AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ
ISSN:2148-2780
İÇİNDEKİLER SAHİBİ Bir Medya Adına T. Atakan AKMAN
MART 2014
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Fatih TURBAY YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Sefa KÖYLÜ GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ Ahmet ŞAHİN ART DİREKTÖR Selçuk USTA GRAFİK TASARIM Koray HASIRCI Muhammet Fazıl ATEŞ EDİTÖR Emine Hacer BİLGİN Esra BAYRAKTAR MUHABİR Kıymet AKBULUT DİJİTAL YAYIN Zihni ÖNER MALİ İŞLER KOORDİNATÖRÜ Safure UMUTLU REKLAM DEPARTMANI T. Atakan AKMAN Fatih TURBAY Sefa KÖYLÜ YÖNETİM YERİ Yeniyol Mah. Gazi 12. Sk. No: 9/13 | Çorum Tel: 0364 225 66 64 www.birmedya.net www.bidergi.tv İletişim: iletisim@bidergi.tv YAYIN TÜRÜ Yerel Süreli Yayın BASKI & CİLT Ankara Okulu Basım Yayın Ltd. Şti. İstanbul Cad. No: 48/81 İskitler/Ankara Tel: 0312 341 06 90 BASIM TARİHİ MART 2014 Copyright© MART 2014 Bidergi Yayına sunduğumuz haber, fotoğraf ve metinlerin gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra her türlü yayın hakkı yayınlandığı günden itibaren Bidergi’ye ait olup izinsiz olarak çoğaltılması ve yayınlanması yasaktır.
28
Bİ KÖŞE / Gülesin Ağbal DEMİRER
24
RÖPORTAJ / Yusuf ÇAKKAL
38
MUTFAKTA BİRİ Mİ VAR ‘‘LEZZET DURAKLARI’’
10
ENGELSİZ BİR HAYAT / Erol TAŞKAN
18
RÖPORTAJ / ‘‘ALEVİLİK ZALİMİN KARŞISINDA, MAZLUMUN YANINDA OLMAKTIR’’ Dede Nurettin AKSOY
34
FARKLI BAKIŞ - Hüseyin ŞENOL ÇÖZDE-BİR Çorum Şb. Bşk.
- Serhan Akın AK Hitit Dershaneleri Müdürü
12
SURİYE’DE KİMSE YOK MU? Halil İbrahim AŞGIN
6
RÖPORTAJ / Yrd. Doç. Dr. Seçil TÜRKSOY
58
TARİH / Tarihçi Yazar Rahmi AKBAŞ
52
BASINLA BİR GÜN
46
GEZİ NOTLARI / DİLLERİN ve DİNLERİN KENTİ ‘‘MİDYAT’’
4
|
EDİTÖRDEN SEFA KÖYLÜ
ARTIK BU KABUK KIRILMALI Bidergi olarak ilk sayımızdan sonra okuyucularımızın göstermiş olduğu ilgi, olumlu eleştirileri dergicilik sektöründe ne kadar doğru adımlar attığımızı göstermiş bulunuyor. Özellikle içeriğimizdeki konu zenginliğinden ve haberleri farklı bakış açılarıyla ele almamızdan dolayı iletilen mesajların verdiği destekle, ikinci sayımızda da yine farklı konular ve bakış açılarıyla sizlerle buluştuk. Bidergi’nin okuyucularıyla buluşmasından sonra bizlere yöneltilen soruların başında, “Neden dergicilik sektörüne atıldınız? Bu dergi ile amaçladığınız nedir?” soruları vardı. Hem bunlara kısaca değinmek hem de Çorum’un kırılamayan kabuğundan bahsetmek istiyorum. Çorum birçok açından oldukça zengin bir alt yapıya sahip. Kültürel değerleriyle, tarihi geçmişiyle, sanayisiyle, iş adamlarıyla, esnafıyla her zaman bir bütün oldu. Hem de bu bütünlüğü sağlarken bütün başarısını da kendi içerisinde, dışarıdan fazla destek almadan gerçekleştirdi. Kısaca Çorum’u bugüne kadar kendi yağında kavrulmuş bir Anadolu şehri olarak nitelendirebiliriz. Lakin bu tanımlamalar Çorum’un ulusal ve uluslararası arenaya çıkması için, Çorum’un tanıtımı için yeterli mi? Yoksa buna ihtiyacımız yok mu? Öncelikle bunun cevabını bulmamız gerekiyor. Eğer ilimiz için “Anadolu’nun yükselen şehri.” tanımlamalarını yapıyorsak, bu sorunun cevabı “yetersiz” olacaktır. Çorum gerçekten Anadolu’nun yükselen değerleri arasında yer alıyor. Özellikle ekonomimiz her geçen gün büyüyor ve sanayicilerimiz ulusal ve uluslararası alanda başarılarına yenilerini eklemeye devam ediyor. Bunun en güzel göstergelerini de açıklanan
ithalat, ihracat verilerinden görebiliyoruz. Hâl böyleyken şehrimizin tanıtımı açısından bize yakışan atılımları, çalışmaları yapmamız gerekiyor. Sadece kendimizin değil Türkiye’nin de bizi çok yakından tanıması gerekiyor.
kü Çorum üzerinden kendimizi değerlendirirsek tanıtımımızı, başarılarımızı ülkemizde ve uluslararası arenada yeterince anlatamamış durumdayız. Bu başarıyı sağlayan kuruluşlar da bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar.
Bizler kendi değerlerimizi çok iyi biliyoruz. Ama dışarıdan bakıldığında da bu değerlerimizi yeterince tanıtamadığımızı görmemiz çok zor olmuyor. Özellikle Çorum’u ilk defa gören misafirlerimizin şehrimizi çok beğenmeleri, hiç ummadıkları büyüklükte bir şehirle karşılaştıklarını belirtmeleri bunun çok basit bir göstergesi. Yine bazı markaların Çorum’da üretim yaptıklarını veya Çorum kökenli olduklarını öğrendiklerindeki şaşkınlıkları da bu durumu pekiştiren bir unsur olarak göze çarpıyor.
Sadece ithalat, ihracat verilerine bakarak bu saydığım konulara yorum yapmak da bizi büyük bir yanılgıya sürükler. Çorum olarak birçok alanda başarılıyız ama bu başarıyı da özellikle ulusal medya kuruluşlarında yer alarak taçlandırmalıyız.
Hava durumlarında Çorum’un hala olmaması, Çorum denilince akla sadece leblebinin gelmesi ve buna benzer birçok konu açıkça gösteriyor ki hala istediğimiz yerde değiliz. Bu konularla ilgili çok fazla çalışma yapılabilir ve ilimiz hak ettiği yerlere fazlasıyla gelebilir. Bunun içinde hepimize, bütün Çorumlulara büyük bir iş düşüyor. Devlet kurumlarından sanayicilere, sanayicilerden sivil toplum kuruluşlarına kadar üzerimize düşen bu görevi yerine getirmemiz ve “Anadolu Kaplanı”nı tekrar gün yüzüne çıkarmamız gerekiyor. Çorum’un tanıtımı için atılabilecek en önemli adım kendi firmamızın, başında olduğumuz kurumun, kuruluşun tanıtımını yapmaktan geçiyor. Biz kendimizi ne kadar iyi tanıtabilirsek, şehrimiz de o derece tanınır ve bilinir olacaktır. Bizler kendimizi temsil ederken aynı düzlemde şehrimizi de temsil ediyoruz. Lakin görünen köyde kılavuz istemiyor. Çün-
Yazıma başlarken bize en çok yöneltilen soruyu söylemiştim. Bu sorunun cevabı da kısaca değindiğim bu konular, yani Çorum’a eksik olduğu bir alanda destek vermek. Bunun içinde dergimizde Çorum’u tanıtmak için birçok başlık açıyoruz. Geniş bir yelpazede haber yaparken elimizden geldiğince bu konuya özen gösteriyoruz. Yerel bir dergi olmamıza rağmen yurt dışından aldığımız mesajlar da bizi bu konuda daha da şevklendiriyor. İsveç’ten bir okuyucumuzun yazdığı bir mesajı da burada paylaşmak istiyorum. “Bidergi’nin bilhassa e-dergi olarak yayımlanmış olması, Çorum dışında yaşayanlar için takdire değer bir sunum.” Mesajdan da anlaşılacağı üzere çalışmalarımızı sadece kendi penceremizden değerlendirmemeliyiz. Uzun uzun konuşulması gereken bu konuyu kısaca sizlerle paylaşmak istedim. Biz kendi üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz. Bir başka sayımızda görüşmek üzere…
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
|5
Yrd. Doç. Dr. Seçil TÜRKSOY Hitit Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
H
itit Üniversitesi yeni adımlarından birini daha atarak kendi ekmeğini kendisi üretmeye başladı. Üniversite tarafından üretilen ekmeğin en büyük özelliği de bilimsel veriler doğrultusunda hazırlanması. Biz de hem bu ekmeği tanımak istedik hem de ekmekler hakkında bilmemiz gerekenleri Yrd. Doç. Dr. Seçil Türksoy’dan dinledik. Hitit Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Tahıl Ürünleri İşletme Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Laboratuarı’nda gerçekleştirilen çalışmaları ve ekmek üretimi hakkındaki sorularımızı cevaplayan Birim Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. Seçil Türksoy, Haziran ayından itibaren faaliyet gösteren bölümün günlük 10 bin adet ekmek üretim kapasitesine sahip olduğunu belirterek, üniversitenin ihtiyaçları doğrultusunda günde ortalama 3 bin ekmek ürettiklerini, Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliği’ne göre imalat yaptıklarını, tam buğday ve beyaz ekmek üretimi gerçekleştirdiklerini söyledi. Ürettiğiniz ekmek hangi aşamalardan geçerek hazırlanıyor? Öncelikle ekmeğin ham maddelerini belirtmek isterim: Un, maya, tuz ve su. Üretim yaparken ham madde kalitesinden ödün vermemek önemle üzerinde durduğumuz konuların başında yer almaktadır. Üretim prosesinin başlangıcında unumuz eleme makinesinden geçirilerek safsızlık unsurlarından ayrılıp yoğurucuya aktarılır. İçerisine daha önce deneysel olarak belirlenen miktarlarda su, tuz ve maya ilave edilir. Bileşenlerin belirli süre karıştırılması ile oluşan hamur, kes tart makinesinde 70-80 g ağırlığındaki hamur parçalarına kesilir. Konik yuvarlama makinesinde yuvarlak bir şekle getirildikten sonra hamur pasaları tava arabalarına dizilir. Sıcaklık ve nem oranı ayarlanmış fermentasyon kabininde hamurların dinlendirilmesi ile hamur bileşimindeki maya undaki karbonhidratı kullanarak CO2 gazı üretir ki bu fermentasyon olayı sonucunda hamurun kabarması sağlanır. Pişirilen ekmekler, iç sıcaklık derecelerinin ambalajlanmak için uygun bir değere düşürülebilmesi için steril ortamlarda belirli bir süre bekletildikten sonra otomatik ambalaj makinesinde, el değmenden ambalajlanarak tüketime hazır hale getirilir. Tabi bu üretim süresince hijyene çok önem veriyoruz. Güvenli gıda üretimi uygulamaları gereğince çalışan personelin, üretimde kulla-
Ekmek üretim tesisi şu an 10 bin adet ekmek üretim kapasitesine sahip. Öğretim döneminde günde yaklaşık 3 bin adet ekmek üretiyoruz. Yaz aylarında ise ihtiyaca göre üretim yaptığımız için bu sayı binlere kadar düşebiliyor.
Biz üretim birimimizde katkı maddesi içermeyen sade ve tam buğday ekmeği üretmekteyiz. Tüketim verilerimizi incelediğimizde tam buğday ekmeği tüketimimizin daha fazla olduğunu görmekteyiz ki bu oldukça sevindirici. Toplum olarak her öğünümüzün vazgeçilmez bir parçası olan ekmek tüketim alışkanlıklarını olumlu yönde etkileyerek üzerimize düşen görevi yaptığımızı düşünüyorum. Bunun yanı sıra ürettiğimiz ekmek porsiyonlarının azaltılarak ambalajlı halde tüketime sunulması ile bünyemizdeki ekmek israfı oranlarını da dikkate değer oranda azaltmış olduk.
Burada üretilen ekmekle, bizim evlerimizdeki ekmeklerin farkı ne?
Dönem dönem evlerimizdeki ekmeklerinde değişeceği söyleniyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Biz deneysel verilere dayanarak üretim yapıyoruz. Örneğin, her unun bir su kaldırma kapasitesi vardır. Evde annelerimizin hamura verdiği kıvamı biz teknolojik verilere dayanarak yapıyoruz. Kimyasal, fizikokimyasal ve reolojik analizler ile hammadde kalitemizi test ediyoruz. Ayrıca üretim öncesinde yaptığımız AR-GE çalışmalarımız var. Moleküler yapısıyla, kimyasal yapısıyla en uygun hamuru nasıl elde edeceğimiz konusunda formülasyon çalışmalarımız var. Dolayısıyla biz sürekli analiz yapıyoruz. Bundan dolayı da olası kusurları elemine edebiliyoruz.
Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor. İnsan sağlığı için her şeyin fazlası zarar. Yediğimiz ne olursa olsun önemli olan porsiyonlarımızı küçük tutmak. Bir de insanlar artık seçiciliğe gitmeye başladılar. Az önce de bahsettiğim gibi sofralarımızın vazgeçilmezi olduğu için ekmek tüketimi çok fazla. Bu noktada artık daha sağlıklı, sağlık üzerinde etkileri kanıtlanmış bileşenlerce zenginleştirilmiş ve fonksiyonel özellik kazandırılmış ekmeklerin piyasaya sürülmesi gündemde. Hayatımızda artık beyaz undan yapılmış ekmeğin oranını azaltıp diğer tahıllardan yapılmış olan ekmeklerin oranını arttırmamız gerekiyor. Özellikle tam tahıl unlarıyla hazırlanmış veya kepek içeriği yüksek olan ekmekleri tüketmemiz sağlığımız için çok daha faydalı.
nılan ekipmanların ve üretim ortamının hijyen ve sanitasyon kurallarına uygun bir şeklide prosese dahil olmasını sağlıyoruz. Ekmek üretim kapasiteniz nedir?
Yine bizim ticari bir kaygımız yok. Bu konuda da bir farklılığın olduğunu söyleyebiliriz. Biz Hitit Üniversitesi bünyesinde AR-GE laboratuarı niteliğindeyiz. Dolayısıyla stabil kaliteyi korumamız gerekiyor. Biz her gün insanlara ekmek çıkarıyoruz bilinciyle hareket ediyoruz. Çünkü burada çıkabilecek en küçük sorun, insanların sağlığı ile oynamak demektir. Ekmekle ilgili bilmemiz gerekenler kısaca neler? Toplumumuzda önceden beri süregelen damak tadı beyaz ekmek tüketimine yönelik olmakla beraber beslenme alanında farkındalıkların artması, medya organlarının bilinçli yönlendirmesi ile tam tahıllı ekmeklerin tüketim oranları giderek artan bir grafik göstermektedir. Tahıl kepekleri ve tam tahıllar ile zenginleştirilmiş ekmeklerin tüketiminin, içerdikleri yüksek besinsel lif içeriklerine bağlı olarak obezite ve kabızlık gibi sindirim sistemi hastalıkları ile kolon kanseri gibi dejeneratif hastalıkların görülme sıkılığını azalttığı bilimsel çalışmalardan elde edilen veriler ile desteklenmektedir.
Ekmek üretiminde öğrencilerde yer alıyor değil mi? Tesisimizde sabit olarak iki personelimiz çalışıyor. İki öğrencimiz de burslu olarak çalışıyor. Ders saatlerinden önce burada çalışarak hem üretime dâhil oluyorlar hem de karşılığında burs kazanıyorlar. Yine 4. sınıf öğrencilerimizin hububat işleme teknolojileri dersinde bütün öğrencilerimiz günün belirli zamanlarında vardiyalı olarak buraya gelerek üretime yardımcı oluyorlar. Burada her öğrencinin eli hamura değiyor. Gelecekte bu alanla ilgili bir çalışma içerisine girince bu tecrübelerinden dolayı avantaj sağlıyorlar. Derste gördükleri teorik bilgilerle sınırlı kalmayıp, uygulama imkânını da buluyorlar.
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
|7
8
|
SAĞLIK
BEYAZ ÇAY
ÇAY TİRYAKİLERİNİN YENİ TRENDİ
Siyah, beyaz, yeşil, ismi ne olursa olsun tüm çay türleri, Latince adı “Camelia Sinensis” olan çay bitkisinden elde ediliyor.
Beyaz çay elde etmek için bahar ayının hemen başlangıcında henüz açmamış, tomurcuk haldeki üst yapraklar tek tek elle toplanıyor ve başka hiçbir işlem görmeden direkt kurutuluyor. Bu işlem sayesinde çay türlerinin faydalı kısmı olan kateşin adı verilen antioksidanlar muhafaza ediliyor. Siyah çayda en az olmakla birlikte, siyah ve yeşil çay işlem gördüklerinden beyaz çaya göre daha az kateşin ihtiva ediyorlar. Yağmurlu veya çok nemli günlerde hasat yapılamadığından beyaz çay çok az elde ediliyor ve nadir bulunuyor.
Beyaz çayın sağlığa faydaları
Nasıl Demlenir, Nasıl İçilir?
Çay tiryakilerince, Türkiye’de olduğu gibi dünya’da da siyah çay ve yeşil çay tanınır, oolong çayının ise görülmese de bir duyulmuşluğu vardır. Beyaz çay ise pek değil neredeyse hiç bilinmeyeni. İlk duyanlarda önce bir inanamazlık, sonra bir hayret uyanmaktadır. Siyah, yeşil, oolong ve beyaz çay çeşitleri arasında en esrarengizi en bilinmeyeni beyaz çay desek yeridir.
§
Zengin kateşin içeriğiyle kanser oluşumunda en önemli etmenlerden olan serbest radikalleri azaltarak vücuda doğal koruma sağlar.
§ Cildi güzelleştirir. § Zayıflamaya yardımcı olur. kırışıklık ve sarkmalara karşı olumlu rol oynar ve sıkı § Yaşlanma, ve esnek cilt oluşumunu destekler. vemeye, § Kilo hızlandırır.
kilo korumaya yardımcı olur ve yağ yakımını
daha güçlü yapan az miktarda florid ve diğer besin § Dişleri elementleri içerir, kötü nefes kokusuna sebep olan bakterileri
Genelde beyaz çay oldukça hafiftir. Onun için demliğe veya bardağa yeteri kadar çay eklediğinizden emin olmalısınız. Aynı çayı peş peşe olmak şartıyla üç kere demleyebilirsiniz. Ancak ilk demlemedeki 6 dakikalık süreye her bir yeni demleme için ilave 2-3 dakika eklemelisiniz. Demde kullanılacak su (70-80 oC) olmalıdır. Kesinlikle suyla birlikte kaynatılmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle siyah çay için kullanılan sudan daha düşük sıcaklıkta olmalıdır. Bir başka ifadeyle kaynamış suyu 1-2 dakika dinlendirmek gerekir. Beyaz çayı hafif yemeklerden sonra tercih etmelisiniz. Baharatlı yemeklerden sonra içerseniz lezzetine varamazsınız. Yeşil çayların çoğunda otsu bir tat varken, beyaz çayda kavunu andıran hoş bir tat vardır. İdeal dem rengi solgun sarıdır. Eğer içeceğiniz beyaz çay tek içimlik poşetler (sallama) halinde hazırlanmış ise, sadece 30-60sn arasında sıcak suda bekletilmelidir. Daha fazla bekletilmemelidir.
öldürür. genişleten etkisiyle beyaz çay iyi kolesterolü yüksel§ Damarları tip, kötü kolesterolü düşürmeye yardımcı olarak damar sertleşmesi ve tıkanıklığının önlenmesine katkı sağlar. artrit ve diğer yangılı hastalıklarda azalma sağla§ Romatoit yabilir. § Tip 2 diyabete faydalı olabilir.
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
|9
Seslerini duymak için ömrümü verirdim Anne ve babası işitme engelli bir çocuk olarak dünyaya gelen bir çocuğun gözü ve bakış açısıyla anlamaya gayret ettiğimiz bu sessiz dünyanın koridorlarında dolaşıp, duyguların tınısını hissetmeye çalıştık. Bugün 14 yaşında olan Kaan Feruz’un, her ikisi de işitme engelli anne ve babanın bir evladı olarak neler hissettiğini, işitme engellilerin yaşadığı sorunlara ve toplumun tavrına karşı bakış açısını konuştuk. Küçük yüreğinde bir dünya yükü kaldırabilecek kadar güçlü, kendinden kat kat büyük insanlardan bile anlayışı ve algısı yüksek olan bu delikanlı, omuzlarına yüklenen sorumluluğu büyük bir onurla taşıyıp, topluma da önemli mesajlar veriyor. Ailesinin tercümanlığını yapmasının yanı sıra, Çorum’daki tüm işitme engellilerin gönüllü tercümanı olan genç kahramanımız, helal olsun dedirten bir duyarlılıkla, kendisini adeta bu sorumluluğa adamış.
Ömrümün sonuna kadar onları duyamayacağımı biliyorum “Annem doğuştan, babam ise 2 yaşında geçirdiği bir hastalık sebebiyle işitme yeteneğini kaybetmiş. Bugüne kadar duymadığım seslerini, ömrümün sonuna kadar duymayacağımı biliyorum fakat seslerini bir kez bile duyabilmek için her şeyimi verirdim.
Üzüntümü saklasam da babam anladı Ben annem ve babamın diğer insanlar gibi duyamadıklarını ve konuşamadıklarını ilkokul ikinci sınıftayken farkettim ve bunu sorgulamaya baş-
10
|
ladım. Ben bu üzüntümü sürekli sakla-
babamla ilgili hiç bir iletişim zorluğu
dım ancak babam bunu anladı. Bana
yaşamadım.
üzülmememi söyledi, çevrede anne ve babası işitme engelli olan insanlar olduğunu anlattı.
Bizim dünyamızda konuşmakla konuşamamak arasında sınır yok
Hiçbir iletişim sorunu yaşamadım
Ben annem ve babamın artık işitme
En çok merak ettiğim şey, işitme en-
işitme engelli gibi kabul edebiliyor.
gelli işaretlerini nasıl öğrendiğimdi.
Kimi zaman ben babamın gözünde
Onlar konuşurken ben bilmediğim ha-
işitme engelli olurken, kimi zaman da
reketlerin anlamını sürekli sormuşum,
babam benim gözümde bülbül gibi
onlar da bana anlatabildiği kadar
konuşabilen bir insan oluyor. Aslında
anlatmış. Nasıl bir süreç oldu tam bil-
bizim dünyamızda işitme engelli ol-
miyorum ama bildiğimi şu ki hiç zor-
mak yada konuşabilmek arasında bir
luk çekmeden öğrenmişim. Annem ve
sınır yok.
engelli mi değil mi unuttuğum bile olurken, kimi zaman da onlar beni
ENGELSİZ BİR HAYAT! Her gece beni omzunda yatırmış Özellikle doğumumdan iki yaşıma gelinceye kadar annem beni büyütürken çok zorluklarla mücadele etmiş. Anneme bu konuda sorular sormaya başladığımda, beni nasıl büyüttüğünü tüm ayrıntısıyla anlattı. Her gece beni omzunda yatırmış. Benim en küçük hareketimde uyanıp bana bakarak ihtiyaçlarımı takip etmiş.
Evimizde her an sözcükler uçuşur Evimizde sessizlik var gibi gözükse de biz har an birbirimizle iletiştim ve temas halinde oluruz. Bizim evde aslında konuşma hiç eksik olmaz. Biraz gönül dili, biraz işaret ve göz teması ile bizim sözcüklerimiz evimizde her an uçuşur.
İşitme engelliye zihinsel engelli muamelesi yapılmamalı İşitme engelli birisi aslında kendisini ifade eder. Fakat toplum anlamadığı için sanki bir zihinsel engelli ile muhatap gibi hareket edebiliyor. Kendi anlayamamazlığının yükünü işitme engelli insanların üzerine yıkıyor. O zaman, karşısındaki işitme engelliyi zihinsel engelli muamelesi yapılırsa, ki bu muamele bir zihinsel engelliye bile yapılmamalı, o zaman çok kırıcı bir durum oluşuyor.
Babamın gönüllü tercümanıyım Babamın tüm işlerinde ben önce oğlu olarak yanında bulunuyorum. Ardından bir diğer görevim de tercümanlık yapmak. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Çünkü babamla daha çok beraber olmamıza neden oluyor.
Duyabilselerdi hayatları çok kolaylaşacaktı Ben onların sesini duyamayacağımı bildiğim halde bu konu benim hep içimde olacak. En çok da onların bana seslenmesinden öte, duyabiliyor olmalarını kendilerinin hayatının kolaylaşması açısından isterdim.
Sorun konuşamamak değil, toplumun onları anlayamamasında gizli İşitme engellilerin yaşadığı en önemli
sorun, konuşamamak ve duyamamaktan öte, toplumun kendisini anlayamamasıdır. Bir işitme engelli aslında tüm duygularını en ince ayrıntısına kadar izah edebilecek kabiliyettedir. Örnek verecek olursak, sadece İngilizce konuşan birisi, İngilizce bilmeyen birisine kendisini anlatamazsa, burada sorun diğer kişinin İngilizce bilmemesi olarak tarif edilebilir.
Konuşamayan mı yoksa onları anlamayan mı engelli? Zaman zaman dernekte işitme engelliler bir araya geldiğinde, oraya konuşabilen insanların da geldiği oluyor. İşitme engellilerin daha çok olduğu bir ortamda, bu kez konuşabilen insan, kendisini anlatamayan ve anlatılanları anlamayan insan konumunda görerek, aynı zorluklarla yüz yüze kalabiliyor.
Önce öğretiyorlar, sonra onlarla konuşuyorlar
Erol TAŞKAN Çorum Hakimiyet Gazetesi Gazeteci
İşitme engelli bir insan, mümkün olduğu kadar kendi çevresine işaret dilini öğretmeye gayret eder. Bu sayede işaret dilini öğrenen yakınları ve arkadaşlarıyla daha rahat diyalog kurar.
Resmi kurumlarda işlem yaptırmakla zorlanıyorlar Son zamanlarda çok önemli ve sevindirici gelişmeler yaşanıyor. Resmi kurumlar tarafından düzenlenen kurslarla, insanlar işaret dilini öğrenmeye gayret ediyor. Bu tarifsiz bir duyarlılık örneğidir. Özellikle resmi kurumlarda, işlemlerini yaptırmakta zorlanan işitme engelliler de sonuçta bu ülkenin birer vatandaşı. Onların da bu hizmetleri almaya hakları var.
Köylerde yaşayanlar da unutulmamalı Bazı köylerde işitme engelliler var. Bu insanlar ne işaret dilini biliyor ne de okuma yazma biliyor. O insanların topluma kazandırılması çok önemli, ona çok üzülüyorum. İnşallah yeni projeler vesilesiyle özellikle köylerdeki işitme engellilerin problemleri de aşılmış olacak.” AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
|11
Suriye'de Kimse Yok mu?
12
|
BİR ACIDIR SURİYE!
''Suriye’de her gün kadın, yaşlı, çocuk demeden yüzlerce insan çağdaş dünyanın gözü önünde alçakça ve hunharca öldürülüyor. Ben bu satırları yazarken, siz yazılanları okurken kaç çocuk annesiz, babasız kalacak ya da kaç çocuk daha hayatının başında kör bir kurşunla, ya da bir enkazın altında bu dünyaya veda edecek; sokakta misket oynaması gereken kaç çocuk misket bombalarının kurbanı olacak bilmiyorum. ''
|13
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
SURİYE’DE KİMSE YOK MU? Suriye’de her gün kadın, yaşlı, çocuk demeden yüzlerce insan çağdaş dünyanın gözü önünde alçakça ve hunharca öldürülüyor. Ben bu satırları yazarken, siz yazılanları okurken kaç çocuk annesiz, babasız kalacak ya da kaç çocuk daha hayatının başında kör bir kurşunla, ya da bir enkazın altında bu dünyaya veda edecek; sokakta misket oynaması gereken kaç çocuk misket bombalarının kurbanı olacak bilmiyorum. Bilal-i Habeşi’yi, Halid Bin Velid’i, Selahaddin-i Eyyubi’yi yüzyıllardır bağrında taşıyan ülke adeta öksüzler, dullar ve yetimler ülkesine dönmüş durumda. Her gün binlerce insan evlerinden, yurtlarından ediliyor; açlığa ve çaresizliğe mahkûm bırakılıyor. Yüzlercesinin evlerine, barklarına ateş düşüyor, haneleri başlarına yıkılıyor ve yuvaları dağılıyor. Koca bir ülke baştan başa adeta virâneye döndü, her yer enkaz yığını. Yıkıntılar altında kalan sadece eşyalar ve bedenler değil, “insanlık” enkaz altında… Suriye’de enkaz altında kalanların “Kimse yok mu?” feryatları arş-ı âlâyı titretiyor… Biz ise bihaberiz… Rabbimiz Yüce Kitabımızın Nisa Suresi 75. Ayetinde: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” diyor… Hadi savaşmıyoruz ya da savaşamıyoruz… Hadi savaş zor, nefsimize ağır geliyor. Hiç değilse maddi manevi yardımlarımızı da mı Suriyeli mustazaf kardeşlerimizle paylaşamayız? Kardeşlerimiz için seher vaktinde kalkıp iki damla göz yaşıyla beraber Allah’ın yardım ve nusretini de mi talep edemeyiz? Hadi bunu da yapmadık, yapamadık; Suriye’ye giden yardım tırlarını durdurmak da nedir? Tarih boyunca kimsesizlerin kimsesi olmuş aziz bir milletin çocuklarına zûl ve utanç olarak bu yetmez mi? Ey dünya! Ey dünya halkları! Ey Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Arap Birliği, Amerika ve NATO! Ey kuzey kutbunda buzullara sıkışan balinaları kurtarmak için dünyayı ayağa kaldıranlar!.. Fok balıklarının kafasına sopalarla vurarak öldürenleri aynı sopalarla kovalayanlar! Kürkleri için öldürülen hayvanlar için kükreyenler… Fillerin dişlerini kıranların dişine
duranlar! Kızıldeniz’de petrole bulanan karabataklar için günlerce kara bağlayanlar! Suriye’de her gün yüzlerce çocuk hunharca öldürülürken, insanlar evlerinden yurtlarından çıkartılırken neredesiniz? Suriye’de kimse yok mu? Suriye’de ölenler sadece masum ve mazlum insanlar değil de acaba insanlığınız mı? Vicdanlarınızla cüzdanlarınız arasındaki tercihte siz de mi cüzdanlarınızı tercih ettiniz? Filistin’de babasının kucağında Muhammed’i vurdular, sustunuz… Mavi Marmara’da Furkanlara kıydılar, sustunuz… Bangladeş’te Molla Abdulkadirleri darağacında astılar, sustunuz… Bosna’da gencecik delikanlıları kurşuna dizdiler, sustunuz… Çeçenistan’da kardeşlerimizin namuslarını kirlettiler, sustunuz… Doğu Türkistan’da enseye tek kurşunla başlar yana düştü, sustunuz… Cennet vatanda başörtüye el uzattılar, sustunuz… 28 Şubatta milli iradeyi katlettiler, sustunuz… sustunuz… sustunuz… Ey dünya! Ey dünya halkları! Kendi meşrep ve cemaatinin menfaatleri dışında, ümmetin akıbet ve menfaatini düşünmeyen tüm insanlar ve duygusuz, duyarsız Müslümanlar(!)... Suriye’de yaşananlara hepiniz kör, sağır, dilsiz olsanız da tüm dünya sussa da biz asla susmayacağız... Hakkın, haklının ve mazlumun yanında, zalimin ve zulmün karşısında duracağız… Hakkı tüm dünyaya haykıracağız… Diriliş felsefesinin mimarı, şair, yazar ve düşünce adamı Üstad Sezai Karakoç’un diliyle “Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak... Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın gazabından kurtulamayacaklar.”
BİR ACIDIR SURİYE! “Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...” diyor ya Üstat Necip Fazıl; Suriye’de “kimse yok mu?” sorusuna sağına ve soluna bakınmadan fert fert ben varım diyemedikten sonra gerisi lafı güzaftır. Suriye’de kimse yoksa elhamdülillah biz varız… Bosna Hersek’te kimse yoktu, biz vardık;
Somali’de kimse yoktu, biz vardık; Çeçenistan’da, Afganistan’da, Filistin’de, Mısır’da, Irak’ta ve dünyanın zulme uğramış birçok bölgesinde kimse yoktu, biz vardık. IHH, Kızılay, TİKA, AFAD ve adını sayamayacağımız birçok kurum ile Ahmet dedenin duası, Ayşe teyzenin gözyaşı, bebeğimize aldığımız çocuk mamasının yarısı, sofrasında ekmeği, çorbasında tuzu, çocuk bezi ve kefeni ile biz oradaydık. Başka yerlerde olduğu gibi Suriye’de de kimse yoksa biz varız… Çorum’da birçok sivil toplum örgütü ile bir araya getirerek oluşturduğumuz Çorum İnsani Değerlere Hizmet Platformuyla biz oradayız. Bizim küçük yardımlarımızla olmazsa bile seherde akıtacağımız gözyaşlarımızla, dualarımızla ve Allah’ın yardımı ile Suriye mutlaka kurtulacak… Zulmet yerini aydınlığa bırakacak, hak gelecek ve batıl zail olacak… Suriye’nin üzerindeki karabulutlar yerini rahmet sağanaklarına bırakacak… Bu sağanaklar sadece Suriye’de değil tüm İslam coğrafyasında diriliş ümidini filizlendirecek… Ağlayan Suriyeli çocuğun yüzündeki karamsarlık yerini gülücüklere bırakacak… Yerde Suriyeli çocuklar gülecek, koca bir ümmet gülecek ve gökte melekler gülecek… Suriye mutlaka ama mutlaka kurtulacak… Ama asıl bu imtihanda doğru yerde durduğumuz için biz kurtulacağız… Allah’ın ve dininin Suriye’nin kurtuluşu için bize ihtiyacı yok… O “ol” der, oluverir... Yapıp ettiklerimiz hep kendimiz için… Suriye’nin kurtuluşu için atılan her adım aslında kendi kurtuluşumuz için atılmış adımlar olacaktır.
nuz. Siz diyorsunuz Hatay bizim. Suriye diyor bizim.” Karakoç cevaben: “Evet Hatay Suriye’nindir. Hatta İstanbul da Suriye’nindir. Tıpkı Şam’ın bizim olduğu gibi…” Evet öyledir… Suriye ve diğer İslam ülkeleriyle sınırlarımızı biz çizmedik… İslam kardeşliği sınır tanımaz… Toprağa sınır çizebilirsiniz, ama gönül sınır da ferman da tanımaz… Bir çocuk Çorum’da doğar adını Nur koyarız… Bir çocuk Halep’te doğar adını Nur koyarlar. Halepli Nur bebeği kardeşimiz, kızımız, torunumuz Nur’dan farklı görürsek, Nur’umuza layık gördüğümüz yaşam kalitesini ve geleceği Suriyeli Nur için de tahayyül etmezsek, yani iki Nur’u da bir ve aynı görmezsek Nuru Muhammedi’yi asla göremeyiz…
Birçok hastalığımızın ilacı İslam kardeşliği, ümmet şuurudur. Üstad Sezai Karakoç’a soruyorlar “Siz Suriye ile nasıl kardeş olabilirsiniz? Sınırınızı bile belirleyemiyorsu-
|15
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
*
Ç I V I K
16
|
BİR FOTOĞRAF, BİR HİKÂYE
S
okakların çürüyüp asfalttın toprağa dönüştüğü vakit annelerin yolculuğu başlar. İklimlerin ve atlasın bittiği yere kadar gider anneler. Göğsünde masal dinleyen çocukların üşüyen yüzü ısınsın diye en sıcak ateşi bulmak için çıkılmıştır yola. Şehir içinde bir dağ ne kadar dağ kalabilmişse artık o dağın eteğine doğru yürür. Anneler eteğe yapışmayı çocuklarından öğrenmiştir. Çünkü her çocuk dünyanın bütün dillerinin bütün kelimelerini içeren sarışın yahut karaşın bir sözlüktür. Kuşluk vaktine kadar dönülmelidir gidilen yoldan. Zira kuşluk soğuğu çocukların yüzlerine bulaşırsa çirkin olurmuş çocuklar.
Bu eski kitaplarda yazmasa da her anne kuşluk soğuklarının evlatlarına iyi gelmediğini bilir. Bu yüzden kışlık ve kuşluk soğuklarının ellinden çarçabuk alınmalıdır çocuk. Anneler, şehrin giremediği evlerde üşüyen bütün yüzleri ateşin en incesiyle ısıtmak için gittikleri dağın nimetiyle dönerler. Kuru çam yapaklarıyla… Şehrin giremediği evler zor ısınsa da; yaşamak ayettir. GÖÇ GÜRÜLTÜSÜ göç başlar birazdan/ biraz daha dayan/
Fotoğraf: Ahmet Yazıcı
Yazı: Mehmet Okumuş * Kuru Çam Yaprağı
|17
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Çorum Şubesi'ni ziyaret ederek Alevilik Kültürünü daha yakından tanımak için, Alevilik inancının dayandığı temelleri daha yakından görebilmek için Şube Başkanı Dede Nurettin Aksoy ile özel bir görüşme gerçekleştirdik. Bu ziyaret sırasında Cem’e katılarak Alevilerin inançlarını, ibadetlerini, yakından görme şansını da yakaladık. Elbette Çorum her kültürü, her inancı kucaklayan bir şehir. Dede Nurettin Aksoy’un açıklamaları Alevilik Kültürü hakkında bilinmeyen veya yanlış bilinen bilgileri paylaşması da bu açıdan önem arz ediyor.
Öncelikle Alevilik ne demek? Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz? Sorunuza öncelikle şu konulardan başlayarak cevap vereyim. Dönem dönem Alevilikle ilgili tanımlamalar krize dönüşmüştür. Alevilik kültürü bugüne kadar yasaklı bir şekilde bu günlere kadar gelmiştir. Alevilik Kültürünü yok etme amacıyla bazı tanımlamalar yapılmıştır. “Hz. Ali’yi seviyorum. Ben daha çok Aleviyim.” gibi söylemlerle ya da kendi üstlerine vazife olmayan, Alevilikle ilgili olmayan, Alevilerin kendilerini ilgilendiren yani devlet dini olmayan, ayrıcalıklı bir örgütlenme sistemiyle bugüne kadar yaşatılan Alevilik, tarif edilerek değil ancak ve ancak yaşanarak öğrenilebilir.
18
|
Kısaca Aleviliği tarif etmek, Alevilerin büyük bölümünü dışarıda bırakmak demektir. Çünkü bunu yaşamak ve algılamak gerekiyor. Aleviliği yaşayan, Abdal Musa Birlik Cemi’ne katılana ancak bunu anlatabilirsin. Ben müsayip bir dede olarak, yol erkânlı olarak Aleviliği ancak o kadar anlatabilirim. Aleviliği yaşamaya, anlamaya ve anlatmaya kalktığımız zaman Aleviliğin batıniliğini bilmemiz lazım. Batında sır olarak gelen, yaşadıkça o sırra erişmek gibi düşünülebilir. Aleviliği, Hz. Ali evine toplanan, Hz. Ali etrafına toplanan, Hz. Ali yandaşı da diyebiliriz. Ama bugünkü sistemde bunu Şiiler kullanıyor. Alevilik Anadolu’ya ait, Anadolu’da yaşanan, Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte mazlum insanlara cehennemi yaşatmak isteyenlere karşı kurulmuş, mazlumların cennetini kurma ve yaşama örgütlülüğüdür.
Bu örgütlülüğü biraz daha açar mısınız? Alevilik ocaklı bir sistemden gelmektedir. Ocağının başında mürşit Hz. Muhammed Pir, Hz. Ali ve onun on iki hizmeti var eden; işte asası dediğimiz Gözcü Karaca Ahmet gibi On İki İmam’a dayalı ve cemlerimizde hizmet eden on iki erkânla yürütülür. Bu on iki erkânın yürütülmesinde Dede Muhabbet, yani nefese bağlı muhabbet, deyiş ve Duaz-ı İmam’larla olmuştur. Bizim Duaz-ı İmam dediğimiz ibadetlerimiz yedi ulu ozana aittir. Yani Nesimi’den, Fuzuli’den, Yemini’den, Kul Himmet’ten Pir Sultan Abdal’dan, Şah Hatayi’den, Virani’den günümüze kadar gelen ulu ozanlarımızın nefesleriyle biz bu cemlerimizi gerçekleştiririz. Şimdi kendine göre bir Alevilik yaratmaya çalışan devlet ya da Alevileri yok sayan, cem evinin ibadethane olup olmadığını diyanetin verdiği kararlarla hükmetmeye çalışanlara rağmen Aleviler, inançlarını Hacı Bektaş-ı Veli’den, 1200’lü yıllardan bugüne kadar kendi inançlarını kendileri belirlemiştir. Alevilik gönülden gönüle giden bir yoldur. Bu yol sevgiyle gider ve yolun sonu da rıza şehridir.
Bu noktada ibadetlerinizi bize anlatır mısınız? İnanç sisteminde Hacı Bektaş-ı Veli, Hz. Ali’nin eşi, Peygamber efendimizin kızı Hz. Fatma Aleviler için ne kadar kutsalsa, o kutsiyeti biz cemlerimize taşıdık. Ceme girerken bir dar kapısı vardır. Bu dar kapısından bacılarımız, analarımız Hz. Fatma Ana’ya gösterilen saygıdan dolayı rızalıklarını, Hz. Fatma’nın duruş şekline göre dar kapısında yapıp sonrasında ceme otururlar. Bizde Hz. Ali’nin ne kadar kutsal olduğu Sünni vatandaşlarımız tarafından da görülmüştür. Aynı saygı Hz. Fatma Ana üzerinde de vardır. Aynı şekilde İmam Hüseyin’e de çok büyük bir saygımız vardır. Çünkü bizim inancımızda mazlumu temsil edenler bizim mekânımıza girebilir ve bizle cem olabilir. Mazlumu temsil ediyorsa dil, din, ırk gözetmeksizin cemlerimizde yerini alabilir. İmam Hüseyin’in zalime karşı duruşu bizim için her zaman ve her alanda yönümüzü, duruş şeklimizi belirler. Cemimizde canlar olarak içeri girdiğimizde İmam Hüseyin’in darına dururuz, Nesimi darına dururuz, Fazlı darına dururuz, Hallac-ı Mansur darına dururuz. Bu isimler bizim dar kapısı pirlerimizdir. Bizim yedi ozanımız Fazlullah Hurufi’den etkilenmiştir. Fazlullah Hurufi evrenseldir. Ses gelen her şeye, nefes olan her şeye yönünü dönmüştür. Bizler abdestimizi o nefeslerle, kulak temizliğiyle, ağız temizliğiyle ve kalp temizliğiyle almaktayız. Bizim abdest sistemimizi de toprak, ateş, su, rüzgâr ve nefes oluşturur. Dar kapılarından içeri girip görevlerini yerine getiren, Nesimi gibi yüzülen, Hallac-ı Mansur gibi asılan, İmam Hüseyin’in darına durup mazlumu temsil eden can ancak bu şekilde cemde yer bulabilir. Kısaca o dar kapısından geçmedikçe, rızalık almadıkça olmaz.
|19
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Çünkü bizim cemimiz bir rıza olmadan olmaz. Bu batındır yani dış beşeriden bağımsızdır. İşte bu rıza şerhine oturan dar kapısından geçer. Bu dar kapısından geçen kişide hiçbir makam, mevki, sıfat yoktur. Yalın, temiz olmak gerekiyor. Az önce söylediğim su gibi temiz olmak, ateş gibi pişmek gerekir, nefes vermesi lazım. Dar kapısından geçtikten sonra lokmamızı da getiririz. Bizim ilk cemimiz Abdal Musa Birlik Cemidir. Abdal Musa Birlik Cemi, barışma, arınma, temizlenme cemidir. Diğer ibadetleri hak etme cemidir. Bu cemden geçen görgü cemlerini yerine getirir.
Cem evini ibadethane olarak mı görüyorsunuz? Cem evinin bir diğer adı meydan evidir. O meydan da bütün müşküllerimizi hallederiz. Cem evi nedir diye saydığımızda; kutsal lokmaların yendiği aş evidir, seçkin insanların alındığı irfan meclisidir. Matemi olarak Kerbela Çölüdür. Dedenin, pirin isteklerini ferman ettiği yerdir. Semahların dönüldüğü kırklar cemidir. Birlik meydanı, dar meydanıdır, nefislere hükmetmektir. Ayrıca herkesin eşit olduğu birlik meclisidir. Hiçbir zaman ikilik, ayrılık olmaz. Bu meydanın temiz olması süpürülmesi gerekir. Bu süpürme tozların alınması değil, dar kapısından geçen her canın beşeri dünyadan arınarak gelmesini, düşüncelerine yeni düşünceler katması anlamında temiz olması gerekir. Bunun içinde buraya süpürge çalınır. Bu yapıldıktan sonra el suyu getirilir. Bu temsili olarak bizim abdestimizdir. Ama Alevilerin ceme gelirken mutlaka boy abdesti alarak gelmesi şarttır. Aleviler sadece su ile abdest almaz çünkü su sadece bedeni yıkar. Alevilerdeki abdest ikrarla başlar. Gönülde sevgi olması gerekir. Bu sevgiyi de diğer canlarla paylaşması gerekir. Bunlardan sonra da beden temizliğini su ile yapması gerekir. Bu şekille tarikat abdesti alındıktan sonra bu meydana seccade getirilir. Bu seccade bizim kara çul dediğimiz geçmiş dönemlerde keçi kılından yapılan bir örtü. Biz bütün ibadetlerimizi, deyimlerimizi, komşu ilişkilerimizi, muhakemelerimizi, saflarımızı, inançlarımızı; inançlarımıza yönelik birlik ve beraberliğimizin sağlandığı meydanda oluşturulan bu kara çulun üstünde yaparız. Bacılar Hz. Fatma üzerinden yanlış yemin etme şansı yok. Erkek canlar İmam Hüseyin, Hz. Ali, Hz Muhammed üzerinden o kara çul üzerinde yanlış bilgi verir, yanlış şahitlik yaparsa, kendinin bereketsiz yaşayacağını, nasipsiz, rızasız yaşayacağını, her türlü kötülüğün üstende olacağını bildiği için içeri girmeden önce bunların bilinciyle hareket eder. O kara çulun üstünde yapılan ibadetler saf, temiz, duygusal ve inançsal olarak da sadedir.
Peki, halk arasında mum söndü olarak bilinen konunun özü nedir? O seccadenin üzerine üç tane delil getiririz. Üç tane yanan mum delildir. Bizler bu delil sistemimizi yer gök kurulmadan Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin Hak’la birlikte kudret kandilinde yanan bir ışık evreni olduğuna inanırız. Bu ışık bizim
20
|
çerağımızdır. Anadolu’yu bu çerağla ışıtıp düşünerek ve Nur Suresi’nin 35. ve 36. ayetlerini de okuyarak delilimize uyarız. Biz o nurun, o ışığın altında ibadetlerimizi yaparız. Bu ışığın sönmesi durumunda da inancımızın söneceğine inanırız. Bundan dolayı da bu ışık her zaman yanar.
Kurban inancınız da var. Bu kurbanı neden Ceme getiriyorsunuz? Mumumuzu yaktıktan sonra da eğer lokma ve kurbanımız varsa, o kurbanı ceme getirerek hep birlikte tedbirleriz. Tedbirledikten sonra üç tane Duaz-ı İmam ve gül bentle tamamlayarak kurban üzerinden rızalık alırız. Bir canın lokması varsa, canın bir yanlışı varsa, bir döktüğü, kırdığı varsa onları düzeltmeden, ağlattığını güldürmeden, kırdığını onarmadan, dost gönlünü hoş görmeden yani rızalık almadan kimsenin lokmasını lokmamıza katmayız, kurbanını yemeyiz.
Semah dönmekteki mana nedir? Bizler semah döner ve tevhit çekeriz. Semah dönmek sevgiyi toplamaktır, barışı sağlamaktır; rızalığı alarak, meydanda toplayarak, figürlerle evrensel bir anlayış içerisinde bütün canlılara tekrar dağıtmaktır. Tevhit de bizim canlarımızla can olan canlarımızın Hak ile Hak olmasıdır.
Alevi olmanızdan dolayı karşılaştığınız sıkıntılar var mı? İnsanlar Aleviliğe nasıl bakıyor? Bu yıl arkadaşlarımızla birlikte Kahramanmaraş’a gittim. Kahramanmaraş’ta şehitlerimizi andık. Narlı Kasabası'na geçerken bir taksiye bindik. Taksideyken polis kontrollerinden geçtik. Bu kontrollerden geçerken taksici bize “Ne oluyor, bu ne?” dediğinde biz herhangi bir cevap vermedik. Tabi adam farklı söylemlerde bulunmaya devam etti. Bizler de kendisine şu cevabı verdik: 35 yıl önce Maraş’ta Aleviler katledildi. Taksicinin verdiği cevap ise şu oldu: “Ben şiddete karşıyım. Aleviler de yıkanmıyor ya da abdest almıyor.” Şimdi bu cevabı vermek gizli ajandadaki düşüncelerini açıklamaktır. Biz de buna bir şey söylemedik. Şimdi Alevilerin abdest almadığını, yıkanmadığını ve bunları nasıl yaptığını Alevilerin kendileri bilir. Bir toplum olarak hiçbir topluma birinin eksikliğinden dolayı, birinin yanlışından dolayı yargılayamayız. Temiz olan insan cemalinden de bellidir, giyiminden de bellidir, kokusundan da bellidir, insanlarla olan diyaloğundan da bellidir. Türkiye’de bizleri aydınlık olarak gösterenlerde var. Kimi bilinçli olarak bizi uçurmak istiyor kimi ise kendine yakın görmek istiyor. Bazıları da bize öznel olarak hitap ediyor. Bizim yıkanma açısından, temizlenme konusunda hiçbir eksiğimiz yok.
Geçmişte yaşanan olaylara bakarsak, birlik ve
beraberlik içinde yaşama konusunda mı sıkıntımız var? Bizler bu ülkede ortak yaşadık. Yine aynı şekilde ortak yaşayacağız, kardeşçe yaşayacağız ama baba malı ortak olursa kardeşliğimiz pekişecek. Herkes kendi inancında yaşamaya ve yaşatmaya çalışacak. Bizler de aynı şekilde yaşamaya ve yaşatmaya çalışacağız. Bunun içindir ki Alevilik yasaklı bir kültürün örgütlenme şeklidir. Alevilik Hz. Muhammed’i Kırklar Cem’ine almıştır, mürşit olarak almıştır. Hz. Muhammed ile peygamberliği son buldurmuştur. Hz. Ali’yi veli olarak görmüştür. On İki İmam dünya var oldukça var olacaktır. Ayetler de bunu ortaya koymuştur. Bizim inancımız mazlumları korumaktır. Bu bütün dünya insanları için geçerlidir. Mazlumun yanında zalimin karşısında olmuşuzdur. Bu mazlumların zalimlere karşı Anadolu’da kurulmuş örgütlenmesi, Anadolu’da cennetini kurma sistemidir.
Bu kültürü, bu sistemi yaşatırken yanlış ya da eksik yaptığınız konular oldu mu? Bizler Kerbela’yı güncelleştiremedik. Yani Maraş’a taşıyamadık. 5-6 yaşlarında iki çocuğumuz katledildi. Biri kaynar suya atıldı. Bir diğer canımızın canı ağaca çivilenerek alındı. Buna benzer olayları yaşadık. Kerbela’yı Maraş’a taşıyamadığımız için Çorum’da, Çorum’a taşıyamadığımız için Sivas’ta buna benzer olayları yaşadık. Bizler köylerimizde yaşadığımız Aleviliğimizi şehirlere taşıyamadık. Diğer inançlara mensup insanlarla askerlik yaptık, komşuluk yaptık, mesai arkadaşlığı yaptık. Bunlara rağmen kendi inancımıza yaşam alanı bulamadık. Köylerde yaşadığımız Aleviliği güncelleştiremediğimiz için çocuklarımıza aktaramadık ve bu konuda zorluk çekiyoruz. . Bundan dolayı da 3 ana şartımızı yerine getirmekte zorluk çekiyoruz. Bunlar; inanç boyutu, eğitim boyutu ve hukuk boyutu.
3 ana şartı biraz açar mısınız? İnançlarımızdan dolayı ocaklarımız yerle bir edildiğinden, bilgiler kulaktan kulağa ve deyişlerimizle bugüne kadar geldi. Yine bazı kurumlar bizi değiştirmeye ve yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Örneğin Avrupa’ya Dedeler göndererek, kendine göre Alevilik yaratmaya çalışıyorlar. Cemler bizim eğitim görme alanlarımızdır. Devlet zorunlu din dersleriyle birlikte bu hakkımızı da elimizden aldı. Alevi çocuklara Sünniliği öğretiyorlar. Zorunlu din dersleri ortandan kalksın diye biz mücadele ederken, 4+4+4 sistemiyle Alevi çocuklar tamamen bu sistemin içine girdi. Yine gündeme gelen anayasal düzenlemelerle ilgili de sıkıntılarımız var. Evlatlarımızın üniversiteye gitmesi de eğitim sistemindeki olası değişikliklerle engellenebilir. Çünkü sınavlardaki sorulacak sorular konusunda hazırlanan taslak bizim inancımızı yok sayıyor. Ne zaman yasallaşır bilmiyoruz ama bu konuda da mücadele veriyoruz. Hukuk sisteminde de dünyada
bulunan anayasalardaki gibi bir yapımız yok. Alevilik cem evinde yasa meclisini kurar ve Alevilik yasasını kişiye göre yapar. Yani mazlumu her anlamda önde tutar ve korur. Şu anda biz bu hukuk sistemini işletemiyoruz. Mahkemeye giden vatandaşlarımızı cemimize almak için mahkemede yapılan işlemlere rıza göstermesini istiyoruz. Bu insanları ikrar alarak cemimize alıyoruz.
Bizi haber çalışmamızdan dolayı mı ceme aldınız yoksa herkes bu ibadete katılabilir mi? Başka inanca mensup insanları da cemimize alırız. Lakin onlardan kendi inançlarını terk etmelerini istemeyiz. Kendi inancını terk edenin bu inancı da terk edeceğini düşünürüz. Aynı şekilde bir inancı yok saymak o inancı katletmektir. Biz Aleviler Allah’a ulaşmak için özgür düşünceye sahip olunması gerektiğine inanırız.
Anladığımız kadarıyla farklı adlarda cemler var? İlk cem Abdal Musa Birlik Cemi’dir. Bu cem temizlenme, arınma, barışma cemidir. Dar kapısından geçip rıza şerhinde kabul gördüğü, sonrasında da görgü cemi ve ikrar cemi dediğimiz yol cemlerimiz vardır. Yine Perşembe akşamları yaptığımız cumalık cemleri vardır.
Sizin inançlarınızla ilgili diğer inançlara sahip olan kişilerin yaptığı hatalar var mı? Bu konuda bazı hatalarda yapılıyor. Örneğin bir müftü geldi burada postumuza oturdu. Bu konuda bilgisi yokmuş lâkin bilgisi olmalı. Bulunduğu bölgedeki inançları bilmelidir. İnançlar arası diyaloğun olması insanları yok sayarak değil bu şekilde, diğer inançları da bilerek kurulması gerekiyor. Geçenlerde yanarak vefat eden bir ailenin cenazesini kaldırdık. Müftü Bey, o köydeki mezarlığın kıblesinin yanlış olduğunu söyledi. Bu Alevilik inancını bilmemek anlamına gelir. Bu Alevilerin inancını yok saymak anlamına geliyor. Bizim kıblemiz candır. Bizim cemimiz de böyledir. Biz de semahlarımızı dönerek gerçekleştiriyoruz çünkü dünya dönüyor, ay dönüyor. İnsan yaşamını kolaylaştıran çark dönüyor. Yaşamımızı sağlayan kan dönüyor. Biz de semah dönerek bunu yapmaya çalışıyoruz. Biz semah yaparken de birbirimize yönümüzü, kıblemizi dönüyoruz. Eğer insan Allah’ı dışarıda arıyorsa bu insanın yanlış olduğu, asimile olduğu içindir. Dünya kendi içindeki magmadan aldığı direktiflerle yönetilir. Bundan dolayı bizler gerçeği dışarıda değil içimizde ararız.
Başta sormamız gereken soruyu röportajımız sonlanırken sorayım. “Dede” ne demek? Kimler “Dede” olabilir? Dedelik rehberliktir, öncülüktür. Dede soyunun mutlaka Ehlibeyt’e dayanması gerekiyor. Seyit sülalesinden olması gerekiyor. Biz Hacı Bektaş-ı Veli’den gelmekteyiz. Dedelik sadece cem yapmak
|21
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
İş hayatı, yaşamımızın önemli bir parçasıdır. Evlerimizden daha fazla zamanı, iş yerlerimizde geçiriyoruz. Bu açıdan, iş hayatında iletişimin iyi olması, bizim duygusal ergonomimiz açısından önemlidir. Beden dili, sözsüz mesajın kapsamı içerisindedir ve sözlü mesajı güçlendirici, anlamı kuvvetlendirici özellikler taşır. El, kol, baş ve vücudun diğer kısımları ile yapılan, sözlü mesajı destekleyici bedensel mesajlara “Beden Dili” adı verilir. İnsanlar arasında iletişim sadece sözcüklerle yapılmıyor. Vücudun duruşu, eller, yüzdeki ifade, bakışlar söylemek istenileni beden diliyle anlatıyor. Özellikle iş dünyasında sunum yaparken veya satış esnasında insanlar için en etkili yardımcılardan biridir beden dili. Beden hareketlerimiz bilinçaltı tarafından kontrol edildiğinden, beden hareketlerimizle ilettiğimiz mesajın bilinç düzeyinde farkında olmamamız çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Beden hareketlerimiz vermek istediğimiz mesaj esnasında otomatik olarak devreye girer ve mesajın önemli bir kısmını oluşturur. İletişimde yaşadığımız sorunların ana etkenlerinden birisi de beden dilimizi bilinç düzeyinde kullanamamamızdır. Konuşma tarzımız, giyindiklerimiz, takındığımız aksesuarlar hatta yürüyüş tarzımız bile iş ilişkilerinde bizi şaşırtacak derece etkilidir.
İş Hayatında Beden Dili Özellikle iş görüşmesinde dikkat edilmesi gereken hususlardan biri el ve yüz hareketleri. Bazen küçük bir hareketin söylenenden bambaşka bir şey ifade ettiğine dikkat çekiyor. Mesela burna basit bir dokunma hareketi, karşıdaki insanın doğru sözlü olmadığını gösterebiliyor. Başı hareket ettirmenin nedeni diğerlerinden onay alma isteğinin ifadesi olduğu için bazen güçlü görünmenin yolu da baş hareketlerini en aza indirmekten geçiyor. El sallayarak 'görüşürüz', işaret ederek 'orada' denirken iki el birleşip piramit görünümü verildiğinde güç anlamına geliyor. Karşınızda biri elleri piramit şeklinde sizi göstererek oturuyorsa bilin ki o, ya sizin patronunuz ya da gelecekte patronunuz olacaktır. Beden jestlerinde, konuşulan kişiye tam olarak dönmek güvenilir ve kendinden emin bir tavrın göstergesi. Sadece yüzle değil tüm vücutla dönme 'tam yüzleşme' demek. Kollar göğüs hizasında bağlı değilse ve oturma pozisyonunda bacak bacak üstüne atmamak açıklığı pekiştiriyor. Bu hareketler insanların niteliklerini saklarken, kolları kavuşturmak savunma ifadesi. Bu yüzden bacak bacak üstüne atmış ve kollarını kavuşturmuş hafif yana dönük biriyle konuşma karşıdakinin ilgisizliğini hissettirirken, tam tersi durumda anlatılanla ilgilenildiği mesajını veriyor. Tırnak yeme, saçla oynama, sakız çiğneme ve diş gıcırdatma gibi hareketler ise herkesi rahatsız eden beden jestleri. Eğer karşınızdaki kişi iletişime açık bir şekilde oturuyorsa hemen siz de aynı şekli alın. Bir anda görüşmenin yön değiştirdiğine şahit olabilirsiniz.
22
|
Bir insan diğer insanla konuşurken karşıdakinin gözüne bakmıyor, göz teması sağlanmıyorsa, kendisine güveninin olmadığını gösteriyor. Karşıdaki kişi çok az göz teması kuruyorsa, hoşlanmadığını, sinirli olduğunu ya da çekingen olduğunu anlattığı gibi kendisinin yüksek bir statüde bulunduğunun mesajının vermek istiyor. Ama aynı zamanda bir insanın diğerine sürekli bakması ise stres oluşturuyor. Bu durumdan kurtulmak için ya eller biraz hareket ettirilmeli ya da etraftaki bir şeyleri göstererek gerilim dağıtılabilir. Önemli bir nokta ise açık havada birileriyle konuşulması durumunda güneş gözlüğü takmaktan kaçınılması. Çünkü karşıdaki insanı rahatsız edebildiği gibi kimliğin saklamaya çalışıldığı imajı oluşturabiliyor. Hiç tanımadığınız biriyle ilgili ilk izlenimi onun kullandığı beden dilinden elde edebiliyorsunuz. Ayrıca beden dilinizi doğru kullandığınızı zannettiğiniz bazı durumlarda yanlış izlenim uyandırmanız da mümkün. Mesela, sürekli etrafta dolaşan biri belki çok enerjik ve etkili görünebilir ki bu çoğu durumda doğrudur. Fakat aynı hareketler bazen o kişinin sinirli ve durumdan rahatsız olduğu anlamına gelebiliyor. "İçinde bulunduğunuz durum sizden nasıl olmanızı gerektiriyorsa beden dilinizi ona göre daha emin, güçlü, güvenilir görünmek için kullanın", "Negatif işaretler gönderilirse, bu amacı elde etmeyi engelliyor. Ayrıca diğer insanların beden dilini de tanımaya çalışmalı. Böylece sizinle ilgilenip ilgilenilmediği ya da sizin varlığınızın nasıl bir etki yarattığı anlaşılabilir".
İŞ DÜNYASI
|23
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Ölçü Eğitim Danışmanlık hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
ihtiyaçlarına ve özelliklerine uygun olarak tasarlanır.
Ölçü Eğitim Danışmanlık 2008 yılında Çorum’da kuruldu. Kurulduğumuz dönemde de Çorum’da ilk defa “öğrenci koçluğu ve danışmanlığı” kavramlarını kullandık. Ölçü Eğitim Danışmanlık’ı kurma fikrimiz 5 yıllık rehabilitasyon ve rehber öğretmen olarak çalıştığımız dönemde oluştu. Özellikle dershanelerde çalışırken öğrencilerimizin daha profesyonel bir hizmete ihtiyaç duyduğunu gördük.
İlk görüşmeyi merkezimizde öğrenci ve ailesiyle yapılan seansla gerçekleştiriyoruz. Bu görüşmede anne, baba ve çocukla görüşerek, aileden gerekli bilgileri alıyor ve sorunla ilgili fikir alışverişinde bulunuyoruz. Daha sonraki süreçte de belirlenen periyotlarla öğrenci ile bireysel görüşme seansları gerçekleştiriyoruz.
Öğrencilerimizin motivasyonlarını korumalarını, diri tutmalarını ve bireysel, mesleki eğitim noktasında öğrencilerle görüşülmesi ve bizim nezaretimizde çalışmalarının yapılması gerektiğini düşündük. Çünkü öğrenci için rehberlik boyutu çok önemli. Öğrencilerimize yol arkadaşı olabilmek ve kendilerine destek sağlamak amacıyla bu yola çıktık.
Öğrencilere hangi alanlarda destek veriyorsunuz? Eğitim danışmanlığı, öğrenci koçluğu, ÖSS, KPSS ve TEOG sınavlarında tercih danışmanlığı alanlarında hizmetlerimizi sunuyoruz.
Öğrenci Koçluğu neden önemlidir? Öğrenci Koçluğu yapılması gereken ideal doğruları değil, bireyin kendi gerçeklerinden hareketle performansı, kapasitesi, potansiyeli ve bunları hayata geçirecek enerjisi üzerinde çalışan bir sistemdir. Öğrenci Koçluğunu etkili kılan şey, koç ile öğrenci arasında güvene dayalı bir ilişkinin bulunmasıdır. Bu ilişki öğrenciye hedeflerine ulaşmasında, karşılaştığı problemleri çözme becerisinde, kendi gerçekliğini fark etmesinde ve hayatını daha rahat yönetmesinde güç verir. Çözüm ve sonuçların içeriği sadece öğrencinin
24
|
Nasıl bir çalışma sisteminiz var?
Bireysel görüşme seansları; gözlem danışma ve test uygulamalarından oluşuyor. Bu görüşmelerimizde çocuğun genel zihinsel performansı ve psikolojik durumunu değerlendirdikten sonra, sorun ile ilgili farkındalığı sağlıyoruz. Bu süreçte öğrencinin kişisel özelliklerini, sorunlarını, destek almaya ihtiyaç duyduğu noktaları tespit ediyoruz.
Bahsettiğiniz testler hakkında bilgi verir misiniz? WISC-R, Stanford-Binet, AGTE ve Metropolitan gibi testlerle öğrenciye IQ ve dikkati ölçme testleri yapıyoruz.
EĞİTİM
Çorum’da 2008 yılında kurulan ve çocuklarımız, gençlerimiz için özel rehberlik hizmeti sunan Ölçü Eğitim Danışmanlık, hayata geçirdiği “Öğrenci Koçluğu” ile Çorumluları yeni bir hizmetle buluşturdu. Öğrencinin hedef ve amaçlarına ulaşması ve başarısı için koç ve öğrencinin birebir çalıştığı bireysel ve profesyonel dinamik bir danışmanlık ilişki sürecinde yürütülen çalışmalar hem öğrenciye hem de velilere büyük imkân ve avantaj sağlıyor. Profesyonel kadrolarla yürütülen bu çalışmaları Ölçü Eğitim Danışmanlık’ın kurucusu Eğitim Danışmanı Yusuf Çakkal’dan dinledik.
WISC-R tüm dünyada kabul gören bir IQ testidir. Bunu uygulamak özel eğitim ve sertifika gerektirir. Bu test rehberlik araştırma merkezlerinde özellikle öğrencinin kaynaştırma ihtiyacının olup olmadığını belirlerken, bilim ve sanat merkezlerinde öğrencinin üstün zekâlı olup olmadığını ölçerken uygulanan bir testtir. Daha önce insanlar bu testi yaptırmak için büyük şehirlerdeki kliniklerden yardım alıyorlardı. Biz Çorum’da bu testi uygulamaya başladık. WISC-R ile üç alanda IQ ölçülüyor. Öğrencide dikkat eksikliği ya da dikkat dağınıklığı olup olmadığını, öğrencinin işitsel ve görsel dikkati, kısa-uzun süre bellek geçişlerini, genel bilgi ve eğitim düzeyinin uygun olup olmadığını bu testle ölçüyoruz. 6-16 yaş aralığındaki her öğrenciye uygulanabiliyor. Stanford-Binet testi de WISC-R testine benzer, genel IQ ölçen ve WISC-R testinin ölçemediği yaş grubu olan 2-6 yaş arasına ve 16 yaşın üstündeki öğrencilere uygulanıyor. AGTE testi de özellikle 2-6 yaş arasındaki öğrencilere uygulanıyor. Kreşe giden öğrencilerin yaşına uygun becerileri kazanıp kazana-
madığı ölçülüyor. Gelişimsel gecikme ve gerilik bu testle ölçülüyor. Metropolitan ise okul olgunluk ölçeğidir. 5-6 yaş arasına uygulanır. Bu testle öğrencinin okula hazır olup olmadığı, yaşına uygun becerileri kazanıp kazanamadığı ölçülür.
Çorum’da bu çalışmalara talep var mı? Bu çalışmalar Çorum’da çok yeni bir alan. Şu an bu hizmetleri sadece biz veriyoruz. Vatandaşlarımızın özelde bunun yapıldığına dair yeterli bilgisi yok. Lakin bunun Çorum’da da yapıldığını öğrenen veliler, büyük bir ilgi ile bize geliyorlar. Bu alanda ilgi uyandırdığımız bir gerçek.
Öğrencilere verdiğiniz büyük desteği açıklamalarınızdan görebiliyoruz. Peki, veliler nasıl bir fayda sağlıyor? Öğrenci kadar velilere sağlamış olduğumuz imkânlarda çok önemli. Biz çalışmaların sadece öğrenci odaklı olmasını planlamadık. Velilerimizde bu çalışmalarımızdan dolayı büyük bir avantaj sağlıyor. Yapmış olduğumuz bu çalışmalarla veli ve öğrenci ilişkilerinde de büyük bir gelişme oluyor. Çocukların bütün çalışmalarını takip ediyoruz. Sadece burada değil, okul takibini de gerçekleştiriyoruz. Bu da velilere hem kolaylık sağlıyor hem de çocuğuyla olan ilişkisini üst seviyeye çıkarıyor.
Öğrencilerin çalışma ortamı da gayet iyi görünüyor? Öğrencilerimizin rahatlığı için her şeyi düşündük. Öğrencinin başarısında çalışma ortamının önemi büyük. Bunun için her öğrencinin kendine ait çalışma masaları, kitaplıkları, dolapları var. Ayrıca her öğrencimize nezaretlik eden öğretmenlerimiz var. Yine öğrencilerimiz için mutfağımız, dinlenme odalarımız da mevcut.
|25
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
PORTRELER Necati ŞAHİN MERKEZ BANKASI Başkan Yardımcısı
ÇORUMLU OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ ? Çorum’dan birçok isim Türkiye’de önemli görevlerde bulunuyor. Bizler de bu isimleri hem hatırlamak hem de hatırlatmak için dergimizde hemşehrilerimizin kısa bir portresini çizmek istedik. Bu sayımızda hemşehrimiz Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Necati ŞAHİN’e yer verdik. Çorum Merkez ilçeye bağlı Yeşilyayla (Kuduzlar) Köyü’nde 1955 yılında dünyaya gelen Necati Şahin, ilk çocukluk yıllarını köyünde geçirdikten sonra ailesinin Çorum il merkezine taşınmasıyla ilk öğrenimini Çorum Merkez Zafer İlkokulu’nda tamamladı (1967). 1973 yılında Çorum İmam Hatip Okulu’nu bitirdikten sonra Çorum Lisesi fark derslerinden sınava girerek lise diploması da alan Necati Şahin, 1977 yılında İstanbul Üniversite İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Necati Şahin çalışma hayatına 1978 yılının Mart ayında Türkiye Cumhuriyet Merkez Ankara Şubesi’nde memur olarak başladı. Aralık 1978 - Mayıs 1980 arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde Yedek Subay olarak askerlik görevini tamamladıktan sonra TCMB Ankara Şubesi’ndeki görevine döndü. 1981 yılının Nisan ayında TCMB Müfettiş Yardımcılığı sınavını kazanarak Müfettiş Yardımcısı olan Şahin, 1985 yılının Mayıs ayında Müfettişliğe, 1999 yılının Şubat ayında da Başmüfettişliğe terfi etti. 1990 - 1991 yıllarında İngiltere’de Manchester Business School’da bir yıl süreyle mesleki inceleme ve araştırmalarda bulundu. 2004 yılının Nisan ayında yapılan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Genel Kurulu tarafından TCMB Banka Meclisi Üyeliğine seçilmiştir. Bu görevi sürdürürken 5 Haziran 2011 tarihinde TCMB Başkan Yardımcılığı’na atanmıştır.
26
|
TEKNOLOJİ Yazı: Hakan Yasin IRMAK
Yeni Nesil Akıllı Telefon
Ubuntu Phone
ABD Canonical Vakfı tarafından özgün yazılım dünyasında işletim sistemi geliştiriciliği yapan vakıf Ubuntu OS işletim sisteminin yanı sıra Ubuntu Phone’da geliştirmeye başladı. Şimdilik Samsung Nexus 4 üzerinde ve Nexus modelleri üzerinde performanslı çalışan işletim sistemi yakında android karnel çalıştırabilen tüm telefonlarda yer alması düşünülüyor. Canonical Vakfının Ceo’su Mark Richard Shuttleworth günümüz akıllı telefonlarının dünyasına yeni bir heyecan katacağını söylediği ubuntu phone os akıllı telefonların mevcut işletim sistemlerini hem hemen herkesin tanıdığını söyledi.
İlerleyen süreçte neler olacağını göreceğiz. Ama şunu da biliyoruz ubuntunun yeni telefonu nerdeyse bir bilgisayarın yaptığı bütün işi yapabilecek donanıma sahip olacak. Neler mi olacak: Depolama alanı 120 Gb olacağı söyleniyor. Ram 2 Gb olarak belirlenmiş. Ekran desteği haricen 128 Mb olarak belirlenmiş. Ekran genişliği 4” olarak belirlenmiş. 12 mp arka kamera 8mp ön kamera Yani anlayacağınız üzere cebinizde artık bilgisayarınızı taşıya bileceksiniz. Ayrıca cep telefonu yazılımı aynı ios ve mac os x işletim sistemleri gibi senkronize çalışabilecek. Bu da demek oluyor ki yavaş yavaş ios işletim sistemi rafa kalkabilir. Bu arada telefona sahip olmak isteyenler www.ubuntu.com adresinden vakfın hesabına 600 dolar bağış yaptıkları takdirde ücretsiz telefon sahibi olacaklar. Bilindiği gibi kar amacı gütmeyen vakıf ve derneklerin bağış toplama gibi durumları söz konusudur. Tabi bir üretim için gerekli olan yatırımda yüksek meblağlara ulaşmaktadır. Telefonu görmek isteyen arkadaşlar için Canonical Vakfı’nın Ceo’su Mark Richard Shuttleworth anlatımı ile
www.youtube.com ‘dan izleyebilirsiniz...
|27
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
U
zunca bir süredir Türkiye’nin her yerinde bir ‘kentsel dönüşüm’ rüzgârı esiyor. Çorum da bu rüzgârın etkisinde. Eski yapının hakim olduğu bölgelerde harabe evler yıkılıyor, yerine çok katlı apartmanlar yapılıyor. Çorum’un meşhur semti Devane’de bir kaç yıl önce yaptığımız sokak söyleşilerinde bölgede oturan çoğunluğun, özellikle kadınların ‘insanca yaşamak’ için ‘yeni ev’ isteklerine tanıklık ettiğimizi hatırlıyorum. Hemcinslerimin, çatısı akan, içinde farelerin, böceklerin cirit attığı, yağmur sularının dolduğu evlerden kurtulmak isteyişine elbette hak veriyorum; ancak ‘dönüşüm’ kelimesinin içimde yarattığı huzursuzluğu da kendime bile bir türlü izah edemiyorum.
Gülesin Ağbal DEMİRER Çorum Hakimiyet Gazetesi Haber Yönetmeni
28
|
Karmaşık duygularıma tercüman olacağı önseziyle -sanırım- çareyi ‘Şu Bizim Çorum-Devane Hatıraları’ isimli kitabın yazarı Mustafa Özçatalbaş Hocam’a başvurmakta buluyorum. Mustafa Özçatalbaş’ın bu eserini okuyanlar zaten unutmamışlardır. Okumayanlara ise ufacık bir tüyo vereyim; eski Çorum’a dair sosyal, ekonomik hayatı capcanlı müşahade etmek isteyenler, ‘Şu Bizim
Bİ KÖŞE
Çorum-Devane Hatıraları’nı mutlaka okusunlar. Sayfalarda çıkacağınız gezintide bugünü unutup, kendinizi, kimi zaman gülerken, kimi zaman da üzülürken bulacağınız eser, canlı, keyifli, unutulmaz anlatımıyla değme aksiyon filmlerine taş çıkartır sürükleyicilikte.
Her ne ise. Yeni ve eski binaların sırt sırta verdiği Devane gezilse gezilse değerli hocam ile gezilir deyip, baharın habercisi nefis bir havada hocama Devane’yi birlikte gezme teklifinde bulunuyorum. Gezimiz sırasında anlıyorum ki hocam zaten hatıralarını yad etmek için buralara gelip dururmuş. Paşa Hamamı’ndan aşağı başlıyoruz adımlamaya. Karşımıza önce Hocam’ın ‘Kadifelerin Evi’dediği bir ev çıkıyor.
Yüzünde, bana bir çırpıda anlatamayacağı hatıraların yansımaları, evin kapısına yaklaşıyor hocam; “Kadifelerin evi, o zaman gıptayla imrenerek baktığımız paşa konağı, saray sanki dediğimiz ev. Öyle ki buradaki insanlar nasıldır, ne yerler ne içerler acaba diye düşünürdük.” diyor. Sizin eviniz nasıldı sorusuna, hocam, “Bizim evimiz tek odalıydı. Sokaktan içeri girince 30 metre bir yer. İki kolunu açıp ta ilerlersen iki kolun yan duvarlara değer. Öyle bir koridordan 30 metre kadar gidiyorsun. Sofalı, tek odalı bir yer. 3 kardeş, bir de anne-baba 5 kişi orada yaşadık. Yatak odamız da, misafir odamız da her yer, o tek oda.” cevabını veriyor.
|29
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Zengin-fakir aynı sokakta
Kadir Ağa’nın askerleri
Mustafa Özçatalbaş hocamın ‘Kadifelerin’ dediği evin etrafında bir süre oyalanıyoruz. Eski Çorum’un karakteristik evlerinin yine karakteristik çift kanatlı kapısı. Kapının yanındaki duvarda, ‘İsyankâr ve vefasız âlemin tövbekâr çocukları’ yazısı. Rehberimle gezerken, nerden bilirdim gezimizin sonunda bu duvar yazısıyla yüzleşeceğimizi. Çift kanatlı kapıyı aralayıp içeri şöyle bir göz gezdiriyoruz. İçerisi yıkık dökük. Kimsecikler yok.
Çubuk, Oruç Sokaklar’ı geçiyoruz. Hocam sokak aralarında odun kıran, enkaz toplayanlara selam veriyor. Kör Kadir Ağa’nın oturduğu evin önünden geçerken, Kör Kadir Ağa’yı dinliyorum hocamdan: “Şurada bir Kadir Ağa vardı. Kör Kadir derlerdi. Çok fakir. Kızkardeşi de fakir. İkisi de evlenmemiş, ikisinin de gözü görmez, birbirlerine bakarlardı. Kızkardeşi azıcık bir şey hisseder gibi derlerdi. Gün boyu bizi toplar, elinde bastonu -eliyle toplandıkları yeri gösteriyor- konuşurdu. Bize yemek sayardı. Sorardık, “Kadir Ağa bugün ne var.” “Bugün ne yok ki, ablanız yahni pişiriyor, kahveden gelerken kasaptan 1 kilo kuşbaşı aldım. İçine kuyruk kattırdım.” Biz bağırıyoruz, “Kadir Ağa ne yapıyon ya.” Hâlbuki hayalini kuruyor (gülüyor). Biz de çocuğuz ya inanırdık. Bir gün bize dedi ki, “Bugün bize yemeğe gelin. Üzüm hoşafı, tereyağlı pirinç pilavı, etli patates var.” Akşam ezanı okununca tahta kaşıkları aldık, kapıya dayandık. 7-8 çocuk varız. Biz onun askerleriyiz ya. “Kim o” diye ters ters bağırdı. Misafir bekleyen öyle sert bağırır mı, misafirlerim şeref vermeye geldi der bana. Kadir Ağa biziz askerlerin. “Ne askeri lan, gidin defolun köpoğlu köpekler.” Çağırdın ya bizi Kadir Ağa. Neyse, biri kapıyı açtı, kanatlı kapı, demek hepimiz dayanıyorduk, yığıldık içeri. Kadir Ağa evin kapısından çıkmış, bastonla, “köpoğlu köpekler ne işiniz var” diye bize saldırdı. Hepimiz kaçarken bir yandan da bağırıyoruz, “çağırdın ya Kadir Ağa, çağırdın ya.” Ne bilelim yemeğin hayal olduğunu.”
Yolumuza devam ediyoruz. Hocamın niyeti; ilk gençlik yıllarına kadar yaşadığı evinin yerini bana göstermek. Evin yerinde yeller esiyor çünkü. İşte armut ağacı ve dibindeki yatır. Kulağım Mustafa Hocam’da, o anlatıyor, ben dinliyorum: “Çamaşır taşında tokaçla çamaşırların yıkandığı günler. Güm güm diye sesler duyardınız. Yeni pişmiş yufka kokusu, saman ateşinin kokusu. Yatırın mezarındaki armut ağacına murad almak isteyen genç kızlar, derdi tasası olan kadınlar kurtulmak için sıkıntılarından çaput bağlarlardı.” Rehberimin yüzünde artık geri gelmeyecek güzel günleri hatırlamanın verdiği buruk bir ifade ile gezintimizi sürdürüyoruz. Hocam’ın evine varmadan Devane sakinlerinden bir tamirci ile karşılaşıyoruz. O bize, artık bu sokakların tekin olmadığından, akşamları belli bir saatten sonra Devane’nin can ve mal güvenliği açısından içerdiği tehlikelerden bahsediyor. Kısa konuşmanın ardından Hocamın yüzü gölgeleniyor. “Allah Allah nasıl da karamsar tablo çizdi.’’ diyor üzüntüyle. Sonra “Kentsel dönüşüm bugünün insanları için olmazsa olmaz bir şey. Dönüşüm dediğimiz şey sadece binaları dönüştürmüyor tabi, insanları da dönüştürüyor. 15 yaşına kadar Devane’de yaşamış bir Devaneli olarak ben bugün geçmişi neden özlüyorum; bugün de o günkü komşuluklar, sokaklar eski vefasında olsaydı o günleri aramazdık, özlemezdik. Buradaki insanların hayata, insana bakışları bugünkünden çok daha vefalı, güzel, iyiydi. Bu eski evler, koca Devane, toplumun birbirine yüzünün, gönlünün daha dönük olduğu dönemi anlattığı için buralara geliyoruz. Kapı önlerinde oturmuş başı yazmalı kadınlar, sabah sohbeti yaparken bir yandan da derdini yanıyor, sevincini paylaşıyordu. Şimdi bugün boş eski evleri ve kapı önlerini görünce o kadar duygulanıyorum ki, duygularımı ifade etmekte zorlanıyorum.” diyor esefle.
30
|
Kadir Ağa’nın sokağından aşağı doğru iniyoruz. Bir zamanlar Kadir Ağa’nın askerlerinin cirit attığı sokaklar, şimdi bomboş, sessiz. Kimi evler terkedilmiş. Kapılarına koca kilitler takılmış. Yıkılacağı günü bekliyor. Kimi kapıların arkasında ise taşınacağı günü sayan Devane sakinlerinin son temsilcileri. Hoş onlardan çoğu da çevre köylerden ya da Çorum dışından gelme kiracılar. Sokakta tek başına bir kadın durduruyor bizi. Evine davet ediyor. Teşekkürle birlikte ayaküstü birkaç laf ediyoruz. Yakında kendile-
Bİ KÖŞE rinin de buradan ayrılacağını söylüyor. ‘Köyüme dönerim, daha iyi. Buradaki ev yıkıntılarından demir toplayıp satıyorum da el harçlığı yapıyorum. Eşim ve oğullarım da çalışıyor, öyle geçiniyoruz işte.” diyor. Yolcu yolunda gerek derken, o da ne? Sahibinin boşaltıp gittiği evin hemen önünde hocamın daha gezintimizin başında ‘güm güm ses gelir’ diye bahsettiği çamaşır taşı çıkıyor karşımıza. Hocam taşın üstünde soluklanırken ben denklanşöre basıyorum.
Eski ile yeni bir arada Göreceklerimiz bu kadar değilmiş. Aramamıştık ama tam karşımıza çıkıyor işte. Eski evlerle, kentsel dönüşümün simgesi çok katlı apartmanlar. Sırt sırtalar. Biri yükselirken, diğerleri bir gün gelecek, tamamen yok olacak. Hocam, eski Devane’den, kentsel dönüşüm manzarasına bakarken, ister istemez şu karşılaştırmayı yapıyor: “Allah’ın buyurduğu gibi birbirini gerçekten seven adamlar vardı eskiden. Şurada bir ölüm veya hasta varsa bütün mahalle bir olur. Tas tas hasta çorbası pişirilir götürülür. Gelen giden eksik olmaz. Şimdi apartmandasın, ölümcül hasta olsan bile kimsenin haberi yok. Şimdi kadınlar günler tertip ediyor. Ayda bir, bazen de paralı falan oluyor. O zaman bir araya geliyor komşular, akrabalar. Gençlere, çocuklara anlatırken şunu söylüyorum; bu mahallelerdeki, sokaklardaki komşuluklarda, komşu günleri, akraba günleri gibi bir araya gelmenin özel zamanları olmuyor, iki ayda, bir ayda değil, günde bir kaç defa birbirini yoklayan insanlar vardı. Her gün bir kaç defa kapının ipini çeker, bağırır, “gııız öldün mü anam nerdesiniz, hiç sesiniz çıkmıyor.” derdi. İmece usülü diyorlar ya şimdi, pazar günü, madımak geldi meselâ, tek başına ayıklanması zordur. Komşu kadınlar bir araya gelirler sokağa bakan tarafa minderlerin üzerine oturup pazardan gelen sebzeleri birlikte ayıklarlar. Hem de sohbet ederler. Sonbaharda fasulye, bulgur, nohut alınıyor, bir araya gelerek ayıklarlar. İş paylaşılır.
Şimdi akraban bile yapmıyor onu. Günde bir kaç defa birbirini yokluyorsa insanlar, bu hayat yaşanmaz mı, özlenmez mi? Yüreğiniz ısınır böyle mahallede.” Dönüş(üm) ama nereye? Rehberimle gezintimde artık dönüş yolundayız. Bozuk bir daire çizerek geldiğimiz gibi eski Devane’den çıkarken, aradığımızın ya da aradığımız değil kaybetmek istemediğimiz şeyin ne olduğunu Mustafa Özçatalbaş Hocam bir güzel ifade ediyor: “Bizim tarihi görevimiz, tarihe düşeceğimiz not... Yani diyeceğiz ki; çocuklar, arkadaşlar, gençler, biz, bugüne göre burada durulur mu denilecek köhne, eski yerlerde yaşadık, ama o gün dostluklar, komşuluklar, akrabalıklar o kadar güzeldi ki... Bugün güzel evlerde duruyoruz, gelişme içindeyiz, yeyip içtiklerimiz, sahip olduğumuz imkânlar, eşyalar fazla, fakat o dünkü tadı bulamıyoruz. Biraz düşünün bakalım, diyeceğiz. Yaşadığımız sürece bu miras var, o mirası sürdürmek, hatırlamak bize belki de yaşadığımız, soluk aldığımız sürece nasıl olmamız gerektiğini ifade ediyor. Bugün yaşadığımız can sıkıcı olaylara bakıp diyoruz ya, ‘biz bu değiliz.’ Bugünkü lüks evlerde, gösterişli mobilyalar, eşyalar, arabalarla iç içe olduğumuz, fakat manada vefasız, sevgisiz olduğumuz bu toplum bizim esas hüviyetimiz, kimliğimiz değil. Bunda tat yok. Geçmişimizde tat vardı, mana vardı. Biz daha mesuttuk. Ona göre, hasletleri unutmamak lazım. Onları tekrar diriltmek lazım. Çünkü mesut olmayınca insan hep mesut olacak bir şeyler arayacak. Belki de kimbilir insanlar bütün konfora rağmen memnun olmayınca hayattan, bir takım modalar araştırıp kullandığı gibi eskiye dönüş belki çok uzakta olsa tekrarlanır. Belki biz görmeyiz. Malum, insanların en büyük ihtiyacı hayattan zevk alması, mesut olması. Bugünkü ortamda, bugünkü insanlıkta, komşu akrabalıkta mesut olma yok. Egoistlik var, bencillik var. Memnun değil insanlar. Tek tek konuştuğumuzda insanların hepsi şikâyetçi. Ama tek tek bize ne düşüyor, şikâyetlerimizin asgariye inmesi için ne yapmamız gerekir, onu sorgulamıyor. İnsanlarımız o bilince henüz ermedi. O bilinç olduğunda “çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız bu dünya hoş değil. Onları yerleştirmek için geçmişten ilham alabiliriz belki diyecek.” Bu sözler bana çok laf bırakmıyor. Aradığımızı biliyoruz, özlediğimiz şeyin ne olduğunu biliyoruz. Şikâyet etmeden, bıkmadan, usanmadan yeni ama güzel yolculuklara çıkmak gerek. Gerisi lâf-ı güzaf.
|31
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
EROZYON 32
|
ÇEVRE DOSTU
BİNLERCE T O N
TOPRAĞIMIZ KAYBOLUYOR Türkiye’de görülen erozyon Kuzey Amerika’dan 6, Avrupa’dan 17 kat daha fazladır. Türkiye kara yüzeyinin %90’ında çeşitli şiddetlerde erozyon cereyan etmektedir. Arazinin %63’ü çok şiddetli ve şiddetli, %20’si ise orta şiddetli, % 7’si ise hafif şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. Ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide toprak giderek yok olmaktadır.
|33
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
DERSHANELER KAPATILAMAZ! Dershanelerin kapatılması için hükümet tarafından yapılan çalışmalar sıcaklığını hala koruyor. Özellikle yasa taslağının içeriği dershanelerin büyük bir bölümü tarafından kesin bir dille reddediliyor. Bugüne kadar dershaneler konusunda birçok görüş dile getirildi. Dershanelerin kapatılmasının eğitim sistemine yeni bir soluk getireceğini, artık bu kararın alınmasının zaruri hale geldiğini belirten dershanelerde oldu. Dershanelerin kapatılmasının eğitime büyük zararlar vereceğini, şu anki şartlar altında bunun gerçekleştirilmesinin eğitimde büyük kayıp olacağını ve dershanelerin kapatılmamasını isteyenlerde oldu. Bütün tepkilere, açıklamalara rağmen hükümet, dershaneler konusunda geri adım atmayacağını da net bir şekilde ifade ediyor. Bizde bu konuyu Çorum Özel Dershaneler Birliği (ÇÖZDE-BİR) Çorum Şube Başkanı Hüseyin Şenol ile hem de Hitit Dershanesi Müdürü Serhan Akın Ak’la konuştuk. İki farklı görüşe sahip olan yöneticiler farklı bakış açılarıyla bizler için dershaneler konusunda çarpıcı ve irdeleyici açıklamalarda bulundular.
Hüseyin ŞENOL
RÖPORTAJ
Çorum Özel Dershaneler Birliği (ÇÖZDE-BİR) Çorum Şube Başkanı Dershanelerin kapatılması için hükümet tarafından çalışmalar devam ettiriliyor. Öncelikle bu konuyla ilgili genel olarak neler söylemek istersiniz? Hükümet tarafından yapılan çalışmalar eğitime darbe vuracak değişiklikler içeriyor. Dershaneler, etüt merkezleri ve tüm kurumların kapatılmasını öngören taslağın bu haliyle yasalaşması durumunda, okullardaki eğitim eksiklikleri takviye ders ve konuları telafi edilemeyecek. Özellikle İmam Hatip ve Meslek Lisesi öğrencileri başta olmak üzere öğrencilerin seçkin lise ve üniversitelerde okuma imkânı da ortadan kalkacak. Dershaneler niye kapatılamaz? Hukuk kapatamazsınız diyor: çünkü kanunla
34
|
DERSHANELERİN KAPATILMASI EĞİTİME DARBE VURUR
suç olarak tanımlanmamış hiçbir eylemi işleyene ceza verilemez. Buna idare ve ekonomik cezalar da dâhildir. Demokrasi de dershaneler yaşamalı görüşünde: suç unsuru taşımayan bir eylemi yasaklayamazsınız. Ayrıca teşebbüs hürriyetini engelleyemezsiniz. Belli standartlar koyup takipçisi olabilirsiniz o kadar. Sosyoloji de “Bu devirde medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değil.” kanaatinde. Dershanelerin kapatılması konusunda ikna edici bir gerekçe ortaya konulamıyor. Dershanelerin kapatılması eğitimde ne gibi sıkıntıları doğurabilir? Dünya da dershaneciliğin yasaklandığı ülke yoktur. Ülkemizdeki 4000’e yakın özel dershane genellikle özel okula
gidemeyen, özel ders alamayan 1,5 milyon dar gelirli ve orta halli ailenin çocuğuna hizmet vermekte ve büyük bir kesim için fırsat eşitliğin sağlamakta, yöreler arasındaki eğitim düzeyi farklılıklarının ortadan kalkmasında önemli rol oynamaktadır. Dershanelere devam eden ve sınavlarda başarılı olan öğrencilerin aileleri incelendiğinde bunların genelde orta gelir düzeyinden aileler olduğu görülecektir. Dershane öğrenciyi sadece sınava hazırlayan kurum değildir. Okul başarısını artırmak, sınavlara hazırlanmak gibi hedefi olmayan ya da okul dışında kalan vaktini verimli kullanamayan öğrenciler “internet kafe”lerde ya da televizyon karşısında zaman geçirecek, bilgisayarda oyun oynayarak zamanını harcayacaktır.
FARKLI BAKIŞ Alınan bu kararlar öğrencileri ve velileri nasıl etkileyecek? Dershanelerin kapanmasıyla dar ve orta gelirli vatandaşlarımız çocuklarını iyi bir okula yerleştirmek için özel ders aldırmak zorunda kalacakları ve bunun onlara pahalıya mal olacağı açıktır. Bu bakımdan dershanelerin yokluğunda varlıklı ailelerin çocukları özel ders alabilirken diğerleri bu olanaktan yoksun kalacaklardır. Dershanelerin yokluğunda kaçak kurumlar yaygınlaşacak; maliyetler yükselecek, vergi vermeyen, denetimden uzak bu tür eğitim faaliyetleriyle ortaya daha fazla problem çıkacaktır. Bu açıdan dershane kavramını nasıl algılamamız, hangi açıdan değerlendirmemiz gerekir? Dershaneler bir ihtiyaçtan doğmuştur, eğitim sorunlarının sebebi değildir… Dershaneler, daha çok öğrenme ve sınavlara hazırlanma ihtiyacı nedeniyle var olmuşlardır. Bu ihtiyaçlar devam ettikçe dershaneler de eğitim öğretim hizmeti vermeye devam edecektir. Dershaneler şu veya bu biçimde yasaklansa / kaldırılsa bile daha çok öğrenmeye talep bitmeyeceği için şu veya bu adla varlıklarını devam ettireceklerdir. Bu bakımdan dershaneleri öncelikle eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayan kurumlar olarak görmek gerekir. Dershaneleri sistemdeki sorunların nedeni olarak görmek yanıltıcıdır. Sizce dershaneler için nasıl bir yol izlenmeliydi? Eğitim sistemindeki sorunların çözümünde
‘‘dershanelere devamı engelleme’’ temelli yaklaşımlardan sonuç alınamamıştır. Sistemde ‘’okul odaklı eğitim’’ için çözümler ararken ‘’dershanelere revamı engelleme ‘’ yaklaşımları yerine, dershaneye olan gereksinimi azaltıcı önlemlerin alınması gerekmektedir. Bugüne değin gerek orta gerekse yükseköğretime geçiş sınavlarıyla ilgili tüm düzenlemelerde, dershaneye yönelişi durdurmak amaçlanmıştır. Öncelikle talep edilen nitelikte eğitim ihtiyacını karşılayarak önlemlerin alınması olmalıydı. Geçen zamanda sürekli sınav sistemlerini değiştirmek yerine tümüyle okulu güçlendirici, istihdam yaratıcı ‘’daha iyi bir yaşam’’ talebini karşılamaya yönelik tedbirlerin hayata geçirilmesiyle sağlanmalıydı. Ya da bundan sonra böyle yapılmalıdır. Dershaneler, eğitimi sisteminin bir parçası olarak çalışmalarını sürdürmelidir. Aksi uygulamaların ülkemize yarar getirmeyeceğini düşünmekteyiz. Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi içinde destekler mevcut? Eğitim sisteminin temel sorunlarının çözümüne yönelik uygulamaların gerçekleştirilmesi, özel dershanelere olan gereksinimi de azaltacaktır. Bu koşullar sağlandığında özel dershaneler; sınavlara hazırlayıcılıktan çok, okulu ve öğrenmeyi destekleyen özel öğretim kurumları olarak çalışmalarını sürdüreceklerdir. Dershaneler, özel okulculuğun desteklenmesi ve geliştirilmesine engel değildir. Zaten son yıllarda sayıları daha da artan dershane girişimcileri, özel okullar açmışlardır, açmaya da devam etmektedirler.
|35
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
DERSHANELER KAPATILMALIDIR!
‘‘Buradaki sektörel sıkıntı dershanelerin birbirleriyle olan iletişimi. İnsanlar esnaftır birbirine destek olur ama bizlerde böyle bir özellik yok. Hiçbir dershane hiçbir dershanenin ve hiçbir dershane yanında çalışmayan hiçbir dershanecinin iyi olduğunu istemez. Böyle bir ortamda bulunuyoruz.’’
Serhan Akın AK
RÖPORTAJ
Hitit Dershaneleri Müdürü
36
Dershanelerin kapatılması yönünde radikal bir karar alındı. Öncelikli olarak bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu radikal kararın alınmasındaki nedenler neler? Bu soruya kendimizden başlayarak cevap vereyim. Biz Çorum’da yaklaşık olarak 12 yıldır öğretmenlik yapan, dershanelerde çalışan bir gruptuk. Dershanemizi açarken de kendi maaşımızı kendimiz alalım düşüncesiyle yola çıktık. Çünkü dershanelerde sigortaların geç yatması, maaşların ödenmemesi ve buna benzer aksamalarla her zaman karşılaştık. Geçmiş dönemde Çorum olarak büyük bir dershane faciasını atlattık. Bundan dolayı da insanların dershaneciliğe olan bakış açısı değişti. İnsanlar daha temkinli yaklaşmaya, kayıt yaptırırlarken bir değil üç
|
EĞİTİMDE RADİKAL KARARLARIN ALINMASI GEREKİYORDU
defa düşünmeye başladı. Bu da ister istemez Çorum’daki dershanecilik sektörünü etkiledi. Bu etki de etüt merkezlerinin çoğalmasına yol açtı. Çorum’da hala kayıtlı kayıtsız birçok etüt merkezi mevcut. Dolayısıyla eğitimde ciddi bir değişikliğin olması gerekiyordu. Bunun da herkesi ilgilendiren bir değişikliği barındırması gerekiyordu. Buradaki sektörel sıkıntı dershanelerin birbirleriyle olan iletişimi. İnsanlar esnaftır birbirine destek olur ama bizlerde böyle bir özellik yok. Hiçbir dershane hiçbir dershanenin ve hiçbir dershane yanında çalışmayan hiçbir dershanecinin iyi olduğunu istemez. Böyle bir ortamda bulunuyoruz. Dolayısıyla bu süregelen düzenin artık değişmesi gerekiyor. Eğitim sektöründeki eğitim anlayışının değişmesi gerekiyor.
Bu durum öğrencileri ve velileri olumsuz etkilemeyecek mi? Dershanelerin kapatılması ister istemez öğrencilerin psikolojisini etkileyecek. Velileri de ekonomik olarak etkileyecek. Özel okulların imkânları artırılırsa, açılacak okullara teşvikler daha net bir şekilde verilirse iyi olacaktır. Tabi bunu pat diye dershaneler kapatılsın, hemen özel okula geçelim diye düşünmüyoruz. Yapmış olduğum araştırmalarda TÜBİTAK ve farklı araştırma kurumlarının yapmış olduğu analizleri var. 2001, 2002, 2005, ortaöğretime geçiş, üniversiteye giriş sınavlarına dair. Sorunun kaynağının tamamen ilköğretimde olduğunu düşünüyorum. Bize ağırlıklı olarak son sınıftaki öğrenciler geliyor. Ağaç yaşken eğilir. 11. Sınıftaki bir öğrenciyi ne kadar eğebilir, ne kadar eğitebiliriz. Ama öğrenci
“Dershanelerin siyasallaştırılmadığını düşünüyoruz. Bugün cemaat Türkiye’deki dershaneciliğin %20’sini elinde bulunduruyor. Devlet, dershaneler konusunda kuruların yanında yaşları da yakayım demez.” okula ilk adımıyla beraber eğitimin önemini bilse, sınavların kıymetini bilse ve bu yönde eğitim verilse birçok sorun ortadan kalkabilir. Velilerin de bilinçli olması öğrenciler üzerindeki etkiyi artırıyor. Mesela bizim Atatürk Lisesi’ne gidip Fen Lisesi öğrencilerini geçen öğrencilerimiz var. Diyeceksiniz ki “Dershanenize geliyorlar da ondan mı başarılı?” hayır! Bu çocuklar zaten çalışkan çocuklar. Bu çocukların alışkanlıkları var. Bu alışkanlıklarını 5. sınıfta, 8. sınıfta elde etmişler. Aileler bu çocukların üzerine düşmüş, evlatlarıyla ilgilenmişler. Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesiyle beraber veliler maddi olarak zorluklarla karşılaşmayacaklar mı? Burada devletin desteği ortaya çıkıyor. Devlet diyor ki ben imkânı olmayan öğrenciye burs vereceğim. Yozgat’ta yapılan bir araştırmada devletin bir öğrenci için harcadığı para 6 bin lira olarak belirleniyor. Biz ise 2 bin lira alıyoruz. Öğretmene maaşımı da ödüyorum, sigortamı da yatırıyorum. Bütün sorumluluklarımı yerine getiriyorum. Şimdi devlet 6 bin lirayı verip karşılığını alamıyorsa bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Yine devlet diyor ki ben özel okullara 3 bin, 3 bin 500 lira veririm ama karşılığını da söke söke alırım. Artık burada velinin bir şey yapmasına gerek kalmıyor. Devlet desteğini veriyor. Peki, özel okulların artması eğitim kalitesini olumsuz etkilemeyecek mi? Denetim mekanizması sağlam olursa hiçbir sıkıntı olmaz. Özel okulların artması eğitimi etkilemeyecektir. Özel okul, özel sektördür. Ben ne kadar başarılı olursam bana o kadar talep olacaktır. Bundan dolayı eğitim kalitesi azalmayacaktır.
radikal bir şekilde durulursa bir sıkıntı ile karşılaşılacağını düşünmüyorum. Dershanelerin kapatılması yönünde alınan bu karar siyasi bir karar mı? Cemaat ve hükümet arasındaki gerginlikten mi kaynaklandı? Açıkçası konunun bu tarafını fazla düşünmedik. Biz bu kararla dershaneler olursa ne olur, olmazsa ne olur tarafına baktık. Yoksa biri biri ile kavga etmiş veya küsmüş biz bu durumu değerlendirmiyoruz. Dershanelerin siyasallaştırılmadığını, bu kararın alınırken de bunun hedeflenmediğini hatta düşünmediklerini düşünüyorum.
FARKLI BAKIŞ
noktanın ana sebebi eğitim anlayışına olan bakış açılarımız. Bizler sadece para kazanalım, eğitimdeki bütün kararlar bizim şahsi menfaatlerimizi korumalı düşüncesi içinde değiliz. Çorum dershaneleriyle alakalı bazı birlikler mevcut. Lakin hem kuruluş amaçlarımız hem de olaylara olan bakışımız uyuşmuyor. Nihai amaç farklı olunca dershanelerin kapatılması konusunda da ayrı düşüyoruz
Bugün cemaat Türkiye’deki dershaneciliğin %20’sini elinde bulunduruyor. Bundan dolayı bu karar böyle bir düşünce içinde alınmamıştır. Şu anki yaşanan olaylardan dolayı topluma bu durum bu şekilde aksettiriliyor olabilir. Lakin devlet kuruların yanında yaşları da yakayım düşüncesinin içine girmez. Siz bir dershaneci olarak bu karara karşı çıkmıyorsunuz. Sizce dershaneler arasındaki bu karar farkı, dershanelerle birleşemediğiniz nokta nedir? Bizim buradaki bütün ortaklarımız eğitimci. Bunu sadece kendi menfaatimiz için düşünemeyiz. Bu kararın arkasını, eğitimdeki geleceği de görmemiz gerekiyor. Burayı sadece ticarethane gibi göremeyiz. Bu sektörü ticarethane olarak görenler bu karara karşı çıkıyor. Eğitim bir sömürü aracı olmamalı. Bizi bu noktada ayıran en önemli noktada bizim eğitimci gözüyle bu kararı değerlendirmemiz. Diğer dershanelerle ilgili birleşemediğimiz
Türkiye’de her dönem, eğitimde bir değişikliğe gidiliyor. Alınan kararlarda bir süreklilik yok. Bu radikal karar süreklilik kazanabilecek mi? Alınan kararların artık radikal olması gerekiyor. En büyük çatışmalarda bu durumdan dolayı ortaya çıkıyor. Kimin ayağına basılırsa o ses çıkarıyor. Bu zamana kadar menfaat ilişkisinden dolayı eğitimde süreklilik sağlanamadı. Lakin bu kararın üzerinde
|37
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
LEZZET DURAKLARI
İSKİLİP DOLMASI
ÇORUM BAKLAVASI
Malzemeler: (8 kişilik), 2 kg. pirinç, 1,5 kg. et, 500 gr. tere- (GÜL BURMA) yağı, 5 yemek kaşığı tuz, 1 tatlı kaşığı taze çekilmiş karabi- Malzemeler: 500 gr. birinci kalite un, 2 adet yumurta, 1 ber, 15 su bardağı su, 5 adet kuru soğan. çay bardağı zeytinyağı, 150 gr. tereyağı, 1 yemek kaşığı sirke, 1 yemek kaşığı yoğurt, 1 çay kaşığı tuz, 1 çay bardaHazırlanışı: Pirinçler tuzlu suda yarım saat bekletildikten ğı su, 200 gr. ceviz içi, 200 gr. nişasta, 500 gr. şeker. sonra yıkanıp süzülür, Tencereye 300 gr. tereyağı konulur. 3 yemek kaşığı tuz, 1 tatlı kaşığı karabiberle birlikte pirinçler Hazırlanışı: Büyükçe bir leğene 2 yumurta kırılır. İçine yarım çay bardağı zeytinyağı, sirke, yoğurt, bir çay ilave edilir. Tencerede 5 dakika kavrulur. Üzerine bir su bardağı su, yarım çay bardağı tuz eklenerek hamur bardağı su eklenip tencerenin kapağı kapatılıp dinlen- yoğrulur. Üzerine ıslak bez örtülüp, yarım saat dinlenmeye bırakılır. (30 dk.) Et yağ ile kızartılır. Soğanlar ince dirilir. Hamur yumurta büyüklüğünde parçalara ayrılıp, kıyılarak tencereye atılır. Birkaç kez karıştırıldıktan sonra yumak yapılır. Üzerine nişasta serpilerek yufka şeklinde tuz ve karabiber ilave edilir. Kalan sıcak su ilave edilir. Et açılır. Açılan yufkalar temiz bez üzerine serilerek hafif kaynamaya başladıktan sonra üzerine sacıyak yerleştirilir. kurumaya bırakılır. Açılan yufka 10 cm. eninde paralel Üstüne temiz bir tepsi yerleştirilir. Pirinçler temiz bir bez olarak kesilir. İçine ceviz konularak gül şeklini alacak şekilde burularak yağlanmış tepsiye dizilir. Bu şekilde torbaya konularak tepsinin üstüne yerleştirilir. Tencerenin kuruması için bir gün bekletilir. Üzerine kızartılmış yağ kapağı kapatılarak kapak kenarları hamurla sıvanır. Bir dökülerek fırında kızartılır. Yarım kg. şekere yarım kg. su parmak sığacak kadar delik bırakılır. (Buhar çıkması için) eklenir, yarım limon suyu eklenir. Şerbet kıvamını alınkısık ateşte 4 saat pişirilir. Sıcak servis yapılır. Yanında tur- caya kadar kaynatılır. Şerbet sıcak olarak baklavanın üzerine dökülür. Soğuduktan sonra servis yapılır. şu, ayran, komposto, salata ile servis yapılabilir.
38
|
MUTFAKTA BİRİ Mİ VAR Türk Mutfağı denilince ilk akla gelen her zaman yöresel lezzetler olmuştur. Her bölgenin, her yörenin kendine has yemekleri, kendine özgü tatlıları vardır. Bazen yemekler aynı isimle anılsa dahi kesinlikle lezzet farkları mevcuttur. Doğudan batıya kadar geniş bir yemek kültürüne sahip olan ülkemizin her ili ayrı bir lezzet, ayrı bir tat bırakır dudaklarımızda. Her bölgede olduğu gibi Çorum’un da tadılması gereken yöresel yemekleri mevcut. Eğer bu tatları denemek isterseniz, tarif bizden denemesi sizden…
ÇATAL AŞI
KEŞKEK
Malzemeler: (6 kişilik), 1 su bardağı yeşil mercimek, 1 su bardağı yarma (kırık), 1 adet soğan (kuru), 2 yemek kaşığı tereyağı, 1 yemek kaşığı tuz, 1 çay kaşığı biber (kırmızı toz), 1 çay kaşığı nane, 6 su bardağı su.
Malzemeler: (6 kişilik), 500 gr. yarma, 500 gr. koyun eti, 2 adet soğan, 3 yemek kaşığı tereyağı, 1 yemek kaşığı tuz, 1 çay kaşığı kırmızı biber, 11 su bardağı su.
Hazırlanışı: Tencereye yağ konulur. Soğanlar ince ince kıyılır. Pembeleşinceye kadar kavrulur. Nane, biber ilave edilir. 3 su bardağı su konulup, kaynamaya başlayınca mercimek ilave edilir. 20 dakika kaynayınca 3 bardak sıcak su ilave edilip, yarma eklenir. 20 dakika kadar kaynatıldıktan sonra tuzu eklenir. Ateşi kısılır. 10 dakika kadar kaynadıktan sonra servise hazırdır.
Hazırlanışı: Yarmalar akşamdan ıslatılır. Güveç tencereye (Toprak tencere) 2 kaşık yağ konulur. Soğanlar ince ince kıyılır. Et, biber, salça, tuz 1 su bardağı sıcak su ilave edilerek 15 dakika kaynatılır. Yarma yıkandıktan sonra 10 su bardağı sıcak ile birlikte tencereye ilave edilir. Kaynamaya başladıktan sonra ateş kısılır. Tencerenin kapağı kapatılıp hamurla kapağın etrafı kapatılır. Bir parmak sığacak kadar delik bırakılır, buhar çıkması için kısık ateşte 2 saat pişirilir.
Yöresel lezzetlere ulaşabileceğiniz yerler: Bizimkiler Restaurant, Eninda Restaurant, Hacıbey Restaurant, Hancılar Restaurant, Hattuşaş Restaurant, İkinci Bahar Lokantası, İklim Lokantası, Kale Restaurant, Katipler Konağı, Özbeyler Restaurant, Salimbey Konağı, Sevdalım Restaurant, Vadi Et Lokantası, Yenigün Lokantası ...
|39
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
40
|
|41
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Aşk diri bir öfkedir. Uğultusu, tinin derinlerinde sürekli yankı yapar. Yankılandıkça hışmı artar aşkın. Dinmez. Deli yağmurda -saçak altında- bekleyen insanların kesilecek bir yağmuru vardır ama aşk kesmez kendini. Onlar, dinecek deli bir yağmurdan -saçaklar altında, ağaçlar altında, bir şeyler altındave ıslanmaktan korunurlar. Ama aşk’ın bulutları başka, yağanı başkadır… Çünkü göğü başkadır. Semaya doğru, yukarıya bakıldığı zaman gözleri dinlendiren mavilikten, gözleri korkutan grilikten, gözleri kamaştıran beyazımtırak renklerden hiç biri görünmez. Siyahtır tamamen. Ne yağacağını belli etmeyecek kadar simsiyah. Tıpkı yağanlar gibi. Başka renge geçilmez hiçbir zaman. Ara ara siyahlığı azalsa da biraz azlaşmış siyahlıklar en koyu kristallerle yeniden buharlaşıp tekrar boyar fezayı. Saçaksızdır, aşkgöğü’nün altında ne varsa. Orada; ne ıslanmayan ev yanları, ne gür yapraklı ağaç altları, ne barakalar, ne ıslatmayan sığınaklar vardır. Çatısızdır her şey. Yalnızca bozulmuş kırlar vardır aşkgöğü’nün altında. Bozkırlar… Dümdüz… Karşı ucu görünecek kadar düzlüktür bütün yönler. Toprakla örtülmüş yüzü de yoktur bu kırın. Kayası yüzündedir. Ama, bu kayalar da yalnız diken yetişir. Güneşin en yakıcı yansısında ayakların soğuktan yapıştığı ayaztaşlar ve onların üstünde buz tutan ayakları kangren edecek kadar sert dikenler vardır. Başka hiçbir bitki burada yetişme cesareti gösteremez. Dikenler, ayrıklar gibi en keskin soğuklarda ve en yangılı günlerde de ölmezler. Havasız, topraksız, susuz ve ateşsiz kalsalar battıkları ayaklarla beslenir bu dikenler. Hepsinin kemik kadar sertelmesi için bir tekinin, topuktan dizlere kadar batması yeterlidir. Eti eritir çünkü aşk. Ve kemiği. Bir sunaktır aşk’ın indiği yer. İnsan ensesinin üstünde sürekli giyotin ve kılıç şakırtıları duyar. İpi kesildi kesilecek ses değişimleri olur
42
|
EDEBİYAT
tam ense üstünde. Korkular, insan bedeninin durabileceği her yerde durur. Korkunun atlasına benzer insan. Böylesine engin bir coğrafyada boğazına ekin kılçığı kaçan bir çocuk gibi öfkekorkuya neden olur aşk. Yutkunmalar daha derine gönderir kılçıkları. Ayaklar, dikenlerle parçalanmış, ensede boğazkesen bir ses, alabildiğine düzlükte deli gibi bir o yana, bir bu yana koşuşturmaya neden olur. Sanki penceresiz, çıkışsız, tek gözlü bir evde – Allah’a adanan - kurbanla aynı hisseder kendini aşkgöğü’nün altındaki insan. Görünen eşyalar, görünmeyen varlıklara benzetilir. Düşmanlar çoğalır, herkesin öldüğü bir savaşta, tek kalmış asker gibi.
tersi olur. Duyulan en ufak ses uykuyu böler en tatlı yerlerinden, paramparça eder kulakları. Gözler bir süre sonra, kan çanağına dönüşür. Başka gözlerin nazarından, sevgilinin en umulmadık anda bakmasından çatlamış gibi. Baksa da görmez hale gelirler gün geçtikçe. Görse de bakmaz hallerden. Uslu ve munis duruşlar aşkın dinletisiyle birlikte huysuz ve delice reflekslere dönüşür. Hiç kimse yorumlayamaz aşkgöğü’nün altında belli belirsiz siluetin hangi eylemi icra ettiğini. Çünkü orada simsiyah, bulutsuz, güneşsiz, iklimsiz semanın altında nereyi adımlasam sunaktan kurtulamayan gözlere kan savaklayan bir yerdir aşkın anakarası.
Etrafta bütün silahların doğrultulduğu tek hedefi kendisi bilir insan. Kabaran tin’in kendini yaklaştıracağı hiçbir şey kalmaz vakit geçtikçe. Delirmenin hemen öncesinde insana gelen anlık suskular, melül-anlamsız bakışlar, bir yere odaklanmalar, yılgınsolguncesaretler ve titremeler göze çekilir. İnsan okunaklı halden çıkar, nesli tükenmiş bir alfabeye benzer. D/okunaksız. Sadece kendisi bilir bu dili. Harften, kelimeden, cümleden münezzeh kılındığını düşünür. Konuşmaya kalkılsa harfler bir cam kırığına benzer. En yumuşak harf bile dili parçalamak için yemin etmiştir adeta.
Ve burada yaşayan için:
İklimi yoktur aşkın. İlmi de… Karakışlar, kara yazlar, karabaharlar gelmez hiç bir zaman. Deli ve külhan bir mevsimdir aşkınki. Buz dağları sudan tutmaz buzlarını. Ateşten ve lavlardan örer kendini aysbergler. Kat kat. Katman katman. Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkları bile eritemez onları. Çünkü geceleyin öyle dondurulmuştur ki bu dağlar güneşe yaklaşsa, güneşin kararmasına sebep olur. Güneşteki bütün ışığı emer. Ayın ondördüdür. Sevgilinin en kara yüzüyle en yüzağartan vakti. Karasal, denizel değildir aşkın iklimi. İklimsizdir Aşk. Sadece içinde olduğu bedende göksel bir iklime neden olur hava olaylarının asla tahmin edilemeyeceği. Tiz ve kulakları parçalayan bir d/inletidir aşk. Ahengi bozuktur aşkın. Bütün ninniler annelerin ağzında çocukuyutan bir sese dönüşürken aşkta tam
Kendine kıyacağı ipleri bir örümcekten daha sağlam salgılamıştır. Ayaklarına batan dikenlerin hangisini çıkarsa, oradan canı gidecektir. Simsiyah aşkgöğü’nün altında hangi yana yürüse, közkorateşten buzdağına çarpacaktır. Düzlükte ipini kırıp ne yana gideceğini şaşıran ve rüzgârın başladığı yeri arayan ceylan tedirginliğinde barınaklar arayacaktır. Ama bir kez defteri dürülmüş sadece kendisine kopacak olan kıyametin bütün alametleri, işaretleri gösterilmiştir. Suruna üfürülmüş ve hesabı yapılmıştır. Cenneti de cehennemi de hazırlanmıştır karasevda ehlinin. Yukardan ne düşse, ne yağsa içine güve girmiş ekin tanelerine benzer insan. Kış vurgunu Ilgın ağaçları ve dolu yiyen buğday sapları ancak tarif eder bu hali. Sekinet, hüzün, yakarış… Hepsi güvelenmiştir. Her hücreden çığlıklar gelir Aşkın göğünden. Ateş, bu kez sözü dinler ve yakar. Selîm olmadan. Ve aşık tozdur aşkından… Az bir yaşta, simsiyah sakalıyla, bembeyaz kefene sarılan Şeyh Galîb’in dediğidir; Âh mine’l-aşk ve hâlâtihi
Ahraka kalbi bi-harârâtihi
|43
Ç
orum sanayisi gelişiyor ve hızlı bir şekilde de gelişmeye devam ediyor. Özellikle son dönemlerde yapılan yatırımlar Çorum’un ivmesini oldukça üst seviyelere taşıdı. Ulusal ve uluslararası arenada yarışan birçok şirkete sahip olan Çorum, bu açıdan da gelişimini hızla devam ettiriyor. Bizde Bidergi olarak bu değerli şirketlerimizden Erdemli Makina’yı bu sayımızda konuk ettik. Yol süpürme makineleri sektöründe çok önemli bir yere sahip olan Erdemli Makina’nın çalışmalarını Satış ve Pazarlama Departman Yöneticisi Sema Karaismailoğlu’ndan dinledik. Sema Karaismailoğlu sorularımıza verdiği cevaplarla hem Erdemli Makina’yı hem de Çorum sanayisi ile ilgili önemli bilgileri bizimle paylaştı.
Erdemli Makina’yı biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Erdemli Makina, Almanya’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüş yapan Makine Mühendisi A. Erdemli tarafından Çorum’da 1982 yılında kurulmuş ve o zamanlar ülke için yeni olan birkaç makinenin yanında vakumlu yol süpürme makinesini da ilk defa yerli olarak üretmiştir. Zaman içinde vakumlu yol süpürme makinalarının ülke çapında benimsenmesi ile de üretimini bu konuda yoğunlaştırmıştır. Halen vakumlu yol süpürme makineleri üretiminde ülkemizin lider kuruluşu durumundayız ve bu konumumuzu devam ettirmeye çalışırken dış pazarları da gözden kaçırmamaya gayret ediyoruz.
Ulusal ve uluslararası alanda sağlamış olduğunuz bu başarıların altında yatan en önemli etkenler neler? Firma olarak müşteri memnuniyetine odaklanmış olarak çalışmayı prensip edinmiş durumdayız. Satarken müşterimizi doğru bilgilendirmeye, satış sonrasında da ürünlerimizin arkasında durmaya çalışıyoruz. Eğer ortada bir başarı var ise, tabii ki bu sonuçta, daima güvenilir ürünleri kullanıcı açısından faydalı ve buluş mahiyetinde yeni özelliklerle donatarak ortaya koymaya çalışan teknik personelimizin de büyük payı vardır.
Yol ve pist süpürme araçlarını hangi ülkelere ihraç ediyorsunuz? Ortadoğu Ülkeleri, Rusya, Türkî Cumhuriyetleri, Kuzey Afrika Ülkeleri bizim şu andaki dış pazarlarımızdır.
Kutsal topraklarda da bu araçlarla karşılaşıyoruz. Bu konuda da bilgi verir misiniz? Evet. Suudi Arabistan’a da zaman zaman ihracatımız olmakta ve bunlar ülkenin çeşitli şehirlerine dağılmaktadırlar. Bu arada Mekke’de de yaklaşık üç yıldır araçlarımız kullanılmaktadır. Mekke yanında bir diğer kutsal şehir olan Kudüs de araçlarımız tarafından süpürülmektedir. Dünyanın hemen her bölgesinden ziyaretçi çeken bu şehirlerin cadde ve sokaklarında, üzerlerinde
44
|
SANAYİ
Türkçe isimlerle araçlarımızın dolaşıyor olması, Çorum ve ülkemiz açısından iyi bir reklam olmaktadır.
“Erdemli Makina dünyayı süpürüyor.” dersek yanlış bir tanım yapmış olmayız değil mi? İşin aslında bu biraz reklam mahiyetinde bir tanımlama gibi olmaktadır. Ama araçlarımız tanınmış yabancı markalarla halen başa baş yarışabilecek bir durumdadırlar. Hatta bazı patentli özellikleri ile onlardan üstün görülebilecek yanları da olabilir. İhracat alanlarımız gün geçtikçe genişlemektedir. Dünyanın muhtelif ülkelerinden yeni talepler almaktayız. Ümit ederiz ki gelecekte yurt dışında daha da tanınmış bir marka haline gelir ve başlangıçtaki tanımlamaya daha uygun oluruz. Ürünümüz büyük bir hacme ve ağırlığa sahiptir. Dolayısı ile nakliye masrafları da yüksektir. İyi ihracat için rekabet edebilir ulaşım yollarının da olması gerekmektedir.
Çorum sanayisini genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Çorum Sanayisi, Çorumlunun kendi çabasıyla, buna firmamız da dâhildir, belli bir seviyelere gelmiştir. Ama dışarıdan yatırım alamadığı için son zamanlardaki gelişmesinin, çevre iller ile kıyaslandığında, tatmin edici olmadığı kanısındayız. Çünkü ülkenin bir taraflarına ulaşım yatırımları -havaalanı, demiryolu- yapılırken Çorum’un bunlardan uzak kalmasının doğal olarak yatırımcıyı da Çorum’dan başka taraflara çektiği ve çekeceği düşüncesindeyiz. Merkezinden uzakta yatırım yapan bir firmanın tabii ki mühendis, idareci gibi elemanlarının sık sık yatırım bölgesi ile merkezleri arasında gidip gelmeleri gerekecektir. Havaalanı olmayan bir yerde bu bağlantının kurulması yatırımcı firma açısından oldukça külfetli olacaktır. Bu durumda, Çorum’a karşı özel bir ilgisi olmadıkça, dış firmalardan buralara yatırım beklentisi pek de bir gerçekçilik değildir herhalde!
Çorum sanayisi ileriye yönelik iyi sinyaller veriyor mu? Bu sorunun cevabı yukarıdaki açıklamamızda bulunabilinir gibi. Hali hazırdaki ulaşım durumu sebebiyle Çorum’un dışarıdan yatırım çekme şansı az gibi görünmektedir. Çorum dışı yatırımcılar yeni yatırımları için diğer şartları aşağı yukarı aynı derecede sağlayan iller arasında. Büyük ihtimalle, ulaşım bakımından daha uygun olanı tercih edeceklerdir. Bu şartlar altında Çorum sadece kendi çabasıyla bölgenin sanayi liderliğini ne kadar daha devam ettirebilir ki?
Erdemli Makina olarak Çorum’dan beklentileriniz var mı? Biz şehrimizi seviyoruz. Bazı sorunların -yine ulaşım diyoruz- çözüldüğü takdirde dışarıdan gelecek yatırımcı için de oldukça uygun bir yer olduğunu düşünüyoruz. Çorum’dan ne beklentimiz olabilir ki? Aksine bizlerin Çorum’a bir şeyler vermesi gerektiği kanısındayız.
Son olarak neler söylemek istersiniz? Şehrimizin geleceği için pasif beklentiden kurtulmalı, gerekli ve faydalı tesislerin kazandırılması için çaba sarf edilmeli, çıkış yolları aranmalıdır. Hepimiz biliyoruz ki marifet “olmaz” diyerek beklemek değil, “olmaz” denileni olur hale getirtebilmektir. Dilimizde “Her yiğidin yoğurt yiyişi başkadır” diye bir tanımlama vardır. Bu yönde becerisi olabilecek, özveri ile çalışabilecek kişiler ortaya çıkarılmalıdır. Çorumlu sayesinde bir yerlere gelmiş kişilerin de birazcık ellerini taşın altına sokarak Çorum’un ihtiyaçlarının giderilmesi yönünde önderlik etmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Her şeyi devletten beklememize gerek olmayabilir. Bazı ihtiyaçları -havaalanı gibi- Çorumluların kendi aralarında yardımlaşarak da önemli ölçüde gerçekleştirebileceklerini zannediyoruz. Bu işlerin söylendiği gibi kolay olmadığını da biliyoruz ama bir başlangıcın da yapılması gerektiği kanısındayız. Ülkemiz ve ilimiz için her şeyin en iyisini dileriz.
|45
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
DİLLERİN ve DİNLERİN KENTİ
MİDYAT
Midyat/MARDİN Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin’den yaklaşık 1,5 saat uzaklıkta yer alır. Mardin’e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırmaktadır. Bölgeyi Süryanilerin yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km. ötedeki Estel’e kaymıştır. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat’taydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Mardin’in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle de ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik
46
|
açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir. M.S.640 yılında Hz. Ömer zamanında Arap - İslam ordusu Süryanilerle işbirliği yaparak Mezopotamya’ya girince, özellikle bu eserin korunması için Hz. Ömer’in emri ile ayrıcalık tanımıştır. Manastırda eskiden içinde zengin bir kütüphane bulunmaktaydı. Ayrıca içinde binlerce öğrencinin eğitim aldığı bir teoloji fakültesi bulunmaktadır. Midyat’ta meşe, bitim, antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştirilir. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktasıdır.
GEZİ NOTLARI Uğramadan Dönmeyin! Camiler Cevat Paşa Camii: 1915 yılında yapılmış. Kalın duvarlı olup avlulu cami tipindedir. Caminin ortasında küçük bir kubbe yer almaktadır. Minaresi Midyat taşından yapılmış silindir şeklindedir. İki şerefeli olup bitkisel ve geometrik şekillerle süslenmiştir.
Ulu Camii: 1800 yılında yapılmış mihrabın üç tarafı bitkisel bezemelerle süslüdür. Minaresi tek şerefelidir. H. Abdurrahman Camii: Yapılış tarihi 1915 (H.1331) caminin bir minaresi var. Minaresinde yalnız bir şerefe bulunmaktadır.
Manastırlar Deyr-Ül Umur Manastırı: Mor Gabriel olarak da bilinen Deyr-Ül Umur Manastırı, Midyat yakınında, temelleri 379’da atılarak bir tepe üzerinde kurulmuş. Manastır içinde Meryem Ana, Resuller, Kırk Şehit, Mar Şumuel, Mar Şemun adlarıyla anılan ibadethaneler, rahiplerin yaşama ve ibadet etme alanları, lahit ve mezarlık bölümü bulunuyor. Mar Gabriel, aynı zamanda Süryani Kilisesi tarafından Piskoposluk merkezi olarak da kullanılıyor.
Mor Gabrıel Manastırı (Deyrul Umur): Turabidin bölgesi metropolitliğinin de merkezi olan bu manastır, Midyat'a yaklaşık 22 km. uzaklıkta, Yayvan tepe koyunun 2 km. kuzeyinde, alçak bir tepede 397 yılında Mor Samuer tarafından kurulmuştur. Dünyanın en eski ve faal Hıristiyan manastırlarından biri olma özelliğine sahip olan bu manastırda, Meryem Ana Kilisesi, Kırk Şehitler Kilisesi, Kartminli Samuel Kilisesi sekiz kemerli Thedora kubbesi ve mısırlılar kubbesi bulunmaktadır.
|47
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Kiliseler Mort Smuni Kilisesi: Onuncu asırda yapılmış tarihi bir kilisedir. Metropolit merkezi olarak da kullanılır. Bayramlaşma bu kilisede yapılmaktadır. Mor Barsavmo Kilisesi: Temeli IV. asırda atılmıştır. Bu temel üzerinde 1910 da yeniden inşa edildi. Mor Aksanoya Kilisesi: İlçe merkezinde bulunan en eski kilisedir. IV. asırda putperestlerin tapınağı üzerinde inşa edilmiştir. 1961’de eski kalıntılardan yararlanılarak restore edilen bu kilise, ilçenin dışına doğru güneydoğu kesiminde yer almaktadır. Mor Sarbel Kilisesi: İlçe merkezinde bulunan bu kilise en göz alıcı kiliselerden biridir. Protestan Kilisesi: 1900’lu yılların başlarında inşa edilmiştir. Meryem Ana Kilisesi: Kulesi olmayan bu tarihi kilise Katolik cemaatine aittir. Mor Abraham Kilisesi: V. yüzyılda Mor Gabrielli iki keşiş tarafından (Abraham ve Hobel) kurulmuş.. Midyat Hıristiyanlarının merkez mezarlığı buradadır. Bu manastırda Meryem Ana kubbesi vardır. Meryem Ana Kilisesi (Anıtlı köyünde): Anıtlı köyünde bulunan bu kilise günümüzde eşine az rastlanan bir mimari özelliğe sahiptir. Hah Katedrali (Mor Sobo Kilisesi): VI. yüzyılda Mor Sobo’ ya adanmış olan bu katedralin kalıntıları önemli bir tarihi eserdir. Hah Harabeler-i: Anıtlı ile Karagöl arasında yer alan harabelerle ilgili elde yazılı bir kaynak olmamakla birlikte büyük bir medeniyetin izlerini taşımaktadır.
48
|
GEZİ NOTLARI Midyat Evleri/Sinema İki yerleşim biriminden oluşan, dinlerin ve dillerin birleşme noktası, "Gelen ağlar giden ağlar" sloganı ile adeta özdeşleşen Midyat Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en gelişmiş ilçelerinden biridir. 1990'lı yıllardan itibaren okur yazarlık oranında büyük bir ilerleme yaşanmıştır.Geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. 2000'li yıllardan itibaren ilçede çekilen dizi film ve sinema prodüksiyonları sayesinde unutulmakta olan Midyat'ta yaşayan tüm toplulukların
ortak değeri olan Telkari (Gümüş İşleme) sanatında büyük gelişme yaşanarak bu sanat tekrar canlanmakta olup endüstri haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmalar iç ve dış turizmin gelişmesine de katkı sağlamıştır. Midyat'a özgü mimarisi olan ve adını yine Midyat'tan alan "Midyat Evleri"ni süsleyen "Taş İşleme Sanatı" (Nahid) da Midyat'ta yaşayan tüm toplumların ortak değeri olarak ayrı bir önem taşımaktadır.
|49
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
50
|
Sosyal Medya’nın gücü her gün biraz daha artarken, insanların birbirleriyle olan paylaşımları da aynı doğrultuda artıyor. Peki, bizim liderlerimiz twitter da neler paylaşıyor. Biz sizin için binlerce mesaj arasında küçük bir derleme yaptık.
|51
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
MUHABİRİN GÜNLÜĞÜ Bir Habercinin Gözünden Bir Haberci
B
idergi olarak kamuoyunun vazgeçilmez unsurlarından olan, kamuoyunun ihtiyaçlarına cevap veren ve zor koşullar altında çalışan insanlarla “Bir Gün” geçirmeye devam ediyoruz. Bu sayımızda ise kamuoyu için önemli yapı taşlarından olan yerel basın çalışanlarının çalışma şartlarını aktaracağız. Kısaca muhabirliğin görünmeyen yüzü ile geçirdiğimiz bir günle hem yerel basını irdeledik hem de “Muhabirin Günlüğü”nü siz okuyucularımız için takip ettik. Tabi bu özel çalışmanın içeriğinden önce yerel basınla ilgili kısaca bir bilgi verelim. Türkiye’de yerel basın üzerinde yapılan tanımlamalara baktığımızda çeşitli görüşlerin oluştuğunu söyleyebiliriz. Fakat yapılan bu tanımlamalarda genel olarak ortak bir nokta da toplanılmıştır. Yerel basın yalnızca belli bir bölgede yayımlanan ve okunan, ulusal haberlerden farklı olarak yerel haberlerin ve konuların yer aldığı gazeteler ya da genel olarak bir kasaba ya da kentte yaşayan insanları ilgilendiren haberlerin yer aldığı ve o kentte yayımlanan gazete olarak tanımlanabilir. Türk gazetecilik tarihinde genellikle ulusal basının ya da İstanbul basınının bir yan kolu durumunda algılanmak istenen yerel basın, oluşumunu tamamlamaya çalışmaktadır. Tarihi neredeyse Türkçe yayımlanan ilk gazete olan Takvim-i Vakayi’ye kadar dayanan yerel basın, hâlâ gelişimini tamamlayamamış ve bu yönüyle bir anlamda ulusal basının kaderini paylaşmıştır. Bugün Türkiye’de ulusal bir gazetenin çektiği sıkıntılar veya eksiklikler Anadolu basını için de geçerlidir. Bu sorunlar hiçbir zaman için birbirlerinden bağımsız olmamış ve genelde basın olarak ulusal basında, yerel basında sorunlarına çözüm üretmede aynı çaresizlikleri paylaşmışlardır. Bu kısa bilgiler ışığında bizde Çorum’daki yerel basının nabzını tutmak için Çorum Tek Yıldız Gazetesi Haber Müdürü Fatih Akbaş, muhabir Kubilay Yücel ve muhabir Yasin Şevket Yücel ile bir gün geçirdik. 11 yıldır gazetecilik yapan Fatih Akbaş ile yaptığımız röportajla da bir habercinin haberini yaptık. Bu defa kalem bizim elimizde… Sabah gazeteye ilk adamı atmamızla beraber gazetedeki hareketliliği görmemiz pek zor ol-
52
|
BASINLA BİR GÜN madı. Her ne kadar gündemdeki konuların planlaması bir gün öncesinden haber ve gündem tahtasına yazılmışta olsa günlük çıkan bir gazetenin hareketi çalışanlara da yansımış. Biz yerimize geçerek gazete çalışanlarını gözlemlemeye ve notlarımızı almaya başladık. Sabah gazetede yapılan ilk işlerin başında da baskıdan sonra gazeteyi görmeyen muhabirlerin çıkan gazeteyi incelemeleri yer alıyor. Çay ve kahve eşliğinde yapılan bu incelemelerden sonrada gündeme dair haberler için diğer gazetelerde büyük bir titizlikle okunuyor. Diğer gazetelerin neden gözden geçirildiğini sorduğumuzda da “Gündemi yakından takip etmek, bizimde hazırlamış olduğumuz haberlerin diğer gazetelerde nasıl yer aldığını görmek için bu işlemi günlük olarak yapıyoruz. Sadece kendi gazetemizi değil diğer basın kuruluşlarını da gözden geçiriyoruz.” cevabını alıyoruz. Günlük yapılan bu incelemelerden sonra da Haber Müdürü Fatih Akbaş ile o güne dair kısa bir toplantı yapılıyor. Hangi habere hangi muhabirin gideceği, gündeme dair öne çıkan başlıklar bu kısa toplantıda belirleniyor. Bir gün öncesinden haber ve gündem tahtasına yazılan bilgilerde bu toplantıdan sonra güncelleniyor. Ayrıca özel haber çalışmaları için erken saatlerde telefonlarda hiç susmuyor. Görüşmeler, karşı taraftan bilgi almalar hararetli bir şekilde devam ediyor. Bir yandan notlar alınırken bir yandan da muhabirler kendi aralarında değerlendirmelerini yapıyorlar. Tabi yoğun bir tempoyla güne başlayan gazetecilerin sadece yerel gündemle alakalı değil, bir gazeteci olarak ulusal basın ile ilgili de konuştuklarına, ulusal gündemi de değerlendirdiklerine şahit oluyoruz. Bu konuda da muhabirlerin bilgilerine başvurduğumuzda “Yerel medya mensubu olarak sadece bölgemizdeki gündemi takip etmek okuyucularımıza yapılacak büyük bir yanlıştır. Gündemi her alanda takip ederek haber çalışmaları harmanlanıyor ve hazırlanıyor.” açıklamasında bulunuyorlar. Önceden belirlenen haberlerin zamanı beklenirken bir yandan da mailler sürekli kontrol edilerek, haber değeri taşıyan ve özellikle Çorum’la ilgili bilgiler üzerinde çalışmalar yapılıyor. Bu konuya bir dipnot düşmek istiyoruz. Bu çalışmalardan da anlaşılıyor ki sadece haber olması için haber yapılmıyor. Bu da genel olarak Çorum basınının neden güçlü olduğunu anlatan unsurların başında geliyor. Bu takipler devam ederken saatimizi kontrol ettiğimizde habere gitme saatinin geldiğini görüyoruz. Çorum Gazi Caddesi’nde ki bir açılışın haberi yapılacak. Bu açılışa muhabir Yasin Şevket Yücel’le beraber gideceğiz. Yasin Şevket Yücel haber için son hazırlıklarını tamamlıyor. Fotoğraf makinesi, not kâğıdı, kalemler fotoğraf makinesi için yedek piller bu hazırlıklar içinde kontrol ediliyor. Bizde kendi hazırlıklarımızı yaparak haber yerine doğru yola çıkıyoruz. Gidecek yerin gazeteye yakın olmasından dolayı yolda çok fazla sohbet etme fırsatını yakalayamıyoruz. Lakin genç meslektaşımızın gazeteciliğe olan inancı, sevgisi hem gözlerinden hem de “Ben her zaman gazeteci olmak istedim. Gazeteci olmak benim kanımda var. Yolda bir habere denk geldiğimde vurdumduymaz olamıyorum. Arkamı dönüp gitmeye her kalktığımda kendimi haberin içinde buluyorum.” açıklamalarından belli oluyor. Bu gittiğimiz haber belki kamuoyu için gündem yaratacak veya gündeme yön verecek bir haber çalışması değil. Lakin gördüklerimizden sonrada şunu yine ifade edebiliriz ki; hangi haber olursa olsun, habere olan yaklaşım hiçbir zaman değişmiyor. Aynı titizlik ve aynı önemle haberin üzerinde duruluyor. Bu gözlemlerimizden kaçmayan bir nokta! Haber için notlar alınıyor, fotoğraf çekimi yapılıyor. Tabi bu defa sadece kendisi fotoğraf makinesini kullanmıyor. Bizde kendisini iş başında fotoğraflıyoruz. Çevremizdekiler bizi ilginç gözlerle takip ediyorlar.
|53
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Fatih AKBAŞ Haber Müdürü
Haber çalışmasından sonra ise gazeteye dönüyoruz. Lakin koşturmaca ikinci bir boyuta geçiyor. Haberden sonra ise muhabir Yasin Şevket Yücel haberi hazırlamak için bilgisayarın başına geçiyor. Haber hazırlandıktan sonra da kontroller için Haber Müdürü Fatih Akbaş’a gönderiliyor. Fatih Akbaş son kontrolleri yaparak yapılan haber çalışmasını yayına hazır hale getiriyor. Gün boyu bu hareketlilik devam ediyor. Hatta öğleden sonra bu hareketlilik giderek artıyor. Bizde belirlenen haber çalışmalarında takiplerimizi sürdürüyoruz. Günlük olarak çıkan bir gazetenin temposunda bizim yorulduğumuz da bir gerçek! Yapılan bütün haber çalışmalarından sonra ekip yine toplanarak çıkacak gazetenin manşetini ve haber sıralamasını belirliyorlar. Bu dakikadan sonrada gazetenin diğer koşturması olan dizgi ve baskı aşamasına geçiliyor. Gazete dizgisi de yine büyük bir titizlikle hazırlandıktan sonra dizgisi yapılan gazetenin aydınger isimli kâğıda çıktısı alınıyor ve matbaaya doğru yola çıkılıyor. Bir gazetenin hazırlık aşamalarına, gazetede yaşanan olayları kısaca anlatmaya çalıştık ve nasıl bir tempoda çalıştıklarına dair bir değerlendirme yaptık. Tabi gün içinde Haber Müdürü Fatih Akbaş ile yapmış olduğumuz röportajda da önemli bilgiler yer alıyor. Haberi yapan bu defa bizdik ve röportajımızda iki habercinin vurguladığı, vurgulamak istediği bilgiler yer alıyor.
Kubilay YÜCEL Muhabir
54
|
Bir gazeteci olarak yerel basının önemini açıklar mısınız? Yerel basının insanların haber alma özgür-
lüğünü kullanmalarında çok büyük rolü var. Bir vatandaş yaşadığı coğrafyada neler olup bittiği ancak yerel basın sayesinde istediği düzeyde öğrenebilir. Örneğin Çorum ile ilgili haberlere yaygın basında sınırlı sayıda ulaşabilirken yerel basında fazlasıyla bulabilirsiniz. Bulunduğunuz yerleşim yeri ile ilgili gelişmeler hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz en iyi kaynak yerel basındır. Bunu sadece gazete açısından da düşünmemek lazım. Yerel televizyonları ve internet üzerinden yayın yapan haber sitelerini de aynı kategoride değerlendirebiliriz. Çorum’da nasıl bir yerel basın var? Çorum’un yerel basını gerçekten güçlü ve zaman zaman kentin geleceğine ilişkin hizmetlerde de bulunuyor. ‘Kültür Sitesinin Yıkımı’, ‘Binevler Kavşağı’, ‘Meydan’ gibi konular hakkında kamuoyu oluşturulmasında önemli bir rol üstlendi. Yani sadece insanları ‘olup bitenler’ hakkında bilgilendirmek değil aynı zamanda bir vizyon kazandırılması noktasında da yerel basın önemli bir işlevi yerine getiriyor. Dışarıdan bakıldığında “Gazetecilik” mesleği kulağa çok hoş geliyor. Peki, davulun sesi burada nasıl? Gazetecilik gerçektende çok zevkli bir meslek ve kendine has güzellikleri ile zorlukları var. Mesela gündemin tam ortasındasınız. Bulunduğunuz yere dair çok sayıda şeyi biliyorsunuz ya da bilmek zorundasınız. Sürekli bir koşuşturma halindesiniz. Tabi bu tempoda yorucu oluyor. Ama bünye belli bir süre sonra alışıyor. Ya da siz o yoğun temponun içinde yorgunluğu hissetmiyorsunuz.
BASINLA BİR GÜN Davulun kulağa hoş gelmeyen kısmı ise zaman. Bizim meslekte standart bir saatiniz yok. İşe geliş ve gidiş saatleriniz sabit değil. Çalışma zamanımız değişken bir yapıya sahip. Eğer izinli olduğunuz bir günde haberle karşılaşırsanız “Ben bugün izinliyim. Bana ne…” diyemezsiniz. O haberi takip etmek zorundasınız.
Okuyucular gazete haberlerini okurken nelere dikkat etmelidirler? Sadece okumak yeterli değildir sanırım?
Gazetecilerin hakları yeterince iyi korunuyor mu?
Her zaman haber yaparken bu defa sizin haberiniz yapılıyor. Bu konu da ne söylersiniz?
Gazetecilik hem fiziksel hem de zihinsel açıdan yorucu ve yıpratıcı bir meslek. Bundan dolayı ‘yıpranma payı’ adı altında erken emeklilik hakkımız vardı. Ancak 2008 yılında yeni Sosyal Güvenlik Yasası ile bu hakkımız elimizden alınmıştı. Bu konuda verilen mücadelenin ardından 2013 yılında ‘yıpranma payımız’ biraz daha değiştirilerek yeniden verildi. En net şekilde sorayım. Çorum’da da foto kameralar hiç kırıldı mı? Kırıldıysa bu tepkilere neler söylemek istersiniz? Hatırladığım kadarıyla yakın dönemde böyle bir şey hiç olmadı. Ancak gazeteci arkadaşlara karşı zaman zaman tepkiler gösterilmiştir. Arkadaşlarımızın güvenlik güçleri tarafından adli makamlara çıkartılan zanlıların sözlü, bazen de fiili saldırılarına maruz kaldıkları oldu. Zaten bunlarda mesleğimizin doğasında var. Haber yazmadaki olmazsa olmazlarınız nelerdir? ‘Gazetecilik meslek ilkeleri’ olmazsa olmazların başında gelir. Bunların dışında ise bir habere ayna gibi yaklaşmak. Tabi ki bunu da yasalar çerçevesinde yapmak. Masa başı gazeteciliğinin topluma zararları neler? Gazeteciliğin esas yeri sahadır. Bir gazeteci haber yazdığı zamanın dışında ki vaktini mutlaka alanda geçirmelidir. Çünkü en sağlıklı bilgiye sahada ulaşabilirsiniz. Masa başında elde ettiğiniz bilgiler her zaman yeterli olmayabilir. Masa başında yetersiz bilgiyle yazılmış bir haberde bazen sorunlara yol açabilir.
Okuyucular öncelikle ellerinde tuttukları gazetenin bin bir emekle ve zorlukla kapılarına kadar geldiğini bilerek hareket etmeleri gerekir.
Bu sefer objektifin arkasında değil önündeyiz. Yazan değil yazılan olmak da çok farklı bir duygu. Ama yazan olmak yani objektifin arkasında yer almak benim için daha önemli… İnsanlar fotoğraf makinesini görünce ya çekiniyorlar ya da tam tersi oluyor. Çorum’da bu durum nasıl? Bu dediklerinizin evrensel bir yönü var. Hangi dinden veya milletten olursa olsun insanlar fotoğraf makinesi ve kamerayla karşılaşırsa sempatik bir tavır sergiliyor. Fotoğraf makinesi veya kameranın cazibesi dünyanın her yerinde hemen hemen aynı etkiyi gösteriyor. İstisnalar da yok değil. Tabi ki tepki çekilen yerlerde vardır. Çorum’da da vatandaşlar fotoğraf makinesi veya kameralara soğuk davranmıyorlar. - Son olarak genç iletişimcilere neler söylemek istersiniz. Kısaca bu mesleği tavsiye eder misiniz? Gazeteciliği elbette tavsiye ederim. Genç iletişimciler eğer gazetecilik yolunda yürümek istiyorlarsa ilk olarak bu alanda eğitim almak için çaba harcamalılar. Hedefleri mutlaka üniversitede gazetecilikte ilgili bölümde okumak olmalı. Okurken de sahada kendilerini en iyi şekilde yetiştirmeliler. Aldıkları teorik eğitimi pratiğe aktaramadıkları zaman hedefe ulaşmaları da zor oluyor.
Yasin Şevket YÜCEL Muhabir
|55
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Simit bugüne kadar bizler için bir yaşam tarzı, kültürümüzün temel taşlarından biri olmuştur. Özellikle ince belli çay bardağından yudumladığımız çay ile bir araya geldiklerinde muhteşem lezzeti her zaman aradığımız tat olmuştur. Her bölgenin kendine özgü simidi, simitçilikle uğraşan asırlık çınarları vardır. Çorum’da bulunan Merkez Pide Simit Fırını’da bu asırlık çınarların başında yer alıyor. Bu simit fırınının ürettiği simidin, Çorum’da simitçiliğin gelişmesinde ve Çorum simidinin nam salmasında da büyük etkisi var.
B
izde Merkez Pide Simit Fırını işletmecilerinden Recep Can ile kısa bir görüşme yaparak, Çorum’un asırlık çınarı hakkında bilgi aldık. Recep Can’ın yaptığı açıklamalardan da anladık ki Çorum’da gerçek bir simit kültürü var. Merkez Pide Simit Fırını’nın aşağı yukarı 100 yıllık olduğunu belirten Recep Can, “Burası ilk olarak “Hamdi’nin Yeri” olarak biliniyormuş. Çorum’un en eski dükkânlarının başında yer alıyor. Tabi o dönemlerde burası ahşap bir dükkânmış. Burası ilk ruhsatlarda ahşap dükkân olarak yer alıyordu. Sonra
yenilenerek günümüzdeki haline getirildi.” açıklamalarında bulundu. Çorum simidinin özelliklerine de değinen Recep Can, simidin taş fırınında ve meşe odunuyla pişirildiğini, bunun da simidin lezzetine doğrudan yansıdığını ifade ederek, “Simidin vazgeçilmez unsuru kaliteli ürünleri kullanmak ve simidi odun ateşiyle pişirmektir. Çorum’daki unun kalitesi, mayanın kalitesi, susamın kalitesi Çorum simidinin farklı ve vazgeçilmez olmasını sağlıyor. Bizler simit üretirken hakiki incir pekmezi kullanıyoruz. Bu kullandığımız pekmezde yine bu lezzet içinde
önemli bir yer tutuyor.”dedi. Çorumluların bu kültürden vazgeçemediğini ve şu anki yaklaşımlarla vazgeçilemeyeceğini açıklamalarında yer veren Recep Can, “Sadece Çorumlular değil, Çorum dışından gelen insanlarda bu simidi çok beğeniyor. Özellikle şehir dışından gelen misafirler sadece kendileri için değil, arkadaşlarına, dostlarına götürmek için de simidimizden alıyorlar. Bir de bu talebin en önemli etkenlerinden biri simidi her zaman sıcak satmamız. Sürekli üretim yapıyoruz ve taze simidi müşterilerimize sunuyoruz.” dedi.
Simidin Tarihçesi Simidin doğuşu hakkında elimizde kesin tarihler mevcut değildir. Kimileri Kanuni Sultan Süleyman döneminde kimileri Fatih Sultan Mehmet döneminde ortaya çıktığını söylemektedir. “Osmanlı Devletinde sekbanlar fırınında çalışmak üzere işe yeni başlayan sanatkârlara “simitçi” denmiştir. Simitçiden olanlara hamurkâr denirdi. Burada çalışan kabiliyetli görülenler ocakta yükseltilirdi. Saray fırınında da aynı adla çalışan sanatkârlar vardı.” (Meydan Larousse 1973: 375) “Evliya Çelebi, Seyahatname’de simitçi esnafının 70 dükkânda, 300 nefer olarak çalıştıklarını yazmaktadır. Simitçilerin bazıları kendi hesaplarına, bazısı da simitçi fırınlarının çırakları olarak fırın hesabına gündelikle çalışırlardı. Seyyar simitçiler, fırınlardan aldıkları simitleri, günde beş posta değişik yerlerde satarlardı. Simitçilerin bazısı mallarını uzunca bir çubuğa takarak taşırlardı. Bazısı da orta büyüklükte bir sepete doldurur, bununla dolaşırdı. Çoğunluk ise sehpasını koltuğunun altında bulundurduğu, başının üzerindeki açık tablada satış yapardı. Kapalı tablalar mecburi tutulunca simitçiler, kışın yağmurlu havalarda bu kapağı tamamen yazın simitlerin gevrekliğinin bozulmaması için de yarım olarak kaparlardı. Kapağı olmayan simitçiler, harar dokumasından kalın ve sert kıllı bir örtüyü simitlerin üzerine örterlerdi. Geceleri dolaşan simitçiler, tablalarının veya sepetlerinin kenarlarına küçük bir fener de asarlardı. Simitçilerin en büyük rakipleri çörekçilerdi. Özellikle ‘Ayasofya çöreği’ diyerek bağıran çörekçilerle simitçiler arasında zaman zaman tatsız olaylar da cereyan ederdi.” (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi 1994: 560)
56
|
Türk Kültürünün vazgeçilmez yiyeceği olan simidin hayatımızdaki yerini Ramazan aylarında da bir kez daha görüyoruz. Özellikle sahurlarımıza ayrı bir haz ve tat katan simit, çay ve beyaz peynir ile birleştiğinde o güzel gecelerimizi daha da şenlendiriyor, Ramazan aylarımızın daha unutulmaz olmasını sağlıyor.
|57
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Bu sayımızda tarih sohbetlerimize Akşemseddin Hazretleri ile başlamak istedik. Türk-İslam Dünyası’nın en önemli karakterlerinden biri olan Hazretin, bilinmeyen ya da çok az bilinen yönlerini de ortaya çıkartarak, halkımıza anlatmak istedik.
HAYATI Akşemseddin Hazretleri, Şeyh Hamza’nın oğlu olarak 1390 (H.792) senesinde Osmancık’ta doğmuştur1. Birçok eserde ise doğum yeri Şam olarak gösterilmektedir. Babası Şeyh Şerafettin Hamza- 2i Şami (Kurtboğan adıyla meşhurdur)3 âlim biridir ve oğluna ilmini vermiştir. Evliyanın büyüklerinden Şehâbüddin-i Suhreverdî’nin neslinden olup, soyu baba tarafından 15. batında Hazret-i Ebu Bekir'e dayanmaktadır. Akşemseddin Hazretlerinin asıl adı Muhammed bin Hamza’dır. Hacı Bayram-ı Velî’nin, ona; “Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd’den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin” demesi sebebiyle, “Akşemseddin” lakabı verilmiştir. Riyazet sebebiyle benzinin solması, saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle de “Akşemseddin” denildiği de rivayet edilmektedir.
OSMANCIK YILLARI İlk tahsilini babasından alan Akşemseddin Hazretleri, 7 yaşında hafız olup, ailesiyle birlikte Samsun'un Kavak bucağına yerleşmiştir. Babasının vefatından sonra Amasya ve Osmancık medreselerinde eğitimini tamamlayan Hazret, müderrislik payesi alarak Osmancık Medresesine müderris oldu. Akşemseddin Hazretleri ayrıca, tıbba ve eczacılığa merak sararak tıp ilmini öğrendi. İlim tahsili ile tatmin olmayan Hazret, irfan tahsili için müderrisliği ve medreseyi terk ederek tasavvufa yöneldi. Önce İran’ı dolaştı ama umduğunu bulamadığı için tekrardan Anadolu’ya dönmek zorunda kaldı4. Anadolu'da ise Ankara'da bulunan Hacı Bayram Veli’yi tavsiye ettiler.
ANKARA DÖNEMİ Ankara'ya giden Akşemseddin Hazretleri, Hacı Bayram Veli'nin öğrencilerinin nefislerini kırmak, fakirlere yardım etmek ve yoksullara ikramda bulunmak için de olsa cer ve yardım kabul etmesi, çarşı pazarda devran yaptırması gibi hallerinden hoşlanmadığı için Ankara'dan ayrıldı ve şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış bulunan Zeynüddin el-Hâfî’ye intisap için Halep’e gitti5. Halep'te bir gece rüyasında boynuna bir zincirin takılmış olduğunu, zincirin diğer ucu Hacı Bayram Veli'nin elinde ve kendisini Ankara'ya
58
|
doğru çektiğini gördü6. Bunun üzerine tekrardan Ankara'ya döndü7. Hacı Bayram Veli'nin özel ilgisi ile kısa süre de tasavvufun bütün yollarını ve inceliklerini öğrenen Akşemseddin Hazretleri, Hacı Bayram Veli'den icazet alarak hilafet tacı giydi.
BEYPAZARI VE İSKİLİP YILLARI Hacı Bayram Veli'den aldığı izinle Ankara'dan ayrılan Akşemseddin Hazretleri, önce Beypazarı’na kısa bir süre sonra da Çorum'a bağlı olan İskilip kazasında Köse Dağı civarındaki Evlek Köyü’ne8 çekildi. Hazrete karşı insanların ilgisi kısa sürede çok büyük boyutlara ulaşması üzerine buradan da ayrılarak Bolu'nun Göynük ilçesine yerleşti. Göynük'te bir değirmen ve mescit inşa ettirip, kendi çocuklarının tahsil ve terbiyesi ile meşgul oldu. Burada mevcut eserlerini yazdı ve hacca gidebilme imkânı buldu.
ÇOCUKLARI
Akşemseddin Hazretleri’nin, bazı kaynaklarda on iki9 bazı kaynaklarda ise on çocuğu olduğundan bahsetmektedir10. İsmi tespit edilebilen yedi oğlu vardır. Bunlar sırasıyla Sadullah, Fazlullah, Nurullah, Emrullah, Nasrullah. Nurülhüdâ ve Hamdullah Hamdi adlarını taşımaktadır.
,
TARİH
Hacı Bayram-ı Velî’nin, ona; “Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd’den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin” demesi sebebiyle, “Akşemseddin” lakabı verilmiştir.
TARİKATI Akşemseddin Hazretleri Bayramiyye Tarikatının Şemsiyye kolunu kurmuştur. Şeyhi Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından sonra onun yerine irşad makamına geçti (833/1429-30). Bu tarikat kendisinden sonra Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseri’de İbrahim Tennûrî, İskilip’te Attaroğlu Muslihuddin, Ankara ve civarında ise Hamza eş-Şâmi tarafından devam ettirildi.
İSTANBUL’UN FETHİ Akşemseddin Hazretleri'nin asıl ünü, II. Sultan Murat’ın emir ve isteğiyle II. Sultan Mehmed’in hocalığına tayin edilişiyle başlamıştır. Hazret, II. Sultan Mehmed’e danışmanlık yapıp İstanbul'un fethine katkıda bulunmuştur. II. Sultan Mehmed, 1453 yılı baharında İstanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla Edirne’den yola çıkınca, Akşemseddin Hazretleri de, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri ve yüzlerce müritleriyle ona katıldılar. Hazret, kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun manevî gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu11. İstanbul alındığında II. Sultan Mehmed, Akşemseddin Hazretleri ile İstanbul’a girişte şehir halkı tarafından karşılandı. Şehir halkı Hazreti, II. Sultan Mehmed sanıp ona çiçekler uzattıklarında, Akşemseddin Hazretleri ‘’Padişah ben değilim’’ diyerek yanındaki II. Sultan Mehmed’i gösterdi. Sultan Mehmed ise ‘’Hünkâr benim amma, o benim hocamdır. Çiçekler O’na layıktır.’’ dedi. II. Sultan Mehmed, İstanbul'un fethin ardından Ayasofya’da hutbe verdi ve hutbesini tamamladıktan sonra, minberden inerek yerini Akşemseddin Hazretleri’ne bıraktı. Böylece Akşemseddin Hazretleri fethin ilk Cuma namazını kıldıran imamda olmuştur12. Ayrıca İslâm ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehit düşmüş olan sahabeden Ebû Eyyûb el-Ensâri’nin kabrini de Fatih Sultan-ı Mehmed’in isteği üzerine yine o keşfetti.
VEFATI
Hazretin tıp ilmini kimden ve nasıl öğrendiğine dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Hazretin tıp alanındaki ilmini, Hacı Bayram Veli ile beraber olduğu yıllarda elde ettiği kaydedilmekte, kaynaklar kendisinden âlim ve mübarek bir insan olarak söz etmektedir. Sadece beden hastalıklarında değil, aynı zamandan ruh hastalıklarını da tedavi ettiği ifade edilmektedir.
MİKROBUN KÂŞİFİ Akşemseddin Hazretleri, bazı kaynaklarda “tabîb-i ebdân” olduğu, devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilmiştir. Hazret, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmış ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmüştür. Bu alanda kesin bilgiler veren Girolamo Fracastoro adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu da kabul edilmektedir. Adnan Adıvar gibi bazı müellifler, ilk önce Dr. Osman Şevki Uludağ’ın işaret ettiği bu konuda biraz tereddütlü davrandılarsa da Bedi N. Şehsuvaroğlu bunun gerçekliğini inandırıcı bir şekilde ve açıklıkla ortaya koymuştur13. Akşemseddin Hazretleri, Louis Pasteur’in yaklaşık 400 yıl sonra deneyle keşfettiği mikrobu, Maddetü’l-Hayat adlı eserinde yıllar öncesinde dile getirmiştir. Eserde; ‘’Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.14” Demiştir. Hazret, bitkilerin eczacılıkta yerini ve bitkilerin hastalıkların tedavisinde önemini anlatan Risâletü’n-fi’t-Tıb adlı eserinde, ayni zamanda mikrobun katılımını ve bulaşmasını da ele almıştır15.
İLK KANSER ARAŞTIRMACISI
Akşemseddin Hazretleri, fetihten sonra, II. Sultan Mehmed’in ısrarına rağmen İstanbul'da kalmayarak, Göynük’e yerleşti. Bir süre sonra, Menkıbnâme’ye göre 863 Rebîülâhirinin sonunda (Şubat 1459) Göynük’te yetmiş yaşında vefat etti.
Akşemseddin Hazretleri ayrıca ilk kanser araştırmacılarından biridir. O devirde “seratân” denilen bu hastalıkla çok uğraşmış, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etmiştir. Ayrıca, Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmiş, Fatih’in kızı da kendisine Beypazarı’ndaki pirinç mezralarını vermişti16.
AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ VE TIP İLMİ
ESERLERİ
Akşemseddin Hazretleri, bilimde ve tasavvufta olduğu gibi, tıp ve eczacılık alanında da büyük bir üne sahipti. Fakat kaynaklarda
1. Risâletü'n-nûriy-ye, 2. Def'u metâ'ini'Ş'ŞÛfiyye, 3. Makamât-ı Evliya, 4. Hall-i Müşkilât, 5. Kitabü't Tıb, 6. Maddetü'l-Hayat
1. Abdullah Ercan, 14. Yüzyıldan Günümüze Çorumlu Şairler, Hitit Festival Komitesi, Teknografik Matbaası, İstanbul, 1991, s. 35
6. Taşköprülüzâde, a.g.e., s. 241 ve Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, Özgür Yayınları, İstanbul, s. 153-154.
2. Feridüretü’l Evliyâ, s. 270 ve Şemseddin Sâmi, Kâmus-u Âlâm, cilt. 1, s. 265.
7. Sâmi, a.g.e., s. 265.
3. Rivayet edilir ki: Bir kurt, Amasya’ya musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Akşemseddin Hazretlerinin babası Şeyh Hamza vefat edip, defnolunduğu günün gecesinde, yine bu kurt gelip onun kabrini açtı. Kurt, Şeyh Hamza’yı parçalamak ve yemek istedi. Fakat Şeyh Hamza, mübarek elini uzattı ve o kurdu boğazından yakalayıp öldürdü.
8. Kaynaklarda İskilip’e bağlı Evlek Köyü görülmese de, Osmancık’a bağlı bir Evlik Köyü vardır. Bu konuda araştırmalar devam etmektedir.
Ertesi sabah ziyarete gelen halk, kurdu ölü vaziyette, Şeyh Hamza’nın elini de mezardan dışarıda buldular. Yüzlerce kişi toplandı. Kurdu elinden alıp bir çukura attılar, fakat onun dışarıda kalan elini kabre sokamıyorlardı. Orada, hâl sâhibi bir zât vardı: O zât: “Şeyh Hamza’nın mübarek eli, kurda değdiği için, yıkanması lâzımdır” dedi. Elini yıkadılar. El, kendisi tarafından hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddin Hazretlerinin babası, Amasya’da “Kurtboğan Velî” lakabı ile meşhur oldu. 4. Emir Hüseyin Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 8 5. Taşköprülüzâde, Şakayık-ı Nûmâniye, c. 1, s. 138 ve Enîsî, a.g.e., s. 7, ve Orhan F. Köprülü - Mustafa Uzun, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 2, s. 300
9. Sâmi, a.g.e., s. 265. 10. İbrahim Koç, İstanbul’un Manevi Fatihi Akşemseddin. Elest Yayınları, İstanbul, 2007, 2. Basım, s. 129. 11. İbrahim Koç, a.g.e., s. 68 12. Ahmed Muhtar, Feth-i Celîl-i Konstantiniye, s. 273 13. Köprülü - Uzun, a.g.e., s. 299-302 14. Taşköprülüzâde, a.g.e., s. 48 ve Osman Şevki Uludağ, Beş Buçuk Asırlık Türk Tababet Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 35-36 15. Taşköprülüzâde, a.g.e., s. 48 ve Uludağ, a.g.e., s. 35-36. 16. Köprülü - Uzun, a.g.e., s. 300
|59
AKTÜEL MAGAZİN HABER DERGİSİ | MART 2014
Huylandırma servisi plak! Tarihten bir şa lmiş.
dağları de Ferhat Şirin için üş. için çöllere düşm Mecnun Leyla YALAN. su getiresu yokmuş köye Ferhat köyünde ı delmiştir. ar bilmek için dağl l. ği de Şirin için divane olduğu aşkından deli Mecnun çöllere rasını için düşmemiş. dan başlık pa iş. eden amcasın şlık parası istem et ba m sı ika ba da ba sın ın Leyla’n ayınca çöl orta ini. in de para olm kend Mecnunda kend amacıyla çöllere vurmuştur ek ilm eb i ilk ve ed rik teda benim dergidek Mecnun. zarım ama bu gitmiştir salak ya rip u be on r ge va da ü Orada vfik’in bir dörtlüğ ilgili Neyzen Te Aslında konuyla . ilir son yazım olab yusu gibidir. Tarih gayya ku zılmıştır. ar tarafından ya Sonuçta insanl dedikodusudur. Tarih geçmişin Daha doğrusu, dur. kk Biraz da kokusu ayı bırakmak ço i Bir yerde sigar işt m de bıraktım e sigar da r arka ş bend sıl o Bunu duyan bi na ın ışs defa bırakm ti bıra ke Ben de bana pa … Biz bi halt ettik ağam ında tıngır mıngır kasabaya gidiyorlar. Yolun Nasıl. arabas
By-veled
nın Maraba ile ağa, ağa hayvan patır kütür yola pisliyor. en yarısında, arabayı çek . a gözü olduğunu biliyor bad ara nın ası rab ma Ağa için; ek enm eğl düşürmek hem de Hem marabayı küçük diyor. m” ece ver a san ı bay sen, ara an -“Üla Memo! Şu b.ku yer ağaya uzatıp arabad ları um yor, kararını veriyor, koş ünü düş an bir i mk Bizi ni yiyor. çiğneniniyor ve taze at pisliği midesi dönmüş, gururu ından aba senin” Bizimkinin “ar arabas una uğr e enc eğl -“Tamam”, diyor ağa bir lık r. Ağa ise bir dakika miş, kendinden iğreniyo . di budalalığına yanıyor uyorlar. olduğuna pişman, ken , ikisi de kurdukça kur ıyor açm ak de ağzını bıç Dönüş yolunda ikisinin iği noktaya geldiklerinde ağa dayanamıyor; yed n ederini Tam marabanın pislik elden gitti, b.k yemeni m, şaka uğruna araba etti t hal Bir ! mo -“Üle Me alayım.” vereyim, arabayı geri de hâlâ pislik tadı var. ında, yüreğinde, öfkesin ağz e, zind gen b.kları n ’nu mo Me aha şu kalan kurumuş de sen r ama bir şartla: -“Olur Ağam” diyor, “olu laşırlarken, yiyeceksin ki ödeşelim.” de o yiyor. Çiftliğe yak iniyor bir miktar pislik Ağanın gözü kararmış, soruyor: u Memo düşünceli, kederli in, peki biz bu kadar b.k senindi dönerken de sen de en erk gid ba ara , -“Ağam neden yedik?”
****** unlu olmamalı. n dışında hiçbir ders zor tur. Her Bu ülkede ahlak dersini alarla hiçbir ilgisi yok vak çek ger n unu kon n dile hse ba a Not: Burad dür… türlü benzerlik tesadüfü
rusunun dışara - Doğalğaz bo bi buz sarkıt gi l kısmında ko ki bak kol g Oğlana dedim O da bana; ranın habe - ”Gelecek fatu
Tarihten bir şaplak!
Ferhat Şirin için dağları delmiş. Mecnun Leyla için çöllere düşmüş. YALAN. Ferhat köyünde su yokmu ş köye su getirebilmek için delmiştir. dağları Şirin için değil. Mecnun çöllere aşkından deli divane olduğu için düş memiş. Leyla’nın babası başlık pa rası istemiş. Mecnunda kendin de pa ra olmayınca çöl ortasında eden amcasından başlık ikamet parasını tedarik edebilm ek amacıyla çöllere vurmuştur kendin i. Orada da geberip gitm iştir salak Mecnun. Aslında konuyla ilgili Ne yzen Tevfik’in bir dörtlüğü var onu yazarım ama bu benim dergideki ilk ve son yazım ola bilir. Tarih gayya kuyusu gibidir . Sonuçta insanlar tarafında n yazılmıştır. Daha doğrusu, Tarih geçm işin dedikodusudur. Biraz da kokusudur.
Başlarken; Ben yazılarımı okuyun diye değil düşünün diye yazarım. Niyet ettim bugün yazacağım yazıların farzına…
Oku ki kokma
defa kolay en az 50 im. m sen 50 rayı bırakacağı olacak edi. ak git dedim..
Ne kadar çok okursan, O kadar çok düşünürsün, Ne kadar çok düşünürse n o kadar çok anlarsın. Ne kadar çok anlarsan, O kadar çok seni kandırm ak zor olur... “Okuyun”, diyor “okuyun”. “Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor...” Görün lan ortalığı. Cahil insan hayvan gibidir . Kim üstüne binerse sahiple nir.
ada kalan tı oluşmuş. gibi olmuş,,
ercisi” dedi.
nunda “şüphele -- Gazeteci okul ye öğretilir. mek sağlıktır” di e 90 hasta. Bizimkilerin yüzd
Son söz: Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden çok fena hale öperim. Eğer bir daha yazdırırlarsa, yeni sayıda da yine beraberiz maalesef. Yaşasın kötülük. Kötülük dedim de aklıma geldi. Küçükken artist tutmaca vardı, diğer çocuklar Cüneyt Arkın, Serdar Gökhan, Yılmaz Güney’i tutarken ben Erol Taş’çıydım. Uykusuzluktan ölüyorum yazıda bitti, şimdi nur içinde yatmaya gidiyorum.
MİZAH
RECEP İVEDİK 4 Yönetmen: Togan Gökbakar Oyuncular: Şahan Gökbakar, Arda Hacıoğlu, Gülşah Yanaş, Caner Tanrıverdi, Ece İncebay Senaryo: Şahan Gökbakar , Togan Gökbakar Tür: Komedi Konusu: Şahan Gökbakar’ın televizyon için yarattığı ve ardından maceralarını sinemaya uyarlamaya devam ettiği Recep İvedik, üç filmlik serisine bir film daha ekliyor. Çekimleri Maldivler’de tamamlanan filmde, Recep İvedik’in Maldivler’deki serüvenine tanık olacağız. Recep İvedik, mahallesindeki çocuklardan kurulu futbol takımının antrenörüdür. Ancak düzenli olarak id-
man yaptıkları araziyi sermaye sahibi biri satın alacaktır. Recep’in ise buna izin vermeye niyeti yoktur. Recep’e göre araziyi kurtarmanın tek yolu para bulup kendisinin satın almasıdır. Bulabildiği tek çözüm ise Survivor’a katılıp büyük ödülü kazanmaktır. Recep, burada Karayip korsanlarıyla karşılacak ve macera kaldığı yerden devam edecek.
FRANKENSTEİN: ÖLÜMSÜZLERİN SAVAŞI Yönetmen: Stuart Beattie Oyuncular: Yvonne Strahovski, Aaron Eckhart, Miranda Otto , Bill Nighy, Jai Courtney Senaryo: Kevin Grevioux Konusu: G.I. Joe: Rise of the Cobra’nın senaristi Stuart Beattie tarafından yazılan ve yönetilen bu Lionsgate yapımı filmde, Aaron Eckhart parçaları birleştirilmiş özel bir detektif olan Adam
Frankenstein’ı canlandırıyor. Doğaüstü yaratıklar Dünya’yı ele geçirmek isteyince, eşi benzeri görülmemiş bir kahraman insanoğlunun yardımına koşar...
EYVAH EYVAH 3 Yönetmen: Hakan Algül Oyuncular: Ata Demirer, Demet Akbağ, Özge Borak, Serra Yılmaz, Tarık Ünlüoğlu Senaryo: Ata Demirer Tür: Komedi Konusu: Hüseyim Badem, babasını bulduktan sonra hayatının aşkı olan Müjgan ile evlenmiş, kendisi de zabıta olmuştur. Ancak maddi güçlükler yüzünden çeşitli mekanlarda klarnet çal-
maya devam etmektedir. Yol arkadaşı Firuzan ise şöhretine şöhret katmıştır. İşte tam bu sırada Müjgan’ın hamile olmasıyla birlikte Geyikli’de olaylar yine çığırından çıkacaktır.
SİNEMA
NEED FOR SPEED: HIZ TUTKUSU Yönetmen : Scott Waugh Oyuncular : Michael Keaton, Imogen Poots, Dominic Cooper, Aaron Paul, Rami Malek Senaryo : John Gatins, George Gatins Tür : Aksiyon Konusu: Hapisten çıktıktan hemen sonra ülkeler arası bir araba yarışına katılan sokak yarışçısının eski partnerinden intikam almasını işleyen NEED FOR SPEED filminin başrolle-
rinde; Aaron Paul (Breaking Bad), Dominic Cooper, Dakota Johnson, Michael Keaton gibi isimler yer alırken, yönetmen koltuğuna ünlü yönetmen Scott Waugh oturuyor.
MERAKLI SHERMAN: ZAMANDA YOLCULUK Yönetmen: Rob Minkoff Seslendirenler: Leslie Mann, Stanley Tucci, Lake Bell, Dennis Haysbert, Stephen Tobolowsky Senaryo: Ted Key, Craig Wright Tür: Animasyon, Aile, Macera Konusu: Bay Peabody, büyük bir işadamı, kaşif, bilim adamı, gurme, Olimpiyat Madalyası sahibi bir atlet ve bir dahi olmasının yanında, dünyanın en zeki ve en başarılı köpeğidir. Bir numaralı icadı WABAC makinesi sayesinde o ve evlatlık aldığı “insan” oğlu Sherman zamanda geri giderek dünyamızı değiştiren olaylara tanıklık ederler. Ancak Sherman zaman yolculuğunun kurallarını çiğnediğinde, iki kahramanımız geçmişi düzeltmek ve geleceği kurtarmak üzere bir maceraya atılacaktır.
YUNUS EMRE AŞKIN SESİ Yönetmen: Özgür Bakar Oyuncular: Halil Sezai Paracıkoğlu, Selim Erdoğan, Burak Sarımola, Turan Özdemir, Berke Hürcan Senaryo: Alper Kıvılcım, Özgür Bakar Tür: Korku Konusu: Yönetmenliğini Özgür Bakar’ın üstlendiği, başrollerinde Duygu Paracıkoğlu, Eylül Su Sapan, Dilşah Demir ve Ozan Akbaba gibi genç oyuncuların yer aldığı korku ve gerilim türündeki film, bir laneti tekrar uyandıran bir grup arkadaşın yaşadığı dehşeti beyazperdeye taşıyor. Senaryosunda da Özgür Bakar’ın yanı sıra Alper Kıvılcım’ın da imzası olan yapım, özellikle görsel efektleri ve makyaj teknikleriyle öne çıkıyor. Filmin yapımcılığını ise 5. Boyut üstleniyor...
300: BİR İMPARATORLUĞUN YÜKSELİŞİ Yönetmen: Noam Murro Oyuncular: Eva Green, Lena Headey, David Wenham, Hans Matheson, Rodrigo Santoro Senaryo: Zack Snyder, Frank Miller, Kurt Johnstad Tür: Aksiyon, Dram. Konusu: Frank Miller’ın kitabından uyarlanan ve 300’den sonra yaşananları konu alacak olan filmde, Persler ile Atinalılar’ın karşı karşıya geldikleri büyük Artemis Savaşı’nı konu alacak. Filmin baş kahramanları ise Pers Kralı Xerxes ve Atinalı ünlü general Themistocles olacak.
64
|