalarýyla konusunda en önde gelen otoritelerden biri. Bu konuda önemli bir diðer araþtýrmacý Sachiko Murata ile evliler. Bu sene Ken an Rifai Kürsüsü nün ilk profesörleri olarak hizmet ettiler. Chittick, konuþmasýnýn baþýnda tüm dünyadaki genel bir idrak eksikliðine iþaret ediyor. Ýslâm ýn bir dinden ziyâde politik veya en fazla sosyo-kültürel açýdan incelenmesi ve sadece bu yönlerden deðerlendirilmesi sadece Batý dünyasýna has bir eksiklik deðil. Ülkemizde dahî bu konuda çok yol katedilmesi gerekiyor. Ýslâm dini,
müslüman nüfûsun çoðunlukta olduðu ülkelerde dahî en fazla þer î yönden inceleniyor. Ken an Rifâî Hazretleri, tasavvufun üniversitelerde ders olarak okutulacaðýný buyurmuþlar. Bu bir tahmin deðil, bir vizyondur. Ýnsan-ý kâmiller için ise vizyon, gelecekte olacaklarýn ta kendisidir. Cemâlnur Hocam bu vizyonun hayata geçmesinde en büyük hizmet sahibidir. Kuzey Karolayna Üniversitesi nden sonra Pekin Üniversitesi yle hizmetine devam etmektedir. Pekin Üniversitesi nde Hz. Pîr adýna çalýþan ilk profesörün kendilerinin iþaret ettikleri noktayý açýlýþ konuþmasýnýn baþýnda belirtmesi mânidardýr. Chittick konuþmasýna þöyle devam ediyor: Ben de bu konuda Profesör Schimmel ile hemfikirim: Ýslâm Araþtýrmalarý, Ýslâm a dinî yönden odaklanmalýdýr. Bu noktada gözönünde bulundurulmasý gereken konularý anahatlarý ile ifâde etmek isterim. Eðer bunlar gözönünde bulundurulmazsa Ýslâmî araþtýrmalar, sadece coðrafyanýn veya etnik kimliðin birleþtirici unsur olduðu bir araþtýrma türüne dönüþür. Ben bu konularýn tanýmlamalarýný Batý akademyasýnýn empoze ettiði kategorilere deðil, Ýslâm öðretisinin tarih boyunca kendi kendine geliþtirdiði kategorilere dayandýracaðým. Ýslâm tek bir temel konu ile ilgilenir: Ýnsan doðasý. Ýslâm dünya görüþü,
insanoðlunun bütün her þey ile doðru iliþkiyi saðlayamadan, gerçek insanlýða, yani hakiki merhamet, adâlet ve þefkate eremeyeceðini savunur. Bu iliþkiyi saðlayabilmek için insanlarýn Mutlak Hakikat yani dünya, âhiret ve binlerce þeyi birleyen Ýlâhi Kudret hakkýnda yeterince idrak sahibi olmalarý gerekir. Ýnsanlar bu idrâke ulaþtýklarý zaman, kendi nefis, istek ve arzularýnýn peþinde koþmak yerine, bu Hakikat e uyarak hayatlarýna yeniden yön verebilirler. ...Bir din, Mutlak Hakikat hakkýnda insânî deðer ve karakteristikler üzerinden konuþtuðu zaman, çoðu modern akademisyen Tanrý yý insan aklýnýn antropomorfik (insanbiçimci) yansýmasý olduðu sonucuna varmayý tercih eder. Baþka bir deyiþle Mutlak Hakikat in insanlarý avutmak veya onlarý kontrol altýna almak için geliþtirilmiþ insan hayâl gücünün uydurmasý olduðunu söylerler. Bunun aksine Ýslâm âlimleri, Tanrý nýn insan aklýnýn antropomorfik yansýmasý olmadýðýný savunurlar. Tam tersine insan, Akl-ý Küll ün teomorfik (tanrýbiçimci) yansýmasýdýr. Gerçek hakikat, kâinat ve insanoðluna deðil, Tanrý ya aittir. Kâinat ve insanoðlu Mutlak Hakikat in iþlevi olarak zuhûr ederler ve O nun sýfatlarý ve vasýflarý ile donatýlmýþlardýr. Konuþmanýn bu bölümünde Chittick, tahalluku bi ahlâkillahi ( Allah ýn ahlâký ile ahlâklanýnýz ) hadisine gönderme yaparak Ýslâm ýn hayatýmýza kattýðý en büyük farký ilân ediyor. Din, modern insanýn genel yanýlgý üzere düþündüðü gibi insanlarý tahakküm altýna almak
hüseyin gökhan
görüntüde yaratýldýðýný, ancak zayýf ve için yaratýlmýþ bir sistem deðil de, her insanýn ulaþmayý hedeflediði bir idealdir: unutkan olduðunu kabûl eder. Atâlet, onlarý kemâle ulaþma giriþiminden Edeb, Allah ahlâký üzere bir edeb... alýkoyar. Nasýl insan olabileceklerini öðrenmek durumundadýrlar ve ancak Chittick daha sonra Ýslâm öðretisinin karþýsýndaki en popüler dînî öðreti olan teomorfik doðada kemâle eriþmiþ peygamberler onlara ihtiyaç duyduklarý Hristiyanlýk la arasýndaki farký da ele rehberliði verebilirler. alýyor: Ýslâm ý Hýristiyanlýktan ayýran en önemli farklardan birisi ilk insan olan Hz. Âdem e Kur an, kemâle ulaþmýþ bir diðer kategorideki insanlardan da bahseder. bakýþýdýr. Genel olarak Hýristiyan tasvirinde Âdem, yozlaþmanýn ve günahýn Bunlar Allah ýn dost larýdýrlar (evliyâ). kaynaðýdýr. O nun günahkâr doðasý ancak Peygamberler sayýca mahduttur ve Hz. Muhammed onlarýn sonuncusudur. Tanrý Tanrý nýn Hz. Ýsâ da vücut bulmasý ile dostlarýnýn sayýsý belli deðildir ve zamanýn baðýþlanabilir. Bunun aksine Ýslâm, Hz. sonuna kadar var olmaya devam Âdem i ilk kâmil insan ve Allah ýn tüm çocuklarýna peygamberlik ve öðretmenlik edeceklerdir. görevi ile gönderdiði dostu olarak görür. Hz. Âdem in kemâli, evlâtlarýnda zamanýn Ýnsan olmak, varlýklarýn en þereflisi sonuna kadar filizlenmeye devâm edecek olmaktýr; utanýlacak bir þey deðil... Hz. Âdem de utanýlacak bir þey güzel ve övgüye lâyýk vasýflarýn tohumudur. Böylece o, insanlarýn örnek yapmamýþtýr. Fakat edeb sâhibi olduðu alabileceði en yüce modellerden biridir. için Rabb ine karþý hayâ etmiþtir. Bu hayâsýna karþýlýk Rabbi ona hakikatini hatýrlatmýþtýr. Sonra da ona irþad görevi, ...Âdem yeryüzüne günahtan dolayý inmemiþtir. Aksine Tanrý onu cennetten yani nebîlik vermiþtir. Tâ ki ona uyanlar da kendi hakikatlerini hatýrlasýnlar. kendini dünyada temsil etmesi için göndermiþtir, zirâ cennet semavî bir âlemdir. Kur an, Âdem in yasak meyveyi Chittick, konuþmasýnýn bu bölümünde yiyerek Tanrý nýn emrine muhâlefet ettiðini Ýslâm da sonradan öðrenme yerine hatýrlama esâsýna çok güzel parmak kabûl eder, bununla beraber Âdem in zayýf yaratýldýðýný (4:28) ve unuttuðunu basýyor. Fakat bu hatýrlamanýn mürþid(20:115) söyleyerek onun özrünü de beyân i kâmiller vâsýtasýyla gerçekleþeceðine eder. Âdem in çocuklarý da babalarý gibi de deðinmeden geçmiyor. zayýf ve unutkandýrlar. Ama babalarý gibi Cemâlnur Hocamý tanýdýðýmdan beri onlarýn da kemâle ulaþma ve Allah ýn dünyadaki halifeleri olma potansiyelleri kendisinin insân-ý kâmillere hizmet etmeye ve onlarý memnun etmeye vardýr. vakfettiðini görüyorum. Bunun önemini önceleri pek idrâk edememiþtim. Þimdi ...Kýsacasý, Ýslâmî düþünce insanýn ilâhî
ise bu düstur olmadan yapýlan hiçbir þeyin bir hedefe ulaþamayacaðýný, eksik kalacaðýný anlamaya baþladým. Bu hatýrlayýþ sadece mânevî doygunluk için gerekmemektedir. Hayatýn her alanýnda doðru istikamete yerleþebilmek için her iþten önce yapýlmasý gereken, doðru yönü hedeflemektir. Konuþmasýnda çoðumuzun bu eksik kalmýþ yönünü þöyle hatýrlatýyor Chittick: Hemen hemen bütün çocuklar, bir noktada insan doðasýný anlamak istiyorsak, cevap bulmak durumunda olduðumuz sorularý sorarlar. 11. yüzyýlýn ünlü âlimlerinden Gazâlî bir eserinde bu sorularýn bâzýlarýný þöyle sýralar: Sen nesin? , nereden geliyorsun? , nereye gidiyorsun? , bu dünyaya ne yapmaya geldin? , neden yaratýldýn? , nihâî mutluluðun nedir? , mutluluðu nerede bulabilirsin? . Günümüzde çocuklar bu tür sorular sorduðunda ebeveynler ve öðretmenler onlarýn merakýný geçiþtirmeye çalýþýrlar. Okullarda ve üniversitelerde öðrencilere bu sorularýn cevaplarýnýn olmadýðý çünkü bunlarýn bilimsel dayanaðý bulunmadýðý söylenir muhakkak. Bunun yerine öðretmenler öðrencilerini tüketim toplumunun üretken bir bireyi olmaya yönlendirirler. Öðrencileri bu tür sorularý sormamak üzere eðitirler. Eðer öðrenciler sormaya devem ederlerse, onlar modern ve bilimsel dünya görüþü ve onun üzerine kurulmuþ ideolojik sistemin meþrûluðundan þüphe duymaya baþlarlar.
Bir sonraki bölümde ise bundan yýllar önce Hz. Pîr in iþâret buyurduklarý konuya geliyor: Özetle Batý daki Ýslâm araþtýrmalarý, genel olarak Ýslâm ýn dinî yönüne ya da Ýslâm ýn kendi kendini algýlayýþýna çok az yer veren modern akademik metodlara dayanýr. Sonuç olarak Ýslâm araþtýrmalarý, öðrencilerin din hâricinde her þeyi öðrendiði bir alan olmuþtur. Eðer bizler Ýslâm ýn kendi anlayýþýný ele almak istiyorsak Ýslâm ýn dünyevî görüþünü açýk ve mantýksal çerçevede formüle eden iki düþünce akýmý olan tasavvuf ve felsefeye önem vermeliyiz. Her iki akým Ýslâm tarihi boyunca fazlasýyla etkiliydi. Ancak 19. yüzyýlda Batýlý güçler Ýslâm ülkelerini askerî ve kültürel açýdan iþgal ettikten sonra, müslüman liderlerin ilgisi politik ve sosyal aktiviteye yönelmiþtir. O zamana kadar devletler, insanlarýn mânevî geliþimini aktif olarak sürdürebilecekleri uygun ortamý saðladýklarý ve destekledikleri sürece meþru sayýlýrlardý. Týpký Hz. Âdem in eþref-i mahlûkat olduðunu unutmasý gibi, toplumumuz da medeniyet olma idealini unutmuþtur. Batý da geçerli olduðu üzere, sadece duyularýmýzla algýladýðýmýz dünyada rahat edip ayakta kalmak ana hedefimiz olmuþtur. Hâlbuki Chittick, tasavvuf ilminin hüküm sürdüðü toplumlarda 19. yüzyýl öncesine kadar medeniyet tasavvurunun bambaþka olduðunu açýklýyor. Bu idealin baþka medeniyetlerin de nüvesi olduðunu anlattýktan sonra trajik bir þekilde
Aydýnlanma Çaðý olarak bilinen 18. yüzyýldan bahsediyor: Aydýnlanma çaðý boyunca ortaya çýkan düþünce þekli hakikat, otorite, hiyerarþi ve insan doðasý gibi geleneksel kavramlarýn tümünü inkâr etti. Herkesi devlete hizmet veren birey haline dönüþtürmek için toplum üzerine empoze edilmiþ çeþitli politik sistemlere zemin hazýrladý. Bunlar arasýnda, topraklarýnda yüzyýllardýr yaþanan Ýslâm la hiçbir ilgisi kalmamýþ, toplum üzerine gerektiðinde baský ile soyut ve insan tarafýndan tasarlanmýþ bir sistemi empoze etme istekleriyle diðer ideolojilerden farký kalmamýþ günümüz Ýslâmî hareketlerini de saymak mümkündür.
hüseyin gökhan
Burada belki de Ýslâm dünyasýnýn en acýklý gerçeðine iþâret ediyor Chittick. Tüm geleneksel kamuflajýnýn ardýnda materyalist Batý dan özünde hiç farký olmayan bir müslümanlar güruhu... Çin deki Ken an Rifâî Kürsüsü nün ilk profesörü bu negatif tabloyu gösterdikten sonra âdetâ tasavvuf edebi üzere, þikâyet etmek yerine getirilecek çözümü göstererek olumlu bir tonla konuþmasýný noktalýyor: Ýslâm Araþtýrmalarý nýn ilk amacý Ýslâmî dünya görüþünü yeniden kazanmak olmalýdýr. Týpký günümüz Çin inde Üç Öðreti dünya görüþünün büyük ölçüde unutulduðu gibi, Ýslâmî dünya görüþü de günümüz müslüman dünyasýnda büyük ölçüde unutulmuþtur. Eðer gerçek insan doðasýný inkâr eden aydýnlanma dönemi sonrasý düþüncenin ideolojik yapýsýna bir
alternatif bulunacaksa, bu ancak büyük medeniyetlerin zamana karþý kendini ispatlamýþ bilgeliklerini yeniden anlamaktan gelecektir. Bu son sözler, kalbimin derininden gelen bir gülümsemeyi yüzüme yerleþtiriverdi. Bunun iki sebebi var. Birincisi, Hz. Ýbn Arabî nin son insân-ý kâmilin Çin de doðacaðý ný söylemesinin iç mânâlarýndan birini açýklýyor olmasý: Ýnsân-ý kâmilin insana hakikatini hatýrlatmasý misâli, kadim Doðu medeniyetlerinin de tüm dünyaya gerçek medeniyet fikrini hatýrlatmasý. Ýkincisi de Hz. Ken an Rifâî nin tasavvufun üniversitelerde ders olarak okutulmasý vizyonunun ne kadar büyük bir sonucu olacaðýnýn, kendi adýný taþýyan bir makamda hizmet veren bir profesör tarafýndan ilân edilmesi! Ýþte burada hocamýn defaaten tekrar ettiði gerçek apaçýk zuhûr ediyor: Herþey Allah sevgililerinin isteðiyle, onlarýn himmetleriyle oluyor. Efendim bir þeyi istedilerse, bu kesinlikle gerçekleþecektir. Bunlarýn gerçekleþmesinde hizmet edebilmek, kendilerinin bizlere lûtfudur. Allah bizleri onlardan ve hizmetlerinden ayýrmasýn.
MÜTERCiM DEN...
Kenan Rifâî Hazretleri nin Þerhli Mesnevî-i Þerif i Victoria Holbrook tarafýndan Ýngilizceye tercüme edilip basýlalý çok olmadý; kitap, 2011 yýlýnýn sonlarýna doðru bu müstesnâ þerhi Ýngilizcede okumak isteyenlerle buluþtu. Ancak kitabýn büyük gayretlere mâl olmuþ olan tercümesi için Cemâlnur Hocamýz tarafýndan baþlatýlan ilk giriþimler bundan beþ-altý sene öncesine kadar uzanýyor. Bu tercümenin tasavvuf literatürü ve eðitimi bakýmýndan çok büyük bir önemi var. Zirâ bu tercüme ile birlikte, Amerika ve Çin deki üniversitelerde kurulan Kenan Rifâî kürsülerinde öðrenciler ve hocalar, kürsüye ismini veren bu ulu mutasavvýfýn kelâmýna Ýngilizce olarak da eriþebilecekler ve çalýþmalarýnda bu mühim eserden istifâde edebilecekler. Bu vesîleyle Þerhli Mesnevî-i Þerif den bir bölümü Türkçe ve Ýngilizce olarak buraya almak istedik. Bütün âleme hayýrlý olmasý ve hocamýzýn diðer eserlerinin de baþka baþka dillerde yayýnlanmasý niyâzýyla
insanlara ancak anlayabilecekleri ölçüde ve o seviyede söyleyeceksin. Herkese, kendi bulunduðun mertebeden hitap etme! Senin anladýðýný onlar anlayamazlarsa bu suç senindir. Onlarýn yolunu, yine onlarýn seviyelerine inerek aydýnlat; ve bir gaflet yolunun yolcularýný yavaþ yavaþ hakîkat meydanýna çýkar. Onlarý, hatttâ aþkýn ateþiyle yavaþ yavaþ yak. Tâ ki güneþte ýsýnýp, yanýp kuruyarak, bir gün bize ses getirecek bir ney derecesine eren kamýþ gibi, zaman içinde sessizce yanýp öyle olgunlaþsýnlar. Bu olma ve bulma yolunu onlara, ey ney, sen göstereceksin. Sen, ey kâmil insan, ham olanlara oluþun, olgunluðun tadýný baþka türlü tattýramazsýn. Sözün kýsasý budur. Yine bunun için sözü kýsa tutmak gerek vesselâm! (Ken an Rifâî, Þerhli Mesnevî-i Þerif, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, 2009, s.7-8).
you should only speak to people according to the degree and level of their understanding. Do not address everyone according to your own station! If they cannot understand what you understand, the fault is yours. Illuminate their way by descending to their level, and bring travelers on the path of heedlessness out to the open space of reality little by little. Set them alight with even the fire of love gradually. So that they, like a reed that is warmed and dried in the sun and one day attains the status of a flute which can bring forth sound, will burn silently and in time mature. O reed, it is you who will show them the way to becoming and finding. O Perfect Human, there is no other way you can get raw folk to taste becoming, to taste maturity. This is the sum of it, and the reason why talk must be kept short. Farewell! (Kenan Rifai, Listen: Commentary on the Spritual Couplets of Mevlana Rumi, (trans. Victoria Holbrook), Fons Vitae, Louisville, KY, 2011, p. 7)
aylin yurdacan
Bir tercüme hikâyesi: Þerhli Mesnevî-i Þerif Ýngilizce de..
Cemâlnur Sargut Hocamýzýn 2000 yýlýnda baþlayan University of North Carolina (UNC) ziyâretlerinin ve uluslararasý sempozyumlar düzenleyerek tanýþtýðý profesörlerle kurduðu münâsebetlerin sonucunda TürkÝslâm tasavvufunu daha geniþ bir çapta dünyayla paylaþmaya karar veriþine þâhit olanlardanýz, çok þükür. Kendi hocalarýnýn ýþýðý doðrultusunda tasavvufun artýk tekkelerde deðil, akademilerde öðretileceði devri açan Cemâlnur Hocamýz, hocalarýna olan hürmeti ve her zaman onlarýn mânâsýný öne alan tavrýnýn en güzel örneklerinden biri olarak ilk iþ hocasý Kenan Rifâî Hazretleri nin Þerhli Mesnevî-i Þerif ini Ýngilizce ye tercüme ettirmek istedi. Bu dileðini defalarca dile getirdikten sonra UNC de profesörlük yapan Carl Ernst e bu çeviriyi en iyi kimin yapabileceðini sormuþ ve cevap olarak Ýstanbul da yaþayan, Arapça, Farsça ve Türkçe yi çok iyi bilen Amerikalý Victoria Holbrook ismini almýþtý. 2006 yýlýnýn Haziran ayý baþlarýnda Victoria Holbrook la önce elektronik posta ile sonra telefonla irtibata geçtik. Hocam, kendisini TÜRKKAD ýn o zamanlar Sahrâyýcedit teki Atatürk Caddesi nde bulunan yerine dâvet
etti. Dâveti kabul eden Victoria Haným ý Emirgân daki evinden arabayla aldýðýmýzda târihî bir âna þâhit olduðumuzun idrâki içinde çok heyecanlanmýþtýk. Derneðe vardýk. Hocam her zamanki gibi hârika yemekler hazýrlamýþ ve Victoria Haným a hem maddî hem mânevî bir ziyâfet vermiþti. Sâmiha Ayverdi nin kitaplarýndan bahseden ve onun için hazýrladýðý filmi Victoria Haným a gösteren hocam, onu kalbinden vurmuþ ve derin hisler içinde uðurlamýþtý. Evine teslim etmiþ olduðumuz Þerhli Mesnevî-i Þerif i Haziran sonu itibâriyle inceleyip bize fikirlerini yazan Victoria Haným, 2007 yýlýnýn Mayýs ýnda tercümeye baþlayabileceðinin haberini verdi. Kendisi bu iþin ehemmiyetini ve hassasiyetini çok iyi kavramýþ biri olarak Türkçe deki bazý ifâdeleri Ýngilizce ye çevirmek için orijinal Farsça ve Arapça metinlerden de faydalanacaðýný ifade etmiþ, böylelikle direkt tercümenin yol açabileceði noksan veya hatâlý ifâdelerden arýnmýþ itinâlý ve düzgün bir Ýngilizce ile bu iþi yapabileceðinin müjdesini vermiþti. 100 er sayfalýk bölümler þeklinde çevrilen eserin tercümesinin tamamlanmasý yýllar aldý. Kitabýn nihâî olarak Fons Vitae tarafýndan Listen adýyla basýlýþý ve satýþa sunuluþu ise Ocak 2012 de gerçekleþti. Yaklaþýk 6 yýllýk bu sürecin sonunda eser, Cemâlnur Hocamýz ve
Carl Ernst tarafýndan yazýlan birer önsöz, Victoria Holbrook tarafýndan yazýlan çevirmen notu ve William Chittick, Omid Safi, Camille Helminski ve Kabir Helminski tarafýndan kitabýn arka kapaðý için yazýlan yazýlarla basýldý. Cemâlnur Hocamýz yazdýðý önsözde bu eserin tercüme ediliþi dolayýsýyla duyduðu sonsuz memnûniyeti ve þükrünü ifâde ederken Hz. Mevlânâ ve Kenan Rifâî örneðinde insan-ý kâmillerin hakikatini idrâk etmeye bütün okuyucularý dâvet eder. Carl Ernst ise yazýsýnda, daha önceki çalýþmalarý dolayýsýyla Osmanlý tasavvuf kültürüne âþinâ olan Victoria Holbrook un bu iþ için gerçekten ideal bir çevirmen olduðundan bahsettikten sonra, bu eserin Hz. Mevlânâ nýn Mesnevî sini yazdýðý topraklardan ve Osmanlý tasavvuf geleneði penceresinden bakan kemâle ulaþmýþ bir mutasavvýfýn þerhi olmasý hasebiyle dünya literatüründeki ilk ve eþsiz yerini vurgular. Ernst ayrýca, bu tercümenin, diðer Ýngilizce Mesnevî tercümelerine nazaran çok daha kolay anlaþýlan modern bir Ýngilizceyle yazýlmýþ oluþunun önemini de ortaya koyar. Victoria Holbrook ise notlarýnda, Ýngilizce tasavvuf metinlerinde Türkçe kelimelerin olduðu gibi kullanýlmasýnýn öneminin altýný çizer.
Orijinal metne sâdýk kalarak parantezler içinde aynen kullandýðý Türkçe kelimelerin gerekliliðini örnekler vererek anlatýr.
aylin yurdacan
Arka kapakta yazýlan yazýlarý bir kez daha okuduðumda Oxford Üniversitesi ndeydik. 3 Mayýs 2012 gecesiydi. Ýçimden acaba neden kimse Kenan Rifâî nin yorumundan bahsetmemiþ, sadece Hz. Mevlânâ nýn Mesnevî sinin öneminden bahsetmiþ? diye düþünüverdim. Böyle olmasý gerekiyormuþ diyip içimdeki sesi susturmaya gayret ettim. Ertesi sabah Cemâlnur Hocamýz Muhyiddin Ýbn Arabi Society tarafýndan dâvet edildiði Oxford Üniversitesi nde bir konferans verecekti. Orada görmeyi ümit ettiði profesörlere de yeni basýlmýþ olan Kenan Rifâî nin Ýngilizce Mesnevî Þerhini hediye etmek için birkaç kitabý yanýnda götürmüþtü. Sabahleyin konferans salonuna girdiðimizde bir de ne görelim! Belki elli adet Kenan Rifâî Ýngilizce Mesnevî Þerhi, kitap standýnda bizlere gülümsüyordu. Hocam yine de kendi getirdiði nüshayý ilk olarak James Morris e hediye etti. Profesör Morris in ilk sözü þu oldu: Cemâlnur Hocam! Çok teþekkürler ama ben bu kitabý çoktan aldým ve üniversitede öðrencilerime okutuyorum bile. Ve
bu kitap beni Kenan Hoca yla tanýþtýran bir þâheser oldu. Hepimiz çok duygulanmýþtýk. Hocamýzýn attýðý tohumlarýn meyvelerini görmek nasip oluyordu. Gözlerimizin nemi silinmeden konferans baþladý. Ýlk konuþmacýlar Stephen Hirtenstein ve James Morris idi. Ýkisi de ellerini yukarý kaldýrarak Kenan Rifâî nin Ýngilizce Mesnevî sini tutuyor, kitabýn âdetâ reklâmýný yapýp övüyorlardý. Hattâ konferansýn açýlýþ konuþmasýnda Kenan Rifâî den alýntý yaparak Eðer Lâ diyecekseniz bari Lâ ilâhe illâ Allah diyin diyorlardý. Hocamýzýn yaþlý gözlerini ve memnûniyetini hiçbirimiz unutmayacaðýz. 2006 yýlýnda baþlayan bu yolculuk, menzile doðru emin adýmlarla son hýzýyla devam ediyor ve edecekti de. Bizlere de bunun ilk meyvelerini bu dünya gözüyle görmeyi nasip eden hocamýza ve Allah a þükürden âciziz. Allah, hepimizin þükrünü ve idrâkini arttýrsýn, nice konferans ve üniversite kürsülerinde hocamýzýn kitaplarý elden ele dolaþsýn ve okutulsun inþaallah
arzu eylül yalçýnkaya
Ken an Rifâî nin Þerhli Mesnevî-i Þerîf i Üzerine
Her Nefes in bu ayki sayýsý vesîlesiyle, Ken an Rifâî nin Þerhli Mesnevî-i Þerîf inin dünyânýn çeþitli üniversitelerinde ders kitabý olarak okutulmasý ile ilgili bir yazý kaleme almak gereði ortaya çýktý. Dostlar, akademik ilgilerim sebebiyle bu iþ için beni münâsip görmüþler. Fakat benim kitapla olan iliþkimin baþlangýcý -düþünülenin aksine- son derece duygusal ve romantiktir. Konuya kitabýn gönlümdeki yeri ile baþlamak ve daha sonra Mesnevî þerhi geleneðindeki yeri ve akademilerde okutulmasýnýn önemi
hakkýnda birkaç þey söylemek istiyorum. Kendilerinin Mesnevî Þerhi ni ilk okuyuþum 2000 yýlýna rastlýyor. Kitabýn Kubbealtý ndan çýkan yeni baskýsýný alarak kendimi odama kapamýþ ve iki gün boyunca, aralýksýz okumak sûretiyle bitirmeye muvaffak olmuþtum. O güne kadar okuduðum mânevî kitaplar içinde beni bu derece cezbeden bir baþkasý daha olmamýþtý. Satýr aralarýnda deðil, açýkça her satýrda hakîkatin yeni bir ifâdesiyle karþýlaþýyor, yeni bir vechesini görüyordum. Âdeta gökler yere inmiþ, mânâ âlemi maddeyle birleþmiþti. Diyebilirim ki, hayatým o kitabýn bittiði ve kapýyý açarak dýþarý çýktýðým andan itibâren baþka bir âleme dönüþmüþtür. O vakitler sadece zevk almak ve hâl etmek gibi saf bir niyetle okuduðum Þerhli Mesnevî-i Þerîf bugün dünyanýn seçkin üniversitelerindeki tasavvuf kürsülerinde bir ders kitabý olarak okutuluyor ve bütün bir yeni neslin âlem görüþü nü deðiþtirmeye hazýrlanýlýyor. O hâlde bu duygusal yaklaþýmýn ötesine geçip eseri bu derece etkili kýlan özelliklerini görme ve gösterme zamaný da gelmiþtir. Buna göre önce Mesnevî üzerine yapýlan Türkçe þerhlerden biraz bahsederek daha sonra Ken an Rifâî nin Mesnevî þerhinin
gelenekteki yeri hakkýndaki mütevâzý görüþlerimizi belirtmeye çalýþacaðýz. Bilindiði üzere her beyiti birbiriyle kâfiyeli olan manzûmeye Mesnevî adý verilir. Bir edebî tür olmakla beraber, bugün Mesnevî denilince Mevlânâ Celâleddin in Mesnevî si hatýra gelir. Mevlânâ nýn altý cilt ve yaklaþýk 26.000 beyitten oluþan manzum eseri Mesnevî, birbirini tâkip eden hikmetli hikâyelerden oluþmaktadýr. Mevlânâ nýn seyr ü sulûkta bulunanlar için bir irþâd kitabý olarak tanýttýðý Mesnevî, aktardýðý hikâye ve kýssalarýn diliyle sâliklere manevî yolculuklarýnda gerekli olan mertebeleri ve iliþkili bulunduklarý kavramlarý açýklar. I. cildin dibâcesinin ilk cümlesi olan Mesnevî dinin usûlünün usûlünün usûlüdür ifâdesinde üç defa geçen usûl kelimesini Mesnevî þârihlerinin çoðu þeriat, tarikat, hakîkat olarak yorumlamýþtýr. Bu açýdan Mesnevî nin asýl konusu din ve dinin üç temel dayanaðý olan amel (þeriat), hâl (tarikat) ve hakikattir. Kapsamlý içeriðiyle zengin bir þerh geleneðine zemin hazýrlayan Mesnevî, bir eserin bütünüyle bir toplumu dönüþtürebilme gücünün de somut bir örneði olmuþtur.
Mesnevî nin Türkçe Þerhleri 17. Yüzyýlda Ýsmâil Ankaravî tarafýndan yapýlan Mesnevî Þerhi (Mecmûati l-Letâif) günümüze kadar en çok itibar edilenlerden biridir. Ýsmâil Ankaravî, eseri hazýrlarken kýrka yakýn kaynaktan ve en çok Muhyiddin Ýbnü l-Arabî nin elFütûhâtü l-Mekkiyye sinden istifâde etmiþtir. Ýsmâil Ankaravî nin þerhiyle birlikte tasavvufî düþünceye ait literatür ve Ýslâmî ilimlere ait kaynaklar metin yorumunda (þerhde) kullanýlmaya baþlamýþtýr. Sarý Abdullah Efendi, Ýsmâil Hakký Bursevî Mesnevî nin birinci cildini þerhederken, Kenan Rifâî ile ayný dönem içerisinde kabul edebileceðimiz Abidin Paþa ve Ahmet Avni Konuk eserin tamamýný þerh etmiþtir. Sözkonusu þerhler ya da icâzetnâmesi olan þârihlerin irticâlen yaptýðý takrirler, baþta Mevlevî tekkeleri olmak üzere selâtin câmileri, dârü l-mesnevîler ve pâdiþah sarayýnda okutuluyor ve bunun için vakfiyeler düzenlenmiþ bulunuyordu. Hatta Damat Ýbrâhim Paþa nýn yaptýrdýðý medresede tasavvuf ilminin ve Mesnevî nin okunmasýný da vakýf þartlarý arasýnda zikrettiðini biliyoruz. Bu þekilde Mesnevî, tekke ve câmilerden sonra
medreseye de girmiþtir. 19. yüzyýlda Mevlevî olmayanlar için Dârü lMesnevî (mesnevîhâne) adýyla, Mesnevî okutmaya yönelik müesseseler açýlmýþ, mevlevîhânelere gelemeyenler bu kurumlarda Mesnevî kültüründen istifâde etmiþlerdir.
arzu eylül yalçýnkaya
Ken an Rifâî ise, 19. yüzyýlýn baþlarýnda, Fâtih teki Altay Dergâhý nda Cuma günleri Mesnevî takrirleri yapmýþ, sözkonusu süre zarfýnda Mesnevî yi bir kere tamamiyle baþýndan sonuna kadar þerh etmiþ, ikinci defa baþladýðýnda ise tekkelerin kapatýlmasýyla ilgili kararýn akabinde bu faaliyet yarým kalmýþtýr. Sâmiha Ayverdi baþta olmak üzere kendisinin seçkin öðrencilerinden oluþan bir grup, sözkonusu takrire ait notlarý toparlayarak 1970 yýlýnda kendisine ait þerhin ilk cildini yayýnlamaya muvaffak olmuþlardýr. Ken an Rifâî nin Þerhli Mesnevî-i Þerîf i bize klasik þerh metodunu hatýrlatmaz. Onun þerhinin kendine has husûsiyetleri ile ilgili tespit edebildiklerimizden bazýlarýný burada kaydetmek isteriz. Ken an Rifâî, metni bazen beyit beyit tercüme ve þerh ediyor, bazen anlaþýlma kolaylýðý sebebiyle küllî mânâ veriyor. Tercümenin Türk dilinin o zamanki mûsýkîsine uygun
bir lisan ile yapýldýðý anlaþýlýyor. Öyle ki bazý ifâdelerin akýcýlýðýndan sanki metnin aslýnýn Türkçe olduðu hissini veren bir tabiîlik hissediliyor. Beyitte geçen âyet ve hadislerin açýklamasý yapýldýðý gibi ilgili görülen diðer âyet, hadis ve sahâbe sözlerine de yer veriliyor. Günlük hâdiselere dikkat çekiliyor. Bir beytin þerhi ve onunla ilgili bir âyetin tefsiri ýþýðýnda sözkonusu hâdise karþýsýnda takýnýlmasý gereken tavýr belirleniyor. Bu kadim bir metinden pratik bir neticeye varmaktýr ki, metni yeniden yorumlamaktan çok -bugünkü tâbirle- metni güncellemek anlamýna gelebilir. Ken an Rifâî nin Mesnevî yi þerhederken kullandýðý üslûbun, Mesnevî nin sâdeliðini ve herkes tarafýndan anlaþýlýrlýðýný esas alan üslûbuyla benzerlikler gösterdiðini söylemek mümkündür. Âyet ve hadisler, sahâbeden hikâyeler, târihî hâdiseler, günlük hayattan alýnan örneklerle yapýlmak istenen, açýk ve anlaþýlýr olmak ve bu sûretle sâliklere faydalý olabilmektir. Ken an Rifâî nin bu üslûbuyla þerhedilen Mesnevî, yýllar önce yazýlmýþ sâbit bir eser olmaktan çok, yaþadýðýmýz hâdiseleri yorumlayan yeni ve dinamik bir eser olarak karþýmýza çýkar. Mesnevî þerhi esnâsýnda araya çeþitli sûfilerin hayat hikâyeleri, kerâmet
öyküleri, þiirleri ve ilâhîleri girer. Pozitif ilimlerden örneklere yâhut gündeme ait konulara deðinilir. Doðu ve batý klasiklerinden alýntýlar, Kitabý Mukaddes ten bölümler de zaman zaman metne açýklýk kazandýrmak için aktarýlýr. Âdetâ Mesnevî þerhi vesilesiyle bütün bir dînî, târihî ve sosyal miras tazelenerek yüz gösterir. Geçmiþ ve þu an, bu ameliyede birlik olur. Ýþte bizce Ken'an Rifainin þerhinin en orjinal yönü, Ýslâm'ýn ve Ýslâm tasavvufunun temel önermesi olan "tevhid/birlik"e iþaret eden bu "birleþtirici" uslubtur. Ken an Rifâî, öyle anlaþýlýyor ki klasik üslûbun ötesine geçerek hýzla deðiþmeye baþlayan dünyanýn ve o dünya insanýnýn ihtiyaçlarýna cevap verecek þekilde þerhini yapmýþtýr. Uzun uzun kelime izahlarý, kelime meâlli tercüme yolunu tutmamýþ, özün özü ne ve derinin derini ne inmeyi tercih etmiþtir. Türk toplumunun bir geçiþ sürecinde bulunduðu, ülkenin ve dünyanýn çeþitli savaþlar, yeni buluþ ve görüþlerle sarsýldýðý bir dönemde ihtiyaç aslýnda tam da buydu. Ken an Rifâî, içinde bulunduðu toplumun ve onun þahsýnda bütün bir insanlýðýn hakîkatin kaynaðýndan yoðun bir ölçekle almaya olan ihtiyacýný görerek þerhini ona göre þekillendirmiþtir. Kullandýðý kaynaklarýn çeþitliliði onun
birleyiciliðinin diðer bir iþaretidir. Baþta Kur an, sünnet ve Ýslâm klasikleri ve daha sonra doðu ve batýdan hakîkate dâir söz söyleyen bütün ehl-i insaf ve hikmetin eserlerinden alýntýlar vardýr. Þerhli Mesnevî-i Þerif in ilk kýsýmlarýnda yaratýlýþtan baþlayarak âdetâ bütün bir seyr ü sülûkla ilgili kavramlar izah edilmektedir. Mesnevî nin ilk on sekiz beyti, ahadiyet âleminden þehâdet âlemine geliþ sürecini, ilk hikâye ise nefsin uzun yollar aþarak geldiði þehâdet âleminin büyüsüne kapýlarak asýl vatanýna dönme yolculuðunda yaþadýðý bâdireleri anlatýr. Bu, tasavvuf terminolojisinde seyr ü sulûk ile ifade edilir. Nefis kademe kademe baðlarýndan, kesâfetinden, Allah tan gayri olarak gördüðü ve baðlandýðý þeylerin esâretinden kurtularak aslý olan ruh âlemine yükselir. Aslýnda bir geliþ ve gidiþten ibâret olan hayatýmýzýn bütün safhalarý Mesnevî nin ilk iki hikâyesinde anlatýlmakta ve Hz. Mevlânâ diðer ciltlerde ve anlattýðý yüzlerce hikâyede âdetâ ilk iki hikâyenin kendince bir þerhini yapmaktadýr. Ayný husûsiyeti Ken an Rifâî nin, sözkonusu hikâyelere yaptýðý þerhte de görmek mümkündür. O, anlatýlsa belki ciltlerin almayacaðý bütün bu
geliþ ve gidiþ mâceramýzýn bütün evrelerini, birlikten çokluða ve çokluða yine birliðe yetiþimizin tüm kademelerini bize þerhin baþýnda kuvvetle ve öz olarak verir. Ýlerleyen kýsýmlar, bu bölümde özetle verilen kavramlarýn ayrýntýlarýyla açýlmasýndan ibârettir. Fakat burada enteresan ve güzel olan bir gerçek var. Kendilerinin þerhini okurken, bir zamanlar Farsça yazýlmýþ ve þimdi tercüme ve þerhi yapýlan bir eseri okuyor gibi hissetmiyorsunuz. Eserin dili ve þârihin lisana hâkimiyeti o derece kuvvetli ki, Ken an Rifâî nin þerhini okurken tasavvufa dâir Türkçe olarak yazýlmýþ müstakil bir mensur eser okuduðunuz hissini duyabilirsiniz. Sözü uzattýk biliyoruz. Bunu, duyduðu zevki ve bulduðu nimeti dostlarýyla paylaþmayý hayatta yegâne mûteber meþgale olarak kabul eden bir genç meþrebin heyecânýna veriniz. Bundan sonra eser kendisini anlatsýn. Ýþte yýllardýr okumaya ve tefekkür etmeye doyamadýðým bir bölüm:
Ýnsan, Allah'tan kopan ilâhî cevherin iniþ kavsini tamamladýktan ve bu kavsi tamamlamak için ateþ, hava, su, toprak, nebat, hayvan merhalelerinden geçtikten sonra, yükseliþ kavsine ilk adýmý attýðý noktada vücut bulur. Ýnsan, ilâhî cevherin iþte bu noktadaki görünüþüdür. Bu noktaya vardýktan sonra, insanýn aslýna dönebilmesi, yâni Allah'a ulaþmasý iki þekilde olur: Eðer ömrün akýþýný tamamlayarak, ölümle fânî olursa ömrünün bu þekilde akýþýndan fazla bir þey kazanmýþ, büyük bir yol kat etmiþ olmaz. Kendisinin, bu âlemde ne olduðunu bilmediði için, onun öteki âlemdeki hâli de yine bir bilgisizliktir. Fakat insan, bu dünyâda bir üstün insana rastlar, yâni bir mürþidin uyandýrýþý ile kendi cevherinin farkýna varýrsa, içinde duyduðu derin özleyiþin kime ve nereye olduðunu anlamýþ olur. Allah'ý önce dýþ âlemde sonra içinde bulur. Tanrý varlýðýnýn insan içinde hissedilir hâle
gelmesine "tecellî" denir. Tecellîye eren insan, kâinata Allah'ýn görüþüyle bakan ve baktýðý her yerde yine Allah'ý görme sýrrýna eren insan demektir. Bu hâl, insanýn Tanrý'sýyla tekrar biliþ tutmasý hâlidir. Fakat yine de tam bir visal deðildir. O kadar ki, insan, kemâl mertebesine erdiði zamanda bile kendi aslýna karþý fakat daha tatlý bir özleyiþ içindedir. (Ken an Rifâî, Þerhli Mesnevî-i Þerif, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, 2009, s.3-4).
Ne Dediler?
Cemâlnur Sargut:
Mesnevî, Mevlânâ nýn kendi hakikatini, yani insân-ý kâmilin hakikatini anlattýðý Kur an tefsiridir. Dinle neyden diye baþlar. Ney, Hz. Muhammed e (s.a.v) ve hevâlarýndan konuþmayan vârislerine remizdir. Onlar, Allah ýn hakikatini ancak kendi hiçliklerinden yansýtarak anlatýrlar. Bu eserin dünyaya sunulmasýnda en küçük bir hizmetle taltif edildiðim için Allah a þükrediyorum. Bu kitabý, ney misali 20. yüzyýlý aydýnlatan hocam Ken an Rifâî nin kalbinden dinliyoruz.
Carl Ernst:
...Bu eserin belki de en büyük katkýsý Mevlânâ nýn þiirini yazdýðý topraklarda nasýl okunduðuna dâir bir pencere açmasý. Her ne kadar Mevlânâ nýn eserleri Balkanlar dan Ýran a, Orta Asya ya, Bengal e ve Hindistan ýn güneyine kadar bir çok yerde takdir ediliyorsa da kendisiyle en çok özdeþleþtirilen Mevlevî tarikatý Osmanlý nýn Anadolu daki anavatanýnda yeþermiþtir. Mevlevîlik hâricinde Melâmilik ve Rifâilik gibi Osmanlý tarikatleri de Mesnevî yi ayrý bir yerde tutmuþlardýr. Mevlânâ nýn yeni nesil yorumlarýnýn yanýnda bu tür mânevî eserleri kendi
kültürel ve dinî çerçevesinde de anlamak çok mühimdir. Mevlânâ yý dinler ve kültürler üstü, izole bir fenomen olarak deðerlendirmek yerine bu tefsir, onu ana tasavvuf geleneðine yerleþtirip gerçek vârislerinin anladýðý þekliyle takdim ediyor...
William Chittick:
Batý daki ekserî Mevlânâ okuru, dünya üzerindeki çoðu müslümanýn onu yüzyýllardýr tevhide, Allah la birliðe ulaþmak için muazzam bir rehber olarak gördüðünden habersizdir. Ken an Rifâî nin bu eserinin çok rahat okunacak Holbrook tercümesi, Mevlânâ nýn kendi kültürel çevresinde günümüze kadar nasýl anlaþýlmýþ olduðunu anlatýyor.
Omid Safi:
Ýþte Mevlânâ nýn þiirlerine hayran olan bizlerin, yani Mevlânâ âþýklarýnýn duâlarýnýn cevâbý: Mevlânâ nýn þâheseri Mesnevî nin zengin, derin ve bir o kadar da anlaþýlabilir tefsiri. Ken an Rifâî nin muazzam akademisyen Victoria Holbrook tarafýndan hârika çevirisiyle Mevlânâ nýn en önemli Ýngilizce tefsiri. Týpký Mevlânâ nýn varlýðý ve eserleriyle Yeryüzü ve Cennet
arasýnda kurduðu köprü gibi, Ken an Rifâî de Osmanlý tasavvuf bilgeliðinin vârisi olmasýnýn yanýnda modern kimliði ve hassasiyeti ile bizim dünyamýz ve Mevlânâ nýn dünyasý arasýnda bir köprü kuruyor. Cân-ý gönülden içiniz!
Camille Helminski:
Ne muazzam bir hediye! Ken an Rifâî nin Mevlânâ Mesnevî sini tefsirini lisânýmýza kazandýrdýðý için Victoria Holbrook a müteþekkiriz. Bu, Mevlânâ âþýklarý için, aradýklarýna hayat veren, kalplerini nurlandýran bir lûtuf olacaktýr.
Kabir Helminski:
Mevlânâ nýn Mesnevî si mânevî bilgeliðin bir þâheseri, nefislerin yol haritasý, kalplerin arýndýrýcýsý, ruhlarýn nûrudur. Mesnevî nin cennetine girerken Hz. Ken an Rifâî gibi bir refâkatçinin olmasý bir lûtuftur. O, bizlere zamanýmýzda çok çok nâdir bulunan bir þey sunuyor: Muazzam bir ilim ve yaþayan bir irfan geleneðinden gelen bir perspektif.
NE HABER?
Kürsüler Türk Medyasýnda
ümit gülbüz ceylan
Türk Kadýnlarý Kültür Derneði (TÜRKKAD) Ýstanbul Þubesi Baþkaný Cemâlnur Sargut un giriþimiyle 2009 da ABD de North Carolina Üniversitesi nde ve sonra da Çin de Pekin Üniversitesi nde açýlan Ýslâm kürsüleri ve faaliyetleri ve Oxford Üniversitesi tarafýndan teklif edilen Ýslâm Tasavvuf Enstitüsü kurma önerisi, Türk basýnýnda yanký buldu. Habertürk Gazetesi köþe yazarlarýndan Serdar Turgut, 3 Haziran 2012 tarihli Habertürk te Cemâlnur Sargut, Pekin Üniversitesi nde , Sabah Gazetesi köþe yazarlarýndan Hasan Celâl Güzel de 17 Haziran 2012 tarihli Sabah ta Ýslâm Kürsüleri baþlýðýyla bu geliþmeleri ele aldý. Geçtiðimiz günlerde dünya üniversitelerinde TÜRKKAD tarafýndan açýlan kürsülere deðinen Star Haftasonu eki Kubbealtý Derslerinden Oxford Kürsüsüne baþlýðýyla konuya yer verdi. Habertürk TV de Balçiçek Ýlter tarafýndan hazýrlanýp sunulan Söz Sende programýna konuk olan Cemâlnur Sargut, bu kürsülere olan ilginin nedenini açýkladý. Cemâlnur Sargut, Avrupa ve Amerika Birleþik Devletleri nin 11 Eylül saldýrýlarýndan sonra Ýslâm ý anlamaya çalýþanlarýn arttýðýný ve bu talebi karþýlamak için de akademik düzeyde baþlatýlan bu giriþimlerin devam edeceðini söyledi.
Serdar Turgut un yazýsý için:
http://www.haberturk.com/yazarlar/serdarturgut/747625-cemalnur-sargut-pekinuniversitesinde Hasan Celâl Güzel in yazýsý için: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/ 2012/06/17/islm-kursuleri
CEMÂLNUR SARGUT TAN DEKORASYON
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
mevsim sebzeleri: bamya ve semizotu
Günümüzde tarým ve teknolojide yaþanan geliþmeler sâyesinde hemen her mevsimde bütün sebze ve meyvelere ulaþma imkânýmýz var. Ancak bu saðlýklý bir beslenme þekli mi? Yüzlerce yýl önce Ýbn-i Sinâ Sebze ve meyveyi mevsiminde yiyin þeklinde bir öneride bulunmuþ. Bunun önemi, ürünlerin doðallýðýnýn deðeri günümüzde yeniden keþfediliyor. O hâlde içinde bulunduðumuz Temmuz ayýnda ne yemeliyiz? Temmuz ayýnda yenilmesi gereken yemeklerin baþýnda bamya ve semizotu geliyor. Omega 3, balýktan sonra en çok semizotunda bulunuyor. Vücut tarafýndan üretilmeyen bir yað asidi olan Omega 3, kalp hastalýklarýna, zihinsel karýþýklýða ve bunamaya karþý da etkili.
Domatesli Bamya Malzemeler:
1,5 kg. rendelenmiþ taze domates 1 kg. baþ kýsmý ayýklanmýþ ve 1-1,5 cm olarak dilimlenmiþ taze iri bamya 1 baþ sarýmsak 1 çorba kaþýðý tane kiþniþ 1 çay bardaðý sýzma zeytinyaðý Tuz-karabiber
Hazýrlanýþý:
Bamyalarý yýkadýktan sonra iyice kuruyana kadar bekletin. Sonra baþ kýsmýndaki küçük konik þapkayý, sýnýrlarýný aþmadan yine koni þeklinde kesin. Havanda, sarýmsaðý ve tane kiþniþi birlikte dövün. Bu karýþýmý, zeytinyaðý eklediðiniz tencereye ilâve edip kavurun. Ardýndan ayýklanýp doðranmýþ bamyalarý ekleyin ve birlikte 1-2 dakika daha kavurun. Rendelenmiþ domatesi, tuzu ve karabiberi ilâve edip kapaðýný kapatýn. Orta hararetteki ateþte domatesler suyunu çekinceye kadar piþirin. Bu yemeðin en büyük özelliklerinden biri asla soðan kullanýlmamasý, ikincisi ise su eklenmemesidir. Yemek tamamen eklediðiniz domateslerin suyu ile piþecektir.
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
Ton Balýklý Semizotu Salatasý Malzemeler:
1 kutu suda tonbalýðý 1 demet semizotu 1 limonun suyu 2 diþ sarmýsak 1 çorba kaþýðý light mayonez 1 çorba kaþýðý kýyýlmýþ dereotu 1 çorba kaþýðý mercanköþk 1 çorba kaþýðý rendelenmiþ taze zencefil 1 çorba kaþýðý bal 2 çorba kaþýðý zeytinyaðý
Hazýrlanýþý:
Semizotlarýnýn sap kýsýmlarýný kesin. Yapraklarýný iyice yýkadýktan sonra süzün. Çukur bir kaba mayonez, zeytinyaðý, limon suyu, dövülmüþ sarýmsak, dereotu, mercanköþk, zencefil, bal, karabiber ve tuzu koyup çýrpýn. Ýçine semizotlarýný atýn. Sos, semizotlarýna iyice karýþmalý. Semizotlarýný salata tabaðýna alýn. Ton balýðýný üzerine koyup servis yapýn. Âfiyet olsun.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m