Her Nefes - Aralık 2012 / Hacı Bayram-ı Velî

Page 1

ARALIK 2012

39.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

hacý bayram-ý velî


EDÝTÖR DEN...

Merhaba Dostlar, Bu sayýmýzda maddî mânevî sultanlara hocalýk etmiþ bir güzeller güzeli Hakk âþýký sultâný anlatmaya çalýþacaðýz. Öyle bir gönül güzeli düþünün ki, onu yetiþtiren hocasý, eðitimini Alâaddîn Ali Erdebilî nin yanýnda Erdebil de tamamlamýþ ve Bayezid-i Bistâmî'nin rûhâniyetinden mânevî terbiye almýþ olan Þeyh Hâmid Hâmiduddîn-i Velî ya da daha âþinâ olduðumuz ismi ile Somuncu Baba . Safev îyye tarikâtýnýn Anadolu ya yayýlmasýnda etkin faaliyetlerde bulunmuþ büyük bir mutasavvýf Ýþte bu ayki sayýmýzda dilimiz döndüðünce anlatmaya çalýþacaðýmýz bu çok özel mürebbînin çok özel ve müstesnâ yegâne öðrencisi Hacý Bayrâmý Velî Hazretleri Öyle bir talebe ki, talebi ve talebeleri birbirinden hayýrlý Düþünün ki kendisi Bayramiyye Tarikati kurucusu .. Birbirinden özel öðrencileri ise neredeyse kendilerini yetiþtiren hocalarý kadar meþhur. Bu çok özel hocanýn, çok özel talebeleri arasýnda Ýslâm Tasavvufuna çok önemli katkýlarý olan isimler var. Damadý Eþrefoðlu Rûmî, Bayramiyye tarikatinin Celvetîyye kolunun kurucusu Þeyh Akbýyýk, Bayramiyye tarikatinin Melâmîyye kolunun kurucusu Býçakçý Ömer Dede (Þeyh Emir Sýkkinî), Göynüklü Uzun Selâhaddin, Edirne ve Bursa ziyâretlerinde talebeliðe kabul ettiði Yazýcýzade Ahmed (Bîcan) ve Mehmed (Bîcan) kardeþler ile Fatih Sultan Mehmed Han ýn hocasý ve ayný zamanda Bayramiyye tarikatinin Þemsîyye kolunun kurucusu Akþemseddin Hazretleri var. Evet Yine kelâmýn bittiði ve inþaallah kemâlin baþladýðý noktadayýz. Kusurlarý bizlere, taltifleri dergiyi bu topal karýncalara yaptýrana Âlemlere ve bizlere Rahmet olarak gönderilen yegâne mürebbimize lâyýk olmak niyâzýyla efendim... Yosun Mater



SOHBETLER...

"Bayram Velî Hazretleri Anadolu'nun çivisidir. Ehlûllah, kabir ehli deðil, hayat ehlidir." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 303)

** Meclisten, Çalabým bir þar yarattý Ýki cihan arasýnda Bakýcak dîdar görünür O þârýn kenâresinden mýsrâlarýnýn tefsîri ricâ edilmesi üzerine: "Þardan maksat, cem'ü'l-cem ve hakîkat mevkiidir. Yaratmak, mânâdan sûrete geçmektir. Cihânýn biri hüviyet, diðeri eniyet'tir. Tâhâ sûresinin innenî enallah ("Þüphe yok ki ben'im, ben Allah. Benden baþka hiçbir Tanrý yoktur...") âyet-i kerîmesindeki innenî hüviyet, ene , eniyettir. Sonra Allah geliyor. Ýki dünya arasýnda yâni mânâ ile sûret arasýndaki kimse için, dîdârýn görünmemesi diye bir þey yoktur. Herkes görebilir. Yalnýz câhiller göremezler. Çünkü kalplerinde cehil perdesi vardýr. Onun için görünmüyor, görünmez, derler. Bunlarýn o dîdârý görmemelerine sebep, kendi cehilleridir. Hazret-i Niyâzî'nin: Hak'tan ayan bir nesne yok Gözsüzlere pinhân imiþ demesi iþte bunun içindir."

(Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 436-437)

"Ak Þemseddîn Hazretleri Hacý Bayram Velî'nin halîfesidir.


Bayram Velî Hazretleri, nefsini kýrmak için zaman zaman müritleriyle þakalaþýrdý. Bu hâl ise Ak Þemseddîn Hazretleri'nin hoþuna gitmezdi. Bu târihlerde de Zeynel Hâfî Hazretleri'nin nâmý þöhret bulmuþtu. Ak Þemseddîn Hazretleri, içindeki kýrýklýk dolayýsýyle Bayram Velî Hazretleri'nin yanýndan ayrýlarak yollara düþtü ve günlerce yürüdükten sonra Halep'e geldi. Fakat o gece rüyâsýnda kendisini Ankara'da ve boynunda da bir zincir olduðu halde Bayram Velî Hazretleri'nin kapýsýnda gördü. Ýþâret açýktý. Hemen ertesi gün Ankara'ya hareket etti. Þehre vâsýl olup Hazret'in huzûruna vardýðýnda, Bayram Velî Hazretleri derviþlerine yoðurt ve buðdaylý ekmekten mürekkep güzel bir yemek çýkarmýþ, derviþler de öbek öbek oturmuþ yiyorlarmýþ. Ayný zamanda köpekler için de ayrý bir sofra hazýrlanmýþ. Ak Þemseddîn Hazretleri huzûra girdiði zaman þeyhinden hiçbir iltifat göremeyince doðruca gidip köpeklerin sofrasýna oturarak yemek yemeye baþlamýþ. Bu sýrada Bayram Velî Hazretleri, içeri girerek manzarayý görünce Gel beri be köse... Beni çabuk avladýn! buyurmuþ. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 303)

** "Hacý Bayram Velî Hazretleri'nin þeyhi, Þeyh Hâmid Hazretleri'dir. Bu zat, zahir ve bâtýn ilimlerini kendinde toplamýþ bir sultandýr. Bir gün müritlerinden biri, biri kendisine diðeri de Þeyh Hâmid Hazretleri ne âit olmak üzere iki tarla ayýrmýþ. Fakat iþe bakýn ki þeyhin tarlasýnda o sene hiç mahsûl olmamýþ. Mürîdin tarlasýnda ise pek çok. Mahsûl zamaný mürit, þeyhini tarlalara götürmüþ. Þeyhi Hangisi benim, hangisi senin? buyurunca, mürit, mahsûllüyü yâni kendi tarlasýný þeyhininki olarak göstermiþ. O zaman Þeyh Hazretleri Allah Allah... þimdiye kadar hiç hatýrla¬mýyorum ki Allah'ým bana böyle dünyalýk versin... Bu acaba hangi hatâmýn cezasýdýr? buyurmuþ." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyat, Ýstanbul, Eylül 2000, s. 345)


Hacý Bayrâm-ý Velî de

TASARRUF

Tasarruf, halîfenin, halîfesi olduðu varlýðýn güç ve yetkilerini taþýmasý hâlidir. Yani sonsuz güç ve kudret sahibi Allah, varlýkta dilediði gibi tasarrufta bulunduðuna göre, mutlak bilgiye, irâdeye ve kudrete sahip velî de ayný tasarrufa sahiptir. Daha doðrusu insâný kâmil, Hakîkat-i Muhammedî olmasý hasebiyle kendi varlýðýndan soyunduðu için Allah onunla kullarý üzerine tasarruf eder. Anlaþýlýyor ki, Muhammedî hakîkat, Allah ýn halîfesi, nebî ve velîler de Hz. Muhammed in halîfesidirler.

cemâlnur sargut

Tasarruf ehli, makam-ý cemü l cem de bulunan gruptur. Tevhid mertebelerinin altýncýsý, bekanýn da son makamý olan bu hâl, Hak ile halkýn, vahdet ile kesretin buluþma yeri olup, bu makamda olanlar Hak ile iken halký, halk ile iken Hakk ý müþâhede ederler. Kur an da, bu makama Enfal/17 ile iþâret edilir. (Attýðýn zaman sen atmadýn, ancak Allah attý.) Görülüyor ki, Hak bu makama fiilerinin libâsýný giydirmiþtir. Hür bir makam olan bu makamdaki kâmil, tek kelimeyle kulluk mertebesindedir. Bu mertebenin hakîkî sahibi Hz. Muhammed dir. Bu yüzden Allah, Ýsrâ Sûresi nin 1. âyetinde Kulu Muhammed i diye baþlar. Ýbn Arabî bu âyet hakkýnda der ki: Böylece onu sýrf abd (kul) yapmýþ, gece yürüyüþü de dâhil her þeyden soyutlamýþtýr.

Böylece Hak onu herhangi bir fiili iþlemekte Rubûbiyetten pay sahibi olmayan mecbur bir kul yapmýþtýr. Hakîkî kulluðun en güzel anlatýmý, Ýbn Arabî ye göre ay sembolüdür. Onun kendine âit hiçbir ýþýðý yoktur; Allah onun bütün ýþýklarýný söndürmüþtür, karanlýk olan cismi ile Allah ýn nur ismine mazhar olur, az veya çok, güneþ ýþýðýndan kendisinde hiçbir þey bulunmaz. Ýnsan-ý kâmilin aynasýnda kendi zâtýný ve aynýný ve zâtýndaki esmâ-ý hüsnâ a yânýný her yönüyle müþâhede eyledi. Cemâlini onda ortaya çýkarmýþtýr, zat onda tecellî etmiþ, sýfat ve isimlerinin hepsi tam olarak onda görünmüþtür. Zîrâ her þeyin kendini kendinde görmesi, baþka þey gibi olan þeye tecellî edip onda kendi sûretini görmesi gibi deðildir. Yani aynaya bakmak gibi deðildir. Öyleyse insân-ý kâmil zâtýn mazharýdýr ve mutlak varlýk olan Hakk ýn aynasýdýr. Ýlâhî isim ve sýfatlardan ve iþlerinden, onun bâtýnýnda olmayan hiçbir þey yoktur. Onunla ilgisi olmayan hiçbir yaratýlmýþ özelliði de mevcut deðildir. Yani varlýk sayfasýnda yaratýlmýþ olanlarýn her birinin ve yaratýlacak olanlarýn her harfinin onunla ilgisi vardýr. Onun dâiresinin dýþýnda hiçbir þey ortaya çýkmadýðýndan Hakk ýn zâtý, küllî ve cüz î olarak tam mânâsýyla onda tecellî eylemiþtir. Zat güneþi, onun yüzünden parlamýþtýr, Hakk ýn gizli sýrlarý onunla meydana çýkmýþtýr. Zat ibâdetleri onunla tamamlanmýþ, ilâhî mârifet onunla hâsýl olmuþtur... Bundan dolayý insân-ý kâmil Hakk ýn ve halkýn kýblesidir. Zîrâ her þey ona yönelmiþtir. Feyiz de ondan gelir


(Tahir Galip Seratlý, Vahdet-i Vücud ve Tevhid Risâleleri, Furkan Kitaplýðý, Ýstanbul, 2006, s.272273).

Hz. Harakânî de bu hâlini þöyle anlatýr: Kendime deðil Allah a hayret ediyorum! Farkýnda olmaksýzýn iç dünyamda bunca pazarlar meydana getirmiþ, daha sonra da beni ondan haberdâr etmiþtir. Yüce Allah ýn ulûhiyetinde iþte bu kadar âciz kalmýþýmdýr (Attar, Tezkîretü l Evliyâ II, S. 254). Allah Teâlâ nýn bir avuç toprak ve sudan ibâret olan bir mahlûka bana yaptýðý kadar iyilik yapacaðýný kat iyen bilmezdim. Hz. Mustafa dan sonra bu lûtuf bana geldi. (Attar, Tezkîretü l Evliyâ II, S. 254) Hz. Peygamber ise Ziyâretin hayýrlýsý, ziyâret edilenin yok olmasýdýr der. Bursevî ye göre de, hakîkî kul olan kutup, Abdullah týr. Ayný zamanda Abdülcâmî dir, yani bütün ilâhî isimleri kaplar. Ezelî saflýðý en ileri seviyede olup, nefsâniyeti ruhâniyetine dönüþmüþ, iðreti meþreplerden soyunarak Hakk ýn irâdesinde erimiþ ve hürriyete ulaþarak Allah ýn ondan tasarruf ettiði bir hiçlik hâline gelmiþtir. Bu kiþinin cesedinden, nefsinden ve rûhundan þeksiz þüphesiz Allah tecellî eder. Böyle bir kiþinin bütün varlýðýný Rabbi kaplamýþ olduðundan, kul, Rab ayný gerçekte birleþir. Onun ilmi ilm-i ledun olup, evvel âhir, zâhir, bâtýn birleþmiþ, hem zâhire hem bâtýna nazar edebilme özelliðini kazanmýþtýr. Görülüyor ki bu makam, Hak için kâmil bir aynaya dönüþen kiþinin makamýdýr.

Konevî de Hadîs-i Erbain de buyuruyor ki: Eðer Hakk ýn varlýðýnda fânî olup onunla beka bulsaydýnýz elbette her þeye karþý bir tasarruf sahibi olurdunuz. Sultan Veled diyor ki: Tanrý ufak tefek þeylere bizzat karýþmak ve tasarruf etmekten çok yüksektir. Bu müdâheleyi bir hülâsa olan kutup vâsýtasýyla yapar. Yapacaðý iþleri ona havâle eder. Bundan da geri kalan ulvî, süflî, nur, ilim ve mârifetten ibâret nâmütenâhi parçalara her birinin istidâdý ve yakýnlýðý nisbetinde gider. (Sultan Veled, Maarif, Ataç Yayýnevi, Ýstanbul, 2009, s. 261) Kenan Rifâî Hazretleri de, bütün mahlûkatýn Hakk ýn kudret ve tasarrufu olduðu konuþulduðu bir anda, Eðer canân yolunda can ve baþ fedâ ediyorsan, eðer sâdýk ve eðer âþýk isen sakýn kendinde bir varlýk görüp kendine güvenme... iftihar edip ne mutlu bana! deme. Çünkü sana bu vazifeleri veren, bu hayýr yolunda vazifeli kýlan Allah týr. Nasýl ki, tiyatroda, sinemada rejisör istidatlara göre rol tevzî eylemiþ ise, sen de ezelde üstüne verilmiþ olan vazifelere îfâ eyliyorsun, o kadar... (Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 2000, s. 231). Fakat zamanýn babasý yani zamana tasarruf edici olup da Hakk ýn tecellîsinde mahvolanlar, her bir zuhurda bir nur cilvesi görüp dâimî zevkte olurlar. Bil ki, zuhûrun gereði hem kabz ve bast, yani darlýk ve ferahlýk, hem celâl ve cemâldir ki, bu tecellîler birbirinden ayrý deðil, birbirine eþtir diyor (Kenan Rifai, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul: 2000: s. 304).


Mýsrî Niyâzî ise bu hâli; Ey Niyâzî katremiz deryâya saldýk biz bugün Katre nice anlasun umman olan anlar bizi, diye anlatýr.

cemâlnur sargut

Ýnsan-ý kâmilin tasarrufu bazý deðiþik þekillerde zuhûr eder. En üstün olaný mûcizedir ki peygamberler eliyle âþikâr olur. Allah dostlarýnýn eliyle meydana gelen kerâmet, Allah ýn lûtfu ve inâyetidir; nefis terbiyesiyle kerâmete erilmez. Allah düþmanlarýnýn eliyle meydana gelen kandýrmaca ya da sihirbaz, medyum gibi adlarla anýlan kiþilerin eliyle meydan gelen göz boyama, el çabukluðuna dayanan olaylar, bilim ve teknolojik geliþlmeler yoluyla anlaþýlan icat ve hususlar tasarrufun kapsamý içine girerler. Tasarrufun en çok karýþtýðý kavram, himmet olup kulun bir þeyi elde etmek için kalbinin bütün gücüyle Hakk a yönelmesi ve ermiþ kiþilerin maksadý hâsýl eden, iþ bitiren ve dilediklerini yerine getiren mânevî gücüne himmet denir. Ýbrahim Kasar, Her insanýn deðeri himmeti ölçüsündedir, himmeti dünya ise bir deðeri yoktur, himmeti Allah rýzâsý ise ona deðer biçilmez der. Demek ki himmet, yaygýn bir þekilde yardým etme, yönlendirme, kalbi kötü duygu düþünce ve meyillerden temizleme, mânen yükseltme ve kalbe feyiz verme anlamlarýnda kullanýlýr. Genellikle mürþidin müride himmetinden bahsedilir. Ýbn Arabî himmeti, yoðunlaþtýrýlmýþ ilâhî enerji olarak anlatýr ve geçici olarak yaratma gücü veya bilgi

edinme metodu ve gücü diye iki bölümde inceler. Bu da Hakk ýn insaný beþerlikten insan haline getirme gücünü, ârifin vâsýtasýyla gerçekleþtirmesi demektir ve yalnýz ârif ve insan-ý kâmil için mümkündür. Ahmed Avni Konuk Ýnsanlar bazý þeyleri hayâl ederler; ârif olan, hayâl ettiði þeyi himmet gücü ile dýþ dünyada da görünür hâle getirir, himmet bu þeyin rûhu mesâbesinde geçer; diðer insanlarýn ise sadece hayâllerinde kalýr diyor. Ýbn Arabî nin himmete yüklediði ikinci anlam ise Ýzutsu tarafýndan þöyle açýklanýr: Pratikteki vechesi bakýmýndan, eþyanýn teshir altýna alýnmasý demek olan himmet, bilgi edinmeye yönelik vechesi bakýmýndan, varlýðýn esrârýna nüfûz etme ama aklýn hükümran olduðu bölgenin ötesinde kalan bir kudret olma özelliðine sahiptir. Bu bakýmdan Ýbn Arabî nin Fusus unun bir pasajýnda varlýðýn gerçek hakîkatinin ancak himmetle techiz edilmiþ bir kul tarafýndan bilinebileceðini beyân etmesinin de çok anlamlý olduðunu söyleyelim. Himmet aslî olarak, bir ârifin bütün ruhânî güçlerini belirli bir noktaya teksif etmesinden ve bu güçlerin yoðunlaþtýðý kalbinin de belirli bir istikamete yönlendirilmesinden ibârettir. Tekrar tasarrufa dönersek, âriflerin himmetlerini istedikleri þeye yöneltip onda tasarruf ettiklerini görüyoruz. Buradaki en önemli nokta þudur ki, ârif aczini ve eksikliðini bilir, tasarrufa gücü olmadýðýný ve kendisinin Hakk ýn elinde bir araç olduðunu idrâk eder, Efendisi


ne isterse sadece onu yapabileceðini bilir. Bazen de ârif, Allah ýn kendisine lûtfettiði bu ârýzî irâdeyi kullanmaya edeb eder. Zîrâ bilir ki, Allah tan baþka bir varlýk yoktur, üzerinde tasarruf edecek bir varlýk da yoktur. Bu durumda mârifeti onun tasarrufunu engeller. Anlaþýlýyor ki bu durumda iki makam bulunmaktadýr; tasarrufun yapýldýðý makam beka ve tasarrufu terk, fenâ. Ölümden sonra tasarruf ise çok daha kolay olmalýdýr ki, Hz. Ali, Siz beni bir de kýlýç kýnýndan çýktýðýnda görün buyurur. Abdülkadir Geylânî, Ebu l Hasan Harakânî, Hz. Mevlânâ, Ýmam Rabbânî gibi örnekler ölümden sonra tasarrufa en güzel delildirler. Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri nde, kendi beyanlarýnda da olduðu gibi, tasarrufu çeþitli vecheleriyle görmek mümkündür. Gerek Ýstanbul un alýnýþýnda, gerek Akþemseddin Hazretleri nin intisâbýnda, gerekse de Türk Cumhuriyeti nin kuruluþunda ve Ankara nýn baþkent oluþunda hayretle Allah ýn onun varlýðýyla tasarruf ettiðini müþâhede ediyoruz. Ezelî ve ebedî Hayy olan mübârek varlýðýnýn hâkimiyeti, onunla kalbi arasýnda iliþki kuran her kulda tecellî eder. Yüce Rabbim, sevgilisinin lûtfunu üzerimizden eksik etmesin. Âmin.

Hiçbir sosyolog, psikolog Mevlânâ yý bilmeden sosyolog ve psikolog olamaz; öyle olursa ilminde eksiklik var demektir. Böyle baktýðýmýz zaman görüyoruz ki günümüz, bütün ilimleri birleþtiren mânevî ilmin daha ön planda olduðu hakikati içermektedir.


asuman sargut kulaksýz

yolcu nereye gidiyorsun? Bak yine koþuþturmakla akþamý ettin, Dünya iþi yapa yapa biter zannettin, Ýleri mi geri mi, biraz yol katettin, Peki ama yolcu, nereye gidiyorsun? Bile bile bir gün ölümün geleceðini, Biriktirirsin gönlünde hýrsýný kinini, Nefsin için kaç kez kýrdýn kim bilir kimi! Ýyi hoþ da yolcu, nereye gidiyorsun? Peki, en iyi okullarda okudun, Üstelik en mükemmel iþi sen kurdun. En güzel ev, en çalýþkan çocuk, kýyafet kusursuz, Yine de sen en huysuz, en huzursuz... Çýlgýn bir tempoda geçmekte günler, Durup düþünemeden bu ömür biter, Dünya döner, güneþ döner, kâinat döner, Döne döne sen yolcu, nereye gidiyorsun?



derleyen: oya yýldýran

hacý bayrâm-ý velî

Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri, 15. yüzyýlda Anadolu Türk birliðinin yeniden saðlanmasýnda en az politik ve askerî güçler kadar etkili olan Anadolu sûfîlerinin en önemlilerinden biridir. Asýl adý Nûman olan Hacý Bayrâm-ý Velî nin, Ankara nýn Solfasol köyünde H.753/M. 1352-53 yýlýnda doðduðu kabul edilmektedir. Babasýnýn adý Koyunluca Ahmet, annesinin adý Fatma Haným dýr. Abdal Murat ve Safiyüddin adlý iki kardeþinin olduðu bilinir. Hz. Hacý Bayrâm-ý Velî, aldýðý medrese eðitiminin ardýndan, Ankara da Melike Hatun isimli bir hayýrseverin yaptýrdýðý Kara Medrese de müderrislik yapmýþtýr. O zamanki medreselerin günümüzün üniversite ve fakültelerine, burada ders veren müderrislerin ise günümüzün profesörlerine karþýlýk geldiði düþünülebilir. Hacý Bayrâm-ý Velî, Somuncu Baba olarak da bilinen Þeyh Hamîd-i Aksarayî den gelen dâvet üzerine Aksaray a gitmiþtir. Bu buluþma Kurban Bayramýnda gerçekleþtiði için þeyh hazretleri, kendisine Bayram lâkabýný vermiþtir. Hacý Bayrâmý Velî, o günden sonra Nûman ismi yerine Bayram ismini kullanmýþtýr. Kaynaklarda Hacý Bayram a Hacý Paþa , Þeyh Hacý Paþa , Sultân-ý Rûm ve Þeyhü-l Rûm denildiði de görülmektedir. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte, muhtemelen 1394 de Þeyh Hamîdüddin ile birlikte Bursa ya giden Hacý Bayrâm-ý Velî orada Çelebi Sultan Mehmet medresesinde (Yeþil Medrese) müderrislik yapmýþtýr. Daha sonra þeyhi ile birlikte Bursa dan ayrýlan Hacý Bayrâm-ý Velî, üç yýl süren Þam, Mekke ve Medine yi


kapsayan hac yolculuðuna çýkmýþtýr. Bu yolculuktan sonra Aksaray a gelmiþlerdir. H.815/M.1412 yýlýnda þeyhin vefâtý üzerine Hacý Bayrâm-ý Velî Ankara ya dönmüþtür. Bundan sonra Hacý Bayrâm-ý Velî sadece müderris deðil, Hamîd-i Aksarayî nin halîfesi ve kendi adýyla anýlan Bayramîlik tarîkatýnýn þeyhidir. Bugünkü Ulus meydanýnda, yüksekçe bir tepe olan eski Hýristiyan Ogüst mâbedine bitiþik bir tekke inþâ edilir. Müritlerini el emeði ile geçinmeye, yani topraðý iþlemeye ve el sanatlarýna yönlendirmiþ, kendisi de buðday, arpa, burçak yetiþtirerek onlara örnek olmuþtur. Bu þekilde Anadolu ya Orta Asya dan gelen Türk göçerlerin yerleþik hayata geçmesini saðlayarak Türk birliðinin saðlanmasýnda önemli rol oynamýþtýr. Hacý Bayrâm-ý Velî nin eserleri olarak birkaç ilâhî gösterilebilir. Pek çok kaynakta farklý rakamlar olmakla birlikte dört þiirin hazrete âit olduðuna dâir fikir birliði vardýr.Bununla birlikte kendisine atfedilen pek çok þiir de bulunmaktadýr. Bayramîlik yayýlýrken Edirne de Sultan II. Murad Han 1421 yýlýnda tahta geçer. Tarîkatýn yaygýnlaþmasý, kimi çevrelerde korku ve kuþku uyandýrýr ve Hacý Bayrâmý Velî Hazretleri padiþaha þikâyet edilir. Sultan tarafýndan Edirne ye dâvet edilen hazret, yanýna öðrencisi Akþemseddin i de alýr. Sultan daha ilk görüþte Hacý Bayrâm-ý Velî den etkilenir. Yaklaþýk iki ay Edirne de kalan hazret, padiþah ve vezirlere çeþitli tavsiye ve telkinlerde bulunur. Sultan, bu büyük velîye olan sevgisi sebebiyle müridlerini vergiden affeder. Hazret, Edirne ye birkaç kez gider. Yapýlan son yolculukta, Ýstanbul un Fâtih

Sultan Mehmet tarafýndan fethedileceði müjdesini Sultan II. Murad a verir. Hacý Bayrâm-ý Velî nin öðrencileri arasýnda Akþemseddin, daha sonra damadý olan Eþrefoðlu Rûmî, Akbýyýk Sultan, Yazýcýoðlu Mehmet, Ahmed Bîcan ve Germiyanoðlu Þeyhi sayýlabilir. Hacý Bayrâm-ý Velî nin üç kýz, beþ erkek çocuðu olduðu, kýzlarýndan sadece Eþrefoðlu Rûmî ile evlenen Hayrunnisâ nýn ismi bilinir. Oðullarýnýn adlarý Þeyh Ahmet Baba, Ethem Baba, Baba Sultan, Ýbrahim ve Ali dir. Bu topraklarýn mânevî bekçilerinden olan Hacý Bayram-ý Veli Hazretleri, H.833/M.1429-30 yýlýnda Hakk a yürümüþtür.


sen seni bil

Hacý Bayrâm-ý Velî Bilmek istersen sen seni Can içinde ara caný Geç canýndan bul aný Sen seni bil sen seni Kim bildi ef âlini Ol bildi sýfatýný Anda gördü zâtýný Sen seni bil sen seni Kim ki hayrete vardý Nura müstaðrak oldu Tevhid-i zâtý buldu Sen seni bil sen seni Bayram özünü bildi Bileni anda buldu Bulan ol kendi oldu Sen seni bil sen seni



hüseyin gökhan

harakânî den hacý bayram a vatanýn sahipleri


New York'ta West Broadway Sokaðý'ndaki dergâhýnda Feriha Haným sohbet ediyordu. Çoðunluðu Amerikalý olan derviþlere Ýstanbul'da sebze ve meyvelerin ne kadar lezzetli olduðundan söz açmýþtý. Meyvelerin kokusunun dahî farklý olduðunu söyledi. Sebebini ise daha önce hiç düþünmediðim bir þekilde açýkladý: "O lezzet, orada yatan evliyânýn lezzeti; baþka bir þey deðil..." Nasýl kâinatýn dahî Ýnsan olmadan bir anlamý yoksa, herhangi bir toprak parçasýnýn da Ýnsan onu þereflendirmeden bir deðer kazanmasý mümkün deðil. Furkan Sûresi 49. âyette þöyle buyuruluyor: "...Biz, ölü topraða can vermek, yarattýðýmýz nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik." Ölü olan bizlere nefesleriyle hayat veren insân-ý kâmillerin þereflendirdikleri topraklara da mânevî bir can verdiklerini düþündüm. Medine-i Münevvere, Hz. Peygamber'imizin (s.a.s) teþriflerinden önce Yesrib adýnda bir þehirdi. O zamana kadar herhangi bir yerken, Allah sevgilisinin burayý þereflendirmesinden sonra mübârek þehirlerden biri oldu. Atalarýmýzýn neredeyse bin yýldýr mesken tuttuklarý Anadolu nun kapýsýný da ilk önce Ebu'l Hasan Harakânî Hazretleri açtý. Alparslan, ancak onun mânevî fethinden sonra Anadolu'ya girmiþtir. Anadolu topraklarýnda kurulup tarihe damga vuran en büyük imparatorluklardan biri hâline gelen Osmanlý Devleti'nin kurucusu Osman Bey de bir anlamda mânevî icâzetini Edebâli Hazretleri'nden almýþtýr. Bu devlete en uzun süre baþkentlik yapan Ýstanbul'u da ilk þereflendiren þüphesiz sevgili Peygamberimizdir (s.a.s). Mübârek aðýzlarýyla bu güzel þehrin ismini telâffuz etmiþ ve onu fetheden komutan ve askeri övmek lûtfunda bulunmuþtur. Daha sonra sahâbesi Hz. Eyyub el-Ensârî, seksenli yaþlarýnda Ýstanbul kuþatmasýnda þehit düþerek civârýn mânevî sahibi olmuþtur. Peygamberinin asýrlar öncesinden gönderdiði iltifata ancak Sultan Mehmed Han nâil olacaktýr. "Fâtih" sýfatýný da ona Resûlullah bizzat vermiþtir. Fâtih de bu fetihte kendi baþýna buyruk deðildir. Eteðinden ayrýlmadýðý hocasý Akþemseddin, tüm kuþatma boyunca âdetâ maddî ve mânevî fethinde ona yön vermiþ, sonra usulca aradan çekilmiþtir. Kimdir Akþemseddin? Hacý Bayrâm-ý Velî'nin öðrencisi... Ýstanbul bu büyük devlete neredeyse beþ asýr boyunca baþkentlik yapar. Fânî her þey gibi Osmanlý Devleti de bir nihâyete erer belki fakat, çekirdeði sapasaðlam oradadýr. Vatanýn dört bir yanýndan toplanan mebusan, yýkýlan devletin yerini alacak ilk oluþum olan Büyük Millet Meclisi'ni açmadan önce topluca Hacý Bayram Velî Hazretleri'ni ziyâret eder. Meclis, burada edilen duâlardan sonra açýlacaktýr. Beþ asýr önce Osmanlý baþþehrinin mânevî fâtihinin hocasý, artýk yeni kurulacak cumhuriyetin baþþehrinin sahibidir.Bu yýl 89. sene-i devriyesini kutladýðýmýz Türkiye Cumhuriyeti þüphesiz herhangi bir devlet deðildir. Bu devletin kýymeti, görünüþte bu aziz millettir fakat perdenin arkasýnda Allah sevgilisi insân-ý kâmiller vardýr. Feriha Haným'ýn dediði gibi bu vatanda yetiþen sebzeden meyveye kadar her þeyin lezzetini onlar vermektedir. Bu toprakta yaþamakla þereflenmiþ olan bizlere de onlara lâyýk olmaktan baþka bir endiþe düþmemelidir.


atatürk hacý bayrâm-ý velî türbesinde...


Hacý Bayrâm-ý Velî ye yurdun koruyucusu olarak inanýldýðýna özellikle millî mücâdele yýllarýnda da þâhit olunmuþtur: Millî mücâdelenin baþkomutaný, cumhuriyetimizin büyük mimarý Mustafa Kemâl Paþa daha Ankara ya ayak bastýðý gün, Ankara nýn mânevî lideri Hacý Bayrâmý Velî yi ziyaret etmiþtir. Mustafa Kemâl Paþa, Hacý Bayram ýn türbesi önünde, büyük Pîr e Fâtiha okuyup, sonra hükümet konaðýna gitmiþtir. Bu halkýn mâneviyâtýný yükseltmiþ, millî mücâdelenin kazanýlacaðý inancýný bir kat daha arttýrmýþtýr. Bunun yaný sýra, Türkiye Büyük Millet Meclisi nin açýlýþý olan 23 Nisan 1920 günü Hacý Bayram Velî Türbesi ziyaret edilmiþtir. O gün milletvekilleri topluca Hacý Bayram Câmii nde Cuma namazýný kýlmýþ, Kur âný Kerîm okunmuþ, salâvat getirilmiþ, duâ edilmiþ ve Hacý Bayram Velî nin sancaðý alýnarak, açýlýþ için meclis binasý önüne gelinmiþtir. Muvaffak Ýhsan Garan ýn ifâde ettiðine göre Hacý Bayram Câmii nde hutbeyi ve duâyý bizzat Mustafa Kemâl okumuþtur. Bu durum, o tarihli Hâkimiyeti Milliye Gazetesi nde þu cümlelerle yer almaktadýr: 23 Nisan Cuma günü Mebusân-ý Kirâm ile beraber küçük büyük bilumum memurûn-i hükümet ve eþrâf-ý ahâlî-i memleket Hacý Bayrâm-ý Velî Câmii Þerîfi nde toplanmaya müsâraat ederek (teþebbüs ederek) ve bir cemaat-ý kebir ile Cuma namazýnýn edâsýndan sonra, önde hilye-i saadet ve sancâk-ý þerîfi hâmil bir heyet-i ulemâ ve meþâyih, tekbir ve tehliller ile (lâ ilâhe illallah diyerek) türbeyi ziyaret ve bir alay ile Büyük Millet Meclisi ne muvâsalat etmiþlerdir. Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Fatma Ahsen Turan, Hacý Bayrâm-ý Velî, Akçað Yayýnlarý, Ankara 2004, s. 98-99.


üç isim:

yeþim

HACI, BAYRAM, VELî


Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri hakkýnda bir yazý yazmak istesem ne yazabilirim diye düþündüm, sonra farkettim ki Hazret hakkýnda aslýnda kýsýtlý bir bilgiye sahibim. Sonra ismini tekrar ettim zihnimde: Hacý Bayram Velî. Âciz târifimin affý niyâzý ile...

Velî Hocam Velî yi, Allah ýn kitabý

ve Resûlullâh ýn sünneti ile amel eden, kemâl, hikmet ve kerem sahibi akýllý kiþi olarak tanýmlar. Yine hocam der ki, Dünyaya ait her türlü maddî ve mânevî makam, dünyada kalmaya mahkûmdur. Ancak Velî , Allah ýn isimlerinden biri olup evvel-âhir bâkîdir

Hacý En temel anlamda bizlere

Hacý Bayrâm-ý Velî, sanki diyor ki ihrâmý öðretilen Hac, Ýslâm ýn beþ þartýndan biri giydim, nefsimi Allah ýn isteði önünde olup imkâný olan her müslümanýn yýlýn kurban ettim, benden tecellî edenin O belirli bir döneminde kutsal topraklarý olduðunu idrâk edince Bayram ettim, ziyâret etmesi ve belli görevleri yerine Bayram oldum... Bu dünyada pek çok vazifem oldu, bildim ki hepsi geçici getirmesi mânâsýndadýr. Oysa okuduklarýmýz bize haccýn hakikatinin Bâkî olan tek þey ise benden tecelli eden Velî isminin sahibi güzel Allah... derin mânâlarýný söyler. Hacda mânevî yolun yolcusu dünyadan ve âhiretten soyunarak ihrâma girer deniliyor. Kurban ise nefsin arzu ve isteklerinin kesilmesini temsil ediyor. Bu yolculukta hacý adayý Arafat a gider. Çeþitli zorluklarla mücâdeleden sonra nefis ile rûhun Arafat ta birleþmesi, nefsin rûha tâbî olmasý, barýþmalarý, günahlarýn affý ve ârif olmasý mânâsýndadýr.

Bayram Müslüman âlemi için

Bayram özünü bildi Bileni anda buldu Bulan ol kendi oldu Sen seni bil sen seni Bunlar aklýmdan geçerken irkildim, Allah sevgilisinin ne bir sözü tesâdüfî, ne bir hareketi rastgele. O Allah sevgililerinin her hâli, her âný bize birþeyler öðretmek için yaþanmakta. Ýsimleri dahî ne büyük hakikatleri gizlemekte.

Allah, mânâlarýný idrâk etmeyi nasip sadece iki ibâdetten sonra bayram etsin inþaallah vardýr. Biri oruç, diðeri ise hac. Nefsin arzu ve isteklerinin hükmünün olmadýðý bu güzel dönemlerin sonunda iki bayram Her an kendi arzu ve isteklerine muhâlif yaþayan, nefsinin baþýný rûhun hakikati karþýsýnda kesen ve her an bayram olan ârif-i billah


zehra karpuz

bir roman: HACI BAYRAM

Sevgili Sultan Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretlerini anlatan yazar Emine Iþýnsu nun Hacý Bayram isimli romanýný ele alarak kendilerinden, hayatýndan, hocasýna olan baðlýlýðýndan, sözünden, sohbetinden, aþkýndan ve sevgisinden biraz bahsedelim, onun kokusunu duyalým istedik. Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri, küçük yaþlardan itibâren Kur ân ý mânasý ile öðrenerek hocalarýnýn yönlendirmesiyle ile genç yaþta müderris olmuþ, bütün ilimleri öðrenmiþ ve mürþidi Somuncu Baba nýn çaðýrýsý üzerine her þeyini býrakarak ona biat etmiþ, gönül ilmine dalmýþ, aþka varmýþ bir Allah sevgilisi Asýl adý Nûman dýr, fakat mürþidine Kurban Bayramý arefesinde biât ettiði için mürþidi Somuncu Baba tarafýndan Bayram ismi verilmiþtir. Mürþidi ile Bursa, Þam, Mekke ve Medine ye gitmiþ, yýllarca yanýnda bulunmuþ, ona büyük bir aþk ve sevgi ile baðlanmýþ ve bu baðlýlýktan söz ederken de þöyle demiþtir: Bunun kuralý, týpký sonbahar rüzgârýnýn önünde sürüklenen bir yaprak gibi olmanýzdýr. Rüzgâr ne yönden eserse essin, siz ona takýlacaksýnýz. Düz mantýkla mürþidinizin size yaptýðý ve size yapmanýzý söylediði þey, bazen kafanýza ters düþse de, iþte burada mantýk susacak, siz söylenileni yapacaksýnýz. Ben þeyhimle yola çýkmaya karar verdiðim zaman, onun nereye gideceðini bile bilmiyordum, ailemi kardeþime ýsmarlayýp onun yanýnda yollara düþtüm. Ýyi ki düþmüþüm çünkü


tam bir birlik ve bütünlük içindedir, aþk denizinde bir damla deðil, denizle bir olmuþtur gayri. Bu hâl anlatýlmaz ancak yaþanýr. ( ) Aslýnda sevmek, gerçekten sevmek, aslýnda sizi sevgisinden var etmiþ olan gibi olmaya çalýþmak demektir. O nasýl sonsuz veriyor, karþýlýksýz veriyor, O nasýl baðýþlýyorsa, öyle vermek, öyle baðýþlamak lâzýmdýr. ( ) Ýçimiz öyle sevgi dolu olacak ki, her iþimizi sevgi ile tutacaðýz. Çünkü sevgi ile tutmadýðýmýz iþten hayýr gelmez. Her hayrýn kapýsý sevgi anahtarý ile açýlýr. Bir de sakýn unutmayýn ki; O, yalnýz sevgilere açýk gönüllere girer. Evet, gönüllerinizi sevgiye açýnýz, çünkü sizin birbirinize sunacaðýnýz en güzel þey, sevgi pýnarýndan bir kap sudur (s. 358-359) ( ) Önce ve çok güçlü olarak þeyhinizi Söz konusu Hacý Bayrâm-ý Velî Hazretleri olunca da sevgiden baþka bir þey seveceksiniz. Kalbinizi tek sevgi ile meþgul ederseniz, o sevgi orada o kadar yazýlamýyor vesselâm . güç kazanýr, kuvvetli olur. Bu kuvvetle Yüce Allah ýn aþkýna ereceksiniz inþallah. Bayrâmi imdi, Bayrâmi imdi Bayram ederler yâr ile þimdi Ne kadar çok severseniz o kadar çok teslim olursunuz. Öylesine teslim olmak Hamdü senâlar, hamdü senâlar baþtan size zor gelebilir ama alýþýrsýnýz. Yar ile Bayram kýldý bu gönlüm (s. 289-290) *** Romanda, müridleriyle yaptýðý baþka bir Eser: Emine Iþýnsu, Hacý Bayram, Bilge Kültür konuþmada nefsin mertebeleri ile sevgi Sanat, Ýstanbul, 2005. arasýndaki iliþki belirginleþtirilir: Nefs-i râziyede sevgi o kadar Cenâb-ý Hakk a yönelmiþ, içindeki sevgi o kadar artmýþtýr ki, O ndan gelecek olan lûtfa da, belâya da, hâyýr ve þerre de ayný derecede râzýdýr. Tam teslimiyet aþký budur. O insan artýk aþk denizinde bir damladýr. Ýnsanýn, bilinçsiz veya bilinçli, benzemeye çalýþtýðý Allah Teâlâ dýr. Nefsi marziyede kiþi bu benzeme amacýnda o kadar ileri gitmiþtir ki, Yüce Allah da ondan râzý olur. Kâmile nefiste insan beni Þam a, hacca ve Medine ye götürdü. Ömrümün en güzel vaktini bu seyahatte geçirdim. Mânevî olarak daha hýzlý geliþtim. Fakat biliyorsunuz geliþmenin sonu yoktur. Rüzgârýn önünde yaprak olabilmek için de ( ) onu seveceksiniz öyle seveceksiniz ki, bu sevgi gönlünüzü doldurup taþýracak, gözlerinizde yaþ olacak. Onu öyle seveceksiniz ki, bu sevgide karþýlýk beklemeyeceksiniz. Siz bekleseniz de beklemeseniz de, o, evlâtlarýný sever, çünkü onlarýn Allah tarafýndan yaratýldýðýný iyi bilir. Ne demiþ Yunus büyüðümüz; Yaratýlaný severim Yaradandan ötürü Güzel Allah için seveceksiniz.


NÛMAN dan UMMÂNA...

Hayatý bayram etmiþ ona, bir hoþça Somuncu Baba. Öyle yokluk sultâný ki, bir kere Ulu Câmi de vaaz verip sýrrý fâþ olunca, duramamýþ, Dârende denen cennette ömrünü hâsýl etmiþ.

hümânur baðlý

Mürþit-mürit hikâyesi hep bir âlim-ârif hikâyesi. Ýlmini aþkýna fedâ eyleyebilmiþ yücelerin yolu. Týpký Hz. Mevlânâ nýn Ýnsanýn kendi hayatý bazen ne kadar da Þems e, Mûsâ nýn ve Hýzýr Aleyhisselâm a yaptýðý gibi, âlimler âlimi Nûman Efendi dünyanýn tarihine benziyor. de kendini Somuncu Baba ya teslim Ankaralý olmak hep bir pâye gibi gelmiþtir edince Bayramým imdi demiþ. Çift mânâlý bir cümle bu; hem kendisi bana. Kara kuru bir þehrin neresini Bayram dýr artýk, yani hem dâim yâr ile seviyorsun? diye soranlara, yaþayan bilir, herkes Ankara dan anlamaz... gibi Bayram etmektedir, hayat bayram olmuþtur . Kendinde fâni olup mürþit cevaplar vermek bir tür kendini ve kimliðini kutsamaktýr. Gerçekten de kolay olunca, kendi müritleri de yâr ile deðildir, yoktan var edilmiþ, icat edilmiþ Bayram kýlar . bir þehri sevmek. Ankara öyküsü, bir tekâmülün hikâyesidir, Nûman dan ummâna desek Sonra Ýstanbul a gelinir. Ýstanbul yeri. Meyvesi Ak Þemseddin dir ki, ayný zamandan ve mekândan münezzehtir. Asuman ablanýn da þiirinde dediði gibi, mânâ, nefis kýtalarýný fethettirir civanlar kendini de sâkinlerini de þýmartmýþtýr. Bir civaný Mehmed e. Hikâye burada bitmez; Ankara nýn lâkabý olan Nâzenin in tekneyle kýta deðiþtirirsin. Gözlerin önüne elif gelince, der Hocam, ebcet ile alabildiðine kültürü kucaklar, bütün renkler, sesler, geçmiþ burada toplanmýþ 1923 olur, Cumhuriyet ilân edilir. Her an yeni bir þanla dirilen velâyet, Ýstanbul un gibidir. Bütün þâirler burayý güzeller. saltanat pýrlantasýný yeniden Ankara da Ama gerçekten bu iki þehir bu kadar farklý yansýtýr. Ankara Ýstanbul a, Ýstanbul Ankara ya pýrýl pýrýl defalarca yansýr. mý? Yahya Kemâl haklýdýr; ama bu sefer yeni bir mânâ ile: Ankara nýn, Ýstanbul a dönüþü güzeldir evet amma bu sefer Âlemlerin efendisinin miraçtan dönüþü, Ýsmi, Bayram. Mürþidinin verdiði isim. Zaten mürþit vermez mi ismi, ya da o ezel ümmetim, ümmetim deyiþi gibi ismini sende bulup ellerine koymaz mý?



PROGRAM



PROGRAM















yavuz celep

kahve bah창ne


Her Nefes ekibinin bu ay da iþi çok zor. Zirâ Ben ol da bil diyen, Bayram özünü bildi/ Bileni anda buldu/ Bulan ol kendi oldu diyerek iþi olmakla sonuçlandýran bu sultanlardan söz etmek zor. Mutlaka kendi anlayýþýmýzca bir þeyler yazar çizeriz fakat onlarý mý anlatmýþ oluruz, yoksa kendi algýlayýþýmýzý ölçüye tutup çýkan miktarý mý kaleme almýþ oluruz, bilinmez. Fakat anlamak ve anlatmak zor olsa da, insanýn, onlarýn adlarýný andýðý zaman bile huzûra kapýlýp içsel bir sessizliðe gömüldüðü muhakkak. (Ey Hüsâmeddin!) Bu hicranýn ve yürekten akan kanýn þehrini þimdilik býrak, bir baþka vakte kadar! Dedi ki: ... Sofî ibnü'l-vakt olur ey dost! Yarýn sözü tarîkat anlayýþýna uymaz. Sen merd-i sofî deðil misin ki, bu vakti býrak da bir baþka zaman söylerim, diyorsun. Veresiyenin, mevcûdu tükettiði bilmez misin? Ona dedim ki: Yârin sýrrý örtülü olmak daha hoþtur. Kapalý söylediklerime kulak tut, iþi onlardan öðren. (1. cilt, 130. beyit)

Bugüne kadar pek çok dil anlatmýþ onlarý, sayýsýz kalem þerh etmeye çalýþmýþ. Üzerine bir þey ekleyememekle birlikte diyelim ki ben de bir þeyler yazdým, bir kabýn okyanustan nasibi ne olabilir? Kabým küçük, eksik olduðum âþikar... Fakat bazen anlamanýn zorluðu ve ulaþýlmazlýk arasýnda ince bir çizgi olduðunu unutuyorum. Tabiî bir de þu var ki anlamaktan murad nedir? Yüce sultanlar mý yoksa kendimiz mi? Ya da Hakk mý? Hacý Bayram Hazretleri buyurmuþlar: Bilmek istersen seni/ Can

içre ara caný/ Geç canýndan bul âný/ Sen seni bil sen seni. Demek ki kendimizi bilmekle baþlayan ve Hakk'ý bilmekle sonuçlanan bir süreç söz konusu. Kendimizi bilmek, kendi özümüzü görmek onlarýn aynalaþmýþ gönüllerinde mümkün, aynaya yaklaþmak ise kendimizi bilip temizlemekle. Öyle ya, hiç kimse aynada çirkin bir görüntüyü seyretmekten hoþlanmaz. Hudâ'nýn mutlak varlýðý önünde baþka varlýklar için yokluk gerektir, onun varlýðý önünde vücud kördür, kebuddur. Eðer gayrýda vücud gören Hakk'ý görmekten kör olmayaydý, (Hakk'ý kendi varlýðýnda görür.) erirdi (fânî olurdu). Güneþin harâretini anlamýþ olurdu. (1. Cilt,

525. beyit)

Tüm bu anlayýþlardan maksat Hakk'ýn kendisi. Gönül muhabbet ister, kahve bahane... Zevk veren kahve deðil ki, bir dostun muhabbeti. Ben dediðim þeyi bilmemden de, bir yüce sultaný algýlayabilmemden de aldýðým zevk, Hakk bilgisinden, Hakk bilgisinin getirmiþ olduðu hoþ görüþlülükten. Bu noktada Hazreti Mevlânâ'nýn hoþgörüsünden bahis açmadan olmaz. Hazret'in dillere destan hoþgörüsündeki tat, ne bir filozofun zorlama hümanist yaklaþýmýnda ne de emperyalizmin sonu çýkarcýlýða dayanan aldatýcý sevgisinde mevcut. Hacý Bayram Hazretleri'nin Mesken-i cânân, mesken-i cânân, Olsa acep mi þimdi bu gönlüm diye niyazda bulunduðu, içine Hakk'ýn sýðdýðý gönlün nazarý, Hakk'la bakar, Hakk'tan gayrý bir þey görmez. Hakk'tan gayrý görmeyen, hoþ görmeyip ne eder?


sesil pir

râbýta


Öðretmenimi görmeyeli tam bir sene oldu yine. Coðrafya olarak daha yakýnda olacaðýz diye sevinmeme raðmen, týpký Amerika günlerimdeki gibi uzak kaldým gül yüzlü, tatlý dilli öðretmenimden. Ne tuhaf ki, ne zaman sevdiklerimle arama mesâfe girse, içime dönüyorum. Belki biraz küsüyorum hayata. Hem kendime kýzýyor, hem hâkimim olamýyorum. Çok ayýp söylemesi ama birkaç aydýr öðretmenim beni unuttu diye içten içe üzülüyordum. Zîrâ her gün kitap çalýþsam ve internet aracýlýðý ile derslerime devam etsem de, O ndan bir ses, bir soluk çýkmamýþtý. Aradým, gereðince randevu aldým. Tam konuþacaðýmýz gün gelmiþti ki, içimdeki buruk duygu ile yaðmurlu bir Pazar öðlesi camýn kenarýna oturdum ve Ken an Rifâî Hazretleri nin Sohbetler kitabýný açtým. Þöyle diyordu: Hakk ýn herkesle olduðunda þüphe yoktur Meselâ biatta da mürþit seni kendine rabtediyor. Artýk onun seninle olduðunda tereddüt edebilir misin? Fakat sen araya bir çok zulmetler, perdeler koydun; daðlar tepeler yýðdýn. Bu sûretle o seninle olduðu hâlde, sen onunla olmamýþ olmaz mýsýn? Düþündüm Ne kadar doðru söylenenler deðil mi? Kabûl etmek istemesek de, hep bir bahânemiz var. Ýþimiz var, seyahatimiz var. Kocamýz, çocuklarýmýz var. Var oðlu var. Oysa dünya iþleri hiç bitmez dostlar, bunun bilincindeyiz. Peygamberimiz Bir göz açýp kapama zamanýnda hayatta

kalacaðýmý bilemem buyurmuyorlar mý? Öyleyse mümkün olunca tekeffürde olmak lâzým. Aþk la hayatý mükâfatlandýrmak lâzým. Bana öðretmenim lâzým.


emine ebru

kulluk karnesi


Hocamýzýn dâimî sohbetiyle haþrolan bizler Cenâb-ý Hakk ýn bütün mevcûdattan zuhûr ettiðini ve her nereye dönersek dönelim, her þeyde ve her yerde Hakk ýn vücûdundan baþka bir mevcut olmadýðýný dinleriz. Kendimizi aradan çekebilirsek Yaradan la þirksiz þekilde bir ve beraber olabileceðimizi, O nun varlýðýnda yok olarak gerçek varoluþ u tadabileceðimizi duyarýz. Hak yolunda nefsimizle mücâdele etmemizin önemini anlatýr Hocamýz. Öyle ki Hak yolunda nefsiyle mücâdele eden âþýklarýn gözyaþlarýnýn þehit kanýna benzediðini söyler. O söyler ben de hep dinlerim . Her dinlediðimde de anladýðýmý sanýrým. Ama anlattýðý her þey ya zamanýnýn gelmesini bekler içimde ya da ezelî kabiliyetimin sýnýrlarýna takýlýr muhakkak. Bu nedenle nefsimin bana hükmetmesini salt yemekle, içmekle sýnýrlý sayarým. Halbuki sorumluluk duygumda, baþarma arzumda, takdir görme arayýþýmda, daha kýymetli bir öðrenci olma çabamda, alýnganlýklarýmda, hatâlarýmýn verdiði suçluluk duygusunun büyüklüðünde ve kimbilir daha nelerde hükmediyormuþ nefsim bana. Yeni yeni farkediyorum Kendimi bildim bileli içimde sorumluluk duygusu taþýyarak yaþadým. Okuldan eve geldiðinde elinde taþýdýðý çantayý bir kenara atan ve ertesi sabaha kadar orada býrakan bir çocuk olmadým hiç. Hâtýralarýmda o kadar nettir ki; defterime yazýlmasý gereken bir sayfa U yu tamamlamadan üzerimden önlüðümü dahî çýkarmayacak kadar sorumluluklarýna baðlý, ancak bir an önce

bitirip rahat edebilmek için de son birkaç satýrý þiþirecek kadar sabýrsýz bir çocuktum. O bir sayfa U , meðer hayat performansýmýn da bir projeksiyonu gibiymiþ: Sorumluluk duygusu ve sabýrsýzlýkla bir arada yürüyen pratik ve çok baþlý yaþantým, mükemmeli yakalayamamýþ olmamýn verdiði hýrs, iyi çocuk olma arzum ve yetersizlik duygum. Bakýyorum da Allah a olan kulluðumu da ayný duygular yönetmiþ bugüne kadar. Sorumluluk hissiyle, hýzla kýldýðým ama bir türlü bana iyi duygusu vermeyen namazlarým en baþta sayýlsa gerek. Ya da yaptýðým iyi þeylerin ardýndan takdir edilmeyi bekliyor olmamýn hamlýðýmý ortaya çýkarýþý gibi. O kadar çok örnek sayabilirim ki Hep Hocam nezdinde daha kýymetli bir öðrenci , Allah katýnda daha iyi bir kul olabilmek için hesap yaptým kendimce. Kulluk karnesi çýkardým kendime her gün, sanki baþarabilirmiþim gibi. O karnede notlarý nefsime verdirtirmiþim meðer. Ama bir gün baþka bir þey oldu; ya da her þey görünürde aynýydý ama bana bir þey oldu. Hocamýn kelâmýna kendimce delil geldi: Barbaros Bulvarý ndan Beþiktaþ a doðru arabamla iniyordum. Tam merkeze geldiðimde mûtad olduðu þekilde kýrmýzý ýþýkta durarak yüzlerce insanýn karþýdan karþýya geçiþini izledim. Yine her zamankinden farklý bir durum yok: Sýrt çantalý öðrenciler, vücutlarý yük olduðu için elinde baþka bir yük e cesâreti olmayan yaþlýlar, annelerinin ellerinden


tutmuþ çocuklar Kendini saçý ve kýyafeti üzerinden ifâde etmeye çalýþan marjinal gençler Modern görünümlü insanlar Muhâfazakâr insanlar Ne çok insan dedim içimden ve birbirinden farklý ne çok hayat Bu yaya geçidiyle kalsa iyi; milyarlar var dünya üzerinde. Matematikte öðrendiðim formüllerin birkaçý aklýmda kalabilmiþ olsaydý, bugüne kadar dünyaya gelmiþ insan sayýsýnýn yaklaþýk bir karþýlýðýný da çýkarma imkâným olurdu belki. Sanki ne iþe yarayacaksa Herhalde trilyonlarla sayýlsa gerek. Denizi damlalýkla saymaya kalksak ayný hesap olurdu herhalde. Her biri Allah ýn bir ismini taþýyan ve Allah ýn bir murâd ile yarattýðý kendine özel trilyonlarca insancýk. Sonra bir an, inansýn inanmasýn hepsinin bir dileði, Allah a bir duâsý olacaðý düþtü aklýma.

emine ebru

Ürktüm, bir an nefesim daraldý. Ýnsanlar sanki karþýdan karþýya geçmiyor, üzerime doðru yürüyorlardý. Peki o zaman beni bu yýðýnlar arasýnda daha kýymetli , daha özel kýlacak bir formülü nasýl bulacaktým ki? Kardeþini kýskanan çocuk edâsýyla, Allah ýmýn beðenisini kazanacak farklý bir þeyler yapmanýn yolu ne olabilir diye düþünmeye baþladým. Omuzlarým düþtü; rekabet etmem imkânsýzdý. Ne yaparsam yapayým, hep daha iyisi olacaktý.

Baþaramayacak olmayý iliklerimde hissettiðim o ilk anda kýymet denen þeyi aslýnda nefsimin normlarýyla târif ettiðimi de farkettim. Benim anladýðým þekliyle kýymet arayýþým yalnýzca nefsimin bana oynadýðý bir oyun olabilirdi. Ve ancak bu dayatmalardan vazgeçebilirsem mânânýn huzûru beni saracaktý. Allah, kullarý arasýnda rekabeti niye istesin ki? Allah ýn þefkati karþýsýnda denizde katre gibi kalan anneliðimle çocuklarýmý kýyaslamaz ve sevgide ayýrmazken O beni neden daha az sevsin ki? Eðer Lâ mevcûde illâ Allah ise, benim rûhum da bütünün bir parçasý olarak bulunuyor. Mesele, denizi kenarda býrakýp, damla olarak kendime kýymet biçmeye çalýþmamdan çýkýyor. Þöyle iyi bir damlayým, böyle kaliteliyim demeye çalýþmak, kýzýmýn hikâye kitaplarýnda yerini bulabilecek türde bir saflýk olsa gerek. Eðer çaba gösterip kendimi denize katabilirsem, iþte o zaman kendimi ifâde etmeye çalýþmak gibi bir derdim de kalmayacak. Dünyaya geliþten maksat, ancak bu olsa gerek. Bir insanýn kýymeti himmetiyle mütenâsiptir diyor Hz. Kenan. O hâlde himmetimi kendime kulluk karnesi çýkarmak yerine denize karýþmak olarak târif edebilirsem, âzât olabilmem mümkündür ancak. Peki bu yolculuðu kendim yapabilmem mümkün mü? Elimde ne bir harita, ne de davranýþ yönergesi var. Bu yolu tek baþýna aþmaya çalýþmak çölün ortasýnda ne yöne gideceðini bilemeden kalmak gibi birþey.


Bir tek çözüm fýsýldanýyor kulaðýma: Yolu bilen bir rehberin eteðine yapýþ Bu yolu daha önce yapmýþ, denize çoktan karýþmýþ bir mürþidin eteðine O gün o trafik ne güzel bir tefekkür fýrsatý sundu bana. Ve her tefekkür, hep ayný sonuca ulaþtýrýyor beni: Mürþidinin eteðine yapýþ Hz. Kenan ýn Talep, insaný maksûduna çeken ve eriþtiren bir kementtir dediði gibi, ben de talebimi bu sonuçla sâbit kýlma olarak diliyorum Allah tan


NE HABER...ümit gülbüz ceylan

NUH UN GEMÝSÝNE BÝNMEK...

Ýbn Arabî, Fusus un Nuh Fassýnda, Allah ý anlamanýn (ki kelime kifâyetsiz kalýyor) tek yolunun tenzih ile teþbihin tam ortasýnda olmak olduðunu ve buna da mârifet denildiðini açýklýyor. Ýbn Arabî, sonsuzluk kelimesinin bile Allah ý bir kalýba sokmak olduðunu söylerken bunu edebe aykýrý bulmaktadýr. Öte yandan da O nun veçhesinin her yerden seyredilebileceðini ifâde etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz Ýhsan, Allah ý görüyormuþçasýna ibâdet etmendir. Her ne kadar, sen O nu görmesen de, O seni görmektedir demiþlerdir. Bu, mârifetin özüdür diyor Cemâlnur Sargut son çýkan kitabý Hz. Nuh da.

Bir gülü koklarýz, râyihasýný içimize çekerek... Dokunuruz kadife yapraklarýna... Rengi kan kýrmýzýsý, beyaz, pembe, sarý, nar çiçeði... Tam tutacakken gülü, nereden çýktýðý bilinmeyen bir rüzgâr savurur bizi; ânîden batýverir gülün dikeni elimize! Rüzgâr kesilir, ardýndan bir yaðmur baþlar. Damlalar sýralanýr gülün yapraklarý üzerinde... Gülün üzerindeki damlada seyrederim âlemi... Ýdrâkimin Boþu boþuna yaratýlmamýþtýr bütün varlýklar. Her birinin öteki üzerindeki âcizliði içinde âlemin bir damlaya nasýl deðerini birbiri içinde gizleyerek sýðabildiðine hayret ederim. insanoðlunun hizmetine sunmuþtur Ebu Bekir es-Sýddýk, þöyle diyor: Ýdrâkin Hazreti Allah. Biz ki insan olarak bize bahþedilen nimetler karþýsýnda, kulluk yetersizliðini idrak, idraktir Ýdrâk bilinciyle zikrederiz, fikrederiz, ettiðimizi sandýðýmýz anda idraksizliðin þükrederiz. Allah'ý hatýrlamak demek, aczi içinde kalýrýz. Güle dokunmak, koklamak artýk yetmez. Gülü laboratuara bir felâket ve âfet ânýnda "Allah Allah" demek deðildir. Allah ý bilmek demek, sokarak rengin ve kokunun kaynaðýna Allah'ý her zaman hatýrlamak, emirlerini ulaþýrýz. Ancak kaynaðýn kaynaðýna ulaþamadýðýmýza da hayret ederiz. Ýbn yerine getirmek ve kötülüklerden kaçýnmak demektir. Ýlim ve irfan sahibi Arabî bu noktada þöyle diyor: Hayret tecellîlerinin sürekliliðine bakmak ve her olmak, ahlâk ve fazilet içinde yaþamak demektir. Kim ki bir gülün kokusunu içine tecellîde kendisini tanýmakla birlikte, çeker, o gülü yarataný içinde çekmek Allah ý bilmenin dalgalarýnda demektir. Bir mürþit, insanlýðý huzur ve boðulmaktýr. saadete çaðýrýyorsa eðer, onun gemisine binmek demek, okyanusta dev dalgalarla Âlemi seyrettiðim damlayý içimdeki boðuþmak ve suda boðulmak yerine Hz. bitmez tükenmez hayret ýrmaðýndan Nûh'un gemisine binip kurtulmak okyanusa akýtýrým. demektir.



röportaj:anne marie schimmel 2.bölüm

hristiyanlýk ve islam: Allah a giden farklý yollar Geçen sayýmýzda ilk bölümünü yayýnladýðýmýz Alman dinler tarihçisi Annemarie Schimmel ile yapýlmýþ röportajýn ikinci bölümünü sunuyoruz. Renate Beyer: Birbirimize doðru yürümenin deðiþik imkânlarý var. Buna nereden baþlanýr? Annemarie Schimmel: Bana göre Avrupa da Ýslâm hakkýnda daha iyi bir anlayýþ yaratmanýn bir yolu, çok fazla teolojik ve þeklî bilgilere girmeden, insanlarý Ýslâm kültürüne, sanatýna yaklaþtýrmayý denemektir. Ben Ýslâm hakkýndaki konferanslarýma hep Arapça yazýyý da dâhil etmeyi denedim. Allah ve Muhammed nasýl yazýlýr ve Arapça yazý nasýl bir çeþitlilikle geliþmiþtir, bunlarýn bilinmesi de çok önemlidir. Þahsen konferanslarým esnâsýnda hep þunu yaþadým, insanlar bana gelerek dediler ki: Ben Ýsfahan da, Ýstanbul da bulundum, ama gördüklerimin yazý

olduðunu hiç bilmedim, sadece süslemeler olduðunu düþündüm . Bakýr kaplarýnýn ya da bir çininin üzerindeki motifin, insanýn anlayabileceði bir yazý olduðunu anladýklarýnda insanlar çok þaþýrýyorlar. Ama böyle þeyleri onlara söylemek lâzým, buna dikkatlerini çekmek lâzým. Ýþte bunlar benim küçük eðlencelerim! Ýnsanýn bu sahada çalýþmayý kesmemesi gerektiðine inanýyorum. Yoksa muhakkak ki bu kadar çok konferans vermezdim. Maalesef sýkça þöyle bir þey oluyor, bir tartýþmadan sonra yine herkes kendi kanaatini benimsiyor ya da kendisini önemsiz, belirsiz kalan düþüncelerde kaybediyor. Ýþin mânâsý bu deðil. Bundan baþka, tabiî ki dinler tarihi kurallarýna uymak da önemli: Hiçbir zaman diðer dinin olumsuz yönü kendininkinin olumlu yönüyle karþýlaþtýrýlmamalý. Bozuk kanaatlerin oluþmamasý için ideal, ideal ile; pratik pratik ile mukayese edilmeli. Fakat pek çok kiþi bunu unutuyor. RB: Ýslâm ýn olumsuz ve olumlu yönleri nelerdir peki? AS: Bana göre Ýslâm ýn olumlu yönü, Allah ýn mutlak olarak tanýnmasý ve tasdik edilmesidir. Allah tasarruf eden kudrettir. O her yerde ve her an insanýn yanýndadýr ve kiþi O na karþý mes uldür. Ýþte bu her þeyin Allah a baðlý olmasý; bana göre merkez bu. Olumsuz? Evet, Kur an da sadece deðinilen ya da hiç bulunmayan pek çok þeyin yüzyýllar içerisinde katý bir sistem hâline dönüþtürülmesidir. Örneðin örtünme emri. Bugün anlaþýldýðý hâliyle


Kur an da yok. Sadece kadýn edepli bir þekilde örtünsün, ziynetini göstermesin deniyor. Buna raðmen ne kadar yakýn tarihlere gelirsek, yorumcular o kadar dar görüþlü oluyor. Bunu diðer dinlerden de tanýyoruz. Ya da þimdi kýzlarýn sünnet olma meselesine büyük bir kýzgýnlýk var ve [bu kýzgýnlýk] sanki bu, islâmî bir vecibe olan bir ritüelmiþ gibi yapýlýyor. Fakat bu kesinlikle yanlýþtýr. Bu çirkin âdet Afrika geleneðinden gelmekte. Zîrâ kýzlarýn sünneti meselesi Kur an da yok. Hattâ erkeklerin sünneti de yok. Ben kýrk yýl Ýslâm ülkelerinde ve hemen hemen hep âileler içinde yaþadým. Kadýnlar kendi aralarýnda problemlerini gayet açýk konuþurlar, birkaç yýl öncesine kadar böyle bir þey olduðunu hiç bilmiyordum. Tanýþtýðým çok sayýda Türk ve Pakistanlý kadýndan sünnet olaný yoktu. Böyle bir þeyi sadece reddederler. Bu þekilde, incelenmeden kolayca Ýslâm a atfedilen pek çok þey var. RB: Baþörtüsünün emir olduðu sonucu Kur an dan açýk ve net olarak çýkarýlamaz. AS: Evet. Ancak buna raðmen, niçin bizim insanýmýzýn baþörtüsünü bu kadar sorun yaptýðýný da anlamýyorum. Burada sadece Pavlus a dikkat çekerim. Pavlus, Korintlilere yazdýðý 1. Mektup 11. bölümde baþýný örtmüyorsa, bu kadýn için bir ayýptýr yazýyor. Ama eðer bu Hýristiyanlara söylenirse, eh iþte o Pavlus un þahsî görüþüdür diye cevap verirler. Ýnsan nasýl istiyorsa öyle çeviriliyor. Demek istiyorum ki, baþörtüsü hiç de o kadar fazla dine baðlý deðildir. Bu çok kadîm kültürel bir meseledir. Ýnsan, baþýný daha yüksek birinin önünde örter, Allah ýn önünde de. Yahudilikte

erkekler baþýný örter. Ama buna karþý kimse bir þey söylemez. Harvard da yahudi öðrencilerim ve pek çok yahudi meslektaþým kepi ile dolaþýrlardý. Öyleyse neden bir Türk ya da Afgan kýzý baþörtüsü taþýmasýn? Buna karþý bu hiddeti doðrusu anlamýyorum. Fakat en toleranslý insanlar bile baþörtü meselesine gelince hiddetleniyorlar, çünkü bunda politik bir hareket görüyorlar. Tüm bunlar insanlarýn takýldýðý þey, sûretler. RB: Ancak baþörtüsü kadýnýn Ýslâm da baský altýnda tutulduðunun bir sembolü olarak da görülüyor? AS: Saçma! Ýnsanlar bir müslüman âilede bir kez yaþasýnlar; orada kadýn, anne buradan daha fazla söz hakkýna sahiptir. Kur an da poligami imkâný vardýr. Ancak bu bir erkek dört kadýnla evlenmeli demek deðildir. Sadece müsaadelidir. Bu, pek çok erkeðin þehit düþtüðü ve kadýnlarýn dul kaldýðý zamanlardaydý. Poligami olduðunda -ben böyle az sayýda âile tanýyorum- öyle ki, en iyi durumda, her kadýn diðer her birinin çocuklarýna bakar, bunu yaþadým. Ev iþleri de paylaþýlýr. Bazý âilelerde, hangi çocuk kime âit, hiç çýkaramadým, âdetâ ortak gibilerdi. Pek tabiî daha alt sosyal tabakalarda kadýnýn durumu daha kötü. Bu bizde de çok kýsa zaman öncesine kadar öyle parlak deðildi. Meselâ Prusya kanununda 19. yüzyýl sonlarýna kadar erkeðin karýsýný dövme hakký vardý. Bu, kanunla sâbitti. Ýslâm söz konusu olduðunda bütün bu gibi olumsuz durumlar korkunç þekilde vurgulanýr, baþka þeyler de görmezden gelinir: mesela müslüman âiledeki


röportaj:anne marie schimmel 2.bölüm

kadýnýn yeri çok anlamlýdýr. Evde en önemli þahýs annedir. Peygamber in bu hususta çok güzel bir hadisi vardýr: Bir gün bir genç ona geldi ve sordu: Ya Resûlallah! Kime en çok hürmet ve itibar edeyim? Peygamber Annene dedi. Bunun üzerine genç daha sonra kime? diye sordu. Peygamber Annene dedi. Genç tekrar ondan sonra kime? dedi. Cevap üçüncü defa da Annene oldu. Anaya ve yaþlý kadýnlara hürmet, Ýslâm ýn tipik vasfýdýr. Ve evlilikte mal ortaklýðý yoktur. Kadýn gerek kendi getirdiði, gerekse evliliði esnâsýnda kazandýðý malýn tek baþýna sahibidir, bundan bir kuruþu bile kocasýna âit deðildir. Fakat genelde bütün bunlar atlanýyor. Bu arada hukuk yorumcularýnýn, tâbiri câizse kuvvetli erkekler olarak, çok fazla kadýn sempatizaný olarak gözükmediklerini söylemek gerekir. Olabildiði kadar, kadýnlara daha az haklarý olduðunu anlattýlar. Þâyet birisi kýzlarýn eðitimi üzerine yazýlmýþ yüzyýlýmýzýn baþlarýndan bir kitap okusa, geçen asýrlar içerisinde Kur an ýn basit emirlerinden ne kadar uzaklaþýlmýþ olduðunu görebilir, ve hep kadýnlar aleyhine. Bununla beraber, Ýslâm kültüründe ne yüksek itibar sahibi kadýnlar bulunduðu bilinmelidir. Ortaçað Ýslâm ýný ele alýn, pek çok âlim ve þâir kadýn var. Meselâ Moðol Sarayýnda bir kadýnýn nasýl bir rolü olduðu inanýlmaz. Bizde sadece büyük kraliçelerin rolü ile kýyaslanabilir. Belki bunlar elit tabaka idi diyebilirsiniz.

Bizdeki de elit tabaka idi. 19. yüzyýlda Almanya da bir köylü kýzýnýn fazla kariyer yapabilme þansý yoktu. RB: Bizde hâlen Ýslam ýn agresif bir din olduðuna dâir kanaat yaygýn. AS: Hayýr, böyle görülemez. Biz Hýristiyanlarýn da geçmiþimizde Haçlý Seferleri ve cadý yakmalarý var, bunlar hep anlaþýlmalý. Ortaçað dan beri Ýslâm a karþý pek çok önyargý var. Müslüman ve Hýristiyanlar arasýndaki durumun tarih boyunca nasýl geliþtiðine de dikkat edilmesi gerekir. Avrupa nýn yaþadýðý büyük þok, 1529 yýlýnda Viyana nýn Türkler tarafýndan kuþatýlmasý oldu. Bu da kolay aþýlamayan birtakým izlenimler meydana getirdi. Bana göre bilinçaltýndaki bu Avrupa kültürünü mahveden kâfirler tablosu Ýslâm ile iliþkide hâlâ altta yatýyor. Burada 16. yüzyýlýn, gaddarlýðý ile pek çok Avrupalýnýn, özellikle Alman ve Avusturyalýnýn Türklere ve Ýslâm a bakýþýný belirleyen Türk karþýtý edebiyâtý da görmezlikten gelinemez. Her hâlükârda, bu kadar gayrete raðmen henüz Goethe zamanýndaki kadar bile yol alamamýþ olmamýzýn tesellisi yok. Goethe zamanýnda Ýslâm hakkýnda resmî olarak çok daha az þey biliniyordu, ama en azýndan üzerinde daha fazla düþünülüyordu. O zamanlar okunulan þeyler çok daha özenle seçiliyordu. Böylece insanlar, Goethe gibi okumuþ biriyse, kapsamlý olmasa da, saðlýklý hüküm verebilecek kadar yeterli derecede bilgilenmiþ idiler. RB: Peki Ýslâm diyaloga ne ölçüde hazýr? AS: Bu konuda pek çok müslümanda


bilgi eksikliði var. Bu sebepten Ankara da yaptýðým kurslar çok faydalýydý, çünkü bu sâyede müslümanlar hýristiyanlýðýn dinî ve ahlâkî deðerlerinin neler olduðunu gördüler. Ýnanýyorum ki, bizde þarkiyatçýlarýn [Orientalisten] olmasý gibi islâmî doðuda da, bizim onlarýn kültür ve dinleriyle ilgilenmemiz gibi ayný heyecanla bizimki ile ilgilenecek garbiyatçýlar [Okzidentalisten] olmalý. Meselâ Muhammed Ýkbal, 1877 de doðan ve 1938 de ölen, Pakistan in mânevî babasý sayýlan þâir ve din felsefecisi, hristiyanlýðý ve hristiyan kültürünü iyi tanýdý. Ýkbal, memleketinin insanlarýnýn önce Goethe hakkýnda dikkatlerini uyandýrdý, onda tasavvufî Ýslâm ýn gerçekten büyük bir yorumcusunu bulmuþtu. Gerçi Ýkbal gibi insanlar henüz çok fazla deðil, ama varlar, ve onlarýn düþüncelerinin daha da derinleþtiði ve daha çok þuuruna varýldýðý görülmeli. Bunun iki yönlü bir yol olduðuna inanýyorum buradan oraya ve oradan buraya; tek yönlü yol zaten yoktur. Kur an Dinde zorlama yoktur der. Ýslâm da kitap ehli, yani Hýristiyanlar, Yahudiler, Sabiler, daha sonra Zerdüþt ve Hindistan da Hindular da 711/712 de Sind in fethinde, oraya Ýslâm götürüldüðünde- özel bir zümre oluþturuyorlardý ve kâfir deðillerdi. Sadece bu gerçeðin dâhi düþünülmesi önemlidir. Belirli bir koruma vergisi karþýlýðýnda Ýslâm devleti içinde kendi idâreleri vardý: Yahudiler Rabbi, Hýristiyanlar piskopos idâresi altýnda. Bu durum, Ortaçað devrine göre gayet

uygun ve zamanýn beþerî iliþkileri açýsýndan fazlasýyla toleranslýydý. Kitap ehli olanlarýn her türlü mesleði seçme özgürlüðü vardý, bu durumun istisnâsý kadýlýk, yani Ýslâm hukukuna göre yargýlayan hâkimlik, ya da tipik Ýslâmî meslekler idi, ve devlet idârecisi de olamazlardý. Yine 1492 yýlýnda Müslümanlar ve Yahudiler Ýspanya nýn alýnmasýndan sonra oradan kovulduklarýnda, pek çok Yahudinin Osmanlý devletine yerleþmesi de bir örnektir, çünkü orada korunmuþ bir cemiyet olarak kendi haklarý ve vazifeleri vardý. Bankacýlýk ve para iþleri hep Yahudilerin elinde bulunuyordu; týp genel olarak Hýristiyanlarýn elindeydi. Çok nâdiren zorluklar oldu. Kur an da benim dinim bana, sizin dininiz size der. Ýþte bu iyi bir bakýþ açýsýdýr. Misyonerlik, insan genç ve bir þeyde çok þevkli ise belki yapýlýr; ama sonradan insan keþfediyor ki, her dinin iyi taraflarý var ve gerçekten imanlarýnda samimi ve doðru iseler insanlara saygý duyulmalý. RB: Hýristiyanlar ile Müslümanlar?n uyuþmad?klar? konular nelerdir? AS: Bunlar ilk olarak teslis, Îsâ nýn çarmýha gerilerek ölmesi ve Tanrý nýn oðlu olmasýdýr. Bir Müslüman bunlarý kabul edemez. En bilgili misyonerlerin en büyük çabalarý da burada yardým etmez, bu, bir Müslümana göre mümkün deðil, olmaz. Hem Goethe de Batý-Doðu Divaný nda Îsâ nýn çarmýh resimlerine ve Tanrý nýn oðlu oluþuna karþý çýktý. Kur an, Hz. Îsâ yý Hz. Muhammed den önce gelen en büyük peygamber olarak görmektedir, yani Allah elçilerinin uzun


röportaj:anne marie schimmel 2.bölüm

silsilesinde, çünkü Allah dünyayý asla idâresiz býrakmadý. Ama Îsâ, Allah ýn oðlu olarak Ýslâm da hiç düþünülemez. 5. Sûrede Allah ýn oðlu olmak, iki kez reddedilmekte; çünkü Îsâ, Kur an da kat î þekilde, Allah ýn kulu ( abd Allah ) olarak nitelendirilmektedir ve bu, o yaratýlmýþtýr ve Allah ýn emri altýndadýr mânâsýna gelir. RB: O hâlde bu farklýlýklarda nasýl davranýlmalý? AS: Ýþte dinlerde Allah a farklý yaklaþýmlar farklý yollar vardýr. Bu farklar tartýþma ile ortadan kaldýrýlamaz. Allah Bir dir, kendisini bu ya da o sûrette gösterir. Bizim düþüncemizde olmayan baþkalarýný kötüleyemeyiz. Bunu söylerim. RB: Hep ayný noktaya geliniyor: Diyaloðun teolojik sahasýnda hareket edilirse zor olur, fakat pratik sahada hareket edilirse o zaman daha az dinî ve çok daha fazla kültürel alýþveriþ söz konusu olur. AS: Belirli bir açýdan, evet. Burada, Ýslâm ýn ne kadar çeþitli olduðu da ilâve edilmeli. Faslý bir müslüman ile Endonezyalý bir müslüman pek çok bakýmdan farklý görüþlere sahiptir, farklý geleneklerle yoðrulduklarý için. Ýslâm tek parçadan oluþmuþ bir yapý deðildir, bu iþi zorlaþtýrýyor. Ve deðiþik lisanlar; kim hepsini bilebilir ki? Ben on sene kadar bir Arap kültür dergisinin editörlüðünü yaptým. Ne zaman Hindistan, Türkiye, Ýran veya Afganistan hakkýnda önümüze bir metin çýksa, Arapça tercümaným çok zorluk

çekiyordu. Onun için bu, kuantum fiziðini açýklamak gibi bir þeydi. Benim büyük problemlerimden bir tanesi de þu: Müslümanlarýn kendi kültürlerini çok az bildiklerini düþünüyorum, üstelik gerçek Avrupa kültürünü de çok az biliyorlar. Modernlik, evet, teknik ve ona baðlý þeyler, biliniyor, fakat gerçekte Avrupa kültüründe ne var, bu konuda, bizde Ýslâm kültürü hakkýnda olduðu gibi, pek çok eksikler var. Bu beni üzüyor. Bu yüzden Türkiye de, Pakistan da ve Arap dünyasýnda hep Alman oryantalistler, Alman ve Batý þarkiyat bilimi anlayýþý hakkýnda konuþmalar yaptým, çünkü bunu vazifem olarak hissediyorum. Ortak çalýþma gruplarý da çok önemlidir, çünkü insan birbirini anlamak istiyorsa beraber çalýþmalý. RB: Yani sadece din hakkýnda konuþmak deðil, bilâkis beraber iþ yapmak söz konusu. Önyargý, kiþinin insanlarla karþýlaþtýðý, onlara olumlu yanaþabildiði noktada çözülür. AS: Evet. Doðru, ve büyük þansým vardý ki 50 senedir, dâimâ böyle insanlar buldum. Bunu hep yeniden de yaþýyorum, meselâ bir taksiye bindiðimde. Genelde þoförler Ýranlý, Türk, ya da Afgan. Kendi kültürlerini bilen, köyünü, âilesini, çocuklarýný soran, onlara nasýl davranýlacaðýný bilen, öyle menfî olmayan birisini bulduklarýnda o kadar mutlu oluyorlar ki. Ýnsanlarýn biraraya gelmeleri hakikaten en önemlisi. (Çeviren: Dilek Güldütuna) Kaynak: Interreligiöser Dialog-Schlagwort oder Chance?, GTB, Gütersloh 2000, ss.106-119.



MÜTERCiM DEN... Cemâlnur Sargut Hocamýzýn yurtdýþýnda katýldýðý uluslararasý toplantýlardan biri de Hindistan Yazarlar Birliði Vakfý nýn her yýl düzenlemekte olduðu Uluslararasý Sûfî Festivali... Bu yýl 20-21 Ekim tarihlerinde yapýlan festivalle ilgili olarak geçen ayki sayýmýzda bazý bilgiler aktarmýþtýk. Bunlardan biri de festivalin gerçekleþtiði salonda kurulan kitap sergisinde karþýmýza çýkan Sufism: A Celebration of Love baþlýklý kitapla ilgiliydi. Festivali yýllardýr düzenlemekte olan Ajeet Cour ile Noor Zaheer ve Refaqat Ali Khan tarafýndan derlenen ve festivali düzenleyen vakýf tarafýndan 2012 de basýlan bu kitapta Cemâlnur Hocamýzýn da Tasawwuf (Sufism) baþlýklý bir yazýsýna yer verildiðini yazmýþtýk. Bu yazýnýn, aslen hocamýzýn Dinle kitabýnýn ilk bölümünün tercümesi olduðunun sonradan farkýna vardýk. Dinle nin tanýtým yazýsýnda kitap, tasavvuf ilmine giriþ için mükemmel bir el kitabý olarak târif ediliyor. Gerçekten de Dinle , günden güne daha da yayýlýyor, geniþ kitleler tarafýndan okunuyor. Dinle deki mânânýn, her an yeniden iþitilmesi, tefekkür, zevk ve hâl edilmesi duâsýyla Sufism: A Celebration of Love kitabýnýn ilk bölümünden bir parçayý Türkçe ve Ýngilizce olarak yayýnlýyoruz.

. Tasavvuf insana cennet ve cehennemin hakîkatini öðretir. Çünkü tasavvuf ehline göre cehennem, Allah ýn olmadýðý yerdir. Öyle bir yer olmadýðýna göre cehennem (acý ve ýzdýrap) yoktur. Aðyar yok, zýtlar vardýr. Ýkbal e göre cennet ve cehennem, birer mahâl deðil, birer hâlettir. Cehennem, cezâlandýrýcý, intikam alýcý, Allah tarafýndan kullarý için hazýrlanmýþ, ebedî bir iþkence yeri deðil, Allah a ulaþmýþ bir varlýðýn, Allah ýn rahmetini, cana can katýcý rüzgârýna karþý tekrar hassas kýlacak uslandýrma yollarý getiren bir tecrübedir. Kur ân a göre cehennem, insanýn bir insan olarak muvaffakiyetsizliðini acý bir þekilde anlamasýdýr. Tasavvuf, hürriyettir: Hakîkî hürriyet, nefsin elinden âzad olmaktýr. Yoksa Ben hürüm, hürriyet var demekle bir kimse hür olamaz, insan nefsinin zebûnu iken, hiçbir veçhile hür sayýlamaz. Meselâ bir sigara dumanýna bile hüküm geçiremeyip terk etmek istediði hâlde ona esir olmaktan kurtulamayan insan nasýl olur da hürlük iddiasýnda bulunabilir? Ancak iþtihâlarýnýn, insiyaklarýnýn, arzularýnýn esiri deðil, emîri olan insan, koca Ýskender e Sen bendemin bendesisin diyen Diyojen gibi bihakkýn hür olabilir. Kaynak: Cemâlnur Sargut, Dinle, Nefes Yayýnevi, Ýstanbul, 2008, s. 17.


FROM THE TRANSLATOR One of the international meetings that our teacher Cemâlnur Sargut attends is the International Conference and Festival on Sufism organized by Foundation of SAARC Writers and Literature. On our previous issue, we have shared some information about this festival that took place between the 20th and the 21st of October. One was about the book titled Sufism: A Celebration of Love which we have seen in the book exhibition in the same hall as the festival. We have written that our teacher Cemâlnur Sargut's article named "Tasawwuf (Sufism)" had appeared in this book printed in 2012 by the association organizing the festival and edited by Ajeet Cour with Noor Zaheer and Refaqat Ali Khan who also happened to have organized the festival for years now. We have later noticed that this article was actually the translation of the first chapter of our teacher's book titled "Dinle" (Listen!). This book is described as "a perfect handbook for introduction to sufi knowledge" in the backcover. Truly, "Dinle" is reaching out to more readers everyday and is read by masses. We share an exerpt from the first chapter of the book "Sufism: A Celebration of Love" with the prayer that the meaning in "Dinle" may be listened anew, contemplated, enjoyed and internallized at each moment. .. Tasawwuf teaches the reality of the heaven and the hell. According to a real Sufi, hell is the place where Allah does not exist. Since there is no such place, there exists no hell (pain and suffering). According to Ikbal, heaven and hell are not locations but they are states. Hell is not a place designed by God for human beings in which they are subject to torments and persecution. It is a place fort he man who has reached Allah to become receptive and sensitive to God s messages through experiencing various methods of training. According to the Holly qur an, hell is a state (ahval) in which a human being is painfully aware of this failure as a human. Tasawwuf is freedom. Real freedom is being freed from the self/ego (nafs). A human being can by no means be considered as free while he is the slave of his iner self. For instance, can we speak of a real freedom of a man who is a slave of cigarette even when he wants to quit? Freedom is possible only if a person is the commander of his cravings, not a slave of them. This is what is meant by Diogen when he said to Alexander the Great You are the slave of my slave, which is nafs (self/ego) Reference: Cemalnur Sargut. Tasawwuf (Sufism). In Sufism: A Celebration of Love , A. Cour, N. Zaheer and R.A. Khan (Eds.), Foundation of SAARC Writers and Literature, New Delhi, 2012. p. 27.


SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA

nefes alan tarifler

ýspanak salatasý salat asý


Malzemeler: 1-2 adet orta boy küp küp doðranmýþ sakýz kabaðý 1-2 demet doðranmýþ körpe ýspanak 1 adet orta boy soyulmuþ ve doðranmýþ elma 1 avuç kabak çekirdeði içi 3 çorba kaþýðý kurutulmuþ yaban mersini (cranberry) veya kuru üzüm 2 çorba kaþýðý tahin 2 çorba kaþýðý elma sirkesi 2 çorba kaþýðý limon suyu 2 çorba kaþýðý soya sosu 2 diþ kýyýlmýþ sarýmsak 2 tatlý kaþýðý akçaaðaç þurubu Hazýrlanýþý: Kabaklarý hafif yaðlayarak piþirme kâðýdýnýn üzerinde 250 dereceye ayarlanmýþ fýrýnda 30-40 dakika piþirin. Kabaklar piþerken ýspanaklarý, elmalarý, yaban mersinlerini (cranberry) ya da üzümleri ve kabak çekirdeði içlerini derin salata kabýnýza koyun. Kalan tüm malzemeyi, tahin, soya sosu ve elma sirkesini blender veya el çýrpýcýnýzla akýþkan hâle gelene kadar karýþtýrýn. Piþen kabaklarýnýzý biraz soðumaya býrakýn, daha sonra salata kabýnýza boþaltýn ve hazýrlamýþ olduðunuz sosla tüm malzemeyi iyice karýþtýrýp servis yapýn. Âfiyet Olsun.


görüþmek üzere...

yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.