NÝSAN 2013
43.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
çocuk ve aile
EDÝTÖRDEN...
Nisan sayýmýza hoþgeldiniz! Tüm gönül dostlarýmýz, bu sayýda konumuz aslýnda hepimizin hayatýndaki ilkbahar günlerine, çocukluðumuza ve çocuklarýmýza dair Ayný bu günlerde yaþamakta olduðumuz ilkbahar günleri gibi hayatlarýmýzý ýsýtan evlâtlarýmýz hakkýnda Baþta kýymetli dinimizin ve Hz.Peygamberimizin, elbette diðer mânevî büyüklerimizin evlâtlarýna verdiði edebi ve hâli öðrenmeye ve dilimiz döndüðünce, kalemlerimiz el verdiðince de sizlerle paylaþmaya çalýþtýk. O güzellerin her hâli gibi aile hayatlarý ve evlâtlarý, o güzel evlâtlarýnýn edepleri de bizlere örnek oluþturuyor. Kendi evlâtlarýmýzý yetiþtirirken, doðru anne-baba modelleri oluþturmaya çalýþýrken, onlara helâl ve haramý öðretirken, zaman kavramýnýn üzerindeki bu doðru ve eþsiz yol göstericilere ihtiyacýmýz olduðunu düþündük ve Her Nefes ekibi olarak elbette kusurlarý bize güzellikleri sahibine ait bir Nisan sayýsý hazýrladýk. Ýnþaallah o güzellerin edepleriyle edeplenmek, hâlleriyle hallenmek niyâzý ile . Yosun Mater
SOHBETLER...
- Allah'a ibâdet nasýl makbul olur?
- "Rýzâ ile olursa. Korku veya ümit ile deðil, sýrf Hakk'ýn rýzâsý için yapýlan ibâdet ibâdettir. Küçük bir çocuðu mektebe alýþtýrmak için, þeker, oyuncak gibi þeyler vaat ederler. Amma bu çocuk büyüyüp de kendine gelince, o geçmiþ hallere güler. Zîra tahsil ve terbiyenin lüzumuna inanmýþ ve zevkine varmýþtýr. Rûhen çocuk kalmýþ kimseler de iþte, cehennem korkusu ve cennet ümîdi ile ibâdet ederler. Halbuki sözünde, iþinde ve her hâlinde Allah rýzâsýný hedef alan kimselerin ibâdetleri tam ibâdettir." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s. 592)
Hocamýzýn henüz bebek olan torunu Ahsen Haným, sýcak sobaya yaklaþýrken biri tutarak geri çekti: - "Demek ki ateþi fark ve temyiz etmeyenin bir tutucusu, bir koruyucusu var." Çocuk yerde emekliyordu. Hocamýz tesbihini uzattý. Bebek de uzanýp almak için yüzüstü yaklaþtý. - "Ýþte maksûduna erdi. Fakat çocuksun; verirsem kadrini bilemezsin!" (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s. 277)
Ýki yaþýndaki küçük Ahsen cilâlý tepsiye bakýp kendi hayâlini gördü ve temennâ eyledi: - "Cisim can ile bir olursa onun zikri, bunun zikri; bunun zikri onun zikri olur. Çünkü o cismin cisimliði fânî olup canânýn aþký ile dolar. Þu halde bir kabýn içinde ne varsa, o kaptan da o sýzar. Binâenaleyh ehlullah der ki: Benim vücûdum, can Yûsuf'unun gömleði gibidir. Onun kokusu, benim vücûdum gömleðine tesir etmiþtir. O kokuyu duymak ve benim vücûdumun, Yûsuf 'un gömleði olduðunu anlamak için Yâkup gibi bir âþýk isterim. Ýnsan ilâhî aynada kendi âyân-ý sabitesini görünce anlar ki aradýðý kendisi imiþ. Ahsen'in aynaya bakmasýyle temennâyý kendine etmesi gibi... görür ki sûret de mânâ da kendisi imiþ. Öyle ise çalýþalým ki güneþe tapmayalým, Allah'a tapalým. Çünkü âþýk için yâr, gün için güneþ gibidir. Âþýðýn günü ve güneþi canânýdýr. Bu maddî güneþ ve güneþe benzeyen mecâzî sevgililer, o cânâna perdedir. Kim ki perdeyi canandan kaldýrmadýysa, o güneþe tapýcý oldu." (Ken an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul 2000, s. 291)
Bu ayki konumuz olan aile, çocuk ve çocuk eðitimiyle ilgili olarak hocamýz Cemâlnur Sargut la söyleþtik...
söyleþi:cemâlnur sargut
Müge Doðan: Hocam öncelikle toplumda ailenin öneminden bahsedebilir miyiz? Cemâlnur Sargut: Ýnsan, üns kelimesinden gelir, ünsiyet kökü, baþkalarýyla iyi iliþkiler kurabilen varlýk anlamýna gelir. Beþer olarak dünyaya gelip, insan olma fýrsatýný yakalamak yani kendi içimizdeki aþýrýlýklardan kurtulup dengeyi bulabilmek yaradýlýþýn yegâne amacýdýr. Dünyaya gelmekle, insan olma fýrsatýný yakalayan beþer, çeþitli imtihanlardan geçerek eðitilir. Bu eðitimdeki en önemli görev aileye düþer. Aile kurarken, herkesin mânevî eðitimden geçmesi gerektiðini bilmesi gerekir. Baþtan kabul edilmesi gereken, karþýdaki kiþinin her ne meþrepte olursa olsun, yaradýlmýþ olarak Allah ý belli isimleriyle temsil eden bir kul olmasýnýn ve ona hürmetin Allah a hürmet olduðunun çok iyi idrak edilmesidir. Kuruluþtaki en önemli mefhumlar; sevgi, saygý, adalet, hoþgörü gibi ana deðerler ve bunlarda dengeli olmayý öðrenmek için olan eðitim hazýrlýðýdýr. Allah ýn yaradýlmýþlarý kadýn, erkek gibi ayýrmadan, mümin, müminat olarak bütün ayetlerinde eþit derecede sorumlu tutmasý aile içinde de kadýn ve erkeðin bütün hatalarda eþit derecede sorumlu olacaðýný öðretecektir.
Aile hayatýyla oluþturulan mâbed, insanýn iki ayakkabýsýný çýkarak girmesi gereken bir mâbeddir. Bunlardan sað ayakkabý ben üstünüm, her þey benim istediðim gibi olacak ayakkabýsýdýr, sol ayakkabý dâimâ ben cennette olacaðým, hiç sýkýntý çekmeyeceðim ayakkabýsýdýr. Sen demeyi bilen fedakârlýðý prensip edinene bir aile mutluluk yuvasýdýr. Müge Doðan: Hocam, Ýslâm da çocuk eðitimi ve terbiyesi nasýldýr? Bu eðitimde örf ve âdetlerin yeri nedir? Cemâlnur Sargut: Sâmiha Ayverdi der ki Müslüman-Türk terbiye an anesinde sembol insandýr. Onun için Türk ailesinde terbiye ve disiplin reaksiyonlarla deðil aksiyonlarla verilir. Bu yüzden de her kýymetten ve her varlýktan üstün tutulan insanýn ilk planda ele alýnmasýndan daha tabiî ne olabilir? Aileler örf ve an anelerini kaybetmekle gidiyorlar ki ailenin çöküþü milletin çöküþüdür. Meselâ yaþý büyük olanlarýn önüne geçmemek, ellerini öpmek, hayýr duâlarýný istemek Türklerde bir örftür. Neden fedâ edilsin? Bu ve benzerleri atýlýnca da zaman, onlara baðlý birçok deðerleri de sýyýrýp götürür. Bu takdirde de, ya yerleri boþ kalýr yâhut da o boþluklar bizi rahatsýz eden davranýþlarla dolar. Örf ve âdetler, kitaplardan deðil, insandan insana naklolur. Onun için aile mühimdir. Ailenin tek sermayesi, serveti mânâsýný yürüten, ocaðýný tüttüren, önce kendisine sonra vatanýna, milletine faydalý olabilen evlâttýr. Daha ana karnýnda baþlayan bu eðitim metodu çocuk için midir, anne-baba için midir bilinmez. Ama evlâdý için sigara terk etmeyi, uykusunu fedâ etmeyi becerebilen, evlâdý için yalan
söylememeyi, sözünde durmayý, uygun yaþamayý öðrenmek ve örnek almak zorundadýr. Haramý helâli, doðruyu eðriyi, güzeli çirkini ailesinden öðrenen ne kadar bahtiyardýr. Kütlelerin mukaddes zincir halinde birbirlerine emânet ettiði bu terbiyeyi devam ettirmek Türk Ailesinde iman borcudur. Müge Doðan: Ana babanýn çocuðuna vermesi gereken temel deðerler neler olmalýdýr? Cemâlnur Sargut: Hocam Sâmiha Ayverdi anlatýyorlar: Bir gün bir grup çocukla karþýlaþmýþtým ve helâl, haram nedir diye sordum. Cevap alamayýnca bu sefer Yoksa duymadýnýz mý? diye sordum. Gene konuþmadýlar. Sadece en büyükleri baþýný havaya kaldýrarak cýk diye menfî bir ses çýkardý. O zaman yaþýný sordum. Kýsaca On iki deyip sustu. Ayný suale ikinci çocuk Sekiz diye cevap verdi. Artýk diðerlerine yaþlarýný sormaktan vazgeçerek bu defa Günah, sevap ne demektir, elbette duymuþsunuzdur... dediðimde, aldýðým cevap, gene baþ havada bir cýk oldu. Evet, haramý, helali, günahý, sevabý, yâni ahlâk kitabýnýn elif bâsý olan temel prensipleri bu altý yedi çocuktan hiçbiri bilmiyordu. Ayverdi bu konuda sorumlunun kimler olduðunu açýkça ifade eder ve anababanýn önemli bir görev üstlenmiþ olduðunu söyleyerek sorar: Küçük yaþlarda vitaminler, güneþ ve deniz banyolarý, az daha büyüyünce seyahatler, partiler, ve çeþit çeþit eðlencelerle büyüttükleri çocuklarýnýn bomboþ býraktýklarý kafalarý ve yürekleri, pusuda bekleyen kötülerin cirid oynadýklarý bir bataklýk hâline geliyorlarsa, mes ulü evlâdlar mý, yoksa
Haramý helâli, doðruyu eðriyi, güzeli çirkini ailesinden öðrenen ne kadar bahtiyardýr. Kütlelerin mukaddes zincir halinde birbirlerine emânet ettiði bu terbiyeyi devam ettirmek Türk Ailesinde iman borcudur.
analar, babalar mý?
söyleþi:cemâlnur sargut
Müge Doðan: Çocuklarýmýzýn özgüven sahibi olabilmesi çok önemli deðil mi hocam? Bunu nasýl bir terbiye yöntemiyle verebiliriz? Cemâlnur Sargut: Çocuk küçük yaþýndan itibaren Allah ýn sayarak yarattýðý, hatalarýnda özgür bir þahsiyettir. Onu ezmek ve kýsýtlamak, aþaðýlamak, bugünkü toplumun hastalýklý, özgüvensiz çocuklarýný oluþturur. Bize verilen bu büyük emânetleri Allah a teslim ederken kendi kendine yetebilen, ahlâklý, kusurlarýný görebilecek kadar özgüvenli, kendini affedebilecek kadar Allah ýndan emin, mutlu ve huzurlu insanlar olarak yetiþtirmek zorundayýz. Çocuklar, bizim nefsimizi tatmin etmek yerine Allah ýn onlardan hoþnut olacaðý bir ahlâk seviyesine ulaþmak zorundadýrlar. Þikâyet eden, mutsuz, yaradýlýþýnýn kýymetini bilmeyen çocuk ya kendi gibi anne-babaya sahip olmanýn acýsýný çekmekte ya da kendindeki Allah a güvenmenin eksikliðini yaþamaktadýr. Aile çocuðunu peygamber ahlâkýna uygun bir þekilde kavgasýz ve münakaþasýz bir ortam içinde kendi kararlarýný verecek kadar olgun yetiþtirirken sadece bu kararlarýn ne yönde verilmesi gerektiðini örnek alarak gösterecek bir yapýya sahip olmalýdýr. Ýmanýn insaný bütün kötülüklerden uzaklaþtýrabilecek en büyük güç olduðunu bilerek çocuða kendiyle kavgasýný bitirmesinde rol oynayan silâh olarak Allah aþkýný aþýlamak ana-babaya düþen en büyük görevdir.
Ama terbiye metodunda en önemli nokta, ýsrarcý olmamak, zamanla olgunlaþmaya, hata yaparak öðrenme yöntemine, kabiliyetine hürmet etmektir. Çocuk için tekâmül baþka çocuktan daha iyi olmak deðil, bir gün önceden daha mutlu, huzurlu ve baþarýlý olduðunu çok iyi idrak etmek demektir. Kaza ve kaderin asla deðiþmeyeceði düþünülürse çocuðun baþarýsý, kazandýðý Anadolu Lisesi ya da adý meþhur bir üniversite olmayýp tuttuðu iþte en iyi olmayý becerebilen ve Allah için yapýp zevk alabilen insan olmaktýr. Çocuklarýn tekâmülü ise Allah ý bilmede yegâne fýrsat olan dünyaya getiren anne babalarýna sorgusuz sualsiz hürmet etmeyi becerebilmektir. Peygamber in dünyada en çok deðer verilmesi gereken kiþinin anne olduðunu defalarca hatýrlatmasý ve üç kere anneden sonra bir defa babayý saymasý ebeveyne hürmetin Allah indinde ne kadar makbul olduðunu bize öðretir. Ýnsanýn insan sayýlmasýnýn ilk delili ona verdiði deðerdir. Çocuklar, gerek aile eðitiminde gerek okul eðitim ve öðretiminde talep etmeyi ve yine talebe olmayý becerebildikleri ölçüde insan olurlar. Kumar gibi, sigara ve uyuþturucu gibi kalbleri karartan ve kafayý idrakten alýkoyup ölü insanlar oluþturan bugünkü ahlâk anlayýþýnýn Türk aile terbiyesiyle uyuþmadýðý ortadadýr. Çocuk ve anne, aile binasýnýn temel unsurlarýdýr. Anne, memesinin üstünü örterken günah-sevabýn, sütünü emzirirken helâl-haramýn þuurunu yaþar.
Neticede çok çok seneler sonra böyle yetiþmiþ olan yavru için toplumun vereceði hüküm helâl süt emmiþ insan evlâdý olursa analýk hakký helâl olur. Aksine kötü yollara düþerse ve sütü bozuk damgasý yerse böyle bir evlâdýn anasý olmaktan Rabbine sýðýnýr. Ýþte terbiye sütle baþlar, eðitim ve öðretimle devam eder, insan olmakla biter. Allah, kendi mânâsýný gördüðü âilelerin ve insan diye nitelendirdiðimiz evlâdlarýn çoðalmasýný Türk Milletine nasip etsin. Müge Doðan: Amin
gri, kýrmýzý ve beyaz
70 li yýllar Türkiye için, siyasî açýdan çalkantýlý, ekonomik açýdan zorlu, kimlik ve millî deðerlerin ortaya koyulmasýnda korku ve çekingenliðin hissedildiði yýllardý. Çocuktum ben. Yaþananlarýn iç yüzünü bilmekten çok uzaktým ama insanlarýn duygularý üzerinden okumalar yapardým kendimce. Bir çocuðun çevresinde yaþadýklarýný bilinçsizce nasýl biriktirdiðine ve yetiþkinliðe nasýl taþýyabildiðine kendi hikâyemle tanýk oldum.
emine ebru
Çocukluðumun renkleri benim kiþiliðimin de renkleri oldular: Çevremdeki korku ve güvensizlik kültüründen üzerime sinen GRÝ var hâtýralarýmda. Her akþam ayný saatlerde kapýyý çalan babam biraz gecikse endiþe ile duâlar okumaya baþlayan anneciðimden bana gelen korkunun grisi Siyah-beyaz fotoðraflarda en renkli bayramlýklarýmla bile gülümsesem ortaya çýkan gri Yaþamýn neþesini seçen tarafýmla KIRMIZI var: Çocukluðun bana sunduðu sonsuz neþe ile dünyayý bir oyun bahçesi gibi gören yanýmýn rengi. Top sonundan kesilmiþ kalýn kumaþla annemin diktiði kýrmýzý manto, yanlarý tokalý kýrmýzý rugan ayakkabý. Okumayý sökünce sýnýfýn duvarýna çizilmiþ elma larýmýzýn
kýzarýþý Yazlarý taktýðým beyaza boyanmýþ hasýr þapkanýn kenarýnda asýlý duran kirazlarýn kýrmýzýsý Özel misafirliklere götürülen maðrur glayöllerin kýrmýzýsý Yaz pazarlarýndan annemin kan-ter içinde taþýdýðý, diþleyerek yediðim domatesler. Bir de BEYAZ var çocukluðumdan: Babamýn çalýþtýðý fabrikanýn bahçesini ilkbaharlarda baþtan sona saran papatyalarýn beyazý var. Toplayýp saçlarýma taç yaptýðýnda annem, kendimi hiç hissetmediðim kadar güzel hissettiðim papatyalar... Büyük-küçük demeden yaz gelince ayaklara geçirilen -ýslandýðýnda bileði burkmasý garanti olantokyolarýmýzýn tevâzuyla dolu rengiydi beyaz. Anneannemin namaz örtüsünün beyazý Tertemiz ama sessizce, mahremde yaþanan imânýn rengi Çocuk saflýðýmýn rengi Çocuk olmak, yaþamýn renklerini süzerek kiþiliðinin rengine dönüþtürmek demek. Benim renklerim daha azdý, sâdeydi ama netti. Ýyileriyle kötüleriyle benim oldular. Peki ya çocuklarýmýn renkleri ne olacak? Sýnýrsýz seçimlerin yarattýðý alacalýk içinde, tüketim kaslarýný geliþtirerek büyüyen ancak tükettikçe hayata daha depresif bakan dijital çocuklarým hangi renkleri alacaklar üzerlerine? Ýþte bu noktada çocuk-merkezli aile yapýsýný benimsemiþ, þehirli, beyaz yaka çalýþanlarýn ebeveyn reflekslerini üzerime giymem hiç de zor deðil aslýnda. Hatta baþýný bile çekebilirim bu prototipin; eðer tasavvufî yaþantýnýn her alanda uygulanýþýný gösteren sultanlarýmýn
himmetiyle gayretim olmasa Modern çaðýn annelerinden biri olarak hayatýmýn merkezine çocuklarýmý koyuyordum ki Zebûnu olduðun ne varsa imtihanýn olur; çocuklarýn cehennemin olmasýnlar sana buyurdular. Gerçekten de ben onlarý sahiplendikçe onlar kendi yönlerine doðru çekildiler. Çocuklarýmý kendi projelerim olarak düþünmeye meylediyordum ki onlarýn bana ait olmadýklarýný, onlarýn hayatlarýný sandýðýmýn aksine þekillendiremeyeceðimi, zirâ her birinin kendindeki ismi hakikate kavuþturmak için kendi yolunu bulacak birer ruh olduðunu anlattýlar. Her istediklerine evet dediðimde ve herþeyin en iyisini aldýðýmda en iyi evlâd yarýþmasýndaki kýrmýzý kurdeleyi benimkilerin göðüsleyeceðini sanýyordum ki yapmam gerekenin salt güzel ahlâký giyinmek ve onlara yaþayarak göstermekten ibâret olduðunu yine kendileri gösterdiler. Onlar ki nübüvvet nurunun bu devirdeki velâyetini taþýyanlar, bizlere insan olma gayretinin lezzetini sundular. Önce kendi hayatlarýmýzýn mimarý olabilmemizin önemini gösterdiler. Sâmiha Annemizin öðrencileri olarak evlerimizin baþköþesinde duran- Altýn Öðütler i ise insan olabilme gayesiyle gayret eden herkesin yoluna ýþýk tutmakta. Bu yazý münâsebetiyle farkediyorum ki bu öðütleri hal edebildiðim ölçüde çocuklarým da bu renkleri giyebilecekler inþaallah: Dürüstlük bekliyorsam onlardan; önce kendim her ne koþulda olursa olsun
yalandan uzak durmalýyým ve ölçüm doðruluk olmalý. Geçimli olmalarý ise meselem, önce kendim farklýlýklara hürmet etmeyi, insanlarýn kusurlarýný büyütmemeyi öðrenmeliyim. Zorluklar karþýsýnda hemen pes etmemelerini istiyorsam, iþlerimi yaparken azimli ve sebatkâr olmaya gayret etmeliyim. Hazýmlý ve hoþgörülü bireyler görmek istiyorsam karþýmda önce kendim meselelerimi sükûnet ve hoþlukla hâlletmeyi öðrenmeliyim. Ýmanlý ve idrakli yetiþkinler olarak onlarý görebilmek ise niyâzým, önce kendim her geleni Allah tan bilip þikâyeti býrakabilmeyim, olanla yetinip hep þükredebilmeliyim. Küllî akla rapt olabilmeliyim. Her koþulda herkese iyilik yapmak için fýrsat gözleyeceðim ki onlar da kula hizmetin Hakk a hizmet olduðunu hâl edebilsinler. Dýþarýdaki her çocuðu kendi çocuðum gibi kollayýp önce onlarý gözeteceðim ki insaný sevmeyi öðrensinler. Þimdi farkediyorum ki mesele çocuk yetiþtirmek deðil. Mesele güzel ahlâký hâl edebilmek aslýnda Yalnýzca bu
ayรงa
รงocuk terbiyesi
Hocamýn sýk sýk anlattýðý bir hâtýrasý vardýr. Kendileri 6 yaþýndayken verem geçiriyorlar. Hastalýðý atlattýktan sonra bayramda ablalarý kýrmýzý kadife bir elbise dikiyor. Hocam da elbise üstünde olduðu halde doktor olan babasý ile birlikte, kendilerini tedavi eden doktora bayram ziyaretine gidiyorlar. Doktor da esmere al baðla geç karþýsýna aðla deyince hocam kendilerini dünyanýn en güzel kýzý olarak gördüklerini söylerler. Bu özgüven ve bu mutluluk içerisinde, Nazlý Anne yi görmek istediklerini söylüyorlar ve onun evine gidiyorlar. Nazlý Anne, hocamý görünce, Cemâlnurcuðum, çok güzel olmuþsun. Fakat þurada bir fakir kýz var, onun hiçbir zaman böyle bir elbisesi olmayacak, senin ablan yine sana diker diyerek hocamýn üzerinden elbiseyi çýkarýp fakir kýza veriyorlar. Bu hikâyeyi senelerdir tekrar tekrar dinlerim. Ve kendi çocuðum olana kadar Nazlý Anne nin neden böyle yaptýðýna akýl erdirememiþtim ve sanki elbisesi alýnan hocam, çok maðdur edilmiþ gibi hissederdim. Oysa þu anda bunun çok isâbetli bir çocuk eðitimi olduðunu düþünüyorum. Bugünkü yetiþkinlere bakýnca, insanlarýn problemlerinin her þey benim olsun , her istediðim hemen olsun , ben mutlu o l m a l ý y ý m g i b i d ü þ ü n c e l e rd e n kaynaklandýðýný görüyoruz. Oysa Nazlý Anne nin hareketinin içerisinde bütün bu düþüncelere çözüm var. Araþtýrmalar bize insanýn mutlu olabilmesinin yolunun diðer insanlara hizmet etmekten geçtiðini söylüyor. Küçük yaþlarda çocuðunu vermeye alýþtýrmak bu hizmet davranýþýnýn yerleþmesinde çok etkili. Bununla beraber
aslýnda elbisesi alýnan çocuk, bu hareket sayesinde müthiþ bir özgüven kazanýyor. Çünkü bu isteðin arkasýnda, ben senin bunu yapabileceðini biliyorum mesajý da var. Elbisesini veren çocuk için ayný zamanda baþkalarýnýn mutluluðundan mutlu olma sanatýný öðrenmek için bir alýþtýrma yapma ortamý da doðmuþ oluyor. Biz ise çocuklarýmýzý her istediðini almaya, hakkýný arama davranýþý adý altýnda baþkalarýný baðýþlamamaya ya da intikam almaya, paylaþmak yerine kendilerinde tutmaya alýþtýrýyoruz. Bununla da sevgimizi gösterdiðimizi zannediyoruz. Oysa sevmek ile terbiye vermek farklý iki kavram. Ben küçükken annem hoþlanmadýðým bir þey yaptýðýnda sana çok kýzdým, bir daha seni sevmeyeceðim derdim. O da bana ben de sana kýzdým ama sevmekle kýzmak farklý þeyler, ben seni sevmeye devam edeceðim derdi. Sonraki yýllarda anne ve babalarý gözlemlediðimde çocuklarý böyle bir þey söylerse ona cevaben o zaman ben de seni sevmem dediklerini gördüm. Bu hareket çocuklara aslýnda sevginin koþullu bir þey olduðunu anlatýyor ve çocuk yanlýþ bir þey yaptýðýnda yanlýþýna odaklanmak yerine annenin ve babanýn sevgisini kaybetmemeye odaklandýðý için, yapýlan yanlýþ öðretici bir hareket olabilme kapasitesini yitiriyor. Çocuk eðitimi hakkýnda konuþulacak çok þey var. Fakat bana göre en etkili yöntem, kiþinin çocuðunda görmek istediði davranýþlarý kendisinin göstermesi. Çünkü her ne konuþursak konuþalým en nihayetinde çocuklar, ebeveynlerinin hareketlerini kopyalar hâle geliyor ve bizim yaþamadýðýmýz deðerleri onlarýn yaþamasý bir hayâlden öteye geçemiyor.
asuman sargut kulaksýz Çocuk Ýftarlarý
Sabah gözümü açtýðým anda baþlayan bir heyecan: ORUÇLUYUM... Her þey usûlünce yapýlmýþ; gece sahura kaldýrýlmýþým. Ailece soba baþýnda yiyip içmiþiz ve tekrar uyumuþum. Henüz okul öncesi yaþlardayým ve kýþ ramazanlarý yaþýyoruz. Otuz gün içinde bir gün, öyle yarým gün falan deðil, tam bir gün oruç tutuyorum. Gün içinde acýktýðým, susadýðým oluyor ama hiç yakýnmýyorum zirâ etrafýmdaki herkes huzurlu, mutlu; þikâyet eden yok. Üstelik herkes benimle iftihar ediyor. Ben de büyüklerin dünyasýnda yaþadýðým bu bir günlük serüvenin, onlarla birlikte nefsime hâkim olmanýn zevkini çýkarýyorum. Akþam yaklaþýrken heyecan artýyor. Sâmiha Annemin evine iftara gidiyoruz. Pek çok çocuk birarada, o iftar anýnýn coþkusunu yer sinilerinin baþýnda yaþýyoruz. Yemekler yeniyor, namazlar kýlýnýyor: Kâh kýkýrdayarak, kâh ciddiyetle... Arkasýndan gelsin oyunlar: Cicoz oyunu, karagöz, fincan oyunu, daðýtýlan hediyeler, diþ kiralarý... Ýmanlý yaþamanýn bir huzur ve mutluluk kaynaðý olduðunun idraki içinde, yorgun eve dönüþ. Bu durum tabiî ki ilkokul yýllarýnda da devam etti ve o özel günü, o yaþlarda þöyle anlattým:
Topladý gene bizi, O bizim anamýzdýr. Ona olan sevgiyi Anlatmak imkânsýzdýr. Tanýtýp sevdiren O Namaz, oruç, iftarý Evinde gösteren O, Güzel gerçek imâný. Beraber öðrenelim, Doðru yoldan gidelim, Bu iftarýn hakkýný, Böylece ödeyelim. Bu geceyi anlatmak, Duyurmak istiyorum, Hepimizin kalbinde Yerleþsin diliyorum. Genç yüzler, genç alýnlar Varsýn secdeye orda Allah ý seven kalpler Birleþsin bu iftarda... Ne güzel insanlar tanýdýk! Ne kadar çok emek verdiler bize! Vakit daralýyor. Ýstedikleri gibi olabilelim inþaallah...
hüseyin gökhan
takým aþký
Sporla yakýndan ilgilenirim fakat uzun zamandýr herhangi bir takýmý tutmuyorum. En son taraftarý olduðum takýmdan soðuduðumda sanýrým 13 yaþýndaydým. Bunun için kendimi biraz þanslý hissediyorum. Takým sevgisi ve fanatizm arasýndaki hassas çizgiyi kolaylýkla kaybedebilecek bir yapým var zirâ. Takým sevgisi insaný olgunlaþtýran bir tecrübe: Parçasý olduðunuz bir bütünün baþarýsýyla sevinip baþarýsýzlýklarýyla dertlenmek, kiþiyi birçok açýdan eðitip olgunlaþtýrabiliyor. Tuttuðu takýmýn moralini yüksek tutmak için kar-kýþ demeden stadyuma gidip binlerce kiþinin arasýna katýlarak kendini unutmak, normalde hiçbir iþe yaramayacaðýný düþünebileceðiniz bir haykýrýþýn binlerce yankýyla katlanarak ortalýðý inleten bir tezahürata döndüðüne þahit olmak, hiç tanýmadýðýnýz insanlarla beraber birlikten kuvvet doðurmak, hele hele bütün bunlar millî duygularla pekiþtiðinde sevinçten gözyaþý dökebilmek çok güzel bir deneyim. Bunu yaþayabilen kiþilerin maksadý galibiyet deðil, takýmlarýna duyduklarý aþk oluyor. Her mecaz aþk gibi bu sevdanýn da arkasýnda insanlýðýn var oluþ sebebi var muhakkak. Spor hâdisesine bu mânevî nazarla bakabilenler, yenilgiyi de olgunlukla karþýlayabilmek hassasiyetini gösterebiliyorlar. Olimpiyatlarda bir güreþçinin final maçýný kaybettikten sonra, kazanan Türk güreþçiyi sýrtýnda aðlayarak taþýdýðýný ve rakibine zafer turu attýrdýðýný seyrettiðimi hatýrlýyorum. Bu görüntü karþýsýnda benim de gözlerim yaþarmýþtý. Seyrettiðim yüzlerce altýn
madalya sahibinden deðil de bu kaybeden güreþçi hâfýzamda ayrý bir yere sahip. Maalesef bu sevgi, egonun, en aniyetin doruklara çýkarýldýðý sevimsiz bir fanatizme de dönüþebiliyor çoðu zaman. Beni de taraftarlýktan soðutan sebeplerin baþýnda bu geliyordu. Kazanmanýn tek deðer olduðu, kaybetme korkusundan dolayý edeb ve ahlâktan uzaklaþýldýðý, maðlub tarafa saygý göstermek bir yana, onunla alay etmenin ve aþaðýlamanýn bir erdem sayýldýðý, hak gözetmek yerine ne olursa olsun kendi tarafýnýn doðru ve haklý olduðunu savunmanýn düstur edinildiði bu fanatizm artýk çevremizde üzüntüyle izlediðimiz bir gelenek oldu. Kendi takýmýný sevmekten ziyade rakip takýmlardan nefret etmek, kendi baþarýsýyla sevinmektense diðerlerinin baþarýsýzlýðýyla mutlu olmak, takým aþkýndan sayýlmamalý diye düþünüyorum. Hele hele uluslararasý karþýlaþmalarda yabancý takýmlarýn Türk takýmlarýný yenmesini isteyebilecek kadar millî duygularýn dahî önüne geçecek derecede birbirinden nefret etmek artýk iþin çýðrýndan çýktýðýna iþaret ediyor. *** Ýki yaþýnda bir oðlumuz var. Babasýndan ziyade okuldaki ya da yakýn çevresindeki arkadaþlarýndan etkilenecektir muhakkak. Büyük ihtimalle o da bir takýmýn taraftarý olacaktýr. Onun yukarýda bahsettiðim bu negatif gelenekle hâllenmesini istemeyeceðim âþikâr. Bükemediði bileði saygýyla öpmesini , altta kaldý diye yerinmeyip,
üste geçince de çok sevinmemesini gerçek galibin hiçbir zaman kendisi olmadýðýný, maðlub olaný da kendisinin yenmediðini öðrenmesini dilerdim. En çok da bunlarý içinde bulunduðu toplumdan görerek hâl etmesini arzulardým. Sevgili Peygamberimiz in okçuluk, binicilik, güreþ, koþu ve yüzme yaptýðýný biliyoruz. Hatta gençleri bu yönde bizzat teþvik etmiþ olduðunu anlýyoruz. Gençlerin iyi yetiþmesini en önemli önceliði hâline getirmiþ olan Sâmihâ Annemiz in mefkûresindeki Türk gençliði de sporun içinde olmalýdýr diye düþünüyorum. Ancak onlar bu tecrübeyi bizim öz kültürümüzle, mâneviyatla birleþtirerek yaþamalý ve diðer toplumlardan farklarýný bu yönde belli etmeliler. Belki þu anda kim olduðunu unutmuþ bir güruh gibi gözüküyoruz fakat unutmamalý ki bir millet olmamýzýn çok derin sebepleri var. Ýnþaallah millet olmanýn gereklerini spor alanýnda da bizlere lâyýk olduðu þekliyle yaþayabilir ve gençlerimize de holiganlarý deðil merdâný örnek alabilecekleri bir iklim sunarýz.
端mit g端lb端z ceylan
NE HABER?
Cemâlnur Sargut Hocamýzýn Aile Olmak Konulu Konferanslarý Büyük Ýlgi Görüyor Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlýðý Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüðü tarafýndan koordine edilen ve il müdürlükleri aracýlýðýyla gerçekleþtirilen konferanslar dizisinde hocamýz Cemâlnur Sargut, Aile Olmak konulu konuþmalar yapýyor. Ocak ayýndan beri Samsun, Mersin ve Urfa da gerçekleþen bu toplantýlar halk tarafýndan büyük ilgiyle takip ediliyor. Binlerin doldurduðu toplantý salonlarýnda halka seslenen hocamýz, aile olmanýn öneminden bahsediyor. Cemâlnur Sargut, Ailenin çöküþü demek, bir milletin çöküþü demektir. Bu nedenle aile yapýsýnýn güçlü olmasý gereklidir. Büyüklerine saygý duyan, küçüklerini seven, saygý, sevgi ve hoþgörünün egemen olduðu aile güçlü ailedir mesajlarý verirken örnek alýnacak tek ailenin Hazreti Peygamber ve ailesi olduðunun altýný çiziyor. Hazreti Peygamber in nasýl bir aile reisi, nasýl bir baba, nasýl bir eþ olduðunu örneklerle anlatan hocamýz, müslüman erkeklerin eþlerine nasýl davranmasý gerektiðini Hazreti Peygamber e baktýklarýnda
görebileceklerini ifade ediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlýðý nýn Türk aile yapýsýnýn korunmasý ve deðerlerinin anlatýlmasý ve hatýrlatýlmasý için yaptýðý bu dizi konferanslar yýl içinde çeþitli illerde devam edecek. Cemâlnur Sargut un bundan sonraki konferansý 7 Mayýs 2013 de Mardin de gerçekleþtirilecek.
cemalnur sargut
Sâmiha Ayverdi nin Müslüman Türk Kadýnýna Bakýþý
Sâmiha Ayverdi, öncelikle, kadýn-erkek ayýrmadan insan olma zevkini öðreten bir öðretmendi, mürþitti. Ýnsan kâinatýn gözbebeði, Hakk ýn halîfesidir. Tek ifâdeyle eþref-i mahlûktur ve hadîs-i kudsîde de beyan buyrulduðu üzere ilâhî kudretin kendi kendini özleyiþinin, kendi kendine olan iþtiyâkýnýn en mükemmel âbidesidir. Bu durumda insanoðlu kendini bilir ve bildiðini ilim (Kur an) ve amel (Sünnet) ile ispat ederse, ancak o zaman ona insan denir. Bu yüzden insanýn bir diðer târifi de, kul olduðunu idrâk eden kiþidir. Sâmiha Anne bu yüzden kadýn hakký sözünden rahatsýz olmuþ, insan haklarý üzerinde durmuþtur. Ona göre gerek fizyolojik gerek psikolojik bakýmdan kadýn ve erkek cinsleri eþit deðildir. Bu sebeple de vazîfe, mes ûliyet ve dolayýsýyla da haklarý arasýnda fark olmasý zarûrîdir. Ama bu fark, kadýný ezerek istismar etmek mânâsýna alýnmamalýdýr. Her zaman söylediði gibi Ýslâm, kadýna haklarý konusunda çok geniþ özgürlükler tanýmýþtýr ama Ýslâm kadýný bu özgürlüklerden bîhaber olduðu için câhil kalmýþtýr. Sâmiha Anne, kadýn ve erkek arasýnda iddialý bir yarýþa karþýdýr ve þöyle der: Her iki cins, yaratýlýþlarýnda mevzuu bulunan ayrý ayrý imkânlarý tabiatlarýnýn çerçevesi içinde ayýrmalýdýr. Evet, köy erkeðinin at üstünde, kadýnýn ise sýrtýnda çalý odun yüküyle yaya gitmesi, kýymet hükümlerini kaybetmiþ bir cemiyetin fâcialý tablolarýndandýr. Fakat bu çeþit yanlýþlarý kadýn haklarý diye baðýran
seslerle düzeltemeyiz. Bu bir eðitim iþidir ve misyonunun þuuruna varmýþ öðretmen ve din adamý yetiþtirmekle hallolur. Sâmiha Anne nin îmandan gelen tavsiyeleri kadýn haklarý meselesine deðiþik bir bakýþ getirir. Onun önerisi Ýslâm ý doðru anlamaktýr. Cennet analarýn ayaklarý altýndadýr hadis-i þerîfiyle Resûlullah ýn En çok ananýza hürmet edin sözünü üç defa tekrarlamasý ve Bana dünyanýzdan üç þey sevdirildi: Kadýn, koku, gözümün nuru namaz derken, kadýný ilk olarak saymasý gerçekte Ýslâm ýn kadýna ve özellikle anaya ne kadar deðer verdiðini anlatmaktadýr. Hocasý Kenan Rifâî Hazretleri Ýslâmiyet, kadýný, içtimâî hayatta bir süs, bir lüks metâý olarak deðil de iþ ve hayat arkadaþý diye nazar-ý itibâre aldýðý gibi, cinsiyeti bakýmýndan da sadece bir zevk âleti olarak görmüyor. Hakk ýn yaratýcý kudretinin nümûnesini müþâhede ediyor. Hz. Mevlânâ der ki; Kadýnda sanki ince bir perdeden Hak tecellî etmiþtir. Esâsen peygamberimizin Bana dünyanýzdan kadýnlar sevdirildi sözü de böyle bir felsefenin mahsûlüdür. Bu sözü Ýbn Arabî þöyle izah ediyor: Resûlullah kadýna muhabbet ederek onlarýn vücudu aynasýnda Hakk ý kemâli ile müþâhede etmiþtir. Zîrâ Ýbn Fârid in de dediði gibi Her güzelin hüsnü, Allah ýn cemâlinin tecellîsidir. Þu hâlde erkeðin kadýna muhabbeti, bir bakýma Allah ýn cemâline vuslatý talepten ibârettir. Fakat þüphesiz ki böyle bir düþünce muayyen bir
seviyenin ve mânevî terbiyenin mahsûlüdür. Kadýný sadece cinsî zevk ve þehvetlerin bir tatmin âleti saymak, bu yüzden de günahlý görmek, basit ve iptidâî bir zihniyetin eseri olduðu gibi, mahbûb-u hakîkînin aslýna, hakîkatine varmak için bir vâsýta, bir köprü bilmek ve ona göre hürmet etmek, olgun bir görüþün ifâdesidir ki bu da Ýslâmiyette kemâlini bulmuþtur buyurarak Sâmiha Anne de þekillenen kadýn anlayýþýnýn menþei hakkýnda bilgi edinmemizi saðlamaktadýr.
cemalnur sargut
Allah kadýna kimsenin eriþemeyeceði bir imtiyaz vermiþtir ki, o da analýk mevkiidir der hocam. Ama biz kadýnlar bu yüce imtiyâzýn takdirinde yanlýþ olduðu kadar boþ da olan bir inatla durmadan kadýn-erkek eþitliði terânesiyle kendi kendimizi küçük düþürüyoruz. Allah kadýna yaratýcýlýk imtiyâzý vermekle onu yüceltmiþtir. Erkek ne kadar özense çocuk doðuramaz. Ey kadýn, Cenâb-ý Hakk ýn sana bahþettiði bu ulvî vazîfeyi unutup neden tabiata müdâhale ederek isyan bayraðýný açmýþ bulunuyorsun? Kadýn ve erkek birbirinin tamamlayýcýsý olarak yaratýlmýþ ve vazîfe taksimi de tabiatça yapýlmýþ bulunduðuna göre aralarýnda zýtlaþma ve iddia gibi kof dâvâ, kazanýlmasý muhâl bir dâvâdýr. Eðer iki cins de rûhî ve derûnî bir olgunluða sahip olmadan bu mevzûda hareket edecek olursa, bu gürültü kadýnýn da, erkeðin de aleyhinde tecellî edecektir vesselâm... Anlaþýlýyor ki onun hayâl ettiði kadýn, döl
veren ve doðurduklarýyla beraber bütün âileyi bir görenek ve gelenekler nizâmý içinde toplayýp birleþtiren mes ul þahýs, cemiyet âhenginin ipuçlarýný elinde tutan ve âile kovanýný petekleyip dolduran sýrlý kuvvettir. Ve îmanlý Türk kadýný, hem an ane ve geleneklerinden hem tarihinden hem de îmânýndan dolayý teçhizatlýdýr. Ve o, analýðý doðru idrâk eder. Bu yüzden de annenin þeklini þöyle izah eder: Ýnsan yavrusunun en küçük yaþýnda baþlayan þahsiyet kazanma yarýþlarýna giriþtiði devreden itibâren devamlý olarak, egoizm tutkusunun geliþmesiyle, müptelâ olduðu ve olacaðý tersliklerle güreþecek kuvveti, anasýnýn aynasýnda seyrederek aký karadan seçmeyi öðrenmesi gerekmekte deðil midir? Yenmek isteyeceði gurûrunun yerine tevâzû getirmek, hançerleyeceði intikam duygusuna karþýlýk affediciliði yerleþtirmek yolunda anasýný örnek almasý, bir evlâda hazýrlanan helâl mirasýn tâ kendisidir. Evlâdýný bedenen beslemek, hastalýklardan, tehlikelerden korumaya çalýþmak kadar rûhen de arýndýrmak ve desteklemekle vazîfeli bulunduðunun anlayýþý içinde olan ana, ne mübârek anadýr. Ýçgüdüsünün rehberliðinde giden hayvana mukabil, irâde, mantýk ve bir rûhî endâzeye sahip insanoðlunun, yavrusuna kendini de cemiyeti de tahrip ve imhâ edecek benlik ve þer
cehenneminden uzak tutacak yollarý göstermesi ve onu, þer kuvvetlere karþý rûhen silâhlanmasýný saðlayacak olgunluða doðru arkasýndan itmesi gerekmez mi? Bir baþka eserinde þöyle diyor: Evlât ne bir müstemlekedir ne de bir çiftlik; ancak Allah ýn emânetidir ve ana ve babanýn vazîfesi de bu emâneti en iyi þekilde yetiþtirmektir. Aþýrý tasarruf, baský ve müdâhale þahsiyet yapýsýnýn teþekkülünü zorlaþtýrýr ve irâdeyi zayýflatýr. Çocuklarýnýzý kontrol edin, fakat bunu onlara mümkün olduðu kadar hissettirmeden ve ezmeden yapýn. Çocuklarýn yetiþmelerinde en müessir ve baþarýlý taktik, onlarla hem arkadaþ olmak hem de araya bir saygý mesâfesi koymaktýr. Evlâtlarýnýza öðretmek istediðiniz deðerleri hikâye, hâtýra ve mecazlar içinde bilhassa sýcak âile toplantýlarýnda anlatýn. Çocuklarýn isteklerine ne her zaman evet ne de her zaman hayýr deyin. Mâkul olanlarý yapmak vazîfemiz olduðu gibi tehlikeli, zararlý ve aþýrý istekleri yolunca reddetmek de vazîfemizdir. Onlarý en körpe çaðlarýnda gene misaller ve hikâyeler yâhut da yaþanmýþ hayat mâceralarý yolu ile haramý, helâli, günâhý, sevâbý, maddî-mânevî mânâda cömert, fedakâr, vefakâr ve ferâgatli olmayý, vatan ve îman aþkýný öðretin. Eðer çocuk baþkalarýný mesud etmenin en az kendi saadeti kadar güzel olduðunu âilesinin içinde görerek öðrenirse iç formasyonunun teþekkülüne bundan güzel yardýmcý olamaz. Dil ne kadar güzel söylerse söylesin, fiil ve hareketlerin
Evlâdýný bedenen beslemek, hastalýklardan, tehlikelerden korumaya çalýþmak kadar rûhen de arýndýrmak ve desteklemekle vazîfeli bulunduðunun anlayýþý içinde olan ana, ne mübârek anadýr.
tesiriyle aslâ yarýþamaz. Þunu da bilmeli ki yetiþmeleri ile vazîfeli olduðumuz kimseler yalnýz kendi zürriyetimiz deðildir. Suya atýlan taþýn yaptýðý halkalar gibi uzayabildiðimiz yerlere kadar hayýrlar, iyilikler, doðruluklar ve güzellikleri dalga dalga uzatmakla mükellefiz.
cemalnur sargut
Ayrýca Sâmiha Anne ye göre Türk kadýnýnýn haysiyet ve nâmusunu koruma içgüdüsü vardýr ki kýyâmete kadar devam edecektir. Þunu bilmek yerinde olur ki kadýnýn iffeti her þeyden evvel kendisi için mukaddestir. Kendi nâmusunu korumayan veya korumak istemeyen kadýný hiç kimse muhâfaza edemez. Zîrâ fâhiþelik yalnýz vücûdunu yabancýlara teslim etmekle olmaz, gözle kaþla da fâhiþelik yapýlýr, hatta kalple de. Bu yüzden de bugün Ýslâm da en büyük mesele, giyim-kuþam deðildir. Allah ýn emirleri ve yasaklarý, kýyâfete taallûk eden keyfiyetlerle hudutlanamaz. Bugün Ýslâm'da en mühim mesele, giyim-kuþam iþi deðildir. Allah'ýn emirleri ve nehiyleri, libâsa taallûk eden keyfiyetlerle hudutlandýrýlamaz. Kavuk, sarýk, þapka, þalvar, hýrka ve her çeþit libas, bu dünyada kalacak nesnelerdir. Ama bizimle berâber gidecek olan öyle kýymetler var ki, onun için kalbimizin giyimli olmasý lâzým... O soygun, o çýplak olursa, iþte bu müþkül. Maamâfih rûhun giyimli olmasý, yalnýz þekilde kalmýþ bir ibâdet ile de te'min edilemez. Kin, kibir, yalan, riyâ, hile, kalp kýrmak, ara bozmak gibi nefsin yedi baþlý ejderi içimizde yaþar ve rûhumuzu çýrýlçýplak býrakýrsa, istediðimiz kadar carlara, ferâcelere, çarþaflara sarýlalým, ne fâide?
Zarif kadýn, yalnýz giyimi kuþamý ile deðil, hâl ve tavrý, görgüsü bilgisi, tutumu ve düþünceleri ile bir yürüyüp gezen bir âbide, kendisinden canlýlar üreyen bir canlý kudsiyet heykelidir. Belki çok þey bilmez. Bilmesine de pek lüzum yoktur. Ama bilmesi gerekeni çok iyi bilir ve çok iyi iþler. Temeli, iyi zevce, iyi ana olan, bir cemiyetin yükünü sýrtýnda taþýyan bu kadýnýn zaferi, zaferinin sýrrý, îmanla vatan aþkýný ayrýlmaz bir bütün hâline getirmiþ olmasýdýr. Bu yüzden de yol göstericisi, mehenk taþý, gönlünde yalým yalým yanan bu ocaðýn zevki ve þevkidir. Topraðýnýn ve îmânýnýn emrinde olan bu inanmýþ kadýn, bu hamiyetli ve celâdetli ana, onun için zýrhlý, silâhlý, kuvvetli ve ferâgatlidir. Bu o çeþit bir ferâgattir ki dokuz ay gül yüzünü görmeyi heyecanla beklediði çocuðunun kundaðýný kucaðýna alýr almaz, ona ilk sütünü "Ya gazi ol ya þehit!" diyecek kadar kendi gibi evlâdýný da vatana ve îmâna adayabilecek civanmertliði gösterebilir. Gösterdiði için de devlet, bir dünya imparatorluðundan kaya kaya bir enkaz hâline geldiði zamanlarda bile, çöken bu müesseseler arasýnda yalnýz âile müessesesi ayakta kalabilmiþ, yalnýz onun dokusu, üstüne saldýran bakterilere karþý, hep ayný îmânýn muâfiyet aþýsý ile karþý koyulabilmiþtir. Tereddütsüz söylenebilir ki bugün, evlâdýna memleket aþký ve îman gücü vermeden, onlarý yabancý ülkelerin kucaðýna atmak, hýyânet-i vataniyyenin tâ kendisidir.
Görülüyor ki Sâmiha Anne bize kadýn olmanýn zevkini anlatmýþtýr. Romanlarýna gelince, Sâmiha Ayverdi bir romancý olarak çeþitli kadýn tiplerini incelemiþ; yaþlý, genç, çaðdaþ kadýn, ev hanýmý, çalýþan kadýn, mutasavvýf, okumuþ, okumamýþ, dadý, câriye genç kýz, saraylý, konaklý, köylü, romancý, sanatkâr hanýmlarý romanlarýna konu yapmýþtýr. Hocamýn hanýmlarý cinsel özgürlük peþinde koþmakla meþgûl olmayýp, aþk mâcerasýnda da ayrý yüce bir aþkýn büyüsü içerisinde olduklarýndan, gündelik sevdâ veyâ berâberlik iliþkilerini anlatmaya gerek duymamýþtýr. Ahmet Kabaklý, Sâmiha Anne yi böyle anlatýr. Buradan anlaþýlýyor ki öncelikle insana önem veren Sâmiha Anne, aþký anlatmak için de insaný kullanmýþtýr. Kendisi kadýnlarý çeþitli kategorilerde incelerken, eski kadýný sabýrlý, temkinli, vakur ve þefkatli, hamiyetli ve gayretli bulmuþ, bunun sebebini de küçük yaþýndan îtibâren gelenekleþmiþ âile terbiyesinden yararlanmalarýna atfetmiþtir. Þehirli kadýný ise, çalýþan ve çalýþmayan diye ikiye ayýrmýþ ve þöyle anlatmýþtýr: Çalýþan kadýn zamanýný, kudretini ve gayretini evinin dýþýna da taþýrmýþ olduðu için cemiyete olan borcunu daha geniþ ölçüde ödemektedir. Çalýþmayan, varlýklý veyâ aþýrý refahlý kadýna gelince, gene âciz kanaatime göre, asýl Türkiye'nin kadýn meselesi bu zümrenin ele alýnmasý, daha doðrusu kazanýlmasýyla bir düzene girebilir. Zamanýný kumarda, gece kulüplerinde, çeþitli eðlence yerleriyle,
sinema, tiyatro, berber, terzi gibi sýrf þahsî zevk, îtiyat ve ihtiraslarýný karþýlama yolunda geçirmekte olan bu varlýklý kadýn, memleketin yalnýz kaybolmuþ zümresini deðil, ayný zamanda zararlý ve hattâ tehlikeli sýnýfýný teþkil etmektedir. Parasý kadar enerjisini ve her türlü imkânlarýný har vurup harman savurmakta olan ve bütün bu varlýk kaynaklarýndan memleketine bir habbe dahî ayýrmayan ve en kötüsü kendine benzeyen evlâtlar üreten ayný kadýn, vatanýn ikbal ve istikbâli adýna tehlike deðil de ya nedir? Ýþte Sâmiha Anne nin kadýn anlayýþý budur. Kurucumuz ve hocamýz, örneðimiz muhterem Sâmiha Ayverdi nin diþilikten er makamýna yükselmiþ nefsini seyretmek ve yaþamak fýrsatýný yakalamýþ öðrencileri olan bizler, onun þahsýnda ahde vefâ gösteren o erin cennet olan vücûdundan Allah a varmak arzûsu ile yaþadýk. Örneði Allah sevgilisi olunca, öðrencinin küçücük hatâsý dahî beyaz sayfada siyah nokta timsâli çirkin durur. Anlatmaya çalýþtýðýmýz bu yüce hanýmefendilerin mânâsý ile Allah a bakmak ve görmek tek gayemizdir. Dileriz ki onlar bize idrâkimizin üstünde olan tecellîlerini âþikâr etsinler, bizler de kendi seviyemizde onlarýn mânâsý ile mânâlanýp renklerine boyanabilelim. Âmin.
Olmaz mý? Aþktan yoksun kalbimin atýþlarýný da iþitmemezlikten gelsen
Olmaz mý? Bâtýl düþüncelerle bulanýklaþan, gaflet çemberinde sýkýþýp kalmýþ þu aklýmý; bilmemezlikten gelsen olmaz mý? Olmaz mý? Harama bulaþan þu gözlerimi de; görmemezlikten gelsen Cühelâ meclislerinde câhil sözlerin kulaklarýmdaki yankýsýný; duymamazlýktan gelsen olmaz mý? Olmaz mý? Aymaz beynimden sýzarak aðzýma dökülen þu gafil cümlelerimi de; anlamamazlýktan gelsen
OKUYUCUDAN...
Nereye gittiðinden bîhaber, þu sersefil vücûdu taþýyan ayaklarýmýn feryâdýný; dinlememezlikten gelsen olmaz mý?
Yalnýzlýða hapsolmuþ karanlýk þu ruhûma da; bakmamazlýktan gelsen olmaz mý? Gelsen de; Çamurlaþmýþ belleðimi berraklaþtýrsan, Lekelenmiþ gözlerimi aklaþtýrsan, Tortulaþmýþ kulaklarýmý arýtsan, Olmaz mý? Gelsen de; Yozlaþmýþ sözlerimi saflaþtýrsan, Zehirlenmiþ kalbimi haslaþtýrsan, Mundar olmuþ ruhûmu mâsumlaþtýrsan, Olmaz mý? Seda MESCÝ
ziynetleri örtmek ve tecessüs Bu cumartesi þöyle keyifli keyifli gazeteleri karýþtýrýrken birden bir yazý dikkatimi çekti. Yazýdan bir bölüm yazarýn kaleminden çýktýðý þekliyle þöyleydi: Sosyal Medyada En Gýcýk Tipler
pýnar ersoy
Bir Ýngiliz markasý, Twitter ile Facebook'ta en sevilmeyen tipler listesini yayýnlamýþ. Liste þöyle bir þey: .. - Her yediðini paylaþanlar. - Merak uyandýrmaya çalýþanlar. - Çocuðuyla ilgili her aný paylaþanlar. - Özel hayatýný deþifre edenler. - Yaptýklarý her seyahati etiketleyenler. - Katýldýklarý her etkinliði bildirenler. .. Tam da bu aralar üzerine çok düþündüðüm bir olay üzerine yazýlmýþ bu yazýyý okuduktan sonra çok temel iki konuda biraz tefekkür etmeye ihtiyacým olduðunu fark ettim: Ziynetleri örtmek ve tecessüs. Bu iki kelimenin aslýnda bir elmanýn iki yarýsý, sýratýn karþýlýklý iki tarafý olduðunu sanýrým bu vakte kadar hiç bu kadar net
fark etmemiþtim. Evet ziynetlerimizi örtmek ve sahip olduklarýmýzý bunlara sahip olamayanlarýn gözünün içine içine sokmamak ve fakat yine de örtülemeyen ve/veya çok iyi niyetle açýkta býrakýlan ziynetlere de tecessüsle yaklaþmamak. Aman caným, baþkasý da dikkatlice hayatýma gözlerini dikmesin demek yerine, sahip olduðu ve hattâ sahip olmasa da sahibiymiþ gibi yapmaktan zevk aldýðý þeyleri teþhirden kaçýnýrken ayný zamanda da bunu yapmayan ve belki de yapamayan baþka bir insanýn hayatýna da merakla yaklaþmamak, ne kadar zor ve bir o kadar da önemli bir sosyal yaþama ön koþulu imiþ. Özellikle birlik içinde birlikte yaþamayý tercih ederek yaþantýlarýný bilvesile kalabalýk gruplarýn içinde geçiren insanlar için çok daha önemli bir ön koþul. Diyanet Ýþleri nin kaynaklarýnda tecessüs sözlük anlamý olarak "dikkat ve gayretle araþtýrmak" anlamýna gelse de dinî bir kavram olarak baþkalarýnýn gizli taraflarýný, kötülük ve kusurlarýný araþtýrmak olarak yer almýþtýr. Bir âyette "...Tecessüs etmeyin (birbirinizin
gizli yönlerini araþtýrmayýn)..." buyurulmak sûretiyle tecessüs yasaklanmýþtýr (Hucûrât, 49/12). Hz. Peygamber de, baþkalarýnýn gizli yönlerinin araþtýrýlmasýný yasaklamýþ, Ýslâm kardeþliðine halel getirecek her türlü davranýþtan uzak durulmasýný istemiþtir (Ebû Dâvûd, Edeb, 40; Tirmizî, Birr, 84). Bazen çok iyi niyetlerle sorduðumuz nerden geliyorsun? kiminleydin? neler yaptýn? gibi sorular eðitiminin her anýnda hocasýndan yalan söyleyen müslüman deðildir cümlesini sýkça iþiten bir kardeþimiz için açýklamak istemeyeceði bir konuyu yalan söylememek ve karþýsýndakini kýrmamak adýna açýklamak zorunda býrakabileceðini, onu mahcubiyet içine sokarak gereksiz konuþmalara sebep olabileceðini Diyanet Ýþleri nin tecessüs hakkýnda yazdýklarýný okuyana kadar düþünmemiþtim Ayrýca Ken an Rifâî Hazretleri nin Sohbetler kitabýndan tecessüs kelimesinin geçtiði sayfalarý daha önceden dikkatlice okumuþ olsaydým Ken an Rifâî Hazretleri nin bu kelimeyi hep yalan söylememek, riyâ yapmamak, kibir etmemek kelimeleri ile beraber kullandýklarýný ve edebin çerçevesi içinde yer aldýðýný belirttiklerini daha önceden fark edebilirdim. Hocamýzýn tecessüs ü hangi kelimelerle yanyana kullandýðýný görmek bile herhâlde tecessüsün tasavvufta ne kadar istenmeyen bir huy olduðunu idrak etmemize yetecektir.
Her ne kadar ücret beklemeseler de öðrendiklerimizi hâl etmemiz dileðiyle deyip, haddimizi aþtýðýmýz her kelime için af dileriz. Ne diyelim, doðrusunu Allah daha iyi bilir
AMERÝKA MEKTUPLARI
Kâmil Ýnsanýn Zaman Algýsý
Amerika'ya geliþimin hikâyesini anlatmak isterim. Ama onu anlatacak iken aklýma çocukluk yýllarýma dâir küçük bir aný geldi, oradan baþlayacaðýz nâçâr.
arzu eylül yalçýnkaya
Küçük evimizin minik salonunda annem, babam, eniþtem oturmuþ, çay içiyor, muhabbet ediyorlar. Oh, Allah muhabbetlerini arttýrsýn! Ben de bir kulaðým onlarda, bir kulaðým oyuncaklarýmýn hayâlî konuþmalarýnda, sâkin sâkin oynuyordum. Bir ara konuþmalar hararetlendi; konu, memleketimiz Tekirdað Þarköy'deki arsanýn yerine yapýlacak yazlýk evde düðümlendi. Nihâyet uzun mülâhazalar neticesinde arsanýn ortasýnda ikiz bir ev kondurmaya karar verildi. Ön tarafýndan iki ayrý kapý ile girilen, yan yana duran annem ile teyzem gibi birbirine dayanmýþ ikiz bir ev. Sýcak, sevimli, hepimizi saracak, biraraya getirecek güzel bir ev. Sanýrým, meselenin ayrýntýlarýna girilmeye baþlandýðý bir sýrada daha fazla oyalanmak istemeyerek hemen kalktým, bulabildiðim orta boy bir sepete yazlýk evimizde ihtiyacým olabileceðini tahmin
ettiðim birkaç parça giysi, oyuncak, kitap bir de yolluk bir þeyler koyup bizimkilerin yanýna gittim. Bizimkilerin, elinde sepetle, olmayan bir yazlýða hemen gitmeye hazýr duran bu tezcanlý ve saf çocuða diyecek çok da anlamlý sözler bulamadýklarýný hatýrlýyorum. Þaþkýnlýklarýna o yaþýmda bir anlam verememiþtim. Doðrusu hâdise þu gün olsa, yine kendimce bir hareketlilik içine gireceðimi bildiðim için, kendilerini anlamakta hâlen biraz zorlanacaðýmý itiraf etmeliyim. Amerika'ya gidiþ hikâyem de buna benzer bir hikâyedir. Bundan 5-6 yýl kadar önceydi. Cemâlnur Hocamla, Ýzmir Alaçatý'da çay içip muhabbet ettiðimiz o tasasýz akþamlardan biriydi. Hocam, devamlý elimde gezdirdiðim ve okumak için boþ bir zaman kolladýðým kitabý farkederek adýný sordu. William Chittick'in tasavvufun çetrefilli konularý üzerine yazdýðý makalelerinin toplandýðý "Varolmanýn Boyutlarý" adlý bir çalýþmaydý. Birkaç gündür vakit buldukça okuyor, notlar alýyordum. Hocam büyük bir ciddiyetle sayfalarý bir süre taradýktan sonra "Sen bu kitabý, okuyor, anlýyor ve zevk ediyor musun?" diye sordu. "Evet, hocam" dedim, "Çok zevk alýyorum." Cemâlnur Hocam tereddüde mahal býrakmayacak bir açýklýkla "Sen, hemen Amerika'ya gitmeli ve William Chittick le çalýþmalýsýn" dedi ve þimdi ayrýntýlarýný hatýrlayamadýðým bir sürü iltifatla, bu gidiþin ne kadar hayýrlý olacaðýndan uzun uzun bahsetti. Mahcup bir hal içinde baþýmý önüme eðmiþ dinlerken "hemen" (derhal, þimdi, doðruca gibi
çaðrýþýmlarýyla beraber) sözünün câzibesinin bütün hücrelerimi sardýðýný hatýrlýyorum. O kadar ki harekete geçmek için hocamýn sözünü bitirmesini beklemek dahî benim için çok zor olmuþtu. O anlatýrken, ben yola çýkmak için yanýma alacaðým kitaplarýn hayâlini kuruyor, gireceðim sýnavlarýn stresinden bir parça tadýyor, sonra orada kalmayýp gezeceðim güzel yerlerin ve tanýþacaðým yeni dünyanýn heyecanýyla bu stresi dengeliyordum. O gece bitti, ertesi sabah oldu. O gün benim "hemen" Amerika'ya gidebileceðim ve ünlü Ýslâm Profesörü William Chittick le çalýþabileceðim ilk gündü. Bilineceði üzere o gün Amerika'ya gidemedim. Bu nedenle o gün "Amerika'ya gidemediðim" ilk güne dönüþtü ve tâ ki buraya gelinceye, 4 Þubat 2013'e kadar süren oldukça uzun ve yorucu bir gün oldu. Hiçbir þey benim algýmý deðiþtirmedi. Yaþadýðým mutluluklar beni tatmin etmedi, eksiklikleri gözüm görmedi; artmadým, eksilmedim, uzamadým, kýsalmadým. Mesele, uzaklardaki bir ülkeye gidememek ya da bir profesörle çalýþamamaktan baþkaydý; mesele, hocamýn sözünü yere düþürmüþ olmamdý. Ya da insân-ý kâmilin "hemen" kelimesine yüklediði anlam ile benimki farklý olduðu için, ben öyle olduðunu düþünüyordum. Oysa durum farklýymýþ, hemen sözcüðü kâmil insanýn lugatýnda farklý karþýlýklarý olan bir sözcükmüþ. Bunu kendime defalarca anlattým, anladýðýmý sandým. Yanýlmýþým. Bugün Harvard Square'de yürürken, burada bulunmak
için bundan daha güzel bir zaman olamayacaðýný gerçekten hissettim. Bu yýl, bugün, bu saat... Ýkinci bahar yaþýyorum. Yeniden üniversitedeyim, yeniden öðrenciyim, hayatý yaþamaktan çok anlamlandýrma dönemindeyim. Bunu bir kere yaptým, ama o vakitler acemiydim. Þimdi profesyonel öðrenciliðin, yani bir zorunluluk olarak deðil ama hayat tarzý olarak sürekli öðrenciliðin ne demek olduðunu tecrübe ediyorum. Daha ne isterim? Bunlar gönlümden geçenlerdi. Samimiyetle hayatýmýn gidiþinden memnun olarak Harvard Square'de bir kafeye oturdum ve bilgisayarýmý açtým ve hemen bir cevap aldým. Ýbnü'l Arabî'ye ait bir metne rastladým ki sanki iç âlemimde yýllardýr sürüp giden ve nihâyet ruhumun galip geldiði bir tartýþmaya son noktayý koyar gibiydi: Ýlmî sûretlere mâhiyet denir ki henüz kendisinde yaratma durumu yoktur. Herhangi bir kimsenin a yân-ý sâbitesi neyi gerektiriyorsa o kimse kendi a yâný sâbitesinin mecbûrudur. Onun kader sýrrý bu þekilde olmasýný zorunlu kýlmýþtýr. O halde kiþi kendi istidâdýna baðlý olduðunu, kendi mâhiyeti, a yân-ý sâbitesi ve istidâdý ne þekildeyse onun aksi olmadýðýný ve bunlarýn kaybolmadýðýný, bilâkis kendisinde zamaný gelince teker teker zuhûr edeceðini bilirse huzurlu olur. Belki sadece kendi istidâdýnýn eksik olmasýna üzülür.
zeynep rânâ
meksika dan gelen sadaka
Aþaðýda biri eþimin Amerika dan arkadaþý olan iki Meksikalý derviþe kýsa süre önce gönderdiðim elektronik postayý okuyacaksýnýz.
görüyor ve cesaretlendirici sözlerle moral buluyordum. Bir çocuðun büyümesi için bu kadar yardým eline gerek olduðunun hiç farkýnda olmamýþtým!
Sevgili Leylâ ve Nur Kerim,
Dinimizde sürekli olarak muhtaç olana infak etmenin önemi hatýrlatýlýyor aile, dostlar, komþular, yabancýlar, dullar, yetimler, yoksullar, mevkiini ve mülkünü kaybedenler, zamanýnda düþmanýmýz olanlar, kýsacasý muhtaç olanlar. Kimi zaman ailemiz gibi yanýbaþýmýzda gördüklerimize, kimi zaman da bizden kilometrelerce ötede hiç tanýmadýðýmýz insanlara yardým ediyoruz. Sizler beni hiç bilmeden, bir melodinin içine sevgi ve güzellik koyup çok uzaklara göndererek bana yardýmcý oldunuz.
Sizinle hiç tanýþmadýk, belki de hiç tanýþmayacaðýz fakat hayatýmý müthiþ etkilediniz. Ayrý kýtalarda olmamýza raðmen denizleri, þehirleri ve saat dilimlerini aþarak evimize gelip içini huzurla doldurdunuz. Sizlere yazmakta bu kadar geciktiðim için ne olur beni affedin ama inanýn sizleri sýk sýk düþünüp sizler için duâ ettim. Lütfen anlatmama izin verin: 5 Kasým 2010 da Kenan isimli bir bebek doðurdum. Bu muazzam olaydan çok kýsa süre sonra eþim sizlerden Ýspanyolca olarak kaydettiðiniz Demedim mi ilâhîsini aldý. Ýlâhînin bu versiyonundan çok etkilenip birer kopyasýný telefonuma, bilgisayarýma ve arabada çalmak üzere bir CD ye kaydettim. Dinlerken insanýn kalbi sanki sizin sesinizle, bendire vuran ellerinizle duyulmak istiyormuþ gibi hissettim. Sizlerden çýkan bu ses ve ritm duyma zevkinden çok ötelere ulaþtý. Âdetâ koruyucu bir meleðin kanatlarýnda gelip beni bedenen ve rûhen uçuran bir müzikti bu. Annelik tecrübemin bu ilk günlerinde bana destek olan bir eþ ve etrafýmda sevgi dolu bir âileyle çevrili olma talihine sahiptim. Bebeðin bezinin deðiþmesinden yemeðin piþmesine, evin temizlenmesinden ben uyurken bebeðe bakýlmasýna kadar her konuda destek
Haramý helâli, doðruyu eðriyi, güzeli çirkini ailesinden öðrenen ne kadar bahtiyardýr. Siz farkýna varmamýþ olsanýz da, verecek altýn olmadýðý zaman sevgilimukaddes Kütlelerin Peygamberimiz in sadaka yerine zincir halinde birbirlerine geçtiðini söylediði bir gülümseyiþ gibiydi hediyeniz. Eðer altýnýn yoksa, gülümse! emânet ettiði bu Eðer altýnýn yoksa, bir þarký söyle! terbiyeyi devam Hakikaten de sizlere yaptýðýnýz iyiliðin karþýlýðýný istesem deTürk altýnla Ailesinde ettirmek ödeyemezdim. Sizlere sonsuz iman borcudur. müteþekkirim ve borçluyum. Oðlum gecenin bir yarýsýnda uyanýp tekrar uykuya dalamadýðý zamanlarda onu tekrar sallama ritmini veren sizin þarkýnýzdý. Defalarca artýk onu taþýyacak takatim kalmadý diye düþünürken onu uyutacak son çabayý göstermem için gerekn gücü sizin þarkýnýz verdi bana. Herkesin uyuduðu gecenin o saatlerinde saðýmda ve solumda durarak onu yataða taþýmamda bana destek olan sizlerdiniz. Teþekkürler Arabada kendini yýrtarcasýna aðlamaya
baþladýðýnda komik suratlarýn, çýngýraklarýn ve okþamalarýn iþe yaramadýðý zamanlar oluyordu. Hiçbir çarem kalmadýðýnda Gökhan acele et Demedim mi yi çal! Tek umudumuz o kaldý diyordum. Kenan sizleri duyunca hemen susuyor, böylece bir bâdire daha herkes adýna atlatýlmýþ oluyordu. O yolculuklarýmýzda arabanýn arka koltuðunda oturmuþ, oðlumuzun gözyaþlarýný siliyordunuz. Teþekkürler
zeynep rânâ
Sabahýn erken saatlerinde gazdan yüzü kýpkýrmýzý olmuþ þekilde küçük ayaklarýyla tekmeler atardý. Onu battaniyesine sarýp oturma odasýna götürürdüm ve rahatlatmak için sallarken dudaklarýma sizin þarkýnýz gelirdi. Defalarca ezberlemeye çalýþmama raðmen Ýspanyolca sözler bir türlü aklýmda kalmýyordu. Bu yüzden Ýspanyolca'ya benzeyen uydurma bir güfteyle söylemeye çalýþýrdým ilâhînizi. Sanki gerçek sözleri dinliyormuþ gibi hemen sâkinleþirdi. O soðuk sabahlarda bebeðime yardým edebilmek için ne yapacaðýmý bilemezken yanýbaþýmda oturup bendir çaldýnýz ve ilâhînizi söylediniz. Teþekkürler... Yanýmýza þarkýnýzý almadan evden çýkmýyorduk. Ailece Roma'ya, Barselona'ya, Girit'e, New York'a, Mekke'ye ve Medine'ye gittiðimizde bizle beraberdiniz. Ýlâhînizi uçaklarda, otobüslerde, trenlerde ve otel odalarýnda çaldýk. Sýcak yaz günlerinde, soðuk sonbahar günlerinde, karlý kýþ günlerinde ve yaðmurlu güz günlerinde çeþitli þehirlere gitmek üzere bavullarýnýzý alýp bizlerle geldiniz. Teþekkürler... Kenan bir buçuk yaþýna geldiðinde ilk
þarkýsýný söyedi. Ýlk þarkýsýnýn Demedim mi olduðunu söylememe gerek var mý? Rengârenk oyuncak piyanosuyla ve küçük sarý gitarýyla hep onu söyledi. Büyüdükçe bu ilâhîyi söylemeye devam etti ve sýcacýk bir gülümsemeyle bir keresinde bana bakýp hatýrladýn mý? dedi. Oðluma ilâhînin güzelliðini tattýrdýðýnýz ve müzik zevkini aþýladýðýnýz için, teþekkürler... Umarým bir gün Meksika'daki evinizden kalkýp Ýstanbul'a, bizim evimize gelirsiniz. Kapýmýz ve gönlümüz sizlere dâimâ açýk. Benim ve ailem için yaptýklarýnýzý sizlere nasýl ödeyebilirim bilemiyorum ama en azýndan iþe bu teþekkür mesajýyla baþlamak istiyorum. Belki de Kenan büyüyünce Meksika'ya gelir ve güzel sesli Leylâ'yý ve bendiri aþk ile vuran Nur Kerim'i görür. Belki de sizlere kendi bestelediði bir þarkýyla ya da bir gülümsemeyle gelir... Aþk olsun... Ýspanyolca Demedim mi güftesi (Safer Cerrahi nin müsaadesiyle Emine Teslime Cerrahi tarafýndan yazýlmýþtýr, asýl metnin tercümesi deðildir):
Este Amor ha suplicado a las puertas del Amado. Todo el mundo se ha postrado ante el cielo de los enamorados. Denme dinmi, denme dinmi, dame agua y Tú ven y dime. Denme dinmi, denme denme, dinmi, dame agua y Tú ven y dime: que es la rosa, que me equivocan sus espinas con este aroma. De que mano me ha arrancado como flor y me ha acariciado. ¿Quién me invoca, que me enamora? ¿Quién me toca, que me corona? ¿Quién me mira, que me ilumina? ¿Quién me huele, que me respira? Denme dinmi, denme dinmi, dame agua y Tú ven y dime. Denme dinmi, denme denme, dinmi, dame agua y Tú ven y dime:
que es la rosa, que me equivocan sus espinas con este aroma. De que mano me ha arrancado como flor y me ha acariciado. Este amor es un llamado en el corazón arado. Este amor es azulado como fuego enamorado. Denme dinmi, denme dinmi, dame agua y Tú ven y dime. Denme dinmi, denme denme, dinmi, dame agua y Tú ven y dime: que es la rosa, que me equivocan sus espinas con este aroma. De que mano me ha arrancado como flor y me ha acariciado.
ergun balcý
tasavvuf mûsikîsine güzelleme (nesir olarak)
Üstün san at düzeyimizin, üstün mûsýkîþinâsý ELÝF ÖMÜRLÜ UYAR a Tasavvuf mûsýkîmiz, dolayýsýyla dînî mûsýkîmiz, yüzyýllardan beri her kesimdeki insanýmýzýn ilgi alanýnda en önemli yeri almýþtýr. Ýnanca baðlý bir dünya görüþünün, sanat aracýlýðýyla yansýtýlmasýnýn doruðu sayýlan tasavvuf mûsikisi, hayatýmýzýn hemen hemen her safhasýnda bizleri alâkadar ederken tasavvufun sayýya gelmez çokluktaki tanýmlarýný kendine konu edinmiþtir. Kaynaðý gönül olan, bir tür yaþama bilgisidir , Ýnsaný, âlemlerin ve kâinatýn özeti olarak görmektir , Nârý da hoþ, nûru da hoþ diyerek Tanrý ya sýðýnmaktýr gibi tasavvuf düþüncesinin özet tanýmlarýný güfte olarak yapýsýna katmýþtýr. Bu pek kýsa ve elden geldiðince özetlenmiþ açýklamamýzdan sonra Sevmek, ne uzun kelime doðru sözünü de hayranlýkla dile getirirsek, az da olsa, merâmýmýzý anlatma kolaylýðýna ulaþabiliriz. Belki de yüzyýllara sýðmayan sanat geleneðimizle belgeleyip yüreðimizle mühürlediðimiz tasavvuf mûsýkîsine gönül boyu yaklaþmýþ oluruz. Sonrasýnda da bahtýmýzýn sevgiye ayrýlmýþ sayfalarýnda kalem gezdirenlerimiz, sevda adýna söz piþirip ses duyuranlarýmýz gönlümüzün destanýný yazmýþ olurlar. Bunlar ki Ahmet Yesevî öðüdüne tutunan Anadolu erenleridir. Mevlânâ, Hacý Bektâþ-ý Velî, Yunus Emre ve daha birçok gönül erinden oluþan sevgi katarýna katýlýp dört bir yana yayýlmýþlardýr.
Fetvâlarýný yüreklerinden alan bu gönül erleri, Kulun her vakitte, o vakte en uygun ve gerekli þeylerle uðraþmasýdýr demiþler ve ardýndan Tasavvuf, iyi huydur sözlerini eklemiþler. Bu dediklerini biraz daha açýp Tasavvuf, incinmemek, incitmemektir demek istemiþler. Ve hemen, kuru söz etkisini çabuk yitireceðinden, yaymak istedikleri tasavvuf düþüncesini kývrak, çarpýcý, özlü, hatýrda kalýcý, yalýn ve pürüzsüz bir mûsýkîyle bezemiþler. Bir bakýma, bu yolla, yani tasavvuf mûsýkîsiyle aþkýn sýrlarýný söylemiþler, aþký, sevdâlý gönüllerde tazelemiþler; söz anlayýp, ses duyuranlara el vermiþler. Böyle olunca da bize, içimizden geldiði gibi, þöyle demek düþmüþ: Tasavvuf, sýcaklýðýný yürekten alan bir közdür ki inanç yeliyle yalazlanýr; gönülden gönüle yol alýr ve konuklandýðý gönlün sahiplerine insâniyet kazandýrýr. Bu yüzden, tasavvufun mübârek meydanýnda devran edilir, devranda insana âit nice sýrlar seyran edilir, akýlla gönül birleþtirilir; sevgiye, bilgi katýlýr; güzel, iyiyle, yararlýyla buluþturulur ve dem tutulur aþka, yürek sunulur Hakk a. Þimdi diliyoruz ki tasavvuf mûsýkîsiyle yeryüzü þenliðinde gür bir barýþ sesi, yanýk bir sevgi sesi, sýcacýk bir dostluk sesi duyulsun. Bu ses ki, barýþ ve insan aydýnlýðý taþýyan seslerden biri olsun; ana eli gibi, mutlu geleceklerin kývancýyla durmadan yürekleri okþasýn.
Benim Aþkým Senden Çalýnmýþ Bir Nüsha Gecenin bir yarýsý uyanmýþým, saatler sabaha durmuþ, her yer karanlýk. Yazýn sýcaðý, balkonumun açýk kapýsýnda ýlýk bir rüzgâr olmuþ, tatlý tatlý esmekte Seni düþünüyorum öðretmenim Gönlüm hiç durmadan aþk! aþk! diye atýyor... Kulaðýmda son sesin... Kalbimin vuruþlarýna uyandým, zirâ uyumak ne mümkün? Kendimi kaybetmiþ, sen olmuþ gibiyim, Korkuyorum, bu yolun sonu nereye bilinmez gayrý Farkýndayým, duâya durduðumda bir nefes oluyorsun dudaklarým arasýnda Uykumda rüyâm oluyorsun Bazen içtiðim su oluyorsun, þeffaf bir su bardaðýnda. Her þey gönülde baþlar, týpký topraða atýlan tohum gibi, biliyorum artýk. Yavaþca büyür, filiz verir sonra... Sen bende tohum ektin, farkýndayým, Çocuk gibi büyümekteyim ellerinde, sýnýrlarýmý tanýrcasýna.
sesil pir
Senin bilmediðim kokun, içimde hissettiðim nadide çiçek oluverdi yýllardýr. Gel artýk sevgili, gel de bitsin bu hasret der gibi, hiç durmadan atýyor kalbim. Ve benliðim sadece gölgen olup dinlemek istiyor seni. Cennet, Allah tan bahsetmektir demiþtin o gün.
Bütün acýlara raðmen hiçliðe deðinmemiz bu yüzden mi? O cennet arayýþý mýdýr bizi birbirimize baðlayan, telefonlara mahkûm eden bizi okyanuslar arasýnda? Hani gel desen, uçarak gelirim gibi, Oysa sevenin ne çoktur senin, sokulamam sana. Sâmiha Annemi anlattýn bugün bana, O nun meselesini bilhassa Ýnsan ve Allah arasýndaki iliþkiyi, faaliyetleri, neden calýþmak gerektiðini. Nasýl oluyor da bu kadar uzakken, bir o kadar içimdesin? Daha dün hayatýmda yokken, bugün aynamýn ta kendisisin? Aklým âciz kalmakta Þimdi sen nerede, ben nerede, biz ne âlemdeyiz? Benim aþkým senden çalýnmýþ bir nüsha, senin güzelliðin benim aþkýmýn târifidir zirâ Belki de bu yüzden bu kadar uzaktan dahî görebiliyorum seni. Öðretirken, biz olmamýza izin verdiðin için Ve sadece ilim deðil, insan olmayý öðrettiðin için Kulaðýmda derslerin, tanýyamadýðým annelerin öðütleri ile karýþýk, Mâbedde Bir Gece derken bunu anlatmýþ olmalý Sâmiha Annem, Aþk ýn tutsaðýnda, mürþid in kucaðýnda bir sevgili, Öðrenmekte, Yeniden büyüyen çocuk gibiyim, Ýþte o benim
HABER
Cemâlnur Sargut Hocamýz, 2009 yýlýndan beri Almanya nýn Braunschweig þehrine konferans vermek üzere dâvet ediliyor. Bu yýl da, 28 Nisan Pazar günü yine bu þehrinde Ehli Beyt konulu bir konferans veriyor. Daha sonra Rast Orkestrasý, hem tasavvuf hem de Türk Sanat Mûsýkîsi eserlerinden oluþan bir konser için sahne alýyor. Program, saat 14:30 da baþlýyor. Konferansý Dialogforum zur Förderung des kulturellen Austausches und der Integration e.V. kuruluþu düzenliyor. Adres: Wilhelm-Bracke-Gesamtschule, Alsterplatz 1, Braunschweig 38120 Ýletiþim: 0160 72 75 608
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes alan tarifler
LABNE PEYNÝRLÝ PEKMEZLÝ KREP Malzemeler:
2 Yumurta 1 Su Bardaðý Un 1 Su Bardaðý Süt 1 Çimdik Tuz 1 Çay Kaþýðý Vanilya Pekmez Labne Peyniri Hazýrlanýþý: Krep tavanýzý orta ateþte ýsýtýn, yumurta ve sütü derin bir kapta iyice çýrpýn. Daha sonra un, tuz ve vanilyayý ekleyin ve çýrpmaya devam edin. Hamurunuz akýþkan deðilse biraz süt veya su ekleyebilirsiniz. Hamurunuz akýþkan bir kývam alýnca tavanýza biraz sývý yað koyun veya piþirme spreyi sýkýn. Kepçeyle hamuru tavaya tam olarak yayýn. Krebin her iki tarafýný da eþit olarak hafif kýzarana kadar piþirin. Krebi tabaðýnýza koyduktan sonra üzerine dilediðiniz kadar labne peyniri sürün. Üstüne de pekmez dökerek rulo yapýn. Âfiyet olsun.
MUZ-PORTAKAL-LÝMON
Bahar yorgunluðuna ve gribe karþý koruyucu bir içecek tarifi: Malzemeler: 1 adet muz 4 adet portakal 1 adet limon 2 bardak hazýr elma suyu Tarçýn Hazýrlanýþý: Portakallarýn ve limonun beyaz renkli iç kabuklarý kalacak þekilde dýþ kabuklarýný soyun, ortadan ikiye bölüp tüm çekirdeklerini çýkarttýktan sonra muz, elma suyu ve tarçýný arzuya göre 5-6 adet buz ilâve ederek blenderda veya rondoda 2-3 dakika karýþtýrýn. Âfiyet ve þifâ olsun.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için i l e t i þ i m @ h e r n e f e s . c o m