Her Nefes - Ekim 2012 / Hz. Harakâni

Page 1

EKÝM 2012

37.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

hz. harakâni


EDÝTÖR DEN...

Merhaba Her Nefes Dostlarý, Bu bizim için özel önemi olan sayýmýzda, konumuz da çok çok özel. Bu sayýmýzda, devrinin gavsý olan özel bir büyüðü anýyoruz: Hazret-i Pîr Ebu l Hasan Harakânî. Bu gönüller sultaný 10-11. yüzyýllarda yaþamýþ. Hayatý, menkýbeleri kendisinden sonra gelen, baþta Hz. Mevlânâ olmak üzere pek çok gönül sultanýný etkilemiþ. Ýþte zaman mefhumunu ortadan kaldýran, bugün dahî örnek almamýz gereken bu Allah sevgilisi için mübârek kabrinin bulunduðu Kars ilimizde 11-13 Ekim 2012 tarihleri arasýnda uluslararasý bir konferans yapýlýyor. Feyzinden ve bereketinden istifâde etmek niyâzýndayýz. Bu sayý, bizim 3. yaþýmýzý doldurduðumuz ve 4. yaþýmýza baþladýðýmýz sayý Yani 2009 Ekim ayý, Her Nefes in doðduðu yýl ve ay Dolayýsýyla hep beraber yeni yaþýmýzý kutluyoruz. Evet, birlikte kutluyoruz; çünkü Her Nefes in fikrini oluþturan kýymetli büyüðümüzden, emeði geçen tüm arkadaþlarýmýzdan ve elbette bizi hiç yalnýz býrakmayan siz kýymetli okuyucularýmýzdan oluþan kocaman bir âiledir Her Nefes Yaþgünü kutlamasýný da âilece yapýyoruz elbette Yeni yaþýmýz kutlu olsun ve inþaallah daha nice yaþlarý birlikte kutlamayý Rabbim bizlere nasip etsin

Yosun Mater


desen:ayg端l okutan


SOHBETLER...

Derviþlerin huzurlu hayatlarýndan ve iç âlemlerinin zevkinden bahsedilmiþti: - "Mahþer günü kâfirler diyecekler ki: Yâ Rabbî, sen bizi iki kere öldürdün. Biri, bizim kalbimizi ölü olarak dünyâya getirdin ve sonra da ecel gelip bizi tabiî ölümle öldürdü. Âþýklar da diyecekler ki: Yâ Rabbî sen bizi iki kere dirilttin. Biri, anamýzýn karnýndan ayrýldýðýmýz vakit, diðeri de bizi kendiliðimizden, nefsimizden öldürüp seninle dirilttiðin vakit... Hazret-i Îsâ'nýn sözüdür: Kim ki iki defa ölmezse melekût ve semâvâtý geçemez. Onun için derviþlerin ilâhî kokular ile mest olarak ve nefislerinin çirkinliklerinden, aðýrlýklarýndan kurtulmuþ bulunarak geçirdikleri hayat, elbette ki huzurlu, rahat ve mes'uttur. * Her zerrede Hakk'ýn bir tecellîsi olduðundan bahsolunuyordu: - "Her yerde ve herkese karþý edebi muhâfaza etmelidir. Çünkü Hakk'ýn tecellîsine mazhar olmayan hiçbir þey yoktur. Hz. Ali Her sýnýfýn bir kutbu vardýr buyurur. Onun için kimsenin iþine karýþmamalýdýr. Kimde ne olduðu belli olmaz ki... Herkesi


Düzcesi kimsenin gönlünü kýrmamaya çalýþmalýdýr, vesselâm." * Kazaya uðrayan bir kimse hakkýnda meclisten birinin, bîçâre! demesi üzerine: -"Sus! gerçi târihî hâdiselerde hüküm verilir, fakat bu gibi vak'alarda fikir yürütmek olmaz. Sen ona bîçâre demekle, Hakk'ýn hükmüne îtiraz etmiþ oluyorsun. Halbuki hiçbir þey sebepsiz olmaz. Sen sükût et... nene lâzým!"

(Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 231-232).

desen:aygül okutan

hoþ görmeli ve kimsenin iþine karýþmamalýdýr. Tulumbacýlarýn, sütçülerin, sakalarýn ve ilh... her sýnýfýn bir mânevî baþý vardýr. Olur ki bunlardan birine tesâdüf edersin, elbet bu merkeze sataþmak senin için hayýrlý olmaz...


ULU VELÎ HARAKÂNÝ

cemâlnur sargut

Þeyh Ebu l- Hasan Harakânî Hazretleri, Peygamber Efendimiz in torunu olup hicrî IV. (milâdi X.) asrýn 2. yarýsý ile V. asrýn (milâdi XI.) ilk çeyreðinde Horasan ýn batý kýsmýnda Bistam a baðlý Harakan köyünde yaþamýþ en ünlü sûfîlerden biri olarak bilinir. Devrinde de çok iyi tanýnan ve bunu önce mânâ âleminde irþad olduðu büyük velî Bâyezid-i Bestâmî nin kerâmetine, sonra da Peygamber e tam vâris olma özelliðini taþýyan yüce ruhûnun halk tarafýndan keþfine borçlu olan Hz. Harakânî, mânâsýný Anadolu topraklarýnda âþikâr etmiþtir. Attâr ýn deyimiyle, Hüzün denizi, daðdan daha saðlam, ilâhî güneþ, sonsuz semâ, rabbânî harika, devrin kutbu Saltanat sahibi þeyhlerin sultaný idi; âlemdeki evtad abdalýn kutbu; tarîkat ve hakîkat ehli padiþahý, dað gibi sýfat þâhikasýnýn mütemekkini ve mârifet sahasýnýn yegânesi hakîkat sýrrýna sahip, himmeti yüce ve mertebesi ulu; Yüce Allah nezdinde yakýn âþinâlýðý olan bir zât-ý ilâhîydi Hz. Mevlânâ nýn yorumuyla ilmüddîn (dinin âlimi), Câmî ye göre Kendi zamanýnýn yegânesi, gavsý ve kendi döneminde herkesin kýblesi idi.

Batýnýn büyük Mesnevî yorumcusu Nicholson Ebu l-Hasan Harakânî nin hayatý, þark vahdet-i vücûdcusunun bir tasvirini vermekte ve istenilen açýklýkta hususiyet bakýmýndan karmaþýk büyüklük ve yüceliðini ortaya koymaktadýr derken, Ýbn ül Arabî nin ortaya koyduðu Ýslâm ýn yüce vahdet-i vücûd anlayýþýnýn Hazret ile asýrlar önce yaþandýðý anlaþýlmaktadýr.

Onun yüceliði ve irfâný târife sýðmaz. O, Cuma günü gibi olup, önce bekâda sonra fenâda yaþamýþ bir sultandýr. Zîra bu büyük velî önce hizmete yönelmiþ ve nefsiyle meþgul olmamýþ, mânevî aþkýn en yüce safhasýnda yaratýlmýþa hizmetle kendini tamamlamýþ ender âriflerdendir. Attâr O nun halini Âlim sabah kalkar, ilmini arttýrmak için çabalar; zâhit de zühtünü arttýrma peþine düþer; Ebu l Hasan da bir kardeþin gönlünü mutlu etme derdindedir diye târif eder. Kendisi de Hak Teâlâ bana öyle bir fikir verdi ki, O nun bütün mahlûkâtýný onda gördüm; onda kalýp durdum; gece



gündüz O nun meþgûliyeti beni sardý, fikir basîrete dönüþtü; küstahlýk muhabbete dönüþtü; heybet vakara dönüþtü; o fikirle O nun birliðini kavradým ve öyle bir mertebeye ulaþtým ki, fikir hikmete dönüþtü, dosdoðru yola ve halka þefkat hâline dönüþtü; O nun halkýna karþý kendimden daha þefkatlisini görmedim dedi.

cemâlnur sargut

Keþke bütün halkýn yerine ben ölseydim de, halkýn ölümü tatmasý gerekmeseydi , Keþke bütün halkýn hesabýný benden sorsaydý da, halkýn kýyâmette hesap vermesi gerekmeseydi , Keþke bütün halkýn cezâsýný (azâbý) bana çektirseydi de, insanlarýn cehennemi görmeleri gerekmeseydi ve Türkistan dan Þam kapýsýna kadar birinin parmaðýna bir diken batarsa, o diken benim parmaðýma batmýþtýr; ayný þekilde Türkistan dan Þam a kadar birinin ayaðý taþa çarpsa, onun acýsý benim acýmdýr; eðer bir kalpte bir hüzün olsa, o kalp benim kalbimdir buyurarak bu hâli ispatlar.

Der ki Her kim bu eve gelirse ekmeðini verin ve adýný-dînini sormayýn; zîra Ulu Allah ýn dergâhýnda ruh taþýmaya lâyýk olan herkes, elbette Ebu l-Hasan ýn sofrasýnda ekmek yemeye de lâyýktýr.

Kendisi Muhtahab-ý Nûru l- ulûm adlý kitabý yazmýþtýr. Kendisiyle ilgili birçok kitapta bilgi vardýr. Meselâ Attâr Tezkiretu l-Evliyâ sýnda Hazret e geniþ yer vermiþtir. Pakistan ýn Mevlânâ sý el-Hucvîrî , Keþfu lMahcûb unda Hazret i anmýþtýr. Yâkut el-Hamevî Mu cemu l-buldân adlý eserinde, Ebû Saîd ile ilgili yazýlan Esrâru t-tevhîd de, Necmeddîn-i Râzî nin Mirsâdu l- ibâd ýnda Hazret den bahisler vardýr. Câmî Nefehâtu l- uns unda Hazret in âilesinden bahseder. Neticede onun künyesi, adý, soy kütüðü ve nisbesinin þu þekilde olmasý gerekir: Ebu l-Hasan Ali bin Ahmed bin Ca fer bin Selmân Harakânî veya el-Harakânî (el-Bistâmî). Muhtemelen bu soydan yola çýkan Nakþî ve Kâdirî Þeyhi el-Hac Karslý Mustafa Coþkun Efendi: Resûlullah ýn nesl-i necibinden gelen þecere-i famile onu yüceler seyrinde bütün evliyâya rehber etmiþtir diye anlatýr. Yetmiþ iki yýl Allah a hizmet eden bu sultan 425 yýlý 10 Muharrem inde Hz. Hüseyin gibi Salý günü þehit olmuþtur. Ve kendisi Hak la yaþadýðým 70 yýl boyunca bir noktada bile nefse uymadým , 72 yýl boyunca þerîata muhalif bir secde yapmadan, nefsin arzusuna uygun bir nefes almadan Hak


ile yaþadým , Kendi ömrüme bakýnca, 73 yýllýk bütün ibâdetimi, bir saat kadar gördüm; günahýma bakýnca Nûh un (a.s) ömründen daha uzun gördüm sözleriyle deðerlendirmiþtir. Ümmî olduðu ve Arapça bilmediðini öðrendiðimiz bu büyük sultan, hiç kimseden bir þey istememesi ve kabul etmemesiyle tanýnýrdý. Allah ýn kendisine lûtfettiði vehbî ilimle Hz. Bâyezid in mânevî mânâsýndan yararlanarak Kur ân-ý Kerîm i öðrenmiþ, elhamdülillâh ý elhemdülillah diye okumasýna raðmen bütün Allah sevgililerinin ortak inancýyla zamanýn efendisi ve gavsý olmuþtur. Ve kendisi o devrini, Muntahab-i Nurû l ulûm ve Tezkiretu l-Evliyâ da hakkýnda

anlatýlan ve kendisine nispet edilen bazý sözlerinde þöyle anlatýr: Ýlk baþta on iki ve bazýsýna göre on sekiz yýl, sürekli ( ) yatsý namazýný (Harakan da) cemaatle kýldýktan sonra ( ) Bâyezid in türbesine gider, ziyaret eder( ) geri dönerek sabah namazýnda kendi tekkesinde hazýr bulunurdu ( ) sonra Bâyezid in türbesinden bir ses geldi: Ýrþat zamaný geldi, dedi. Ey Þeyh, benim iþime himmet lûtfet ki, ben ümmî bir insaným; þerîatý bilmiyorum ve Kur an öðrenmemiþim dedim Sonra ses geldi: Ey Ebu l Hasan, de: E ûzu billâh Ebu l Hasan: Tekkeye varýnca Kur ân ýn tamamýný hatmetmiþ oldum diye anlatýr ve deðerlendirir. Devrinin mânevî sultaný Kars ýn hâmîsi bu büyük velîyi kendi sözleriyle idrak etmeye çalýþalým:


Senin kullarýndan bazýsý namaz ve orucu severler, bazýsý haccý ve gazâyý ve bazýsý da ilim ve ibâdeti (seccâde); beni on(lar)dan ayrý tut; çünkü yaþamým ve sevgim senden baþkasý için olmaz. Elinde bir kitapçýk bulunan bir pîr: Ben sözü buradan söylerim. Sen nereden söylersin? deyince, dedim ki: Benim vakt im öyle bir vakt tir ki, söze sýðmaz . Allah ýn kelâmý Kur ân ý her þeyden üstün tuttuðu ve bu niteliði itibâriyle büyüklüðünü gösterdiði anlaþýlmaktadýr: Kur an, kulun Allah ý aradýðý her vesileden daha üstündür; öyleyse Allah ý, sadece Kur an la ara.

cemâlnur sargut

Þeyh Harakânî bazý sözlerinde, mânevî mürþidi Bâyezid-i Bestâmî gibi ilmini doðrudan Allah tan aldýðýný iþaret eder: Þeyh Harakânî Ýmam a Ben ümmî bir adamým. Yüce Allah bana neyi verdiyse minnet etmedi ve kendi ilmini de bana verdi dedi. Ýmam, Ey Þeyh, sen hadîsi kimden dinliyorsun? deyince, Þeyh, Peygamber den (s.a.s) dedi. Nakledildiðine göre dedi ki: Allah (c.c) dostlarýný kendi temizliði ile süsleyerek kendi vahdâniyeti (teklik/birlik) ile terbiye eder, kendi ilmiyle yetiþtirir,

kendi devleti ve kudreti himâyesine alarak onlara sultanlýk baðýþlar. Neticede Harakânî bir sözünde de Resûlullah ýn vârisi, O nun fiiline uygun hareket edendir, kâðýtlarýn yüzünü karalayan kiþi (O nun vârisi) deðildir demek sûretiyle de bu sözünde yazýlý veya sûfî terimiyle zâhirî ilme, belki de kiþiye varlýk ve benlik olmuþ ilme pek sýcak bakmadýðýný ustalýkla ifâde etmiþtir. Harakânî þu sözüyle de arýnmýþlýðý her þeye tercih eder:

Âlim ilim aldý, zâhit zühtü aldý, âbid ibâdeti alarak onlarla birlikte O nun huzuruna vardýlar. Sen arýnmýþlýðý al ve arýnmadan (arýnmaya ihtiyaç kalmadan) O nun huzuruna git; çünkü O temizdir. Aslýnda vahdet-i vücûd fikrine inanan ve kendini fenâ mertebesine ulaþmýþ olarak gören bir sûfî, doðal olarak Yaratýcý nýn sahip olduðu niteliklere, kendisinin de sahip olduðunu düþünür. Harakânî nin mânevî mürþidi ve fikir kaynaðý Bâyezidi Bestâmî nin þu tespiti az önce yukarýda geçmiþti: Ýlmi Allah olan âlim, kitap olmaksýzýn ve ezberlemeksizin, O ndan istediði kadarýný istediði zamanda alýr


Ümmî bir zat olan Harakânî den, aþýrý þekilde etkilenen müridi Hâce Abdullahi Ensârî, büyük bir âlim olduðu halde, bunun sýrrýný, belki de þeyhi Harakânî yi kastederek þöyle açýklar: Biri on yýl ilim okur, bir çýra bile yakamaz; biri bir harf duyar, onun içi yanar. Ensârî ayný sözü daha ayrýntýlý olarak þöyle ifâde eder: Kalemden çýkan ilmin bir etkisi olmadýðý açýktýr; ilim dediðin Allah ýn kulun kalbine döktüðü ilimdir; biri yetmiþ yýl boyunca ilim öðrendi, bir çýra bile yakamadý; biri ömründe bir harf duydu, ondan dolayý tamamen yandý. Allah tanýmayý ve anlamayý nasip etsin.

Kaynaklar: Feridü d-dîn Attâr, Tezkiretu l-Evliyâ, II, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul. Hasan Çiftçi, Þeyh Ebu l Hasan-ý Harakânî, cilt 1 (hayatý ve eserleri), Þehit Ebu l Hasan Harakânî Derneði Yayýnlarý 2.


asuman kulaksýz

TROY DA KADiR Bir ev, üstünde ulvî bir ýþýk Bir ev, içinde bir iki âþýk Bir þehir ki yok tek bir minâre Bir ev câmi olmuþ bir avuç mümine... Þerefeler ýþýldamaz; burasý el diyârý Ne bir mevlûd duyulmakta ne de Allah feryâdý Kadir kandilleri bu kez kalplerde yandý Bir ev, birkaç divâne, birkaç pervâne... Bir garip oluyor insan, soruyor nedir? Bu arþa yükseliþ neyin nesidir? Bir garip oluyor Troy'da kadir Bir ev Þâh'a varmýþ, bir ev þahâne...



hüseyin gökhan HUZUR


Elindeki ballý tereyaðlý ekmeði bana doðru uzatmýþ, Al aðabey! diyordu. Yere serilmiþ beyaz sofra örtüsünden yansýyan sabah güneþi nurlu yüzünü daha da aydýnlatmýþtý. Sonra bir ekmeðe daha özenle yað, ardýndan da bal sürdü. Sanki ekmeðe bal sürmekten ziyâde önemli bir ameliyat yapýyormuþçasýna ciddi bir ifâde vardý yüzünde. Beyaz sakallarýna raðmen çok genç gözüküyordu. Renkli gözleri, düzgün alný ve pembeye çalan yanaklarýyla Yavuz Hoca gerçekten yakýþýklý bir adamdý. Buyur abla diye elindeki ballý ekmeði önümdeki kýzlardan birine uzattý. Herkes konuþmadan onu izliyordu. Ayný ciddiyet ve tevâzuyla elindeki ekmek bitinceye kadar ikrâma devam etti. Yaklaþýk altmýþ kiþiye verdikleri kahvaltý tamamlandýktan sonra baþýna kar beyaz bir takke geçirdi ve kýsa bir sofra duâsý yaptý. Herkes ellerini açmýþ, pür dikkat kesilmiþ, Yavuz Hoca nýn duâsýna âmin diyordu. Duâ bittikten sonra sözlerine þöyle devam etti: Allah, velâyet mertebesinde yaptýðýnýz bu ziyâreti katýnda makbul kýlsýn... Çok yavaþ bir tonda, neredeyse kýsýk denilecek bir sesle konuþmaya devam etti. Söylediklerini kaçýrmak istemeyen arkadaþlar, arka taraftan Hocam biraz daha yüksek sesle konuþur musunuz? Arkadan duyamýyoruz diye seslendiler. Onlara dikkatle baktýktan sonra sesini yükseltmeden, yine ayný mütevâzi tavýrla konuþmasýna devam etti. O konuþtukça hemen yanýnda oturan Cemâlnur Hocam aðlýyordu. Hepimizi o ânýn yüksek enerjisi kaplamýþtý. Olaðanüstü bir þeye þâhit olduðumuz ayan beyan ortadaydý. Konuþmasý bittikten sonra hocam, Yavuz Bey in, efendisinin meþrebinden dolayý sesini yükseltmediðini bizlere açýkladý. Yavuz Bey baþýna beyaz takkesini geçirdikten sonra âdeta baþka biri olmuþtu. Mübâlaða yok, sanki Harakânî Hazretleri bu son türbedârýnýn dilinden bizlere hitap ediyordu. Kars ziyâretimiz sýrasýnda bir veliyullâhýn huzûrunda olmanýn ne demek olduðunu daha iyi anladým. Hazret eðer öyle irâde buyurursa oradaki yüksek enerjiyi hissetmemeniz mümkün deðil. Kendisini bu ulunun hizmetine adamýþ Yavuz Bey de bir insan-ý kâmil e hizmet etmenin kiþiyi nasýl deðiþtirdiðinin canlý bir örneði. Gruptaki herkesi o kadar etkiledi ki... Ama bu etki için ne yaptý derseniz kimse cevap veremez. Yazýnýn baþýnda anlattýðým gibi oðlu yaþýnda bana dahi Aðabey diye hitap edecek kadar tevâzudan baþka hiçbir özelliðini dökmemiþti ortaya. Ama huzurda olmanýn yaþayan en güzel örneklerinden biridir desem yanýlmam herhalde. Harakânî gibi bir hazretin civârýnda iken kendini tamâmen aradan çekmiþti. O aradan çekilince de hazretten, huzurdan baþka görünen, duyulan bir þey kalmamýþtý. Bu seyahatten sonra hocamýn izinleriyle oðlumuza Hasan ismini verdik. Hasan Kenan ýn isim babasý adýna Ekim ayýnda düzenlenecek sempozyuma inþaallah yanýmýzda onu da götürmek istiyoruz bu sene. Dilerim o huzur dâiresine küçücük yaþýnda girer. Bir daha çýkmamacasýna...


sûfi yok olan kimsedir

dilek güldütuna

Hayatý hakkýndaki sýnýrlý kaynaklarýn bildirdiðine göre 963 yýlýnda Bistam ýn kuzeyindeki Harakan köyünde bir çiftci âilenin çocuðu olarak dünyaya gelen, 1033 yýlýnýn 10 Muharrem inde þehid olan ve fakr, riyâzat ve mücâhedelerle dolu, çok çileli bir hayat yaþadýðý nakledilen Ebu l-Hasan Harakânî Hazretleri, kendisini, seyr ü seferini mânâda yapan mukîm bir þeyh olarak târif ediyor. Mukîm, yani hayatý boyunca yaþadýðý bölgeden ayrýlmayan, fakat ismi yaþadýðý coðrafyayý aþarak yayýlan Harakânî Hazretleri nin yüksek mânevî derecesi, tekkesine bitiþik olan evine, aralarýnda zamanýnýn tasavvuftaki en önemli temsilcilerinin de bulunduðu çok sayýda ziyaretçiyi çekmiþ. Hazret, Ebû Sa îd b. Ebi l-Hayr, Ebu l-Kasým Kuþeyrî, Abdullah Ensârî gibi ileri gelen tasavvuf ehlinin yanýnda Gazne hükümdarý Sultan Mahmud ve Ýbn Sînâ gibi tanýnmýþ kimselerin de kendisine yöneldikleri bir þahsiyet olmuþ. Kendilerinden çok etkilenen ve onu müntehî , yani yolun zirvesine ulaþmýþ, usta olarak niteleyen ünlü âlim Abdullah Ensarî, tanýmýþ olduðu diðer þeyhlerin öðrettiklerinden çok, Harakânî nin bir tek sözüyle tasavvufa derinden daldýðýný anlatýr ve onun mürîdi olur. Devrin büyük mutasavvýfý

Ebû Sa îd b. Ebi l-Hayr ise onu ziyâreti sýrasýnda neden hiç konuþmadýðýný soranlara Bir deniz için bir sözcü kâfî diye cevap vermiþtir. Attar, Abdülkerim el-Kuþeyrî nin Harakan a gittiðimde Ebu l-Hasan ýn heybeti ve haþmeti bana o kadar tesir etti ki dilim tutuldu dediðini nakleder. Harakânî nin zaman ve mekâný aþan mânâsýndan ve tesirinden Attar ve Þemsi Tebrîzî nin yanýnda Mevlânâ da bahseder. Mesnevî de Bâyezîd-i Bestamî nin, doðumundan seneler önce Ebu l-Hasan ýn geleceðini müjdelemesi uzun uzun anlatýlýr. Bâyezîd, müridleriyle Rey yakýnlarýndan geçerken Harakânî Hazretleri nin kokusunu duymuþtur. Bu koku, Mesnevî þerhlerinde Rahmânî Nefes olarak yorumlanan bir rüzgârla, zaman ve mekânýn ötesinden, þüphesiz gaybdan ve küllî gül bahçesinden gelmektedir; öyle bir kokudur ki yüzbinlerce perde dahî onu gizli tutamaz, keskinliði sahrâyý ve çölü geçerek dokuz feleðe, yani cismâniyet ve mülk âlemini aþýp melekût âlemine yayýlmýþtýr. Hz. Mevlânâ bu kokunun Hz. Muhammed in Sabânýn eli ile bana Yemen den Hudâ nýn kokusu geliyor! hadisinde belirtilen koku gibi olduðunu söyler. Harakânî Hazretleri, mânevî terbiyesini, kendisinden uzun zaman önce yaþamýþ olan Bayezid-i Bistâmî nin rûhâniyetinden aldýðýný söyler. Mürid ve mürþidin birbirlerini zâhirde görmedikleri bu türlü rûhânî iliþki ve mânevî terbiye, Hz. Muhammed ve Veysel Karânî arasýndaki iliþkiye benzerliði sebebiyle tasavvufta üveysîlik olarak adlandýrýlýr.


Hz.Harakânî bütün ömrünü bir tek secde den ibâret olarak nitelemektedir. Kutub makamýnýn zuhûru olan Hz. Harakânî hakkýnda nakledilen menkýbelerde bir yandan ondaki fakr, yokluk, riyâzat, halkýn ezâ ve cefâsýna tahammül, yani cemâl ve kulluk tecellîsi, bir yandan da mânevî tesirinin kuvveti ve yaygýnlýðý, yani celâl tecellîsi farkedilebilmektedir. O nda, Ýbn Arabî nin Kutub Allah isminin kuludur sözünde ifâde ettiði gibi, kibriyâ ve tevâzuun nasýl ayný anda tecellî ettiðini, cemâl ve celâlin nasýl birlendiðini görebiliyoruz. Bir sözünde diyor ki: Þuracýkta oturmuþum, zaman zaman kendimde öyle bir ilâhî kuvvet hissediyorum ki, elimi uzatýp semâyý yerinden koparýp avucuma alayým, ayaðýmý yere vurup topraðý yerin dibine geçireyim, diyorum. Bazen de dönüp kendime bakýyor, yüzümü Allah'a çeviriyor ve Bende mevcut olan þu beden ve tabiatla beraber bu kadar saltanat ne iþe yarar diyorum. Ebu -Hasan Harakânî, Ahzab Sûresinin 72. âyetinde belirtilen ve Allah ýn, halîfesi olan insana yüklediði emânetin ulûhiyet yükü olduðunu ve kendisine bu emânetin arzedildiðini söyler. Der ki: Baþlangýçta bize bir emânet arzolunmuþ diye bilirdim. Biraz daha yaklaþýnca bize Kendi ulûhiyyetini arz ve vaz ettiðini anladým. Þükürler olsun ki yük gayet aðýrdýr. Ýþte bu aðýr yüklüler vaktinin sahibi olanlardýr. Peygamberlere gelen, evliyâya gelseydi kaf daðý parçalanýrdý. O mutlak kulluðunu ve Allah ýn ulûhiyeti karþýsýndaki yokluðunu þöyle ifade etmektedir: Kendime deðil Allah a hayret ediyorum! Farkýnda olmaksýzýn iç dünyamda bunca pazarlar meydana getirmiþ, daha sonra da beni ondan haberdar etmiþtir. Yüce Allah ýn ulûhiyetinde iþte bu kadar âciz kalmýþýmdýr. Allah Teâlâ nýn bir avuç toprak ve sudan ibâret olan bir mahlûka bana yaptýðý kadar iyilik yapacaðýný katiyen bilmezdim. Mustafa dan sonra bu lûtuf bana geldi.

Sûfî kimdir? diye sorduklarýnda þöyle târif etmektedir: Sûfî yamalý elbise ve seccâde ile sûfî olmaz. Sûfî belli kurallar ve âdetlerle de sûfî olmaz. Sûfî yok olan kimsedir. Yani sûfî, fenâyý elde etmiþ kimsedir. Yani sûfîde vücut yani varlýk kalmamýþ, o, Hakk ýn sýfatlarýný Hakk a iâde etmiþtir. Kendini iyi gören iyi deðildir. Çünkü iyi olmak Allah ýn sýfatýdýr der. Hayatý boyunca kendisine sûfî demekten kaçýnan Harakânî Hazretleri nin, kendisini su sözlerle vasfettiðini görüyoruz: Ne zâhidim, ne âlim, ne de sûfî. Allahým, Sen Bir sin, iþte senin Birliðinde ben Bir im.

desen:aygül okutan

Harakânî Hazretleri ne göre ism-i âzam , yani Allah ýn en büyük ismi de böylece Hak ta yok olmuþ kulun ismidir. Ýsm-i âzam nedir? diye sorduklarýnda der ki: Aslýnda bütün isimler büyüktür. En büyüðü de kulun O nda yok olmasýdýr. Kul yok olunca halktan ayrýlýp heybette tek olur.



HARAKÂNÎ HAZRETLERÝ BUYURUYOR KÝ Ezel sýrlarýný, ne sen bilirsin ne ben, Bu muammâ sözü, ne sen okursun ne ben Perdenin gerisinde, ben ile seni bir konuþturan var Perde kalkarsa, ne sen kalýrsýn, ne ben. Rýzýklarýn en nurlusu çalýþýlarak kazanýlandýr. Kârlarýn en nurlusu, içinde mahlûk tasasý olmayandýr. Sûfî, gündüzün güneþe, geceleyin aya ihtiyâcý olmayandýr. Sûfîlik varlýða ihtiyâcý olmayan yokluktur. Gönüllerin aydýnlýðý, halk meyli olmamasýyla, iþlerin güzelliði de içinde mahlûk fikri bulunmamasý iledir. Nimetlerin helâli, senin cehdinle meydana gelende, arkadaþlarýn iyisi de canlýlýðý Hak ta bulanlarda Dünyada ilim ve kulluk taslayan niceleri var. Fakat sana fayda, her gün akþama kadar halkýn beðendiði, her gece sabaha kadar da Hakk ýn beðendiði iþte olmaktýr. Allah dediðiniz zaman size baþka bir söz söyleyenle sohbet etmeyin. Haklý da olsa bir þey istemektense, Kur an okumak ve onunla beraber haklý þeyi istemek daha hayýrlýdýr. Tam kýrk yýldýr ki, yekpâre bir zaman içindeyim; Allah gönlüme nazar eder ki, orada kendisinden baþkasýný görmez.

KAYNAK: Ebu l-Hasan Harakânî, Seyr ü Sülûk Risâlesi, Sufi Kitap, Ýstanbul, 1.Baský, 2006. (21, 79 ve 81. Sayfalar)


yeĂžim

o sultan bir har koydu içime...


Harakânî Hazretleri hakkýnda bir yazýda ne anlatýlabilir? Kendini asýrlarca sýrlamýþ bir sultandan bahsedilmek istense, ne yazýlabilir? Benim için bu çok güç bir iþ. Affýnýza sýðýnarak deniyorum. Bundan iki yýlý aþkýn bir süre önce Harakânî Hazretleri ni ziyâret etmek için Kars a gittik. Ne bekleyeceðimi bilmeden sadece giderek artan bir heyecanla o günün gelmesini beklediðimi hatýrlýyorum. Genelde uykusu aðýr biri olduðum hâlde týpký ilk defa umreye giderken olduðu gibi bir gece öncesinde gözüme uyku girmemiþti, heyecanýmýn derecesi beni þaþýrtýyordu. Erzurum üzerinden Kars a büyülü bir otobüs yolculuðu ile geçtik. Yerde miyim, gökte miyim bilmeden derin bir sessizlik içinde muhteþem bir doðanýn içinden süzülerek . Bizi Yavuz Hoca karþýladý Harakânî Hazretleri nin türbesine vardýðýmýzda. O kapýdan geçtikten sonrasý biraz bulanýk benim için. Hatýrladýðým, havada neredeyse elinizi uzatsanýz tutup yakalayabileceksiniz hissini verecek bir yoðunlukta aþk olduðu idi. Aþk sanki vücut bulmuþ ve bizi sarmýþtý. Ve bunu hissederken sâkin kalmak pek kolay deðildi. O havanýn içinden geçerek huzura girdik. Oturduk. Ne kadar, bilmiyorum... Sonra kendisi ile konuþtuðumu hayâl ettim, kýzýl-kahve sakalýný okþayarak bana gülümsediðini, gözlerindeki sevgiyi ve yumuþaklýðýný hayâl ettim. Garip bir þekilde de böyle biri olduðundan emindim. Tereddütsüz

bir þekilde orada olmamýzdan çok memnun olduðunu düþündüm. Sonra böyle bir þey düþündüðüm için ezildim. Bir insanýn bu dünyada vücut giyip nasýl böyle bir yokluk içinde olabileceðini düþündüm. Sanki orada beni bekliyormuþ gibi hissetiðimi hatýrlýyorum. Zannedersem grupta herkes benzer hisler içindeydi. Öylesine bir konukseverlik ve öylesine bir mütevâzilik vardý ki insanýn kendini gerçekten özel (!) hissetmemesi mümkün deðilmiþ gibi görünüyordu. Huzurdan ayrýlýrken canýmýn acýdýðýný hissediyordum. Canýmýn ayrýlýk acýsý ile acýdýðýný, çok acýdýðýný hatýrlýyorum. Gördüðümüz iltifatlar altýnda ezilmiþ olduðumu ve yeniden gerçek hayata dönmenin ne kadar zor olduðunu... Hazreti Harakânî o seyahatte içime bir har parçasý koydu, tâkip eden günlerde beni yakan... Hafif hafif hem acýtan hem de tarifsiz bir mutluluk veren. Ayrý olmanýn acýsý ile, hep yanýmýzda olduðunu bilmenin huzuru karýþarak... Ben Harakânî Hazretleri nin kendini ifþâ etmek konusunda aceleci davranmadýðýný düþünüyorum. Asýrlar, asýrlar boyu sýnýr þehirlerimizden birinde sessiz sedâsýz beklediðini ve þimdi artýk kendini hiç beklemediðimiz bir þekilde âþikâr edeceðini düþünüyorum. Daha doðrusu umuyorum. Umuyorum ki ömrümüz bitmeden bu güzel sultan kendini bizlere açar, ilmini, aþkýný anlamamýzý nasip eder.


mesnevî de harakâni hazretleri


O takvâ pâdiþâhý Bayezid, bir gün müritleri beraber ovadan geçip gidiyordu. Birdenbire Rey þehri yöresindeki Harakan köyü tarafýndan ona çok hoþ bir koku geldi. Orada durdu, birisini pek özlemiþ, göreceði gelmiþ gibi inledi. Rüzgârla gelen o hoþ kokuyu içine çeke çeke kokladý. O güzel kokuya âþýkmýþ gibi içine çekti. Sanki onun rûhu, rüzgârdan þarap içmiþ gibi mest oldu, kendinden geçti. Bayezid Hazretleri nde mestlik belirtileri görününce, onu uyandýran biri, o anda þeyhe sordu. Dedi ki: Sizde anlayamadýðýmýz bir hâl var. Beþ duyudan da, altý yönden de dýþarýda olan bu hoþ hâller nedir? ( ) Ey gizli þeyleri bilen, gizli þeyleri söyleyen, lûtfet, seni avlayaný, seni büyüleyeni açýkça bize söyle. Bayezid dedi ki: Peygamber Efendimize Yemen tarafýndan gelen koku gibi, bana þaþýlacak bir koku geldi.Þu taraftan bana bir dost kokusu geliyor, bu köyden, mânevî bir pâdiþah yetiþecektir. Bu kadar yýl sonra, burada bir pâdiþah doðacak, göklere çadýr kuracaktýr. Onun yüzü, Hakk ýn gül bahçesinin gülleri gibi açýlacak, mânevî bir gül olacak, makamca benden de üstün olacak, beni geçecek. Müridin biri O büyük zâtýn adý nedir? diye sordu. Adý Ebu l-Hasan dýr dedi. ( )

Bayezid in ölümünden yýllarca sonra Ebu l-Hasan doðdu. ( )Bayezid in buyurduðu gibi, Þeyh Ebu l-Hasan dünyaya geldi, büyüdü, kemâle erdi. Sonra Bayezid'in haber verdiði þeyleri halktan duydu. Bayezid demiþti ki: Ebu l-Hasan benim müridim olacak, her sabah kabrime gelip benden ders alacaktýr. Ebu l-Hasan dedi ki: Evet, ben de þeyhi rüyâmda gördüm ve rûhundan bu sözü duydum. Her sabah, Bayezid in kabrini ziyâret eder, kuþluk vaktine kadar huzûrunda bulunurdu. Ya þeyhin hayâli gözünün önüne gelir, ona gereken þeyleri söylerdi, yâhut da arada söz ve ses olmaksýzýn gönülden seslenir, böylece Ebu l-Hasan'ýn müþkülü hâllolurdu.

desen:aygül okutan

Hz. Bayezid in haber verdiði tarihi yazdýlar ve onun sözleri ile tarih sahifesini süslediler. Tam o vakit, o tarih gelince, o mânevî pâdiþah doðdu ve mânevî saltanat bahsini kazandý.


zehra karpuz

cam ve elmas

Ebu l Hasan Harakanî Hazretleri nden bahseden ondan bir koku, bir tad veren Sadýk Yalsýzuçanlar ýn romaný Cam ve Elmas tan bir-iki bölüm vererek biraz olsun onu tanýmaya, anlamaya çalýþalým diye düþündük. Mânâsý ve derin ilmi karþýsýnda bizim anlatacaklarýmýz bir kýrýntý, bir zerre olarak kalýyor ama bu kadarý bile bize onun büyüklüðünü anlatmaya yetiyor. *** Büyük âlimlerden Ýbni Sinâ, bilim adamý, feylesof, tabip, semâyý, yýldýzlarý, kameri, þemsi dünyanýn hareketlerini bilendir fakat bütün bunlar yetmez. Bir þey eksiktir; bir ýþýk aramaktadýr... Ve sonunda bulur. Harakanî Hazretleri dir bulduðu Ýçine onun ateþi düþer, gidip O nu görmek ister. Ondan destur almak, ona baðlanmak ister Uzun çabalardan sonra Harakan a gelir ve yaþlý bir adamla karþýlaþýr ve þeyhin tekkesini sorar. Hikâyenin bundan sonraki kýsmýný Sadýk Yalsýzuçanlar þöyle anlatýr: Adam Hangi þeyh? dedi. Ebu l Hasan deyince , Boþuna yorulmuþsun diye konuþtu adam, geri dön, o sýr sahibi olduðu söyler ama iþinin temeli yoktur. Ýbni Sinâ kararlýydý. Mâdem gelmiþti, görmeden dönmeyecekti. Sen dergâhýnýn yerini söyler misin? Adamýn târifine uyarak tekkeyi buldu. Kapýyý çaldý. Kapý hafifçe aralandý. Açýlan kanadýn gerisinden bir kadýn Ne istiyorsunuz? diye seslendi. Ýbni Sinâ, bilgeyi sordu.


Ne yapacaksýnýz o miskini? diye çýkýþtý kadýn. Ses gelmeyince, Evde deðil diye sürdürdü, ormana odun getirmeye gitti dedi. Ýbni Sinâ nýn þaþkýnlýðý artmýþtý. Kadýn Nereden geliyorsunuz, kimsiniz? diye sordu. Harizm den dedi. Ne iþ yaparsýnýz? Onu niçin arýyorsunuz? Ben bilginim dedi, onun feyzine muhtâcým, bu yüzden geldim. Kadýn, Sýr sahibi olduðunu iddia eden bir delidir, size bir yararý olmaz dedi. Ýbni Sinâ, Siz nesi oluyorsunuz? diye sordu. Eþiyim dedi. Ýbni Sinâ kapýdan ayrýldý, sahraya doðru yürüdü. Az sonra arkasýnda odun yüklenmiþ üç aslanla göründü bilge. Ýbni Sinâ kendinden geçti. Yaklaþýnca Þeyhim bu ne hâl? diye sordu. Evet dedi bilge, biz, evdeki kurdun yükünü çekmedikçe, aslanlar da bizim yükümüzü çekmez... Ýbni Sinâ, bilgenin sözüne tüm kalbiyle inandý. Dergâha döndüler. Yedi gün burada kaldý. Döndüðünde bir bilgin arkadaþýna, Bizim aklýmýzla bildiðimiz her þeyi, o kalbiyle görebiliyor demiþti. (Cam ve Elmas, 2008, Timaþ Yayýnlarý, s.89-90) *** Naklederler ki, bir ilim tâliplisi hadis okumak üzere Irak a gidiyordu. Yolu Þeyh e (Harakanî Hazretleri2ne) uðradý. Ona, Kendi ülkende bulamadýn mý hadis öðrenecek üstün bir bilgin ki, baþka iklimlere gidiyorsun? diye sordu Þeyh.

Adam, Bulamadým dedi ve sordu, peki siz nerede öðrenim gördünüz, kimlerden okudunuz? Harakanî Hazretleri, Ben ümmiyim diye konuþtu, bana ne baðýþladýysa minnet etmedi ve kendi ilminden verdi. Peki hadisi kimden dinliyorsunuz? Peygamber den. Söz, adamýn hoþuna gitmedi. Gece dergâhta konakladý. Düþünde, tanýmadýðý bir bilge Bilgeler doðru söyler, onun yanýndan ayrýlma, ne öðreneceksen ondan almaya çalýþ diyordu. Sabah kararýný verdi, kalacaktý. O gün ilk derste Harakanlý, adamdan belleðindeki hadisleri aktarmasýný istedi. Adam söylüyordu, Harakanlý Evet diye onaylýyordu, bu, Peygamberin sözüdür. Birkaç hadis sýraladýktan sonra, birine gelince, Hayýr dedi, bu, onun sözü deðildir Adam diretti, Ama bunun aktarýcýlarý güvenilir. Güçlü bir haber Hayýr diye Þeyh de diretti, bu onun sözü olamaz. Nasýl emin olabilirsiniz, nerden biliyorsunuz? diye sordu adam. Sen dedi, hadisi okumaya baþladýðýnda, benim iki gözüm Peygamber in kaþýnýn üzerindeydi, Onlarý çatýnca anlýyorum ki söz kendisine ait deðil (Cam ve Elmas, 2008, Timaþ Yayýnlarý, s.91-92)

*** O, görüyordu. Adam artýk diyecek bir söz bulamadý. Evet, gerçekten sözün bittiði yerdi, konuþmak artýk olmazdý. Peygamber ve vârisleri karþýsýnda mânâsýný bilenler için diller kelâmdan uzaklaþýr ve lal olur.


MÜTERCiM DEN...

Cemâlnur Sargut hocamýz, mânevî sultanlarý tanýtmak ve onlarýn mânâlarýný anlatmak için yýllardýr bilhassa ilmî sempozyumlar düzenleyerek ve bu tür sempozyumlara katýlarak gayret gösteriyorlar. Hocamýzdan bu hususta sýkça duyduðumuz sözlerden biri, bu sultanlarýn adlarýný anabilmenin bile lûtuf olduðudur. Hz. Harakânî de ismiyle dilimizi, dudaklarýmýzý þereflendirenlerdendir Onun temiz ismini anmak, inþaallah iki mânâda da dilimizi hem dilimizi, hem gönlümüzütemizleyecektir. Ey Harakânî! Kars yakýnlarýnda þehid düþmüþ ve toprak gibi mütevâzi varlýðýný aslýnda varlýðýný deðil, hiçliðini!- bu karlý ilimizin topraklarýna karmýþ olan büyük velî! Adýný dudaklarýmýzdan esirgeme! O ad ki, vücûdunun konakladýðý kuzey þehrimiz gibi, soðukta kalmýþ, buz kesmiþ gönüllerimizi de ýsýtýr, ýlýtýr, yumuþacýk yapar Ey yüce gönül! Ey büyük ruh! Mânândan ayýrma Þimdi hocamýzýn I. Uluslararasý Harakânî Sempozyumu nda gösterilmek üzere hazýrlanmýþ film için gönlünden dökülen kelimelerle sana yöneliyoruz


Harakânî Peygamber in tam vârisi, tasavvufun sultâný.. Attar ýn deyimiyle Hüzün denizi, daðdan daha saðlam, ilâhî güneþ, sonsuz semâ, rabbânî harika, devrin kutbu saltanat sahibi þeyhlerin sultâný idi; âlemdeki evtâd abdâlýn kutbu; tarikat ve hakîkat ehli pâdiþâhý, dað gibi sýfat þâhikasýnýn mütemekkini ve mârifet sahasýnýn yegânesi hakîkat sýrrýna sahip, himmeti yüce ve mertebesi ulu; Yüce Allah nezdinde yakýn âþinalýðý olan bir zât-ý ilâhî Allah seçeceðini bilir! O keþif ilminin þâhikasý ümmî iken Kur âna hâkimdi Mevlânâ þeyhü d-dîn diye adlandýrdý onu Câmî, Kendi zamanýnýn yegânesi, gavsý ve kendi döneminde herkesin kýblesi idi der Gavsu l Âzam Hâce Muhammed Lûtfî de, Pîr-i Harakani nâmütenâhî, kemâlâtý kâmil Hak dýr penâhý. Mir ât-i Muhammed evliyâ þahý, Tarîk-i Mevlâ da merdan iledir dedi. Nicholson Ebü l-Hasan-i Harakânî nin hayatý, Þark vahdet-i vücudcusunun bir tasvirini vermekte ve istenilen açýklýkta hususiyet bakýmýndan karmaþýk bir büyüklük ve yüceliðini ortaya koymaktadýr derken Ýbn ül Arabî nin ortaya koyduðu Ýslâm ýn yüce vahdet-i vücud anlayýþýnýn hazret ile asýrlar önce yaþandýðý anlaþýlmaktadýr. Onun yüceliði ve irfaný târife sýðmaz. O, Cuma günü gibi olup önce bekada sonra fenâda yaþamýþ bir sultandýr. Zira bu büyük velî önce hizmete yönelmiþ ve nefsiyle meþgul olmamýþ, mânevî aþkýn en yüce safhasýnda yaradýlmýþa hizmetle kendini tamamlamýþ ender âriflerdendir. Attar, O nun hâlini Âlim sabah kalkar, ilmini arttýrmak için çabalar; zâhid de zühdünü arttýrma peþine düþer; Ebu l Hasan da bir kardeþin gönlünü mutlu etme derdindedir diye târif eder. Kendisi de Hak Teâlâ bana öyle bir fikir verdi ki, O nun bütün mahlûkâtýný onda gördüm; onda kalýp durdum; gece gündüz O nun meþgûliyeti beni sardý, fikir basirete dönüþtü; küstahlýk muhabbete dönüþtü; heybet vakara dönüþtü; o fikirle O nun birliðini kavradým ve öyle bir mertebeye ulaþtým ki, fikir hikmete dönüþtü, dosdoðru yola ve halka þefkat hâline dönüþtü; O nun halkýna karþý kendimden daha þefkatlisini görmedim dedi. Keþke bütün halkýn yerine ben ölseydim de halkýn ölümü tatmasý


gerekmeseydi Keþke bütün halkýn hesabýný benden sorsaydý da halkýn kýyamette hesap vermesi gerekmeseydi Keþke bütün halkýn cezasýný (azabý) bana çektirseydi de insanlarýn cehennemi görmeleri gerekmeseydi. Türkistan dan Þam kapýsýna kadar birinin parmaðýna bir diken batarsa, o diken benim parmaðýma batmýþtýr; Ayný þekilde Türkistan dan Þam a kadar birinin ayaðý taþa çarpsa, onun acýsý benim acýmdýr; Eðer bir kalpte bir hüzün olsa, o kalp benim kalbimdir buyurarak bu hâli ispatlar. O yüce þeyh Anadolu nun kurucularýndan olup Hazreti Peygamber in bu münbit topraklara verdiði deðeri ispatlarcasýna, Türkçe de Erenler, eren ve alperen , Arapça da ricâullah, fetâ ,Farsça da merd-i Hüdâ, merdân-ý Hüdâ ve civanmerd denilen, hâmâsî ve dinî hisleri mükemmel kaynaþtýran, gezgin mücâhit sûfilerle birlikte fetihlere katýlmýþ ve söylentilere göre Kars civarýnda þehit düþmüþtür. Onun mübârek mânâsýndan ve mânevî anlayýþ geleneðinden gelen Ahmed Yesevî Hazretlerinin Anadolu ya tasavvufu yayma çabalarýnýn da Hz. Harakânî tarafýndan baþlatýldýðý böylece anlaþýlmaktadýr. Ümmî, Tayfurî, Üveysî, Cüneydî ve Nakþibendî diye idrak edebileceðimiz mübârek tarikat anlayýþý, insanlýk âlemini aydýnlatan, farklýlýklarý birleþtiren sonsuz hoþgörüsü, Peygamber torunu yani Ehl-i Beyt olmaya ne ölçüde lâyýk olduðunun en güzel delilidir! ***


Harakânî A perfect successor of the Prophet, a sultan of tasavvuf As Attar says, A sea of sorrow, firmer than a mountain, the divine sun, infinite heavens, a Lordly wonder, the pole of his era... He was the sultan of the sheikhs who possessed grandeur; the pole of the pillars of the attained in the universe and the one and only in the field of wisdom... a possessor of the knowledge of Truth with an exalted station and aspiration...the one that has proximity before the Sublime Allah. a Divine entity Allah knows whom to choose. He was at the peak of unveiling [kashf]; he was un-lettered [ummi] but knew the whole Qur an Mevlana called him the sheikh of religion As Jami says, He was unique in his own era; he was the Guide [gavs] and everyone s Qibla in his time. Gavsul Azam Haje Muhammed Lutfi also says, Boundessly the pir of Haraqan , taking shelter in the perfection of completed God, the Truth The king of God s friends, the mirror of Muhammed, on the path of God with the brave Nicholson says, The life of Ebu l Hasan-i Haraqani depicts an Eastern follower of Oneness of Being and reveals clearly its complexity and sublimity in terms of its peculiarity . This makes us realize that a great notion of Islam called Oneness of Being put forward by Ibn Arabi was experienced by Haraqani ages ago. His supremacy and wisdom cannot be explained. He is like the day Friday, meaning like a sultan living with Subsistence in God [beka] first and then with annihilation in God [fena] because this great friend of God is among the very rare Gnostics who first got engaged with serving people without dealing with his nafs and got himself completed by serving the created when at the peak of his spiritual love. Attar describes Haraqani s state as follows: Scholars wake up in the morning and strive to acquire more knowledge. Ascetics are in search


of enhancing their devotion. And Ebu l Hasan is busy in pleasing his sisters and brothers. Haraqani says, God the Sublime bestowed such a thought that I witnessed all his creation in Him. I stopped and remained with Him; being occupied with Him day and night wrapped around myself; thinking turned into seeing; arrogance turned into sincere love and attachment [muhabbet]; majesty turned into dignity; with this thought I realized His oneness, and reached such a state that thoughts turned into wisdom, into a straight path and affection towards people. I haven t seen anyone more affectionate towards His people than myself... He justifies his state by saying the following: I wish I could die instead of people so that they wouldn t have to experience death. I wish I were called to account for what everyone else did so that they wouldn t have to account for their deeds on Judgment Day. I wish I were made to suffer the punishments of everyone so that they wouldn t have to see Hell. From Turkistan to Damascus if a thorn pricked someone s finger, this thorn would prick my finger; Similarly from Turkistan to Damascus, if someone s foot hit a stone, his pain would become mine; If a heart felt sorrow, his heart would be mine... This great Sheikh is one of the founders of Anatolia. As though justifying the importance the Prophet placed on this fertile land, in Turkish he is called the attained, the fighter [eren, alperen] ; in Arabic ricaullah , feta ; in Persian merd-i Huda , merdan-i Huda , and jivanmerd . As a travelling warrior who combined heroic and religious feelings, he took part in conquests with Sufis. He is believed to have been martyred around Kars.


One can thus realize that the efforts of Ahmet Yesevi, who came from HaraqaniÂ’s sacred meaning and tradition of spiritual understanding, to disseminate tasavvuf in Anatolia were initiated by Haraqani. His sacred understanding of spiritual path [tarikat] perceived as ummi, Tayfuri, Uveysi, Junaydi, and Nakshibendi, as well as his enlightening the world of humanity and uniting differences with his everlasting welcoming attitude is the best proof of how worthy he is of being called the grandson of the Prophet, that is, Ahl-i Bayt!


emine ebru

âmin alayý


Çocukluðuma dâir aklýmda kalan en eski fotoðraf üç yaþýmýn baþlarýna tekabül ediyor: Kardeþim henüz doðmamýþ... Erenköy deki dört katlý apartmanýn en üst kat pencere pervazýnda görüyorum annemle kendimi. Sahnede, üstüne oturduðumuz divanýn iri desenli, etekleri pileli Sümerbank basmasý kumaþý ve lacivert jileleri, iki yandan özenle örülmüþ saçlarý ve göðüslerine yaslayarak taþýdýklarý kitap ve defterleriyle sokaktan geçen Erenköy Kýz Lisesi nin öðrencileri var. 1974 sonlarý... Aklýmda kalanlar, Ertem Eðilmez in o yýllarda çektiði filmlerden bir sahne sanki... Annem konuþuyor: Benim kýzým da bu ablalar gibi büyüyecek, okullara gidecek. Haydi güzel kýzým iç þu sütü artýk. Elinde benim içmemek için direndiðim bir çay bardaðý süt, dilinde kýzýyla ilgili hayalleri... Sonraki fotoðraf çiçekli balkonumuzda fotoðraf çekilirken babama verdiðim gururlu okul pozu. Okula gönderilmek için yedi yaþýmý beklediðimden, yaþýtlarýmdan daha iri olduðum ve bu nedenle üzerimde 5 yýl boyunca iðreti duracak siyah önlüðümü üzerime gururla geçirmiþ, olmayan diþlerle objektife gülümsüyorum. Ýki yandan at kuyruðu yapýlmýþ saçlarým ve annemin ördüðü özenli beyaz dantel yaka yerine kendimce daha ciddi göründüðü için takmakta direttiðim sivri uçlu erkek çocuðu yakam ile Bu bir film olsa kamera zaman tüneline girer, yýllar peþpeþe ilerler. Ve görüntü, Fâtih Fevzipaþa Caddesi nin üzerinde tek katlý bir evin önünde durur. Yapýlýþý, benim en eski anýlarýmýn çok daha gerisine dayanýyor belli ki. Ýçine adým attýðým anda Fâtih in karmaþasý bir anda bitiveriyor. Iþýklý, sâkin, dingin ve zarâfetle döþenmiþ bir ev. Sahipleri bu dünyadan çoktan göçmüþler ama ev hâlâ yaþýyor". Zamanýnda dost sohbetlerine þâhitlik etmiþ upuzun yemek masasý 17 küçüðü aðýrlýyor. Filmin baþýndaki küçük kýz büyümüþ, kendi kýzýný okula göndermeye hazýrlanýyor. Günün erken saatlerinde baþladýðýmýz âmin alayý nýn son törenini yapmak üzere buradayýz. Osmanlý dan kalma bir gelenek olan âmin alayý okula yeni baþlayan çocuklar için yapýlan merâsimin adý... Âmin alayýný ansiklopedik kaynaklar þöyle tasvir ediyor: Merâsime bir gün önceden evin temizliðiyle baþlanýrdý. Ayrýca ailenin mensuplarý Kapalýçarþý ya giderek, okula baþlayacak çocuða ve mahalledeki fakirlerin çocuklarýna gerekli eþyalarý alýrlardý. Bundan baþka, âile yadigârý rahle de cilâya verilirdi. Âmin alayýnýn yapýlacaðý gün, sabah namazýndan sonra çocuða yeni elbiseleri giydirilir, hazýrlýk tamamlanýnca âilece Eyüb Sultan a gidilir ve burada duâ edilirdi.


emine ebru

Eve dönüldükten kýsa bir süre sonra, okul çocuklarý ile ilâhiciler gelirdi. Her okulun ayrý bir ilâhicisi vardý. Semtte, âmin alayý bir seyir vesilesiydi. O gün sokaklarda bir bayram havasý ve görülmedik bir kalabalýk olurdu. Mektebe gidecek çocuk, evinin kapýsýnda göründüðü anda ilâhiciler ilâhi okumaya baþlarlar ve ilâhilerin uygun yerlerinde alayda hazýr bulunan âminciler de âmin! âmin! diye nakarat yaparlardý. Ýlâhi sona erince mahallenin hocasý duâya baþlar, çevrede bulunanlar büyük bir huþû içinde, çömelerek duâyý sessizce dinlerdi. Hocanýn duâsý sona erince, ilâhiler okunmaya baþlanýr, âmin nidâlarý göðe yükselirdi. Bu sýrada mahallenin bekçisi, çocuðu hazýrlanmýþ olan midilliye bindirir, yedeðine geçer, okulun kalfasý ve müzâkerecisi de atýn iki tarafýna geçerek alay hareket ederdi. Âmin alayý belirli teþrifat kaidelerine baðlýydý. En önde giden, atlas yastýk üzerindeki sýrmalý kesesiyle elif-bâyý taþýrdý. Onun arkasýndan, baþýnýn üzerinde rahle ve çocuðun okulda oturacaðý minderi götüren uzun boylu birisi giderdi. Bunu okula gidecek çocuk tâkib ederdi. Çocuðun arkasýnda okulun hocasýyla ilâhiciler, âminciler bulunurdu. Âmincilerin arkasýnda da ikiþer ikiþer el ele tutuþan mekteb talebeleri gelirdi. Alayý, çocuðun babasý, dâvetliler, akrabalar ve yakýn dostlar tamamlardý. Yolda ilâhiciler okumaya devam eder, âminciler de münâsip yerlerde âmin derlerdi. Bu topluluk, sonunda okul kapýsýna varýr, çocuk hemen içeri girmez, burada zamanýn pâdiþahýna duâ edilir ve gülbank okunurdu. Gülbanký müteâkiben hoca tekrar duâ eder, nihâyet çocuðun bir elinden okul kalfasý, diðer elinden de kapýcý tutar ve doðruca hocanýn yanýna çýkarlardý. Çocuk hocanýn önüne geldiðinde elini öper, karþýsýnda diz çökerdi. Bu arada, kalfa da elif-bâ cüzünü rahleye açardý. Daha sonra hoca besmele-i þerifi takiben Elif harfini gösterir ve ilk dersini verirdi Bizim alayýmýz þekil bakýmýndan târifi yapýlan bu ritüelden oldukça farklý, öz bakýmýndan ise çok benzerdi: Grup, sabah Merkez Efendi de buluþarak baþladý güne. Büyüklerini ziyâret etti. Ardýndan Eyüp Sultan ve Sümbül Sinan ziyâretleri... Yaþayan bir veli olarak Meþkûre Anne yi ziyâret Dillerimizde duâlar, âminler, o büyüklerin nurlarýyla nurlanabilme niyazlarý Kamera masanýn etrafýna dönsün tekrar: O ýþýklý ev ve o masa o kadar çok çocuðu aðýrlamýþken, bu yýl baþka bir þey var sanki. Hocamýzýn deyiþiyle bambaþka bir âmin alayý bu. Küçüðü merâsimde olan bütün diðer anneler


gibi, gözyaþý kirpiðimin ucunda etrafa gülümserken, tarafsýz düþünmem mümkün deðil elbet. Sonradan farkediyorum bu baþka havanýn nedenini; o küçüklerin ondan fazlasý henüz 5 yaþýnda. Bir yýl sonra okula baþlamalarý beklenirken yeni çýkan yasayla kendilerini birden bu masanýn etrafýnda buluvermiþler. Önemli bir þey yaþýyor olduklarýnýn farkýndalar ama bir o kadar da þaþkýnlar. Daha da önemlisi, çocuðunun okula henüz hazýr olmadýðý düþüncesine, yeni yasanýn getirdiði belirsizlik ve karmaþanýn endiþesi karýþsa da, o masanýn etrafýna geçmenin teslimiyeti var büyüklerde. Ulû'l-emre itaat etmiþ olmanýn baþkalaþtýrdýðý bir hava... Ýmanla teslim olmanýn, tevekkül etmenin güzelliði Hizmet ehli Muhittin Hocamýz dualarla baþlýyor törene; tüm çocuklarýn defterlerine besmele ile A harfi yazýlýyor. Tekbirlerle okul kýyafetleri giydiriliyor. Ve çocuklara okul hayatlarý boyunca en çok ihtiyaç duyacaklarý duâ öðretiliyor: Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bil hayr Rabbim, iþimi kolaylaþtýr, güçleþtirme! Rabbim bu iþi hayýrla tamamla! O an yine ne karýþýk duygular geliyor içime: Bu duânýn çocuklara verilebilecek en deðerli okul hediyesi olduðunun þükrü ile duâyý 40 yaþýmdan sonra kýzýmla birlikte- öðrenebilmiþ olmamýn mahcûbiyetini birlikte yaþýyorum. Sonrasý tam bir þenlik... Herkes çocuklarý hediyelere boðuyor. Kalem, defter, silgi Kucaklar dolusu hediyeleriyle minikler artýk heyecanlarýný bastýramýyorlar, iyice coþuyorlar. Çocukluðumu geçirdiðim 70 li yýllarýn sâdelik ve tevâzuunu hep özlemle anarým. Ancak bu sefer, kýzýmýn âmin alayýný izlerken tam tersi duygular yaþadým. Siyah önlüðün tevâzuunu, sahip olunan bir tek kýrmýzý kalemin deðerini, boyuna asýlan silginin mücevher duygusu yarattýðýný bilemeyecek olsalar da, bu küçükler duâlarla, âminlerle okula baþlamanýn lûtfunu her dâim içlerinde hissedecekler. Bu nedenle iyi ki buradayým, iyi ki bu âný yaþýyorum diyerek çýktým o ýþýklý, zarif evden


HER NEFES Ý OKUMAK Her Nefes Dergisi nin 3. Yaþýný doldurmasý dolayýsýyla

bilgilendirme yazýlarýný zevkle okuyorum. Sonra her iki dünyayý da birlemek gerektiðini anlatýr gibi bizi mânevî dünyadan maddî dünyaya götüren Yâkubî Baba nýn saðlýklý, bir o kadar da deðiþik yemek târiflerine bakýp iki lokma yemeðimden aðzýma atýyor, Cemâlnur Hocamýn gönlünüzde çer çöp biriktirmeyin dercesine hem içimizi hem evlerimizi temizleyerek dekore ettiði evlerin fotoðraflarýna göz gezdiriyorum. Her Nefes, nefes almak gibi Soluklanmak gibi

vasfiye türel coþar

Günlük dünya iþleri içinde uðraþmaktan bunaldýðým bir anda maddî dünyadan mânevî dünyaya açýlan bir pencereden taze bir soluk almak üzere öðle yemeðimi yerken Her Nefes in sayfalarýna týklýyorum. Her seferinde yaptýðým gibi bu sefer de önce derginin konusuna, resimlerine, baþlýklara ve yazarlara bakýyorum. Adý gibi cemâli de nur olan hocamýn kalbimizdeki, aklýmýzdaki sorulara verdiði cevaplarý, tasavvufun nasýl yaþanabilir kýlýnacaðýný anlatan röportajýný okuduktan sonra arkadaþlarýmýzýn bizlerle paylaþtýklarý yaþam deneyimlerini, öðrendikleri ilimlerinin tasavvufî bakýþ açýsýyla anlatýmlarýný, tasavvuf dünyasýnda yapýlan sempozyumlar ile açýlan tasavvuf kürsüleri hakkýndaki

Pencereyi açmak ve taze bahar havasýný içimize çekmek gibi... Nice yýllara



ümit gülbüz ceylan

hüznün ressamý

Ressamlarýn dünyalarýný hep ilginç bulmuþumdur. Ressamlar bana göre dâhîdirler. Hayâlden bir þeyi resmedebilmek ancak yeteneðin de ötesinde bir özellik gerektirir. Var olan bir objeyi, bakarak kâðýda aktarmak anlaþýlabilir bir þey olsa da, olmayaný kaðýda aktarmak ancak Yaratýcýnýn kendilerine bir lûtuf olarak bahþettiði bir armaðan olabilir diye düþünürüm her zaman. Javad Soleimanpour... 22-28 Eylül 2012 tarihleri arasýnda Türk Kadýnlarý Kültür Derneði Ýstanbul Þubesi, burslu öðrencileri yararýna Beþiktaþ taki Saray Koleksiyonlarý Müzesi nde açýlan Bir Usta Bir Çýrak baþlýklý pastel boya resim sergisinde, öðrencisi Lütfiye Batum un resimleri ile birlikte eserleri sergilenen Ýranlý ünlü ressam Toplam 70 eserin sergilendiði ve satýþa sunulan eserlerin büyük bir kýsmýnýn, daha açýlýþ günü satýldýðý baþarýlý bir serginin altýna imza atan sanatkâr O baþlýbaþýna bir duygunun ressamý... Hüzün onu öylesine sarýp sarmalamýþ ki, onunla konuþurken bile bu duyguyu okuyabiliyorsunuz. Kendisi bu duygunun nedenini yaptýðýmýz söyleþide þöyle açýklýyor: Bu benim elimde olan bir þey deðil. Belki bu bizim kültürümüzden geliyor. Örneðin bizim orada þarkýlarda bile hüzün vardýr. Buradaki Türk Sanat Müziði gibi. Ben Âzeri þarkýlarý da söylerim ama, genellikle Farsça olarak söylemeyi tercih ederim. Genellikle içlerinde hüzün vardýr.


Belki Ýran kültürünün derinliklerinden gelen bir his bu. Gülen bir çocuðu bile resmederken gözlerinin tâ içlerinde bir yerlere usulca hüznü konduruyor sanatçý. Fakat bu hüznün keder veya isyanla karýþtýrýlmasýný istemiyor. Aþk diyebiliriz buna diyor. Portre yapmayý seviyorum diyerek ekliyor. Ancak peyzajý da farklý bir yere koyuyor. Duygu durumuma göre deðiþiyor diyor sanatçý. Bazen bir gri hava beni alýyor, Ýstanbul siluetine çekiyor. Bazen de bir kadýnýn küpesindeki ýþýk yansýmalarý, yüzündeki kývrýmlar, mimikler beni etkiliyor diyor. Hüznün ressamý diyorum içimden. Hüzün acýyý bal eyleyenlerin, severken aðlayanlarýn duygusu. Belki de aþkla hüznün bir arada oluþu.. Hüznün ressamý ve öðrencisi Lütfiye Batum ile konuþurken içinde bulunduðumuz atölyenin boya kokusu aklýma birçok hâtýramý getirirken kimbilir Javad Bey ülkesini ne kadar çok özlüyordur diyorum. Kendisi hemen ekliyor: Ýran ýn kültüründen kaynaklanýyor herhalde. Ýran da resim sanatý çok yaygýn ve dünyaca ünlü ressamlar yetiþiyor. Özellikle Âzeriler arasýnda çok ressam var. Kendisi birçok teklif almýþ. Özellikle 2009 da Amerikan Pastel Journal dergisi tarafýndan birinci seçildikten sonra. Ama kendisi kendi kültürüne yakýn bulduðu için ve Seven Sanat Galerisi nin de destekleriyle Ýstanbul da yaþamayý seçmiþ. Hattâ ailesini de zaman içinde Ýstanbul a taþýmýþ. Ýyi ki de taþýmýþ diyen bir ifâdeyle bakan ve yedi senedir birlikte çalýþtýðý öðrencisi Lütfiye Haným a soruyorum biraz da çekinerek. Ýki kýz

annesi, üç torun sahibi ve iþinden emekli emekli olmuþ bir kadýn olarak, yýllardýr içinde sakladýðý resim aþkýný Javad Soleimanpour la açýða çýkarmýþ. Hem de pastel gibi zor bir malzemeyle çalýþýyor. Gelecekle ilgili planlarýnda, TÜRKKAD sergisinde olduðu gibi sosyal sorumluluk projelerine imza atmak olduðunu altýný çizerek vurguluyor. Biraz mahcup, biraz çekingen O hârika resimleri ben yaptým, diyemiyor. Kýzýnýn Anne, kendini neden bu kadar küçük görüyorsun dediðini anlatýyor. Lütfiye Batum serginin gördüðü ilginin kendisini motive ettiðini söylerken yeni sergiler açacaðýnýn müjdesini de veriyor bize Javad Bey öðrencisiyle ilgili olarak, benim sorarken çekindiðim soruya sanatýn yaþý olmadýðýný söyleyerek cevap veriyor. Lütfiye Hanýmýn çok özverili, azimli ve bir o kadar da yetenekli bir öðrenci olduðunu sözlerine ekliyor.


emine ebru

bir usta bir çýrak

Karþýmda kýsa boylu, minyon bir adam var. Mütevâzi duruþu ve güleryüzüyle mahallemde her gün selâmlaþtýðým esnaftan çok da farklý durmuyor. Ama gözlerine bakýnca bir baþkalýk hemen hissediliyor; etrafa âdetâ ýþýk saçýyor. Dünya ölçeðinde bir firmanýn Türkiye deki ortaðý, yaklaþýk 1000 kiþiye istihdam saðlayan bir þirketler grubunun sahibi. Bir projedeki danýþmanlarý olarak bize kendini içtenlikle açýyor: Ben diyor, azýn bereketini ve þükrün ne demek olduðunu iyi bilirim. Benimle çalýþan arkadaþlarýmýn rýzkýný ben vermiyorum, Allah a beni vesile kýldýðý için þükrediyorum. Kul hakkýndan korkarým. Bu nedenle babamýn vasiyetiyle belli kýdem yýlýný doldurmuþ bütün çalýþanlarýmýz için birer dönüm toprak alýrýz. Çalýþanlarýmýz bilirler ki, bir gün iþler yolunda gitmez ve batarsak tazminatlarýna karþýlýk bu topraklar onlarýndýr Heyecanla dinliyorum bu ýþýklý adamý. Projeyi yürütürken de þâhit oluyorum; fabrikasýndaki her bir iþçi ile kurduðu yakýnlýðý, paylaþma duygusunu, yaptýðý insânî yatýrýmlarý Ýþ hayatýnda görmeye alýþtýðýmýz patronlardan ya da kraldan çok kralcý olan profesyonel yöneticilerden öylesine farklý ki Sözlerinin arasýnda hep babasý var. Kendisine ticâreti ve iþ yapmayý öðreten rahmetli ustasý olarak... Babasý imanla mayalamýþ evlâdýný belli ki Ustalýðý evlâdýna devrederek çoktan göçmüþ, ama evlât çýrak lýðýnda öðrendikleri üzerinden fark yaratýyor hâlâ. Iþýklý adamýn heyecaný geçmeden kendimi kilometrelerce uzakta bambaþka


bir zamanda ve mekânda buluyorum: Saray Koleksiyonlarý Müzesi nde açýlan Bir Usta, Bir Çýrak baþlýklý resim sergisinde . Çýrak 63 yaþýnda, güzel, zarif bir haným. Hayatýnýn belli ki hep yakýnýnda olan resim sevgisini 56 yaþýnda usta sýný bulduðunda yörüngeye oturtmuþ. Usta henüz 47 yaþýnda genç bir adam. Fýtratýnda varolan resim aþkýný 13 yaþýnda sergilemeye baþlamýþ, dünyanýn sayýlý ressamlarýndan. Usta ve Çýrak , üniversite öðrencilerine saðlanan burslara destek için- resimlerini birlikte sergiliyorlar. Eserlerin arasýnda gezinmeye baþlýyorum. Bir resimde üç çocuk kumdan bir tepeciðin üzerinde oynuyor. Ýki kýz, bir de oðlan. Belli ki üç kardeþ. Abla tepeciðin en üstünde. Arkasýndan güneþ vuruyor. O kadar gerçek ki, sanki uzansam tiþörtlerindeki kumlar üzerime bulaþacak. O an zihnim beni çocukluðuma, 70 li yýllarýn Erenköy üne savuruyor: Nakýþlý konaklarýn bir bir yýkýlmasýnýn hüznünü bilemeyen biz çocuklar yeni dikilecek apartmanlarýn çimento karýlacak deniz kabuklu kumlarýnda oynuyoruz. Kenarda çimento karmaya yararayan yuvarlak aðýzlý bir çevirici ve birkaç malzeme torbasý. Neyse, çýkýyorum resmin içinden , gezmeye devam ediyorum. Bir kýzýn bakýþlarý deðiyor yüzüme. Henüz 1-2 yaþlarýnda, baþý yemenili küçük bir kýz çocuðunu resmetmiþ çýrak . O ürkek bakýþlarý, elinde boya tutan bir el yaratmýþ olamaz. Bu, ancak ilâhî fýtratla

aralanmýþ bir gönül melekesi olsa gerek. Hz. Mevlânâ nýn dediði þekliyle Her dil, gönlün perdesidir. Perde kýmýldadý mý, sýrlara ulaþýlýr. O ürkek bakýþlar, çiçekler, manzaralar hepsi Usta ile Çýrak ýn gönüllerinin dili olmuþ. Ve besbelli ki Usta kendi dilini öðretmekte titiz, Çýrak ise o dili ustasýndan öðrendiði gibi uygulamakta kararlý. Açýlýþ töreni baþlýyor. Konuþmalar ve teþekkürler Çýrak siyah elbisesi ve siyah rugan ayakkabýlarýyla o günün özenine yakýþýr þýklýkta. Bakýþlarýnda gurur ve tevâzuun birarada dolaþtýðý görülebiliyor. Belli etmese de sanki 63 yýldýr bu âný beklemiþ olduðu hissediliyor. Etrafýnda çocuklarý ve torunlarý olduðu hâlde talebelik etmenin tadý, hizmet etmenin gururu, takdir görmenin mahcup mutluluðu Ticârette, zanaatte, sanatta usta-çýrak iliþkisi Teknolojinin yarattýðý çözümlere, insanlarýn azalan sabýrlarý ve hýzlý tüketme arzularý eklendikçe görünüþte gittikçe azalsa da, aslýnda bir öðreten ve öðrenmeyi talep eden olduðu sürece sonsuza yürüyecek bir iliþki bu.


emine ebru

Hz. Mevlânâ diyor ki: Dikkat et de bak! Bizim bu aklýmýz, hiçbir sanatý, usta olmadan öðrenebiliyor mu? Hile ile kýlý kýrk yarar ama usta olmadýkça hiçbir sanatý elde edemez! Sýr bilen ve haberdâr olan üstâda serkeþlik edersen, kabiliyetten de olursun! Usta, hangi sanatta ün yapmýþsa çýraðý da o sanatta ilerler, meþhur olur. Fakih, üstâdýnýn yanýndaki öðrenci de usul okumaz, fýkýh tahsil eder. Gramer hocasýnýn talebesi de gramerci olur. Hakikat yolunda yok olan üstâdýn talebesi ise, onun sâyesinde Allah ta yok olur, yokluða eriþir. Nerede bir çýplak, bir yoksul görürsen bil ki, o da ustadan kaçmýþtýr. Dünyada kim ustadan kaçarsa tâlihinden kaçar; bunu böyle bil! 19 numaralý eserde resmedilmiþ gönül ustasý, hakikat üstâdý Kenan Rifâî nin tablosuna bakarken tâlihimden kaçmama niyâzým daha da pekiþiyor. Ayný þekilde salonda 39 derece ateþe aldýrýþ etmeksizin herkesle tek tek ilgilenen, tüm misâfirlerin gönlünü hoþ etmeye çalýþan ve kendini öðrencilerine hakikat yolunu öðretmek için adamýþ olan Ustam murâd ettikçe, o salonda bulunan benim gibi birçok arkadaþýmla birlikte, O na çýraklýk edebilmeyi niyâz ediyorum Allah tan. Bir yandan da resimlerini zevkle seyreylediðim Çýrak kadar kabiliyetli olabilmeyi dileyerek



HÝKÂYE

Havanýz Nasýl? Sýcak ve ýslak bir hava var bugün. Çok, çok sýcak. Tahammül etmek zor. Nesneler nemden dolayý iki büklüm duruyor. Gece balkonda unuttuðum not kâðýtlarým sabah havuzdan cýkmýþ gibi ýslaklardý. Bir süredir sandalyeler üzerinde biriken nemden dolayý üzerlerine oturmaya çekiniyorum. Þiþmiþ, genleþmiþler; kof bir görüntüleri var. Sanki kendilerini taþýmaktan âciz gibi duruyorlar, üzerlerine oturmaya cesâret edemiyorum. Klimam sabahtan beri aralýksýz çalýþmaktan yoruldu, acâip, böðürtüye benzer sesler çýkarýyor. Ona acýdýðým için odanýn serin havasýný iktisatlý solumaktan ben de yorgun düþtüm. Gidip yüzüme biraz su serptim, þimdi kendimi daha iyi hissediyorum.

arzu eylül yalçýnkaya

Penceremden görünen manzara sýcak, sadece sýcaðý görüyorum. Pis, yaðlý, nemli bir sýcak. Az ilerde bir kadýn bulabildiði en büyük þapkanýn altýna gizlenmiþ, açýkta kalan kollarýný ovuþturarak hýzlý adýmlarla yürüyor. Arkasýndan yürüyen çocuk onun gölgesine sýðýnýyor gibi uyumlu adýmlarla gidiyor. Aðaçlar kavurucu bir rüzgâr ile yapraklarýndan damlayan nemi kurutmak için silkiniyor. Baharda açan yeþilliklerden eser kalmamýþ, tabiatýn suyu çekilmiþ, çimenler âdetâ yanmýþ, kavrulmuþ baþaklara dönmüþ. Bugün, sýcaðýn bile kendisinden bunaldýðý bir sýcakla boðuþuyoruz. Korkuyorum. Dýþarýdaki hava tenime deðmese de, ihtimâli bile beni korkutuyor. Yazýn hiç bitmeyeceðinden, bir daha asla serin bir havayý teneffüs edememekten korkuyorum. Dünyanýn enerji kaynaklarýný yerli-yersiz kullanmaktan dolayý bir gün gelip bitireceðimize dâir birçok felâket senaryosu okudum, onlarca film izledim. Rüyâlarýma giriyor. O günlere yetiþir miyim? Yoksa çok mu yakýnda? Korkuyorum. Fakat klimamý kapatamam, hayýr bu mümkün deðil. Panjurlarý sýký sýký kapadým. Gün ýþýðýna, güneþe tahammülüm yok. Bol bol su içiyorum. Su kaynaklarýnýn tükenmesinden korkarak, önce her yudumda duraksayarak, sonra baþkalarýnýn elinden kapýp kaçýrýrcasýna bir dikiþte þiþedeki tüm suyu içip bitiriyorum. Ýçimi bir sýkýntý kaplýyor. Sebebi mâlûm, ama sanki benim bile bilmediðim taraflarý var. Acaba psikiyatride sýcak bunalýmý ya da depresyonu gibi bir terim var mýdýr? Olabilir mi? Bunu yalnýz ben yaþýyor olamam, deðil mi ya! Daha güneþin batmasýna 4 saatten fazla


var. Allah ým sen yardým et! Evrendeki bütün güçler senin emrinde diyorlar, söyle güneþine de bugün çabuk çekilsin. Ben dayanamýyorum. Söyle nedir bu Allah ým? Yoksa bu yaþadýðým, Cehennem mi, Þakîlere vaad ettiðin? *** Sabah ezanýyla uyandýlar. Oyalanmadan hemen kalkýp iþe koyuldular. Açlýktan bir saattir baðrýþan hayvanlarý yemledikten sonra, patpat denen kamyondan bozma yük aracýna atlayýp tarlaya doðru yola koyuldular. Bugün çapa günüydü. Yaþlarý 13 ilâ 18 arasýndaki bir grup genci yoldan toplaya toplaya tarlaya ulaþtýklarýnda saat altýyý geçmiþti. - Geç kaldýk, dedi, Yaþar Hatun, yavrucaklar kavrulacak, bugün belli ki iyi sýcak yapacak. Hüseyin Efendi: - Aman haným, dert ettiðin þeye bak. Ben eðlerim onlarý, duymazlar sýcak mýcak. Patpat denen kamyondan bozma yük aracýnýn arkasýna kýzlý erkekli bir grup genç, istif olmuþtu; daha araç durmadan birer ikiþer atlamaya baþladýlar. Baþlarýna sýcaðý kesecek kalýn poþular takmaya koyuldular. Hüseyin Efendi çapalarý daðýtýrken: - Aman eksik olsun fiyakanýz be yav, dedi. Güneþ tepenizden baktý mý kimse kimseyi görecek mi? Gençler gülüþtüler. Hemen ellerine çapalarýný alýp iþe giriþtiler. Hava sýcaktý. Ýyi sýcak. Ama bütün kýþ birbirlerini görmek için çapa günlerini bekleyen yeni yetmelerin içindeki ateþ, güneþin yakýcý sýcaðýndan çok daha hararetliydi. Çapa vurdular, vurdular, vurdular. Çok geçmeden yapýþ yapýþ oldular. Nemden, terden elbiseleri üzerine yapýþan iri kýyým genç kýzlar yemenileriyle kendilerini örtmeye çalýþsalar da bir taraftan örtülen vücutlarý diðer yandan açýlýveriyordu. Delikanlýlar, arada gidip kendilerini az ilerdeki gölete atýyor, sonra tazelenmiþ olarak tekrar çapaya dönüyorlardý. Kýzlar ise büyük bir edep ve özveri ile, baþlarý önde iþlerine devam ediyorlardý. Saat sekiz sularýnda güneþ ilk can yakýcý, can acýtýcý çýkýþýný yaptý. Önündeki


HÝKÂYE

birkaç küçük tepeyi bir hamlede aþarak, iþte aradýðým genç vücutlar! dercesine cür etkâr ve ýsrarlý dalgalarla bu genç tenlerde gezindi. Gölete giremeyen genç kýzlarýn fazlaca bunaldýðýný gören Yaþar Hatun seslendi: - Marý canýnýzý mý koyverceðeniz daha ilk saatten kýzanlar? Gelin bir soluk alýn be yav, þerbet yaptým size, soðuk soðuk içiverin. O anda çapalar elden düþtü. Kýzlar bir an evvel gölgeye yetiþmek bahânesiyle bir yarýþ icad ettiler ki, onlar koþarken delikanlýlarýn da aklý baþlarýndan gitti. En önce yetiþen Pakize oldu. Yaþar Hatun da bu bahâneyle: - Heh mâdem sen önce eriþtin Pakizem, sen daðýtýver þu delilere þerbet, diyerek, eline bir sürâhi ile bakýrdan bir tas tutuþturuverdi.

arzu eylül yalçýnkaya

Cezâ mý ödül mü belli olmayan bu teklifle þaþkýna dönen Pakize, çok düþünmeden, hay hay Yaþar anne dedi ve doðruca köyün delikanlýlarýna yöneldi. Ýki beliði yemenisinin altýndan taþarak neredeyse beline ulaþýyordu. Kýzlar, önce kýkýrdaþtýlar, fýsýldaþtýlar, sonra mýkýrdandýlar, kýmýldandýlar. Henüz yolu yarýlamamýþtý ki köyün yiðitlerinden Celâl öne çýkarak: - Yetiþir be yav, yormayýn kýzý, canýný mý alcaðnýz, dedi. Koþtu, Pakize ye yetiþti, elinden sürâhiyle bakýr tasý telâþla alýverdi. Pakize, çapadan, tozdan, topraktan kuruyup çatlamýþ ellerini gizlemeye çalýþýrken, Celâl onlarý farkýnda olmadan dokunduðu ýslak elleriyle yumuþatývermiþti. Pakize nin çapa ve sürâhiden boþalan kollarý iki yanýnda, þimdi ne yapacaðýz dercesine sallanýyordu. Celâl in arkasýndan bakakalmýþtý, yemenisi koþuþturmadan açýlmýþ, güneþin sýcaðýna hedef olmuþtu. Ne var ki, onun bir þey duyduðu yoktu. Celâl in nemli ellerinin dokunduðu elleri sanki buz kesmiþ, donmuþ gibi hissetmiyordu. Tarlanýn ortasýnda korkuluk gibi duruþuna dayanamayan kýzlar, kahkahayý bastýlar. Yaþar Hatun un paylamasý da kulaðýna eriþince Pakize ok gibi fýrlayýp aðaç altýna yetiþti, kana kana þerbetini içti. Az önce güneþin alnýnda üþüyen Pakize, þimdi aðacýn gölgesinde boncuk boncuk ter atýyordu. Öðlene kadar kâh delikanlýlar yarýþtý, kâh genç kýzlar... Arada þakalaþmalar, lâf atmalar, lâf sokmalar hiç kesilmedi. Yüzleri pancar gibi kýrmýzýya döndüðü


hâlde bu eðlenceli sabahýn biterek vaktin öðlene vardýðýný kimse duymadý. Güneþ orada olduðunu hissettirmek için bildiði tüm numaralarý yaptýysa da kimseden bir of-puf sedâsý duyamamýþtý. Yaþar Hatun la Hüseyin Efendi bu kadar hýzlý çalýþan gençleri daha önce görmüþler miydi? Bilemediler. Gençlik böyle bir þeydi, âteþîndi, ateþten güçlü, yakýcý, tehlikeliydi. Onlar ise bir grubu diðerinden ayýrt edecek güçlerini kaybedeli çok olmuþtu. Gençlik dediler, geçtiler. Yaþar Hatun seslendi: - Marý gençler, ananýz insan deye ökküz mü doðurmuþ be yav? Ne yanmaz, kavrulmaz ciðer varmýþ sizde be! Gelin marý, geberceðniz mi benim baþýma? Öðlen yimeðene gelin marý, daha ayranla karpuzlarý golden alacaðanýz. Çapalar düþüverdi yere hemen. Pakizenin baþý da düþtü önüne. Demek öðle yemeði vakti gelmiþti. Yemekten sonra çok durmazlardý artýk. Bugün bitecek miydi? Hiç düþünmemiþti, bütün kýþ bugünün gelmesini beklemiþti. Celâl ini bir lâhza görebilmek için bugünü beklemiþ durmuþtu da gel gelelim bugünün biteceðini hiç düþünmemiþti. Boðazýna bir düðüm oturdu, yutkunamýyor, konuþamayacak, yaþlar gözlerinin ucundan dökülmek için sebep aramýyor: Düþtü düþecek! Buralardan kaçmak gerek - Yaþar anne, ben alýrým karpuzlarý göletten be yav, istediðin o olsun, dedi. Baþladý koþmaya Terliklerinden içeri giren kýzgýn topraða kýzdý. Sen bana geleceðine ben sana geleyim inþallah e mi, diye diklendi. Sýcak rüzgâr, gözlerinden süzülen damlalarý daha akmadan kurutuyordu. Kâhkülleri terden, nemden, yaþtan yüzüne yapýþmýþ, bastýðý yeri, gittiði yönü bilmeden koþuyordu. Gölete gelince baþýný hemen suya koydu, baðýra baðýra aðlamak istiyordu. Yemenisini savurdu, göletin durgun suyunda kendine ve bahtsýz tâlihine baktý. Þimdi aðlarsa hiç yakýþýk almayacaktý, eline- yüzüne ensesine su verdi. Ayran þiþesiyle bir tane karpuzu kaptýðý gibi tarlaya yönelmiþken, Celâl in sesini iþitti. - Pakize, az bekle kýz. Ver elindekileri bakim önce. Göletin yanýndaki çalýlýða gizlenmiþ, sigarasýný tellendiriyordu. Demek o burdaydý. Pakize buraya geldiðinde âdeti üzre kendi kendine konuþuyordu muhtemelen ve o her þeyi duymuþtu.


HÝKÂYE

Cesur bir hamleyle delikanlýnýn yüzüne bakan Pakize, yalnýzca güneþi gördü. Celâl miydi güneþ, yoksa güneþ yakýcýlýðýný Celâl den mi alýyordu, bilemedi, bilemezdi. O Celâl e bir güneþli günde kavuþtu ya artýk ikisini birbirinden seçemezdi. - Yorma kendini daha fazla, dedi, Celâl, sesinde sahiplenici, koruyucu bir týný vardý, sen de herþeye koþuyon be Pakize, bize iþ býrakmýyon be kýz! Sesinde yanýk ve yakýcý bir týný vardý. Yüzünde bütün gün çapa sallayan her gencin kavrukluðundan baþka bir ifâde vardý. Bakýþtýlar. Hâlleþtiler. Anladýlar ve yandýlar. Yemekten sonra Yaþar Hatun:

arzu eylül yalçýnkaya

- Kýzlar daha çapaya gitmesin, bana yardým etsin Hüseyin Efendi, dedi, delikanlýlar bi gayret daha asýlsýn, sonra dönelim evimize, kavruldu kýzanlar. Pakize arkadaþlarýna takýlýyor, onlarý güldürüyor, çöl sýcaðýnda bir serin rüzgâr gibi þaþýrtýcý bir tazelikle þakýyordu. Uzun kýþ gecelerinde hayâlini kurduðu þu yaz günü bitiyor mu, bitmesin. Onu Celâl iyle buluþturan þu güneþ hiç gitmesin, bu sýcak artsýn eksilmesin Allahým, bugün hiç bitmesin! Gün doðdu Pakize yle Celâl e, ateþ düþtü iki gönüle, artýk semâda asýlý olan güneþ, þu sinede yanan ateþe karþý ne yapsýn, neylesin. Ýkindi vakti dönerlerken Yaþar Hatun: - Ýyi sýcak yaptý bugün be mübârek, dedi. Kavruldu yavrucaklar - Ýyi sýcak yaptý, dedi Hüseyin Efendi. Yandý, kavruldu kýzancýklar. O gece yataðýnda, bir saða bir sola dönüp gözlerini uyku tutmayan Celâl: Rabbim, diye niyaz etti. Sana þükürler olsun, lûtfettin, bugün cennetine kabul ettin beni, dedi. Saidlere vaad ettiðin


desen:ayg端l okutan


CEMÂLNUR SARGUT TAN DEKORASYON



SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA

nefes alan tarifler

YULAF EZMELÝ TATLI


YULAF EZMELÝ TATLI Malzemeler:

1,5 Çay Fincaný Yulaf Ezmesi 1/3 Çay Fincaný Tam Buðday Unu 1,5 Tatlý Kaþýðý Tarçýn 1/4 Tatlý Kaþýðý Tuz 1/2 Paket Vanilya veya 1/2 Tatlý Kaþýðý Sývý Özü Vanilya 1/2 Çay Fincaný Ezilmiþ Muz 1/4 Çay Fincaný Yer Fýstýðý Ezmesi 1/4 Çay Fincaný Toz Splenda (Tatlandýrýcý)

Hazýrlanýþý:

1. Fýrýnýnýzý önceden 180 derecede ýsýtýn. 2. Orta boy bir kâsede tüm malzemeyi iyice karýþtýrýn. 3. Karýþýmý fýrýn tepsinizin içine serdiðiniz piþirme kâðýdýnýn üzerine yayýn ve 10-12 dakika veya kenarlarý kahverengiye dönene kadar piþirin. 4. Dilimlemeden önce 10 dakika soðumaya býrakýn. 5. Daha sonra tatlýnýzý hava almayan cam veya plastik saklama kabý içinde buzdolabýnda muhafaza edebilirsiniz.

Afiyet olsun


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.