Bidergi Eylül '14

Page 1






AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ

ISSN:2148-2780

İÇİNDEKİLER SAHİBİ Bir Medya Adına T. Atakan AKMAN

EYLÜL 2014

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Fatih TURBAY

SAYI: 4

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ahmet ŞAHİN GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ Selçuk USTA GRAFİK TASARIM Koray HASIRCI İhsan ŞAHİN EDİTÖR Emine Hacer BİLGİN MUHABİR Kıymet AKBULUT DİJİTAL YAYIN Zihni ÖNER MALİ İŞLER KOORDİNATÖRÜ Safure UMUTLU REKLAM DEPARTMANI T. Atakan AKMAN Fatih TURBAY YÖNETİM YERİ Yeniyol Mah. Gazi 12. Sk. No: 9/13 | Çorum Tel: 0364 225 66 64 www.birmedya.net www.bidergi.tv İletişim: iletisim@bidergi.tv YAYIN TÜRÜ Yerel Süreli Yayın BASKI & CİLT Ankara Okulu Basım Yayın Ltd. Şti. İstanbul Cad. No: 48/81 İskitler/Ankara Tel: 0312 341 06 90 BASIM TARİHİ EYLÜL 2014

6

NAMAZGÂH / Ethem ERKOÇ Eğitimci - Yazar

18

SPOR / ÇORUM GÜREŞİ ALTIN ÇAĞINI YAŞIYOR / Hüseyin TEKE Güreş İl Temsilcisi ve Belediyespor Güreş Koordinatörü

48

BiHikâye Yasir AHISKALI Copyright© EYLÜL 2014 Bidergi Yayına sunduğumuz haber ve metinlerin gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra her türlü yayın hakkı yayınlandığı günden itibaren Bidergi’ye ait olup izinsiz olarak çoğaltılması ve yayınlanması yasaktır.

54-56

ŞEHRİMİZE HOŞGELDİNİZ ‘‘GENÇLER’’ | Bidergi Değerlendirme | Prof. Dr. Reha Metin ALKAN / Hitit Üniversitesi Rektörü


20

32

TEKNİK BAĞIMSIZLIKTAN TEKNO-MOBİL BAĞIMLILIĞA / Mehmet OKUMUŞ

KADIN ve SİNEMA / Mehmet Sefa DOĞRU

22

BİR DE BURADAN BAKALIM! Mustafa DEMİRER

TALİH KUŞU ÖZELLEŞTİ RÖPORTAJ / Mehmet Akif ERSOY TRT İstanbul Haber Müdürü

52

17 ARALIK’TAN 22 TEMMUZ’A / Av. Cavit TATLI Hukukçular Derneği Genel Başkanı

30

GERÇEK BİR HAYAT İKSİRİ ‘‘GÜLÜMSEMEK’’ / Uzm. Dr. Zafer BOYACIOĞLU Elitpark Hastanesi Fizik Tedavi Uzmanı

34

BAYRAMLAR DEĞİL, BİZ DEĞİŞTİK / Gülesin Ağbal DEMİRER Çorum Hakimiyet Gazetesi Haber Yönetmeni

36

BİR CUT GERÇEĞİ ‘‘KURGU’’ / Mithat MUMDZİC Grafik-Animasyon Uzmanı

SEZAİ KARAKOÇ

10

40

MONA ROZA / Hüseyin KIR Çorum İHL Müdürü


8

|


EDİTÖRDEN AHMET ŞAHİN

BÜYÜYEN VE GÜÇLENEN TÜRKİYE ... Bidergi’nin yeni sayısı ile siz saygıdeğer okuyucularımızın karşısındayız. Üç aylık periyotlarla yayınlanan dergimizin hazırlanmasında bundan önceki üç sayıda olduğu gibi yayın kurulumuz ve muhabirlerimiz titizlikle dergimizde yer alacak konuları belirledi. Üç sayıda birlikte çalıştığımız Yazı İşleri Müdürümüz Sefa Köylü bundan böyle aramızda olmayacak. Bu zamana kadar dergimize verdiği emekler için gönülden teşekkür ediyor, çalışma ve aile hayatının bundan sonraki bölümünde başarılar diliyoruz. Çıkardığımız 3 sayıya bakıldığında etkiler, tepkiler, feedback’ler bizleri memnun etti. Doğru yolda olduğumuzdan artık eminiz. Çorum’dan ve ülkemizin değişik bölgelerinde ikamet edip şehrimizle bağı bulanan, dergimizden haberdar olan hemşehrilerimiz beğenilerini ifade ediyorlar. Derginin içeriğine dair fikir veriyor ve hatta yardımcı olmak istediklerini dile getiriyorlar. Bidergi, ilk sayısından itibaren top-

lumsal sinerji oluşturmayı başarabilmiş, insanımızın beklentilerine cevap verebilmiştir. Dergiciliği bilen bir ekiple Bidergi’yi okurlarıyla buluşturuyoruz. Bu ekip çok daha güzel çalışmalarla, yeni sayılarla sizlerin karşısında olmaya devam edecektir. Bu sayıda ülkemizdeki ve şehrimizdeki güncel olayların bazılarına Bidergi bakış açısıyla yer verdik. Gazze’de yaşanan insanlık ayıpları ve katliamlar, Çorum güreşindeki giderek artan başarı grafiği, gençlerimizin ve daha kötüsü çocuklarımızı esir alan mobil bağımlılık da yazarlarımızın ilgi alanına giren konular arasında idi. Türkiye’nin en büyük özelleştirme ihalelerinden birisi olan Milli Piyango ihalesine bir Çorumlu işadamının katılması ve yankılarını ise Çorum Hakimiyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Mustafa Demirer farklı açıdan değerlendirdi. 17 Aralık ve 22 Temmuz operasyonlarında hukukun takındığı tavrı ise Hukukçular Derneği

Genel Başkanı Av. Cavit Tatlı, siz Bidergi okuyucuları için yorumladı. Sinemadaki cinsel unsurlar ve kadının sinemadaki yerini ise akademisyen gözüyle Mehmet Sefa Doğru, Çorum’daki köy şenliklerini ise şenliklerin aranılan ismi gazeteci Servet Seyfettin Mete kaleme aldı. Hitit Üniversitesi’ni kazanan öğrencilerden ise Çorum ve üniversite ile ilgili görüşler alarak sizlere aktarmaya çalıştık. Büyüyen ve güçlenen Türkiye, bunun yanında da değişen ve güzelleşen şehir Çorum. Belki de Bidergi’nin 4. sayısını bu ifadeyle özetlememiz mümkün. Her sayıyı bir öncekinden daha farklı ve dolu dolu olarak sizlere ulaştırmanın gayreti içerisinde yayın kurulumuz ve dergimizin tüm çalışanları adına tüm kıymetli okuyucularımıza saygılarımı sunuyorum. Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle. Allah’a emanet olun.

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014

|9


Namazgâh Ethem ERKOÇ Eğitimci - Yazar

Namazgah, açık havada namaz kılmaya mahsus yerdir. Musalla kelimesi de aynı anlamda kullanılmıştır. Ancak zamanla musalla, cami civarında cenaze namazı kılına ve kıble tarafında musalla taşı bulunan mekanları için kullanılmıştır.

N

amazgâhlar, Cuma, Bayram, Teravih ve cenaze namazlarını daha büyük cemaatlerle kılmak için yapılan açık hava mescitleridir. Yağmur duaları da namazgâhlarda yapılırdı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kuba’daki yaptığı ilk mescit, Ranuna mevkiinde ilk Cuma namazı kıldırdığı mescit de namazgâh tarzında yapılmıştı. Temiz bir yer seçilip etrafı taşlarla çevrildiği zaman içinde rahatça namaz kılınabiliyordu. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v), Tebuk Seferi’nde ve Mekke yolunda bu tarzda çok sayıda namazgâh yeri belirlemiş ve orada cemaatle namaz kıldırmıştır. Bu nedenle namazgâhlar, zaman zaman ordunun konakladığı yerler olmuştur. Resul-u Ekrem (s.a.v), bayram ve cenaze namazlarında veya yağmur duasında musallaya/ namazgâha çıkardı. Hatta Ramazan ve Kurban Bayramı gün-

10

|

lerinde sabah namazını Mescid-i Nebevi’de kılar, büyük bir cemaatle camiden çıkıp tekbirlerle Medine’nin beş yüz metre dışında bulunan namazgâha varır orada Bayram namazlarını daha kalabalık bir cemaatle kılardı. Ardından namazgâha yakın bir yerde kurbanını keserdi. Bu namazgâhta namazdan sonra kadın-erkek, küçük-büyük herkesle bayramlaşırdı. Buralarda yağmur duası da yapılırdı.

tir. Bu mekanların yanına abdest almak, su içmek ve hayvanlarını sulamak için çeşmeler inşa edilmiştir. Bazı namazgâhlarda namaz kılanları, konaklayanları güneşten korumak için gölge veren büyük ağaçlar yetiştirilmiştir

Medine’deki namazgahta ilk dönemde özel olarak yapılmış mihrap ve minber yoktu. Emeviler döneminde de namazgâha birkaç basamaklı bir mimber ve mihrap yapılmıştır.

Osmanlılar döneminde mihraplıminberli ordugah tipi namazgâhlar inşa edilmiştir. Topraktan bir iki basamak yüksekte korunaklı mekanlardır. Etrafı genellikle duvarlarla çevrilmiştir. Yanına abdest almak için bir çeşme mutlaka yaptırılmıştır. Mihrap olarak yapılan kısmın tepesinde “Mihrap” veya “Sahibü’l-Hayrat” ibaresi ya da mihrap ayetinin tam metni yazılmıştır.

Namazgâhlar, açık hava mescidi konumunu koruyarak ihtiyaca göre İslam coğrafyasının her tarafına yayılmıştır. Kervan yollarında konaklama ve ibadet mekanı olarak o namazgâhlar çevrilmiş-

Osmanlı döneminde Anadolu’da yapılan namazgâhlarda yağmur duası yapılırdı. Hacca gidenler seferberlik dönemlerinde askere sevk edilenler buralardan uğurlanır ve buralarda karşılanırdı.


biYAZI 2014 yılında ilk defa Namazgah’ta teravih namazının kılınmış olması, önemli ve takdire şayan bir harekettir. Bu teravihlerde kadın, erkek, yaşlı, genç cemaat bir araya gelip, namaz kılldılar.

Savaş dönemlerde şehre sığınan göçmenlerde buralarda misafir edilirdi.

şayan bir harekettir. Bu teravihlerde kadın, erkek, yaşlı, genç cemaat bir araya geliyor, namaz

Çorum’daki namazgâhın ilk defa ne zaman inşa edildiği hakkında bilgimiz yok. Ancak şehrin kenarında açık hava mescidi şeklinde yapıldığı bilinmektedir. Çocukluğumda hatırladığım şekliyle şimdiki namazgâhın olduğu alan, üç metre yükseklikteki kerpiç duvarla çevriliydi. Namazgâhın duvarlarının içinde iki sıra selvi kavak ağaçları dikiliydi. Kıble tarafında mihrap ve mimber vardı. Giriş kapısının yanında üç oluklu çeşme yer almaktaydı. 1963 yılında sabah namazından sonra Çorum’un her tarafından gelen büyük bir cemaatle burada yağmur duası yapmış ve çimenlerin üzerinde namaz kılmıştık. Yukarıda vermiş olduğumuz genel bilgiler ışığında Çorum’daki Namazgâh’ın da Osmanlı dönemi yapısı olduğu anlaşılmaktadır. Ecdadımızın burayı yağmur duası dışında hacı yolcu etme ve karşılama, asker uğurlama amaçlı kullandığı nesilden nesile anlatıla gelmiştir. Sıcak memleketlerde namazgâhlar, her mevsim kullanılabilmektedir. Fakat bölgemizin soğuk ve yağışlı olması, yılın yarısının böyle geçmesi nedeniyle Namazgâh, ancak yaz dönemlerinde amacına uygun olarak kullanılabilmektedir. 2014 yılında ilk defa Namazgâh’ta teravih namazının kılınmış olması, önemli ve takdire

kılıyorlar. Namazdan sonraki özel sohbet ve muhabbetler toplumsal kaynaşmanın zeminini hazırlamış oluyor. Uygun mevsimlerde yağmur duası, Cuma ve Bayram namazları için de bu mekân kullanılabilir. Hacı uğurlama işlemleri de burada yapılabilir. Bunda dini yönden hiçbir sakınca yoktur. Ancak soğuk ve yağışlı havalarda bunların namazgâhta yapılamayacağı da herkesin malumudur. Teravih namazları gibi diğer ibadet ve faaliyetler için de Namazgâh’ın seçilmesi, geleneklerimizin yaşatılması bakımından önemlidir.

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014

|11


A B SO


biFOTOĞRAF, biHİKÂYE

S

ıcak bir soba neler anlatır çocuk ruhumuza. İlk önce korku verir, “cıss”tır yakar elimizi. Anneler bunu öğretir çocuklara, ateş yakar... Sobanın üzerinde kaynayan su yakar… Ama hangi ateşin gücü yeter bir çocuğu sıcacık sobanın başından uzaklaştırmaya. Bekler çocuk, belki fırında patates vardır ya da annesinin onun için hazırladığı nefis kurabiyeler… Bir de acıktıysa sabırsızdır ateşin karşısında. Televizyon seyreder gibi, masum yürek izler onu, ateşi,

dumanı, yanan odunun “çıt çıt” seslerini ve içine çeker fırından yayılan enfes kokuyu. Sonra bir cesaret gelir masum yüreğe, hemen yanı başında duran bir iki odunu atmak ister sobaya. Ne dayanılmaz bir cazibedir bu! Sakarlıkla bir yerini yakma pahasına ateşe odun atmak ister o küçük eller. Ama kadim gelenek bu küçük çocuğa en büyük dersi hemen oracıkta verir. Önünde maşa varken ateşe elini uzatma. “Maşayı kullan”!

Fotoğraf: Ümmühan YAZICI

Yazı: Nilgün TOPRAK / İletişimci


Mehmet Akif ERSOY TRT İstanbul Haber Müdürü

Türk

basınının

son

dönemdeki

en yetenekli ve en gözü kara muhabirleri

arasında

yer

alan

Mehmet Akif Ersoy’la Gazze’deki İsrail katliamını konuştuk. İsrail ordusunun

Gazze’ye

bombardımanı

ilk

başlattığı gününden

itibaren Türkiye’ye ve tüm dünyaya tüm gerçekliliğiyle duyuran başarılı muhabirle

yaptığımız

röportajı

Bidergi okuyucularının beğenisine sunduk.


biRÖPORTAJ Mısır’ın rolü çok önemli bölgede. Mısır’ın desteği olmadan Filistin’de bir kalıcı barış ya da Mısır’ın içinde bulunmadığı bir siyasi süreç Filistin davasında olamaz. Çünkü Mısır jeo stratejik olarak Gazze’ye bağlantısı olan tek ülke. Dolayısıyla bu Filistin meselesinde Mısır’ın mutlaka ikna edilmesi ve İsrail’le yürüttüğü işbirliğine son vermesi lazım.

RÖPORTAJ Salih KARSLIOĞLU


Filistin mücadelesine rahmetli Yaser Arafat’la özdeşleşmiş bir mücadele diyebilir miyiz? Yaser Arafat, Filistin direnişinin önemli bir lideri. Kuşatıcı bir lideri her şeyden önce. Dolayısıyla yani Arafat’ın tabi, Arafat vefat ettikten sonra Fetih mücadelesini Mahmut Abbas’ın yönetmesi ve akabinde İsraille yaşanan bu diyaloglar ve Filistin direnişinin geldiği noktaya baktığınızda Filistin halkının Yaser Arafat’a olan saygısını, hürmetini bir kez daha anlamlandırabilirsiniz. Yani Arafat, Filistin halkının tamamı için tüm siyasi fraksiyonları için önemli bir liderdi. Gazze’de, Filistin’de yüzüne Filistin bayrağı ya da puşiyi yüzüne maske yaparak İsrail askerlerine sapanla ya da yalın elleriyle taş açan çocuklar hafızalarımıza kazındı. Aradan geçen 25-30 yıl sonra bu çocukların ellerindeki taşların yerini şimdi ne aldı? O taş atan çocuklar şimdi ne yapıyor? Kimisi mülteci oldu, yurt dışına gitti. Bazıları Avrupa’ya, bazıları Ürdün’e. Kimisi içeride bir direnişin neferi olarak devam etti. Kimisi komutan oldu. Kimisi Fetih’e katıldı. Kimisi Ramallah’ta siyasi sürecin içerisine dahil oldu. Neticede şöyle bir fotoğraf var önümüzde. İsrail, 1948’den beri Filistin’de her türlü soykırımı, her türlü insanlık suçunu, baskıyı, zulmü gerçekleştirdi. Filistin halkının çeşitli direniş yöntemleri vardı. Öncelikle dünyanın Filistin halkının her türlü direniş yöntemini kullandığını bilmesi lazım. Filistin halkı sessiz kaldı. İsrail yerleşimlerini, katliamlarını, işkenceleri, tutuklamalarını sürdürdü. Filistin halkı taşlarla mücadele etti. Birinci intifada dönemi. İsrail, tanklarını ve buldozerlerini bölgeye soktu. Yıkımlara, yerleşimlere, tutuklamalara devam etti. Filistin halkı bıçaklarla, sopalarla ikinci intifada döneminde bir mücadele ortaya koydu. Yine katledildi, zulmedildi. Filistin halkı ve Gazzeliler şu anda ilk defa silahlı mücadeleye iyi hazırlanmışlar ve bunu başarmışlar. Bunu geçmişten bugüne yani Filistin halkı sessiz de kalsa, taşla da mücadele etse İsrail yerleşimlerini sürdürdüğü müddetçe, ablukayı kaldırmadığı, Filistin halkını katlettiği, istediğini esir alıp, istediğini tutuklayıp, dilediğine işkence edip, dilediği çocuğu kolundan çekip İsrail zindanlarına attığı müddetçe burada yaşanan ızdırabın kim tarafından yapıldığı ve ne boyutlara geldiği bütün dünyanın gözü önünde olacak. İsrail, Filistin’i yok etmeye çalışıyor. Bunu yüksek oranda da Doğu Kudüs, Batı Kudüs, Ramallah’taki yerleşimlere baktığınız zaman silahsız bir Ramallah yönetimi, Mahmut Abbas’ın başında olduğu oradaki Ramallah ve Batı Şeria’daki yönetiminin silahsız ve İsraille iletişim halinde olduğunu görüyorsunuz. Burada yaşananlara baktığınızda sürekli yeni yerleşim kararları alınıyor. İsrail dilediği zaman içeriye giriyor, çıkıyor. Bunda direniş yoksa Filistin yok sonucunu çıkarıyorsunuz. İsrail aynısını Gazze’de yapmaya çalışıyor şu an. Gazze’yi silahlardan arındırıp, Gazze’deki direnişi yok edip, Gazze’de kafasına göre canı istediğinde ordusunu sokacak, istediği gibi hareket edecek. O bölgede işgal ettiği topraklarda bir İsrail Devleti hayalinde. Dünyanın iki devletli çözüm önerilerinin İsrail için hiçbir anlamı yok. Zaten bunu tanımıyor. Tanımadığını da her defasında gösteriyor.

16

|

İsrail’in Gazze’yi silahlardan arındırmayı istemesi aslında bir bahane mi? Gazze’yi tamamen yeryüzünden silmek istiyor diyebilir miyiz? Silahlardan arındırdıklarında Gazze’yi zaten tamamen silmiş olacaklar. Orası bir Ramallah gibi, Batı Şeria gibi olacak. İsrail, Gazze’de yaşayan 1.8 Milyon Filistinli’yi tamamen öldüremez, bunların hepsini katledemez. Ne yapıyor? Filistinlilerin bir kısmını göçe zorluyor. Yurtdışına çıkmaları için baskılar yapıyor. Sürekli bir psikolojik baskılar kuruyor. Yerleşim planlarını sürdürüyor. Aileleri tehdit ediyor. Yaşamlarını zorlaştırıyor. Elektriğini, suyunu kestiriyor. Aklınıza, hayalinize gelmeyecek çirkinlikler uyguluyor. Temizlik yaptığınız evinizi, bahçenizi, avlunuzu kirletiyorlar, pislik atıyorlar, camlarını kırıyorlar. Filistin halkının yaşadığı bütün mahallelerde terör estiriyorlar. Yerleşimci terörü diye bir şey var Filistin’de. Bunlar İsrail Devleti’nin gözetiminde, güvenliğinde yapılan şeyler. Yerleşimcilerin tamamı ceplerinde, bellerinde uzun namlulu, otomatik silahlar taşırlar. Filistin halkı ise hiçbir şey taşıyamaz, hiçbir şekilde direnemez. Hiçbir hakkı yoktur. Yerleşimciler kendilerine bulaştığında ya kaçmalılar ya da bedelini ödemeliler. 1.8 Milyon insanı her türlü yöntemle Filistin topraklarından yaşamaktan bıktırır. Göçe zorlar, topraklarını satmaya zorlar. Az önce de söylediğim gibi İsrail, Gazze’yi silahlardan arındırdığında da Gazze’ye dilediği gibi girip çıkar. Ve bu yöntemleri Gazze halkı üzerinde uygulamaya başlar. Şu anda yaptığı da çok farklı değil. İnsanlık dışı abluka ile bu katliamlarla barış zamanı orada çalıştırdığı casuslarla, içeriyi karıştırma, içeriden bir takım şeyleri organize etme, Gazze’de halkı galeyana getirme, proveke etme yöntemleri ile bunu zaten sürdürüyordu. Başarılı olamadı. Çünkü Filistin halkı birlik içerisinde hareket etti. Tüm siyasi fraksiyonlar hep beraber hareket ettiler. Filistin’in iç barışını koruyabilmek burada çok önemli. Yani Gazze’de daha önce yaşanan El Fetih, Hamas mücadelesinin şu anda yaşanmıyor olması, birlikte İsrail’e karşı mücadeleci olmaları, koruyucu hat operasyonun ilk günlerinde gerçekten iç barışı sarsacak bir takım süreçler yaşandı. Dolayısıyla o süreçler devam etse, bazı ülkeler özellikle Türkiye ve Katar ciddi müdahale ettiler. Müdahale edilmeseydi iç barış ciddi zarar görecektir. Hamas’tan çok sert açıklamalar gelmişti. İsrail’in ilk hedefi bu iç barışı ortadan kaldırmaktı. Filistin halkının bundan sonra yapması gereken şey bunun artık bilincine vardılar. Bunu önceden fark etmemişlerdi. Ama şu an tamamen bunun bilincindeler. Yapmaları gereken en önemli şey kendi içlerindeki o barışı, o süreci muhafaza etmek. Nihayet, El Fetih ve Hamas, koşulsuz birlikte edebiliyor. Hem Filistinlilerin hem de İslam âleminin beklediği bir birliktelikti Hamas ve El Fetih’in bir araya gelmesi. El Fetih en az 400-500 tane füze attı İsrail’e. Tüm siyasi fraksiyonları ile birlikte Hamas ve El Fetih, Gazze’de birlikte hareket ediyorlar. İsrail’in saldırıları başladığında ilk günlerde yaşanan ayrışma da ortadan kalktı. Siyaseten de barış müzakereleri konusunda da önceden biliyorsunuz El Fetih gitmişti Kahire’ye, bir barış mutabakatı imzalamıştı. Direniş grupları davet edilmemiş, bilgilendirilmemişti. Dolayısıyla da havada kalmış ve hiçbir anlamı olmamıştı. Daha sonra Türkiye başta olmak üzere bazı ülkelerin bir takım müdahaleleri oldu. Ondan sonra, El Fetih Hamas’ı da işin içine dahil etti. Birlikte hareket etme-


biRÖPORTAJ İsrail, Gazze’de yaşayan 1.8 Milyon Filistinli’yi tamamen öldüremez, bunların hepsini katledemez. Ne yapıyor? Filistinlilerin bir kısmını göçe zorluyor. Yurtdışına çıkmaları için baskılar yapıyor. Sürekli bir psikolojik baskılar kuruyor. Yerleşim planlarını sürdürüyor. Aileleri tehdit ediyor. Yaşamlarını zorlaştırıyor. Elektriğini, suyunu kestiriyor. Aklınıza, hayalinize gelmeyecek çirkinlikler uyguluyor. ye başladılar. Bu çok önemli bir şey. Şimdi tüm barış görüşmelerinde Hamas’la da müzakereler yapılıyor. Yani İsrail ve Mısır, (Mısır, hem darbeye meşruiyet kazandırma çabası hem de Filistin halkına bir ihaneti söz konusu) Hamas’ı terör örgütleri listesine aldıkları için direniş gruplarını işin içine katmadan bir ateşkes sürecine girdiler. Sonrasında da şunu gördüler. Filistin direnişi zaten savaşıyor. Siz direnişçilerle müzakere etmeden bir ateşkes sağladığınız zaman sahada bunun hiçbir karşılığı yok. Daha sonra da Hamas’ı ve diğer direniş gruplarını İslami Cihad ve Aksa Şehitleri’ni de dahil etmek zorunda kaldılar. Filistin’in dünyanın değişik yörelerinde yaşanan krizlerle ve özellikle Müslümanlar üzerindeki yoğun baskıyla da yakın ilgisi var mı? Yani Filistin, İslam’ın olduğu kadar Yahudilerin de sembolik bir varlık ispat etme sahası mı? Kudüs her üç din için de kutsal bir mekân. Yani Hristiyanların da en kutsal mekânlarından birisi. Hz. İsa’nın (tırnak içerisinde) çarmıha gerildiği yer, Hristiyanlığın doğduğu yerler. Yahudilik için de böyle. Müslümanların da ilk kıblesi Mescid-i Aksa. Bu üç dinin buluştuğu küçük ve gerçekten enteresan aurası olan bir yer orası. Orada herkesin bir mücadelesi var. Belki Hristiyanların mücadelesi pek hissedilmiyor. Orada çok fazla Hristiyan bırakmadılar ama dünyanın dört bir tarafından Hristiyanlar her yıl Kudüs’e gidip ayinlere katılıyor. Müslümanların daha yoğun bir mücadelesi var. Filistin halkı, Kudüs meselesini, Filistin meselesini siyasal anlamda hem dünyanın gündemine taşımak hususunda hem de orada ağır bir bedel ödeyerek yaşamlarını sürdürme noktasında gayretler sarf ediyor. Bunları dünya Müslümanlarının görmesi lazım. Herkes için kutsal bir yer ama İsrail’in bu yerleşim politikalarını sürdürmesi, Filistinlilerin yerlerinden, yurtlarından etmesi, Sabra, Şatilla, Cenin, Şucaiye, Huzâ katliamlarını yapmış olması ve dünyanın bunun karşısında sessizliğini sürdürmesi çok ciddi bir problem. Müslüman ülkelerin bu problem karşısında aldıkları ciddi bir tedbir de attıkları somut bir adım da yok. Bunun bedelini sadece “Filistin halkı” ödüyor. Müslüman ülkelerin bu vahdet sorunu, kendi iç problemleriyle uğraşmaları, siyasi hesapları, o bölgede birbirleriyle olan kötü ilişkileri, İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerinin neredeyse tamamının birbirleriyle olan siyasi mücadelesinin en büyük müstefidi İsrail. Şu anda bölgede çok rahat bir şekilde hareket edip Mısır’da yaşanan darbenin ardından daha da rahatladı. Çok rahat edip istediğini yapabiliyor İsrail şu anda. Filistin meselesinde İslam’ı bir manada kontrol altında tutma psikolojisi mi yatıyor? Oradaki savaş ya da işgalin çocukların gençlerin yaşlıların hayatına yansımasından söz eder misiniz? Filistin her şeyden önce psikolojik bir eşik. Kudüs’ün kutsallığı, ilk kıble olması. Mescid-i Aksa’nın manevi anlamı. Baktığınız zaman yine İsrail’in Mescid-i Aksa üzerindeki emelleri ve bu emelleri gerçekleştirmek için her gün attığı adımlar bunlar İslam ülkelerini endişelendiren, tedirgin eden ama sonuca gidecek adımı atamamalarını da beraberinde getiren süreçler. Kabul edilmemiş, adeta bir terör devleti gibi hareket eden, ABD’nin hamiliğini yaptığı İsrail’in ve bunları silahlarla ekonomik,

|17

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


siyasal her türlü desteği veren ABD’nin Ortadoğu’da bir çıban olarak bıraktığı bir İsrail. O yüzden sadece rasyonel bir düşman değil. Baktığımız zaman anti semitist değiliz diyoruz. Yahudiliğe karşı bir problemimiz yok. Ama burada bir siyonizme karşı, İsrail devletinin politikalarına karşı, İsrail’in Filistin halkı üzerinde uyguladığı bu insanlık dışı ablukaya, katliamlara, soykırımlara karşı bir tepkimiz var. Bunun dışında onları her gün tehdit etmeleri, her gün baskı içinde yaşatmaları, tutuklamaları, yok etme çabaları, çeşitli psikolojik yöntemlerle Filistin halkı üzerinde yaptıklarına karşı bir tepkimiz var. Ama bu tepkiyi bizler, İslam dünyası, insani değerler ve erdemler üzerinden baktığınızda da Batı coğrafyasında İsrail üzerinde böyle bir tepki, böyle bir yaptırımın olmadığını görüyorsunuz. Daha acısı şu. İslam coğrafyasındaki bütün toplumların, halkın İsrail’e karşı tepkisi ve İsrail’i sorduğunuzda kuracağı cümleler çok bellidir. Hepsinin rahatsızlığı vardır. Hepsi Filistin halkının, Filistin direnişinin yanındadır. Hepsi İsrail’in işgal politikalarından, 1948’den beri o coğrafyada yaptıklarından, işlediği cürümlerden çok büyük rahatsızlık duyarlar. Yine baktığınızda bu ülkelerin bütün liderlerinin de doğrudan ya da dolaylı bir şekilde İsrail’le ilişki içinde olduğunu görürsünüz. Halkın bu tepkisinin idareye, siyasi söylemlere ya da somut yaptırımlara etkisinin olmadığını görürsünüz. Dolayısıyla Arap coğrafyasında bu da ciddi bir problemdir. Yani liderlerin ilişkileri halkın tepkilerinden öte çok farklı noktalardadır. Suud kralı, Gazze’de 20 gün katliam devam ettikten sonra çıkıp bir açıklama yaptı. İşte bunu yapma nedeni kendi halkını teskin etmekti. Suudi Arabistan’daki halk çok ciddi tepki göstermeye başlamıştı. Ne bu sessizlik, niye bir şey yapılamıyor diye. Filistin meselesi, İslam ülkelerinin üzerinde mutabık oldukları tek meseledir. Ama yine sonuca ulaşamadıkları bir konudur. Suriye öyle değildir mesela. Suriye’de İslam dünyası ayrışmıştır. Kimisi Esad’ın yanında durmuştur, kimisi karşısında durmuştur. Afganistan’a bakışı, Irak’a bakışı farklıdır. Örnekler çoğaltılabilir. Ama, siyasi, askeri ve ekonomik anlamda Filistin meselesi tırnak içerisinde herkesin mutabık olduğu tek mesele. Filistin halkı bir bedel ödüyor. Bu ablukada yavaş yavaş öldürüleceğiz dediler. Madem öldürüleceğiz biz de mücadele edelim ve herkesin, her milletin hakkı olan özgürce yaşamayı bir bedel ödeyerek kazanalım dediler. Ve şu anda orada bir ölüm kalım mücadelesi veriyorlar. İsrail uyguladığı uluslararası hukukta bile hiçbir yeri olmayan bu insanlık dışı ambargoyu, ablukayı kaldırmadığı sürece de savaşmaya devam edeceğiz, diyorlar. İstedikleri ekstra bir şey yok. Herkes gibi yaşamak istiyorlar. Filistin halkı özgürlük istiyor. Filistinli çocuklar İsrailli askerlerin ellerine bakmak istemiyorlar. Filistinli çocuklar ekmeklerini İsrail’in izin verdiği ölçüde, izin verdiği zaman kendilerine ulaşmasını istemiyorlar. Gazzeliler Mısır ve Sisi’ye nasıl bakıyor? Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan algısı nasıl? Onlar için ne ifade ediyor? Türkiye’de resmi kurumlarda Mustafa Kemal’in fotoğrafları vardır. Gazze’de bazı kurumlara girdim. (Popülist yaklaşımlar olabilir diye bunları sosyal medyada paylaşmadım.) Bir şirket müdürünün arkasında Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı vardı. Gazzeliler için Recep Tayyip Erdoğan, önemli bir lider. Filistin halkı tarafından da çok sevilen bir lider. Mısır, büyük bir hayal kırıklığı. Darbe sonrasında tünelleri yık-

18

|

tılar. Gazze’nin can damarları idi o tüneller. Refah sınır kapısını kapattılar. Filistin’de, AGİT gözlemcilerinin ve uluslararası gözlemcilerin takip ettiği seçimle iş başına gelmiş olan Hamas’ı terör örgütü ilan ettiler. Akabinde Filistin halkına bedel ödettiler. Mısır, darbe sonrasında Büyük İsrail oldu, adeta. Mısır’ın rolü bölgede çok önemli. Mısır’ın desteği olmadan Filistin’de bir kalıcı barış olamaz. Çünkü Mısır Gazze’ye bir kere jeo-stratejik olarak Gazze’ye bağlantısı olan tek ülke. Dolayısıyla Filistin meselesinde Mısır’ın mutlaka ikna edilmesi ve İsrail’le yürüttüğü işbirliğine son vermesi lazım. Mısır, bir ateşkes planı sundu İsrail’e. İsrail, bu ateşkes planını kabul etti. Amerika Dışişleri Bakanı -ki ABD İsrail ilişkilerini anlatmaya gerek yok- bir plan sundu. İsrail dedi ki: Biz, Mısır’ın planını kabul ediyoruz. Sizin planınız bizim işimize gelmiyor. İsrail-Mısır ilişkilerini anlamak için küçük bir örnek sadece. Yani Mısır, İsrail’den daha çok baskı yaptı Gazze’ye. Belki İsrail vurdu, İsrail saldırdı ama Mısır da bunları izleyerek, kapılarını kapatarak İsrail’le yürüttüğü hem gizli görüşmelerde hem de açık müzakerelerde çok ciddi destek verdi. Mısır, Gazze halkının yanında bir duruş sergileseydi İsrail bu kadar cesur, bu kadar yoğun bir katliamı yapıp hiçbir şey olmamış gibi hadi ateşkes yapalım diyemezdi. Mısır’ın şu ana kadar yaptığı Filistin davasına büyük bir ihanet. Bundan sonra Gazze’de ne olur, öngörünüz nedir? Savaşın bir müddet daha devam edeceğini düşünüyorum. Ateşkes görüşmeleri sürüyor. İsrail doğrudan ya da dolaylı bir taviz verip ablukayı kaldırmadığı sürece direniş grupları mücadele edeceklerini söylüyorlar. Az önce de söyledim. Bu ölüm kalım mücadelesi. Gazze’yi yıktılar. Yani Gazze’yi doğudan, kuzeyden ve güneyden tamamen harabeye çevirdiler. Özellikle Şucaiye, Han Yunus, Beyt Hanun, Beklahiya, Huza, Refah bölgeleri nerdeyse harabeye dönmüş durumda. İsrail oraya inşaat malzemesi de sokmuyor. Dolayısıyla bu yıkılan binaların yeniden yapılması mümkün değil. Yüz binlerce insan şu anda evlerine giremiyor, yıkıldığı için. Gazze’nin içinde güvenle yaşayabilecekleri bir yer yok. Okullar vuruldu. Şimdi okullar açılacak. Sağlam kalan okullarda eğitimin başlaması söz konusu. Elektrik santralleri vuruldu, hastaneler vuruldu. İsrail sadece katliam yapmadı. Her alanda hayatı felç etti şu anda. O kentlerin yeniden inşa edilmesi lazım. Dolayısıyla çok ciddi manada inşaat malzemesi girişi lazım. Abluka kalmazsa eğer Gazze halkı salgın hastalıklarla, yaşayacak yer sıkıntısı ile çok daha problemli bir hale geldi. Gazze’de bulunduğunuz süre size ve gazeteciliğinize neler kattı? Ya da sizden bir şeyler götürdü mü? İlk defa öğretmedi ama bir kez daha ne olup bittiğini gösterdi. Savaş kötü bir şey. Bu savaş bölgedeki en temiz savaş. Ben hep öyle söylüyorum. Tarafların belli olduğu, kimin kimle savaştığının ayan olduğu bir savaş ama savaşın kötülüğünü, savaşın çocuklar ve kadınlar üzerinde bıraktığı o etki ve aynı zamanda İsrail’in nasıl bir terör devleti olduğunu bir kez daha gösterdi. İkincisi, sizler ne yaparsanız yapın. Cebariye’de katliam başlamadan önce bir kadın bizi aradı. Yanımızda Filistinliler vardı. Kızılhaç’ı aramış. Kızılhaç yetkilileri hiçbir şey yapmamışlar. İsrail bombardımana başladı. Evlerindeler. Çocukları var. Arkadan çığlık çığlığa bağırıyorlar. Çıkmak istiyoruz, dedi. Ne olur yardım edin, İsrail makamlarını arayın, yarım saat süre versin-


biRÖPORTAJ Türkiye’de resmi kurumlarda Mustafa Kemal’in fotoğrafları vardır. Gazze’de bazı kurumlara girdim. (Popülist yaklaşımlar olabilir diye bunları sosyal medyada paylaşmadım.) Bir şirket müdürünün arkasında Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı vardı. Gazzeliler için Recep Tayyip Erdoğan, önemli bir lider. ler. İnsanlar evlerini terk etsinler. Burada bir sürü sivil var, dedi. İsrail buna müsaade etmedi. Ve biz o kadınların, çocukların çığlıkları içerisinde bize ulaşmaya çalıştıklarını görünce… Şimdi telefon kapanacak ve sonra o insanlar ölecekler. Bunu biliyoruz. Dünyaya bu çığlığı haykırıyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsunuz. En sonunda çıkıp televizyonda Cebariye’de göz göre göre, çığlıklarını duyduğumuz insanlar birazdan ölecek, diyorsunuz. Dünya hiçbir şey yapmıyor. Bir kez daha şunu öğretti. Bunların desteklediği bir operasyon yaptığınızda siz hangi zulmü gerçekleştirirseniz gerçekleştirin Batı’nın ve Amerika’nın çıkarlarına aykırı yapmadığınız sürece ve onların çıkarlarını desteklediğiniz sürece ya da İsrail’seniz eğer hiçbir tepki yok. Dolayısıyla dünyada mazlum ve mahrum bırakılmış halkların yanında duran bir dünya kurumu, kuruluşu söz konusu değil. Birleşmiş Milletler’in böyle bir fonksiyonu yok. Bunu bir kez daha müşahade ediyorsunuz. Gazzeliler şunu biliyorlardı. Birleşmiş Milletler’den ateşkes sağlanmadığına yönelik ilk açıklamalar geldiğinde “Tamam, haftalarca, aylarca tepemize bombalar yağacak” diyorlardı. Nitekim de öyle oldu. Bir gazeteci olarak bunu bir kez daha öğreniyorsunuz. Bunların hepsinin bir siyasi dengeler silsilesi olduğunu, insanların hayatlarının, sivillerin hayatlarının hiçbir öneminin olmadığını görüyorsunuz. Onların siyasi hesapları neyi gerektiriyorsa o yapılıyor. İnsan hayatının hiçbir kıymetinin olmadığını görüyorsunuz. Filistin direnişi eğer silahlı mücadeleyi gerçekleştirmemiş olsaydı İsrail, Gazze’nin üzerinden buldozerlerle tanklarla tüm Gazze’yi yok ederek geçerdi. İsrail’in şiddet dışında anlamadığı bir dilin olmadığını bir kez daha görüyorsunuz.

Ayağını kaybetmiş saldırılarda. Çocuğunu kaybetmemiş olması, eşini kaybetmemiş olması bu hikâyenin bir tesellisi. Evlerin başlarına yıkılmış. Ama hikâyenin gerçeğini bilmiyor. Belki hastaneden çıktığında gerçeği öğrenecek. Eşi de yok, çocuğu da yok, annesi de yok. Artık bu anlamda hayatta tek başına. Yine hastanenin bahçesinde oğlunu kaybetmiş bir anne vardı. Dört tane ambulans çocuk cenazesi getirdi. Hepsine ayrı ayrı koştu oğlunun cenazesini aramak için. Baktı, oğlu olmadığını gördü. Öptü, kokladı. Başkalarının çocukları. İnsanların bunları televizyonlarının başlarında sadece izlemelerini değil empati yapmalarını istiyoruz. Gök gürlediğinde dayanamıyorsunuz. Çocuğunuzun başına, ailenizin, sevdiklerinizin başına şunların geldiğini bir düşünün. Neler hissedeceksiniz. Bunlar bir istatistik değil, bunlar insan hayatı. Mazlumun, mahrumun, böyle katledilen bir milletin dini, ırkı olmaz. Bu insani bir mesele. O yüzden Batılı gazeteciler bile orada ağlaya ağlaya çalışıyorlar.

Son olarak orada bulunduğunuz sürede kameralara, haberlere yansımamış ancak sizin unutamadığınız bir anınız var mı? Birincisi, Şifa Hastanesi’yle ilgili röportaj yapıyorum. Bir kadın vardı. Tabii çok fazla insan yaşamını yitirdi. Bunların hepsinin çok acı hikâyeleri var. Şimdi bu bizim için istatistiklere dönüştü. Orada ölen çocukların, annelerin, yaşlı kadınların, sivillerin çok başka hikayeleri var. Hepsinin yaşamı değişti. Röportaja girerken kardeşi ya da kuzeni kapıdaydı. Kadının adı Noha. Kuzeni dedi ki: Noha çocuğunu ve eşini kaybetti. Kendisinin ayağı koptu, ağır yaralandı ama bunu bilmiyor henüz dedi. O yüzden sorularda dikkatli olun. Biz kendisine henüz söylemedik. Çok etkilenmesin dedi. Biz röportaja başladık. Röportajdan sonra da Noha’nın hikâyesini kuzeninden dinleyeceğiz. Noha, anlatmaya başladı. Saldırı sabah namazından sonra başladı. Bir an deprem gibi oldu. Her tarafımızda şarapnel parçaları. Ayağımın koptuğunu hissetmedim bile. Sadece yürüyemediğimi hissettim. Yıkıntıların içerisinden sürünerek çıkmaya çalıştım. Ama, eşim kızımı alıp kaçtı. Elhamdülillah, saldırılardan dışarı çıktı. (Bu arada, Noha, 30 yaşında ve evlendikten 10 yıl sonra çocuk sahibi olabilmiş bir kadın) Ben ayağımı kaybettim ama Allah’a şükür eşim ve çocuğum kurtuldular, diyor. Ben bu ropörtajı yaparken yanımızda Noha’nın kayınvalidesi de vardı. Noha’nın annesi de, eşi de, çocuğu da ölmüş o saldırılarda. Kayınvalidesi dudaklarını sıkıyor ağlamamak için, bir şey belli etmemek için. Kız kardeşi de keza aynı şekilde. Dönüp kız kardeşiyle de bir ropörtaj yaptım. Arapça yapıyoruz tabii bu ropörtajları. Sonra ben de yanında Türkçe bir anons çektim. Onlar anlamıyorlar Türkçe’yi. Dedim ki, Noha gerçek hikayeyi bilmiyor. Bu anlattığı hikâye de acı bir hikaye.

|19

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Yoga kelimesi ‘yuc’ kökünden gelir ve bağlamak, boyunduruğa sokmak, birleşmek, bir araya getirmek gibi anlamlara gelir. Bu tanımıyla yoga, kişinin nefsini, bedenini ve davranışlarını denetim altına almasıdır. Bir başka deyişle, bir disiplin işidir ve kişinin tüm yaşam alanlarını kapsar..

20

|


biSAĞLIK Günümüzde yoga salonlarında uygulanan biçimiyle yoga, içerisinde yumuşak esnemeler, nefes uygulamaları ve derin gevşemenin yer aldığı fiziksel çalışmalar olarak tanımlanabilir. Asana adı verilen yoga duruşları ile beden esnetilir ve güçlendirilir; nefes teknikleri ile duruşlar daha rahat uygulanır ve daha faydalı olur, nefes kontrolü geliştirilir ve zihnin nefese odaklanması sağlanır; derin gevşemede ise beden ve zihin aynı anda rahatlarken, bedende ve zihinde olanların farkına varılır (Örneğin, bedenin herhangi bir yerinde ağrı, kasılma ya da farklı bir rahatsızlık durumu olup olmadığı; zihne doluşan düşüncelerin ya da uyku halinin farkında olunması gibi). Özetle yoga, beden ve zihni meditasyona hazırlamak için uygulanır. Yoga, fiziksel uyum ve sağlıktır. Tüm organların uyumlu ve verimli çalışması, bedenin sağlıklı olmasını sağlar. Yoga yapmak için bedenin esnek, güçlü ya da sağlıklı olması gerekmez. Yoga yaptıkça beden esner, güçlenir ve sağlıklı olur. Aynı zamanda, zihinsel sorunların çözülmesine de yardımcı bir sistemdir. Zihinsel gevşeme ve rahatlama, yoga uygulamasının sonuçlarındandır. Beden ve zihnin uyum içerisinde olması da yoganın bir başka tanımı olarak verilebilir. Yoga, bir deneyim ve disiplin şekli olarak tanımlanabilir. Kişinin içine

dönerek belli yöntemler uygulaması sonucunda beden ve zihnini aynı düzeye getirmesi olarak da anlatılabilir. Bu içe dönerek kendini kontrol yöntemi, araştırma ya da okuma yoluyla değil tamamıyla deneyim yoluyla öğrenilir. Bunun için de yoganın genelde bir öğretmenle uygulanması önerilir. Deneyimlendikçe ve bunu belli bir disiplin çerçevesinde uyguladıkça yoganın anlamı ortaya çıkar. Kişinin talebi ve tercihi doğrultusunda yogadan edineceği deneyim de farklılaşır. Günümüzde yoga çalışmaları çoğunlukla spor amaçlı, bedeni güçlendirmek ya da gevşetmek için, sırt, boyun, bel ağrıları gibi çeşitli rahatsızlıkları azaltmak için ya da form tutmak için tercih edilmektedir. Bunlar, yapmak için birer tercih sebebi olabileceği gibi yoga sadece bununla sınırlı değildir. Yoga, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan kadim bir Hint sistemidir ve beden ile zihni kontol etmeyi öğrenerek ruhsal uyuma ulaşıp evrensel bilinçle bir olma yolundaki uygulamalardır. Yoga, kelime karşılığı olarak çoğunlukla “birlik” anlamında tanımlanır. Birlikten kasıt, insan bilinci ile evrensel bilincin birliğidir. Aslında böyle bir ayrım yoktur; insan ve evren zaten birdir, ancak bunun farkına varmak gerekir. Yoga da bu farkındalığı sağlamak üzere yapılan çalışmalar ve uygulanan yöntemler bütünüdür.

|21

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Çorum güreşi, altın çağını yaşıyor Hüseyin TEKE Güreş İl Temsilcisi ve Belediyespor Güreş Koordinatörü

Uzun yıllardan beri Türk güreşine pek çok şampiyon güreşçi yetiştiren Çorum, yine eski günlerini aratmıyor. Çorumlu güreşçilerin aldığı birbirinden başarılı sonuçlar Çorum halkı ile birlikte Türkiye’nin de göğsünü kabartıyor.

Ç

orum güreşinin ivme kazanmasının, Çorumlu güreşçilerin Avrupa, Dünya ve Olimpiyat Şampiyonalarında kürsüye çıkmalarının ardında yatan bir gerçek var. Hüseyin Teke gerçeği. Her yıl Güreş Eğitim Merkezi’ne alacağı güreşçiler için Çorum’un tüm ilçelerine bizzat giderek seçmelere katılan ve daha ilkokul çağında keşfettiği yetenekleri Çorum Belediyespor ve Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü güreş takımına kazandıran Teke, bu çocukların her türlü sorunuyla da yakından ilgileniyor. Onlara bir baba şefkatiyle yaklaşan Teke, Çorum güreşinin ilerleyen dönemlerinde de Türkiye’nin yüz akı güreşçilerini yetiştirmeye devam edeceğinden emin konuşuyor. Birlikte çalıştığı arkadaşlarının emeklerini hiçbir zaman göz ardı etmeyen Teke, Belediyespor Başkanı Zeki Gül, Spor İl Müdürü Haşim Eğer ve Belediyespor’un amatör sporlardan sorumlu başkan yardımcısı Mustafa Ercan’a övgü dolu sözler sarfediyor. Belediye


Çorumlu güreşçiler, Türkiye’yi sırtlıyor

Başkanı Muzaffer Külcü’nün ise tam bir devlet adamı tavrıyla kendilerinin her türlü sorunuyla yakından ilgilendiğinin altını çiziyor. Güreş İl Temsilcisi ve Belediyespor Güreş Koordinatörü Hüseyin Teke, Çorum güreşi ve Türkiye’de güreşe olan ilgi ve alaka üzerine yaptığımız sohbetimizde samimi açıklamalarını sürdürdü. Güreşte uzun süreli başarılar için kurumsallığın şart olduğuna değinen Teke, geçmişte de güreşte pek çok başarının yakalandığını ancak bu başarıların tamamen kişisel gayretler nedeniyle elde edilmiş başarılar olduğunu, devamlılığının olmadığına dikkat çekiyor. Yetiştirdiği genç yetenekleri ve başarılarının anlatırken yaşadığı heyecandan ötürü zaman zaman nefesi kesilen Hüseyin Teke, Allah ömür ve sağlık verdiği müddetçe daha uzun yıllar boyu güreş camiasının hizmetinde olacağını belirtiyor. Sohbetimiz sırasında artık Türkiye şampiyonalarının kendisine heyecan vermediğini söyleyen Hüseyin Teke, 2016 Olimpiyatlarında Çorum’un en az 2 sporcuyla temsil edilmesini arzuladıklarını ve tüm çalışmalarının bu yönde olduğunu ifade ediyor. Bu hedefin ulaşılamayacak bir hedef olmadığının, Çorum güreşi için bu hedefin de ötesinde başarılar elde edebileceklerini vurgulayan Teke, “Allah’ın izniyle bu zamana kadar yaptığımız çalışmalar artık meyvesini vermeye başladı. Minikler, Yıldızlar ve Büyüklerde kısaca her yaş grubunda Türkiye dereceleri artık bizim sporcularımızın oluyor. Bu sene Güreş Milli Takımında Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında 5 sporcumuz milli mayoyu giydi. Başarılı dereceler elde etti. Güreş otoritelerinin gözü Çorumlu güreşçilerinin üzerinde. Bu gurur tüm Çorum’un.” ifadelerini kullanıyor.

biSPOR


Mehmet OKUMUŞ Tarihçi - Çizer

Çağımızın yeni sorunu – Mobil Bağımlılık

TEKNİK BAĞIMSIZLIKTAN TEKNO-MOBİL BAĞIMLILIĞA

İ

çinde yaşadığımız yüzyıl, insanlık için kendinden sonraki dönemlere ne bırakacak, merak edilmeye ve üstünde düşünülmeye değer bir konu. Şu an; genelde insanlığın, özelde de insanın muzdarip olduğu meseleler göz önüne alındığında bundan sonraki dönemlere yetkin bir şeyler kalmayacak gibi görünüyor. (Bu önerme bir öngörü ve temenni değildir) Her insanın olduğu gibi, her dönemin kendine ait bir mahareti ve kabiliyeti vardır. Ancak, 21. yüzyılın maharetleriyle, insanları uğraştırdığı ve ortaya çıkardığı sorunları kıyaslarsak çağın maharetleri sorunlarından epey geride kalıyor. Üstelik insan dışındaki varlıklar için de iyi bir miras kalmayacağa benziyor. 18 ve 19 yüzyılda başlayan Sanayi ve Endüstri Devrimi’nin bu güne bıraktığı mirasın kavgası dünyanın bütün coğrafyalarını sarmış durumda. Sürekli aleyhimize ve kaldıramayacağımız sonuçlar doğuran bu savaşları önlemek gerektiğinin farkına varan insan(lık);

24

|

haklı olarak geleceğini kurtarmanın endişesini yaşıyor. Bu endişe, yapısı gereği insanın üretkenliğini artırıyor ve “Geleceğin Tarihini” yazmak için klasik ifadeyle; “teknolojik alanda, baş döndüren gelişmeler’e” neden oluyor. Teknolojideki müthiş gelişmeler bazen ister istemez, bazen zorunlu olarak, bazen de isteyerek kavramakta zorlandığımız bir değişime neden oluyor. İlişkilerimiz, beslenmemiz, alışkanlıklarımız, iş hayatımız kısaca yaşantımızın ekseninde ne varsa bütünüyle farklılaşıyor. Yaşamın ekseninde meydana gelen bu farklılaşmanın sağladığı kolaylıklara bakıp çok olumlu bir dönüşüm olduğunu söyleyebiliriz. Ancak genel olarak “teknoloji’nin” tanımlarında yer alan “insanın doğa ile baş etme tarzı, doğaya egemen olma gücü” ifadesindeki alt metni okuduğumuzda teknolojinin ve tekniğin insan üzerinde açtığı tahribat açığa çıkar.

Teknoloji tümüyle bir tahrip aracı olmasa da olumsuz etkiyi en fazla çocuklar ve gençler üzerinde yapıyor. Bilginin eyleme geçirilmesi, araç ve gerece dönüştürülmesi olarak ifade edilen teknoloji, çocuklara ve gençlere eşyayı kullanma kabiliyeti kazandırmaktan ziyade insana özgü bu kabiliyetlerin sönmesine neden olmaktadır. Bu durağanlık ise ‘bağımlılık’ denilen hem psikolojik hem de Wilhelm Reich’in tabiriyle biyopsikososyal problemlere yol açmaktadır. ‘Bağımlılık’ insanın dürtülerini kontrol edememesi sonrasında bir nesneye veya olguya aşırı muhtaç hale gelmesi durumudur. Tıp alanında ise; biyolojik, psikolojik, sosyal, zihinsel ve davranışsal boyutları olan bir rahatsız olarak belirtiliyor. Bireyde aşırı muhtaç olduğunu sandığı nesne ve olgular olmaksızın hayatını sürdüremeyeceği, verimli olamayacağı ve işe yaramayacağı düşüncesi


Paylaşmayı, duyguları hissetmeyi unutuyor muyuz? egemen oluyor. Önceleri erişkin rahatsızlığı olarak karşımıza çıkan ‘mobilize ve teknolojik bağımlılıklar’ asıl, çocukların gelişimi ve olgunlaşmasına ket vuran esaslı bir soruna dönüşmüş durumda. Bireyin yetkin bir varlık olabilmesi için gereken; gelişme, büyüme, olgunlaşma, hazırbulunuşluk ve öğrenme süreçlerini ablukaya alan mobil ve teknolojik bağımlılıklar böyle giderse çocuklarımızın konuşma yetisini bile elinden alacağa benziyor.

lanımının süresinden, akıllı telefonların kullanım yöntemlerine, bilgisayar başındaki çocuklara yemek servisi yapılmamasından, evin dizaynında teknolojik ürünlere daha az yer verilmesine kadar birçok ciddi öneri var. Fakat bu tavsiyeler en nihayetinde sözle inşa edildiği için uçup gidiyor. Sempozyumlarda, bilimsel tartışmalarda, panellerde bu tür bağımlılıklardan kurtulmak için tavsiye edilen davranışlar yerine daha reel çözümler sunmalıdır.

Çocukların ve gençlerin gerçeklik, önsezi, sezgi gibi en temel soyut hünerlerin gelişimini durduran ‘mobil ve teknolojik bağımlılık’ bireyin eşya ve diğer canlılarla irtibatı kesip atıyor. Özellikle birincil derecede ilişkilerin hakim olduğu kültürlerde bu tür klinik vakalar aileler için de ciddi tehlike arz ediyor. Bu tür bağımlılıklardan kurtulmanın zorunluluğu sosyolojik düzeyde daha çok devlet’in görevi iken bireysel anlamda hepimizin üzerine düşen bir sorumluluk. Bu bağımlılığın en aza indirilmesi yaşadığımız toprakların selameti içinde gerekiyor.

Teknolojik bağımlılıktan teknik bağımsızlığa

Tekno-mobil bağımlılığının özellikle çocuk ve gençlerde neden olduğu sorunları, Pediatri Terapisti Cris Rowan şöyle sıralıyor; ani beyin büyümesi, uyku yoksunluğu ve uykusuzluk, saldırganlık ve bağımlılık gibi sorunlara yol açması, radyasyonun ortaya çıkardığı sağlık sorunları, görme problemleri, duruş bozuklukları vs olarak sıralıyorlar. Türkiye’de çocuk oyunlarının dünya genelinde olduğu gibi, açık havadan kapalı yerlere, geleneksel ve kolektif oyunlardan modern ve bireysel oyunlara doğru önemli bir değişim geçirmektedir.

Aslında kendi çocukluğumuzda oynadığımız oyunları, dokunduğumuz eşyaları yeniden gün yüzüne çıkarmakla bu sorunlar büyük oranda çözülecektir. Çocuklar el-kol-kas koordinasyonunu sağladıktan sonra onların önüne koyacağımız oyuncaklar ve oyunlar büyük oranda potansiyel bağımlı olmalarını önleyecektir. Anne ve babaların çocuğuyla birlikte basit bir makasla kıyacağı kâğıt ve kartonlar, tahta parçalarıyla ortaya çıkardıkları oyunlar, akranlarıyla birlikte geçirmelerine izin verdikleri vakitler çocukların gençliklerine daha iyi hazırlanmasına yardımcı olacaktır. Öte yandan geleneksel çocuk oyunlarının malzemesiyle (tahta, taş, bez, vb.) ticari bir meta olan oyuncak endüstrisinin meydana getirdiği oyuncaklar arasında çocuk sağlığı açı-

FARKLI biBAKIŞ sından ciddi sıkıntıların yaşandığı da bilinmektedir. Bu noktada, başta ailelere ve eğitimcilere önemli bir iş düşmektedir. Amerikan okullarında çocuklara ‘bilye turnuvaları’ vs gibi oyun turnuvaları düzenlenmekteymiş. Çocukların oyunları, bilişsel ve duygusal öğelerin yanı sıra sosyokültürel boyutlar da taşımaktadır. Dolayısıyla çocukların oyunlarının incelenmesi, oyunların bilişsel ve duygusal boyutlarını anlamamıza yardımcı olabileceği gibi; oyun biçimlerinde anlatım bulan kültürel öğeleri, çocukların toplumsal kimlik ve bağlılıklarını biçimlendirmelerine de yardımcı olan bu oyun etkinliklerine nasıl katıldıklarını anlamamıza da yardım edebilir. Sanal bilgi ve mobil bağımlılıkla erken yetişkinleştirilmiş çocukluk yerine; makasın kâğıdı kestiğini, kalemin yazdığını, ateşin yaktığını, tahta ve bezlerden bebek - araba yapılabileceğini, ağaçların yeşerdiğini, soğuğun üşüttüğünü, yazın ısıttığını, kışın yağan karın içeceğimiz suyu temin ettiğini, otlarla hayvanların karınlarını doyurduğunu, dünyada karınca ve güvercinlerin de yaşadığını, çamur ve toprak diye bir şeyin olduğunu bilerek büyüyen çocukluğa teslim olursak her şey daha güzel olabilir.

“Anneler ve babalar, babalar ve anneler hadi; çocuklarla beş taş oynamaya”..!

Mobil ve teknolojik bağımlılığın çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde ki etkisinin kırılması için sıralanan teknik bilgiler arasında yığınla tavsiye var. İnternet kul-

|25

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Mustafa DEMİRER Çorum Hakimiyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü

26

|


biYORUM

Çorum’da geçtiğimiz ay konuşulan konuların başında işadamı Ahmet Ahlatcı’nın Milli Piyango özelleştirme ihalesine katılımı geliyordu. Milli Piyango Özelleştirme İhalesi'ne ERG-Ahlatcı Ortak Girişim adına katılan Ahlatcı, fiyatı 2 milyar 745 milyon dolara kadar yükseltti. İhale 2 milyar 755 milyon dolarla Net Şans-Hitay Ortak Girişim'de kaldı. Yaklaşık bir saati aşan ve oldukça çekişmeli geçen ihalede, Ahmet Ahlatcı en son 2 milyar 755 milyon dolarlık artırmanın ardından çekildiğini açıkladı. Böyle bir ihalenin yerel basına yansımaları da oldu elbette.

|27

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


H leye

ürriyet Gazetesi Ana-

ihalesinden sonuç alınama-

dolu’dan çıkan bir ku-

mış, doğalgaz ihalesini kaza-

yumcunun

iha-

narak hem Çorum hem de

haber

çevre illerde adından söz et-

talip

dev

olmasını

yaptı. Mehmet Yolyapar Ah-

tirmişti.

kez gazetesinin sürmanşetine taşıdı. Ardından Ticaret ve Sanayi Odası, Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan sitayiş dolu sözlerle Ahlatcı’dan bahsettiler.

rallarına göre oynayan bir işadamı olan Ahlatcı’nın gir-

Övgü tamam da Çorum’un yetiştirdiği başarılı bir işadamı olan Ahlatcı tabii ki hemşehrileri için gurur kaynağıdır. Yine de Ahlatcı’ya yapılan övgüler, ‘yatırım’ mevzusuna bazı çentikler atmamıza

lerimizle ne denli örtüştüğüçeliştiği- mevzusu bu yazının konusu değil. Bu ayrı bir zeminde tartışılabilir. O zaman da Ahlatcı’ya yapılan övgüler havada kalabilir. Yatırım meselesi

engel olmamalı. Üzerine

kafa

yorduğumuz

Milli Piyango ihalesine döner-

mesele, böylesine başarılı bir

sek, Türkiye’de uzun yıllardır

işadamından Çorum için daha

Özelleştirme

piyango ve adını bile bilmedi-

çok şey beklediğimizdir.

İhalesi işadamı Ahlatcı’nın ilk

ğimiz çok sayıda şans oyunu

kez katıldığı büyük bir iha-

var. Kaba bir bakış açısıyla bu

Somut bir örnek verirsek sa-

le değildi. Daha önce doğal-

işlere ‘devlet eliyle kumar oy-

nırım meramımızı daha iyi

gaz ve enerji ihalelerine de

natılıyor’ yorumu yapılabilir.

anlatacağız: Şöyle ki; otomo-

bazı

katılmıştı.

Gençler zararlı alışkanlıklara

tiv, enerji, tarım, sağlık,

Çorum’un da içinde yer aldı-

bulaşıyor, aileler maddi sıkın-

rizm, eğitim, medya gibi bir-

ğı bölge illerin enerji dağıtım

tılarla dağılabiliyor. Çevremiz-

çok alanda yatırımı bulunan

Ahlatcı bunu hep yapıyor Milli

28

Kapitalist sistemde oyunu ku-

diği ihalenin manevi değer-

met Ahlatcı’nın girişimini yorumlu haberleriyle bir kaç

de bu tür örnekler çokça var

|

Piyango

oluşumlarla

tu-


Ahlatcı’nın

“paradan

para

kazanma”nın dışında Ankara Yolu üzerindeki Altın İşleme Fabrikası’nı faaliyete geçirmesini, mutlaka üretime, istihdama yönelik yeni yatırımlar yapmasını bekliyoruz. Organize Sanayi bölgesinde fabrikalarda üretim yapan sanayicilerimiz gibi reel sektöre katkı sağlamasını bekliyoruz. Çorum

sevdasından

şüphe

duymadığım Ahmet Ahlatcı, umarım bizim de aynı sevda ile dile getirdiğimiz iyi niyetli bu eleştirimizi dikkate alır, ‘Çorum için’ daha reel ve uzun vadeli yatırımlarda da başarıyla adından söz ettirir. Bu potansiyel kendisinde fazlasıyla mevcut zira.

|29

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Nikon D810 fotoğraf makinesini satışa sundu. Nikon, her şeye çok yönlü olan bu 36.3 megapiksel çözünürlüklü fotoğraf makinesini şöyle tanımlıyor ‘’FX biçimli sensör, ultra geniş ISO aralığı ve EXPEED4 görüntü işlemci ile eşi benzeri görülmemiş bir keskinliğe, muhteşem bir ton çeşitliliğine ve tüm duyarlılık aralıklarında daha az kullanmaya sahip sonuçlar alırsınız. Sınıfının en üst düzey AF performansı, 7fps’yi bulan arka arkaya çekim hızı ve 1080/60 p’de Full HD film kayıt olanağı, karşınıza çıkan tüm sahneleri en ince ayrıntısına kadar yakalayabilme özgürlüğü sağlar diye tanımlıyor’’ Nikon D810 fotoğraf makinesinin tanımlamasına bakıldığında, Nikon D810 f modelinin Nikon D800 ve D800E modellerinin birazda gelişmiş ve yeni teknolojiye biraz daha donatıldığını söyleyebiliriz. Eğer elimizdeki fotoğraf makinesinin fotoğraf çekinleri dışında video çekimleri de yapmasını istiyorsak, o zaman D810 fotoğraf makinesi iyi bir seçenek gibi duruyor. İkinci nokta olarak Nikon’un video konusunda bu makineye daha da önem vermiş oluşu. D810’da video kaydı yaparken ses kontrollerini de yapmanız mümkündür. Harici mikrofon kullanımı sırasında ses yüksekliğinin ayarlanabilir olmasının yanında rüzgâr sesini azaltmak mümkündür. Bu özellik tabiî ki de açık havada video kaydı yapacak kullanıcılar için güzel bir seçenek olarak ortaya çıkıyor. D800 ve D800E modellerinde sinematik video kaydı konusunda çokça tercih edilen bir model D810, D800 modellerinin bu özelliklerini daha da ileri seviyeye taşıyacağını düşünüyorum. Geniş Iso aralığı gece çekimleri ve ışığın az olduğu ortamlarda fotoğraf çekimleri yapan kullanıcılar için büyük bir tercih sebebidir. Sensör boyutu D800 ve D800E ile aynı 36.3 mp CMOS sensör kullanılmıştır. Nikon D810 Nikon D800E ye göre %2 oranında daha hafif. Nikon D800 1.000g Nikon D810 980g.D810’un ergonomik yapısı D800E’ye göre elinizle kavrayacağınız bölüm biraz dar ve derin. Bu da makineyi iyi kavramayı sağlar. Nikon D810 fotoğraf makinesine genel olarak baktığımızda özellikle iki nokta dikkatimizi çekiyor. Geniş bir profesyonel fotoğrafçı kitlesine hitap etmeye çalışıyor. Hız ve ISO çok yönlülüğündeki gözle görülür artış seviyesine fotoğraf konusunda çıtayı yükselten bu fotoğraf makinesi, çekim sırasında makinenin iç titreşimlerini azaltarak daha keskin ve net mükemmel fotoğraf çekmek için yeni özelliklere sahip…


Savaş BAYKAN Fotoğraf Sanatçısı


32

|


biİŞ DÜNYASI

|33

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Uzm. Dr. Zafer BOYACIOĞLU Elitpark Hastanesi Fizik Tedavi Uzmanı

H

ayatta belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz ama sıklıkla unuttuğumuz bir şey gülümsemek... Gerçek bir hayat iksiri... Giderek monotonlaşan, sevdiklerimize daha az vakit ayırdığımız, kocaman plazalarda kaybolduğumuz, yeşili-maviyi sadece televizyonlarda gördüğümüz ve daha da dramatikleştirebileceğimiz örneklerle dolu hayatımızda gülümsemenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha düşünün... Sihirli bir anahtardır gülümsemek, hiç tahmin edemeyeceğiniz kapıları açar, hatta en zorlarını bile... Gülümsemenin faydaları ve insan sağlığı üzerine olumlu etkilerini tekrar hatırlatacağız bu yazıyla. Güne başladınız, işe gideceksiniz ya da evdesiniz, karşılaştığınız ilk insanın size gülümseyerek günaydın demesi gününüzü nasıl da değiştirebilirdi... Ya da faturanızı yatırırken banka memurunun işleminizi gülümseyerek yapması nasıl da rahatlatırdı sizi... Karşılıksız, hiçbir şey beklemeden yapabileceğiniz bir şey gülümsemek ve bunu yaptığınızda paha biçilemez anlar kazanabileceğiniz bir eylem... Sık sık, yorulmadan ve inatla yapılmalı... Gülmek sosyal ilişkiler açısından da oldukça faydalı. İçten bir gülümseme, pozitif bir imaj oluşturmanızı, ilişkilerinizin daha samimi ve daha güven verici olmasını sağlayacaktır. Bilim adamları, tanımadığımız kişilere gülümsemenin insanlar arasındaki bağı güçlendirdiğini, onları görmezden gelmenin ise anında olumsuz etkilere neden olduğunu, yaptıkları deneylerle kanıtlamıştır. Sokakta tanımadığı insanların gülümseyerek selam verdiği kişiler, kimsenin suratına bakmadığı kişilere kıyasla kendilerini insanlara daha çok bağlı ve yakın hissettiklerini söylemektedirler. Bilim adamları tanımadığı kimselerden güler yüzlü bir yaklaşım görmeyen insanların psikolojik bir acı çektiğini, ancak bu acının fiziksel boyuta da genişleyebileceğine dikkat çekmektedir. Laboratuvar ortamında yapılan deneyler, bir insanın kısa bir zaman içinde bile olsa, dışlandığı zaman kendisini kötü hissettiğini ve bozuk bir ruh haline büründüğünü göstermiştir. Bir tebessüm, birçok şey anlatır. Yüzümüzdeki gülümseme, içimizi dışa yansıtan bir ayna gibi görev yapar. İletişim ve ilişkilerimizde de büyük bir rol oynar. Küçük bir gülümsemenin insanlar üzerinde büyük ve olumlu bir etkisi vardır. Bu etki hem gülümseyen hem de gülümsenen kişilerin üzerinde etkinleşir. Güleryüz, ilişki ve iletişimlerimizin anahtarıdır. Tüm kalp kapılarını açar. İnsan, gülümseme ile kendi iç dünyasını, samimiyetini, niyetini açıkça ifade eder. İnsanın gerçek dünyası gülümsemesiyle açığa çıkar. Gülümsemek hem beyinde hem de bedende olumlu enerjiye dönüşür. Bu enerji ise iletişimde en etkili ve kısa köprüyü oluşturur. Yüz yüze yaptığımız iletişimde, sosyal yapı içerisindeki tüm ilişkilerimizde sözlerimizden daha fazla etkiye sahiptir gülümsemek... Victor Berges’in “gülümsemek iki

34

|


biGÜLÜMSE!

insan arasındaki en kısa mesafedir” sözü her şeyi ne güzel anlatmaktadır. Gülümsemek yalnızca diğer insanlarla iletişim kurmak, ilişkilerimize katkı sağlamak ve bu ilişkilerimizi geliştirmekle kalmaz, kendimizle barışık olmamızı da sağlar. Gülümsemek, insanın o an içinden gelen sevgi ve mutluluk dolu duygularının dışa yansımasıdır ve içinde yüklü olan anlam ve hisler karşı tarafa “doğru olarak” akar. Bir gülümsemenin neler yapabileceğini düşünün! Bunu düşünmek bile yüzünüze bir tebessüm getirdi değil mi? Gülümsediğiniz ve gülümsettiğiniz her insanın gününe farklı bir soluk ve renk katmış olursunuz. Sizin gülümseyerek gülümsettiğiniz kişi de bir başkasını gülümsetecektir inanın... Gülümseme, sosyal ve psikolojik sağlığın en önemli belirtisidir. Hem kişinin vücut kimyasına hem de ilişkilerinin yapısına nüfuz eden bir şifa kaynağıdır. Gülümseyen kişinin üzerindeki stres azalır. Hem gülümseyen hem de gülümsenen kişiler bu süreç içerisinde gerilimden uzaklaşırlar. İnsan gülümsediğinde yüzündeki ilgili kasların 17’si faal durumdadır. Surat asmak için ise 43 kası çalıştırmanız gerekmektedir. Yüzdeki 17 kası kullanarak her insan imajına katkı sağlar, sosyal çevrede sevilen ve aranan bir kişi olur. Sağlıklı iletişim için kendisine fırsatlar sunar.

zeyinin artırıldığı ve akciğerlerin zararlı hormonlardan korunduğu yapılan çalışmalarla görülmüştür.

”İnsanlar için en güzel hediye, hiçbir masrafa ihtiyaç göstermeyen tatlı bir gülümseyiştir” (Hz. Süleyman)

Kalp damarlarında ani daralma ve stresin kalkmasına bağlı kalp krizi riski de azalmaktadır. Boltimore Maryland Üniversitesi araştırmacıları az gülen insanların, sıklıkla gülen insanlara oranla %40 oranında daha fazla kalp hastalıklarına yakalandıklarını ortaya çıkarmıştır.

İslam dini açısından ele alındığında da; Peygamber Efendimiz (s.a.v), güler yüzlü idi ve insanlara somurtmazdı. Bu konu ile ilgili olarak;

Gülümseyen bir yüzün en güçlü çekim kaynağı olduğunu, etkisinin içtenliği ile doğru orantı gösterdiğini, beyinde başladığını; hem beyinde hem de bedende olumlu enerji oluşumu sağladığını, her kapıyı açtığını ve bir maliyetinin olmadığını hiçbir zaman unutmayın... “Gülme yan etkisi olmayan, yatıştırıcı bir ilaçtır.” (Arnold Glasow)...

“ Allah (c.c) yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever”

“Güler yüzle insanlara selam vermek sadakadır”

“Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz, öyle ise güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla onları memnun ediniz“ buyurmuşlardır. Gülümsemeyen biriyle karşılaştığınızda ise siz de ona gülümseyin. Çünkü gülümsemeye en çok ihtiyacı olanlar onlardır aslında...

Unutmayalım ki bütün insanlar aynı dilde gülümser... Siz de bugün bir iyilik yapın; hem kendinize hem de dünyaya kocaman gülümseyin.

Gülümsemenin sağlık üzerine etkileri üzerinde birçok çalışma yapılmıştır. Ve olumlu etkileri belirgin olarak kanıtlanmıştır; Gülümseme vücutta endorfin denen mutluluk hormonunun salgılanmasına neden olmakta, bunun sonucunda tansiyon ve kan şekerini artıran kortizol hormonunun azalmasına neden olmaktadır. Bağışıklık sisteminin uyarıldığı, beyin oksijen dü-

|35

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Ana Akım Sinemada

Kadın Figürü Mehmet Sefa DOĞRU Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi

T

üm bu sorulara yanıt vermeden önce bir Japon milletvekilinin 1937’deki meclis konuşmasına ve ardından bir Hintli yazarın 1951 yılında kaleme aldığı makalesine bakmak; sinemanın kültür üzerindeki etkisini ve yol açtığı büyük değişimleri anlayabilmek adına bize fikir sunacaktır. Japon milletvekili Noguchi Kazumi, mecliste şu konuşmayı yapar: Niçin bizim insanlarımızın ebleh yüzlü ve utanmaz Amerikanizm denilen saçmalıklarla sarhoş olmalarına izin veriyoruz? Bu parlak gözlü ve gözlerini sürekli kırpıştıran, beyaz dişil harika Deanna Dubin halk arasında çılgın hislerin içlerinde yaşamasına neden oluyor. Ve insanlar bütün bunlardan neler çıkarıyorlar ki? Bu uzun zamandan beri ketoya tapınılmasını pekiştirir. Ve yine Hintli yazar BaburoPatel’in yayınladığı “Bizim Mirasımızın Yapılan Tecavüz”adlı çalışmasında Hollywood’un dünyadaki en büyük ABD silahı olduğuna vurgu yaparak şöyle devam eder: …Filmler bize rumba ve samba yapmayı öğretti. Filmler bize kum-

36

|

Cinsellik bağlamında kadına atfedilen unsurlar sinemada nasıl hayat bulmuştur? Toplumsal cinsiyet anlayışından kaynaklanan egemen yaklaşımın kadın algısı ve bu doğrultuda kadına verilen cinsel kimlik ve cinsiyet kimliği, toplumsal cinsiyet kalıp yargıları ve yine toplumsal cinsiyet rollerinden beklenenler beyaz perdeye nasıl yansımıştır. rular gibi sevişmeyi ve kur yapmayı öğretti. Filmler bize şeytanlığı ve boşanmayı öğretti. Yapılan bu eleştirilerin birer komplo teorisi olmadığı ortadadır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, çizilen bu olumsuz tabloya rağmen Hollywood Sineması’nın inşa ettiği bu yeni kültür düzenini nasıl devam ettirebildiğidir. Yakından bakacak olursak kültürel düzen içinde yaratılan her imge, mevcut kavramların dolaşımdaki işlevini ve anlamını ortadan kaldırmakta; onları egemen ideolojinin olumladığı anlamlarla donatarak yeniden üretmektedir; cinsellik ve kadın kavramları bunlardan sadece ikisidir. Özellikle sinemada kadın denildiğinde ilk akla gelen; egemen ideolojilerin dayattığı; görsel hazzı tatmin eden; alımlı, stilize edilmiş, güzel, seksi ve arzulanan nesne olgusudur. Ana akım sinema anlatısında salonları dolduran seyirci, üzerinde uzlaşmaya vardığı bu kodlanmış kadını; ona atfedilen; ‘arzuyu ve hazzı tatmin eden araç’ olarak yeniden açımlamaktadır. Sinemada kadın, elde edilen haz

ve tatmin edilen arzuyu göstermektedir. Dünyaya eril veya dişil olarak gelen insan, kadın ya da erkek olmayı ona dayatılan kodlar vasıtasıyla öğrenmektedir. Seçeceği kıyafet, alacağı isim, yapacağı iş ve kamusal alanda bulunması gereken yer, egemen söylemin kılavuzluğunda hayat bulmaktadır. Sadece sosyal yaşamda değil onun bir yansıması olan sanatın birçok dalında da aynı yaklaşım devam etmiştir. Sinemadan önce fotoğraf ve ondan önce resim sanatında kadına biçilen rol hep aynıdır. Çünkü çizen el, bakan göz eril iktidarın bir parçasıdır. Sinema anlatıları büyük oranda cinsel arzu kavramı üzerine kurulmuştur. Hollywood yanlış bilinç üretimi ile gerçek kadın imgesinden ziyade ideolojik anlamlarla yüklü bir kadın profili çizmektedir. Seyirciye “gerçek sevgi” adı altında sunulanların özünde cinselliğin sömürüye dönüştürülmesi, cinsel tutku ve arzu yatmaktadır. Ana akım olarak nitelendirilen Hollywood yapımlarında kadın seyirlik bir malzeme olarak beyaz


KADIN ve SİNEMA … Filmler bize rumba ve samba yapmayı öğretti. Filmler bize kumrular gibi sevişmeyi ve kur yapmayı öğretti. Filmler bize şeytanlığı ve boşanmayı öğretti. (BaburoPatel/Hollywood-Yazar) perdeye yansırken, kadın erkek ilişkileri de tek bir yapı şeklinde yani erkeğin kadın üzerindeki egemenliğine dayanmaktadır. Küresel ölçekte kadın, erkeklerin çıkar ve arzularına hizmet etmeye yönlendirilmiş; erkeklere tabi kılınmış; tüm bu yaklaşımlar sinemada da tam karşılığını bulmuştur.

tıka basa doldurarak; kendinden habersiz yaşamları dikizlemekten aldığı haz ile doyuma ulaşmakta

ve bu imkânı ona sağlayan egemen yaklaşıma şükranlarını sunmaktadır.

Gerek TV yapımlarında gerekse sinema yapımlarında kadın ve erkeğin temsilinde eşitlikten söz etmek çok da gerçekçi olmayacaktır. Genel nüfus dağılımında sayılar her ne kadar eşit olsa da erkekler, kadınlara oranla tüm medya organlarında iki kat fazla temsil edilmektedir. Kadınlar bu gösterim alanlarında tipik kadın imajından ziyade, üretimde söz sahibi olmayan, ya mayosunun ya da geceliğinin içinde sunulmaktadır. Cinsel dengesizliğin iktidarı altındaki dünyada bakıştaki haz, dişi/edilgen ve erkek/etkin arasında paylaştırılmıştır. Cinsel nesne olarak teşhir edilen kadın, hazza yönelik sinema anlatısının ana motifidir. Kadının sinemada tek başına bir önemi yoktur. Onun erkek kahramanda sebep olduğu aşk veya korku yahut erkek kahramanın onun için hissettiği duygular bağlamında önem kazanmaktadır. Resim sanatında ve sonrasında sinemada da dişiyi bir meta olarak gören anlayış, onu kusursuz, yanına yaklaşmanın imkânsız olduğu bir güzellik ideali olarak yansıtır. Sonuç olarak beden parçalanmıştır; bacaklar, göğüsler, çıplak ayaklar. Erotizm ve çıplaklık kadın üzerinden beyaz perdede görselleştirilerek, hazza ve arzuya aracılık etmektedir. Seyirci ise salonları

YARARLANILAN KAYNAKLAR ADANIR Oğuz, Sinemada Anlam ve Anlatım, (2012), İstanbul: Say Yayınları AKBULUT Durmuş, Sinemanın İlkleri:Erotik Sinema, (2012), İstanbul: Etik Yayınları ALTMAN, Dennis, Küresel Seks,(çev. Serpil Çağlayan), (2003) İstanbul: Kitap Yayınevi BERGER, John, Görme Biçimleri,(çev. Yurdanur Salman), (2013) İstanbul: Metis Yayınları BUTLER, Judith, Cinsiyet Belası, (çev. Başak Ertür)(2012) İstanbul: Metis Yayınları BÜKER Seçil, TOPÇU Y. Gürhan, Sinema: Tarih Kuram Eleştiri, (2010): Kırmızı Kedi Yayın Evi CONNEL, R.W. , Toplumsal Cinsiyet ve İktidar,(Çeviren: Cem Soydemir)(1998) İstanbul: Ayrıntı Yayınları FINE, Cordella, Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması,(çev. Kıvanç Tanrıyar)(2011) İstanbul: Sel Yayınları FOUCAULT, Michel, Cinselliğin Tarihi,(çev. Hülya Uğur Tanrıöver)(2012) İstanbul: Ayrıntı Yayınları DÖKMENY. Zehra, Toplumsal Cinsiyet , (2014) İstanbul: Remzi Kitapevi KIREL Serpil, Kültürel Çalışmalar ve Sinema, (2012), İstanbul: Kırmızı Kedi Yayın Evi KORUKÇU M. Melih, Bir Anlatım Aracı Olarak Erotik ve Tiyatro Estetiğinde Kullanımı, (2009) İzmir: Yayınlanmış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sahne Sanatları Anasanat Dalı ROLLOF, Bernhard, GEORG Seeblen,Erotik Sinema,(çev. Veysel Atayman)(1996) İstanbul: Alan Yayıncılık SMELIK Anneke, Feminist Sinema ve Film Teorisi-Ve Ayna Çatladı (çev. Deniz Koç) (2008) İstanbul: Agora Kitaplığı VIGARELLO, Georges, Güzelliğin Tarihi,(çev. Erkan Ataçay) (2013) Ankara: Dost Yayınevi

|37

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Gülesin Ağbal DEMİRER Çorum Hakimiyet Gazetesi Haber Yönetmeni

BAYRAMLAR DEĞİL, BİZ DEĞİŞTİK Herkes annesini sever. Hayatta sevilmeye değer varlıkların başındadır annelerimiz. Annelerimizi sevmekliğimizin birincil nedeni de onların evladı olmaklığımızdan gelir. Lakin ben anne sevgimin üstüne bir de türküleri eklerim. Ayakları öpülesi annem, bana türküleri sevdiren minik ama koca yürekli kadındır çünkü. Bayram gelmiş neyime Çocukluğumuzun o şen, renkli bayramları çok gerilerde kalmış. Artık rahmetli Barış Manço’nun ‘Bugün bayram, erken kalkın çocuklar/Giyelim en güzel giysileri/Elimizde taze kır çiçekleri, üzmeyelim bugün annemizi’ şarkısını söylemiyoruz bayramlarda. Sevgili annemin de çok sevdiği “Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime’ türküsü daha çok yer ediyor dilimizde.

38

|

Nerde o eski bayramlar desek de... Bayram ziyaretlerinin değişmeyen ‘nerde o eski bayramlar’ ahlanması çok da yabana atılası değil aslında. Ne de olsa her yıl ‘bayram ne zaman’ sorusundan ziyade ‘bayramda tatil kaç gün’ sorusu soruluyor. Sonrasında bayram tatilinin nerede geçirileceği planları yapılıyor. Bayramda eş-dost ziyaret edilmese de, anne-babaya gidilmese de olur. Bir zaman onlar da aradan çıkartılır ne de olsa. Ama önce tatile gidilmeli. Bayram demek ‘tatil’ demek zira. Biz neysek çocuklarımız da o Eh böylesi bir yaklaşımla günümüz çocuklarından, bizim çocukluğumuzdaki gibi bayramları öyle günlerce evvelden heyecanla beklemelerini, bayram gecesi uyuyamamalarını, yeni elbiselerini yanı başlarından


biKÖŞE

ayırmamalarını ummak hayal ötesi. Onlar için yeni bir tablet bilgisayar, çok becerikli bir cep telefonu daha mutluluk verici şeyler. Muhtemelen onları aldığınızda bile gözleri yerinden fırlamayacaktır ya, neyse... İnsanlar gibi bayramlar da kimsesiz Her şey bizim kendilerine yüklediğimiz duyguyla anlam kazanıyor. Bayramlar da hayatın bu genel kaidesinin dışında değil. Çocukluğumuzdaki bayramları hep özlemle anacak olsak da, bayramların garip kalmışlığı daha bir dokunaklı gibi. Bayram haberlerinde bayramı kimsesiz geçirenleri gördüğümüzde vicdanımız sızlar. ‘Böyle olmamalı’ deriz içimizden. Ama işte, yine de kendi bayramlarımızı ‘kimsesiz’ bırakırız. Öylece, bir başına. Yetim çocuklar gibi. Dünyanın haline itiraz Dahası kendimizi avuturuz. ‘Bayramlarda şen olamıyoruz ki... Baksanıza şu dünyanın haline. Her yerde kan var, savaş var, insanlar acı çekiyor. Türküdeki gibi kan damlıyor yüreğimize, kan.

Bayram bizim neyimize! Bayramlar umut olsun Yalan da değil. Dünyadaki acılar ruhumuzda bayram neşesine yol vermiyor. Lâkin tümüyle umutsuzluğu da kabul edemiyorum. Bir çıkış yolu olmalı. Olacak, inanıyorum. Bayramlara belki de en çok bu sebeple özen göstermeliyiz. Yaşamak için umudumuzu tazelemeye vesile olmalı bayramlar. Küslerin barışma anındaki kucaklaşması gibi. Kucaklaşırsınız ve her şey geçer. Yeni ve iyi bir başlangıç. Yeni bir soluk. Yeni bir bakış. Bir ve beraber olma. Zorluklara karşı omuz omuza durma. Önümüzde yaklaşan bir Kurban Bayramı var. İşte fırsat. Yeni bir bayram için hepimize. Çocukluğumuzun bayramlarına zamanın ruhuna uygun yeni bir bayram hatırası ekleme fırsatı. Niye olmasın?

Niye olmasın? |39

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


İ

lk duyulduğu zaman insanda çağrıştırdığı ilk şey gerçek olmayan, uydurulmuş bir şey akla getiriyor kurgu. Aslında yanlış da sayılmaz. Kelime itibariyle fantezi, hayal, birçok parçadan birleştirme anlamına geliyor. Görsel medyada ise, görüntülerin ve seslerin çeşitli kurallara ve yollara uygun olarak arka arkaya belli bir anlayışa uygun olarak sıralanması olarak tarif edebiliriz. Kurgu, teknik anlamda çekilen görüntülerin kesilip biçilmesidir. Kurgu, değişim demektir. Kurgu sırasında olayı, haberi, hikâyeyi vb. en iyi anlatacak parçalar kesilerek belli bir tempo içinde sıraya dizilir. Kurgu işlemi, sanılanın aksine bütün çekimlerin bitmesiyle değil, çekimler sırasında hatta çekimler öncesinde planlama aşamasında başlar. Ancak planlı çekimler gerçekleştirildiği takdirde başarılı sonuçlar alınabilir. (http://kurgucuyuz.biz/) Daha derine inecek olursak iyi bir kurgu ortaya çıkaracaksak şu yolları izlemek şarttır:

40

|

- Yeniden düzenleme, video ve (veya) ses kliplerinin belli kısımların çıkarıp eklenmesi - Renk ve çeşitli filtrelerin uygulanması - İki görüntü arasında uygun geçiş verilmesi Kurgu türlerinden kısaca bahsedecek olursak, ilk başta film yapıştırma tekniği geliyor. İsminden anlaşılacağı üzere, film bandının bazı bölümleri kesilip çıkartılarak işlemler sıralanır. Oldukça basit mekanik bir süreçtir. Bu amaç için geliştirilen mekanizmayla kurgu işlemi yapılır. http://www.tok yoseiki. com/cinema_english2. htm daha fazla bilgi http:// en.wikipedia.org/wiki/Film_ editing Zaman içinde video kurgu sistemlerinde hızlı bir gelişim trendine girildi. Video sinyalinin, film şeridinden manyetik banda kayıt edilmesiyle birlikte önce kasetten kasete video sistemi (linear), daha sonra da dijital (non-linear) dediğimiz kurgu sistemi yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Linear sistemde kurgu yapmak için bir video recorder bir de video player’a ihtiyaç vardır. Video recorder’in içine boş video-kaset yerleştirilir. Video player’da ise çekim yapılmış kasetler yer alırdı. Player’daki kasetten oynatılan görüntüler recorder’daki kasete belli bir sıraya göre assemble yani art arda aktarılıyordu. Bir görüntünün değiştirilmesi gerektiğinde ise ancak insert (araya girme) yoluyla belirlenen time code’a “in” ve “out” verilmek suretiyle yapılıyordu. Bu sistem biraz daha geliştirilerek video mixer de eklendikten sonra AB Roll kurgu setleri meydana geliyordu. Bu sistem uzun zaman yaygın ve yerel televizyon stüdyolarında yer aldı. Günümüzde de az da olsa bu sistemi kullanan küçük çaplı televizyonların olduğunu görüyoruz. Hem kullanımı zor hem de dijital kurgu sistemlerine göre oldukça fazla zaman alan bir kurgu yöntemidir. Teknolojinin giderek yaygınlaşması, ucuzlaması ve hızla gelişmesi, non-linear kurgu sistemlerini de geliştirdi. Görüntüler bilgisayar ortamına aktarılarak video işle-


GÖRÜNTÜ ve SES TEKNOLOJİSİ

me programları sayesinde daha hızlı ve kolay işlenmeye başlandı. Bu sistemlerde görüntünün yeri ve uzunluğu ile ilgili her türlü müdahalede bulunma şansınız var. Renk düzenlemesi ve senkronizasyon konusunda da büyük kolaylıklar sağlıyor. Bugün, televizyon yayıncıları ve TV yapımcılığında en yaygın olarak kullanılan sistem haline gelmiştir Non-linear kurgu sistemi. http://www.mediacollege.com/video/editing/tutorial/ methods.html Bütün bunlar buz dağının görünen tarafı. Daha da derine inmeyeceğiz burada tabi. Konuyu genel hatlarda tutmaya çalıştık. Konunun teknik kısmını çok kısa özetledikten sonra felsefik boyutuna da kısaca değinmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Zira, bugün kitle iletişim vasıtaları aracılığıyla adını en sık duyduğumuz kavramların başında montaj, kurgu, şantaj, dublaj gibi kavramlar geliyor. Teknolojinin ne kadar hızla geliştiğini bir kez daha söylemeye gerek yok sanırım. Hepimiz bunun idrakindeyiz. O kadar çok hızla gelişiyor ki, bugün herkes elindeki akıllı telefon, ipad, tablet vb. cihazlarla anında görüntü ve ses kaydı yapabiliyor. Bu cihazlardaki hazır programlarla da istedikleri amaç doğrultusunda montaj yapabiliyorlar. İyi amaçla kullanıldığı zaman arşivimizde çok özel anılar saklayabiliyoruz. Sizler de hak vereceksiniz bu işi kötü niyetliler de yaygın olarak yapıyor. Montajlanıp internette servis edilen ses ve görüntü kayıtları, photoshop hileleri tehlikeli birer silaha dönüşebiliyor.

İyi niyetle çıkılan yolda bugün insanlık ucu bucağı belirsiz bir yolda hızla ilerliyor.

Mithat MUMDZİC

Grafik-Animasyon Uzmanı


Servet Seyfettin METE |

Y

azın gelmesi ile birlikte gün geçmiyor ki, Çorum’da bir köyümüzden şenlik haberi almayalım. Çorum’da ve özellikle büyük şehirlerde faaliyet gösteren köy derneklerinin öncülüğünde gerçekleştirilen şenlikler akrabalık, dostluk, arkadaşlık ve hemşehrilik bağlarının kuvvetlenmesine vesile oluyor. Hayat gailesi içinde hepimiz bir yerlere savrulup gurbet elde ekmek parası kazanmak için yaşamak mecburiyetinde kalıyoruz. Bu zorunluluk memleket hasretimizi üst noktalara getirirken devreye dernekler giriyor. Düzenlenen şenlikler sayesinde bir çatı altında yemekler yeniyor, çaylar yudumlanıyor, hasret gideriliyor, birbirini dahi tanımayan akrabalar tanışma imkanı buluyor. Dernekleşen hemşehriler, bu birlikteliğin bir nişanını

42

|

Dost Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni da köylerine çakmak istercesine çeşitli organizasyonlar düzenliyor. Kimi zaman piknik, kimi zaman şenlik, kimi zaman da şölen adını alıyor bu hasret buluşmaları... Aslında gurbettekilerin izin tarihlerini aynı döneme getirip köylerinde toplu halde bulunmalarının diğer adıdır; şenlik... Anne ve baba hasretini dindirirken tüm köyün toplu halde eşsiz doğal güzellikler içerisinde yemesi, içmesi, eğlenmesidir. Güzel ülkemizin her bir yanından gelen dostların omuz omuza vererek halay çekmesidir, şenlikler. Amatör bir ruhla gerçekleştirilen bu etkinliklerin, kültürlerin devamı, örf ve adetlerin yaşatılması, akrabalık bağlarının kuvvetlendirilmesi, hemşehrilik bilincinin içselleştirilmesi gibi önemli sosyolojik faydaları vardır. Kısa dönemli etkilerinin yanı sıra yöre kültürünün canlı


biYÖRESEL tutulması gibi uzun dönemli bir katkısı olan bu şenliklerin katılımcılarının da katkıları çok kıymetlidir. Adı her ne olursa olsun bu etkinliklerin desteklenmesi, devamının sağlanması ve gelenekselleştirilmesi oldukça önemlidir. Çorum’da 1980 yılından itibaren kırsal bölgede yaşayan köylüler büyük şehirlere akın etti. Teknolojinin de yoğun bir şekilde gelişmesiyle akrabalar arasındaki ilişkiler kopma noktasında geldi. Bunu fark eden kırsal bölgelerin önde gelenleri 1990’lı yıllardan itibaren köylülerin tekrar bir araya gelebilmeleri için dernekler kurdu. Önce bu dernekler düğün, cenaze gibi durumlarda bir araya geliyor acıyı ve mutluluğu paylaşıyorlardı. Daha fazla kişiye ulaşabilmek amacıyla şenlikler tertip etmeye de başladılar. Son yıllarda büyük çaplı organizasyonlar haline gelmeye başlayan şenliklerin, kimi duyarlı firmaların sponsorluğu, yardımsever iş adamlarının yanı sıra bölge sakinlerinin de katkılarıyla ekonomik boyutu çözülmüş durumda. Derneklerdeki öncelikli amaç bazı bölgelerdeki unutulmaya yüz tutmuş gelenek ve göreneklerin yaşatılması kimi bölgelerde de o yörelerdeki ürünlerin ön planda tutulması ve tanıtılmasıdır. Kimi bölgelerde ise tamamen eğlenceye dayalı etkinlikler yapılmakta. Bu etkinliklerin geneline baktığımızda bir kentin ekonomisine, turizmine, gelenek ve göreneklerin yaşatılmasına büyük katkılar sağladığı görülmektedir.

Şenlikler bahane, dostluklar şahane Yaklaşık 15 yıldır köylerde düzenlenen büyük şenlik ve festivallerin kimi zaman organizasyonunu, kimi zaman ise sunuculuğunu üstlenen gazeteci Servet Seyfettin Mete, bu tür etkinliklere tüm Çorumluların sahip çıkmasını istiyor. Şenliklerin aranılan ve beğenilen sunucusu 40 yıldır köylerden şehirlere büyük göçlerin olduğunu, birçok köyün tamamen boşaldığını, kimi köylerde ise sadece birkaç yaşlı nüfusun kaldığına dikkat çekiyor ve “Bu şenlik ve festivaller köye dönüşlere büyük katkı sağlıyor.” diyor. Mete, özelikle 1980’li yıllardan itibaren köyünü terk eden yaşlı nüfusun bayramlarda ya da cenazelerde köylerine geldiğini, ancak bir sonraki kuşağın dedelerinin, babalarının yurdunu bu tür şenlikler sayesinde ilk kez gördüğünü vurguluyor. Köy şenliklerini ve festivalleri çok önemsediğini, bu nedenle de şenliklerde gönüllü olarak çalıştığını söyleyen Mete, Çorum’da yapılan hemen hemen tüm etkinliklere imkânları ölçüsünde katkı sağlıyor. Özellikle şenliğe katılan gençlerle sohbetler ederek onların katılımlarını önemsiyor. Şenliklerin kopma noktasına gelen akrabalık bağlarını güçlendireceğine inanıyor.

Bazı şenliklerde katılım sayısı 10 binleri bulmaktadır. Yıllar önce köyünden yöresinden kopmuş, atalarının yaşadığı yerleri görmeyen gençler, dedelerinin babalarının doğduğu toprakları ilk kez bu şenlikler vasıtasıyla tanıma imkânı buluyor. Şenlikler kuşaklar arası kaynaşmaya öncülük ediyor. Organizasyonu zor fakat sonuçlarından büyük hazlar alınan bu tür etkinliklerin devlet tarafından desteklenmesi şenliklerde kaynaşma ve dayanışmanın daha da artacağına inanıyoruz.

|43

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Hüseyin KIR Çorum İmam Hatip Lisesi Müdürü

S

ezai Karakoç modern Türk şiirinin en önemli şairlerindendir. Divan Edebiyatından sonra geleneksel şiirimizden uzaklaşan Türk Şiirini biçimsel olmasa da içerik açısından özüne dönmesi konusunda “ Sezai Karakoç’un Şiiri” önemli bir role sahiptir. Modern Türk Şiirinde önemli bir akım olan ve hâlâ aşılamamış olan İkinci Yeni Şairleri arasında kabul edilen Sezai Karakoç sahip olduğu dünya görüşü açısından bu akımın diğer şairlerinden ayrılmakta, kendine has, sağlam bir şiir oluşturmuştur. Edebiyatın her alanında ürün ortaya çıkaran Sezai Karakoç medeniyetimizin ayağa kalkması için savunduğu bakış açısına “ Diriliş” adını vermiştir. Bütün yazdıklarını diriliş metaforu ile açıklayan Karakoç öncelikle şairdir. Şiir dışındaki ürünlerine de kendine özgü olan şiirsel dilin gölgesinin sirayet ettiğini görüyoruz. Sezai Karakoç şiire ulaşılması çok güç olan yüksek bir tepeden başlamıştır. İlk yazdığı ve yayımladığı şiirlerinden olan “Monna Rosa” O’nun en çok bilinen, yıllarca

kitaplarına almadığı halde, elden ele çoğaltılarak yayılan şiiridir. Bu şiir Divan Edebiyatının en önemli mazmunu olan “gül”ü modern bir imge olarak şiire geri dönmesini sağlamıştır. 11’li hece vezniyle yazılan “Monna Rosa” modern bir Leyla ile Mecnun hikâyesidir. Beşeri planda yaşanan aşkın Bütün’ün parçaya yansıması şeklinde olduğunu gösteren bir şiirdir. “Monna Rosa”nın son 60 yıllık Türk Şiiri içerisinde en çok okunan, bilinen ve tazeliğini koruyan şiir olmasındaki en önemli etken, her okuyanı farklı düzeylerde kendi içerisine çekmesidir. Bu özellik şiirin derin bir yaşanmışlığa yaslanmasından kaynaklanmaktadır. Fakat bir şiiri ortaya çıkmasına vesile olan olay örgüsüne indirgemek o şiirin dar kalıplar arasına sıkışmasına neden olmaktadır. Mahrem bir yaşanmışlığa yaslanan bu şiir etrafında oluşturulan efsanevi söylentileri ortadan kaldırmak için Üstad Sezai Karakoç yıllarca kitaplarına almadığı bu şiiri akrostişi (Muazzez Akkaya’m) bozarak kitaplaştırmıştır.


biŞİİR

Mona Roza

Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller

Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları

Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar

Ki ben Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki ben Mona Roza bulurum seni

Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek...

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı

Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin, ellerin ve parmakların

Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı gece ve güne Altın bilezikler o kokulu ten

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Mona Roza siyah güller, ak güller Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza siyah güller, ak güller


biMEKÂN

Çorum’un romantik cafe’si MONA ROZA Hüseyin KIR Her şehirde edebiyata ilgi duyanların uğrak yerleri vardır. Böyle bir mekân olması amacıyla ilimizde bir kafe açıldı: MONA ROZA. Edebiyat meraklısı Halil İbrahim AŞGIN’ın yeni açtığı kafeye MONA ROZA ismini vermesi takdir edilmesi gereken bir girişimdir. Bu mekânı Üstat Sezai KARAKOÇ ve Mona Roza şiirinin ruhuna uygun bir şekilde düzenleyen Halil İbrahim Bey’i edebiyatın, şiirin mayalanmasına ortam hazırlamasından dolayı tebrik ediyor, gençlerin yeni ürünlerini oluşturmalarında “okul” olmasını ümit ediyorum.

46

|


biPORTRE Naci AĞBAL T. C. Maliye Bakanlığı Müsteşarı

ÇORUMLU OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ ? Çorum’dan birçok isim şuan Türkiye’de önemli görevlerde bulunuyor. Bizlerde bu isimleri hem hatırlamak, hem de hatırlatmak için dergimizde hemşerilerimizin kısa bir portresini çizmek istedik. Bu sayımızda da T. C. Maliye Bakanlığı Müsteşarı Sayın Naci AĞBAL’a yer verdik. 1968 yılında Bayburt’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1989 yılında mezun oldu. 1998 yılında Exeter Üniversitesi’nden Genel İşletme (MBA) dalında yüksek lisans derecesi aldı. 1989 yılında Maliye Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladı. 1993 yılında Maliye Müfettişliği’ne, 1999 yılında Maliye Başmüfettişliği’ne atandı. Maliye Teftiş Kurulu Başkan Yardımcılığı görevi sırasında 2003 yılında Gelirler Genel Müdürlüğü’ne Daire Başkanı olarak atandı. 2004 yılından itibaren Bakan Danışmanlığı görevini yürütmeye başladı. 2006 yılında Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’ne (vekaleten) atandı. Aynı yıl içinde Gelir İdaresi Başkan Yardımcılığı’na asaleten ataması yapıldı. 2007 yılında Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’ne asaleten atandı. Bu görevi yürütürken, 12.06.2009 tarihinde Maliye Müsteşarlığı’na atandı.

|47

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


48

|


Günümüzde reklam mecraları giderek genişlemekte, reklam uygulamaları ise akıl almaz boyutlara ulaşmaktadır. Caddede, sokakta, iş yerinde, metroda, takside, otobüste nereye bakarsanız bakın hemen her yerde reklam afişlerini, filmlerini görebilmeniz mümkün. 21. Yüzyılda baş döndürücü bir hızla gelişen kitle iletişim araçları ve buna bağlı olarak ürün reklamlarındaki çeşitlilik, insanları zorla tüketime teşvik ediyor. İnsanların hayatın hızlı temposu içerisinde reklamı yapılan ürüne karşı farkındalık oluşturabilmesi amacıyla reklamcılar akıl almaz metotları

Selçuk USTA Grafiker

D

ünyada ve ülkemizde en teknolojik uygulamaların yansımaları büyük şehirlerle birlikte Çorum’da da hemen uygulama alanı buluyor. Çorumlu işverenler de yeniliklere hemen adapte olabiliyor. Çorum’da kent mobilyaları kendi ölçeğindeki birçok kentten daha iyi durumda. Kent estetiği de gözetilerek vatandaşların bilgilendirilmesi ve reklam mecrasına kazandırılması amacıyla şehrin belirli yerlerine monte edilen bu reklam alanları reklam verenler tarafından bir hayli ilgi gördü ve görmeye de devam ediyor. Akabinde halk otobüslerinin

farklı noktalarına yapılan reklam çalışmaları Çorum da metro olmasa da otobüslere kadar ulaşan bir reklam popülasyonunu gözler önüne seriyor. Diğer yandan şehrin en işlek 6 caddesine konan dev sinevizyonlar ise Çorum Belediyesi’nin PR ve tanıtım işlerine ne denli önem verdiğinin en açık işaretlerinden biridir. Son günlerde ise Çorum’da sırtlarında reklam panoları ile yürüyen adamlar peydah oldu. Halkın şaşkın bakışları arasında ürün reklamı yaparak yürüyen adamlar, reklam sektörüne yeni bir anlayış kattı. Dikkat

çekmesi ve hedef kitleye ulaşması bakımından özgün bir tanıtım faaliyeti olan bu yürüyen adamları, ilerleyen zamanlarda yürürken sürekli göreceğiz gibi geliyor bana. Bu alanda reklam vermek için bizimle iletişim kurabilirsiniz. Hakkın teslimi anlamında ekibimizi tebrik etmek istiyorum. Çorum reklam sektörünün son 10 yılına damga vurmuş genç ve dinamik bir kadroya sahip Bir Medya ailesinin Çorum’u ve Çorumluları daha pek çok yeniliklerle buluşturacağına inanıyorum. Esen kalın.

|49

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


Teknoloji bütün hızıyla ilerlerken, Yeni ürünler hayatımızı girmeye devam ediyor. İşte 2014 yılından itibaren karşılaşacağımız yeni teknolojilerden bazıları. Hayatımıza girip her alanda kullandığımız akıllı telefonların yanında bu sefer akıllı saatler geliyor. Akıllı saatler akıllı telefonların özelleştirilmiş hali. Yakın zamanda akıllı saatleri pek çok kişinin kolunda görmeye başlayacağız. 2013 yılında sürekli olarak teknoloji sitelerinde adından bahsedilen ancak bir türlü yaşantımıza dâhil olamayan akıllı saatler, Samsung’ un ciddi anlamda girişimi Galaxy Gear ile bizlere oldukça yaklaştı. Apple’n da 2014 yılında kendi akıllı saatini çıkarıp akıllı saat teknolojisini bir adım daha öteye taşıması bekleniyor. Hepimizin hayatında SD kartlar var. Akıllı telefonlarımız, tabletlerimiz ve hatta yeni dizüstü bilgisayarlarımız dahi bu depolama türünü kullanıyor. Her ne kadar depolama alanında ki tercihimiz bulut depolama olsa da, insanlar fiziksel depolamaya büyük ihtiyaç duyuyor. 1 TB lık SD kartları, 2014 yılında görebileceğiz. Akıllı kavramını her gün duyuyoruz. Saatlerimizi başında geçirdiğimiz televizyonlar da akıllandı. 2014 yılından sonra Google’nin tablet ve telefonlardan

50

|

sonra da televizyonlara da el atacağı söyleniyor. 2014 yılında oldukça sık olarak göreceğimiz bir diğer teknoloji ise Artırılmış gerçeklik gözlükleri. Şimdilik Google Glass deneysel bir örnek. Ancak Apple ve Samsung gibi devlerinde oyuna girmesiyle, bu teknolojinin yaygınlaşacağı ortada. Uzun yıllar hevesle beklediğimiz 3D yazıcılar, 2014 yılı içerisinde alınabilecek fiyat aralığına doğru ilerlemeye devam edecek. Bu yıl içerisinde tekno marketlerde görebileceğimiz 3D yazıcılar sadece eğlenmelik değil sağlık ve sanayi alanında da yaygınlaşacak. Ülkemizde yasal engellemeler ve şirketlerin altyapı eksiklerinden dolayı, uygulamakta zorlanılan 4G internet, yaşantımıza ayak bastığında evlerimizde ki fiber internetten daha hızlı olacak. Tek eksik yasal düzenlemeler ve altyapı. Bundan sadece bir kaç yıl önce bulut kavramı sadece depolama olarak biliniyordu. Fakat gelişen internet bağlantı hızları ve teknoloji altyapısının anca oturması ile 2014 yılı bulut eğlencesinin yılı olacak. Artık müziğimizi buluttan dinliyor, dizilerimizi buluttan izliyor olacağız.


biTEKNOLOJİ

|51

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014



biHİKÂYE

Perdeyi açık bırakıp yanan yasemin kokulu mumu sokak lambasının bıraktığı kirli beyaz ışığa doğru kaldırdı.Sigarasından derin bir nefes daha alıp dumanını içinin en izbelerine kadar gönderdikten sonra içindeki dumanı sarı ve kirli beyazın kesiştiği noktaya doğru yuvarlak halkalar halinde çıkardı. Nedenini en çok bildiği ancak en çok bilmediği bir kalp çarpıntısını önce göğüs kafesinin hemen üzerinde hissetti.Sonra sırtında, sonra el ve ayak bileklerinde ve en sonra kulak arkalarında.bir anda korku sardı yasemin kokulu mumun kirli beyazla birleştiği noktayı. Kalbi, sigara dumanından çıkardığı yuvarlak halkaların içinden geçip ışıkların kesiştiği noktaya değdi. Ayağa kalktı ve yüzünü duvara astığı fotoğrafa çevirdi. Şimdi biliyordu içi rahatlayacak, korkusu hafifleyecek, huysuzluğu azalacaktı. O fotoğraf onu hep korumuş onu hep sarabilmişti. Hadi! dercesine yalvaran gözlerle fotoğrafa baktı. Bir dakika, iki dakika, beş, altı on, on üç... Hala kalbi hızla çarpıyordu. Nedense her defasında sığındığı fotoğraf onu rahatlatamamış, içine o her zaman yaydığı huzuru verememişti. Ruhu daralmaya başladı, huysuzluğu giderek arttı. Oturduğu yerden başını hafif geriye doğru çevirerek her defasında kendisini içine alıp, bakışlarının enginliğinde ruhunu yıkayıp tüm hayat kanallarını temizleyen ve onu tekrar hayatın içine bırakan duvardaki o fotoğrafa baktı. Ağzından ikinci kez farkında olmadan bir kaç söz döküldü, ilkinin devamı olmayan: / yığınla beyaz tüylü kuş sürüsü geçiyor odamdan kanatlarında o en son elimde sımsıkı tuttuğum fotoğraf şimdi biliyorum; neden ıslık çalar her gece penceremde aslında hiç görmediğim gölge. şimdi bildim; önce ben ayrıldım içinden şimdi suretin gitmeli/ Dudaklarının kenarında bir acı duydu, sonra gövdesinin yarısında. yıllardır sıkıca tutunduğunu sandığı bir yürek aslında yoktu, aslında kaybolmuştu. Kendisini hep ona ait bildiği bu iri gövdeli duygu haleleri nasıl olmuştu da hiç farkına varmadan çekilmişti içinden. Şaşırdı kendisine, kendisine acıdı. Üstelik ona bağlandı bağlanalı kapatmıştı içinin kapılarını. Sürgülerini sıkı sıkıya çekmiş, o kalbin engin varlığında keskin bir huzur içinde yaşamıştı. Şimdi nasıl olmuştu da bu büyük boşluğu tanıyamamıştı. Oysa her sabah kalktığında onun kendisi için ettiği duaları içinde duyar gibi olur, park dinlencelerinde güvercinlere simit kırıntıları serpiştirirken ona niyetle kuşlarla konuşur, akşam olunca da oturup kendisini ait sandığı o büyük duygu halelerinin en korunaklı yerine, onun için kendine mahsus şiirler yazardı. İçinde o geçmeyen rüyayı hatırlamaz, onun kokusunu duymadan sofraya oturmazdı. Gazete haberlerini hızlıca ve sıkılarak okur; sayfaları hızla çevirip kapattıktan sonra hemen onun hayaline dalıp giderdi. Fakülte koridorlarında volta atarken cebinde hep taşıdığı çakıyla adını koridor duvarlarına kazır, sorulmadan hep onu söylerdi. Tüm protesto mitinglerinde kendisi ve onun yerine iki yumruğunu birden havaya kaldırır, bağrışanların arasına hep iki yürek taşırdı.Otobüs duraklarında yağan kara aldırmadan öyle dakikalarca bekler,onun geçtiği yollara ‘selam! ey başlayan ve ey bitmeyecek olan’ dedikten sonra ilk gelen otobüse binerdi. Mütemadiyen yemek yaptığı zamanlarda,

onu hep başında durmuş bir mürebbiye edasıyla, kendisine patatesleri tencerenin içine nasıl yerleştirmesi gerektiğini tarif ediyor sanırdı. Salatanın tuzunu ona göre ayarlar, yemek sonrası çayları onun istediği kıvamda demlerdi. Hayat hep oydu. Gerisi kendisiydi. Saat dördü geçiyordu.. Mumun gittikçe ağır basan yasemin kokusu damarlarını şöyle bir okşadıktan sonra duvarda asılı fotoğrafa doğru yol aldı ve fotoğrafın etrafında bir daire çizdi. Yüzünü tekrar hafif geriye doğru çevirip fotoğrafa bakmak istedi sonra vazgeçti. Üçüncü ve son kez bir kaç söz döküldü ağzından: /karanfillerle başlıyor ayrılık boşluğa değiyor önce duvara çivili hayalin sonra bir derviş edasıyla eğiliyorum yüreğine sonra gitmeliyim diyorum meğer gitmişim/ Pencerenin önüne gitti, kafasını dışarı uzattı ve aslında görmediği ıslık çalan gölgenin oralarda olup olmadığına baktı. Sokağın sonunda tamamlanan siyah noktadan, sokak lambasının odasına bıraktığı ve yasemin kokulu mumun ışığıyla kesişen kirli beyaz renge benzemeyen yeni bir beyaz nokta fark etti. Git gide yaklaşıyor yaklaştıkça büyüyor, büyüdükçe pencerenin demirlerine bir aydınlık bırakıyordu. Korkmaya başladı. Beyaz nokta giderek yaklaştı. Önce yüzünün yarısını kapladı sonra tamamını. Ne olduğunu anlamadan içine bir şeylerin akıp yerleştiğini, az önce büyüyerek yaklaşan beyazlığın sivrilerek ağzından, kulak kıvrımlarından, burun deliklerinden, parmak aralarından, saç diplerinden, deri gözeneklerinden, göz kenarlarından, dişlerinin arasından geçip vücudunun her tarafına dağıldığını, az önce gördüğü o büyük beyazın tamamen içine akarak dışarda beyaza ait hiçbir şey kalmadığını fark etti. Şimdi içinde yeni bir türkü okunuyordu. Bu; beyaz renkle başlayacağı yeni ve ölümsüz aşkın güftesiydi. Pencereyi kapatmadı. Perde de açıktı. Eline kenarı işlemeli, gri renkli bir tülbent aldı ve ani bir hareketle ikiye ayırdı. Bir parçasını duvardaki fotoğrafın üzerine kapattı. Diğer yarısıyla gecenin üstünü örttü. Dilinde ise içindeki o yeni türkü: /zehir olan kadehine doldur beni senden gayrı yar seversem öldür beni/


54

|


Sosyal Medya’nın gücü her gün biraz daha artarken, insanların birbirleriyle olan paylaşımları da aynı doğrultuda artıyor. Peki, bizim liderlerimiz twitter da neler paylaşıyor. Biz sizin için binlerce mesaj arasında küçük bir derleme yaptık.

|55

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


17 ARALIK’TAN 22 TEMMUZ’A

“HUKUK”

Av. Cavit TATLI Hukukçular Derneği Genel Başkanı

Ü

lkemizde genel anlamda mahkemelerin verdikleri kararlara karşı bir ön kabul vardır. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” düsturu hakimdir. Bunu çok iyi bilen darbeciler de 1960-1980 darbelerinden sonra yaptıkları kanunlar ve mahkeme kararları ile gayrimeşru olarak kurdukları yeni düzeni meşrulaştırmış, hukuku “hukuksuzluklarının zırhı” olarak kullanmışlardır. Son dönemlerde mahkeme kararlarına ve de yargıya bakış yara alsa da herkes işine gelen kararı “kutsamaya” devam ettiği için her kararın alıcısı bulunmaktadır. Bu sayede de yargı hala gücünü korumaktadır. Bu zaviyeden yola çıkarak 17 Aralık’ta başlayan süreç bir darbe girişimi miydi? Yoksa bir “kesimin” iddia ettiği üzere adli bir süreç miydi? Sadece bu sorunun soruluyor olması bile -evet bir darbe girişimiydi ve başarısız oldu- cevabını doğuruyor. Neden 17 Aralık bir darbe girişimiydi? 17 ve 25 Aralık tarihlerinde yapılan operasyonlar o kadar fazla hukuki sorun içeriyordu ki öncelikle o “kesime ait” veya o “kesimin etkisi altında olan hukukçular hariç” tüm hukukçular bu operasyonların bir soruşturma olmadığında hem fikirdi. Kısaca soruşturmalarda yapılanlar ve normal bir soruşturmadan çok daha fazlası olduğunu düşünmemize neden olan sebepleri sıralarsak; * Soruşturma; Başsavcının, emniyet müdürünün dahi bilgisi dışında yürütülmüş ancak ilginç bir şekilde gizli olan soruşturmanın detayları, operasyon başlamadan 4 ay önce derin bağlantıları ile şüphe uyandıran gazeteciler tarafından dillendirilmiştir.

56

|

* Operasyonun başlamasından itibaren sosyal medya üzerinden açılan fake hesaplarla, şüpheli avukatlarının dahi ulaşamadığı bilgi ve belgeler yalan, yanlış eklemeler ile kamuoyuna sunulmuş, halk aldatılmış, soruşturmanın gizliliği ihlal edilmiş, şüpheli haklarına kast edilmiştir. “Soruşturmanın gizliliğini ihlal suçu” ve “Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs suçunu” bizzat soruşturmayı yürütenler işlemiştir. * Farklı tarihlerde farklı iddia ve farklı kişilerle başlatılan soruşturma, her ne hikmetse, 1 ila 1,5 yıl gibi uzun bir süre devam ettikten sonra aynı gün aynı saatte gözaltı kararları ile başlamıştır. * Mahalli seçimlere 3 ay kala iktidar partisini hedef alarak operasyonlar yapılmıştır. 2011 yılındaki kaset olaylarına çok benzer bir şekilde. * Operasyonun omurgasını oluşturan Halk Bankası ile ilgili olarak savcılığın coğrafi olarak yetkisi bulunmadığı halde işlem yapmıştır. * İletişimin denetlenmesi, arama, el koymaya ilişkin hakim ve mahkeme kararları ile tutuklama taleplerini değerlendirecek olan hakim ve mahkeme ayrımı yapılması, uygun anın beklenmesi, akabinde bu müracaatların yapılması “doğal hakim ilkesine” ve “hakimlerin tarafsızlığı ilkesine” aykırıdır. 25 Aralık, 17 Aralık tarihindeki operasyonun devamından başka bir şey değildi. Hedefe giden yolda ikinci dalgaydı. 28 Şubat Post Modern darbesi ile şekil değiştiren darbe geleneğimiz yeni bir darbe türü ile tanışıyordu. 28 Şubat’ta da yargı gönüllü


biANALİZ Neden 17 Aralık bir darbe girişimiydi? 17 ve 25 Aralık tarihlerinde yapılan operasyonlar o kadar fazla hukuki sorun içeriyordu ki öncelikle o “kesime ait” veya o “kesimin etkisi altında olan hukukçular hariç” tüm hukukçular bu operasyonların bir soruşturma olmadığında hem fikirdi. olarak kullanılmıştı. Ancak yargı bu kez başrolde yer alıyordu. Akabindeki gelişmeler herkesçe malum. Yazı konumuzu ilgilendiren husus ise 22 Temmuz tarihinde yapılan operasyon da bir yargı eli ile yapılan karşı saldırı mıdır? Yoksa adli bir işlem mi yapılmıştır? Sadece sorgu hakiminin verdiği “dinlenmeyen şüphelilerin salıverilmesi kararı” dahi bu değişik tarihlerdeki soruşturmaların zihniyet farkını göstermektedir. 22 Temmuz uzun süredir dillendirilen bir olay ile ilgili olarak adli kurumların harekete geçtiği tarihtir. Sokaktaki vatandaş dinlendiğini düşündüğü bir ortamda, son dönemde devletin en üstünün dinlendiği bir dönemde bu dinleme işlemlerini yapan, bunu yapma imkanı olan devlet görevlileri ile ilgili olarak mutlaka soruşturma yapılması gerekirdi. Eğer yapılmasaydı o zaman bu soruşturmaları yapmayanlar suç işlemiş olurdu. Lakin soruşturmanın hukuk kuralları içerisinde yapılması ve de şüphelilerin usul kurallarından doğan haklarının ihlal edilmemesi gerekiyordu. Zira, 17 Aralık sürecinde en fazla vurgu yapılan konu şüphelilerin haklarının çiğnendiği, soruşturmaların “züccaciye dükkanındaki fil” misali yapıldığıydı. Zira dosyalarda gizlilik kararı olduğu için bizler dosyaların içeriğini bilmiyor sadece uygulamayı takip edebiliyorduk. Uygulama fecaatti. Aynı uygulama 22 Temmuz’da da olacak mıydı? Olmadı. Gözaltı süresi dolduğu için dinlenemeyenler hakkında sorgu hakimi salıverme kararı verdi. O kadar önemliydi ki bu karar. Polis ve Savcılık istemiş ancak mahkeme süreyi gerekçe göstererek yaptıkları ne olursa olsun bu kişilerin salıverilmelerine karar vermişti. İlginç olan ise 17 Aralık sürecinin savunucusu ve kamuoyunu en ince ayrıntıları ile bilgilendiricisi olan kesim tüm safları ile koruyucu pozisyona geçmiş, adliyeden canlı yayın yapıyor ve mahkemeyi baskı altına almaya çalışıyordu. Hayatında hiçbir grup için sokağa çıkmamış her türlü sosyal olayı görmezden gelen bir kesimin mahkeme ve karakollar önündeki eylemlerine şahit olduk.

Hukuk herkese günün birinde gerekli olabilecek olan ve üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edilmemesi gereken önemli bir güçtür. Bu gücün kimse için hareket etmemesi gerekir. Bir şeylerin aracı olmamalıdır. 17 Aralık hukuk tarihimiz açısından kara bir gündür. Yaşananlar “hukuk devleti ilkesinin” yerlere atıldığı bir sürecin adı olmuştur. 22 Temmuz süreci ise şu ana kadar hukuk ekseninde devam etmiştir. Tüm karalamalara ve yönlendirmeli yayınlara rağmen. Bundan sonra da hukuk, sürecinde ilerlemelidir. Kimler neler yapmış ise hepsinin ortaya çıkartılması ve yargılamaların yapılması gerekmektedir. Aynı şekilde 17 Aralık sürecinde kimler ile ilgili işlem yapılmış ise o kişiler hakkında da soruşturmanın bir amaç gütmeden işlenen bir suç var ise onu ortaya çıkartmak ve ilgililerini cezalandırmak gayesi ile tamamlanması gerekmektedir. Zira hukuk devletinin gereği olarak bu yapılmalıdır. Eğer birileri suç işlemiş kendilerine haksız çıkar sağlamışlarsa mutlaka bu kişilerin ortaya çıkartılıp adil bir şekilde yargılanmaları ve eğer suçlu bulunurlarsa cezalandırılmaları gerekmektedir.

|57

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


ŞEHRİMİZE HOŞ GELDİNİZ

“GENÇLER”

Üniversite kayıtları başladı. Hitit Üniversitesi’ni kazanan öğrenciler de kayıtlarını yaptırmak için şehrimize geldiler. Büyük çoğunluğu daha önce Çorum’a hiç gelmemiş ve Çorum hakkında fikir sahibi olmayan yeni öğrenciler, görüşlerini BiDergi okuyucuları ile paylaştı. Hitit Üniversitesi’ne yeni kayıt yaptıran tüm öğrencileri tebrik ediyor, yeni evinize hoş geldiniz diyoruz.

M

eslek Yüksekokulu İş Güvenliği ve Sağlığı Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Çorum’a ilk kez geliyorum. Gerçekten güzel bir şehir. Düşündüğüm, tahmin ettiğim gibi değil. Ancak ben Osmancık’ta okuyacağım. Umarım orası da Çorum gibi güzel ve düzenli bir yerdir. Hitit Üniversitesi 6. tercihim idi. İş Güvenliği ve Sağlığı benim çok istediğim güzel bir bölüm. Beklentilerimin üzerinde bir şehir ve üniversite ile karşılaştım diyebilirim. Kayıt işlemleri çok hızlı ilerliyor. Yönlendirmeler harika. Kayıt işlemi öncesinde ve kayıt esnasında her türlü kolaylık bizlere sağlandı. Herkese teşekkür ediyorum.

Eren Can ŞAHİN İSTANBUL

H

Gamze BAYAR ANKARA

58

|

MESLEK YÜKSEKOKULU İşletme Bölümü

MESLEK YÜKSEKOKULU İş Güvenliği ve Sağlığı Bölümü

ayırlısıyla kaydımızı yaptırdık. Daha önce Çorum’a geldim ama hiç gezme imkânım olmamıştı. Otobüsten iner inmez servis sıkıntısı yaşadık. Kayıta biraz geç kaldık. Görebildiğim kadarıyla otopark sıkıntısı çok fazla. Trafik biraz karmaşa halinde ilerliyor. Çorum, tarihi açıdan incelenmesi gereken bir yer. Üniversite yönetimi kısa mesajlar ve diğer bilgilendirme uygulamalarıyla bizleri kayıt konusunda yönlendirdi. Hitit, bence çok güzel bir üniversite. Bu kadarını beklemiyordum. Şu ana kadar gördüklerimle söyleyebilirim ki beklentilerimin üzerinde bir şehir ve üniversite ile karşılaştım. Hitit’le ilgili daha önce bilgi sahibi değildim. Ankara’ya yakın olduğu için tercih etmiştim. İlk izlenimim tercihimin doğru olduğu yönünde. Okullarımız açıldıktan sonra alanımızla ilgili konferans ve panellere ağırlık verilmesini isterim. Bir de MYO’lara da fakültelere verildiği gibi önem verilmesini isterim.


HOŞGELDİNİZ

B

eden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Spor Yöneticiliği Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Çorum’a ilk gelişim. Havanın sıcak olacağını biliyordum. Biraz küçük bir şehir Çorum. Burayı çok beğendim. Hitit’i birkaç kişiye sordum. Olumlu izlenimler edindim. Puanım da burayı tutuyordu. Sonuçlar belli olduktan sonra sürekli olarak bizleri bilgilendirme mesajları ile yönlendirdiler. Üniversite benim için yeni insanlar, yeni arkadaşlar ve yeni bir hayat demek. Bundan sonraki hayatım Çorum’da şekillenecek.

Gönül KILINÇ DENİZLİ

BESYO Spor Yöneticiliği Bölümü

H

itit Üniversitesi Meslek Yüksekokulu İşletme Yönetimi Bölümü’nü kazandım. Okul kaydımı yaptırdım. Çorum, çok güzel bir şehir. Amasyalı olduğum için Amasya’ya yakın yerleri istiyordum. Hitit Üniversitesi’ni daha önce akraba çevremde okuyanlardan duymuştum. Onlar da Hitit’te okuyorlar. Bu yüzden bilerek ve isteyerek Hitit Üniversitesi’ni tercih ettim. Çorum, Amasya’ya göre daha büyük ve daha gelişmiş bir şehir. Böyle bir şehre de büyük bir kampus yakışır diye düşünüyorum. İçerisinde alışveriş merkezlerinin olduğu, sosyal donatıların olduğu, çarşıya gitmeden her türlü ihtiyacımızı karşılayacak yapıların olmasını isterim. Genç ve çalışkan bir rektörün olduğunu biliyorum. Tüm bu söylediklerimin de yapılabileceğini umut ediyorum.

Cansu ÇUBUK AMASYA

MESLEK YÜKSEKOKULU İşletme Yönetimi Bölümü

Ç

Mürşide YEŞİL ANKARA

İ.İ.B.F. İktisat Bölümü

orum, daha önce birkaç kez geldiğim fakat çok da iyi bilmediğim bir şehir. Şehircilik açısından güzel bir yer. Ankara’ya yakın. Hitit Üniversitesi’ni tercih ederken Ankara’da yapılan tanıtım faaliyetlerinin etkili olduğunu söyleyebilirim. Zira, Hitit’le ilgili hiçbir fikrim yoktu öncesinde. Üniversite’yi kazandıktan sonra üniversite yönetiminden bizlere bilgilendirici, yönlendirici telefon mesajları geldi. Bugün buraya geldik ve 3-5 dk. gibi çok kısa bir sürede kaydımızı yaptırdık. Kayıt sırasında hiçbir zorluk da yaşamadık. Üniversite, bizden önceki yıllarda kaydını yaptıranlar ve bu sene üniversiteyi kazanan tüm arkadaşlarımız gibi yeni bir deneyim. Hayatımızın bundan sonraki kısmını şekillendireceğimiz bir eğitim ortamı olacak inşallah. Üniversite yönetiminden de bizleri başarıya yönlendirecek adımların atmasını isterim.

|59

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


HOŞGELDİNİZ

PROF. DR. REHA ME TİN ALK AN HİTİT ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

H

itit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan, Hitit Üniversitesi’ne kayıt yaptıran öğrencilere Bidergi aracılığıyla yaptığı açıklamada, “Öğrenci arkadaşlarımızı Çorum’da misafir olarak değil bizzat ev sahibi olarak görüyoruz. Büyük Hitit ailesine katılan tüm öğrenci arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyorum” dedi.

Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan, Bidergi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Turbay aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Çorum’la birlikte büyüyen ve gelişen Hitit Üniversitesi’ne, büyük Hitit ailesine katılan tüm öğrenci arkadaşlarımıza, aramıza hoş geldiniz diyorum. Büyük Hitit ailesine katılan tüm arkadaşlarımızı öğrenci olarak değil, bizlerin en önemli paydaşı olarak görüyoruz. Genç Hitit Üniversitesi'ne gelen öğrencilerimizi; mezun olduklarında, tıp doktorları, mühendisler, işletmeciler, iktisatçılar, maliyeciler, ilahiyatçılar kısaca sosyal ve teknik insanlar olarak

60

|

KUZEY KAMPÜS | HİTİT ÜNİVERSİTESİ

ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında görev yapıp, üniversitemizin ismini gururla taşıyacak kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Öğrenmenin sadece derslerden ibaret olmadığı düşüncesiyle, öğrencilerimizin üniversite hayatı boyunca en güzel şekilde eğitim almalarının yanı sıra sosyal olarak da gelişimlerini sağlamak için pek çok faaliyet içerisinde, oldukça keyifli bir eğitimöğretim hayatı geçireceklerine inanıyorum. Öğrenci odaklı yönetim anlayışımızın gereği olarak öğrencilerimizin ihtiyaç duyduğu her alanda yanlarında olduk, bundan sonrasında da olmaya devam edeceğiz. Öğrencilerimizin Hitit’i tercih etmelerinde ve kazanmalarında büyük emekleri olan değerli öğretmenlerine ve ailelerine de içtenlikle teşekkür ediyor, bu başarıdaki paylarından dolayı kendilerini kutluyorum. Dolu dolu bir öğrencilik hayatı geçireceklerine inancımla, eğitim hayatları boyunca tüm öğrencilerimize başarılar diliyorum.”


|61

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


62

|


biLİM Haber: Emine Hacer BİLGİN

B

inlerce yıldan beri çeşitli uygarlıkların oluşturduğu Anadolu kültür geleneğini devam ettiren şehirlerin başında gelen Çorum, kültür hazineleri bakımından adeta bir açık hava müzesi görünümündedir. Birçok yerli ve yabancı bilim adamının ilgi odağı haline gelen Çorum, son günlerde tesadüf eseri bulunan bir gergedan fosili ile tekrar bilim adamlarının ilgisini çekti. Günümüzden yaklaşık 30 milyon yıl öncesine ait en büyük kara memelisi olarak bilinen dev gergedan fosili, bu zamana kadar bulunan en büyük kara memelisi olma özelliğini taşıyor. Bir çobanın ihbarı ile ortaya çı-

kan ve MTA uzmanlarının yaptıkları alan çalışmasında fosilin günümüzden 23 ila 33 milyon yıl önce yaşamış bir dev gergedana ait olduğunu tespit edildi. Bilim dünyasında büyük heyecan uyandıran fosilin 6 metre omuz yüksekliğinde, kuyruğuyla birlikte 10 metre uzunluğunda ve yaklaşık 20 ton ağırlığında olduğu anlaşıldı. “Baluchitherium” olarak adlandırılan boynuzsuz gergedan fosilinin en önemli özelliği iskeletinin hemen hemen tamamına yakınının bulunarak ortaya çıkarılması. Birleştirme çalışmaları devam eden fosil iskeletin tamamlanmasıyla birlikte Maden Tetkik Arama (MTA) Müzesi’nde sergilenecek.

|63

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014


64

|


biYER Assos - Behramkale / Çanakkale Derleyen: İhsan ŞAHİN

|65

AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | EYLÜL 2014




ALİ DEDE

68

|

‘‘Hayattan biKARE’’




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.