Sa Haziran/Temmuz-2011
5
ÇÖRTEN ijital Kültür ve Edebiyat Dergisi
Uçan Adam Kitap Okuma Macerası Fantastik Öyküler
yı
02
İçerik 03 04 05 06 07 08 10 11 12 13 14
Editörden / Hülya Yamen Şiir / Anacığım Şiir / Arama Şiir / Beni Bulman İçin Bayram mı? 19 Mayıs Galata Kuleden Uçan Adam Edepli Davranmanın Yolları Şampiyonluk Maçı Kitap Okuma Macerası
Fantastik Öyküler Dosyası
27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 42 43 47 48 49 52 53 54 55 56 57 59 60
17 100.000 Jüpiter 18 Aşk İçin 19 Aşk Macerası 20 Batman ın Aşkı 21 Bilginin Gücü 22 Bir Gün 23 B.U.L.A 24 Buzul Kırallığının Sonu 25 Büyülü Toprakların Keşfi 26 Canavar Aslan Cefrek Doğrular Ülkesinde Çekirge İle Kurbağa Elo ile Selonun Dünyaları Emo ile Apaçinin Hikayesi Enes Ç. Futbol Gerçek Sevgi Gizemli Dağın Darlığı Kavuşamayan Aşıklar Keçi Can Pazarında Kopgalikus ve Büyülü Aile Kurbağa Çocuk Kuyruksuz Fare LAYKNLAR VE DARKORLAR 1-2 Midirella İroni Rüyaların Perisi serüvenler Ülkesi Sonsuzluğa Giden Yol Su Perisi Taht Kavgası Şirazettin Zıp Zıp ve 2 Kafadar Uçakip Uçan Halı Yeraltı Ormanı Zaman Makinesi Ayrılık Vaktidir Zaman
Haziran-Temmuz 2011
03 Hülya YAMEN
EDİTÖRDEN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
KÜNYE ÇÖRTEN DERGİSİ
Yayın Ekibi Merve Uğurlu (9-İ) Muteber Ataman (10-G) Ömer Faruk Yemenoğlu (10-G) Şahincan Gümüş (10-F) Şeyma Nur Hançerli (10-F) Şeyma Türkan (10-F) Yağmur Çapur (9-C)
Ali Kaan Ayancık (10-G) Aylin Dinç (10-G) Esma Altunyalduz (10-G) Hande İrem Erarslan (10-G) Hatice Çakı (9-C) Kübra Güleryüz (10-G) Mehmet Olgun (10-E)
Editör Hülya YAMEN Grafik Tasarım SaÇe
http://sincanibnisinalisesi.meb.k12.tr
04
ANACIĞIM Nasıl hatırlamam anacığım nasıl? Kaç geceler bana ninni söylerdi, Hasta olunca oydu başucumda bekleyen, Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi. Nasıl hatırlamam anacığım nasıl? Uzun kış geceleri masal masaldı. Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar, Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı. Nasıl hatırlamam anacığım nasıl? Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı. Akşam biraz geciksem yollara düşerdi. Sokağa çıkarken "Yavrucuğum üşütme" derdi. Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı. Nasıl hatırlamam anacığım nasıl? Bilirim yine kalbinde yerim anacığım. Selam sana Kadınlar Günü İstanbul'dan. Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan, Vefalı ellerinden öperim anacığım. Ümit Yaşar OĞUZCAN
05 GÜLSENEM DEMİRCİ
Arama Gözlerin dalmasın öyle uzaklara, Bakmasın esen rüzgârın uçurduğu çalıya çırpıya. Sakın ha rüzgarın sesine de aldanma. Hele ki dalgalara bakıp da kalma. Olmasın gözün denizin ucunda bucağında. Dağlardan tepelerden gelen ırmaklara kanma, Kim bilir sana gelene kadar ne gönülden geçti. Dolunaya hayran kalma, Ne de olsa belli zamanlarda çıkar ortaya. Güneşe âşık olma, İhtişâmı kalmaz bulutlar çıkınca ortaya. Sanma ki bulutlarda mutluluk, Rüzgâr bir esiversin bak gör onlar da savruk. Sen arama güzeli ihtişâmı başka yerde, Yüzünü aynaya dön, bak sadece. Veysel KILIÇASLAN (12/SOS B)
06
BENİ BULMAN İÇİN ÖNCE ARAMAN LAZIM Yokluğun ortasında sensizliğe hapsolmuşum, Kurtuluşum olmayan bu yola baş koymuşum, Bunca zaman sensiz kalmış yok olmuşum Beni bulman için önce araman lazım. Bütün var oluşların inadına yok oluşum, Seni bensiz değil de, beni sensiz koymuşum Bunca olanlarda sonra hala seni istiyorum. Beni bulman için önce araman lazım. Gitme diye sana sunduğum yakarışlarım, Gururum var benim git desen anlardım Hani sevmemiştin? Şimdi neden ağlarsın? Beni bulman için önce araman lazım. İsteklerim bitmedi, ben hep seni istedim Rabbimin kapısına gidip aylarca seni dilendim Gözlerinden kaçıp ta bir yerlere gizlendim Beni bulman için önce araman lazım. Muteber Ataman 10-G
07
BAYRAM MI ? Yine sonbahar ayından bir gün arife günü. Herkes telaş içinde, kimisi temilikle uğraşıyor, kimisi de hamur işleriyle. Anamın elindeki yufka daha dün gibi aklımda. Babam kurban parası, malzemeler, bizlere de birer parça giysi derken, parayı anca yetiştirebilmişti. Biz de yeni kıyafetlerimizin heyecanı ile oradan oraya koşturuyorduk. Yarın kapı kapı dolaşıp şeker toplayacağımız torbalarımızı şimdiden hazırlamıştık. Akşam banyomuzu yapıp öyle yatağa girdik. Başucumuzda bayramlıklarımız duruyordu. Kafamızı yastığa koyduğumuzda yarının heyecanı içimizi kıpır kıpır ediyordu. Aklımda ilk önce hangi kapıyı çalıp bayramlaşacağım, düşünceleri geçiyordu. Alamancı Ziya Amca her bayram çikolatalı, fındıklı şeker verir, yanında da para. Doğruca ilk önce onun evine ben giderim, dedim. Heyecanlı bir gecenin sonunda ezan sesi duyuldu. Anam kaldırdı beni. Babam hazırlanmış abdestini almış. Amcamlar da hazırlanıyorlar. Ben de hazırlanıp beraber çıktık. Namazdan sonra cemaat birbirleriyle bayramlaştı. Babam ve amcalarımla mezar ziyaretine gittik. Sonra eve döndük. Sıraya geçip herkesin elini öpüp bayramlaştık. Birçok harçlık topladım. Cimri amcam bu bayram da para vermedi. Mahalledeki çocuklarla kapı kapı dolaştık. Ziya Amca'nın evi gözükünce hızla koşardık. Dedem kurbanı kesip doğradıktan sonra eve en yakın komşudan başlayarak sırayla bayramlaşmaya giderdik. En son ev o kadar kalabalık olurdu ki oturacak yer kalmazdı. O günün güneşi, hatta havası, kokusu bile farklı olurdu. Şimdi ise insanlar bayramlaşmamak için tatile bir yerlere kaçıyorlar. Bayramın ruhunu, sevincini, heyecanını bilmeyenlerin 'bayram' deyince akıllarına hep tatil geliyor. Bunun en büyük sebebi insanların Batı hayranlığı aslında. Köksüz, bağsız, özenti insanlar mutlu olması mümkünmüş gibi düşünmeden Batı'ya özeniyorlar AYŞE DİNÇ 11-MATB 1173
08 19 MAYIS 19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. I. Dünya Savaşı sonunda ülkemizin birçok yeri savaşı kazanan devletler tarafından işgal edilmişti. Yurdumuzu bu durumdan kurtarmak için Atatürk, 16 Mayıs 1919'da "Bandırma Vapuru" ile İstanbul'dan Samsun'a hareket etti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a vardı ve burada Kurtuluş Savaşını başlattı. Üç yıl süren savaşlar sonunda ülkemiz yabancı güçlerden kurtarıldı. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Atatürk'ün, Samsun'a varış tarihi olan 19 Mayıs günü Ata'nın isteği üzerine "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanmaktadır. Atatürk Türk gençliğini seviyor, onlara güveniyor ve Türkiye'nin geleceğini onların ellerine bırakmaya çekinmiyordu. Gençliğe bıraktığı bu önemli görevi söylevinde şöyle dile getiriyordu Atatürk: "Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır." Atatürk, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!" sözü ile başarılı olabilmenin bir koşulunun da sağlıklı olmak olduğunu, sağlıklı olmak için de spor yapmak gerektiğini vurgulamıştır. Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramımız yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır. 19 Mayıs; 1981 yılından bu yana "Atatürk'ü Anma Günü" olarak da kutlanmaktadır. Bunun nedeni Atatürk'ün bir söyleşi sırasında: "Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demiş olmasıdır.
FABL GRUBU
09 19 MAYIS GENÇLİK MARŞI Bir şerefli milletin şanlı çocuklarıyız. Kalplerimiz, nabzımız, vatan diyerek atar. Ayrılmadan yürürüz, aynı yolda erkek, kız. Ruhumuzda ateş var, göğsümüzde iman var... Vücudumuz yay gibi, bacaklarımız çevik, Kalplerde cumhuriyet, başımızdadır bayrak, Bir emanet taşırız, Ata'mıza söz verdik. Kuvvetimizi, gücümüzü, kanımızdadır kaynak... Bilgi ile sporu, yürütürüz atbaşı, Çalışkanlık, çeviklik atalardan mirastır. Türk olmanın amacı kazanmaktır savaşı... Bize ülkü yaraşır, bize hamle yaraşır. 19 Mayıs bizim en kutsal bayramımız. Tarihlerde var mıdır, böyle bir günün eşi ? Bu pınardan içiyor, alıyoruz kuvvet, hız, Bu ocaktan yakıyor bütün gençlik ateşi... İ. Hakkı TALAS
19 MAYIS Şiddetle gelmişti, dört yandan vurgun, Hem bıkkındı millet, hem de çok yorgun. Kimi gafletteydi, kimisi dargın, Bir sen uyanıktın, bir sen Atatürk. İstanbul'dan kalktın, Samsun'a vardın, Sonra Erzurum'da otağı kurdun. Kanayan yarayı, Sivas'ta sardın, Amasya'dan emir ver, sen Atatürk. On dokuz Mayıs'tır, doğum günümüz, Yayıldı dünyaya Türklük ünümüz. Gençliğe armağan, bu düğünümüz, Mutlu kutlanıyor bil, sen Atatürk. "Devlet millet için vardır."diyordun, "Millet vatan için var" biliyordun. Uğruna can feda, bir ülke kurdun, Onunla bir ömür sür, sen Atatürk. Her On dokuz Mayıs, anarız seni. Kulluktan kurtulduk, olduk medeni. Bu pırıltıların, sensin nedeni, Kaldırıp başını, görsen Atatürk. Hüseyin Celep
10 Galata Kulesinin Öyküsü KULEDEN UÇAN ADAM
IV. Murat, astığı astık, kestiği kestik bir padişahtı. Onun döneminde tütün içmek yasaklanmıştı. Geceleri kimse fenersiz sokağa çıkamazdı. Herkes erken kalkardı. Padişah, bütün bunları denetlemek için, kılık değiştirerek, her gece, İstanbul'u bir baştan bir başa dolaşırdı. Yine bir gece, padişah, adamlarıyla kenti dolaşmaktan dönüyordu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Dumanı tüten bir baca gördüler. Padişah, " Bu saatte bacasından duman tüten bu densiz kimdir?"diye gürledi. "Buyruklarımı hiçe sayan bir asi mi yoksa? Tez getirin şunu!" Yanındakiler hemen araya girdiler. "Ulu hakanım, o bacası tüten ev, kulunuz Hezarfan Ahmet Çelebi'nindir.» Kimdir bu Ahmet Çelebi? Ne marifeti vardır da adı bin marifetliye çıkmıştır? "Bilgindir, yüce hakanım. Devlete, millete yaralı bir kişidir. Onun için de ocağı gece gündüz yanar. Türlü ilaç kaynatır orada, madenleri eritir. Eşsiz bir bilgindir. "Pekâlâ, devlete, millete yararlı bir iş yaptığına göre bacası dilediğince tütebilir. İzin verdim o bilgin kişiye.» Gerçekten de Hezarfan Ahmet Çelebi, önemli bir bilgindi. Evinden hiç çıkmazdı. Gece gündüz çalışırdı. Türlü türlü buluşları yanında, matematik, kimya, gök bilimleri ile de uğraşırdı. Çelebi'nin üstesinden gelemeyeceği bir şey, kafa yormadığı, çözümleyemeyeceği bir konu yok gibiydi. Adı gibi on parmağında on marifet dedikleri türden bin hüneri olan bir adamdı o. Padişahın evinin önünden geçtiği gece yarısı, o, her şeyden habersiz, yepyeni bir konu üstünde çalışıyordu. Bu konu, insanında, kuşlar gibi gökyüzünde uçabilseydi. Bunu gerçekleştirmekti tek amacı şimdi. Bütün çalışmalarını, insanın da uçabilmesi üstünde yoğunlaştırmıştı. Başta, bu konuda daha önce yapılmış girişimlerle denemeleri inceledi. Kitaplar karıştırıldı. Çizilen resimlere baktı. İlk uçma denemesini XI. Yüzyılda bir Türk bilgini yapıştı. İsmail Cevheri adlı bu bilgin, kollarlına bağladığı kanatlarla Nişabur kentindeki bir caminin minaresinden kendini
aşağıya bırakmıştı. Ama sonuçları başarılı olmamıştı. Batıda bu konuyla Leonardo da Vinci adlı ünlü İtalyan ressam ve heykeltıraşı ilgilendirmişti. Birçok başka buluşları da olan bu bilgin, ressam ve heykeltıraşın kafasını kuşların uçuşunu taklit etmek, sorunu, uzun süre kurcalayıp durmuştu. Bunun resimlerini, hesaplarını da yapmıştı. Sonuçta kanat takıp uçurduğu adam düşüp ölmüştü. Geçen yüzyılda olmuştu bu olay. Ahmet Çelebi, bütün bu ilk denemelerle girişimlerdeki aksak notaları bulup çıkarmaya çalıştı. Yanlış nerede yapılmıştı? Bunların notunu aldı. Sonra bir hafta boyunca kuşların uçuşuna baktı. Kartaldan güvercine, martıdan serçeye kadar bütün kuşların nasıl havalandıklarını, uçarken kanatlarını nasıl oynattıklarını, sonrada nasıl konduklarını dikkatle izleyerek notlar aldı. Vardığı sonuç şu oldu: Uçmada ağırlığın önemi yoktu. Önemli olan kanatların hareketiyle havanın itme gücünü sağlayabilmekti. Bu varsayım üstüne türlü hesaplar yaptı. Bir sürü uçuş biçimi saptadı. Resimlerini çizdi. Sonunda Cevheri' nin denemesini geliştirilmiş bir biçiminde karar kıldı. O da Cevheri gibi, kollarına kartal kanatları geçirip kendini yüksek bir yerden boşluğa bırakacaktı. Ama boşluk havayla dolu olduğundan kanatlarını düzenli bir biçimde hareket ettirerek havanın kendisini itmesini sağlayacak, böylece yere düşmeden, havanın içinde uçar gibi uçabilecekti. İlk alıştırmaları Okmeydanı'nda yaptı. Okmeydanı açıklık, geniş bir alandı. Rüzgârın da yardımıyla sekiz dokuz kez havada dönmeyi başardı. Uçuş için ise Galata Kulesini seçti. Çünkü Galata Kulesinin tam karşısında Üsküdar'ın Doğancılar Tepesi bulunuyordu. Burada da konmaya elverişli geniş bir alan vardı. Galata Kulesi, ayrıca hava durumunu ölçmeye de elverişli bir yerdi. Hem Karadeniz'in, hem Marmara'nın sert rüzgârlarına açık olan İstanbul Boğazının üstünden uçacağından, esintinin en elverişli olduğu zamanı seçmek zorundaydı. Bu kule otuz kırk yıl öncesine katar rasathane olarak kullanılmıştı zaten. Gökbilimci, Takiyeddin adlı bir bilgin çalışmıştı burada. Ama yobazlar, uzun süre çalışmasını engellemişlerdi. Tanrının rüzgârına, yağmuruna karışıyor diye bilgini Padişah III. Murat'a şikâyet ederek rasathaneyi kapattırmışlardı. Aynı yerde, bir hafta boyunca çalıştı Ahmet Çelebi. Hava durumunu belirli aralıklarla ölçüp notlar aldı. En elverişli saatleri saptadı.
11 Başarılı olacağına güveni tamdı. Çünkü her şeyi en ince noktasına kadar ölçüp biçmişti. Ama yüreğini burkan tek bir şey vardı. O da yobazların, geri kafalıların tepkisiydi. Havayı ölçtürmeyen dar kafalılar, onun uçmasını kim bilir nasıl karşılayacaktı? Çelebi, bütün olacakları göze almıştı. Ne olursa olsun onun biricik amacı insanların da uçabileceğini bütün dünyaya göstermekti. Sonunda kellesini de verse gerçekleştirebilecekti bunu. Tarihe ilk uçan adam olarak geçecekti. Hiçbir şey bu onuru ulusuna kazandırmaktan alıkoyamazdı onu. Hesapladığı gibi yaptı. Bir sabah, kollarına bağlı kartal kanatlarıyla kendini Galata Kulesinden aşağı bıraktı. İstanbulluların hayretten bir karış açılmış ağızları, şaşkın bakışları karşısında kendini hafif bir lodos rüzgârının itişine bırakarak, kanat çırpa çırpa denizin üstünden süzülerek Üsküdar'a Doğancılar Alanına indi. Padişah IV. Murat da Hezarfen'i, Sarayburnu'ndan, Topkapı Sarayındaki köşkünün balkonundan izledi. Gözlerine inanamadı. Çelebi'ye bir kese altın verilmesini buyurdu. Bu çok başarılı uçuşun sonuçları hiç de öyle olmadı. Çelebi'nin korktuğu başına gelmişti. Önce, Beşiktaş-Üsküdar arasında yolcu taşıyan kayıkçılar homurdanmaya başladılar. "Padişahımız böyle havadan adam uçurtmaya izin verirse bu Hezarfen herkese kanat takıp ekmeğimizi elimizden alacak! İstemezük!" Bunu fırsat bilen yobazlarsa, "Tanrının işine karışılmaz" diye yaygarayı bastılar." Eğer Tanrı, insanların uçmasını isteseydi onları da kuşlar gibi kanatlı yaratırdı. Bu Hezarfen, Tanrının insana izin vermediği işi yapmakla Tanrıya karşı gelmiştir. Kâfirdir. Öldürülmesi gerekir." Ahmet Çelebi, uçuşunu gerçekleştirdikten sonra padişahın verdiği bir kese altını alarak hemen evine çekilmiş, söylentilere kulaklarını tıkamıştı. Eskisi
gibi çalışmalarını sessizce sürdürüyordu. Ama yobazlar boş durmadılar. Hezarfen'i yeren, kötüleyen dedikodularını bütün kente yaymakla yetinmediler. Padişahın kulağına da bir şeylerin fısıldanmasını sağladılar. Bunun üzerine sarayın ileri gelenleri padişaha, "Aman devletlim," dediler, "bu Hezarfen tam bir yüzücü. Günün birinde kanatlanıp pencerenize konmasından korkmaz mısınız hiç? Pencereden gelip tacınızı tahtınızı ele geçirmesinden kuşkulanmaz mısınız? Çünkü kanatlanıp uçabilen bir âdemoğluna ne sarayınızdaki koruyucularınız karşı koyabilir, ne de silahların mermileri gökyüzüne kadar ulaşıp bir şey yapabilir." Padişah, söylenenlere hak verdi. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Cezayir'e sürgün edilmesini ferman buyurdu. Kollukçular, Hezarfen'i evinden almaya sabaha karşı geldiler. Her zaman ki gibi rahlesinin başındaydı. Çıra ışığında bir şeyler çizip hesaplar yapıyordu. Önce padişahın kendisiyle yeniden ilgilendiğini sandı. Kollukçular beni saraya götürmek için almaya gelmiş olmalılar, diye düşündü. Ama kollukçular ummadığı kadar kaba davranarak onu bir kenara ittiler. Ardından da kitaplarını, defterlerini toplayarak ocağa atmaya, kollarına takıp uçtuğu, yapımına onca emek verdiği kartal kanatlarının tüylerini kaz yolar gibi yolarak yaptığı bütün hesaplar, planlarla birlikte yakmaya başlayınca her şeyi anladı. İnsanlık adına yaptığı uçuşuyla padişahı korkutmuşlardı. Böylece gözden düşmüştü. İteklendiği köşeden odanın ortasına yürüdü tok bir sesle. " Boşuna uğraşıyorsunuz," dedi. " Yakarak hiçbir şeyi yok edemezsiniz. Çünkü insan beyninin içindeki düşünce yok edilemez.
KAYNAK: "ANITLARIN ÖYKÜSÜ" Adnan ÖZYALÇINER Esma ALTUNYALDIZ, Muteber ATAMAN, Merve UĞURLU
12 EDEPLİ DAVRANMANIN YOLLARI lkemizde ahlâk ve toplum yasalarının olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, bu yasaların ortaya çıkma sebepleri nelerdir? İnsanı topluma terbiyeli bir kişi olarak kazandırmak Öğrendiği bir bilgiyi kavrayabilen bir insan neyin doğru neyin yanlış olduğunu r a h a t l ı k l a a y ı r a b i l i r. Te r b i y e görmemiş kişiler toplum içinde küçümsenirler, aşağılanırlar. Onlar sadece kendi düşüncelerine uyarlar. Bu kişiler yaptıkları edepsizliklerle kendilerini üstün görürler ve kendilerini oldukları gibi görmezler. Toplumun içinde utanç verici duruma düşerler.
Ü
Edepsiz insanların hareketleri, yaptıkları davranışların ne kadar kötü olduğunu bize gösterir. Bizim de yapmamız gereken tek şey bu hareketlerden bir ders çıkarıp bir daha yapmamamız gerektiğidir. Yolda yürüyen bir kişinin aniden yola tükürdüğünü gördüğümüzde midemiz bulanır. Toplum içinde insanlar bağırarak konuştuğu anda n e k a d a r e d e p s i z l e r, d i y e düşünüyoruz değil mi? Eğer bizde bu davranışlardan birini yapıyorsak bile bu davranışların kötü olduğunu gördüğümüzde bir daha yapmamaya karar veririz. Yalan söyleyen veya haksızlık yapan kişilerle yalan söylemenin ve haksızlık yapmanın kötü olduğunu anlarız. Eğer biz de yapıyorsak bu davranışların iğrenç davranışlar olduğunu öğreniriz ve bundan sonra böyle bir davranış sergilemeyiz.
Toplum içinde saygısız davranan insanları biz genelde küçümseriz. Edepli bir insan, insanların kendi davranışlarından kendine ders çıkaran ve kendine saygı duyan kişilerdir. BÜŞRA KAS 9/A - 982
13
10-H İLE 10-B 'NİN ŞAMPİYONLUK MAÇI
B
urak Mazman'ın servisiyle başlayan 10-H 10-B maçı 10B'nin hatasıyla karşı tarafa bir sayı kazandırdı. Serhat hocanın yönetiminde ilerleyen maç çekişmeli gidiyor. Berabere giden maç devam ediyor. 10-H 'da moraller "0". Ebru Cihangir'in servisleri karşı tarafın ağzını açık bırakıyor. Oyunun 10-B tarafında yönelmesiyle Burak Mazman'ın sinirleri gerildi. Oyuncuların düşük performansı yüzünden 10-H, 12'ye 7 yeniliyor. Havaların sıcaklığı çekişmenin büyümesine sebep oluyor. Durum 16-8 olduğunda bir dakika mola verildi. Şeyma Yerli'nin dikkat dağıtmak için yaptığı hareketler, 10-B'nin değil de 10-H'ın sayı kaybetmesine neden oldu. Yapılan sayıyla Burak Mazman'ın yere düşmesi 10-H takımında gerginliklere neden oldu. 10-B'de oyuncu değişikliği... 10-H'nin atağa geçmesiyle 10-B düşüşe geçti.1.set 25-18 ile 10-B'nin.
10-H'nin atağıyla coşması Burak Mazman'ın hareketlenmesine neden oldu umarım hüsranla sonuçlanmaz. Burak Mazman'ın kendini maça kaptırması, top yerine fileye saldırmasına sebep oldu. Berabere giden maç son derece çekişmeli. 10-H'ın atağıyla 2.set şu anda 10-H için olumlu yönde ilerlemekte. Burak Mazman'ın asabi hareketleri 10-H'ın aleyhine ilerliyor. Burak'ın Hocayla yaptığı çekişmeler sinirleri iyice geriyor. Berabere ilerleyen maçta sinirler zorlanıyor. 10-H' nin ponpon kızlarının etkisiyle ortam yumuşatılmaya çalışılıyor. Fileye yapılan saldırılar maç boyunca sürüyor. 10-H atakta… 10-B'nin ufak hataları sayı kayıplarına neden oluyor. 23-17 devam eden maç, 10-B için kötü ilerliyor. 2. set 10-H'nin. 3.set 10-B'nin sayı almasıyla devam ediyor. Çekişmeli giden maç ponpon kızlar eşliğinde devam ediyor. Onur Yarar ile Burak Mazman ne yaptığını bilmemekte… 6-5 ilerleyen maç 10-B eşliğinde ilerlemekte. Bu gidişle maç berabere gibi fakat 10-H'nin düşük performansı yüzünden 10-B (+) yöne ilerlemekte. Dört mevsimin neredeyse bir günde yaşanması, maçı olumsuz etkiliyor. Maç 10-B'nin galibiyetiyle sona erdi. 10-B'nin başarılarının devamını dileriz.
Muteber ATAMAN
( 10-G)
14
KİTAP OKUMA MACERASI
K
itap okumak güzel iş, zevkli iş, eğlenceli iş. Lakin 10 kitabı bir ayda okumak heyecanlı fakat zorlu bir iş. İşte biz bu zorlu işin elimizden geldiği kadar üstesinden gelmeye çalıştık. 100 temel eserden 10 kitap okuyacaktık. Kimilerine göre 100 temel eserdeki kitap sıkıcıdır, çocukçadır. Yalan değil bu yarışmaya katılana kadar bende böyle düşünüyordum. Ama bilmeden daha doğrusu okumadan konuşmak ön yargılı davranmamak gerekiyormuş. Birbirinden güzel on kitap okuduk; okurken üzüldük, güldük, eğlendik. Her kitap bambaşka bir dünya. İşte biz bu dünyalarda gezdik. Yetiştirmekte güçlük çektik, desteksiz kaldık ama kalbimizdeki hırsı, sevinci, heyecanı kaybetmedik. Kitapları gerçekten çok güzel inceledik. Her kahramanı hayalimizde canlandırdık. Onlarla birlikte bizde yaşadık. Notlar, özetler saatlerce ve çalışmanın sonunda büyük gün geldi çattı.
Tarih 6 Mayıs 2011 günlerden Cuma. Yarışmadan bir gün önce sabah erkenden büyük bir heyecanla kalktık. Çantalar hazırlandı, otobüs biletleri kontrol edildi. Biz ailelerimizle geldik. Ailelerimiz, özellikle annelerimiz sanki bizleri gurbete gönderir gibi üzüldüler, ağladılar. Bu da yıkmadı bizi… Hatıra için fotoğraf çekindik ve otobüsümüze bindik. Yolculuk Kayseri'ye… 5 saat çok hoş bir yolculuğumuz oldu. Çalışarak gittik, gülerek, eğlenerek. Bizi karşıladılar kalacağımız yurtta bize yemek kalmamış! Yorgunluğumuza birde açlık eklendi ama biz yılmadık, yerleşmeye başladık. Oranın görevlisi bize yemek alıp geldi, yedik. Kaldığımız yurt Görsel Sanatlar lisesiydi. Öğrencilerin yaptıkları tablolara hayran kaldık. Adıyaman'dan gelen dört kızla aynı odada kalıyorduk. Gece uyku tutmadığı için geç saatlere kadar çalıştık. Sabah erkenden kalktık, kahvaltımızı yaptık. Bizi almaya servisler geldi. Sınav yapılacak lise Özel Kılıçaslan lisesiydi.
15
Y
ine büyük bir heyecanla liseye girdik. Görevliler sayesinde sınav yerimizi bulduk ve sınav başladı. Burada kocaman bir 'keşke' demek geliyor içimden. Keşke bir ayımız daha olsaydı daha iyi sonuç alabilirdik. Bu yarışma dönem başında duyulmuş ama biz geç öğrendik. Aylardık çalışan öğrencilerle bizim bir aylık çalışmamız yarışıyordu. Derece alanlar onlar oldu. Elbette üzüldük fakat bir aylık çabayla neler yapabileceğimizi gördük. Okulumuz adını yüzlerce okul arasında duyurarak başarı belgesi aldık. Kitap okumak bir kayıp değildir. Farkında olmadan çok şey kazanmış olduk. En başta 100 temel eser kitaplarına olan ön yargım gitmiş oldu. Bir kitap okunurken nelere dikkat edilir, bir kitap nasıl incelenir, karışık ve ağır kitaplar nasıl basite indirilebilir daha bir sürü şeyi öğrenmiş olduk. Bu öğrendiklerimizi bize öğrettiği için edebiyat öğretmenimiz Derya SEZEN AY'a minnettarız…
Manevi katkılarıda oldu bu yarışmanın. Zorluklara, desteksiz kalışlara bazen de dalga konusu olmamıza rağmen dar bir zamanda on koca dünyayı gezmek, Kayseri'ye kadar gidip ülkemin her köşesinden gelmiş bizim gibi gençleri görmek, ufkumuzda yeni, güzel, geniş pencereler açtı. Zevkli ve zor bir tecrübenin ardından yine burada okulumuzdayız. Tek bir pişmanlık, utanç ve başarısızlık duygusu olmadan. Tavsiye; zamanında taze yenmemiş ekmeği başkasına bayat sunmaktır. Biz pek taze yiyemedik bu yüzden tavsiyem şudur: Zorluklara rağmen asla yılmayınız, benim gibi 100 temel esere, ön yargılı davranmayınız ve en önemlisi de koca bir 'KEŞKE' den sonra "iyi ki" demeyi öğreniniz.
MERVE SEZGİN 11 FEN/A 3990
A'dan Z'ye
Fantastik Ă–ykĂźler
17 100.000 Jüpiter
B
ir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde develer tellal pireler berber iken 100.000 Jüpiter'deki uzaylılar dünyayı ve oranın insanlarını çok merak ederlermiş. Dünyaya gidebilmek için bir tane cihaz geliştirmeye karar vermişler. Uzayın tüm bilim uzaylılarını toplamışlar. Başlarda herkes bunun imkânsız olacağını düşünürken Jüpiter'in başkanı bunun yapılabileceğini söylemiş ve bilim uzaylılarına destek olmuş. Bilim uzaylılarının başına genç General Aref'i getirmiş. Bilim uzaylıları zor bir proje üzerinde çalıştıklarını bildiği için gece gündüz çalışmışlar. Tam bir hafta sonra dünyaya gidecek aracın hazır olduğu ancak ilk seferde sadece bir kişinin dünyaya gidebileceğini açıklamış. Başarılı olursa cihazın uzayda üretilmesine karar verilmiş ancak kimse ilk sefere binmek istememiş. Herkesin sustuğu bir anda General Aref ben gidebilirim, demiş. Onay almak için Jüpiter başkanına gitmiş. Başkan bu yolculuğun çok tehlikeli ve büyük ihtimalle dönüşü olmadığını söylemiş. Aref çok kararlı ve her şeye hazır olduğunu söylemiş. Başkanda Aref'in ne kadar kararlı olduğunu anlayınca yolculuk için onay vermiş. Dev cihaz Jüpiter'in meydanına getirilmiş. Aref tüm Jüpiterlilerle vedalaştıktan sonra uzay gemisi adını verdikleri araca binmiş. Ve geri dönüşü olmayan yolculuk için geri sayım başlamış. 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1 ve artık yolculuk başlamış. Herkes uzay gemisini izliyormuş. Gemi belli bir süre sonra gözden kaybolmuş. Aref dünyaya yaklaştıkça heyecanlanmış. Dünya gittikçe büyüyormuş. Sonunda dünyaya inmiş. Jüpiter'e rapor vermek zorundaymış. Radarına bakmış ve Türkiye'de olduğunu söylemiş. Sonunda Aref Van gölüne düşmüş. Uzay gemisini gölden çıkaramamış ancak kendi yüz yüze çıkmış. Şaşkınlıkla ortalıkta dolanmış. Aref' in üstü değişik olduğundan çok dikkat çekiyormuş. Yoldan geçerken kamyon çarpıp yere düşmüş. Kamyoncu panikle aracından inmiş. "Ambulans ambulans!" diye bağırırken Aref'in burnunun bile kanamadığını gören kamyoncu şaşırmış. Aref korkuyla bağırmaya başlamış. Kamyoncu Aref'in eline 100 TL bırakıp kaçmış. Aref bunun ne olduğunu anlamayıp jupitere danışmış. Jüpiterli araştırmacılar bunun para olduğunu ve bununla alışveriş yapabileceğini söylemiş.
Aref çok acıktığını ve nasıl bu açlığı giderebileceğini sormuş. Jupiter'deki araştırmacılar yemek yemesi gerektiğini ve bunun karşılığında elindeki parayı vermesini söylemiş. Bu arada Jüpiter'deki bilginler Aref 'in Türkçe konuşması için bir cip hazırlamışlar. Hazırlanan cip Aref'in sadık köpeği Fera'ya verilerek dünyaya yollanmış. Fera Aref' i bulmuş Aref çipi takınca ana dili gibi Türkçe konuşmaya başlamış. Aref gitmiş ve yemek yemiş. Ardında da nefis bir künefe söylemiş. Karnını doyurduktan sonra Jüpiter'e dünyanın Jüpiter'den güzel olduğunu yemeklerinin daha güzel olduğunu bildirmiş. Bu arada Aref'in gemisi Van gölü içinde bulunmuş. Hemen araştırmalara başlanmış. Türkiye hemen NASA'dan yardım istemiş. NASA'dan gelen ekip Aref 'in yaydığı radyasyon sayesinde hedefe ulaşmış. Aref'e ulaştıklarında Aref, Yetenek Sizsiniz Türkiye'nin yarı finalinde imiş. Yarışma bittikten sonra Aref'i alıp hızlı bir şekilde NASA binasına götürmüşler. Aref Jüpiterden yardım istemiş. Jüpiter'den Aref'e geri dönme emri verilmiş. Aref dönmek istememiş. Dünya'dan yardım istemiş. Jüpiter'den Aref'i almak için bir ekip yollanmış. NASA Aref'i ve Fera'yı vermek istemediğini bildirmiş. Jüpiter'den gelen ekip NASA'nın bahçesine inmiş. Aref 'i almak istediklerini gerekirse savaşacaklarını söylemişler. Aref, Acun'u arayıp yardım istemiş. Acun gelmiş Jüpiterli komutan'a birden üç e kadar bir sayı tutmasını bilirse de Aref 'in dünya da kalacağını bilemezse Aref 'i geri vereceklerini söylemiş. Komutan sayıyı tutmuş. Acun hemen 2 demiş. Komutan yok artık demiş ve Aref 'in kalmasına izin vermiş. Ancak bir antlaşma imzalamak istemişler. İstedikleri şunlarmış Survivor ' un Jüpiter de yapılması ve Jüpiter ile dünya arasında dolmuş hattı kurulması istenmiş. Antlaşma kabul edilmiş. Aref NASA'ya başkanlık yapmaya başlanmış ve Acun' nun yardımcısı Tanem ile evlenip mutlu bir hayat sürmüş. Fera da Türkiye'deki K9 polis köpeklerine eğitim vermeye başlamış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. ALİ KAAN AYANCIK 10/G ŞAHİNCAN GÜMÜŞ 10/F ÖMER FARUK YEMENOĞLU 10/G
18 AŞK İÇİN nsanların çok mutlu olduğu bir ülkede birden hava kararmaya ve çok şiddetli bir rüzgâr çıkmaya başlar. Korkutucu sesler ve insanların çığlıkları çoğalmış. Dünya ölülerin istilasına uğramış. Ölüler, dünyayı ele geçirmek ve insanları kendilerine köle yapmak istemişler. Zaman geçtikçe dünyayı ele geçirmeye başlamışlar. Bu durum uzaydaki ana haberlere konu olup, uzaylıları harekete geçirmeye başlamış. Uzaylı bilimciler insanların uzaya göç etmeleri, böylelikle uzaydaki nüfusun artacağı ve ekonominin gelişeceği düşüncesini uzay halkına açıkmışlar. Harekete geçilmiş. Uzaylılar dünyaya çağrı bırakarak insanları uzaya davet etmiş. Bunun üzerine uzay gemisi insanları almak için dünyaya yolculuk yapmış. Ölüler uykularından uyanmadan dünyadan kaçan insanlar uzaya yerleşmiş ve robotları kendilerine hizmet etmek için ayarlamışlar. Dünyadaki ölüleri yok etmek için uzaydan dünyaya özel tasarlanmış bir robot gönderilmiş. Ölülerden biri uzay gemisini görmüş ve büyük bir kayanın arkasına saklanıp uzay gemisinden çıkan robotu izlemiş. Robot havada adeta dans edercesine uçar ve etrafına ışık saçıyormuş. Fakat ölü kız, robota zarar görmeden oradan uzaklaşmaya başlamış. Ölü kız robota iyice abayı yakmış ve onsuz olmayı bir an için bile düşünemez olmuş. Gizlice robotu takip edip onun akıl almaz hareketlerini izlermiş. Robot uçarken ölülerin bulunduğu bir meyhaneye gitmiş ve oradaki ölüleri iksirle yok etmeye başlamış. Meyhaneyi inceleyen ve kırmızı şaraptan tadan robot birden bir ses duymuş. Bu ses robata âşık olan dişi ölüden gelmiş. Dişi ölü, yerde yatan diğer ölüleri görünce şoka uğramış fakat bu olay robottan soğumasına neden olmamış. Onun bu cesur ve asil tavırları daha da hoşuna gitmiş ve ona bağlanmaya başlamış. Robot arkasını döndüğünde dişi ölüyle karşılaşmış. Tam ona özel iksiri savuracakken dişi ölü üzerindeki siyah örtüyü yere atmış ve kırmızı, parlak, mini elbisesiyle kalakalmış. Bunu gören robot şoka uğramış ve "Robotlar âlemi aşkına!" demiş. Üzerine giydiği elbiseyle dişi ölünün iskeleti adeta dağılacakmış gibi duruyormuş. Gözlerinin altındaki mor halkalar, elektrikli saçları, bakımsız kemikleri ile robotun dikkatini çekmiş. Dikkat çektiğini anlayan dişi ölü, robotu kendine hayran bıraktığını sanmış. Oysa robot ilk defa böyle bir ölü görmenin şaşkınlığını yaşamaktaymış. Dişi ölü, robotun yanına ağır
İ
adımlarla yaklaşmaya başlamış. Robot bunu fark etmiş ve iksir şişesinin kapağını açmış. Dişi ölü, birden ince bir sesle şarkı söylemeye başlamış ve kemiklerini bir oraya bir buraya sallayarak dans etmiş. Robot şaşırmış fakat değişik bir ölü olduğunu düşündüğü bu ölüye hayran kalmış. İksirin kapağını kapatmış. Dişi ölüye daha fazla hayran olmamak için meyhaneyi terk etmiş. Ama dünyadaki diğer ölüleri öldürmeye devam etmiş. Dişi ölü her yerde robotu gözetlemekteymiş fakat kendisini de öldürmemesi için robota görünmüyormuş. Robot uçarken aniden dişi ölüyü görmüş ve dengesini sağlayamadan yere düşmüş, devreleri yanmış. Dişi ölü kendinden geçmiş robotu görünce çığlığı basmış ve ağlamaya başlamış. Gözyaşları robotun üzerine akmış. Robotun tam kalp motoruna dalmayan asitli gözyaşları robotun devrelerini iyice bozmuş ve robot, ölüleri yok etmesi üzerine ayarlanmasına rağmen ölülerle dost olması üzerine değişmiş. Robot uyandığında, dişi ölü kıza âşık olmuş. Dişi ölünün siyah beyaz kirlenmiş kemikleri, elektriklenmiş ve yıpranmış saçları onu büyülemiş. Artık dünyada yalnız ikisi kalmış. Bir iki ay geçmiş. Robotun devrelerinin değiştiğini anlayan uzay bilimciler robotu uzaya getirmek için işe koyulmuşlar. Robotu dişi ölü görmeden kaçırmaya çalışmışlar fakat başaramamışlar. Dişi ölü uzay gemisini yok etmek istemiş. Önüne gelen her şeyi uzay gemisine fırlatmaya başlamış. Tam bu sırada robotun bir iki ay önceden kalma ölü iksirini eline almış ve uzay gemisine savurmuş. Bu iksir uzay gemisinde ters tepki yapmış. Fakat aylardır kullanılmayan iksirin içeriği bozulmuş. Dişi ölü öleceği yerde güzel bir kadına dönüşmüş. Aynı şekilde robot da yakışıklı bir erkeğe dönüşmüş. Uzay gemisi ikisini de alıp uzaya götürmüş ve uzayda muhteşem bir törenle evlenmişler. Bu tören gelmiş geçmiş en güzel uzay düğünü olarak nitelendirilmiş. Zaman geçtikçe yeni vücutlarına alışmışlar ve birbirlerine daha fazla bağlanmışlar. Elli yıl daha mutlu mesut yaşadıktan sonra ölmüşler. Onların ölümünden sonra tüm uzay halkı ve insanlar üzüntüden hastalanmış ve gittikçe azalmaya başlamışlar. Bu durum dünyanın ve uzayın yok olmasına neden olmuş. Büşra KARAMAN, Berna Şirin YÜCETÜRK, Sinem SAKALLI, Şeyma TÜRKAN
19 Aşk Macerası
O
kita 18 yaşında güzel bir kızmış. Gerçek aşkın peşindeymiş. Bir gün tavan arasına çıkmış orada kilitli bir kapı varmış. O kapıyı açmaya çalışmış çok zorlanmış ama sonunda açmış. Karşısına sapsarı bir sandık çıkmış. Sandığa yaklaşmış ve yavaşça açmış. Sandıktan ışıklar saçılıyormuş. Sandıkta dışı eskimiş bir kitap varmış. Bu kitabı çok merak etmiş. Okumaya başlamış. Kitabın içinde gerçek aşkı bulmak isteyen birisinin aşk mağarasına gidip yedi kapı arasından doğru kapıyı bulup odadaki iksiri içmesi gerektiği yazıyormuş. Okita aşk mağarasına gitmeye karar vermiş. Kitaptaki sihirli sözcükleri söylemiş ve kendisini mağarada bulmuş.
Önüne yedi kapı çıkmış kitapta yazdığı gibi. Doğru kapıyı aramaya başlamış. İkinci kapıyı açmış bomboşmuş. Dördüncü kapıyı açmış sadece aynalar varmış. Altıncı kapıya yaklaşmış bununda yanlış olmasından çok korkuyormuş. Karşısına henüz ne çıkacağını bilmiyormuş. Cesaretini toplayıp kapıyı açmış. İçeride yangın varmış gibi her yer yanıyormuş. Tam karşısında iksir duruyormuş. İksiri almak için kuyudan geçmesi gerekiyormuş. Kuyunun içinden ateşler çıkıyormuş nasıl geçeceğini bilememiş. Kitapta yazan diğer sihirli söz aklına gelmiş ve söylemeye başlamış. Bir anda kuyu kapanmış hemen karşıya geçip iksiri içmiş. Karşısına tam istediği gibi yakışıklı, karizmatik bir genç çıkmış. Oğlan kızın elinden tutmuş ve kız sihirli sözleri söyleyerek oradan çıkmışlar ve çok mutlu bir hayat sürmüşler. Ebru Akgül Tuğçenur Günaydın Merve Şahin Tuğba Irmak -10-G
20 BATMAN'IN AŞKI
G
ünlerden bir gün dünya çok kötü adamların eline düşmüş Dünyayı kurtarmak için süper kahramanlar bir araya gelmiş. Çizgi film kahramanlarıyla birleşerek dünyayı kurtarma planları yapmışlar. O ara Kedi Kızın kurduğu akıllıca planları duyan Örümcek Adam, Kedi Kıza vurulmuş. Bu ikisi bakışırken Batman bu olaya ayıkmış. Kapıdan Tweety girmiş. ''Bir kedi kız gördüm sanki.'' demiştir. Bunu duyan Örümcek Adam kıskanıp Tweety' i ağlarıyla sarmış. Bu olayı gören Batman yavaştan yavaştan aralarında geçen ilişkiyi anlamaya başlamış. Kedi Kızın yaptığı planı beğenmişler. Tam bu sırada Hulk' ın telefonu çalmış. Arayan kötü adamlarmış. -'' Ben dünyanızı ele geçiriyorum. Sakın polisi aramayın karşıma da çıkmayın. O kolpa takımından bir kişi karşıma çıkarsa rehineleri öldürürüm. '' demiş. - Harrr! Uy uşağum bir elime geçirsem sizi bu koca bünyemle bütün deneylerinizi üstünüzde uygulayacağım. Kötü adam telefonu rehinelerden birine uzatmış. -'' Allahına kurban! Ayol beni bir kurtar parmağımdaki yüzüğü sana vereceğim.'' Demiş. '' Aman tanrım, bu Bülent Ersoy .'' der demez telefon yüzlerine kapanmış. Bu telefon konuşmasından sonra planı uygulamaya başlamışlar. Kedi kız kötü adamlardan Hades'le konuşmaya gitmiş ve onu kendine âşık etmiş. Hades, Kedi kıza âşık olunca bütün planları anlatmış. Sonunda da yakalanmış.
Süper kahramanlar kötü adamları yakalamanın sevinciyle bu olayı kutlamaya karar vermişler. Bir balo düzenlemişler. Balo günü gelmiş. Hepsi birbirinden şık kıyafetlerle birbiriyle yarış içerisine girmiş sanki. Geçenin sonlarına gelirken Örümcek Adam Kedi Kızı dansa kaldırmış. Bunu gören Batman kıskançlığından köpürmüş. Örümcek Adam'ı öldürme kararı almış. Herkes gülüp eğlenirken derinden bir ses gelmiş. - Hepinizin işini bitireceğim. O sesle birlikte içeri bir sis bombası düşmüş. Batman bu durumdan yararlanarak örümcek adam'ın başını kesmiş. Bu arada Hulk, Hades'i yakalamıştı. Fakat arada bir sıkıntı varmış. Örümcek Adam ölmüş. Müfettiş Gaut olaya el koymuş. Hemen herkesi sorgulamaya başlamış. İlk başta Kedi Kız'dan başlamış. Biraz zaman geçtikten sonra Kedi Kız'ın suçsuz olduğu ortaya çıkmış. Batman'ın Kedi Kız'a bakışlarını gören müfettiş Batman'ın üstüne yürümüş. Batman'e her şeyi itiraf ettirmiş. Kedi Kız ağıtlar yakmaya başlamış. Batman hapishaneye, Örümcek Adam mezara, Kedi Kız da sokaklara düşmüş. Bir insan hırslarına yenik düşmemeli. Hiçbir cezanın sonu ölümle sonuçlanmamalı. Her suçun cezası elbet ortaya çıkmalı. Mustafa ÇELİK Necati OLGUN Furkan GÜNEŞ Hüseyin SARI
21 BİLGİNİN GÜCÜ
S
uyun 30 C olduğu güzel bir günde ahtapotlar deniz kahvesinde okey oynarken kırmızı başlıklı hamsi koşarak "Duydunuz mu köpek balıkları istavritlere karşı savaş açmış" dedi. Kendi bölgelerinde bundan sonra köpek balıkları istavritleri görmeyeceklermiş. İstavritlerin soylarını tüketmekle tehdit etmişler. Ahtapotlar bu duruma çok sinirlenmişler. Çünkü bu ilk değilmiş, köpek balıkları sürekli denize hâkim olmak istiyormuş. Ama o kadar çok köpek balığına karşı savaşamayacaklarını anlayınca her seferinde geri çekilmiş diğer balıklar. Bu böyle olmayacakmış. Ne sinemaya, ne tiyatroya, ne de Galatasaray ve Fenerbahçe derbilerine gidebiliyorlarmış. Köpek balıkları hep rahatsız ediyormuş. Denizin delisi, "Zorbalıkla olmaz bu iş, bir bilgi yarışması yapalım." demiş. "Hem eşitlik sağlansın hem de kazanan taraf beş yüz milyar kazansın." demiş. Denizanaları gülme krizine girmiş bu laftan sonra. Ya öyle şey olur mu köpek balıkları bunu kabul etmez, demişler. Kırmızı başlıklı hamsiyle köpek balıklarına haber göndermişler. Selamın aleyküm köpek abi. Aleyküm selam len de hayırdır niye geldin bu ne cesaret? Dur köpek abi haber getirdim. Ne haberi len hamsi kafa? Siz ve istavritler arasında bir bilgi yarışması yapılacak. Kazanan hem beş yüz milyarın sahibi olacak hem de istediği yerde istediği gibi gezecek. Köpek balıkları önce aralarında konuşmuş ve sonra tamam demişler. Bir hafta sonra Kim Beş Yüz Milyar İster? Yarışmasına katılmışlar. Lüfer soruyu sormuş, Bir adam balık yakalamak için oltasının ucuna ne takar? Köpek balığı fırsat vermem oltasının ucunu bir şey takmasına yerim hemen onu demiş. İstavritte solucan ya da böcek takar demiş. Lüfer istavriti tebrik etmiş ve yarışmayı kazanan istavritler olmuş. Kaba kuvvetle hiçbir şeyin çözülemeyeceğini anlamışlar. Köpek balıkları akıllanmış, bu olaydan sonra ne kadar cahil olduklarını anlamışlar. Hemen dershaneye yazılmışlar YGS için. 6 yıl sonra Şu an köpek balığı bir özel üniversitede dekanlık yapıyor. Mutlu bir yuvası var : Pelin PARLAK Hanife GÜLER Sümeyye ŞAHBAZ Kübra UZGÖREN Büşra ELİRİ
22 GÜLSENEM DEMİRCİ
Bir Gün
B
ir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bundan tam yirmi yıl önce kocaman dağları yemyeşil ağaçları olan güneşi hiç batmayan cıvıl cıvıl bir orman varmış. Bu ormanda yaşayan sevimli küçük bir o kadarda tatlı ve büyük hayvanlar varmış. Sincaplar bu ormanın bir neşesi ve akrobatıymış çok akıllı çok hızlı küçük sincaplarmış. Günlerden bir gün anne sincap ile yavru sincap ormanda koşuşuyorlarmış. Anne sincap yemek ararken yavru sincap da oyun oynuyormuş. Yavru oyuna dalarken annesinden uzaklaşırken çalıların içinden hiç görmediği bir şey görmüş. Kocaman elleriyle dikkat çeken her adımında yeri sarsarak elindeki dişli ve tırtıklı aleti sallamaya başladı. Yavru sincap gördüğü anda ne yapacağını bilemeyerek annesinin yanına koşuşturmuş. Korkudan titreyen sincap annesine gördüklerini anlatmaya başladı. Annesi bütün orman halkına haberi vermeye çalışmış. Konu ormanlar kralı aslanın kulağına gitmiş. Aslan kükreyerek bütün orman halkını mağarasına çağırmış. Bütün hayvanlar çok telaşlıymış. Ne yapacaklarını bilmez halde aslanın yanına gitmişler. Baykuşla, aslanın karşısına çıkarak ne yapmaları gerektiğini konuşmuşlar. Sonunda bir karara varmışlar. İnsanlar geldiklerinde bütün hayvanlar birleşerek ağaçları kesen vahşi ve acımasız insanlara meydan okuyacaklardı. Aslan bu konuya da çok sinirlenmiş. Çünkü ormanın yok oluşunu önleyecek tek kral oymuş. Ormanın en güvenilir ve ürkütücü sahibiymiş. Ve sonunda beklenen o gün gelmiş. Bütün hayvanlar toplanıp o zalim o acımasız insanları korkutup ormanlarını korumak istiyormuş. İnsanlar hazırlıklarını yaparken bütün hayvanlar gizlenip izledikten sonra hepsi bir anda çıkıp bağırarak üstlerine yürüyeceklermiş. Baykuş ağacın tepesine çıkıp işlerine başlarken seslenip komutu vermiş. O anda bütün hayvanlar çıkıp insanları kovalamaya başlamış. Zalim insanlar korkudan sağ sola kaçıp titremeye başlamışlar. Bıraktığı eşyalar ormanda kalmış. O kadar korkmuşlardı ki arkalarına bile bakmadan kaçmışlar. Kimisi korkudan ağlayıp çığlıklar atıyormuş. Aslan kükreyince tüm hayvanlar durmuş. Zalim insanlar çoktan arabalarına binip gaza basmışlar. O günden bu güne bir daha bu neşeli ormana uğramamışlar. Böylece orman eskisi gibi neşeli ve heyecanlı oyunlarının tadını çıkarmaya devam etmişler. Huzurlu ve mutlu hayatına devam etmişler. Artık herkes sakinmiş. Enes Demir Deniz Kübra Güleryüz Mina Gamze Özkan
Şeyma Nur Hançerli
23 B.U.L.A (Balık.Uçan.Lastik.Abaküs) Yıl 2020 dünya da yaşanan büyük bir salgının üstünden beş yıl geçmiştir. Bu salgın sadece bağışıklığı zayıf insanları etkilemiş. Sadece dört tane koç gibi oğlan ve K.G.K (kendinden geçmiş kadınlar) hastalığına yakalanmış olan 18-25 yaş arası kadınlar kalmıştı. Kalan dört erkekse mutasyona uğramış. Balık Ayancık suyun altında yaşayabiliyormuş. Uçan Akın uçabiliyormuş. Lastik Ömer istediği her şekle girebiliyormuş. Abaküs Ali'nin dünyada olan her şeyden haberi oluyormuş. Bu dört erkek için çıkan 1. Kadınlar Savaşı henüz sona ermemiş. Kadınlar kendi arasında dört gruba bölünmüş. Bu dört gruptan en güçlüsü tamamen T ü r k l e r d e n o l u ş a n Va h ş i Kadınlarmış. Geri kalanı ise çekik gözlü kadınlardan oluşan Asya Kadınlarıymış. Sarışınlardan o l u ş m u ş Ta ş K a d ı n l a r v e esmerlerden oluşmuş Bomba Kadınlarda diğer gruplarmış. Bu erkeklerden ölesiye etkilenmelerinin nedeni ise erkeklerin yan yana gelince oluşturdukları kaçınılmaz aşk büyüsüymüş. Bu büyüyü erkekler sadece bir kere yapmış. Erkeklere bireysel olarak ulaşamayacağını anlayan kadınlar erkeklere gruplar halinde ulaşmayı deniyorlarmış. Ulaşmayı başarsalar bile erkekler bir şekilde kaçmayı başarıyormuş. Çünkü biliyorlarmış ki bir taraftan yana olurlarsa daha büyük savaşlar çıkarmış. Bu savaşı sona erdirmek için Abaküs Ali diğer üç erkeğin beynine mesajlar yollamış ve K.G.K'dan (yani Kendinden Geçmiş Kadınlardan) uzak bir yer belirleyerek orada bir araya
gelmişler. Bir araya geldiklerinde ortaya çıkan yüksek dozdaki kaçınılmaz aşk büyüsü yerlerini hemen K.G.K'ya belli etmiş. Ama Abaküs Ali bütün zamanlamayı ayarladığı için Kadınlar oraya gelmeden toplantı bitmiş olacakmış. Toplantıda aldıkları kararlarla kadınlara batış getirmek için B.U.L.A grubunu kurmuşlar. B.U.L.A grubu araştırmalar yapmaya başlamış. Abaküs Ali bu grubu kurduktan sonra aşırı bir şekilde çok güçlü sinyaller almaya başlamış. En sonunda sinyallerin geldiği yeri bulmuş. İlk sinyal çok yüksek bir yerdeki kapıdan biri okyanustan diğeri ise hiçbir insani gücün açamayacağı yalnız bir anahtar deliğinin olduğu kapıdan geliyormuş. Uçan Akın havaya çıkmış, Balık Ayancık okyanusa dalmış ve Lastik Ömer anahtar deliğinden içeri girip 3 farklı parşömen getirmiş. Bu parşömenleri yalnız Abaküs Ali okuyabiliyormuş. Okuduğunda bu parşömenleri yazanı kaza ile başlattığı salgına nasıl son verileceğinden bahsediyormuş. Yapılması gereken her şey parşömende bir satır olarak bulunan büyülü sözlermiş. Bu sözleri okuduğunda erkeğin bütün özellikleri gidecekmiş. Ama yinede bunu göze alarak sihirli sözcükleri okuyup K.G.K hastalığına yakalanan ve dört erkeğin birleştiğinde ortaya çıkan aşk büyüsünden etkilenen bütün kadınlar eski yaşamlarını kazanmış ve hayat kaldığı yerden devam etmiş. Ali Kaan Ayancık (Balık) Ahmet Akın Akpulat (Uçan) Ömer Faruk Yemenoğlu(Lastik) Muhammed Ali Çankaya (Abaküs)
24 Buzul Krallığın Sonu
Z
amanın birinde Buzlar Diyarı denilen bir memleket varmış. Bunlar mutlu mesut yaşıyorlarmış. Ülkenin Kralı 4. Parcvat ve karısı Kraliçe Elf' in mutlu evliliğinden nur topu gibi bir yavru Buz Dağı doğmuş. Bu bebeğin adı da Zerkç olmuş. Halk ve kral ailesi mutlu mesut yaşarken birden Ateş diyarının zalim hükümdarı Hunzar, Buzlar Diyarı'na arada bir baskın düzenleyerek kadın çocuk demeden irili ufaklı birçok dağı eritmiş. Bu baskını beklemeyen Prens Zanka intikam yemini etmiş. Aradan yıllar geçmiş uzun geçen kışlar sonrası buz dağları iyice güçlenmiş. Prens Zanka kral olmuş. Yeni kralın kafasında sadece intikam varmış. Doğru zamanı bekleyip Ateş Diyarını yok etmeye gidecekmiş. Yıllar sonra zaman geldi, diyerek askerlerini toplamış ve onlara savaşmaları gerektiğini intikam almak zorunda olduklarını anlatmış. Bunun için önce yüzlerce büyük makine yapıp kartoplarını birleştirmişler. Ertesi sabah güneş yeni doğarken ani saldırıya geçip makinelerle Ateş Diyarına saldırmış. Uzun ve zorlu savaşta çok kayıp vermesine rağmen savaşı kazanmış. Ancak çok ağır yara aldığından yarı eriyik yarı donuk şekilde ülkesine dönmüş. Halk, bu habere çok sevinmiş krallarını coşkuyla karşılamış, zaferi kutlamış. Ama halk kısa süren kutlamadan sonra Kralın öldüğünü duyunca derin bir hüzne kapılmış. Artık içten içe erimişler. Tam yok olacakken 1. Parcvat ( Dev Parcvat ) gökten inmiş elindeki asasıyla sulara vurmuş ve her yer bir anda buza dönüşmüş. Sonra 1. Parcvat tekrar göğe yükselir ve krallık tekrar eski mutlu mesut günlerine dönmüş. 10/E Abdullah Nazlıoğlu Davut Mücait Ceylan Sadettin Gürcan Burak Şahin
25 BÜYÜLÜ TOPRAKLARIN KEŞFİ
Z
amanın birinde bir ülke varmış. Bu ülke kimse tarafından bilinmezmiş. Çünkü bu ülkenin toprakları büyülüymüş. Topraklar değişik özelliklere sahipmiş. Bu topraklar insanlar gibi uyuyabiliyor. Rüzgârlarla birlikte yuvarlanarak hareket edebiliyorlarmış. Konuşabiliyorlar ve en önemlisi de düşünebiliyorlarmış. Her insanın olduğu gibi bu topraklarında atası varmış. Bu atalar çok bilgili ve tecrübeli imiş. O zamandan bu zamana bir söz tüm toprakların dilindeymiş. Bu söz şu imiş: " Bir gün bu topraklara insanlar ayak basacak. Eğer aklınızı kullanmayıp hırsınıza yenilirseniz bu ülkeyi bu insanlara kendi ellerinizle verirsiniz." Bu sözü en iyi bilen ve gerçekleşeceğine inanarak evinde çalışmalar yapan bir toprak varmış. Adı bilge toprakmış. Başı derde giren her toprak gelir ve bilge toprağın yardımını alarak evine geri dönermiş. Gel gelelim biz söze. Bu söze hiçbir toprak inanmazmış. Ta ki o güne kadar. İşte o gün gelmiş ve topraklar üzerlerinde bir ağırlık hissederek uyanmışlar. Bir de bakmışlar ki ne görsünler? İnsanlar üzerlerinde gezinip inceleme yapıyorlarmış. Bu durum karşısında bütün topraklar bilge toprağa gitme kararı almış ve yola koyulmuşlar. En sonunda gelmiş ve bilge toprağa her şeyi anlatmışlar. Bilge toprak: Eyvah korktuğumuz başımıza geldi. Topraklardan bir tanesi: Ne yapacağız şimdi Bilge toprak? Bize akıl ver! Bilge toprak: Bu durumda yapılacak tek bir şey var oda bu insanların burayı başka bir yer sanıp evlerine gitmesidir. Topraklardan biri: Nasıl yani? Bilge toprakta anlatmaya başlamış. -" Bakın! Bizim şimdi kendi toprak
özelliklerimize uygun bir yer seçmemiz gerekiyor. En uygunu Hindistan'dır. Topraklarınızın özelliklerini Hindistan topraklarının özelliklerine benzetin. Geriye de tek bir iş kalıyor. O da biraz sonra hazırlayacağım iksiri bu insanlara içirip burayı iyice Hindistan sanmalarını sağlamak. "Hadi işe koyulalım" demiş. Bütün topraklar insanların gözlerini boyamak burayı Hindistan zannetmeleri için uğraşıyormuş. En sonunda bilge toprak elinde bir şişe iksirle gelmiş. Bilge toprak: İşte iksir hazır. Bunu bir içirelim. İnşallah geldikleri sebep büyük bir sebep değildir. Yoksa iksir onları öldürebilir. Demiş. İksiri insanlara içirmişler. Sonra şu konuşmaları duymuşlar insanlardan. 1.insan: Kristof kolomb, kristof kolomb burası yeni bir yer değil. Hindistan' a çok benziyor. Kristof kolomb: Evet ama içimde şüphelerim var. Sonra Bilge toprak: Eyvah yine korktuğum başıma geldi. Geliş sebepleri çok büyük anlaşılan. Önemli bir sebep için gelmişler buraya kolay kolay vazgeçmezler. Toprakların içinde çok sinirli ve topraklar hariç değdiği her yeri zehirleyen toprak buna daha fazla dayanamayıp atlamış kristof kolomb denilen insanın üzerine ve adamı öldürmüş. Diğer insanlara da aynı şekilde yapmış. Bir anlık sinirle bütün insanlar ölmüş. Bütün topraklar bu işe çok kızmış. Çünkü bu insanlar ölünce onu merak eden insanlar onun izlediği yolu izleyerek ya da bir sonuca ulaşılmadığı zaman tekrar aynı şeyi yapıp bu toprakları bulanlar olabilirmiş. Öyle de olmuş zaten O günden sonra oraya insanlar gelmeye başlamış. Bu topraklar üzerinde savaşlar yapıp büyülü toprakları da onlar öldürmüş. Belli bir zaman sonra ise buranın adı Amerika olmuş. Nur AKDOĞAN 10-E
26 CANAVAR ASLAN
O
rmanın birinde canavar gibi bir aslan varmış. Canını almamış hayvan bırakmamış. O yaşadığı sürece hiçbir hayvan rahat bir nefes alamayacakmış. Bütün hayvanlar ondan nefret ederlermiş. Yıllar yılları, aylar ayları, günler günleri, saatler saatleri, dakikalar dakikaları, saniyeler saniyeleri, saliseler saliseleri kovalamış uzun mu uzun bir zaman geçmiş ve canavar gibi aslan yaşlanmış, gücü hiç mi hiç kalmamış. Ağzındaki dişlerde dökülünce kimseye zarar verememiş kimsenin kanını döküp öldürememiş ve herkesin maskarası olmuş. Hiçbir hayvan onunla konuşmuyor ve ona yardım etmiyormuş. Hayvanlar bir gün oturup karar almışlar. Gelin hep beraber bizim dostlarımıza, eşlerimize ve çocuklarımıza yaptıklarının cezasını verelim demişler. Sonunda bütün hayvanlar aslana saldırmış, iyice aslanı benzetmişler. Birisi boynuz vuruyor, diğeri çifte atıyor ver bir başkası ısırıyormuş. Böylece aslanın yıllardır yaptıklarının öcünü almışlardır. Hayvanların hayaldi gerçek oldu sözleri gerçek olmuş 1289652189 yıl geçtikten sonra aslan dayanamayıp ölmüş. Bunu gören duyan bilen öğrenen hayvanlar sevinçlerinden vur oynasın çal oynasın adında bir parti düzenleyip oynamaya başlamışlar eğlenmişler o kadar oynamışlar kurtlarını dökmüşler dökülen kurtlarda bütün hayvanları yiyip öldürmüş. Bundan sonra buraların oraların canavarları artık kurtlarmış. MEHMET OLGUN 1235 10-E
27 CERFEK DOĞRULAR ÜLKESİ'NDE
C
erfek yolda düşünceli düşünceli yürüyordu. Çok üzgündü. Çünkü arkadaşı ona yalan söylemişti. Bu durum aslında pek de karşılaşmadığı bir şey değildi. Herkes ona yalan söylüyordu. Cerfek artık kullanıldığı hissediyordu. Aklından keşke insanların birbirlerini hep sevdiği birbirine hiç yalan söylemediği bir ülke olsa, diye geçirdi. Başı eğikti. Birden durdu. Kalbinde bir ağrı hissetti. Tam o anda kalbinden kocaman bir ışık fışkırdı. Karşıya yansıdı. Cerfek beş dakika yerinde hiç kıpırdamadan durdu. Daha sonra ışığa doğru yürüdü. Bekli de bu kalbinin sesiydi. Etrafında hiç kimse yoktu. Işığın içerisine girdi. Kendini kocaman bir boşluk içerisinde hissetti. Birden kendini bir ülkede buldu. Etrafında acayip yaratıklar vardı. Bu yaratıkların uzun kulakları, küçücük gövdeleri ve büyük gözleri vardı. Cerfek etrafını incelemeye başladı. Uçan arabalar, uçan halılar vardı. Cerfek birden korktu. Bu yaratıklar Cerfek'e yaklaşmaya başladılar. Karşıda gelen bir yaratık " Korkma!" dedi. "Biz dostuz sana zarar vermeyeceğiz. Burası Doğrular Ülkesi. Kalbinin sesi seni buraya getirdi." dedi. Cerfek olan biteni anlamaya çalışıyordu. Oradan Cerus konuşmaya başladı. " Bizler aslında birer insanız. Aynı zamanda ölümsüzüz." dedi. Cerfek bunu duyunca çok şaşırdı. " Ama nasıl olur, siz nasıl insan olursunuz?" Oradan Ceber " Biz de bir zamanlar senin gibiydik. Böyle bir ülke hayal ediyorduk. Daha sonra kalbimizin sesi bizi buraya getirdi." "Sen aslında iyi bir insansın. Eğer böyle olmasaydın buraya gelemezdin. Senin kalman gereken yer burasıdır." dedi. Cerfek'in hayalleri gerçek olmuştu. "Ben burada yaşamak istiyorum." dedi. Parazen " Burada kalmak o kadar kolay değil." dedi. " Bazı şartları yerine getirmen gerekiyor. Cerfek " Nedir o şartlar?" dedi. Parazen, " Öncelikle büyük cadı Şat'ın evine gidip elmayı alacaksın. Daha sonra Şile Okyanusu'nun dibinden iki tana mavi yosun alacaksın. Bu aldığın yosunları büyük ejderha Kocaburun'a götürüp kuyruğuna bağlayacaksın. Oradan Aybize çiçeğini alıp yanıma getireceksin. Eğer bunları yaparsan sana Zelzum iksirini vereceğim. Daha son burada kalabileceksin." dedi. Cerfek hemen kabul etti. Orada bulunan Cebre adlı yaratık ile yola çıktılar. Uçan halıya bindiler ve Şat'ın evine doğru gittiler. Şat'ın bahçesine vardılar. Şat görmeyen bir cadıydı. Fakat güçleri sayesinde her şeyi anlıyordu. Bahçede birilerinin olduğunu anladı. Cerfek bahçeye iner inmez Şato koca bir ejderhaya dönüştü. Cerfek'in üzerine ateş saçmaya başladı. Ceber bu olacakları bildiği için yanında ışıklı silahını getirmişti. Ceber ejderhaya
doğru ateş açmaya başladı. Ejderha ateşini Cerfek'e doğru püskürttü. Cerfek son bir hamle ile ateşten sıyrıldı. Cerfek ejderhanın yolunu şaşırttı. Bağlı olduğu zinciri ejderhanın bacaklarına doladı ve ejderha hareketsiz kaldı. Cerfek hemen elması alarak oradan uzaklaştı. Cerfek ile Ceber şile okyanusuna yol aldıkça Cerfek hala insandı ve ölümlüydü. Uzun süre suyun altında duramazdı. Ceber, Cerfek'e özel bir iksir içirdi. Bu iksir sayesinde bir saat suyun altında nefessiz kalabilecekti. Cerfek suya daldı. Mavi yosunlara doğru ilerledi. Tam mavi yosunları alacaktı ki köpek balığı karşısına çıktı. Köpek balığı ile bir süre boğuştu. Cerfek yanına aldığı bıçağı çıkartarak köpek balığının gözüne sapladı. Cerfek hafif yaralanmıştı. Mavi yosunları alarak hızla yüzeye doğru yüzdü. Ceber Cerfek'i yukarı doğru çekti. Ceber Cerfek'in bacağına bir ilaç sürdü ve Cerfek hemen iyileşti. Sırada kay boruya gideceklerdi. Büyük ejderhayla karşılaşma zamanıydı. Cerfek hızla ejderhanın olduğu bölüme doğru gitti. Ejderha uyuyordu Cerfek parmak uçlarında yürümeye başladı. Ejderha irkildi. Burun delikleri neredeyse Cerfek kadardı. Cerfek ejderhanın nefesini yüzünde hissediyordu. Birden ejderha uyandı. Cerfek'e doğru saldırmaya başladı. Bir hamle yaptı ve yosunu ejderhanın kuyruğuna bağladı. Ejderha taş kesildi. Aybize çiçeğini almak o kadar da kolay olmayacaktı. Cerfek'in lavlar püskürten köprüden geçmesi gerekiyordu. Önde Cerfek arkada Ceber ilerdiler. Köprü sallanıyordu. Cerfek tam bir adım attı ki tahta olan köprünün yarısı uçtu. Cerfek lavlarla burun burunaydı. Ceber, Cerfeği kolunda tutmuştu. Cerfek Aybize'ye uzanıyor fakat bir türlü eli yetişmiyordu. Ceber, Cerfek'i biraz daha sarkıttı ve Cerfek çiçeği aldı. Görev tamamlanmıştı. Cerfek ile Ceber ülkeye döndüler. Onları Parazen karşıladı. Cerfek elindeki malzemeleri verdi. Bunun karşılığında Parazen yaptığı Zelzum iksirini Cerfek'e verdi. Cerfek anında içti. Büyük bir patlama oldu. Cerfek farklı bir yaratığa dönüştü. O artık doğrular ülkesinin yerlisiydi. Aynı zaman da ölümsüzdü. Cerfek hedefe ulaşmak için çok zorluklardan geçmişti fakat ölümsüzlük içinde hep doğruların konuşulduğu o ülkede kalmaya hak kazanmıştı. Hayaldi gerçek oldu. Tansu YALÇIN 10-E 1238 Şeyda Nur SOYDAŞ 10-E 1236 Şeyma DEMİREL 10-E 1302 Kübra DEMİR 10-E 1304 Esra ÖNEY 10-E 1255 Beste KOÇAK 10-E 907
28 ÇEKİRGE İLE KURBAĞA
Ç
ekirge ile kurbağa çok iyi arkadaşlarmış. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Bir gün bahçede gezerken bir köpeğe rastlamışlar. Çekirge köpekten çok korkmuş. Kurbağaya ürkek bir sesle "Şuna bak ne kadar da büyük. Korkmaya başladım." demiş. Kurbağa ise "Korkmamıza gerek yok o da bizim gibi bir hayvan, anlaşırsak arkadaş olabiliriz." demiş. Çekirge kurbağanın bu lafından sonra biraz olsun rahatlamış. Kurbağa, çekirge korkusunu yensin diye köpekle tanışmak, arkadaş olmak istemiş. Çekirge kurbağanın bu teklifini korka korka kabul etmiş. Önden kurbağa, hemen arkasından çekirge yavaş adımlarla yürümeye başlamışlar. Kurbağa köpeğe "Merhaba köpek kardeş!" demiş. Köpek ise "Merhaba!" diyerek karşılık vermiş. Tanışma faslından sonra iyice kaynaşmışlar. Fakat çekirge korkusunu hala yenememiş. Kurbağa hep beraber bir şey yapmak ve köpekle olan arkadaşlığına çekirgeyi de katmak istemiş. Kurbağa köpeğe "Haydi hep beraber bir oyun oynayalım." demiş. Köpek "Ne oynasak ki?" demiş. Kurbağa cevap olarak " Topun varsa top oynayabiliriz." demiş. Köpek topunun olduğunu söylemiş ve hemen getirmiş. Top gelmiş fakat ne oynayacaklarmış ki? Çekirge ürkek bir sesle "Basketbol oynasak hiç fena olmaz." demiş. Köpek bu fikri beğenmiş ve basketbol oynamaya başlamışlar. Çekirge zıplayıp zıplayıp basketleri atıyor köpek ile kurbağa ağzı açık çekirgeyi izliyorlarmış. Köpek çekirgeye "Nasıl bu kadar güzel basketbol oynuyorsun. Bana da öğretir misin?" demiş. Çekirge bir anda bütün korkusunu unutmuş ve köpeğe basketbol oynamasını öğreterek arkadaşlıklarını pekiştirmişler. Demek ki hiçbir konuda önyargılı olmamamız gerekiyormuş. Dilay CİVELEK Aslı BAHTİYAR Yasin KARTAL Ezgi HAYRAN
29 ELO İLE SELO'NUN DÜNYALARI
B
ir gün iki arkadaş yolda yürüyormuş. İki arkadaşın isimleri Selo ve Eloy'muş. İkisinin de ayrı ayrı hayelleri ve dünyaları varmış. Elo'nun hayali sihirli dünyada yaşamak ve her şeyin sihirli olmasıymış. Selo'nunki de bütün eşyaların konuştuğu ve her istediğinin olduğu bir dünyaymış. Fakat bu iki arkadaş birbirlerinden ayrılmak istemiyorlarmış. Onun için de dünyalarını oluşturup dünyalarını birbirine bağlayan borular hayal ediyorlarmış. Elo dünyasını şekerle, Selo da dünyasını renkli boyalar ile oluşturmuş. Borularını içini ve dışını çikolata ile kaplamışlar. Bu boruların içine girince boruya dillerini yapıştırıp Dünya'ya gelene kadar çikolata yiyorlarmış. Gel zaman git zaman bu iki arkadaşın dostlukları diğer dünyalar kıskanmaya başlamış. İki dünya bir araya gelip dedikodularını yapıp Eloy'la Selo'nun dünyasını çekiştiriyorlarmış. Fakat Eloy'la Selo'nun yanında olmak isteyen Kipirik ve Kılıbık'ın dünyaları Eloy'la Selo'nun yanından ayrılamıyorlarmış. Diğer dünyaların dedikodularını duyan Elo, Selo, Kipirik ve Kılıbık dünyalar savaşı başlatmış. Bu savaşta dünyalar içlerinde yer alan bütün akarsu, göl, deniz ve okyanus gibi malzemeleriyle savaşmışlar. Ama çikolata ve şeker bütün savaş aletlerinin üstünden gelmiş. Tam kafadan, bonibon şekerleriyle yapılan vuruşlarla Elo ile Selo'nun dünyası savaşı yenmiş. Artık bütün dünyalar rahatlamış ve mutlu mutlu yaşamışlar. Senanur DURSUNLAR 10-G 890 Elifnur ATAMAN 10-G 1667
30 EMO İLE APAÇİNİN HİKÂYESİ
B
ir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken her şey feysbukta bir dürtmeyle başladı. O güzeller güzeli bir emo diğeri ise yakışıklı bir apaçiydi. Apaçi oğlumuz kızımız Emoyu dürtmüştü. Kızımız Emo da oğlumuzun fotoğraflarını çok beğenmişti, aşık olmuştu. Daha sonra kızımız Emo, Apaçi oğlumuzu arkadaş olarak eklemiş. Bilgilerinden aynı şehirde olduklarını öğrenen iki genç özelde konuşmaya başlamış. Daha sonra Apaçi oğlumuz kızımız Emo'dan msn'sini istemiş. Kızımız Emo da -Yohk bhen feys açarken feys bhene kıyaq geçhti. Msni mi istemediy hacı. :D Bunu duyan oğlumuz Apaçi sinirinden Apaçi dansı yapmaya başladı. Bu konuşmanın bu büyük aşkı engelleyemeyeceğini düşünerek telefon numarasını istemeye karar vermiş. Avea mı diye sormuş. -Ehevet diye cevap veren Emo kızımız, telefon numarasını vermiş. Ve bunlar bir gün konuşurlarken buluşmaya karar vermişler. Optimum outlet ve avm de buluşmaya karar veren çift cumartesi saat 14.00 de buluşmuşlar. Dar paçalı fosfor yeşilli eşofmanın altına köşeli sivri burun yumurta topuk ayakkabı giyen Apaçi oğlumuz, saçını tavuk folluğu gibi kabartmış kaşı, burnu, ağzı delik, yüzünde bir kilo siyah makyaj olan dar paçalı kotu olan converseli Emo kızımızı çok beğenmiş. Ağzında gülle Apaçi dansı oynayarak kızımıza çıkma teklifi eden oğlumuz kızımızın dikkatini çekmiş. Ve çıkmaya karar vermişler. Bir gün gezerlerken Emo nun babası bunları el ele yakalamış ve hastanelik edene kadar dövmüş. Ailesini sevmeyen Emo kızımız, Apaçi oğlumuza kaçmaya karar vermiş.
Makyaj eşyalarını piyırsinglerini dar paçalarını bohçasına dolduran Emo kızımız gecenin bir yarısı Apaçi'nin evine gitmiş. Apaçi ve Emo uzun zaman geçmeden evlenmeye karar vermişler. Daha sonra evlenmişler. Geçim sıkıntısı derdinden kendine bakamayan emo ve Apaçi artık büyümek zorunda olduklarını farkına varmışlar. Emo kızımız emoluktan çıkmış, saçı başı dağınık eli soğan kokan bileklerine kadar uzanan eteği ile sıradan bir ev kadınına benzemiş ama saçını kabartmaktan vazgeçmemiş. Apaçi oğlumuz ise fabrikada işe girmiş, üstü başı kirlenmiş, tırnakları simsiyah olmuş. Evinin nafakasını çıkarmaya çalışan bir adam olmaya karar vermiş. Ama Apaçi dansından vazgeçmemiş. Fabrikada çalan her paydos zilinde ilginç Apaçi dansıyla herkesi etkilemeyi sürdürmüş. Aradan uzun bir zaman geçmiş, emo ve Apaçi anne baba olmuşlar. Normal bebeklik geçiren sevimli çocukları 5 yaşına geldiğinde okula gitmek istediğini dile getirmiş. Okula gittiklerinde 1. sınıfa başlayan çocuğu biri keşfetmiş ve çocuk çok zeki olduğu için onu direk 6. sınıfa başlatmışlar. Küçücük boyuyla ve kocaman aklıyla herkesten farklı olan çocuk annesi ve babasına hiç benzemiyormuş. Bundan dolayı çocuklarından gurur duymuşlar. Böylece ailesi de kendilerini düzeltmeye karar vermişler. Çocuk da ailesinin geçmişini bilmediği için d ü z e n l i b i r y a ş a m s ü r d ü r m ü ş l e r. ( E m o y l a A p a ç i çocuklarının hala neden dans etmediğini merak ederler.) HANDE İREM ERARSLAN 10/G MUHTEBER ATAMAN Alİ KAAN AYANCI
31 ENES Ç.
Y
ıl şimdikinden ne çok geride ne çok ilerideymiş. Enes Ç. Adında bir delikanlı yolda yürürken ayağı takılmış ve yere düşmüş. Düşer düşmez bir karınca Enes Ç.'yi ısırmış. Enes Ç. doğrulmuş ve eve gitmiş. O gün kendini pek de iyi hissetmiyormuş. Saçlarının hızla uzadığını ve her yerinde bir kıpırdanma olduğunu fark etmiş. Duvarda asılı resmi eline alırken elini duvara yapıştığını fark etmiş diğer elini koymuş o da yapışmış. Sonra neden böyle olduğunu düşünürken uçan karınca tarafından ısırılmanın onu bu hale getirebileceğini düşünmüş. Enes Ç. İsmini değiştirerek "Karınca adan Enes Ç." yapmış. Sonra kendini iyiliğe adamış. Enes Ç.'nin kan arkadaşı Çağrı gelmiş. Enes kendini pek iyi hissetmiyormuş. Bunu gören Çağrı: Neyin var Enes? Başım dönüyor. Ne tarafa doğru. Lan bi yürü git. Böyle bir muhabbetin ardından dışarıya bakan Enes Ç. bir kapkaççının yolda yürüyen kadının çantasını çaldığını görmüş. Hemen balkonundan zıplamış ve hırsızı oracıkta dövmüş. Hırsızın elinden çantayı almış ve hanımefendiye teslim etmiş. Adamın kaba etine vurup polis karakoluna şutlamış. Hanımefendiye de yediği cikletten bir parça uzatıp: -Eline, diline, cebine ciklet, demiş ve uçarak gitmiş. Uzaylılardan oluşan bir grup Enes Ç.'nin köyüne saldırıyorlarmış. Enes Ç. O sıralar tanınmış ününün zirvesindeymiş. Başkanlığa da aday olan karınca adam Enes Ç. uçarak beş dakikada köyüne gelen Enes Ç. on uzaylıyı öldürmüş. Başkanlık sloganı olan "eline, diline, cebine ciklet diyerek konseye gitmiş. Konseyde gördüğü kızı kankası Çağrıya göstermiş. Çağrı'ya: Fıstık gibi kız kanka. Aynen öyle. -Çok mu hoşlandın? -Evet kanka. Böylece ilk kez âşık olduğu kızdan kan arkadaşı uğruna vazgeçmiş. Seçimlerde ise ülkenin çoğunluğu Enes Ç.'ye oy vermiş. Tek başına iktidar olan Enes Ç. ülkeyi zenginlik ve mutluluk içerisinde yönetmiş ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar. 10/G Muhammed Enes Çankaya
32 Futbol
H
asan 16 yaşındaymış. Hayatında En önemli şey futbolmuş. Bir gün arkadaşları Şahin ve Emre ile bahçede maç yapıyorlarmış. Hasan çok sert bir şut çekmiş ve top bir anda gözden kaybolmuş. Üç arkadaş bahçenin her yerini aramış ama topu bulamamışlar. Hasan bu topu çok sevdiği için ağlamaya başlamış. Şahin ve Emre onu mutlu etmek için topu bulmaya karar vermiş. Bahçenin hemen yanındaki ormanlık alanı aramaya başlamışlar. Hasan da onların peşine takılmış. Üç arkadaş ağaçların arasından gelen sesleri takip etmişler. Büyük bir çalının arkasından çıtırtılar geliyormuş. Arkadaşlar korkmuş. Çalının arkasına bakacak kişiyi belirlemek için aralarında yazı tura atmışlar. Her zaman ki gibi kaybeden yine Hasan olmuş ve korkarak çalıların arkasına geçmiş. Bir anda yüzüne vuran ışık Hasan'ı çok korkutmuş hemen arkadaşlarını çağırmış. Yerde topa benzeyen kıpkırmızı bir taş varmış. Hemen taşı oradan almaya çalışmışlar ancak güçleri yetmemiş. Onlar taşa dokundukça taş iyice parlıyormuş. Taş bir anda Hasan'ı içine almış. Çığlıklar atarak kaçmaya çalışan Emre ve Şahin'i de aynı şekilde içine almış. Bulundukları yer yemyeşilmiş. Etrafı gezmeye başlamışlar. Önlerindeki tepeye çıkmışlar ve aşağıya hayretle bakmaya başlamışlar. Çünkü aşağıda tahmin edemeyecekleri kadar futbol sahası varmış. Sahalara doğru yaklaştıkça üstlerinde değişik formalar bulunan insana benzeyen ama antenleri olan kel uzaylılar görmüşler. Bunları gören uzaylılar aralarında konuştuktan sonra onlara hep aynı yeri gösteriyorlarmış. Gösterdikleri yere gittiklerinde her ülkenin bayrağını ve bayrağın altında milli takım formasıyla bekleyen insanlar varmış. Hasan ve arkadaşları Türk bayrağını aramaya başlamışlar. En sonda tavla oynayan bir grup görmüşler. O grubun Türk olduğunu düşünerek yanlarına doğru koşmuşlar. O grubun tamamı gerçekten Türkmüş. Heyecanlar birbirlerine sarılmışlar. Hasan ve arkadaşları olan biteni burada neler olduğunu öğrenmek istemişler. Grubun en eskisi Servet Çet konuşmaya başlamış. ''Sizde o yeşil futbol taşını
ellediniz ve buraya geldiniz bu taştan her ülkede varmış. Bu taşı elleyen herkes buraya gelirmiş. İlk on birini tamamlayan ülke uzay milli takımıyla maç yaparmış. Eğer maçı uzay takımı kaybederse kazanan takım ülkesine geri dönermiş. Her ülkenin tek maç hakkı varmış. Sizin de gelmenizle tam on bir kişi olduk ve maç yapmak zorundayız.'' Demiş. Hasan ve arkadaşları duyduklarına inanamamış. Takımın kaptanlığını üstlenen Servet Çet takıma bir gün boyunca aralıksız çalıştırmış. Uzay milli takımının kaptanı gelmiş ve maçın yarın akşam dev stada olacağını söylemiş. Hasan ve arkadaşlarının evlerine geri dönmeler için maçı kazanmaları gerekiyormuş. Beklenen an gelmiş. Şehirde ne kadar uzaylı varsa stadaymış. Hep bir ağızdan ''HOMOKEN HOMOKEN''diye bağırıyorlarmış. Bu ses neredeyse insanları sağır edecek şekildeymiş. Sahaya çıkan kapıda görevli her oyuncuya bir yetenek veriyormuş. Hasana şut yeteneği, Şahine hızlı koşma, Emre'ye de kalecilik yeteneği vermiş. Maç başlamış birinci dakikada taraftarların durmadan adını söyledikleri Homoken mükemmel bir gol atmış. Arkasından bir daha bir daha derken skor 5-0 olmuş. Eve dönebilmek için tek yürek olmaları gerekiyormuş. Servet Çet ve Şahin hızla paslaşarak bir gol atmış arkasından bir tane daha bir tane daha derken skor 5-5 olmuş. Dakika 89 olmuş eve dönebilmek için sadece bir gole ihtiyaç varmış. Hasan tam 30 saniye kala orta sahadan tüm gücüyle bir şut çekmiş top 5 saniye kala kalecinin karnını delerek ağlarla buluşmuş. Top kaleye girdiği andan Hasan ve arkadaşları kendilerini evin bahçesinde bulmuşlar. Hemen olanları aralarında konuşup sevinç çığlıkları atarak eve koşmuşlar olanları ailelerine anlatmışlar. Aileleri onların çıldırdığını düşünüp doktor çağırmışlar. Hasan ve arkadaşları deli oldukları sanıldığı için akıl hastanesine kaldırılmışlar. Ömürlerinin geri kalanını akıl hastanesinde geçirmişler ve tarihe futbol için deliren ilk insanlar olarak geçmişler… Hasan Bayraktar 10-F
33 GERÇEK SEVGİ
Y
ankı on altı yaşında güzel bir kızmış. Çok güzel olduğu için cin çarpmış. Bir büyü ile dünyalar güzeli olan kızı çirkin bir kıza dönüştürmüş. Kızın büyüden kurtulması için aşık olması gerekiyormuş. Kız çirkin olduğu için kimse yüzüne bakmaz olmuş. Her ili dolaşmış ama beğenen kimseyi bulamamış. Buna daha fazla dayanamayarak herkesten uzaklaşmak için Berıng Ormanı'na yerleşir. Bir gün ormanda dolaşırken yakışıklı bir oğlana rastlamış. Oğlan çok asil birine benziyormuş. Giyinişinden, duruşundan her şeyi anlamış. Bu olsa olsa kralın oğludur demiş. Oğlana karşı bir şeyler hissettiğini anlayıp hemen uzaklaşmış. Yankı ne kadar güzelleşmeye çalışırsa çalışsın gittikçe daha çirkinleşiyormuş. Giydiği elbiseler çok kötü duruyormuş. Bir gün tüm cesaretini toplayıp oğlanla tanışmaya karar vermiş. Karşısına çıkmış ve olan biteni kendisinin büyülü olduğunu söylemiş. Oğlan kendisiyle dalga geçtiğini sanmış. Kız kendisine birinin aşık olmasıyla büyünün geçeceğini defalarca anlatmış. Ama oğlan bunu kabul etmemiş. Ne olduysa olmuş günler sonra prenste kıza karşı bir şeyler hissetmeye başlamış. Yankı ile tanışmaya gitmiştir. Birbirlerini tanımaya başlamışlar. Oğlan onu sevdiğini söylemiş. Prens Yankı'ya yaklaşıp alnından öpmüş. İşte o anda birbirlerine duydukları gerçek sevgi ile büyünün etkisi geçmiş. Oğlan Yankı'nın ne kadar güzel bir kız olduğunu anlamış ve ona büyük bir aşkla sevmeye devam etmiş. Tuğçenur GÜNAYDIN 10-G Ebru AKGÜL Merve ŞAHİN Tuğba IRMAK
34 Gizemli Dağın Darlığı
Ç
ok önceleri insanların ve hayvanların yaşadığı bir dağ varmış. Bu dağ o kadar büyükmüş ki bir zamanlar bütün insanları ve hayvanları içinde barındırıyormuş. Bu dağda yaşayan insanlar hayvanları çok seviyor, onları besliyormuş. Ancak öyle bir gün gelmiş ki hayvanlar kendi aralarında konuşarak bu insanların buradan gitmesi gerektiğine karar vermişler. Aslında onlar da bu kararlarına çok üzülüyormuş ama ellerinden bir şey gelmiyormuş. Çünkü hem insanların dağda yaşamalarına gönülleri el vermiyor hem de onların yaşam alanını daralttığını düşünüyorlarmış. Gel zaman git zaman hayvanlar bu kararlarının doğru olduğuna karar vermişler ve onları bu gizemli dağdan atmak için planlar yapmışlar. Kuşlar demiş biz onlar gidene kadar ötmeyeceğiz, yılanlar demiş onları daha fazla rahatsız edeceğiz, eşekler onların yüklerini taşımayacağız demiş. Buna benzer daha bir sürü şey... Hayvanlar planlarını uygulamaya başlamışlar. İnsanlar hayvanların bu yaptıklarına bir türlü anlam veremiyormuş. Öyle bir zaman gelmiş ki hayvanlar ve insanlar kavga etmeye başlamışlar. Dağ bu olanlara çok üzülüyor ve devamlı ağlıyormuş ama eğer bu durum daha ileri giderse ne yapacağını da biliyormuş. Dağ bu iki grup arasındaki çatışmayı bir süre izledikten sonra bu iki grup arasındaki çatışmanın giderek artığını gözlemleyince planını uygulamaya karar vermiş. Dağ yıllardır içinde barındırdığı ama kimsenin bundan haberi olmadığı Cezzat'ı içinden çıkarmış. Bu iki taraf için bu iki taraf içinde daha iyi olacağını düşünmüş. Bu Cezzat gizemli dağı parçalamış ve hayvanları hayvanlar âlemine insanları da insanlar âlemine yollamış. Çünkü Gizemli Dağ iki taraf arasındaki çatışmanın kendisi yüzünden olduğunu düşünüyormuş. İnsanlar ve hayvanlar, âlemlerinde mutlu mesut yaşamışlar ama iki tarafta birbirlerini çok kırmalarına rağmen birbirlerini çok özlemişler. Hilal DEMİR 10 / E
35 KAVUŞAMAYAN ÂŞIKLAR
B
ir varmış bir yokmuş. Bir görünür bir kaybolurmuş. Ne zaman bir şimşek çaksa gökten ağlar, herkesin bakışlarını üzerinde toplamayı başarırmış. Ne zaman ağlasa yağmur yağar ne zaman gülse gökkuşağı gökleri renkleriyle sararmış. Bu bulut yalnızlığa doymuş, doymuş susmuş ağlamış her gün. Kışları daha gözyaşlı olurmuş, çünkü sevdiği karlar o zaman yağarmış üstüne. O kadar yakınken tutamamak kar tanelerini, zoruna gidiyormuş. Gönül bu ya bulutların üstünde gezen bir periye âşık olmuş. Kara bulutlu cadı bunların aşk yaşamasına izin vermeden o güzeller güzeli periyi bir kar tanesinin içine hapsetmiş. Bu bulutun daha da kötüye gittiğini gören bulut sakinleri bulutlar kütüphanesinde toplanarak buna bir çözüm yolu aramaya koyulmuşlar. Lakin hiç biri bir çözüm yolu bulamamış. Çünkü sevginin yüceliğinde o bulutun aşkının büyüklüğünde kimse sesini çıkaramamış. Sevmek nedir bilmeyen bulutlar, sadece teselli verebiliyormuş. Gel sor ki bizim bulut her kar yağdığında içten içe erirmiş. Halini kimseye anlatamayan bulutun saçlarına aklar düşmüş. Yaz gelmiş kış bitmiş bu bulutun gözyaşları dinmemiş. Gözü yaşlı kışı beklerken buluta âşık olan güneş onun bu halini görür o da aşkından etrafına ışık saçarmış çünkü yanarmış. Bir gün bulutun yanına gidip aşkını itiraf edecekken aralarına güneşe âşık olan kara bulut girmiş. Kara bulutta güneşi çok
seviyormuş. Güneş bulutu severken kara bulutla güneşin birleşmelerine imkân yokmuş. Lakin bulutta sevdiğini kar taneleri içerisinde ararken güneşle bulutunda birleşmelerine imkân yokmuş. Kış geldiğine sevinen bulut, güneşin onu sevdiğinden habersiz kar tanelerini saymaya başlarmış. Güneş bulutun gözyaşlarından sonra çıkar tüm karları eritirmiş kıskançlığından. Bulut sevdiğinin eriyen bir karda olma ihtimalini düşündükçe yeniden ağlarmış. Güneşin kıskançlığını gören kara bulut sinirlenir, o da şimşek çakmaya başlarmış. Herkes ağlaya dursun, yeryüzündeki insanlar gökte olanlardan habersiz, kimi annesi kimi babası kimi sevdiği için ağlarmış. Gözyaşları toprakta sonlanan bulutların hayalleri yalan olup çıkmış gökyüzüne. Ne bulut ne güneş ne de karabulut erebilmiş muradına. Rabbim herkesi sevdiğine bağışlasın diyen kullar yanlış söyler. Unutmayalım ki her sevilenin sevdiği vardır. Biz diyelim ki rabbim sevenleri birbirine kavuştursun. Gökten 3 damla düşmüş, biri bulutun diğeri güneşin diğeri de karabulutun gözyaşları… Bir gün şimşekli bir yağmurla karşılaşırsanız bilin ki gökte bulut ağlar, karabulut kızgın, sıcak teninizi yakıyorsa güneş de aşkından eriyor. Bu büyük aşkları duymayan kalmasın. Bu masal da burada biter.
36 KEÇİ CAN PAZARINDA
K
eçiciğin aklı bir karış havada ya, sürüsünü bir yana bırakmış, bir başına otlaya otlaya çekip gitmiş. Hain koca kurt kaçırır mı; hemen görmüş keçiyi: "Heh, işte ağzıma layık bir lokma. Yaşasın!" demiş. Keçicik bakmış can pazarı. Hiç kurtuluş yok. Eh ne yapalım, demek kaderimde sana yem olmak varmış kurt."demiş. "Madem ölüm kapıya geldi, bari biraz kaval çal da neşeleneyim, kendimi unutup öyle öleyim." demiş. Kurt " Son isteği zavallının" demiş. Bulmuş bir kaval çalmaya başlamış. Kurt çalmış keçi oynamış. Derken, ötelerden kaval sesini duyan köpekler koşturmuşlar, gelmişler. Kaçmadan önce kurt durumu anlayıp oyuna geldiğini sezinlemiş." Suç bende, sende değil. Neme gerekti benim kaval çalmak, neme gerekti bana köçekli kurban!"demiş. Zamansız bir işe kalkışmanın sonu budur. Ölçmeli biçmeli adımını ona göre atmalı. Tersi odlumu işti böyle Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. 3682 Ayşe AKÇA 3033 Şükran DOĞAN 2895 Besna EVİZ
37 KOPGALİKUS VE BÜYÜLÜ AİLE
K
opgalikus kendi halinde bir çiftçidir. Doğumu çok değişik bir şekilde olmuştur. Diğer bebeklerin aksine hiç ağlamamakta ve hiç uyumamaktadır. Ailesi onu birçok hekime götürmesine rağmen bir çare bulunamamıştır. Çevresindeki herkes onun bu hastalığını bildiği için onunla kimse arkadaşlık etmemektedir. Bir gün bahçede çalışırken birden bire bayılır ve uykusunda bir rüya görür. Gördüğü rüya da kendisinin bir cennet bahçesinde bir dev tarafından öldürülmek istendiğini görür. Bunun nedeni ise onu doğurtan ebenin onu büyülemesidir. Eğer onu öldürmezse dünya düzeninin bozulacağını söyler. Rüyasında son olarak dev onu kovalarken yüksek bir yerden bir akarsuya atladığını görür. Kopgalikus rüyadan uyandığında, yıllardır uyuyamamanın verdiği rahatsızlığı üstünden atar ve kendini hafif bir mutluluk kaplamıştır ancak gözlerini açtığında bir dere kenarında olduğunu burasının uyuduğu yer olmadığını anlar. "Yoksa gördüklerim rüya değil miydi?" diye düşünür. Olduğu yerden yavaşça doğrulduğunda rüyasının gerçek olduğunu anlamıştır çünkü kendisinden katlarca büyük bir yaratık onu yakalamaya çalışmış ve başarmıştır. Kafasına küçük bir darbe ile onu bayıltır. Kopgalikus kendine gelip gözünü tekrar yavaş yavaş açmaya çalıştığında her yer karanlıktır ve burnuna sadece toprak kokusu gelmektedir. "Neredeyim?" diye düşünürken kendisini toprağın altına gömülü olduğunu anlar ve havasızlıktan ölür. Rivayet olunur ki; Kopgalikus'un öldüğü gün, doğduğu evde yine aynı büyücü tarafından doğurtulan "Samaros" adlı bebek de Kopgalikus gibi ağlamayarak doğmuş, hiç uyumamış ve Kopgalikus'un mezarının üstünde cesedi bulunmuştur. Umut Yüğrük1344 10-E
38 KURBAĞA ÇOCUK
B
ir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde fakir bir ailenin bir çocuğu varmış. Bu çocuk cadı tarafından kurbağaya dönüştürülmüş. Ailesi çocuğun öldüğünü sanıyorlarmış. Çocuk kurbağa olarak yaşadığı için çok üzgünmüş. Ailesini çok özlüyormuş. Bir gün sabahlara kadar ağlamış ve dua etmiş. Duaları kabul olmuş. Sabah uyandığında bir bakmış ki insana dönüşmüş. O mutlulukla koşa koşa ailesinin yanına gitmiş. Ama ailesini bulamamış. Komşusu ailesinin cadı tarafından öldürüldüğünü söylemiş. Çocuk hemen ağlaya ağlaya padişahın yanına gitmiş. Olanları anlatmış. Padişah olaya gülmüş geçmiş. "Bir insan nasıl kurbağaya dönüşebilir ki?"demiş. Ama annesinin ve babasının öldüğüne inanmış. Hemen cadıyı çağırttırmış ve bu olanların hepsini anlatmış. Padişah bu olaya çok şaşırmış. Padişah cadıya iksiri nasıl hazırladığını anlattırmış. Sonra iksiri cadıya hazırlattırmış. Ceza olarak bu iksiri cadıya içirmiş. Cadı hayatının sonuna kadar kurbağa olarak yaşamaya mahkûm olmuş. Bu sırada çocuk padişahın kızını görmüş ve birbirlerine âşık olmuşlar. Bu olayı padişaha anlatmışlar. Padişah da evlenmelerine izin vermiş. Onlarda evlenmiş kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Hayatları sonuna kadar mutlu mesut yaşamışlar. Onlar ermiş muradına bir çıkalım kerevetine. Zeliha Nur ÖZEN 10/F 1705
39 KUYRUKSUZ FARE
B
ir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde küçük bir köyde yaşayan yaşlı bir köylü varmış. Yaşlı köylü bir gün sakladığı deposuna inmiş. Bir de ne görsün? Kutu kutu peynirlerin 3-4 kalıbı tükenmiş. Yerde boş kutuları kalakalmış. Adam " Kesin bu lanet farenin işi " diye mırıldanmış. Sonra oraya bir tane daha kapanı hazırlamış ve evine çıkmış. 2-3 dakika sonra adamın gittiğini gören küçük fare depoya girmiş. Tam peyniri alacakken birden kapana kuyruğu sıkışıp kopuvermiş. Fare o kadar utanmış ki " Artık bana yaşamak haram oldu. Herkesin içine böyle kuyruksuz nasıl çıkarım?" diye kara kara düşünmeye başlamış. Düşünmüş düşünmüş, sonra aklına bir çare gelmiş. Öteki fareler de kuyruklarını kessinler, hiçbirinin benden farkı kalmasın" demiş. Bütün fareleri etrafına toplamış. " Gelin gelin size bir öğüt vereceğim, bu kuyruğu arkanızda ne diye taşırsınız? Hem çirkin, hem de yük oluyor. Hiçbir işe de yaramıyor, kesip atıverin" demiş. A m a d i n l e y e n farelerden biri söze girmiş: " Haydi oradan! Bir çıkarın olmasa bize böyle öğüt vermezdin sen." demiş. Bütün fareler dağılmış. Kuyruksuz kalan fare, çaresiz öylece oturmuş. Aradan zaman geçince diğer fareler, bunun kuyruğunun olmadığını fark etmişler. Kendi çıkarını bırakmaya çalışan bencil arkadaşsız kalmış. Diğer sonra onunla konuşmamışlar. Merve ERDİNÇ 10-G 1716
düşünüp herkesi kuyruksuz fare hem kuyruksuz hem de farelerden hiçbiri bundan
40 LAYKNLAR VE DARKORLAR : CHEN- YULE -PİRA ÜÇGENİ
G
üzel bir ilkbahar günüydü. Darkorların yağmur savaşı yenilgisinin izleri silinmemişti. Darkorlar yenilginin ardından Söln'ü Layknların himayesi altına vermişledi. Chan galibiyetin heyecanını istediği gibi yaşayamamıştı. Yule'nin kayboluşu Chen'I her geçen gün bitirmişti. Yağmur savaşı galibiyetinin ardından, Chen vakit kaybetmemiş Yule'yi aramaya çıkmıştı. Söln'ün altını üstüne getiren ChenYule'nin izini bulamamıştı. Günlerden bir gün Chen herzaman ki asil, ciddi duruşuyla atı üzerinde yağmur suları depolarını kontrol ederken Söln'ün ücra kıyılarından birinde Yule'nin annesinden hatıra göz yaşı damlası yeşil zümrütten olan kolyesini çal ıların dibinde görünce sevinçle kolyeyi almış ve kolyenin izini sürmeye başlamış. Biraz ilerledikten sonra sesler duymaya başlamış. Sesi takip ederken Pira'yı görmüş. Chen hızlı adımlarla Pira'nın yanına gitmiş. Pira Chen'in bu ani baskınından hiçte memnun olmamış. Cehn'in yanından hemen ayrılan Pira Yule'in yanına gidip, kolundan tuttuğu gibi koşmaya başlamış. Yule ne olduğnu anlayama çalışırken Chende onların peşinden koşmaya başlamış. Pira o kadar hızlı koşuyormuşki Yule çok şaşırmış. Yule'nin o narin ayakları daha fazla dayanamamış ve yere yığılmış. Cehen Yuleye birşey oldu korkusuyla adımlarını hızlandırmış ve Yule'e yetişmiş. Yule'nin o güzel sarı saçları sanki parlaklığını yitirmişti. Chen bir hışımla Yule'yi düştügü yerden kaldırdı. Bunu gören Pira Chen'in üzerine şiddetle atlamış. Pira ile Chen şiddetle kavga etmeye devam ederlerken Yule düştüğü yerden kalkmış ve tekrar koşmaya başlamış. Bu sırada Chen ile Pira kavgalarına Yu l e ' n i n k k o ş m a y a b a ş l a d ı ğ ı n ı gördüklerinde son verip Yule'yi takip etmeye başlamışlar. Pira koşarken 'Yule benim' diye bağırıp Chen'i daha fazla sinirlendirip onun çığrından çıkmasını sağlamaya çalışıyordu. Chen Yule'ye çok yaklaşmış, elinden tuttuğu gibi
koşmaya başlamış. Pira çok sinirlenmiş ve Yule'nin saçlarından tutup 'gel buraya sen benimsin' diye kendine doğru çekmiş. Cehn son atağıyla Yule'yi almış ve var gücüyle koşmaya başlamış. Pira'nın derman kalmamış. Artık pes etmiş. Chan ile Yule Piradan kurtulup Söln'ün en kıyı köşelerinden birinde oturup koşmaya başlamışlar. Yule Chen' olan sevgisini ona anlatmaya birazda hissettirmeye çalışıyormuş. Aslında Chen Yule'nin ona ona hissettiklerinden eminmiş ada Yule' ye aynı dy-uyguları hisediyormuş. Çok geçmeden bir ses gelmiş. Pira tekrar peşlerine düşmüş. Chen Yule'yi bir magaraya saklamış ve kartalı Nova ile ordusuna haber yollamış. Chen Pira'nın hemen yakalanmasını emretmiş. Laykınların ordusu çabucak yola çıkmış. Chen de hemen yola koyulmuş. Biraz ilerledikten sonra Pira'yı karşısında görmüş. Pira Chen'in üzerine bir hışımla atlamış ve Crossların olduğu bölgede kavga etmeye başlamışlar. Laykn ordusu çok geçmeden yerişmiş ve Pira'yı oracıkta öldürmüşler. Chen tekrar Yule'nin yanına gitmiş. Yule Chen'i zarar görmemiş olarak görünce sevincinden boynuna atlamış. Ikiside ağlamaya başlamışlar, akıttıkları göz yaşları üzüntülerinden değil birbirlerine olan aşklarının simgesi olarak yanaklarından süzülerek toprağa dökülmüş. 3 yıl sonra… Goldof Hazi oğluna tahtını devretmiş ve hayatını kaybetmiş . Chen tahtın başına geçer geçmez Yule ile evlenmiş. Chen hayatını iki çocuklu bir kral olarak devam ettirmiş. Yule ile sonsuza kadar mutlu ve huzurlu bir Laykn krallğını birlikte yönetmişler. Unutmayalım ki aşk sonu olmayan en yüce ve hiçbir kuvvetin yıkamayacağı çok güçlü bir bağdır.
41 LAYKNLAR VE DARKORLAR: SÖLN İÇİN YAĞMUR SAVAŞI
Z
amanın birinde gökyüzünde bulutların derinliklerinde Darkorlar ve Layknlar yaşarmış. Bunlar birbirlerine düşmanlarmış. Amaçları Söln'ü ele geçirmekti. Darkorlar kırmızı gözlü, uzun kalın tırnaklı vücutları taştan sert siyah lekeli yaratıklardır. Layknlar ise buz mavisi tenli, sarı uzun saçlı, beyaz gözlü, gri kanatlı yaratıklardı. Layknların saçlarını yağmur suları ıslattığında varlıklarını korurlar. Ama yağmur sularını Söln adı verilen yerden almaları gerekirmiş. Söln ise Darkorların himayesi altındadır. Ve Layknlar burayı ele geçirmek için çalışırlar. Günlerden bir gün Layknların yağmur suları tükenmeye başlar. Layknların başı Goldof Hazi yağmur sularının saklandığı defoya gider. Yağmur sularını bitmek üzere olduğunu görmüştür. Ülkesi Sulko'da haber çabuk çak yayılmıştır. Sulko'da büyük bir panik başlamıştır. Goldof Hazinin güzel mi güzel bütün ihtişamıyla göz kamaştıran bir kızı varmış. Kızı Yule ülkesindeki karışıklığa bir son vermek istiyordu. Yule aklına gelen ilk fikri denemeye karar vermiştir. Bu arada ülkede karışıklıklar devam ediyordu. Kral Goldof Hazi bu durum karşısında elinin bağlı olduğunu biliyordu. Darkorların adası Söln de ise Lyknların bu kötü durumundan pek keyif aldıkları belliydi. Sonuçta düşmanlarını böle görmek onları mutlu ediyordu. Günlerden bir gün, Yule kararını vermiş bugün kararını uygulayacaktı. Hazırlıklarını tamamlamış. Laro üzerinden Söln'e harekete geçmişti. Yolculuk sırasında Sulko adası ordusunun genç generali Chen beyaz asil atıyla ormanı kolaçan ederken Yule'nin o güzel sarı saçları gözlerini alıyordu. Dayanamayıp yanına gitti. Chen görevi gereği çok sert bir mizaca sahipti. Yule'nin yanına gidip nereye gittiğini sordu. Yule'den aldığı cevaba pek memnun olmayan Chen yeleyi takip etmeye karar vermişti ve peşinden Yule'ye fark ettirmeden gitmeye başlamıştır. Söln adası yakınlarında Chen Yule'nin izini kaybetmiş ama Yule'nin nereye gittiğini tahmin edebiliyordu. Chen endişeli bir şekilde kartalı Nova ile ordusuna haber yolladı. Haberi alan Layknların ordusu hazırlıklarını tamamlayıp Söln'e doğru hareket etti.
Bu sırada Yule Söln'e girmeyi başarmış, yağmur sularını ararken Darkorların kendilerini kötülüklerden koruyabileceğine inandıkları Crosslarından birini görüp merak edip incelemeye başlamış. Bu sırada duyduğu bir sesle irkildi ve sesin kaynağının nereden geldiğini anlamaya çalışırken Darkorların askerleriyle burun buruna geldi ve kaçmaya başladı. Kaçarken Darkor kralı Karna'nın oğlu Pira ile göz göze geldi ve ne olduğunu anlayamadan Pira, Yule'yi çekip Söln'ün en ücra köşesine götürdü. Yule tam bağıracağı sırada Pira onu susturdu. Sesiz olmasını ve onu koruyacağını söyledi. Yule bu duruma çok şaşırdı ve sessiz olmaktan başka çaresi yoktu. Sustu ve Pira'ya dikkatlice baktı. Solgun teni ve güzel gözleriyle babası Karna'ya hiç benzemiyordu. Layknların adası Sulko'da Yule'nin gittiğini öğrenen halk ve kral Goldof Hazi büyük bir üzüntüyle Chen'den haber bekliyordu. Bu sırada Chen ordusunun son hazırlıklarını tamamlamış. Söln' e doğru yol almaya başlamıştı. Tam Söln'ün kapısının önünde D a r k o r l a r ı n o r d u s u y l a k a r ş ı l a ş t ı l a r. Darkorların ordu generali Voltari ve Chen göz göze geldiler. Chen halkının içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalıştı. Size de istediğiniz her türlü yardımı yapmaya hazırız diyerek bir antlaşma ortaya sundu. Voltari antlaşmaya itiraz etti ve büyük bir savaşın ilk adımını atmış oldu. Chen ve Voltari bir antlaşmaya varamayınca kısa bir süre sonra Layknların kaderini değiştirecek olan yağmur savaşı başlamıştı. Bir anda ortalık toz duman içinde kalmıştı. Chen'in liderliğinde Laykn ordusu Darkorlara büyük bir mücadele ile karşı çıkmaya devam ediyorlardı. Chen savaşı kazanmanın ilk adımını atarak Voltari'yi tek kılıç darbesi ile kafasını gövdesinden ayırmıştı. Diğer askerler ise Darkor askerlerini hızla yok etmeye devam ediyorlardı. Savaş artık Layknların elindeydi. Darkorlar geri çekilerek Yağmur savaşı yenilgisini kabul etmişlerdi. Bu büyük başarının ardından Chen 'in yüzünün gülmesi kalbinin ağlamasına engel değildi. Hikayenin burada bittiğini sanmayın. Güzel bir kızın kalbinin ağlamasına yazarın gönlü el vermez. Aylin DİNÇ (10-G )- Hatice ÇAKI (9-C)
42 Midirella
B
ir varmış iki yokmuş. Evvel zaman içinde bu zamanlarda değil tabi kalbur arpa içinde atlar kıro iken zebralar apaçiyken bir midilli varmış. At beyinli arkadaşları sürekli onunla dalga geçermiş. Çünkü bu midillinin bacakları çok kısa karnı çok büyükmüş. Yürürken göbeği yere çarpar, bacakları yere çarpar, bacakları gözükmezmiş. Buna tek çözümün develer gibi yumurta topuk ayakkabı giymek olduğunu anlamış fakat ayakkabı çok tombiş olduğu için köselerin altını söküp terliğine takmış Bir gün hanımın çiftliğinde bir düğüne olduğunu duymuş. Fakat kimse onu bu düğüne davet etmediği için arkadaşları ona 'Sen otur ahırını temizle.' diye dalga geçmişler. Akşam olmuş tüm arkadaşları düğüne gitmiş. Midilli tek başına üzgün bir şekilde yalağın önünde otururken birden bir kurbağa 'vırak' diye çıka gelmiş. Kurbağa sormuş neyin var midilli kardeş? Herkes düğündeyken sen bu pis yalağın yanında ne yapıyorsun? Midilli düğüne gidememenin verdiği üzüntü ile gözlerinden yaşlar süzülerek cevap vermiş 'Beni bu güne kadar ezdiler, dışladılar. Gene her zamanki gibi beni düğüne çağırmadılar. Ben de ne yapayım, beni anlayabilen bir tek bu yalak var ' demiş. Buna üzülen kurbağa midilliye yardım etmek istediğini dile getirmiş. Bunu duyan midilli o anın verdiği sevinçle kurbağaya sarılmak ister fakat koca göbeğiyle onu yanlışlıkla ezer. Kurbağanın sabah yediği sinek karnından çıkar. Sinek kurtulduğu için midilliye minnettardır. Borcunu midilliyi zayıflatacak ve düğüne gitmesi için davetiye verecektir. Tüm hazırlıklar sonucunda midilli düğüne hazırdır. Fakat tek bir eksiği vardır. O da yumurta topuk terliğini sinek değiştirmemiştir. Ama midilli bunun farkına varmamıştır. Kendini ilk defa böyle zayıf gördüğü için çok heyecanlıdır. Koştura koştura düğüne gitmiştir. Düğünde gelinin kız kardeşi pembe midilliye aşık olmuş. Düğünde pembe midilliyle öyle dans etmişler ki midillinin ayağındaki ayakkabısı çıkmıştır. Midilli bunun farkında değildir. Midilli ilk defa dans ettiği ve bir kızın ondan kaçmadığı için mutludur. Ayaklarını ilk defa bu kadar hareket etmiştir ve bacağındaki yağlar erimiş. Sonra sineğin şartı aklına gelmiştir. Takı merasiminden önce ahıra dönmesi gerekiyordur. Çünkü eski haline dönecektir. Pastayı kaçıracağına üzülüyordur ama sevdiği ata o şekilde görünmek istemiyordur ve takı merasimi bitmiştir. Tarkan'ın şarkısından onu bile duyamamıştır. Koşarak giderken pembe midilli peşinden gider. Bunlar evlenirler üç çocukları olur bir kırmızı mindirella ikincisi turuncu yastıkella üçüncüsü ise mavi battaniyella ve mutlu mesut yaşamışlar. Oya ALPER 10-G Ceren ERTÜK 10-G Çisil Buse KUZER 10-G Elif İMİR 10-G
43 İRONA 1.BÖLÜM Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken , ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, kasabanın birinde güzelliği dillere destan bir kız yaşarmış.Adı İrona'ymış.Mavi gözlü , uzun kızıl saçlı , beyaz tenli bir kızmış.İrona'nın , at arabası süren yaşlı iyi niyetli bir babası varmış.İrona babasıyla yaşar , evin düzenini sağlar ve babasına yardımcı olurmuş.Aynı kasabada yaşayan ve kendilerini belli etmeleri yasak olan iki kız kardeş yaşarmış.Cadılar kendilerini öyle iyi gizlerlermiş ki herkes onları çok iyi anlaşan iki kız kardeş sanırmış.Cadıların ülkeye yerleşme sebepleri , kendi yaşadıkları ülkenin kral ve askerleri tarafından kuşatılması olmuştur. Cadılar geleceği gördükleri için prens ile İrona'nın evleneceğini görmüş ve ülkelerini kuşatıp onlara yer vermeyen kralın intikamını almak için bir kasabaya yerleşmişlerdir. Bu nedenle intikamlarını en yakın İrona ile iyi geçinerek prensi elinden alıp kraliyete sahip olmaktır. Cadılar gece on ikiden sonra şişko, kara şapkalı , burnu uzun ve yüzlerinde benler olan çok çirkin bir hal alılar. 2.BÖLÜM İrona sabah erkenden kalkıp o mis kurabiyelerinden yapmaya karar vermiştir. Kurabiyelerin kokusu duyan babası ağır uykusundan uyanmış ve kızıyla çok güzel bir kahvaltı yapmışlardır. Babası at arabasına binip sarayın yolunu tuttuktan sonra İrona yan eve taşınan iki genç kızı ziyarete gitmeye karar vermiştir. Sizde biliyorsunuz ki bu iki genç kız cadıların ta kendisidir. İrona bunlardan habersiz kurabiyeleri alıp kapılarını çalmıştır. Cadılardan biri kapıyı açtıktan sonra İrona'yı karşısında görünce; -1.Cadı: Bize geleceğini görmüştük İrona gel içeri. -İrona: Anlamadım nasıl yani? -2.Cadı: Kardeşim biraz saftır. Sen onun kusuruna bakma lütfen. -2.cadı: İrona her şeyden habersiz içeri girer. Biraz şaşkındır ama yüzündeki gülümsemeyi eksik etmez. 2.Cadı: Gel buraya otur. İrona siyah ayakkabı şeklindeki koltuğa oturup etrafı incelemeye başlar ve söze girer. -İrona: eviniz çok tuhaf. Duvarlarınızda süpürgeler, içinde siyah kar yağan küreler çok ilginç. -1.Cadı: ne bekliyordun ki bizden. Normal insanların evleri gibi falan yapmamızı mı? İrona ayağa kalkacağı sırada başının üstünden küçük cırtlak sesli bir yarasa geçmiş ve cadıların büyük olanının omzuna konar. -İrona: Ben gitsem iyi olur. -2.Cadı: Sen kardeşime bakma! Bazen böyle saçmalayacak şeyler bulur. __ İrona: Bir sorun yok benim için. __ 2. Cadı: Yine bekleriz İrona. __1. Cadı: Evet evet. Ben biraz saçmaladım galiba. __ İrona: Neyse. Hoşçakalın.
İrona şaşkınlıklar içinde cadıların evinden çıktıktan sonra cadıların konuşmasına şahit olmuştur. __ 2. Cadı: Bundan sonra senin İronayla hiçbir şekilde konuşmanı istemiyorum. Bıraksam bütün her şeyimizi anlatacaksın. Amacımızı planlarımızı yapacaklarımızı kraldan alacağımız intikamı aslında bizim normal insanlar olmadığımızı cadı olduğumuzu gece on ikiden sonra cadıya dönüştüğümüzü benim prensle evlenmek istediğimi dahi anlatacaktın. __1. Cadı : Fazla abatmıyor musun? __2. Cadı : Hayır söylediklerim az bile. Dediğim gibi biraz daha dikkatli ol. 3. BÖLÜM İrona cadıların arasından geçen konuşmayı duyduktan sonra korka korka eve gelmiştir. Kapıyı acele bir şekilde açıp hemen eve girmiştir. Hızlı bir şekilde babasını aramaya başlamıştır. Babasının odasında uyuduğunu görür ve hemen uyandırmaya karar verir. Babasına olanları anlatıp ne yapması gerektiğini sormuştur. __ Babası: Bu günden sonra yapman gereken tek şey o kızlarla bir daha görüşmemek. Başka seçeneğin yok. __ İrona: Ya onlar benim yanıma gelirse? __ Babası: Kapının deliğinden bakıp açma kapıyı. Evde olduğunu belirterek bir şeylerde yapma ki şüphelenmesinler. Zaten uzun bir süre evdeyim ben. __İrona: Öyle mi? Neden? __ Babası: Sol kolumu incittim. __İrona: At arabasını kim kullanacak peki. Bildiğim kadarıyla kraliyet sarayının dışında yaşayan biri olarak bir tek sana güveniyorlar baba. __ Babası: Bilmiyorum kızım. At arabasını ve prensi kime emanet edebilirim ki? İrona biraz düşündükten sonra.. __İrona: Babacığım istersen ben yapabilirim. __Babası: Bilmemki İrona halledebilir misin? __İrona: Bundan kolay ne var. Küçüklüğümden beri tek kullanabildiğim şey at arabası. Sabah olur olmaz İrona kahvaltısını hazırlayıp at arabasına binip yola çıkmış. Sarayın önüne gelip beklemeye başlamış. Muhafızlardan biri; __ Muhafız: Sen kimsin? __İrona: Ben atçının kızıyım. Babamın sağ kolu incindiği ve prensi kimseye emanet edemediği için bugünlerde beni burada göreceksiniz. __Muhafız: Atçıya geçmiş olsun dileklerimizi ilet lütfen. Sen de hoş geldin. İrona gülümseyerek. __İrona: Çok teşekkürler. İrona prensin at arabasına doğru yaklaştığını görünce hemen aşağı inip kapıyı açtı. Güzelliği ile prensin ilgisi çekmişti İrona. __ Prens: Hoş geldin İrona. __ İrona: Teşekkürler efendim. Bu arada hoş bulduk.
44 Prens İrona'ya dikkatli dikkatli bakarken İrona arabayı kullanmaya başlamıştı. Prensin dalgınlığına gelmişti. Gideceği yeri çoktan geçmişlerdi. Kara yosun ormanına girdiklerini ikisi de fark etmemişti . İrona tekerleğin hızlı dönmediğini ve yavaşladığını görünce kendine geldi. Bu sırada atın bağladığı ip kopup atın kaçıp ormanın içinde kaybolmasına sebep olmuştu. Araba tökezleyerek biraz da sürtünerek ilerlemeye devam ediyordu. Biraz daha sürüklendikten sonra araba ters dönüp yuvarlandı. Sonra bir arada durdu. İrona çıkmaya çalışırken prens çoktan çıkmış olmanın şansıyla İrona'yı kurtarmaya gider. __Prens: İrona iyi misin? __ İrona: Evet ama buradan çıkamıyorum. __ Prens: Nerdesin? __ İrona: Ön tekerleğin oradayım. Bacağım buraya sıkıştı. Prens hemen koşup İrona'yı o halde görünce çok endişelenmiştir. Hem arabayı itip hem de konuşmaya çalışıyordu. __ Prens: Çok üzgünüm İrona dalmıştım. Ormana girdiğini göremedim. Güçlü bir şekilde arabayı itip İrona'nın ayağa kalkmasını sağlamıştır. __ İrona: Asıl ben üzgünüm. Keşke sizin komutunuzu beklemeden gideceğiniz yeri sorsaydım __Prens: Neyse sen iyisin değil mi? __İrona: Evet. Biraz sızlıyor. Prens İronayı bir anda kucağını alıp yürümeye başlamıştır. __ İrona: Çok utanıyorum bugün için çok özür dilerim. __Prens: Lütfen İrona sana yardım etmeme izin ver. __İrona: Nereye gidiyoruz peki? __Prens: Saraya tabi ki de. Seni bu halde eve götüremem. İrona yüzündeki solgun ifadeyi bir kenara atıp prensin gözlerinin içine bakmaya başlamıştır. Tabi prenste o iri mavi gözlerden alı koyamadı kendini. Bu sırada ormandan çıkarken cadılara rastladılar. Cadılar o sırada zehirli çileklerden topluyor bazen de ağızlarına atıp şarkı söyleyip yiyorlardı. Prens kendi kendine söylenmeye başladı Prens: Kızları uyarsak iyi olacak zehirli çileklerden yediklerinin farkında bile değiller. Dedikten sonra tam seslenecekken İrona elini prensin ağzına koyup gözlerini açarak korku ve endişe içerisinde kısık bir sesle kulağına; " Lütfen efendim. Cadılar bizi fark etmeden hızlı bir şekilde gidelim buradan."
Prens anlamaz gözlerle İrona'ya bakmaya başladı. Belki sebebini açıklar diye. İrona hemen söze girdi: -Bu iki kız bizim kasabaya yeni taşındılar. Taşınma sebepleri Kralımız efendimizden intikam almaktır. Prens: -Anlamıyorum. Babamdan neden intikam almak istesinler ki? İrona: -Kralımız askerleriyle birlikte cadıların ülkesini kuşatmışlardır. Kralımız o ülkede yaşama yasağı koymuştur. Cadıların geleceği görebilme gibi bir özellikleri cadılar bizim evleneceğimizi görmüş ve sizle beni ayırma yolları aramaya başlamışlardır bile. Prens: -Onlar cadı değil İrona, bunu sende görüyorsun. Bak normal insanlar gibi çilek topluyorlar. İrona: -Sorunda bu ya. Onlar gece on ikiden sonra cadıya dönüşüyorlar. Şunları bir izle zehirli çiçeklerden toplayıp aynı zamanlarda yiyorlar. Normal bir insan olsaydı şuanda çoktan ateşler içinde bayılıp yere düşmüştü. Ayrıca yarasalar, baykuşlar cadıların başının üstünde uçuyorlar, omuzlarına konuyorlar. Bakın şuanda gözle görülür pek bir şey yok ama bana inanın lütfen. Prens: -İrona seni daha yeni tanıdım. Ama bütün kalbimle inanıyorum. Yalnız aklıma bir şey daha takıldı. Cadılar bizim geleceğimizi görmüş öyle mi? İrona: Evet. Böyle özellikleri olduğuna inanmıyorum. -Prens: Neden? -İrona: bir prensle bir köylü kızı evlenmezde ondan. -Prens: Bu kadar emin olma İrona. Gerçekten bir aşk varsa hiçbir engel kalmaz. İrona bu sözün karşısında ne diyeceğini şaşırmış gözlerle prense bakmaya devam etti. Bakışmayı kesen bir durum olmuştu. Cadılar bir anda gökyüzünü siyah ederek ve mavi şimşekler çaktırarak. Prens ve İrona' nın yanına gelip 2. Cadı: demek buradasınız. -İrona: bu ne demek oluyor şimdi? Sizin ne işiniz var burada? -2.Cadı: Aaa İrona, güzel kız… Diyerek uzun siyah renkli tırnaklarını İronanın yanaklarına hafif deydirerek
45 -2.Cadı: Bizim geleceği gördüğümüzü biliyorsun, burada ne işimiz olduğunu da… Peki, neden soruyorsun? -İrona: geleceği görüyorsunuz madem. Niye prensle karşılaşmamıza izin verdiniz. -1.Cadı: kahrolsun ki zamanı ayarlayamıyorum. Ne olacağını göre biliyorum ama zamana yenik düşüyorum. -İrona: Geleceği bir tek sen mi görebiliyorsun? Cadılardan küçük olanı tam evet diyecekken büyük olanı sözünü kesti ve 2.Cadı: bu seni ilgilendirmez küçük şey. -Prens: yeter bu kadarı da fazla. Diyerek İronayı kucağından indirmeden ve onu daha sıkı tutarak kızlara -Çekilin önümüzden. Yoksa bu işin sonu hiç iyi olmayacak. -2. Cadı: Ah İrona sen ne şanslı şeysin. Prensle yeni tanışmanıza rağmen seni kendinden çok düşünüyor. -İrona: Bunu da görmüşsünüzdür o zaman -2. Cadı: gördük görmesine de her şeyden habersiz prensi nasıl inandırdın bak orasını anlamadım. -İrona: Demek ki bende çok iyi ayarlayabiliyorum. -Prens: İrona tamam. Gidiyoruz -2. Cadı: Dur bakalım..Bu o kadar kolay değil. İrona'nın bir yere gittiği falan yok. -1. Cadı: Evet, İrona bizimle Karanlık Kule'ye gelecek. 2. Cadı diğerine kapa çeneni der gibi bakmaya başladı ve sonra -Prens: Yok bu kadar saçmalık yeter. -İrona: Evet… Gerçekten yeter. Kendini prensin kollarına atarak "Tamam kızlar. Bundan sonra prensle görüşmek yok. Oldu mu?" dedi ve kendi kendine ilerlemeye çalıştı o incinmiş ayağıyla. -Prens: İrona dur, beni bekle lütfen. -2. Cadı: Biz de bunu anlamaya çalışıyoruz işte. İrona gitsin ve prens bizimle kalsın. İrona Prense döndü ve -İrona: Geliyor musunuz? -Prens: Elbette. Dedi ve İrona'ya doğru ilerlemeye başladı. O sırada cadılardan ikinci olanı hırsından ne yapacağını düşünmeye başladı. Aklına kaçırmak geldi. Küçük cadıdan süpürgeyi alarak kendisiyle birlikte kardeşine de süpürgeyi attı ve İronaya yaklaştı ve bir anda prensin yanında olarak süpürgeyi attı.
4. Bölüm: Sarayda sıradan günlerden bir gündü. Kral uyanıp kahvaltısını yapmış ve hızlı bir şekilde bahçıvanın yanına gitmeye koyulmuştu. -Kral: Jayson nereye gitti? -Bahçıvan: Nereye gittiği hakkında bir bilgimiz yok efendim. --Kral: Peki bakalım. Gelince derhal yanıma gönderin. --Bahçıvan: emredersiniz efendim. Kral tekrar hızlı adımlarla saraya gidip kraliçenin yanına gitti ve --Kral:Wilsem nereye gitti? Biliyor musun? --Kraliçe: Evet tabii biliyorum. --Kral: Nereye gitti peki? --Kraliçe:Jayson bu gün mektep diplomasını almaya gidiyor. --Kral:Ah … nasıl da unuttum. --Kraliçe: Bu aralar sende bir şeyler var ama bulamadım Wilsem. --Kral:N'olacak … Hep aynı şeyler , biliyorsun Kate. Kraliçe ve kral meraksız ve bir o kadar sıkıcı konuşmalarına devam ederken muhafızlardan biri kapıyı açıp efendim biri sizi görmek istiyor. --Kral: Bu odaya gelecek kadar önemli olan kişide kim? --Kraliçe:Sakin ol Wilsem… Anlarız birazdan. Kapı açıldığında odaya giren İrona'nın babası olmuştur. --Kral:Bir şey mi oldu atçı? Jayson nerede? --Atçı:Bilmiyorum efendim. Ben bugün bırakmadım prensimizi. Kolum incilmişti. İronayı gönderdim prensi olsun diye. --Kral İrona da kim? --Atçı:Kızım efendim. Bu konuşmaların üzerine prens kapıdan içeri girer. Atçı merak içinde --Atçı:Hoş geldiniz efendim. Kusura bakmayın ama İrona nerde acaba? --Prens:İronayı kaçırdılar engel olamadım. Özel güçleri vardı. Çok özür dilerim. --Kral:bir dakika ya … Bunlar ne demek oluyor Jayson. --Prens:Anlamış değilim. --Atçı:İronayı kimler niye kaçırsın anlamış değilim. --Prens:Araba kaza yapınca --Kraliçe:Ne bir de kazamı yaptınız. İyi misin bir şeyin var mı?
46 --Prens:hiçbir şeyim yok. --Atçı:Peki İrona'nın bir şeyi mi var mı? --Prens:Maalesef İrona yaralı. Dizi burkuldu. Ayağı tekerleğin altında kalmıştı. --Atçı:Ne? Birde yaralı mı ah benim zavallı kızım. Hem yaralı hem de kaçırıldı yani öyle mi? --Prens:Cadılar tarafından kaçırıldı. --Atçı:Evet. O cadılar bana anlatmıştı. Bu kadar ileri gideceklerini tahmin edemiyordum. Bilseydim İronayı dışarıya bile çıkaramazdım. --Kral:İmkansız. Bu ülkede cadıların olması imkansız. --Prens:Öyle değil işte. Bu kadınlar gece onikiden sonra cadıya dönüşüyorlar. Gündüzleri bizler gibiler. --Kral:Peki İronayı kaçırmalarının nedeni ne ? --Prens:Senden intikam almak. Ülkelerini kuşatıp onları katletmişsin. Kurtulanlar buraya cadı olarak gelmiş. Diğerlerini de öldürürken bunlar bir sihir yapıp gündüzleri bizler gibi olup geceleri cadıya dönüşüyorlar. --Atçı:Anlamıyorum. Kraldan intikam almak için neden İrona'yı kaçırıyorlar ki? --Prens:Çünkü cadılar geleceğimizi görmüşler. İrona'yla benim evleneceğimizi görmüşler. --Kraliçe:Ne? Sen bir köylü kızıyla evlenemezsin Jayson. --Prens:Lütfen bunları şimdi konuşamayız. İrona'yı bulmamız lazım. --Atçı:Ne yapabiliriz bana yardım edin lütfen. --Prens:Elbette. Bunlar benim sorumluluğum altında. Bütün muhafızlar şu anda İrona'nın kaçırıldığı ormanda arama yapıyorlar. --Atçı:Peki… her şey için çok teşekkür ederim efendim. --Prens:Lütfen, İrona için her şey yapabilirim. Gelin sizi de aramanın yapıldığı yere götüreyim. 5. bölüm Prens ve atçı aramanın yapıldığı yere gittiler. Bu sırada cadılar İrona'yı karanlık ormandaki yosunlu şatoya götürmüşler. İrona'yı şatonun en alt katındaki yüzük zindana hapsetmişlerdir. İrona sinirden ne yapacağını şaşırmış cadılara onu oradan çıkartmalarını söylüyormuş. Bu arada cadılar sihirli iksirlerinden yapıp İrona'ya içirmeyi düşünüyorlardı. Sihirli iksirin özelliği İrona'yı yok etmekti. İksiri hazırlamışlardı. Şimdi sıra İrona'ya içirmekti. İrona'ya bunu içirmenin bir yolunu arıyorlardı. Uyutup içirmek geldi akıllarına. Prenste İrona'yı bulmaya çalışıyordu. Ormanda gezerken yosunlu şatoyu gördü. İçeri girmek için biraz cesaretini topladı ve tam içeri girecekken cadıların kahkahalarını duydu. Şato çok büyüktü İrona'yı aramaya başladı. Şato o kadar büyüktü ki Prens kaybolmuştu. Cadılar planlarını gerçekleştirdi. İrona'yı uyuttu. Ağzına iksiri damlatacakken İrona uyandı. Bağırmaya başladı. Prens bağrış seslerini duydu. Ve odayı bulmaya çalışıyordu. Cadılar ise İrona'ya iksiri içirmeye çalışıyorlardı. Prens odayı buldu kapıyı açtı ve irona'yı saraya götürdü. Kraliçe "Bu kızı istemiyorum. Aldığın yere geri götür" demeye başladı. Prens aldırış etmeden çok güzel düğün hazırlıkları yapmaya başladı. Tüm halk davet edilmişti. Düğünleri oldu. Ve çok mutlu oldular. Ruken Güler 9-A
47 RÜYALARIN PERİSİ
N
az o zamanlar daha 13 yaşındaydı. Yaşının küçük olmasına rağmen çok akıllı bir kızdı. Bu olgunluğunun nedeni ise küçük yaşta annesini ve babasını bir trafik kazasında kaybetmesiydi. O olayın üstünden sadece 2 yıl geçmişti. Artık 15 yaşında bir genç kızdı. Çocuk Esirgeme Kurumunda kalıyordu. Bu yıl son akrabası olan dedesini de kaybetmişti. Kalacak kimsesi olmadığı için Çocuk Esirgeme Kurumuna gönderildi. İlk günde müdür ona çok iyi davrandı. Ona yatağını ve dolabını gösterdi. Bütün çocuklar Naz'a bakıyordu. Birkaç gün sonra her şey ortaya çıkmaya başladı. Öğretmenlerine kendini sevdirmeyi başarmıştı fakat bu sevgi birçok arkadaşının ona düşman olmasına neden oldu. Hatta hiç tanımadığı okulun en havalı kızı Gözde'nin özellikle de. Naz o gün bahçede dolaşırken kendisi hakkında konuşulduğunu duydu. Aslında bu onun duymasını sağlamak için kasıtlı bir konuşmaydı. Ama Naz bunu fark edemedi. Kızın yanına gitti. Sakin ve nazik bir biçimde kendisi hakkında neden böyle bir yargıya kapıldığını sordu. Kız bağırmaya, üstünü yırtmaya ve kendini yaralamaya başladı. Naz ne olduğunu anlayamamıştı. Kendini birden müdür'ün odasında buldu. Gözde üstünü ve yaralarını göstererek Naz'ın yaptığını söyledi. Yurtta Gözdeyi herkes tanırdı. Korktukları için doğruyu gizlemek zorunda kaldılar. Naz ceza aldı ve yatağına yatıp ağlamaya başladı. Bir ses duyunca sustu ve etrafına bakındı. Kimsenin onu bu şekilde görmesini istemiyordu. Baktı ama kimse yoktu. Tekrar ağlamaya başladı. Ve bir ses… ''Ağlama… Ağlama yavrum.'' diyordu. Etrafına baktı. Karşısında parmak boyunda uçan bir yaratık duruyordu.'' Sende kimsin? '' diye sordu. Peri olduğu kanısına vardığı yaratık konuşmaya başladı. '' Adım Rüya peri. Senin ağladığını ve üzüldüğünü
öğrendim. Çok küçük yaşta bunca yükü taşıman zaten bir mucizeydi. Sana dayanamayıp yardıma geldim. Senin koruyucu perinim. İhtiyacın olduğunda yanındayım.'' dedi. Naz çok şaşırmıştı. Böyle olayları sadece filmlerde ya da kitaplarda olur diye düşünürdü hep. Fakat şu an gerçekle karşı karşıyaydı. Silkinip kendine gelmeye ve bunun bir rüya ya da hayal olmadığına emin olmak için elini sıktı. Canı fena yanmıştı. Hayır, hayal değildi. Sonunda o da mutlu olacak, kimsesi olmayan biri olarak kalmayacaktı. Sığınacak bir liman bulmak onu çok sevindirmişti. Artık yalnız değildi. Naz'ın en küçük üzüntüsünde Rüya peri ona yardıma geliyordu. Bu şekilde zaman akıp geçiyordu. Günlerden bir gün ayrılık zamanının geldiğini acı da olsa rüya haber verdi. '' Yavrum senelerdir beraberdik Ama artık kendi ayaklarının üstünde durabilecek kadar güçlü bir kızsın artık. Bana ihtiyacı olan daha çok küçük çocuk var. '' Naz gözlerinden düşen damlalarla konuşmaya başlayacakken aniden bir ışık belirdi. Naz gözlerine inanamıyordu. Annesi tam karşısında duruyordu. Tam koşup sarılıyordu ki annesi duman olup gökyüzüne karıştı. Naz'ın gözyaşları göl olup yerle buluştu. Günler günleri kovalıyordu. Naz artık gerçekleri anlamıştı bütün hayalleri süsleyen peri yardımcı kişiler annelerdi. Rüya perinin yardımları Naz'ın kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlayacak kadardı. Evet, artık kendi ayakları üzerinde durabilecek genç ve güçlü bir kızdı. Kendisi de başka çocukların Rüya perisi olmaya karar verdi. İşlerinden arta kalan tüm zamanını hasta, yardıma muhtaç, yalnız çocuklara yardım etmeye adadı. HATİCE ÇAKI 9-B 3150
48 GÜLSENEM DEMİRCİ
SERÜVENLER ÜLKESİ
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben annemin beşiğinde tıngır mıngır sallar iken serüvenler ülkesinde bir oduncu yaşarmış. Bir karı bir koca güzelce yaşayıp gidiyorlarmış bu ülkede. Adam oduncuymuş. Geçimini ormandan kestiği ağaçlarla sağlarmış. Küçük bir kulübede yaşarlarmış. Bir gün yine ormana ağaç kesmeye gitmiş. Her zamanki gibi kesmiş odununu, koyulmuş yoluna. Tam eve gelirken adımını attığı gibi kendini yerin altındaki düşler dünyasında bulmuş. Oduncu ilk başta ne olduğunu anlamadıysa da sonradan hoşuna gitmiş. Oduncu sağ tarata bir maymun görmüş. Bu maymun bildiğiniz gibi bir maymun değilmiş yalnız. Maymunun mahareti çok fazlaymış. Maymun bizim oduncuya "Sen şanslı bir adamsın. Sana üç dilek hakkı sunuyorum. Bunu dilediğinde kullanabilirsin." demiş. Adamı yollamış düşler ülkesinden. Adam sevinçli sevinçli evinin yolunu tutmuş. Güneş sanki bir başka parlıyormuş bugün onun için. Eve gitmiş karısına olanları bir bir anlatmış. Karısını inandıramamış ilk başta ama yine de sonradan mantıklı gelmiş anlattıkları. Adam tam ekmeği almış eline ısıracağı sırada keşke şurada bir kangal sucuk olsa demiş ve ekmek sucuk olmuş birden dilek hakkını kullanan oduncu çok sevinmiş. Ancak karısı,"Bey sene yaptın? Böyle boş işlerle uğraşılır mı?" demiş. Sonra adam da sinirlenmiş. Karısına "Keşke sucuklar diline yapışsa da konuşmasan" demiş. Bir de bakmışlar ki sucuklar kadının diline yapışmış. Kadın ah demiş vah demiş çıkaramamış dilinden sucukları dilinden. En sonunda kocası k a r ı s ı n a dayanamayıp " Karımın dilinden sucuklar kurtulsun." demiş. Sucuklar kadının dilinden ayrılmış. Kadın da kocasına teşekkür etmiş. Üç dilek hakkını da kullanan çift çok pişman olmuş. Kadın ilk başta saray ve çokça para istese de sonradan her ş e y i n mutluluktan ve sağlıktan i b a r e t o l d u ğ u n u anlamış. Oduncu da karısının bu düşüncesine çok sevinmiş. Oduncu eskisi gibi o d u n toplamaya devam etmiş. Karısı da evde sıcak bir ç o r b a y a p a r a k kendilerini geçindirip gitmişler. BÜŞRA ONGUN 10-G 3162
49 MERAL GÜZELLİ
SONSUZLUĞA GİDEN YOL
Ç
ok çok zaman önce Aros ve Veros adında iki ada varmış. Aros adasının çevresinde süs balıkları, Veros adasın da çılgın köpek balıkları yaşarmış. Süs balıkları ve çılgın köpek balıkları arasında yüzyıllardır süren bir töre davası varmış. Çünkü köpek balıklarının büyük babası süs balıklarının büyük anneannesini yüzyıllar önce yutmuş. Bu balıklar aynı geçitleri kullanmaz, aynı yerlerde yaşamaz, birbirlerinden kız alıp kız vermezlermiş. Günler günleri, haftalar haftaları, haftalar yılları kovalamış. Veros adasının prensi Çetos iyimser, cesur ve bir o kadar da yakışıklıymış. Günlerden bir gün kral çetesine Aros adasını yok etmesini ve süslü balıklardan eser bırakmamasını emretmiştir. Ama Çetos bu emre uymamış Kral'a karşı gelmiş. Aros adasıyla aralarındaki bu davaların bitmesini istiyormuş. Bu şekilde hiçbir şeyin çözülmeyeceğini biliyormuş. Kral'la şiddetli bir şekilde kavga etmiş. Aralarında artık bir mesafe oluşmuş. Çocukluğundan beri merak ettiği fakat hiç gidemediği hep hayallerinde canlandırdığı Aros adasına gitme hayaline kapılmış. Aros adasına nasıl gideceğini, nasıl yaşayacağını, kendisini nasıl kabul ettireceğini düşünerek harekete geçmiş. Gel zaman git zaman kararını vermiş ve bir gün Aros adasına gitmeye koyulmuştur. Kâh vazgeçip dönmek istemiş, kah Aros adasına ulaşmak istemiş. Veros adasının çıkış kapısındaki çakma bekçileri atlatıp Aros adasına doğru yola koyulmuş. Sonunda Aros adasına ulaşmış. Aros adasının az dışında gizli saklı yaşamaya başlamış. Aç kaldığında çevreyi gezinir, yosun, solucan, ahtapot yakalarmış. Günler böylelikle geçiyormuş. Günlerden bir gün Aros adasının biricik prensesi Selena, can dostu olan Edü ile Büdü' yü de yanına alarak Aros adasını gezmeye çıkıp kafa dinlemek istemiş. Çetos da bu duruma daha fazla dayanamayıp Aros adasına gidip kendini kabullendirmeye karar vermiş.
Çetos yolda giderken sağ tarafında apaçi dansı yapan yengeçler, sol tarafında rap yapan sevimli balinalar, en alt tarafta test çözen kurbağalara rastlamış. Bu gördüklerine çok şaşırmış bunlardan hiç birini Veros adasında hiç görmemiş. Karşı taraftan gözüne ince ince pırıltılar çarpmış. Şaşkınlığıda git gide artıyormuş. Karşıdan gelen Prenses Selena ve arkadaşları imiş. Çetos Prenses Selena ya ilk görüşte âşık olmuş. Prenses Selena ve arkadaşları Çetos'u fark edince çok korkup kaçmışlar. Büyüklerinin anlattıkları gelmiş hepsinin aklına. Çetos bu duruma çok üzülmüş ve onları takip etmeye başlamış. Onlara seslenmiş, kendisinin nasıl biri olduğunu anlatmaya çalışıyormuş ama başaramamış. Peşlerinden koşarken Çetos batık bir geminin içine sıkışmış ve yaralanmış." Kurtarın kurtarın, ölüyorum."diyerek yardım istemiş. Bu duruma daha fazla dayanamayan Prenses Selena ve arkadaşları Çetos'a yardım etmiş. Çetos'un durumu iyi değilmiş. Alıp onu güvenli bir yere götüdüler ve sahip çıkmışlar. Gel zaman git zaman Çetos'un nasıl biri olduğunu anlamışlar ve arkadaş olmuşlar. Çetos, yavaş yavaş iyileşiyormuş. Prenses Selena'ya olan aşkı da giderek artıyormuş. Ona bambaşka hayranlık duyuyormuş. Çetos iyileşmiş ve kendisinin nasıl biri olduğunu ve niçin Aros adasına geldiğini uzun uzun anlatmış. Prenses Selena ve arkadaşları Çetos'u tanımış ve onu aralarına kabul etmişler. Yalnız Prenses Selena da Çetos'un konuşmalarından ve görüşmelerinden çok etkilenmiş ve Çetos'a ilgi göstermeye başlamış. Gel zaman git zaman, görüşmüşler, konuşmuşlar beraber vakit geçirmişler, Prenses Selena da Çetos'a aşık olmuş. Çetos bu durumdan habersizmiş ama arkadaş olduklarına çok seviniyormuş. Birbirlerine olan aşklarını itiraf etmişler. Beraber çok güzel vakit geçirmişler, gezmişler, eğlenmişler ve çok güzel hayaller kurmuşlar.
50 Veros adasının kralı Çetos'u çok merak ediyormuş. Hayattaki tek varlığı olan biricik oğlunu aylardır g ö r m ü y o r m u ş . Ve z i r l e r i n e , askerlerine Çetos'u bulmaları için emir vermiş. Her yer didik didik aranmış ama Çetos'u kimseler bulamamış. Kral oğlunu öldürdüklerini ve yok ettiklerini düşünmüş ve ümitsizliğe kapılmış. Aylar geçer, Yıllar geçer… Çetos, Aros adasına çok alışmış. Kimseye gözükmeden yaşamaya devam etmeye çalışmış. Aros adasının kralı kızının her gün nereye gittiğini çok merak edermiş. Prenses Selena'ya çok güvenirmiş. Prenses Selena bu duruma çok üzülmeye başlamış. Hem ailesinden habersiz bir şeyler yapmaktan, hem de Çetos'un böyle gizli saklı yaşamasından çok huzursuzmuş. Bu durumdan kurtulmak için çözüm yolları aramış, bulamamış. Babasına bu durumu anlatsa, aşklarına karşı çıkıp öfkeyle kendisini odasına kapattırıp başına iki tane bekçi dikeceğini bilirmiş. Aradan çok çok zamanlar geçer.. Prenses Selena ve Prens Çetos, dayanamazlar ve her şeyi göze alarak Aros adasının kralı olan Selena'nın babasının huzuruna çıkmaya karar vermişler. Kralın huzuruna çıkmışlar. Babası kızını bu durumda görünce öfkelenmiş ama olanı biteni bilmek istemiş. Birbirlerine olan aşklarının ve uzun zamandır görüştüklerini Çetos'un gizlice orada yaşadığını anlatmışlar. Kral bu duruma çok öfkelenmiş. Dayanamamış ve Çetos'u karanlık zindanlara kapattırmış. Prenses Selena'yı ise odasına kapattırıp başına da iki bekçi koymuş. Prenses
Selena, bunların olacağını bildiği halde aşkına sahip çıkmış ve sabretmiş. Bu duruma Aros adasının Yaşlı Bilge Kaplumbağası çok üzülmüş. Aşıkların birbirlerine kavuşmaları için elimden geleni yapmış. Aşk'ın kişi, durum, düşmanlık tanımadığını bilirmiş. Yaşlı Bilge Kaplumbağa çözüm yolları aramış ve sonunda bulmuş. Prenses Selena'nın arkadaşları Edü ile Büdü'yü yanına çağırtmış. Olanı biteni ve yapmaları gerekenleri anlatmış. Geç saatlerde Yaşlı Bilge Kaplumbağa'nın evinde buluşup Saraya gidip Prenses Selena'yı kurtaracakları gün gelmiş. Buluşmuşlar. Edü ile Büdü, saraya bahçe kapısından girmişler. Bekçileri bağlamışlar ve Bilge Kaplumbağa 'da Prenses Selena'yı kurtarıp saraydan kaçırmış. Prenses Selena dostlarına ve Yaşlı Kaplumbağa'ya minnet duymuş. Sırada Çetos'u kurtarmak varmış. Ama bu Selena'yı kurtarmak kadar kolay değilmiş. Çetos'u karanlık zindanlara kapatıp işkence etmişler. Bilge Yaşlı Kaplumbağa, Aros adasında sevilen, sayılan ve herkes tarafından tanınan biriymiş. Bilge Kaplumbağa'nın küçük yeğeni Karanlık zindanlarda çakma bekçiymiş. Bekçi, büyük babasını orada görünce çok şaşırmış ve niçin burada olduğunu sormuş. Bilge Kaplumbağa durumu anlatmış. Yalvar yakar, ısrar kıyamet derken bekçi aşıkların bu haline dayanamamış ve Çetos'u karanlıklardan kaçmasına müsaade etmiş. İki aşık birbirlerine kavuşmuşlar. Artık bir engel kalmadığını zannedip Aros adasından uzaklaşmışlar. Ama bilmedikleri asıl olayların bundan sonra başlayacağıymış.
51 Prens Çetos ve Prenses Selena dostları ve Yaşlı Bilge Kaplumbağa'dan teşekkür etmişler ve sonsuzluğa doğru yollarını devam etmişler. Çetos artık Aros adasında yaşayamayacaklarını anlatmış ve Veros adasına gitmeye karar vermiş. Başka çareleri yokmuş. Zaten hem Veros adasını hem ailesini hem arkadaşlarını hem de akrabalarını çok özlemiş. Veros adasına gitmek için yola koyulmuşlar.veros adasına varırlar ve babasının yanına gitmişler. Babası, Çetos'un geldiğini görünce kendini tutamamış ve ağlamaya başlamıştı. Bunlar sevinç gözyaşlarıymış. Yıllardır çoğalan özlemini bir anda içinden atmış. Ta kii Prenses Selena'yı oğlunun yanıda görene kadar. Prenses Selena, Büyükannesine çok benziyormuş. Onu görünce hemen tanımış. Çok duygulanır çünkü Selena ile aralarlında geçenleri anlamış. Birbirlerine olan aşklarını ve asla birbirlerinden vazgeçmeyeceklerini söyler. Çetos'un babası da duruma çok üzülür ama bu durumun imkansız olduğunu ve asla gerçekleşmeyeceğini, üstüne de iç dış savaşların çıkacağını söyler. Saraydan atmıştır Çetos ve Selena'yı. Artık yapacak bir şey kalmamış. Yalnızlığa mahkumdurlar, artık sığınacakları bir evleri, bir aileleri yokmuş. Birbirlerine sımsıkı kenetlenip uzak diyarlara gitmişler. Bir daha kimseler onları bulamaz. Aramışlar aramışlar ama bulamamışlar. Genç çift kendilerine çok uzaklarda bir hayat kurmak istemişler. Kaçarken başlarına binbir türü bela gelmiş be en son söylenti ikisinin de bir geminin pervanesine takılıp öldükleri biçimindeymiş.
Bu yaşlı ortam Aros adasındaki balıkların soyunu tüketme aşamasına getirmiş. Özlem gittikçe artmış, içleri acımış, çok yıpranmışlar. Veros adasında da durum çok farklı değilmiş. Kralın tek varlığı biricik oğluymuş. Artık dayanamamış ve Aros adasına barış sağlamaya gitmiş. Çetos ve Selena'nın oraya sığındıklarını sanıyormuş. Kral ve Kraliçe'nin yanına çıkmış. Kraliçe'nin hastalığının ağır olduğunu öğrenmiş. Selena'nın babasıyla konuşmuş. Veros adasının kralı birbiriyle eşit olmadıklarını, ama artık aralarındaki düşmanlığın bitmesini istemiş. Ama Aros Adasının Kralı bu durumun bitmesini gerçekten istiyormuş ama kabullenememiş bu durumu. Aralarındaki bu yaraların iyileşmeyeceğini biliyormuş. "Siz bizden her zaman üstünsünüz ve üstün kalacaksınız. Güçlüsünüz ve hep kazanan sizsiniz ben büyükanneme ihanet edemem."diyerek bu durumu reddetmiş. Bu barışın imkânsız olduğunu ve yaşananların hiçbir zaman, unutulmayacağını, affedildiğinde tekrar tekrar gerçekleşeceğini söylemiş. Hayatta herkes var oluş şartlarına göre birbirlerinden ayırırlar. Davul bile dengi denginedir, demiş. Dengesiz ilişkilerin her zaman hüsranlar sonlanacağını söylemiş. İnsanlığın da bu hikayeden ders çıkarmasını dilemiş.
BAŞUCUNDAKİ TELEFON için anahtar " Biz balık aklımızla ölçtük biçtik, buna
Prenses Selena'nın annesi kızını çok özlemiş. Özlemine dayanamayıp hastalanmış yataklara düşmüş. Yaşamasının bir anlamı yokmuş artık. Bu durum kralı ve diğer herkesi çok üzmüş. Kral karısının bu durumda olmasına dayanamamış.
karar verdik. Siz üstün insanlar, bizden daha akıllı varlıklar olarak savaşmanın gereksizliğini, sevginin her şeyden üstün olduğunu bizden daha iyi bilirsiniz."demiş. Şeyma TÜRKAN 10/F 4020
52 Su Perisi
B
ir varmış bir yokmuş, Allah'ın kulu çokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken anam bu işten çok şikâyetçiymiş. Diğer periler hep birlikte eğlenirken su perisi hep yalnız oturur, kimseyle arkadaşlık kurmazmış. Çünkü diğer periler ona göre çok kötüymüş. Annesini uzun zaman önce bir köpekbalığı yemiş, babası da su perisini doğururken ölmüş. Masal bu ya su perilerini babaları doğururmuş. Su perisi yine mutsuz bir şekilde gezerken yukarıdan güneşin ışığı vurmuş. Bu da su perisinin dikkatini çekmiş. Işığa doğru su yüzüne çıkmış, O arada etrafa doğru bakarken prensi görmüş. Kendi kendine ne kadar yakışıklı diye söylenirken, prens sesi duymuş ve sesi o kadar narin ve kibar ki prensin dikkatini çekmiş. Sese doğru gitmiş. Orada gözlerini kamaştıran bir güzellikle karşılaşmış. Uzun sarı saçları, mavi gözleri pembe entarisiyle prensin dikkatini çekmeyi başarmış su perisi. Prens ve su perisi birbirlerine aşık olmuşlar, fakat birleşmelerine imkan yokmuş, çünkü zamanında üvey kardeşi su perisinin güzelliğini kıskandığı için, ona sudan çıkamama büyüsü yapmış. Ömür boyu suda yaşayacakmış. Ancak bir şey kurtarabilirmiş onu o da… Bir gün yine su perisi prensi görmek umuduyla yüzeye çıkmış. Prens de onu görmek umuduyla gelmiş. Prens su perisini görünce ona: -Ey denizin derinliklerinden gelen Binnur mavisi ışık bana adını bağışlar mısın? Su perisi: Ben Su perisiyim, ya siz kimsiniz? Ben şu arkamda gördüğün koca sarayın prensiyim. Güzelliğinizle büyülediniz beni. O anda büyüsünün etkisiyle su perisi, nefes almakta zorlanmış "Prensim tekrar döneceğim " demiş ve gözden kaybolmuş. Ve su perisi evine gittiğinde oturup kara kara düşünmüş. Bu aşkın imkânsız olduğunu düşünerekten buralardan gitmeye karar vermiş. Hiç bir şeyini almadan yola koyulmuş Az gitmiş uz gitmiş dalgalara bata çıka gitmiş. Sonunda kendine yaşayacak bir ortam bulduğuna inanmış ve yerleşmiş. Tam uykuya dalmışken acılar içinde kıvranan bir ses duymuş. Kafasını su yüzeyine çıkarmış ve meraklı gözleriyle bakmış. Bir de ne görsün! Çalılar arasına sıkışmış bir bülbül! Hemen sarı uzun saçlarını bülbüle uzatmış. Bülbül tutunarak yere inmiş. Ve su perisine teşekkür etmiş. Bu iyiliğin karşılığını ödemek istemiş. Su perisinin bu mutsuz halinin nedenini sormuş ve Su Perisi başlamış anlatmaya: -Ben bir su perisiyim, annemi ve babamı kaybettim. Üvey kardeşim zamanında bana büyü yaptı. Sudan çıkamaz oldum. Başımı çıkarttığımda yirmi saniyeden fazla duramıyorum ve imkânsız bir aşka kapıldım, bülbül kardeş. Bir
prense âşık oldum. O koskoca bir prens bense daha sudan bile çıkamayan işe yaramaz bir su perisi. Bülbül: Öyle deme sen çok iyi birine benziyorsun. Su perisinin yüzü asık bir biçimde sulara geri dönmek zorunda kaldı. Bu arada prens su perisinin artık su yüzüne çıkmadığını görünce onu öldü sanmış yataklara düşmüştür kahrından. Babası onun bu halini hiç anlamamıştır. -Ah benim yakışıklı biricik oğlum, ne oldu sana söyle belki derdine derman olurum. -Benim derdime ondan başka kimse derman olamaz babacığım, onu getirin bana. -O kimdir oğlum? -Âşık olduğum kız. -Kime âşıksın oğlum söyle hemen getirteyim. Oğlumu yataklara düşüren kızı bir göreyim. -Baba o bir su perisi imkânsız olsa da ben ona âşık oldum. -Nee! Su perisi mi? Kesinlikle olmaz. Sarayımıza yakışacak bir prenses bulamadın mı? -Ah baba aşık oldum diyorum anlamıyor musun? Onu bulun bana yoksa öleceğim… Babası bu işe ne kadar karşı olsa da hemen adamlarına su perisini bulmalarını emretmiş. Diğer tarafta su perisinin bu halini gören bülbül ona yardım etmek ister. Küçük bülbül gördüğü iyiliğin karşılığını ödemek için gördüğü bildiği tüm bilgelerin kapısını çalar. Sonunda onun derdine çare olacak bir bilge bulmuş. İyiliksever bülbül derdini gamlı baykuşa anlatmış. Gamlı baykuş ormanın hatırı sayılır büyücülerindenmiş. Nefretle yapılmış bir büyünün ancak çok güçlü bir sevgiyle bozulabileceğini bunun için içten gelen gözyaşlarının şart olduğunu söylemiş. Küçük bülbül arkadaşlarıyla küçük bir ekip kurar, ekip önce prensi arar ve prensin sarayına gitmiş. Krala oğlunun iyileşmesi için sevgisini açık açık ifade etmesini söyler. Buna razı olan kral oğlunun onlarla gitmesine izin verir. Ve hep beraber su perisini aramaya başlamışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Su perisini su üzerinde can çekişirken bulmuşlar. Sevdiğinin ölümle pençeleştiğini gören prens su perisinin üstüne kapanıp ağlamış. Gözyaşları su perisinin üzerine damlamış, derin bir nefes alan su perisi artık insana dönüşmüştür. Güzelliğiyle her tarafı büyüleyen su perisine prens hemen sarılır ve onu saraya götürmüş. Kırk gün kırk gece düğün yapılmış ve mutlu mesut yaşamışlar. Gökten üç elma düşmüş; biri anlatana, biri dinleyene diğeri de aşka gönül veren herkese. Muteber Ataman 10- G Şeyma Nur Hançerli 10-F
53 TAHT KAVGASI
B
ir varmış bir yokmuş sene bin dokuz yüz çift sıfır. Gündüzleri köpekbalıkları deniz dibi kıraathanesinde okey oynarlarmış, develer bulutların arasındaki gökkuşağı diskosunda dans ederlermiş. İnekler çayır kütüphanesinde test çözerlermiş, geceleri de hepsi düşler ormanında buluşurlarmış. Ormanın kralı yaşlı bilge karıncanın rakibi Genç Osman aman genç aslanmış. Genç aslanın yaşlı bilge karıncanın tahtında gözü varmış. Tüm hayvanlar her gece olduğu gibi tine toplanmışlar. Ama yaşlı karınca hasta olduğu için bu geceki toplantıya katılamamış. Her gece olduğu gibi develer, inekler, aslanlar, penguenler ve komik duruma düşmeyi göze alıp su yüzüne çıkmak için komik kıyafetler giyen köpekbalıkları da ordaymış. Bu yüzden herkes onlara saygı duyarmış. Develerin açtığı apaçi müziği ile bütün orman dans etmeye başlamış. İneklerde apaçi müziğinin ritmine katılıp herkese süt ikram etmişler. Aslan bir anda gelip müziği kapatmış. Herkes aslana çıkışınca elinde getirdiği fermanı okumaya başlamış. Karıncanın gece eğlencelerini yasakladığını ve deniz dibi kıraathanesi ile gökkuşağı diskosunun kapatıldığını söylemiş. Tüm hayvanlar özellikle köpek balıkları ve develer bu fermana karşı çıkmışlar. Hepsi bilge karıncanın bu anlamsız kararına çok şaşırmışlar ve hep birlikte düşünüp Bilge krala aslanı göndermeye karar vermişler. Tabi fikir aslanın işine gelmiş ve pis pis sırıtarak ormandan uzaklaşmış. Aklında sinsi fikirler dolaşan genç aslan kendi kendine karıncanın ağzından bir bildirge daha hazırlamış. Bu arada bilge karınca da toparlanmaya başlamış ve elli iki katlı muhteşem sarayının elli birinci katından ormanı seyrediyormuş. Ormandaki karışıklığı fark etmiş fakat daha tam anlamıyla iyileşemediği için toplantılara katılamıyormuş ve bu yüzden sinsi aslanın planlarından habersizmiş. Aslan da bilge kralın tahtına geçme hayali ile hazırladığı fermanla toplantıya doğru yol almaya başlamış. Orman halkı da toplanmış aslanı bekliyormuş. Genç Aslan hiç görüşmediği halde bilge karıncanın ağzından daha sert bir ferman hazırlar. Bu fermanla meydandaki kürsüye çıkar ve maddeleri okumaya başlar. Meraklar kendini izleyen kalabalığı ilk maddeyi okur. 1)Deniz dibi kıraathanesi bir daha açılmamak üzere mühürlenmiştir. Bunu duyan köpek balıkları çılgına dönmüşler. 2)Gökkuşağı diskosu kapatılmıştır. Develerde köpek balıklarıyla hep bir ağızdan bağrışmaya başlamışlar. Bilge karınca tüm olanlardan habersiz muhteşem sarayının ellinci katında hasta yatağında pileysteyşın oynuyormuş. 3)Gece toplantıları artık haftada bir güne indirilmiştir. Toplantıya katılmak içinde bilge kraldan yazılı izin alınacaktır. Tüm hayvanlar hep bir ağızdan bu kadar da olmaz diye bağrışmaya başlamışlar genç aslan son madde olan dördüncü maddeyi okumaya başlamış. 4) Haftada altı gün sokağa çıkma yasağı getirilmiştir. Bu son maddeden sonra iş iyice çığırından çıkmıştır. Bilge kralı çok seven düşler ormanı halkı bir anda öfke ve nefret duymaya başlamış genç aslan ise amacına ulaşmanın verdiği mutluluk ve hırsla halkı dolduruşa getirmeye devam ediyormuş. Ormanda tüm bunlar olup biterken elli iki katlı muhteşem saraydan bilge kralın pıleysteyşını çalınmıştır. Bu duruma çok üzülen bilge kral hafız tilkilere tam sarayını aramalarını emretmiştir. İz peşindeki hafiye tilkiler tüm sarayı aramışlar
taramışlar hırsızları bulmuşlar. Pıleysteyşını çalan sürekli arkalarında iz bırakan beceriksiz hırsız salyangozlarmış. Hafızlar hırsız salyangozları bilge kralın huzuruna çıkarmışlar. Ne ceza vereceğini düşünen bilge kral sonunda ne yapacağına karar vermiş ve hırsız salyangozları halkın içinde olup bitenleri kendisine haber vermesi için serbest bırakmış. Bu arada genç aslan da sosyal alanda kötü planlarını sürdürüyormuş. Feeysbuk şifresini ele geçirmiştir karıncanın. İnternet bağlantısı koptuğu için ruhu bile duymamış. Aslan bilge kralın feeysbukunu karıştırırken mesajlarını okumuş ve halkın paylaştığı sırlarını duvarında paylaşmış.Feeysbukta bunu gören halk sokaklara dökülmüş, köpek balıkları da bilge karıncaya dur demek için , halkı ormanın meydanında toplamış.Hep birlikte düşünüp sarayın önünde kral karıncayı protesto etmek için ün belirlemişler.İki gün sonra yani salı günü saat üçte meydanda toplanıp saraya gideceklermiş.Bunu duyan hırsız salyangozlar hemen gidip bilge krala haber vermişler. Sadrazam hekır kirpi bilge kralın feeysbuk şifresinin çalındığını anlamış. IP adresinden çalan kişiyi bulmaya çalışmış çalışmaları sonucu çalan kişinin Genç aslan olduğunu anlamış. Heykır kirpi Bilge Krala gidip anlatmış. Bilge Kral da profesyonel bir ekip toplatıp mobese kameralarından tüm ormanı incelemeye başlamış. Özellikle de Genç Aslanın yaptıklarını yani gizli gizli Karıncanın ağzından ferman yazarken ki görüntülerini incelemişler. Ve her şey ortaya çıkmış. Bilge Kral hemen hafızları çağırmış ve Genç Aslanı huzuruna getirmelerini emretmiş. Ama hafızlar buna itiraz etmişler. Yarın saat üçte orman halkının saray önünde toplanacaklarını hatırlatmışlar. Bilge Kral ne yapacağına karar vermiş. Heykır Kirpi'ye bu görüntüleri bir flaş belleğe aktarmasını emretmiş. Heykır, Bilge Kral'ın emrini yerine getirmiş. Salı sabahı erken kalkan Bilge Kral hafızlara sarayın bahçesindeki duvara bir projeksiyon yansıtmalarını söylemiş. Hafızlar Kralın söylediğini yerine getirmiş. Saat üçe on kala ormanın başında görünmüş. Genç Aslan en önde diğer hayvanlarda arkasından onu takip ediyorlarmış. Bilge Kral da sarayın sekizince katından onları izliyormuş. Genç Aslanla konuşma yapmak için kürsüye çıkmış. Karınca'nın aşağı inmesini beklerken Heykır Kirpi vidyoyu başlatmış. Aslan arkasındaki yansımadan habersiz konuşmaya devam ediyormuş. Vidyoyu izleyen halk linç etmek için Aslan'a doğru yürürken Karınca çıkmış önlerine ve engel olmuş onlara. Bunu yapamamaları gerektiğini söylemiş ve konuşmaya başlamış. "Liderlikte en önemli özellik, hizmet ve dürüstlüktür. Fiziksel görünüş ve konuşma gücü pek de önemli değildir. Siz aslanın etkileyici sözlerine kandınız. Sizi bana kışkırtmasına izin verdiniz. Demek ki bana güveniniz, inancınız bu kadarmış. Bana güvenmeyen bir topluluğa daha fazla liderlik yapamam. Benden bu kadar! Sonra Aslana dönüp: "İstediğin oldu." diyerek başındaki kavuğu iki elinin arasına alarak kürsünün üzerine bırakmış. Basamakları birer birer inerken halk itiraz etmiş. Bilge Kral'ı omuzlarının üzerine alıp tekrar tahta oturtmuşlar. Köpek balığı kürsü üzerindeki kabuğu alıp Karıncanın başına oturtmuş. Arkasına dönen halk Genç Aslan'ın ormanın çıkışına doğru koştuğunu görmüş. Aslan ormandan gidince her şey yoluna girmiş. Tüm halk yeniden gülüp eğlenmeye devam etmiş. ESMA ALTUNYALDIZ(10-G ) ŞAHİN CAN GÜMÜŞ (10-F )
54 ŞİRAZETTİN ZIP ZIP VE 2 KAFADAR
Ş
irazettin Zıp Zıp sanal alemde yenilmez bir kahramanmış. Şirazettin'i neredeyse facebook ve twiter in tamamı takip ediyormuş. Bu kahramanın kullanıcısının kim olduğu bilinmiyormuş. Bilinmesi de imkânsızmış zaten çünkü o kendi kendini yöneten tek amacı sanal âlemden kurtulup dünyayı ele geçirmek olan bir virüsmüş. Bazen patavatsız bazen sempatik tam bir zıpzıpmış. Sanal âlemden kurtulması dünyadaki iki kafadara bağlıymış. Şirazet tin' in bu iki kişiye ulaşması pek de zor olmamış. Açtığı fake hesaplarla ve her erkeğin hayalini kurduğu taş olarak tabir ettiğimiz kız resimleri koyarak bu gençleri kendine aşık etmiş. Bu gençler Şahin ve Emre adında iki kafadarmış. Kafadarlar olan bitenden habersiz ilişki durumlarını var olarak değiştirmişler .Emre kendini iyice kaptırmış ve duvarına Melike J yazmaya başlamış. Şahin ise durumu anlamaya başlamış. Emre'yi uyarmaya gitmiş .Melike J nin sahte olduğunu ve Emre ile dalga geçildiğini söylemiş. Emre bunlara inanmak istemediği için çok mutlu olduğunu ve Şahinin onun kıskandığını söylemiş.Şahin bunları duyunca sinirden deliye dönmüş ve cebinden çıkardığı balyozla Emre'nin kafasına tam otuz üç kere vurmuş.Emre kafasına aldığı darbelerin etkisiyle kendine gelmiş ve doğruyu bulmuş .İki kafadar bu terbiyesizin kim olduğunu bulmaya karar vermiş. İki ayrı hesaptan Melike J 'nin profilini saatlerce incelemişler. Melike J' nin beğendiği tek sayfa ''Şirazettin Zıp Zıp Acılı Baklava Tadında Paylaşımlar'' olduğunu anlamışlar. Şirazettin olan biteni Emre'nin web camından izliyormuş. Ve ekranda 5 saniyelik bir karartı belirmiş. Emre tam reset düğmesine basıyormuş ki ekranda bir surat belirmiş siz deyin Testere biz diyelim Joker. Onu sanal alemden kurtarmaları gerektiğini dünyaya sahip olacağını Şahin'e Asya'yı Emre'ye Afrika'yı vereceğini söylemiş. Emre ve Şahin bir istekleri olduğunu söylemiş.Emre kendine görünmezlik ve çok zeki bir kız arkadaş istemiş. Şahin ise kendine güç ve zeki bir kız arkadaş istemiş. Şirazettin onlara bu güçleri ve kız arkadaşları vereceğini ancak yedi gün içinde onu çıkaramazlarsa onları ellerinden alacağını söylemiş. Kafadarlar ve zeki arkadaşları gecelerini gündüzlerine katıp çalışmışlar.Altıncı günün sonunda kızlar dışarı çıkmış ve dünyayı gezmeye başlamışlar. Bu arada kafadarlar Şirazettini çıkarmaya başlamış. Şirazettin tam üç metre boyunda yüz altmış altı kilo bir yaratıkmış. Kafası sağdan bakıldığında at kafasına soldan bakıldığında Justin Bieber'e benziyormuş.Şirazettin iki kafadarı lazer ipiyle bağlamış ve dünyayı ele geçirmeye başlamış.Şirazettin hep hayalini kurduğu dünyanın merkezindeki kral koltuğuna oturmuş. Bu arada zeki kızlar eve dönmüş. Kafadarları lazer iplerle bağlı görünce şok olmuşlar. Şahin gücünü kullanarak ipleri koparmaya çalışmış ama başarılı olamamış. Zeki kızlar kendi aralarında konuşmuşlar. Mutfağa gidip bir salatalığı ikiye bölmüşler bolca tuzladıktan sonda
getirip lazer iplere sürmüşler . Lazer ipler bir anda yok olmuş. Kafadarlar bu duruma çok sinirlenmiş . Şirazettini bulup onu sanal aleme geri sokmaya karar vermişler. Dünyanın merkezine doğru yola çıkmışlar.Dünyanın merkezine ulaştıklarında karşılarına üç kapı çıkmış. Bu kapılardan ikisi timsah havuzuna bir tanesi ise Şirazettin'in yanına gidiyormuş. Kafadarlar aralarında anlaşmış ve zeki kızlardan birini bir kapıya diğerini diğer kapıya yollamışlar. Kızlar kapıdan geçer geçmez kendilerini timsah havuzunda bulmuşlar. Kafadarlar kızları geride bırakıp doğru kapıdan içeri girmişler. Şirazettinin karşısına dikilmişler . Şahin : ''Bize söz verdin Asya'yı ve Afrika' istiyoruz . Eğer seve seve vermezsen zorla alırız''demiş ve Şirazettin'in suratına sert bir yumruk atmış. Şirazettin'in sakin anına geldikleri için şanslı sayılırlarmış. Şirazettin onları öldürmek yerine özel güçlerini ellerinde alıp evlerine ışınlamış. Eğer bir daha karşıma çıkarsanız elimden bu kadar kolay kurtulamazsınız diyerek tehtit etmiş.Kafadarlar kendilerini bir anda evde bulunca bilgisayarlarının başına geçmişler. Birbirlerine ulaşmışlar. Şahinin evinde buluşmaya karar vermişler. Emre geldiğinde Şahin çoktan planını hazırlamıştır bile. Emre'yi içeri alır almaz başlamış anlatmaya.Şahin: ''Şimdi Şirazettin sanal alemdeyken en korktuğu şeyin salatalık olduğunu söylememişmiydi.Lazer iplerle bağlandığımızda ipleri tuzlu salatalıkla kesmedik mi ? '' demiş.Emre hemen bir saksı ve salatalık tohumu getirmiş. Salatalık tohumlarını toprağa koyduktan sonra biraz da su dökmüşler. İkisi aynanda tüm güçleriyle toprağa üflemişler. Bir anda saksıdan üç metre uzunluğunda bir salatalık çıkmış.Evde bu salatalığı tuzlamaya yetecek kadar tuz yokmuş. Şirazettin bu kafadarlarla ticaret yapmayıda yasaklamıştır dünyaya. Emre hemen babasının arabasını alıp gelmiş . Salatalığı arka koltuğa koyduktan sonra Tuz Gölüne doğru yola çıkmışlar.Tuz Gölüne vardıklarında salatalığı kucaklayıp Tuz Gölünün içine dalmışlar. Salatalığı iyice tuzladıktan sonra Şirazettinin merkezine gitmişler . Karşılarına o üç kapı tekrar çıkmış.Bu sefer hata yapma şansları yokmuş. Hiç düşünmeden aynanda ikinci kapıdan içeri dalmışlar. Kendilerini timsah havuzunda olduklarını sanmışlar.Kafalarını kaldırdıklarında salatalıktan korkup köşeye saklanmış olan Şirazettini görmüşler. Ayağa kalkmışlar. Şahin : '' Rahat ol Şiro dünyanın yönetimi artık Türklerin elinde''demiş . Emrede dev salatalığı Şirazettinin üstüne fırlatmış. Şirazettin tuzlu salatalığın etkisiyle yok olmuş. Kafadarlar o günden sonra dünyanın tek sahibi olmuşlar. Kurdukları dünya devletini bayrağını Türk bayrağı yapmışlar ve o bayrak sonsuza kadar orda dalgalanmış. ŞAHİNCAN GÜMÜŞ AYÇA FİDAN EMRE KAYA ELİFDEMİRKOL 10/F
55 UÇAKİP Sokaktan bir ejderha tuttum. Boğazını sıkıyordum. Ejderha acı çekiyordu. Ama ben bundan zevk alıyordum. Birden ejderhanın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Buna dayanamadım ve ejderhayı bıraktım. Artık o benim can dostum olmuştu. Ona yaptığım eziyetten dolayı kendimi hiç affedemiyordum. Uzun zaman geçmişti. Dışarıya çıktım. İnsanların bazıları ejderhalarına binmiş geziyordu. Bazıları, ejderhalarına benzin yükletiyordu. Ben de ejderhamı aldım ve havaya uçtuk. Ejderhayı bulmadan önce yalnızdım, kimsem yoktu. Ama artık iyi bir dostum var. Ejderhamı bir ara kendi kendine konuşurken yakaladım. Meğer ejderha gerçekten ejderha değilmiş. Yanlış bir büyüden dolayı ejderhaya dönüşmüş bir insanmış. Başından geçen olayları bana anlattı. İnanmak mümkün değildi. Ama bu hayat her an her şey olabilir. Neyse işte biraz dertleştik. Ejderhaya dönüştükten sonra gittiği ejderha ülkesini anlattı. Orada bütün ejderhalar tasmaları ile her biri bir ağacın altında duruyormuş. Sahipleri onları çağırdıklarında tasmaları otomatik olarak açılıyormuş. Yılda bir ya da 2 kez ejderha dövüşleri olurmuş. Bunlar gibi birkaç tane daha anlattı. Artık konuşmayı bırakıp eve dönmemiz gerekiyordu. Havaya uçtuk. Arkadan gelen ejderha bize hızlı uçmamız için ateş püskürttü. Tabi benim ejderham gerçek bir ejderha olmadığı için diğer ejderhanın püskürttüğü ateş ile kuyruğu yandı. Ejderha acı çekiyordu. Birlikte eve geldik ben pansuman yaptım. Biraz yanıklık geçmişti. Bir daha böyle bir olayın olacağından endişe ederek artık gideceğim yere yürüyerek gidiyordum. Biraz zor oluyordu, ama yürümem gerekiyordu. Ejderhama "pikaçu" adını verdim. İnsanken adının ne olduğunu unuttuğu için ejderhaya artık pikaçu diye sesleniyordum. Ejderhaya yapılan büyü etkisini kaybediyordu. Artık yavaş yavaş eski
insan haline dönüyordu. Ben bir yandan seviniyor bir yandan da üzülüyordum. Çünkü ben onun ejderha haline alışmıştım. Bir zaman geldi ve pikaçu eski insan halini tam olarak aldı. Çok güzel bir kızdı. Ben ona vurulmuştum. Ama onun gerçek bir ailesi varmış. Pikaçu kendi evine gitti. Ben gene eski yalnızlığıma döndüm. Galiba böyle de ölüp gidecektim. Belki bir mucize olup bu yalnızlıktan kurtulacaktım. Birden kapımdaki kuş ötmeye başladı. Bir kuş konuşuyordu ve şarkı söylüyordu. Evet evet bu bir mucize küçük bir kuş olsa bile konuşabileceğim, yalnız kalmayacağım bir mucize. Belki de bu dünyadan göçüp gidene kadar yanımda olacak tek arkadaşımdı. Ben ölsem bile o yaşayacaktı. Çünkü ölümsüz bir kuş imiş. Dedim ya hayat bu işte neyin, ne zaman, nasıl olacağı bilinmez. Müberra KADER 10-E -1947 Esra YARDIMCI 10-E -1321
56 Uçan Halı ir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde küçük bir kasabada Mini, Pini ve Şini adında üç kız kardeş anne ve babalarıyla mutlu bir yaşam sürerlermiş. Bu mutlu aileye bir gün bir hüzün düşmüş. Nedeni ise çok sevdiği babalarının hasta olmasıymış. Kendisinin çok güçsüz hisseden ve öleceğini anlayan babaları hepsine birer tane hediye vermiş. En büyük kızı Şini ye bir kutu içinde birbirinden güzel mücevherler vermiş. Ortanca kızı Pini ye Kaf Dağı nın ardındaki kayalık bölgenin içindeki mağarada gizlenen küçük kutudaki altınların haritasını vermiş. En küçük kızı Mini ye ise
B
anneme götür diye ağlamaya başlamış. Halının eve yöneldiğini görünce göz yaşlarını silmiş ve sözlerini dinleyen yeni bir oyuncağı olduğu için içten içe sevinmiş. Nihayet halı Miniyi evine götürmüş. Mini hemen ablalarının yanına gidip olanları anlatmış. Ablaları ise onun çok küçük olduğunu bu yüzden bunları hayal ettiğini düşünmüşlerdir. Mini ablasıgilin kendisinin anlattıklarına inanmamasına çok üzülmüş ve halının uçtuğunu onlara kanıtlamayı kafasına koymuş. Ertesi gün erkenden kalkıp ablalarını uyandırmış. Pini ve Şini yi halının üstüne otutturmuş ve halının yükselmesini
eskimiş küçük bir halı vermiş. Halıyı gören Hande çok üzülmüş. Ama babasına hiç kırılmamış çünkü onu çok seviyormuş. Aradan haftalar geçmiş. Babaları hastalığına yenik düşerek hayatını kaybetmiş. Eşi ve kızları çok üzülmüş haftalarca yas tutmuşlardır. Bu durumdan en çok da çok küçük yaşta olan Mini etkilenmiştir. Babasının özlemini onun verdiği halıda oyunlar oynayarak hafifletiyormuş.Yine böyle bir günde bu sefer evlerinin bahçesinde o halıda bebekleri ile oynarken birden halının hareket ettiğini hissetmiş. Eğilip baktığında yerden yükseldiğini görmüş. Aniden o küçük bedenini büyük bir korku sarmış.
beklemeye başlamışlar. Ama halı bir türlü hareket etmiyormuş. Küçük Mini dün olanların bir hayal olduğunu düşünmüş. Pini ve Şini zaten inanmadıkları bu olay karşısında kalkıp odalarına gitmişler. Mini nin bu davranışlarını babalarının ölümüne bağlamışlar ve onunla daha çok ilgilenmeye karar vermişler. Mini ise bahçede kendi kendine üzülüyormuş. Bir daha denemeye karar vermiş. Bir bakmış ki halı birden hareket edip uçmaya başlamış. Babasının verdiği bu halının sadece kendisine özel olduğunu anlamış. Sonra bu halıyla tüm dünyayı gezmiş. Gökten üç karpuz düşmüş. Biri Mini'nin biri Şiri'nin biri de Pini'nin kafasına düşmüş. Oturup yemişler. Yaz günü iyi gelmiş, serin serin...
Ağlamaklı bir sesle beni yere indir diye haykırmış. Sonra halı yavaşça alçalmış. Halının düşeceğini zanneden Mini halının püsküllerinden annemi istiyorum beni
Hande İrem Eraslan 10/G Merve Cengiz Alperen Han Zeren
57 YERALTI ORMANI
T
om sakin bir insandı. Fakat yaşadığı ortam gerçek ailesi, gerek okulu çok gürültülü bir yerdi. Tom'un arkadaşı çok azdı. O az olan arkadaşlarının içinde de fazla sevdiği biri yoktu. Çünkü herkes hep kendi çıkarlarını düşünür, yeri gelince birbirini satardı. Bütün sözleri " meraba'' ve "hoşça kal'' dan ibaretti. Aslında Tom çok esprili konuşkan bir çocuktu. Fakat bunu dışarıya yansıtmazdı. Çünkü bu yansımaya değer, bu yansımayı anlayan insan yoktu çevresinde. Hep kendi kendine konuşmaktan ve her şeyi kâğıda yazmaktan da çok sıkılmıştı aslında. Çevresiyle iletişim kurmadığından ve herkes tarafından dışlandığı için kendine git gide güveni azaldı. Tüm bunlar yüzünden Tom değişti. Önceden sessiz sakın bir çocuk olan Tom şimdi herkesle kavga eden, bağırıp çağıran yaramaz biri haline geldi. Sanki için bir canavar varmışta daha fazla içinde tutamamıştı. İşin kötüsü kendisi de her şeyin farkındaydı. Ama kendine hakim olamıyordu. Bu onu daha da üzdü, yıprattı. Herkesle kavga ediyor en küçük şeye sinirleniyor, geri yaptığı her şey için üzülüyor, hiç kimseye derdini anlatamayıp ağlıyordu. Ama oda derdini bilmiyordu. Onun derdi neydi? İnsanlardan mı sıkılmıştı? Onları mı sevmiyordu? Yoksa kendini mi sevmiyordu? Neydi onu yıpratıp canını çok s ı k a n ? To m h e p b u n l a r ı düşünüyordu. Sonunda cevabını buldu. Her gün aynı yaşıyordu. Tom okula gidiyor, eve geliyor, ders çalışıyor, bazen sohbet ediyordu. Hayatında farklılıklar olmalıydı
artık onun. Bu insanlardan bu olaylardan, bu yerden, bu hayattan uzaklaşmalıydı. Tom kararını verdi. Gidecekti buralardan. Hem geçen gün ailesiyle de tartışıp onlara bağırmıştı. Herkes Tom'un bu kavga yüzünden evden gittiğini sanacaktı. Hep Tom gidince herkes rahatlayıp sevinecekti. Çünkü Tom son zamanlarda herkesi kırıp, yanında olan onunla konuşan kişileride kendinden uzaklaştırdı. Tom bunları uzun uzun düşündü. Kararını verdi, tüm planları yaptı. Gece sırtında bir çantayla çıkacaktı evden. Çok sessiz ve dikkatli olmalıydı. Kimse duymamalıydı onun gidişini. Evden çıktıktan sonra ise yol nereye götürürse oraya gidecekti. Onbir yaşındaki bir çocuk için macera dolu bir yol olduğunu düşündü. Bunları düşünürken uzun zamandır yapmadığını fark ettiği bir hareketi yaptı. Dudaklarını açıp dişlerini gösterdi. Yani güldü. Mutluydu artık. Eve döndü ve kendini odasına kapattı. Eline bir çanta alıp gerekli olabileceğini düşündüğü eşyaları doldurdu çantasına. Fener, ekmek, kıyafet, kumbarası vb. birde ayısını aldı. Şimdi aşağıya inip ailesini son kez görmeli ve geceyi beklemeliydi. En sonunda beklediği an geldi. Önce herkesin uyuduğundan emin oldu. Sonra çantasını alıp evden çıktı. Evden uzaklaştığına emin olana kadar yürüdü. Arabaya bindi. Trene bindi. Sonra tekrar yürüdü. Ama artık yolda yürümekten sıkılmıştı. Şimdi dağlara çıkıp oralarda yürüdü.
58
E
vden çıkalı yaklaşık bir ay olmuştu. Kumbarasındaki paralarda suyunu çekmişti. Bunları düşünerek giderken bir orman gördü. Bu orman iki dağın arasındaydı. Bu ormandaki bir ağacın altına geçer uyurum diye düşündü. Bu orman biraz garipti. Ormanın içi çok karanlıktı ve orman çok sisliydi. Oysa güneşliydi hava. Fakat Tom uykusu ve açlığından olsa gerek fazla düşünmedi bunu. Hemen bir ağacın altında uyuya kaldı. Uyandığında orman sisli ve karanlıktı. Tek bu değil, garip garip seslerde duyuyordu. Önce aç olduğu için karnından geldiğini sandı bu sesleri. Ama öyle olmadığını fark etti. Bu sesleri hiç duymamıştı ömründe. Korktu Tom. Çok geçmeden bir grup yaratık çıktı karşısına. Bu yaratıklar büyük ve mor renkliydi. Ayrıca uçabiliyorlardı. Tom simdi sadece korkmuyor şaşırmış şekilde hareketsiz duruyordu. Çok geçmeden farklı hayvanlarda geldi. Tom sonradan gelenleri tanıyordu. Bunlar belgeselde izlediği vahşi hayvanlardı. Aslan, kartal, ayı ve çıta. Aslan mor yaratıkların önüne çıkıp konuşmaya başladı.''gidin buradan Moriler. Bu insana zarar vermenize izin vermem.'' Tom bir aslanın konuşabileceğini hiç düşünmezdi. Morilerde aslana 'çekilin karşımızdan aksi takdirde olacaklardan sorumlu değilim.'' Bunun karşılığında çıta Tom 'a sırtına binmesini söyledi. Tom hemen denileni yaptı ve çıtanın sırtına atladı. Çıta onu hızla oradan uzaklaştırdı. Diğerleri ise Morileri oyalayacaktı. Tom çıtanın sırtına sıkıca sarılmıştı. Olanlar onu korkutmuş olsa da
çıtanın sırtında çok mutluydu. Çıta onu tenha bir yere götürdü. Yerin kapağını kaldırarak yerin altına inmişti. Yerin altında karanlık bir olduğunu düşünen Tom yanılmıştı. Yerin altında bir orman görmüştü. Ayrıca her yer aydınlıktı ve yeryüzündeki ormandan daha güzel daha ferahtı. Tom çıtaya diğerlerine ne olacağını sordu. Çıta'' onlar kendilerini kurtarır, sen onarlı merak etme, şimdi seni diğer arkadaşlarımla tanıştırayım.'' Dedi. Bir ıslık çaldı ve ormandaki bütün hayvanlar oraya toplandı. Tom hepsi ile tanıştı. Birkaç saat sonra aslan, kartal, ayı da geldi. Aslan Tom'a her şeyi anlattı. ''çok zaman önce yeryüzündeki ormanda atalarımız yaşardı, sonra Moriler gelip bu ormanı terk etmelerini söylediler. Atalarımız bunu kabul etmeyip onlarla savaştı. Fakat kaybettiler. Gidecek bir yerleri olmadığı için yerin altında bir orman kurdular ve orada yaşamaya başladılar. Bizde burada doğduk ve yaşadık. Ama şimdi Moriler bu ormana da sahip olmak istediler. Bizde şimdi bunun için savaşıyoruz. Bu ormanda sonsuz yiyecek var. Kimse birbirine zarar vermez. Herkes birbiriyle dosttur, bu kurala uymayan olursa ormanda gider'' dedi. Tom burayı çok sevdiğini ve burada kalmak istediğini söyledi. Herkes buna çok sevindi. Tom şimdi kartallarla uçuyor, kanguruların kesesine girip zıplıyor, aslanlardan savaşmayı öğreniyordu. Herkes Tom'u çok seviyordu. Tom' da bu huzurlu ormanda çok mutluydu.
Sultan AÇIKYÜREK 10-E
59 Zaman Makinesi
D
oğrusunu söylemek gerekirse her insan zamanda yolculuk yapmayı ister. Hatta binlerce yıl öncesine gidip günümüz imkânlarıyla geleceğin kaderini değiştirmeyi veya geleceğe gidip her istediğinin elinin altında olmasını. Günlerden bir gün 2030'lu yıllarda Ankara'da bir profesör yaşarmış. Bu profesör çevresinde deli olarak adlandırılırmış. Belki de çok olağanüstü icatlar yapmayı kafasına koyduğu için böyle deniliyordu. Profesör 60 yaşında ve adı Vasıf 'mış. 30 yıldır bir icat yapıp geleceğe adını duyurtmak isteyen Vasıf zaman makinesi yapmak için uğraşıyormuş. 30 yıllık bir çalışmanın sonunda makineyi icat etmiş. Ama çalıştığından emin değilmiş. Daha sonra bir fareyle deneme yapmaya karar vermiş. Üstüne kamera yerleştirip fareyi makinenin içine koymuş. Sonra da zamanı 4,5 milyar geriye alıp kumandayla çalıştırmış. Makine durduğunda fare kaybolmuş fakat kamera hala makinenin içindeymiş. Bu yüzden fareyi ekrandan takip edememiş. Kendi kendine" Eğer bu kumandayla günümüz zamanına geri alırsam belki hayvan gelebilir." Diye söylenmiş. Ama o zamanı günümüze almadan fare bir dinozor sürüsünün akımına uğrayıp ezilerek ölmüş. O sırada da Vasıf günümüz zamanına ayarlayıp onaylamış. Kapıyı açtığında kâğıt gibi dümdüz görmüş fareyi. Daha sonra 30 yıl uğraştığı makinenin icadından bir anda vazgeçmiş. Vasıf'ın bir erkek oğlu, oğlunun da 5 yaşında erkek çocuğu varmış. Vasıf oğlu ve torununu bayramdan bayrama görüyormuş. İcat için iki katlı sığınağında çalışıyormuş. Vasıf'ın oğlu, karısı ve torunu bayram günü Vasıf'ın evine bayram ziyaretine gitmiş. Onlar gittiği sırada ziyarette Va s ı f ' ı n k o m ş u l a r ı d a v a r d ı .
Komşularının da bir kızı vardı. Vasıf'a en çok onlar anlayış gösteriyordu. Vasıf her zaman kapattığı sığınağın kapısını bu sefer açık unutmuştu. Vasıf'ın haylaz torunu ve komşusunun kızı evde dolaşıyorlardı. Sonunda sığınağa gittiler. Sığınakta bir tek makine göze çarpıyordu. Vasıf'ın komşusunun kızı makinenin içine girip Vasıf'ın torunu da kapıyı üstüne kapattı ve gördüğü kumandayla sırasıyla 3-0-2-5 tuşlarına bastı. Kız birden kendini 3025 yılında buldu. Vasıf'ın torunu da kapıyı açtığında içinde kız yoktu. Hemen korku ve endişeyle dedesine haber verdi. Dede duyar duymaz başından kaynar sular döküldü. Daha sonra koşarak sığınağa indi. Daha sonra içinden " Kesin bu kız öldü" diye söylendi. Ama içinde çok küçük bir umut vardı. O sırada kız olayın şaşkınlığı içerisindeydi. Etrafında çok garip şeyler görüyordu. Uçan objeler ve biçim biçim insanlar vardı. Yukarı baktığında hava da tren yolu görüyordu. Çok garipsiyordu. Çevresindekiler de onu. O sırada Vasıf bir umut sırasıyla 2-0-3-0 tuşlarına bastı sonra da onay tuşuna ve kapıyı açtığında ölmüş bir kız beklerken aslında o sapasağlam duruyordu. Garipseyerek baktıkları kızı birden kaybolurken gören 3025 yılındakilerde olayın şokundaydı. Aynı sırada Vasıf'ın ailesi de komşuları da. Olayın şokundaydı. Daha sonra Vasıf kıza neler gördüğünü anlatmasını istedi. Kız her şeyi anlattı. Vasıf'ın jeton daha yeni düştü. Daha sonra Vasıf icadını dünyaya tanıttı ve bu icat dünyanın dört bir yanında kullanılmaya başlandı. Ve Vasıf zamanı geriye alarak hem geçmişe hem de geleceğe ismini altın harflerle yazdırdı. Çağrı TOPÇU 10-G
Yeni kurumlarınızda da başarı, sağlık ve esenlikler dileriz.
En kutsal uğraşılardan olan öğretmenlik mesleğini İbn-i Sina Lisesi çatısı altında yıllarca birlikte ifa etmiş olmaktan büyük onur duyduk.
1. Ergün COŞKUN 2. Esra YAŞAR 3. Nurcan ZENGİN 4. Varol HAZİNEDAROĞLU 5. Seyfullah CAN 6. Osman İNKAYA 7. Süleyman HARMANCI 8. Sibel BAYUR 9. Bülent KARAAĞAÇ
Temmuz 2011