AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ
ISSN:2148-2780
İÇİNDEKİLER SAHİBİ Bir Medya Adına T. Atakan AKMAN
HAZİRAN 2014
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Fatih TURBAY YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Sefa KÖYLÜ GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ Ahmet ŞAHİN ART DİREKTÖR Selçuk USTA GRAFİK TASARIM Koray HASIRCI EDİTÖR Emine Hacer BİLGİN Esra BAYRAKTAR MUHABİR Kıymet AKBULUT DİJİTAL YAYIN Zihni ÖNER MALİ İŞLER KOORDİNATÖRÜ Safure UMUTLU REKLAM DEPARTMANI T. Atakan AKMAN Fatih TURBAY Sefa KÖYLÜ YÖNETİM YERİ Yeniyol Mah. Gazi 12. Sk. No: 9/13 | Çorum Tel: 0364 225 66 64 www.birmedya.net www.bidergi.tv İletişim: iletisim@bidergi.tv YAYIN TÜRÜ Yerel Süreli Yayın BASKI & CİLT Ankara Okulu Basım Yayın Ltd. Şti. İstanbul Cad. No: 48/81 İskitler/Ankara Tel: 0312 341 06 90 BASIM TARİHİ HAZİRAN 2014 Copyright© HAZİRAN 2014 Bidergi Yayına sunduğumuz haber ve metinlerin gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra her türlü yayın hakkı yayınlandığı günden itibaren Bidergi’ye ait olup izinsiz olarak çoğaltılması ve yayınlanması yasaktır.
8
RÖPORTAJ / Salim USLU Çorum Milletvekili - TBMM İdare Amiri
16
120. YILINDA ÇORUM SAAT KULESİ / Tarihçi Yazar Rahmi AKBAŞ
48
İKİZLERİN DÜNYASI Psikolog Özlem ÖZBAY
50
KEMAL TAHİR ve ÇORUM CEZAEVİ / İrfan YİĞİT Çorum Belediyesi Kent Arişivi Görevlisi
20
Müzik Dünyasının ‘‘Yalnız-Cesur-Özgür’’ Sanatçısı / Attiila ATASOY
30
OTOMOTİV / Recep MEBET
26
YILLARA MEYDAN OKUYAN ÇORUMLU DOKTOR Rıfat PATIR
12
RÖPORTAJ / Çetin BAŞARANHINCAL Çorum TSO Başkanı
58
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Çorum Hitit OSGB
56
DENİZİMİZ YOK AMA DALIYORUZ Sedat MESCİ / TSSF İl Temsilcisi
34
GEZİ NOTLARI / HONG KONG - ÇİN Mustafa BOYRAZ
42
RÖPORTAJ / İbrahim YILDIZ Çorum Devlet Tiyatrosu Müdürü
4
|
Yıllar oldu! Bu TREN Çorum’a Neden Gelmiyor?
EDİTÖRDEN SEFA KÖYLÜ
NEDEN? Yaz aylarının gelmesiyle beraber içimizdeki enerji her zamankinden biraz daha fazla. Kalemlerimizdeki, düşüncelerimizdeki bu enerjide yeni sayımızın içeriğine doğrudan etki yaptı. Bidergi olarak günden güne yükselttiğimiz haber içerik çıtasının ifade edilmesi açısından da bu sayımız, hem sizlerin yönelttiği sorulara cevap niteliğinde hem de bizler açısından; istikrar, ileriye adım atmak gibi değerlendirmeler açısından önem arz etmekteydi. Bu önem ve farkındalık içerisinde hazırladığımız bu sayı ile de Çorum’da bazı değerlerin ve gerçeklerin hatırlatılması açısından da bir misyonu kendimize görev bildik. Özellikle içeriğimizdeki bazı başlıklarla Çorum’da olması gereken konular üzerinde değerlendirmelerde bulunurken, bazı konularla da sosyal hayatımızdaki gerçekleri; iş dünyasının emektarları, sağlık konuları, iş dünyasının vazgeçilmez unsurları gibi başlıkları ele aldık. Çorum’un kamuoyu önderleriyle yaptığımız özel röportajlarla da Çorum ekonomisi ve Çorum sanayisi üzerine bilgileri paylaşırken, Çorum için önemi her gün biraz daha artan demiryolu taşımacılığı ve havayolu ulaşımı da bizim ana başlıklarımız içerisinde yer aldı. Bizde bu konudaki hassasiyetimizi kapak fotoğrafımızdan başlayarak belli noktalarda ele aldık. Özellikle demiryolu taşımacılığı konusunda Çorum’daki hassasiyet tartışılmaz bir noktada. Çok uzun bir süredir de hem si-
yasilerimizin yapmış olduğu çalışmaların hem de diğer kurum ve kuruluşların yaptığı çalışmaların bu anlamda somut bir sonuç vermediğini görüyoruz. Gelişmekte olan sanayimize birçok anlamda can suyu niteliğini taşıyan bu konu sadece Çorum sanayisine değil, sosyo-kültürel hayatımıza da olumlu etkileri, şu an farkında dahi olamayacağımız katkıları olacaktır. Ekonomimizin büyük kısmını oluşturan OSB yatırımcılarının ısrarla üzerinde durduğu demiryolu taşımacılığının bu durumu her geçen gün ilimizin ve ülkemizin ekonomik kaybı olarak kayıtlara geçmektedir. Ulaşım için fazla harcanan her kuruş Çorum’un gelecekteki ekonomik konumunu doğrudan etkilemektedir. Bizde bu konudaki hassasiyetimizi dile getirerek hem biraz sitemkâr hem de tekrar hatırlatma mahiyetinde kapağımızda yer vermiş olduğumuz cümleyi tekrar kuruyoruz. “kara tren gecikir, belki hiç gelmez!” Bu alandaki umudumuz devam ediyor ve alacağımız güzel haberleri heyecanla da bekliyoruz… Bu sayımızda yapmış olduğumuz çalışmalardan biri de yerel bir dergide ulusal konuları ve kişileri ele almamız. Bu gelecek sayılarımıza ve gelecek yıllarımıza dair birkaç küçük hedefimizi de sizlere aktarmaktadır. İlimizden yola çıkarak dalga dalga yayılan ve her anlamda beğenilerinizi sağlayacak çalışmaları yürütmeye azami önemi veriyoruz.
Biliyoruz ki; hayatımızda birçok değer var. Hem kişisel hem de toplumsal konularda göstereceğimiz hassas adımlar, ilimizdeki değerleri de koruyan ve koruyacak adımlar olarak yerini alacaktır. Bunu da bizim ilk yola çıktığımız gündeki kamusal sorumluluk bilinciyle kaleme aldığımız haber yaklaşımlarımız da sizlere ve bizlere göstermektedir. Elbette bu çalışmaları yürütürken okurlarımızdan gelen özel haber isteklerini dile getiren ve köşe yazarlarımıza da teşekkür etmemek elbette olmaz. Çalışmalarımız sırasında bizlere fikirleriyle, kalemleriyle, yapıcı eleştirileriyle destek olan, adımlarımızın sıklığını biraz daha arttırmamızı sağlayan ve sarıldığımız bu işte içimizdeki heyecanın maksimum seviyelerde tutan güzel ilimizin güzel insanlarına üçüncü sayımızla beraber gecikmiş bir teşekkürü de kendimize bir borç bildik. Yazımızın başında da bahsettiğimiz gibi içimizdeki enerjiyi tetikleyen adımlar çerçevesinde bizlerle her daim iletişime geçebilir ve değerli fikirlerinizi bizlerle paylaşabilirsiniz. Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle.
Acınız acımızdır! Bu bilgilerden ve paylaşımlarımızdan sonra da ülkemizin yüreğini yakan sıcaklığını hala koruyan ve uzun yıllarda koruyacak olan Soma faciasındaki şehitlerimizi de buradan bir kez daha anmak istedik. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyoruz…
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
|5
GÖK DEMLİK, YER BAKIR
B
6
|
azı kelimeleri özenle çatar, harfler. Harflerin özenle çatıp, kurduğu kelimeler ise insanın muradını yeryüzüne eksiksiz inzal eder. Fizan kelimesi mesela… Fizan’nın ne olduğunu, neresi olduğunu bilmeyiz. Bir zemin midir, zaman mıdır, nebat mıdır? Aklımız ermez. Ancak anlamıyla birlik olup tutar dilimizi, bunu biliriz. Dünyanın bütün trajedilerine ev sahipliği yapan Afrika’nın bir bölgesi olmasına rağmen, uzaklığın, hasretin, özlemin en nezih ifadesine dönüşmüştür. Fizan’a kadar aklımızın yolu açılmıştır bu kelimeyle… Çay’da böyledir. Bir anne gibi doğurgandır bu kelime. İnsanın diğer hey şeyle ve herkesle ilişkisine anlamlar doğuran bir kelime. Akışkan, koyu ve samimi…
Sezai Bey böyle diyordu çay için. “Taş gibi çay” ki taş madenlerin en azizidir. En kadimi… Biz çay’la daha yeni tanışmış bir millet olmamıza rağmen, sanki binlerce yıldır çay ağaçlarının gölgesinde dinlenmiş gibiyiz. “Bir bardak çay”la dizlerimizi; eşin, dostun, sevgilinin, annenin, babanın dizlerinin dibine diz kırarız. İçinden nehir geçen şehirler gibi, içinde çay olan fotoğrafların nasihatine uymak edeptendir. Hele gök bir demlikte, ince bardaklara, duvarları küflü bir çay ocağında, bir pîr’in elinden dökülüyorsa…
“Başköşeyi kim aldı, kime verdin Bir bardak soğuk su gibidir onlar Ellerinin uzandığı her masada Taş gibi çay”
BİR FOTOĞRAF, BİR HİKÂYE Dergimize başlarken çayınızı almayı unutmayın!
Es-sohbet-i bilâ çay Kes-semai bilâ ay
(Çaysız bir sohbet, aysız bir gökyüzü gibidir) Fotoğraf: Ahmet Yazıcı
Yazı: Mehmet Okumuş
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
|7
RÖPORTAJ
TBMM İdare Amiri ve Çorum Milletvekili Salim Uslu ile Çorum’da kurulan Çağrı Merkezine dair gerçekleştirdiğimiz özel röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. TTNET tarafından Çorum’da kurulacak Çağrı Merkezi için özel bir çalışma yaptınız. Öncelikle bu konuda neler söylemek istersiniz? Çorum’da kurulacak Çağrı Merkezi için özel bir çalışma yaptığımız doğru. Ancak bu özel çalışmayı siyasi kimlikle olduğu kadar, geçmişten gelen birikimlerimizi ve çevremizi de kullanarak yaptık. Burada önemli olan şudur; Milletvekili, Vali, Belediye Başkanı, Ticaret Sanayi Odası ve diğer ilgililer ile birlikte TTNET ve ASSİSTT A.Ş ile çok uyumlu bir ekip çalışması yaptık ve sonucunda Çorum hem istihdam imkânı hem de yatırım kazanmış oldu. Genelde çok bildik ve eski siyasetçilerin seçim bölgelerine giden çağrı merkezlerinin bir tanesinin de Çorum’a yapılmış olması önemli bir kazanımdır. Israrla üzerinde durmak istediğim konu burada kimin yaptığından çok ortaya konulan ekip çalışmasının önemini vurgulamak. Vali, Belediye Başkanı, Ticaret Sanayi Odasının, OSB yönetiminin bizlerle uyumlu çalışması, gerek yer gösterilmesi bakımından, gerek gösterilen yerin alternatiflerinin bulunması bakımından, gerekse yatırım protokolünün imzalanması, sürecin başlatılması, en kısa zamanda ve en ekonomik bir şekilde mümkünse en çok istihdam sağlayacak bir biçimde realize edilmesi tamamen ekip çalışmasının sonucudur.
Çağrı Merkezi için ilk etapta istihdam edilecek kişi sayısında farklı görüşler var. Bu konuda net bir bilgi var mı? İstihdam edilecek kişi sayısında farklı görüşler olabilir. Ben bu görüşleri bilmiyorum. Bizim şu anda 100 kişi ile başlayacakken bu sayıyı 250 kişiye çıkardığımız gerçeğini buradan söyleyebilirim. Eğitim sonrası 200 kişi hemen istihdam edilecek. 50 kişi ise eğitimleri tamamlanmış olarak yedekte bekletilecektir. Çünkü ayda %2 civarında bir sirkülasyon olabileceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla müracaat edenler zaman içerisinde alınmış olacaklar. Bundan sonra istihdamın çok daha yükseklere çıkartılması mümkün. Hedefimizde 800 kişi var ama bu biraz çağrı merkezinde çalışacak genç arkadaşlarımızın performansına bağlı. Çağrı Merkezinin performansı ve Çorumluların sahiplenmesi, Çağrı Merkezinde çalışacak arkadaşlarımızın olayı kısa zamanda benimseyip verimli çalışıyor olması bundan sonra Çağrı Merkezinin istihdam imkânlarını daha fazla artırmasını beraberinde gerekecektir. Herkesin bu konuda katkı vermesini, sorumlu davranmasını, verimlilik, kaliteye ve müşteri politikalarına önem vermesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Bu yatırım ekonomik boyutta Çorum’a ne kazandıracak? Bu yatırımı sadece istihdam kazanımı olarak mı değerlendirmeliyiz? Çağrı Merkezleri Türkiye’de ve genelde ne yapıyorsa onu yapacak. Sonuçta sadece istihdam olarak ne kazandırıp kazandırmadığını bilmem ama Çağrı Merkezlerine hizmet alımı yapan firmaların tüketici politikalarını etkin bir biçimde uygulaması sonucunda katkı sağlayacak. Onun ötesini Çağrı Merkezinin kendi performansı ve politikası belirler.
8
|
Çorum OSB’de düzenlediğiniz basın toplantısında Çağrı Merkezi yatırımını gizlemediğinizi ama herkesin de haberinin olmamasına özen gösterdiğinizi açıkladınız. Bu noktada farklı siyasi engellemelerle mi karşılaştınız? Evet, doğrusu gizlemedik. Herkesin bildiği böylesi bir yatırım gizli yatırım olmaz. Çorum’a heyetler geliyor, yerleri görüp incelemelerde bulunuyorlar. Bu işin Ulaştırma Bakanlığı, TTNET Genel Müdürlüğü, ASSİSTT A.Ş. Genel Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı boyutu var. Maliye Bakanlığından ihale ile kiralanmış yeri kullanabilir miyiz, kullanamaz mıyız? İşin mevzuat, Maliye, Defterdarlık, Milli Emlak, Valilik, Belediye boyutu var. Gizli bir şey olmaz. Gizlilik düşüncesi buradan nasıl çıkar onu bilemiyorum ama “özenli” davrandığımız bir gerçek. Çünkü bir başka siyasetçi Çağrı Merkezini kendi seçim bölgesine götürmek için uğraşabilir. Nitekim örneklerini de görüyoruz. Çorum’da siyaseten kullanıpkullanılmamasına bakmadım. Ben bunları aşmış birisiyim. Çorum’a getireceğim Çağrı Merkezini birileri sahiplenmiş çok da umurumda değil. Dolayısıyla burada benim için önemli olan böyle bir hizmetin gelmesidir. O ayrıntılarla ben uğraşmam. Uğraşanlar varsa onlara da karışmam. Benim için asıl olan Çorum’un bir yatırım imkânına kavuşmasıdır. Çorum özellikle seçilmiştir. Bir; bizim ağırlığımız, çevremiz, geçmişten gelen birikimimiz söz konusudur. İki; Çorum gibi gelişmekte olan bir ilin böylesine bir dinamizme sahip olması değerlendirmelerde önemli bir kriter olmuştur. O açıdan biz iyi bir ekip çalışması yaptık. Ekip çalışması yaptığımız içinde ortaya çıkan sonuç tüm Çorum’un kazanımıdır ve ekibin ortak başarısıdır. Bundan herhangi bir kimsenin fırsatçılık yapmasına elbette izin vermeyiz ama daha başka seçim böl-
‘‘ÇAĞRI MERKEZİ BÜYÜK BİR KAZANIMDIR’’ gelerine kaydırılmasından duyduğumuz bir kısım kaygılar nedeniyle özenli davranılmıştır. Doğrusu ben bir siyasetçi olarak yapılacak hizmetlerin daha yapılmadan duyurulmasını çok doğru bulmuyorum. Çünkü sonradan başka engeller çıkabilir, engellemeler olabilir. Oysa iş çek-cak’la ortaya sunulmak yerine yapıldıktan, kararlar alınıp, imzalar atıldıktan sonra böyle bir şey yapıyoruz hayırlı olsun demek bana çok daha rasyonel geliyor. Ona dikkat ediyorum. Yaptığım bütün işlerde yapacağım, getireceğim, götüreceğim gibi klasik siyasetçi söyleminden öte yaptıktan sonra hayırlı olsun, bunu böyle yaptık diyorum. Bütün bu yaptıklarımızda zaten benim kişisel birikimlerimle partimin iktidar olmasının sağladığı avantajları birleştirerek yapıyor olmamdan kaynaklanmaktadır. Sonuçta partimin Çorum’a gösterdiği değeri ortaya koymaktadır. Partimin faaliyeti, performansıdır. Onun ötesindeki kişisel hesaplar, hevesler benim ilgi alanım dışındadır. Özellikle siyasi gündemin bu kadar yoğun geçtiği bir dönemde bu yatırımlar Çorum’da bir nefes almak gibi mi görülmeli, yoksa genel bir yatırım çerçevesinde mi değerlendirilmeli? Tabi yani bu tür yatırımlarda Çorum’un seçilmiş olması aslında genel bir yatırımdan ziyade özel bir politika, çaba, emektir. Böyle görülmesi uygundur. Bunlar tabi Çorum’un cazibesini artıracak yatırımlardır. Çağrı Merkezi bir başka yerde yokken, büyük reklamlarla iddialarla kurulduğu halde çalışmıyorken, Çorum’un tercih kriterlerine uygunluğu nedeniyle Çorum’da kuruluyor ve faaliyete geçiyor olması Çorum’un cazibesini artıracaktır. Türkiye’nin her bir yerinden yapılan aramalarda Çorum’un öne geçiyor olması, performansını artırmasını şüphesiz Çorum’un ekonomik dinamizmine önemli katkılar sağlayacaktır. Çorum kamudan aldığı alt yapı kadar üst yapı konusunda aldığı yatırımların sayısını artırmak suretiyle özel girişimcinin cesaretini de teşvikini de artırmış olacaktır.
ekonomik faaliyetlerden alıkoymaya yol açan sonuçlardır. Hiç kimsenin toplumun gelecekten umudunu kesmesini sağlayacak söylemde bulunmaması, felaket tellallığı yapmaması ya da siyasetin düzeyini düşürerek kriz ve kaostan nemalanmaya çalışmaması gerekmektedir. Bu öyle olursa bundan sadece Çorum değil hem millet olarak hem toplum olarak zarar görürüz ki nitekim 30 Mart seçim sonuçları toplumun siyaset anlayışını sadece eleştiren, tenkit eden, tepki veren, itham eden bir anlayışa endeksleyenlere fırsat vermediğini göstermektedir. Kimin çözüme dair söyleyeceği bir sözü varsa, projesi, programı hatta bu projeye ve programa uygun bir takvimi varsa ve yanında inandırıcılığı da varsa toplum tercihini ondan yana kullanmaktadır. Aksi halde maceralar yada kriz ve kaos yaratarak, itham, iftira ederek toplumun tercihlerini etkilemeye çalışanlara Türk toplumunun hiç de itibar etmediğini yaşadığımız süreç göstermiştir. Nasip olursa, Çorum’a iki adet daha Çağrı Merkezi getirmek için girişimlerimiz olumlu bir şekilde devam ediyor. İnşallah bu konudaki somut çalışmaları sonuçlandırdığımızda hemşehrilerimizle paylaşacağız. Bir güzel söz var;
“Bir işi bilen yapar, Az bilen akıl verir Bilmeyen eleştirir, Yapamayan çamur atar”
30 Mart yerel seçimlerindeki sonuçları ele aldığımızda Çorum’a yapılan yatırımlarda da bir istikrarın süreceğini söyleyebilir miyiz? Yoksa siyasi gerilim Çorum’a olumsuz yönde etki edebilir mi? 30 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin sonuçları elbette istikrarın süreceği anlamına gelmektedir. Ama bildiğiniz gibi Türkiye, hem Cumhurbaşkanlığı seçimleri hem de bunun arkasından genel seçimler yaşayacaktır. Dolayısıyla yerel seçimlerde başlayan siyasi kriz ve kaos yaratma hevesi bundan sonraki süreçlerde de devam edecektir. Ama ekonomik göstergelere, parasal değerlere, dengelere baktığınız zaman seçim sonuçlarının ya da seçim öncesi ortaya atılan iddiaların, ithamların, kurulan kumpasların, komploların istikrarı bozacak nitelikte olmadığı görülmektedir. Türkiye sağlam bir yapıya sahiptir. Hem ekonomik olarak hem toplumun tercihleri olarak. Toplum zaten tercihini istikrardan yana kullanmıştır. Biz de bu istikrara uygun olarak devam edebiliriz. İstikrarsızlığın sürmesi özellikle siyasi gerilimlerin tırmandırılmaya çalışılması aslında Türkiye’ye ve topluma yapılmış en büyük ihanettir, yanlıştır. Toplumun gelecekten umudunu kesmesi, gelecekteki belirsizlikler; yatırımcıyı, üreticiyi, hatta tüketiciyi mutlaka kabuğuna çekilmeye, gelecekteki belirsizlik nedeniyle mümkün mertebe yatırımdan, üretimden, tüketim gibi AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MAYIS 2014
|9
Son zamanlarda TV’lerde, gazetelerde ve sosyal medyada sık sık rastladığımız bir ünvan; sosyal medya uzmanı. Henüz ne olduğunu tam olarak herkes anlayamadan hayatımıza hızlıca giriveren bu meseleyi bir irdeleyelim istedik. Önce sosyal medya nedir ondan başlayalım. Sosyal medya; en genel anlamıyla geleneksel medyadan farklı olarak haber içeriğinin kurumlar yerine bireyler tarafından üretildiği bir yapıdır.
B
u kapsamda twitter, facebook, friendfeed, sözlükler, bloglar, forumlar gibi mecralarda içeriğin bizzat kullanıcılar tarafından yaratıldığı sanal evren için sos-
Sosyal Medya Uzmanı Kimdir/Ne Yapar? Sosyal Medya Uzmanı, kısıtlı veri ve argümanla kurum/mar-
yal medya tabirini kullanıyoruz. İnternet teknolojisindeki
kanıza sosyal mecralarda maksimum fayda ve algı kazan-
baş döndürücü gelişmeler ve kullanıcı sayısındaki çarpıcı
dıran kişidir. Sosyal Medya Uzmanlığı gün geçtikçe daha
artış artık interneti en önemli haber alma kaynağı alanı
popüler hale gelen önemli konulardan biridir.
haline getirdi. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan herhangi bir olayı TV'lerden, radyolardan ve belki
Dijital dünyada markaların konumlanması ve rekabet ede-
de orada yaşayan birçok insandan önce öğrenebilme
bilmesi için aktif ve dinamik bir yapıya sahip olması ge-
şansı yaratıyor bu durum.
rekmektedir. Bir sosyal medya uzmanın görevi tam da bu
Öyle ki artık ülkeler ya da insanlar için sır saklamak ne-
noktada başlar.
redeyse imkansız. Bu çılgınlık yalnızca günlük yaşantımızı,
Sosyal Medya Uzmanı oluşturacağı strateji ile önce mar-
alışkanlıklarımızı, ülkelerin siyaset anlayışlarını ve benzer-
kanızın konumlanmasını sağlar, daha sonra da edinilen
lerini etkilemekle kalmadı ve iş artık sosyal medyanın işlet-
bu konumun korunması ve yükseltilmesi için çaba gösterir.
meler açısından halkla ilişkiler çalışmalarıyla boy ölçüşür
Sosyal Medya Uzmanı bir grafik tasarımcısı değildir, web
duruma gelmesine yol açtı. Hatta öyle ki Türkiye İş Kurumu
tasarımcısı değildir, yazılımcı hiç değildir.
tarafından hazırlanan Türkiye Meslekler Rehberi’nde sosyal medya uzmanlığı kendine bir yer bulmayı başardı.
Sosyal Medya Uzmanı; sosyal mecrada yaşayan, kendine özgü tecrübe ve donanıma sahip, sosyal mecraların ince çizgilerini takip eden ve yöneten özel insanlardır. Sosyal Medya Uzmanları elindeki materyalleri en iyi ve özgün şekilde kullanmakla yükümlüdür. Her ne kadar ülkemizde digital pazar halen beklenilen seviyeye gelmese de sektörel rekabet üst seviyelerdedir. Her kurum bir gün sosyal mecra ile yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu noktada trik, ne kadar hazırlıklı olup olmadığınızla ilintilidir. Sosyal Medya Uzmanı sizi bu uzun maratona hazırlar ve rekabet edebilmenizi sağlar.
10
|
İŞ DÜNYASI
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
|11
Çorum ekonomisi, Çorum sanayisi denilince ilk akla gelen kurum Çorum Ticaret ve Sanayi Odası’dır. Bizde Bidergi olarak Çorum Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Çetin Başaranhıncal’la Çorum ekonomisi ve Çorum sanayisi ile ilgili özel bir röportaj gerçekleştirdik. Sorularımıza vermiş olduğu cevaplarla önemli konuların altını çizen ve Çorum için önem arz eden konuları bizlerle paylaşan Çorum TSO Başkanı Çetin Başaranhıncal, “Çorum sanayi, Anadolu kaplanı unvanını hak etmektedir.” sözleriyle de Çorum sanayisinin gücünü bir defa daha dile getirdi.
Çorum yıllardan beri ekonomik alandaki gelişmeleri ve devlet yardımı almadan yapılan yatırımlar nedeniyle Anadolu Kaplanları arasında gösteriliyor. “Anadolu Kaplanı” ifadesi Çorum için doğru bir ifade diyebilir miyiz?
Çorum girişimcisinin karakteristik özelliği olarak ticari yapıda aile şirketinden kurumsallaşmaya geçememesi diyebiliriz. Aile şirketi yapısının Çorum girişimcisi açısından avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Çorum ilimiz, 1950’li yıllarda toprak sanayi ile başlattığı sanayileşme hamlesini makine sanayi ile devam ettirmiştir. O yıllarda temelleri atılan ortaklık yapısı bir kültüre dönüşmüş ve ilimiz, özel sektörün sanayi yatırımları ile ‘Anadolu Kaplanı’ unvanını almıştır. Sanayileşme hamlesiyle Türkiye’de kalkınma modeli haline gelen Çorum ilimiz, bugün dünyanın 130’dan fazla ülkesine ihracat yapmakta, anahtar teslim fabrikalar kurmaktadır.
Firmalarımızın özellikle uluslararası pazarlarda yeni müşteriler bulması, yeni ortaklıklar kurması için kurumsallaşmaya önem vermeleri gerekmektedir. Ancak aile şirketi olmanın kurumsal yapılara göre bazı avantajları vardır. Hızlı karar verebilmesi, gözü kara hareket edebilmesi, imkânları zorlaması, aile birliğinden gelen gücün kullanılması gibi açılardan önemli avantajları bulunmaktadır.
İthal ettiğinin neredeyse iki katını ihraç eden, işsizlik oranında Türkiye ortalamasının neredeyse yarısı kadar olan, nakliye anlamında ciddi sıkıntılara göğüs gererek dünyanın öbür ucuna mal ve hizmet götüren Çorum sanayi, Anadolu Kaplanı unvanını hak etmektedir.
12
|
Firmalar ama bugün, ama gelecekte bir gün mutlaka kurumsallaşmayı benimseyecektir. Uluslararası ticaret yapmak da bunu zorunlu kılmaktadır. Çorum ilimiz, aile şirketinden kurumsal yönetim sistemine geçişte diğer illerden daha hızlı hareket etmektedir.
İŞ DÜNYASI
Çorum birtakım ekonomik dezavantajlara rağmen (ulaşım, hammadde gibi) ülke genelinde faaliyet gösterdiği sektörlerde söz sahibi konumunda. Özellikle demiryolu taşımacılığının Çorum’a ve Çorum sanayisine kazandıracağı çok şey var diyebilir miyiz? Çorum Ticaret ve Sanayi Odası olarak, demiryolu taşımacılığının ilimiz ticaret ve sanayi potansiyelini birkaç katı artıracağına inanıyoruz. Dünyanın 127 ülkesine ürün ihraç eden Çorumlu firmalarımız, ürettikleri ürünleri demiryolu taşımacılığına göre çok daha yüksek maliyetlerle nakletmektedirler. Dolayısıyla uluslararası pazarlardaki rakipleri karşısında dezavantajlı duruma düşmektedirler. Örneğin, Çorumlu bir sanayici, Türkiye’nin farklı bir ilinde ya da dünyanın farklı bir bölgesine un fabrikası kuracak olsa, Çorum’dan ortalama 180 ila 200 ton arasında ağırlığa sahip makine-ekipman taşımak durumundadır. Bu da ortalama 12-14 adet tır ile nakliye anlamına gelmektedir. Bu rakamlar, demiryolunun Çorum sanayisi için ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Çorum ilimiz, başta toprak sanayi olmak üzere makine, un-yem, yumurta tavukçuluğu gibi birçok sektörde ülke bazında söz sahibidir. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? Çorum’a demiryolunun gelmesi için ne yapılması gerekiyor? Çorum Ticaret ve Sanayi Odası Meclisi olarak yaptığımız ilk çalıştayda, Çorum iş dünyasının en büyük ihtiyacının demiryolu olduğunu tespit ettik. Akabinde bir eylem planı hazırladık ve ‘İlk tren seferi başlayana dek demiryolu çalışmalarımız devam edecek” diyerek çalışmalarımıza başladık. Demiryolu; Çorum iş dünyası için ‘olmazsa olmaz’ mahiyetindedir ve demiryolu olmaksızın geçen her bir gün, Çorum ve ülke için kayıptır. Çorum ilimizden geçecek bir demiryolu hattı, Başkent’i Samsun limanına doğrudan bağlayacak ve ülke ekonomisi açısından rantabl bir yatırım olacaktır. İlimize yaklaşık 60 km uzaklıkta bulunan Amasya-Merzifon Havaalanı, ilimizin havaalanı ihtiyacını şimdilik karşılasa da orta
|13
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
ve uzun vadede Çorum ilimiz için de bir havaalanı ihtiyacı hâsıl olacaktır. Çorum Ticaret ve Sanayi Odası olarak, Merzifon Havaalanı’ndan en azından haftanın belli günleri Ege ve Akdeniz Bölgeleri’ne de seferler eklenmesini talep etmekteyiz. Merzifon ilçemizdeki havaalanının terminal binası, bölgemize yakışmamaktadır. Bu binanın da elden geçirilerek daha modern bir görünüme kavuşması gerekmektedir. Komşumuz olan illere nazaran Çorum sanayisinin bir hayli gelişmiş olduğunu görüyoruz. Yukarda da saydığımız dezavantajlara rağmen bu durumu neyle açıklayabiliriz? Çorum sanayisinin çevre illere göre bir hayli gelişmiş olmasının nedeni; Çorum’un müteşebbis ruhu ve girişimcilerin Çorum’dan kazandıklarını yine Çorum’a yatırıyor olmalarıdır. Bunun yanı sıra sanayileşme hamlesinin gerçekleştiği yıllardaki ortaklık kültürünün güçlü olması, girişimcilerin sermayelerini birleştirerek yeni yatırımlar gerçekleştirmesi gibi nedenlerden dola-
14
|
yı Çorum ilimiz, civar illerden daha gelişmiş bir sanayiye sahiptir. Çorum insanı her şeyi devletten beklemeyen girişimci yapısı ile “Kalkınmada Çorum Modeli” diye nitelendirilen bir kalkınma modeli oluşturmuş ve Türkiye’ye örnek olmuştur. Anadolu’da sanayi denilince genellikle büyük sanayi firmalarına ara mallar üreten firmalar akla gelirdi ama bugün Çorum Anadolu’da bunun dışına çıkabilmiş ve farklı sektörlerde üretim yapabilen kabiliyete ulaşmıştır. Kiremit-tuğla ile başlayıp, un ve bunun da ötesinde makine sanayi, demir-çelik döküm, bakır-çinko ve magnezyum alaşımları, otomotiv yan sanayi, oto-radyatör ve oto kaloriferi, vitrifiye ve seramik ürünleri, iplik, tekstil, ayakkabı, dokuma, şırınga, cerrahi eldiven, medikal cihaz ve ekipmanlar, kâğıt, ambalaj, mukavva karton kutu ve viol, yem, kümes hayvancılığı ve yumurtacılık, makarna, şeker, süt ve süt ürünleri, lavaş ekmeği, gıda paketleme ve ambalaj, kereste-mobilya, palet, kilitli parke taşı, bordür ve büz, blok mermer, hazır beton tesisleri, derz dolgu (beyaz kalsit) seramik ve fayans yapıştırıcı, kireç, çimento, paketleme tesisleri,
İŞ DÜNYASI kimyasal cam dübel, teperli (şekilli) cam gibi 600’e yakın imalat sanayinde çok değişik sektörlerde güçlü bir üretim şehri olmuştur. Son yıllarda Hitit Üniversitesi ve bazı sivil toplum kuruluşlarının Çorum sanayisi ile işbirliği içerisinde olduğunu, birlikte projeler ürettiklerini görüyoruz. Özellikle üniversite ile yapılacak işbirlikleri Çorum sanayisine ne gibi katkılar sağlayacaktır? Mesela Teknokent projesi? Hitit Üniversitesi ve Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Reha Metin Alkan, ilimiz için büyük bir kazanç. Sanayicilerin talepleri doğrultusunda akademik bölümler açılması, üniversitenin kamu ve özel kurum ve kuruluşlarla diyalog içerisinde olması elbette Çorum ilimiz için önemli bir kazanç olarak değerlendirilmektedir. Çorum Ticaret ve Sanayi Odası olarak üniversitemiz ile birlikte toplam bütçesi 500 bin Avro civarında olan üç ayrı projeyi hayata geçirmiş bulunmaktayız. Öğrencilerin istihdam edilmesi, mesleki becerilerini artırmaları ve daha iyi şartlarda eğitim almaları amacıyla hayata geçirilen projeler başarıyla tamamlanmıştır. Son olarak Hitit Üniversitesi ile imzaladığımız protokol kapsamında her iki kurumun Koordinasyon Birimleri’nin birbiri ile senkronize çalışması sağlanmış bulunmaktadır. Sanayicilerimizin üniversiteden talepleri, Koordinasyon Birimleri arasında değerlendirilmekte ve gerekli yönlendirmeler yapılmaktadır. Üniversite ile Odamızın yan yana olduğu en önemli proje, TEKNOKENT Projesi’dir. TEKNOKENT, bilim adamları ile sanayicilerin bir araya geldiği özel bir alan olmasının yanı sıra işletmelere özel avantajlar da sağlamaktadır. Bu avantajlar, Kurumlar/Gelir Vergisi İstisnası, KDV İstisnası, Gelir Vergisi Stopaj İstisnası, Sigorta İşveren Hissesi Prim Desteği şeklinde sıralanabilir. Firmalarımız, AR-GE çalışmalarına önem vermeli ve mutlaka TEKNOKENT’in içerisinde yer almalıdır. Türkiye’de ticari ve ekonomik yapılar, SİAD’lar özellikle ülke yönetiminde söz sahibi olmak gibi bir tutum sergiliyorlar. Bunun örneklerini yakın siyasi tarihimizde çok bariz olarak görüyoruz. Çorum TSO yönetimi olarak sizler, Çorum’un faydasına olan işlerde hep fikir beyan ediyorsunuz ve şehrin geleceği adına bir şeyler yapılması arzusuyla hareket ettiğinizi de görüyoruz? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? SİAD’ları birer sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirmek gerekir. Siyaset ise, ülkeyi yöneten güçtür. Demokrasinin bir gereği olarak her sivil toplum kuruluşu ülke yönetiminde söz sahibi olmak ister. Çorum Ticaret ve Sanayi Odası olarak Çorum’un gelişimine, büyümesine katkı sağlayacak her adıma gerek madden, gerekse fikren destek olmaya gayret ediyoruz. Sayın Valimizin önderliğinde Hitit Üniversitemiz, belediyemiz gibi kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra başta SİAD’lar olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşları ile koordineli çalışarak, ilimize ve iş dünyamıza faydalı olmaya özen gösteriyoruz. Ticaret ve Sanayi Odaları bağımsız ve tarafsız olması gereken, siyaset üstü kuruluşlardır. Dernekler ise daha çok gönüllülük esa-
sına dayalı, benzer düşüncelere sahip insanların bir araya geldikleri yapılardır. Çorum Ticaret ve Sanayi Odası olarak bizler, her hangi bir ayrım gözetmeksizin ilimizin menfaatleri doğrultusunda adım atan bütün sivil toplum kuruluşlarını desteklemekteyiz ve bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz. Çorum sanayisinin daha da büyümesi Çorum’un tanıtımı ile ilgili olabilir mi? Yani Çorum’un sosyal, kültürel, tarihi ve doğal güzelliklerinin tanıtımı Çorum sanayisinin de gelişimi için bir itici güç olabilir mi? İlimizin tanıtımı, sanayimize de müspet olarak yansıyacaktır. Potansiyeli ile övündüğümüz ilimiz hem sanayi, hem tarım, hem de turizm alanında ilerlemektedir. Dolayısıyla ilimizin enerjisi üç kulvara bölünmektedir. İl dışından ağırladığımız misafirlerimiz, ilk gelişlerinde Çorum’u tanıyınca ‘Çorum böyle miymiş’ diyerek şaşkınlıklarını ifade etmektedirler. Bu, ilimizin gerçekten güçlü potansiyele sahip olduğu ve daha fazla tanıtım yapılarak ilimizi çok daha ileri noktalara taşıyabileceğimizi açıklamaktadır. 2014 yılının ilk çeyreği sizce nasıl geçti? Özellikle yerel seçimler öncesi 17 Aralık operasyonunun ekonomik yansımaları nasıl oldu? Seçim sonrasından itibaren bu krizin etkileri devam eder mi veya hangi yönde etkiler? 17 Aralık 2013 tarihinde başlayan sürecin ülke ekonomisine ciddi yansımaları oldu. Bu süreçle ilgili olarak; eğer suçlular varsa cezalandırılmalıdır. Sürecin iş dünyasını ilgilendiren kısmı ise; suçlu ya da suçlular olsun ya da olmasın, bu sürecin bedelini iş dünyasının ödüyor olmasıdır. Ülkemizin ekonomik anlamda en önemli problemi, cari açıktır. 17 Aralık sürecinde olduğu gibi ülkemizdeki siyasi çalkantılar, cari açığın da etkisiyle ekonomik dalgalanmalara neden olmaktadır. Ülkemizde cari açığa karşı çok ciddi adımlar atılmalı ve bu en az 4-5 yıl sürdürülmelidir. Sağlam bir temel üzerine inşa edilecek cari açık politikası cari açığın önüne geçecek, ülke ekonomisi de siyasi çalkantılara karşı çok daha dirayetli hale gelecektir. 17 Aralık sürecinin mevsimsel anlamda durgun bir döneme denk gelmesi, sezonun açılacağı, piyasaların hareketleneceği dönemde de mahalli idareler seçimlerin tamamlanması ve buna bağlı olarak tansiyonun düşmesi, iş dünyası için bir şans olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, 2013 yılı büyüme rakamları, hedeflerle paralellik göstermektedir. 2014 yılı büyüme hedefinin 2013 yılı ile benzerlik göstermesi, 2014 yılında da benzer bir ekonomik yapı ile karşı karşıya olduğumuzun sinyallerini vermektedir. Ancak 2014 yılı içerisinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılı içerisinde yapılacak olan milletvekilliği genel seçimlerinin ekonomiye olumlu ya da olumsuz mutlaka etkisi olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, siyasilerin söylemleridir. Siyasiler seçim meydanlarında konuşurken ülke ekonomisini de düşünmelidir.
|15
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Çorum’un en yüksek binası olma özelliğini göstermiş olan Çorum Saat Kulesi ya da halkın deyimiyle ‘’Çan Saati’’ 120 yıldır Çorum’un simgesi olmaya devam etmektedir. 1894 yılında Çorum’un iftihar duyduğu ve gösterdiği cesaret ve başarılarla Osmanlı Devletinde bir yere gelinebileceğini ve Aristokrat bir yapının olmadığının en önemli simgelerinden biri olan VII-VIII Hasan Paşa tarafından yaptırılmış bir eserdir; Çorum Saat Kulesi. Osmanlı Döneminde Saat Kuleleri Osmanlı her ne kadar saat kulelerine karşıymış ve bu eserlerin Tanzimat döneminde yapılmaya başlandığı ve batılılaşmanın bir eseri gibi görünse de Tanzimat’tan önce de Osmanlı topraklarında saat kuleleri ve saatler vardır. Osmanlı şehirleri üzerine çeşitli çalışmaları ile tanıdığımız Kienitz’e göre daha Kanuni Sultan Süleyman döneminde, yani 16. Asırda saat kulelerinin yapılmaya başlandığı görülmektedir. 1577’de yapılan ve fotoğrafları elimizde olan Banyaluka Ferhat Paşa Camii Saat Kulesi ve Üsküp Saat Kulesi ilk örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Evliya Çelebi ise 1660-1661 tarihlerinde gittiği Üsküp’te bu saat kulesinden söz etmektedir.1 En bilinen saat kulelerinden biri de artık Makedonya sınırlarında kalmış eski adı Manastır olan Bitola şehrindedir. Bitola Saat Kulesi de benzerleri gibi 1900 yılların başında kalmış bir Osmanlı eseridir. Bugün her ne kadar haç takılarak özelliği değiştirilmeye çalışılsa da üzerinde yazan ve sökülmesi saatin yıkılmasına sebep olacak şekilde nakşedilmiş bir yazı bu ecdat yadigârına tapu vazifesi görmektedir. Osmanlıca yazılmış bu yazıda:
Saatin çaldığı evkat değildir hergâh Müddet-i ömrün geçtiğine eyler ah!2
II. Abdülhamid Han, saltanatı döneminde birçok konuya eğildiği ve birçok eserler bıraktığı bilinmektedir. Bunlardan biri de saat kuleleridir. Sultan, tahta çıkışının 25. sene-i devriyesinde (1901) valilere, vilayetlerine saat kulesi yapmalarını ferman eylemiştir. Bu tarihten kısa bir süre önce Dolmabahçe’de (1895) ve Yıldız’da (1890) saat kuleleri zaten yükselmeye başlamıştır. Böylelikle başkent İstanbul’da, Anadolu’da, Osmanlı sınırları içerisindeki Balkan ve Ortadoğu coğrafyasında pek çok saat kulesi inşa edilmiş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Bu dönemde yapılan ve günümüze kadar ulaşan saat kulesi sayısı 52’dir. Bunun yanında çeşitli nedenlerle 20 saat kulesi yok olmuş, sınırları dışında ise 72 saat kulesi başka ülke topraklarında kalmıştır. Sonuç olarak bu dönemde toplam 144 saat kulesi yapılmıştır. VII - VIII Hasan Paşa ve Çorum’a Bir Saat Kulesi Bu dönemin en güçlü paşalarından biri de Çorumlu VII-VIII Hasan Paşa idi. Paşa, gösterdiği cesaretle, neferlikten paşalığa yükselmiş ve padişahında ikamet ettiği Beşiktaş’a, Beşiktaş Muhafızı olmuştur. Çırağan Sarayı’nda Ali Süavi ve arkadaşlarının 20 Mayıs 1878’de II. Abdülhamid Han’a karşı giriştikleri darbe girişimine karşı çıkması 1
16
|
Mustafa Armağan, Saat Kuleleri ve Abdülhamid, Zaman Gazetesi, İstanbul 19 Haziran 1998, Ek. 4.
2 Vehbi Köklükaya ile yapılan röportajdan.
TARİH
ve bu olayı önlemesi ile paşayı, Sultan’ın en güvendiği kişi haline gelmiştir.3 Gittikçe güçlenen ve adı her yerde duyulmaya başlayan Hacı Hasan Paşa, her hemşerisi gibi, memleketine bir eser bırakmak için düşünmeye başladı. Bu amaçla Çorum’a haber göndererek ‘’Çorum’un büyükleri, aklı erenleri bir araya toplansınlar. Çorum’a hayırlı bir eser yapmak istiyorum, ne yapmak muvafık ise görüşüp bana bildirsinler…’’4 Demiştir. Çorum’un ileri gelenleri bu istek üzerine bir araya gelmiş ve tartışmalarda başlamıştır. Çorum için en önemli iki konu belirlenmiştir. Bunlardan birincisi Düvenci Ovası’na akan ve orada bataklık yapan çaylar vardır. Bunlardan bir olan Değirmendere çayının, paşanın himmeti ile Sıklık veya Çomar’dan Çorum’a getirmek mümkündü. Bu sayede Çorum’un su ihtiyacı uzun yıllar çözülecek ve su sorunu kalmayacaktır. Durum Çorum yönetim kadrolarına da iletilmiş, onlarda bu isteği olumlu karşılamışlardır. Bu arada o günlerde Çorum’da bulunan Mazhar Bey adında bir mühendise de durum iletmiş, Mazhar Bey’de hemen bir inceleme başlatmış ve hazırladığı raporu ilgililere sunmuştur. Raporda, Değirmendere’den Düvenci’ye gelen suyu Çomar başından, Çomar Vadisine geçirmek mümkün, bu su ile Çomar Vadisinde 14 yerde değirmen kurulabilir ve akıp gelecek olan su ile de arazi sulanır, istifadeler sağlar. Düvenci Ovası, bu sudan ancak gün dönümünde faydalanacağı için, gerek Çorum Ovası ve gerek Düvenci Ovası bu sudan istifade eder demiştir.5 Bu toplantıda sunulan ikinci öneri ise Çorum’dan tren yolunun geçirilmesi idi.6 Bu iki teklifte o dönemde bazı kişilerin işine gelmemiştir. Özellikle tren yolu yapımı, hayatlarını at arabası ile nakliye yapan ve Çorum ticareti için belkemiği durumunda olan bu kişilerin işine sekte vuracaktır. Sonunda iki teklifte sıcak bulunmayarak gündemden kaldırıldı. Ancak, sorun paşaya bir teklif sunulması gerekiyordu. Uzun tartışmalar sonunda, kimsenin sınırlarını zorlamayacak bir teklifte karar kıldılar. Çorum’a bir saat kulesi lazımdı.7 Hacı Hasan Paşa’nın aslında gönlünde yatan, Çorum’dan gelecek çocukların okutulup, Çorum’a ve ülkeye yararlı insanlar olarak yetiştirilmesiydi. Hemşerilerinin her ne kadar saat kulesi fikrini onaylasa da bu eğitime katkısını da devam ettirmiş ve başarılı çocukların İstanbul’a 3
Ethem Erkoç, Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa ve Bir Devrin Hikâyesi, Pegasus İletişim, Çorum 2004, s. 73-82
4
Zeynel Abidin Daver Kolağasıoğlu, Yirminci Asırda Çorum Tarihinden Notlar, Çorum Belediyesi Kültür Yayınları, Çorum 2009, s. 90-91.
5 6 7
Kolağasıoğlu, a.g.e., s. 90-91. Erkoç, a.g.e., s. 175. Kolağasıoğlu, a.g.e., s. 91.
|17
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
gönderilmesini talep etmiştir. Hasan Paşa, ‘’Bu istediklerinizi yaparız lakin bunları yaptırmakla ben tam manasıyla Çorum’a hizmet etmiş olmam. Eğer siz bana Çorum’dan yetim, kimsesiz ve ana-babalarının rızası olan zeki, kabiliyetli çocuklardan her sene yüz çocuk gönderin, ben onları İstanbul’da okutayım. Okuyup yetişsinler ve memlekete nafiz evlatlar olsunlar. Böyle olursa ben Çorum’a asıl hizmeti yapmış olurum.’’8 Demiştir. Mustafa Şem’i (Pek) ve Çorum Saat Kulesi Çorum’un sembolü olan saat kulesi, takriben 1893 yılında 18701955 yıllarında yaşayan ancak adı çok bilinmeyen son büyük saat ustası Çemberlitaşlı Mustafa Şem’i (Pek) tarafından yapımına başlandı. Kulenin ustalığını ise dönemin Macar ustaları tarafından yapıldı.9 Mustafa Şem’i (Pek), Özellikle kule saati, mebani denen büyük cephe ve meydan saatlerinin yapımcısıydı. Birçok esere imza atan Mustafa Şem’i nin bazı eserleri şunlardır: Dolmabahçe Sarayı, Yavuz Selim Camii ayaklı saati, Karaköy de Denizcilik İşletmeleri Yolcu Salonu Saat Kulesi, İstanbul Üniversitesi Ana Kapısı, Haydarpaşa Gar Binası saatidir. II. Abdülhamid’in Alman İmparatoru Wilhelm’in tahta çıkışının yıl dönümü için özel olarak sipariş verdiği 5 adet saati imal eden Mustafa Şemi Bey’e her bir saat için Wilhelm’in kendi imzasını taşıyan teşekkür mektubu imparatorluk sanayi bakanının takdirnamesiyle birlikte sunulmuştur.10 Çorum Saat Kulesinin Teknik Yapısı Hacı Hasan Paşa tarafından yaptırılmaya başlanan, Çorum Saat Kulesi’nin taşları Çorum dışındaki Kavşut adlı ocaktan alındığı söylenir.11 Bir saat kulesinin en önemli işlevlerinden biri olan ‘’Çan’’ ise paşa tarafından bizzat sipariş edildiği ve ebatları ve büyüklüğü belirtilerek yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Her ne kadar bazı yerlerde kiliseden aldığı ibaresi belirtilse de, üzerinde yazan 1894 tarihi bu tezi çürütmekte ve bizzat sipariş verildiğini ispatlamaktadır. Kulede bulunan 308 kilo ağırlığındaki çanın Türkiye’de benzerinin bulunmadığı ileride iddia edilecektir. Üzerinde eşine rastlanmayan figürler bulunan çan, tam bir sanat harikası12 ve paşanın bizzat ilgilendiği bir konudur. Çorum Saat Kulesi, 27.5 metre yüksekliğindedir. Tabanı sekiz köşeli 8 Abdulkadir Ozulu, Hoca Kamil Efendi/Kamil Yöney (7) 1880-1948, Çorum Hâkimiyet Gazetesi, 02.01.2003. 9
Meltem Cansever, Türkiye’nin Kültür Mirası 100 Saat Kulesi, NTV Yayınları İstanbul 2009, s. 80.
10
Kemal Özdemir, Osmanlı’dan Günümüze Saatler, TYT Bank Yayınları, İstanbul 1993. Ayrıca, Sergi Kitapları, Zamanın Görünen Yüzü – Saatler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009.
11
Cansever, a.g.e., s. 80.
12 Recep Mebet, ‘’Çorum’da Zaman Durdu’’ Çorum Hâkimiyet Gazetesi, 06.12.2011.
18
|
olup 5.30 metre çapındadır. Her köşesi 2.10 metredir. Asıl kulenin gövdesi 24 köşeli, çapı ise 3.90 metredir. Yontma sarı taştan yapılmış Kuleye seksen bir basamaklı döner merdivenle çıkılır. Saatin bulunduğu bölümde minarelerde olduğu gibi bir şerefe bulunmaktadır. Şerefesi demir korkulukludur. Şerefeden sonraki kısım dört köşelidir. Saatin rakamlarının yazılı olduğu dairenin (kadranın) çapı 1.50 metre, yelkovan uzunluğu 85 cm, akrep uzunluğu 70 cm.’dir.13 Saat kulesinde şerefeye kadar olan bölüm minareyi andırmaktadır. Saat kulesinin tepesinde çinko kaplamalı basık bir külah bulunmaktadır. Külahın altında ses dalgalarını yayması için yapılmış baklava dilimi motifli dört pencere yer almaktadır. Uzmanlar Saat Kulesi’ndeki mimari yapının diğer kulelerden farklı olduğunu, kullanılan taşın dayanıklı olmamasına karşın kolay işlenen bir malzeme olduğunu belirtirler. Saatin çanının sesi ilk yıllarda çok güçlü olup yürüme mesafesinde 1 saat (5 km.)‘ye kadar duyulduğu bilinmektedir. Ancak Ahmet Acun tarafından yapılan restorasyon incelemesinde, yıllardır tokmağının aynı noktaya vurması ile derince bir oyuk oluştuğu ve bu nedenle çanın sesinin azaldığı tespit edilmiştir.14 Saat Kulesi’nin çok derin ve geniş bir temel üzerine oturduğu ifade edilmektedir. Kulenin güney yönünde bulunan kapının üzerinde Osmanlıca bir kitabe vardır. Kitabenin hattatı Muhammet Nuri (Korman) tarafından yazılmış kitabe şu şekildedir:
Şehinşâh-ı zeman Abdülhamid Han-ı keremkârın Ferîkan-ı kiramından Hasan Paşa-yı bî-hemta Bütün evkatını vakfeykedi ihya-i hayrata Muvaffak eylesün her dem anı âmâline Mevlâ Bu Saat Kulesi ezcümle hayrât-ı güzîninden Yapıldı yümn-i evferle bu şehri eyledi ihya Çıkıp vakt-i eşrefte yazıldı bâbına tarih Bu mikat-ı celîli yaptı bak lutf-i Hasan Paşa (H. 1312-1894) Kitabenin günümüz Türkçesi ile söylenişi ise öyledir: Zamanın ulu hakanı cömert Abdülhamid Han’ın Değerli paşalarından eşsiz benzersiz Hasan Paşa Adadı bütün vaktini hayır işleri yapmaya Başarılı kılsın emellerinde onu, her an Mevlâ Bu Saat Kulesi, seçkin hayratındandır onun. Bol bereketle yapıldı; bu şehri etti ihya Çıkıp kutlu bir zamanda yazıldı kapısına tarih Bak, bu büyük saati yaptı Hasan Paşa’nın lütfu 1312 H/1894 M.15 Çorum’un sembolü olan Çan Saati, bilindiğine göre, 1976 ve 2006 yıllarında iki kez bakım geçirmesine rağmen, yapılışından 13
Erkoç, a.g.e., s. 176
14 Mebet, a.g.g., 06.12.2011. 15 Erkoç, a.g.e., s. 177.
117 yıl sonra 2011 yılında zamana yenik düşmüştür. 12 Ağustos 2011 tarihinde Çorum Belediyesi tarafından bakıma alınan tarihi kulenin emektar saati, belediyenin daveti üzerine Çorum’a gelen saat ustası Ahmet Acun tarafından yürütülen bakım çalışması ile yenilenmiştir.16 Saat Kulesi ve Çevresindeki Ticari Faaliyetler Osmanlı vakıf eserlerine baktığımızda, birçoğunda bu vakfiyenin uzun süreli hizmet vermesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için çeşitli akarlar yapıldığı, buraların zamanla ticaret merkezi haline döndüğü görülmektedir. Çorum Saat Kulesi’nin eski fotoğraflarına baktığımızda, saat kulesinin altında altı adet dükkân bulunduğu görülmektedir. Çorum’un ticaret merkezi konumundaki saat kulesi civarı, kulenin çevresine yapılan dükkânların kiraya verilmesi ile bu eser için gerekli olan paranın bulunması sağlanmıştır. Zamanında kulenin çevresi çok büyük bir buğday pazarı olup, deve kervanlarının gelip-gittiği, yükleri alıp, boşalttıkları bir yerdi. Ancak, çevresinde yol olmaması ve şehrin büyümesi ile yol ihtiyacı artmış, zaman içinde Gazi ve İnönü caddeleri açılırken bu dükkânlar yıkılmıştır. Çorum Saat Kulesi Buluşma ve Eğlenme Yeri Çorum Saat Kulesi yapılışından bu yana bir diğer işlevi ise insanların, buluşma yeri olmasıydı. Çorumlu ya da misafir gelenler ‘’Saat Kulesinin altında’’, ‘’Saat kulesinin karşısında’’ gibi ifadelerle birbirlerine randevu verirlerdi. Bunun yanında bir toplanma ve eğlence merkezi de olmuştu. 1926 yılında Avni (Uslu) Efendi tarafında 1922 ya da 1923 model bir Ford marka otomobil almıştı. Çorum halkı tarafından büyük ilgi gören ve adını ‘’bas bir, kaldır iki Fort’tur’’ denen bu otomobil, Çorum halkının hizmeti ve eğlencesine sunulmuştu. Kardeşi Ubeydullah Efendinin sürücülüğünde Saat Kulesi Meydanı’ndan Büyük Park önündeki soku taşına kadar gidiş-geliş yapılarak 1 mecidiye ücretle hemşeriler, bu araca binme fırsatı bulurlardı.17 Çan Saati Çorum’un eskileri Saat Kulesi yerine “Çan Saati” sözünü tercih etmişlerdi. Eğitimci yazar Abdülkadir Ozulu Bey, “Çorumlular ‘Çan Saat’ diyerek saatin vurgulu oluşunu belirtmişlerdir. Vurgu kuleye konulmuş ‘çan’ ile sağlanmaktadır. Çorum, Müslüman Türkler tarafından fethinden itibaren semalarında böyle ses çıkartan bir çan sesi duymamıştır. Çan ile saat bir araya getirilerek, ‘çan saat’ diyerek vasıflandırma uygun görülmüş olmalıdır.’’18 Günümüzde caddelerin kesiştiği noktada duran ve her saat başı o saat kadar, yarımlarda ise tek vuruşla halka zamanı duyuran saat kulesi Çorumun en güzel ve estetik simgesi olmaya devam edecektir. Bu tip güzelliklere önem veren ecdadın, bu eserlerini korumak, gelecek nesillere duyurmakta bizim görevimiz olacaktır. 16 17
Mebet, a.g.g. 06.12.2011. Kolağasıoğlu, a.g.e., s. 22-23.
18 Abdulkadir Ozulu Bey ile yapılan Röportajdan.
|19
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Müzik dünyasının değerli sanatçılarından Attila Atasoy’un 1974 yılında çıkardığı ilk 45’liği olan “Anam/Cüce” nin üzerinden tam 40 yıl geçti. Bu 40 yılda birçok başarıya imza atan ve müzik dünyasında farklı ses tonuyla başyapıtlar üreten Attila Atasoy ile çok özel bir röportaj gerçekleştirdik. Evinin kapılarını bizler için açan Atasoy’un, özel açıklamalarının yer aldığı röportaja geçmeden önce şunu açıkça ifade edebiliriz ki Atasoy, bir sanat aşığı ve gerçek bir gezgin. Bunu hem dobra dobra açıklamalarından hem de evindeki oluşturduğu özel dekorlarından anlayabiliyoruz. Medyanın karşısında yıkılmadan durabilen ender sanatçılar arasında yer alan Atasoy, kendisini tanımlarken bahsettiği “Yalnız-Cesur-Özgür” tablosunu da bizlere bir kez daha gösterdi. Sözlerimizi fazla uzatmadan müziğin ve sanatın duayen ismi Attila Atasoy ile yaptığımız röportajla sizleri baş başa bırakalım.
“Anam/Cüce” isimli ilk 45’liğinizin
üzerinden tam 40 yıl geçti. Geriye dönüp baktığınızda 40 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?
20
|
Ben bu maceraya gönüllü katıldığım için şikâyet etme hakkım yok diye düşünüyorum. Her ne kadar düzene ayak uyduramayan bir yapım olsa da zaman zaman içine düştüğüm çıkmazlar, bunalımlar olsa da bu yola girdiğim için çok memnunum.
Geriye baktığımda da birçok eser bırakmışlığın, çok uğraş ve emek vermişliğin bir iç rahatlığı var. Ama yeterince değerlendirildim mi, değerlendirilmedim mi açıkçası o da benim sorunum değil. Ben sadece teklif var ısrar yok düşüncesiyle yaşadım. Ben her zaman tekliflerimi sundum. Bu tekliflerimden kimi kabul edildi, kimi kabul edilmedi. Bu işten de fazla para kazanamadım ama bu da benim beceriksizliğimden ya da pazarlama stratejimin olmayışından kaynaklıdır. Dolayısıyla bundan dolayı hiçbir şikâyetim
yoktur. Bu yol, gönüllü bir emekçi olarak gidebildiğim yere kadar gitmek istediğim bir yoldur. Sizi ve sizin gibi değerli sanatçıları ekranlarda sık sık göremiyoruz. Bunu siz mi tercih ediyorsunuz yoksa başka nedenler mi var? Tamamen televizyon kanallarının, medyanın yayın politikasıyla ilgili bir durum. Tabi ki bende mutlaka seçici davranıyorum. Her programa çıkmak istemem. Doğru düzgün, aklı başında, sorulu - cevaplı,
|21
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
sa televizyonların tercihi olmuyorsunuz. Bu uzaklık bundan kaynaklanıyor. Medyada bu durum böyle devam edecek mi yoksa bir kırılma noktası olacak mı? Yıllardır bir kırılma noktası olur umuduyla bekleşiyoruz ancak olabildiğince daha güncel olan şeyler yaptığımızda, bir basın danışmanı tuttuğumuzda televizyonlarda ve diğer alanlarda yaptığımız şeyler duyurulabiliyor. Aksi durumda yaptığımız her şey elimizde kalıyor. Onların istekleriyle de benim hayata bakış açım uyuşmuyor. Bir de gezgin ve özgür bir yanınız var. Dünyayı keşfetmeyi ve dünyanın farklı yerlerini gezmeyi hiç bırakmadınız. Bunun müziğinize yansımaları nasıl oldu?
tek konuk alınan programlarda bulunmak isterim. Bunlarda da zaman zaman oluyorum. Lakin televizyonlar, kapitalizmin getirdiği bir olgudur. Tüketim dünyası güncel olanı ve flaş olanı değerlendirmek istiyor. Artık reyting anlamında her şey deli dolu olsun ve seyredilsin bakış açısı var. Mesela kavga tasvip edilmez ama seyredilir, yine yangın ve benzeri durumlarda bu şekilde seyredilir. Medyada yangın yeri gibi çalışıyor. Elbette bunlar ticari bir kuruluştur ve para kazanmaları gerekir. Güncel şeylere de bolca yer verebilirler ama bu arada da örnek teşkil edebilecek, sanat kaygısı taşıyarak yapılmış ya da daha eski kuşakların özgün çalışmalarına yer verebilecek hakkaniyete sahip olmalarını isterim. Lakin bu böyle olmuyor. Sansasyonel olmazsanız, aklı başında çizginiz var-
Bu yanım müziğime yansıdı mı yansımadı mı bunun farkında değilim. Çünkü uzun süredir beste çalışmaları yapmıyorum. Gezginlik benim ruhumu geliştirdi. Hayata bağlanacağım köprüler açısından bu benim bulduğum en iyi formüllerden biriydi. Çünkü bir dolu problemlerimin, çıkmazlarımın üstesinden bu şekilde gelebildim. Yeni kültürlere sızmak, oralarda bilgilenmek, bilgilenirken eğlenmek, keşfetmek içimde bulunan duygunun daha cesur ve daha özgür ortaya çıkmasında bir çözüm yolu oldu ve hayatı bu anlamda daha iyi algıladığımı, kendimi daha iyi geliştirebildiğimi hissederek birçok şeyin üstesinden gelebildim. Önemli olanda o derinlerdeki formülümüzü bulup çıkarabilmek. Herkesin formülü elbette başkadır. Gezginlikte benim çok önemli bir formülüm oldu. Çünkü hayata dair şöhret, para gibi değerlerle çok fazla ilgilenmiyorum açıkçası. Yaptığım iş popüler bir işti. Haliyle de bu bana popülerlik getirdi. Bundan da şikâyetçi olmadım ama çokta sıkılgan ve utangaç biri olarak dışarılarda tanınma hevesim olmadı ve her zaman bundan da kaçmışımdır. Ama bu kaçışlarım da bana büyük artılar olarak geri döndü. Dediğim gibi ruhumun, hayata bakış açımın zenginleştiğini ve daha sağlıklı bir insan olmakta olduğumu gördüm.
Bilgilenmek ve bu bilgileri de paylaşmak ayrı bir keyif. Türkiye’nin en önemli gazetelerin birinde yazılarımın yayınlanıyor olması, yazı konusundaki potansiyelimi de fark ettirdi bana. Tabi ki önce ülkemin her yerini tanıyarak yurt dışı yollarına koyuldum. Burada yapacağım herhangi bir harcama yerine dışarıda bana artı şeyler kazandıracak bilgiler için harcama yapmayı tercih ediyorum. Dünyanın farklı yerlerini sürekli gezerken Türkiye’de de bu gezileri yapıyor musunuz? Mesela Hitit Uygarlığı’nın Başkenti Çorum’a geldiniz mi ya da böyle bir planınız var mı? Az öncede bahsettiğim gibi önce kendi ülkemi öğrendim. Bundan sonrada Çorum için planlarım var. Yıllar önce turnelerle Çorum’a geldik ama bu biraz da geçmişte kaldı. Lakin yeniden Türkiye yollarında, Anadolu yollarında yenilenmem gerektiğini hissediyorum. Bu noktada Çorum’a da geleceğim. Ayrıca blog yazarlığı yapıyorsunuz. Orada kendinizi “Yalnız-Cesur-Özgür” olarak tanımlıyorsunuz? Hayatta yalnızlığı tercih ediyorum. Bu sayede kendimi daha iyi kuşanabiliyorum. İstediğim zaman istediğim adımı atabiliyorum. Kimseye bağlı kalmadan, kimseye muhtaç olmadan ve kimsenin de hükmünde olmadan. O anlamda özgür ruhumu yalnızlığımla muhafaza edebilirim. Birbirini dönüştüren şeyler bunlar. Dünyanın en ücra köşelerine gitmek ya da her türlü koşulu göze alıp yola çıkmak haliyle cesaret gerektiriyor. Müzik dünyası günden güne “yozlaşmaya” doğru gidiyor. Özellikle mankenler, oyuncular gibi müzik geçmişi veya eğitimi olmayan insanlar şarkı söyleyerek bu gidişatı hızlandırıyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Öncelikle bu konu tartışılır bir konu. Bir
defa tüketim ekonomisi her şeyi etkiliyor. Hemen tüketilip atılacak ürünler ortaya çıkıyor. Bu uzun bir süredir böyle. Özal’dan başlayan liberal ekonomiyle, dünyadaki trendlerle, kapitalizmin en ağır tutsaklıklarını yaşıyoruz. Haliyle her şeyin para olduğu bir dönemde günlük ürünlerin, çabuk tüketilen ürünlerin yani fast food tüketimin artık zirvesini yaşıyoruz. Konservatuardan çıkan her insanın iyi olacak diye bir durumu söz konusu değil. Mesela oyuncular içinde Kıvanç Tatlıtuğ mankenlikten geliyor ve oyunculuk eğitimini de alarak son derece başarılı bir oyuncu oldu. Bunun gibi güzel örneklerde var. Bu insanın kendi içindeki ışıkla ilgili bir şey. Böyle de kendini hakikaten kanıtlayan şarkıcılarda var. Şarkıcı anlamında veya müzik anlamında ben bir şey söyleyebilirim. Popüler anlamda yapılan müzikleri sınıflandırmak gerekiyor. Yani eğlence-dinlence müzikleri ve sanat müzikleri var. Eğlencede ihtiyaç çünkü gençlerin sürekli kütüphanede oturacak halleri yok. Benim eleştirim sadece buna önem verilmesi, sadece buna değer verilmesi. Elbette her kuşak kendi starlarını yaratacak. Bu anlamda toplumda gerekli eğitim alınmamışsa, topluma gerekli eğitim verilmemişse toplumun tercihleri de düşük kalitede olacaktır. Yani eski şarkıların o görkemli sözleri, melodik zenginliği, duygusal yapıları şimdi yok tabi. Yaşadığımız internet ve medya çağında her şey kolaylıkla elde edilip atılır oldu. Dolayısıyla bu da her şeye yansıdı. Sanat kaygısıyla yapılan bir şey yok, para kaygısıyla yapılan bir şeyler var. Paranın egemen olduğu bir dünyada kaliteden, sanattan bahsedebilmek çok zor. Bu düzenin getirdiği, seçilen düzenin getirdiği bir olgudur. Yapılan ciddi çalışmaları da televizyonlar göstermiyor. Bu düzene paralel olarak değer yargıları o kadar çok değişti ki günün moda müzikleri maalesef bunlar. Aralarında iyi şeylerde çıkıyor. Kendini tekrarlayan
çok şarkı var. Çok fazla şarkıcı var ve birbirine benzeyen bir sürü şey var. Bu her dönemde böyle olmuştur. Bizim zamanımızda denetim vardı. Denetim kriterlerini de aşan az sayıda şarkıcı vardı. TRT’de onlar ekrana çıkabilirdi. Yoksa yine çok fazla talep vardı. Genel olarak sanat dünyasının yozlaştığına da katılıyorum. Son dönemde sanatçılar siyasi bir rol üstlenmeye başladı. Sizde bir sanatçı olarak sanatçıların siyasete girmelerini veya siyasette farklı bir rol üstlenmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanatçıların politikaya girmelerini çok fazla tasvip etmiyorum. Kendi politikalarını, yaptıkları işlerle, tercih ettikleri sosyal projelerle, sivil toplum örgütleriyle anlatabilirler. Meclise giren birkaç sanatçıyı da gördük ama hiçbir şey yapamadılar. Çünkü siyaset ayrı bir uzmanlık dalı gerektiriyor. Oysa sanatçı muhalif olmalıdır. İçindeki muhalif enerjiyi toplumun gediklerine, açıklarına yönlendirip fark edilmelerini, onların sesi olmayı yeğlemelidirler. Yıllarca Anadolu turnelerine katıldınız. Anadolu insanı sizleri her zaman büyük bir sevgiyle kucakladı. Bu noktada Anadolu insanı hakkında neler söylemek istersiniz? Şimdi ki Anadolu insanıyla eski Anadolu insanı arasında ciddi bir fark var. Teknolojik gelişmelerle beraber sanatçılar da her yere rahatlıkla ulaşabiliyorlar. Bizim dönemimizde bu durum yoktu. Eski dönemlerde sanatçılara ulaşılması zordu. Anadolu’nun yine sıcak ve kucaklayan bir yapısı olduğuna eminim. Bizim zamanımızda da bizleri davullarla zurnalarla karşılarlardı. Anadolu’da bir dolu tatlı-acı hatıralarımız var. Tekrar müzik hayatınıza dair soru sormak istiyorum. Müzik severler için yeni bir albüm hazırlığınız var mı? Kendimi rahat bırakmaya karar verdim. Bu noktada kahraman bir yapımcının teklifleri-
ne de açığım. Kendim bir albüm yapma telaşında değilim. Geride bıraktığım birçok albüm var, birçok eser var. O anlamda içim rahat. Yürekli yapımcıların getireceği tekliflere de açığım. Onlarla el ele verip bir çalışma da yapmak isterim. Son olarak Çorumlu severleriniz için bir mesaj göndermek ister misiniz? Çorumlu müzik severlere sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Eminim ki geçmişte olduğu gibi beni yine büyük bir sevgiyle kucaklamaya hazır olduklarını biliyor ve hissediyorum.
PORTRELER Gürkan COŞKUN Ressam KOMET
ÇORUMLU OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ ? Bidergi olarak Çorumlu hemşehrilerimizin portrelerini çizmeye devam ediyoruz. Bu sayımızda da dünyaca ünlü Ressam Gürkan Coşkun’u (Nam-ı diğer Komet*) sayfalarımıza taşıdık. Sıradaşı tarzıyla ün yapan Komet, fırçalarının yanında şairliği ile de sanat dünyasında yer alıyor. Ayrıca sizler için Çorum’daki çocukluk fotoğraflarını da paylaşıyoruz. Gürkan Coşkun ya da bilinen adıyla KOMET (d.1941, Çorum), Türk ressam ve şairdir.
Sağdan İkinci Kişi, Gürkan Coşkun (KOMET)
Yerde Oturan Soldan Birinci Kişi, KOMET
24
|
Sanatçı 1960-67 arasında İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde Zeki Faik İzer ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim görmüş, 1960’larda Türk toplumunun çeşitli insan görünümlerini karmaşık ve kalabalık gruplar halinde, toplumsal eleştiri, toplumsal psikoloji ve toplumsal gerçekçiliğe açık bir anlatım ve fantastik bir yönelimle tuvale yansıtmıştır. Bu dönem resimlerinde en çok siyah rengi kullanmış; kırmızı, pembe ve sarılarla ölüm ve acı temasını vurgulamıştır. Komet, 1971’de devlet sınavını kazanarak Paris’e gitmiş ve Vincennas Üniversitesi’ne devam etmiştir. İlk kişisel sergisini 1974’te Rouen’de açmış, yapıtları Mayıs Salonu’na (Salon de Mai) kabul edilmiş, iki resmi okulun öğretim üyeleri tarafından satın alınmıştır. Paris’te bulundugu süre içinde rönesans öncesi İtalyan sanatını, Pompei resimlerini ve İtalyan Primitiflerini yakından incelemiş ve bunların belirli yönlerinden etkilenmiştir. Aynı dönemde bilinçaltının gizemli dünyası üzerine kurulu, ancak gerçekçilikle de bağlarını koparmayan yapıtlar üretmiştir.
KOMET * ‘‘Kuyruklu Yıldız’’ anlamına gelen KOMET adını bir müzik grubundan esinlenerek aldı. Yaygın olarak kendisi bu lakabıyla anılır.
1970’lerin ortalarına doğru eski resimlerindeki anlam ve psikolojik atmosferle devamlılık gösteren yapıtlar gerçekleştirmeye başlamıştır. Ancak bu yıllardan itibaren köylü ve kentlisiyle Türk tipinin yerini Batılı tipler, düzensiz kalabalık grupların yerini tek figürlerle ikili ya da üçlü figür grupları almıştır. “Derede Üç Figür” (1976, İRHM), “İki Figürlü Kompozisyon” (İRHM) bu dönem yapıtlarına örnektir. Daha önceleri içedönük bir anlam taşıyan ölüm ve acı teması, bu yapıtlarında bilinçli olarak yaşayan bir anlatıma dönüşmüştür. Komet ana öğesi figür olan ve olayın bu öğeye bağlı olarak kurgulandığı resimlerinde
Yerde Oturan Soldan İkinci Kişi, KOMET
gerek figürü, gerek olayı keskin çizgi ve renklerle, şok etkisi yapan leke ve renk kullanımıyla vurgulamaktadır. Buna karşın figürün ve olayın yerleştirildiği ortam çok daha romantiktir ve sanatçı burada saydam bir boyama tekniği ve yumuşak renkler kullanarak karşıtlığı daha da belirginleştirmiştir. Yer yer bilinçli olarak kullandığı boya akıtmalarıyla resmin etki gücünü artırmıştır. Sanatçı 1973’ten 1981’e değin sırasıyla Yeni-Romantik, Yeni-Dışavurumcu ve Post-Modernist anlatımların egemen olduğu resimler yapmış, bu tarihten sonraysa bütünüyle bağımsız bir anlatıma ulaşmıştır.
Koşarak Geldim Çorabımı Deldim ANI, Okuyan Us Yayınları, 2004.
Olabilir Olabilir ŞİİR, Komşu Yayınları, 2007.
|25
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
1926
yılında Çorum’da doğan ve koca bir ömrü doktorluk mesleğine adayan Dr. Rıfat Patır’ı sayfalarımıza taşıyarak hem orta kuşağın anılarını tazelemek hem de yeni kuşağın onu tanımasını ve Çorum’daki yerini anlamasını istedik.
Yeşilçam filmlerinde izlediğimiz fedakar; yeri geldiğinde gecenin bir yarısı yatağından kalkarak hastalar için yollara düşen doktorlar vardır ya işte Dr. Rıfat Patır’da özverili ve dertlere derman olan bu değerli doktorlardan biri. Bu meslek yüreğine öyle bir işlemiş ki 88 yaşında olmasına rağmen muayenehanesinde hala derman arayanlar için çare olmaya da devam ediyor. İlerleyen yaşına karşın oldukça enerji dolu olan Dr. Rıfat Patır’ın bu özellikte olmasını sağlayan önemli bir konuda gezgin yanının olması. Avustralya ve Güney Amerika hariç bütün dünyayı gezerek hayatını hem doktorlukla hem de gezginlikle geçirmiş. Tabi bu kısa bilgilerden sonra da hayatında önemli bir yere sahip olan “Kartal Yuvası”nı da unutmamak gerekiyor. Dr. Rıfat Patır’ın hayatında önemli bir yere sahip olan “Kartal Yuvası” konumu itibariyle de Çorum manzarası için muazzam bir noktada. Bir yandan Çorum Barajı’na hakim, bir yandan da Çorum’un en yüksek noktalarından birinde kurulu bir ev. Oraya ev demek de hata aslında, bir şato desek daha uygun bir tanımlama olur. Burayı görenlerin imrenen gözleriyle iç çektiklerini de samimi bir şekilde söyleyebiliriz. Biz de Bidergi olarak Dr. Rıfat Patır’ı hem muayenehanesinde hem de “Kartal Yuvası”nda ziyaret ettik. Bizi büyük bir hoşgörü ile karşılayan doktorumuz, sohbetindeki samimiyetiyle ve bizlere olan yaklaşımı ile gönlümüzü fethetti. 88 yılın ne kadar dolu dolu geçtiğini gözlerinden, sözcüklerinden, hayata olan yaklaşımından anlamamız zor olmadı. Bu ziyaretimiz sırasında kendisine dergimizi sunarken, o da bize Bahri Güven’in yazmış olduğu “Bir Güzel İnsan Yaşayan Efsane Dr. Rifat Patır” kitabını bizlere uzattı. Yeri gelmişken kitaba da değinelim. Dr. Rıfat Patır’ın hayatını daha derinlemesine incelemek, doktorumuzun düşündüren ve güldüren hikayelerini öğrenmek isteyenler için çok güzel bir kaynak. Çocukluk yıllarından başlayarak bütün hayatını ilmek ilmek işleyen bu kitabı okumak Çorumlular için bir borç, bizden söylemesi... Aslında bu kitabı bize uzatırken yüzündeki o tebessüm, bütün sorularımıza cevap niteliğindeydi. Bundan dolayı da hem kitaptan alıntıları hem de sohbetimiz sırasındaki sözlerini yazımızın satır aralarında görebilirsiniz. Mimarlığa büyük bir ilgisi olan Dr. Rıfat Patır’a mimarlık yerine neden doktor olmayı tercih ettiğini de sorduk. Aldığımız cevap
26
|
ise bizi hem şaşırttı hem de bir romanın insan üzerindeki etkisini görmemizi sağladı. “Lise dönemlerinde hep mühendis olmak istedim. Bu hedefimi lise son sınıfa kadar da sürdürdüm. O yıllarda derslerimden sonra sürekli roman okurdum. O dönemde okuduğum İngiliz Yazar Cronin’in “Şahika” isimli kitabı da benim bu mesleği seçmemdeki en büyük etken oldu. Romanın kahramanı Andrew, idealist bir doktordu. Bu karakter beni öyle etkiledi ki roman bittikten sonra bende doktor olacağım dedim. Liseyi 1942 yılında bitirip İstanbul Tıp Fakültesi sınavlarını derece ile kazandım. Benim hikayemde bu şekilde başladı. “ “Benim hikayemde bu şekilde başlıyor.” sözünde de olduğu gibi hikaye gibi bir hayatı yaşıyor Dr. Rıfat Patır. Seyahatlerindeki hikayeler olsun, doktorluk anıları olsun tam bir roman tadında anlattıkları. 1950 yıllarındaki doktorluk anılarına dair hikayelerinden biri de:
“Siz Olsaydınız Ne Yapardınız? 1960’lı yıllarda Çorum’da belli bir kesim, doktoru hep gece evine çağırırdı. Ben de her gece 2-3 eve hastaya gitmişliğim olurdu. Geceleri hastaya gitmişliğim biraz da benim her çağırana “hay hay, hemen geliyorum” deyişimden kaynaklanıyordu. Basit bir soğuk algınlığında, ateşlenmelerde bile gece yarıları pek çok gitmişliğim vardır. Hem de hasta sahibi önde, ben arkada yürüyerek, gece hastaya git, gündüz muayenehanede en az yüz hastaya bak, artık yormuştu beni. Bir zaman geldi ki, gece kapı zili çalınca kalbimde çarpıntı başlar oldu. Ağır hastalıklar için değil de, yine beni basit hastalıklar için götürecekler diye. Ancak her kapımı çalana da, basitte olsa hastalık, gitmem diyemiyordum. Bu tempolu çalışmadan dolayı doktorluğumun 15’inci senesinde, bir doktor olarak ben de rahatsızlanarak kalp krizi geçirdim. Az değil, 2 ay yatakta tedavi gördüm. Sonraları biraz tempomu azaltmak zorunda kaldım. Hastalanmadan önceydi, yine bir gece kapımın zili çaldı. Açtım, memur bir hanım çok sancılanmış, acele gelmemi rica ediyorlar. Yataktan kalktım, alelacele giyindim, çantamı alıp, hasta yakını ile eve gittik. ben içeri girip henüz sorgulamadan hasta sahibi: “Doktor Bey ayağın uğurlu geldi, sancı kesildi” dedi. Ve Sonra “Bizim hanımda böbrek taşı var.Aldıramadık da. Zaman zaman böyle sancılar oluyor. İğne yaptırıp sancıyı kesiyoruz. Şimdi sancı kesildiğine göre iğneye de gerek yok. Zaten iğneden de çok korkuyor. Size zahmet ettik, kusurumuza bakma, ayağına sağlık.” diye izah ederek, geldiğim gibi göndermek istedi.
BİHİKAYE
|27
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
“Gelmişken sancı kesici bir iğne yapalım. Sancı tekrar başlayabilir” dediysem de hasta istemedi. Ve ben geldiğim gibi eve geri döndüm. Hava soğuk mu, soğuk. Üşüdüm de... Hemen soyunup yatağıma yattım ve uyumaya çalıştım. Henüz yeni dalmıştım ki, bizim evin zili çalmaya başladı. başucu lambayı yaktım. saate baktım saat 4’tü. pijama ile kapıyı açtım, biraz önceki hasta için yeniden çağırıyorlardı. Tekrar giyindim ve gittim. Sancı yine başlamış. Sancı kesici iğne yaptım ve sancı giderici ilacı da verdim. Saat beşi geçerek eve döndüm. Yatağa uzandım ama uyumak ne mümkün. Çünkü saat 7’de kalkıp 8’de işime gitmem gerekiyordu. Aynı hastaya böyle 2 defa gitmesem de, böyle her gece 2-3 defa gittiğim olurdu. Yine de severek gidiyordum görevime” 1 Nice hikaye var doktorumuzun hayat ajandasında. Yazımızın başında da bahsettiğimiz gibi fedakar ve gezgin bir doktor. Bu hikayeler elbette mesleğiyle de sınırlı değil. Yurtdışı seyahatlerinden de bir çok anıya, hikayeye sahip Dr. Rıfat Patır. Bu hikayelerinden birini daha sizlerle paylaşıyoruz.
“Ya Biz de Olsa Yine New York’tayım. Geziyoruz, Amerika’da yaşayan arkadaşla. Yollar sakin, sessiz ve temiz. Her şey nizamında. Parklarını, meydanlarını, müzelerini görmeden dönmeyeceğim. Bir müzeye gidiyorduk yine. 150-200 metre önümüzde, kaldırımda bir adam aniden yere yıkıldı. Hemen bir polis belirdi yanında. Telsizle bir şeyler konuştu. Ben koşup müdahale etmek istedim; hani doktorluğumuz var ya. Ancak Amerika’da yaşayan yanımdaki arkadaş koluma yapıştı. “Sakın” dedi, “elini dahi dokunayım deme. Şimdi ambulans gelir, göreceksin.” Ben “Ambulans gelinceye kadar” diyecek oldumsa sa bırakmadı. Gerçekten biz 150 metrelik yeri hızlı hızlı yürüyüp düşen adamın yanına varmadan ambulans sireni duyuldu. Ve 5-10 saniye sonra ambulans geldi. İki sağlıkçı indi ve yerde yatan adamın ağzına burnuna oksijen maskesini taktılar. Sonra tez elden sedyeye koyup ambulansa bindirerek alıp götürdüler. Bu olay 3-5 dakika içinde olup bitti. orada ne telaş, ne koşuşturmaca oldu. Hiçbir fevkaladelik bir hareket görülmedi. Sanki orada ölümcül bir olay olmamıştı. Ya bizde olsa...” 2 Doktorumuzun enerji dolu olduğunu ve bunu hayatına da yansıttığınız daha önce söylemiştik. Uzun yaşamanın püf noktalarına dair kısa bilgileri de bizlerle paylaşan Dr. Rıfat Patır, “Uzun ve sağlıklı yaşamanın en kısa yolu öncelikle stresten uzak olmaktan geçiyor. Bir olay karşısında aşırı üzülmek, sinirlenmek, korkmak in-
28
|
sana büyük zararlar verir. Bundan dolayı bu konulara hassasiyet göstermemiz gerekiyor. Her şeye karşı güçlü olmalıyız. Gülen insan yaşlanmaz diye düşünüyorum. Bunun için çevremde de neşeli insanlar vardır. Beni üzen bütün sorunları çözmeye çalışırım. Eğer bu konuda başarı sağlayamazsam o konuyu unutmaya çalışırım. Ayrıca egzersiz yapmakta sağlıklı yaşamanın önemli bir kuralını oluşturmaktadır. Spor yapmayı hiçbir zaman bırakmamalıyız.” dedi. Muayenehanedeki ziyaretimiz sonrasında ise “Kartal Yuvası”na doğru yola çıktık. Yaşına rağmen çok güzel araba kullandığını da sözlerimize eklemeden edemiyoruz. Trafik kurallarına harfiyen uyan Dr. Rıfat Patır, bu sayede de güvenli bir otomobil keyfi yaşatıyor bizlere. Şaşkınız ama güvende olduğumuzdan da eminiz. Çorum’daki ilk arabalardan birine sahip olduğunu belirten Patır, “ 1961 yılında aldığım 1957 model, açık gri Chevrolet arabam vardı. Bu araba yanlış hatırlamıyorsam Çorum’daki 7-8 arabadan bir tanesiydi.” sanırım bu cümle birçok şeyi de bizler için özetliyor. Çorum Barajı’na doğru yol alırken -ki bilen bilir Çorum Merkez’e 10 km. ya var ya yok- anılarını anlatmaya devam etti. Hem neşeli hem de paylaşmayı seven bir yapıda olduğunun da bu kısa ama güzel yolculukla bir defa daha farkına vardık.
“Kartal Yuvası”na ulaştığımızda da heybetli bir yapı bizleri karşıladı. Burayı gördükten sonrada Dr. Rıfat Patır’ın bu yuva için büyük emekler verdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Hem mimari olarak hem de bahçesinin özenle hazırlandığını, en küçük detayların dahi mimariyi etkilediğini ve neden Çorum’un dışında ve yüksek bir yerde kurulu olduğunu bu ziyaretimizle anlamış olduk.
BİHİKAYE
“Her gezip gördüğü yerlerden bir güzel yaşantıyı almıştır. Kartal Yuvası’nı Hollywood’da bir film çekimini izlerken gördüğü şatoya benzeyen bir yapıdan esinlenerek yaptırmıştır. Çorum Barajı’na hakim bu şatonun üst köşelerine koyduğu kartal heykellerini de Roma’da Kral Umberto adına yaptırılan anıttan esinlenmiştir. Kartal Yuvası’ndaki heykelcikler yalnızca kartallar değildir. Değişik insan ve hayvan figürlerini yansıtan heykelciklerle de sıkça karşılaşabilirsiniz havuzun kenarında ve bahçenin çeşitli yerlerinde.“ 3 Bahçesindeki ağaçları göstererek ne zaman diktiğine dair de bilgileri paylaşan Dr. Rıfat Patır, bahçedeki her adımıyla daha da neşeleniyor ve Kartal Yuvası’nı gerçek anlamda “yuva” sıfatıyla taçlandırıyor. Son sözlerimizi söylemeden anlattığımız, aktardığımız bu kısa bilgilerden sonra kısaca şunu söyleyebiliriz. Dr. Rıfat Patır hayatı dolu dolus yaşayan, kendi dünyasını inşa etmiş bir Çorumlu, bir Çorum sevdalısı. Başarılarla dolu bir hayat öyküsünün baş mimarı... Belki ilk sözlerimiz bunlar olmalıydı ama onu hangi güzel sözlerle anlatsak, yine de eksik anlatmış olacağız. Bunun için kendisiyle tanışmanızı ve yıllara meydan okuyan o güzelliği görmenizi tavsiye edebiliriz. Bidergi olarak da kendisine sağlıklı yaşamlar diliyor ve bizde kendisini bir kez daha bu sayfalardan selamlarımızı, iyi dileklerimizi iletiyoruz.
1 Bahri Güven, Bir Güzel İnsan Yaşayan Efsane Dr. Rifat Patır, Çorum 2011, s. 43. 2 Bahri Güven, Bir Güzel İnsan Yaşayan Efsane Dr. Rifat Patır, Çorum 2011, s. 45. 3 Bahri Güven, Bir Güzel İnsan Yaşayan Efsane Dr. Rifat Patır, Çorum 2011, s. 8.
|29
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
S
anayi ve turizm potansiyeliyle bölgenin yıldızı olan Çorum’un aynı zamanda bir otomotiv üssü olduğunu biliyor muydunuz?
Bu sayımızda Çorum’un otomotiv sektöründeki yerini mercek altına aldık. Konuyla ilgili olarak Çorum Hâkimiyet Gazetesi OTOPARK Otomobil Sayfası Editörü Recep Mebet’le görüştük. Yerel basında otomotiv sektörünü konu alan özel çalışmalarıyla dikkat çeken Recep Mebet, 6 yıldır düzenlediği OTOPARK Tanıtım Günleri’yle de piyasanın nabzını tutuyor. Otomotivde Cazibe Merkeziyiz Dünyanın önde gelen ve Türkiye’nin en çok satan otomobil markalarının Çorum’da bayilerinin bulunduğunu hatırlatan Mebet, Çorumlu firmaların Amasya, Tokat, Kastamonu, Yozgat, Çankırı, Kırıkkale ve Sinop gibi çevre illerin yanı sıra Samsun ve Sivas gibi büyükşehirlere satış ve servis hizmeti verdiklerini belirtti. 11 seçkin otomobil markasının 100’ü aşkın binek ve ticari araç modelinin Çorum’daki plaza ve showroomlarda görücüye çıktığını anlatan Mebet, sektörün yeni yatırımlarla gelişmeye devam ettiğini kaydetti. Aile şirketlerinden oluşan sektör temsilcilerinin yeni kuşak yöneticilerin liderliğinde kurumsallaşma yolunda emin adımlarla ilerlediklerini ifade ederek, ilerleyen dönemde mevcut yelpazeye yeni firma ve markaların da eklenebileceği değerlendirmesinde de bulundu.
30
|
OTOMOTİV
Çorum’un, Oto Galericiler Sitesi ve Açık Oto Pazarı’yla ikinci el piyasasında da söz sahibi olduğuna işaret ederek, şehrin otomotiv yan sanayisinde de önemli bir konumda olduğunu vurguladı. Sektör Gelecekten Ümitli Çorum otomotiv sektörünün son yıllarda bazı dalgalanmalar da yaşadığına değinen Mebet, özellikle yetkili servis hizmetleri alanında kendini gösteren dalgalanmada sigorta şirketlerinin farklı alternatiflere yönelmesinin etkili olduğunu söyledi. Satış ve servis alanındaki daralmaya rağmen sektör temsilcilerinin gelecekten umutlu olduğunun altını çizerek, hizmet alanlarını yenileyen firmaların müşteri memnuniyetinde yeni başarılara imza atma inancıyla çalıştıklarını gözlemlediğini paylaştı. 2013 yılını büyüyerek geride bırakan otomotiv sektörünün seçimler nedeniyle durgun bir süreçten geçtiğini de sözlerine ekleyerek, ‘hurda teşviği’ ve ‘ÖTV indirimi’ gibi uygulamaların beklentiler arasında yer aldığını ifade etti. Çorum’un otomotiv sektörü açısından cazibesini sürdürmesi için bazı adımlar atılması gerektiğine de işaret eden Mebet, açıklamalarını şöyle sürdürdü: ‘Anadolu Autoshow’ Önerisi “Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD), İstanbul’un yanı sıra Anadolu’nun ileri gelen kentlerinde otomobil fuarları düzenliyor. Bu fuarlara olan ilgi her geçen gün artıyor. Otomotiv sektörünün ülke genelinde gelişiminde anahtar rol oynayan bu fuarlar yerel ekonomiye de çok önemli katkılar sağlıyor. İşte tam bu noktada “Anadolu’da organize edilecek merkezi bir otomotiv fuarına neden Çorum ev sahipliği yapmasın?” sorusu akla geliyor. Hatırlanacağı üzere 2011 yılında TSO Fuar Kompleksi’nde yapılması planlanan ‘Çorum Autoshow’, aslında ‘Anadolu Autoshow’un provası olabilecek bir adımdı. Organizasyon firmasınca son anda iptal edilen Çorum Autoshow, otomotiv sektörünün gerçekleşmeyi bekleyen en büyük hayalleri arasında. TSO yöneticileri başta olmak üzere bu konuda sorumluluk sahibi olan herkes rafa kaldırılan Çorum Autoshow’u, ‘Anadolu Autoshow’ konseptiyle yeniden gündemine almalı. Çorum otomotiv sektörü ve yan sanayi açısından önemli bir çıkış noktası oluşturacak olan Autoshow’un şehrin tanıtımına ve gelişimine de büyük katma değer sağlayacağına inanıyorum. Dünyanın önde gelen otomotiv markalarının bayilerini bağrında bulunduran Çorum, mevcut durumu itibariyle zaten bölgenin cazibe merkezi konumunda. Satış ve servis hizmetlerinde kendini kanıtlayan Çorum, Autoshow organizasyonuyla bu alandaki konumunu daha da sağlamlaştırabileceği gibi Anadolu’daki pek çok mega kenti de gerisinde bırakabilir. Benden söylemesi, Çorum’a ‘Autoshow’ gerçekten çok yakışır. Yerli Otomobil ve Yan Sanayi Ünlü otomobil markalarına yedek parça üreten sanayi kuruluş-
larına sahip olan Çorum’un Türkiye’nin yerli otomobil hayalini gerçeğe dönüştürme konusunda da girişimci potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Nitekim geçtiğimiz yıllarda bu hususta açıklama yapan bazı sanayiciler, fikir ve güç birliğiyle bu hususta adım atılabileceği yönünde görüşlerini dile getirmişlerdi. Gelinen noktada Çorumlu hemşerilerimizin de içinde bulunduğu projelerin varlığını öğrenmek sevindirici, ancak hayata geçecek elektrikli modelin üretimi konusunda gurbetle sıla arasında bir bağlantı kurulması gerektiğine inanıyorum. Son yıllarda şehrimizi ziyaret eden bazı otomotiv markalarının üst düzey yöneticileriyle yaptığım söyleşilerde, Çorum’un otomotiv yan sanayi açısından önemli bir potansiyele sahip olduğu görüşü dile getirildi. Hatta bazı önemli isimler, ‘Anadolu kaplanları arasında yer alan Çorum, Türkiye’nin 2023 vizyonu çerçevesinde otomotiv yan sanayinin kalbi olabilir’ diyerek Çorumlu girişimcilere yol gösterdiler. Tüm bu açıklamalara baktığımda Çorum’un otomotiv sektöründe gerçekten de önemli bir potansiyele sahip olduğunu görüyor ve atılacak adımlarla memleketimizin bu alandaki konumunu daha da güçlendirebileceğine yürekten inanıyorum. Otomotiv sektörü hakkındaki görüşlerimi, bu mecrada dile getirme imkânı sundukları için Bidergi Ailesi’ne ve kıymetli okurlarına teşekkür ediyorum.” Otopark Hakkında Çorum Hâkimiyet Gazetesi’nin haftalık otomobil sayfası OTOPARK, 6 yılı aşkın süredir yayımlanıyor. Hâkimiyet Muhabiri Recep Mebet’in editörlüğünü üstlendiği OTOPARK, yerel basında Çorum’un ilk ve tek otomobil sayfası olarak dikkat çekiyor. 2007 yılı Eylül ayından bu yana her pazartesi okurlarıyla buluşan OTOPARK, içerik ve süreklilik açısından yaygın basındaki pek çok benzerini bile geride bırakıyor. Çorumlu otomobil tutkunlarının vazgeçilmezi olan OTOPARK, otomobil sektöründeki yeniliklerden analizlere, sıfır kilometre ve ikinci el otomobil piyasasından servis hizmetlerine, sürücülerin dikkat etmesi gereken hususlardan araç bakımındaki püf noktalara, trafik kurallarıyla ilgili hatırlatmalardan sürüş tavsiyelerine kadar pek çok bilgiyi okurlarıyla paylaşıyor. Çorum Açık Oto Pazarı’ndan ikinci el otomobil ve ticari araç fiyatlarının da yer aldığı OTOPARK otomobil sayfası, yaz-kış demeden yıl boyunca okurlarını ikinci el piyasası hakkında bilgilendiriyor. Çorum’da otomotiv sektörünün nabzını tutan OTOPARK, ‘Tanıtım Günleri’ etkinlikleri başta olmak üzere pek çok sürprizle Hâkimiyet okurlarıyla buluşmaya devam ediyor. Bidergi Ailesi olarak OTOPARK’ı ilgiyle takip ediyor, yayın hayatında uzun ömürler diliyoruz.
|31
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Yaza doğru kışın alınan fazla kilolar düşündürmeye başlar ve bir zayıflama telaşıdır alır herkesi. Sağlıklı zayıflatacak, dengenizi bozmayacak, doğru bir diyet nasıl olmalı? Diyet deyince pek çok kişinin aklına uzun uzun diyet reçeteleri, sabahları yenen bir kibrit kutusu kadar beyaz peynir, birbiri ardına sıralanan yasak yiyecekler, tartının değişmeyen ibresi ve moral bozukluğu gelebilir. Ancak artık ideal kiloya ulaşmak, onu korumak ve en önemlisi sağlıklı beslenmeyi öğrenmek bu kadar da zor değil. Peki, doğru diyet nedir? Uzmanlar bir diyetisyenin kontrolüyle bilinçli olarak kilo verilmesi gerektiğinin altını çiziyorlar. Tek tip diyetlere ise kesinlikle itibar etmemek gerekiyor. Aslında son zamanlarda ”kişiye özel” diyet kavramı kabul edilmektedir. Çünkü her bedenin alması gereken protein, vitaminler ve karbonhidrat farklıdır.
32
|
SAĞLIK Siz yinede bir uzmandan destek almak için adım atmıyorsanız, Sağlık Bakanlığı’nın önerilerini dikkate alın. - Ağırlığınızı, boy uzunluğunuzun karesine bölün ve bu oranın 20-24.9 olmasına özen gösterin. - Kısa sürede kilo kaybını sağladığı öne sürülen ve pek çok yan etkisi bulunan çeşitli ilaçlar, gerçek kilo kaybı yerine vücuttan sadece su kaybına neden olan diüretik (idrar söktürücü) ilaçlar bilinçsizce kullanılmamalıdır. Sağlıklı ve kalıcı kilo kaybı için, genel sağlık kontrolünden geçtikten sonra diyetisyen tarafından yaş, kilo, boy, fiziksel aktivite düzeyi ve beslenme alışkanlıklarınıza özgü hazırlanan zayıflama diyetleri uygulanmalıdır. - Sağlıklı ve kalıcı ağırlık kaybının haftada en fazla 0.5-1.0 kg olması gerektiği unutulmamalıdır. - Öğünlerinizi atlamayın. Düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketmeye özen gösterin. - Yemeklerde hayvansal yağlar yerine bitkisel sıvı yağları ve zeytinyağını tercih edin. Margarin, kuyruk yağı, içyağı gibi katı yağları kullanmayın. - Yemeklerinizi pişirirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemleri tercih edin, kızartma ve kavurma yöntemlerinden kaçının. - Mevsimine uygun taze sebze ve meyve tüketimini artırın. İmkânlar çerçevesinde günde en az 5 porsiyon sebze veya meyve tüketmeye özen gösterin. - Güvenli besin tüketimi için aldığınız ambalajlı gıdaların etiketlerini mutlaka okuyun, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığından üretim izni almış olmasına dikkat edin. - Yemeklerinizi yerken acele etmeyin, iyice çiğneyin. Unutmayın, tokluk hissi midenizden beyninize yaklaşık 20 dakika içinde ulaşır. - Televizyon seyretmek, kitap okumak gibi başka bir işle meşgul olmak farkında olmadan fazla yemenize neden olabilir. Bu yüzden yemeğinizi tek bir olay olarak algılayın ve keyif alın. - Yemeklerinizi mümkün olduğunca küçük tabaklarda porsiyonlayarak tüketmeye çalışın. - Vücutta oluşan zararlı maddelerin atımı ve bağırsak sağlığı için günde en az 2 litre su tüketin. - Kan şekerini hızla yükseltip düşürmeyen besinleri tercih edin. Basit karbonhidrat olan saf şeker ve şekerli besinler yerine kepekli ekmek, makarna, bulgur pilavı gibi lifli besinleri tüketin. - Haftada en az 3 kez ve 30 dakika süreyle düzenli fiziksel aktivite yapmaya özen gösterin.
|33
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Sayısını tam hatırlamamakla birlikte yaptığımız geziler neticesinde üçüncü pasaportumun bitmesine az kaldı. Madem sürekli pasaport bitiriyoruz maliyetleri düşürelim değil mi? (sakın ciddiye alıp da bu işe girmeyin aç kalırsınız. Kimse para ödemiyor ☺ ) Şakası bir yana eğer bu yazılarımızla sizleri bir an da olsa başka diyarlara taşıyabilirsek, bunun mutluluğu bana ve ekibimize yetecektir.
Haydi, başlayalım o zaman! Hong Kong – Çin
G
özümüzün bebeği memleketimizin onda biri oranında olan Hong Kong 7 milyonluk nüfusu ile bir popülasyon patlaması yapmış. Memleketimiz dedimse Türkiye’yi değil Çorum’u kastettim ☺ 1.100 m2 alanda sıkışmış küçük bir ülkecik olan Hong Kong’un tatil günleri ve hafta sonları nüfusunun 10 milyona dayandığı söyleniyor. Çevre ülkelerden ve şehirlerden insanlar Hong Kong’a gelirler. Ağırlıklı olarak Avustralyalıları ve Avrupalıları gece hayatı için uçaklar ve trenler Çinlileri, Afrikalıları ve bizleri alışveriş için akın akın buraya taşırlar. Bununda haliyle bir sebebi vardır. TAX FREE yani vergisiz olmasıdır. Elektronikte neredeyse yarı yarıya olan fiyat avantajları olsa da aynı şey tekstil için pek söylenemez. Peki, bu başarısının sebebi nedir? Gelin kısaca size bundan bahsedelim. 1842 yılında Çin devleti tarafından bir anlaşma ile İngilizlere teslim edilen (kiralanan) Hong Kong adası bir balıkçılık ve liman şehriydi. Hong Kong anlam olarak Kızıl (kırmızı) Liman anlamına gelmekteymiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonlara gecen Hong Kong 4 yıl Japon yönetiminden sonra
34
|
tekrar 1947 Yılında İngilizlere geçmiş. İste bu geçiş dönemi Hong Kong’un kaderini değiştiren bir el değiştirme olmuş. Hızla yeniden yapılanmalar başlamış. İngiltere’nin burayı uzak doğuda bir ticaret üssü olarak hem Çin’e hem de Japonya’ya alternatif bir hale getirmek istediğini yazıyor kitaplar. Ve başarmışlarda. 1997 yılında muhteşem kutlamalarla anlaşma gereği tekrar Çin’e teslim edilen Hong Kong artık eskisi gibi değildi. Devasa büyük binalar, soldan işleyen trafiği, İngilizce konuşan nüfusuyla, giyimiyle, tarzıyla, hatta fizyolojileri bile değişmiş Hong Konglularla dolu bir şehir vardı artık. Çinliler neyi kutlamıştı pek anlayamadım doğrusu. Bunun sebebini bir gezim esnasında arkadaşımın taksiciye adını sormasıyla ve aldığımız traji komik cevapla iyice belirginleştiğini gördüm. Aşağıdaki konuşma taksiciyle yapılan İngilizce konuşmadır. Taksilerde her şoförün adı ve lisans numarası yazar. Onu okumaya çalışan arkadaşımız sorar: - Adın Ne? - Edward.
GEZİ NOTLARI
- Nasıl Edward. Gerçek adın ne? Çinli adın? - Adım Edward, Ben İngiliz’im! - Ha S… lan Sen hiç aynaya bakmıyor musun? İngiliz’miş… ☺ Sanırım anladınız asimilasyonun neler yapabildiğini ve İngilizlerin neden oynaya zıplaya burayı teslim ettiğini. Çünkü mişşin komplit! Neyse politikayı sonra yaparız artık, biz işimize bakalım. Gelelim bu güzel ve Çin’le sadece yemek kültüründe birleşen özerk bölgeyi dolaşmaya. Hazırsanız çantanıza orada lazım olacak 3 şeyi almanızı, arkanıza yaslanmanızı, emniyet kemerinizi bağlamanızı, koltuklarınızı dik, camlarınızı açık konumda tutmanızı tavsiye ediyorum. Ya da nasıl istiyorsanız öyle yapın. Yaklaşık 10 saatlik bir uçuşla Hong Kong’a varışın ardından uçaktan iner inmez sizi nazik ve kibar Hong Kong’lu görevliler karşılıyor. Gayet temiz ve bakımlı bir hava alanına iniş yapıyorsunuz. Tuvaletler yeterince bakımlı, geniş ve temiz. Umarım Türkiye’deki havaalanlarına da bir örnek olur. Ancak ne yazık ki tuvaletlerde su ile temizlenme olayı yok. Zaman zaman elinde pet şişeli insanlar görürseniz bilin ki Türk ya da Arap’tır. ☺ İlk kez gidenlerden tuvalete girince şu sesleri duyabilirsiniz. Yuh! Ohaaa! Bu ne laann! Hay sizin! ☺ Bu havaalanı deniz üstüne doldurularak yapılmış bir hava alanıymış. Bu yüzden inince bir alt kata iniyor ve metro ile pasaport kontrolüne geçiyorsunuz. Metro ücretsiz. Girişte beyaz bir kâğıda kısaca bazı bilgilerinizi yazmanızı isteyeceklerdir. Önce bu formu doldurun yoksa sıra bekleyip sıranız gelince “where is your immigration paper” sözünü duyup hoppa basa dönebilirsiniz. Nazikçe pasaport kontrolünden geçersiniz ve zaman zaman İngilizceniz varsa muhabbete de takılırsınız. Hemen çıkışta, bagajlarınız sizi beklemektedir. Bagajları aldıktan sonra çıkışta sağ tarafta şehir merkezine gidecek tren biletinizi alabilir ya da biraz ilerde otobüs biletlerinizi alıp Macao ve Çin anakarasına gidebilirsiniz. Hemen karşınızda bir döviz
bürosu bulunmaktadır. Tavsiyem az da olsa para bozdurmanızdır. Çünkü merkezde ki döviz kurları daha iyidir. (Nasıl gitmiş gibi oldunuz mu?) Umarım bir otel rezervasyonunuz vardır. Yoksa bazı arkadaşlar gibi işiniz biraz zor. Hong Kong’a gittiğiniz mevsim çok önemli. Burada kış yok. Çok yağmurlu ve az yağmurlu mevsimler var. Kar mı? Oda ne ki? Bence en güzel mevsim Ocak’tan Mayıs ayına kadar olan zamandır. Sebebi ise daha az nemli ve çok daha az sıcak olmasıdır. Bir de benim gibi çok az olmakla birlikte kilonuz varsa rahatsız olabiliyorsunuz. ☺ Hong Kong merkezi 2 bölgeden oluşmaktadır. Hong Kong adası ve Kowloon. (aslında birçok bölge ve ada var ancak merkezi olan bu ikisi) Sizce şehrin merkezi nerede? Tabii ki Hong Kong’da değil, isminin aksine merkez Kowloon’dadır. Hong Kong adası daha fazla yeni yerleşimler, daha lüks bölgeler, gece hayatı ve etkinliklerin olduğu alandır. Hong Kong’a niye geldik alışveriş için. Öyleyse hadi biraz alışverişe çıkalım ama önce hemen hemen her yerde bulabileceğiniz döviz burasına uğrayıp Hong Kong doları alalım. 1.00 USD 7.65 HKD’dır. Bazı yerler turist avcılığı yapar. 7,1 HKD işlem yapar, gözünüz açık olsun. Acıktığınızı duyar gibiyim, o zaman önce bir Türk restoranına uğrayıp Çin yemeklerine geçiş için çalışmalara başlayalım. Kowloon da hemen her yerde Türk restoranı ve Arap restoranı bulunmaktadır. Lezzetler birebir tutmasa da geçiş süreci için başarılıdırlar. Ama size tavsiyem çok güzel Çin restoranları vardır. Buraları mutlaka denemenizdir. Ayranın diğer tüm içeceklerle yaptığı savaştan nasıl galip çıktığını ve en pahalı içeceklerden biri olduğunu gözünüzle görün ve sakın markette gördüğünün yoğurtları ayran yaparım düşüncesi ile almayın. Şekerli ayran olur mu hiç? ☺ Hadi bakalım karnımızı doyurduk. Biraz da Hong Kong’un tozunu dumana katalım. Toz duman demişken Hong Kong’da gaz yoktur, ocak
|35
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
yoktur, fırın yoktur. Her şey elektrikle pişer. Bizde ki gibi restoranlarda taş fırın ekmeği yaptırayım olayı maalesef yok. Ve dikkat edin restoranlarda tavanlar kapalı değildir. Hiç bir şekilde kaplamalara izin verilmez. Yok, alçı yaptıralım spot yapalım vs yok. Yangın halinde en zor müdahale edilecek yerlerden biride Hong Kong’dur. Sanırım bunun çözümünü böyle bulmuşlar. Çin restoranında yemek yiyin deyince dikkat etmeyin dalın birine yiyin de demedim ona göre. Helal haram kavramı sizin için önemliyse tabi ki. Hadi yedik içtik, Allah bereketini versin. Akalım Hong Kong caddelerine iki pazarlık yapalım. E bir sürü bekleyen var. Herkes ne getirdin, inci boncuk muhabbeti yapacaktır. Hazırlıklarımızı yapalım ekipmanı sıralıyorum: yeterli miktarda para. Hepsi bu. ☺ Kowloon’da her gece kurulan iki tane büyük gece pazarı bulunmaktadır. Temple Street Night Market ve Ledies Market. Burada gece yarılarına kadar sergiler açılır ve her türlü eşyanın kopyası da dahil olmak üzere satılır. Ama inanılmaz pazarlık yeteneğiniz varsa çok komik rakamlara alışveriş yapabilirsiniz. Unutmayın bu pazarlarda acımak yok. ☺ Satıcının ısrarına ısrar ile cevap verip sırtını yere getirin. Unutmayın siz bir Osmanlı torunusunuz güreş de, pazarlık da sizin işiniz. Yıkın şu Çinli’yi (mecazi anlamda sakin gidip birini indirmeyin anında sınır dışı olursunuz). Hedef 4/1 fiyatına alabilmek. Parola “last price my friend” oldu da tuş yapamadınız o zaman sizde son hamlenizi uygulayın. “No! expensive” deyip oradan ayrılın ve arkanızdan “oki oki oki hey oki” sesini duymayı bekleyin. İşte en çok haz aldığım ses budur. Hayırlı olsun istediğiniz fiyata aldınız. Artık her ne aldıysanız. Yasal Olmayan hatırlatma! Aşağıdaki hikâyeyi okumadan bir sonraki bölüme geçmeyin!
Osmanlı’nın son dönemleridir. Bahçesinde ot yolan adam yerde bir bok böceği görür İstemeden de olsa içinden -Hey Allah’ım der her mahlûku yarattın da bu bok böceğini niye yarattın kime ne faydası var? Gel zaman git zaman bizim adam bir hastalığa tutulur her yerinde yaralar oluşur. Hangi tabibe gitti ise çare bulamaz. En son bir Allah dostuna gider ve durumu gören Allah dostu derdin devasını hemen söyleyiverir: -Senin hastalığının tek çaresi b.... böceğinin yuvarladığı tezeği yemendir! Bir süre önce söylediği sözleri hatırlayan adam çaresiz denileni
36
|
yapar ve iyileşir Aradan yıllar geçer bizim adam ihtiyarlamıştır. Hacca gitmek ister ve bir gemiye binerek yola koyulur. Bir süre sonra dalgalar gemiyi savurmaya başlar. Batmak istemeyen ahali bağırarak sağa sola kaçışır, feryatlar yükselir. Bir de bakarlar ki bizim ihtiyar adam sessizce oturmuş etrafı seyretmektedir. Derler ki; -Be adam böyle duracağına bari Allah’a dua ette bizi kurtarsın. -Yok der ihtiyar... Ben Allah’ın işine bir kere karıştım bana böceğinin tezeğini yedirdi. Bir daha da karışmam gemiyi ister batırsın ister çıkartsın. Hong Kong’un Kızılay’ı ya da namı diğer Gazi Caddesi olan Nathan Road’i sizler için gezdim. Burası şehrin merkez caddesi baştan aşağı etrafı renkli hareketli olan cadde. Bu konuda bırakın Gazi Caddesini, Kızılay’a çokça fark atar. Gezerken hep dikkatimi çekmiştir, çok sayıda eczane vardır. Ama içinde ilaç yok denecek kadar azdır. Çünkü adamlar bu işi alternatif tıpla çözme yoluna gitmişler. Olur da giderseniz Hong Kong’a mutlaka girin bir eczaneye. Merak etmeyin İngilizce bilirler. Asıl sorun sizin bilip bilmediğinizdir. Ne yazık ki ülkemiz İngilizce konusunda Hong Kong’un çok çok gerisindedir. Eczanelere girin ve inanılmaz alternatif tıbbın size neler sunduğuna bakın. Aman dikkat edin geyik bilmem nesi eşeğin şurası, kurbağa suyu olmasın içinde ☺ Ama yinede Allah şifaya vesile etsin de tek ne olduğunun ne önemi olur ki. Hikayede ne demek istediğimi anladınız sanırım. Nathan Road’dan aşağı doğru inerken Tsim Sha Tsui’ye geliyorsunuz. “T” ile yazıldığına bakmayın ÇİM Şa! ÇŞUİ diye okunuyor. İste burası Hong Kong’un göbeği. Her şey burada. Yollarda sizin önünüzü kesen Hintli ve Pakistanlılar saat, terzi ve restoranların adresleri olan kartları elinize tutuştururlar. Daha üst katlardaki mağazalarına müşteri çekmeye çalışırlar. Çünkü Hong Kong’da kiralar bildiğiniz cep yakma değil banka hesabı yakan cinstendir. 10 m2’lik bir köhne yerin kirası 5 ile 8,000 dolardan arasındadır. Ana caddeleri hesap edemiyorum artık. Bir arkadaşımızın bu bölgede ofisi arka sokaklarda ve 7. katta olmasına rağmen kirası 2000 Dolar. SONY’in Hong Kong mağazası bir gökdelenin 9. katında. Sony bunu yapıyorsa artık Pakistanlıları çok konuşmaya gerek yok. Ve şehrin en gözde yerinde ne bir Buda tapınağı ne bir kilise var devasa heybetiyle bir İslam kültür merkezi duruyor. Bölgede bizi oldukça sevindiren Hong Kong İslam Kültür Merkezi ve Camii. Cuma ve vakit namazlarında Müslümanlar burada ibadetlerini özgürce yapıyor. Çok hoş bir şey değil mi?
GEZİ NOTLARI Ne diyelim yapanlardan, yaşatanlardan Allah razı olsun. 2012 yılında kurban bayramını Hong Kong’da geçirdim. Sözü geçmişken anlatayım: Bayram namazını burada kıldım ve kim olduğunu tanımadığım bir sürü insanla kucaklaştım ve bayramlaştım. Bu inanılmaz bir duyguydu. Bizi gören yabancılar hayretle bizi izliyorlardı. Bayram vaazını Arapça ve Urduca dinledim. ☺ İkisinden de hiçbir şey anlamamıştım ama hep kafa salladım. Ne diyebilirdi ki farklı olan. Bayram namazları 2 hatta 3 vakitli kılınıyor burada. Geç kaldım korkusu ve hızlıca camiye ulaşma telaşım boşunaymış yani. Saat 10.00’a kadar namaz kılma şansımız varmış. Nasip bir daha ki bayrama artık. Benim gittiğimde çıkışta Türklerle de buluştuk. Hepsi çok iyi insanlar. Birçoğu orada evlenmişler ve çok güzel, hanım hanımcık Çinli, Endonezyalı, Malezyalı yengelerimiz olu vermiş. Cami çıkışında toplanıp ülkemizde önemli İslam âlimlerinden biri olan Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin talebelerine ait olan bir Kur’an kursunda buluştuk. Daha sonra içeriye Türkler gelmeye başladı. Arada bir Pakistanlılarda gelmiyor değildi. Kendilerini Türk olarak gören Pakistanlılar benden daha az yabancılık çekiyordu aslında. Gelenler içinde bir ağabey girdi. Ardında da iki yakışıklı çocuk içeri girdi. Ancak çocuklar biraz farklıydı babası gibi yakışıklı ama gözleri de çekikti. O zaman tanıştım çocuklara selamın aleyküm deyip sofraya oturunca ve ara sıra Türkçe konuşunca, merakım ve sevincim daha da artmıştı. Babalarının “Oğlum Türkiye’den geldi peynir yiyin lan biraz” diye Türkçe çıkışmalarına hiç alışık olmadıkları peyniri, çatalının ucuyla yiyen çocuklar beni bayağı bir güldürmüştü. Ardından kesilen kurbanın eti ile yemekler yapıldı. Hep beraber bayramlaşıp öğlen vaktine kadar sohbet muhabbet edip oradan ayrıldık. Haa yemekler ne mi oldu? Yedikkk ☺ Bu anı hayatımda geçirdiğim en önemli anlardan biriydi. En farklı bayramım oldu. Neyse günümüze dönelim ve sizi Hong Kong’da gezdirmeye devam edeyim. Caminin karşısı, sağı, solu her tarafı binlerce insanın bir yukarı bir aşağı inmesiyle, alışverişlerin pazarlıkların yapılmasıyla dolu. Çok renkli ve ışıl ışıl bir cadde. Hemen 200 mt. aşağıda bir uzay müzesi bulunmakta, bazı NASA aletleri ve imitasyonları sergilenmekte. Müzeden bir süre gittikten sonra yıldızların el izlerinin bulunduğu caddeye geliyorsunuz. Güzel fotoğraflar için iyi bir seçim olacaktır. Unutmadan burayı gezmeye akşama yakın bir vakitte gelinmeli ki saat 20.00’da adaların iki kıyısında karşılıklı ışık ve ses şov başlıyor. Muhteşem bir gösteridir. Kalabalıkta bir yer edinin ve yüksek binalardan bu dansı izleyin. Hemen arkada bulunan metro istasyonu ile gece pazarlarına gi-
dip yazının başında bahsettiğim alışverişleri yapabilirsiniz. Hong Kong’da metro çok iyi dizayn edilmiş. Gittiğiniz yere kadar ödeme yapıyorsunuz. Ve hemen hemen her yere gidiyorsunuz. Deniz altından giden en eski metrolardan biride Kowloon ile Hong Kong adası arasındaki metrodur. Aynen bizim Marmaray gibi. Ya da aynen Marmara, bu metro gibi. İnsanlarda dikkatimi çeken inanılmaz rahatlık ve telefona düşkünlük hat safhada. Özellikle metroda, elinde telefon olmayan birini görmek neredeyse zor. Bir koltukta telefonla ilgilenen kişi sayısı sizce nedir. Ben söyleyeyim 3’te 3 ☺ Hong Kong’da birinin üzerine giderseniz (yürümeyi kastediyorum) hemen sizden cüzamlıymışsınız gibi kaçar ve asla bunun sebebini sormaz. Size bir şey söylemez ve kızmaz. İlginç insanlar vesselam. Türkiye’de kavga, hatta cinayet konusu olan birçok şey orda sıradan ve dikkate alınmayan bir şeydir. Size bir şey yapıldığında tepki göstermenizi de hayretle karşılar ve ilginç ilginç yüzünüze bakarlar. Doğan görünümlü şahinler sizi. (Çinli İngilizler) ☺ Bir dipnot: Hong Kong her ne kadar itici gelse de, insanları kendine çeken ilginç bir cazibesi vardır. Bir gelen bir daha gelir ve bir daha ve bir daha. Sebebi bilinmez ama bir daha gelmek ister. Bu neredeyse 6 yıllık olan deneyimim sonucu elde ettiğim bir gerçek. Hong Kong’a gelecekseniz bu sona hazır olmanızı tavsiye ederim. Aslında düşünüyorum bende mi burada yaşasam. Hayır yani kilo vermek amacıyla… Evet, Hong Kong henüz bitmedi bitecek gibi de görünmüyor. Ama bundan sonraki kısmi hazırladığımız kitabımızda geniş geniş bulabileceksiniz. Bir sonra ki yazımızı şimdiden derlemeye başladık. Bir sonraki gezimiz Çin Halk Cumhuriyeti’nin 100 milyonluk nüfuslu Guangdong Eyaleti’nin başkenti. Tek başına birçok ülkeden hem nüfus hem ekonomik olarak büyük olan fuarlar kenti Guangzhou. Hazırlanın gezi severler! İşte simdi yandınız. Hong Kong’da ki bolluk ve yemek rahatlığı burada ucuzluğa ama zor bulmaya bırakıyor. Sizi gerçek Çin’e götürüyoruz. Bildiğiniz her şeyi unutun, Hong Kong’u Çin zannederek kurduğunuz hayaller varsa üzgünüm. Hong Kong gibi bir şey bekliyorsanız bir daha üzgünüm. Çantanızı hazırlamanızı, emniyet kemerinizi bağlamanızı, koltuklarınızı dik, camlarınızı açık konumda tutmanızı rica ediyorum. Size lazım olan üç şeyi almayı sakin unutmayın ve lütfen bunlar yiyecek olsun. ☺ Kalın selametle…
|37
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Çorum Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek Gençlik Merkezi (NFK), geleceğimizin teminatı olan gençlerimize sahip çıkmaya devam ediyor. Mimari olarak da göz dolduran NFK Gençlik Merkezi, hem eğitim alanındaki kurslarıyla hem de sosyal projeleriyle gençlere sahip çıkıyor. Bizlerde NFK Gençlik Merkezi’nin çalışmalarını, öğrencilere sağladıkları destekleri Necip Fazıl Kısakürek Gençlik Merkezi Müdürü Cihat Nakaş ve Gençlik Merkezi Koordinatörü Muhittin Karakuş’tan dinledik.
NFK Gençlik Merkezi hakkında genel bir bilgi paylaşır mısınız? Çorum Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek Gençlik Merkezi, 2012 yılının yaz döneminde açıldı. Yaz dönemi olduğu için yaz kurslarıyla faaliyete başladık. Yaklaşık iki yıl içerisinde yaz kurslarımızdan 1000 tane öğrencimiz bilgisayar, İngilizce, diksiyon, bağlama, satranç, gitar, keman, mental aritmetik, eğlenceli matematik, hızlı okuma gibi farklı kurs türlerinden faydalandılar. Bunun haricinde 2012-2013 yılı eğitim öğretim döneminde 360, 2013-2014 eğitim-öğretim döneminde 300 olmak üzere toplam 660 öğrencimiz okula yardımcı takviye olarak Türkçe, matematik, fen bilgisi, sosyal bilgiler ve İngilizce derslerinde kurs aldılar. Ayrıca Kadın Kültür ve Sanat Merkezimizle işbirliği içerisinde 60 tane hanım kardeşimize belli bir plan ve program dahilinde açık öğretim kursu verdik.
Öğrencilerin kayıt yaptırmaları için ne gibi şartları sağlamaları gerekiyor? Buradaki öğrencilerimizin temel özellikleri maddi olarak özel eğitim alacak durumda olmayan öğrenciler. Yani temel şartımız maddi durum diyebiliriz. Ayrıca bu öğrencilerin okullarında başarılı olmaları da bizim için önemli bir kriter. Takdir veya teşekkür almış olanlar ya da takdir veya teşekkürü 1-2 puanla kaçırmış olanlar öncelikli hedef kitlemizi oluşturmaktadır. Bu öğrencilerimizden yüz tane 6. sınıf, yüz tane 7. sınıf ve yüz tane de 8. sınıf öğrencisi kurumumuza kayıt yaptırdı.
Bir öğrencinin ödemesi gereken ücret nedir? Öğrencilerimiz ücretsiz bir şekilde eğitim alıyorlar. Çünkü bizler burada sosyal bir belediyecilik çalışması yürütüyoruz.
Kayıt için belli tarihler mi var, yoksa istenilen her zaman kayıt için başvuruluyor mu?
38
|
Kayıt döneminde okullarda duyurularımızı yapıyoruz. Bu duyuru döneminde belirtilen şartları sağlayan öğrenciler kayıt için bizlere başvuruyor. Bizlerde gerekli incelemelerimizden sonra kayıtlarını yapıyoruz.
Eğitim saatleriniz nasıl? Eğitimlerimizi hafta içi ve hafta sonu olarak iki grupta yapıyoruz. Hafta içi çarşamba ve perşembe günleri öğleden sonra, hafta sonları da cumartesi ve pazar günleri tam gün eğitim veriyoruz. Salı ve cuma günlerini ise etüt günleri olarak planladık. Bu günlerde öğrencilerimizin okul ödevlerine yardımcı oluyor ve sosyal faaliyetler yapıyoruz.
Klasik derslerden ziyade sosyal faaliyetlerinizde var değil mi? Öğrencilerin normal hayatta çok fazla sosyalleşecek alanları bulunmuyor. Bizim buradaki eğitimlerimiz sadece klasik derslerle sınırlı kalmıyor. Kütüphaneden oyun salonuna, oyun salonundan sinema salonuna kadar birçok imkânı öğrencilerimize sunuyoruz. Öğrencilerin kendisini geliştirmesi noktasında büyük bir çalışma içerisindeyiz. Öğrencilerin özgüven kazanmaları için salon programları da yapıyoruz. Bunlarla beraber yıl içerisindeki sosyal kurslar, piknikler, şehir içi ve şehir dışı geziler, sinema v.b faaliyetleri de bol miktarda yapıp öğrencilerimizin her yönüyle kendilerini geliştirmelerine katkıda bulunuyoruz.
Çalışmalarınız sadece kayıtlı öğrencilere yönelik mi? Tabi biz çalışmalarımızı sadece kayıtlı öğrencilerimizle sınırlamayarak, dışarıdan gelen öğrencilerle ilgili çalışmalar da yapıyoruz. Lise ve üniversite öğrencilerine üye kartı bastırarak buradaki kütüphaneden, bilgisayar sınıfından, oyun salonundan, şark köşesinden faydalanmalarını sağlayıp onların da sosyalleşmesine katkıda bulunuyoruz. Ayrıca önemli gün ve gecelerde yaptığımız salon programlarıyla 7’den 70’e tüm hemşerilerimize de hizmet veriyoruz.
Kurulduğunuz günden itibaren ortalama kaç kişi bu kurumdan fayda sağladı? Sadece anaokulundan üniversiteye, sivil toplum kuruluşlarından resmi kurumlara, ilçelerimize hatta ve hatta komşu illerimize kadar tam 22 bin öğrencimiz ücretsiz sinema etkinliğinden faydalandılar. Bununla beraber
SOSYAL BELEDİYECİLİK
iki yıl içerisinde yaklaşık olarak 30 bin kişiye hitap eden bir kurum olduk. Özellikle sosyal faaliyetlerimiz bu başarının temelini oluşturdu.
Peki, bir eğitim kurumu olarak öğrencilerinizin başarısı nasıl? Geçen sene 8. sınıflarda başarı oranımız %93’tü. 100 öğrencimizden 93 tanesi tercihli okulları kazandı. Bu da bize yaptığımız çalışmaların aslında ne kadar isabetli olduğunu ispatlıyor.
Dershanelerle ilgili yasa sizi kapsıyor mu? Biz, dershanelerle ilgili yeni yasanın dışındayız. Belediye kanununda belirtilen sosyal belediyecilik çerçevesinde çalışmalarımız yürütüyoruz. Zaten bizler burada motamot bir dershanecilik yapmıyoruz. Belli temel derslerle öğrencilere takviye ders veriyoruz. Bunu Halk Eğitim Kursları gibi de düşünebiliriz. Bizde bu çalışmaları Çorum Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesinde yapıyoruz.
Çorum’un bazı mahallelerinde de bu kurumlar açılacak değil mi? Mimar Sinan Mahallesi, Akkent Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Ulukavak Mahallesinde olmak üzere 4 adet Kadın Kültür Sanat Merkezi ve Gençlik Merkezi yapıldı.
Çorum dışından da burayı görmek için gelenler varmış. Bu konuda bilgi verir misiniz? Gerek ilçelerimizden olsun, gerek komşu illerimizden olsun kurumumuzu gelip ziyaret edenler çok oldu. Böyle bir hizmeti çok takdir etmekle beraber kendi bulundukları yerlere de hemen böyle bir çalışma yapılması gerektiği kanaati ve heyecanıyla adeta fotoğraflar çekerek, teknik bilgi vs. alarak buradan ayrıldılar. Tabi tüm bu çalışmaların mimarı hiç kuşkusuz Sayın Belediye Başkanımız Muzaffer Külcü Beyefendi ve değerli eşleri Hatice Külcü Hanımefendidir. Bizlerde gençlik merkezi çalışanları olarak hem kendi adımıza hem de öğrenci ve velilerimiz adına kendilerine çok çok teşekkür ediyoruz.
|39
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
40
|
Sosyal Medya’nın gücü her gün biraz daha artarken, insanların birbirleriyle olan paylaşımları da aynı doğrultuda artıyor. Peki, bizim liderlerimiz twitter da neler paylaşıyor. Biz sizin için binlerce mesaj arasında küçük bir derleme yaptık.
|41
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
H
ayatımızda kültürel gelişmeyi sağlayan gizil güçlerden biri de tiyatrodur; öyle ki sanatsal yaratıyı en etkin biçimde topluma aktaran bir araç durumundadır. Tiyatro uyarı görevini yaptığı kadar, toplumu ortak komplekslerinden arındırır, onlara gerçek düşünce erkini, özgürlüğünü sağ-
lar. Tiyatro, insana kişilik ve kimlik kazandıran en önemli sanat dallarından biridir. Önceleri büyüklere yönelik bir sanat faaliyeti olarak algılanan tiyatro, daha sonraki süreçlerde yaş farkı gözetmeksizin gelişmeye devam etmiştir. Elbette bunu sağlayan yegane güçte tiyatronun izleyicileriyle var olmasıdır. Bidergi olarak bizde sanatsat ve kültürel gelişmeyi sağlayan bu alanın Çorum’daki gelişimine ve Çorum halkının tiyatroya bakışını Çorum Devlet Tiyatrosu Müdürü İbrahim Yıldız’dan öğrendik. Çorum’un tiyatro konusunda ciddi bir alt yapısının olduğunu belirten İbrahim Yıldız, ayrıca her yıl Çorum tiyatrosuna olan ilginin de arttığını sözlerine ekledi. Şimdi İbrahim Yıldız ile gerçekleştirdiğimiz röportajı ve tiyatro ile ilgili önemli satırbaşlarını sizlerle paylaşıyoruz.
42
|
SANAT
Tiyatro: Hayatımızdan Çıkıyor mu? Çorum Devlet Tiyarosu’nun kuruluşuna dair ve günümüze kadar geçirdiği evreler hakkında kısa bir bilgi paylaşır mısınız? Çorum Devlet Tiyatrosu binası 1964 yılında Çorum Atatürk Lisesi Kültür Tesislerini Koruma ve Lise Onarma Derneği tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. 1964 yılında o zaman ki adıyla “Kültür Salonu” binası inşaatına yetişkin halkın eğitim ve öğretimine yönelik kültürel ve sosyal faaliyetlerde Çorum Lisesi’nin de faydalanması kayıt ve şartıyla başlanmış olup, mali güçlüklerin olması nedeniyle Köy İşleri Bakanlığı tarafından 1966 yılında Halk Eğitim Merkezi olarak tahsis edilmiştir. Daha sonraki süreçte de Çorum Kültür Salonu’ndan çok yönlü faydalanılması amacıyla da Çorum Valisi ve Belediye Başkanı’nın ortak görüşleri doğrultusunda salonun işletilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayı ile 1983 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiştir. 1984 yılında da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan Devlet Tiyatroları’na tahsis edilmiştir. 1984 yılından itibaren de Çorum Devlet Tiyatrosu olarak hizmete başlamıştır. Çorum Devlet Tiyatrosu 1991 yılında da Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiştir.
|43
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Yarınlarımıza En İyi ‘‘Kültürel Miras’’ TİYATRO’dur.
GELiN!
I Z I M I R A L N O L A S M I L A R U D L O D E BiRLiKT Çorum halkının tiyatroya olan bakışı nasıl? Bu açıdan tiyatro kültürümüz var diyebilir miyiz? Çorum olarak kültürel alanlarda ve bazı sanatsal konularda ciddi bir alt yapımız var. Bu alt yapımızın olmasından dolayı da sanat severlere yıllardır bu hizmeti verebiliyoruz. 3 yıl önceki kurban bayramında salonumuz tamamen doldu. Üniversite öğrencilerinin o dönemde şehri terk etmeleri, Çorumlu vatandaşlarımızdan bir kısmının tatile çıkmasına rağmen salonumuzun dolmasının nedeni bu alandaki alt yapımızın yeterli olduğunun bir gösterge-
44
|
si. Lakin bu konuda bizler her zaman daha iyisini yapmamız gerekiyor. Bu kültürümüzü korumak ve geliştirmek için çalışmalar yapmamız gerekiyor. Oyunların sergilendiği günler ve salonun doluluk oranları hakkında da bilgi verir misiniz? Oyunlarımız cuma günü akşam, cumartesi günü de öğlen ve akşam olarak sergileniyor. Salonlarımızın doluluk oranlarıyla ilgilide öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki izleyici oranlarımız her geçen yıl biraz daha artıyor. Bu konuda tiyatromuza gelen herkese teşekkür ederim. Salonumuzun doluluk
SANAT oranlarıyla ilgili de bazı bilgileri paylaşayım. 25 Ekim 2013 tarihinden 22 Mart 2014 tarihine kadar ki doluluk oranımız ortalama %83,54’tür. Ayrıca akşam seanslarını hesapladığımızda bu oran daha yüksek. Çünkü akşam seanslarına gösterilen ilgi maalesef öğlen vakitlerindeki seanslara gösterilmiyor. Çorum halkı hangi tür tiyatrolara daha çok ilgi gösteriyor? Stres hayatımızın bir parçası oldu. Bundan dolayı konu dram olunca doğal olarak salon doluluk oranlarında bu durumun olumsuz etkisini görebiliyoruz. Ama komedi türü olunca salonumuzda bütün koltuklarımız doluyor. Örneğin “Anam bacım avratım”, “Lütfen kızımla evlenir misin?” oyunlarında salonumuz tamamen doldu. İnsanlar gülmek ve günün stresinden uzaklaşmak istiyorlar. Bundan dolayı da komedi oyunlarına olan ilgi daha yüksek. Çorum Devlet Tiyatrosu müdürü olarak halka mesajlarınız var mı? Öncelikle bir konunun altını çizmek istiyorum. Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı okullardaki edebiyat öğretmenlerine büyük iş düşüyor. Öğrencilere tiyatroyu sevdirmeleri, tiyatronun önemini evlatlarımıza anlatmaları gerekiyor. Tiyatro ile ilgili ödevler verilerek bu alana ilginin arttırılması gerekiyor. Bu kültürümüzü ancak bu şekilde ayakta tutabiliriz. Tiyatro alt yapımızı ancak bu şekilde geliştirebilir ve devamlılığını sağlayabiliriz.
tına elini koymalı ve Çorum’a Kültür Merkezini kazandırmalıyız. Devlet Tiyatro Salonu farklı organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor değil mi? Tiyatro salonumuzda Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği korolarının konserleri oluyor. Yine kurum olarak panel, seminer, konferans vb. konularda da salonumuzu halkımızın hizmetine açıyoruz. Sadece tiyatro değil birçok alanda hizmet veriyoruz. Bu çalışmalarda teknik açıdan sıkıntılarla karşılaşmıyor musunuz? Teknik manada bir eksiğimiz yok. Bizim eksik kaldığımız noktada da Çorum Valiliği, Çorum Belediyesi ve Çorum İl Özel İdaresi bizlere destek veriyor. Ses sistemleri ve diğer konularda şartlarımız birçok farklı proje için yeterli seviyede. Son olarak bizlerle neler paylaşmak istersiniz? Bizim bütün gayemiz Çorum’daki tiyatro kültürünü korumak ve tiyatroya olan ilginin artmasını sağlamak. Bu açıdan herkesi tiyatroya davet ediyorum. Tiyatroyu her zaman sahiplenelim ve oyunlarımızda salonlarımızı dolduralım.
Sadece okul döneminde değil her dönemde tiyatroya olan ilgimiz devam etmeli. Burası seyircilerle yaşıyor ve onlara hizmet ediyor. Halkımızdan beklentimiz salonlarımızı her zaman doldurmalarıdır ve bu kültürün yaşatılmasına destek vermeleridir. Ayrıca ilimize Kültür Merkezinin açılmasını istiyoruz. Birçok ilde hatta birçok ilçede bu merkezleri görebiliyoruz. Çorum olarak da bunu yapmalıyız. Bu konuda herkes taşın al-
|45
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
BİR USTA BİR EMEK Hüseyin AVRAR
Sebat Reklamcılık
T
eknolojinin gelişmesiyle beraber birçok sektör büyük değişimler içerisine girdi. İş dünyasındaki bazı sektörlerde bu değişimi her dakika takip etmek ve teknolojiye ayak uydurmak zorunda kaldı. İşte reklamcılıkta bu sektörlerin başında yer alıyor. Günden güne değişen makine parkı, yeni reklam mecraların her geçen gün artması gibi birçok nedenden dolayı Türkiye’deki reklamcıların çok büyük bir kesimi teknolojiyle iç içe girdi.
46
|
REKLAMCILIK
n ü n ü r ö t k e S m a l Çorum Rek “Usta” Çınarı Teknolojinin getirileri elbette yadsınamaz lakin birde bu teknolojiyi takip etmeyen, hala el emeği ile işlerini yürüten, genel bir tabirle “usta”lar, kendi dünyalarında ayakta durmaya çalışıyorlar. Çorum ve reklamcılık denilince de akla ilk gelen “usta”larında başında da Hüseyin Avrar geliyor. Çorum’un ilk reklamcılarından olan 1954 doğumlu Hüseyin Avrar’ın reklamcılık sektörüne başlaması 1968 yılına dayanıyor. O günden bugüne kadar reklamcılıkla uğraşan, ara ara farklı sektörlere yönelse de reklamcılıktan kopamayarak tekrar bu sektöre dönen değerli bir reklamcı ve fırça ustası. Reklamcılığı her zaman severek yaptığını ve reklamcılığın sevilerek yapılabileceğini, bu sevgiden dolayı da bir ömrü reklamcılığa adadığını belirten Hüseyin Avrar, “Ben ömrüm boyunca bu işi yaptım. Ama şunun üstüne basa basa belirtiyorum ki bu işi her zaman severek yaptım. Eskiden reklam işlerimizi fırça ile yapıyorduk. İmkânlarımız bugünlere nazaran daha kısıtlıydı. Her şey el yordamıyla yapılıyordu. Yaptığımız her iş daha değerliydi. Bundan dolayı da işimi bırakamadım. Reklamcılıkta Kazım Acar ve Sadık Alkan benim ilk ustalarım. Bu isimleri de anmadan geçmek istemem.” sözleriyle hem ustalarını yâd etti hem de reklamcılığını neden bırakmadığını anlattı. 1976 yılında Ar Reklam ve 1984 yılında da Sebat Reklam ismiyle Çorum’da önemli işlerinde altına imzasını attığını açıklayan Hüseyin Avrar, “Işıklı tabelayı, serigrafiyi Çorum’a getiren ilk benim. Zafer Çarşısı ilk yapıldığında ışıklı tabelaların %80’ini ben yaptım. Ayrıca şu an Çorum’da hizmet veren bazı önemli reklamcılarında ilk ustası benim. Onlarla da ayrıca gurur duyuyorum.” dedi. “İki tane çocuğum var. Onlar reklamcılık sektöründe çalışmak istemediler ve bende bundan dolayı işlerimi büyütmeyi düşünmedim. Reklamcılığın her zaman yakınlarımla
yapılacağına inandım. Onlarda bu sektörü tercih etmeyince bende gerekli yatırımı yapmak istemedim. Şu anda emekliyim ve bu işi artık hobi olarak yürütüyorum. Asit oyma yapıyor ve küçük reklam işleriyle zamanımı geçiriyorum. Dükkânımı kapatsam dahi yine bu işi yaparım. Çünkü
insan sevdiği işi yapmalı ve bende öyle yaptım, yapmaya da devam ediyorum. Geçmişe baktığımda bu işi yapmakla ilgili asla pişmanlık da duymadım. Az öncede söylediğim gibi ben işimi sevdim. Biz Çorum’da dört beş kişiyle bu işe başladık. Bugün reklamcılığın geldiği noktaları, teknolojinin sağladığı kolaylıkları görüyorsunuz. Biz zor olanı ve ilk olmanın ayrıcalığını her zaman yaşadık. Örneğin fırça ile yaptığım çalışmalardan aldığım zevki asla unutmam.” açıklamalarıyla Hüseyin Avrar, reklamcılığın hem dününe hem bugününe hem de meslek tutkusuna kısaca değindi.
|47
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Y
üzyıllardır hem bilim adamlarının hem de birçok insanın ilgisini çeken bir konu; ikizlik. Aynı karnı paylaşmak ve aynı anda dünyaya gözlerini açmakla başlayıp, sonra çok uzun seneler kimsenin anlayamayacağı kadar özel bir bağ ile bağlanan iki insan... Bu kadar merak uyandıran ikizlerin psikolojisinden, insanların ikizlere olan yaklaşıma kadar birçok konuyu sizler için hem ikiz annesi hem de Psikolog olan Özlem Özbay’la görüştük. Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Klinik Psikolojisi okudum. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Adli Psikoloji Mastırı yaptım. Mastır tezimle Prof. Dr. Mualla Öztürk ”Çocuk Psikolojisi” ödülünü aldım. Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde psikolog olarak çocuk psikiyatrisi bölümünde çalışıyorum. 2008 yılında da Beray ve Beren isimli çocuklarım doğdu ve ikiz annesi oldum. Öncelikle ikiz annesi olarak bizlere neler söylersiniz? Kendinizi bu açıdan şanslı görüyor musunuz? Kendimi çok şanslı hissediyorum diyebilirim. Aslında “şanslı ve zorlu” daha doğru bir tabir olur. Çünkü ikiz ailesi olmak, hamilelik sürecinden başlayarak zorlu bir süreci oluşturuyor. Çünkü doğduklarında tek bebek gibi olmuyorlar. Doğduklarındaki kiloları vb. birçok etken bu sürecin ilk zorluğu oluyor. Ama bu duygu, bu zorlukların üstesinden gelmemize de doğrudan etki ediyor. Ben ikiz annesi olarak 2 yıl mesleğimi yapmadım ve 2 yıl çocuklarıma baktım. Bu önemli süreçte kendimizden fedakârlık yapmamız gerekiyor. İkizler açısından bu durum nasıl? İkiz olmak çocuklar açısından da kolay değil. Çünkü iki çocuk ve tek anne var. İkizlerde diğer çocuklar gibi değil. Çünkü anneyi paylaşmaları gerekiyor. Doğdukları ilk günden itibaren birçok şeyi paylaşmak zorunda kalıyorlar. Bir psikolog olarak ikizler hakkında neler söylersiniz? Anne ve baba olarak çocuklara yetebilmek çok önemli. İkizlere çok doğru ilgi gösterilmeli. İkizlere terazi hassasiyetinde davranmak gerekiyor. Çocuklardan birine ilgi gösterirken bir diğerine bu hissettirilmemeli. Bu konuyu şöyle açıklayabilirim. Bir çocuğa kendiniz bakarken bir diğerine bakıcısı baksın düşüncesi içerisinde olmamalıyız. Bu durum ilerde büyük sorunlara yol açabilir. Her şeyleriyle anne ilgilenmeli ve çocuklarında “annem bize bu kadar yetebiliyor” diye düşünmeleri gerekiyor. Doğru olanda budur. Ben bir psikolog ve ikiz annesi olarak bu konuya her zaman ehemmiyetle yaklaştım ve bakıcı tutmayı hiçbir zaman düşünmedim.
BİR HAYAT
İkizlerle ilgili ailelerin en sık yaptıkları hatalar neler? Örneğin kendi karakterlerini oluşturmaları için nelere önem verilmeli? İki çocuğu tek çocuk gibi büyütmek yapılan hataların en başında yer alıyor. Aynı şeyleri giydirmek, aynı şeyleri yedirmek gibi birçok durumda hatalar zinciri oluşturuluyor. Onlar birbirinden farklı. Bu açıdan da ona göre davranmak gerekiyor. Birinin sevdiği şeyleri bir diğeri sevmeyebilir. Bunu ona zorla dayatmak ikizlere zarar verir. Hem fiziken hem de ruh sağlığına dikkat edilmesi gerekiyor. Onlarda iki ayrı birey ve iki ayrı karakter. Çocuklar istedikleri şeyi yapmalılar. Kendi istedikleri için, sevdikleri için, hoşlandıkları için yapmalılar. Örneğin ikizlerden biri gitarı çalmayı sever ve gitar kursuna gider, bir diğeri tiyatroyu sever ve bu alanda eğitim almak ister. Ayrıca ikizler birbirini her zaman rakip görür. Anne ve baba da bunun farkında olmadan bu rekabeti pekiştirir. Mesela sen kardeşinden daha az yemek yedin gibi söylemler bu rekabeti iyice kızıştırıyor. Bu da ileriki dönemlerde birinin daha çekingen olmasını ve özgüven kaybı yaşamasını tetikler. Çocukların bu durumundan dolayı, ona göre motivasyonlarda bulunmak gerekiyor. İkizlerde denge unsurunu çok önemli. Ailedeki her birey ikizlere, “Ben koşulsuz seviyorum, ikinizi de eşit seviyorum.” yaklaşımında bulunmalılar. İkizler toplumda her zaman ilgi odağı olmuşlardır. Bu konuda insanların dikkat etmesi gerekenler neler? İnsanların en çok dikkat etmesi gereken konu, “Sen daha uzunsun, sen daha kilolusun.” gibi söylemlerde bulunmamalarıdır.
Özlem ÖZBAY Psikolog
Tek yumurta ikizleri birbirine benzemekten çok fazla hoşlanmazlar. Ayrı birer birey olmak isterler. İnsanların bizlere yönelttikleri “Bunları ayırt edebiliyor musunuz?” cümlesi ikizlerin en çok kızdığı şeylerin başında yer alıyor. Ayrıca bu cümle onlara zarar veriyor. Birde ikizlerin birbirleriyle sıkı bir bağları var. Bu konuda aileler nelere dikkat etmeliler? İkizler ilk günden itibaren hep birbiriyle oluyorlar. Aralarındaki bu bağda önemli bir konu. Ailelerin özellikle ilkokulda ikizleri ayrı sınıflara vermeleri doğru bir davranış. Çünkü aralarında bağımlı olduklarından dolayı tek başına sosyal çevreye karışmaları zor oluyor. Bunun içinde öncelikle çocuklar hazırlanmalı. Onları birden bire ayırmakta çok doğru bir davranış değil. Örneğin kreş zamanında ikizlerden biri hasta ise diğeri mutlaka okula gönderilmeli. Bu örnekte olduğu gibi bazen ikizler birbirinden ayrılmalı. Bu sayede çocuklar okul döneminde ayrı sınıflarda okumaya yavaş yavaş alışabiliyorlar.
- Beray ÖZBAY, Beren ÖZBAY
|49
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
II.
Abdülhamid’in Hünkâr yaverliğini yapan, Alaylı bir deniz subayı Yüzbaşı Tahir Bey’in oğlu olan Kemal Tahir (Asıl ismi İsmail Kemalettin Demir’dir) 13 Mart 1910’da İstanbul’da Veznecilerde Sultan Abdulhamid’in babasına hediye ettiği kâgir konakta doğdu. Babası Yıldız Saray’ındaki marangozhanede Sultan’a yardım etmekle görevli idi. Annesi Nuriye Hanım, Kafkasyalı Abhazlardandır. Sarayda Sultan Abdulhamid’in kızı Naile Sultan’ın hizmetinde iken Tahir Bey ile evlendirildi. İmparatorluktaki çalkantılar ve çekişmeler, Saray’a mensup Tahir Bey ailesini de etkiledi. 1908’den sonra idareyi ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, Abdülhamid’e yakınlığından olsa gerek, Yüzbaşı Tahir’i, rütbesini indirerek emekliye ayırdı. Ailenin en büyük oğlu Kemal Tahir işte bu dönemde doğdu. Ancak Balkan Savaşı patlak verince, 1912’de Tahir Bey yeniden silâhaltına alındı, savaş bitince sivil hayata döndüyse de bu uzun sürmedi, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de savaştı, yaralanınca cephe gerisine, Nazilli’ye atandı. Bir süre sonra eşi Nuriye Hanım’la oğulları Kemal Tahir ve Nuri Tahir’i yanına aldırdı. Aile, o savaş yıllarında bir süre Nazilli, Burdur ve Aydın’da kaldı. Birinci Dünya Savaşı bitince İstanbul’a döndüler. Kemal
50
|
Tahir, kardeşi Nuri Tahir’le Kasımpaşa’daki Cezayirli Hasan Paşa Okulu’na kaydoldu. Babaları Tahir Bey ise ailenin geçimini sağlamak için, her sabah erkenden kalkıp, içinde avadanlıkları (alet, edevat) bulunan zembilini (hasırdan örülmüş saplı torba) alarak dülgerliğe gitti. Aile, 1923’te Vezneciler’deki kâgir konağa taşındı, Kemal Tahir de Galatasaray Sultanîsi’ne girdi. Bu arada, eğitiminde ve yetişmesinde büyük payı olan sevimli ve babacan amcası Süleyman Bey’in vefatı Kemal Tahir’i derinden etkiledi. Ancak acılar bununla da bitmedi, anneleri Nuriye Hanım, küçük kardeşleri Ratip Tahir’in doğumunun hemen ardından vereme yakalanıp karlarla kaplı bir günde hayata gözlerini yumdu (1926). Nuriye Hanım, arkasında küçücük bir bebek olan Ratıp Tahir’i, lise öğrencisi olan Kemal Tahir ile Nuri Tahir’i ve kocası Tahir Bey’i aniden bırakıp bu dünyadan göçmüştü. Çaresiz baba, küçük Ratip’i bir süre Nuriye Hanım’ın köyüne bıraktı, sonra onu da yanına alarak Şebinkarahisar’a gitti, ardından da Binnaz Hanım’la evlenip Veznecilerdeki evlerine döndü. Aile dağılmış, annesini yitirmesi Kemal Tahir’i derinden sarsmıştı. Hem bu olay, hem de geçim sıkıntısı nedeniyle genç Kemal Tahir 1930’da, 10. sınıftayken Galatasaray Lisesi’ni terk edip Karaköy Palas’ta bir avukatın yanında çalışmaya başladı. Ancak
aldığı ücret, ailenin geçimine yetmedi, çare olarak bir süre Zonguldak Maden Kömürü İşletmesi’nde ambar memurluğu yapmayı kabul etti, 1932’de İstanbul’a döndü. Son Posta, Vakit, Haber, gazetelerinde röportaj yazarı, düzeltmen, çevirmen olarak çalıştı. Yedigün ve Karikatür dergilerinde sekreterlik, Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan’da yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Kemal Tahir edebiyata İctihat Dergisi’nde çıkan şiirleriyle girdi. 1932’de arkadaşlarıyla beraber yedi sayıdan ibaret “Geçit” adında bir dergi çıkardı. Ses’te çıkan sosyal temalı şiirlerinden sonra şiir yazımına son verdi. Nazım Hikmet, kardeşi Nuri Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan, Emine Alev, Seyfi Tekbilek, Mehmet Ali Kantan, Hüseyin Avni Durugün ve Hamdi Alev (Şamilof) ile beraber yargılandığı “Bahriye Olayı” diye bilinen dava sebebiyle Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce tutuklanarak “askeri isyana teşvik” suçundan 29 Ağustos 1938 tarihinde 15 yıl hapse mahkûm edildi. İki yıl İstanbul Tevkifhanesi’nde (1940), daha sonra da Çankırı (Aralık 1940- Mayıs 1941), Malatya (Mayıs 1941-1944), Çorum (1944-Ekim 1949), Nevsehir (Kasım 1949-Nisan 1950) cezaevlerinde yattı.
EDEBİYAT
Kemal Tahir, altmış üç yıllık hayatının 1938–1950 yılları arasındaki zaman dilimini bir dönem hayranı olduğu Kemalizm hapishanelerinde geçirdi. Marksist suçlamasıyla yaşadığı bu süreci kendisi şu şekilde ifade etmektedir:
“Komünistlik suçundan 15 yıl hapse mahkum edildiğim gün kitaplığımı birisi elden geçirseydi, yüzlerce sağ kitaba karşılık 5-6 sol kitap ya bulurdu, ya bulamazdı!...” demiştir. Yaklaşık 13 yıl ayrı kaldığı İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret Gazetesi’nin İstanbul mümessilliğini yapan Kemal Tahir, iktisadi konularda yazılar yazdı. Kemal Tahir, Semiha Hanım hayatına girmeden evvel bir evlilik yaşamıştır. Kemal Tahir ilk evliliğini, 12 Ağustos 1937 günü Fatma İrfan Akersin ile yapmıştır. Fakat bu evlilik fazla uzun sürmemiş, Kemal Tahir’in hapse girmesi üzerine Fatma İrfan mahkemeye başvurarak “Vatan ve devlet düşmanı bir ideoloji olan komünizmi benimsemiş olması nedeniyle 15 yıl ağır hapse mahkûm olmuş bir kişiyle aile bağını yürütmenin imkânsızlığına” dayalı boşanma hükmü ile 1940 yılında boşanmıştır. Kemal Tahir, Fatma İrfan’dan boşandığı zaman Çankırı cezaevindedir. Daha sonra Kemal Tahir, ikinci evliliğini Semiha Sıdıka Hanım ile yapmıştır. 1950 yılında çıkan aftan faydalanarak cezaevinden çıkan Kemal Tahir, 6-7 Eylül olayları sırasında gözaltına tekrar alınan ve Harbiye Cezaevi’nde 6 ay daha hapis yattı. Daha sonra 14 ay gibi bir süre Aziz Nesin ile birlikte, Düşün Yayınevi’ni yönetti (1957-58). 1960’tan sonra tümüyle edebiyata yönelen ve hayatını romanlarının geliriyle sürdüren Kemal Tahir, bu yıllarda Dost Dergisinin düzenlediği yarışmada “Yılın Romancısı” ödülüne layık görüldü. Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz ile 1968 yılına kadar senaryo çalışmaları yapan Kemal Tahir, 1968 yılında Marksizm’in bir toplum üzerindeki etkilerini yakından görmek amacıyla S.S.C.B’ye gitti ve bir takım gözlemler yaptı. 1970 yılında akciğer ameliyatı geçirdi. 21 Nisan 1973 gecesi gazeteci Mehmet Barlas’ın evine davetliydi. Davetliler arasında İsmail Cem, Afşin Germen ve Mete Tuncay da vardır. Kemal Tahir davetten bir gün önce Halit Refiğ’e kısa bir süre önce kendisi ile uzun bir röportaj yapıp da ancak yirmide birini yayınlayan “Türkiye’de Sol Akımlar” kitabını yazan Çetin Yetkin’in de davetli olduğunu, onu görmek istemediğini ve bu sebeple davete gitmeyeceğini söyler. Halit Refiğ ise “Türkiye’de Sol Akımlar” kita-
|51
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Piraye Hanım Çankırı Cezaevi’nin avlusunda.
bının yazarı Çetin Yetkin değil Mete Tuncay olduğunu, Çetin Yetkin’in kitabının “Soldaki Bölünmeler” başlığını taşıdığını anlatır. Çetin Yetkin’in gelmeyeceğini anlayan Kemal Tahir Mehmet Barlas’ın davetine gider. Fakat ne olursa o gece olur. Mete Tuncay ile tartışmaya giren Kemal Tahir fenalaşır ve o gece geçirdiği kalp krizi sebebi ile İstanbul’da vefat eder. Mezarı Erenköy Sahrayı Cedit Mezarlığı’ndadır. Çorum Cezaevi ve Kemal Tahir’in Düşünce Yapısına Etkisi Kemal Tahir, 1944 Ekim ayından, 9 (10) Ocak 1950’ye kadar Çorum’da kalmıştır. Kemal Tahir’in Çorum cezaevine ilk gelişini birlikte hapis yattığı arkadaşı Celalettin Arif Demirel 27 Nisan 1983 tarihinde Çorum Gazetesinde yayınlanan yazısında şöyle anlatmaktadır:
“Çorum Cezaevinde elini sıkma şerefine eriştiğim insandır Kemal Tahir. Onunla çabuk kaynaştık. İlişkimiz arkadaşlık sınırını aşarak kardeşliğe dönüşüverdi. Etrafına ışık saçan bir meşaleydi o. Malatya Cezaevinden
52
|
sürgün edilmişti Çorum’a. gereksinimlerini temin etme, barınma, çevre edinme çabası içindeydi. 1945 yılında cezaevinde barınma, çevre edinme, namus, şeref ve haysiyeti koruma ne demektir erbabı bilir.” Çorum, Kemal Tahir’in edebî şahsiyetinin oluşumunda Anadolu şehirleri içerisinde çok önemli etkiye sahiptir. Kemal Tahir’in edebî şahsiyetinin temel özelliklerinden olan dili, çok büyük oranda bu yörenin dili kullanış şekli ile şekillenmiştir. Kemal Tahir, Çorum’da diğer şehirlerde olduğu gibi birçok Roman konusu derlemiştir. Çorum yöresini konu alan romanlarında yazarın yazım tekniğindeki farklılık dikkat çekmektedir. Kemal Tahir, bu döneme kadar romanına şahsın dramını esas alırken; bu dönemden itibaren toplumun dramından şahsın dramına gitmeyi tercih etmiştir. Çorum yılları, Kemal Tahir’in Osmanlı tarihiyle gittikçe artan bir şekilde ilgilenmeye başladığı, Osmanlı toplumunu idare eden yasaları kavramaya çalıştığı yıllardır. Yazar, Çorum döneminin sonuna doğru, o yöredeki toplumsal ve ferdî hikâyelerin sunduğu imkânla, tarih
okumalarını birleştirip Anadolu toplumunun kendine mahsus özelliklerini tespit ederek bu konuyu romanlarına taşımıştır. Yazar, Çorum’daki dönemle beraber on yıla yaklaşan mahpusluk hayatından artık iyice bıkar. “Bu mahpusluk, mektep talebeliğinden besbeter. İktidarsızlığımı böyle her fırsatta hissetmekten bıkıp usandım.” diyen Kemal Tahir, aynı mektubunda “Bazen sevgili bir yüz görmek nasıl da ihtiyaç oluveriyor.” diyerek yaşadığı yalnızlığı dile getirir. Yazar, 26.7.1947 tarihli mektubunda, Çorum’daki zor geçen günlerini anlatır ve eşi Semiha’yla şöyle “dertleşir”: Kırk günde iki Roman bitirdim. İkisini de yolladım. Birisine mukabil, iki dolma kalemle bir saat gönderdiler. Dolma kalemler ellişerden yüz lira, saatin fiyatı belli değil. Ben otuz liralık bir şey istemiştim. Şu halde verilen bedel topu topu yüz otuz lira oluyor. Bizde (Romancı) denilen cennet kuşundan daha bedbaht emeği daha değersiz mahlûk yok galiba! Burada bir arkadaşın 15 yaşındaki oğlu harmanlarda gündeliği 3 liradan amelelik ediyor. Bir diğeri, daha küçük bir çocuğa ayda elli liraya, yemek vesair de mal sahibine ait olmak üzere, manda güdüyor. Ben Son Saat gazetesine üç tane Roman yolladım. Birisini beğenip basmadılar. İkincisi 118 tefrika tuttu. Üçüncüsü bugün 70 tefrikayı buldu. Basılan iki Roman arasında bir ay geçtiğini hesaplarsak, 220 günden beri para yollamadılar. Tefrika adedi arttıkça ücreti dört liradan yavaş yavaş iki liraya indirdim. Şimdi dört yüz liraya razıyım. Dört yüz para göndermiyorlar. İki defa mektup yazdım, cevap yok. Üçüncü defa mektupla beraber şimdi basılmakta olan kitabı yollamıştım. Kitabı tefrikaya başladılar, gazete muntazaman geliyor, mektuplar gene cevapsız kaldı…
İki seneden beri şu kitapları yazdım: On Küçük Zenci, Bir Kirpiğin Yarısı, Bir Acayip Aile, Ödeşmek, Maceraya Tutku, Muhallebi Çocuğu, Bir Ge-
Kemal Tahir ve birçok ünlünün mahkûmiyet yaşadıkları Çorum Eski Cezaevinin 1940’lı yıllardaki görünüşü. cenin Beyliği, Gönül Denen Hayvan, Yedek Sevgili. Bu dokuz roman 1850 sayfa tutuyor. Ben iki senede ancak 850 lira kazanabilmişim. Seneliğim 425 liraya gelmiş. Hâlbuki bugünkü gazetede bir yazı okudum. Beş kişilik bir aile ayda dört yüz lira ile geçinemiyormuş. Hâsılı her ay bir Roman yazıp satamazsam, geçinmek imkânsız gibi bir şey. Ne gülünç değil mi şekerim. Amerika’da herhangi bir muharrir senede altı tane küçük hikâye neşrettirebilirse bir senelik ihtiyacını temin edermiş. Ben bunu altı romanla elde etmeye razıyım. Mektuptan
anlaşıldığı
gibi
Ço-
rum’daki günlerinin büyük bir kısmını geçimini temin etmek maksadıyla tefrika roman yazmaya adar ve kendi ifadesiyle, “hafif romanlar” yazmak durumunda kalır. Bir yandan edebî kaygıyla kaleme aldığı romanlar üzerine çalışırken diğer yandan dönemin birçok gazetesine ortalama 20-25 tefrika süren basit ve aşk vakalarına dayanan romanlar gönderir. Bu romanlardan büyük kısmı yayınlanır. Herhangi bir edebî iddiası olmayan bu romanlar, yazarın başka bir yönünü ortaya koyması açısından önem arzetmektedir. Yazar, 29.4.1947 tarihinde yazdığı mektubunda, “...Başımı kaşıyacak vaktim
yok. Üç tane roman yetiştireceğim. Senede beş altı roman yazıp bastırdığım halde gene de geçim sıkıntısı çekmek acayip bir hal. Ama ne yaparsın...” şeklindeki sözleri ile ne kadar çalıştığını ve gerekçesini ifade etmeye çalışır. Kardeşi Nuri Tahir, Kemal Tahir’in Camı Kıran Çocuk isimli romanıyla alakalı bir soruya verdiği cevapta kaydettiği, “Kemal Tahir’in kaleminin dışında bir kazancı yoktu. Geçim kaygısıyla çeşitli yazılar yazıyordu. Camı Kıran Çocuk da daha çok bu nedenle yazılmıştır.” şeklindeki ifadelerle, yazarın Çorum’da ve daha sonraki yıllarda, geçim kaygısıyla romanlar kaleme aldığını gös-
|53
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
terir. Aynı röportajda, Kemal Tahir’in bu tür romanlarından, edebî hiçbir değeri bulunmadığı için, “hiç söz etmediğini” belirtir. Çorum’da kaldığı yıllar Kemal Tahir’in en çok tefrika roman yayınladığı dönemdir. Yazar, Malatya’da daha ziyade edebî kaygıyla kaleme aldığı romanlarla uğraşırken Çorum’da çektiği ekonomik sıkıntılar sebebiyle, vaktinin çoğunu, kolayca yazılan tefrika romanlara ayırır. Bununla beraber burada kaldığı yaklaşık beş yıllık dönem, yazara dört romanlık malzeme kazandırır. Diğer şehirlerde geçen romanlarda yazar, Murat isimli karakter vasıtasıyla doğrudan yer alırken Çorum yöresini konu alan romanlarında, yer almaz. Yazar, Çorum’da geçen Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal ve Rahmet Yolları Kesti romanlarında Tanzimat’tan başlayarak 1930’ların Türkiye’sine kadar ki yaklaşık 100 yıllık toplumsal tarihi konu alır. Bu toplumsal tarihte, Anadolu insanına hususiyetlerini kazandıran tarihsel kimliği bulmaya çalışır. Yazarın romanlarındaki bu tema değişikliği, yaşadığı fikrî değişimle ilgilidir. Kemal Tahir, 1940’ların sonuna doğru, Osmanlı tarihine yerli kaynaklardan bakmaya çalışır. Anadolu insanının özeliklerini tarihte arar. Yazarın bu tavrı, bir tür belgesel Roman oluşturma hedefinden kaynaklanmaktadır. Bu hedefin kaynağı, gençlik yıllarında okuduğu Fransız romanında, özellikle de Balzac’da aranmalıdır. Çorum’da bir yandan geçimini temin için durmadan roman yazan Kemal Tahir, bir yandan da hakkında yazılan yazılarla ve açılan davlarla uğraşmak durumunda kalır. 1948’lerin sonlarında Kemal Tahir hakkında üç dava açılır: “Malum ya, üç tane dava açıldı hakkımda... İşe yeni başlamışız gibi, on küsur seneden sonra tekrar mahkemelerde sürtüyoruz. Mamafih hiçbiri ciddi şeyler değil. Birtakım saçma, pis iftiralar... Mahpusları soymak isteyen birkaç haydudun marifetleri... Komünist propa-
54
|
gandası, Reisicumhur’a hakaret. Şu malum moda şeyler.” Cümleleriyle bu davalar hakkında bilgi veren yazar, 22.2.1949 tarihli mektubunda, bu davaların aleyhine sonuçlandığını ve “Komünist propaganda yapmaktan” dört aya mahkûm olduğunu belirtir. Bu mahkûmiyeti kabul etmeyen yazar, yaşadığı hapishane ortamını anlatan şu sözlerle durumunu ortaya koymaya çalışır: “... Dava iftiradan ibaretti. İftira edenler sicilli şerirler idiler. Çorum Cezaevinde 300 kişinin önünde çete teşkil edip mahpusları soymaya, çocukların ırzına geçmeye teşebbüs ettiler. Başgardiyanları yaraladılar, müdüre hücum ettiler... Kapatıldıkları yerden gizlice valiye istida gönderip Nuri’yi ve beni şikâyet ettiler. Nuri Tahir beraat etti. Ben dört ay ceza yedim.” Kemal Tahir, bu cezasını, 1950’de çıkan aftan sonra çeker. Yazar, 1950’deki genel afla eski cezasından kurtulurken bu ceza sebebiyle hemen çıkamaz ve aynı yılın Temmuz ayının sonuna kadar bu cezasını çeker. Kemal Tahir Çorum’dayken 1947’nin yazında, o yıllarda Cemal Kutay’ın çıkardığı Millet dergisinde aleyhinde çıkan yazılarla ilgili şikâyette bulunur ve bu dergiyle davalı hale gelir. 7.7.1947 tarihinde yazdığı mektubunda “Millet diye bir mecmua çıkıyor, bu mecmuanın son sayılarında bizim davayı mevzu bahsederek bize topyekûn hakaret ediyorlar. Okuyunca kan tepeme sıçradı. Bir hakaret davası açtım.” ifadeleriyle, Türk aydınlarının kendini, dokuz sene sonra bu şekilde hatırlanmalarını şaşırtıcı bulur. 17.11.1947 tarihli mektubunda yazar, bu davanın sona erdiğini, mahkemenin hakarete hükmettiğini, bunun sonucu olarak Cemal Kutay’ın altı ay hapse, iki yüz lira cezayı nakdiye ye ve yüz lira tazminata mahkûm edildiğini belirtir. Uzun yıllar hapishanede kalması, muhatap olduğu şartlar yazarı psikolojik olarak etkiler. 15.2.1949 tarihli mektubunda eşi Semiha’ya, “Rahat
yüzü gösteremediği için erkekliğinden utandığını” ifade eder. Başka bir mektubunda ise hayal etmekten büyük zevk aldığını, ama gerçekleşmediğinde kendini avuttuğunu belirtir. 22.2.1949 tarihli mektubunda ise, yaşadığı sıkıntıların kendini ne kadar etkilediğini şu ifadelerle dile getirir: “Ben son senelere gelinceye kadar, neşeli adamdım, sevgili Semiha, her şeye rağmen neşemi kaybetmez, dostlara yazdığım mektuplarda onlara keyifli şeyler söylerdim. Yoksulluk bu tabiatımı bozuyor galiba... Şimdi ne kadar cehd edersem edeyim neşeli yazamıyorum. Bu da
önemli bilgiler vermektedir. Kutsal, buraya tutuklu getirdiklerinde cezaevinde Kemal Tahir’in yattığını duyunca görevlilerden rica ederek tanışır. Kutsal’ın Çorumlu olduğunu öğrenen Kemal Tahir “Delikanlı bana okumam için kitaplar getir” diyerek ricada bulunur. Hüseyin Kutsal kızına bahsettiği bu anıda özellikle Mayk Hammer türü ve tarihçi Feridun Fazıl Tülbentçi’nin kitaplarından Kemal Tahir’e götürdüğünü ve hediye ettiğini aktarmıştır. Çorum’da Kemal Tahir ile ilgilenen önemli kişilerden biriside “Kırışın İsmail”dir. Bu kişi tuğla ocağı işletmektedir. Ayrıca sosyalist fikirler taşımasıyla da bilinmektedir. Kentte (Çorum’da) Kemal Tahir’e Komünist Rusya’dan para geldiği, Kemal Tahir’in bu paraların bir kısmını “Kırışın İsmail”e verdiği söylentisi İsmail ustayı çok üzer. İhtimal bu kitapların temininde İsmail ustanın da rolü vardır.
bana dehşetli zor geliyor.” Kemal Tahir, Çorum’da bulunduğu dönemin son yıllarında tarihle ilgili okumalarını artırmış ve bu okumalardan elde ettiği malzeme ile tarihî roman yazma hevesine kapılmıştır. Çorum Cezaevinde iken Anadolu insanı ile münasebetleri sebebiyle Osmanlı tarihine yönelik klasik eserleri gözden geçirmesine ve yoğun bir Osmanlı araştırmacılığına girişmiştir. Bu okuma yoğunluğundaki dönemlere Çorum Cezaevine Yozgat’tan tutuklu getiren jandarmalardan birisi olan Hüseyin Kutsal’ın anıları bize
Eşi Semiha’ya 25.11.1949 tarihinde yazdığı ve Çorum’dan yazılan son mektuplardan biri olan mektubunda, “…tarihlerden not almaya devam ediyorum. Tarihî Romana başlamaya öyle bir iştahım var ki (ağzım sulanıyor) desem yeridir. Halbuki Evliya Çelebi’den sonra Peçevî Tarihi’ni daha sonra Naima’yı gözden geçirmek lazım. Notlar şimdiden 250 sayfayı buldu.” Şeklindeki ifadeleriyle tarihle ilgili okuma planını dile getirir. Kemal Tahir, bir araştırmacı kimliğiyle Osmanlı tarihinin temel kaynaklarını okuduktan sonra bu bilgi birikimini roman kurgusu içinde okura sunmayı düşünür. Romanın okur üzerindeki etkisinden yararlanmak isteyen yazar, okuru, tarih üzerinde düşündürmeyi, tarihle ilgili genel geçer hükümler hususunda şüpheye düşürmeyi amaçlar. Sokrates’in “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez.” mantığıyla hareket etmektedir. Aziz Nesin’in aktardığı bir anekdot, Kemal Tahir’in şüpheci kişiliğinin en bariz göstergesidir: Kemal Tahir, ‘Evinin kapı numarasından bile şüphe
edeceksin. Değiştirdiler mi, duruyor mu, diye… Çıkıp kapıya bakacaksın, kendi kapının numarasını öğrenmek için” demektedir. Yazar, bu sözleriyle, şüpheci tarafını en açık ifadeyle ortaya koymaktadır. Verili olan her şeyi sorgulamayı esas alan bu tavır, kelimenin felsefî anlamı içerisinde tam bir entelektüel tavrıdır. Kemal Tahir, kendine ve çağdaşı olan diğer Türk aydınlarına “gerçek” olarak sunulan hemen her şeyin sorgulanması gerektiğini belirtir. Bu değerlendirmede, “kendi evine ait bir unsuru bile” sorgulamaya tabi tutması, yazarın sorgulanacak konulardaki aşırı hassasiyetini ortaya koymaktadır. Buradaki evi, Türk aydınının mensup olduğu ve içinde kendine mahsus bir dünya kurduğu bakış açısı, ideoloji olarak okumak mümkündür. Yol Ayrımı Romanında, Notları’nda da sıklıkla tekrarladığı, “Biraz kuşkulansak çok şeyler düzelecek…” tespitini yapar. İşte Kemal Tahir’in tarihe yönelimini ve tarihe farklı bakma gayretini bu zeminde değerlendirmek, anlamak mümkündür. Kemal Tahir, Çorum’da, iç derinliğine vardığı Anadolu insanının gerçeğinin sayesinde, daha önce zihninde şekillendirdiği Anadolu insanı-Türk toplumu “gerçeklerini” sorgulamaya başlayarak Marksizm’in bakış açısı içerisinden yeni bir yaklaşım ortaya koyar. Kemal Tahir, Marks’ın teorileri ışığında ve eleştirel aklın rehberliğinde giriştiği tarih okumalarını ve mensup olduğu toplumu anlama gayretlerini hayatı boyunca Marksizm’in içerisinden telif etmeye çalışır. Hatta zaman zaman Marksizm’i de eleştirerek özgün bir bakış açısı oluşturmak ister. Bütün bu hususlardan dolayı Çorum’un hem dil ve üslup olarak hem de düşünce dünyası olarak Kemal Tahir üzerinde en büyük etkiyi yapan yer ve dönem olduğunu ifade etmek mümkündür.
|55
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
Çorum sosyal faaliyetler açısından her geçen gün büyürken, hem sosyal faaliyet alanında hem de iş olanağı sağlayan branşlarda alt yapılarını, hem özel teşebbüsle hem de kamu boyutuyla arttırıyor. Son dönemde Çorum'da ivmesi artan ve farklı bir spor dalı olan SCUBA (normal hava) tüplü dalış da az önce bahsettiğimiz branşlardan biri. Hem sosyal bir faaliyet hem de iş imkânı sağlayan bir spor türü olan tüplü dalmayı bu konunun uzmanı ve aynı zamanda da eğitmeni olan Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Çorum İl Temsilcisi Sedat Mesci ile yaptığımız röportajla öğrendik. Denizi olmayan bir şehirde balık adam olmanın ayrıcalıklarına değinen Sedat Mesci, aynı zamanda bu işin püf noktalarından da bahsederek, bizleri bilgilendirdi. Sedat Bey, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Deniz Kuvvetleri’nde 24 yıl SAS (Sualtı Savunma) timlerinde balık adam olarak görev yaptım. Zorlu geçen görev hayatımda sayısız kritik görevlerde bulundum. İcra etmiş olduğum görevlerde birçok kez hayati tehlikeler atlattım ve hayat kurtarılmasına vesile oldum. Emekli olduktan sonra 18 yaşımda ayrıldığım memleketim olan Çorum’a yerleştim. Burada da 24 yılda biriktirdiğim bilgimi, tecrübemi gençlere aktarmak için çalışmalara başladım. Çorum’da da 4 yıldır sualtı sporları eğitimlerine devam ediyorum. Sualtı sporları faaliyetleriniz hakkında kısa bir bilgi paylaşır mısınız? İlk önce su altı sporlarının scuba( normal hava) tüplü dalış eğitimleri ile başlattığımız faaliyetlerimize yüzme bilmeyen fakat bu spora ilgi duyan arkadaşlarımızın taleplerinin artması nedeni ile her yaş grubunda yüzme öğretme faaliyetlerimiz ile devam etmekteyiz. Yüzme bilmeyenlere öncelikle ön yüzme antrenmanları yaptırılmakta daha sonrasında maske, şnorkel ve paletli yüzme ve serbest dalış eğitimleri yaptırılmaktadır. Daha sonrasında 3 aşamalı (Teorik eğitim, havuz dalışları ve deniz derin su dalışları ) dalış kursları açılarak eğitimlerini tamamlayan sporculara CMAS (Uluslararası Sualtı Sporları Federasyonu) ve TSSF (Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu) onaylı belge verilmektedir. Ayrıca ilimizde talep oluş-
ması durumunda Cankurtaran kursları da açtırılmaktadır.
turabilecek alt yapı zemini hazırlanmaya başlamıştır.
İlimizdeki dalış ve sualtı sporları faaliyetlerinizin son durumu hakkında bilgi verir misiniz?
İlimizde sualtı sporları yeterli alt yapısı olmaması ve gerekli sponsor desteği bulunamaması nedeniyle bu branştaki çalışmalarımız çok az sporcu ile gerekenden daha yavaş hızda ilerlemektedir.
Yaklaşık 3 yıl önce 0 sporcu ve 0 malzeme ile başlattığımız sualtı sporları faaliyetinde geldiğimiz noktada 74 sporcuya havuz SCUBA (normal hava) Dalış eğitimleri verilmiştir. Deniz derin su dalışlarını tamamlayan - 27 sporcu 1 Yıldız Balıkadam Brövesi, - 11 Sporcu 2 Yıldız Balıkadam Brövesi, - 1 Sporcu 3 Yıldız Balıkadam (Asistan balıkadam) Brövesi, (Belge alanların 8 kişisi AFAD Müdürlüğü personelidir.) Seviyesine ulaşmışlardır. İlimizde açılan cankurtaran kurslarında 8 sporcu cankurtaran belgesi almaya hak kazanmışlardır. 2012 yılı sonlarında Scuba (Normal Hava) dalışlarına katılan sporcular ile birlikte sualtı sporlarının Çorum Olimpik Yüzme Havuzunda yapılabilecek sualtı hokeyi, paletli su üstü yüzme ve statik apnea gibi diğer sualtı sporları branşlarında amatörce çalışmalara başlanmış olup 2013 Aralık ayı ortasında ilimizde ilk paletli su üstü yarışmaları yapılarak, Çorum sualtı sporları takımı oluş-
Alt yapısı kısmen oluşan sualtı sporlarına katılımı artırmak, ilimizde en az 2 takım sualtı hokeyi ve paletli yüzme takımı oluşturabilmek maksadıyla sualtı sporları branşının güçlü bir yapı içerisinde desteklenmesi, bu spora katılım için teşvik edilmesi, bu spor branşının ilimize kazandırılabilmesi amacı ile önem arz etmektedir. Bilmeyenler için bu yıldızların ne anlama geldiğini açıklar mısınız? Dalış yapmayı öğrenmek çok zor bir eğitim değildir. Basit ama çok önemli kuralları vardır. Yalnız dalmamak, yorgun dalmamak, malzemeleri iyi tanımak ve kullanmayı iyi bilmek, tecrübeli eğitimcilerden ders almak gibi eğitimlerdir. Dalış sporu dünyanın en güzel doğa sporlarından biridir. İmkânı olan her birey bu tür sporlara zaman ayırmalıdır. Dalış eğitimlerimizin 3 aşamadan oluştuğunu belirtmiştik.. İlk iki aşaması olan teorik eğitim ve havuz dalışları ilimiz olimpik havuzunda gerçekleştirilmektedir. Havuz dalışlarında sporcuların sualtında başlarına gelebilecek ve dikkat etmesi gereken eğitimler tatbik edilmekte ve tecrübe kazanmaları sağlanmaktadır. Son aşama
deniz dalışı aşamasıdır. Deniz dalışlarını tamamlayan sporcular belge almaya hak kazanmaktadır. Dalış seviyeleri sırası ile şöyledir. 1 yıldız dalıcı -deniz dalış derinliği maksimum 18 metredir-, 2 yıldız dalıcı -deniz dalış derinliği maksimum 30 metredir-, 3 yıldız Asistan dalıcı -deniz dalış derinliği maksimum 35 metredir-. Daha sonraki aşamalar uzman ve eğitmen dalıcı aşamalarıdır. Ayrıca bir yıldızdan da iki yıldıza geçmek için en az 20 dalış yapılması gerekmektedir. Çorum’da dalışa ilgi nasıl? Çorum’da bu faaliyete ilk başladığımızda dalış ve sualtı sporları ilgili bir yadırgama söz konusuydu. Ama bize zoru hemen başarmayı, imkânsızın ise biraz zaman gerektiği öğretildi. Bu yüzden inancımı hiç kaybetmedim. Çünkü benim gibi yüzme bilmeden Çorum’dan çıkan birisi sualtı savunma timlerinde görev alabiliyorsa ilimizden bu sporun alt yapısını almış olan gençlerimiz daha iyi hedeflere ulaşabileceğini düşünüyorum. Bizim su sporlarında dünya klasmanında başarılı olamamamızın nedeninin bu spor branşlarında Anadolu şehirlerinde gerekli alt yapının olmaması veya bu tür sporların gereksiz görülerek gerekli sponsor desteği bulamamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Sualtı sporlarında özellikle Ankara (ODTÜ SAS Kulübü), Gaziantep ve Çanakkale illeri sayesinde dünya klasmanında önemli başarılar elde etmekteyiz. Dikkat edilirse saymış olduğumuz illerden ikisi Çorum gibi denizi olmayan illerdir. Gençlik Spor İl Müdürlüğümüze bağlı Olimpik Yüzme Havuzumuz ilimiz ve bu tür sporlara ilgi duyan sporcu adaylarımız için çok büyük bir nimettir. Gençlik Spor İl Müdürümüz Sayın Haşim Eğer de tesislerin kullanımı ile ilgili bize her zaman destek vermektedir. Zorlandığımız nokta bu branşın malzemelerinin pahalı olması, sponsor desteğimizin bulunmaması nedeni ile istediğimiz hızda ilerleme sağlayamamaktayız. Dalışla ilgili yaptığınız faaliyetleriniz var mı, yoksa havuz eğitimi ile sınırlı mı kalıyorsunuz? Havuz dalışlarını tamamlayan sporcularımızı ülke-
mizin en güzel dalış noktalarının bulunduğu Kaş, Kemer, Side, Marmaris, Fethiye, vb. beldelerimize götürerek hayatlarında hiç tatmadıkları bir tatil fırsatı ile deniz derin su dalışlarını tamamlıyoruz. Havuzda gerçekleştirilen eğitimler, deniz dalışı için yeterli mi? Öncelikle yeni başlayanlar için dalışı havuzda öğrenmek denize göre daha emniyetlidir. Denizlerde derinliklerin farklı olması nedeni ile bu spora yeni başlayanlar için bazı eğitimlerin yapılabilmesi biraz daha zor olmaktadır. Havuz dalışlarında derinlik sabit olduğundan sporculara daha emniyetli eğitim verilebilmektedir. Bu eğitimler; maske tahliyesi, denge yeleğinin kullanılması, badilerin (sualtındaki eşimiz) bir birine hava desteği vermesi, kulak eşitleme, serbest çıkış, v.b. eğitimlerdir. Havuz dalışında bu eğitimleri yapan sporcular deniz dalışlarını daha zevkli hale getirmektedirler. Birazda pahalı bir spor değil mi? Malzemelerinin çeşitliliği ve kaliteli olması zorunluluğu nedeni ile ilimizde bu sporların malzeme alt yapısının yetersiz olması nedeni ile dalış kursu açtığımızda malzemeleri il dışından getirmek zorunda kalmaktayız. Kursların bu şekilde açılması da maliyetlere olumsuz etkisi olmaktadır. Ama ilimizde dalış sporuna ilginin arması ile bu spora gönül veren sporcularımız kendi malzemelerini tamamlamaya çalışmaları ile malzeme alt yapısı yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Türkiye Sualtı Sporları Federasyonumuzun göndermiş olduğu 4 mono palet ve 4 kişilik sualtı hokey malzemesi ile takım oluşturma çabalarına başlamış bulunmaktayız. Son olarak bizlerle neler paylaşmak istersiniz? Ben, halk olarak sosyal ve sportif faaliyetlerin toplumumuzun her kesimi tarafından öneminin yeterince anlaşılamadığını ve gerekli desteğin gösterilemediğini düşünüyorum. Özellikle ailelerin (bu bilinçte olan aileler hariç) en değerli varlıkları olan çocuklarının bu tür faaliyetler ile kişilik gelişimlerine katacağı olumlu katkıların öneminin farkında olmadıklarını düşünüyorum. Çünkü ülkemizin genç nüfus sayısı ile dünya klasmanındaki sportif ve sosyal alandaki başarılarımız kıyas-
landığı takdirde başarılarımızın oldukça yetersiz olduğunu görmekteyiz. Oysa ki bizden çok daha küçük ülkelerin sportif ve sosyal alt yapıya önem vermelerinden dolayı daha sosyal bir nesil ile sosyal ve sportif faaliyetlerde daha başarılı olduklarını görmekteyiz. Bana göre bizler topluma faydalı sağlam bir nesil yetiştirmek için bütün illerimize, kazalarımıza, mümkün olduğu kadar okullarımıza yüzme havuzları, spor salonları, kültürel faaliyetlerin yapıldığı tesisler yapmalıyız, bu tesislerin başlarında ehil yöneticiler bulundurmalıyız, bu tür faaliyetler ile ilgili projeler üretilmesini teşvik etmeliyiz. Özellikle günümüzün teknoloji çağı olduğu göz önünde bulundurulduğunda gençlerimiz en değerli ve en enerjik zamanlarını teknolojik cihazlar ile verimsizce geçirmektedirler. Bu yüzden günümüzde sportif ve kültürel faaliyetlere yönelim daha da önem kazanmaktadır. Gençlerimizin üniversite öncesi öğretim, eğitim, sosyal ve kültürel edinimleri ve birikimleri hayata tutunmalarında ve topluma kazandırılmalarındaki en önemli zaman dilimidir. Bizler sportif alandaki eğitimciler olarak almış olduğumuz sorumluluğumuzun öneminin farkındayız. Amacımız kendi faaliyet alanlarımız ile ilgili topluma faydalı bireyler ve eğitimciler yetiştirmek, dalış ve sualtı sporları bıranşlarında sporcular yetiştirmek arzusu içerisindeyiz. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı, Afet Müdürlükleri, v.b. kurumlarımızda istihdam edilmek üzere dalıcılar yetiştirmek arzusu içerisindeyiz. Son olarak tesislerin kullanımı ile bize kolaylık sağlayan ve çalışmalarımıza destek veren Gençlik Spor İl Müdürümüz Sayın Haşim Eğer’ e, ilimizde sualtı sporları branşını bünyesinde açarak sualtı sporlarındaki faaliyetlerimize destek veren Altın Hamle Gençlik Spor Kulübü Başkanı Sayın Mesut Çetinoğlu’na, ilimizdeki sualtı sporları branşının oluşmasında büyük emeği olan asistanım 3 yıldız balıkadam Fatih Ceylan kardeşime, yapmış olduğumuz faaliyetlere gösterdiğiniz ilgiden dolayı Bidergi yöneticileri ve ailesine, desteklerinizden dolayı teşekkür ediyorum.
Günümüzde iş sağlığı ve güvenliği konusunun önemi her geçen gün artıyor. Özellikle de Soma’ da yaşanan maden faciasından sonra konunun ne kadar ciddi olduğu fark edildi. Lakin birçok işverenimizin ve çalışanımızın bu konuda yeteri kadar bilgiye sahip olmadığı anlaşıldı. İş kazaları ve meslek hastalıklarının önüne geçmek için kanunda yer alan bilgiler ışığında, Çorum Hitit OSGB Kurucu Yöneticisi Atilla Merzifonlu, Sorumlu Müdür A Sınıfı İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı Cengizhan Lek ve İş Yeri Hekimi Dr. İsmail Özkaraoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Öncelikle İş Sağlığı ve Güvenliği nedir? Bu konuda bizi bilgilendirir misiniz?
rekli malzemeleri içerisinde muhafaza etmek, dönemsel kontrol etmek.
İşyerinde işin yürütülmesi sırasında çeşitli nedenlerden kaynaklanan sağlığa zarar verebilecek koşullardan korunmak amacıyla yapılan sistemli ve bilimsel çalışmalar bütünü İş Sağlığı ve Güvenliği olarak tanımlanabilmektedir.
Gibi basit ve uygulanabilecek önlemler bizleri iş kazalarının oluşmasından büyük oranda koruyacaktır.
Bu çalışmalara işletmemizde basit bir iki önlem alarak başlayabiliriz aslında. Örneğin; • Kullandığımız elektrik tesisatının bakımlarını yaptırmak, topraklama tesisatının kontrollerini yaptırmak. • Elektrik kabloları, aydınlatma sistemi, ara kablolar vb oluşan ek ve hasarların uygun şekilde onarımlarını sağlamak. • Kullandığımız makinelerin koruyucu aksamlarını “bununla iş yapılamıyor” diye çıkartmak yerine adı gereği bizleri koruyan koruyucuları ile kullanmak. • Periyodik bakımlarını aksatmamak. • Kaldırma ekipmanları vinç, forklift vb ekipmanın düzenli bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak. • Islak ve kaygan zeminlerde düşmeye karşı gerekli önlemleri almak, korkulukları sağlam ve en az 120-130 seviyelerinde yapmak. • İlk yardım dolabı oluşturmak ve ge-
Yapılan araştırmalarda iş kazalarının % 50 si’nin kolaylıkla önlenebilecek kazalar olduğu, % 48 inin sistemli bir çalışma ile önlenebileceği, % 2 sinin ise öngörülemeyeceğini ortaya çıkmıştır. Bu da bizlere iş kazalarının % 98 önlenebileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Önlemek ödemekten ucuzdur mantığı ile hareket ederek işyerlerinde tehlike kaynaklarını ortaya çıkartıp bunlardan oluşabilecek riskleri kontrol altına alabilirsek, olabilecek kazaları azaltmış ve tehlikeli ortamları ortadan kaldırmış oluruz. Böylece iş güvenliğinde birinci amaç olan çalışanın sağlığının korunması sağlanmış olur. İş Sağlığı ve Güvenliği konusu neden bu kadar önemli? İşverenler neden bu hizmeti almak zorunda? Şu anda Türkiye ölümlü iş kazaları istatistikleri yönünden Avrupa’da birinci sırada, dünyada da üçüncü sırada yer alıyor. İstatistik olarak oranların bu kadar yüksek çıkmasındaki sebep Türkiye’nin iş güvenliği sektörüne geç girmiş olması ve denetim noksanlığıdır. Yani iş sağlığı ve güvenliği konusunda yasalar çıkartılmış fakat gerekli önlemlerin alınmasında ve teftişte yeterli gelişime sağlanamamıştır. Fabrikalar, inşaatlar, atölyeler, madenler çalışan sağlığı ile ilgili tehlikelerin oldukça yüksek olduğu iş sahaları olarak değerlendirilmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önce 4857 sayılı İş Kanunu ile sonrasında ise 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili yönetmelikler ile bu sektörde düzenlemeler yapmıştır. İşletmelerin almaları gerekli önlemler ve tedbirler artık zorunlu hale getirilmiştir.
58
|
İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanının görevleri yetkileri neler?
Bu konuyu biraz daha detaylandırabilir misiniz?
İş güvenliği uzmanının;
Bizler bir kurumda iş güvenliği dalında hizmet vermeye başladığımızda öncelikli olarak risk analizi dediğimiz analiz raporunu hazırlıyoruz. Öncelikle gördüğümüz risk ve tehlikeleri bir rapor haline getirerek işverene bunu sunuyoruz. Bu çalışmalar kısa sürede de gerçekleşmiyor. Bu analizler birkaç saatlik bir süreçten ziyade haftalar veya aylar alabiliyor. Burada da ilk önce gördüğümüz riskleri ve tehlikeleri belirliyoruz. Birinci dereceden, ikinci dereceden ve üçüncü dereceden riskler olarak kayıtlarımıza geçiriyoruz.
• İş Sağlığı ve Güvenliğiyle ilgili alınması gereken tedbirleri yazılı olarak işverene bildirmek. • İş Sağlığı ve Güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapılmasıyla ilgili çalışmalara ve uygulanmasına katılmak. • Risk değerlendirmesi sonucunda alınması gereken sağlık ve güvenlik önlemleri konusunda işverene önerilerde bulunmak ve takibini yapmak. • İşyerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı gereği yapılması gereken periyodik bakım, kontrolleri planlamak. • Gerekli yerlerde kullanılmak amacıyla İş Sağlığı ve Güvenliği talimatları ile çalışma izin prosedürlerini hazırlayarak işverenin onayına sunmak ve uygulamasını kontrol etmek gibi görevleri vardır. Devlet kanunla bize bazı yetkilerde veriyor. İş yerinde yaptığımız saha denetimlerinde yaptığımız tespit ve önerileri kayıt altına alıyoruz. Eğer işyerinde acil alınması gereken önlem ve olası yakın bir tehlike söz konusu ise işin durdurulması konusunda işverene başvurabiliyoruz. Çünkü işletmelerde biz eğer gerekli tespitleri yapıp işverenin müdahalede bulunması için rehberlik yapmamışsak, bu konuda alınacak tedbirleri takip etmemişsek, tespit ve öneri defterimize yazmamışsak, burada oluşabilecek bir özür veya kayıp durumunda bizler de sorumlu oluyoruz.
Tehlike ve risklerle alakalı tedbirlerin aciliyet durumuna göre alınmasını istiyoruz. Daha sonrada onların kontrollerini gerçekleştiriyoruz. Aylık olarak bu incelemeleri gerçekleştiriyor ve risklerin düzeltilip düzeltilmediğini kontrol ediyoruz. Eğer yapılması gerekli çalışmalar yapılmadıysa işverene ek süre tanıyoruz. Eğer ek süre zarfında yine bir düzeltme söz konusu değilse bunu ilgili bakanlığa bildirmemiz gerekiyor. İş Sağlığı ve Güvenliği hizmetleri sunumunda kadromuzda işyeri hekimlerimizde bulunuyor. Hekimlerimiz işyerlerinde öncelikli olarak çalışan ve işe yeni başlayacak personellerin işe giriş ve periyodik muayenelerini gerçekleştiriyor. Çalışma ortamından kaynaklı meslek hastalığı ihtimali varsa onlarla alakalı önlemleri ve tespitleri işverene bildiriyor ve takiplerini gerçekleştiriyor. Bu çalışmalarımızı yıllık planlarımız çerçevesinde sürdürmekteyiz. Eğitim planımızda yer alan başlıklardan bazıları temel iş güvenliği, ergonomi, fiziksel ve kimyasal risk etmenleri,
|59
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
meslek hastalıkları, iş kazaları, iş hukuku, çalışanların yasal hak ve yükümlülükleri şeklinde ifade edilebilir. Yıllık çalışma planımızı ve eğitim planlarımızı oluşturduktan sonra işverenin onayına sunup uygun görülmesi durumunda yıl boyumca belirtilen çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Eğitimin dışında acil durum planları ve tatbikatları da yıllık çalışma planımızda yer almaktadır. Deprem, sel, iş kazası, yangın gibi durumlar acil durum olarak değerlendirilip bu durumlarda yapılacaklarla ilgili planlar oluşturulmakta ve tatbikatlar yapılmaktadır. Tatbikatlarla ilgili olarak ilimizde AFAD ve İtfaiye Müdürlüğünden destek almaktayız. Hangi kurumların İş Sağlığı ve Güvenliği alanında destek alması gerekiyor? İşyerlerinin İş Güvenliği Uzmanı, İşyeri Hekimi ve Sağlık Personeli çalıştırma yükümlülüklerinin başlama tarihleri, işyerlerinin çalışan sayısı ve tehlike sınıflarına göre farklı şekilde düzenlendi. Kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 01.07.2016 tarihinde, 50’den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 01.01.2014 tarihinden itibaren iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve diğer sağlık personeli çalıştırma yükümlüğü başlamıştır. İşyerleri “az tehlikeli”, “tehlikeli” ve “çok tehlikeli” olmak üzere üç sınıfa ayrılıyor. Örneğin makine üretimi, ahşap ürün imalatı, kasap hizmetleri, oto tamir, metal işleri, karayolu yük taşımacılığı gibi iş kolları tehlikeli sınıfta, akaryakıt istasyonları, madencilik, yapı işleri, sağlık hizmetleri, kuru temizleme hizmetleri çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır. Bu işletmelerde bir kişi dahi çalıştırılsa sürekli olarak iş sağlığı ve güvenliği hizmeti alma zorunluluğu mevcuttur. 01.07.2016 tarihinde tüm özel işletmeler ve kamu kuruluşlarında bu hizmet zorunlu olacaktır. Çorum’da İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda yeterli çalışmalar yapılıyor mu? Çorum’la ilgili bu konuda şöyle bir veri var elimizde. 2011 yılında SGK istatistiklerine göre 205 iş kazası varken, 2012 yılında kayıtlara geçen kaza sayısı ise sıfır. Çorum, Hakkari ve Iğdır 2012 yılı istatistiklerinde iş kazası olmayan üç il olarak resmi kayıtlara geçmiş. Bu da resmi takip olarak ne kadar zayıf olunduğunun bir göstergesi. Çünkü 205 iş kazasından bu rakama gelmek için çok ciddi eğitimlerin, denetimlerin olması ve tedbirlerin uygulanması gerekiyor. Bir yıl içerisinde bu kadar farkın kapanması için ilimizde ciddi çalışmalar yapılmıştır diye ümit ediyoruz. Son olarak İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları kimler olabilir? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişleri ile Sosyal Güvenlik Kurumu Müfettişleri, • Mühendislik veya mimarlık eğitimi veren fakültelerin mezunları. • Teknik öğretmenler.
60
|
• Fizikçi, kimyager veya biyolog unvanına sahip olanlar. • Üniversitelerin meslek yüksekokullarının İş Sağlığı ve Güvenliği Programı mezunları. Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı onaylı kurumlar tarafından verilen eğitimlere katılıp bakanlık tarafından ÖSYM ye yaptırılan sınava katılıp yeterli puanı alan adaylar İş Güvenliği Uzmanı olabilmektedir. İş Güvenliği Uzmanları A-B-C olarak üç ayrı sınıfa ayrılmaktadırlar. A sınıfı uzmanlar tüm işyerlerine, B sınıfı uzmanlar tehlikeli ve az tehlikeli, C sınıfı uzmanlar az tehlikeli işyerlerine hizmet verebilmektedirler. İş yerleri tehlike sınıfları, işgörenlerin kayıtlı olduğu SGK dosyasında yer alan numaranın 1. hanesinden sonraki 4 hanesinde (4 2521 01 01 0123456 019 01 00 000) belirtilen NACE koduna (iş, meslek koduna) göre belirlenmektedir. NACE kodu vergi levhalarımızda yer alan “Ana Faaliyet Kodu” olarak geçmektedir. Sizin işletmeleriniz gibi OSGB'lerin hizmet alanlarından bahsedebilir misiniz? OSGB’ler İş Sağlığı ve İş Güvenliği konularında şirketlerin yükümlülüklerini yerine getirmelerinde yardımcı olmak üzere Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş uzman kuruluşlardır. İşverenler İşyeri Hekimleri, İş Güvenliği Uzmanları ve Sağlık Personelleri ile bağımsız olarak anlaşma imzalayabilecekleri gibi OSGB’lerden bu hizmetleri toplu olarak veya kısmi olarak alabilmektedirler. İşletmelerde hizmetleri tek elden almak için genel itibari ile OSGB’leri tercih etmektedirler. İşverenlerin yaptıkları sözleşmeler bakanlığın dijital takip programı İSGKATİP üzerinden yapılmaktadır. Bakanlık sözleşme imzalayan ve imzalamayan işletmeler dijital ortamda takip edilmektedir.
|61
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014
62
|
Çorum’da Bir Kitap Diyarı
E
ski kitaplar denilince aklımıza gelen veya kitap kokusunun en derin hissedildiği yerler olan sahaflar günden güne azalıyor. Özellikle büyük yayınevlerinin çoğalmasıyla ve medya organlarında sadece yeni baskıların tanıtılmasından dolayı bu sektör her geçen gün biraz daha sekteye uğruyor. Oysa en ulaşılması zor kitapları da içinde barındıran ve okuyucusuyla buluşturan sahaflar, bu açıdan da takipçileri için bulunmaz bir nimet sunuyor. Biz de Çorum Aynalı Çarşı’da bulunan Turuncu Kitabevi’ni ziyaret ederek hem Çorum’daki sahafçılığı hem de Çorumlu okuyucuların eski kitaplara olan ilgisini araştırdık. Kitap kokusunun buram buram hissedildiği, okuyucusunu kucaklamayı bekleyen o kadar çok kitapla karşılaştık ki Çorum’da bu büyüklükte bir sahafın olduğunu da ilk defa hem öğrenmiş olduk hem de kitapların kokusunu içimize çekme fırsatı bulduk. Turuncu Kitabevi sahibi İrfan Sakmak’ı ziyaret ederek Çorum’daki sahafçılık üzerine sohbet ettik. Sahafçılık üzerine yaptığımız sohbetten önce İrfan Sakmak hakkında da kısa bir bilgi verelim. Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı okurken eğitimini yarıda bırakan Sakmak, daha sonraki süreçte Amasya Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği’ni bitirmiş bir kitap aşığı. 2 yıldır sahafçılıkla uğraştığını öğrendiğimiz Sakmak, bu işi tercih etmesini de tek kelimeyle “tutku” olarak açıklıyor. Bu tutkusunu daha da açmasıyla ilgili yönlendirdiğimiz sorularda da yine aynı cevabı alıyoruz. “Kitaplara karşı tutkuluyum. Bunu sözcüklerle ifade etmem mümkün değil.” diyerek bu konuda ser verip sır vermiyor. Sahaf dükkânında 100 bin kitap olduğunu belirten Sakmak, Çorum’daki ilgiyi de şu sözlerle açıklıyor: “Çorum’da kitap müşterisi çok var lakin sahaf müşterisi az. Bunun sebebi de medyadaki yeni kitaplar üzerine yapılan haber çalışmaları. Bizleri daha çok
kitap kurdu diye tabir edilen müşterilerimiz takip ediyor. Kitaplardan asla vazgeçmeyen ve eski tarihli kitaplara ilgi gösteren ziyaretçilerimiz dükkânımızı sık sık ziyaret ediyorlar. Ayrıca Çorumlu olan gurbetçilerimizin de ayrı bir ilgisi var. Onlar bu konularda daha çok meraklı ve araştırmacılar.” 40 yaş üstü okuyucuların sahaflara daha çok ilgi gösterdiğini belirten Sakmak, belli bir yaşa gelmiş kişilerin kitapların kıymetini daha çok bildiğini ama bazı gençlerinde dükkânlarının sıkı takipçisi olduğunu sözlerine ekliyor. Çorum’da bu işin zorluklarına yönelik sorduğumuz sorulara en samimi şekilde cevap veren Sakmak, Çorum’da bu işi ayakta tutmanın yolunu da şu sözlere açıklıyor: “Bu iş hem tutku hem de emek gerektiren bir iş. Eğer bizleri her zaman ziyaret eden müşterilerimiz olmasa yani sadık müşteri portföyümüz olmasa bu işi devam ettirmemiz mümkün değil. Ayrıca bir yandan Çorum’a hizmet sunarken bir yandan da internet üzerinden de satış yapıyoruz. Kitapseverlerin ayakta tuttuğu bir iş yerimiz var. Kitaplarımız çok uygun fiyatlarda olduğu için ve zengin bir kitap arşivimizin olmasından dolayı okuyucuların taleplerine cevap vermemiz de ayakta durmamız açısından önemli bir etken.” Tabi sohbet ederken bir yandan da gözlerimiz raflardaki kitaplara ilişiyor. Çorum’la ilgili kitapları da arayan gözlerimiz birden rafın birine odaklanıyor. Çorum’la alakalı eski basım birçok kitapla karşılaşıyoruz. Açıkçası bu kitaplar Çorum üzerine yapılacak arşivciliğe önemli katkılarının da olacağı kesin. Turuncu Kitabevi pazar günleri hariç her gün okuyucularını bekliyor. Bize sorarsanız kitap almak için gitmeseniz dahi kitapların kokusunu duymak için bu sahafçıyı ziyaret edilebilirsiniz. Şunu da ifade edelim ki o kitapları görünce kitapların sizi çağırdığını hissedeceksiniz.
|63
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | HAZİRAN 2014