İlkadım Dergisi Sayı: 290

Page 1

EYLÜL 2012 • SAYI 290 • 7 TL (KDVD)

• Müslümancılık Oynamayalım!-Nureddin Soyak • Allah, Rızkı Dilediğine Bol Verir, Dilediğine Daraltır-Mustafa Aydoğdu • Bilmiyorsan, Ardına Düşme!-Atilla Değirmenci • Zinaya Yaklaşmayın, Zira O Bir Hayâsızlıktır ve Çok Kötü Bir Yoldur-Abdülkadir Yılmaz

HİZMET ADABI • İhtilaflar, Hizmetlerin Güvesidir Nureddin Soyak • Yetim Hakkı-Mahmut Aveder • Cinayet, Kendinin Katili Olmaktır Selim Armağan • Kürtaj= Katillik-Baki Öncel



EYLÜL 2012 • SAYI 290 • 7 TL (KDVD)

• Müslümancılık Oynamayalım!-Nureddin Soyak • Allah, Rızkı Dilediğine Bol Verir, Dilediğine Daraltır-Mustafa Aydoğdu • Bilmiyorsan, Ardına Düşme!-Atilla Değirmenci • Zinaya Yaklaşmayın, Zira O Bir Hayâsızlıktır ve Çok Kötü Bir Yoldur-Abdülkadir Yılmaz

HİZMET ADABI • İhtilaflar, Hizmetlerin Güvesidir Nureddin Soyak • Yetim Hakkı-Mahmut Aveder • Cinayet, Kendinin Katili Olmaktır Selim Armağan • Kürtaj= Katillik-Baki Öncel


2

DERGiSi


Başyazı

EYLÜL 2012 / 290

3


4

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

5


Kapak

6

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

7


Kapak

8

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

9


Kapak

10

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

11


Kapak

12

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

13


14

DERGiSi


Kapak

EYLÜL 2012 / 290

15


16

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

17


Kapak

18

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

19




22

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

23


KAPAK

24

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

25


26

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

27


Hadis Ä°klimi Ahmet AÄ&#x;manvermez

a.agmanvermez@ilkadimdergisi.net

28

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

29


Mehmet Şentürk

mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

30

DERGiSi

FIKIH


EYLÜL 2012 / 290

31


M.Selçuk Özdoğan

selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

32

DERGiSi

ilkadım kitaplığı


TASAVVUF

Cemil Usta

cemil.usta@ilkadimdergisi.net

EYLĂœL 2012 / 290

33


Fatih Yılmaz

fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

34

DERGiSi

geçmiş zaman olur ki


EYLÜL 2012 / 290

35


Ahmet Belada

ahmet.belada@ilkadimdergisi.net

tarihe yön verenler

Emir Abdülkadir Cezayiri

1

807 yılında Cezayir’in Vahran şehrinin Kaytana köyünde doğdu. 18 yaşına kadar dini ilimleri tahsil etti ve Kuran’ı ezberledi. Tahsilini tamamladıktan sonra, son derce nüfuzlu, aynı zamanda tarikat Şeyhi olan babası Muhittin Efendi’ye intisap etti. İlerde hayatını değiştirecek olan, babasıyla birlikte Hac yolculuğuna çıktı. Halkın kendilerine gösterdikleri yoğun teveccühten korkan Vahran Valisi, şeyh ve oğlunu iki yıl yanında alıkoydu. Hac’tan dönerken Mısır’ı ziyaret ettiler. Bu ziyaret çok faydalı oldu. Bilahare Cezayir’e döndüler. Beni Haşim soyuna mensup olması, takva ve ahlakı sebebiyle halkın sevgilisi olan Şeyh Muhittin’i akın akın ziyarete geldiler. O zamana kadar o bölgede böyle bir ziyaretin görüldüğü hiç vakî olmamıştır. Hac yolculuğu Abdülkadir’in ruhen tekâmülüne büyük katkıda bulundu. Yolculuğu esnasında aldığı kitapları okumak için bir müddet insanlardan ayrı yaşadı. Kitap okuma sevgisi hiç eksik olmamış, hayatının sonuna kadar 36

DERGiSi


devam etmiştir. Görülen o ki, hareket adamı sürekli okuyarak kendini yenilemelidir. CİHAT EMİRLİĞİ Müslümanlar Berberî, Arap gibi ayırımların yanı sıra kendi aralarındaki kabile anlaşmazlıklarından, birlik oluşturamıyorlardı. Müslümanların bu dağınık durumlarından istifade eden Fransızların acımasız baskısı gün be gün artarak devam ediyordu. Bundan dolayı bilinçli bazı Müslümanlar, Emir Abdülkadir’in babası Şeyh Muhittin’e gelerek beyât etmek istediler. Bunu kabul etmeyen Şeyh, onlarda Fas Kral’ından bir Emir istemelerini istedi. Bu esnada Şeyh oğlunun komutasındaki birlikte cihada devam ediyordu. Fas Kral’ı kendisine yapılan teklifi kabul etti ama Fransa’nın tehdidi karşısında hemen askerlerini ve Emir olarak gönderdiği oğlunu geri çekmek zorunda kaldı. Durumun gün geçtikçe kritik hal almaya başladığını fark eden eşraf, ulema, Arap ve Berberî kabilelerin ileri gelenleri, Şeyh Muhittin’e gelerek, ya kendisinin ya da oğlu Abdülkadir’in beyât alması konusunda talepte bulundular. Bu durumun mutlaka yerine getirilmesi gereken, hatta farz-ı ayın olduğunu söylediler. Şeyh kendisinin bu işi üstlenemeyeceğini ifade etti: “Bu işe oğlum Abdülkadir münasiptir.” Bir müddet sonra Abdülkadir şûrâya dayalı bir seçimle, şeriatın ön gördüğü şekilde emirliğe getirildi. Oğluna ilk beyâtı yapan babası oldu. Ardından hayır dua ile oğlunu Nasıru’d-Din (Dinin yardımcısı) ilan etti. Daha sonra diğer zevat

sırasıyla beyât etti. Böylece 1832 yılında kendisine beyât edilmiş oldu. Bu tarihten itibaren içerde birliği sağlamak için çalışmalara başladı. Aynı zamanda savaş hazırlıklarını da sürdürdü. Demek ki, cihat emirliğinin oluşması için buna benzer şartların oluşması gerekiyor. FRANSA’YA KARŞI YAPILAN SAVAŞ Birbirinden güzel işler yapan Emir, el-Mukatta savaşında Fransızları dize getirdi. Bu arada amcasına ve iç düşmanlara karşı da mücadele ediyordu. Emir, halkın keşmekeş tutumundan rahatsızlığını gördü. Bu durumun düzeltilmesi için yoğun çaba sarf etti. Fransızlarla yaptığı el- Mukatta savaşından sora, anlaşma yapmak için ricada bulunan Fransızların tekliflerini arkadaşlarının ısrarı üzerine kabul etti. Anlaşmayı imzaladılar. Aslında Fransa zaman kazanmak istiyordu. Bir müddet sonra anlaşmayı bozan Fransızlarla yeniden savaştı. Bu savaşta, oğlunu, kızını, kardeşinin oğlunu gözleri önünde kaybeden; hiçbir taraftan yardım alamayan Emir, 1848 yılında teslim olmak zorunda kalır. Tutukluluğu sırasında Fransız yetkililere: “Fransa’nın dağları ve ovaları ipek ve altınla donatılarak bir kefeye, özgürlüğüm de diğer kefeye konarak bana sunulsa özgürlüğümü tercih ederim. Ben sizden af veya ihsan talep etmiyorum. Bana verilen sözlere bağlı kalmanızı istiyorum. Ben bana verdiğiniz sözden feragat etmeyeceğim. Gerçek niyetinizi ortaya çıkarmak için, anlaşmaya sadık kalırım. Gerekirse bu şart-

lar altında ölürüm.” der. OSMANLI BU İŞİN NERESİNDE Yeni atanan Fransız genel Valisi Bugeaud, Emir’i adım adım takip ediyordu. Emir, Genel Vali’nin amansız takibinden sıkıldığından durmadan yönetim merkezini değiştirmek zorunda kalmıştır. Hatta tarihte eşine rastlanmayan “Seyyar Başkent” kurmak zorunda kalmıştır. Birçok konuda sıkışan ve zor durumda kalan Emir, son çare olarak, dönemin Osmanlı Padişah’ı Abdülmecit’ten yardım istemek için mektup gönderir. Mektupta: “Müslümanların Halifesi ve hamisi! Cezayir cihadının başarıya ulaşmasının İstanbul’un yardımına bağlı olduğunu bilmenizi isterim. Müslüman kardeşlerime sığındım, bizim zalim düşmana esir düşmemize göz yumdular. Bize yakın olan Krallar bizden uzak durdular. Kâfirlerden korkularından biz, onlara karşı güç sağlayacağımız nesneleri satmaktan bile kaçındılar. Adam göndererek yardım etmelerini istedik yanaşmadılar… Ne yakınlık ne komşuluk fayda verdi… Sanki Müslümanlar tek vücut değillermiş gibi… Bu bölge Müslümanlarının sizden başka kurtuluş ümidi kalmadı. Sizin yüce burçlu kaleniz dışında sığınakları yerleri kalmadı. Sizin yardımınızı bekliyoruz. Kalpleri muhabbetinizle çarpıyor. Mal denirse, sende mal çok, asker denirse senin ordun deniz gibi…” Osmanlı içinde bulunduğu şartlardan dolayı açıktan yardım edememişse de, cihada devam etmeleri gerektiğini, el altından EYLÜL 2012 / 290

37


yardımcı olacağı taahhüdünde bulunmuştur. Ayrıca birde Emir’e mektup gönderirler. Mektupta: “Mektubunuzu getiren elçinizle görüştük. Müslümanların işine önder olmak suretiyle şecaat ve ihlâs gösterdiniz. Böylece rızayı Bari’yi kazanmış, Resul’üne itaat etmiş, aynı zamanda Bab-ı Âli’yi de memnun etmiş oldunuz. Bundan dolayı Allah sizi mükâfatlandıracaktır. Biz ise sizi layık olduğunuz şekilde ödüllendirmekte ve gözetmekte bir an tereddüt göstermeyeceğiz ve uygun gördüğümüzü yapacağız. Biz mektubumuzu rumuzlu olarak yazıyoruz. Sizden de önemine binaen meseleyi gizli tutmanızı rica ediyoruz. Bu meseleyi gizli tutmanız bize çok yardımcı olacaktır. Binaenaleyh sizden de mektuplarınızı rumuzlu yazmanızı rica ediyoruz. Mektubumuzun kısalığından ötürü özür dileriz.’’ diyerek gönlünü almıştır. Osmanlıdan da, gerekli yardımı alamayacağını anlayan Emir, teslim olmaya karar verir. ÜLKEDEN AYRILIŞ Beş yıl tutuklu kaldıktan sonra 1853 yılında serbest bırakıldı. İstanbul’a uğradıktan sonra Bursa’ya giderek oraya yerleşti. Padişah Abdülmecit, Bursa Valisi Halil Paşa’ya yazılı bir emir göndererek, hemen kendisine bir araba tahsisi yapılmasını ve misafirlik konusunda ne yapılması gerekiyorsa fazlasıyla yapılması talimatını verir. 1856 tarihinde Şam’a gider, yaklaşık sekiz yıl kaldığı Şam’da birçok ulema ile teşrik-i mesaide bulunur. Bir ara Mısır’a da gidip gelen Emir, hayatının sonuna kadar Şam’da yaşar. Fransa hükü38

DERGiSi

metinden aldığı maaşla geçinen Emir 1964 yılında Şam’da vefat etmiştir. OLUŞTURDUĞU DEVLET VE YAPTIKLARI “Yakışıklı elbise giymek, Sultan’ın oğlu olmak, dolgun bir maaş almak isteyen gelsin.” diye çağrıda bulunarak düzenli bir ordu kuran Emir, orduyu piyade, süvari topçu olmak üzere üçe ayırdı. Karizması ve insani ilişkilerinden dolayı, Fransızlardan kaçan ve Fransızlara karşı savaşan bir bölüğü dahî vardı. Ülkedeki köprü ve yolları yaptı. Aynî ve naktî vergi topladı. Yargı reformunu gerçekleştirdi. Her şehre bir kadı göndermenin yanı sıra birde “kadı’l kudat” (Baş kadılık) makamı ihdas etti. Şehirler yaşanır hale geldi. İnsanlar, özellikle kadınlar dışarı çıkıp gezmeye başladılar. At hırsızlığı sona erdi. İçki ve tütünü yasakladı. Giydiği elbisesi hizmetçilerinki gibiydi. İlme ve ilim adamına her türlü katkıyı vermiştir. Seçimle iş başına gelen bir şura meclisi oluşturdu. Bu meclis devlet işlerinin yanı sıra halkın dertlerini dinlemek suretiyle Emir’e yardımcı oluyordu. Bütün bu devlet organları, Fransızlara karşı yürütülen amansız, ölüm kalım savaşının verildiği zamanda oluyordu. Roger Garaudy kendisiyle yapılan bir röportajda, Tasavvuf ve Emir Abdülkadir hakkında şöyle der: “İnsan bütün hazları, iktidar imkânlarını ve diğer şeyleri yaşayıp gördükten sonra bir an gelir insan, kucağını kurtarıcıya açar, yani mistik (tasvvufî) hayata yönelir.” Böyle bir hayatı benimsemediğini söyleyen Garaudy, “Bence 19. Yüzyılın en

büyük adamı, kesinlikle (ülkesi Cezayir’i Fransızlara teslim etmemek için yıllarca çarpışmış olan) Emir Abdülkadir’dir. Kendisi büyük bir mutasavvıftır. İbn. Arabî ekolünden bir sofiydi. Ama o aynı zamanda büyük bir eylem adamıydı. Ayrıca son derece misafirperver olduğu için esir aldığı Fransız subaylarını bazen evine, sofrasına davet ederdi. İşte o subaylar o adamın bütün gece dua ve niyazda bulunurken gündüzleri gerçek bir General edasıyla savaş yürütmesi karşısında hayrete düşmüşler ve kendisine hayran kalmışlardır. Demek istediğim şu: Tasavvufî bir hayat, eylemden uzak kalmak anlamına gelmez. Bence tasavvuf demek eyleme geçmek demektir. Kanaatim odur ki, eylemsiz sofîlik, şahsi bir ibadetle avunmaya dönüşür; sofi yönü olmayan bir eylemse hayvanca bir eylemden başka bir şey değildir. Benim hayatımın gayesi işte bu iki noktayı bir arada yürütebilmek olmuştur. Yani eylemle sofiliği kol kola yürütmek…” Tıpkı Emir Abdülkadir gibi. Ayrıca Sûfilerin en büyüklerinden İbni Arabî’nin müritlerinden olan Emir Abdülkadir, gerçekten tasavvufun dünya işlerinden değil, dünyanın kokuşmuşluğundan kopmak olduğunu, devlet adamı olarak ve işgale direnişin önderliğini yaparak ispatlamıştır. Hayatını İslam’ın ve ülkesinin özgürlüğüne adayan büyük âlim ve mutasavvıf Emir Abdülkadir’e Allah’tan rahmet diliyorum. 1-Cezayir Nereye –Geliyorum Diyen İslam Devleti- Ferhat Deniz. Denge Yay. 2-(Türk Edebiyatı. Temmuz. 2012. Sayı. 465) 3-Yüzyılımızda Yalınız Yolculuğum, Türk Edebiyat Vakfı Yay.


EYLÜL 2012 / 290

39


la havle

Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

Taa Âdem’den beri devam ediyor, Huzur ikliminde öze yolculuk… İnsan nerden gelip nere gidiyor, Neyi anlatıyor bize yolculuk? …

H

Huzur İkliminde Ramazan

ayatın anlamını kavramak, yaratılışın gayesini anlamak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerin birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gider. Bilgenin yaşadığı evde tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gören gezgin genç; evi dikkatle gözden geçirir. Yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalye… Başka hiçbir eşya yok… Genç merakla sorar bilge kişiye; “Niçin hiç eşyanız yok sizin? Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz… Onlar nerede sahi ?” Bilge kişi; bu soruya karşılık olarak gezgin gence şöyle bir soru sorar; “Senin de yalnızca sırtında taşıdığın küçük bir çantan var yavrum…” der. “Peki, senin eşyaların nerede?” Gezgin genç, kendini savunurcasına bilge kişinin sorusunu şöyle cevaplar;

16 Temmuz 2012 Pazartesi günü çıktığımız Umre yolculuğunu tamamlayarak 26 Ağustos 2012 Pazar günü döndük Isparta’ya… 25 günümüz Mekke-i Mükerreme’de 15 gününmüz Medine-i Münevvere’de olmak üzere 40 günümüz Rabbimiz’in Kur’an’da zikrettiği bu iki kutlu beldede geçti elhamdülillah… Mekke!... Rasullullah’ın (s.a.v.) dünyaya teşrif ettiği mübarek şehir.. Mekke!... Ümmül Kura diye anılan şehirlerin anası… Mekke!... Bağrında kıblemiz olan Kâbe’yi taşıyan şehir… Bu şehir mükerrem… Bu şehir kutlu… Gördüm ki insanlar burada mutlu…

“Ama görüyorsunuz… Ben yolcuyum…”

Bir huzur iklimi sarmış ruhları…

Ünlü bilge gence hak verircesine güler ve der ki;

Mekke’nin mübarek Ramazan Ayı’ndaki o huzur iklimi, güzellikler adına ne varsa hepsini sinesinde taşıyor… Ve insan o huzur ikliminde, o emin beldede, her vakitte ayrı bir mutluluğu ayrı bir güzelliği yaşıyor…

“Ben de öyle yavrum, ben de öyle…” Evet… Hepimiz birer yolcuyuz ve hayat bir yolculuktan ibarettir. İnsanın bu yolculuğu aslında öze yolculuktur. Ervah-ı âlemde, Rabbimiz’in; “Elest-ü bi rabbiküm” suâline mu-

40

hatap olduğumuz andan itibaren başlıyor bu yolculuk… Mevlâ yaratılış gayesini unutmadan, yolunu şaşırmadan, menzil-i maksûduna kavuşanlardan eylesin bizleri…

DERGiSi

Herkes yarınından daha umutlu…

Hayatımın en güzel Ramazan Ayı’nı burada idrâk ettim. Ömrümün en güzel günlerini burada yaşadım… Çünkü bu kutlu şehirde Âlemlerin

Rabbi olan Allah’ın misafirleriyiz… Nahîfî der ki; “Kime ki Kâbe nasib olsa Hûdâ rahmet eder, Her kişi hanesine sevdiğin davet eder…” Mekke ve Medine Ramazan Ayı’nda bir başka güzel…Ramazan da Mekke ve Medine’de bir başka güzel… Bir derde müptelâyım, bir derde giriftârım, Yârdan başka kim bakar feryâdıma, âhıma, İlk teravih, ilk sahur, ilk oruç, ilk iftarım, Nasip etti Kâbe’de, çok şükür Allah’ıma… Bir başka güzellikte öyle bir mekânda güzel dostlarla karşılaşıp, o güzellikleri birlikte yaşamak, o mutluluğu birlikte tatmaktır. Kâbe’de, Nevşehir’de Öğretmen Şifa Yolveren ve Mustafa Aydemir Kardeşlerle karşılaşmamız, birlikte bulunduğumuz süre içerisinde bize adeta rehberlik yapmaları, Kahraman Kalkan adındaki kardeşin gözlerindeki mutluluk, ne gibi bir hizmet olsa fedakârca koşuşturmaları unutamayacağım hatıralar olarak kalacaktır. Bir gerçeği burada itiraf etmek mecburiyetindeyim !... Doğup büyüdüğüm köyüm, Anadolu’nun ortasında küçük bir ada gibidir… Dört taraftan köprüyle girilir köye… Her taraf su… Bütün samimiyetimle söylüyorum ki; suyun ne demek olduğunu bunca yaşıma


kadar anlamamışım… Evet anlamamışım…

Sıkıntılar, zorluklar “Allah” de “Hayy” de geçer…

Suyun ne büyük bir nimet olduğunu, bu Ramazan Ayı’nın ilk gününde, Kâbe’nin üst katında Şifa Kardeşle iftarı beklerken ve ezan okunup da zemzemle orucumu açtığımda anladım…

Zaman, kıyâm, tilâvet, tavafta, say’da geçer…

Bu gafletimden dolayı bir yandan tövbe ederken, diğer yandan suyu yarattığı için hamdettim, şükrettim Rabbime… Mekke ve Medine… Sevginin, şefkatin, merhametin bütün sıcaklığıyla sizi kucakladığını ancak buralarda görebiliyor, buralarda hissediyorsunuz… Mutluluğun, huzurun, sevincin gözlerden damla damla aktığı zaman dilimleri… İftar saatlerindeki o tatlı telaş. Aman Ya Rabbi… Birazdan akşam ezanı okunacak… Zemzem ve hurma ile açılacak oruçlar… Dudaklar, yürekler kıpır kıpır… Âminlerle birlikte kanatlanıp uçacak gökyüzüne dualar… Ve ezan “Allahuekber, Allahuekber” diyecek siz sofra başındayken… Şükredeceksiniz Allah’a… Bir bardak soğuk zemzem içeceksiniz… Sonra bir daha… Sonra bir daha…. Ve tıpkı damarlarınıza bir kan gibi yürüyecek… O huzuru, o mutluluğu başka hiçbir yerde tadamayacaksınız siz…

Bir kez daha inandım, iman ettim Allah’ım… Bu mekânda her nefes anında kayda geçer… Evet orada her nefes, her niyet, her amel anında kayda geçmektedir… İnsanın hangi mekânda, nasıl bir zaman diliminde ve kimin misafiri olarak bulunduğunun idrâki içinde olması gerekiyor… Rabbim gafletten uyandırsın bizleri… Mekke’deki misafirlik süremiz doldu… Ramazan’ın 22’si… Günlerden Cuma… Mekke’den Medine’ye hareket ediyoruz… Rasulullah’ın (s.a.v.) misafiri olmak için… Yani Bir Güzel’den Bir Güzel’e intikâl… Kâbe’ye veda etmiyoruz… Tıpkı Medine’den ayrılırken Ravza’ya, Rasulullah’a (s.a.v.) etmediğimiz gibi… Buralara veda etmek başka anlamlar taşır çünkü… Bundan dolayı yüreğimizi oralarda bırakarak, hasretimizi, özlemimizi daha da büyüterek yeniden ziyarete gelmek üzere izin istiyoruz sadece… Medine’deyiz… Nur Şehri Medine… Burada daha farklı güzellikler yaşıyoruz. Rasulullah’ı (s.a.v.) ziyarette selât-ü selâmlarımızı arz ediyoruz… Duygular yoğunlaşıyor… Rabbimiz’in adıyla birlikte adını andıkça dilimiz damağımız tatlanıyor… Kırık dökük bir şeyler dökülüyor dudaklarımızdan…

Allah’ın misafirleri olarak orada bulunan değişik ülke, değişik renk ve değişik dildeki kardeşler hep birbirlerine sevgi ikram edecekler…

Allah murad ederse, sonralar önce olur,

Din kardeşliğinin hazzını iftar sofrasında başka, sahurda başka, tavafda başka, say’da başka ve el bağlayıp namaza durduğunuzda başka yaşayacaksınız…

Seni Rahman gönderdi, âleme rahmet için,

Gül mevsimi gelince, duygular ince olur…

Bir teveccüh buyursan dikenler gonca olur… O’nun bir teveccühü, bir nazarı çöl-

leri gülistana çevirmedi mi ? Mescid-i Nebevî’de bu sefer de Nevşehirli kâdim dostlardan Derviş Sak, Mehmet Çetin, Derviş Uluçay ve Cemil Usta Hocamla karşılaşıyor ve hasret gideriyoruz… Mescidin üst katında bir Allah Dostunun da bulunduğu güzide bir cemaatin içinde aynı safta sabah ve bayram namazını birlikte kılıyoruz Cemil Hocayla… Sol yanımda bulunan rengi siyah, yüreği beyaz bir kardeş veriyor bana namazdan sonra ilk bayram şekerini… Bayram sevincini orada bir başka yaşıyorum… Cemil Hoca Bayramın birinci günü, Hal-Sati Plaza Otelde çok özel bir sohbet yaptı… Kulluk şuuru üzerinde duruyor, asıl bayramların ecel yastığında yapılması gerektiğine dikkatlerimizi çekiyor… Şeytanını generallerinin de, paşalarının da orada olduklarını, eğer bir şeyler kazanmışsak anında elimizden almak için boş durmayacaklarını, buradan ayrıldıktan sonra da ihramda imiş gibi bir hassasiyet içinde yaşamanın önemine vurgu yapıyor Cemil Hoca. Allah kendilerinden razı olsun… Ve nihayet her kavuşmanın bir ayrılık vakti olduğu gibi, Medine’den de boynu bükük ve yaşlı gözlerle 25 Ağustosta ayrılıyoruz Rabbimizden tekrar ziyaretler nasip etmesini dileyerek… Huzur iklimine olan yolculuğumuz bu yıllık böyle dostlar… Birisi Mevlâna’ya uzunca bir mektup yazmış : “Sen ne biçim Müslümansın? Dinin de bir izzeti var. “Müslümana gel, yahudiye gel, mecusiye gel, tövbeni bozsan yine gel” diyorsun.” Hiç öyle şey olur mu meâlinde bir mektup… Mektubu sabırla okuyan Mevlâna şu cevabı gönderir ; “Sen de gel…” Evet… Sen de gel… Huzur iklimindeki tüm güzellikleri birlikte yaşayalım ne olur … EYLÜL 2012 / 290

41


İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

42

DERGiSi

..

soz meydanı


NOT: Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “ Kültür ve Sanat Sayfası” olan “ SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. Bekliyorum. ibrahim.ciftci@hotmail.com

EYLÜL 2012 / 290

43


tefekkür ekseni

İdris Arpat

i.arpat@ilkadimdergisi.net

Anlayış Güzelliğine Çağrı

Din, en geniş mânâsıyla, dünya işlerinin Allah rızâsı istikâmetinde tanzimi için Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir haberler bütünüdür. Esâsen burada haberler bütünü yerine “bilgi” kavramı kullanılabilir.” 1

“Bütün dinlerde dünya hayâtı âhiretten önceki gerçek olmayan epizot (bir konuda ana temaya bağlı ikinci derecedeki tema) olarak kabûl edilir ve din mantığında insanların dünya hayâtında kazandığı başarıların kıymet-i harbiyyesi yoktur. Bu mânâda din ebedî hayata iyi hazırlanmak için dünya işlerini bir vesile kabûl ederek onun (dünya hayâtının) geçiciliğini vurgular”2 “İslâm’ın insana verdiği mesajın özü, hatta özünün özü bu hayâtı âhiretin bir tarlası olarak görmektir.3 “Din hayattan gayrı bir şey değildir, hayâtın ta kendisidir. Biz bu yaşama sistemi olan İslâm’ı yanlışlıkla “tapınma dini” hâline getirmişiz. İslam yaşanacak bir hâldir, hayat tarzıdır, tapınma dini değildir. Dini sâdece oruca ve namaza indirgememek gerekiyor. Bunun devâmı tapınma dini olmaktan çıkıp duâ dini gelmesidir. Tipik örneği İstinte Park’taki “duâ odası”dır. Kapı44

DERGiSi

sında “mescit” değil “duâ odası” yazıyor. İbâdet hayâtın içinde yapılır, hayattan kopuk değildir. Bunun örneği Hz Peygamber’dir. Rasulullah bir gün sabah namazını kısa âyetlerle kıldırdı. Aklı yavrusunda olan genç bir anne vardı namazda. Peygamber, bir an önce o anne yavrusuna kavuşsun istedi.”4 Dünya işlerini Allah rızâsı istikametinde tanzim”, “dünya işlerini bir vesîle bilerek Allah rızâsını kazanmaya çalışmak”, “İslam bir tapınma dini değil bir hayat tarzıdır” gibi tesbitler çok güzel tesbitlerdir. Din böylesine güzel anlaşılınca hayâtı bütün boyutlarıyla güzelleştirir. Din hayâtı aynı zamanda duygu,düşünce ve eylem hayâtımızdır. Hayâtın her alanıyla ilgilenmeyen bir din Allah’ın dini olamaz. Her güzel duygu, düşünce ve söz, her güzel davranış Allah’ın rızâsını celbeder. Bu sebeple hayattaki bütün müsbet faâliyetlerin âhirette bir karşılığı vardır, dolayısıyla ibâdettir. Bu faâliyetler zihnî, kalbî, bedenî olabilir. Bütün bu güzellikleri “Dünyâ âhiretin tarlasıdır.” hadisinde görmek mümkündür. Tarlayı evden ayrı düşünemediğimiz gibi dünyâyı da âhiretten ayrı düşünemeyiz. *

*

*

“Bu din benim için her şeyden daha kıymetlidir. Allah muhâfaza, farz-ı muhâl, Türkiye’de bir tek Müslüman kalmasa Müslüman olarak sâdece ben kalsam bile bu, İslam’ın ve Müslümanların yücelmesi düşüncesiyle çalışmam için kâfi bir sebeptir.”5 “Hacıveyiszâde şikâyet nedir bilmezdi. Şikâyeti acz olarak niteler, şikâyetle şekâveti birbirine akraba görürdü. Şakî olmayın evlâdım, saîd olun. Saîd insan sabûr (çok sabırlı) olur. Sabûr insan hâkim ve hekim olur. Hâkim ve hekim insan ahvâl ve şartlar ne olursa olsun kendisine ve etrâfına hâkim olur. Hâkim insanda acz olmaz. Acz olmayınca da şikâyet kalmaz. Şikâyet şekâvettir. Şekâvetten hayır çıkmaz. Zevâhirde her devrin bir eksiği, aksağı olur. Hayâtın tabiatında var bu. Bu dünya hatâlar ve sevâplar dünyâsıdır. Bu dünyâda kusursuz ve küsürsüz hayat olmaz. Günah işleyen de olacak sevâp işleyen de… Siz sevâpkâr olun ama günahkâra hor bakmayın.” 6 “İnkârcıların yanında Tanrı’yı kabûl ve itiraf etmekten çekinmeyiniz. Mutaassıpların yanında da insanlığı telkine cesâret ediniz. Bu hareketinizle belki yalnız kalacaksınız fakat başkalarının isbâtına hacet kalmaksızın


Tanrı inancıyla insan sevgisinin şâhitliğini (yüksek heyecânını) kendi vicdânınızda yaşamış olacaksınız. Yazılarını okuyanlar ister beğensinler ister kötülesinler, seni de ister sevsinler ister lânetlesinler hiç önemi yok. Ve sen daima doğru olanı söylemekten iyi olanı yapmaktan asla çekinme. İnsanı ancak vazîfeleri ilgilendirir. Başkalarının kendileri için ne söyleyeceğine önem verenler vazîfelerini gereği gibi yapamazlar. İnsan ancak kendisini unutmak sâyesindedir ki yine kendisi için çalışmış olur. Oğlum’ Özel ve şahsî çıkarlar insanı aldatır. Aldatmayan ancak doğruluğun verdiği ümittir.7 Her üç tesbitte de açıkça görüyoruz ki insan imânıyla-vicdânıyla yaşamayı başarabilirse, samîmî ve dürüstse kendi yolunda yürümeyi sürdürecektir. İnsanların ne diyeceği umûrunda olmayacaktır. O, hak yolda doru bildiklerini gerçekleştirme gayretindedir. Bu, ilâ nihâye böyledir. *

*

*

Câbir bin Abdullah’a Hz Ali (ra) buyurdu ki: “Niçin dünyâyı kınıyorsun? Dünya doğrulara doğruluk yurdu, anlayanlara âfiyet evidir. Azık toplayanlara zenginlik diyârıdır. Peygamberlerin decde yeridir. İlâhî vahyin indiği mekândır. Meleklerin ibâdet yeridir. Allah dostlarının meskenidir. Evliyâullahın alış-veriş yeridir. Orada rahmet elde ederler, orada cenneti kazanırlar. Dünya, belalarıyla ehline âhiret belâsını

gösterir. Sevinçleriyle onları ebedî sevince teşvik eder.”8 “Dünya ve dünyalık derdi insanları her devirde rahatsız etmiştir. Varlığı da yokluğu da, her devirde her zaman dert olmuştur. Bu dertten muzdarip olmamaları için Geylânî insanlara demiş ki; Dünyayı ve dünyalığı elinize alın, gönlünüze almayın. Aksi takdirde sıkıntıdan kurtulamazsınız.”9 Burada Peygamber Efendimiz’in “Hayırlı adama hayırlı mal ne güzel yakışır.” Hadis-i şerifini de hatırlatmak gerekir. Hayattaki rolümüzü, asıl misyonumuzu çok iyi anlamak, bu noktada hata yapmamak durumundayız. İşin sırrı buradadır. Dünyâyı ahiretten, hayâtı Allah’tan, maddeyi mânâdan, ilmi imandan, kâlbi akıldan koparmak vahîm sonuçlar getirir. Hayâtı idrâkte hata yapabiliriz. Yaratıldıysak bir yaratan ve yaratış gayesi var demektir. Allah (cc) abes iş yapmaz. Müslümanlar olarak çift dünyâlı insanlar olduğumuzu unutmamalıyız. *

*

*

“Dünyada tükenmez murat var imiş Ne alanı gördüm, ne murat gördüm. Meşakkatin adın murat koymuşlar

Gülüp baştan başa muradın alan Murâdı maksûdu hepisi yalan Ölümü dünyada hakîkat gördüm.”10 “Güvenme dünyânın safâsına Yaşın geldi gitti haberin var mı? Yatan bir gün musallânın üstüne Evin barkın kalmış haberin var mı?”11 Hepimiz bir gün, Geçtim dünya üzerinden” türküsünü söylemek zorundayız. Emânetleri sâhibine iâde ederek çekip gitmek durumundayız. İş, bu kadar sâdedir. 1-A.T.Alkan, Yatağına Kırgın Irmaklar, s. 178, 1. Basım, 1997, Ötüken Yay. 2- A.G.E., S. 162 3- M.Ali Özkan, İkbal ve Kur’ânî Hikmet, s. 10, Mayıs-1995, İst. İngilizceden tercüme 4- Tuğrul İnançer’le Ropörtaj, Yeni Şafak Gazetesi, Eylül-2010 5- A.Yakup Cenkçiler, Altınoluk Dergisi, Temmuz-2004 6- M.Özdamar, Hacıveyiszâde, s.190,191, İst.1992 7- J.J.Rousseau, Emil, 4. Kitap, s.242,243 8- Hasan b. Ali el-Harrânî, Tuheyfü-l Ukûl, s.193, Terc. F.Altan, Tûba Y. 1998 9- M.Özdamar, Abdülkâdir Geylânî, s. 66, Kırkkandil Yay.

Dünyada ne lezzet, ne bir tat gördüm.

10- Y.B.Bâkiler, Âşık Veysel, s.140, Kültür Bak.

Var mıdır dünyada gelip de kalan

11- Ergülü Karlıkoç, İlkadım Dergisi, Ağustos-2002 EYLÜL 2012 / 290

45


46

DERGiSi


EYLÜL 2012 / 290

47


48

DERGiSi




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.