Her Nefes - Kasım 2012 / Hz. Harakâni 2

Page 1

KASIM 2012

38.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

hz. harakâni 2


EDÝTÖR DEN...

Merhabalar Efendim,

Yeni bir sayýmýzda yine hep birlikteyiz çok þükür . Kasým sayýmýz için ne yazabilirim diye çok düþündüm. Sonunda bu sayýya hakkýný veren bir yazý yazmanýn haddim olmadýðýna karar verdim Yazý yazmak haddim deðil, ama sizleri sayý hakkýnda bilgilendirmek görevim Siz gönül dostlarýmýza bu sayýnýn birbirinden önemli ve kýymetli insan-ý kâmillere dâir bir sayý olduðunu söyleyebilirim. Bu sayýmýzda sizinle Ebu l Hasan Harakânî Hazretleri ne, Hacý Bayrâm-ý Veli Hazretleri ne ve Mýsrî Niyâzî Hazretleri ne duyduðumuz derin hayranlýk ve sevgiyi paylaþmak istedik. Birbirinden güzel ve özel bu mübâreklerimize dâir sizinle paylaþmak istediðimiz duygularýmýz ve hâllerimiz var. Onlara dâir yazýlarýmýz haberlerimiz var. Bu eþi benzeri olmayan sultanlarýn isimleri üstüne kelâm etmeden Söz hem az, hem öz gerektir vesselâm diyerek çok beðeneceðinizi ve okumaya doyamayacaðýnýzý düþündüðüm sayýmýza hoþgeldiniz diyorum.

Muhabbetlerimizle efendim

Yosun Mater



SOHBETLER...

Bir millî bayram günü idi. Toplar atýlýyor ve gemilerden düdük sesleri geliyordu: - "Bakýnýz top seslerinden ne kadar sarih bir Allah sadâsý geliyor. Düdükler ise, Hû... diye nidâ ediyor. Þu âlemde ne var ki Allah'ý zikr ve teþbih etmesin? Her þey onu söyler, onu çaðýrýr. Bir gün Hazret-i Ali bir kilisenin önünden geçerken çan seslerinden mest olmuþ dinliyorken birisi Aman yâ Ali, burasý kilisedir, ne yapýyorsun? demiþ. Hazret-i Ali de cevap olarak Bu çan sesleri de Allah'ýmýn ismini zikrediyor, onu dinliyorum buyurmuþ. Tevekkeli Koca Niyâzî: Kabe'de puthânede Hânede virânede Çaðýrýrým dost, dost! demiyor."

(Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 35-36).


-Mü min mü'minin aynasýdýr, sözünün mânâsý nedir? - "Birinci müminden maksat, kâmil insandýr. Ýkinci mü'minden maksat da Allah demektir. Kâmil insan, Cenâb-ý Hakk'ýn isim ve sýfatlarýnýn aynasýdýr. Yâni insan orada, o ilâhî aynada, aslýný, kendi hakikatini seyreder. Hazret-i Niyâzî ne güzel söylemiþtir: Halk içre bir âyîneyim herkes bakar bir ân görür Her ne görür kendi yüzün ger yahþî ger yaman görür Yâni herkes kendini benim aynamda görür. Herkesi cezbeden çeken, kendi hakîkat-i asliyesidir, demek istemiþ. Dünya ehli senin mec-lisinden zevk almaz. Ama senin her meclisten, her insandan bir çeþit zevk alman lâzým gelir. Ýþte insanlýk budur. Bu hakikati belirtmek için Hazret-i Mevlânâ Ben her mecliste yanýp yakýldým, kötü hâlliler ile de iyi hâlliler ile de beraber oldum der. Ýnsanlýk ne büyük þeydir. Ýnsan, Rahman sûreti üzere halk olunmuþtur. Ama iþ, onu görüp bilmekte. Cenâb-ý Hak, Âdem'in rûhânî kuv¬vetleri olan meleklere Âdem'e secde edin! deyince melekler secde etti¬ler ve Gökte aradýðýmýzý yerde bulduk! dediler. Melekle Âdem, Âdem'le melek bir oldu."

(Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 256-257).


malatya nýn garip bülbülü:

MISRÎ NÝYÂZÎ Ey garib bülbül diyârýn kandedir, Bir haber ver gülizârýn kandedir, Sen bu ilde kimseye yâr olmadýn, Var senin elbette yârin kandedir. Arttý günden güne feryâdýn senin, Âh u efgân oldu mu tâdýn senin, Aþk içinde kimdir üstâdýn senin, Bu senin sabr u karârýn kandedir.

cemâlnur sargut

Bir enisin yok aceb hasrettesin, Rahatý terk eyledin mihnettesin, Gice gündüz bilmeyüp hayrettesin, Yâ senin leyl u nehârýn kandedir. Ne göründü güle karþý gözüne, Ne büründü baktýðýnca özüne, Kimse mahrem olmadý hiç râzýna, Bilmediler þehsüvârýn kândedir. Niyâzî Divâný nýn büyük þârihi Nûrü l Arabî Hazretleri ne göre ruh olan garip bülbül, ruhlar âleminin (gülizarýn) özlemi ve arayýþý içindedir. Bu ýzdýrapla hakikatine yönelir, cüz iken kül olan Allah ýn aþkýyla yanar tutuþur. Garip, hakikatte Allah ýn varlýðýndan kopup O ndan uzak düþtüðünü idrak eden kimsedir. Vatanýndan ayrý düþüp, yabancý olan dünyada bedbaht dolaþan gariplerin hakikati, Hz. Muhammed dir.

Mevlânâ der ki; on sekiz bin âlem içinde, bu topluluktan daha kimsesiz kimsecikler yoktur. Mustafa'nýn kimsesizliði de buydu, yetimliði de bu yetimlikti; yoksa o, Abdülmuttalib in ölümüyle yetim olmamýþtý; Mekke'den Medine'ye göçmekle de gurbete düþmemiþti; zâtî garipliðin alâmeti, bir sýrdaþ, bir dildeþ bulamamaktýr. Bu Hazreti Peygamber de tecellî eden ferdî hakikatin özüdür. Hangi dildir ki onlarýn diliyle dildeþ olsun? Velilerden hiçbir garip yoktur ki bir garip okþayaný umsun; aksine onlar, bütün dünya gariplerine nazlanýrlar; siz derler, bu âlemdesiniz, bizse yüce âlemden gurbete düþmüþüz. Fakat Farsça söyleseler Farsça bilenler anlamaz; Arap olsalar da Arapça söyleseler baþka Araplar anlamaz. Anlarlar, fakat anlayýþ duygusuyla þekle bürünen görünüþteki anlamý anlarlar, maksatlarýysa anlaþýlmaz da anlaþýlmaz. Çünkü anlamý anlamak baþkadýr, maksada ulaþmak baþka... Gurbette olmak Ey bu dünyada bir ney misâli vücutta mahpus kalanlar! O eski sazlýðýn birlikte oluþ hâlinden mahrum bulunanlar! Ben sözlerimi duyabilecek bir gönül arýyorum. Bir gönül ki, ayrýlýk ateþiyle parça parça olmuþ bir sînede bulunsun diyenlerin hâlidir. Ýnsan ömrü boyunca hakîkî vatanýndan uzak kalmanýn garipliðini çeker. Fakat en çok o vataný, en iyi tanýyan özler. Büyük varlýða karþý özleyiþlerini söyler. Ve söylerken yarasýnýn þifâya yüz tuttuðunu ve sonsuz yalnýzlýðýnýn sadece dostun huzûruyla giderildiðini saadetle hisseder. Öyleyse en garip, Hz. Peygamber (s.a.v.) dir.


Arttý günden güne feryâdýn senin, Âh-u efgân oldu mu tâdýn senin, Aþk içinde kimdir üstâdýn senin, Bu senin sabr-u karârýn kandedir. Hocam Sâmiha Ayverdi bu hakikati þöyle anlatýr: Ýnsanýn hakikati kâinat nakþýna sebep olmuþtur. ( ) Bu kâinat nakþýnýn meydana gelmesi ve bir nokta gibi cem, yani bir olmuþ olan mânânýn çoðalmasý için de insan aslýndan, bu birlik aleminden koparýlýp dünyaya getirildi. Kudret eli, onu aslýndan koparýp anâsýra, bu gurbet diyârýna attý. Ýþte, veli ruhlarýn asýllarýna iþtiyaklarý bu yüzdendir. Ve bu iþtiyak da rûhun tekâmülü nisbetinde artar. Mýsrî Niyâzî nin feryâdýnýn artýþý, görülüyor ki, kemâli ölçüsündedir. Aslý ile râbýtasý ziyâde olanýn þüphesiz özlemi de o nisbette artar. Ruh, bu vücut içinde mukayyed oldukça ayrýlýktan þikâyeti bir an eksik olmaz. Birlik, yani asýl âleminde yaratýlma yoktu. Ruh, aslýnda bu vücut âlemine gelinceye kadar geçtiði madde, nebat, hayvan âlemlerinin hiçbirinde karar etmedi; hepsinden de bir hâtýrayla ayrýldý. Ýþte buradaki þikâyet de rûhun o acýklý seyahatinin hikâyesinden ibârettir. Gurbet, özlemi gerektirir; zîrâ onda sýla hasreti vardýr. Fakat kemâle yetmiþ insan da, bu þikâyet ve feryâdýný söylemek için anlayýþlý bir kulak, kendi gibi ayný duygularla hislenmiþ bir vücut ister. O zamirinde yanan bu ateþi ulu orta herkese söylemez. Gözlerinde nur, kulaklarýnda öðüt alacak kabiliyette olmayanlar rûhun o büyük derdini ne bilir? ( ) Sen bana aslýmdan bir selâm, bir yad, bir parçasýn Ben seninle,

dertlenir hem devâlanýrým. Sen bana, bu asýldan gelmiþ bir aynasýn. Ben bu aynada kendimi görür ve gördüðümü gene kendime söylerim. Ben Yaradan ýn söyleyici kelâmýyým. Her þey deðiþir, her mahsus olan varlýk için deðiþim mukadderdir; fakat her asrýn, her ânýn muâsýrý olan aþk ve hakikat için bu endiþe yoktur. Allah dâim olduðu gibi hakikat ve aþk da dâimdir. ( ) Âlemin yaratýlýþý ve intizâmý, aþkýn zuhûrundan ileri gelmiþtir. Gökler, yer, ay, güneþ ateþ, su, hava, toprak, hâsýlý çerçöpe gelinceye kadar ne varsa hepsi o aþk güneþinin nûruna batmýþ ve iþtiyâký derdine yanmýþtýr. Ben ancak aslýndan ayrýlmýþ ve beþeriyet isteklerinden kurtulmuþ olanlarýn hemhâliyim ( ) Görülüyor ki, insanýn muhatabý kendisidir, þahsuvarý kendisidir, kendisindeki Allah a âit hakikattir. Yere inmekten maksat aþktýr. Bir enisin yok aceb hasrettesin, Rahatý terk eyledin mihnettesin, Gice gündüz bilmeyüp hayrettesin, Yâ senin leyl-u nehârýn kandedir. Ne göründü güle karþý gözüne, Ne büründü baktýðýnca özüne, Kimse mahrem olmadý hiç râzýna, Bilmediler þehsüvârýn kandedir. Görülüyor ki hasret mihneti yani sýkýntýyý, mihnet ise hayreti âþikar eder. Ýbnü l Arabî hayret eden ermiþtir buyuruyor. Hazreti Peygamber, Allah ý lâyýkýyla övemediðinden yakýnýrken, Hazreti Ebu Bekir idrâkin yetersizliðini idrak, hakîkî idraktir buyurarak hayreti târif ediyor. Böylece görülüyor ki, hayrete düþen


ermiþtir. Bu, hayretin en yüce hâlidir. Beyazid-i Bestâmî nin Yarabbi, hayretimi arttýr diye yalvarýþý da bu yüzdendir. Hayret, bir diðer bir târife göre, zýtlarý bütünlemek ya da tecellîlerin sürekliliðine bakarak her tecellîde kendini tanýmakla Allah ý bilmenin deryâsýnda boðulmaktýr. Hidâyet ise hayrete ulaþmaktýr. O zaman zaman mekân, acý, sevinç, keder farklýlýklarý kalkar, gece ve gündüz bir olur. Görülüyor ki her þeyin sebebi aþktýr. Aþkta firak... Bu öyle müthiþ bir ateþ ki bütün derûnu sarar, kalbi hasret kemirir, her nefes bu kahýrla ölmek hâli zuhûr eder... Ýnsan, yemekten, içmekten, her türlü nimet zevkini duymaktan berî kalmýþ, sâdece yanar...

cemâlnur sargut

Evvelâ; o yanma esnâsýnda âþýk; nefsine taallûk eden arzulardan geçer. Zîrâ bu arzular o ateþte kendiliðinden erir. Sonra kendi yangýnýndan âlemin günâhýný tartmaya meydan kalmaz. Ýnsanda kendi kendisiyle kalmak ihtiyâcý þiddetle belirir ve böylece kendi içine nazar eder. Zikren ve fikren dâimâ mâþûku iledir, her nereye nazar etse yine onun cemâlini görmek zorundadýr. Çünkü yavaþ yavaþ mâþuktan gayrisi, yâni gayrullah gözden nihan olur. Ýþte firak ateþi, âþýký bu mertebeye çýkarýyor. Bu mertebede feryatlar ve âh u enin yavaþlar; zîra sîne kor kesilmiþ ve duman kaybolmuþtur. Benliðin tamâmiyle kül olabilmesi ve "Sana nasýl eriþilir Yâ Rabbî" niyâzýna karþý "Hemen bir nefsini býrak da gel" hitâb-ý izzetinin hâli; âþýkýn þeker gibi leziz olan kendi murâdýný terk etmesiyle mümkündür. Ýþte kor kesilmiþ bir sîne

sâhibi de sükûna doðru gitmek zorundadýr. Zîrâ murâdýmý da yaktým, kendimi de, diyerek bu ateþe bütün varlýðýný verir, o zaman Kül olunca yanmaz oldu nâr-ý sûzâným benim mýsrâýndaki sýr belirmiþ olur. Artýk iki murad deðil, sâdece bir murad kalmýþtýr (gece-gündüz kayboldu). Bu ister cemâlî, ister celâlî olarak tecellî etsin, yâni bu murâdýn keyfiyetinde ister nur, ister nar olsun, hepsi birdir. Evet, kendi varlýðýný yakmýþ olana hepsi birdir. Gökte uçarken seni indirdiler Çar unsur bendlerine urdular Nur iken adýn Niyâzî verdiler Þol ezel ki itibârýn kandedir Görülüyor ki gökte, yani mânâda olan hakikat, dört unsurda tecellî ederek insan olma kabiliyetine ulaþmak için dünya denen olmayan makamda tecellî etti. Levh-i Mahfuz unda nur tecellîsindeyken, dünyaya, niyaz makamýna indi. Bu týpký, Hz. Þems in, Bende niyazdan, O nda nazdan baþka bir þey yok, beni kabul eder deyiþine benziyor. Ýtibarsýzlýðýn itibârý ile, niyaz ehli nûra kavuþur. Görülüyor ki nur, niyaz þeklinde âlem denen bu yoklukta tecellî eder, zîrâ Allah a ancak onda olmayan þeyle yanaþýlabilir. Onda ise istek, arzu, duâ, niyaz yoktur. Ve yanaþma sonucunda birlik olur, ortada tekrar nur kalýr, vesselâm. Not: 2-3 Kasým 2012 tarihlerinde Malatya da yapýlan III. Uluslararasý Malatyalý Niyâzi Sempozyumu nda teblið olarak sunulmuþtur.



asuman kulaksýz

HASRET


Alýþmýþým dalgalarýn sesine, Rüzgârýn nefesine aþk fýsýldayan... Alýþmýþým sanatkârýn þâheserine Baþka yerde, baþka þehirde yaþayamam. Gözlerim þýmarmýþ bir kere Mehtâbý boðazda seyrederek. Minârelerin ardýnda batan güneþ ile Ruhumu aydýnlatmýþým, Yapamam Istanbulsuz, alýþmýþým... Kulaklarýmda Kalamýþ'ýn huzur dolu þarkýsý, Dudaklarýmda bir Üsküdar türküsü, Hâfýzamda Ulubatlý'nýn öyküsü, Vârisiyim o tarihin her taþýnda yaþayan, Alýþmýþým; hasretidir bu gönlümde kanayan...


melike türkân baðlý

harakânî: tevhidin sýrrý, merhametin kutbu

Hz. Mevlânâ, ölümümüzden sonra mezarýmýzý yerde aramayýnýz, bizim mezarýmýz âriflerin gönlündedir buyuruyor. Öyleyse, insân-ý kâmili idrak etmenin yolu, yine O nun gönlüne girmekten geçiyor. Peki o gönüle nasýl gireceðiz? Herhalde bunun en kestirme cevabý, O nun gönlü olunca olsa gerek! Mezarý zâhiren Kars ta bulunan Harakânî Hazretleri ni ziyâret etmek üzere Doðu sýnýrýmýza doðru yola çýkarken, o büyük, gönlü olsun da bizi kabul etsin niyâzýndayýz. O büyük gönlü, elbette bizi de kabul eder inancýndayýz Þimþeklerin çaktýðý, fýrtýnanýn çýktýðý bir akþam vakti Kars a iniyoruz. Hiç oyalanmadan Hazret in huzûruna varýyoruz. O huzurda, sonsuzluðun tam mânâsýný hissettiren, göðe doðru uzayan, derinden ve hüzünlü bir huu sesini duymamak mümkün mü? Bu ses, bize mürþidimizin kavrulmuþ, incelmiþ ve ney hâline gelmiþ vücûdu vâsýtasýyla ulaþmaktadýr. Hû , neye âþýktýr ve neyin harla yanmýþ içinden geçerken bu sefer de Harakânî diye inlemektedir. Her þeyin sâhibi olan Hû , Kâbe nin, kendisine secde edilirken kimsenin kendisini görmediði bu anda kendisine secde edenlerin karþýsýnda secdeye varmasý gibi, içinden geçtiði bu varlýksýz vücutta bir son nefes gibi yok olmak iþtiyâkýndadýr. *** Kars, I. Uluslararasý Ebu l Hasan Harakânî Sempozyumu na ev sahipliði yapýyor. Bu sempozyum vesilesiyle, 11-13 Ekim 2012 tarihleri, Kars ta, Hazret in ism-i


þerîfini zikre tahsis edilmiþ Hazret in kabr-i þerîfinin bulunduðu mekânýn yaný baþýnda bulunan bina, Seyyid Ebu l Hasan Harakânî Vakfý nýn yeri. Misâfirler burada karþýlanýyor, sempozyumun açýlýþý burada yapýlýyor. Büyük sultan, burada bizleri âdetâ tek tek kucaklýyor. Kurbanlar kesiliyor, duâlar ediliyor. Sonra, bildirileri dinlemek için Kafkas Üniversitesi nin kampüsüne gidiyoruz. Üniversite, bünyesinde Ebu l Hasan Harakânî Uygulama ve Araþtýrma Merkezi ni barýndýrýyor. Bu merkezin, yakýn bir gelecekte enstitü hâline gelerek Hazret le ilgili akademik çalýþmalarýn daha kalýcý, kapsamlý ve sistemli bir þekilde yapýlabilmesi ümid ediliyor. Bu konuda üniversite yetkilileri ve Harakânî Hazretleri ne gönül vermiþ herkes, tek bir yürek olmuþlar Bütün bu çalýþmalarda, Hazret in kapýsýnda dâimî bir hizmetkâr olarak bulunan Yavuz Uzgur Hoca nýn çok büyük gayreti ve emeði var. Sempozyum dolayýsýyla Kars ta bulunan misâfirleri, saðlýðý pek de müsaade etmemesine raðmen onlarýn her türlü ihtiyâcýný düþünerek aðýrlýyor. Bir önceki Kars ziyâretimizde önümüze serdiði mânevî bereketlerle de dolu olan o kahvaltý sofrasýný Kars tan ayrýlacaðýmýz gün de açýyor. Hazret e hizmetin O nun ahlâkýný tam mânâsýyla giyinmek olduðunu ispat edercesine bizlere ikrâm ediyor. *** Sâdýk Yalsýzuçanlar, Hz. Harakânî ye hizmete canla baþla koþturan bir dost Cemâlnur Hocamýz, sempozyumdaki konuþmasýna, Hazret i tanýtmak ve anlatmak husûsundaki hizmetleri

dolayýsýyla Yalsýzuçanlar a teþekkür ederek baþlýyor. Kur an la ikiz olan Allah sevgililerini tanýmamýz gerektiðini ve bunun kendimizi tanýyabilmemiz için lüzumlu olduðunu anlatýyor. Hz. Ayþe nin Kur an, Peygamber in ahlâkýdýr buyurduðunu, Kur an ahlâkýný insân-ý kâmillerde seyrettiðimizi ama tecellîlerin farklý farklý olduðunu söylüyor. Hz. Harakânî de ise, inanýlmaz bir cemâl, kavrayýþ, sevgi ve tevhid anlayýþý olduðunu ve buna kutup dendiðini belirtiyor. Bu ise, Peygamber e birebir vâris olmaktýr diyerek Hazret in mührünün sýrrýný açýyor. O sýr da, Ben bu âleme, bütün âlemin pisliðini temizlemek üzere geldim diyen Peygamber in nûrunun tecellî ettiði âriflerin huzûrunda pisliklerimizden temizlendiðimiz, arýndýðýmýz ve pýrýl pýrýl olduðumuz müjdesidir. Bu müjde, yüreðimize aþk düþürüyor Kalbimiz çarpýyor Hocamýzýn, konuþmasýnýn sonundaki duâsýna kulak veriyoruz: Dün burada siyah bir kurban kesildi. Bazýlarýmýz bakamadýlar; ben dikkatle baktým. Kurbanýn siyah oluþu bana bir mesajdý. Benim gibi siyah bir kurban Ben de bir karayým. Kurban olmayý Allah bana nasip etsin. Buradan hepimize onun mânâsýný idrak ederek, Allah ve Peygamber yolunda nefsimizi kurban ederek gitmeyi Allah cümlemize nasip etsin Muharrem in 10. günü þehâdete eren bu sultânýn kapýsýnda edilen ve Ehl-i Beyt in hâlini özetleyen bu duâya o gün de, Muharrem e girdiðimiz bugün de âmin diyoruz. Âmin


emine ebru

zât-ý ilâhî: HARAKÂNÎ

Zaman da yok, mekân da yok. Her þey bir andan ve bir noktadan ibâretken aslýnda, sýrf nefs sahibi biz kullar doðrusal bir düzlemde ilerleyebilelim, Hakk ý bulalým diye bir düzen hâsýl olmuþ. Kars a gittik. Kendi zaman algýmýzda üç gün sürecek ve Harakânî Hazretleri nin mübârek nûrunda haþrolmamýza vesile olacak sempozyuma katýlmaya. Hafif puslu ve yaðmurlu bir gün Yine zaman ve mekânýn yokluðundan dem vururcasýna sâkin ve buðulu bir ortamda Harakânî Hazretleri nin kabr-i saadetlerine doðru ilerliyorum. Doðrusu ya, ilk kez gittiðim o câmiye bitiþik kubbenin altýnda ne bulmayý umduðumu pek de bilmiyorum. Kendi deyimiyle, bir ibriþim telle semâya baðlansa ve bir fýrtýna çýkarak yerleri ve gökleri birbirine karýþtýrsa da kýmýldamayacak denli sekinet halinde olan, dünyaya karþý saðýr, dilsiz ve kör olmuþ, beþeriyetinden soyunarak fakrý bulmuþ bir sultânýn huzûrundayým. Nefsinin bir küçücük arzusuna cevap verdiði için evlâdýnýn baþýný vermiþ bir sultan... Yýllarca eþinin eziyetini hoþlukla taþýmýþ güzel ahlâkýn babasý . Hakk ýn varlýðýnda gaybûbet edecek kadar cömert, nefsinin emiri olup ruhûnu üzmeyecek kadar þefkatli ve herþeyini Hak tan bilerek halktan müstaðni olan bir civenmerdin huzûrunda duruyorum. Bir gecede Kur an a tümüyle vâkýf olmuþ bir hakikat ehlinin huzûrunda Nefsimin tüm arzu ve istekleri beni kamçýlamaya devam ederken, endiþe ve korkularýmý cebimde, dünyevî telâþlarýmý zihnimde taþýyarak öylece duruyorum


karþýsýnda. Etrâfýmdaki aðlayarak niyâz eden arkadaþlarýma baktýkça o büyük sultanla sanki ayný güçte râbýta kuramýyor olmanýn mahcûbiyeti sarýyor her yanýmý. Ey büyük sultan diyorum içimden Efendimin destûru ile, hocamýn eteðinde geldim huzûruna. Kabul et. Nûrunla nurlandýr. Diyorum ama mahcûbiyetim bir kat daha artýyor. Çünkü Hz. Kenan, Hz. Harakânî, Cemâlnur Sultan, aslýnda hepsi ayný anda ayný noktalar diyor bir ses bana. Onlar ayný hakikatin farklý vecheleri. Nasýl anlatýlýr ki zât-ý ilâhî? Onlarý anlamak ve bilmek bana mý düþer? Sonra bir dalga geliyor; kalbimin etrâfýndaki çeri çöpü alýp geçiyor. Korkularým, endiþelerim, aþýrý sevinçlerim, üzüntülerim, dünyevî telâþlarým Hepsi gidiyor. Çekilmiþ dalgalarýn kýyýda býraktýðý durgun bir su birikintisi gibi dingin bir sükûnet kalýyor geride. Yalnýzca kendimle kalmak ve bu mânâdan nasibim ölçüsünce feyz almak istiyorum. Mürþidimi istiyorum bir tek yanýmda. Sultânýmýn yakýnýnda olabilmeyi ve O nunla yalnýz kalabilmeyi diliyorum. Diliyorum ama O nun etrâfý hep kalabalýklarla sarýlý. Bitmeyen enerjisi, yüzünden eksilmeyen gülümsemesi ile dili hep sohbette ama kendi içinde tek baþýna ve hüzünlü belli ki. Gözlerinde hüzün var. Fakra ulaþmýþlarýn hüznü Hazret in garip liðini anlatýrken kendini anlatýyor aslýnda O na yaklaþmaya çalýþmýyorum. Uzaktan seyretmenin ama kokusunu hep

yanýmda hissetmenin tadýný çýkarýyorum. Bu arada yakýþýklý bir civanmerdin O na olan aþkýný ve muhabbetini izliyorum. Henüz küçük bir çocukken Hazret in kapýsýna kýtmir olma niyâzýyla kendini baðlayan, o zamandan beri de her ânýný hizmetinde geçirmiþ, Hazret in tecellîsini taþýyan bir baþka sultan. Kendisinin de içinde varolan nûru mürþidimde bulmuþ, yapbozundaki eksik parçalarý O nda tamamlamýþ sanki. Etrâfýnda pervâne Hz. Ali nin buyurduðu gibi Ýlim bir nokta imiþ, onu câhiller çoðaltmýþ. Herþey aslýnda bir noktadan ibâret ve zaman aslýnda yalnýzca bir anmýþ. Ve benim için yalnýzca mürþidim varmýþ. Kars ta kendi mürþidimi buldum. Yeniden ve her zaman olduðu gibi. Týpký Limni de ya da Konya da bulduðum gibi. Nereye bakarsam bakayým benim noktam hep orasý.


hüseyin gökhan

HUZURDA

Sabah otelimden çýktýðýmda termometre sýfýrý gösteriyordu. Ýstanbul da neredeyse yaz sonu diyebileceðimiz bir mevsimden gelip bir anda bu soðuðu hissetmek beni sabahýn beþinde de olsa uyandýrmaya yetmiþti. Batýsý hâlâ karanlýk olan gökyüzünün doðusu artýk günü müjdeleyen bir aydýnlýkla hafifçe mavileþmiþti. Tan yeri aðarmaya baþlamasýna raðmen gökteki tüm yýldýzlarý tek tek saymak mümkündü. Ortalýkta sabah namazý için câmiye yürüyen tek tük insanlardan baþka kimsecikler yoktu. Kars ýn meþhur Evliyâ Câmii ne vardýðýmda câminin alt katýndan tatlý tatlý tüten bir bacayý farkettim. Ben erken kalktýðýmý zannediyordum. Oysa Harakânî Hazretleri nin hizmetindeki derviþlerin sabah kahvaltýsý hazýrlýklarýnýn dumanlarý, soðuk sabahý ýsýtmaya baþlamýþtý bile. Kimbilir saat kaçtan beri onlarca kiþiye verilecek kahvaltýnýn hazýrlýklarý için hizmet ediyorlardý. Öðretmenleri Yavuz Hoca, namazý Bakara Sûresi nden âyetlerle kýldýrdý: Öyleyse yalnýz beni anýn ki ben de sizi anayým. Bana þükredin, sakýn nankörlük etmeyin Okuduðu uzun âyetler, annesinin kucaðýndaki bir bebek gibi olan bizleri maddî mânevî besliyordu. Namazdan hemen sonra bizleri sabah o dumanlarýn çýktýðý yere dâvet ettiler. Sofralarý türlü türlü peynirler, çörekler, otlar, bal ve yaðla donatmýþlardý. Mükellef yiyip içtikten sonra tatlý niyetine ilâhîler söyledik. Parmak uçlarýmýza kadar neþe dolduk. Cemâlnur Hocam, bu kadar izzet-i ikram karþýsýnda bizim de bir þeyler vermemiz gerektiðini söyledi. Sigara içenler sigarayý, çok


yiyenler çok yemeyi, konuþmayý sevenler konuþma sevdâsýný býrakmalýydý burada. Bedelinin bu kadar pahalý olduðunu bilsem bu sofraya oturur muydum? Çýkarken Harakânî Hazretleri nin Nûru l Ulûm undan parçalar sunan bir kitap aldýk. Hazret i her özlediðimizde sarýlacak güzel bir hâtýra bu kitap. Bakýn içinden neler buldum:

Beþ su vardýr Beþincisi Allah ýn sevdiði bir sudur; o da kullarýn, özellikle günahkâr kullarýn gözyaþýdýr. Þeyh dedi: Zamaný gelmeden senden ibâdet istenmediði gibi, sen de gelmemiþ günün rýzkýný bugün isteme: Ýstersen abesle iþtigal olur. Allah her mümine kýrk padiþahýn heybetini verir. Bu en düþük bir derecedir. Ýnsanlarýn kendileriyle yaþayabilmeleri için, bu heybet, onlardan gizlenmiþtir. Dedim: Ey Allah ým! Bana seni gerek. Gizlice duydum ki Eðer beni istiyorsan, temiz ol, çünkü ben temizim; insanlara ihtiyaç duyma, çünkü ben ihtiyaçsýzým. Sonra yüce Allah bana dedi ki: Benim sana ne yaptýðýmý görüyorsan, mahlûkatýma karþý aynýsýný yap. Dedim: Allah ým, ben aynýsýný kuluna yapamam! Dedi: Benden yardým iste.

Bazen her þey çok zor gözüküyor. Tâ ki yukarýdaki son cümleyi hatýrlayayým. Gel gelelim kahvaltýnýn borcunu hâlâ ödeyebilmiþ deðilim.


pýnar ersoy

Abd daki Rab: EBU L HASAN HARAKÂNî


10 Ekim 2012 Çarþamba günü, birçok arkadaþýmýn da benim gibi ilk defa geldiði ve rahmet ile karþýlandýðý Kars da, binâsý taþtan, makamý nurdan bir merd-i Hüdâ nýn huzûrundayýz. Saðým ve solum, bu rahmetle birlikte rahimde olduðunu hissedip gözyaþlarý döken kardeþlerimle dolu; fakat benim içimden ne aðlamak geliyor ne de aklýma bir kelime duâ düþüyor. Aklýma Hz. Mûsâ nýn, Ümmetimin hakîmleri Ýsrailoðullarýnýn peygamberleri gibidir sözünün mânâsýný sorduðunda Bayezid Bistâmî nin huzurda daha çok kalabilmek için uzun uzun açýklama yapmasý geliyor. Kendi kendime diyorum ki, sen konuþ, sýrf O nunla konuþmanýn zevki için konuþ, birþeyler söyle, hiçbir þey yapamýyorsan bari bir þarký söyle Ve birden sözlerini evire çevire tanýnmaz bir hâle getirdiðim þu þarký dilimden dökülüyor: al bu benden benliði doldur içime þenliði dirilikte öldür beni bir dem olsun ölmeyim aþktýr derdim, dermaným aþk yoluna koydum caný Cemâlnur un aydýr bana Bir an olsun dönmeyim 10 Ekim i takip eden günlerde Uluslararasý Ebu l Hasan Harakânî Sempozyumu boyunca sunulan birbirinden deðerli tebliðler ve okunan kitaplar ile bu merd-i Hüdâ hakkýnda birçok þey öðreniyoruz. Hem büyük bir hayret ve haþyet, hem de bu vakte kadar hiç bilmemiþ olmanýn utancý ile Bir yandan Allah önüme öyle bir sefer çýkardý ki bu seferde çölleri ve daðlarý aþtým. Dereleri, tepeleri, ýrmaklarý, iniþleri, yokuþlarý, korkularý, ümitleri, denizleri, gemileri geçtim. Tepeden týrnaða kadar herþeyi býraktým. Bundan sonra anladým ki ben henüz müslüman deðilim. Dedim ki Ya Rab! Halk nazarýnda müslümaným, senin nazarýnda zünnar sahibi biriyim. Zünnarýmý kes ki Sen in katýnda da müslüman olayým diyerek kulluðunu ve hiçliðini dile getirirken bir yandan da Ahzab Sûresi nin Biz, emâneti göklere, yere ve daðlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaþmadýlar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor âyetinde belirtilen ve Allah ýn, halifesi olan insana yüklediði emânetin ulûhiyet yükü olduðunu ve kendisine bu emânetin arz edildiðini söyleyip kendisine ait sýrrýn ulûhiyetlik olduðunu ikrar ederek kendisini önce Allah ýn kulu sonra resûlü olarak âþikâr eden tavr-ý Muhammediye nin en güzel örneðini gösteren bir Kul Kutub.


pýnar ersoy

Bir yandan Her kim bu dergâha gelirse ekmeðini verin, dinini ve inancýný sormayýn; zîrâ Ulu Allah ýn dergâhýnda ruh taþýmaya lâyýk olan herkes, elbette Ebu l Hasan ýn sofrasýnda ekmek yemeðe de lâyýktýr diyerek edebin kemâlini gösteren bir ulu, Her þeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur; Hak gözüyle bak ki bî-þek nûr-i Yezdân andadýr mýsrâýnda ifadesini bulan Hak ile bakan bir tevhid sultâný, öte yandan da Gazneli Mahmud a Neden bütün Hint ve Rum un Müslüman olmasýný istemedin? diye soran bir Alperen dir. Onlar hakkýnda söylenecek daha birçok kelime var, âyette de buyrulduðu üzere okyanuslar mürekkep olsa anlatmaya yetmeyecek olan Ýþte þah damarýndan yakýn olaný bilememek , ancak böyle bir hâl olabilir. Tabiî ki O kendini ihbar etmek istemedikçe Sultan bize bu sempozyumda kendini ihbar etti; ezelî ve ebedî Hay olduðunu, zamana ve mekâna sýðmadýðýný göstererek, bilinmeyi istediðini bize bildirerek, kendini ihbar etti. Bir yerde kitap varsa mutlaka onun ikizi olan insan da vardýr, kitapta yazýlanýn nasýl yaþanmasý gerektiðini gösteren insan Hattâ belki de cümle, tersinden daha doðrudur: Yaþayan bir insan varsa, O nun hakikatini anlatan bir kitap da vardýr. Kur an ýn Peygamber in hakikati, Mesnevî nin Mevlânâ nýn hakikati, Ýlâhiyât-ý Ken an ýn Ken an Rifâî nin hakikati olduðu gibi... Bu düsturdan yola çýkarak bu kadar tebliðin ve kitabýn olduðu yerde, anlatýlan hakikatlerin sahibi Bugün Hasan benim ama dünkü Hasan deðil diyen insana, Kâmil Ýnsan a takýldý gözüm Bizlerin bu sultanlarý tanýmamýz için harcadýðý bunca gayret nedendi? Galiba mahlûk olanýn ancak mahlûk olanlarý kavrayabileceðini, bu nedenle de beþerî akýl ile Allah ý bilmenin mümkün olmadýðýný, O nu ancak O nun zâtî tecellîsi olan Muhammedî Hakikatin tecellî ettiði kâmillerde seyretmenin vereceði zevk ile insan-ý kâmillere karþý duyulmaya baþlanan aþkýn ve çekiliþin onlarýn gönüllerine girmek için bizlerde gayret yaratacaðýný bilmekte idi. Ýþte tüm varlýktaki maksat, o gönüle girmekti ki, yere göðe sýðmayan Cenâb-ý Hakk ýn da sýðabildiði tek yer orasýydý. 12 Ekim Cumartesi günü, yola çýkma vakti geldiðinde son kez sabah namazýný kýlýyoruz Harakânî Hazretleri nin imamlýðýnda Rahmânî kokusu ile Medine yi andýran dergâhta kahvaltýmýzý yapýyoruz. Ýlk geldiðim gün Harakânî Hazretleri nin huzurunda baþladýðým þarkýlý niyazlar bugün ilâhîye dönüþüyor. Ýlâhîler okuyarak sofradan kalkmaya hazýrlanýyoruz. Ken an Rifâî Hazretleri kendisi için yazýlan bir kasideyi bu kez sanki Emre nin güzel sesinden hasta yataðýndan kalkýp günlerdir dinlenmeden Hazret için hizmet ederken bizlere de sessizce ver canýný, bul canânýný diyen, dýþýyla Yavuz , kalbiyle Selim ayný merd-i Hüdâ nýn baþka bir vechine söylüyor gibi:


Ben bu gün geldim senin dergâh-ý pür âgâhýna Benziyorsun týpký, þâhým, sevdiðin ol þâhýna Benziyorsun maðz-ý Kur an ýn bütün tefsirine Benziyorsun pîrine, üstâdýna, Allâh ýna


yavuz celep

anadolu nun kalbi: HARAKÂNÎ

Sâdýk Yalsýzuçanlar Beyefendi ile Kars Evliyâ Câmii imam-hatibi ve Ebu l Hasan Harakânî Vakfý Baþkaný Yavuz Uzgur Hoca nýn irfan sohbetinden doðan kitabýn adý: Anadolu nun Kalbi: Harakânî. Harakânî Hazretleri, Anadolu topraklarýnýn Ýslâm irfâný ile mayalanmasýný saðlamýþlar. Yavuz Hoca, Harakânî Hazretleri, Anadolu daki ilim ve irfânýn kurucusudur buyuruyorlar. Zîrâ Selçulu sultanlarýnýn ve komutanlarýnýn Anadolu ya yönlendirilmesi ve Ahmed Yesevî, Yusuf Hemedânî, Hacý Bektâþ-ý Velî, Sarý Saltuk gibi Anadolu yu âdetâ bir irfan sofrasý hâline getiren velîlerin yetiþtirilmesi, Harakânî Hazretleri nin ilmi ile gerçekleþtirilmiþ. Bu sebeple olsa gerek, Hazret için Anadolu nun Kalbi ifâdesi kullanýlmýþ. Kitap, 158 sayfa olmasýna raðmen bitirdiðiniz zaman kendinizi yýllardýr kitap okuyormuþ gibi hissedebilirsiniz. Bunun sebebi Yavuz Hoca nýn þu sözünde gizli: Harakânî Hazretleri, âlemin kalbini, bilincini oluþturan zattýr. Cilî Hazretleri nin de þöyle bir ifâdesi mevcut: Âlemin kalbi Âdem dir, Âdem in kalbi ise insân-ý kâmildir. Yani Harakânî Hazretleri hakkýnda bir þey okumak, onu anlamaya çalýþmak, bütün kâinatý oluþturan bilinci öðrenmeye çalýþmakla eþdeðer gibi. Bu da elbette insana muazzam bir zevk ve huzur hissi veriyor. Hazret buyuruyor ki: Varlýklara karþý merhameti olmayan kiþi Allah sevgisini


kalbinde taþýyamaz. Bu söz, Allah ý sevdiðini iddia eden insanýn elinden, baþkalarýna kötü davranmak bir yana, herhangi bir þey hakkýnda negatif bir düþünce içine girme hakkýný dahi alýyor. Tasavvuf yoluna girmiþ bir sâlikin, yolunda sâbit kadem durabilmesi için varlýða karþý merhametli olmasý çok yaygýn olarak tekrarlanýr. Fakat þunu ilk defa Harakânî Hazretleri nden iþitiyorum: Rûha þefkat Þöyle buyurmuþlar: Hep nefsin arzularýný yerine getirerek rûhu üzemeyeceksin. Kendi rûhuna þefkatli olmayan kimse, baþkalarýna karþý nasýl þefkatli olabilir ki? Demek ki sûfînin kendi nefsini terbiye serüveninin sonunda bütün mahlûkata duyduðu þefkat ve merhamet, aslýnda seyr-i sülûk boyunca kendi rûhuna gösterdiði þefkatin sonucunda oluþuyor. Dolayýsýyla, kiþinin varlýða olan þefkati, onun kendi rûhuna gösterdiði þefkatin derecesini, bu derece de tekâmül yolunda nefsini ne derece terbiye ettiðini gösteriyor. Nefis terbiyesi yerine rûha þefkat deyimi beni çok etkiledi Harakânî Hazretleri nin yüceliði, Fransa, Almanya ve Rusya dan bazý bilim adamlarýnýn da dikkatini çekmiþ. Nicholson, Hazret in Nûru l-Ulum isimli eserinin bir bölümünü tercüme etmiþ. Rus tarihçi Bertels de Hazret in sözleri üzerine þöyle bir yorum yapýyor: Harakânî de olup diðer sûfîlerde, diðer mutasavvýflarda olmayan çok önemli bir husûsiyet, ayrýcalýk vardýr. Diðer sûfîlerin birçoðu, kendi nefislerini, benliklerini ararlar ve o benliklerini küllî irâdede yok etmek için uðraþýrlar. Ama Harakânî böyle deðildir. O tamamen kendi varlýk

amacýnýn halka hizmet olduðunu algýlamýþtýr. Kendisini Hakk a tasadduk ediyor. Yavuz Hoca da, Hazret in kendisini vakfettiðini buyuruyorlar. Ýnsanýn Allah a sadaka olarak kendisini sunmasý nasýl bir þey, bilemiyorum ama düþündükçe heyecan veren bu infak olayýný, belki Hazret in tenezzülü ile kendisine yakýnlaþarak biz de tecrübe ederiz; ümidvâr olmak da fayda var. Harakânî Hazretleri nde hem ilmin hem aþkýn ayrý ayrý tadýna varýyor insan. Zîrâ çok büyük bir âþýk. Buyurmuþlar ki, Sevgilim sana her þeyi vereceðim dedi, ben de alýp vermenin yabancýlar arasýnda olduðunu söyleyerek karþýlýk verdim. Hiçbir þey istemiyorlar, çünkü fakirler. Yavuz Hoca, fakir kelimesini þöyle tanýmlýyorlar: Fakir, Allah tan baþka hiç kimsesi olmayan kimse demektir. Onun bir ismi de hüccetü lfakr dýr. Peygamber in fakirliðimle övünürüm sözünü maddî ya da nefsinin isteklerinden vazgeçmek olarak algýlardým. Halbuki fakirlikten kasýt, Allah ýn haremgâhýnda bulunmakmýþ. Anadolu nun Kalbi: Harakânî isimli bu eser, gerçekten insanýn ufkunu açan, bakýþaçýsýný geniþleten bir özelliðe sahip. Ýþin doðrusu Hazret ne kadar anlaþýlmaya çalýþýlýrsa çalýþýlsýn, ancak bir arpa boyu yol gidilmiþ olabilir. Zîrâ buyurmuþlar ki: Benim sözlerim kudsiyyet deryâsýndan gelmektedir. Bizde nefisten, bir nokta büyüklüðünde bir iz kaldýðý sürece O nu anlamak biraz zor. Yavuz Hoca nýn buyurduðu gibi, Hak ta gaybûbet etmiþ bir ârifi nasýl tanýmlayacaksýnýz? Herkes kendi düzeyinden bakýyor. Gördüðü, kendi idrâkine sýðandýr. O idrâki çok fazla aþmýþ bir zâtý anlamak güçtür.


BAYRAMIM ÞÝMDÝ

NE HABER...

14-16 Aralýk 2012 tarihlerinde yapýlacak olan Bayramým Þimdi Uluslararasý Hacý Bayrâm-ý Velî Sempozyumu, Türk Kadýnlarý Kültür Derneði Ýstanbul Þubesi ile Ankara Büyükþehir Belediyesi tarafýndan ortaklaþa düzenleniyor. Yaklaþýk 30 yerli ve yabancý katýlýmcýnýn Harakânî Hazretleri ni ziyâret etmekle ve tebliðler sunacaklarý sempozyumun açýlýþý, Ankara nýn târihî önemi hâiz Resim adýna düzenlenen bir sempozyuma Heykel Müzesi nde (Türk Ocaðý) yapýlýyor katýlmakla lûtuflandýðýmýz Ekim ayýnýn ardýndan, Kasým ayýnýn hemen baþlarýnda ve açýlýþýn ardýndan Lâ Edrî grubu, bir tasavvuf mûsýkîsi konseri veriyor. Malatya da III. Uluslararasý Malatyalý Oturumlar 15-16 Aralýk günlerinde Niyâzi Sempozyumu yapýldý. Hocamýz Hacettepe Üniversitesi Sýhhiye Cemâlnur Sargut, Kars taki Harakânî Kampüsü ndeki M Salonu nda Sempozyumu na olduðu gibi bu gerçekleþtiriliyor. sempozyuma da dergimizin ilk sayfalarýnda sunduðumuz tebliði ile iþtirak Konuþmacýlar arasýnda Carl Ernst, James ettiler. Biz de, bu vesile ile, seher vakti Morris, Shiraz Sheikh ve Mohammed gül açarken insân-ý kâmilin hakikatine kulak vermeye dâvet eden bülbülün aþkýný Rustom gibi yabancý araþtýrmacýlarýn yaný ve hasretini anlatan Hz. Niyâzi nin aslen sýra, Süleyman Uludað, Mustafa Kara, Nûr olan ism-i þerîflerinin huzûrunda Mehmet Demirci, Ömür Ceylan, Ahmet Yaþar Ocak, Semih Ceyhan, Buket huþû ile bir kere daha eðiliyoruz. Karatop, Ýsa Yüceer, Mustafa Tatçý ve daha birçok yerli katýlýmcý da bulunuyor. Ayný hakikatin farklý vecheleri olan sultanlar, yýlýn bu son aylarýnda þiddeti Cemâlnur Sargut Hocamýz da sempozyumda bir teblið sunuyorlar. azalan güneþin ve kýsalan günlerin bir diyeti gibi iç dünyamýzda ayak seslerini Hepimiz, Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri nin gönlüne girip bayrama duyuruyorlar. Þimdi de büyük bir heyecanla Uluslararasý Hacý Bayrâm-ý Velî kavuþmayý ve Þeb-i Arus a bu bayram Sempozyumu için hazýrlanýyor, baþþehrin hissiyâtýyla vâsýl olmayý diliyoruz. baþ þahsiyeti olan bu celâl sultânýna koþacaðýmýz Aralýk ayýný bekliyoruz. O Aralýk ayý ki Hz. Mevlânâ ile özdeþleþmiþtir ve Þeb-i Arus vesilesiyle kavuþmanýn sembolü olmuþtur. Ýþte bu sene Aralýk ayýnda, bu sempozyum dolayýsýyla, Hz. Mevlânâ ile Hz. Hacý Bayram ýn elele ve gönül gönüle oluþlarýný yüreðimizde hissedeceðiz.



hindistan daydýk

Zîrâ festivali yýllardýr düzenlemekte olan Ajeet Cour ile Noor Zaheer ve Refaqat ... Ali Khan tarafýndan derlenen ve festivali düzenleyen vakýf tarafýndan 2012 de Tasavvufun ortak dil olduðu inancýyla basýlan bu kitapta Cemâlnur Hocamýzýn çalýþmalar yürüten Cemâlnur Sargut da Tasawwuf (Sufism) baþlýklý bir Hocamýz, yurtdýþýnda birçok uluslararasý yazýsýna yer verilmiþti. toplantýya da katýlýyor. Bunlardan biri olan ve Hindistan Yazarlar Birliði Vakfý nýn her *** yýl düzenlemekte olduðu Uluslararasý Sûfî Festivali bu yýl, 20-21 Ekim tarihlerinde Festivaldeki konuþmasýna Azhab yapýldý. Her yýl Hindistan ýn baþka bir Sûresi nin 72. âyetinden bahsederek þehrinde düzenlenen festivale, bu yýl da baþlayan hocamýz, âyette bahsedilen Hindistan ýn Pakistan sýnýrýndaki, yoðun emânet in aþk olduðunu ve âyetin Sih nüfusuyla bilinen ve Altýn Tapýnak la 72. âyet olmasýndan hareketle, Hz. özdeþleþmiþ Amritsar þehri ev sahipliði Mevlânâ nýn aþk ýn 72 çeþit tezâhürü yaptý. Hocamýz, festivale geçen yýllarda olduðu yorumunu yaptýðýný anlattý ve olduðu gibi açýlýþta bir konuþma yapmak þöyle devam etti: üzere dâvetli olarak iþtirak etti ve biz de 72 çeþit aþk olursa bunu hisseden 72 bir grup öðrencisi olarak kendisine eþlik türlü millet olur, 72 ayrý anlayýþ olur. ( ) etme lûtfuna eriþtik. Hz. Muhammed buyuruyor ki, dünya 72 Amritsar daki Khalsa College da gerçekleþtirilen festivale Pakistan, Afganistan, Nepal, Bangladeþ, Özbekistan vb. ülkelerden konuþmacýlar ve sanatçýlar katýldýlar. Türkiye den de hocamýzýn yaný sýra Lâ Edrî grubu da bir konser vermek üzere Amritsar da bulundu ve Pencab eyâletinin üst düzey yetkililerinin izledikleri konseriyle büyük ilgi topladý.

millete ayrýlacak, ayrýlmayanlar bendendir. Ýþte bu sûfî bakýþtýr.( ) Beþ parmak da birbirinden farklýdýr. Ancak bir araya geldikleri ve birbirlerini kabul ettikleri zaman güzel olurlar. Ýþte bu bakýþ açýsý, hakiki aþkýn tecellîsidir.

NE HABER...

Tevhidin ve hâdiseleri güzel görme kabiliyetinin gerçek aþký yaþayabilmenin yolu olduðunu böylece bir kere daha vurgulayan hocamýzýn bahsettiði hâli *** giyinebilmek ve târif ettiði tevâzû sahibi, herkese ve her þeye hürmet eden ve Festivalin gerçekleþtiði salonda bir yandan belâyý bal bilen kullardan olmak en konuþmalarý tâkip ederken bir yandan da büyük niyâzýmýz salonun giriþinde kurulan kitap sergisini inceleme fýrsatý bulduk. Bu kitaplar arasýnda yer alan Sufism: A Celebration of Love baþlýklý kitap dikkatimizi çekti.



Hikâye Üzerine... Aþk imiþ hen ne vâr âlemde Ýlim bir kýyl ü kâl imiþ ancak Efendim, Bu satýrlarýn yazarý, Fûzûlî nin yukarýdaki hikmetiyle baþlayýp, konuya uygun olarak, Semiha Cemâl sultânýmýzýn þânýnda, aþktan bahis açmak ve ilmin, âþýklar nezdinde deðersizliðinden ve akýl, akýl olsaydý, adýna aþk derlerdi diyerek, belki insana köstek olabileceðinden söz etmeye teþebbüs edebilirdi. Ama âþýklarýn lisânýndan konuþulsa, belki onlarýn hakikate dil uzatýldýðýndaki celâline iþâret olabilecek bir lisân kullanmak yerine, ilmen, eleþtirmeden bir eleþtiri yazýsý yazmak uygun görüldü. Bu yazý, Kubbealtý Akademisi Kültür ve Sanat Vakfý Akademi Mecmuasý nýn 2012 sonbahar sayýsýnda yayýnlanan "Aþk Bu Ýmiþ" Romanýný Kim Yazdý baþlýklý makale üzerine, eleþtirmeden yazýlmýþ bir eleþtiri yazýsýdýr.

vasfi emre ömürlü

Ken an Rifâî Hazretleri, yakýn bir derviþi ile otururlarken, pencereden görerek, þu ihvân! ýn geldiðini iþâret ederler. Yanlarýndaki ihvan da Efendim! Hiç sevmem kendisini diye cevap verirler. Bunun üzerine Hazret sitemle derler ki: Kýzým! Sen buraya her türlü arkadaþýný getirdiðinde, benden böyle bir lâkýrdý duymuþluðun var mýdýr? Aksine, onlarý, senin arkadaþýndýr diyerek izzet ve ikramla karþýlarýz. Gelen þahsýn ihvan kardeþin olmasý bir yana, o benim derviþimdir. Nasýl olur da sevmem diyebilirsin? Benim sevdiðimi, kabûl ettiðimi sevmeden nasýl benden olabilirsin? derler. Dolayýsýyla Ken an Rifâî Hazretleri, Semiha Cemâl, Samiha Ayverdi gibi devrin sâhibini, âþýklarý ve kâmilleri içeren bir konuda, onlarýn sevdiklerini gözardý etmek, onlardan olmamaya delâlet ediyor. Bahsi geçen yazýdaki temel problem, en önemli referanslarýn atlanmýþ, hattâ referans olarak bile kâle alýnmamýþ olmasý, sonuçta yazarýn sadece kendi duyduðunu iddiâ ettiði üzerinden, gerisini hikâye olarak nitelemesi ve dolayýsýyla yazýnýn ilmen açýk görüþlülükten uzak olmasýdýr. Yazar, belli referanslardan alýntýlardan sonra, Aþk Bu Ýmiþ romanýnýn yazarýnýn kim/ler olduðu konusunda nihâî kararýný vermektedir. Kullanýlan, fakat çoðuna ve önemli kýsmýna itibâr edilmeyen alýntýlar þu kaynaklardandýr:


1. Birkaç Anadolulu ihvan 2. Ken ân Rifâî Hazretleri nin halîfeleri olan Þeyh Osman Efendi nin kerîmeleri 3. Sâmiha Ayverdi ile Sýrra Yolculuk kitabý 4. Yazarýn Sâmiha Ayverdi den duyduklarý Yazarýn, birkaç Anadolulu ihvanda olduðunu söylediði Sâmiha Anne nin hâtýrâtýna; akabinde halîfe Þeyh Osman Efendi nin kerîmelerinden nakle itibâr etmemiþ olmasý bir yana, Hz. Ken ân Rifâî nin tekkeler sýrlandýktan sonra geçen 25 senede sürekli yakýn talebelerinden olan, Semiha Cemâl Haným ýn vâlideleri Nazlý Anne nin 12 sene hizmetinde yakînen bulunmuþ ve Sâmiha Anne nin de, hakkýnda Bu ihvanda Efendimizin düstûrlarýný yegâne yaþayan olarak gösterdikleri Meþkûre Sargut u ve kendisinden naklen Sâmiha Ayverdi ile Sýrra Yolculuk kitabýnda ilgili kýsmý kaleme alan Cemâlnur Sargut u referans olarak addetmemesi, yazýlan makaleyi kýymetsiz kýlmaktadýr. Hâlbuki Meþkûre Sargut birinci aðýzlardan olaya vâkýftýr. Yazar, Sâmiha Ayverdi yi ilmen tanýdýðýný belirtmekte, ama Sâmiha Ayverdi nin mânâsýna ve O nu yetiþtiren Sultân ýn devrine, yakýnlýðýna eremediðinden ve buna teþebbüs etmediðinden de, deðerlendirmesinde büyük boþluklar bulunmaktadýr. Hz. Ken an Rifâî nin âlem-i mânâya irtihâline kadar birebir derslerinde bulunup Hazret in teveccühüne mazhar olmuþ Meþkûre Sargut tan dinleyelim: Ken âne r-Rifâî Hazretleri nin üzerimdeki mânevî terbiyesi, kýrk günlük iken, babamýn bizi, Ýðrikapý daki evimizden, Hazret in konaðýnýn karþýsýna taþýmasýndan itibâren baþlamýþtýr. Benim üzerimdeki emeði, nisbetle ölçülemeyecek derecededir. Nasýl ilk mektep, orta, lise ve üniversiteyi, maarif mekteplerinde okuyorsak, Ken ân Rifâî Hazretleri nden de mânevî ilmi ayný mertebelerde aldým. Bu tasavvuf derslerine evvelâ Konfiçyüs ten baþladýk. Konfiçyüs, Buda, Sokrat, Epiktet, Marc Orel, Eflâtun ve bütün bu filozoflarý, öðrene öðrene, tasavvufa böyle geldik. Ýslâmiyetten evvelki mânevî ilimleri, Efendi Hazretleri sâyesinde yaþadým ve kendisi bu isimleri bana ehlûllah diye tanýttýlar. Binâenaleyh, Ýslâmiyetten evvel de Allah sevgisi ve aþký ile yanan filozoflar vardý. Marc Orel in bir Roma imparatoru olduðu hâlde, kuþtüyü yataðýnda yatmayýp, yerde postun üstünde uyuduðunu ve bu derece mütevâzý olduðunu, Kendime adlý kitabýnda dâimâ, kinden, kibirden, hasetten, riyâdan, yalandan, kaçmak için, yâni, hýrslardan uyanýp da insan olmak için nasýl çalýþtýðýný yazdýðýný anlatýyordu. Ýnsân-ý kâmil, benliðini küllî akla raptetmiþ, cüz î akýlla hareket etmeyen kiþidir. Küllî akýlla müþâveret edip cüz î aklý bir kenara býrakmýþ kiþidir. Ken ân Rifâî Hazretleri, bize bunu göstermek için Galata Mevlevîhânesi ne bizi


götürmüþlerdi. Sâmiha Anne, fakîr, Lütfiye Vâlide varlardý ve bizi oraya götürüp sarmaþýðýn sardýðý bir erik aðacýný iþâret ettiler. Sarmaþýk, erik dalýndan bir dal býrakmamýþtý. Ne dal, ne yaprak, ne hiçbir þey mevcut deðildi kendi vücûdundan. Ýþte Allah da insân-ý kâmili böyle ihâta eder ve benliðinden, aþk u muhabbetiyle, eser býrakmaz dediler. Bu sûretle tasavvuf derslerine devam ettik. Sürekli defterler yazardýk ve bu defterler, daha sonra Kendileri tarafýndan kontrol edilirdi. Dâimâ, huzurda iken bana soru sordururlardý. Cevaplar, bir þelâle gibi, nihâyetsiz bir hazineden âyetler, hadisler ve hâdiseler olarak Kendileri nden zuhûr ederdi. Öyle ki bu sorular, Kendileri tarafýndan takdir görür ve bana sen demirbaþsýn, kalbimin kandilisin Meþkûre buyurmuþlardý. Ben de, Sâmiha Anne ye bu ne demektir Efendim? diye sorduðumda kalbin hazinesine ýþýk tutuyorsun, demek dediler.

vasfi emre ömürlü

Sâmiha Anne, Ken ân Rifâî Hazretleri nin, tamamen Muhammedî ahlâka lâyýk gördüðü ve Sultan Sâmiha, kitaplarýyla dergâhýmý yeniden açtý diye bahsettikleri ve bütün ilimle, tasavvufla bezediði, zenginleþtirdiði hakîkî bir insandýr ki bütün ihvâna örnektir. Gerek Ken an Rifâî Hazretleri nin, cemâle yürümelerinden evvel, fakîre senin için zaman ve mekân yok Meþkûre! Dâimâ yanýmda olacaksýn buyurduklarý vechile, gerek her günki mûtad derslerimizde, gerekse Kendileri nin mânevî hayât ile Hay olmalarýndan sonra, Sâmiha Anne ile ayný yola baþ ve gönül koymaktan mütevvellid, Sâmiha Anne ile çok bir ve berâber olduk. Ondan duyduðum sayýsýz þeyler arasýnda þu da vardýr. Semiha Hanýmcýðým ben çocukken vefat etmiþlerdi. Aþk Budur adlý kitaplarýný yazýyorlardý. Ben çocuk olarak tanýyorum tabiî kendisini ama Sâmiha Ablam ile kýrk günlükten itibâren berâber yetiþmiþler. Sâmiha Ablam, bu kitabý bitiremediklerini bildiklerinden, kitabý tamamlýyorlar. Bu hâdiseyi de daha sonra böylece fakirle paylaþmýþlardý (Derviþ Nine, ki eþleri Sâmiha Anne nin kitaplarýnýn müsveddelerini temize çekerlermiþ, bu olayý Emine Baðlý ya ayný bu þekilde anlatmýþlar). Ken ân Rifâî Hazretleri nin cemâle yürümesi akabinde Sâmiha Anne ile tasavvuf yoluna devam ettik. Hepimize, ahlâký ile, ilmi ile, bilgisi ile, þefkati ile, muhabbeti ile tam bir örnekti. Ayný yola kýrk yýl baþ koymanýn þerefine nâil oldum. Buradaki önemli husus, Aþk Bu Ýmiþ kitabýnýn künyesinde kimin isminin yazýlý olduðu deðil, ortada âþikâr gözüken ve ancak âriflerin anlayabileceði, bu yazýyý kaleme alan þahsiyetin de kavrayamayacaðý cilveyi kavramak ve


Semiha Cemâl ile Sâmiha Ayverdi arasýndaki muhabbet ve yakýnlýðý anlamaya çalýþmaktýr. Ancak belki o yakýnlýk kavrandýðýnda, bu iki büyük insanýn ruhlarýnýn beslendiði esas kaynak olan Hz. Ken an Rifâî anlaþýlabilir ki bu iki sultânýn da yegâne hayat gayeleri, o misilsiz insân-ý kâmile kapý olmaktýr. Gerisi, bu büyük iki insan için de hikâye dir.


bir asker mektubundan...

Birkaç haftadýr Erzurum dayým. Santralde nöbeti paylaþtýðým çocuk da diðerleri gibi 20-21 yaþlarýnda Ýstanbullu, saygýlý bir çocuk. Her fýrsatta bana Yavuz Abi, sizin kýsa dönemler þimdi tuvalet temizliðinde, sizin kýsa dönemler þimdi kazan temizliyor, koðuþa bastýklarý suyu temizliyorlar. Sen hâline þükret diyen Muhammed isimli bir çocuk. Arada bir santralde yaþadýðým bazý þeylerden sýkýldýðým anlarda beni þükre dâvet eden 20 yaþýndaki Muhammed , tevâfuklar zincirinin bir halkasý mý? Yoksa askerlik serüveninin baþlangýcýndan beri içinde yaþadýðým hakikat evinin penceresinden gönlüme süzülen güneþin þûlelerinden bir parça mý? Galiba ikincisi Kýsa dönem askerler dýþýnda burada askerlik yapan çocuklarýn hepsi 20-21 yaþýnda. Yaþ olarak hepsinden büyük olmam sebebiyle bir kýsmý bana abi diyor, diðer bir kýsmý ise hoca diye hitap ediyor. Fakat hangi sebeple henüz anlayamadým ama genel olarak çok enteresan bir hürmetin hedefi oluyorum. Yedi kiþilik kýsa dönem asker ekibi içinde en fazla bana saygý gösteriliyor. Bundan kendime bir pâye çýkarmýyorum elbette Dediðim gibi, bu hürmetin görünür kýsýmdaki sebebini bilmiyorum fakat hakikat boyutuyla ilgilendikçe artýk þundan emin olmaya baþladým ki Efendim in âþikâr bir korumasý altýndayým. Böyle olunca da hakikatte hürmetin kime olduðu ortaya çýkýyor. Geçtiðimiz hafta Hocam la konuþmam sýrasýnda kendileri Oðlum, Efendim seni korumaya almýþ demiþti. O güne kadar türlü þýmarýklýklarla gereksiz þeyleri kendime dert edinmiþken, Hocam ýn o sözü bir anda beni diriltti. Sanki ben bir süre cismen kendilerinden uzak kalmakla onlarýn tasarrufu altýnda olmayacakmýþým gibi, bazý þeyleri kendim hâlletmeye çalýþmak, halledemediðim þeyler için üzülmek, hallettiklerim için sevinmek gibi bir gafletin içine girmiþim Çok þükür O na ki Allahuazimmüþân, bunun böyle olmadýðýný bize öðretmek, bu zanlarýmýzý ortadan kaldýrmak için önümüze bir perde gerip hâdiseleri ona yansýtmakla bize idrak etme ve yenilenme fýrsatlarý sunuyor.. Hiç unutamadýðým bir þey var. Hocam bir gün dernekte Ben çocuklarýma onlarýn iyiliði için kýzarým, baðýrýrým. Fakat onlar benim için çok önemlidir, kýllarýna zarar gelmesini istemem. Onlara zarar verecek kimseye müsaade etmem, kim üzerse karþýsýnda beni bulur demiþlerdir. Burada, söylediklerinin vücud buluþuna þâhid olmanýn zevki içerisindeyim: Geçtiðimiz günlerde komutanlardan bir tanesi tarafýndan hoþ olmayacak þekilde azarlandým. Hiçbir saygýsýzlýk ve terbiyesizlik yapmadýðým hâlde, hoþ olmayan bir muâmeleye mâruz kaldýðým için ciddi þekilde üzüldüm. Tabiî burada bir dipnot: Kýrýlmamak düsturunu yerine getiremediðim için mütevâzilik konusunda ne derece eksik olduðumu da görmüþ oldum ya, neyse Komutanýn bu azarlamasý sonucunda içimin yýkýk dökük bir harâbeye çevrilmesine karþýlýk, kendisi hakkýnda negatif bir düþünce içine


girmemeye çalýþarak Allah a ilticâ etmeye çalýþtým. 2-3 gün kadar sonra komutanlýða bir haber gelmiþ, baþka bir ilçeden trafik bölümüne bir kiþi istemiþler. Trafik bölümündeki hiç kimsenin oraya gitmeyi istememesine raðmen, azarlamasýna mâruz kaldýðým komutanýn o ilçeye tâyini yapýlmýþ. Ýstemeyerek oraya gitmek zorunda kalmasýna þâhid oldum. Onun gideceðini duyunca içimde Allah ýn kudretine karþý muazzam bir hayranlýk oluþtu. Allah biliyor ya, kimin nereye gittiði, ne için neye mâruz kaldýðý hiç umurumda deðil. Hattâ o komutaný o ana kadar gördüðüm zaman tüylerim diken diken olurdu. Fakat bu hâdiseden sonra ister gitsin, ister gitmesin, isterse beni her gün azarlasýn, Efendim benimle ya, bu bana yeter diye hissetmeye baþladým. Zîrâ beni etkileyen þey, biz unutsak da, hatâya, gaflete düþsek de, onlarýn bizi korumaktan, bizimle irtibat hâlinde olmaktan bir an bile ayrý kalmamalarý Þuna eminim ki biz Hocamýn kýymetlileriyiz ve kabak sessiz kalsa da onun gördüðü muâmeleye sahibi sessiz kalmýyor. Elhamdülillah Þuna askeriyede þâhid oldum ki, her türlü insan, daha doðrusu her tür meþrep hayatýn her alanýnda olacak. Belki bizi bu dünyada burasý cennet diye en düzgün bir yere de koysalar, orada da meþrebimizle alâkasý olmayan, bizi zorlayan insanlarýn olacaðý muhakkak. Fakat neden böyle? Birileri tarafýndan moralimiz bozulsun ki biz de kendimizin bir halt olmadýðýmýzý bilelim diye mi? Kendimizden emin olmayalým diye mi? Belki de sebep bu deðildir. Biz kendimizi bir þey zannetsek ne olacak, zannetmesek ne olacak Belki de her þeyi bir sebebe baðlamaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Bizden farklý bir meþrep de olacak, katil de olacak, riyâkâr da olacak, zâhid de olacak; fakat arkasýndan çünkü diye baþlayan bir cümle kurmamýz icâb etmiyor. Varlýðý var eden yüce Hâlýk oldurmuþ, iþte bu kadar. Peki bunu yaþamak neden bu kadar zor? Ýþte çünkü diye cevaba baþlamasý muhtemel bir soru daha Acaba soru sormaktan mý vazgeçmek lâzým? Gönderdiðiniz kitaplar elime ulaþtý. Çok teþekkür ediyorum. Allah râzý olsun. Günlerdir su içmemiþ bir susuz gibi kana kana okumaya baþladým. Ateþ Aðacý ve Yaþayan Ölü yü ikiþer gecede bitirdim. Okudukça Sâmiha Anne ile daha fazla tanýþýyormuþ gibi hissediyorum kendimi. Galiba kendilerinin tenezzülüne mazhar oluyorum, Hakk ýn ipi uzandýkça uzanýyor. Hücrelerim aslýna büyük bir iþtiyakla hasret kaldýðý için ben de halkýn ipi olan gayrete sarýldýkça sarýlmaya çalýþýyorum. Kitaplarý okumak deðil de âdetâ dinler gibiyim. Sâmiha Anne nin sesini bir-iki sohbet kaydýndan duymuþtum. Sanki onun hasretle yanan gönlünün kulakla görünür hâli olan sesi, kitaplarý okuyor da dinliyormuþum gibi hissediyorum. Sesinden, izinden, sözünden Allah ayýrmasýn


KENDÝ Mânevî büyüðümüze eskiden hiç adýný vermeden kendileri derdik. Bu bir tür þifre gibiydi önceleri Ýsmini vermeden saygý duyduðun bir þahsiyeti anmak için bir kelime. Bugün aðaçlarýn altýnda bir çay bahçesinde oturup yazýn son terennümlerini dinlerken kendi kelimesi üstüne yeniden düþündüm:

hümânur baðlý

Kendi demek, ayrý gayrý bir bireyden bahsetmek deðil; kendi, kendiliðinden var olandýr. Kendi demek, sen ya da ben, ya da o demek deðil. Kendi demek, herkesi; Kendileri demek bütün kendi olanlarý kapsar. Ýngilizcede bildiðim kadarýyla bunu karþýlayan bir kelime yok. Ama kendi olmanýn pozisyonuyla ilgili güzel bir Ýngilizce kelime var: Default -ki bunun da Türkçesini ben bilmiyorum. Ancak, özellikle bilgisayar ile ilgili bir kelime olarak duyduðum bu kelimenin bir mânevî hakikati bu kadar kapsayýcý olduðunu da yeni yeni farkeder oldum. Default kader gibi, âit olduðu sistemle birlikte gelen deðiþmez niteliklerdir. Default deðiþmez, ama üzerinden

deðiþiklik yapýlabilir. Default o yenilikleri, uygulamalarý mümkün kýlan þeydir ayný zamanda, ama kendi deðiþmez. Kimyadaki katalizör gibi, hocamýn tâbiriyle mürþit gibi her formülün içinde vardýr, ama gözükmez. Default kendidir, o kendiliðinden oradadýr. Bir sistemi çökertmek istersen, yeni tâbirle hacker olmak istersen de o sistemin kendisini bilmeye, anlamaya ihtiyâcýn vardýr. Mürþit de týpký böyle; iyikötü, yapýcý-yýkýcý, herkesi kendine muhtaç kýlar. Mürþit, bu yüzden kendinden gayrý düþünüp seveceðin, ardýndan gideceðin varlýk deðildir. O, seni sürükler, her þeyi kapsayan irâdesi, birey in irâdesini yok eyler, kendi irâdesi yapar. Kendileri ne gerçek teslimiyet, insaný kendi yapar. Bu, birazcýk gayretle, ama hakikatte onun ihtiyârýyla kendiliðinden olur. Allah gizli hazineydi, bilinmek istedi. Güzeldi, taþtý. Bu da kendiliðinden oldu. Iþýk bir kaynaktan, bir noktadan çýktý ama her yeri aydýnlattý, bütün aksettiði yüzeyleri de kendi yaptý.



MÜTERCiM DEN... Her yýl olduðu gibi bu yýl da Cemâlnur Hocamýz, Chapel Hill þehrindeki Kuzey Karolayna Üniversitesi nde ders vermek üzere Eylül ayý içerisinde Amerika Birleþik Devletleri nde bulundu. Kendisinin öðrencilerinden olan ve sözkonusu üniversitenin hocalarý arasýnda bulunan Omid Safi, hocamýzýn ziyaretiyle ilgili izlenimlerini bizlerle paylaþtý. Safi nin yazýsýný Ýngilizce ve Türkçe olarak sunuyoruz. *** Eylül 2012'de Cemâlnur Hoca'nýn ziyâretleriyle lûtuflandýk. Son birkaç yýldýr Kuzey Karolayna Üniversitesi'ndeki grubumuz Cemâlnur Hoca tarafýndan sýk sýk ziyâret edilme þansýný buldu. Kenan Rifâî Ýslâmî Araþtýrmalar Kürsüsü nün kurulmasý bu iliþkiyi güçlendirmiþtir. Cemâlnur Hoca'nýn burada, Kuzey Karolayna'da verdiði sohbetlerden her yýl farklý bir þey öðreniyorum. Bazen ayný hikâyeyi ikinci ya da üçüncü kez dinlememe raðmen daha önce düþünemediðim þeyler açýlýyor. Týpký Hz. Mevlânâ'nýn anlattýðý körler þehrindeki fil hikâyesindeki gibi büyük bir hakikatin her seferinde farklý bir yüzünü hissetmeye benziyor bu. Bu yýl Cemâlnur Hoca yý dinlerken yeni bir þey kavradým. Bir Ýslâm ve tasavvuf akademisyeni olarak zamanýmýn çoðunu Hz. Mevlânâ ve Hz. Râbia Adeviyye gibi büyük veliler hakkýnda yazýlar okuyarak geçirebilme lûtfuna sâhibim. Cemâlnur Hoca yý dinlerken, onun huzûrundayken, el an evliyânýn huzûrunda olduðumuzu hatýrladým. Onunla beraberken bu aydýnlýk ruhlarýn gerçekten varolduklarýný, geçmiþte de varolmuþ olduklarýný ve varlýklarýnýn gerçek bir simyâsý olduðunu tekrar hatýrladým - sadece onlarýn civârýnda olmak dahî insaný deðiþtiren bir tecrübe. Elhamdülillah. Çok þükür, Elhamdülillah.


*** As she does it every year, our teacher Cemalnur Hodja was in the United States in September to give lectures in University of North Carolina at Chapel Hill. Omid Safi, a professor in this university and one of her students shared his impressions about our teacher`s visit. We had the great blessing of having Cemalnur Hoca visit us in September 2012. Over the last few years our community here at University of North Carolina has been so blessed to have Cemalnur Hoca visit us frequently. The relationship was cemented with the establishment of the Kenan Rifai Chair in Islamic Studies. Every year I take away something different from Cemalnur Hoca s sohbets here in North Carolina. Sometimes it s hearing a story again, and the second or third time discovering a new insight that hadn t occurred to me before. It s like the experience Mawlana talks about with the elephant in the city of blind men, and feeling a different aspect of the larger truth each time. I had another insight in listening to Cemalnur Hoca this year. As a scholar of Islam and Tasawwuf, I have had the blessing of spending my life reading about great Awliya like Hazrat Mawlana Rumi and Rabi a al-Adawiyya. Listening to Cemalnur Hoca, and really being in her presence, it was a reminder that we are still in the presence of awliya. Being with her reminds me that such luminous souls really exist, and really existed, and that there is a real alchemy to their being simply being around them has a Baraka and a transformative aspect. Alhamdulilah. Cok sukur, Alhamdulilah.


Dünyanýn en iyi üniversitesi olarak kabul edilen bir okuldan kabul mektubu aldým. Zaman zaman derslere katýldým ve çok sýký not tuttum, bazen ders çalýþtým fakat çoðu zaman derslerde uyuyakaldým ve hocanýn çýkardýðý ânî bir gürültü ile uyanýverdim. Gözüm açýlmýþken tahtada yazanlarý defterime çarçabuk geçiriverdim ve tekrar rüyâlara daldým. Bu hâldeki bir insan hakkýnda ne düþünürdünüz? Herhalde çoðunuz böylesine mükemmel bir eðitim fýrsatýný rüyâ âleminde geçirmeyi bir trajedi olarak kabul ederdiniz. Ya da baþarý dolu bir hayat sürmek için böylesine bir fýrsatý tepen bir insanýn aklýndan þüphe ederdiniz. En iyi profesörlerin bulunduðu, en aydýnlatýcý derslerin müthiþ bir programla sunulduðu bu üniversiteye bunun için mi gelmiþtim?

zeynep rânâ

gönül akademisi

Bir gün dersten çýkýp yurda yürürken yerde duran bir kitap sayfasý gözüme iliþti. Üzerinde Allah onlarýn kalplerini mühürlemiþtir, artýk onlar kavrayamazlar yazýyordu. Hemen kendimi sýnýfta uyurken, duymaktan ve görmekten âciz ve böylece ilâhî ilimden ve ilhamdan mahrum bir hâlde hayâl ettim. Birdenbire her gün yaþadýðým muazzam kaybýn farkýna vararak benim de kalbimin mühürlü olduðundan korktum ve yalvarmaya baþladým: Ne olur, kalbi mühürlülerden eyleme beni. Ne olur gönlümü senin iþâretlerine ve ilmine aç! Bu duâdan sonra ne bir þimþek çaktý, ne de denizler ikiye bölündü. Gelgelelim


hemen akabinde mûcizevî olaylar geliþti. Bir þekilde bu duâ beni derin uykumdan uyandýracak alarmý çaldýran doðru þifre idi. Bu sâyede derslikte pijamalarýmla oturduðumun farkýna varabilmiþtim (Allah tan, baþkalarý farketmedi!). Bu sefer tahtada anlayamadýðým karmaþýk þeyler yoktu. Sanki birisi kalbimi açmýþ ve ne gördüyse tebeþiri alýp tahtaya yazývermiþti. Umutlarýmý, düþlerimi, güvensizliklerimi, tutkularýmý, korkularýmý ve içimde yýllardýr yankýlanan fakat bir türlü elimi kaldýrýp sormaya cesâret edemediðim tüm sorularýn cevaplarýný okuyordum bu tahtada. Yastýðýmý koltuðumun altýna kýstýrdýðým gibi terliklerimi sürüye sürüye ertesi gün derste beni biraz daha uyanýk kalmaya ve birþeyler daha öðrenmeye zorlayacak bir kâðýt parçasý daha aramak üzere kampüste dolaþmaya baþladým. Hatta belki bu sefer öðrendiklerimi uygulamaya da geçirecektim. Gerçekten de dönemler geçtikçe, mûcizeler gözümün önünde gerçekleþmeye baþladý. Bir zamanlar hiç ihtiyâcým olmayacaðýný zannederek ders kitabýmdan tek tek koparýp attýðým sayfalarý þimdi teker teker aðaçlarýn dallarýndan, su birikintilerinden, çalýlarýn içinden ve geri dönüþüm kutularýndan topladýðýma hayret ediyordum. Bazý sayfalar yýrtýk, çamurlu ve ýslaktý ama bunun bir önemi yoktu. Açýk bir kalple okuduðumda sayfadaki mesaj sayfadan gönlüme atlýyor ve beni saflýðýmdan bir nebze daha olsun kurtarýyordu. Ertesi gün derste tekrar tahtada hayatýmýn ve yazýlarýn birbirine karýþtýðýný

seyrettim. Tâ ki göz kapaklarým artýk kaldýramayacaðým kadar aðýrlaþýp beni derin bir uykuya daldýrýncaya dek Bu sefer bir dahaki uyanýþýmý hayâl ediyordum. Gönül akademisinde binbir çeþit öðrenci vardýr. Kimisi hep uyanýktýr ve öðrendiklerini hemen hayata geçirir. Kimisi çok güzel not alýr (paylaþýr da) fakat ezberlediðiyle kalýr ve öðrendiklerini hiç pratiðe geçiremez. Kimi dersleri kýrmasýna raðmen hep iyi not alýr. Kimisi de benim gibi uyumak ve ayýlmak arasýnda geçirir vaktini. Hangi öðrencinin ne kadar baþarýlý olacaðý hiç mi hiç belli olmaz. Bu yüzden onlar hakkýnda yorum yapmak yersizdir: Ey iman edenler! Bir topluluk bir diðerini alaya almasýn. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. (49/11) Her öðrencinin tarzý, kapasitesi ve geliþme hýzý farklýdýr. Hz. Mevlânâ nýn dediði gibi, secde etmenin binlerce yolu vardýr. Bu akademide öðrenciler kendilerini baþkalarýyla deðil de, bir önceki anlarýyla kýyaslamalýdýrlar. Her an kendilerini geliþtirebilenler öyle bir seviyeye gelirler ki artýk gönülleri geniþleyerek yaþanacak bir yer olur. Bunu baþaranlar akademi kampüsünü terkettiklerinde dahî içlerindeki bu mektep onlara eþlik etmeye devam eder


röportaj:anne marie schimmel 1.bölüm

hristiyanlýk ve islam: Allah a giden farklý yollar Olaðanüstü kaabiliyeti ile daha 19 yaþýnda doktorasýný tamamlayan ve 100 ün üzerinde kitap, makale ve ilmî çalýþmasý yayýnlanmýþ olan Alman dinler tarihçisi Annemarie Schimmel (19222003), ömrünü, Ýslâm ýn batýda doðru anlaþýlmasý ve daha iyi tanýnmasýna adamýþ ve bu gayretleri ile hem Ýslâm dünyasýnda hem de batýda büyük takdir toplamýþtý. Onun belki de en büyük hizmeti, Hýristiyanlýðýn hâkim olduðu batý dünyasýna Ýslâm ý, muazzam bir derinlik ve hikmet taþýyan bir din olarak açmasý ve tanýtmasý oldu. Bunu yapabilmesinde en büyük etken, Ýslâm tasavvufuna olan büyük sevgisi ve tasavvufî literatüre olan hâkimiyetiydi. Yaptýðý çalýþmalarla hem doðuda hem de batýda pek çok ödüle lâyýk görülen Annemarie Schimmel in Almanya da aldýðý en önemli ödül (1995), her sene, olaðanüstü ölçüde çalýþmalarýyla barýþ

düsüncelerine katkýda bulunmuþ özel kiþilere verilen Alman Yayýncýlýðý Barýþ Ödülü (Friedenspreis des Deutschen Buchhandels) oldu. Tam o tarihlerde Salman Ruþdi hakkýndaki eleþtirici ve müslümanlarýn reaksiyonunu haklý bulan açýklamalarý sebebiyle ödülün verilmesi aleyhinde büyük kampanyalar yapýlýp imzalar toplandýðý hâlde o yine, kitabýn müminlerin hislerini çok çirkin bir tarzda zedelediði þeklindeki ifâdesi ile iman sahiplerinin yanýnda yer almýþtý. Bugün mezarý Bonn da ve üzerinde Arapça ve Almanca olarak Peygamber Efendimizin þu sözleri yazýlý: Ýnsanlar uykudadýrlar, ölünce uyanýrlar. Aþaðýda yayýnladýðýmýz röportajýnda Annemarie Schimmel, tasavvufun müslümanlar ve Hýristiyanlar arasýnda bir köprü vazifesi göreceðinden, çünkü tasavvufun insanlara zâhire yapýþýp kalmaktan çok, dinin özüne ve hakikatine inmeyi öðrettiðinden bahsediyor. Ayrýca Hýristiyan dünyasýnda Ýslâm a karþý geliþen haksýz önyargýlarýn sebeplerini ve bunlara karþý Ýslâm ý daha iyi anlatmanýn yollarýný ve bu konuda kendi edindiði tecrübelerini anlatýyor. (Röportajý, Almanya da ilâhiyat ve eðitim bilimleri tahsili yapmýþ, gazeteci ve film yapýmcýsý olarak serbest çalýþan, Mýsýr da uzun süre ikamet etmiþ olan Renate Beyer gerçekleþtirmiþtir.) *** Renate Beyer: Siz Göteborg da dinlerarasý diyaloðun da konuþulduðu bir konferanstan geliyorsunuz. Bu kavram orada nasýl tanýmlandý? Annemarie Schimmel: Bu kavramý kesin olarak belirlemekte güçlük çektik, aslýnda kesin olarak belirlenemez. Göteborg ta, tasavvufun ne ölçüde bir


köprü görevi üstlenebileceði ve belirli bazý tasavvufî þahsiyetlerin ne ölçüde bu köprüye katkýsý olabileceði konuþuldu. Benim açýmdan bakýldýðýnda konu nisbeten basittir. Ben her birimizin yekdiðerini daha fazla anlamaya çalýþmaya yönelmesi gerektiðine inanýyorum. Beþ yýl Ankara Ýlâhiyat Fakültesi nde dinler tarihi öðrettim. Alman, hristiyan, sarýþýn genç bir kýz olarak Türk Ýlâhiyatçýlara bütün dinler hakkýnda bilgi verdim. Bu çok önemli bir tecrübe idi. RB: Bu nasýl mümkün oldu? müslüman olmayan birisi olarak nasýl Ýlâhiyat Fakültesinde öðretim üyesi oldunuz? AS: Gayet kolaydý. Burasý bir devlet üniversitesidir ve meslektaþlarým beni dikkate aldýlar. Ben ikinci doktora çalýþmamý dinbilimi üzerine yapmýþtým, yani dinbilimi konusunu iyi biliyordum, Ýslâm a karþý olumlu ve dostça bir kanaatim vardý. Türkçe yi de iyi konuþuyordum. Ve orada, yeni teþekkül eden fakültede bana bir kürsü teklif ettiler. Bu benim için tabiî ki hayatýmýn büyük þansýydý. Burada gerçekten Ýslâm hakkýnda bir þeyler öðrendim. Dersleri Türkçe verdim; bunlarýn hepsi benim için hem çok heyecan verici hem de çok öðretici oldu. Meselâ Türk gençlerin, imanlý müslümanlarýn ne kadar açýk görüþlü ve hoþgörülü olduklarýný, diðer dinler hakkýnda nasýl konuþtuklarýný, nasýl reaksiyon gösterdiklerini gördüm; bu etkileyiciydi. O zaman bir sene kadar Hýristiyanlýk hakkýnda konuþmalar yaptým; yani kelâmýný, kilise tarihini, sistematiðini ve kilisedeki ibâdet þekillerini anlattým. Dersten sonra müslümanlar, Hýristiyanlýðý

bizim pek çok Hýristiyanýmýzdan daha iyi biliyor hâle gelmiþlerdi! Buna gerçekten de deðdi. Derslerimde bir taraftan müslümanlar daha açýk bir görüþ elde ettiler, diðer taraftan ben de pek çok Ýslâmî problemi daha iyi anlamayý öðrendim. Þimdi ben dindar bir Türk ün, Hýristiyanlýðýn þu ya da bu problemi açýldýðý zaman nasýl bir reaksiyon göstereceðini biliyorum. Ýnanýyorum ki, esas önemli olan, bu karþýlýklý verim ortamý. Ýnsan, bir üstünlük hissiyle evet, þimdi birbirimizi daha iyi anlayalým bakalým dememeyi öðreniyor, bu bir iþe yaramýyor. Önemli olan, yaþanan tecrübe. Meseleye çok dikkatli yaklaþmak ve müslüman ve Hýristiyanlarýn hangi müþterek deðerleri olduðunu göstermeyi denemek lazým. Pek tabiî insan, farklýlýklarý da örtemez. RB: Ýslâm Tasavvufunda Îsâ ve Meryem adlý kitabýnýzda, Ýslâm ve Hýristiyanlýðýn, özellikle tasavvufî bakýþ açýlarýndan, nasýl birbirine yakýn olduðu ve ne çok beraberliklerin bulunduðu çok iyi anlaþýlýyor. AS: Evet. Hýristiyanlýk ve Ýslâm ýn birbirlerini karþýlýklý daha iyi anlayabilecekleri konu, tam olarak Îsâ ve Meryem. Ýslâm ýn tasavvufî literatüründe, sûfîlerin literatüründe, Îsâ gerçek bir mürþidin, en yüce velînin, kâmil sûfînin örneðidir. Kezâ Meryem de en büyük hürmete lâyýktýr. Ýþte burada, Hýristiyan-Ýslâm dialoðu için hârikulâde ve þimdiye kadar az bilinen bir þans görüyorum. Fakat kaç Avrupalý, Îsâ ve Meryem in Ýslâm dininde nasýl önemli bir rolü olduðunu biliyor? Îsâ nýn Hz. Muhammed den önce gelen


röportaj:anne marie schimmel 1.bölüm

son büyük peygamber olduðu, bâkireden doðduðu bu, Ýslâm da merkezî bir dogmadýr-, olaðanüstü bir hekim, aydýnlatýcý, kerîm, sâlih amelin büyük örneði olduðu, bütün bunlar vasat bir Avrupalý için tamamiyle bilinmeyen þeylerdir, derim. Îsâ ismi, Kur an ýn onbeþ sûresinde anýlmakta ve ona çok büyük önem atfedilmektedir. Îsâ, Cebrâil tarafýndan bâkire Meryem in rahmine üflenmiþ Rûhullah týr, O ndan bir ruh tur. Ben bir seferinde müslüman ilâhiyat öðrencilerinin önünde, pek çok Hýristiyanýn artýk bâkireden doðuma inanmadýklarýný anlatmýþtým da o zaman bir kýz öðrenci isyan ederek bana; O hâlde biz sizden daha iyi Hýristiyanýz! demiþti. RB: Fakat bâkireden doðma fikri, gerçekten de modern bir Hýristiyandan artýk beklenemez. AS: Evet, tabiî. Aslýnda Ýncil de bâkireden doðma hakkýnda hiç bir þey yoktur. Sadece genç kadýn (junge Frau) kavramý bâkire (Jungfrau) olarak tercüme edildiðinden böyle yorumlanmýþtýr. Ayrýca bâkireden doðmak bütün dinlerde rastlanan bir þeydir. Kurtarýcý ya da Kahraman ayný þekilde özel bir tarzda doðar. Bu Buda da var, Zerdüþt te var, Büyük Ýskender de var, hepsi bâkireden doðumdur. Ama Kur an ýn 19. sûresinde, bâkireye [Meryem] meleðin deðdiði ve sonra çölde çocuðunu dünyaya getirdiði gerçekten belirtilmiþtir. Eðer bu özel anlamý olan mitolojik bir ifâde olarak alýnýrsa, (yani Meryem in dýþarýdan hiç lekelenmemiþ olduðu anlamýnda) böyle

kabul edilebilir. Fakat týbbî bakýþ açýsýyla bakýlýrsa tabiî ki kabul edilemez. Ýslâm ýn tasavvuf geleneði içinde Meryem, Allah ýn rahmeti ile en yüce hikmeti doðurabilmiþ olan insan ruhûnu temsil etmektedir, ama genel olarak dînî gelenekte de Meryem seçilmiþtir ve diðer bütün insanlara üstün kýlýnmýþtýr. Kur an ýn isim ile zikrettiði tek kadýndýr. Literatürde de onun adý sýkça geçmektedir, pek çok metinde waliyya, Allah dostu/sevgilisi olarak methedilmektedir; seçkin/þerefli bir kadýn -bilhassa Hindistan daki Moðol hânedânýnda- Maryam zamânî yani zamanýn Meryem i ünvânýyla taltif edilmektedir. Dinlerdeki beraberlikleri ortaya koyan bu tür çalýþmalarýn çok daha fazla yapýlmasý gerektiðine inanýyorum. RB: Siz çok özel olarak Ýslâm ýn tasavvufî boyutlarýyla meþgul oldunuz ve sizin tasavvuf tarihi çalýþmanýz uluslararasý planda büyük bir temel eser olarak kabul ediliyor. Þu anda ABD ve Avrupa da tasavvufa, iyi bir anlayýþýn tesisi ve Ýslâm a yakýnlaþma vesilesi olabilecek büyük bir ilgi var. Tabiî bu ilgi aslýnda nereden geliyor sorusunu da sormak lâzým. AS: Tasavvufa, Ýslâm mistiðine olan bu ilgi, bir taraftan Ýslâm ýn kötü tanýtýlmasýna karþýlýk doðmuþ saðlýklý bir reaksiyondur. Diðer taraftan ise insanlar, sadece maddî þeylerin olmadýðýný farkediyorlar. Fakat iþin kötüsü, çok þey yüzeyselleþtirilmekte, tasavvuf, esoterizm [bât?nîlik] ile karýþtýrýlmakta ve insanlar Ýslâm tasavvufunu esoterik gülsuyu olarak görmektedirler. Ancak insan tasavvufî yolu gitmek gerçekten


istiyorsa ya da kendisini oraya doðru çekilmiþ hissediyorsa, bu çok çok çetin bir iþtir. Tabiî insan, Amerikalýlar gibi yapabilir, sadece büyük mürþidlerin þiirlerinden zevk alabilir. Amerika da 13. yüzyýlýn büyük mutasavvýfý Celâleddin Rûmî nin þiirleri þu sýra bestseller ve tamamen yanlýþ tercümelerle. Bu meselede doðrusu beni bu üzüyor. Fars ve Arap þiirini tercüme eden insanlar düþünmüyorlar ki bu iþte lisan, lisan olarak -Goethe nin dediði gibi- büyük rolü oynuyor. Yani insan, belirli semboller ve resimlerle çok özen gösterilerek form verilmiþ olan bir þiiri, doðru olmayan bir þekilde özensiz, serbest beyitler, ya da nesir þeklinde tercüme edemez, böyle olursa þiirin bütün câzibesi gider! Tabiî sýkýcý ve zayýf (profesyonellikten uzak) beyit tercümeleri de yapýlmamalý. Fakat Rückert in de gösterdiði gibi, bir orta yol var. Yine de ben özellikle Arapça ve Farsça þiirlerde, en azýndan bir ölçüde- beyit formunu korumanýn çok önemli olduðu kanaatineyim. Bu yüzden tercümelerimi kýnayan bazý kiþiler oldu. Bazýlarý için bu yeterince modern deðil; ama en azýndan doðru. Bundan baþka insanlarýn, bir mutasavvýf þâirin ne kastettiðine dâir izlenimlerinin tamamen yetersiz kalmasý da, sýklýkla klasik metinlerin yanlýþ nakledilmesine dayanmaktadýr. Eðer bir tercüme, metni sulandýrýrsa ve onun orijinal keskinliðini alýrsa ortaya böyle pek çok insana hitâb eden bir puding çýkar. Ama tasavvuf öyle basit bir iþ deðildir. RB: O halde tasavvuf nasýl anlaþýlmalýdýr? AS: Bu konuda muazzam bir literatür var,

ancak bunun hakkýnda yazmak hemen hemen imkânsýz. Tasavvuf en geniþ anlamda, Bir olan hakikatin bilinmesi olarak târif edilebilir. Bu bir olan hakikat, ister hikmet , ister nur , ister aþk, ya da hiç diye isimlendirilsin, farketmez. Ama böyle bir târif sadece bir yol gösterici olabilir. Çünkü mutasavvýfýn gayesi normal bir bilme/tanýma iþlemi olarak anlaþýlýp ifâde edilemez. Onun gayesi ifâde edilemeyecek, felsefî ya da aklî olarak keþfedilemeyecek olan Hakikat e ulaþmaktýr. Kalbin ayrýlýp geldiði anavatana duyulan hasret, bütün mutasavvýflarýn ana konusudur. Maddî âlemde hapiste olan kalp, gurbette yaþadýðýný ve anavatana dönmeyi öðrenmesi gerektiðini bilir ya da tecrübe eder. Anavatana dönüþ yolunda çok çetin ruhânî mücadeleler bulunmaktadýr ve sadece çok azý hedefe ulaþabileceklerdir. Tasavvuf klasiklerinden biri olan Feridüddin Attar ýn Matýku t-tayr eseri bunu anlatýr: Çok uzaktaki daða sadece az sayýda seçilmiþler ulaþacaklardýr; o daðda mitolojik kuþ Simurg yaþar ve bu þunu anlatýr ki, onlar sadece kendi içlerinde bulunana eriþmiþlerdir. RB: O hâlde tasavvufî yola, sadece az sayýda kimse tarafýndan eriþilebilir. Ancak sûfîlerin, kendi tecrübe ve hasretlerini târif için kullandýklarý tasvirler pek çok insana hitâb eder görünmektedir. Siz Mistik ne kadar evrensel? isimli çalýþmanýzda, tarih boyunca mutasavvýflarýn öneminin, -Ýslâm ve Hýristiyanlýkta ayný ölçüde- ve halkýn dindarlýðý açýsýndan da- ne kadar büyük


röportaj:anne marie schimmel 1.bölüm

olduðunu vurguluyorsunuz. Hiçbir zaman kýlý kýrk yaran kelâm ve bilimsel tetkiklerle meþgul olmayan mutasavvýflar, dogmalarýyla ve çetrefilli ritüellerle kavranamaz hale gelmiþ dinî sistemden uzak duran bütün herkesi kendilerine çektiler. R.B:Tasavvuf, Hýristiyanlýk ve Ýslâm arasýnda bir köprü olabilir mi? AS: Yakýn zamanda bir meslektaþýmla bu konuda görüþtüm. O tasavvufun bu hususta bir köprü olabileceðine inanmadýðýný, çünkü hristiyanlarýn artýk tasavvufun ne olduðunu bilmediklerini söyledi. Bu konuda tabiî bir yönden haklý. Bizden kim aziz Teresa veyâ Franziskus gibi yaþayabilir? Zîrâ bizde bu kilisenin þekillendirdiði Mistik, aydýnlanma dönemiyle birlikte yok oldu ya da çok fazla arka plana itildi. Ancak tasavvufun köprü olabileceði söylenirse bu, insan harflere yapýþýp kalmasýn, tam tersine dînin hakikatine dayansýn, demektir. Mutasavvýflar hep bunu yaptýlar. Nathan Söderblom ve Friedrich Heiler, peygamberî ve tasavvufî dindarlýk arasýnda ayýrým yaptýlar. Peygamberî olan, spontan Allah tecrübesi ile kendisini gösterir. Bunu Eski Ahit in peygamberlerinin tecrübelerinden tanýyoruz; Hz. Muhammed in tebliðinde de bulunuyor, ayný þekilde farklý dinlerdeki reform yapanlarda da böyledir. Jesaia ya vazife verilmesi buna bir örnektir. Peygamberî monoteizm ekslüsiv dir ve þu çýkýþ noktasýndan hareket eder: Sadece bir Allah vardýr, baþka her þey yalandýr. Müslümanlarýn

Kelime-i Þehâdetlerinde bunun tam bir tasviri vardýr; ilk kýsýmda denir ki Allah tan baþka ilâh yoktur , O olmayan her þey günahtýr ve gerçek dýþýdýr. Peygamberî dindarlýkta, vahyeden bir Allah ýn hâkimiyetini dünyada yaymak söz konusudur. Buna mukabil mutasavvýflarýn temsil ettiði moneteizm, inklusiv dir, yani ilâhî prensip -ne þekilde isimlendirilirse isimlendirilsinher þeyi kaplar. Bütün zuhurlarda ilâhî olanýn izi vardýr. Söderblom bunu bir defasýnda þöyle ifade etti: Dinlerde iki tür hayýr demek vardýr. Peygamberî hayýr Allahtan baþka her þeyi, doðrudan ona dayanmayan ve ona götürmeyen her þeyi reddetmek demektir. Bu çeþit hayýr ekslüsiv dir, tebliðe dayanýr. Bir de tasavvufî hayýr vardýr, bu ise, insanýn Allah olmadan açýklayabileceði hiçbir þey olamaz, her þey bir bütündür, O her þeydedir, O nun olmadýðý bir þey yoktur, O her þeyi kuþatýr, demektir. Bu iki nokta dâimâ iyi anlaþýlmalýdýr. Fakat bu iki tip dinî tecrübeyi salt formlar olarak görmek yanlýþ olur, her tecrübenin ve maarifetin sonsuz gölgeleri vardýr. Þâyet öteki ni anlamak istiyorsak bunu da düþünmek zorundayýz. Devam edecek...

(Çeviren: Dilek Güldütuna) Kaynak: Interreligiöser Dialog-Schlagwort oder Chance?, GTB, Gütersloh 2000, ss.106119.


Annemarie Schimmel in mezarý, üzerinde Arapça ve Almanca: Ýnsanlar uykudadýrlar, ölünce uyanýrlar , hadisi yazýyor.


CEMÂLNUR SARGUT TAN DEKORASYON



görüþmek üzere...

yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.