İlkadım Dergisi Sayı: 295

Page 1

ŞUBAT 2013 • SAYI 295 • 7 TL (KDVD)

• Örtünmek Allah’ın Emridir- Nureddin Soyak

HİZMET ADABI • Hizmetin Önderleri/Nureddin Soyak

• Tesettürsüz Tesettür Nuran Aydemir • Beşeri İlişkilerimizde Örttükleri ve Örtemedikleriyle TESETTÜR Hüseyin Doğru • Müslüman Erkeğin İffeti - Mustafa Yayla

• Setîr & Settâr Selim Armağan • Günahta Tesettür, Konuşmada Tesettür Mustafa Aydoğdu • Cemile ÜNLÜ hanımla Mülakat



ilkadım

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

ŞUBAT 2013

ilkadım’dan...

ŞUBAT 2013 • SAYI 295 • 7 TL (KDVD)

editor@ilkadimdergisi.net

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net

“Ey Ademoğulları! size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır. Ey Ademoğulları! Şeytan ana ve babanızı kötü yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir kötülük yapmasın”(A’râf, 2627).

Genel Yayın Yönetmeni Yard.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net

Rabbimizin güzel isimlerinden olan es-Settar, ayıpları örten, örtüleyen, setreden anlamlarına geliyor.

Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır

Bir beldenin İslam beldesi olduğunu gösteren işaretler vardır. Camileri gibi. Cuma ezanı okunduğu vakit ticaretin durması ve erkeklerin camilerde toplanması gibi. Önemli bir işaret de o beldedeki kadınların Allah’ın emrettiği gibi tesettürlü olmasıdır.

YIL 21 SAYI 295 Fiyatı: 7 TL KDV D

Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Ahmet Belada Erkan Özdemir İbrahim Çiftçi İsmail Varır Metin Başbuğ Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep: 0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel :0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 PK. 75 Nevşehir İrtibat Kayseri:0352 221 38 35 • 0535 251 41 07 Konya :0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 80 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:TEBUTRIS170 TR720003200017000000045693 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.

• Örtünmek Allah’ın Emridir- Nureddin Soyak

HİZMET ADABI • Hizmetin Önderleri/Nureddin Soyak

• Tesettürsüz Tesettür Nuran Aydemir • Beşeri İlişkilerimizde Örttükleri ve Örtemedikleriyle TESETTÜR Hüseyin Doğru • Müslüman Erkeğin İffeti - Mustafa Yayla

• Setîr & Settâr Selim Armağan • Günahta Tesettür, Konuşmada Tesettür Mustafa Aydoğdu • Cemile ÜNLÜ hanımla Mülakat

Başörtüsüne geçtiğimiz dönemlerde şiddetle saldıranlar da başörtüsüne değil (!) “simge” olmasına karşı çıktıklarını söylüyorlardı. Onlar zaten ezandan da rahatsızdılar. Bin yıllık İslam beldesi olan bu topraklardan İslam’ı hatırlatan tüm simgelerin silinmesi için canla başla mücadele halinde idiler şeytanın askerleri. O bez parçasının sahibinden habersizdiler, Ebrehe ve ordusu gibi. Tesettür Kur’anla, Sünnetle ve ümmetin icması ile sabittir. İnkâr eden, hafife alan kâfir olur. Cahiliye döneminin bütün sapkın hareketlerini gelişiyle batıl kılan Hakk din İslam, tesettür medeniyeti kurmuştur. İnsanlık tarihine bakılırsa çıplaklık ilkelliğin, tesettür medeniyetin sembolü olmuştur zaten. Tesettür, Allah’ı hatırlamak ve hatırlatmak için. Tesettür, Kulluğun gereği. Tesettür, Rabbin rızasını kazanmak için. Tesettür, Yaratıcı böyle istediği için. Tesettür, Allaha teslim olmak için. Tesettür, İslam’dan rahatsız olanların göz zevkini bozmak için. Ey Settar olan Rabbimiz, üzerimizden alma setr tecellini. Bizi, örtülerimizi açarak utandırma. Ey hayâyı seven Rabbimiz, merhametine sığınıyoruz, bizi açık-saçık bırakma. Selam ve dua ile.


6 Tesettürsüz Tesettür

9 Beşeri İlişkilerimizde Örttükleri ve Örtemedikleriyle Tesettür

12 Müslüman Erkeğin İffeti

15 Setîr & Settâr

18 Günahta TESETTÜR, Konuşmada TESETTÜR

2

DERGiSi

İçindekiler İLKADIM’DAN /1 BAŞYAZI Rabbimizle İrtibat/3 Nureddin Soyak KAPAK Tesettürsüz Tesettür/6 Nuran Aydemir Beşeri İlişkilerimizde Örttükleri ve Örtemedikleriyle Tesettür/9 Hüseyin Doğru Müslüman Erkeğin İffeti/12 Mustafa Yayla Setîr & Settâr/15 Selim Armağan Günahta TESETTÜR, Konuşmada TESETTÜR/18 Mustafa Aydoğdu Başörtüsünü açmayarak, soylu direnişi devam ettiren ve üniversiteyi terk eden binlerce kızımızdan birisiyle, Cemile ÜNLÜ hanımla söyleşi/21 HİZMET ADABI Hizmetin Önderleri/24 Nureddin Soyak UMMANDAN KATRELER Giyim Adâbı/26 Zeki Soyak KUR’AN İKLİMİ Ayetleri Etkisizleştirmeye Çalışmak/28 Selim Armağan HADİS İKLİMİ Kalbi Muhafaza veya Kalb-i Selime Sahip Olmak!/30 Ahmet Ağmanvermez FIKIH İslam’da Tesettür/32 Mehmet Şentürk TASAVVUF Unuttuğunda Rabbini An!/34 An! Cemil Usta GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ İhsan/35 Fatih Yılmaz TARİHE YÖN VERENLER Sütçü İmam/36 Ahmet Belada EĞİTİM Sivilleşme ve Sivil Eğitim Üzerine/38 Doç. Dr. Rüştü Yeşil LA HAVLE Farkında mıyız ?/40 Abdullah Gülcemal SÖZ MEYDANI Geçmiş Zaman Olur ki Hatırlanması Şarttır/42 İbrahim Çiftçi GENÇ BAKIŞ Kalbimizde Tevhid ile Göğsümüzde Bir Mermiyle, Dilimizde Tekbirlerle…/44 Mehmet Erturan KİTAPLIK Hasan El-Benna & Hesaplaşma Yüzyılı/45 M.Seçuk Özdoğan İMBİK Okumuşluğun Zararları/46 Nuri Ercan BULMACA Hümeyra Kellahlı/48


Başyazı nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

ÖRTÜNMEK ALLAH’IN EMRİDİR

R

abbimiz, kullarına nasıl bir kul olmaları gerektiğini, Rasulleri vasıtası ile açık ve net olarak bildirmiştir. Kulun sûreti nasıl olmalı, sîreti nasıl olmalı, içi nasıl olmalı dışı nasıl olmalı hepsi bildirilmiştir. Rabbimizin kullarına teklif ettiği hiçbir ahkâmda muhayyerlik hakkı yoktur. “Allah Teâlâ şöyle emretmiş ama biz şöyle yapsak olmaz mı?” tavrı Müslümanca bir tavır değildir. Samimi bir Müslüman için Allah Teâlâ ve Rasulü hayata dair ne buyurdu ise o odur. Kullukta ne dışa ait ahkâm içe, ne içe ait ahkâm dışa tercih edilemez. Müslüman içiyle de dışıyla da Müslüman olmalıdır. Rabbinin emir ve yasaklarına riayet etmeyen bir kişinin, “sen benim kalbime bak, benim kalbim temiz.” sözünün dinde değeri ne ise, gece gündüz ibadet ettiği halde eliyle veya diliyle çevresindekileri rahatsız eden kişinin ibadetlerinin dinde-

ki değeri de odur. Rabbimiz hayvanları elbiseli, insanları elbisesiz yaratmıştır. Hayvanları giydirmiş, insanlara da elbiseler yaratmış, giyimlerini bazı ölçüler dâhilinde kendi zevklerine bırakmıştır. İnsanın örtünme duygusu fıtrîdir, yaradılıştandır. Ufacık yavrucaklar bile ayıp yerlerinin açılmasından hayâ edip utanırlar. Rabbimiz: “Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.” (A’raf, 26) buyurmaktadır. Örtünmekten maksat öncelikle edeptir, hayâdır, ayıp yerlerin örtülmesidir. Sonra da bedeni soğuktan sıcaktan ve zararlı şeylerden korumaktır. Esas örtü ise takva örtüsüdür. Yazlık, kışlık elbiseler, bedeni ve namusu

korur. Takva elbisesi ise insanın ruhunu korur. Küfür, şirk, nifak, imanı örter. Hakikatleri gizler. Takva elbisesi, bedeni ve ruhu örterek her türlü tehlikeden korur. Kimi örtüler muhafaza edip korur, kimi de bozar dağıtır. Mü’min, Rabbinin ahkâmına kulak verir, ona itaat eder. Rabbine itaat etmeyende hayır yoktur. Rabbimiz: “Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: ‘Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?’ diye nida etti.” (A’raf, 22) “Ey âdemoğulları! Şeytan, ana babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatŞUBAT 2013 / 295

3


masın. Çünkü o ve yandaşları sizi onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostu kıldık.” (A’raf, 27) buyurmaktadır. Şeytanın âdemoğullarını aldatma araçlarının en tehlikelilerinden biri de, açık saçıklıktır. Âdem a.s dan günümüze, Âdemoğulları müstehcenlik yoluyla sapkınlıklara sürüklenmiştir. Günümüzde müstehcenlik toplumların en büyük baş belasıdır. Geçmişte de müstehcenlikle yayılan fuhuş, toplumların helak olma sebeplerinin başında gelmektedir. Rabbimiz: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti’ derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (A’raf, 28) buyurmaktadır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlar, işledikleri günah ve kötülükleri, Rablerini, atalarını, örf adet, gelenek ve göreneklerini, modayı bahane ederek meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar ki, bu dine en büyük ihanettir. Rabbimiz: “Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?” (Fatır, 8) “Bununla birlikte hangi memleketi, helak ettikse muhakkak 4

DERGiSi

Müslüman, nefsinden başlayarak, ailesinde ve toplumunda nebevî ahlakı hâkim kılmaya çalışmalıdır. Fert ve toplumları ifsat eden her türlü iffetsizlik, hayâsızlık, namussuzluk ve ahlaksızlıkla mücadele etmelidir. Kötülüklerin önlenmesi, menfaatlerin elde edilmesinden önce gelir.

onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.” (Şu’ara, 208) buyurmaktadır. İlahî ikaz ve uyarılara uymamada direnenler, dün de bugün de yarın da helak olmuş ve olacaktır. Rabbimiz, Müslüman kadın ve erkeklere örtünmeyi emretmiş, açık saçıklığı yasaklamıştır. “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin

kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üzerlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Rasulüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımlar müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine(kadar) örtsünler.” (Nur, 30-31) Mü’minler kadınıyla erkeğiyle, kızıyla oğluyla, ırzlarını, namuslarını, iffetlerini korumak zorundadırlar. Bu hususta İslam ahkâmı açıktır. Öncelikle mü’minlerin kadınıyla erkeğiyle kılık kıyafetlerine dikkat etmeleri gerekir. Dışarı çıkarken, evinde, yalnız başına banyodayken bile uyması gereken kıyafet ölçüleri vardır. Her Müslüman bunları bilip uygulamak zorundadır. Rabbimizin mü’min kadın ve erkek için çizdiği mahremiyet sınırları onların zinetidir. Bunların korunması gerekmektedir. Zinetlerini korumayanlar dünyada şehevî bakışlardan, ahirette ateşten kendilerini koruyamazlar. Örtülmesi gerekli yerlerini örtmeyenler ile örtündükleri halde vücut hatlarının girinti ve çıkıntılarını belli edecek şekilde dar ve şeffaf giyindikleri için


Rasulullah s.a.v efendimizin giyinik çıplak olarak vasfettiği kişiler de zinetlerini korumamışlardır. Çıplak gezenler gibi bunlar da azaba müstehaktırlar. Günahların bir kısmı gizli bir kısmı alenîdir. Gizli olanlar şahsı hastalandırırken, alenî olanlar toplumu hastalandırır. Açık saçıklık toplumu ifsat eden bir hastalıktır. Açık saçık dolaşanlar, kendilerine bakarak günaha girenlerin de günahına ortak olurlar. Hayra sebep olan hayrı işlemiş gibi, şerre sebep olanda şerri işlemiş gibidir. Açık saçık dolaşanlar “bize bakmasınlar” diyemezler. Açık saçık dolaşmalarındaki maksatları nedir ki? Yazın mazeretleri var da kışın açık saçık dolaşmanın izahı mümkün mü? Bu bir hastalıktır, teşhir hastalığı. Hastalık her zaman kötü de, evli Müslüman kadınlara ne demeli, onlar ne yaptıklarının farkında mı? İnsanları yoldan çıkarmak mı istiyorlar? Rabbimiz her şeyi bilip dururken Müslümanlar nasıl böyle bir şeye teşebbüs edebilirler? Müslüman baba ve kocalar eş ve kızlarının insanları tahrik edici bir şekilde dışarı çıkmalarına nasıl razı olabilirler? Yazın da kışın da, bekârına da evlisine de her halükarda açık saçıklık haramdır. Mü’minin gözü de mü’minin zinetlerindendir. Onu haramlardan koruması gerekir. Necasetlere bakmak insanı nasıl tiksindiriyorsa müstehcenliklere bakmak da aynı şekilde rahatsız etmelidir. Müslüman ilk bakıştan so-

rumlu değilken ikinci ve ısrarcı bakışlardan sorumludur. Müstehcenlik sadece açık saçıklıkla sınırlı değildir. İşveli konuşmalar, kırıtarak yürümeler, ısrarcı bakışlar, tenhalarda buluşmalar, tokalaşmalar harama davetiye çıkaran hareketlerdir. Müslüman, ırzını namusunu iffetini korumak için bunlardan şiddetle kaçınmalıdır. Rabbimiz: “...Irzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar... Allah, bunlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 35) buyurmaktadır. Irz, Müslüman kadın için ne ise Müslüman erkek için de odur. Bazı cahiller Müslüman kadının ırz, namus ve iffetini önemsedikleri kadar, Müslüman erkeğin ırz, namus ve iffetini önemsemezler. Bu bir sapmadır. Müslüman kadının namusu ne ise Müslüman erkeğin namusu da odur. Müslüman fânî hayatın geçici zevkleri için ebedî hayatını mahvedemez. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Kim kardeşinin ırzını müdafaa ederse kıyamet günü Allah onun yüzünden ateşi çevirir.” (Tirmizi) buyurmaktadır. Müslümanlar birbirinin ırzına namusuna sahip çıkmak zorundadır. Müslüman’ın ferdî, ailevî, toplumsal sorumlulukları vardır. Toplumsal sorumluluklarının başında da yaşadığı Müslüman

toplumun iffet ve namusuna gücü nispetinde sahip çıkması gelmektedir. Rabbimiz mü’minlerin vasıflarını sayarken: “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.” (Mü’minun, 5) buyurmaktadır. Rabbimiz, iffetlerini koruyanları da tüm insanlığa örnek olarak sunmaktadır: “Irzını iffetle korumuş olanı (Meryemi de an) Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için bir ibret kıldık.” (Enbiya, 91) buyurmaktadır. Mü’minin en önemli vasıflarından biri de ırzlarını ve namuslarını korumalarıdır. Rabbimiz, mü’minlere ırzlarını ve iffetlerini korumalarını emrederken diğer taraftan da, en güzel örnekler sunarak bu işin üstesinden gelebileceğimizi haber vermektedir. Müslüman, nefsinden başlayarak, ailesinde ve toplumunda nebevî ahlakı hâkim kılmaya çalışmalıdır. Fert ve toplumları ifsat eden her türlü iffetsizlik, hayâsızlık, namussuzluk ve ahlaksızlıkla mücadele etmelidir. Kötülüklerin önlenmesi, menfaatlerin elde edilmesinden önce gelir. Toplumda huzur ve mutluluğun sağlanması ancak ahlaksızlık ve hayâsızlıkla mücadele ile mümkündür. Şeytanın en önemli silahı olan müstehcenlik de, iffetsizliğin ve namussuzluğun anasıdır. ŞUBAT 2013 / 295

5


Kapak

Nuran Aydemir

TESETTÜRSÜZ

TESETTÜR

M

ü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Kur’an‘ın örtünme (tesettür) emrinden sorumludurlar. Tesettür emri Kur’an-ı Kerim’de çok açıktır ve başka bir yoruma da gerek yoktur. Örtü, örtmek, kapatmak ve gizlemek içindir. Gayesinin aksine belli etmek, farklı olmak, dikkat çekmek amacıyla örtülürse Allah’ın sevmediği, peygamberimizin menettiği bir mahiyete bürünür. Yüce Rabbimiz: “Evlerinizde vakarla oturun. Eski cahiliyet kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açı-

6

DERGiSi

lıp saçılmayın.” (Ahzab Suresi, 33/59) “Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlara dış elbisesinden (cilbablarından) üstlerine giyinmelerini söyle. Bu onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olandır. Allah Gafur’dur, Rahim’dir.” buyurmaktadır. Peygamberimiz sallalahu aleyhi ve sellem tesettür ile ilgili ayetlerin tefsirini yaptı ve nasıl uygulanması gerektiğini ashabına gösterdi. O dönemde cahiliye kadınları arasında yaygın olan teberruç (kadının süslendikten sonra dışarı çıkıp kasıtlı olarak süsünü göstermesi, kendini erkeklere açması, erkeklerle karı-

şık bir şekilde oturup gezmesi) gibi cahiliye adetleri hicab ve tesettür ayetleri nazil olduktan sonra ortadan kalktı. Allah’ın ve Rasulünün açık emirlerine rağmen İslam’dan önceki kadınların cahiliye âdeti olan teberruç, günümüzde de marka ve modanın kulu olan Müslüman kadınları esir aldı. Artık kadınlar eşarbının renkleriyle uyumlu makyaj yaparak sokağa çıkma cesaretini gösterebilmektedirler. Kimin emirlerine karşı? Müslüman kadına; 1) Ergenlik çağına girdiği andan itibaren her kadının bütün vücudunu örterek mahremlerinin dışında hiç kimseye göstermemesi.


2) Meşru bir ihtiyaç olmadıkça evlerinin dışına çıkmamaları ve erkeklerle karışık dolaşıp oturmamaları farz kılındı. Allah Rasulü : “Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” buyurmuştur. O halde müslüman bir kadının tesettürü nasıl olmalıdır? 1) Yüz ve eller hariç bütün bedeni örten bir elbise olması. 2) İnce ve şeffaf olmaması: İslami örtünün gerçekleşmesi için elbisenin şeffaf ve ince olmaması şarttır. Allah Rasulü ince ve şeffaf giyen kadınlar için şöyle buyuruyor: “Cehennem ehlinden iki sınıf insan vardır. Giyinmiş çıplaklar ve haktan ayrılan bazı kadınlardır ki başları deve hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremez. Cennetin kokusunu bile alamazlar. Hâlbuki cennetin kokusu kırk yıllık mesafeden hissedilir.” 3) Elbisenin dar olmaması: Dar bir elbise her ne kadar bedenin rengini belli etmeyecek şekilde örtse de vücudun bazı kısımlarını belli ederek erkeklerin gözünde şekillendirir. Bu da haramdır. Usame bin Zeyd anlatıyor:

Allah Rasulü bana dar bir erkek elbisesi vermişti. Onu giyindim sonra onu karıma giydirdim. Karıma giydirdiğimi söyleyince Allah Rasulü “Ben onun kemiklerinin belli olacağından korkarım. Öyleyse ona uğra onun altına bir şey giydir buyurdu.” Asrımız Müslüman kadınlarının farkında olmadan veya şuursuzca içine düştüğü handikapların en acısı tesettürden uzak bir tesettür uygulamaya çalışmalarıdır. Yıllarca üniversite kapılarında topuklarına kadar uzanan pardösüleri ile başörtüsü mücadelesi veren kızlarımız, ne yazık ki şimdilerde pantolon cekete, kısa etek ve badiye teslim olmuş anneler haline dönüştüler. Günümüz Müslümanları ne acıdır ki Rabbimizin ayetlerini tartışan televizyon programlarından, bazı çağdaş ilahiyatçılardan, gayrı Müslim şarkıcı ve artistlerden alabildiğine etkilendi. Artık insanımız kendi arzusuna heva ve zevkine göre ayetleri yorumlayacak fetva verecek kişileri bulma çabasında. 4) Elbisenin kendisinin ziynet olmaması: Cenab-ı Hakk’ın cilbabı emretmesinden maksat kadının ziynetini örtmesi saklaması içindir. Bugün birçok kadının giydiği dış kıyafeti bizzat süs ve ziynet olmaktadır. İsrafın alabildiğine arttığı günümüzde vitrinler dik-

kat çekici süslü elbiselerle donatılarak Müslüman kadınlar etkilenmiştir. Reklâm ve teşhircilik kapitalist sistemlerin ürünüdür ve Müslümanlıkla bağdaşmaz. Müslüman kadın nezih, sade, vakarlı olmalıdır. 5) Elbisenin kokulanmış olmaması: Allah Rasulü buyuruyor: “Şu mescit için koku sürünen bir kadının namazı gusledinceye kadar kabul edilmez.” 6) Erkek elbisesine benzememesi: Kadınların erkek elbiselerine benzer elbise giyinip onlara özenmelerini lanetleyen hadis-i şerifler vardır. Ebu Hureyre’den rivayet olunur: “Rasulullah kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet etti.” Ne yazık ki günümüzde pantolon Müslüman kadının vazgeçilmez tesettür kıyafeti haline getirildi. Allah Rasulünün lanetine uğramak korkusu dahi kadınlarımızı pantolon giymekten vazgeçiremedi. Erkek kıyafeti oluşunun dışında dar olması ve vücut hatlarını belli etmesi de pantolonun giyilmemesi için geçerli bir sebeptir. 7) Elbiselerin gayrimüslimlerin özel elbisesine benzememesi: ŞUBAT 2013 / 295

7


İbnu’l As’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Allah Rasulü benim üzerimde iki boyalı elbiseyi görünce “Bunlar kâfirlerin elbisesidir bunları giyme” buyurdu.” Hz.Ali’den rivayet edilen başka bir hadis-i şerif’te: “Ruhbanların elbisesinden sakının her kim ki kendini onlara benzetirse o benden değildir.” Kadınlarımız ve kızlarımız modern olmak uğruna Hristiyan hemcinslerinden ayırt edilemeyecek bir görüntü sergilemektedir. Sokaklarımız giyim-kuşam, makyaj-moda, eğlence anlayışıyla putperest, Hıristiyan toplumların sokaklarından farksız hale gelmiştir. 8) Elbisenin şöhret verici olmaması: İbn-i Ömer’den rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim dünyada şöhretli elbise giyerse Allah (c.c.) kıyamet günü ona aşağılık elbisesi giydirir, sonra onu ateşten alevlendirir.’’ Osmanlı’nın son dönemlerinde geçen şöyle bir hikâye anlatılır. Osmanlı paşalarından biri seyahat için gittiği ülkelerden birinden kızına gösterişli bir elbise getirmiştir. Bu elbisenin göste8

DERGiSi

srımız Müslüman kadınlarının farkında olmadan veya şuursuzca içine düştüğü handikapların en acısı tesettürden uzak bir tesettür uygulamaya çalışmalarıdır. Yıllarca üniversite kapılarında topuklarına kadar uzanan pardösüleri ile başörtüsü mücadelesi veren kızlarımız, ne yazık ki şimdilerde pantolon cekete, kısa etek ve badiye teslim olmuş anneler haline dönüştüler.

A

rişinden etkilenen başka bir paşanın kızı da o elbiseden ısrarla ister. Seyahatten dönen paşayı ziyarete giderler. Paşa hazretleri ile şömine başı sohbet devam ederken sözü Avrupa’dan kızı için aldığı elbiseye getirir. Kendi kızının da o elbiseden istediği için elbiseyi görmek ister. Elbise gelince inceliyormuş gibi yapıp yanan şömineye atar. Elbiseyi getiren paşa hazretleri neden böyle yaptığını sorunca diğer paşa “Osmanlı saray hanımlarının bu elbiseden etkilenerek gayrı Müslimlerin gösterişli elbiselerinin kadınlar arasında revaç bulacağından endişelendim. Kadınlarımızın yanmasındansa bu elbisenin yanması daha iyidir.” diye cevap verir.

Çağdaş denilen vahşi batı, dünya Müslümanlarının düşünce ve ruh dünyasına fasılasız Haçlı saldırıları yaparak savaş meydanlarında verdiği zararlardan daha dehşetli tahribatlara yol açmıştır. Öyle ki Müslümanlar içi boş kavramlar uğruna (çağdaşlık, modernite…) Kur’an’ın emirlere ters bir yaşam sürdüğünün farkında bile değil. Kültür emperyalizmi Müslümanları hedefsiz, gayesiz neyi niçin yaptığını bilmeyen sahipsiz ve şaşkın bireyler haline getirdi. Materyalist Batılıların Müslümanlara verdiği yeni misyon; kendi elleriyle ılımlı İslam adı altında Allah’ın emirlerine isyan eden, çıplaklığı, zinayı ve bütün haramları meşrulaştırarak İslam’ın içini boşaltmak, adı Müslüman sosyal hayatı, giyim kuşamı, düşünce tarzı, bütün hal ve tavırlarıyla gayri Müslim bir toplum oluşturmaktır. Görünen o ki dünyevileşmenin pençesine düşen Müslümanlar, kayıtsız şartsız verilen bu korkunç misyonu yerine getirmek için yarışmaktadırlar. Dünyanın herhangi bir yerinde bir gayrımüslim Allah’a, İslam dinine, peygamber efendimize karşı hakarette bulunduğunda ayağa kalkan Müslüman bireyler; kendilerinin, eşlerinin, evlatlarının Allah’ın emirlerine isyan eden yaşantılarına karşı neden bu kadar tepkisiz?


Kapak Hüseyin Doğru

Beşeri İlişkilerimizde Örttükleri ve Örtemedikleriyle

TESETTÜR “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’ın (c.c) ve Rasulü’nün çağrısına Uyun… Öyle bir fitneden sakının ki, (o fitne geldiğinde) sadece zalimlere isabet etmez. Biliniz ki, Allah (c.c) cezalandırması çok çetin olandır.” (Enfal:24-25)

İ

slam hayattır, selamettir. Hayatın ve selametin bizzat kendisidir. Emir ve yasaklarının tamamı, kulların iki cihan saadetini temin içindir. Çağrısına uyanlar iflah olur, uymayan ve duymayanlarsa ifsad ve bedbaht olur. İnsanı insan kılan, diğer yaratıklardan ayıran ve ayrıcalıklı yapan değerler vardır. Müslüman’ı da diğer insanlardan ayıran ve ayrıcalıklı kılan değerler vardır. Bu değerlerin ilk sıralarında da tesettür gelir. Örtüde, örtünmede ve örtülülerde baş gösteren bozulma,

mü’mini mü’min yapan, insanı insan kılan bütün değerlerde gevşeme ve bozulmaya yol açar. Bundan dolayıdır ki, tarihin her safhasında şeytan ve yandaşları saldırılarının ilk hedefine örtü ve örtülüleri koymuşlardır. Sevgili peygamberimizin Medine-i Münevvere’de Kaynuka Oğulları Yahudileriyle yaptığı ilk savaşın nedeni, onların Müslüman bir hanımın örtüsüne saldırmaları değil miydi? Maraş’ı “Kahramanmaraş”a dönüştüren Sütçü İmam’ın Maraş kıyamının sebebi, örtülü bacıların Fransız kopillerince tacize uğraması değil miydi? Bunun örnekleri

pek çok. Bütün bunlardan çıkartacağımız dersler olmalıdır. Bu derslerin başında da şeytan ve dostlarının taktiklerini iyi kavramak vardır. Demek ki onlar, ilk saldırıyı, hayâsızlığa karşı en etkin kalkan olan örtü ve örtülüye yapmayı tercih etmektedirler. Biliyorlar ki, tesettürü Müslüman’ın hayatından ve gündeminden çıkartınca, onu teslim almak kolaydır artık. Ümmetin fertleri olarak bu sinsiliği iyi kavramalı ve tesettür kalesinin surlarını muhkem tutmalı, gedikler açmalarına fırsat tanımamalıyız.

ŞUBAT 2013 / 295

9


TOPLUMSAL HAYATTA TESETTÜR İSLAM, mensuplarının hayat tarzlarına doğrudan müdahale etme hakkına sahiptir. Yemeiçmesinden ticaretine, evlenmeboşanmasından mirasına, yolda yürüyüşünden tuvalete girişine ve hatta oradaki pozisyonuna kadar ölçüler koymuştur. Müslüman olarak görevimiz, bu ölçüleri sorgulamak değil, onları uygulamaktır. Örtü ve örtünmenin ölçüsü de belirlenmiştir. Fıkıh kitaplarımız bütün teferruatıyla bunları açıklamaktadır. Nur suresi 30-31. ayetlerde “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki Allah (c.c) onların yaptıklarından haberdardır… Mü’min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar dışında ziynetlerini göstermesinler…” buyruluyor. Demek ki, haramdan sakınmak, ırzını korumak sadece kadınları değil, erkekleri de kapsamaktadır. Buna göre kadın ve erkeğin toplumsal hayattaki pozisyonunu iki yönüyle ele alabiliriz: A) Kadın ve Erkek Arasındaki Ortak Edepler 1- Sosyal hayatın hangi duru10

DERGiSi

munda olursa olsun görüşmenin ciddiyet içersinde olması: “Ey peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a (c.c) karşı gelmekten sakınıyorsanız, sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, Kalbinde hastalık olan ümide kapılmasın.” (Ahzab, 32) 2- Gözü çevirmek: “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar… Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar…” (Nur, 30-31) 3- Kadın-erkek baş başa kalmaktan kaçınmak: Hadis-i şerifler, “kadın ve erkeğin baş başa olmaları halinde, üçüncülerinin şeytan olacağını” çok açık olarak bildirmektedir.

keklerin yanından geçerse, o da aynen bakan erkek gibi zina etmiş gibidir.” (Tirmizi, edeb35, Ebu Davut Teheccül, 7) 3- Hareketlerde ağırbaşlı olmak: “Ey peygamber hanımları! siz, kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a saygı duyuyor/emrine uygun yaşamak istiyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) edalı ve cilveli konuşmayın... Sözü uygun (ve ciddi) şekilde söyleyin. Vakarla evlerinizde oturun, dışarıya evvelki cahiliye zamanının çıkışı gibi süslenip çıkmayın…” (Ahzab, 32-33)

TESETTÜR NE ZAMAN FARZ OLUR?

2- Güzel kokudan kaçınmak:

Örtünme emri, her ne kadar büluğa erme ile başlarsa da “müştehat” olarak ifade edilen ergenlik çağına yaklaşıldığında kızların örtüye alıştırılması gerekir. Nasıl ki çocukların yedi yaşına geldiklerinde namaza alıştırılması, on yaşına geldiklerinde namaz kılmıyorlarsa, zorla kıldırılmaları istenmişse, tesettür de böyledir.

Ebu Musa el-Eş’ari’den gelen rivayette şöyle buyrulur: “Her göz yabancı bir kadına bakarak göz zinası işlemiştir. Bir kadın da güzel kokular sürünerek er-

Anne-babalar ve eğitimciler, genç nesillere sadece örtünmeyi değil, ŞUURLU örtünmeyi aşılamalıdırlar. Aksi halde şuursuz örtünmeler de örtüsüzlük kadar,

B) Kadınlara Ait Edepler 1- Giysisinin mütevazi olması: “…Görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini göstermesinler… Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar…” (Nur, 31)


hem kendimizi hem başkalarını helake götürürüz de haberimiz olmaz. Mehmet Akif’in dediği gibi: Ey millet! Uyan, cehline kurban gidiyorsun,

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar… Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar…”

İslam’ı da “batsın” diye tutmuş, yediyorsun Allah’tan utan! Bari bırak dini elinden.. Gir, leş gibi topraklara, gireceksen!.

(Nur, 30-31) belki de daha tehlikeli sorunlar açabilir başımıza. Ortaya öyle garabet çıkar ki, böyle örtünenlere, merhum Ruhi Özcan hocam, “Bunlar (dar elbise giyenler), giyinmiş değil, bedenlerini elbiselerinin rengiyle boyamış olanlardır” derdi. Sevgili Peygamberimiz “Ümmetimden henüz görmediğim iki sınıf insan vardır. Bunlardan bir sınıfı kadınlardır ki, giyinik oldukları halde çıplak gibidirler. Hem kendileri baştan çıkmıştır, hem de başkalarını baştan çıkarırlar.” (Müslim) buyurur. Merhum N.Fazıl da böyle örtünmeler ve örtünenler için “örtü, şuuruyla takılmadığında Allah katında bir değeri olsaydı, cennetin baş köşesinde rahibeler olurdu.” tesbitini yapar. Edep ve hayâyı besleyen gıda-

dır tesettür. Hayanın gıdasını vermediğimizde, hayasızlık baş göstermeye başlar ki, bu da kişilerin şahsiyetinden çok şeyi kopartıp götürür. Bunu Necip Fazıl merhum şu veciz ifadelerle anlatır: Utanırdı burnunu göstermekten sütninem! Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. Mezarda kan terliyor babamın iskeleti, Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti

Her Müslüman’a ilmihalini bilmek farzdır. Her konuda olduğu gibi “tesettür” ile ilgili ilmihalimizin cahili olursak eğer,

Hülasa olarak Müslüman hanımlar toplumsal hayatın, mesela; Ticaretinde yerini alabilir mi? Elbette ama MÜSLÜMANCA OLMAK ŞARTIYLA, İşveren olabilir mi? Elbette ama İSLAMİ ÖLÇÜLERE UYMAK ŞARTIYLA, İşçi, memur olabilir mi? Elbette ama UYGUN ORTAMI BULABİLİRSE, Şoförlük yapabilir mi? Elbette ama İNANCINDAN TAVİZ VERMEDEN, Alış verişe çıkabilir mi? Elbette ama VAKAR VE CİDDİYETİNİ KORUYARAK. “ALLAH’IN SINIRLARINI ÇİĞNEMEMEK ŞARTIYLA”

ŞUBAT 2013 / 295

11


Kapak Mustafa Yayla

Müslüman Erkeğin İffeti

İ

slam, güzel ahlaktır. Güzel ahlak, Allah’ın ahlakıdır. Allah’ın ve Rasulü’nün yoludur.

Güzel ahlak, İslam Dininin temel hedefidir. Güzel ahlak, imanlı olmanın delili, imanın ve İslam’daki ibadetlerin meyvesidir. Hayat ağacının en nadide meyvesi, güzel ahlaktır. Kıyamet gününde hayırlı ve güzel ameller arasında kulun mizanında/terazisinde en ağır gelen amel güzel ahlaktır. Nitekim bu konuda Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde, Mü’minin terazisinde hiç bir şey güzel ahlaktan daha ağır/daha değerli 12

DERGiSi

değildir. Muhakkak ki Allah, kaba ve ağzı bozuk (küfürlü) kimseyi asla sevmez.” (Ebu Davud: Edeb) Bir Müslüman’ın, her konuda olduğu gibi imanında, ibadetinde, yaşayışında, ahlak ve edebinde, iffet, haya ve namusunda, söz ve davranışlarında, ticaretinde, hülasa hayatın her anında Müslüman olması, Müslüman’ca ve İslam ahlakına göre yaşaması gerekir. Rasulullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- saadetli huzuruna bir kimse gelip “Din nedir?” diye sordu. Efendimiz: “Din, güzel ahlaktır/Din, ahlakın güzel olmasıdır” buyurdu. “Amellerin en üstünü/en faziletlisi nedir?” diye sorduklarında “Güzel ahlaktır” buyurdu. “Allah’ın, ku-

luna verdiği en iyi şey nedir?” şeklindeki sorularına yine “Güzel/iyi ahlaktır” cevabını verdi. Müslüman bir kimsenin her zaman, her yerde ve her durumda hayalı ve iffetli olması gerekir. Haya, imandandır. Haya ve iffet, Müslüman’ın ziynetidir, süsüdür. Haya ile iman birbirini tamamlar. Haya ve iffet Mü’minin zırhıdır, kaftanıdır, tesettürüdür. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor: “Haya, bulunduğu her şeyi süsler. Fuhşiyyat ise bulunduğu her şeyi ayıplı kılar.”(Buhari: Edebul Mufred) “Her Dinin önde gelen bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı ise hayadır.” ( Muvatta) “İmanın yetmiş veya altmış bu


kadar şubesi/derecesi vardır. O şubelerin en üstünü, en faziletlisi “Allahtan başka İlah yoktur” sözüdür. En aşağısı da yoldan gelip geçenlere eziyet verecek şeyleri atmaktır. Haya da imanın bir şubesidir” ( Buhari, Hibbe:35) Harama bakmamak, haramdan korunmak, harama karşı kendini muhafaza etmek ve kendini harama kapatmak da hayadan sayılır. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şöyle buyuruyor: “Her kim, dilini ve cinsel organını şerden/kötülükten korumayı bana temin eder söz verirse, ben de ona cenneti tekeffül ederim/cennete girmesine kefil olurum.” “Siz, kendi adınıza bana altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim: Konuştuğunuzda doğru konuşun, doğru söyleyin. Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin. Size bir şey emanet edildiğinde, emanete riayet edin, onu koruyun. İffetinizi/namusunuzu yun.

koru-

Harama bakmaktan sakının. Ve elinizi haramdan çekin.” (Ahmed Bin Hanbel, Müsned) Bu ahlaki özellikler ve güzellikler, bir mü’minin, iman kalitesine sahip olduğuna işaret eden en

önemli ve en güzel göstergelerdir. İslam, eli, dili ve beli korumayı ve bunlara sahip olmayı emreder. Bir Müslüman’ın, lüzumsuz, yararsız, faydasız, boş, saçma, çirkin ve kötü sözleri kullanmaktan, yalan, dedikodu, gıybet ve iftiradan dilini koruması gerekir. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şöyle buyuruyor: “Malayaniyi (boş ve faydasız şeyleri) terk etmek kişinin İslam’ının güzelliğindendir.” “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emniyette/ güvende olduğu kimsedir” “Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kimse ya hayır konuşsun/ söylesin veya sussun” ( Riyazussalihin, cilt:3, sayfa:103) Haya, namus ve iffet, mü’minin ayrılmaz bir özelliğidir. Onun şiarıdır, kimliğidir. Allah Teala, elini, belini, dilini şerden koruyan, iffetli, namuslu, ve hayalı, erkek ve kadınları övmekte, onlardan razı/hoşnut olmakta ve onları cennetle müjdelemektedir. Allah Teala, cennetlik mü’minlerin özeliklerinden birinin de iffet ve namus olduğunu haber vererek şöyle buyuruyor: “Onlar iffetlerini koruyanlardır.” ( Mearic, 29) “Onlar iffetlerini/namuslarını korurlar.” ( Mü’minun, 5)

“Allah, iffet ve namuslarını koruyan erkek ve kadınlara, mağfiret (af ve bağışlama) ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” ( Ahzab, 35) “Mü’min erkeklere söyle:” Gözlerini harama dikmesinler/gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını (iffet ve namuslarını) korusunlar. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur, 30) Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim, lüzumsuz yerlere bakmamak hususunda mü’min erkek ve kadınları uyarmıştır. Şehvetle bakan gözler, insan vücudunda cehenneme açılan gedikler olduğu için Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de gözlerimizi harama bakmaktan korumamızı ve bakışlarımızla fesada/günaha düşmememizi emretmiştir. Müslüman bir kimsenin Allah Teâlânın haram kıldığı şeylere bakmaması gerekir. İslam dini, kalbi ve zihni duyguların arılığını/temizliğini gideren, cinsi zaafları çoğaltan ve de zina eğilimi gösteren, artıran bakışları haram kılmıştır, yasaklamıştır. Bu konuda ana İslami kaide ve ölçü şudur: İslam dininin, kadınlara örtünmesini emrettiği vücut organlarına bakmak Mü’min erkeklere haramdır. Gözlerin şehvetle bakmaktan korunması ve bakışların korunarak yönlendirilmesi hususunda Hazreti Peygamber -sallallahu aleyhi ve ŞUBAT 2013 / 295

13


Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Gözler de zina yapar. Gözlerin zinası (şehvetle) bakmaktır. Şehvetle bakan her göz zinakardır.” (Keşful Hafa)

sellem- efendimiz, şöyle buyurmuştur: “Bir bakıştan sonra tekrar bakma! Zira birinci bakış (kaçınılması mümkün olamayacağından ) senin için helal ise de, ikinci bakış (iradeyi kullanarak isteyerek ve arzu duyarak olacağından) senin için helal değildir.” İlk Müslümanlardan Cerir Bin Abdullah radıyallahu anh, şöyle anlatıyor: “Allah’ın Rasulü’ne ansızın bakmanın hükmünü sordum.” Derhal ve hemen gözümü çevirmemi emir buyurdu.” (İbni Kesir: 3/281) Hazreti Peygamber Efendimiz, Hazreti Ali’ye ve Onun şahsında bütün Müslümanlara ölçü olacak bu prensip hakkında şöyle buyuruyor: “Ya Ali! Bakışı bakışa ekleme. Birincisi senin için (vebal yok ama) ikincisi aleyhinedir.” ( Ebu Davud) Zinanın başlangıcı bakmak ve temenni etmektir. Çünkü bütün ahlak dışı münasebetler önce bakışmalarla başlar. Gülümse14

DERGiSi

me, selamlaşma ve konuşma ile gelişir. Buluşma ile sonuçlanır. Kasıtlı ve devamlı bakış arzuyu uyandırır. Tebessüm ve cilve teşvik eder. Zira göz, kalbin ana girişidir. Kalp de bütün azaların yönetim merkezidir. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurmuştur: “Bakmak, şeytanın zehirli oklarından birisidir. Kim, Allah korkusundan mahremi olmayan kimseye bakmayı terk ederse Allah ona öyle bir iman ihsan eder ki, onun tadını kalbinin derinliklerinde duyar.” ( Hakim: Müstedrek) “Mutlaka gözlerinizi haramdan sakınmalısınız ve iffetlerinizi de muhakkak korumalısınız. Yoksa Allah, yüzlerinizdeki nuru çıkarıp sizi çirkinleştirir.”(Taberani) Bakmak, şehveti celbeder, davet eder ve insanı yavaş yavaş günah işlemeye sevk eder. Bakmak, kalbe ekilen şehvet tohumlarıdır. Şehvetle bakmak, manevi zinadır. Nitekim Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-

Müslümanlar olarak bütün organlarımızı (elimizi, dilimizi, belimizi) günahlara kapatıp koruma altına almalıyız. Bunda asla gaflete düşmemeliyiz. Kesinlikle bilelim ki, aklın zinası düşünmek, kalbin zinası niyet etmek, gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmak ve kulağın zinası da dinlemektir. Hazreti Peygamber Efendimiz, gözlerini kötü ve günah bakışlardan koruyanlara şu müjdeyi vermiştir: “Kıyamet gününde bütün gözler ağlayacaktır. Ancak Allah yolunda uyanık kalan/nöbet tutan gözler, Allah’ın azabına uğramak korkusuyla sinek başı kadar da olsa yaş akıtan gözler ve bir de Allah’ın haram kıldıklarına bakmaktan korunan gözler ağlamayacaktır” (İbni Kesir:3/282) Allah’ım! Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü nefsim gerçekten kötülüğü emrediyor. Herkesin ayağının ve gözünün kaydığı bu zorlu ve dehşetli imtihanda, iffetimizi, namusumuzu ve gözümüzü haramdan korumamız hususunda yardımına ihtiyacımız var. Bize yardımcı ol ve bizi lütfunla, inayetinle, ikramınla, ihsanınla, koru. Âmin.


Kapak Selim Armağan

SETÎR & SETTÂR “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır.” (Araf:26)

En güzel Allah’ındır.”

Peygamber bir hadislerinde:

isimler Efendimiz

“Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuuruna ererse) cennete gider. Şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever” (Buhârî) buyurur. Allah Teâlâ’nın isimleri doksan dokuz isimden ibaret değildir. Ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Tirmizî ve İbn Mâce’deki bir hadiste bu doksan dokuz isim teker teker sayılmıştır. Nesâî de rivayet edilen bir hadisi şerifte de: “Allah

halimdir,

setîrdir.

Hayâyı ve edep yerlerinin örtülü olmasını, kötü, çirkin ve edep dışı sözlerin söylenmemesini sever.” buyurulur. SETÎR ya da SETTÂR bir şeyi örtmek gizlemek anlamındaki “S-T-R” kökünden türemiştir. SETÎR; iffetli, örten ve gizleyen demektir. Allah’ın sıfatı olarak yukarıdaki hadisi şerifte zikredilmiştir. Rabbimizin bu sıfatı SÂTIR ve SETTÂR olarak da ifade edilmektedir. Hadiste geçen SETÎR’in anlamı; Allah’ın insanların ayıplarını, kusurlarını, rezilliklerini örten, gizleyen, açığa vurmayan olması demektir. Peygamberimizin (a.s): “Kim bir Müslüman’ın ayıbı-

nı, kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü o kişinin bir ayıbını, kusurunu örter.” Hadisi de Allah’ın setir vasfını ifade eder. Allah SETTÂR’dır. Her türlü çirkinliği örter ve örtmüştür. Alîmdir, Ğafurdur, Rahimdir, Habîrdir… “Yerlerde ve göklerde olanı bilir.” “ kalplerin bizzat özünü bilir.” “Ona hiçbir şey gizli kalmaz.” “ O,her şeyden haberdardır.” “Allah gözlerin hain bakışlarını ve gönüllerin gizlediklerini bilir.” “ Yaratan yarattığını bilmez mi?” Evet en güzel isimler Allah’ındır. Allah’ın isimleri ŞUBAT 2013 / 295

15


zatı celilinin kemali ile tam örtüşen işlevsel isimlerdir. Kulların koydukları emin isimlisi hain, mert isimlisi namert, bilge isimlisi cahil… olabilir. Çünkü bu isimler ya hak edilmemiş yüksek karakterleri ya da anlamsız sesleri ifade etmektedir. Allah’ın her isminin pratikte bir karşılığı ve âlemde binler tecellisi vardır. Yani Allah ismi ile muttasıf yegâne varlıktır. Bu anlamıyla SETTÂR olan Rabbimizin setri (örtmesi) kulunkine benzemez O, gerçek Bağışlayıcı ve gerçek Acıyandır. Kulu kendisine asi oldu diye onun kötülüklerini hemen orta yere saçıp savurmaz. Biz aciz kullar aramızdaki küçük anlaşmazlıklarda bırakın düşmanımızın dostumuzun dahi çok mahrem sırlarını hemen fâş ederiz. Merhametli Rabbimiz sabah akşam kendisine isyan içerisinde olan kullarının dahi ayıp ve kusurlarını gizler. O, Latîftir, Habîr’dir her şeyi en ince detayına kadar bilendir. O, gönüllerde ve göğüslerde olanı gizlinin gizlisini bilendir O, her ikinin üçüncüsü, her üçün dördüncüsü her beşin altıncısı ve her yalnızın ikincisidir. O, gerçek bir sırdaştır, her dertlinin derdinin, her günahkârın, günahının, her mü’minin, her kâfirin, her insanın, her canlının ve cansızın sırdaşıdır. 16

DERGiSi

ettar olan Rabbimiz; toprağa Âdem’i, Âdem’e de insanlığı saklamıştır. İnsanda ruhunu setretmiş ruhuna fücuru ve takvayı gizlemiştir. Hep örtü içinde örtü hep, hep gizem içinde gizem hep zarf içinde zarflarla Âlemi iç içinde sırlar dünyası yapmıştır. Çekirdeğe ormanı gizlemiştir. Nutfeye insanı insana aklı ve irfanı gizlemiştir.

S

Settar olan Rabbimiz; toprağa Âdem’i, Âdem’e de insanlığı saklamıştır. İnsanda ruhunu setretmiş ruhuna fücuru ve takvayı gizlemiştir. Hep örtü içinde örtü hep, hep gizem içinde gizem hep zarf içinde zarflarla Âlemi iç içinde sırlar dünyası yapmıştır. Çekirdeğe ormanı gizlemiştir. Nutfeye insanı insana aklı ve irfanı gizlemiştir.

da sıfatına dikkatle yaklaşırsak sanki âlemdeki tek tecelliyatın bu isim olduğunu zannederiz. Rabbimizin Semi, Basar, Alîm gibi sıfatlarının işlevinin beklide yarısını kullarına olan merhametinden dolayı âhirete bırakmış ve bildiği, gördüğü, işittiği her şeyi o gün açıklayacaktır.

“Yere ne giriyor ve ondan Rabbül âlemin hangi ismine ya ne çıkıyor, gökten ne iniyor


ve ona ne çıkıyorsa (Allah) hepsini bilir. O çok merhamet edicidir. Çok bağışlayıcıdır. İnkâr edenler: “Bize o kıyamet saati gelmez.” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.”Çünkü Allah iman edip iyi ameller işleyenlere mükâfat verecektir. İşte onlar için bir mağfiret ve cömertçe verilmiş bol rızık vardır.” (Sebe:2-4) Allah; kullarından edep ve hayâyı ister, kötü, çirkin ve edep dışı sözlerin söylenmemesini, edep ve hayânın korunmasını ister. Settar olan Rabbimiz; kötü düşüncelerimizi beynimize, kan ve pisimizi içimize saklamış kirli düşüncelerimizi ve pis kokularımızı dışarıya sızdırmamıştır. Bizden de hem kötü işler yapmamamızı hem de bir günaha bulaştık yahut müptela oldu isek bunları gizlememizi istemiştir. Her şeye bir ölçü ve ayar koymuştur. Bütün mahlûkat Allah’ın korumasındadır. Haramları işlemek hatta onlara yaklaşmak dahi insanı örtüsüz bırakır. Başkalarının ayıplarını araştırmayı hatta zanda bulunmayı dahi yasakla-

yan rabbimiz zımnen insanların Allah’ın SETTAR ismi ile ahlaklanmalarını, onların eksik ya da hatalı yönlerinin gizlenmesini istemiştir.

ahirette de acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.” (Nur:19) Örtülerin kaldırılacağı Settar olan Rabbimizin perdeleri aralayacağı günahlarımızla yüzleşeceğimiz gözümüzün demir gibi olduğu, dünyanın ve içindekilerin her şey hakkında konuşup şahitlik edeceği, tüm kayıtların ortaya saçılacağı, herkese yaptıklarının haber verileceği güne az kalmıştır. O gün:

Setir önce insanın kendinde başlamalıdr. Bu setir bazen gönüle hâkim olmakla olur, bazen dile hâkim olmakla olur, bazen gözü kısmakla olur, bazen de iffet elbisesi giymekle olur. Kuran’da örtünmenin Hz. Âdem ve Havva ile cennet hayatında başladığı ve çıplaklığın çirkin bir şey olduğu şöyle be“Nihayet Cehenneme vardıklirtilir: ları zaman kulakları, gözleri “Ey Âdemoğulları! Size çir- ve derileri yaptıkları şeyler kin yerlerinizi örtecek bir hakkında onların aleyhinde giysi, bir de giyip süslenece- şahitlik ederler. Onlar değiniz bir giysi indirdik. Takva rilerine: “Niçin aleyhimize örtüsü ise daha hayırlıdır.” şahitlik ettiniz?” derler. Derileri de: “Bizi her şeyi ko(Araf:26) nuşturan Allah konuşturdu, İslam’ın çıkışı sırasında sizi ilk defa yaratan O’dur Mekke’de Kâbe’yi gündüz ve siz yine O’na döndürümüşrik erkekler gece de kadınlüyorsunuz” derler. Siz kular çıplak olarak tavaf ederler laklarınızın, gözlerinizin ve ve “içinde günah işlediğimiz derilerinizin aleyhinizde şaelbiselerimizle tavaf etmeyiz” hitlik edeceğinden korkarak derlerdi. İşte daha Mekke dökötülükten sakınmıyorduneminde namazda ve Kâbe’yi nuz. Fakat yaptıklarınızdan tavaf sırasında Müslümanların birçoğunu Allah’ın bilmeyeörtünmesi gerektiğini belirten ceğini zannediyordunuz. İşte şu ayet indi: Rabbiniz hakkında besledi“Ey Âdemoğulları! Mesci- ğiniz bu zannınız sizi helak de her gelişinizde ziynetinizi etti de zarara uğrayanlardan (giysinizi) giyin. İnananlar oldunuz.”(Fussilet:20-23) arasında kötü söz ve davraSen Settar’sın ahirette de bizim nışın yayılmasını arzulayan hata ve günahlarımızı setret kimseler için dünyada da, yüce Allah’ım. ŞUBAT 2013 / 295

17


Kapak Mustafa Aydoğdu

Günahta TESETTÜR, Konuşmada TESETTÜR “Rabbimiz Allah’dır deyip sonra doğru olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.” (Ahkaf, 13). “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol onların keyiflerine uyma.” (Şura,15)

C

ahiller, kötü insanları taklit ederek yaşarlar. Kulaktan dolma bilgi ile ekran ve gazete bilgisi ile hareket ederler. İslam’a sormazlar, yaşam biçimlerini sorgulamazlar. Müslümanlık Lâ (hayır) İle başlar. Haram ve mekruhlara karşı hayır diyebilmeyi sağlayacak güçlü bir iman gerekir. Taklîdî iman caizdir ama tahkîkî imanın çabası içerisinde olmalıyız. Böyle bir çabanın içinde olmayan insan fasıklaşır, bukalemunlaşır. Din insanı değiştirmesi gerekirken insan dini değiştirir. Hıristiyanlıkta fıkıh, yani insanın dünyevî hayatını 18

DERGiSi

inşa eden bir yan yoktur. İnsanlar ya Kur’an ve sünnete tabi olurlar veya hevalarına tabi olurlar. Ya inandığımız gibi yaşarız ya da yaşadığımız gibi inanırız. İnancın önüne aklı koyarız, dinin önüne de hevamızı koyarız ve hayatımızı yaşıyoruz zannederiz. Peygamberimiz “açken doyurmadın, cahilken öğretmedin” buyurarak bizlere her türlü açları doyurmamızı ve her türlü cahillikten kendimizi, ailemizi, akrabalarımızı ve toplumumuzu kurtaracak eğitim ortamları hazırlamamızı hedef koyuyor. Doğru bilgi yani Allah bilgisi,

peygamber bilgisi, İslam bilgisi ve insan bilgisi vererek sorumluluk yüklememiz gerekiyor. İslam’ın farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh ve müfsit bilgisi verilecek. İnsanların Allah tarafından başıboş bırakılmadığını, zihni ile kalbi ile ağzı ile gözü ile malı ile yaptıkları her hareketin bu sekiz maddeden birine girdiği bilinci verilecek. Farz, vacip, sünneti iştahla ve sürekli yapacak. Haram ve mekruhları işlediği zaman kalbine, aklına, dünyasına, ahiretine mutlaka zarar verdiğini bilerek sürekli bunlardan kaçacak. Salih amelin ne demek olduğu yani yap-


tığımız işlerin Allah için olması gerektiği, Allah’ın emrettiği bir iş olması gerektiği bilinecek. Yapılış tarzının da peygamberimizin sünnetleri ile bizlere emrettiği şekilde olduğu bilinecek. Davranışlarımız, bir ömür Allah’ın istemediği yönden Allah’ın istediği yöne doğru hicret edecek. Efendimiz (sav) buyuruyor ki: “Gerçek muhacir günahları terk edendir.” “İnsanlar ne der?” değil de “Allah ne der? Beni nasıl görmek ister, nasıl konuşmamı ister?” bilincine ulaşmalıdır. Murakabe, ihsan duygusu sürekli zinde tutulmalıdır. Çünkü günah işleyen insan Allah’ı unutur, Allah’ı unutunca da nefsi ile baş başa, şeytanla baş başa; şeytanın Âdem babamızı nasıl kandırdığını unutarak, kötü insanlardan etkilenerek ve “daha uzun yaşarım, ihtiyarlayınca kendimi toplarım, güzel bir kul olurum” diye kendini aldatarak, gençliğini israf ederek bir ömür yaşar. “Rabbimiz Allah’dır deyip sonra doğru olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.” (Ahkaf, 13). “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol onların keyiflerine uyma.” (Şura,15) Müslüman, doğruluk ve dürüstlük anıtıdır. O, önce Yüce Yaratıcıya karşı dürüsttür. Bu, onun

K

adınlarımız evde dişiliğini, dışarıda Müslüman kadının kişiliğini hissettirecek davranışlar içerisinde olmalıdır. Batı hayat tarzında sahip olduklarını vitrine edeceksin, İslam’ın hayat tarzında sahip olduklarını gizleyeceksin, bu olmaz.

imanda sadakatinin gereğidir. Yüce Allah’a karşı sadakat, O’na layık kul olmak, O’nun emirleri doğrultusunda yaşamak, hep doğruların adamı olmak, O’nun hatırını bütün her şeyden üstün tutmak, O’nun sözlerini doğru bir şekilde anlamak, bu doğruları kendi hayatına yansıtmak, bu doğruları her zaman ve her şartta haykırmakla mümkündür. Zira bizler Rabbimize karşı söz vermişiz. “Kâlû belâ”da söz vermişiz, getirdiğimiz kelime-i şehâdet ve kelime-i tevhîdle söz vermişiz, “Müslüman’ım elhamdülillah” sözlerini söylerken söz vermi-

şiz. O halde mü’mine düşen, bu sözlerin adamı olmaktır. İkinci olarak Müslüman, Allah’ın peygamberine karşı dürüsttür. Ona iman ettiğini, onun yolunu izleyerek doğrular. Her konuda Peygambere itaat ederek gösterir. Peygamberi izlemek ve ona bağlı olmak, tevhîd sözündeki “Muhammedü’n-rasûlu’llah” sözünün gereğidir. Üçüncü olarak Müslüman insanlara karşı dürüsttür. O, asla yalan söylemez, aleyhine bile olsa doğruların adamı olmaktan çekinmez. O kadar ki Allah ŞUBAT 2013 / 295

19


katında doğrulardan yazılıncaya ve doğrular kervanı içersinde katılıp cennetlik oluncaya kadar bu özelliğini sürdürür. Rasgele bir hayat Müslüman’ın hayatı olamaz. Doğruluk Müslüman’ın şiarıdır, Müslümanlık göstergesidir. Yalancılık ise münafığın şiarıdır, nifak göstergesidir. Bu yüzden Müslüman asla yalan söylemez, yalana pirim vermez, yalan yere yemin etmez ve yalancı şahitlik yapmaz. Aynı şekilde o, yalanın katmerlisi olan iftiradan da uzak durur. Kizb, vakıaya aykırı söz söylemektir. Kizb, genellikle kişinin kendisi ile alakalı olur. Yapmadığı bir iş için “yaptım” demesi gibi. Yahut başkası hakkında aslı olmayan olumlu şeyleri söylemek şeklinde de olabilir. Birini sahip olmadığı sıfatlarla övüp methetmek gibi. İftira, başkası hakkında yalan söylemektir. İftira, olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatmak veya nakletmektir. Kizbin zararı kişinin kendinde kalırken, iftiranın zararı başkasına da dokunur. Kur’ân’da iftira kökü, yalan, şirk ve zulüm için de kullanılmıştır. İfk, gerçeği ters yüz etmektir. Yalanın en çirkinidir. İfk, Müslüman’ın kardeşi hakkında kendisine ulaşan bilgileri ters yüz ederek, kardeşinin hoşlan20

DERGiSi

D

oğruluk Müslüman’ın şiarıdır, Müslümanlık göstergesidir. Yalancılık ise münafığın şiarıdır, nifak göstergesidir. Bu yüzden Müslüman asla yalan söylemez, yalana pirim vermez, yalan yere yemin etmez ve yalancı şahitlik yapmaz. Aynı şekilde o, yalanın katmerlisi olan iftiradan da uzak durur.

mayacağı şekilde söylemesidir. İfk, Allah’a, peygamberine, Kur’ân’a ve iffetli insanlara karşı da olabilir. Bühtan ise Müslüman’ın kardeşi hakkında, onda bulunmayan ve ona yakışmayan, kendisinin hiç hoşlanmayacağı şeyleri söylemektir. “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.” (Şuara, 221-223) İnsanların şehvetlerini kamçıla-

yan müstehcen, ahlak dışı türkü şarkı söylemek dille yapılan günahlardandır. Allah (cc), kadınların seslerini ince ve cazibeli yaratmıştır. Günümüzde Müslüman kadının rolü maalesef değişmiştir. Giyim kuşam tarzı değişmiştir, kadın erkek ilişkileri değişmiştir. Filmler, diziler hatta haberler bile sürekli cinselliği ön plana çıkarıyor. Kadınlarımız evde dişiliğini, dışarıda Müslüman kadının kişiliğini hissettirecek davranışlar içerisinde olmalıdır. Batı hayat tarzında sahip olduklarını vitrine edeceksin, İslam’ın hayat tarzında sahip olduklarını gizleyeceksin, bu olmaz. Hakkımız olmayan şeylere bakınca, konuşunca, dinleyince kalp bozulur, kalp bozulunca da bütün azalarımızı kontrol etmek zorlaşır, aleyhimize çalışmaya başlarlar. Onun için peygamberimiz (sav) “hidayet istiyorum (tabi olmak için), takva istiyorum (zihnimi, kalbimi ve bütün azalarımı Allah’ın istediği şekilde kullanmak için), iffet istiyorum ve gönül zenginliği istiyorum” buyuruyor. Mutlu olmak günah işleyerek değil, günahlardan kaçarak, Allah ve Rasulüne itaat ederek gerçekleşir. Biliyoruz ki şeytan günahı süsler, günah işler işlemez de yalnız bırakır ve mutsuz eder.


Kapak

Mülakat: İlkadım Dergisi

Başörtüsünü açmayarak, soylu direnişi devam ettiren ve üniversiteyi terk eden binlerce kızımızdan birisiyle, Cemile ÜNLÜ hanımla söyleşi:

“Toplumsal ikna odalarından geçmek çok daha zor ve inciticiydi.” Namaz, Allah’ın bir emridir. Başörtüsü de öyle. Farz. Eğer namaz engellenirse namaz kılmak için mücadele cihattır. Başörtüsü engellenirse onu takmak cihat olur. Başörtülüler yürüyen Kur’an’dır. Yürüyen İslam’dır. Yürüyen mücahidedir. Onlar özellikle 28 Şubat darbesi esnasında özelde tesettürün, genelde Müslümanların izzeti için cihad yapmışlardır. Her şeye rağmen başını açmayanların yaptığı soylu direnişin mükâfatını ancak Allah verir. Burada mükâfatını görseler de görmeseler de. Onlar Sümeyye, onlar Yasir oldular. Ammarlar’a da diyeceğimiz yok. Allah hepsinden razı olsun. Bu sayımızda tesettürün en önemli ögesi başörtüsünü açmayarak, soylu direnişi devam ettiren ve üniversiteyi terk eden binlerce kızımızdan birisiyle Cemile ÜNLÜ hanımla yapılan mülakatı sunuyoruz. (İlkadım)

İlkadım: Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Hayat hikâyenizden bahseder misiniz?

Cemile ÜNLÜ:1976 Nevşehir doğumluyum. İlk, orta ve lise tahsilimi Nevşehir’de tamamladım. O dönemin şartlarında orta ve liseyi İmam Hatip Lisesinde tamamladım. Geriye döndüğümde İmam hatip yıllarımı mutluluk ve heyecanla hatırlıyorum. Zihnimin inşa sürecinde çok etkili olmuş yıllardır. Sonrasında üniversite hayatı ile başlayan İstanbullu yıllar. Üniversite hayatının başörtüsü sorunu ile sekteye uğraması sonucu, hayatımın bu dönemi vakıf faaliyetleri, eğitim çalışmaları ve iş hayatı ile doldu. Geçen yıl itibariyle mezun oldum. Şu anda da stajımı tamamlıyorum. İlkadım: Örtünme/tesettür fikri ilk ne zaman ŞUBAT 2013 / 295

21


oluştu sizin zihninizde? Nasıl ve ne zaman örtünmeye karar verdiniz?

Cemile ÜNLÜ: Geleneksel düşünce yapısına sahip bir ailem olduğu için belli bir yaştan sonra kızların başörtüsü takması vakayı âdiyedendir. Ben de ailemdeki bu mutadı bozmayarak ilkokul sonrası örtündüm. Ancak başörtüsü takmakla, tesettür fikrinin oluşması ve olgunlaşması tabi ki farklı şeyler. Şimdi geriye döndüğümde ortaokulda müzik dersinde başörtümüzü çıkarmamak için bir arkadaşımla birlikte dilimizin döndüğünce mücadele ettiğimizi hatırlıyorum. İmam hatip yıllarımda geleneksel örtünme anlayışının kulluk bilinciyle ameli örtünmeye dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. İlkadım: Örtünme fıtri bir ihtiyaç, bir duygu. Ancak bunun böyle olmadığını söyleyenler çoğunlukta bugün. Siz ne dersiniz bu meseleyle ilgili olarak?

Cemile ÜNLÜ: Rabbimiz yaradılışımıza insan olmamızın gereği bazı fiziki kodlar yerleştirdiği gibi, fıtratımıza da ruhi kodlar yerleştirmiştir. İki ayak, iki göz, bir burun fiziki kod ise; yemek içmek ihtiyacı, öfke ve merhamet hissi fıtri kodlarımızdır. Örtünmek ihtiyacı da insanlığımızın gereği olan fıtri duygulardandır. Eğer böyle olmamış olsaydı Hz Âdem ve Havva’nın şeytana 22

DERGiSi

aldanmaları karşısında çıplaklıkla cezalandırılmalarına ilk tepkileri, “cennet yapraklarıyla örtünmek” olmazdı. Hz Âdem ve Havva’nın fıtratları henüz hiç bozulmamış iki insan olmaları ve Allah’ın çıplaklığı bir cezalandırma yöntemi olarak kullanması dikkate değerdir. Günümüzde ise çıplaklığın asıl, örtünmenin tali hatta arızi olduğunu savunanların bulunması sürpriz değildir. İnsanlık tarihi boyunca düşünsel sapmalar olduğu gibi fıtri sapmalar da olmuştur. Çıplaklığın yüceltilmesini de insanlık tarihinde zaman zaman yaşanan yol kazalarından biri olarak görmek gerek. İlkadım:

Başörtüsünün

dünyanızdaki

yerinden

sizin bah-

seder misiniz? Nedir sizin için başörtüsü, daha doğrusu tesettür? Emir mi, mücadele mi, cihat mı, yoksa bir hayat tarzı mı?

Cemile ÜNLÜ: Bu kavramları birbirinden ayırmak mümkün mü bilemiyorum. Bana öyle geliyor ki, tesettür bu kavramların hepsini içinde barındırır. Allah’ı Rab olarak kabul etmek O’nun emrini hayat tarzı olarak kabul etmemizi gerekli kılıyor zaten. Emirlerin görmezden gelinip, hayatın dışına itildiği andan itibaren ise mücadele başlıyor. Bu tesettür ya da başka bir emir hiç fark etmez. Tesettürün var olması, hayat bulması için karşılık beklemeksizin ortaya konan her türlü çaba ise cihadın kendisi-

dir. Karşılık beklemeksizin diyorum, çünkü günümüzde gayretlerimizin takdirini Allah’tan önce kullardan bekleme gibi bir hastalığa yakalandık. İlkadım: Bu ülkenin kadınları uzun zamandır tesettür konusunda mücadele veriyor; sıkıntı çekiyorlar. Bu yolda yaşadıkları eziyetler, sıkıntılar bu kadınların kişiliklerini nasıl etkiledi/ etkiliyor sizce?

Cemile ÜNLÜ: Başörtüsü sorunuyla beraber yaşanan sıkıntıların insanlarda çok farklı tezahürleri oldu. Bunun her insan sayısınca hikâyesi olabilir. Ancak ben başörtüsü sorunuyla muhatap olanları genel olarak ikiye ayırıyorum. Başörtüsü sorununun altında kalanlar ve soruna üstten bakabilenler. Her ne olursa olsun sosyal statünün kutsandığı bir ülkede, bu süreçten hırpalanmadan çıkmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü diplomanızdan vazgeçmeniz, bireysel olarak haklarınızdan ve hayallerinizden vazgeçmenizdir. Sosyal olarak ise statünüzden ve toplumsal kabul edilebilirliğinizden vazgeçmenizdir. Bir kısım arkadaşlarımız bu sorunların altında ezildi. “Altında ezilmek” ifadesini özellikle kullanıyorum ki, maddi manada ezilmeyi nasıl anlıyorsanız psikolojik olarak da aynı şekilde anlayabilirsiniz. Hayatın her alanında sorunun yansımalarını gördü


ve ezikliğini yaşadı bu arkadaşlar. Diğer kısım ise, kendi olmanın ve hayatını Kur’anî tercihlerle şekillendirmenin farkındalığında olanlardı ki, onlar bu süreçten her şeye rağmen ruhi olarak güçlenerek çıktılar diye düşünüyorum. Bir tür kavileşme yaşandı. Bu bahsettiklerim sorun nedeniyle okullarını terk edenlerdi. Bir de soruna rağmen eğitimlerine devam edenler vardı ki, onların hikâyesi bambaşkadır… İlkadım: Başörtüsü yasağı nedeniyle, hukuk eğitiminizi yarıda bıraktınız. Bize biraz da o dönemden, o zamanki şartlardan bahseder misiniz? Kişisel olarak neler yaşadınız bu dönemde?

Cemile ÜNLÜ: O dönemde henüz 22 yaşındaydım. Eğer üç dersimi verirsem okul bitecekti. Etrafta başörtüsüyle ilgili fetvalar uçuşuyordu! Ve diplomayı önemseyen bir ailem vardı. Ayrıca, dört yıl beraber okuduğumuz başörtülü arkadaşlarımızla kamplaşmalar oluşmuştu. O dönemde ve sonrasındaki en büyük avantajım ise bir cemaat yapılanması içinde var olmamdı. Yalnız kalanların daha zorlu bir süreç yaşadıklarına şahit oldum. Kişisel tecrübemde bana en ilginç ve zor gelen şey ise; bir anda herkesin hayatımla ilgili söz sahibi olmasıydı. Ailemin ve yakınlarımın yanı sıra, henüz

yüzünü yeni gördüğüm ismini bile bilmediğim teyzeler mi dersiniz, yakınlarımla haber yollayanlar mı dersiniz, arkadaşlarımın aileleri mi dersiniz… Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar telkin aldığımı hatırlamıyorum. Düşündüğümde bu süreç bana hala çok ilginç gelir. Yani “ikna odaları” sadece fakülteyle sınırlı değildi aslında. Toplumsal ikna odalarından geçmek çok daha zor ve inciticiydi. Resmi ikna odalarına bir kere giriyorsunuz ama gayri resmi olanı için sayı veremem. Kişisel tecrübe olarak şunu da belirtmek isterim. Bu yıllar resmi eğitimimizin sekteye uğradığı dönem olmakla birlikte, şahsi eğitim çalışmalarımın en yoğun ve bereketli olduğu süreçti. Bu da şer görünendeki hayırdı. İlkadım: Geriye dönüp de “keşke olmasaydı” dediğiniz şeyler oldu mu hiç?

Cemile ÜNLÜ: “Keşke şeytandandır” Keşke değil ama hatırladığımda biraz buruk yaşadığım şeyler olmuştur. O da sorun karşısında Müslümanların tutumlarıyla ilgilidir. Bu konuda çok ayrıntıya girmek istemem. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim kendi kararımdan dolayı hiçbir zaman “soru işaretlerim” ya da “acabalarım” olmadı. Bunun için ne kadar şükretsem azdır. Çünkü hayatımın “yoğun telkin

dönemi” diye ifadelendirdiğim döneminde en çok karşılaştığım sözlerden birisi “Henüz yaşınız çok genç, ilerde aklınız başınıza gelince çok pişman olacaksınız ama iş işten geçmiş olacak…” minvalindeydi. O dönemde bu tehdit ya da telkinlerden için için koktuğumu ama Allah’ın küçük de olsa içime şüphe ve pişmanlık vermemesi için çok dua ettiğimi hatırlıyorum. İlkadım: Son olarak bugünün öğrencilerine, kız kardeşlerimize neler söylemek istersiniz?

Cemile ÜNLÜ: Kısaca şunları söylemek isterim. Modern dünyanın sosyal statü, iş ve makam sahibi olma özentisi; ev kadını olma fobisi ile çerçevelediği tablo ile dünyayı ve yaşamı algılamaya çalışırsak büyük bir yanılgıya düşeriz. Var oluşumuzu ve dünyada durduğumuz yeri ilahi pencereden tanımladığımızda, zihinlerimiz sadeleştiği gibi, hayatımız özgünleşir. Kulluk bilincinden doğan zihin sadeliği aynı zamanda huzur kaynağıdır. Sonuç olarak; var oluşumuzun amacını doğru tanımlamak, hayatta doğru adımlar atmamızı sağlayacaktır. İlkadım: Bize göre çok zor şartlar altında yürütülmüş bir mücadeleyi çok mütevazi bir tarzda ortaya koydunuz. Sorularımızı cevaplandırarak düşünce ve tespitlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. ŞUBAT 2013 / 295

23


KAPAK

Hizmet Adabı

Nureddin SOYAK

Hizmetin Önderleri

İ

nsanların en büyük gafleti, Rableri tarafından hesaba çekileceklerini unutmaları, kendilerini bu gafletten uyaran kimseleri de alaya almalarıdır. Gafletten uyanmayan kavimler ilahî azaba müstahak olmuşlardır. En büyük hizmet de, kalpleri gaflet içerisinde yüzen insanları, bu gafletten kurtarmaya çalışmaktır. Tebliğ hizmetleri, neticesi ne olursa olsun hiç çekinmeden şevk ve gayretle yerine getirilmelidir. Bu yol, doğru yolun önderleri olan Resullerin, nebilerin, onların samimi tabilerinin yoludur. Bu yolun yardımcısı âlemlerin Rabbi olan Allah Tealadır. Onun yardımının ulaştığı hiçbir hizmet akamete uğramaz. Yeter ki Hakkın yolunda daim ve kaim olunsun. Samimi davet yolunu kimse engelleyememiş, bundan sonra da engelleyemeyeceklerdir. Rabbimiz: “Biz, hakkı batılın tepesine bindiririz de o, batılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, batıl yok olup gitmiştir.’’ (Enbiya, 18) buyurmaktadır. Davası hak olanın, dayanağı da hakdır. Hiçbir batıl dava hakkın karşısında duramamış, yok olup gitmiştir. Allah cc davasından başka bütün davalar, adı ne olursa olsun batıl davalardır.

24

DERGiSi

Nefsanî ve şeytanî davalardır. Adı; kavmî, meşrebî, mezhebî, meslekî, siyasî olan bu davaların çoğu maddî veya manevî çıkar ve menfaate dayanır. Çıkar ve menfaatin bittiği yerde bu davalar da biter. Dün birbiri ile sarmaş dolaş olan bu davaların insanları, bu gün birbirini bir kaşık suda boğmanın hesabını yaparlar. Bu batıl davalar mantar gibidir, köksüzdür, ömürsüzdür çok çabuk gelişir yetişir ama çabucak bozulur, yok olur. Hak davaya hakkı verildiği sürece, batıl davaların hakkından gelir. Hizmetçiler değişse de Allah Tealanın davası ilelebet devam eder. Rabbimiz: “İnsan, aceleci yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.” (Enbiya, 37) “İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsra, 11) “Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu…” (Yunus, 11) buyurmaktadır. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Teenni, Allah Teâlâ’dandır, acele de şeytandan.” (Tirmizi)

“Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O fitne geldi mi kişi mü’min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü’min olarak akşama erer de kâfir olarak sabaha ulaşır, dinini basit bir dünya menfaatine satar.” (Müslim, Tirmizi) buyurmaktadır. Din simsarlığı insanlık tarihi kadar eskidir. Samimiyetsiz insanlar, dün de bugün de basit dünya menfaatleri karşılığında, şöhret, şehvet, riyaset, haset ve para uğruna dinlerini, dolayısıyla yakın geleceklerini, ahiretlerini satmaktadırlar. Din simsarlarının hocası iblistir. Gururu, kibiri, hırsı, hasedi, kendini beğenmişliği alıp dinini sattı. Yaratanına isyan etti. İflas etti. İblis müflistir, onun yoldaşları da öyledir. En büyük iflas basit dünya menfaatleri karşılığında dini satmaktır. En büyük kazançsa dünyanın basit menfaatlerini ahiret karşılığında satmaktır. Rabbimiz: “O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 74) buyurmaktadır.


Dünya hayatı istesen de istemesen de elinden alınacak. Gel bunu gönüllü olarak ver de, ebedi hayatı kazan. Hani sen kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezdin. Yoksa kazla tavuğu birbirine mi karıştırdın? Gözünü aç da hakikatleri gör artık. Dünya hayatını ahiret karşılığında satmanın yolu, ölümüne Allah yolunda mücahededir. Öyle bir mücahede ki, İhlâs ve samimiyetle yaptığın takdirde ölsen de kalsan da, yensen de yenilsen de kazanıyorsun. Var mı böyle bir kazanç? Var mı böyle bir ticaret? Bu ilahî vaatler de bizi gafletten kurtarmıyorsa halimiz nice olur? Mü’min, nerede acele edip, nerede acele etmeyeceğini, neleri isteyip, neleri istemeyeceğini çok iyi bilmelidir. Mü’min, hayırlı işlerinde acele etmeli, sanki yangından mal kaçırır gibi hayırlı işlere koşuşturmalıdır. Yarın, hizmetler için çok geç kalınmış olabilir. Mü’min, hizmetlerden bıkıp usanmamalı, hizmetleri külfet değil nimet bilmelidir. Sağlık sıhhati yerindeyken, Allah Tealanın davasına hizmet ederek, nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışmalıdır ki ebedi nimetlere kavuşabilsin. Tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanan kimseden, şifa bulması karşılığında, gece gündüz hizmet etmesi istense hiç tereddüt eder mi? Düşünüp ibret almak lazım. Rabbimiz: “O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.” (Enbiya, 19)

Mü’min, nerede acele edip, nerede acele etmeyeceğini, neleri isteyip, neleri istemeyeceğini çok iyi bilmelidir. Mü’min, hayırlı işlerinde acele etmeli, sanki yangından mal kaçırır gibi hayırlı işlere koşuşturmalıdır. Yarın, hizmetler için çok geç kalınmış olabilir. Mü’min, hizmetlerden bıkıp usanmamalı, hizmetleri külfet değil nimet bilmelidir. Sağlık sıhhati yerindeyken, Allah Tealanın davasına hizmet ederek, nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışmalıdır ki ebedi nimetlere kavuşabilsin. “Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler.” (Enbiya, 20) buyurmaktadır. Hizmet ehli mü’min, hizmet esnasında, kâfirlerin, münafıkların hatta bir kısım gafil Müslümanların bin bir çeşit engelleri ile karşılaşabilir. Allah Tealaya güvenip dayanırsa bu engellerin hepsini kolayca aşabilir. Rabbimizin beyanına göre, en büyük engellerle dava önderleri peygamberler karşılaşmışlardır. Rabbimiz: “Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o

alay konusu ettikleri şey kuşatıverdi.” (Enbiya, 41) “Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütuftur.” (Maide, 54) buyurmaktadır. Allah yolunun samimi yolcuları, bu yolda hiçbir engel tanımazlar, engeller onların hızını kesmek şöyle dursun, hızlarını artırır. Hizmet heyecanlarını artırır. Aştıkları her bir engelin kendilerini Rablerine yaklaştırdıkları bilinci ile koşuştururlar. Rabbimiz: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez.” (Enbiya, 47) buyurmaktadır. Allah yolunun samimi yolcuları, en yakınları da olsa, kırılır incinir kaygısı ile hakikati söylemekten çekinmezler. Rabbimiz, İbrahim -aleyhisselam-’ dan bahisle: “O babasına ve kavmine: ‘Şu Karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Dediler ki: ‘Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.’ ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz’ dedi.” (Enbiya, 52,53,54) buyurmaktadır. Aklı başında insan; anasının, babasının, çoluğunun çocuğunun, kavminin kabilesinin, eşinin dostunun, peşine düşerek haktan hakikatten uzaklaşmaz. ŞUBAT 2013 / 295

25


Giyim Âdabı G

iyilecek elbiseler temiz, sâde olmalı, vücut hatlarını ve teni belli edecek kadar dar ve ince olmamalıdır. Örf ve âdete aykırı, aşırı derecede dikkat çekici, ya da gülünç duruma düşürücü, toplumu rahatsız edecek kadar kirli, sökük, yırtık, pejmürde, kötü görünümlü de olmamalıdır. Her hususta olduğu gibi elbise hususunda da israfa kaçmamalıdır. Büyüklenmek, böbürlenmek için giyilen elbiseler, cehennem alevlerinden birer giysidirler. Kibirlenmemek, böbürlenmemek şartıyla güzel elbiseler giymek mubahtır. Bilhassa ibadet ederken toplum huzuruna çıkarken buna çok dikkat etmelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf 31) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ey müminler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyiniz ve Allah yolunda sarfediniz. Ancak israfa, kibir ve gurura kaçmayınız.” (Buhârî) Şöhret ve gösteriş için elbise giymek de memnûdur. Bu hususta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: 26

DERGiSi

“Bir kimse şöhret elbisesi giyerse, Allah Teâlâ kıyamet gününde öyle bir elbise giydirir ki, onu cehennem alevleri içinde yakar.” (Ebû Davud) Şöhret elbisesi bir varlık gösterişi olabileceği gibi, zühd ve takva gösterişi şeklinde de olabilir. Netice itibariyle her ikisi de aynıdır. Hatta ikincisi birincisinden daha da çirkindir. Kadınların ve erkeklerin kendi yaratılışlarına ve konumlarına uygun elbiseler giymesi gerekir. Kadınların erkek elbisesi, erkeklerin kadın elbisesi giymesi asla caiz değildir. İbni Abbas radıyallahu anhuma: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, “erkeklerden kadınlara benzeyenlere ve kadınlardan erkeklere benzeyenlere lânet ettiğini” rivayet etmiştir. Bu benzeyiş ya davranışlarda ya da giyimde olur. Kadınların konuşma şekline, oturup kalkmak, yürümek ve benzeri davranışlarına özenip onlara benzemeye çalışmak, onların giysilerine özenip onlar gibi giyinmeye kalkışmak taklitlerin en kötülerindendir. Kezâ kadınların da aynı şekilde erkeklere özenip onların giyimlerine, davranışlarına benzemeye çalışması müslüman bir kadın için onur kırıcı bir harekettir. Her cins yaratılışındaki özelliklere göre giyinmekle, davranmakla insanlık onurunu koru-

muş olur. Zamanımızda cinsiyet değiştiren kadın ve erkekler, toplumun ne derecelere düştüğünün açık bir göstergesidir. Gerek kadın ve gerekse erkekler görülmemiş bir şekilde israf yarışı içindedirler. Gardıroplarımız elbiselerle dolup taşmaktadır. Dindar kadın ve kızlarımız bile tesettür giyimde kendilerine göre geliştirilmiş modayı takip etmekte, çok cazip, dikkat çekici, pardösü, başörtüsü, çanta ve ayakkabı giymekte, çarşı pazar dolaşmaktadırlar. Hatta maalesef şimdi çok daha garip tesettür örnekleri ortaya çıkmıştır. Tamamen vücut hatlarını belli eden giysiler giyen kadınlarımız sadece başörtü ile tesettüre riayet ettiklerini düşünmektedirler. Tesettürden gaye sadece baş örtmek değildir. Tesettür Kur’an’da belirtilen ölçüye göre yapılmalıdır. Görülmesi haram olmayan el, yüz haricinde tüm vücudun, vücut hatları belli olmayacak şekilde kapatılması gerekir. Bir de “İslamcı sosyete” diye bir kavramın geliştiğini ve bunların çok pahalı markalı(tabi yabancı) kıyafetler giydiklerini duyuyoruz. Bu hususta erkekler de kadınlardan geri kalmamakta, bu yarışa onlar da büyük bir arzu ve istekle katılmaktadırlar. Ancak modayı takip etmek ve israf etmek ayrı şey, güzel ve temiz giyinmek ayrı şeydir. Müslüman kadın ve erkek elbette temiz, düzgün ve güzel


elbiseler giymelidir. İslâm dini buna karşı değildir. Bilakis teşvik etmektedir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Siz, muhakkak din kardeşlerinizin yanına varacaksınız. Binitinizi düzeltiniz. Elbisenizi iyileştirin. Halkın arasında sanki (yüzdeki) ben gibi olunuz. Zira Allah çirkin görünüşlü olmayı ve fenâ konuşmayı sevmez.” (Ebu Dâvud) Maddî imkânı iyi olanlar israfa kaçmadan, kibir ve gurura, gösterişe bulaşmadan, diğer insanlara göre daha pahalı elbiseler giyebilirler. Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi hakikaten sever.” (Tirmizî) Kadınların mahrem yerlerini gösteren açık elbise giymeleri veya kapalı olduğu halde vücut hatlarını gösterecek şekilde dar elbise giymeleri haramdır. Çıplaklık toplumda fitneye sebep olduğu gibi, kocasının kendi üzerindeki kocalık hakkına da saygısızlıktır. Elbette hepsinin üstünde Allah Teâlâ’ya isyandır. Şu husus kesin olarak bilinmelidir ki, çıplaklık ne bir medenîliktir ve ne de kadın hürriyeti ile ilgilidir. Kadın farkında olmadan modaya ve erkeklerin şehvetlerine ve behimî arzularına alet olmaktadırlar. Kadın ana olmak, hayırlı evlat yetiştirmek, eşine yardımcı, evinde bir huzur kaynağı, sevginin ve saygının bir sembolü olmak sûretiyle medenî olur. Bugünün kadınları şayet kadın hakları ile ilgili bir mücadele vereceklerse, kendilerini kadınlık

onurundan, kadınlık özelliklerinden uzaklaştıran, bir metâ durumuna düşüren kalın kafalı, ilkel, inançsız, kişiliksiz erkeklere ve yönetimlere karşı mücadele etsinler ve yeniden analık ve mürebbiyelik tahtlarına otursunlar. Kadınlar, evlerinde daha güzel elbiselerini giymeli, kocasına karşı süslenmelidir. Dışarıya çıkarken asla koku sürünmemeli, dikkat çekici yürüyüş ve davranışlardan sakınmalıdır. Zaruret olmadıkça da sık sık çarşı pazar dolaşmamalıdır. Maalesef zamanımız kadınları çarşı pazara çıkarken süsleniyor ve fakat evlerinde bir hizmetçi kadın durumunda, çirkin görünümlü kılık-kıyafetle beylerini karşılıyorlar. Kadınların kocalarına karşı süslenmeleri, güzel elbiseler giymeleri, onları evine bağlayacak, evini bir huzur, bir saadet yuvası yapacak olan güzel davranışlar sergilemeleri İslâmî âdabdandır. İslâm dini ziyneti kadına helâl kılmıştır. Çünkü onun yaratılışındaki letâfete ziynet pek uygun düşmektedir. Onun için ipek ve altın, kadına helâl, erkeklere haram kılınmıştır. Müslüman kadın ve erkekler cuma günleri, bayram günleri, düğün ve derneklerde, herhangi bir toplantıya katılacakları zaman, yukarıda anlatılan ölçülere dikkat etmek şartıyla her zaman giydikleri elbiselerden daha güzel elbiseler giymelidirler. İslâm’da üniforma şeklinde bir kıyafat yoktur. Kadınlar için ille de çarşaf, erkekler için ille de şalvar ve cübbe gibi bir kıyafet belirlen-

memiştir. Kişi isterse çarşaf, cübbe ve şalvar giyer, isterse başka bir şey. Mühim olan İslâm’ın emrettiği şekilde örtünmektir. Giyimler milletlerin örf ve adetlerine, coğrafî şartlara göre değişik olabilir. Bu hususta İslâm dini asla müdahil olmamıştır. Ancak gayr-i müslimlerin dînî sembolleri olan giysileri giymek katiyetle menedilmiştir. Yırtıcı hayvanların derisinden elbise yapmak da, giymek de yasaklanmıştır. Ebu Melih, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yırtıcı hayvanların derilerini kullanmaktan nehyetti.” diye rivayet etmiştir. (Ebu Davud, Tirmizi) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli renk ve desenlerde elbiseler giymiştir. Ancak beyaz elbise giymeyi tavsiye etmiştir: “Beyaz elbise giyiniz. Çünkü o son derece temiz ve hoştur. Ölülerinizi de beyaz bez ile kefenleyiniz.” (Tirmizi) Gerek kadın ve gerekse erkekler, iç çamaşır giymek hususunda da aynı titizliği göstermelidirler. İç çamaşırların da temizliğine dikkat etmeli, kadın ve erkek kendi yaratılışlarına uygun tarzda giyinmelidirler. Çorapların temizliği hususunda titiz davranmalıdırlar. Bilhassa câmilere, kokan kirli çoraplarla asla gitmemeli ve cemaati rahatsız etmemelidirler. Müslüman tavır ve davranışlarıyla olduğu kadar giyimiyle de İslâm’ın mehâbetini, göstermeli, İslâm kimliğini tezahür ettirmelidir.

ŞUBAT 2013 / 295

27


Selim Armağan

Kur’an İklimi

selim.armagan@ilkadimdergisi.net

“Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk’ın huzuruna azab içinde getirileceklerdir.” ( Sebe: 38 )

Ayetleri Etkisizleştirmeye Çalışmak

T

arih boyunca hakkın ve hakikatin karşısında olan zalimler eksik olmamıştır. Her Âdem’in bir İblis’i, her Musa’nın bir Firavun’u, her İbrahim’in bir Nemrud’u ve her Muhammed’in binlerce Ebu Cehil’i olmuştur. Allah’ın dininin düşmanları bitmemiştir. Dün İsfendiyarın masallarını Allah’ın kitabının benzeri diye okuyanlar bugün “Batı klasikleri okunmalı, bu yaşlarda Kur’an okunmaz, sana çok ağır gelir, ilk etapta sana lazım olan kitapları okumalısın, kendini geliştirmelisin.” diye inancı ve imanı öteleyen, sözüm ona müslüman eğitimcilerle karşı karşıyayız. Bu tavsiyelerde bulunanlar acaba Allah’ın ayetlerini genç beyinlerin algılamasından uzaklaştırdıklarının farkındalar mı? Üzülerek müşahede etmekteyiz

28

DERGiSi

ki; maalesef medya patronları günümüz dünyasının gerçek öğretmenleri oldular. Ülkeleri gelişmişliklerine göre sınıfları yaptılar. Kalemlerini ellerindeki radyo televizyon, internet, sosyal medya v.s çağdaş tabiri ile iletişim vasıtalarından seçtiler. Zavallı halkları da kötü emellerinin öğrencileri yaptılar. Okuryazarlık artık medya okuryazarlığı oldu. Medyanın sahte öğretmenleri de kundaktaki bebekten itibaren sihir, büyü ve şiddet dolu çizgi filmlerle yetiştirdikleri gençleri cinsellik ve moda bataklılarında tükettiler. Ailesine ve toplumuna yabancı, dininden ve inancından uzak, geçmişinden kopuk, geleceğine bağlanmayan muallâkta bir nesil olarak yetiştirdiler. Her zamanda ve mekânda Allah’ın ayetlerini hükümsüz kılmak için çalıştılar. Bugün kendisi-

ni inançlı sayan büyük kitleler inandıkları Rablerini ne kadar tanıyorlar ve inandıkları gibi hayat sürüyorlar? Tarih, Firavunun azat bilmez köleleri gibi güç ve iktidar karşısında tapınırcasına ona boyun eğen zavallılarla doludur. Her gün yanından geçtiği halde caminin içine girmeyen hatta merak dahi etmeyen, ezanı bile duyamayan müslüman kişi acaba görüyor ve duyuyor mu? İngilizce dünya dili oldu mutlaka öğrenmeliyiz diyen Müslüman, ahiret dili olan Kur’an’ı anlamaya ne kadar zaman harcıyor? Her konuşmasında Kur’an’ın yüce bir kitap olduğunu ve mutlak doğruları anlattığını söyleyen, insanlığın kurtuluşunun Allah’ın kitabına sarılmakta olduğunu anlatan ama Kur’an’ın mealini dahi okumamış, belki Kur’an okumasını dahi bilmeyen bu kişi


söylediklerinde ne kadar tutarlıdır? Ve ne kadar samimidir? Gözümüz, etrafımızdaki Kur’an düşmanlarını mutlaka görmelidir. Allah’ın ahkâmını yok etmek isteyen, peygamberî uygulamayı çağdışı sayanların tuzaklarını da görmeli ve ümmetin çocuklarını aydınlık yola, hidayet yoluna, Rabbani yola yöneltmelidir. Çağdaş eğitim modelidir. Dünya çocuklarını böyle eğitiyor diye sağır ve kör olup maymun gibi taklitçi mi olmalıyız? Eğitim sistemleri önemlidir ancak en önemli olan eğitilmiş dediğimiz kişilerin durumlarıdır. Ahlaktan yoksun okumuş kişi belki vali olmuştur ancak insan olamamıştır. Zira ahlak ve kuralları insanlar içindir. Efendimiz “Hayâ imandandır.” buyurarak mü’minin hayâsız olmayacağına işaret ediyor. Ozaman sormalı değil mi? Bu kadar hayâsız, peygamberî eğitim mi aldı da böyle oldu? Cevap hayırsa o zaman kendine imanın esasları ve doğrular geldikten sonra zalimlere uyup hayatını bedbaht eden kişinin hayatından ibret almalı. Efendimiz zamanında Mekke’de Ukbe b. Ebî Muayt isimli bir kâfir vardı. Hz. Peygamber s.a.v’in toplantılarına çokça gelirdi. Bir gün Efendimizi ziyafete davet etti. Peygamberimiz de kelime i şahadeti söylemeden, yemeğini yemeyeceğini söyledi. Ukbe de kelime-i şahadeti getirdi. Ukbe’nin yakın arkadaşı Übey b. Halef bunu duyunca onu azarlayarak “Eğer sen, onun

ensesine vurup yüzüne tükürmezsen seni affetmeyeceğim” der. Şeytanı dost edinen Ukbe de Kâbe’de karşılaştığı Peygamber a.s’a secdede iken bu kötü fiilleri işler. Bunun üzerine de:

ğun ne kadar süre emzirileceğine kadar; boşanma hukuk ve adabından çocuk eğitimine, kişisel hak ve özgürlüklerden toplumsal ödevlere kadar her şeyi bir hükme bağlamıştır.

“O gün ahiret gününde zalim kimse ellerini ısıracak: “Eyvah!” diyecek, “keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!” “Eyvah!”, “keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur’an bana gelmişken O, hakikaten beni Kur’an’dan saptırdı. Şeytan insanı uçuruma sürükleyip sonra yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır. (Furkan:27-29 ayetleri nazil oldu. Bu şeytanlar peygamberin s.a.v meclisinden adam alıp cehenneme sürüklerler. Herkes kiminle dost olduğuna bir kez daha baksın.

Tüm şeriatında haram kıldığı domuz etinin dünyada ve müslümanlar arasında kolay ulaşılmasına ve yaygınlaştırılmasına katkı sağlamaktan tutun da sabah akşam günde onlarca kez faiz reklâmına, eksik ölçü ve tartıdan haksız ve haram ticarete kadar çarşı ve pazarda Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakmaya çalışanlar o gün huzura tutuklu olarak getirileceklerdir.

“Biz neden asr-ı saadette dünyaya gelmedik yahut peygamberlerin çağında dünyaya gelmedik” diyenler mallarını, mülklerini, zamanlarını... velhasıl nelerini ne kadar Allah yoluna ve onun peygamberinin işaret buyurduğu yerlere sarf edebiliyor? Ne kadar kendini ve çocuklarını onun istediği şekilde Kur’anî bir mümin olarak yetiştirmeye gayret ediyorlar? Rabbimiz hayatın hiçbir bölümünü boş bırakmamıştır. Yaş ve kuru ne varsa hepsini Kur’an’da zikretmiştir. Hüküm koymuş, nasihat etmiş, geçmiş milletlerden örnekler vermiştir. Her şeye bir nizam ve adap koymuştur. Kimlerle evlenileceğinden çocu-

Kâfirlerin taklitçisi olup müslümanın yiyeceğine içeceğine katkı maddesi vs. adı altında haram katanlar, iffetlerini özgürlük adına ayaklar altına alanlar kadar; müslüman gençleri İslam fıtratından uzaklaştıranlar, faizsiz ticaret olmaz, içkisiz yemek olmaz, müziksiz ve danssız eğlence olmaz diyen salyalı kuduzlar elbette Allah’ın hükmünü boşa çıkaramayacak ve başarılı olamayacaklar. Allah bu fitne ortamında kavrulan İslam ümmetini korusun. “İnanan erkek ve kadınları fitneye düşürüp (işkence yapıp) sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” (Burûc:10) Ayetinde ferman buyrulduğu gibi zalimler, onların yardakçıları, uşakları, şakşakçıları ve şeytanın yoldaşları da cezalarını mutlaka bulacaklar. ŞUBAT 2013 / 295

29


Hadis İklimi Ahmet Ağmanvermez a.agmanvermez@ilkadimdergisi.net

“Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.” (Buhari, İman, 39)

Kalbi Muhafaza veya Kalb-i Selime Sahip Olmak!

G

önül sahibi, gözü yaşlı bir sahabe olan Vâbisa İbni Ma’bed -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor: Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna varmıştım. Bana hitap ederek: “İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. Ben de: “Evet yâ Rasûlallâh!” dedim. O zaman şöyle buyurdu: “Kalbine danış. İyilik, sana uygun gelen ve yapılmasını kalbinin tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye fetva verse bile içinde şüphe uyandıran şeydir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227-228) Selim bir kalp, hakikatin şaşmaz pusulasıdır. Onun hastalanmasına sebep olan şeyler ise, gaflet, ihtiraslar ve günahlardır. Kalplerin hastalığı ise her şeyden önce

30

DERGiSi

iman ve inanç konusundaki şüphe ve tereddütlerle birlikte, ibadetsizliktir. “O gün, ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89) Kalb-i selîm, Allah’ın dışındaki her şeyden arınmış bir ayna gibi Cenabı Hakk’ın sıfatlarının tecelli ettiği bir kalptir. Hak Teâlâ, kulunun kalbini selim bir halde görünce, onu sever ve ondan razı olur. Bu sebeple Rabbimizin cennet davetine ve ihsan edeceği sonsuz nimetlere lâyık olabilmek için kalb-i selîm sahibi olmalıyız. Bir Hadîs-i şerîfte - Efendimiz - sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor: “Mü’min, bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen terk edip tövbe ve istiğ-

far ederse kalbi cilâlanır, eski parlaklığına kavuşur. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve neticede kalbini büsbütün kaplar.” (Tirmizî, Tefsîr, 83) Kararmış, hasta bir kalbin üç alâmeti vardır: 1- Kişinin kalbi günahlardan ürperti duymaz.2İtaat ve ibadetler kalbine lezzet vermez. 3- Nasihatler tesir etmez. Kalbin önemi bir başka hadiste şöyle belirtilir: “Şunu da bilin ki insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.” (Buhari, İman, 39) Âlimlerimiz bu hadisi delil göstererek, aklın, kalpte olduğunu


ifade ederler. Kalp; bedende maddi vücudun da, manevi, ruhi âlemin de lideridir. Lider düzgün olursa, yönetimi de düzgün olur. İnsanlar yöneticilerine tabidirler. Kalbin bozuk olması, haramlara meyilli olması demektir. Bütün bilgiler kalpte toplanır. İnanmak, sevmek, korkmak kalbin işidir. İman eden de, kâfir olan da kalptir. Güzel ahlakın da, kötü ahlakın da yeri kalptir. Kalp, ayrıca idrak ve anlayışın merkezidir. Nitekim yüce Allah: “Yemin olsun ki biz, cinlerden ve insanlardan pek çok kişiyi, cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır; ama idrak etmez, anlamazlar…” (A’raf, 7.179). “Bu Kur’an’da kalbi olan ve kulak veren kimseler için öğüt vardır.” (Kaf, 50.37) buyurarak, dinleyen ve anlayanların, öğüt alabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca Hacc Suresi 46. ayete ise “…Gözler kör olmaz. Ancak gönüldeki kalpler (kalp gözü) kör olur.” buyrularak gerçek körlüğün gözlerde değil, kalplerde olacağı belirtilir. Kör olan kalp, zamanla paslanır. Onu, iman, zikir, Kur’an-ı Kerimi okumak ve ibadetler ile cilalamak, nurlandırmak ve manevi hastalıklara karşı da korumak gerekir. Nitekim yüce Allah “Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.” (Mutaffifîn, 4) ayeti ile günahların kalpleri paslandırdığı, istiğfar ve tövbenin de bu pasları gidereceği ifade

etmiştir. Kalbi temizlemek için gayret, mücahede ve mücadele lazımdır. Nefsimiz haramları mekruhları arzu eder. Mücahede (cehd,cihad,gayret) nefsin istemediği şeyleri yapmak, nefse muhalefet etmek demektir. Nefsimiz iyilik ve ibadet yapmak istemez. Allahü teâlâ dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Namaz kılmayan ve kendisine farz olan diğer ibadetleri yapmayan, günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Zaten namazı terk etmek, en büyük günahlardan biridir. Hatta namaz kılmayana kâfir diyen âlimler bile olmuştur. Her türlü rezaleti işleyip de, “sen kalbe bak” demek dinsizlerin veya din cahillerinin sözüdür. Kalpte ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allah’ı anarak ibadet yaparak kalpten dünya sevgisi çıkarılınca kalp temiz olur. Temizlenmiş kalbe Allah sevgisi kendiliğinden dolar. Günah işleyince kalp kararır, hastalanır. Dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalpler bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka sevgileri temizlemek lazımdır. Bir kalpte iki veya daha fazla sevgi bulunamaz. Kur’an-ı Kerim’de “Allah insanın içinde iki kalp yaratmamıştır” buyruluyor. (Ahzab -4) Bedenin sultanı olan kalp, Allah’ı zikretmekle ihya olup, nura kavuştuğunda, bütün uzuvlara isabetli emirler verir. Neti-

cede kul, Hakk’ın razı olduğu bir kıvama erişir. Nitekim Cenabı Hak Ra’d suresi, 28. ayette “...Bilesiniz ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” buyurarak konuya dikkat çekiyor. Bu sebeple mürşid-i kâmiller, gönüllerin her fırsatta ve devamlı olarak Allah’ın zikriyle meşgul olması gerektiğini söylerler. Yahyâ bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur: “Allah’ın zikriyle gönüllerinizi yenileyiniz. Çünkü gönüller çabuk gaflete düşerler.” Lokman Hakîm, oğluna dedi ki: “Âlimlerin (ve ariflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sözlerini dinle! Çünkü Allâh Teâlâ, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nuruyla diriltir.” (Heysemî, I, 125) Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- öğütlerinde şöyle buyurur: “Kalpler altı şeyden dolayı çürür ve bozulur: 1- Tövbe ederim ümidiyle günah işlemek. 2- İlim öğrenip, gereğince amel etmemek.3- İbadet ve davranışlarda samimi (ihlâslı) olmamak. 4- Allâh’ın verdiği nimetlerden yararlanıp, şükretmemek.5- Allâh’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak. 6- Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak.” Cenabı Hak bizleri ibadet ve zikirle kalbini diri tutan, hüsnü hatime ile tevhit ve iman ile kendine kavuşanlardan eylesin. Âmin. ŞUBAT 2013 / 295

31


Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

FIKIH

İslam’da Tesettür

T

esettür erkek veya kadının şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir. Bir kişinin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine “avret yeri” denir. Başka erkek veya kadının başkasının yanında avret yerlerini örtmesi gerektiğinde görüş birliği vardır. Sağlam olan görüşe göre, bir kimse tek başına olduğu zaman da örtünmelidir. Buna göre, bir kimse temiz elbisesi bulunduğu halde kimsenin olmadığı bir yerde, karanlık bir odada bile olsa çıplak olarak namaz kılarsa bu caiz olmaz (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Mısır, (t.y) I, 375). İslam da örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır. Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak içindir. Ayette şöyle buyurulur: “Mümin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir” (en-Nûr, 24/30). Kadınların örtünmesi konusunda da şöyle buyurulur: “Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden

32

DERGiSi

görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin” umduğunuza nail olasınız” (en-Nûr, 24/31). Öte yandan kadın yaşlanıp ay halinden kesilir ve cinsel yönden erkeklere istek duymaz olursa, bunun için örtünmede bazı kolaylıklar getirilmiştir. Ayette şöyle buyurulur: “Ay halinden kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar zinet yerlerini erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır” (en-Nûr, 24/60).

Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayette şöyle buyurulur: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok yarlığayıcı ve çok esirgeyicidir” (el-Ahzâb, 33/59). Hz. Peygamber (s.a.s) örtünme ile ilgili bu ayetlerin tefsirini yapmış ve uygulama esaslarını göstermiştir. Hz. Âişe’den rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Rasulünün huzuruna girmişti. Rasulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti” (Ebu Davûd, Libâs, 31). “Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez” (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259). Erkeklerin örtülmesi gereken uzuvları göbekleri altından diz-


leri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamberin şu hadisidir: “Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır” (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise bir fitne korkusu bulunmadıkça namazda da namaz dışında da avret değildir. Sağlam görüşe göre, ayaklar da avret sayılmaz. Çünkü ayaklarla yolda yürünür ve yoksullar için bunları örtme zorluğu vardır. Yine sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da örtülmelidir. “Kadınlar kendiliğinden görünen yerler dışında, zînetlerini göstermesinler” (enNûr, 24/31) ayetinde kastedilen, zinetlerin takıldığı yerler olup, eller ve yüz bundan müstesnadır. Hadiste şöyle buyurulur: “Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker” (Tirmizî, Radâ, 18). Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır: “Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; “Başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar...” (enNûr, 24/31) ayeti inince etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar”. Hür ve Müslüman Kadının Örtünme Şekli Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Ten rengi görünmemelidir. Aynı zamanda örtünmede bulunması gereken

diğer önemli vasıf da vücut hatlarını belli edecek şekilde dar olmamalıdır. Müslüman bir kadının yabancı erkeklere ve Müslüman olmayan kadınlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri ve ayakları dışında vücudunun tamamı avrettir. Ayaklarda görüş ayrılığı olmakla birlikte sağlam görüşe göre ayaklar açık kalabilir. Bu yerlerin gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında örtülmesi farzdır. Kadınların mahrem olan hısımları yanında el, ayak, kol, saç ve benzeri zinet yerlerini açmaları caizdir. (en-Nûr, 24/31-32). Kadının kadınlara karşı avret yeri göbekle diz kapakları arasında kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler (el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I, 45). Tedavi gibi zaruret sebebiyle erkek veya kadının avret yerlerine doktor, ebe, iğneci ve pansumancı gibi kimselerin bakması caizdir. Ancak kadınların bu gibi tedavilerinde kadın doktor, ebe ve sağlık personelinin tercih edilmesi gerekir. Bunlar bulunmayınca “Zarûretler sakıncalı olan şeyleri mübah kılar” kuralı işletilir. Karı-koca birbirinin vücutlarının her yanına bakabilirler. Eşler arasında örtünme zorunluluğu söz konusu olmaz. Ancak “galîz avret” sayılan hayâ yerlerine bakmaması edebe daha uygundur. Çocukların Avret Yeri Çok küçük çocukların avret yeri yoktur. Bunun sınırı dört yaşa kadardır. Bu yaştan küçüklerin

bedenine dokunmak veya bakmak mübahtır. Sonra kendilerine cinsel istek duyulabilecek çağa kadar, yalnız hayâ yerleri avret yeri sayılır. Daha sonra on yaşına kadar sadece ön ve arka uzuvları ve bunların çevresi ile uyluklar avret kabul edilir. Çocukların on yaşından sonra erkek olsun kız olsun, avret yerleri, namazda ve namaz dışında, erginlik çağına ulaşmış kimselerin avret yeri gibi sayılır (İbn Abidîn, Reddü’lMuhtâr, Mısır, (t.y), I, 378). Bir Kadın Kimlerin Yanına Açık Olarak Çıkabilir? Müslüman bir kadının diz kapağı ile göbeği arası, karın ve sırtı dışında diğer yerlerini yanlarında örtmek zorunda bulunmadığı hısımları ya da birlikte yaşanacak durumunda olduğu kimselerin kimler olduğunu Nûr sûresi 31. ayetinde saymıştır. 1- Kocası. 2- Babası 3- Kayınpederi 4- Oğlu 5- Kocasının oğlu 6- Erkek kardeşi 7- Erkek kardeşinin oğlu 8-Kız kardeşinin oğlu. 9- Müslüman kadın. Çünkü mü’min bir kadın, gayri müslim kadınların yanında diğer yakın hısımlarının yanında açıldığı gibi açık oturamaz. 10-Kölesi ve câriyesi. 11- Erkekliği kalmamış hizmetçiler 12- Kadınların gizli yerlerine bakmaktan anlamayan küçük çocuklar. Bunlardan başka dede, amca, dayı, sütkardeş gibi kendileriyle sürekli olarak evlenmek yasaklanan hısımların yanına da kadın süs yerleri açık olarak çıkabilir. Ancak bir fitne korkusu olunca kadının örtünmeyi tercih etmesi daha temiz ve daha uygundur. (Şamil Ansiklopedisi) ŞUBAT 2013 / 295

33


TASAVVUF

Cemil Usta

cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Unuttuğunda Rabbini An!

Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 19) Allah’ı unutmaktan maksadın Allah’ın kulu olduğu bilincinden yoksunluk ve ona karşı kulluk borcunu umursamama olduğu anlaşılmaktadır. Burada Allah’ı unutmanın yaptırımı ve sonucu, Allah’ın da onlara kendilerini unutturması şeklinde ifade edilmiştir. “Kim de Ben’i anmaktan (Ben’i hatırlatan kitaptan ve Bana davet eden Peygamber’den) yüz çevirirse şüphesiz onun dünyada sıkıntılı (dar) bir hayatı olacak.” (Taha, 24) Allah’ı hatırlamanın/zikrin çeşitleri çoktur. Lafza-i Celal (Allah lafzı), diğer Esma-i Hüsna ve kelime-i tevhidi söylemek zikir olduğu gibi Kur’an tilaveti, Hadis-i Şerif kıraati, dini ilimleri öğrenmek de zikirdir, zikrullahtır. Zikir, kalplerin anahtarıdır. Zikirden yüz çevirmek de kalbin kapısını kapatmak demektir. Dünyada Kur’an’ı, dini emirleri unutan kimsenin mahşerde Allah’tan alacağı cevap şöyledir: “İşte böyle; çünkü sana ayetlerimiz geldi ama sen onu unuttun. Bugün de aynı şe-

34

DERGiSi

kilde sen unutuluyorsun.” (Taha, 26) Namaz da bir zikirdir. Zira namaz, Allah Teala ve Tekaddes Hazretlerinin rızasına bir vesiledir. Namazın içinde hamd, tesbih, tehlil, takdis, tazim, kıraat, dua şehadet, tevhid -hülasa- hepsi mevcuttur. Namazı kılmayan kişiler böyle bir zikirden mahrumdur. Korkulur ki onlar da mahşerde unutulanlardan olacaklardır. Onlardan olmamak için namazlarını huşu içinde eda etmeleri, önceden kılmadıklarının kazasını da samimi tevbe ve istiğfarla kılmaları güzel olacaktır. Rabbimiz Teala Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurur: “Rasulüm! Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikir (anmak) elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 45) Rasul-ü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz de şöyle buyururlar: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin hali diri ile ölünün hali gibidir. Rabbini zikreden kimse diridir, zikretmeyen kişi de ölüdür.” (Buhari) Nebiy-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem bir defasında, “İmanınızı daima yenileyiniz.” buyurdu. “Ya Rasulallah,

imanımızı nasıl yenileyeceğiz?” diye sual olundu. Cevaben “La ilahe illallah zikrini çok yapınız.” buyurdu. (İbn-i Hanbel) Cenab-ı Hak has kullarını vasfederken şöyle buyurur: “Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (Furkan, 73) Kişiler, “Allah her an beni görüyor, yaptıklarımdan da haberdardır. Her an kalbime nazar ediyor, kalpten geçen vesveseleri de O iyi bilir.” idraki ve şuuru içinde olmalıdır. Böyle düşünebilen, sürekli ilahi kontrol altında olduğunun idraki içindeki bir mü’min asla günah işlemez. Bir an günaha yönelse bile hemen “tevbe-i nasuh” ile günahını siler ve Allah’tan korkar. Kişi ancak Allah’ı unuttuğu zamanlarda haram ile iştigal edebilir. “Rabbim beni görüyor” diye düşünen bir kişi içki içemez, zina edemez, cinayet işleyemez, intihar edemez vs. Netice olarak haramlara yönelmenin temel sebebi gaflet, Allah’ı zikretmemek, Onu unutmaktır. Şunu bilelim ki unutan unutulur. Rabbimiz, bizleri Sen’i gerçek manada idrak eden ve “ihsan” derecesinde yaşayan kullarından eyle. Âmin.


Fatih Yılmaz

fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

R

abbimizin bize emrettiği en önemli noktalardan biri de ihsandır. İhsan; iyi, cömert, hoşgörülü, affeden, merhametli, nazik olma v.s… anlamına gelir. Toplumsal hayatta bu, adaletten daha önemlidir. Çünkü adalet sağlıklı ve dengeli bir toplumun temeli ise, ihsan onun mükemmele erişmesidir. Bir taraftan adalet, toplumun haklarını çiğnemekten ve zulümden korurken, diğer taraftan ihsan, zevkli yaşamaya değer bir hale sokar. Bu dünya, ebedi kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Önemli olan bu fani âlemde kaliteli insana yakışır bir şekilde yaşamaktır. İhsan, sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ve taatta bulunmak demektir. Çünkü biz O’nu görmüyorsak da O, bizi her zaman ve zeminde müşahedesi altında tutmaktadır. Cibril (a.s) sahabelerden Dıhye (r.a)’nin şeklinde Hz. Peygamber –aleyhisselatü vesselam-‘in huzuruna gelmiş ve ona “İhsan nedir?” sorusunu sormuştur. Peygamber –aleyhisselatü vesselam- ihsanı şöyle tanımlamıştır: -Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Zira sen O’nu (gözle) görmesen de O, seni görüyor.” Ayet-i kerimelerde “Allah, insana şah damarından daha yakındır. Nerede olursak olalım O bizimle beraberdir.” buyrulmaktadır. Şairin dediği gibi, insan, O’nu taşrada ararken; çok

geçmiş zaman olur ki

İhsan çok uzaklarda ararken “Ben taşrada ararken; O, can içinde can imiş.” Murakabesinin muhatabı oluyorsunuz. Yunus’umuz yedi yüz sene önce aşkın zirvesine ulaşıp: “Beni bende demen, bende değilim bir ben vardır bende benden içeru. Süleyman kuşdili bilür dediler, Süleyman var Süleyman’dan içeru.” diyor. İhsan yalnız ibadetle ilgili meselelerde mü’minin yükümlü olduğu bir sorumluluk değil, bütün söz ve işlerindeki değişmez tavrıdır. Hz. Peygamber –aleyhisselatü vesselam: “Allah her şeyde ihsan ile davranılmasını kullarının üzerine gerekli kılmıştır. Bundan dolayı öldürdüğünüze de güzel davranın, hayvanların kesimine de güzel davranın.” buyurmuştur. İhsan şuuru, yağmur yüklü bulutlar gibi bir baştan bir başa bütün kalp tepelerini sarınca, ilâhî nurlar sağanak sağanak boşalmaya başlar… İhsandan başka bir şey düşünmeyenler, bu ilâhî füyuzatı suya hasret toprak misali emerler, içine çekerler. Girdikleri manevi iklimi de çevrelerine doyasıya yaşatırlar. İnsanı Hakk’a ulaştırmada en aldanmaz vesilelerden biri kalptir ve kalbin en büyük ameli de ihsandır. İhsan nedir bilir misin sen; neyi bulmaktır? İhsan, ihlâs yamaçlarına açılmanın en emin yolu,

Rıdvan tepelerine ulaşmanın en sıhhatli vasıtası ve Şâhid-i Ezelî’ye karşı da bir temkin şuurudur. İhsan; Rabbini görür gibi meftun olmaktır, O’na doğru her gün, imanla donanmış, amelle kanatlanmış ve takva ile derinleşmiş yüzler, binler yolculuğa koyulurlar ama o zirveye ya birkaç insan ulaşır, ya da ulaşamaz. Ulaşamayanlar, ulaşma adına didinmelerini sürdüredursunlar; ulaşanlar orada Allah’ın (c.c) sevmediği şeyleri bütün çirkinlikleriyle duyar, hisseder ve onlara karşı kapanır; Allah’ın (c.c) güzel gördüğü şeylerle de fıtratının gereğiymişçesine birleşir, bütünleşir ve sürekli “ma’rûf” teneffüs ederler. Şair şu anlamlı mısralarında ne güzel söylüyor: “Hak tecelli eyleyince her işi asan eder, Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Yapılan iyiliğin ve ihsanın inkâr edilmesi hoş görülmemiş, birtakım insanların yapılan iyilikleri inkâr etmelerinin kendilerinin cehenneme girmesine sebep olan bir haslet olduğu bildirilmiştir. Kocalarını ve kocalarının iyiliklerini inkâr eden kadınların cehenneme gireceği, Buharî ve Müslim’in iman bahsinde bildirilmiştir. Allah bizleri ilmiyle amil, yönetimiyle adil, sözüyle özüyle doğru, iman ve ihsan sahibi kullarının zümresine dâhil etsin. Âmin. ŞUBAT 2013 / 295

35


Ahmet Belada

ahmet.belada@ilkadimdergisi.net

tarihe yön verenler

Sütçü İmam

M

illetlerin hayatında bazı dönüm noktaları vardır. Milletlerin yok edilme ile yüz yüze geldikleri anlarda yapılmış olan mücadeleler ve bunların sonuçları, gelecek nesiller için ibret ve örnek olmaktadır. Türk milleti de zaman zaman âdeta yok olma ile karşı karşıya gelmiş, ancak hürriyetinden asla vazgeçmemiş, düşmanlarının “hasta adam” veya “bunların işi bitti” dedikleri anda toprağı yararak başını kaldırmış ve “ben buradayım” diye haykırmıştır. Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam olayını böyle okumak ve böyle anlamak gerekir. Sütçü İmam hakkında bilgi vermeden önce o döneme ait bazı bilgiler aktaralım. 1914’de başlayıp 1918’de sona eren I. Dünya Savaşı’na Osmanlı devleti, İttifak Devletleri* yanında girmiştir. Dört yıl süren bu savaş, Avrupa ve Osmanlı topraklarını kan ve ateş içinde bıraktıktan sonra Osmanlı Devleti’nin ve taraf olduğu ittifakın yenilgisiyle sonuçlandı. Yaklaşık on cephede girdiğimiz savaşı Çanakkale ve Kût-ül Amare hariç hepsinde kaybettik. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri** arasında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması’nın 7. Maddesine dayanan İtilaf Devletleri, ülkenin azınlıkların yaşadıkları yerlerle beraber stratejik ve ekonomik ba36

DERGiSi

kımdan değeri büyük önemli bölgelerini işgale başladılar. Maraş da bu işgal edilen şehirler arasındaydı. MONDROS MÜTAREKESİ VE UYGULAMALAR Mütarekenin 7. maddesi gereğince, yıllarca emniyet içerisinde yaşayan azınlıklar ‘güvensizliklerini ileri sürerek’ itilaf devletlerini deyim yerindeyse şehirleri işgale çağırmışlardır. (Doğu ve Güneydoğu’nun işgali böyle olmuştur.) İşgalci devletler özellikle İngilizler, Osmanlı ülkesindeki Rum, Ermeni, Arap, Kürt gibi unsurları hem birbirinden çeşitli vaatlerle ayırmak, hem de Türkler aleyhinde birleştirerek kışkırtmak için büyük çaba harcamıştır. Türkler için, Anadolu ortasında, küçük bir vatan haritası çizilmişti. Bu durumda, Sevr Antlaşmasıyla bu yapının güvence altına alınması istenmekteydi. İNGİLİZLERİN MARAŞ’A GELİŞİ İngilizlerin geliş haberini alan Maraşlı Ermeniler onları karşılamak için hazırlık yapmaya başladılar. Bu acı günümüzde bizi sırtımızdan vuran Ellik Gâvuru (Maraş halkının yerli Ermeniler için kullandıkları isim) şehre giriş ve kışlaya gidiş sırasında haddi aşan taşkınlık ve çılgınlıklarda bulundular. Hatta ‘yaşasın İngilizler, yaşasın Ermeniler, kahrolsun Türkler’ diye slogan attılar. Os-

manlının hoşgörüsü sayesinde rahat ve huzur içinde yaşayan, uyumlarından dolayı “Milleti Sadıka” olarak nitelendirilen Ermenilerin bu tutumları Türklerin gururunu oldukça incitti. Mondros Anlaşmasının 7. Maddesini bahane ederek maalesef İngilizler Maraş’a girdiler. Gelen İngiliz askerlerinin kahir ekseriyeti Hintli Müslümanlardan oluşuyordu. Hintli Müslümanlar, çok kısa bir süre sonra Türklerle oldukça iyi bir yakınlık kurdular. İNGİLİZLERİN YERİNE FRANSIZLAR GELİYOR Bir müddet sonra Maraş’ı terk eden İngilizlerin yerine Fransızlar geldi. Bu değişim esnasında Ermeniler kısmen tedirgin olurken Hintli Müslümanlar açıktan silahlarının bir kısmını Maraşlılara bırakıp gittiler. Musul ve civarını İngilizlere bırakan Fransa, oraya mukabil Urfa, Antep ve Maraş Sancaklarını işgal edecekti. Kıymetli okurlarım dikkatinizi sanırım çekiyor. Adamlar evcilik oynar gibi sen burayı ben orayı alayım. Yok, olmadı sen burayı ben orayı olayım ne acı. Daha acısı işgal kuvvetlerinin ve askerlerinin Mısır’lı ve Hintli Müslümanlardan olması…


O ELİM HADİSE 31 Ekim 1919 günü Ermeniler Fransız askerleriyle şehri dolaşıyorlardı. Önlerine gelen Türklere sözlü hakaretlerin yanı sıra fiili saldırıda da bulunuyorlardı. Öyle ki, Hükümet konağında nöbet tutan askere hakaret ederek devleti küçültücü laf ettikten sonra, ondan fuhuş haneyi göstermesini isterler. Nahak yere oradan geçmekte olan posta dağıtıcısını döverler. Vs… Tüm bu ve buna benzer havadisler kulaktan kulağa yayılıyor. Artık Maraş halkı patlamaya hazır bir bomba gibi. İzzet, şeref ve onuruna düşkün Müslüman Türk halkının durumunu bilmeyen İngiliz ve Fransız işgal kuvvetleri yaptıklarının yanına kar kalacağını sanıyorlardı. Türkler için son derce ıstıraplı ve ağır geçen, günler yavaş yavaş sona yaklaşıyordu. Zaten savaştan yenik çıkmışız. Bu yetmiyormuş gibi normalde kabul edilmesi mümkün olmayan, oldukça sinir bozucu maddelerden oluşan bir antlaşma yapmışız. Bütün bunlar Müslüman Türk milletini zaten şok etti. Artık bu şoktan kurtulma zamanı gelip çatmıştı. Tıpkı Hudeybiye Antlaşmasından sonra olduğu gibi… Gene bir gün ikindi üzeri bir Fransız askeri ve Ermeni eşkıyası kışlalarına dönüyorlardı. O sırada Uzun oluk Hamamı’ndan çıkmış ve evlerine gitmekte olan Maraşlı kadınları gören ve Fransız üniforması giyen işgalcilerden biri onlara yaklaşarak “Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde peçeyle gezilmez.” Diyerek kadının peçesini açtı. Kadının peçesini açan, Maraşlıların deyimiyle Ellik Gâvuruydu. Peçesi açılan Ayşe oracıkta bayıldı. Arkadaşları Hatice ve Fatma da feryada başladılar. Bunu duyan herkes top-

lanmaya başladı. Kız çocuklarını askerlerin elinden almak isteyen Çakmakçı Sait ve Gaffar Kabul Oğlu Osman dipçik darbeleriyle yere yığıldılar. Bu arada kadınlar oradan uzaklaştı. Karşıda ufak bir dükkânda süt satmakta olan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden SÜTÇÜ HACI İMAM KARADAĞ tabancasını alarak olay yerine geldi. Silahını kadınların peçesini açan ve Çakmakçı Sait’i yaralayan Ermeni’nin üzerine doğrultarak ateşledi. Yaralanan asker yere düştü. Öbürleri kaçtı. Yaralanan Çakmakçı Sait şehit, Ermeni askeri de öldü. Maraş’ta düşmana sıkılan bu ilk kurşun, Maraşlıları cesaretlendirirken diğer taraftan, Müslüman Türk’ün kendine yapılana seyirci kalınmayacağını gösterdi. Ölen Ermeni için büyük bir cenaze merasimi tertiplendi. Olay yerine henüz Maraş’ı terk etmeyen İngiliz askerleriyle birlikte Fransız askerleri geldi. Bu arada Sütçü İmam Nalbant Bekir’den aldığı atla Bert iz’in Ağabeyli Köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey’in yanına gitti. İşgalcilerin tüm aramalarına rağmen İmam bulunamadı. Çıldırmış gibi sağa sola ateş açtılar bu ateş esnasında ölenler oldu. Dahası Sütçü İmamın dayısının oğlunun ellerini ve ayaklarını bağlayıp burun ve kulaklarını ardından boğazını keserek şehit ettiler. SÜTÇÜ İMAM KİMDİR? Sütçü imam 1878 yılında Maraş’ta doğdu. Üç kız bir erkek olmak üzere dört çocuğu oldu. Düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş’tan kovulmasından sonra, harpteki fedakârlıklarına mükâfat olarak Belediye’ye odacı olarak alındı. Bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendine verildi. Abdülmecit Halife olun-

ca 101 pare top atmak için kaleye çıktı. Topların daha yarısını atmadan, top atımı sırasında barutun etkisiyle ısınan namlunu topun erken ateş alması neticesinde yandı. Ağır şekilde yaralanan Sütçü İmam, Alman Eytamhanesi’nde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etti. Cenazesi Çınarlı Cami Mezarlığına defnedildi. Sütçü İmam adına, ilk kurşunun atıldığı Uzun Oluk Meydanında 1936 yılında Belediye Başkanı olan Hasan Sükutî Tükel tarafından bir anıt ve çeşme yaptırıldı. 1977 yılında Kıbrıs Meydanında adına Kurtuluş Anıtı yaptırıldı. 1992’de onun adının verildiği Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi kuruldu. Bazı kaynaklarda Sütçü İmam, mahallesinde bulunan Çınarlı Cami’nin imamı olarak gösterilmektedir. Ancak adı geçen Cami’de herhangi dini bir görevi yoktur. Sadece kendisinin özel adı imam’dır. Sütçülükle meşgul olduğu için Sütçü İmam olarak bilinmektedir. Vakit namazlarını bu camide kıldığından, İmam veya Müezzinin bulunmadığı zamanlarda da fahri olarak bu vazifeleri ifa etmiş olabilir. Medine’de, dükkânına gelen hanım sahabiye uygunsuz davranışta bulunan Yahudiyi öldüren Müslüman misali, birimizin namusu hepimizin namusudur anlayışından hareketle gözünün önünde cereyan eden namus hadisesine canı pahasına da olsa bîgane kalmayan Sütçü İmam’a Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum. KAYNAKLAR: *İttifak Devletleri: Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan **İtilaf Devletleri: İngiltere, Fransa, SSCB (RUSYA), Sırbistan ve İtalya ŞUBAT 2013 / 295

37


Doç. Dr. Rüştü Yeşil

eğitim

Sivilleşme ve Sivil Eğitim Üzerine

S

ivilleşme kavramı, özellikle son on yıl içerisinde siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamın temel tartışma alanlarından biri haline gelmiştir. Ancak sivilleşme konusu üzerinde yapılan kimi tartışmaların, doğru temeller üzerine oturtulamadığı; farklı ve yanlış anlam ve içerikte yürütüldüğü dikkati çekmektedir. Kimi zaman bu tartışmalar çok sığ bir alanda yapılırken kimi zaman da sınırları görülemeyecek kadar bulanık ve her tarafa çekilen bir nitelik kazanmaktadır. Halbuki her iki durum da bir sorundur ve farklı sorunları da beraberinde getirmektedir. Sivilleşme kavramının kaynak itibarıyla Batı menşe’li bir kavram olması; kültürel ve tarihi kimliğimizle örtüşmeyen taraflarının olması, onun doğru anlaşılamaması ya da yanlış bir takım çıkarımlara yönelinmesini beraberinde getirmektedir. Sivilleşme kavramının, toplumsal hafızada ilk olarak “askerî olmayan” ya da “üniformalı olmayan” gibi bir anlam çağrıştırması, bu yanlış algının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. “Gerçekte üniforma giymeyen ya da askeri bir kurum dışında olan her kişi, sivil midir? 38

DERGiSi

Ya da her şey konusunda sivil olmak mümkün müdür? Sivilliğin bir çerçevesi olmalı mıdır?” İşte bu gibi soruların cevapları üzerinde biraz düşünüldüğünde, sivilleşmenin ne bu kadar sığ ve dar bir kapsama; ne de çerçevesi olmayan bir yapıya sahip olmadığı görülecektir. Kavram olarak sivilleşme, herhangi bir otoritenin etkisi altında kalmaksızın ve belirli kalıplara sığmayacak şekilde esnek ve farklılıklara açık olma halini ifade etmektedir. Sivilleşme kavramı; zihin, duygu ve davranış olmak üzere üçlü sacayağı üzerine oturtulmalıdır. O, yalnızca biçimsel bir dönüşümü ifade etmez. Sivilleşme; zihin, duygu ve davranış dünyası üzerine oturtulması gereken; hem biçimsel hem de özde gelişim ve dönüşümü kapsaması gereken bir yapıyı ifade etmektedir. Anlık değil, süreç gerektiren bir durumdur. Bir başka ifade ile sivilleşme açısından aslolan üniformalı olması ya da olmaması veya devletin bir kurumunda memur olması ya da olmaması değil; her nerede ve ne zaman olursa olsun zihinsel, duygusal ve davranışlar boyutunda

insanın özgür, özgün, esnek olabilmesini ifade eder. Buna göre üzerinde üniforma olduğu halde bir insanın sivil olması mümkün olabilirken, herhangi bir sivil toplum kuruluşunun başında bile olsa bir insan, düşünce, tutum ve davranışlarıyla sivillikten çok uzakta kalabilir. Diğer taraftan, insana özgü olan sivillik özelliği, doğumla birlikte gelmeyip yaşam esnasında kazanılan bir niteliktir. Bu nedenle sivilleşmenin, başlı başına bir eğitim sorunu olduğu ve eğitim süreci ile gerçekleşebileceği söylenebilir. Buradaki önemli bir sorun, “nasıl bir eğitim” sorunudur. Başka bir ifade ile, nitelikli ve doğru bir sivilleşme için nasıl bir eğitime ihtiyaç duyulduğu sorunudur. Eğitim felsefesinin ve eğitim ortamının niteliğinin, eğitim ürününü belirleyen iki önemli etken olduğu düşünülürse, sivil bireylerin yetişmesi gereken eğitimin de sivil bir eğitim olması


gerektiği; sivil bir yapıya sahip olması gerektiği söylenebilir. Bir başka ifade ile sivil olmayan bir eğitimden sivil bir bireyin yetişmesi pek mümkün olmayacaktır. Bu nedenle sivil bir bireyin ürün olarak ortaya çıkabilmesi için ona uygulanacak eğitimin de amaç, içerik ve yöntem olarak sivil bir nitelik arz etmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, insanın davranış dünyası incelendiğinde temelde iki tür davranış kalıbının olduğu görülür. Biri içgüdüsel ya da refleksif özellik taşıyan bilinç ve kontrol dışı davranışlar; diğer ise bilinçli ve kontrol edilebilir davranışlardır. Birinci grup davranışlar, insanın dışındaki canlılarda da gözlenebilen davranışlardır. Ancak ikinci grupta yer alan davranışlar, yalnızca insana özgü olan davranışlardır ve insanı diğer varlıklardan ayırt edici bir özelliği vardır. İnsanı sorumluluk üstlenebilen yegane varlık haline getiren; böylelikle de diğer varlıkların efendisi olma ayrıcalığını kazandırabilecek boyutunu, işte bu bilinçli (iradesi dahilinde) yaptığı davranış boyutu oluşturur. O halde insana verilecek eğitim, öncelikle, sahibi olduğu aklı doğru kullanmak yoluyla, davranışlarının sonunda karşılaşacağı olumlu/olumsuz durumu göğüsleyebilecek olgunluk kıvamına ulaştıran bir eğitim olmalıdır. Hem iradesinin ve gücünün farkına varmasını sağlayan, hem de yaptığı ya da söylediği her şeyden sorumlu olacağı bilincine ulaştıran bir eğitime ihtiyaç vardır. Bu çerçevede sivil eğitim ile, insana bilinçli ve kontrollü davranma özelliğini kazandırabilecek eğitimin, temelde aynı mantığı

barındırdığı söylenebilir. Burada özellikle, iradeye sahip olma ve onu kontrol altında tutabilme odaklı bir eğitimin, zihinsel ve duygusal sivilleşmeyi hedefleyen bir eğitimle sağlanabileceği belirtilmelidir. Bir başka ifade ile, zihni ve duyguları sivilleşmemiş bir kişiden, kendi iradesi ile hareket edebildiği ve bu nedenle de, yaptığı ve söylediği her şeyden sorumlu olacağının bilincinde olması beklenemez. Buna göre, sivilleşmiş bir eğitim ile insana, iradesinin ve iradesinin gücünün farkına varması; onun zihinsel ve duygusal olarak sivilleşmesi temin edilmelidir. Zihinsel ve duygusal sivilleşme, insanın, hem zihnini hem de duygularını, herhangi bir otoritenin etkisinde kalmaksızın özgür ve özgün biçimde, hür iradesiyle biçimlendirerek davranışları sonunda karşılaşabileceği olumlu ya da olumsuz sonuçları kabullenme durumunu ifade etmektedir. İnsan, iradesini kullanma konusunda özgür bırakılmıştır. İster iradesini tamamıyla kendi istek ve arzularına göre biçimlendirir ve kullanır; ister Yaratıcının kontrolüne verir ve onun istek ve beklentilerine göre biçimlendirir ve kullanır; isterse herhangi bir dünyevi kişi, kurum, mal ya da ideolojinin kontrolüne verir ve onun beklentilerine göre biçimlendirir. Ancak burada altı önemle çizilmesi gereken durum, iradesini kim ya da neyin kontrolüne verirse versin, sonuçlarına kendisi katlanmak durumundadır. Buna göre zihinsel ve duygusal işlemlerini gerçekleştirirken insanoğlunun, kimin ya da neyin etkisinde kalarak bu işlemleri gerçekleştirdiği üzerinde düşün-

mesi ve bunun farkına varması gerekir. Çünkü sonuçlarına katlanacak olan kişi kendisidir. Zihin ve duygu dünyasını biçimlendiren kavramlar ve değerler, kimin ya da neyin etkisinde oluşmuş ya da biçimlenmişse, kişi iradesini o şeye teslim etmiş; onun kölesi haline gelmiş demektir. Eğer tam olarak kendi istek ve arzularına göre biçimlendirmişse kendi nefsinin; eğer dini kitaplar aracılığıyla inandığı varlığın (Yaratıcının) istek ve arzularına göre biçimlendirmişse O varlığın (Yaratıcının); eğer herhangi bir dünyevi kişi, kurum (ideoloji, aile, devlet vb.) ya da mal, mülk, makam vb.’nin isteklerine göre biçimlendirmişse onların kulu ve kölesi haline gelmiş olur; bunu kendi iradesi ile yaptığı için de sonuçlarından sorumludur. Bu anlayış ve bilinci bireylere kazandırmak, sivil eğitim ya da sivilleşme eğitiminin amacını ifade eder. Bununla birlikte, bir takım acziyetleri ve toplumsal bir varlık olması gibi nedenlerle, başkalarına sürekli bağımlı olmak durumunda olan insanoğlunun tam olarak sivilleşmesi; başka bir ifade ile tamamıyla kendi istek ve arzuları çerçevesinde düşünebilmesi, sevgi ve nefret gibi duygularını oluşturabilmesi pek mümkün değildir. Bu nedenle, tam anlamıyla sivilleşmiş bir eğitimin tesis edilmesi ya da tam anlamıyla sivilleşmiş bir insanın yetişmesi ütopiktir denilebilir. Bununla birlikte insanın, ayrıcalık olarak sahip olduğu bu akıl ve irade sahibi olma özelliğinin, en iyi şekilde değerlendirilebilmesi için olabildiğince sivilleşmiş bir eğitimin tesis edilmesine çalışılması gerektiği söylenebilir. ŞUBAT 2013 / 295

39


Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

la havle İmkânı arttıkça azıyor İNSAN, Kendi çukurunu kazıyor İNSAN, Bu dünyada yarın okuyacağı; Amel defterini yazıyor İNSAN… (A.Gülcemal)

Farkında mıyız ?...

S

evgili Dostlar;

Her insan yaşadığı toplum veya çevre içerisinde bir takım sorulara muhatap olur !... Meselâ; “Ne iş yapıyorsun?” “Memleketin neresi ?” “Çoluk çocuk ne var?” “Aylık geliriniz ne kadar?” “Tahsil durumunuz nedir?” “Evin araban var mı ?” “Yahu sen hâlâ çalışıyor musun?” “Daha emekli olmadın mı?” vs… Buna mümasil sorular, ne soranın bir işine yarayacak, ne de sorulanın bir derdine derman olacak… Belki verilen cevaplar başka soruların sorulmasına zemin hazırlayacaktır. Aslında insan olarak her birimiz; fert fert zenginimiz fakirimiz, okumuşumuz cahilimiz, işçimiz işverenimiz, öğretmenimiz öğrencimiz, seçenimiz seçilenimiz, amirimiz memurumuz, mesleğimiz meşrebimiz, sosyal konumumuz ne olursa olsun; bu dünyada fasılasız, her nefeste yarın okuya-

40

DERGiSi

cağımız AMEL DEFTERİMİZİ yazıyoruz. Bütün mesele bu deftere güzel şeyler yazabilmek, güzel şeyler yazdırabilmektir !... Kulluğun şuurunda olan güzel kalem sahipleri, hep güzel kelâm etmişler… Güzel söz söylemiş, güzel iş yapmışlar ve amel defterini yazan her insana da; “sakın haa… O deftere kötü şeyler yazma… Bak sonra mahcub olursun.” diye ikaz etmişler… “Ne yazdığının farkında mısın?” diye uyarmışlar, bir takım güzel sorular sormuşlar, görevlerimizi hatırlatmışlar !... Böyle kalem ve kelâm sahiplerine ne kadar da ihtiyacımız var günümüzde… İşte bu güzel kelâm sahiplerinden biri olan Şair Cengiz Numanoğlu; Türk Silahlı Kuvvetlerinden 1982 yılında kendi isteğiyle Kıdemli Binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılmış bir kalem erbabı… O eline kalem almış… Milletin tepesine indirmek için balyoz almamış eline… Amel defterleri-

mizi güzel yazmamız için “Farkında mısın?” diye bizlere can alıcı sorular soruyor… Her sorusu ayrı bir öneme haiz !… İnsanı terleten sorular… Tefekkür ettikçe, gafletimizin kalınlığını, karanlığını ve derinliğini anlamamıza vesile olacak sorular!... Yakamızdan tutup “ Heeey… Kendine gel… Ne yaptığının farkında mısın?” diye bizi silkeleyen sorular… Umarım bundan sonra da olsa, bu sorulara cevap verebilecek bir şûur uyanıklığı içerisinde, amel defterlerimizi yazarken daha dikkatli davranırız inşaallah… Değerli Dostlar; Sizlerle üç-beş sayı Muhterem Cengiz Numanoğlu’nun ibret ve hikmet dolu şiirlerini paylaşacağım bu sayfalarda… Allah ömrüne bereket kalemine kuvvet versin… Beğeneceğinizi ümit ediyorum… Rabbimiz buyuruyor ki : “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” Kaf: 16


FARKINDA MISIN? Beşerin temeli, bir küçük cenin, Can vermeye gücü yetmez kimsenin, Kâinat denilen, dev değirmenin, Suyu nerden gelir, farkında mısın? Yıldızlar bir adım yolundan şaşmaz. Dağlar haddin bilir, denizler taşmaz. Karıncanın yükü, boyunu aşmaz. Bunca dengelerin, farkında mısın? Bu dünya, uzunca bir yolun başı, O mezar dediğin, bir sınır taşı, Ömür, iki günlük îman savaşı, Her an bitebilir, farkında mısın? Senin sahibin var, yokluğa kanma, Sana senden yakın, uzakta sanma, O’na tüm kâinat, dar gelir amma, Bir gönüle girer, farkında mısın? Cehâlettir, O’nu inkâr nedeni, Ne mümkün görmemek, O var edeni, Beyin yönetirken, bütün bedeni, Beyni kim yönetir, farkında mısın? Etrafına bir bak, gör nicesini, Gel de çöz, şu insan bilmecesini, Bazen, ömür bile, tek hecesini, Çözmeye yetmiyor, farkında mısın? Kimi, kibir denizinde boğulmuş, Kimi, minnet ile kula eğilmiş, İnsan olabilmek, kolay değilmiş, O kutsal savaşın, farkında mısın? Kimi, servetini, sefâya sermiş, Kimi zekâtını, dürüstçe vermiş, Kimi, bir lokmanın, şükrüne varmış, Gerçek zenginlerin, farkında mısın? Kimi, imân eden, kula çatarken,

Korkulara düşer, güneş batarken, Kimi, ona buna, akıl satarken, Kendisi muhtaçtır, farkında mısın? Kimi, şans ve talih peşinden gider, Durmadan kadere sitemler eder, Böylesi kullara, neylesin kader? Ekmeden biçen yok, farkında mısın? Ömürler, mevsimler gibi dönerler, Mumlar, yanar yanar, biter sönerler, Yapraklar, sararıp, yere inerler, Toprağa dönerler, farkında mısın? “Aşk” sözcüğü, günümüzde karmaşa, Aşklar var, bir gaflet, bir kara maşa, Ama, bir aşk var ki; gelince başa, Ölüm kavuşmaktır, farkında mısın? İnsanlar, el ayak, kol, kafa, beden, Hiçbiri birine benzemez neden? Bir güç, bir irâde var ki, hükmeden, Dört yanını sarmış, farkında mısın? Gece gündüz, boş hayaller kurarsın, Kendi gafletine ortak ararsın, Çıkmaz sokaklarda, adres sorarsın, Oysa, adres sende, farkında mısın? Yaşamak, kalbine korku salarken, Ümitsizlik batağına dalarken, Teselliyi, kadehlerde ararken, Seni Yaradanın, farkında mısın? Nice güzel renkler, dünyayı sarmış, Siyahın yanında, beyaz da varmış, Parmakların, kalem tutar, yazarmış, Elin, kolun varmış, farkında mısın? Pembe beyaz açan bahar dalını, Mor dağların, yeşilini, alını, O kelebeklerin, ipek şalını, Gören gözün varmış, farkında mısın? Sonsuzların bile, ömürleri var,

Sanma ki, saltanat, kurumaz pınar, Mal, canın yongası olsa ne çıkar? Gölgeler fânidir, farkında mısın? Yorgun yüzlerdeki, derin izlerde, Sevgiye susamış, muhtaç gözlerde, Boğazlara düğümlenen sözlerde, Ne feryatlar gizli, farkında mısın? İlaçtan çok, dost gerekir hastaya, O dostlar yazılır, yüce listeye, Bir gönül köprüsü, kuran ustaya, Ücreti kim verir, farkında mısın? Tatlı dil, güçlüdür, demir çelikten, Yılan bile duymuş, çıkmış delikten, İnsanlara özgü, bu incelikten, Kimler hisse almış, farkında mısın? Namus şeref derler, elle tutulmaz, Şan şöhretle, para pulla satılmaz, Kumar çöplüğüne, asla atılmaz, Atıp satanlar var, farkında mısın? Eğer varsa kulda, vicdan yarası, Karışır, servetin akla karası, İnsan ömrü, iki nefes arası, Kaç adımlık yoldur, farkında mısın? Sen, fakir arkadaş, düşünme derin, Bin türlü derdi var, o zenginlerin, Darılıp küstüğün, kendi kaderin, Sana siper olmuş, farkında mısın? Dinle ki, genç ana, bu sözler sana, Böyle yazdım diye, darılma bana, O yavrun sevgiden, şefkatten yana, Biraz aç görünür, farkında mısın? Aklı tutsak eden, dar sınırları, Geç de gör, âlemde nice sırları, Yazan, yazmış amma, bu satırları, Neden, niçin yazmış, farkında mısın? Evet Dostlar… Bu sorulara “Evet farkındayım.” veya “bundan sonra farkında olacağım” diyebiliyorsak amel defterini güzel yazmaya niyet etmişiz demektir. ŞUBAT 2013 / 295

41


İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

....

soz meydanı

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

HATIRLANMASI ŞARTTIR

O

nlar gençtiler. Ümit doluydular. Gözleri parıl parıl, kalpleri pırıl pırıldı. Geleceğe ışıltılı gözlerle bakıyorlardı. Onların ait oldukları bir aile de ümit doluydu. Çocuklarıyla gurur duyuyor, 20–25 sene emekle, özenle yetiştirdikleri evlatlarının, okullarını bitirerek, kariyerlerini tamamlayarak bir yere gelmelerini, kendileri, aileleri ve milleti hatta insanlık adına hizmet etmelerini bekliyorlardı. “Dünya gözüyle göreyim” arzusu içerisinde “mürüvvet” planları yapıyorlardı. Aile bekliyor, çocuk okuyor. Akıllı, zeki, çalışkan, terbiyeli, ahlaklı… Güzel hasletlerin sahibi üniversiteli. Ülkesini, milletini seven, anarşi, terör belasından uzak, insanlara hizmet aşkı dolu, haram ve helal konusunda hassas, kul hakkına dikkat eden, duyguları yüce bir üniversiteli. Evlerinden ayrılırken dualarla uğurlanan “Allah yâr ve yardımcın olsun” duasının hep muhatabı olan üniversiteli. O üniversiteli, okuluna gidip geliyorken başında örtüsü sırtında pardösüsü, dilinde duası, gönlünde temenniler, zihninde planlar ve bir durum: “Üniversitelere türbanlı girmek yasaklandı.” O yine bir ümitle yurdundan çıktı. Onların türban, kendisinin başörtü dediği kıyafetiyle yürümeye başladı. Kaldırımda yürüyen, arabalarında oturan, elinde çantasıyla durakta bekleyen, çocuğunun elini sımsıkı tutmuş parka götüren insanlar aynıydı. Herkes kendi işinde gücünde. Kimse kimsenin haliyle kıyafetiyle, yüz hatlarıyla, konuşmasıyla meşgul değildi. Geç yatıp erken kalkmanın sıkıntısını yüz hatlarıyla belli eden, asık yüzlü, somurtkan, duyarsız görüntü, hiç kimsenin birbiriyle ilgilenmemesi ortak bir portreydi sabahın erken saatlerinde işe giden insanlar için. Üniversiteli genç kız da o kalabalığın arasına karıştı. Sol eliyle kalbinin üzerinde tuttuğu kitap ve defterle42

DERGiSi

rinden birisini otobüse binince açtı. Sayfalarını karıştırırken bazen hırslı, bazen de yavaş hareket ediyordu. Otobüste bir koltuğa oturma şansını elde etmiş biri olarak, ders tekrarı yapıyordu. Burnunu üzerinde iz yapmış gözlüklerini ara sıra yukarı iterek defter sayfaları arasında geziniyordu. Otobüs bir Türkiye mozayiği idi. Her yaş ve her cinsin, her özelliğe sahip tipleri. Uykusunu tamamlamayan eksik makyajlı bayan, yer verme korkusuyla gözünü dışarıdan ayırmayan delikanlı, elindeki simidin susamlarını dökmeden yemeye çalışan memur, çantasını korumaya çalışan pazarlamacı, her gün taşıdığı ama niçin taşıdığını çok iyi bilmeyen ders kitabı dolu çantasıyla liseli kız, bir yer veren olsa da otursam diye dua eden orta yaşlı hanım, şemsiyesiyle destek alanlar, kır saçlı bey vs… İkide bir ayak hareketleriyle yer değiştirmenin rahatsızlığını yaşayan ayaktaki herkes. Her sabah herkes aynı. Alışılmış mimik, tavır ve hareketler. Üniversiteli kızımız da onlardan biri. O da mozayiğin bir parçası. Herkesin iç dünyasındakine benzer duygu, hayal ve düşünceler içinde. Durak ve iniş. Otobüs boşaldı neredeyse. Demek çoğu üniversiteliymiş. Hızlı yürüyen ayakların sahipleri, yavaş yavaş birbiriyle selamlaşan, tanışanlarla gruplar haline dönüşüyor. Kampüsün kapısına varmadan üniversiteli kızımızın da arkadaşları yanına geliyor. Çoğu kapalı, grubun yüzündeki tedirginlik hemen görülüyor. Kapıdan içeri girerken ihtimal kendi kızı ve ya kardeşi de onun gibi giyinen görevli, genç kıza: “Dur! Giremezsin.”diyor. Şaşkın bakışlara, çaresiz görevli bir daha sesleniyor “Yönetim yasakladı, türbanlılar giremez!” Tartışmalar, ricalar, “ama sınavım ne olacak” yakarmaları. Kapıda çoğalan örtülüler. Onlara acıyarak bakan diğer öğrenciler birer ikişer giriyor. Yeni gelen her örtülü, bekleyen gruba dâhil ediliyor. Onların derdini anlayan birkaç açık kız öğrenciyle, bazı erkekler de yanlarına geliyor. Grup kalabalıkla-


NOT: Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “ Kültür ve Sanat Sayfası” olan “ SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. Bekliyorum. ibrahim.ciftci@hotmail.com

şıyor. Kapı ve güvenlik görevlileri “ Giremezsiniz!” emrinin mazeretini hazırlamışlar. “Biz emir kuluyuz.” Amirin (Allah’ın) memurları amir (hüküm koyucu) olunca emir kulları da mazeret üretiyor. “TÜRBANLILAR GİREMEZ” diye. Laikliğe aykırı. 1,2,3,4… derken günlerce devam eder bu manzara. Direnişe dönüşür. Diğerlerinin kimi destek olur kimi köstek. Direnişi kırmak için “ikna odalarından, coplara kadar” her yol denenir. Teferruatların engellendiği zaman onların asıl olduğu cihad unutularak, “baş örtmek füruattandır” yaklaşımlarıyla örtü direnişi zayıflatılır. Onlar, lastik yakmadan, molotof kokteylle yakmadan, dövizlerin tahtalarını sopa olarak kullanmadan, taş atmadan, kaldırım taşlarını sökmeden “ OKUMAK İSTİYORUZ” dediler, direndiler. Direnişe içerden (hocafendiler, aileler, akademisyenler, siyasetçiler) dışarıdan “topyekûn savaş” diyen devlet ve onun medyası darbeler vurdular. Üniversiteli kızımızın sembolleri olan direnişçi kızlar. Dışardan ve içerden baskılara direnemeyerek kampüsün önünde “başörtüsünü” yolarak açan, kendinden geçerek sinir krizleri geçiren o kızımızı unutmak mümkün mü? “Birincilik ödülünü başörtülü olduğum için vermiyorlar” diye sahnede haykıran ve ağzı kapatılan kızımızı unutur muyuz? Hocafendiler, aileler, akademisyenler, siyasetçiler, darbeci basın, psikologlar, feministler ne çabuk unuttunuz o yavruları. Kızlarını desteklemek için günlerce onlarla kampüs kapılarında bekleşen anneler unutulur mu? İlköğretim öğrencisinin ödülünü vermeyerek onu ağlatan askeri ve mülki amirler unutulur mu? BEDEL ÖDEYENLER, ÖDEMEYENLER; SİZİN MÜCADELENİZ, SİZİN ÂHINIZ (MAZLUMLARIN ÂHI) KAZANIMLARIN EN BÜYÜK SEBEBİDİR. Allah sizden her iki cihanda da razı olsun. Bitti mi, bitmedi. İnanç uğruna, her türlü direnişe ve protestoya devam. Din Allah’ın oluncaya, fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar. İbrahim ÇİFTÇİ

Zorluklara göğüs geren Müslümanların inançlarını kaybetmemesi için her kasiste kendilerini görmeleri dileğiyle…

KASİS Talip Safa KEMİKLİ kardeşime... Yerde bir şey gözükür, gâyet salaştır ve pis Gözlerinden yaşı taşmış, ağlayan bir kasis. Her ezilmende çok artar bir diğer silkiniş Şâhidindir, duyulur her câmiden bir akis. Sonra hasmın belirir; Kasketli İsmet gibi. Yaklaşır kapkara egzoz, bastırır kirli is. “Bir ziyâdır gece.” derken, an karanlıklaşır; Nûru çarpıp geceden, iblisleşir sinsi sis. Çok araç yaklaşır ancak fark edenler durur. Halden anlar sanılır. Çarpar yürekten bu his. Her tekerlekle basar, zevkten kudurmuş gibi Çık git artık be araç! Çıksın şu tenden nefis! Ten ölümler görecek, ruhlar mizan kantarı; Bol sebat göstererek her dem bulursun enis. Bilfiil meyve veren her bir ağaç taşlanır, Bak kasis! Gör hele bir, onlarda mıymış yeis? Şol günahkârlara yan! Hepten açık eşlere Dur diyen köhne kasis, varsın da olsun reis. Bastırılmış, erimiş… Heyhat, mümin koş ona! Kalpte aşkın büyüsün. Tekrar açılsın bahis! fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fâ i lâ tün / fe ûl NESBEL ziyâ: Işık sebât: Kararından, yolundan caymama enis: Arkadaş yeis: Ümitsizlik Şair Nesbel’in aruz ölçüsüyle yaptığı, daha çok divan nazım şekli murabbayı andıran bir şiiri sizlerle paylaşıyor yeni çalışmalar bekliyoruz. (İ.Çiftçi) ŞUBAT 2013 / 295

43


genç bakış

Mehmet Erturan

erturanmehmet@hotmail.com

Kalbimizde Tevhid ile Göğsümüzde Bir Mermiyle, Dilimizde Tekbirlerle…

Ş

ubat, Papa 13. Gregory’nin hazırlattığı ve resmî olarak ülkemizde de kullanılan Miladî (veya Gregoryen) takvimin ikinci ayına verilen isimdir. Şubat ayının batılı dillerdeki türevleri ise putperest Roma’nın ‘arınma tanrıçası’ olan Februus’dan gelir (İng. February: Şubat). Şubat kelimesi dilimize Süryanicedeki ‘Şabat’ kavramından geçmiştir. Diğer yandan Şabat, İbranicede Yahudilerin dinlenme günü olan cumartesiyi işaret eder. Yahudi ve Hıristiyanlar aynı batıl mantığa çıkan bu isim konusunda da birbirlerinin dostudurlar. Şubat kavramı Roma’nın arınma tanrıçası olan Februus’a dayanan kökeniyle Hıristiyanlar için; dinlenme günü olan Şabat’a yani cumartesiye dayanan kökeniyle de Yahudiler için bir arınma, temizlenme fırsatıdır. On Emir’in dördüncü emri Şabat günü iş yapılmasını yasaklar. Ahkâmı bizzat mensupları tarafından bozulan ve artık bir geçerliliği kalmayan Yahudilik ve Hıristiyanlık için konunun manası ve özü budur.

İslâm ise hakiki olandır. Hak geldiğine göre batıl artık yok olmuştur (İSRA/81). ‘Gregoryen Şubat, Müslümanlara hangi kavramı, davayı, sevda ve kavgayı çağrıştırmaktadır?’ diye soracak olsak alacağımız cevaplar arasında en 44

DERGiSi

çok duyacağımız kavram ‘şehadet’ olacaktır. Şehadet, dava dağlarının bozkırlarında çiçek çiçek açan övülmüş, imrenilmiş bir kokudur. Müminler tarih boyunca yeryüzünün damarlarına kan vermiş, şehadet dilekçelerini yine kanlarıyla imzalamışlardır. Bu kanların sahipleri kıyamete kadar diridirler. Merhum Abdurrahim Karakoç’un ifadesiyle ‘Hak Yol İslâm’ fermanını ‘kör dünyanın göbeğine, kuşların gözbebeğine, yola, ağaca, pınara, esen yele yağan kara, yağmur yüklü bulutlara, koç burcuna, yay burcuna, bebeklerin avucuna, minarelerin ucuna, bucak bucak, köşe köşe, kara taşa, kor ateşe, yıldıza, aya, güneşe, askerlerin miğferine, kağnıların tekerine, Buda’nın tunç heykeline, her kapının eşiğine, her sofranın kaşığına, balaların beşiğine herkesin duyup bileceği, saklanamaz gayrı bu gerçek diyeceği’ şekilde yazmak için mücadele ederken soğuk Şubat’larda şehitlik makamının sıcaklığıyla ısınanlar kimlerdir? El-cevap: Gençlere 20 maddeden oluşan güzide bir hitabe bırakan; Müslüman Kardeşler’in kurucusu Mısırlı HASAN EL-BENNA. ‘Şehitleri an/ Hakikati söyle/ Hainlerle hesaplaş’ mısralarının da içinde bulunduğu harika bir şiiri imzalayan AfroAmerikalı HACI MALIK ŞAHBAZ, nam-ı meşhur MALCOLM

X. İki yıllık halifelik döneminde ömre bedel yaptığı işlerle 5. Raşid Halife olarak anılmaya layık olan ÖMER B. ABDÜLAZIZ. Sehpalarında sarıkla sallandığımız sabahlara soracağımız isimlerden olan İSKILIPLI ATIF HOCA. 21 yaşında Fatih Cami avlusunda vurulmuş yere düşerken makamına doğru yükselen; şehadetinin ardından ‘…her şehid bir adımdır zafere, her zafer bir umut kutlu yere…’ diye ezgiler yazılan Molla Sadreddin oğlu Akıncı METIN YÜKSEL ve daha nice mübarek isimler… ‘Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan kimileri adaklarını yerine getirdi (canını verdi), kimileri ise sırasını beklemektedir. Onlar hiçbir şey karşılığında sözlerinden dönmediler (AHZAB/23).


M.Selçuk Özdoğan

selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

ilkadım kitaplığı

Hasan El-Benna & Hesaplaşma Yüzyılı Kıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız. Bu ay sizlerle Ahmet Emin DAĞ’ın kaleminden Hasan el-Benna’yı, İbrahim KARAGÜL’ün kaleminden de Hesaplaşma Yüzyılı isimli kitabını tanıtacağız. Hasan el-Benna Kitapta Hasan el-Benna çocukluğu ve gençliği, mücadelesi, kişiliği, fikirleri, metedolojisi ve İslam toplumuna bıraktığı miras bölümleriyle bizlere tanıtılıyor. Yirminci yüzyılın en büyük ve en etkili İslami hareketi kabul edilen Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimin) kurucusu ve teorisyeni olan Hasan el-Benna, etkisi sadece yaşadığı dönem ve ülke ile sınırlı olmayan nadir insanlardan biridir. (Bu kitabı seçmemizin en önemli sebebi de şu an İslam ülkelerinde en çok etkiye sahip hareketlerden biri olmasıdır. Mısır’da yönetime gelmesi, Suriye’de hareketin etkilerinin güç geçtikçe kuvvetlenmesi…) Hasan el-Benna yaşadığı dönem itibariyle İngiliz sömürgesinin Mısır’ın bütün gelir getiren kaynaklarına el koyduğu, Mısır halkının sindirildiği, dünyevileşmenin artmaya başladığı bir zamanda mücadeleye başlıyor. Hasan elBenna bir kıvılcıma benziyor. Müslümanların içerisinde var olan dava ateşini ateşleyiveriyor. Ali

ulvi KURUCU hocamızın deyimiyle bir gönül avcısı O. Gördüğü bir Müslüman genci güler yüzü, keskin zekâsı ve müthiş ikna kabiliyetiyle hemen etkileyen bir dava insanı. Hasan el-Benna kurduğu hareketi 10 yıl gibi kısa bir sürede Mısır devletini yönetmeye talip bir siyasal yapıya dönüştürmeyi başaran bir idealisttir. Özetle İslam davasının yayılması için kendini bu davaya adamış ve bu dava uğruna hainler tarafından şehid edilen bir İslam Kahramanı. Kitabımız Hasan el-Benna’nın kendisinin kaleme aldığı Hatıralarım isimli kitabın özeti mahiyetinde. Ama Hasan el-Benna ile ilgili özet bilgilere ulaşmak isteyenler açısından faydalı bir kitap. (İlke Yayınları)

Hesaplaşma Yüzyılı İbrahim KARAGÜL’ün bölgemizde olan olaylarla ilgili analizlerini ve olacak olaylarla ilgili tahminlerini içeren bir kitabı inceleyeceğiz. Kitabı okuduktan sonra zihnimizde şu beliriyor: Aslında bölgemizde meydana gelen hiçbir olay tesadüfî değil. Mezhepsel çatışmalar, suikastlar vb. Bölgemizde meydana gelen olayların büyük çoğunluğu ABD, İsrail ve İngiltere üçlüsünün hazırlayıp uygulamaya koyduğu planlardır. Bu üçlünün tüm planları Müslü-

man coğrafya üzerine. Maalesef bu coğrafyada istedikleri gibi at koşturup istedikleri düzeni kurmaya kendilerini yetkili hisseden üçlü şer ocağı. Kitabın sayfaları arasında gezerken acaba bu da mı olur, diye sorguladığımız durumlar da yok değil. Mesele Diyanet İşleri ve BOP bölümü bence çok dikkat çekici. Osmanlı devleti çökertildikten sonra bu coğrafyadaki bütün Müslümanlar yetim. Bu yetimliği de çeşitli güç odakları kendi güçlerini gösterme sahası olarak kullanıyorlar. Afganistan’daki durum, Irak’taki durum, şimdilerde Suriye’deki durum. Hepsinde de olan milyonlarca Müslüman’a oluyor. ABD-İsrail-İngiltere kendilerine güvenli koridorlar açmaya çalışıyor, öte tarafta Çin-Rusyaİran üçlüsü bunun karşısında bir şeyler yapmaya çalışıyor. ABD İslam ülkelerinden topladıkları Müslümanları gizli CIA uçaklarında işkenceye tabi tutuyor. Dünyanın istediği bölgesine istediği gibi işkence merkezleri açıyor. Kime karşı. Hep Müslüman’a karşı. Kitabı dikkatle okuyup üzerinde iyice kafa yormamız gerekiyor. Ayrıca kitapta daha birçok ilginç bilgi ve yorum bizleri bekliyor. (Timaş Yayınları) ŞUBAT 2013 / 295

45


imbik

Nuri Ercan

nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Okumuşluğun Zararları lmanya’da bir okul müdürü, her öğretim yılı başında öğretmenlere şu mektubu gönderirmiş:

A

deyse yok gibidir. İşin acı tarafı günümüzde insanlara ahiret saadeti sağlayacak ilimlerin de maddi menfaatlere feda edilir hele getirilmiş olmasıdır.

“Bir toplama kampından sağ kurtarılanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşerilerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar... Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden istediğim şudur; öğrencilerinizin önce insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, fizik, coğrafya, tarih, edebiyat, çocuklarımızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

Kur’an’î ifadeyle söyleyecek olursak; bilenle bilmeyen elbette bir olmaz. Lakin bilinenlerin niteliği ve ne için kullanıldıkları bilgi sahibine üstünlük sağlayacak yegâne kıstas olmak zorundadır. Bilinenler kişinin ebedi hayatında, ona faydadan çok zarar getirecekse nasıl üstünlük vesilesi kılınabilir! Asr-ı Saadette onca malumata sahip olmasına rağmen esas bilinmesi, tanınması gerekeni bilmeyen İslâm düşmanına “Ebu Cehil” denilmesi oldukça anlamlıdır.

Efendimizin, şerrinden Allah’a sığındığı faydasız ilimlerin mahiyeti, yaşadığımız günlerde daha bir anlaşılır hal almıştır. Faydasız ilimlerin topluma hangi angaryaları dayattığı ve hangi gayr-i meşruluklara zemin hazırladığını yaşayıp görmekteyiz. Bilgi, tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar para etmemişti. Müspet bilimlerin bu kadar revaçta olduğu bir dönem nere46

DERGiSi

Çeyrek asır öncesinde toplumumuz, okumuş insanlara şimdikinden daha çok saygı duymakta idi. Müspet ilimlerle mücehhez kişilere bilgili görgülü olduklarına inandıkları için, dini ilimleri kuşananlara ise ilme ve dine olan saygılarından dolayı hürmet ederlerdi. Hatta hatta toplumun numuneleri okumuş kesimden olurdu. Bunun ana sebebi az çok okumuş insanın sorumluluk taşıyacağına olan inanç idi. O zamanlar, toplumsal bir rol üstlenen okumuş şahsiyetler öncelikle toplumun değerlerine sahip çıkmak durumunda idiler. Çünkü her hangi bir branşta tahsil yapmış olanlar henüz köylerinden, sılalarından

fikren kopmak durumunda değillerdi. Babaları ile dünya görüşleri ayrı bile olsa, bunu çatışma mevzuu yapamazlardı. Ailenin okumuşları, görev icabı gurbette olsalar dahi geleneklerine göreneklerine sahip çıkmaktan geri durmazlar; en azından bir dini bayramı analarının yanında geçirmeye ahdederlerdi. Dahası Anadolu’nun okumuş çocukları bir dava uğruna tahsil yaptıklarını unutmazlardı. Ne zaman, dava bilinci yerini yaşama sevinci ve haz kültürüne terk etti, işte o zaman okumuşluk zararlı olmaya başladı. Okuyanların benliklerindeki tevazu, kendini misafir hissetmeye başlayınca, izzet-i nefis de izzetini bırakıp tek başına yaşamaya mahkûm oldu. Nefis, insanı felakete sürükleyen her şey demektir. Nefis, farklı olmayı, farklılıklarla öne çıkmayı ve önde olmakla da övünmeyi emreder. Okumuşlar nefsin bu isteklerine boyun eğmeye hazır hale gelince, okumuşluğun toplumu iyiye doğru dönüştürme vazifesi de sona ermiş anlamına geliyordu. Modern vahiy kaynaklarının her nefse üflediği sahip olma ve zevk alma duygularından en çok okumuşlar etkilenmektedir. Öğrenilen bilgiler insanlığa yararlı olabilecek etkinlikler için değil, daha ziyade fertlerin kendileri için elde etme ve zevklenme yol-


larının keşfi için kullanılmaktadır. Bu sebeple sahip olunan ve tüketilen her şey, okumuşların daha çok dünyevileşmesine ve etraflarından kopmalarına sebep olmaktadır. Bu bağlamda son dönemlerde toplumumuzda bir siteleşme furyasından bahsedilebilmektedir. Siteleşmenin ana unsurunu zengin meslek gurupları oluşturmaktadır. İçlerinde iyi niyetli ve inanan insanları da barındıran bu günün yüksek katlı siteleri, geçmiş dönemlerin güç kaleleri mesabesindeki sitelerden sadece görüntü olarak farklı. Aslında ikisi de aynı amaca hizmet etmektedir. İkisi de kibri ve zenginliği simgeliyor, ikisinin de ortak tarafı zamanlarının önde gelen okumuşlarının icadı olması. Tüketim mihrakları her şeyi standart hale getirerek daha çok tüketim sağlayacaklarını çok iyi bildikleri için görülen görülmeyen her şeye bir standart üretmenin farz(!) olduğuna inanırlar. Günümüzde aklınıza gelen her şeyin bir standardının olması bundandır. Standartlar bilimsel verilerle elde edilen bir sonuçlardır. Bilimsel veriler, insanların boyunun kilosunun ve zekâ ölçüsünün ideal standardını açıklayarak kişilerin zihinlerinde yeni yeni hedefler

oluştururlar. Böylece ana hedeflerden sapmalar başlar. Okumuş sömürücülerin icat ettiği hedefler arasında gidip gelen zavallı insanlar da yine okumuşlar arasından temayüz eder. Yakın tarihimizin konforlu hayat sürme ve nimetler elde etme bakımından pek de parlak olmayışı, yarım asır önce bu topraklarda yaşayanlar üzerinde aşırı bir tesir bırakmamıştır. Evet, ezilmişlerdir. İnançları uğruna çile çekmişleridir. Bütün bunlara karşılık, susarak mücadeleyi yeğlemişler, memleketin geleceği için isyana başvurmamışlardır. Bu dönem insanları kadere inanan, tevekkülün ne olduğunu az çok bilen ve memleketin şartlarını idrak ettikleri için hakkından fazlasını istemeyen bir neslin temsilcileri idi. Onlar için en büyük hazine kanaat idi. Bu sebeple, bu insanlar arasından market açılışında dağıtılan tavuklardan kapabilmek için birbirini ezen görgüsüzlere rastlanmazdı. Bizlerin bu günlere gelmemizde az çok etkisi olan bu nesil aynı zamanda hayâ sahibi idi. Televizyon ekranlarında kendilerine kamera çevrildiğinde hemen yaşmağı ile yüzünü kapatan bir nine görürseniz kimlerden bahsetmiş olduğumu anlayacak-

sınız. Ne gariptir ki, sözünü etiğim bu insanların kahır ekseriyeti okumamış kişilerden oluşuyordu. Bu gün nimetler yanlış amaçlar için tüketiliyorsa, yeryüzü yavaş yavaş stres yuvası büyük bir cehenneme dönüşüyorsa, bilgi, kardeşlik ve adalet için kullanılmıyorsa burada okumuşların payı büyük olmalı. Benim okumuşluğum beni köklerimden koparıyorsa, daha çok bencilleşmeme yardım ediyorsa, bu sebeple de derdimi anlatacak hiçbir fert bulamayacak hale getiriyorsam; ben neyleyeyim bu okumuşluğu! Yazımızın başında aktardığımız metinde, okul müdiresinin vurguladığı gibi, okumuş öğretmenlerimiz, zeki, başarılı(!), gözü açık, menfaatleri uğruna dünyayı yakıp yıkabilecek nesiller yetiştiriyorsa bu okumuşluğa bir dur demeli. Bu günün okumuşluğu hesaba çekilmeli. Okumuşlar, bu okumuşluk neyin okumuşluğu, kime ne faydası var diyerek kendilerini sorgulamalı. Hepimiz, biz hangi okumayı ihmal ettik de okumuşluğun bir faydasını göremiyoruz sorusuna cevap aramalıyız. Ve son söz, zararın neresinden dönersek kârdır.

Kuşe-i Tebessüm Kar ve tipinin yoğun olduğu, yolların geçit vermediği, kamyoncuların cayır cayır kar lastiği aradığı günlerde, şehir merkezine uzak bir köyde hasta vatandaşımız vefat eder. Zar zor cenaze yıkanır kefenlenir. Kardan dolayı, cenaze namazı ancak caminin içinde kılınabilir. Köylülerin açtığı cığırlardan götürülerek alel acele, aylarca önce hazırlanmış mezara defnedilir. Sonrasında Kur’an-ı Kerim’den kısa bir aşr-ı şerif okunur. Beş on kişiden oluşan cemaatin yarısı, mezar örtülür örtülmez kıraati beklemeden oradan ayrılmıştır. Geriye kalan va-

tandaşların bakışları arasında İmam hemen talkın vermeye başlar ve direk meseleye girer: “Ettiysen bulursun, aldı isen verirsin, şimdi gelirler... Görürsün...” Bu işlerden az çok anlayan biri hocaya sorar: “Hocam bu nasıl talkın!?” Hoca: “Bu talkın, tipi talkını, tipi!” Diye cevap verir. N.E. ŞUBAT 2013 / 295

47


Hümeyra KELLAHLI SOLDAN SAĞA 1-Görgü kuralları. 2-Kesilmiş hayvanın yürek, karaciğer, böbrek, işkembe, beyin, vb. iç organlarıyla baş ve ayakları.-Hile, düzen, tuzak. 3-Duygu. -Kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu. -Üstüne öteberi koymak için duvara veya bir dolabın içine birbirine paralel olarak tutturulmuş, genellikle geniş, uzun tahta veya metal levha. -İçine su veya başka bir sıvı karıştırılmamış. 4-Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz, amma, lakin. -Boks vb. spor karşılaşmalarında devrelerden her biri. -Radyum elementinin simgesi. -Tantal elementinin simgesi. 5-Azerbaycan’ın başkenti. -Yenilgiyi kabul ettiğini belirtmek için veya birinin şaşkınlık veren davranışlarına karşılık olarak kullanılan bir söz. -Titanyumun simgesi. 6-Çimento Sanayi (kısaltma). -Değersiz, kötü, sıradan, hiçbir özelliği olmayan. -Şapka yerine kullanılan, kırmızı, kalın çuhadan yapılmış, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde başlık. 7-Oyunculardan birinin ebe olması ve saklanan arkadaşlarını bulması temeline dayanan bir çocuk oyunu. -Cennetin bir bölümü. 8-Birinin yapmakla yükümlü olduğu iş, görev. -Cephe. -Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabani veya evcil kuş. 9-Birdenbire, düşünmeden yapan. -Bakiye. 10-Laptop klavyelerinde bulunan bir tuş. -Elleri yere koyduktan sonra ayakları kaldırıp vücudu üstten aşırtarak öne veya arkaya yapılan dönme hareketi. -Nobelyum elementinin simgesi. -Zamanı bilinmeyen, zamanı belirsiz tarih. 11-Yankı. -Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi. -Yüksekten veya yukarıdan aşağıya doğru gelmek. 12-Ölen insanın vücudu, ceset. -İngilizce petrol. 13-Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik. -Kelimelerin sayıca birden fazla bir şey anlatmayan şekilleri. -Dolaylı olarak anlatma, üstü kapalı olarak belirtme. 14-Keskin bir noktada sonlanan, kronik olmayan. -Pek yaramaz çocuk. -Taşıma ile ilgili olan. 15-Genellikle kamıştan yapılan, daha çok çobanların çaldığı, yumuşak sesli, üflemeli bir çalgı. -Lanetlenmiş, melun. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1-Medine’de bulunan Mescid-i Nebî etrafındaki odalarda ikamet ederek ilim ve ibadetle meşgul olan sahâbîlerdir. -İlkbaharla sonbahar arasındaki sıcak mevsim. 2-Her vakit, sürekli olarak. -Uyum. -Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince

48

DERGiSi

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 ve kısa tahta çubuk. 3-Aksayan, hafifçe topallayan. -Katma değer vergisi (Kısaltma). -On birimden, on parçadan oluşan. 4-Baryum elementinin simgesi. -Halkın inançlarına göre üç kişilik ermişler topluluğu. -Tantal elementinin simgesi. 5-Güzel koku. -Saat (Kısaltma). -Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uyma. 6-Hastalık. -Damlara uzunlamasına konulan ağaç kiriş. -Rahat ve huzur içinde yaşayan. 7-Üstünlük, zafer. -Kuşatma. -Olmamış, ham meyve. 8-Bilgisiz, cahil. -Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke. 9-Olması başka durumların gerçekleşmesini gerektiren şey, koşul. -Türkiye’nin coğrafi bölgelerinden biri. 10-Gözde sarıya çalan kestane rengi. 11-Peygamber Efendimizin Mîrâc esnasında bindikleri Cennet yaygısı. -Kauçuk, boya, ecza, patlayıcı madde yapımında ve daha bir çok endüstride geniş ölçüde kullanılan, havada kahve rengine dönüşen, renksiz, yağımsı, sağlığa zararlı, acı tatlı ve hoş kokulu sıvı bir madde. 12-Genişlik. -Uyumsuz, eş zaman karşıtı. -Bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü.

13-Türkiye Gazeteciler Sendikası (Kısaltma). -Bir günlük sürenin yirmi dörtte birine eşit, altmış dakikalık zaman dilimi, zaman parçası. -Ağabey. 14-İstanbul Elektrik, Tünel, Tramvay İşletmesi (Kısaltma). -Bir şeye veya bir kimseye bağlama, mâl etme, yakıştırma. -Lityum elementinin simgesi. 15-Kullanıldığı çağdan daha eski bir çağa ait biçimin, yapının özelliği. -Renksiz, sıvı, yağ kıvamında ve acımsı lezzette, çok zehirli bir piperidin alkaloidi. Tütünün içeriğinde bulunur, sentetik olarak da üretilir. 1 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15

2

ÖNCEKİ BULMACANIN CEVABI 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15

Ş

E

Y

E

D

A

H

E

M

E

A

B

U

K

D

A

K

E

L

T

İ

N

H

A

H

M

E

D

A

M

U

K

N

R

M

A

S

İ

Z

A

M

İ

L

L

E

T

A

L

A

E

M

T

K

E

Z

O

P

P

E

T

E

L

İ

E

İ

M

N

İ

K

M

A

S

K

S

E

E

N

Y

E

K

E

İ N

A

R

K

K

A

S

A

Y

I

A

D

A

L

E

E

Ş

A

R

A

K

A

M

A

T

M

A

H

U

L

M

E

Ğ

E

A

A

F

I

R

Z

A

M

İ

A

B

A

K

O

N

L

E

E

L

T

E

E

T

Z

N

Z

Y

A

L

İ

S

A

L

T

N

E

Ç

İ

İ

N

F

İ

L

A

K

E

N

A

T

E

K

E

L

A

Ş

L İ S

N

N




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.