Her Nefes - Ocak 2014 / Hz. Mevlâna

Page 1

OCAK 2014

52.sayý

Tasavvuf Kültürü Dergisi

hz. mevlâna


EDÝTÖRDEN... Efendim hoþgeldiniz, safâlar getirdiniz... Bu ay dergimizin konusu her zamanki gibi, Allah aþký, Allah âþýðý bir koca sultan, âlemlere rahmet bir öðretmen, bir mürþid, hepimize örnek bir öðrenci, bir mürid En çok Her ilmi, her þeyi bildiðini sandýðýnda bilmediðini hocasýndan öðrenen O nun söylediðine iman eden O nun söylediði ile amel eden O na verdiði sözden bir nefes, elbette yine O nun himmetiyle dönmeyen ve döndürmeyen bir koca sultan Ahde vefâsý ile, edebi ile, samimiyeti ve giyindiði hâli ile evlâtlarýna, öðrencilerine dâima örnek olan... Kanýndan gelmekle deðil, yolundan gelmekle ancak O na evlât olunabileceðini anlatan, yaþayan, yaþatan bir rahmet sultâný... O öyle münbit (bereketli) bir toprak ki gördüðü her türlü muâmeleye, ezâya, cefâya, vefâsýzlýða, yalancýlýða aldýrmadan, her türlü isimde ve meþrepte tohumu baðrýna alan, gördüðü aðýr muâmelelere karþýsýnda bile, içine aldýðý tohumdan vazgeçmeyen Öyle ki tohum ondan vazgeçse de Biz içimize aldýðýmýzdan vazgeçmeyiz diyebilecek kadar karþýlýksýz veren, tevâzu ile yoðrulmuþ bir toprak... Bununla beraber koynundaki her tohuma, ayný vericilikte, ayný yakýnlýkta olan... Birleþtirici, Allah ýn ona lûtfettiði su gibi vazgeçilemez olan O ndan aldýðý ilmi daðýtmakta çok çömert olan... Bunun yanýnda tohumdan sadece birazcýk gayret isteyen, bu sâyede onun filizlenmesi için elinden geleni yapan. Tohumu her türlü dünya þartlarýndan koruyan... Yetiþtirdiði tohum filizlendiðinde, güneþ gibi sonsuz diriltici ýþýklarý ile onu kuþatan Göðsünde ana sütü besleyiciliði ve âdeta anne þefkati ile onu sarýp sarmalayarak büyüten... Serpilmesini ayný mütebbesim ýþýklarý ile ihyâ eden


Sadece bir ay, bir gün, bir nefes deðil, dâimâ, her nefes O nunla olan, gayrette, hizmette, ümit etmekte, öðretmekte ve öðrenmekte sýrât-ý müstakimde olan Bir ayaðý þeriatte, diðer ayaðý ile yetmiþ iki millet dolaþan Yetmiþ iki dili bilen, dolayýsýyla Hz. Süleyman gibi her meþrebin dilini konuþup, anlayan... Ney gibi kendinden geçmiþ Hak lýyý yani Hak ile olaný bilen, bildiren... Hak ile bir olup O nun sesini veren... Yegâne þahsiyet sahibine kul olan... Yolundan gelenleri her türlü tehlikelere, benlik çukurlarýna karþý uyaran, koruyan... Rabbinin O na verdiði görevden bir nefes vazgeçmeyen ve kendi canýný bu yolda düþünmeden veren... Meþreplerin her türlü günahý, hatâsý ve kusuruna raðmen dâimâ Ne olursan ol gel! diyen. Denizler mürekkep, aðaçlar kalem olsa yazýlamayan, anlatýlamayan, bir kul, bir öðrenci, bir öðretmen... O, Cemâl in nûru, vefânýn, aþkýn, teslimiyetin, samimiyetin, imanýn, ilmin kýblesi ve tecellisi olan Hz. Allah ýn benim sevdiðim diye tanýmladýklarýndan bir büyük Rahmet: Hz. Mevlânâ Bu sayýmýzda gönlümüz yettiðince, dilimiz döndüðünce, kýsýtlý akýllarýmýz ve kaplarýmýz ölçüsünde O nu anlamaya ve anlatmaya çalýþtýk. Kusurlarý bizlere ve elbette güzellikleri derginin sahibine ait olarak huzûrunuzdayýz. Hoþgeldiniz, safâlar getirdiniz. Yosun MATER


SOHBETLER

Mevlânâ Hazretleri, kendisini ziyarete gelen bir papazý kapýya kadar teþyî ettikleri zaman, bunun sebebini soranlara Ben onun sýfatý ve mevkiine deðil, ona bu vazifeyi veren Hakk'a hürmeten bu muâmeleyi gösteriyorum diye cevap verir.

Siz de, neden herkesin mutlaka kendi meþrebinizde olmasýný istiyorsunuz ve istediðinizi bulamayýnca da ayýplýyorsunuz? Siz onu ayýpladýðýnýz gibi, onun da sizin hâlinizi beðenmeyeceði tabiîdir. Meselâ bâzý kimseye iyilik yapmak, tokat vurmak gibi gelir. Ýyilikten hoþlanan kimseye fenâlýk etmek, ne türlü tesir ederse, kötülükten hoþlanan kimseye de iyilik ayný tesiri yapar, çünkü istîdat ve anlayýþý ona elveriþlidir.

Buna karþýlýk Mâdem ki herkes bir vazife ile mükellef ve memurdur diyorsunuz, o hâlde fenâlýk yapanlar neden cezâ görüyor? diyecek olursanýz, iþte bu suâliniz ile ortaya nâzik ve ince bir mesele çýkmýþ olur. Þöyle ki Cenâb-ý Hakk ýn birbirine zýt isimleri vardýr. Meselâ Muiz olduðu gibi Müzil de vardýr. Hâdî olduðu gibi Mûdil de vardýr. Afüv olduðu gibi Müntakim de vardýr. Bu isimler, isimlerin küllü olan Cenâb-ý Hak'tan yâ Rabbî, bize bu isimlerin gereðini yerine getirebilmek için bir zuhur yeri ihsan et! diye niyazda bulunarak birer vücut istediler. Cenâb-ý Hak da bu taleplerini yerine getirdi ve her bir isim bir mazhara, bir vücûda büründü. O halde, kahýr yaptýðýn vakit, karþýnda Müntakim isminin zuhûrunu bekle... Evet, bir kimseye fenâlýk yaparsan intikam alýcý isim hemen karþýna gelir. Onun için zulüm yapan neden cezasýný bulur? diyemezsin. Çünkü zâlime karþý âdil ismi vardýr. Eðer bu kaideyi bilirsen, niçin, neden böyle oluyor? Filân kimse neden böyle yapýyor? diyemezsin. Ýþte bu noktadan lâ faile illallah, lâ mevcûde illallah, yâni Allah'tan baþka fâil ve mevcut yoktur, mânâsý çýkar. Neden bu kimse böyle hareket ediyor, ben olsam böyle yapmazdým... demek abestir. Yapamazsýn, çünkü sen o isme mazhar deðilsin. Meselâ Allah seni Muiz yâni Ýzzet ismine lâyýk etmiþ, Müzil ismine deðil... (Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, 2000, s. 135-136)


- Hak'tan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiþ, sözüyle ifâde olunan gizlilik Hakk'ýn kýskançlýðý deðil midir? - "Evet... Allah'ýn gizli sýrlarýný yine Allah'ýn gayreti yâni kýskançlýðý gizler. Bir erkeðin karýsýný nâmahrem bir erkekten kýskanýp saklamasý gibi... Mürþidin de hakîkati meydandadýr, aþikârdýr. Fakat kendini herkese bildirmez. Nitekim Hazreti Mevlânâ da Ben bir pergerim. Bir ayaðým þeriatta durmakta; diðer ayaðýmla yetmiþ iki milleti dolaþýrým buyurur ve yine Bende olaný gizlemek için onlar ile beraber görünürüm. Papazla papaz, hoca ile hoca, çocukla çocuk olurum. Fakat bunlarýn hiçbiri deðilim. Hem de hepsiyim, der. Bu, adetâ, mavi boncuk kimde ise benim gönlüm ondadýr. Yâni herkes kendi zanmnca benim yârim oldu, meselesi gibidir." (Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, 2000, s. 217)

***** Allah gizli deðildir. Ondan baþka bir þey yoktur ki gizli olsun. Her þey o, her gördüðün Hak... Gizlilik yok... Gizlilik sende, görmemezlik de sende... Eðer sana Allah'ý göstermeyen vücûdunu, yâni mevhum varlýðýný ortadan kaldýrýrsan, Hakk ýn gizli olmadýðýný anlarsýn. Hak'tan ayan bir nesne yok /Gözsüzlere pinhan imiþ. Sen gözsüz olduðun, kör olduðun için Hakk'ý göremiyorsun. Ayýplanmaz. Bir köre, niçin güneþi görmüyorsun? denemez. Çünkü kördür. Allah, görünen herþeyle kendini göstermiþ, gizlememiþ ayan et-miþtir. Fakat bunu herkes göremez. Zîrâ görmek için istîdat sahibi deðildir. Þu da var ki, bir kimsede zamanla o istîdat ve kabiliyet imkâný geliþebilir ve evvelce anlayamadýðýný duyamadýðýný anlayýp hissedebilir. Meselâ Mesnevî okuyorsunuz. Bazen birinci defa okuduðunuzda anlayamadýðýnýz bir mânâ, ikinci veya üçüncü okuyuþta sizin için gerçek mânâsýný gösterebiliyor. Ve meselâ ortadan, hakikate müteallik bir söz söylüyorum. Açýk, Türkçe, rumuzlu falan deðil... Yüz kiþi içinde ya üç ya dört kiþi anlýyor. Üst tarafý ise dinlediði halde, bütün iþittikleri kulaklarýna girmeden dökülüp gidiyor. (Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, 2000, s. 394-395)


Âþýklarýn Kýblesi Mevlâna dýr... Aralýk ayý, Hz. Mevlânâ ile özdeþleþmiþ bir ay Þeb-i Arus dolayýsýyla Hz. Mevlânâ bir kere daha yâd edilmiþ ve kendilerinin mânâsýnýn feyzinden istifâde edilmiþ oluyor. Biz de bu vesileyle Cemâlnur Sargut Hocamýzla Hz. Mevlânâ üzerine sohbet ettik.

cemâlnur sargut la söyleþi

Müge Doðan: Hocam, her sene olduðu gibi dünyanýn dört bir yanýndan gelen binlerce insan Þeb-i Arus u idrak etmek niyetiyle Konya daydý. Þeb-i Arus un mânâsýný açar mýsýnýz bize? Cemâlnur Sargut: Þeb-i Arus, Hz. Mevlânâ nýn tasavvufî bakýþ açýsý ile ölümün ne kadar güzel birþey olduðunu bize tekrar öðrettiði ve ölüme bakýþý deðiþtirdiði bir isim. Yani kendi ölümünü düðün gecesi olarak adlandýrýyor. Kendileri buyuruyorlar ki, ana karnýndaki çocuk nasýl karýndan çýkmak istemez de o karýndaki hayatý çok güzel ve yegâne hayat olarak düþünürse, dünyaya geldiðinde de eskiden ne dar yerdeymiþim diye üzülürse ölüm de ana karný gibi olan dünya sýkýntýsýndan kurtulup gerçek hakikate ve sonsuz derinliðe kurtulma ve çýkma mâcerâsýdýr. Sultan Veled de öleceðini hissettiði zaman çok þükür, bu gece vücûdumdan kurtuluyorum diyor. Demek ki ölümü tanýdýðýn zaman, Allah ýn sevgili ile kavuþmasý ve birleþmesi olur. Bütün ömrünce beklediðin bir þeyin gerçekleþmesidir. Artýk o kiþi için en

büyük lûtuftur ama tabiî Allah ýný bilmeyen, tanýmayan, nereye gideceðini idrak etmeyen için en korkunç, en acý, en sýkýntýlý bir þeydir. Dolayýsýyle Allah ý bilmek, tanýmak, iman etmek, Allah aþkýný hissedebilmek her türlü sýkýntý ve belâya karþý ilâç gibidir. Mânevî büyüklerimizin ne kadar zevkle gittiklerini gördüðümüz zaman onlarýn ölümlerinde ayný zevki biz tadýyoruz. Bunun yanýnda imanlý olmayanlarýn da ölmemek için yaptýklarý gayretleri görünce gerçekten bu dünyanýn yegâne fýrsat olduðunu insan bir kere daha hissediyor. Ölüm çok güzel bir þey ama inþaallah idrak edilsin, önemli olan o.

Allah a ulaþmada elimizdeki yegâne silâh, aþktýr Müge Doðan: Hz. Pîr denince aklýmýza hemen aþk geliyor; zaten kendilerine Kâbet ül Uþþak, yani âþýklarýn Kâbesi deniyor. Neden? Aþk anlayýþýndan biraz bahseder misiniz? Cemâlnur Sargut: Bir kere tarikatlerin hepsinin Allah a giden birer yol olduðu düþünülürse, her yolun da bir metodu vardýr. Bu, çeþitli dillerde eðitim yapan okullarýn ayný dersleri öðrettiði halde farklý metodlarý kullanmasýna benzer. Mevlevîliðin metodu aþktýr. Aslýnda aþk bütün tarikatlerin, bütün yollarýn eriþmesi gereken son noktadýr. Ayný zamanda da baþlangýç noktasýdýr. Ama bazýsý aþka tevâzû ile eriþir, bazýsý ilim


ile eriþir, bazýsý da direkt âþýk olarak eriþir. Tabiî direkt âþýk olmak, yollarýn en kolaylarýndan biridir. Ýnsaný huzûra, mutluluða, sonsuz rahatlýða kavuþturur. Dünya dertleri ve sýkýntýlarýndan insaný kurtarýr. Mevlânâ, yolun böyle olduðunu bize öðreten bir sultan. Kendisi de aþkla Allah ý bulmuþ. Yani aþktan önce âlimmiþ, aþka kavuþunca da hakikaten mâþuk olmuþ. Âþýkmýþ, mâþuk olmuþ. Zâlimlikten kurtulmuþ, hakiki insan seviyesine yükselmiþ. Onun için diyor ki Allah a ulaþmada elimizdeki yegâne silâh, aþktýr. O yüzden de âþýklar, O nun yöntemini kullandýklarý için O, âþýklarýn Kâbesi yani aþk noktasý oluyor. Buradan da anlaþýlýyor ki, mâþukluk aþkýn kendisidir ve insanlar ona ulaþmaya gayret ederler. Mevlânâ nýn, aþký Hz. Þems den öðrendiði de muhakkaktýr ve hiç tartýþýlmaz, zirâ Hz. Þems var mýydý, vücud muydu, orasý bile tartýþýlýr. Ama Allah ýn tam aþk enerjisi ile tecellisi rahmet sýfatý idi ve yaðdýrdý Mevlânâ nýn üzerine Dolayýsýyle de O nun hakikate ermesine sebep oldu. Bu yüzden de âþýklarýn kýblesi Mevlânâ dýr. Müge Doðan: Dünya nýn dört bir yanýndan insanlarýn akýn akýn ona çekilmesinin sebebi de bu aþk Cemâlnur Sargut: Aþk ve aþkýn getirdiði yan ögeler Mevlânâ ya çekimi kolaylaþtýrýyor. Aþk olduðu zaman, her þey sevdiðinin bir parçasý olduðu için herkesi sevmeye baþlýyorsun. Ýþte bu hoþgörüyü getiriyor. Hoþgörü geldiði zaman kusur görmemek ve baþkasý gibi düþünmemek yani kimseyi ötekileþtirmemek zuhur ediyor. Herkesin kendinin bir parçasý

Hz. Þems var mýydý, vücud muydu, orasý bile tartýþýlýr. Ama Allah ýn tam aþk enerjisi ile tecellisi rahmet sýfatý idi ve yaðdýrdý Mevlânâ nýn üzerine Dolayýsýyle de O nun hakikate ermesine sebep oldu. Bu yüzden de âþýklarýn kýblesi Mevlânâ dýr.


olduðunu düþünüyorsun. Meselâ bir vücud içerisinde nasýl bir baðýrsak varsa, göz varsa, bize zarar veren insaný da vücudumuzun baðýrsaðý gibi düþünüyoruz ve o olmasa vücudun çalýþmayacaðýný idrak ediyoruz. Dolayýsýyle aþkýn getirdiði hoþgörü, aþkýn getirdiði güzel bakýþ, aþkýn getirdiði herkesi ve herþeyi sevebilme kabiliyeti mecbûren insanlarý bir araya topluyor. Týpký Allah ýn rahmet ve rahman isminde topladýðý gibi.

cemâlnur sargut la söyleþi

Ledûnî ilmin getirdiði, infaktýr Müge Doðan: Biraz da ilim anlayýþýndan ve Konevî Hazretleri ile olan iliþkisinden bahsedebilir miyiz? Cemâlnur Sargut: Hz. Mevlânâ tabiî ki önce ilimle Allah ý bulmaya çalýþmýþ bir sultan. Meselâ Burhaneddin Týrmizî Hazretleri ve babasýnda da felsefî bir ilim anlayýþý yok. Ledûnî ilme meyil var fakat ledûnî ilmi elde etmek için týpký Mýsrî Niyâzî gibi önce maddî ilimlerden de geçmesi gerektiðine inanmýþlar. Þahsen âcizâne ben de evlâdýma Allah aþký öðretmeden önce bunu yapmayý tercih ederdim. Hani meþhur resim hikâyesi var ya Hz. Mevlânâ nýn... Ýki duvara resim yapýlmýþ Bir tarafa Çinliler inanýlmaz güzel bir resim yapmýþlar, diðer taraftaki duvarý ise Türkler sadece yontmuþlar ve sonuçta perde aradan kalktýðýnda bu muazzam güzel resim, yani Allah ýn sonsuz güzelliði gibi olan her rengi kapsayan resim, öbür duvarda, yani yok olmuþ Peygamber in gönlünden aksedince ortaya þaheser

çýkmýþ. Mýsrî Niyâzî bu resim hikâyesini þöyle anlatýyor ve diyor ki bu hârikulâde güzel, Çinlilerin yaptýðý resim, maddî ilimdir ve o yontulmuþ bir kalbde aksettiði zaman ledûnî ilim hâline döner ki ortaya þaheser çýkar. Þimdi Mevlânâ da böyle bir zuhûrat olmuþ yani bütün öðrendiði ilimler Þems sâyesinde ledûnî ilim hâline dönmüþ. Müge Doðan: Peki Þems in onun bütün kitaplarýný atýþýnýn iç mânâsý da bu mudur? Cemâlnur Sargut: Yani O nun orada kalmamasý gerektiðini ve O nu yontulmuþ kalbe aksettirip ledûnî ilme döndürmesi gerektiðini öðretiyor. Ve tabiî, ledûnî ilimde hiçbir þeye takýlmamak gerektiðini bize öðretiyor. Herþeyi infak etmesi ve herþeyi kendinden vermesi gerektiðini bize öðretiyor. Yarýn korkusunu verecek, kendi ilmini verecek, bilgisini verecek. Yani ledûnî ilmin getirdiði infaktýr. Dolayýsýyle Mevlânâ, o ilmi öðrendikten sonra, yani aþk ilmini öðrendikten sonra kendini sorguluyor. Artýk daha fazla ilim öðrenmesem mi, ilim artýk bana köstek mi oluyor diye düþünmeye baþlýyor. Yani O nun sonsuz Allah ilmini öðrenmeye baþladýktan sonraki ikilemleri de var. Onlar da bize çok örnek oluyor, yani öðrendiðim þeyler beni engelliyor mu, bende tevâzuumu yok edecek derecede bir bilgi, bilim havasý yaratýyor mu gibi. Bu bakýmdan kendimizi devamlý sorgulamamýz gerektiðini de Mevlânâ bize öðretiyor. Yani orada hiç takýlmamamýz ve herþeyi aþmamýz gerektiðini öðretiyor.


Konevî ile iliþkisine gelince... Konevî daha ilmî bir sultan ama O nun ilminde de ledûnî ilim var. Çünkü Ýbn Arabî, ledûnî ilme sahip ve Konevî de öyle. Ama Konevî nin ilminin içinde þeriat daha hâkim ve Mevlânâ da aþk hâkim olunca þeriatý aþkýn aracýsý gibi kullanmayý tercih etmiþ. Yani þöyle diyor namaz kýlarken: Ben hiç kimsenin kýldýðý âyetlerle kýlmam, o an sevgilim bana ne fýsýldýyorsa onunla kýlarým. Ýþte burada artýk þeriatýn içinde, onu terketmeden, onun kalýpçýlýðýndan kurtulmak var; yani ilmin içinde ilmi terketmeden, ilmin kalýpçýlýðýndan kurtulmak gibi. Konevî de daha o kalýpçýlýk hâlâ biraz var. O yüzden baþta Mevlânâ yý reddetmiþ fakat sonra o kadar güzel bir dostluk oluþmuþ ki Mevlânâ namaz kýldýrýrken Konevî ye siz Peygamber gibi kýldýrýyorsunuz, o yüzden siz kýldýrýn demiþ. Fakat bir hadis açýklanacaðý zaman herþeyi bilen Konevî, siz Peygamber gibi açýklýyorsunuz, benden çok daha iyi açýklarsýnýz diyerek hadis açýklamayý Hz. Mevlânâ ya býrakýyor. Böylece birbirleri ile çok güzel bir iþbirliði ile zýtlýklarýn birliðini nasýl oluþturacaklarýný anlatmýþlar.

Sultan Veled olmadan Mevlânâ ve Þems i anlamak mümkün deðildir Müge Doðan: Hz. Pîr in Bir ayaðým þeriatta sâbit, bir ayaðýmla yetmiþ iki milletle beraberim deyiþininin mânâsý nedir?

Cemâlnur Sargut: Bu çok önemli bir nokta. Bugünün en büyük problemi bu. Yani insanlar ya þeriata aþýrý düþkün olduklarý için hakikati görmekten uzaklaþýyorlar, tevhidden uzaklaþýyorlar ve sadece þekille Allah a varmaya çalýþýyorlar. Diðer taraftan þekli tamamiyle ihmâl eden insanlar da -Allah korusunbu sefer sapýtýyorlar ve yanlýþ yollara sapýyorlar. Gerçek âþýk olmasý gereken yere yönelmeyip o rahatý, huzuru saðlayacaðýný, kendine huzur getireceðini zannettiði her yanlýþý yapýyorlar çünkü þeriat olmuyor hayatlarýnda. Dolayýsýyle orta noktayý bulmak ancak insân-ý kâmilin iþidir. Benim onu bulamadýðým için insâný kâmilin peþinden ayrýlmamam lâzým. Müge Doðan: Hz. Þems, Hz. Mevlânâ ve Sultan Veled üçlüsünün makamlarý neyi temsil eder? Bu üçlü bize neyi anlatýr? Cemâlnur Sargut: Hz. Mevlânâ ruh gibidir. Sultan Veled kalb gibidir. Hz. Þems Allah ýn ahadiyeti, birliði gibidir. Þems te tamamen Allah ýn ilmî tecellisi, aþkî tecellisi var. Yani Allah ýn zuhûru var. O zuhur Mevlânâ ya aksedince ruh gibi onu diriltiyor; fakat O nun eðitimi, rabbiyeti Sultan Veled sâyesinde oluyor. Dolayýsýyle vücud içerisindeki tecelliler, Sultan Veled ile ortaya çýkýyor. Çünkü bütün Mevlevîliði kalýplaþtýran, insanlýk âlemine bugün Mevlevîliði yayan, Mevlânâ nýn unutulmamasýna sebep olan, iþin þeriatýný yazan Sultan Veled dir. Dolayýsýyle Sultan Veled olmadan Mevlânâ ve Þems i anlamak mümkün deðildir. Mevlânâ sýz Þems anlaþýlmaz çünkü Allah ýn hakikatinin Peygamber de zuhur etmesi


gibi Þems in hakikati de Mevlânâ da zuhur eder. Yani Mevlânâ sýz Þems, Þems siz de Mevlânâ anlaþýlmaz.

Sâmiha Ayverdi dinin þeriatýnýn, hakikatinin ve tarikatinin korunmasý için mücâdele vermiþtir

cemâlnur sargut la söyleþi

Müge Doðan: Bu sene Sâmiha Ayverdi hakkýnda Ankara'da "Bir Büyük Öðretmen: Sâmiha Ayverdi" baþlýðý altýnda bir program yaptýk ve hemen ardýndan Konya'ya gittik. Sâmiha Ayverdi'nin Hz. Pîr için birçok hizmeti var. Semâ âyinlerinin yeniden baþlatýlmasý hususunda... Cemâlnur Sargut: Çok doðru aslýnda. Sýrf semâ âyinlerini deðil, Yunus Emre festivallerini de Sâmiha Anne baþlattý. Ken an Rifâî âilesi ile Mevlânâ âilesi arasýnda çok eskiye dayanan, tâ hocama icâzet verilmesine -yani son derece güzel Mesnevî þerhi yaptýðý için icâzet verilmesine- dayanan bir beraberlik ve birlik var. Sâmiha Anne de bu dostluðu perçinlemiþtir. Hattâ Esin Çelebi nin çok defalar biz hanýmefendi olmayý Sâmiha Ayverdi den öðrendik dediðini ben çok iyi biliyorum. Dolayýsýyle bu beraberlik ve birlik, Atatürk zamanýnda bütün tekkeler kapatýldýðý, bütün âyinler ve zikirler yasaklandýktan sonra, âilenin zaman zaman kendi çocuklarýna dahî semâ öðretemeyiþlerinden þikâyet ettiklerini ve bunun içinde yer bulamadýklarýný anlattýklarýný biliyoruz.

Bunun üzerine Ekrem Ayverdi ve Sâmiha Anne, yalýyý açarak orada Resuhi Bey in çocuklara semâ öðretmesini saðladýlar. Buna karþýlýk bir ricâda bulundular, bizim çocuklarýmýza da öðretir misiniz diye. O devrin Milli Eðitim Bakaný, Rifâî olan Tevfik Ýleri Beyefendi de bunun üzerine Sâmiha Annenin konferanslarý þeklinde Konya da bir çalýþma yaptý. Konferanslar bir-iki sene sonra âyin-i þeriften küçük bir parçanýn gösterimi ile devam etti. Ve ilk parça gösteriminde bizim abilerimiz ile Mevlânâ nýn âilesi birlikte döndüler. Bu dönüþlerden sonra, yavaþ yavaþ birkaç sene sonra tamamen âyini þerif icrâ edilmeye baþladý. 1960 yýlýna kadar bu iki âile birlikte döndüler. Yani bizim âilemiz ve Mevlânâ âilesi... Hattâ çoðu zaman Mevlevîlerin bile Rifâîler için þöyle dediðini biz duyduk: Onlar, mürþidleri önlerindeymiþ gibi semâ yapýyorlar. Bu kadar güzel bir beraberlik oluþtu. Bu birlik ve beraberlik de çok önemlidir tarikatlar arasýnda, fakat tabiî sonra Mevlevîler yeterli derecede yetiþince hürmet olarak Sâmiha Anne kendi öðrencilerini geri çekti. Ýstanbul daki âyin-i þeriflerde veyâ baþka þehirlerde dönmeleri için izin verdi. Daha sonra ise Rifâîliðin asýl çalýþmasýnýn zikir üzerine olmasý gerektiðini düþünerek -zikir de yasak olduðu için o devirde sadece unutulmamasý için Ken an Rifâî Hazretleri nin büyük torunu Orhan Büyükaksoy a rica ederek zikir derslerinin devamýný saðladý. Bu þekilde zikir bugün daha kabul görür bir zamana geldiðinde zikrin bütün kurallarý, edebi ve birliði ile unutulmamasýný saðlamýþ oldu.


Buradan görülüyor ki Sâmiha Anne her yaptýðý ile devrim yapmýþtýr Türkiye de. Türkiye de yeniden imanýn, dinin ve dinin þeklinin, þeriatýnýn, hakikatinin ve tarikatinin korunmasý için sonsuz bir mücâdele vermiþtir. Dinî taassuptan da korumuþtur týpký Mevlânâ nýn da yaptýðý gibi, gerçek insân-ý kâmilin yaptýðý gibi... Onun taassup anlayýþý da sadece þeklî taassup deðildi, ilmî taassuptan da korumaya çalýþtý dini. Yani sadece Allah ý ilimle bilmenin deðil, ilmi hâl ederek bilmenin gerekli olduðunu bize öðretti ve tevâzûyu ön plana aldý. O gerçek bir mürþiddi. Ýþte onun gerçek mürþidliðinde de en büyük rolü Ken an Rifâî Hazretleri oynamýþtýr. Ayrýca þunu da söylemek lâzým ki Sâmiha Anne bir devrimi de, kadýndan mürþid olur mu olmaz mý tartýþmalarýnýn içinde, er kiþiden mürþid olur ifâdesini Râbiyatül Adviye gibi kullanarak, hâli ile kullanarak hiçbir mürþidlik iddiasý olmadan bütün âleme göstermiþtir. Bütün âlem bilir ki, Sâmiha Anne kadýn bir mürþid-i kâmil dir. Kadýnlýðýný yitirmemiþ, ama nefsânî bakýmdan er kiþi olmuþ bir mürþid-i kâmil dir. Herþeyi ile örnekti. Dünya yaþantýsý ile, þýklýðý ile, edebi ile, herþeyi ile örnekti. Hâl etmiþ bir sultandý. Allah mânâsýndan ayýrmasýn. Allah bize Mevlânâ yý öðretenlerden, Ýbn Arabî yi öðretenlerden râzý olsun. Bizde de hâl haline getirsin inþaallah. Müge Doðan: Âmin.


MEVLÂNÂ CELÂLEDDÝN-Ý RÛMÎ DEN BUGÜNE KALANLAR

( ) Ýlim ve felsefe insaný ne tanýr ne de tanýtabilirdi. Hatta bir bakýma dinler de öyle... Sanat ise, anlayana, ancak bulanýk iþaretler verebilirdi. Ýnsaný ve kâi¬natý kemâliyle tanýyan, sâdece büyük peygamberler, büyük mistiklerdi. Ýþte onlardan biri de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî idi.

sâmiha ayverdi

Ne ki Celâleddîn'e, ateþ püsküren yanardaðlar gibi, aþk ve þevk lâvlarýný akýtacak manevî müdâhalenin, Þems-i Tebrîzî denen mürebbî-mürþitten gelmesi mukadderdi. Nitekim bu müdâhale Mevlânâ'ya, insanýn, kendi kudretini kendi hâsýl eden bir dinamo olduðunu öðretti. Böylece de, cansýz maddeyi hayâta kavuþturan, yükseltip ona kemal bahþeden sýrrý bulmuþ oldu. Halbuki Þems'i tanýmadan evvel genç Celâleddin, deve yükü bilgisi ile Konya'ya yerleþip vaaz kürsülerinin ve medreselerin gözbebeði olmuþtu. Fakat o kürsüler, o medreseler, asýrlar boyu nice þöhretler görmüþ, hemen hepsi de ilmini ve fazlýný, oralardan halkýn üstüne akýtmýþ, lâkin

insanlýk âlemine bir temel fikir getiremeden silinip gitmiþlerdi. Çünkü pek çoðu, o basamaklara varlýklarýyla çýkmýþlar, bu varlýðý, bir libas gibi üstlerinden soyup çýkaramadan da geçip gitmiþlerdi. Baþka türlü de olamazdý. Zira beþeriyete istikâmet ve hedef çizebilmek için mutlaka o yükü atmak lâzýmdý. Nitekim müþahhas bir yokluk sembolü olan Þemsi Tebrîzî ismindeki rehber-mürþit Mevlânâ Celâleddîn'in elini tutar tutmaz, müridini bir anda varlýk sahilinden yokluk kýyýsýna fýrlatýp attý. Böylece de onu kendi engin manâsýyla yüzleþtirip tanýþtýrdý. Bu bir transformasyondu. Nice zaman sonra yüce mürit, hâdiseyi þöyle dile getirdi: "Onun sayesinde kurtulanlarýn canlarýna yemin ederim ki, kurtuldum. Hürüm. Eskiden Utarit gibi deftere düþkündüm. Ediplerin üst yanýna geçip otururdum. Sâkînin alýn yazýsýný görünce sarhoþu oldum. Kalemleri kýrdým." "Kalemleri kýrdým" diyen büyük hakîm, varlýkla söylenmiþ sözleri silip, yokluk defteriyle baþbaþa kaldýktan sonra, gazelleri, rubaileri ve Mesnevî'si gibi, beþeriyeti kýyamete kadar sürecek armaðanlarla mayalayýp kabartmýþ ve idraklerini uyandýrmýþ bulunan müstesnalar kafilesinden olmuþtu. Zira o, indifa gününü bekleyen bir volkandý. Kendini Þems'in büyük aþkýna teslim ettikten sonra, lâvlarý bütün dünyâyý tutan bir yanardað oldu. Tek baþýna insan neydi? Amma, dünyânýn iyilikleri,kötülükleri,güzellikveçirkinlikleri ortasýnda yerini tâyin etmiþ insan bir


yapý taþý, cemiyet binasýnýn inþâcýsý demekti. Ýþte Þems'in Mevlânâ'ya gösterdiði de bu idi; kendi hakikati, gerçek gücü ve bu gücü, insanlar lehine sebil etme þevki idi. Þems-i Tebrîzî, felsefeye ve sýra þeyhlerine muarýzdý, sertti. "Bilgi bir vâsýtadýr; hakikate ise, buyruk dinlemek ve aþkla ulaþýlýr," derdi. Böylece de bilgideki aczi göstermek suretiyle, yokluk içindeki büyük kudreti belirtmiþ oluyordu. "Akýl, hakikate perdedir. Eðer bu mânâlar, okunmak ve bellenmekle elde edilebilseydi, âlemin hâli deðiþir, bir baþka hâle dönerdi. O vakit, Bâyezid ve Cüneyd, Fahreddîn-i Râzî'ye haset ederler ve Fahreddîn'e yüz yýl talebelik etmeleri icap ederdi. Fakat ge¬ne de yüz binlerce Fahreddîn-i Râzî, Bâyezid'in izinin tozuna bile eriþemez, kapý halkasý gibi dýþarda kalýr; hem de harem dâiresinin kapý halkasý deðil, dýþ kapýnýn halkasý gibi... Hakikate bilgi ile deðil, feyz ve cezbe ile eriþilir. Tanrý kullarýndan bir kul, Eflâtun'u bir anda bütün bilgilerinden soymaya kadirdir. Bil ki her þey insana fedâdýr. Ýnsan ise kendisine... Allah, hiçbir defa: Biz gökleri, arþý ululadýk, dedi mi? Arþa çýksan da faydasý yok; arþýn üstüne çýksan da, yedi kat yerin dibine gir-sen de... Lâzým olan, gönüle, gönül sahibine yâr olmaktýr. Bütün peygamberlerin, erlerin, erenlerin çalýþýp can vermeleri hep bunun içindir. Bütün âlem bir kiþidir. Ýnsan kendini bildi mi, her þeyi bildi demektir," diyordu. Müslümanlýk, teslimdir. Yâni halkýn kendisinden emin olmasýdýr.

Hikmetin ve muhabbetin canlý örneði olan Mevlânâ da, inanýlan, sevilen, elinden, dilinden kötülük beklenmeyen insandýr: "Ýki cihan bir araya gelse gene bende þer niyeti, dünyâyý birbirine katma dileði yok" diyen o, topsuz tüfeksiz giriþtiði aþk ve irfan savaþýyla, hâli ve geleceði de feth eylemiþ büyük dehâdýr. Böylece de onun fikir ve duygu hazînelerinden hikmet ve irfan aþýsý almýþ, ham, durgun, daðýnýk ve iþlenmemiþ insan yýðýnlarý, cevval, uyanýk, aktif ve bilhassa bir müþterek gayeye baðlý yapýcý merkezler olarak cemiyet içine yayýlmýþtýr. Bir beþer fedaîsi ve örnek terbiyeci olan Mevlânâ, kütleleri þevk ve îman potasýnda birleþtirip bütünledikten sonra, bu þevk ve îmâný, beþeriyetin müþterek enerji kaynaðý hâline getiren merkezî otoritedir. Bu gaye uðrunda da sanatýný, îmânýný, aþkýný, hulâsa nesi var nesi yoksa seferber etmek suretiyle, etrafýna, güzelliðin, iyiliðin ve kemâlin zevkini tattýrmýþ; beþerî ve nefsânî duygular altýnda ezilip uyuklayakalmýþ ruhanî ve manevî kudreti dürtüp faaliyete geçirmek suretiyle de, ferdî egoizmi musaffa bir enerji hâline getirmeyi, beþeriyete karþý borç bilmiþtir. ( ) Kaynak: Sâmiha Ayverdi, Âbide Þahsiyetler, Kubbealtý Yayýnevi, Ýstanbul, 2006, s. 29-32.


emine ebru

HAK ZÝYÂSI

Asýrlardýr insanlýðý kendine çekmiþ bir ulu deniz Hz. Mevlânâ. Herkes onu kendinden bilmiþ, her meþrep kendine yakýn bulmuþ. Bugüne kadar kalemler kurumuþ, denizler mürekkep olup tükenmiþ ama yine de anlatmaya yetmemiþ o mübârek insan-ý kâmili. Oysa o, kendini sorana þöyle buyurmuþ: Yaþadýðým sürece, Kur an ýn kölesiyim, Muhammed Mustafa nýn yolunun ben tozuyum, Kim benden naklederse buna aykýrý bir söz! Ondan da, o sözden de bilin þikâyetçiyim! Hz. Pîr, yolunu tarîk-i Muhammedî ve sebeb-i varlýðýný aþk-ý ilâhî olarak ortaya koymuþ bir büyük sultan Bende-i Kur an Bir de kýymetlileri var. Karþýsýnda Hakk ýn tecellîsini seyretmekten zevk duyduðu gönlünün yakinleri Baþka kâmil ruhlar

Ey Hak âþýðý Hüsâmeddîn, sen öyle bir ersin ki Mesnevî, senin nûrunla ayý bile geçti, aydan bile parlak bir hâle geldi. Hz. Mevlânâ

Keþþâf ül Kur an olarak nitelendirdiði Mesnevî si gönül imbiðinden 26.000 beyit olarak dökülürken, kendisine hemdem olan ve kalemi tutan hele bir kýymetlisi var ki yanýnda, huzûr-u Pîr e girerken hemen sað tarafta karþýlar sizi. Makamý üzerinde Mevlânâ nýn Kâtibi yazar, benim de içim sýzlar. Çelebi Hüsamed^din Hazretleri ni salt bir kâtip olarak tanýtmak nasýl bir nasibsizliktir? Oysa orijinal sandukasýnýn baþýnda Burasý þeyhler þeyhinin, âriflerin uyduklarý zâtýn, hidâyet ve yakýyn


imamýnýn, arþ hazinelerinin anahtarý, yeryüzü definelerinin emini, zamanýn Cüneydi, devrin Bâyazid'i olan faziletler sahibi, Tanrý ýþýðý Hasan oðlu Ahî Türk diye tanýnmýþ Muhammed in oðlu Hüsâmeddin Hasan ýn türbesidir diye nakþolunan kitâbe bu mübârek sultanýn mânâsýný az da olsa târife kiyâfet etmiþ belli ki. O, devrin ileri gelenlerinden birinin oðlu iken tüm servetine yüz çevirmiþ, kendilerinin irþad halkasýnda en özel yerlerden birine, iltifat ve muhabbetlerine mazhar olmuþ bir ulu velidir. Dergâh-ý Pîr de önemli hizmetlerde bulunmuþ, Hz. Pîr kendisini halîfe tayin ettiðini cümleye ilân etmiþken yine de Hazret, âlem-i bekâ ya göçtükten hemen sonra -oðlu olmasý hasebiyle- Hz. Sultan Veled e postu teslim etmiþ bir hiçlik sultanýdýr. Lâkin, bir baþka Allah eri olan Sultan Veled Hazretleri nin zâtýnýn önünde baþ kesmesiyle on yýl posta geçmiþ ve hilâfetinde Mevlevîlik yolunu tesis etmiþ gerçek Hak Ziyâsý dýr.

Hüsâmeddin Hazretleri nin Mesnevî ye olan katkýsýný kalem tutan bir elden çok öteye taþýmýþ ve Mesnevî sinde hitap buyurmuþ: Çelebi Hüsâmeddîn, âriflerin muktedâsý, hidâyet ve yakîn ehlinin imâmý, kalb ve akýl sâhiblerinin emîni, âcizlerin imdâdýna yetiþen bir kâmil þeyh ve bir mükemmel mürþiddir. Çelebi Hüsâmeddîn mahlûkat arasýnda Allah ýn emânetidir. Ýnsanlar içinde Allah ýn güzîdesidir. Allah ýn Resûl-i Ekreme tavsiye eylediði muhterem þahsiyetlerdendir. Kýymet ve þânýný, ümmetin içindeki tertemiz kullarýndan gizlediði kiþidir. Çelebî Hüsâmeddîn, arþ hazînelerinin anahtarý, yeryüzü defînelerinin emîni, zâhirî ve bâtýnî fazîletlerin sâhibi olan Ahî Türk oðlu diye tanýnan, Hakk ýn ve dînin keskin kýlýcý, Hasan oðlu Muhammed in oðlu Hasan dýr. Çelebî Hüsâmeddîn vaktin Bâyezîd i, zamanýnýn Cüneyd i, sýddîk oðlu sýddîk oðlu sýddîkdýr.

Allah, Mesnevî nin yazýlmasýnda onun ricâsýný vesile kýlmýþtýr. Öyle gizli bir hazinedir ki o, Hz. Pîr onunla rahatlar, coþar, hakikat ilminden sýrlarý paylaþýrmýþ. Can memesinin sütünü emen , emdikçe daha çok süt gelmesini saðlayan yine de susuzluðu geçmeyenmiþ o. Hz. Pir,

Allah ondan da, atalarýndan da râzý olsun.

Dinleyen susuz ve arayýcý olursa, va z eden ölü bile olsa söyler. Dinleyen yeni gelmiþ ve usanmamýþ olursa dilsiz bile, sözde bülbül kesilir. diyerek Çelebi

Çeþme-i feyzlerinizden bizi de nasiplendirmeniz niyâzýyla

Hz. Pîr in sýnýrsýz hazinesinden 26.000 beyitin dökülmesine vesile olan, tarîk-i Mevlevî yi kurarak bizlere kadar taþýyan, Hz. Pîr in deyimiyle Hakk dininin Husamý, Hakk nûru ve hâle ziyâsý Ey Hüsammeddin Çelebi Hazretleri!


MÂNEVÎ HEKÝM HZ. PÎR Aralýk ayý Hýristiyan âlemi Hz. Îsâ nýn doðum gününü kutlarken bizim de Þebi Arus u yaþadýðýmýz, Hz. Mevlânâ yý daha yoðun anmaya ve anlamaya çalýþtýðýmýz bir ay. Hz. Mevlânâ, Cemâl e yürüdükleri zaman deðiþik din ve milletten yaklaþýk 40 bin insanýn katýldýðý cenazesinde, Müslümanlar, diðer dinlerin müntesiplerine, 'Neden siz de bu cenazeye katýlýyorsunuz?' diye sorduklarýnda, Hýristiyan ve Yahudiler, 'Biz Hz. Îsâ'yý ve Hz. Mûsâ'yý hep ondan öðrendik' diye cevap vermiþlerdi.

dilek güldütuna

Hz. Ahmed in ismi bütün peygamberlerin ismidir, onun ismi anýldýðýnda hepsinin ismi anýlmýþ olur diyen Hz. Mevlânâ, mürþidine Ey benim kurtarýcým! Neþelere dal, sen zamanýn Îsâ'sýsýn! diye seslenir ve yine ona hitab ettiði bir þiirinde, Hz. Muhammed in vârisi olan insan-ý kâmilin de ayný þekilde bütün peygamberlerin mânâlarýný taþýdýðýný þöyle anlatýr: Sen, gökyüzündeki parlak aysýn; bizse, kapkaranlýk geceyiz! Ay olmayan geceler pek karanlýk olur! Sen, Mûsâ'sýn; biz de, senin elinde âsâyýz! Âsâ, Mûsâ'nýn elinden baþka elde iþe yaramadý! Sen, hoþ nefesli Hz. Îsâ'sýn; bizse,

çamurdan yapýlmýþ kuþuz! Bir nefes üfür de, bizim nasýl göklere yükseldiðimizi seyret! Sen, zamanýmýzýn Nûh'usun; bizse, sana bir gemiyiz! Nuh gemiden çýkýp giderse, o gemi belâ tufanýndan kurtulabilir mi? Ey benim caným; sen, benim Halil'imsin! Bütün dünya ateþlerle dolu; Halil olmadýkça, ateþ, gül bahçesi olamaz! Sen, Mustafa'nýn nûrusun! Gönül Kâbesi putlarla dolu; lutf edip gel de, Rahmân'ýn evinden putlarý dýþarý at gitsin! Sen, güzellik Yusuf usun! Halkýn gözleri baðlý; hakikati görmüyorlar! Onlarýn gözleri, Kenan'ýn ihtiyarý Yakup'un gözleri gibi, seninle açýlýr; lutf edip gel de, gözlerini aç! Geylânî Hazretleri, Futûhu l-Gayb adlý eserde tasavvufun 8 huy üzerine olduðunu belirterek bu 8 özellikten seyahat in Ýsâ Peygamber e nasib olduðundan bahsetmektedir. O, bu âlemde baþýný sokacak hiçbir yeri olmayandýr. Hz. Mevlânâ nýn Fîhi Mâfîh te anlattýðý hikâyede Hz. Îsâ bir gün kýrda dolaþýrken çok þiddetli bir yaðmura yakalanýr ve yaðmur dininceye kadar karakulaklarýn yuvasýna, maðaranýn bir köþesine sýðýnýr; Karakulaðýn yuvasýndan çýk! Yavrularý senin yüzünden rahat edemiyorlar diye vahiy gelir. O da þöyle feryad eder: "Ey Allahým! Karakulaðýn yavrularýnýn sýðýnaðý olduðu halde, Meryem'in oðlunun ne sýðýnaðý, ne yeri, ne de evi ve makamý var." Hz. Mevlânâ þöyle söyler: Karakulaðýn yavrusunun bir evi


varsa onun da böyle bir evden ataný vardýr. O nu evden çýkaranýn lûtfu, þerefi yüzbinlerce yere, göðe, dünya ve âhirete, arþ ve kürsüye bedeldir. Onun mekâný ve konak yeri bu balçýktan yaratýlan dünya deðil, göðün 4. katýdýr. Hazret, Divân-ý Kebîr de der ki: Eðer þu cihan, tamamýyla yok olsa, ne gam! Dünya olmaksýzýn benim yüzlerce gizli dünyam var! Ben, þeker yüklü kervanlarý, yokluk diyarýndan yola düþürdüm, yürüttüm. Ben, aþkla mest olmus bir kiþi olduðumdan, bu kervanlar yüzünden kâr mý ettim, zarar mý ettim, haberim yok! Baþ gözüm vaktiyle aþk derdiyle inciler saçardý. Halbuki, þimdi benim, inciler saçan bir caným var! Ben, eve barka baðlý deðilim, Hz. Îsâ gibi, benim de dördüncü kat gökte evim var! Bedene can verene þükürler olsun. Can gitti ama, cânýn cânýna sahip oldum.Tebrizli Þems'in verdiði bir þey var ya, iþte sen benden onu iste, onu ara! Mürþidi Þems-i Tebrîzî ye Sen bir güneþsin, Sen bugün bizi baþsýz ve ayaksýz ettin. Hz. Îsa gibi dördüncü kat göðe çýkardýn, güneþin yanýna oturttun diyen Hz. Mevlânâ kendi geçirdiði deðiþimi de þöyle anlatýr: "Onun sayesinde kurtulanlarýn canlarýna yemin ederim ki, kurtuldum. Hürüm. Eskiden Utarit gibi deftere düþkündüm. Ediplerin üst yanýna geçip otururdum. Sâkînin


alýnyazýsýný görünce sarhoþu oldum. Kalemleri kýrdým." Hz. Îsâ nýn bir diðer vasfý da çok gülen olmasý idi. Bu Hz. Ýsâ'nýn bütün beþerî sýfatlarýndan ve vücut baðlarýndan kurtularak ilâhî âlemin mukaddes harîmine yükselmesi demekti. Hz. Mevlânâ bunu þöyle ifade eder: Ben öyle bir mânevî zevke dalmýþým ki, neþelerden, sevinçlerden bile usanmýþým, býkmýþým. Gönlümün yârinden baþka, hiçbir kimse bana yâr olamaz, beni neþelendirmez! Ben, aþk ýrmaðýnýn suyuna düþtüm, yýkandým, renkten ve kokudan arýndým. Sevgilimin, kalbimde açtýðý yaranýn zevki aþkýna düþtüm de, merhem aradýðým yok! Ben güzel gülüþlü Îsâ'yým. Þu ölü dünya benimle dirildi. Mürþid-i kâmil, aþk ile periþan olmuþ hastalara Hz. Îsâ gibi þifâ olandýr. Çünkü o insaný büyüleyen güzel yüzünü gösterince mihnet ve keder ordusu bozguna uðrar, kaçar, gider. Hz. Mevlânâ der ki: O suçludur, kusurludur. Yüzlerce mihnete, yüzlerce eziyete lâyýktýr ama, sana lâyýk olan, sana yakýþan þey, baðýþlamaktýr, keremde ve lûtufta bulunmaktýr. Aþk zevkini vererek, sevmeyi öðrenerek lûtuflarda, ihsanlarda bulunduðun, yüzlerce mânevî sütle, þekerle beslediðin þu gönüle, bunca lutuflardan, tatlýlýklardan sonra, her nefesde her an cefâ zehrini tattýrma!

Hz. Mevlânâ, nefesi ile ölü gönülleri dirilten mürþid-i kâmili ise þöyle anlatmaktadýr: Biz gerçek hekimleriz. Hz. Îsa'nýn talebeleriyiz. Nice ölülere üfürdük, dirilttik. Ölüleri nasýl dirilttiðimizi görenlerden sorunuz. Onlar elemlerden kurtulanlarý, þükranlar içinde hayata kavuþanlarý size anlatsýnlar. O hekimler çok uzaklardan gelen garip kiþilerdir. Hastalara verdikleri ilâçlar da hiç görülmemiþ, acayip, garip ilâçlardýr. Onlar diyorlar ki: "Ýnsanlarýn baþlarýna belâ olan gussalarýn, kederlerin baþlarýný ezeriz. Gamý evlerden dýþarý atarýz. Hepimiz güzeliz, dilberiz, bayram ayý gibi her tarafa sevinç ve neþe getiririz. Biz Allah ýn hekimleriyiz. Hiçbir hastadan muayene ve tedavi ücreti almayýz. Biz tertemiz ruhlarýz. Kirli huysuz deðiliz. Biz anlayýþlý hekimleriz. Ýdrar tahlili þiþesine ihtiyacýmýz yoktur. Fikir gibiyiz, hastanýn bedeninde dolaþýr dururuz. Biz Ahmed (s.a.v.)'in tevhid müjdesini vermedeyiz.



hüseyin gökhan

ÝNSÂN-I KÂMÝL ÝN NÛRU


Hazreti Mevlânâ nýn Þeb-i Arûs unu, yani düðün gecesini idrak edeceðimiz 17 Aralýk günü ülkemiz büyük çalkantýlara sahne oldu. Neyin ne olduðu henüz ortaya çýkmadý fakat ülke maddîmânevî büyük kayýplar yaþadý. Tüm bu olanlardan içim o kadar sýkýldý ki, Hazret bana ne der diye Cemâlnur Hocamýz ýn da sýklýkla yaptýklarý gibi Mesnevî-i Þerif e sýðýndým. Rastgele açtýðým sayfada özetle þöyle diyordu Hakk ýn sevgilisi: Peygamber gelene kadar kötü ile iyinin farký görülmezdi. Fakat o geldikten sonra hak bâtýldan ayrýldý. Ýyi ile kötü ayan beyan ortaya çýktý. Kýyamet gününde de bu olacaktýr, hak ve bâtýl ortaya çýkacak, birbirinden ayrýlacaktýr. O yüzden o zamana Kýyamet günü denilir. Gündüz velilerin sýrrýdýr. Bildiðiniz gündüz, onlarýn ay gibi parlak gönüllerine göre gölgeden ibarettir. Gerçek gün Ýnsan-ý Kâmil in nûruyla aydýnlanýr. Ben yaþadýðýmýz topraklarýn kutsallýðýna inanýyorum. Gerçi dünyanýn her köþesi kutsaldýr fakat ülkemiz topraklarýnýn özel bir durumu vardýr. Hz. Harakânî den baþlayarak medeniyetimizin bu topraklara yerleþmesi hep mânevî adýmlarla gerçekleþmiþtir. Vatan topraklarýnýn her karýþý Allah sevgililerine kucak açmýþtýr. Hz. Peygamber in duasýný almak isteyen Hz. Ebâ Eyyub elEnsârî den baþlayarak birçok Allah dostu Anadolu topraklarýnda sýrlanmýþtýr. Hatta ondan da önce, Hz. Ýbrahim, Hz. Yûþâ, Hz. Zülkifl, Hz. Nuh, Hz. Ýlyas, Hz. Hârun ve nefs-i sâfiyenin nâdir sahiplerinden Hz. Meryem bu topraklarý teþrîf

etmiþlerdir. Hz. Bâhâeddin Veled de oðluyla diyar diyar gezdikten sonra Konya yý lâalettayin seçmemiþtir. Hz. Mevlânâ tevellüt itibarý ile Belhî dir, belki ama kemâl itibarý ile Rûmî dir, Anadoluludur. Mânevî önemi bu denli büyük olan bu topraklar medeniyet sahnesinde de çok büyük önem arz etmektedir. Belki geçtiðimiz yüzyýl boyunca bunun tersine inandýrýldýk, özgüvenimiz, itibarýmýz incitilmeye çalýþýldý, kýsmen de baþarýlý olundu fakat artýk sahne deðiþmeye baþladý. Tarihini bilen, potansiyelinin farkýnda, geleceðe büyük umutlarla bakan, en önemlisi de mâneviyâtý giderek yükselen genç bir toplum olmaya baþlýyoruz. Büyük deðiþikliklere þâhit oluyoruz. Bununla beraber birçok yerde hak ve bâtýl biribirine karýþýyor. Hz. Mevlânâ nýn nûrundan bir nebze gördük diyelim. Belki biraz gözlerimiz kamaþtý ama aydýnlýða alýþýnca inþaallah hak ve bâtýlý biribirinden seçmiþ olacaðýz. Allah bu millete zevâl vermesin.


yeþim SEMÂ


Cemâlnur H o ca m ý za âit www.cemalnursargut.org sitesinde bulunan makaleler içinde Semânýn Mânâsý isimli bir yazý vardýr. Bu yazýda semâ hakkýnda þöyle der: Semâ, lûgatte duymak, iþitmek anlamýna gelir. Allah ýn yüce kitabý Kur an-ý Kerim Oku! diye baþlar. Okuyan, Peygamber gibi kendine ait her türlü istek ve arzudan geçip Allah a ayna olmuþ, Allah ýn söylediðini aynasýnda yansýtan, ney e benzeyen bir kâmil olunca, okunan kulaða geldiðinde mânâsý ile rûhu ve sesleri ile de vücûdu harekete geçirir. Ýþte Kur an ýn mânâsýnýn mûsýkîsini dinlemeye, dinlerken de vecde gelerek coþkuyla raks etmeye ve dönmeye semâ denir. O halde insaný yaratanýna götürmeyen bir mûsýkî ile dönmek, semâ olamaz. Semâ, ruhtan kaynaklanmalýdýr, cesedden deðil. Semânýn saðdan sola kalbin etrafýnda çark atýp dönerek, Allah ýn sonsuzluðuna teslim oluþu anlatan bir ibâdet olduðunu unutmamak gerekir. Dönmek, kendi etrafýnda Allah için dönmek... Dönerken içindeki dünyaya ait kötü huylarý, arzularý, hevesleri atmak... Döne döne, içinde bulunan vücûdu býrakmak, havaya karýþmak, bedenin kýsýtlarýný yok edip evrenle bir olmak... Dönmek, sadece Allah ý düþünerek dönmek... Maddeyi mânâya katmak, maddeden kurtulmak ve sadece dönmek... Özgürce, aþk ile, yaradan için dönmek, yaradana dönmek.Semâ, Allah aþkýnýn taþtýðý anda yanmamak için harekete geçmek... O her an yeni bir þanla dirilirken bence semâ O na olan

hasreti en lâtif þekilde ifâde etmek... Ney e benzeyen insân-ý kâmilin hayatýnýn her ânýnda bu aþk ile vecd hâlinde olduðunu düþünüyorum. O zaman kendi kendime diyorum ki, þeklî olarak yapýlan semâ bizler için, gerçek semâ ise her hâlinde Allah ile olan insân-ý kâmil için... Týpký kendi etrafýnda sürekli dönen dünyamýzýn, bu dönüþünü güneþ etrafýnda da devam ettirmesi gibi, varlýðý sadece dönmek olan, dönerken dönüþtüren insân-ý kâmil in vücûdu benim için semâ. Sultan Veled in bir tören haline getirerek bugünkü halini alan semâ törenleri, artýk pek çok vesile yurtiçinde ve yurtdýþýnda yapýlmakta. Kültürümüzün güzel bir parçasý olan mânevî anlamýnýn dýþýnda görsel bir etkisi de bulunan semâ törenlerinin artmasýnýn insanlarý tasavvufa, düþünmeye sevk etmesini, ve cüz den kül e geçmemizde yardýmcý olmasýný umuyorum. Ýçten dýþa olduðu kadar dýþtan içe de etki olduðunu göz önüne alarak kendi idrakimiz çerçevesinde bu ve benzeri törenlerin Allah ýn sonsuzluðuna teslim olmamýza vesile olmasýný dilerim.


sesil pir

EY GÖNÜL...


Ey gönül niye kederlenirsin? der, Hz. Mevlânâ. Taþ taþlýktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taþ, ezilmeyi yontulmayý göze almalýdýr . Ne kadar mânâ yüklü bir öneri deðil mi? Bu deyiþ benim Hz. Mevlânâ yý anlamaya çalýþmakta en çok yardýmcým olmuþ deyiþlerden en birincisidir. Hz. Mevlânâ, edebiyat kitaplarýna yansýdýðý gibi sadece bir þâir, bir düþünür, bir filozof deðil, ayný zamanda tasavvufta Mevlevî yolunun öncüsü ve çok daha önemlisi, bir Hak âþýðý kâmil insan, bir yol göstericidir. Bizler insan olma yolunda uðraþýrken þüphesiz çeþit çeþit dünya hallerine mâruz kalýyoruz. Sabah uyandýðýmýz andan itibaren hayatlarýmýzda hep bir var olma savaþý mevcut âdetâ. Ne giyeceðimizden tutun da, ne yiyeceðimize, iþe nasýl gideceðimize, çalan telefona nasýl cevap vereceðimize kadar, her âný bir þahsî mücâdele olarak yaþýyoruz. Üstelik birçok kereler de bu cebelleþmenin eteðindekendiþahsýmýzdýþýndakiherkesin þahsýmýza karþý olduðunu düþünüp, insanlara gizliden gizliye küsüyoruz. Hz. Mevlânâ iþte tam da bu evrede devreye bizlere yardým etmek veya yol göstermek adýna giriyor. O bizlerle bugünkü batý dünyasýnýn pozitif düþünce baþlýðý altýnda tanýttýðý, kiþinin kendisini bilme, öz iradeyi tanýma ve yönlendirme konusunda müthiþ sýrlar paylaþýyor.

Ýnsanýn yüreðinin özgür olmasýný, kalbinin Yaratan a dönük olmasýna baðlý görüyor ve tevhid inancýnýn kiþiyi kýymetli bir yüzük olma yolunda tutabilecek yegâne yol olduðunu anlatmaya çalýþýyor. Ýçinde yaþadýðýmýz evrenin hepimizin olduðunu anlatýyor bizlere. Asýl mücâdelenin insanýn kendi egosu ile olduðunu, bize karþý olduðunu düþündüðümüz kimselerin aslýnda bir bütünün pek kýymetli parçalarý olduðunu ve hattâ bizlerin tamamlanmasýndaki rollerini anlatýyor Hz. Mevlânâ. Üstelik bahsi geçen özgürlüðe nasýl kavuþabileceðimiz konusunda bizlere çeþitli ve çok kýymetli dersler veriyor. Gerek Mesnevî sinde, gerek Divân-ý Kebir de, gerek Fîhi MâFih de, yaþama dâir ne varsa ise içimizde olduðunu ve evreni döndüren gücün sadece aþk olduðunu anlatmaya çalýþýyor. Öðrenmeye çalýþtýkça Hz. Mevlânâ ve öðretilerini dipsiz bucaksýz bir ummana benzetiyorum. Ne var ki bu ummandaki öðretileri okuryazar bir insan olarak bile, yalnýz baþýna kitaplardan anlamak çok zor, hattâ belki de imkânsýz. Bu yüzden sevgili öðretmenlerimiz, mürþid-i kâmil kimseler devreye giriyor. Eðer siz de bu vakitten tezi yok, kendimi keþfetmem lâzým diyor iseniz, sizlere nâçizâne tavsiyem, âcilen bir kâmil insanýn gölgesine girmeniz ve âlimlikten, yani bilgiye sahip, bilirkiþilikten, bilgeliðe doðru, yani sahip olduðu bilgiyi uygulayabilen kiþiliðe doðru, aktif olarak yelken açmanýz olurdu. Sevgi ve muhabbetle


aþk ile kaybolmak Ne mutlu, insaným diyene! Kendileriyle birlikte yaþayabileceðimiz ne çok yýldýz ve atom var. Bunlarýn arasýnda üflenen nefes ile yaþýyoruz. Ne atom gibi ufaðýz, ne de yýldýzlar gibi büyüðüz. Fakat yalnýz deðiliz, birlikteyiz. Birlik hâlindeyiz. Bu hususta bize lûtfedilen, fevrî olmak deðil, âþikâr olan birliði birlikte yaþamak olsa gerek. Ýnsanlar, içeride ve dýþarýda olanlar ile birlikte ne kadar memnun aslýnda.

umut alihan dikel

Ýnsan gözüyle bir resim çizelim ve resimde mâneviyat ile maddiyat yer deðiþtirse þâhit olunacaklar bize nasýl kapýlar aralardý? Gece gök yüzüne baktýðým vakit gördüðüm, siyahlýk yerine sonsuz ýþýk olsaydý yýldýzlar yerine kara delikler görünür müydü? Ýnsan, âlemi rüyâsýnda görürken uyanýk olsaydý dünya ona nasýl þâhit olurdu? Sýcak ile soðuk birbirine karýþsaydý, hissedilen yakar mýydý, üþütür müydü? Toprak akarak, su ise parçalanarak avucumuz arasýndan kayabilseydi aðaçlarýn kökleri nasýl tutunup gýdasýný emerdi?

Her þeyin olmasý gerektiði gibi olduðu idrâki insaný huzurlu kýlýyor. Fakat merak etmeden de durulamýyor. Hayâl ederek yelken açýyorsun engin okyanuslara, keþfetmenin ümidiyle. Her nefes semâda dönülüyor. Haydi gel, dönüþe teslim olabileyim. Lütfen yardým et. Elini uzat ki tutayým. Neyini üfle ki kulak vereyim. Eteðine yapýþabileyim. Anlatabileyim. Hz. Mevlânâ diyor ki, dil ile söz arasýnda sýkýþmýþ kimseler vardýr. O vakit hâl ehli olup bu sýkýþýklýktan kurtulana kadar o sözleri bal edip dilden su gibi O'nun için dökülmesini saðlayabilirsek ne hoþ olur. Bunu da öyle bir teslimiyette yapabilsek de hoþ olaný bile hoþ etsek. Bu gayreti eðer bize nasip olan icrâmýz olarak görürsek doðaçlama müzik gibi kendiliðinden ve kendisinden memnun olunaný ortaya çýkaran müzisyenlere benzetebiliriz miyiz kendimizi? Müzik bestelenirken ateþ bazen kýsýk yanýyor. Lâkin hep yakýyor. Yakýyor oluþu o kadar tatlý ki daha da yanasý geliyor insanýn. Þöyle bir havuz olsa da ateþten, içine atlansa, kulaç kulaç aþkýn ateþine dalýnsa... Gayret ederek bu yolda yürünüyor. Her þey ile hiçbir þey ayný anda anlatýlýrken kayboldum.


Belki okuduðumuz þu kelimeler arasýnda daha da kaybolduk. Yine de tüm evren gibi dönüyoruz hýzla. Konya'da güzel bir insan, her yerde var oldu. Ne güzel insan ki gönüllerde yer ediyor. O'na yakýnlaþtýrýyor. Çok þükür.


banu büyükçýngýl AÞKIN ÝLMÝ


Her büyük sultanýn öne çýkan bir özelliði vardýr. Hz. Mevlânâ aþk sultanýdýr. Bu bizim anladýðýmýz gibi bir kiþiye duyulan aþk deðil, ilâhî aþktýr. Mevlânâ, Þems gelmeden önce Allah ý ilimle bilen bir din adamýydý. Þems onun bütün putlarýný kýrýp onu bir aþk sultaný haline getirdi. Hz. Þems, Mevlânâ nýn mürþididir. Þems olmasaydý Mevlânâ bugün de bilinen bir âlim olabilirdi. Ne var ki yüzyýllar öncesinden bize seslenen bir aþk sultaný olamazdý. Bunun içindir ki Mevlânâ hocasýna çok hürmet ederdi. Hz. Mevlânâ mürþidine olan aþkýný Mesnevî deki hikâyelerinde bazen sembollerle (örneðin doktor veya güneþ gibi), bazen de açýkça Þems'den bahsederek göstermiþtir. Þems de Makâlât adlý kitabýnda Hz. Mevlânâ'nýn kendisini altý yaþýnda bir çocuk gibi dinlediðini anlatmýþtýr. Sultanlar sultaný Allah ý önce Þems-i Tebrizî de görmüþ ve sonra da her yerde Allah ý seyretme zevkine mazhar olmuþtur. Bu aþk ve güzellik, içinden taþmýþ ve her zerresi lâ ilâhe illallah diyen bir sultan olmuþtur. Hz. Mevlânâ yazdýðý eserleri þuurla yazmadýðýný, ney olmuþ gönlünden akýttýðýný söyler. Nedir ney olmak? Hz. Mevlânâ bunu Mesnevî nin birinci cildindeki 18 beyitte anlatýr. Neyi sazlýktan koparýrlar. Ýçini oyarlar. Fýrýnlarda cayýr cayýr yakarlar. Sonra yedi tane delik açarlar. Artýk o ney olmuþtur. Ondan konuþan kendisi deðildir ve sazlýktan koparýldýðý halden bir eser kalmamýþtýr. Kendinden geçmiþ, üfleyenin sesini çýkaran bir vâsýta olmuþtur sadece. Bunun iç mânâsýný Ken an Rifâî

Hazretleri nin Mesnevî Þerhinden þöyle öðreniyoruz: Hz. Mevlânâ, sazlýktan, yani Allah ýn mânâsýndan koparýlýp dünyaya gönderildiðini, içinin arzu ve isteklerden arýnýp oyulduðunu, sonrasýnda hâdiseler ve acýlar içinde cayýr cayýr yandýðýný ve son olarak nefsin yedi mertebesini simgeleyen yedi tane delik açýldýðýný anlatýr. Artýk Hz. Mevlânâ dan konuþan Allahu Teâlâ dýr. O nda benlik kalmamýþtýr. O Allah a aþk ile gidenlerdendir. Ýlmi bize aþk ile anlatmýþtýr. Onun için de aþkýn ilmidir Hz. Mevlânâ Yazdýðý eserler 800 yýl öncesinden bizi bize anlatýr, ayna tutar. Hocam Cemâlnur Sargut der ki: Çok sevdiðiniz birini en fazla üç dört gün büyük bir hayranlýkla dinlersiniz. Fakat gönlü ney olmuþ bir kâmil insaný dinlemeye doyamazsýnýz. Onun içindir ki bize Hazret yüzyýllardan beri Mesnevî ile ýþýk tutar, kutup yýldýzý gibi yolumuzu bulmamýza yardým eder. Hikâyeler aracýlýðýyla Allah aþkýný gönlümüze zerk eder. Hz. Mevlânâ aþký ve eserleriyle hepimizi hâlen irþâd eden bir sultandýr. Allah mânâsýný idrak etmeyi nasip etsin. Âmin.


NE HABER? Bir Büyük Öðretmen: Sâmiha Ayverdi

dilâra büyükaksoy

Türk Kadýnlarý Kültür Derneði (TÜRKKAD) Genel Merkezi nin düzenlediði Bir Büyük Öðretmen: Sâmiha Ayverdi paneli, 14 Aralýk 2013 tarihinde Ankara Resim Heykel Müzesi nde gerçekleþtirildi. TÜRKKAD ýn kurucusu olan mütefekkiryazar Sâmiha Ayverdi nin vefâtýnýn 20. yýlý münasebetiyle yapýlan organizasyon, TÜRKKAD Genel Baþkaný Emine Baðlý nýn açýlýþ konuþmasýyla baþladý. Emine Baðlý derneðimiz, Sâmiha Ayverdi nin ifadesiyle, hizmeti, Allah ýn kendisine bir tebessümü olarak gören, insanlara ve cemiyete hiçbir karþýlýk beklemeden faydalý olma anlayýþýna sahip bir hizmet kapýsýdýr. Gayemiz milli varlýðýmýzý, kültür tarihimizi ve mânevî deðerlerimizin tanýtýlmasýna ve yaþatýlmasýna yardýmcý olmaktýr. Sâmiha Ayverdi bir irfan ocaðý idi. Kendisinden feyz alan, millî benliðini kavramýþ, tarihini, dilini, dinini bugünle barýþtýrmýþ ve sayýsýz insan yetiþtirmiþ bir büyük öðretmen idi dedi. Prof. Dr. Mehmet Demirci nin yönettiði panel, Doç. Dr. Zekeriya Baþkal ýn Sâmiha Ayverdi nin Hâtýralarý isimli tebliði ile baþladý. Baþkal, Ayverdi nin Türkçeyi en güzel kullanan edebiyatçýlardan biri

olarak nitelendirirken ikinci konuþmacý Dr. Emine Gözde Özgürel, Sâmiha Ayverdi nin Romancýlýðý isimli tebliðinde Ayverdi'nin, romanlarýyla tasavvufu yeniden canlandýrdýðýný ve güncellediðini söyledi ve yazarýn fikirlerinin Mesnevî'deki dayanaklarýndan örnekler verdi. Üçüncü konuþmacý olan Dr. Cangüzel Zülfikar, Kur an Ahlâkýný Yaþayan Âbide Ýnsan baþlýklý konuþmasýnda bendeniz nâçizâne kendi yaþadýðým Sâmiha Anne de gördüðüm birkaç hususiyeti arz etmek istiyorum. Doðruluk, adalet, yardýmseverlik, tevâzu, sabýr ve iþtirak ahlâkýný Ken an Rifâî Hazretleri nin annesinin belirttiði gibi yaþamýþ bir gönül sultanýydý: Oðlum, insanlarý hatâlarýnda, kusurlarýnda, sevaplarýnda, günahlarýnda seveceksin. Öyle seveceksin ki ölümlerinde azalarak, doðumlarýnda onlarla beraber çoðalarak seveceksin . Bu ancak insan kendisinden geçerse olur. Ýþte biz Sâmiha Anne de bunu yaþadýk diyerek salondaki herkese duygusal anlar yaþattý. Son olarak mutasavvýf-yazar Cemâlnur Sargut Sâmiha Anne Türkiye de Meryem makamýný temsil eden bir sultandý. Onda inanýlmaz bir hakikat, mürþide ait bütün güzellikler gizliydi dedi. Ayverdi nin en önemli üç özelliðinden bahseden Cemâlnur Sargut birincisi ahlâk-ý Muhammedî yi tam mânâsýyla yaþayan,


mütevâzý ve herkese hizmet eden ve ideolojilerle savaþan bir insandý. Yalan bilmezdi, kimseyi küçük görmezdi. Ýkincisi, dünya ve âhireti dolu dolu yaþardý ve üçüncü olarak da dünya ve Peygamber sevgisini sonuna kadar yaþayan ve hiçbir þekilde kendine deðil Allah a götüren bir köprüydü diyerek Sâmiha Ayverdi nin Hancý eserinden örnekler verdi. Tüm konuþmalarýn ardýndan Lâ Edrî Türk Tasavvuf Müziði Topluluðu Emre Ömürlü ve Elif Ömürlü Uyar yönetiminde bir konser verdi.


Bir Büyük Öðretmen: Sâmiha Ayverdi programýndan görüntüler...



dekorasyon

duygu tükek aydýn

EVDE HUZUR Sehpanýzý nasýl dekore edebilirsiniz?


Bir sehpanýn, komodin veya bir dresuarýn üzerine aksesuarlarýnýzý yerleþtirirken onlarýn hangi sýra ile durduklarý önemlidir. Göze hoþ görünen iki þekilden faydalanabilirsiniz. Birincisi bu sehpada olduðu gibi V , ikincisi de A þeklidir.

Öncelikle sehpanýn üzerine yerleþtireceðiniz aksesuarlarýnýzý boy sýrasýna göre büyükten küçüðe sýralayýn. Daha sonra sehpanýzýn þekline göre V veya A þeklinden birisini seçin ve aksesuarlarýnýzý bu þekilde yerleþtirin


SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA

nefes alan tarifler

kabaklý keçi peynirli tart


Malzemeler: Hamur için: · 2,5 su bardaðý tam buðday unu · 4 yemek kaþýðý zeytinyaðý · 1 çay bardaðý yoðurt · 1 paket kabartma tozu · 1 çay kaþýðý deniz veya kaya tuzu Ýç malzemeleri: · 3 adet kabak · 6-8 adet dörde bölünmüþ çeri domates · 1 adet kuru soðan · 4 yemek kaþýðý zeytinyaðý · 1 çay kaþýðý deniz veya kaya tuzu · 1 çay kaþýðý karabiber · Birkaç dal dereotu Üzeri için: · 1/ 2 çay bardaðý süt · 1 yumurta · 1 çay bardaðý eski kaþar peyniri ve keçi peyniri rendesi Hazýrlanýþý: Hamuru yapmak için yað, yoðurt, un, kabartma tozu ve tuzu derin bir kapta yoðurun. Buzdolabýnda 20 dakika dinlendirin. Daha sonra yaðlanmýþ dayanýklý kiþ veya tart kabýna, hamuru elinizle yayýn, kenarlarýný yükseltin. Hamur dolapta dinlenirken, dört yemek kaþýðý zeytinyaðýnda küp küp doðranmýþ soðanlarý kavurun. Kabuklarýný soyup rendelediðiniz kabaklarý ekleyip kabaklar suyunu salýp çekene kadar kavurun. Tuz ve karabiber ekleyin. Kabaklar suyunu çekince altýný kapatýn. Ýnce kýyýlmýþ dereotlarýný ve çeri domatesleri ekleyip harmanlayýn ve ýlýmaya býrakýn. Ilýyan kabaklý harcý, kalýptaki hamurun ortasýna yayýn. Bir kâsede yarým çay bardaðý süt ve bir yumurtanýn tamamýný çýrpýn ve kabaklarýn üzerine dökün. Tartý 180 derecedeki fýrýna koyun, kýzarýnca çýkarýn ve kaþar rendesi ve keçi peyniri serpip tekrar fýrýnlayýn. Peynirler kýzarýnca fýrýndan alýp, beþ dakika kadar içini çekmesini bekleyin ve servis yapýn. Âfiyet Olsun.


görüþmek üzere...

i l e t i þ i m @ h e r n e f e s . c o m w w w . h e r n e f e s . c o m w w w . n e f e s y a y i n e v i . c o m


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.