Sayı : 7
ÇÖRTEN Kültür ve Edebiyat Dergisi
2012
İbn-i Sina Lisesi
İÇERİK BAŞLIKLARI
E.Yarali
Editörün Yazısı Absürt Hikayeler Amatör Şairler Normal Öyküler Okulumuzdan Haberler
Sayfa 1
EDİTÖRÜN YAZISI
Sevgili Çörten okuyucuları, bu eğitim öğretim yılına ait son sayımızı da yayınlıyoruz. Her zaman olduğu gibi dergimizin yazar ve şairleri okulumuzun öğrencileri. Bu sayıda da birbirinden ilginç öyküler var. İki büyük dosyayla karşınıza çıkıyoruz demek daha doğru olur.İlk bölüm “Absürd- Fantastik Öyküler” dosyasını içeriyor. Bu bölümde okulumuzun “Dijital Edebiyat ve Kültür Dergisi Çörten”in düzenlediği “Absürd-Fantastik Öykü Yazma Yarışması’na katılan bütün öyküleri bulabilirsiniz. Okulumuzun Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinden oluşan jürimizin değerlendirmesi sonucunda “Misafir” birinci, “Tahtula” ikinci, “Mor Cüce” üçüncü olmuştur. Jürimizi oluşturan çok değerli öğretmenlerimiz, Ali Fuat Doçan’a, Şule Kalıpçı’ya, Nurçin Akçay’a, Neşe Gül’e, Leman Başar’a, Derya Sezen Ay’a ve Veli Gül’e en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. İkinci bölümde ise “Amatör Şairlerimiz” dosyası yer alıyor. Öğrencilerimizin birkaç şiirinden oluşan küçük şiir dosyalarını beğeninize sunuyoruz. Tüm amatör şair ve yazarlarımızın ileride adından övgüyle söz edilen birer sanatçı olmalarını dileriz. Yeni sayımızda okulumuzda düzenlenen şiir ve öykü yarışmalarında derece alan öğrencilerimizle ilgili küçük bir haber yazımız da bulunuyor. Zevkle okumanızı dileriz. Önümüzdeki eğitim öğretim yılında yeniden buluşmak üzere sağlık ve mutlulukla kalın.
E.Yarali
Sayfa 2
-ABSÜRT HİKAYE-
Hasretle baktı gözleri yaşlı, taşlı yollara. Hayatında becerebildiği tek şeydi sabırla beklemek. Her gün aynı kalenin uçurumundan sarkıtıyordu ayaklarını. Bu aşkın bitmesi gerekiyordu artık. Yıllar süren bir davası vardı aşkla. Bu kaleden kendini atıp kurtulmayı bile düşünmüştü ama onun için bir engel vardı, kardeşleri.. Üç kardeş idiler. Annesini ve babasını uzay sakinleri kaçırmış, o günden sonra ne ses ne de haber varmış. Artık umudunu kesmiş ve kardeşlerini yetiştirmek için çaba harcıyordu. Devletin verdiği maaşla hayatlarını devam ettiriyorlardı. Aşık olduğu kişi ise hemen yanda ki komşu kızı idi. Hain uzaylılar, evlenecekleri sırada kızı da nikah masasından çalıp kaçmışlardı. Kadersiz olduğunu düşünüyordu. Haklıydı da. Her gün evden kaçıp üzerinde oturduğu kale tarihin en eski kalesi imiş. Tam tamına 100 yaşındaydı. Ve 100 yıllık hazin hikayesi vardı. Bu kalenin ismi çoktan kaybolmuştu. Artık o kaleye lanetler kalesi deniyordu. Bu kalenin gerçek ismini kimse bilmiyordu. Bundan seksen yıl öncesinde kale henüz yirmi yıllıkken aşıklar kalesi olarak anılıyordu. Fakat bir gün iki sevgiliden birisi kaleden aşağı düşmüş. O dibi görünmeyen yükseklikten. Araba çalışmaları yapılsa da nafile. Kızdan bir parça dahi bulunamamış. Herkes hayretle kaleye lanet etmişler. Kızın sevgilisi kaleye öyle bir and vermiş ki bir daha bu kale can alamasın. Kimse çıkamasın demiş. O günden sonra kimse bu kaleye çıkamamış yıllarca. Bir tek gözü yaşlı gönlü huzursuz uzaylıların E.Yarali
gazabına uğramış ve artık yaşamak istemeyen ve bu kaleye çıkmaya cesaret eden tek kişiydi o. Aslında ilk başta intihar amaçlı tırmanmıştı bu dik merdivenli lanetli kaleye. Fakat manzaranın güzelliği büyülemiş. Dili dişi kilitlenmişti. Artık huzur bulmak istediğinde kaçacağı tek yerdi. Üstelik hiç korkmuyordu aşağı bakmaktan. Kalenin içi kapkaranlıktı. İlk başlarda ürküyordu, ürkmeliydi de. Çünkü burasını ölen kızın ruhu sahiplenmişti. Kimseyi kaleye yaklaştırmıyordu. Ne zaman biri yaklaşmak istese uğultular çıkartıyor, garip seslerle onları korkutuyordu. En son yirmi yıl önce kaleye girilmeye çalışılmış. Fakat içerden giren geri çıkamamıştı. Orada onları esir alıyor, çürümüş kemikleriyle oyun oynuyordu. Henüz 15 yaşındayken ölmüştü. Yıllar geçti neredeyse seksen yaşındaydı fakat kaybolan bedeni olsa da ruhu hala on beş yaşındaydı. Galiba bu dertli oğlana ilk görüşte aşık olmuştu. Kalesine yani evine neden yabancı birini almış olabilirdi ki? Kalenin sahibi o olsa da kalenin içinde uzaylılar yaşıyordu. Ve bir türlü uzaylıları kalesinden kovamamıştı. Çünkü uzaylılar her şeyi uzaydan izleyerek öğrenmişlerdi. Kalede ki kız bu dertli oğlana nasıl varlığımı hissettirebilirim diye yakınmış. Oğlan henüz yirmi beş yaşında gencecikmiş. Kıza sorsalar seksen yaşında diyebilir miydi? İşte içini kemiren şeyde buydu.
Sayfa 3
Yıllarca oğlanın gelip gidişini izliyordu. Bir gün hiç ağlamayan o oğlanın gözyaşları sel olmuştu. Kardeşinin teki acımasızca uzaylılar tarafından katledilmişti tıpkı annesi babası ve sevdiği gibi. Kız buna çok üzülmüştü ve birden lanetli kale yerinden oynadı. Oğlan birden sıçradı ne olduğunu anlayamadan bir sarsıntı hissetti. Akşamdı kimsecikler yoktu. Sokaklarda deprem olduğunu anladı çünkü lanetli kalenin sallanması o mahallenin bitişi demekti. Öleceğini düşündü bir anda. Oysa daha uzaylılardan hıncını bile alamamıştı. Olamazdı! Tüm gücüyle tutunmaya başladı kenardaki demire. Lanetli kale tam bir saat sarsıldı ve bu sarsıntısı neyse ki mahalleye yansımamıştı. Oğlanın da ölüp yanına gelebileceğini düşündü bu lanetli kız. Fakat nafile! Oğlanın şu çığlıklarını duydu bir anda: Hayır ölmemeliyim! Annemi, sevdiğimi kurtarmadan o lanet uzaylılardan hıncımı almadan ölemem diye bağırıyordu. Lanetli kız bunu duyunca çok etkilendi ve gerçekten ölmemesi gerektiğini düşündü. Sonunda sallanmayı kesti. Oğlan ağlayarak dikti gözlerini kaleye. Bu arada lanetli kız ona yardım etmek istiyordu. Çünkü o da uzaylıların verdiği huzursuzluktan ve kaçırdıkları rehineleri kendi odasında tutmalarından rahatsız oluyordu. Aslında oğlan bir bilseydi her gün geldiği kalede annesi ve sevdiği var. Rehineler çığlık atıyorlardı. Fakat bu oda büyülü idi. Sesleri odadan dışarı çıkmıyordu. Aylar geçti lanetli kız iyilik yapmadığı için kendini kötü ve gerçekten lanetli olduğunu düşünüyordu. Bir akşam oğlanın iki kardeşini de kaçırmışlardı uzaylılar. Yine getirip bu odaya hapsetmişlerdi. Lanetli kızın haberi vardı bundan fakat haber veremiyordu. Hiç konuşmayı denememişti bu zamana kadar. Bir iyilik yapmak için avazının çıktığı kadar bağırmak istedi ve yaptı da. “Buraya gel”diye bağırdı oğlana. Oğlan şaşkınlıkla etrafına bakındı. “Sana buraya gel diyorum” masum E.Yarali
genç bir kızın sesiydi bu. Yerinden fırladı. Dolmuş olan gözlerini sildi ve yürümeye başladı. Sese doğru yürüyordu. Ses “buradayım buraya gel” diyordu. Ve yürürken kalenin en derin çukuruna düştü. Kolu incinmiş, canı acımıştı. Buradan nasıl çıkacağım diye düşünürken sese daha da yaklaştığını fark etti ve sonu görülmeyen karanlığa girdi. Sese güveniyordu. Sesin onu kötü bir yere götüreceğini sanmıyordu. Çünkü yıllarca kaleye girebilen tek kişiydi. Ayrıcalıklı olduğunu düşünüyordu. Öyleydi de. Karanlığın ötesinde yeşil yaratıkların konuşmalarını duydu. Gizlice dinledi. Konuşmaları şöyleydi: -Artık bu insanları atalım kaleden neden bekletiyoruz ki? -Yekdil bilmiyor musun? Patron kokmuş ve çürümüş yemekleri seviyor. Hem bize de pay düşecek. Düşünsene insanları yiyeceğiz, ne kadar zevkli. Ha ha ha...
Bunu duyan kadersiz oğlan bir plan yapmak için harekete geçti. Geceleyin herkes uyurken kapının önünde ki iki yeşil uzaylının anahtarlarını alacak ve içeri girip annesini, kardeşini ve sevdiğini kurtaracaktı. Lanetli kız oğlana yardım etmek istiyordu. Ve kaleyi son gücüyle salladı uzaylıları kışkırtmak için. Çatısından bir iki parça üstlerine düşürdü. Uzaylılar neye uğradığını şaşırmıştı. Korkarak uzay araçlarına binip kaçtılar. Oğlan bu kalenin Sayfa 4
kendine yardım ettiğini düşünerek hemen odaya girip annesine, kardeşlerine ve sevdiğine kavuşmuş idi. Sarılmaya vakitleri yoktu hemen kaçmaya başladılar. Lanetli kızın gözyaşları sel oldu. Fakat biliyordu imkansız olduğunu. Giderlerken arkalarından sadece bakakaldı. Sanki oğlan ve sevdiği el ele sonsuzluğa yürüyorlardı. Artık pes etmişti bir kale görüntüsüne sahip olduğunu kabullenip derin bir uykuya dalmıştı. Bu kaleye bakım yapıldıktan sonra, yüksekliğinden de yola çıkılarak oraya artık aşk yuvası deniyordu. Kimse oğlanın bu acı hikayesini bilmiyor ve artık lanetli kale adıyla anılmıyordu.
Muteber Ataman 11-L 3178
-ABSÜRT HİKAYE-
Gelişen dünyanın pek çok soruna çözüm bulmasıyla süper kahramanlara ihtiyaç kalmamıştı. Bazıları yeteneklerini yitirmiş, bazıları hayatını kaybetmişti. Bazıları da sır olup ortadan kaybolmuştu. Ama artık durum eskisi gibi değildi. Suç örgütlerinin elindeki silahlar ve ekipmanlar devletinkilerden daha donanımlı ve güçlü olmaya başladı. Dünya artık yine kahramanlara ihtiyaç duyar hale gelmişti. Devlet, bağlantılar kullanarak yeni kahramanlara ulaşmaya çalışıyordu. Ancak içlerinden en gereksiz ve yeteneksiz olan “Kerpeten Ali Kaptan Mağara Adamı XXL” ile bağlantı kurabildiler. Devletler halklarına sahip çıkamıyor, otoritesini kuramıyor hale gelmişti. Neredeyse bütün insanlar büyük küçük suç işler olmuştu. Ancak kahramanın kendi içinde sorunları vardı. İçkiyle tanışmıştı, bağımlı olmuştu. Bu yüzden arkadaşları ona “zar hoş” diyordu. Devlet Kerpeten Ali Kaptan Mağara Adamı XXL’ın E.Yarali
ayyaş biri olduğunu öğrenince birazda kahramanın isminden yola çıkarak “Mağara” adlı bir meyhanede Kerpeten Ali Kaptan Mağara adamı XXL’ı buldu ve onu “Yer altı “adlı gizli bir mekana götürdü. Yer altı aslında gökyüzünde bulunan sadece özel bir gözlükle görülen çok donanımlı bir yerdi. Yer altı ilk olarak Kerpeten Ali Kaptan Mağara adamı XXL’ın ismini kısalttı ve sadece XXL olarak bıraktı. XXL sarhoş olduğu için daha olan bitenin farkında değildi. Yer altı XXL’ın bir türlü ayılamamasından dolayı kanını değiştirdi. XXL günler sonra ayıldı. Ayıldığında ona XXL diye seslenildiğini duyunca isyan etti çıldırdı ve bu sinir ona eski güçlerini kazandırmaya başlattı. Bu sinir sıradan bir sinir değildi o kadar büyük bir sinirdi ki alkolikliğini bile unuttu. Bu sinir onun ilk olarak bağırırken etrafa saçtığı salyaların bir asit olduğuna yol açtı. Daha sonra gözlerinden ışın, ellerinden alev çıkmaya başladı. Sinirlenmesi onun yok edici güçlerini ortaya çıkarttı. Devlet XXL’ı biraz alkolle sakinleştirdi ve neden ismini değiştirdiğini anlattı. XXL bunu yine de kabul etmedi. Yer altı birden sarsıldı. Devletin “Lanetliler” adını verdiği örgütün yolladığı, “Köpek” isimli suçlulardı bunlar. XXL tek başına yüz tane Köpeği tek bir özel alev topuyla yok etti. Yer altı buna hayran kaldı. İlk iş olarak deşifre olan yer altı imha edildi. Daha donanımlı olan “Gökyüzü”ne geçildi. Gökyüzü bu sefer yeraltında olan bir mekandı. Lanetlileri yok etme karşılığında XXL’a eski ismi ve sınırsız alkol teklif edildi. XXL bunun üzerine çok sevindi ve heyecanlandı. Bu heyecan onun uçmasına sebep oldu, kulakları artık çok uzaktan bile duyabiliyordu. Ağzından asitli salyalar aka aka kabul etti.
Sayfa 5
Gökyüzünden ayrıldı ve doğru ışık hızıyla uçarak “Mağara” adlı meyhaneye gitti ve bütün sarhoşlara ‘uyanın kahramanlar’ diye bağırdı. Bir anda herkes uçmaya, zıplamaya ve çeşitli yeteneklerini sergilemeye başladı. Beyin isimli bir kahraman Lanetlilerin yerini özel zihin güçleriyle buldu. Tek bir hamlede bütün Lanetlileri yok ettiler. O günden sonra sokaklarda tek bir isim yankılandı: “Kerpeten Ali Kaptan Mağara Adamı XXL.” MUHAMMET ENES ÇANKAYA 11/E 1768
-ABSÜRT HİKAYE-
Çocuklar karşıma dizilmiş, ne anlatacağımı merakla bekliyordu. onların meraklı bakışlarını şaşkınlığa çevirmek için başladım anlatmaya. O gün ütopya yine sisli bir güne uyanmıştı. göz gözü görmüyor, herkes sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Üç yaramazdan Argokalp'in çaldığı davula vurmasıyla açtı gözlerini ütopyalılar. Kalpdelen ile Kalpçalan ritme ayak uydurarak kalktılar. Arkadaşlarının çaldığı davul yakından bile kulaklarına hoş geliyordu. Bunlar o cinsin en yaramaz grubuydu. hepsinin ortak noktası E.Yarali
aşktan anlamamalarıydı. aşkı bir araç olarak görür, bu aracı da popüler olmak tanınmak için kullanırlardı. Adları zamanında ütopyanın yüce bilgesi Nacnis tarafından konulmuştu. bununla kalsa iyi. Argokalp'in dışında iki grup daha vardı. üç işe yaramaz ve üç yarası az grupları bunlardan aşağı değillerdi. eskiden beri bu üç grubun hiç bitmeyen davaları vardı. babaannelerinin çocukken körebe oyununda yaşadıkları kavga birbirlerine düşman kesilmelerine neden olmuştu. haliyle bu düşmanlık bugüne kadar nefretlerini dindirmeden devam etmişti. davul sesinden hiç rahatsız olmayan üç kişi daha vardı. Bunlar yattıkları yerden hiç kalkmayan, ayağına hizmet bekleyen üç işe yaramazdı. Davul sesinden rahatsız olmuyorlardı çünkü uykularından önemli değildi hiçbir şey, duymazlıktan gelebiliyorlardı. üç işe yaramaz grubunun sürekli yatan üyesi olan Orjeley, gözlüklerini çıkarmış yatağının başucuna bırakmıştı. Şahkara ile Lilotu günlerini Orjeley gibi uyuyarak geçirmiyordu. Şahkara diğer cüceleri kullanmaktan zevk alıyor, erindiğinden yerinden kalmıyordu. Eğlence ihtiyacını, cüceleri birbirine düşürerek sağlıyordu. Lilotu, ise sürekli lilotlarını yiyor, oburluğuyla övünüyordu. Şişkoluğuyla tüm dikkatleri üzerine çeken Üç İşe Yaramaz'dan biriydi. Ve en son uyanan Üç Yarası Az cücenin ne dertleri ne tasaları vardı. bu yüzden gamsızca uyuyabiliyorlardı. Aniki ile İkina ikizleri sarışın, biri yeşil biri mavi gözlüydü ve ütopyanın en güzel kızlarıydı. Tek özellikleri güzel olmaları değil, dedikoduda yüksek beceri sahibi olmalarıydı. Aşk nedir bilmeyen gamsız tasasız üç kişilerdi elbette. Diğer cücenin adı Ahdur idi. Ahdur yakışıklı mı yakışıklı genç bir erkekti. Fakat bu da diğer ikizler gibi aşkı hafife alan biriydi. Derken günler geçip gitti. Üç Yaramaz evlerin çatılarını eve indirirken ütopya'nın yeni üyesi Kıkırdak cücenin uzaktan gelişini görür, onun cazibesine dayanamayıp üç yaramaz Sayfa 6
grubu Kıkırdak'a aşık olurlar. oysa onlar hiç aşık olmaz ve aşktan anlamazlardı. şimdi üstelik üçü de bir kıza aşık olmuşlardı. Kıkırdak cüce sürekli gülen neşeli bir tipti. üç yaramaz onu tanıdıktan sonra sürekli kavga etmeye, birbirlerine kin duymaya başlamışlardı. o sırada üç işe yaramazlar grubu Ütopya'da ne olup ne bittiğinden habersiz dolanıyorlardı ayak altında. Güne yine dedikoducu kızlarımız Aniki ile İkina’nın sesleriyle başladılar. Kulakları çınlatan bir tonlamayla söylenmiş; "Bu lilotlarını kim yedi yine?" sorusu tüm Ütopyayı inletmişti. çünkü onların her gün yaptıkları güzellik maskesi lilotlarıyla yapılıyordu. bugün de üç işe yarmaz grubunun oburu lilotu yüzünden maskesiz kalmışlardı. bu sırada üç yaramazların kalpleri buruluyor, gözleri hiçbir şey görmüyordu. Kıkırdak ta Üç İşe Yaramaz grubundan cüceleri kullanmayı iş edinen Şahkara'ya aşık olmuştu. İşler git gide çıkılmaz bir hal alıyordu. Düşmanlar birbirlerine iyice kinleniyor, Yaramazlar ütopyası kardeşlikten karmaşaya doğru ilerliyordu. Yeğdi heyecandan gözleri kocaman olmuş çocukların bakışlarını görünce daha bir zevkle atlatmayı sürdürdü. Kıkırdak bu üç gruba da zorlu bir rakip gibi görünüyordu. Fakat kimse bunun farkında değildi.Üç yaramaz grubu ona kör kütük aşık olmuşlardı. Kıkırdak üç yaramazın kendisine olan ilgisini anlayıp Şahkara ile iş birliği yapmaya karar verdi. Şahkara da bunu duyunca hemen kabul etti. çünkü onlarla düşmandı. Günün birinde Kıkırdak Üç yaramazlara dersini vermek için Şahkarayla üçüne de mektup yolladı. mektupta belirli saatte buluşma ayarlanmıştı. Mektubu alan yaramazlar heyecan ve sevinçle hemen giyinip kuşanıp buluşma yerine gittiler. üçü de birbirlerini ellerinde çiçeklerle görünce şaşırıp kaldılar ve kıkırdağın oyunu olduğunu anladılar. Kıkırdak ve Şahkara'nın aynı yerde E.Yarali
buluştuklarını görünce önce hayret sonra sinirle ikileye yaklaştılar. Kıkırdak'tan size yanlış mektup gitmiş. "buluşma isteğini kabul ettiğim tek kişi şahkara idi. siz yanlış anlamışsınız." diyerek üste çıktı. Şahkara'nın alaycı bakışları altında ezilen Üç Yaramazlar, bir kızın oyununa geldiklerini ve duygularıyla oynandığını anlamışlardı. Bu onlara iyi bir ders olmuştu. sonrasında gerçek aşkı arayıp bulmaya and içtiler. bir daha hiçkimsenin duygularıyla oynamadılar. Kıkırdak kendisi hakkında asılsız dedikodular yayan iki güzel bir yakışıklıdan oluşan Üç Yarası Az grubunu ikinci hedef olarak belirlemişti. Kendisi hakkında çıkarılan hem Şahkara ile hem de diğerleriyle oynaşıyor dedikodusunu içine sindiremeyen Kıkırdak dedikoduyu meslek haline getirmiş bu hoş ama boş tiplere haddini bildirme konusunda kendine söz verdi.Öyle bir plan yapmalıydı ki onları kendi silahıyla vurmalıydı. Ütopya'da dedikodu Üç Yarası Az dan sorulurdu.Fısıltıyla yayılan, kaynağı belirsiz bütün haberler onların ürünüydü. Kıkırdak bunu bildiği için Ütopya'nın saygın cücelerinden Hakim cücenin karısı Tumturaklı Misket Hanım hakkında gizli bir aşığı olduğu dedikodusunu yaydı. Üç Yarası Az ın dedikoducuları bu sansasyonel haberi sahiplendi. Toplum tarafından çok sayılıp sevilen Misket Hanım'ın kendisinden hiç şüphe etmeyen ve onun sadakatine yürekten inanan hakim eşi dedikoducular hakkında dava açtı. İftira etmekten insanlık onurunu zedeleme suçlarından yargılanan Üç Yarası Az hapiste zorlu bir kaç ay geçirince dürüstlüğün ne kadar önemli olduğunu ve yalan söylemenin insanın başına neler açabileceğini unutmamak üzere öğrendiler. Kıkırdak'ın planının üçüncü ayağını hiç çalışmadan yaşamayı adet edinmiş sevgilisi Şahkara ve onun arkadaşları Lilotu ile Orjeley oluşturuyordu. Şahkara ve arkadaşları Kıkırdak'ın yakını oldukları için başlarına hiçbir şey gelmeyeceğini düşünüyordu. Onların sürekli yatmasından rahatsız olan Kıkırdak alın Sayfa 7
teriyle para kazanmanın kıymetini öğretecek bir plan yaptı. Diğer cücelerle anlaşıp, onların küçük ama rahat evlerindeki yiyecekleri çaldırdı. Onlarda böylece aç kalacak, karınlarını doyurmak için çalışacaklardı. Birkaç gün uyumaktan bir şey görmeyen Üç İşe Yaramaz grubundan Obur Lilotu’nun çığlıklarıyla uyandılar. Lilotları çalınmış, Ütopya'da hepsini bitirdiği için hiç Lilotu kalmamıştı. Aç kalan Lilotu ağlayıp sızlamaya başladı. Şahkara ve Orjeley şaşkınlık içinde evlerini ararlarken onlarda yemeksiz kaldıklarının farkına varmışlardı. Üçü bir karar aldı. Ütopya ormanına inip yiyecek toplamaya başladılar. Lakin her gün yiyecekleri azalıyordu. Buna hayret eden Üç Yaramaz, yan gelip yatmaktan ümidini kesip çalışmaya başladılar. Artık düzenli ormana gidip çalışan Üç Yaramaz'a Kıkırdağın yaptığı büyük bir ders oldu. Böylece tüm Ütopyalılar sorumlu, becerikli bir hal aldı. Kıkırdağın gelmesi Ütopya için dönüm noktası oldu. Herkes dersini aldıktan sonra mutlu mesut yaşamaya devam ettiler.
bırakırsa işte belki o zaman Bibır ve Hırıltı birbirlerini bırakabilirlerdi. Bunlar ağır ağır gökyüzünde dalgalana dalgalana hareket etmekteydiler. Bazı günler neşeli bazı günler mahzun ilerlediler. Bugün mahzun oldukları bir zaman dilimindeydiler. Yeryüzünde olan olayları uzaktan gözlemliyorlard
Daha yola çıkalı ne kadar olmuştu? Günler, geceler, haftalar, aylar ne zaman dolmuştu? Günler tekrar ediyordu. Hırıltı ve Bibır hiç ayrılmayacak diyordum ya işte o gün. Ortalıkta kimsenin kalmadığı bir gündü. Bibır kızmıştı Hırıltı’ya. Belki güzün geldiğini haber veriyorlardı birbirlerine. Bundan sonra altı ay boyunca böyle gözlerimiz dolu gezeceğiz, diyorlardı. Hırıltı kızgınlığını, oluşturduğu hortumlarıyla gösterirken Bibır, yan tarafında oturan bulut arkadaşlarına yaklaşmaya çalışıyordu. Gökyüzünde şimşekler çakarken yeryüzünde yer yerinden oynuyordu.
Muteber ATAMAN 11/L-3178
-ABSÜRT HİKAYE-
Bibır havada öylece bana bakıyordu. Bembeyaz, anneannem kadar yumuşak bir teni vardı. Kıvrımlı dağların arkasından güneşin kavuran sıcaklığında beni izlerken birden gözleri doldu, güneş kendini gizledi. Kıvrımlı dağlar yamaçlarına çekildiler. Ortada Bibır ve arkadaşları kalmıştı. Aslında Bibır çok korkuyordu yalnız kalacağından fakat şundan da emindi: Bir tek can dostu, arkadaşı Hırıltı vardı. Onu asla bırakmayacağından emindi. İkisi farklı hareket edemezlerdi bu evrende. Dünya dönmeyi, deniz hırçınlıklarını, ne zaman E.Yarali
Bibır bir taraftan, Hırıltı diğer taraftan ateş püskürüyordu dünyaya. Adeta yeryüzünün nefesi kesiliyordu. Belki de Bibır, hafif ve huzursuz bir uykuya dalmıştı. Bu nedenle de uyanışı bile, her şeyin belirsizleştiği bir rüyaya dönüşüyordu. Aşağıda olanlar onlara adeta bir gölge gibi geliyordu. Bu Sayfa 8
görünüşleri sadece gündüz görünen tarafıydı birde bunun gecesi vardı. Ay ışığı vurduğunda görünüşleri bir lahzada değişiyordu.Birkaç ay böyle geçmişti. Yeri geldi kavgalı olup fırtınalar kopardılar, yeri geldi mahzun olup kendi hallerinde rüzgâr ve yağmur oldular ve yeri geldi birbirlerine söylenmeyecek sözler söyleyip yeryüzüne dolu olarak indiler. Nihayetinde bu aylar geçip yaz başlangıcına adım atmıştık ki Bibır ve Hırıltı birbirlerinden ayrılmaları gerektiğini fark ettiler fakat her seferinde evren onları bir araya getirmeyi yine başardı. BUSE ALKIM 10/B NUMARASI:944
-ABSÜRT HİKAYE-
Kapıma bırakılmış mektubu bulduğumda on yedi yaşımdaydım. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı…
girecekken ayağımın altında hışırdayan zarfı fark ettim. Zarfı alıp içeri geçtim. Zarfı açtığımda içeriden anlamsız şekillerle dolu bir kağıt çıktı. Bu da neydi şimdi? Yoksa okuldaki insan süprüntüleri yazacak bir şey bulamayıp karalayıp bırakmışlar mıydı ? Ben okulda ki dergide yazılar yazan kendi dünyasında idealleri için uğraşan sıradan biriyim. Her zaman elimde kitaplar olur. Kızlarla aram iyidir ama hiçbir zaman onlar için çok yakın bir arkadaştan ileri gidemem. Çok aşık olurum. Her birine gönderemediğim mektuplar yazar. Kendimce hikayler oluşturur ,bahaneler uydurur ayrılırım. Şizofren falan değilim. Sadece hayal kurmak konusunda iyiyimdir. Okuldaki erkekler beni genelde sevmez. Öğretmenlerle aram iyi olduğum için her olayda beni suçlarlar ve ispiyonculuk yaptığımı zannederler. Halbuki benim onlardan daha önemli işlerim vardır. Ben kimseden nefret etmem. Ne yaparsam yapayım değişmeyeceklerini bilip susarım.Ama bu kadarı da çok oldu. Yarın okulda bunların hesabını soracağım.
Günlerden pazardı. Beni tanıyan herkes bilirdi ki Pazar günü benim için dokunulmazlık arz eden bir gündü. Çok geç saatte kalkar perdelerimi asla açmaz, yarı karanlık odamda kahvaltımı eder haftalık yazılarımı düzenler, toparlar, yayınlanmayacağını bildiğim halde Tükenmez Kalemler –o dönemde popüler olanDergisi’ne gönderdim. Gelecekte ekmeğimi kalemimden kazanmak en büyük hayalimdi.
O gün başlarda çok sıradandı benim için. Yeni hikayeme başlamıştım. Kapı çaldı.’’Kapııııııı!’’ diye bağırdım. Evde tek olduğumu unuttum. Bizimkiler beni Pazar yalnızlığıma gömüp gitmişlerdi. Sinirle kapıyı açtım. Kimse yoktu. Etrafa bakındım. Nasıl bu kadar hızlı kaçmış olabilirlerdi? Tam içeri E.Yarali
Sayfa 9
Ertesi gün onları sınıf kapısının önünde gördüm. Bana istediklerini söyleyebilirlerdi ama onlar gibi insanların benim yazarlık idealime laf etmesine dayanmazdım. Yanlarına gittim.
odasıydı. Uzaktan gelen fısıltılar duyuyordum. Gözlerimi yavaş yavaş aralamaya başladım. Tuhaf giysili bir adam suratımı bezle silmeye ve beni ayıltmaya çalışıyordu. Olduğum yerden fırladım
-Sizinle konuşacak şeylerim var beyler gelin bakalım, dedim.
-Neredeyim ben? Siz kimsiniz, diye bağırdım.
‘’Bu ne cesaret?’’ der gibi baktılar yüzüme.Peşimden gelmeye başladılar. Okul bahçesinin en kuytu köşesine gittik. Kendimde büyük bir özgüven hissediyordum.Onların karşısında direnemeyeceğimi biliyordum –ki hiçbir zaman böyle insanlara kalemim dışında güç gösteremedim.-Senin sorunun ne? ,dediler. Elimdeki kağıdı deyimi yerindeyse gözlerine sokarak : -Siz kendinizi ne zannediyorsunuz!? Sizin zevk aldığınız şeylerden tiksinmem beni tatil günümde bu şekilde taciz etme hakkını size vermez. Yapabileceğinizin en iyisi bu mu? Yazacak bir şey bulamayıp karalamak mı? Yapmayın beyler bu kadar da kötü olamazsınız. Bu saçma kağıt… Dememle birlikte artık dayanamayan iri, fevri ve en safları olan sarışın çocuk suratıma uzun süredir beklettiği terlemiş yumruğunu sallayıverdi. O an gözlerim kapandı ve yere yığıldım. Bir süre öylece yattım. Arkadaşlarının çocuğa, - Değmez bu mürekkep kafalıya . dediğini çok net duydum. Gözlerimi tekrar açıp ‘’Salaklar!’’ dememle tekrar bayılmam bir oldu. Üzerimde çok büyük bir yorgunluk vardı. Bakamasam da yerde yatmadığımı hissediyordum. Sanırım burası müdürün E.Yarali
Adamın yanında üç kişi daha vardı. Sanki verdiğim tepki normalmiş gibi bakarak -Sakin olun genç beyefendi neler olduğunu açıklayacağız. Öncelikle Asterya’ya hoş geldiniz. Bir sıkıntınız ya da arzunuz var mı? -As ne? Burada neler dönüyor?. Delirdim mi yoksa ? Kesin o toroman yüzündendir. Çok sert vurdu gözüme. Her yazar biraz deli ve uçuktur fakat bunun için biraz erken ve ben henüz on yedi yaşındayım. -Lütfen sakin olunuz küçük beyefendi. Kralımız gelsin size her şeyi açıklayacaktır. -Kral mı ? Ne kralı? Burası Türkiye Cumhuriyeti değil mi? Burnuma hoş kokular gelmiyor Ben gerçekten burada neler dönüyor bilmek istiyorum. Hemen ! Bu sırada el işçiliği ile özenle oyulduğu belli olan kapının ardından tıkırtılar gelmeye başladı. Kapı aralandı içeri –bana kalsa bin derdim normal şartlar altında- seksen doksan yaşında sakalları göbeğine kadar inmiş yüzü kırış kırış olmuş bir ihtiyar girdi. Kıyafetleri farklı ve süslü olduğundan onun kral olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.Odadaki herkes yerlere kadar eğildi bir ben kalmıştım. Yanıma geldi ve gülümseyerek -Hoş geldin,dedi. Böyle bir kraldan böyle bir tevazu görmek çok hoşuma gitmiş ve beni onurlandırmıştı. -Hoş bulduk efendim. Adım …
Sayfa 10
-Dur! Dedi içlerinden bir tanesi. Adını söylemek seni diğer dünyaya çağırır. Hem adın burada önemli değil biz sana misafir diyeceğiz.
Bu anda kral ellerini ritmik bir şekilde oynattı. Tam aramızda duran masada yiyecekler belirdi. İnanamadım.
Bunu duymak kendimi yabancı hissettirmiş, olanları yeniden hatırlatmıştı.
-Yoksa film izlerken uykuya daldım ve rüya mı görüyorum? Aman Allahım bu gerçekten olamaz !
-Burada neler dönüyor anlatın artık ,diye sesimi yükselttim. Kral beni aldı odanın orta penceresinin önüne götürdü – çok genişti ve beş penceresi vardı.- . kralla karşılıklı oturduk. Kral gayet babacan bir tavırla -Bak oğlum niyetimiz sana zarar vermek değil. Sen seçilmiş kişi olduğun için buradasın,dedi. -Saygısızlık etmek istemem ama öyle şeyler filmlerde olur efendim. Ben gerçek hikayeyi duymak istiyorum,dedim Kral derin bir iç çekti, -Ben sana en gerçek biçimiyle anlatmaya çalıştım. Bunu söylerken gülümsedi -Burası bin yıldır var olan barış ve huzurun ülkesi Asterya. Atalarımız burayı bu hale getirebilmek için çok kan döktüler. Biz de onların yüzünü kara çıkarmadık. Ben buranın elli yıllık kralıyım. Gayet mutlu bir hayat sürüyorduk ta ki Dramonlar bize saldırana kadar. Anlaşma sağlamaya çalıştık ama onlar bunu korku olarak algılayıp daha da saldırmaya başladılar. En büyük büyü kaynağımız olan Herera Irmağı’nın suyunu kestiler. Tam bu anda kralın sözünü kestim. -Büyü mü!Bu bir kamera şakası olmalı. Hayal gücüm zengin olduğu için inanacağımı zannettiniz. Çok mu salak duruyorum uzaktan bakınca?
E.Yarali
-Açıkmışsındır diye düşündüm, dedi. Ben yemekle yememek arasında tedirginken kralın ikna edici gözlerini gördüm. Şu an rüya görüyorum ve rüyalarda ölünmez diye düşünüp yemeğe elimi uzattım. Tabak çatal ve bıçak altındandı. Bir yandan yiyip bir yandan kralı dinlemeye devam ettim. -Evet burası aynı zamanda büyünün de var olduğu bir ülke. Kimseye zararımız olmadı. Dramonlar bunu fırsat bildi ve saldırdı. Ben bunlarla gayet rahat baş ediyordum ki büyü yapıp bizi sindirdiler. İşte bu yüzden buradasın. Seni uzun süre izledik hayal gücün inanılmazdı. En başta tuhaf gelsede alışabileceğini biliyorum. Hem akıllı ve sağduyulusun bu görev için ideal kişisin. -Hangi görev? -Kral olmak -Nee?! Yediğim lokma boğazımda kalmıştı. -Ne dediniz , dedim. -Dramonların yaptığı büyüye göre seksen yaşından sonra kral olamam. -Ne zaman o yaşa geleceksiniz ? -Bir hafta sonra .Merak etme o zamana kadar alışacağına eminim. -Peki neden bu ülkeden birini seçmediniz ? -Bu ülkedekilerde yapılan büyüden etkileniyor. Yerime geçecek kişiyi uzun süre dünyada aradım. Sonunda seni bulduk. Sana kabul Sayfa 11
mektubu gönderdik. Sende sözleri okuyunca onaylanmış oldu. -Ama ben o sözlerin büyüyü onayladığını nereden bilebilirdim ki? Okuyamadım bile. Gerçekten beni anlamıyorsunuz. Ben henüz on yedi yaşında geleceğe dair gerçekleşmese bile olağanüstü hayalleri olan, biraz deli,bazen kasvetli,sıradan bir lise öğrencisiyim . Bir sevgilim bile yok! Hem okuldakiler sıkıcı bulurlar beni bazen. Anlamazlar. Anlatmak istediğim şu ki ben bu ülkenin umudu olamam. Lütfen kendinize başka bir veliaht bulun. Ben bunları söylerken kralın yüzü ağlamaklı oldu. Böyle bir cevap beklemiyordu. Ben bütün beceriksizliğimle ülkenin geleceğini tehlikeye atamam. Derin bir sessizlik oldu. Kral son bir umutla -Sende senin bile fark etmediğin şeyler var. O kadar basit bir insan değilsin. İzin ver senin bile bilmediğin özelliklerini gösterelim. Benden yaşça bu kadar büyük bir insanı daha fazla kıramazdım . -Peki efendim , dedim Önümüzde bir hafta vardı. Odada bulunanlar beni kıyafet almak için götüreceği sırada kral seslendi -Yalnız sana söylemem gereken bir şey var misafir. -Buyurun? - Dış dünyadan gelen biri olduğun için burada kaldığın her gün boyunca bir yaş yaşlanacaksın ta ki büyü bozulana kadar. Büyüyü kaç yaşında bozarsan o yaşta kalırsın. -Nasıl yani burada bir ay kalsam kırk yedi yaşında mı olacağım . Bu imkansız! -En kısa zamanda halletmeye çalışacağız merak etme
Sonrasında kral burada kalacağım süre boyunca her şeyi öğreneceğimi, büyü yapabileceğimi – ki en merak ettiğim- halka takdim edileceğimi anlattı. Burada geçirdiğim ilk hafta olağanüstü olacağı için günlük tuttum. Onlardan bazıları: Birinci Gün: ilk gün orada bulunan iki muhafız ve bir komutanla birlikte kıyafetlerimi değiştirdim. Bu komutan askerlerine karşı biraz sert bir adam ama iyi birine benziyor. Çok sadık. Buradaki kıyafetler dış görünüş olarak günümüz modasına hitap etmese de çok rahatlar. Kıyafetlerimi giydim aynanın önüne geçtim biraz küçüktü. Boyumda buradaki insanlara oranla daha uzuncaydı. Bunun üzerine yeni kıyafetler dikilmeye karar verildi. Ayrıca bugün saray halkıyla tanıştım. Yemek bölümüne orta yaşlı bir karı koca bakıyordu. Sihir gücünün azalması üzerine yemekler elde yapılıyor bu da onları deli ediyordu. Kadın biraz daha baskın adam daha sönüktü. Komik bir çift olmasına karşın iyi insanlara benziyorlardı. Buranın yemekleri tat olarak aynı ama görüntü olarak alıştığımdan farklıydı. Şu an bana verilen genişçe yatak odasındayım evimdeki salondan daha büyüktü. Sanırım ailemi özleyeceğim. Üçüncü Gün: Derslere başladık. Büyü yapmak gerçekten çok eğlenceli şimdilik elmayı armut yapmak gibi kolay şeylerle uğraşıyorum – sanki evde her gün elmadan armut yapıyormuşum gibi- herkes çok hızlı öğrendiğimi düşünüyor
Dördüncü Gün: Bugün komutan bana etrafı gezdirdi. İyi dost olduk onunla. Ülkede yirmi birinci yüzyıla ait hiçbir şey yok. Evler tek katlı , renkli ve birbirinin aynısı. İnsanların büyü yeteneği olmasına rağmen kurallar var. Çok zengin ve olağanüstü değiller. Sıcakkanlı , kısa boylu ve birazda meraklılar. …
E.Yarali
Sayfa 12
Altıncı Gün:Bugün yirmi üç yaşına girdim. Yüzüm o eski çocuksu masumiyetini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Bundan mıdır bilemem içimde bir olgunluk bir ağılık hissi var. Eskiden hep büyümek isterdim fakat artık büyümenin o kadar da mükemmel bir şey olmadığını anladım. Ve çocukken zaman gerçekten yavaş ilerliyormuş Yedinci Gün:Bugün kral seksen yaşına girdi. Yarın ben kral olacağım. Bu fikir beni fazlasıyla geriyor. Herkes kısa sürede çok yol aldığımı düşünüyor. Yarın büyük gün. Gidip uyumalıyım. Kral en kısa sürede savaşın başlayacağını söyledi. Sekizinci Gün: yarın savaş başlayacak. Burada komutan sayesinde kılıç kullanmasını da öğrendim. Savaşta büyü kullanılmıyormuş. Daha önce kavga bile etmemiş olan ben, yarın savaşa gireceğim. Yirmi altı yaşındayım. Dokuz gündür buradayım. Karşımda kararlı ,güçlü ,azimli Asterya ordusu var. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Aynada gördüğüm yüze daha alışamamışken ölebilirim. Ve ölmekten gerçekten korkuyorum. Korkumu bir yana bırakmalı ve bir yetişkin gibi davranmalıyım. Orduya dönüp konuşmaya başladım. -Burada hepimiz tek bir amaç için toplandık. Onlar bizden daha güçlü! Daha hırslı! Daha iyi savaşçı! Fakat bizde olan ama onlarda olmayan bir şey var. Onurumuz! Öleceksek de onurumuzla ölelim. Çünkü biz öldükten sonrada karınız ve çocuklarınız başları dik yürüyebilir. Tekrar evimize dönmek için savaşalım! Askerler bir ağızdan ‘’Yaşaaaa!’’ diye bağırdı. Karşı orduya karşı atlarımızı dört nala sürmeye başladık. Dramonların ordusu sert zırhlar içinde güçlü atlarla bizim onlara
E.Yarali
saldırmamızı bekledi. Bir anda üzerimize gelmeye başladılar… Savaşta çok fazla kayıp vermeye başladık. Hafif sıyrıklar aldım. Gözlemlediğim kadarıyla onların tek amacı bizi sindirmek ve burayı kan gölüne çevirmekti. Buna göre bir taktik oluşturmalıydık. Bu şekilde devam edemezdik. Komutanları yanıma çağırdım. -Çok fazla kaybımız var. Ancak gördüğüm kadarıyla onlarda mükemmel değiller. Tek amaçları biran önce yok etmek. Biz de bunun üzerine gideceğiz. Öncelikle geri çekilmiş gibi davranacağız. Üstümüze gelecekler. Ordunun yarısı onları arkadan kıstıracak. Böylelikle çember içine almış olacağız. Haydi! Size güveniyorum Ordunun yarısı biz onları oyalarken etrafında dolanmaya başladı. Onlar mesafelerini ayarlayınca biz geri çekildik. Üzerimize gelmelerini bekledik. Tam orta da durunca aynı anda iki ordu dört nala at sürmeye başladık. Her yer kan gölüne döndü. Savaş bitmiyordu. Bir ara kılıç sallarken erkek zırhı içinde saçları beline kadar uzanan bir kız gördüm.Bu da neydi böyle ? Hayal mi görüyordum ? Ben ona bakarken bir asker kılıcını bana salladı. Beni kurtaran komutanın darbesiyle yere yıkıldı. Üç saat içinde Dramon ordusu yerle bir oldu. Bizden de çok fazla kayıp vardı. Ama savaşı kazanmıştık. Gerçek bir kral gibi davranmıştım. Bütün ordu kılıçlarını havaya sallayarak ‘’Asterya Asterya!!’’ diye bağırıyordu. Ölüler benim isteğim üzerine gömüldüler. Güneş batmak üzereyken zafer şarkıları eşliğinde saraya doğru yol aldık. Uzunca bir masa kuruldu. Yaşlı kral masanın başında ben de onun hemen yanında oturuyordum. Çeşit çeşit yemekleri neşeli bir müzik eşliğinde yedik. Yemeğin sonuna doğru yaşlı kral ayağa kalktı. Sayfa 13
-Bir dakika beni dinleyin lütfen. Bu gün hepiniz sizden beklenenin üstünde bir çaba gösterdiniz. Bu yüzden öncelikle sizi tebrik ediyorum. Misafir gerçek bir kral gibi davrandı. Büyü ortadan kalktı. Yeniden kral olabilirim. Ancak çok yaşlandım ve yerimi Misafir’e bırakmak istiyorum. Eminim bu ülkeyi benden iyi yönetecektir. Herkes bir ağızdan ‘’Yaşasın yeni kral’’. Kralın beni böyle bir göreve seçmesi beni gerçekten onurlandırdı. Hele de halkın sevgisini bu kadar kısa bir sürede kazanmak o kadar güzeldi ki. Fakat burada kral olmak düşündüğüm bir şey değildi.Ben sadece benden bekleneni yaptım. Vakti gelince bırakacağımı düşünüyordum. Konuşma yapmam gerektiğini hissettim. Ayağa kalktım. -Böyle bir göreve beni seçmeniz beni çok onurlandırdı kralım. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim. Size teşekkür ederim ama kabul edemeyeceğim. Benim ideallerim. Bunlara kendi dişimle tırnağımla mücadele ederek ulaşmayı istiyorum. Size tekrar teşekkür ederim. Benim bile fark etmediğim özelliklerimi bana gösterdiğiniz için. Aranızda çok şey öğrendim. Kötülere karşı direnmeyi hakkımı aramayı susmamayı siz gösterdiniz. Hayatım boyunca unutmayacağım fakat buraya ait değilim. Üzgünüm bunu daha çok hak eden birine verin.
-Burada kaldığım her gün bir sene yaşlanıyorum. Fakat dokuz gün sonra evime döndüğümde yarım saat geçmiş oluyor? Bu size de biraz komik gelmiyor mu? Kral şaşırmış gözlerle bana baktı. Susmam gereken anlardan biriydi sanırım.ama komikti dostlar benim ne suçum var?Komutanla beraber ilk geldiğim saray odasına gittik. Herkesle tek tek vedalaştım. Gözlerimi kapattım. Sırtımın üstüne doğru yüksek bir yerden düştüm. Zemin çakıllı ve sertti. Yani okul bahçesindeydim gözlerimi yavaş yavaş aralamaya başladım. Başımda birisi var. O da ne?! Savaştaki kız değil mi bu ?
Sibel Coşar 11/L 1805
-ABSÜRT HİKAYE-
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde yerin derinliklerinde mor bir cüce yaşarmış.Bu cüce bir metre boylarında, ufacık elleri olan, bütün bedeni mor, siyah gözlü ve küçücük burunlu bir cüceydi.Özel güçlere sahipti ama her günü mutsuz, kederli geçerdi.
Elimle komutanı gösterdim. Böyle bir şey beklemediği için biraz kızardı. Kralda başını bana doğru salladı. Üzüldüğü belli oluyordu. -Peki misafir,dedi. -Yalnız küçük bir sorun var. Dokuz gündür buradayım. Geri döndüğümde aileme ne söyleyeceğim. -O sorun değil. Paralel evrende olduğumuz için aradan sadece yarım saat geçmiş olacak. Bu Mor Cüce, o günde yine her günkü gibi mutsuz, hüzünlü kalktı yataktan.Sonra E.Yarali
Sayfa 14
isteksiz isteksiz yürümeye başladı.Arada ayağını yerdeki taşlara vurup, taşları sektiriyordu.Ayağı havada birden durdu ve yere yavaşça eğildi.Bunun sebebi yerden bir şeyin ona “Dur!” diye bağırmasıydı.Mor Cüce şimdi şaşkınlıklar içinde yerden ona bağıran şeye iyice yaklaştı.”Sen de kimsin, ne yapıyorsun burada, bana neden bağırdın?” diye sordu.Yerdeki şey “Ben toprak karıncasıyım.Demin ayağını bastığın yerde benim arkadaşım vardı.Sen gelip onu ezdin.Şimdi bak ağzı, burnu, kolu, bacağı yer değiştirdi.Dahası artık yaşamıyor!” diye sertçe çıkıştı.
bir yandan da düşünüyordu.Karıncalar küçücük hayvanlar tamam ben de küçüğüm ama onlar kadar değil, şimdi ailesi beni görünce ya korkarsa, ya beni dışlarlarsa ne olacak? Böyle düşünürken Hızlı seslendi:
Mor Cüce çok mahçup olmuştu, kendini katil gibi hissediyordu.Şimdi ne yapacağını bilmiyordu.Aklına birden özel güçleri geldi.Daha önce hiç kullanmadığı için bu güçlerini, nasıl kullanacağını bilmiyordu.Tereddütlü bir sesle karıncaya “Ben halledeceğim, halledeceğim.”dedi.Birden aklına peri annesinin ona verdiği kitaplar geldi.O kitapta güçlerini nasıl kullanacağı yazıyordu.Göz ucuyla baktığı kadarını hatırlıyordu.Birden o ölmüş karıncayı elinin içine aldı.Gözlerini kapattı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı.Ölü karınca yavaş yavaş avucunda kımıldanmaya başladı.Diğer karınca sevindi.Mor Cüce de yaptığı hatayı düzelttiği için çok mutlu olmuştu.Toprak karıncası Mor Cüce’ye biraz daha yaklaştı.”Benim adım Hızlı, bu arkadaşımınki de Kıpır.Sen artık bizim dostumuzsun.”dedi.Hiç arkadaşı olmayan Mor Cüce çok mutlu olmuştu.Sevinçle “Benim adım da Mor Cüce.”dedi.Hızlı, Mor Cüce sustuktan hemen sonra tekrar konuşmaya başladı.
-Anne, baba biz geldik.Bir taraftan da annem, babam, kardeşlerim dışarıya çıkmalılar.Çünkü Mor Cüce bizim eve sığmaz ki diye düşünüyordu.Birden sesler gelmeye başladı.
-Seni ailemle tanıştırmak istiyorum, bizimle gelir misin? -Neden olmasın? Tabii ki gelirim. Hızlı ve Kıpır önde Mor Cüce arkalarında ilerlemeye başladılar.Arada birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı.Mor Cüce E.Yarali
-İşte bizim evimize geldik.Yeniden hayat bulan Kıpır, biraz mırıltılı bir sesle “Ben buradan evime gidiyom.” dedi.Mor Cüce’ye “Sağ olasın gardaş beni önce öldürdün, sonra canlandırdın sağ olasın.Şimdi ben gidiyim, sonra tekrar görüşçez.” deyip gülümsedi ve gitti.Hızlı: -Hadi ne duruyoruz burada? Eve yaklaşırken Hızlı bağırmaya başladı:
Babası “Kızım sen mi geldin?” diyerek dışarıya çıktı.Çok şaşkındı.Şaşkınlık içinde gözlüklerini gözüne yerleştirdi.Bıyıklarını kıvırmaya başladı ve “Bu da kim kızım?” diye sordu.Hızlı, başlarından geçen olayı anlattı ve “Mor Cüce’yi sizinle tanıştırmak için buraya getirdim.” dedi.Babası, eve “Hanım, hanım çocukları al da dışarı gel biraz.” diye seslendi.Aradan bir iki dakika geçtikten sonra Hızlı’nın annesi ve kardeşleri evin önünde belirdiler.Herkes şaşkınlık içindeydi.Bugüne kadar hiç böyle bir şeyle karşılaşmamışlardı.Şimdi herkes birbirine bakıyor ve ilk kimin konuşacağını merak ediyordu.Evin en küçüğü olan Hızlı’nın kardeşi “Moy moy” diye bağırdı.Bunun üzerine Mor Cüce ve herkes gülmeye başladı.Anne ve baba karıncalar “Seni evde ağırlayalım diyeceğiz ama bu olmaz.Biz küçücük hayvanlarız, sen bizim evimize sığmazsın.” dediler.Hızlı hemen söze atıldı.”Ee biz de burada otururuz.” deyip yuvanın önündeki boşluğu gösterdi.Mor Cüce, Hızlı ve ailesi hep birlikte orada oturdular.Baba karınca “Mor Cüce hatta Mor Cüce evladım senin annen baban neredeler?” diye Sayfa 15
sordu..Babamın evlenmeden önceki sevgilisi babamın ondan ayrılmasına dayanamamış ve intikam almak istemiş.İntikamını da benden almış.Annem bana hamileyken babamın eski sevgilisi dilenci kılığında bizim eve gelmiş.Annem de tabii onu tanımadığı için acımış eve almış ve beraber çay içmişler.Birinci bardağı babamın eski sevgilisi içmiş annem ona çay doldurmaya gittiğinde bundan yararlanan kindar kadın annemin çayına hazırlattığı büyüyü dökmüş, annem de bunu bilmeden içmiş.Ben doğduğumda ailem benim bu halimi görmüş ve hiç kimsenin haberi olmadan beni yok etmeyi düşünmüş.Bu işin içinden çıkmayı da beni sokağa bırakmakta bulmuşlar.Bütün tanıdıklarına da benim ölü doğduğumu söylemişler.Herkes beni ölü biliyor.Ben de büyüdükten sonra bunları ormanda terk edilmiş çocukları koruyan peri annemden öğrendim.Ailem benden utandığı için beni sokağa atmış.Sonuçta benden utanan bir aileyi arayıp bulup beni tekrar istemediklerini duymanın görmenin doğru olmadığını düşündüm.Kendime yerin altında herkesten, her şeyden uzak bir hayat kurdum.Arada bir kendi kendime konuşurum.Kendi kendine konuşana deli derler ama yalan kendi kendine konuşana deli değil yalnız derler.Ben kendimin ailesiyim.Bu hayatta kimsem yok.Umarım sizi de derdimle rahatsız etmemişimdir.” dedi ve içten bir nefes aldı.Mor Cüce’nin gözleri dolmuştu.Birden karınca ailesine baktı, onlar da ağlıyorlardı.Hızlı’dan önce anne ve babası atıldı söze “Sen artık bizden birisin, kendini yalnız düşünme artık bizim evladımız sayılırsın.” dediler.Hızlı devam etti “Sen benim dostumsun, sakın yalnızlıktan bahsetme.Bugün iyi ki seninle karşılaşmışız.” dedi.Mor Cüce gözünün yaşını sevinçle sildi ve Hızlı’ya sevgi dolu gözlerle baktı.O gün bugündür de Mor Cüce ve Hızlı’nın çok mutlu bir arkadaşlığı var.Birbirlerini ziyaret eder yalnız bırakmazlar.Mor Cüce, önceleri Hızlı ve ailesini görünce kendi durumuna üzülüyordu E.Yarali
ama bir yandan da yıllar sonra da olsa bir aileye sahip olduğu için de mutlu oluyordu.Her aile evladı ne olursa olsun ona sahip çıkmalı.Sonuçta böyle değişik olmak çocuğun elinde değil.Bir intikam sonucunda böyle olmak onun suçu değil.
MÜBERRA KADER 11-E/ 1947
-Absürt Hikaye-
Sabah saat 08.00’da alarmın Fatih Ürek’ten ‘’Hadee Hadeee’’ parçasıyla uyanmıştı. Pembe tüylü uyku maskesini bir hışımla çıkardı ve aynı hışımla yataktan fırladı. Mor pijamalarını çıkarıp minicik okul eteğini giyerek hazırlanmaya başlamıştı. Dersi 10.00’da başlamasına rağmen sabah 08.00’da kalkar 2 saat aynanın karşısında makyaj yapardı. Herkesten farklı olma çabasındaydı. Kırmızı topuklu ayakkabıları ve kırmızı rujuyla bir hayli dikkat çekiyordu. Kapının önüne kırmızı körüklü otobüs gelince ite kaka otobüse bindi. Hiç dolmayan o otobüs boşluğunda arkaya doğru ilerlerken bir çıt sesiyle irkildi. Aman Allah’ım! Bir de ne görsün! Ucuzluktan aldığı yirmi liralık ayakkabısının topuğu körüklü otobüsün körüğüne sıkışmıştı. İçinden içinden ‘’Körüğüne tükürdüğüm…’’diye söyleniyordu. Dışından söyleyemezdi çünkü görünüşü çok kibardı. Otobüsteki alaycı bakışlara daha fazla tahammül edemeden indi.Ruhsal Gaz Veren İlköğretim Lisesi’ne yaralı bir ceylan gibi seke seke koşuyordu. Tek düşüncesi kimseler görmeden tuvalete gidip diğer topuğunu da Sayfa 16
kırıp ikisini de babet yapmaktı. Nihayet okulun kapısına gelmişti. Tam kapıyı açarken Zülfügül’ü karşısında gördü. Zülfügül her zamanki gibi fakir ama gururlu delikanlı tavrını bozmadan aval aval bakıp Şuhnaz’ı tepeden tırnağa süzdü. Kızın kırık topuğunu görmeyecek kadar aşıktı ona. “Çekil şuradan Allah’ın köylüsü.” deyip tuvaletin kapısına yönelen Şuhnaz’ın arkasından “ Köylü milletin efendisidir. “dedi. Buna rağmen kapının etrafındaki çocukları itip Şuhnaz’ın geçmesini sağladı. Şuhnaz acelece tuvalete girip diğer topuğunu da kırmaya çalışıyordu. Tam o sırada okulun ineği Ayşehan içeri girmişti. Şuhnaz’ın o perişan halini görünce “Dur ben yapayım.” deyip ayakkabıyı kızın elinden aldı. Musluğun başına ayakkabının topuğunu takıp kendine doğru çekti.Artık diğeri de kırılmıştı.Tam Şuhnaz istemeye istemeye giyerken,musluk kendi kendine akmaya başladı.Kesin bu Fitnıs'ın işiydi,onu görmeyenlerle eğlenmeye bayılıyordu.Ayşehan topuğu kırarken olmuştur deyip musuluğu kapattılar.
çelme taktı ve ikisi birden yere kapaklandı.Şuhnaz koridorun ortasında Fitnıssss , diye kuyruğuna basılmış kediler gibi bağırdı.Koridordaki bütün öğrenciler Şuhnaz'a dönüp alay eder gibi bakıyorlardı.Şuhnaz daha fazla rezil olmamak için elinden geleni yapmıştı,fakat başarılı olamamıştı.Şuhnaz ayağa kalkıp sanki Fitnıs'ı kovalar gibi oradan oraya koşuyordu.Elindeki kitapları Fitnıs'ın kafasına attı.Bunun üzerine Fitnıs; ''Bir daha sana kopya yok.Sen görürsün!''dedi sinirle.Bu arada Zülfügül ne olduğunu hala anlamamış bir şekilde köylü edasıyla etrafı süzüyordu.Ayşehan Zülfügül'ü elinden tutup kaldırdı.Şuhnaz etrafındakilere bağıra bağıra yoga dersine girmeyi başarmıştı. Ruhsal Gazveren İlköğretim Lisesi Yoga dersi Öğretmeni Ebru Şalsız Şuhnaz'ın o perişan halini görünce ''Şuhnaz'ımm ne oldu sana böyle '' deyip o ince sesiyle bütün sınıfın dikkatini çekmişti.O sırada Fitnıs iş başındaydı yine.Ebrı Şalsız’ın o kalın kaşlarını diş fırçasıyla taradı.Fitnıs Ruhsal Gazveren İlköğretim Lisesi'nde artık sevilmeyen bir hayaletti.Fitnıs okulda en çok yoga derslerini severdi.Ebru Şalsız’la uğraşmaya bayılırdı,tabi diğer öğretmenlerle de... Şuhnaz elinden geldiğince Fitnıs'tan uzak durmaya çalışıyordu.Ama Fitnıs uğraşmaktan vazgeçmiyordu.Herkes bıkmıştı.Fitnıs'ı sadece sınavlarda seviyorlardı.Çünkü sınavlarda onlara yardım ediyor,kopyaları güzelce saklayabiliyordu.Bunun haricinde kimse hiçbir iyiliğini görmemişti.
Yoga dersinin olduğu sınıfa doğru koşarken Fitnıs Şuhnaz'ın ayağına bir çelme taktı.Tam düşecekken Zülfügül Şuhnaz'ı belinden yakaladı.Fitnıs bu kez de Zülfügül'ün ayağına E.Yarali
Günlerden bir gün Şuhnaz yine okula yetişebilmek için kırmızı körüklü otobüsün arkasından koşuyordu.Birinin çantasını çekiştirdiğini fark etti. Arkaya dönmeye kalmadan çantası ellerinden kayıp gitmişti.Birden bağırmaya başlamıştı.Hırsını alamayıp Şuhnaz'ın açığını yakalamak için onu takip eden Fitnıs bu arada yine Sayfa 17
takipteydi.Yanında Zülfügül'de vardı.Fitnıs uçarak,kapkaççının elindeki çantayı kaptı.O an Şuhnaz yerde oturmuş ağlıyordu.Fitnıs'ı farketmemişti bile.Kendisini farketmediğini gören Fitnıs'ın aklına alacağı intikam gelmişti.Hemen çantayı Zülfügül'e verip ''Al sen bunu Şuhnaz'a götür,kalbini kazan.''dedi.Amacı Zülfügül'ü Şuhnaz'ın başına sararak intikamını almaktı.Zülfügül çantayı götürdü.Yerde oturan Şuhnaz çantasını görünce hemen ayağa kalktı.''Ah inanamıyorum.En pahalı Fransız parfümüm gitti diye çok üzülmüştüm.Sana çok teşekkür ederim ,sen benim kahramanımsın.''deyip Zülfügül'ün boynuna sarıldı.Bunun gören Fitnıs şok olmuş''Eyvahh! Şuhnaz'ın başına bela edeyim derken aşık ettik iyi mi?''diye söylendi.
Sayısal Değerler Koleji’nin öğrencilerinin üye olduğu sayfada tanışanlar Numberbook’ta sohbete koyulmuşlardı bile.
Şimdilerde çok mutlular.Zülfügül Şuhnaz'ın ödevlerini yapıyor,pahalı hediyeler alıyor.Şuhnaz'ın onu sevmesi için bunlar yetiyor zaten. Fitnıs ise halinden bin pişman okul koridorlarında başka birine sataşmak içinden bile gelmiyor. Şuhnaz ve Zülfügül'den yediği kazığı unutamayan Fitnıs çömez hayaletlerden oluşan bir sınıf açıp, "Çömezlere hem fitne dolu hem de çevik bir hayalet nasıl olunur?" dersleri vermeye başlamıştı.
(Hikâyemize geri dönelim.)
-Absürt Hikaye-
E.Yarali
Hikayemiz 15 Ağustos 2011’de başladı. Yaz tatili yeni başlamıştı. Numberbook’ta sabah 06.02 ve bir güncelleme yapıldı. 9’un profil resmi değişti. Bizim 8 meraklı ya ! Resme bakar bakmaz kalbi pırpırlandı. Başı dönmeye başlamıştı. Aman Allah’ım ! Yoksa aşık mı oluyordu. Bu arada gelin azıcık şu 9’u tanıyalım: Kendini beğenmiş, burnu havada, koca kafalı, züppe bir tip. Yazık bizim 8’de şişman, özgüveni eksik ve bu sabahtan sonra 9’a âşık!
8, 9’a mesaj yazacaktı. Ama parmakları sanki birbirine dolanıyordu! Kızarıp bozarıyordu. En sonunda yazdı. -Merhaba! diyebildi sadece 9’a.
Anında cevap geldi, kız şaşkına dönmüştü. Yazmıştı yazmasına ama hiç umudu yoktu cevap geleceğinden. Daha okumadan dünyalar onun olmuştu. O sabah 06.02’den öğlen 11’e kadar ailesinden, arkadaşlarına, doğum gününden, zevklerine kadar pek çok konuda yazıştılar. Sayfa 18
Genç kızımız (8) sordu: “ Ne zaman doğdun? ” Havalı oğlumuz (9): “3 Kasım 1995, ya sen?” dedi. Ya sen demesi kızın öyle hoşuna gitmişti ki doğum gününü merak ettiğini düşünmüştü. Heyecanla; -“28 Ağustos 1995.” dedi bizim 8. Bundan sonra sık sık yazıştılar. Böylece günler geçiyordu. Profil resminde çiçek resmi olan 8’i merak eden 9’un ısrarlarıyla, 8 de gerçek resmini koymak zorunda kaldı. Ne olduysa bundan sonra oldu. Fırlama 9, yüz yüze görüşme gereği bile duymadan 8 ile bağlantısını anında kesti. 8’in genç kızlık gururu incinmişti. O kurduğu güzel dünyası, başına yıkılmıştı. İncindi… Kırıldı… O sırada 8’in hayatına 6 girdi. Ona moral veriyor, yanında oluyordu. İlginçtir 6, 9’un yakın arkadaşıydı. Saf ve yakışıklı bir çocuktu. İyi arkadaş olmuşlardı. 8’in morali 6 ile düzeldi. Fazlalıklarını, onu kötü yapan her şeyi üstünden atmaya çalıştı. Kendine bakıyordu artık. Gerçek güzelliği çıkmıştı gün yüzüne. Nihayet okullar açılıyordu. Biraz tedirgin yine de kendine güvenen 8, okula gitti. Bir yaz sabahı âşık olduğu 9’u okulda gördü. Heyecanlandı, hafifte bir korkusu vardı. 9, 8’i o haliyle tanıyamamıştı. Açıkçası hoşuna gitmişti 8. Gururu incinmişti 8’in ama yine de 9’dan vazgeçemediğini anladı. Okulda çaktırmadan onu izliyordu. Kapılarda onu bekliyordu. 5 Ekim pazartesi günü Numberbook’ ta gezinirken onu gördü. İçindeki sesi dinledi ve - “Bugün seni okulda göremedim. Neredeydin?” diye sordu. -9 “Hastaydım” deyince 8 biraz üzüldü. Oldukça soğuk bir cevaptı bu. Ama sonra 9, 8’den telefon numarasını istedi. O gece doyasıya konuştular. Bizim 8 artık dünyada değildi. Uzaya çıkmıştı.
E.Yarali
Bir hafta boyunca konuştular. 8 tam umudunu kaybetmişken, havalı 9 okul çıkışı seni eve bırakmak istiyorum dedi. 8 Kabul etti. Sessizce eve yürüdüler. 11 Ekim Salı 9’dan 8’e bir mesaj geldi. -“Bugün söylemeyi çok istedim ama etraf çok kalabalıktı diyemedim. Benim sevgilim olur musun ?” 8’in ağzı kulaklarına varmıştı. Yine kalbi pırpırlanmıştı. 8 ve 9 artık bir çifttiler. Birbirlerine o kadar zıt olmalarına rağmen aralarındaki çekim bambaşkaydı. Bağıra bağıra şarkılar söyleyip dans ediyorlardı. Her şey o kadar mükemmeldi ki… 9, 8’e hafta sonları mesaj atmazdı. Bir maç yüzünden kavga çıktı. Koca kafalı 9, 8’i terk etti. 8 öyle üzüldü ki ağlamaktan gözleri torba torba oldu. Yine 6 yanındaydı, ona destek oluyordu. 8, 9 ile karşılaşmamaya çalışıyordu ki camın önüne geçmesiyle merdivende görüp göz göze gelmeleri bir olmuştu. Tabi dayanamadı ikisi de. 8 yine bile bile 9’a inanıp onun yanında oldu. Sevilmediğini bile bile onu sevdi, hem de daha çok! Derken, 20 Kasım Pazar 19.50’ydi. Çocuk o kadar klasik laflarla, öyle değersiz görerek - Ben seni mutlu edemem, sen daha iyilerine layıksın,dedi. 8 gerçeği biliyordu ama inanamıyordu. O kadar aşkla baktığı gözler ona yalan söylemişti. Kandırmıştı saf kalbini. Canı çok yanıyordu. Sesi çıkmıyordu. Her okuduğunda kalbi yerinden sökülüyordu sanki… 8, 9’un dizlerinin üzerine çökerek okuduğu şiiri tüm okula sunmak zorundaydı. Her okuyuşunda gözyaşları sel oluyordu. Uykusunda bile düşündüğü 9 onu sevmemişti! Çok kötüydü. İlacı yoktu bu acının.
Sayfa 19
Baktığı yerde onun anısı vardı. Hâlbuki sadece 42 gün beraberlerdi. Ama 42 yıl gibiydi sanki. Her anı onunla dolu tam 42 yıl! Dile kolay… Son görüşmeleri gözünün önüne geliyordu hep. 18 Kasım 2011 Cuma beraber hem hastaneye hem de markete gitmişlerdi. 9, 8’e ‘hatunum’ diye hitap ederdi. O gün 15.21’de giderken yine demişti. “Seni çok seviyorum görüşmek üzere hatunum.” diye. Yalanda olsa çok güzel gelmişti o an… Düşündükçe deli oluyordu 8. 6 hep yanındaydı. Bir gün öğrendi ki 9 ile 2 çıkıyormuş. Dünyası paramparça olmuştu. 2, 1’in en yakın arkadaşı. Bunu duyan 8, kendisini seven 3’ü aradı. “Hala sevgilim olmayı istiyor musun?” dedi. Çocuk sevinçle “Tabi ki!” dedi. 8 ile 3 artık çiftti. 9 ile 2’ye inat aşksız bir çift! Gerçi herkes biliyordu. 9, 1’e âşıktı. Sevgilisinin en yakın arkadaşına! 1 de 9’a âşık! 9 onun en yakın arkadaşıyla beraber olduğu için yanaşamıyordu. Günler aylar böyle akıp geçti.
Hilal Özdemir-Esra Nur Çakmak (11-D)
-Absürt Hikaye-
Bir zamanlar dünyanın en güzel köyünde, çok yaramaz bir çocuk yaşarmış. Adı Tahtula imiş. Her yere girer, umulmadık yerlerden çıkarmış. Saklambaç oynamayı severmiş. Oynarken arkadaşlarını korkutmayı daha çok severmiş. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte nehir kıyısına oyun oynamaya giderlermiş.
E.Yarali
Ve yine o en çok sevdikleri oyunu oynamaya başladılar. En çok Kurban Guara idi. Ebeydi garibim… En çok Tahtula’yı bulmakta zorlanacağını biliyordu. Ve çaresiz koca çınar ağacına yummuştu gözlerini. Kimsenin cesaret edemeyeceği meşe ağacına çıkmıştı. O kadar büyüktü ki, kimse çıkamaz diye bakmadılar bile. İçinden kıs kıs gülüyordu. Guara’yı kendisini ararken izlemesi çok zevkliydi. Hava gitgide kararıyordu. Arkadaşlarının annesi çağırıyordu. Onlarda teker teker eve dağılmıştı. Canı sıkılan Tahtula tam inecekken ayağını bastığı dal çıt diye kırıldı. Ne olduğunu anlayamadan kendini nehrin ılık sularında buldu. Derin bir akıntıya kapılan Tahtula çaresizce çırpınıyordu. Tahtula çırpındıkça nehir onu içine çekiyordu. Umudunu kesmişti artık. Ilık suyun içerisinde mayışmıştı. Uykusu gelmişti. Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Bir ışık gördü. Beyaz elbiseler içinde birini gördüğünü sandı. Sakalları uzun mu uzun aksakallı bir babaanneydi. Elinde ince, uzun burgulu bir baston ile ona doğru yaklaşıyordu. Bir yandan da canının derdine düştü. Bir yandan ona doğru yaklaşan babaanne gözlerini dikmişti. Bu saatte bu arada ne yapıyordu, ne işi vardı. Artık gücü tamamen tükeniyordu. Kendini bir sağa bir sola atıyor, uyuşmaya başlayan ayaklarını hareket ettirmeye çalışıyordu. Bir yandan uzaktan yaklaşan ışığa doğru uzattı kendini. Sanki kendini nehrin içindeki ışık süzmesine bırakıverdi. Nehrin sularına kendini bırakmıştı. Ak sakallı babaanne Tahtula’yı fark etmiş, ufak Sayfa 20
bir tekneye binip onu nehrin kıyısına kumlara kadar getirdi. Tahtula’yı kendine getirmeye çalıştı. Evladım, evladım diye sesleniyordu. Tahtula gözlerini araladı. Sonunda kendine gelebildin, aradığın ulaşmak istediğin yol orada. Nehrin sonundaki o geniş karanlık ıssız mağarada. Evladım iyi düşün taşın gidişin dönüşü olmayabilir. Yüzyıllardır o mağaraya gidip de geri dönen olmamış, o mağaraya “Solancan” mağarası denmiş. O ışık sana yeni bir dünya açacak deyip Tahtula’nın yanına yaklaştı. Ne düşünüyorsun evladım bu çetin yolda gitmeye var mısın? , dedi. Tahtula bir merak, bir heyecanla tamam gidiyorum, diye atılabildi şımarık bir ses tonuyla. İşte oradan gideceksin diyebildi yaşlı ihtiyar. Kendini toparlayıp hızla ihtiyarın gösterdiği yöne doğru ilerliyordu. İlerledikçe yollar daralıyor, karanlıklaşıyor, ağaçlar sanki bir korku filmi havasında Tahtula’yı kendine doğru çekiyordu. Gel zaman git zaman kendini nehrin karşı tarafında buldu. Nefes nefese kalmıştı. Biraz durakladı, kasıklarına ağrı girmişti. Biraz eğildi ve etrafına bakınmaya başladı. Bakındı bakındı. Güneşlenen penguenler, tango yapan kirpiler, bale yapan geyikleri fark etti. Çok şaşırmıştı. Şaşkınlığını saklayamıyordu. Biraz dinlendikten sonra mağaraya doğru yürümeye başladı. Mağaranın önüne gelmişti. Mağaranın bir tarafı nehirle çevriliydi. Sular burada pespembe ve balon balon oluyordu. Mağaranın bir tarafında rengarenk ışıl ışıl sular akıyordu. Tahtula mağaranın içine girmek için bir merakla atıldı. İçeriye girmişti. Gördüklerine inanamamıştı. Sıçrıyor, gülücüklere boğuluyor, ağzı kulaklarına varıyordu. İçeri girdiğinde bir sağa, bir sola baktı, şaşkınlıkla. Her şey o kadar güzeldi ki ömrünü burada geçirebileceğini düşündü. Şelaleden su yerine çikolata akıyordu. Tahtula da çikolatayı çok seviyordu. Tahtula’nın yüzünde gülücükler açıyordu. Gördüklerine bir türlü inanamıyordu. Kendini kaybetmişti, şarkılar söylüyor E.Yarali
hopluyor, zıplıyor kendini bir oraya bir buraya savuruyordu. Gel zaman git zaman kendini koca bir ormanın ortasında buldu. Kazak ören ihtiyar karıncalar, dere kenarında çamaşır yıkayan penguenler, kuaför sırasında bekleyen kirpileri gören Tahtula böyle şeylere yabancı olduğu için geri geri çekilmeye başladı. “Hey! Ne yapıyorsun çocuk canımı acıtıyorsun.” Diye bir ses geldi. Tahtula irkildi. Nerden geliyor bu ses diye bakındı durdu. “Hey ahmak sana diyorum, çekil üzerimden. Ayaklarım kırıldı.” Tahtula bir an korkuyla zıpladı. Karşısında sanki ağacım gövdesinde kazınmış bir yüz vardı. Korkuyla geri çekilmeye başladı. Gür içten ürkütücü bir sesle ne arıyorsun buralarda çocuk, ne işin var? Tahtula kısık bir sesle: -Beni aksakallı bir babaanne buraya gönderdi. Bak ağaç kardeş, burada konuşabildiğim tek kişi sensin. Günlerdir buranın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Konuşacak kimsem yok. Bak ne diyeceğim. Seninle “panpa” olalım mı? Hıçkırık ağacı şaşırarak sordu: -Panpa’da ne? Tahtula gülerek cevap verdi: -Bizim dünyamızda panpa en yakın arkadaştır. Galiba seninde tek konuşabildiğin benim. Ağaç: -Evet panpa. Kimse kimseye selam vermiyor burada. Konuşmayı unutmamak için her gün şarkılar mırıldanıyorum kendimce, sonra dertleniyorum başlıyorum hıçkırmaya. -Derdin nedir panpa? -Yalnızlık. -Artık yalnız değilsin. Ben varım. Buradan çıkmaya niyetim yok zaten. Ben her gün gelir gölgende dinlenirim. Dertleşiriz, beraber şarkılar söyleriz. -Olur her zaman beklerim dedi.
Sayfa 21
Böylelikle anlaşmışlardı. Tahtula canı sıkıldığında hıçkırık ağacının yanına gidiyor ona bilmeceler soruyor eğleniyorlardı. Tahtula buraya o kadar alışmıştı ki ailesinin varlığını unutmuştu. Tabi ki hıçkırık ağacı o soruyu sorana kadar. Senin kimin kimsen yok mu panpa? Bu soru Tahtula’nın aklını başına getirdi. Ve geride bıraktığı bir ailesi olduğunu hatırladı. Suratını astı ve cevap veremedi. Hızla oradan uzaklaştı. Geride kalan tüm günleri ailesini düşünerek geçirmişti. Günlerin rahatlığını, mutluluğunu, özgürlüğünü ve bitmek bilmeyen çikolataların tadını inkar etmiyordu. Fakat ailesinin özlemini çekiyordu. Artık günler geçmek bilmiyor, hıçkırık ağacı da derdine derman olmuyordu. Arkadaşlarını da özlemişti. Burada kimseyle saklambaç oynayamıyor, kimseyi korkutamıyordu. Can sıkıntısı çekiyordu. Bu durumdan hiç de hoşnut kalmamıştı. Ormanda ki umutsuz günlerinden birinde hiç gitmediği bir köşeyi keşfetti. Uzaktan derin bir çukurun olduğunu fark etmemişti. Ağaç dalları olduğunu kendini birden derin bir çukurun dibinde buldu. Canı çok yanmış, hırpalanmıştı. Nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Korkusundan ağlamaya başladı. Tek dostu olan hıçkırık ağacına seslendi. Fakat hıçkırık ağacından bayağı uzaktı. Sesini duyuramadı. Duyursa ne olacaktı ki? Olduğu yere bağlı bir ağaçtı sonuçta nasıl kurtarabilirdi onu? Ve o an anladı ki ailesinden başka dostu yoktu. Gerçekleri görmeye başladığı an aksakallı beyaz saçlı babaanne yine uzaklardan görünerek ağaçların dallarını çukura doğru sarkıttı ve Tahtula’nın çıkmasını sağladı. Bu dersi ona almasını sağladığı için küçük bir tebessümle baktı ve ona yolu göstererek kayboldu. Tahtula çıkışa doğru yürürken bir daha ailesinden ayrılmak istemeyeceğine ve yaramazlık yapmayacağına emindi. Oradan çıkmanın verdiği mutlulukla evin yolunu tuttu. Ailesine kavuştuğunda çok mutluydu. Eve döndüğündeyse günlerdir onu arayan telaşlı E.Yarali
ailesinin ona vereceği cezaları hiç şikayet etmeden kabullenmeye hazırdı ve artık yaramazlık yapmayacak uslu bir çocuk olacaktı.
ESMA ALTUNYALDIZ - EDA NUR EROLANMUTEBER ATAMAN
-Amatör ŞairlerAYLİN DİNÇ
TUTKULARIN KÖLESİ Duygularının esiri, coşkusunun en sadesi Azaltamıyor içindeki sevgisini. Sağır olmuş, kimseyi duymaz Duymak istemez. Dünyadan ayrı bir varlık Tutkularının kölesi. Gecesi gündüzü bir Ruhun aynası. Yüz göz olur aklıyla Savaşır duygularıyla Hep hayallerinde kalır Bir hayal kadar uzaktır o.
GEL KENDİNİ DİNLE, GİTME! Elimde kadeh oturuyorum sessizce, Karşım da yırtık bir fotoğraf. İmkansızım, Bana asla gelmeyecek olan sevgili.
Sayfa 22
Bir yudum daha,
Kelimeler dökülüyor,
Uyku mu? Kuşlar bile sarhoş,
Benimken öptüğüm o güzel dudaklarından:
Düzgün uçamıyor hiç biri.
‘’kendine iyi bak!’’
On üçüncü yudumum,
Şimdi yeni aşklar bulma seviciyle,
Hüzün kaplıyor içimi.
Koşarak uzaklaşıyorsun.
Biz bittik ya sevgili,
Bense kaybetmeyi kabul edercesine,
Her şeyin dibi sonu gelmeli.
Eğmişim boynumu.
Yine de beklemeli.
-Amatör Şairler-
Kahve tutkunu ben,
BUSE ALKIM - 10-B
Gözlerinin kahvesinde bekliyorum.
DÜŞÜNCELERİM
Sonu yokluk bu ayrılığın,
Denize dökmek istiyorum
Gel kendini dinle, gitme! Gidersen teselli ararım karanlık köşelerde. Avunamam hayallerinle,
İçimdeki bütün düşünceleri Mavi aynasındaki suların Boy verip görünmek istiyorum
Yetmez çünkü onlar.
Rüzgarla beraber. Sen lâzımsın yanıma, her anıma Gel kendini dinle, gitme!
Denize dökmek istiyorum Ütülmeyi, yenilmeyi, kaybetmeyi sevmem ben. Sen gidersen boynum bükülür, Yetim kalır bu yürek. Gitme işte! Durduk yere kokun gelir burnuma,
Yağmurla beraber düşüncelerimi Deniz dalgası savursun diye Denize dökmek istiyorum Düşüncelerimi.
Sonra inadına şarkımız çalar bir yerde. Aklıma gelirsin ağlarım belki de.
Gemilerle gider bütün düşüncelerim ufuklara
Gel kendini dinle, gitme!
Belki sıcaklıkla buhar olur, uçar düşüncelerim
Her gidişinde bir parçam gidiyor.
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz kaderim
Adımlarını sayıyorum.
Büyük yalnızlığın dünyasında
İkinci adım da dönüp bakıyorsun, Umutlanıyorum.
E.Yarali
Ben sularda batan bir ışık gibi Sayfa 23
Sularda sönmek istiyorum sularda
Güz gelir, kış gelir, bahar gelir.
Denize dökmek istiyorum düşüncelerimi
Tılsımlı günlerin gök bahçesinden
Denize dökmek istiyorum.
Bir bir açıldı kapılar ve ıssız bir gece Suda tekrarlandı ilhamlı enginler.
TUTKU Sen bir tutkusun şimdi
Büyük yalnızlığın dünyasında
İçimden söküp atamadığım
Tek kaldın oracıkta
Sen engin bir denizsin şimdi
Yalnızca sen ve melekler
Gidip te sonunu bulamadığım
Gidiyordunuz bilmediğiniz bir yere.
Büyük bir duygusun sen
SUDE
Tatmaya doyamadığım
Sudan tatlı olduğun kadar
Bir resimde motifsin sen
Uzaklarda durduğun kadar
Olmayınca yaşayamadığım.
Dağların eteklerinin yanında olduğun kadar
Albümlerimde bir fotoğrafsın sen
Ellerinin sıcağıyla bir kere de benim yanımda kal.
Bakan herkesi kıskandığım Gözlerimde yaşsın sen Damla damla silmeye kıyamadığım.
Kardelen çiçekleri gibi Ananın seni özlediği gibi Ne olursa olsun Deniz dalgası savursa bile
GEZGİN İkiz melekler gibi yürüdük Gece aydınlığında o bahar günü Gece bir tepeden seyrettik
Ellerinin sıcaklığıyla yine benim yanımda ol Mevsimler geçse de İzmir yazı yaşasa da Resmime bakıp yine beni hatırla.
Büyük yıldızların suya düştüğünü. BUSE Belki uzaklarda duracağına gelirsin sandım E.Yarali
Sayfa 24
Umudum gerilerde kaldı
-Amatör Şairler-
Sevmiştim bir kere de seni
BÜŞRA ONGUN
Ellerini ellerime bıraktığın zaman ki günlerde
DAMLALARLA SESSİZLİK
Anla artık sensiz olmuyor
İklimi sakin her mevsim Dikkatle bakana her resim Sürprizlerle dolu mahşer Anlam kazanır teker teker.
Leyla ile mecnun da farkımız ne Kader bu ya olmuyorsa artık Irmaklar denizler aramızda olsa ne? Muradımız olduktan sonra aramızda ki engel ne?
BÜLENT YOLCU Benim yanımda oldunuz Üzüldüğüm zamanlarda Leke gibi kalan izleri temizlememe yardımcı oldunuz Eşyaya değil, insana değer biçilmesini öğrettiniz
İnleyişi içten riyasız Duyan vardır her sesi Hıra, erek; tenha, sessiz Orada açık ruh penceresi. Duyulursa fikrin nağmesi Hissedilir zaferi zihnin. Olmazsa hayalinde gayesi Zihin olur esiri benliğin. Sessizlik olur gafletin perdesi Çok zor, olmaz ise hidayetin. Huzur var, yarsa inayetin Sen varsan gerekmez ötesi. Sessizliği dinlemek güzel Orda farklı duyular ezel. Kaybolmak en güzeli onda Sesler ise en düşük tonda.
Nasihatlarınız bu kadar kıymetliyken Tarafları da tanımama yardımcı oldunuz.
Yardım elinizi uzattınız bana Onca derdiniz varken dinleniz beni Lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini anlattınız Canımın sıkıldığında yanımda olacağınızı Uzun yıllar geçse de size güvenebileceğimi biliyorum artık. -------------------------------
E.Yarali
YALNIZLIĞIM Tenha orman yolundayım. Tek başımayım, Yalnızlığa yürüyorum. Semaya bakan gözlerim, Gözlerimde senin özlemin… Elhan-ı hadikaya benzer ömrüm. Sen yoksun ya! Her şey yarım. Karlar düşer yere, adım adım O zaman sükûta erer yalnızlığım. Afakı sardı yine inatçı bulutlar, Dedim ya! Yoksun işte her şey yarım. Nihayetsiz emellerim, aydınlık ümitlerim Sayfa 25
Kahredici elinde sarardı, soldu, kurudu Ve sonunda ruhum da öldü.
POLİSİM Atılsa kafasına taş, Ocakta pişiyorsa aş,
DİLLERE DESTAN TÜRK POLİS
Gözlerinden gelmez hiç yaş.
Osmanlı’dan bugüne sürüp gelen, 167 yıldır devam eden, Sensin bu güzel yurdumu gözeten. İyi ki varsın şanlı Türk Polisi.
Güven ona çıksa savaş.
Ay yıldızlı bayrağım dalgalanır, Bize güç veren senin varlığındır. Vatanım hepinize minnettardır, Allah’ıma emanet Türk Polisi.
Polisim benim ekmek derdinde.
Canı bağlı pamuk ipliğine,
Ömrü geçer bir suçlu peşinde, İçimiz rahat, herkes güvende.
Güven denince akla ilk gelen, Hırlıyı hırsızı çekip çeviren, Ülkeye huzuru, refahı veren, Atamın yolundasın Türk Polisi Ailesini geride bırakan, Gece, gündüz; karda, kışta çalışan, 167 yıl nurla yıkanan, Minnettarız onurlu Türk Polisi. Seni kalleşçe arkandan vururlar, Sonra kahpece karşında dururlar. Şehit olur nice Gaffar Okkanlar, Yine de ayaktasın Türk Polisi.
Gökte varsa Türk bayrağı, Polisin var bunda payı. Herkes sürerken sefayı, Polisim çeker cefayı.
Kaçakçılık, narkotik, hepsi emniyet, Polisimin canı Allah’a emanet. Gel sen de Türk polisine dua et, Yaradan versin polisime güç kudret.
---------------------------------------------------------------------Amatör Şairler-Amatör ŞairlerHasan ÖKSÜZOĞLU Kübra KILIÇ FERİŞTENİN SÜKUTU Sen kendi tehassürlerini rehber itimaz etmekle Ben hakikatın fevkinde bir feriştenin sükutunu izlemekteyim
E.Yarali
Sayfa 26
Hafif bir sütre çeken afak mevcudiyet zemzemelerinin semanın aguşunda
Ve sürem doldu. --------------------------------
Tekarrüp etti mai bulutlar üzerimize doğru Güneş pembeliğini yayarak etrafa ikimizin reyine havale etti Tebahhura müheyya katrecikler buselerle uğurladı bizi Giderken cavidani bir haz ile daha çok sevdim seni
-Amatör ŞairlerMuteber ATAMAN ANAM Yaralıdır benim anam,
Her bir şarkı Ceylan gibi yaran saram. Bir dakika alıyor ömrümden Derdin büyük taşıyaman, Ömrümden giden her dakika Sabır nedir bilen anam. Saçlarımı ağartıyor Bitap düşüyorum Küçük yaşta evermişler, Sobam git dercesine ısıtmaya devam ediyor Mutluluğu çok görmüşler. Nane limonumsa dert ortağım Bir de seni hor görmüşler, Hafif bir melodi esiyor, Hak etmedi benim anam. İyice tükeniyorum Sırtım kamburlaşıyor Gurur her şeyden üstündür. Bacaklarım tutmuyor Sensiz evlatların üşür. Boynum yana düşüyor Sıcak yorgan gibi sarar, Müzik alıp götürüyor Feda eder kendi üşür. Gözlerim kapalı Sadece notalar Ölüm Allah’ın emridir. Odam bana yabancı Kim önce gider kim bilir? Sobamsa ağlamaklı Şu üç günlük dünyamızda, Son dakikalarım Kalmaz nefret , sabır, kibir. Son kez odama bakışım Son kez yudumlamam nane limonumu E.Yarali
Sayfa 27
Gelmeyin üzerime ne olur? Anacığım anacığım,
Neredeyse öleceğim.
Hakkın çoktur, vardır yaran.
Gelin olduğum günü göremeden,
Sabrettikçe artar çilen,
Beyaz kefen giyeceğim.
Helâl eyle hakkın anam.
Ne mutluyum ne de mutsuz Çünkü yarın öleceğim.
BİLMEM Aşina mıdır hiç bilmem ki insanlar?
Giderken ağlasa da gözlerim, Semaya ulaşınca güleceğim.
Bülbüller dile gelmiş lal olmuş güller. Hasrettir ömür, figanımı oyalar, Gönüllere dizilmiş gizli ağaçlar.
Merhamet etmeyen yalan sevgililer, Gün gelir sevmesini de mi bilirler? Etmeyin ziyan, güzel aşklar nic’eyler?
BİR OĞLUMUZ OLSUN
Gönüller birse samanlık seyran derler.
Bir oğlumuz olsun adını sen koy. Senin gibi baksın gözleri,
Telleri sızlar sazların aşktan gayri.
Renkli olsun tıpkı benimki gibi
Ne ki geç kalmışız n’ola dünya hali?
Sarışın, beyaz tenli,
Muhteber der ki sevenlerin ne derdi?
Biraz tombiş, biraz benli.
Her seven sevdiğine kavuşmuş mu ki!
Hafif çilleri ve eksik olmayan göbeği. Bir oğlumuz olsun tıpkı senin gibi
ÖLECEĞİM
Hayata karşı endişeli ve öfkeli,
Gelmeyin kara bulutlar üzerime
Temiz kalpli düşünceli.
Yarın olacak ve ben öleceğim.
Bir oğlumuz olsun
Üç günlük dünyanın bir gününü,
Temmuz ya da ekim de doğsun.
Size sövmekle mi geçireceğim?
Beni andıran sana benzeyen
E.Yarali
Sayfa 28
Bir oğlumuz olsun.
Sevilmenin alıkonmaz o hazzı Hoş bir yapısı vardı.
ANLATAMAM
Duvara asılmış bir çerçeve,
Anlatamam sana acımı
Anıları konuşturan bir resim,
Kalbim yaralanmış da kanıyor gibi
Her yeri buram buram sen kokan bir oda.
Yüreğim adını geçtiği her cümlede
Bir odamız vardı, perdeleri kapalı
Deve cüce oynuyor sanki
Hüznün koynunda karamsar bir oda.
Kalbim buruk, kırık, paramparça Nasıl anlatayım, anlatamam ki. Söylesem bugün hiç gülmediğimi Söylesem bugün hep uyumak Seni, acını unutmak istediğimi, anlamazsın ki! Söyle bana nasıl anlatayım mutsuzluğumun nedenini? Suskunluğumu ve bedenimin tükenmişliğini Sen anlasan da ben anlatamam ki.
BEN Omuzlarımdan dökülen saçlarım var benim, Sarı, uzun, ığıl ığıl. Yan yan bakan gözlerim var benim,
BİR ODAMIZ VARDI Bir odamız vardı, perdeleri kapalı. Hüznün koynunda, karamsar bir oda. Beyaz perdeleri, sönük bir lambası, Kırılmış bir kapı kolu, yamulmuş bir anahtar… Bir odamız vardı, perdeleri kapalı. Karanlığa bürünmüş her yanı. İki yatak, bir dolap, Yerde antika bir halı… Gerçeklerin doruğunda bir oda. Bir odamız vardı, perdeleri kapalı. E.Yarali
Mavi, küçük, alev alev. Baktığında baktıran dudaklarım var benim, İnce, kırmızı, ateş ateş. Rüzgar vurduğunda yüzüme vurur saçlarım, O saçların altında gizli gizli ağlarım. Ağladığımda yeşile döner gözlerim, Kimse bilmez bunu herkesten gizlerim. Dünyayı kavurur gülücüklerim, Aslında içimi yakar hislerim. Güneş kadar sarı, etrafı aydınlatan benim. İçimdeki karanlığı görmenizi isterim. Sayfa 29
“ susarak özlemek”.. BAK
Ve beklemek seni
Islıklar çağırıyor beni cehenneme,
Gün ışığının yıldızımla birleştiği vakit buluşmak.
Yürüdükçe hayatım kayıyor, ayaklarımın altından. Etraftakiler çığlık çığlığa Nasıl koşuyorlar bak! Hepsi de ıslıkların çokluğundan Nasıl kaçıyorlar bak!
İmkansızlıklarla, sevgiye aç yüreğinde görünmek. “tanımadığım tende” hissetmek seni. Gelmeyeceğini bilerek, Sevmek. Hepsi bir düşten ibaret
SONSUZ AŞK
Ve ben uyanırım, çaresizce “yine yoksun” diyerek.
Tüm yıldızlarını tutsam gecenin, Seni anlatsam bir bir onlara Gökyüzü sevsin bizi, Bilmeyen kalmasın aşkımızı. Tanrım korusun bizi. Aşkın gölgesi altında barınalım. Ve yaşayalım Güneş, yağmur, kar, kış demeden Birlikte yürüyelim sonsuzluğa. O aşk denen kapı, hiç kapanmasın suratımıza
HABERİN YOK
Rüzgarlara anlatalım aşkımızı, bilsinler.
Haberin yok benden,
Bilsinler ki şahit olsunlar tüm yaşanmışlıklara.
Ama ben senin göz renginin
---------------------------------------
Her mevsim nasıl değiştiğini bile düşündüm,
-Amatör Şairler-
Haberin yok benden,
Seda KAÇIK
Ama sen benim gördüğüm ilk günden beri Gerçek olsun istediğim tek düşümdün.
GÜN AYDIN DEĞİL YİNE BANA E.Yarali
Haberin yok benden, Sayfa 30
Ama sadece yaşadığını bildiğin ben;
Nefes alamıyor bahsetmeyince senden
Nefes alamıyor bahsetmeyince senden. Ey aşk!
Ey Aşk
Dayanamam yokluğuna
Dayanamam yokluğuna
Götür beni de O’nun gittiği yerden.
Götür beni de onun gittiği yerden
Gün Aydın Değil Yine Bana ‘’Susarak Özlemek’’
Her Şey Gider Aşk Kalır
Ve beklemek seni
Aşk kalır içinde
Gün ışığının yıldızımla birleştiği vakit buluşmak
Sevdiği gider
İmkansızlıklarla , sevgiye aç yüreğimde görünmek…
Sen unutursun elbet onu
‘’Tanıdığım tende ‘’ hissetmek seni … Gelmeyeceğini bilerek, Sevmek . Hepsi bir dişten ibaret Ve ben uyanırım, çaresizce ‘’Yine yoksun’’ diyerek
Bir tek aşk kalır içinde Başkası gelir bir gün Belki o da gider Sayamazsın gidişleri Aşk kalır içinden Sen de gidersin bir gün kendinden, Çekilir kanın damarlarından Canından can, senden her şey gider
Haberin Yok Haberin yok benden, Ama ben senin göz renginin her mevsim nasıl değiştiğini bile düşünürüm.
Ama aşk kalır içinde. Bedenin toprak olur, Yeşerir bir gün Belki bir çiçek olur
Haberin yok benden,
Giden sevgilinin elinden
Ama sen benim gördüğüm ilk günden beri
Bir tek aşk kalır geride
Gerçek olsun istediğim tek düşümdün. Haberin yok benden,
Yasaktı
Ama sadece yaşadığını bildiğin bu ben ; E.Yarali
Sayfa 31
Kapatmıştın gözlerini, dünyanın nefse hoş gelen çirkinliklerine Açmayacaktın bir daha Bir daha hata yapmamak için girmemeliydin Ben gitmiştim çünkü Ellerim gitmişti Bakmıyordu gözlerim, baksa da görmüyordu seni
Ama sesini duyuramamış Aşk; Uçsuz bucaksız bir çölde Kendini denizin maviliğine kaptırmış bir adamın bedeninde kurulmuş Yanmış, gördüğü seraptan başka bir şey değilmiş Ama o bunu anlamıyormuş
Bende kapatmıştım gözlerimi
Savaşlarda da en çok vurulan aşkmış
Dünyam bildiğim gözlerinle
Bir türlü ölmemiş ama sakat kalmış.
Acımayacaktık bir daha Bir daha aşık olmayacaktık
TAŞTAN KALP
Ölüm var gözlerimin ardında
Giderken attığın her adımda arkana bir taş koydum.
Kapansa ağlar mıydı gözlerin Anladım geç değil Aslında ağladım kapandığında gözlerin Dün vardın bu gün yok Susuyorsam tek nedeni bu , İlah’ın taktiridir. Düşündükçe hislerim yine birbirini özledi
Şimdi ne kadar dönmek istesen de yerine, Olmaz! Kaldıramazsın… Bağrıma taş basmışım, senin yokluğunu hissetmemek için. Her gidişinde yüreğim parçalanmış. Ama bu sefer farklı… Şimdi ne kadar dönmek istesen de yerine,
Aşk Aşk uzak diyorlardı Küçük bir kızın kirpiklerine takılmış Çırpınmış , her geçen gün eksilmiş Ama kurtulmamış
Olmaz! Kaldıramazsın… O kadar uzaklaşmışsın ki benden, Yerine koyduğum taşlar çoğalmış. Seni o kadar sevmişim.
Aşk
Yine dayanamamış o taşlardan “SEN” yapmışım.
Yüreği yaralı annenin dilindeki feryatmış
Kalbimin en büyük yerindesin merak etme.
Bağırmış tüy kalmamış dilinde
İşte bu sefer mutluyum,
E.Yarali
Sayfa 32
Yeter ki sen girme hayatıma. Artık istesen de olmaz zaten; Kalbimi taşlarla doldurmuşum.
olmak… hepsi senin elinde ve sen de görmeye başlıyorsun gerçeği ucundan azar azar, gir bu yola. Ben farkındayım her şeyin, dönüşü var ama döner miyim ki elindeyken bu dünyanın her şeyi.
AŞKIN ADALET KAPISI O gülerdi; Ben biterdim. O yaşardı hayatını, AKIL YÜRÜTMELER Ben izlerdim. 1 Ve ben ezberlemişken yaptığı her hareketi, O benim varlığımdan bihaberdi. Bu aşk, hayat ya da kader deyin. Merak ettiğim; Aşkın nesi adil?!
DEĞİŞİM BAŞLIYOR Farklı görüyorum artık bazılarını. Yüreğimde güzel yerdeler. Dile getiremesem de değişti bakış açım. Özgürce düşünüp, düşündüğümü özgürce gerçekleştirip, hissediyorum insanları, anlıyorum… Artık değer verme kavramı da değişti benim için. Olması gerektiği gibiyim, şu sıralar gerçeğe biraz daha yakın sürdürüyorum yaşamımı. En uç noktalarda; son kez güler gibiyim ve ilk kez ağlar gibi. İnatla söylemeye devam ediyorum ki bu huzursuz dünyada huzur bulanlar var. Evet ben o şanslı kişilerdenim artık. Mutsuzluk çoğu kez başrolde olsa da hayatında, istediğin sürece huzurlu olabilirsin. Sabit fikirlerden vazgeçmekle başla sen de bakış açını genişletmeye. Her şey senin elinde. Sevmek senin elinde, nefret etmek, iyi olmak, kötü E.Yarali
Savaş ortasında küçük bir kız çocuğunun yüzündeki o masum ifadenin yanı sıra, gözlerindeki o büyük korkuyla annesine koşması gibiydi, çoğu kez duygularım. Koşarken bir kılıç darbesiyle kafası bedeninden ayrılan o kız çocuğu gibiydim, dost kazığıyla tanışırken. Birçok ölüm şekli vardır dostum senin bilmediğin. Ama en acısıyla tanıştırdın beni. Tebrik ederim. 2 Neden yalandan nefret ederim derler ki? İnsanı mutlu eden çoğu olay yalan değil midir zaten? Yalandan kaç kez güldün be adam? Söylediğin tüm sözleri iyi niyetinden dolayı kaç kere yalanca çevirdin? Sen “pembe yalanlar” adı altında “büyük günahlar” işlemedin mi sanki? Yaptı, evet, daha fazlasını yaptı biliyorum. Ve utanmadan diyebildi yine “yalanı sevmem” diye. Alışmıştır yüreğin. Gerçeği göremez ve bazen kandırırsın kendini. Şimdi “sana katılmıyorum” diyerek yalan söyle bana. Hadi, bir kez daha kandır kendini, ucunda içini rahatlatabilmen var, kendini iyi hissetmen var sonuçta. Yalanı sevmiyorsun ya mutlu olman için söyle yalancı, hadi bir kez daha… -------------------------------------Sayfa 33
olanları. Gözlerine derinden bakıp yaralamasaydım kalbimi. Keşke diyorum bir heves olduğuna inandırabilseydim kendimi. Tüm suç benim bu yüzden çok kızıyorum kendime. Sonra birden geliyor aklıma, gözlerimi gözlerinden kaçırmak için çırpındığım dakikalar. Sus diyorum kendime ama nafile dilim sussa kalbimin acısı diner mi? En çok güçsüzlüğüme, acizliğime acıyorum. Nasıl böyle bir duruma gelmiştim. Oysa ben aşka hiç inanmazdım. Kalbimi kıramazdı kimse ben aşık olamazdım. aman tanrım! Ciddi ciddi çektiğim bu acı bir aşkın belki de alevlenmemiş haliydi öyleyse ben ne yapardım?
-Normal Öyküler-
Gidiyordum, evet. Hafife alınmayacak şeylerdi yaşadıklarım. Hayatın attığı tokat ağrıma gitti. İnkar etmiyorum. Onunla başlamıştı her şey. O ela gözlü yan bakışlı kır saçlı adamla. Oysa hiç sevilmemiştim biliyordum. Aniden karşıma çıkıyordu, ne hükmedebiliyordum zamana ne de söz geçirebiliyordum kalbime. O gün en soğuk kış günlerindendi. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki yüzüme vuruşlarına karşılık okulun içine atmak istiyordum kendimi. Bir arkadaş işte, belki de onunla tanışmama vesile olan bir dost. Aklıma girdi. Okuldan kaçtık o gün ıssız bir parktı gittiğimiz yer. Sanki anlaşmalıymış gibi geldiler, oturdular bulunduğumuz çardağa. Yan bakıyordu evet onun bakışının ardında gizemli bir ilgi belki de aşktı gözlerindeki. Bilemiyorum. Tanıştık işte. Keşke hiç tanımasaydım da yaşamasaydım tüm bu E.Yarali
Adını kalbime saklayıp, gömmeyi çok istedim. Ama yapamadım çünkü her önüme gelene anlattım onu sanki sustukça sancım artıyor ve kıvranıyordum acılar içinde. Birileriyle konuşmanın rahatlatacağını umdum fakat bilemedim ki her anlattığım, dost sandıklarım arkamdan kuyumu kazanlar imiş. Kimse istememiş bizim beraber olmamızı. Kimse inanmamış benim büyük aşkıma. Anlattıkça anılarımda yaşamışım onu hiç fark etmemiştim. Kaç kez ayrıldık onunla, sayamadım. Göz yaşları içinde yeni aşklara uğurladım onu. Bir çocuk gibi haykırmakta buldum kendimi oysa hep ayrılığın ilanını fısıldadı kulağıma. Korkarak yaşıyordum evet. Her gün sanki ayrılık çalacaktı kapımı. Aniden teslim alacaktı bedenimi peki ruhumu ne yapacaktı? Düşüncelere hapsettim yine kendimi. Ne zaman bir çocukluk yapsam olgunluğuyla, tüm Sayfa 34
doğallığıyla yendi beni. Beklediğim bu değildi. Çok kişinin fikrine muhtaç yaşadım her gelene geçene sorduğum tek soru “ben ne yapacağım.” O beni hiç sevmedi anlayabiliyorum. Biliyordum aslında ama kabullenmek o kadar zor o kadar gurur kırıcıydı ki. Ve zoruma giden bu anı bile onunla yaşayamamaktı. Akıttığım gözyaşlarımla hatırlıyorum. Nasıl aşağılandığımı, park köşelerinde çocuk gibi ağladığımı. İhanetlerini mesela. Hiç unutamadığım ve unutmayacağım aldatışlarını. Yine de nasıl bir sevgiymiş ki bu kızmıyorum ona. Ondan ziyade tüm suçu kendimde arıyorum. Benim yüzümden yaşanılan her şey benim yüzümden diye tekrarlarken buluyorum kendimi. Yine kendimle yüzleşiyorum. Yağmur ardından buğulu camlara baş harflerimizi yazıyorum ve yine her yerde ona ait bir şeyler bulabiliyorum. Kahretsin. Şimdi ben ne yapayım? Nasıl döndüreyim onu? Yalan dünyanın bir köşesinde kalmış bu kadının çığlıklarını kim duyar? Nasıl itiraf edeyim terkedildiğimi bunu onuruma nasıl sığdırırım? Hayat işte. Ne kadar bunaltıcı ne kadar zor. Düşünmemek elde olsa düşünmezdim inanın. Bir aşığım ben. Aşkını henüz itiraf edemeyen. Etmeye çalıştığındaysa hor görülen. Aşkın çok uzağında, kara bahtın kucağında yaşayan bir kadınım ben. Nasıl anlatsam nasıl itiraf etsem bilmem. Şimdi söyleyin bana, bir erkeğe kal demek hangi kadının sığar onuruna? Muteber ATAMAN 3178-11L
E.Yarali
Sayfa 35
IV. ŞİİR OLİMPİYATLARI KAPSAMINDAKİ ŞİİR YARIŞMASI
Okulumuzda IV. Şiir Olimpiyatları çerçevesinde Cumhuriyet Dönemi Ezbere Şiir Okuma Yarışması yapılmıştır. Bu yarışma Kütüphanecilik Kulübünün de yıllık planında bulunmaktadır. Yarışma 23.02.2012 Perşembe günü saat 13.00-14.30 arası okulumuzun konferans salonunda gerçekleştirilmiştir. 9 (dokuz) öğrenci yarışmaya katılmış, ilk üçe giren öğrencilerin sınıfı, numarası, adı, soyadı, puanları ve katıldıkları şiirin adı aşağıdaki biçimde çıkarılmıştır.
E.Yarali
Yarışmamızın birincisi Büşra Ongun, Sincan elemelerinde Mehmet Akif Ersoy’un Bülbül şiiri ile okulumuzu başarı ile temsil etmiştir.
Sayfa 36
Tel : 0312 272 70 70 www.sincanibnisinalisesi.meb.k12.tr
E.Yarali
Sayfa 37