İlkadım Dergisi Sayı: 296

Page 1

MART 2013 • SAYI 296 • 7 TL (KDVD)

• Rabbimizin Kullarına Hizmeti- Nureddin Soyak

HİZMET ADABI • Tartışmasınlar!/Nureddin Soyak

• Hizmet Hassasiyeti Dilaver Koparan • Hizmet Eri mi? Hizmet Emeklisi mi? Arif Arslan Kaynar • Söylemesek Bilmiyorlar Söylesek Riya Oluyor Salim Çelik

• Hani Söz Vermiştik Geçmişte Fatih Yılmaz • Hizmeti Aşkla Yaşamak İçin Mükremin Çelik • Hizmetlerde Kurumsallaşmanın Önemi Faruk Özcan


&OEFSVO &ËJUJN 7BLG¿ Aziziye Mahallesi Mor Sokak No:22 Karatay / KONYA ! 4FMmVLMV (FOmMJL &ËJUJN , MU S 4PTZBM :BS WF %BZ %FSOFËJ 4&(&%&3

"# $ % " & ' # () * + , ' -& & + $ (. 0 1 3 44 56 !


ilkadım

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

MART 2013

Kıymetli Okuyucu,

YIL 21 SAYI 296

İslamî hizmet, “İslâm’ı yaşamak ve yaşatmak için gerekeni yapmak”tır. Bu tanım imandan hemen sonra zikredilen salih amelleri ifade etmektedir. Dinimiz bizleri sürekli sorumluluk bilinci taşımaya, amel-i sâlih yapmaya davet

Fiyatı: 7 TL KDV D

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yard.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Ahmet Belada Erkan Özdemir İbrahim Çiftçi İsmail Varır Metin Başbuğ Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep: 0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net

MART 2013 • SAYI 296 • 7 TL (KDVD)

• Rabbimizin Kullarına Hizmeti- Nureddin Soyak

HİZMET ADABI • Tartışmasınlar!/Nureddin Soyak

• Hizmet Hassasiyeti Dilaver Koparan • Hizmet Eri mi? Hizmet Emeklisi mi? Arif Arslan Kaynar • Söylemesek Bilmiyorlar Söylesek Riya Oluyor Salim Çelik

• Hani Söz Vermiştik Geçmişte Fatih Yılmaz • Hizmeti Aşkla Yaşamak İçin Mükremin Çelik • Hizmetlerde Kurumsallaşmanın Önemi Faruk Özcan

eder. Kendisi yakîn derecesinde inanmayan, hakkıyla bilmeyen, kâmil manada yaşamayan birinin, başkalarının İslâm’ı yaşamaları için vereceği hizmet daha baştan kusurlu doğmuş olur. “Gerekeni yapmak” İslâm’a göre meşru olan vasıtalar ile olur. Meşru ve caiz olmayan vasıtalar da İslâm’a dâhil parçalar olacağından zaruretler dışında kullanıldığında yabancı unsurların bünyeye girip yerleşmesine yol açılmış olur. Müslüman’ın hizmet adı altında yaptığı işler ibadettir/kulluktur. Rabbimiz, insanları ve cinleri ancak kulluk etmeleri için yarattığını beyan etmektedir. Hizmet eri için başarısızlık söz konusu değildir. Kulluk vazifesinin ifası zaten başlı başına bir başarıdır. Şartlarına uygun ve ihlâsla yerine getirilen hizmet vazifesi -zahirde- başarısız olmuşsa, sebebi hedef kitlenin kabiliyetsizliğinde, kalblerinin mühürlenmiş, fıtratlarının iyice bozulmuş olmasında aranmalıdır. Bu durum hizmet erinde ümitsizlik, yılgınlık ve yorgunluğa neden olmamalıdır.

Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00

Bilinmelidir ki hizmet erinin en önemli, temel vasfı güzel ahlâk, nebevî/ Kur’anî ahlak sahibi olmasıdır. Hizmet eri hayırda yarışan kimsedir.

Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel :0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 PK. 75 Nevşehir

Hizmet eri İslamî hizmetlerde mutlaka yerini alır. Hizmetleri aşk, şevk ve heyecanla, yalnız Allah rızası için yapar. Bilir ki, Allah rızası için yapılmayan bir işte, konuşulan bir sözde asla hayır yoktur.

İrtibat Kayseri:0352 221 38 35 • 0535 251 41 07 Konya :0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 80 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:TEBUTRIS170 TR720003200017000000045693 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.

Allah yolunda hizmet ederken karşılaşacağı hiçbir sıkıntı, hiçbir engel onu hizmetten alıkoyamaz. Hizmetler sabır ister, sebat ister, azim ve gayret ister, fedakârlık ister, bizim inancımızda asla ve asla ümitsizliğe yer yoktur. Müslüman, en kötü şartlarda bile ümitvar olacaktır. Amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür. Onun için hizmet eri hizmetlerinde, kulluk vazifelerinde devamlılık ve sürekliliğe özen gösterir. Hizmetin küçüğü büyüğü olmaz. Hizmetlerde Allah rızası gözetildiği takdirde küçücük bir hizmetten çok büyük sevap alınır. Allah indinde makbul bir amel olur. “Ey iman edenler, kendinizi ve ailelerinizi bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanlar ve taşlardır; onun başında son derece katı, çetin mi çetin melekler görevlidir. Allah kendilerine ne emrettiyse ona isyan etmezler ve emrolundukları her şeyi yaparlar.” (Tahrîm, 66) “Ey iman edenler, eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder; ayaklarınızı sağlam tutar” (Muhammed, 7)


9 Hizmet Eri mi? Hizmet Emeklisi mi?

12 Söylemesek Bilmiyorlar Söylesek Riya Oluyor

15 Hani Söz Vermiştik Geçmişte

18 Hizmeti Aşkla Yaşamak İçin

32 Hüseyin Vassaf Efendi

2

DERGiSi

İçindekiler İLKADIM’DAN /1 BAŞYAZI Rabbimizin Kullarına Hizmeti/3 Nureddin Soyak KAPAK Hizmet Hassasiyeti/6 Dilaver Koparan Hizmet Eri mi? Hizmet Emeklisi mi?/9 Arif Arslan Kaynar Söylemesek Bilmiyorlar Söylesek Riya Oluyor/12 Salim Çelik Hani Söz Vermiştik Geçmişte/15 Fatih Yılmaz Hizmeti Aşkla Yaşamak İçin/18 Mükremin Çelik Hizmetlerde Kurumsallaşmanın Önemi/21 Faruk Özcan ZEKİ SOYAK HOCAMIZDAN Hizmet Erlerine Tavsiyeler/23 HİZMET ADABI Tartışmasınlar!/24 Nureddin Soyak KUR’AN İKLİMİ La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah/26 Selim Armağan HADİS İKLİMİ İslam Dininde Komşuluk ve Önemi/28 Ahmet Ağmanvermez FIKIH Kadının Erkeklerle Beraber Bulunması/30 Mehmet Şentürk TASAVVUF Tevhid Kelimesi Bölünemez/31 Cemil Usta TARİHE YÖN VERENLER Hüseyin Vassaf Efendi/32 Ahmet Belada EĞİTİM Eğitim, İnsanı İslam’a Yönlendirmektir/34 Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu HAFIZA-YI BEŞER Yıkılamayan Kale ÇANAKKALE/36 Zekeriya Gültaş LA HAVLE “Sana Yöneldim”/40 Abdullah Gülcemal SÖZ MEYDANI Siz Ne Yapabilirsiniz? Ben Ne Yapabilirim?/42 İbrahim Çiftçi TEFEKKÜR EKSENİ Karanlık Madde ve Karanlık Enerji (Hayâllerin Câzibesi)/44 Mehmet Erturan GENÇ BAKIŞ Huzur İsyandadır/44 Mehmet Erturan KİTAPLIK “Peygamber Efendimiz’in 1001 Özelliği”/45 M.Seçuk Özdoğan İMBİK Diploma/46 Nuri Ercan


Başyazı nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

Rabbimizin Kullarına Hizmeti y Allah’ım, hamdlerim Sanadır, nimetleri veren Sen’sin, Sen’den başka ilah yoktur. Sen semavat ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın. Bizleri nimetleri unutmaktan ve onlara nankörlük etmekten koru. Bu isimlerinin hürmetine nimetini mü’minler üzerine kemale erdir.

E

üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve ‘Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.’ diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.” (Zuhruf, 12,13,14)

Rabbimiz, insanı sîreti ve suretiyle en güzel şekilde yaratı. Dünyayı da havasıyla, suyuyla, toprağıyla, taşıyla, yiyecek ve içecekleriyle, bitki ve hayvanlarıyla, gece ve gündüzüyle, ay ve güneşiyle en güzel bir şekilde yaratıp insanın hizmetine verdi.

“O istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 34)

Rabbimiz: “O bütün çiftleri yaratan,

“O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman, 13) buyurmaktadır. Rabbimizin hem dünyevî hem de uhrevî nimetleri saymakla

bitmez. Rabbimiz bunların pek çoğunu defalarca kitabında saymış, onlarca defa da Rahman Suresi’nde, “Hangi nimetleri yalanlıyorsunuz?” diye sormuştur. Kula ait hiçbir şey yoktur. Her şey Rabbimizindir. Kazandıklarımızı neyle kazanıyoruz? Azalardan noksansız sağlık ve sıhhatli bir beden O’nun lutfu, her türlü nimet O’nun lutfu, O ihsan ve ikram etmeseydi bu nimetlerin hangisine güç yetirebilirdik? Gemileri yüzdürebilir miydik? gök yüzünde uçabilir miydik? Hayvanlara hükmedebilir miydik? Ekinleri topraktan çıkarabilir miydik? Bütün bunları yapmayı akledebilir miydik? Rabbimiz bizden aczimizi itiraf etmemizi istemektedir ki azmayalım, haddimizi bilelim, nankörlük etmeyip şükredeMART 2013 / 296

3


lim. Rabbimizin nimetleri ile hayatımızı devam ettiriyoruz. Saymaktan bile aciz kaldığımız bu kadar nimetin şükrünü nasıl ifa edebiliriz? Görme nimetinin mi? İşitme nimetinin mi? Yürüme nimetinin mi? Akletme nimetinin mi? Nefes alıp verme nimetinin mi? Her nefes alıp verdiğimizde şükretsek, görme, işitme, yürüme, akletme, yeme, içme ve sayamayacağımız kadar nimetlere ne zaman şükredeceğiz? Rabbimizin nimetlerine hiçbir zaman hakkıyla şükretmemiz mümkün değildir. Rabbimiz şükrü bize kolaylaştırmıştır. “Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve “Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.” diyesiniz.” buyurmaktadır. Rabbimizin kullarına bahşettiği sınırsız nimetlere bakalım da ibret alalım. Nimetleri bahşeden Rabbimizi hatırlayalım da, ne kadar çalışıp çabalasak, Rabbimiz ihsan etmeden bu nimetleri elde etmeye gücümüzün yetmeyeceğini idrak edelim. Rabbimizin kullarının hizmetin sunduğu nimetlere bir bakalım, Hiç eksiklik noksanlık var mı? Her şey mükemmel ve yerli yerince. İmtihan için hazırlanan 4

DERGiSi

Rabbimizin kullarına sınırsız hizmetlerine karşılık kulun Rabbine hizmeti sadece Rabbine kulluk etmesidir. Kulluğun ifası; ferdî, ailevî ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesi ile gerçekleşir. İman ve salih ameller ferdî, ana babaya itaat, eş ve çocuklara çobanlık ailevî, iyiliği emir ve kötülükleri men de toplumsal sorumluluklardandır. İhlâs ve samimiyetle Rabbine yönelen mü’min, imtihan gereği zaman zaman meşakkatlerle karşılaşsa da, bu sorumluluklarını rahatlıkla yerine getirebilir.

dünya insanın hayatını devam ettirebilmesi için mükemmel şekilde yaratılmıştır. Rabbimizin kullarına sınırsız hizmetlerine karşılık kulun Rabbine hizmeti sadece Rabbine kulluk etmesidir. Kulluğun ifası; ferdî, ailevî ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesi ile gerçekleşir. İman ve salih ameller ferdî, ana babaya itaat, eş ve çocuklara çobanlık ailevî, iyiliği emir ve kötülükleri men de toplumsal sorumluluklardandır. İhlâs ve samimiyetle Rabbine yönelen mü’min, imtihan gereği zaman zaman meşakkatlerle karşılaşsa da, bu sorumluluklarını rahatlıkla yerine getirebilir. Rabbimiz: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara, 185) “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5) “And olsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer, 12) buyurmaktadır. Rabbimiz, kulluğu kullarına bu kadar kolaylaştırmışken, kula ne oluyor da kulluğu kendisi için bu kadar zorlaştırıyor. Kendi kendine engeller oluşturuyor. Halbuki hayatı pahasına da olsa Rabbinin rızasına kavuşmaya gayret etmelidir.


Rabbimiz: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 207) buyurmaktadır. Kul nihayet canını bile Rabbi yolunda feda etse, netice de o da Rabbinin, kendine bahşettiği bir nimettir. Bununla beraber Rabbi ona olan nimetini kemale erdirir de cennetine koyar. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Nimetin kemali cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır.” (Tirmizi) “İki büyük nimet vardır, insanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır. Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari, Tirmizi) buyurmaktadır. Rabbimizin kullarına dünyada bahşettiği nimetler, Onun yolunda kullanılırsa, bu kulu nimetin kemaline kavuşturur ki o da cennettir. Rabbimiz, kullarının hizmetine verdiği bazı nimetler bizler hatırlatmaktadır:

“Güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.” (İbrahim, 33) “Bütün yıldızlar da onun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir.” (Nahl, 12) “Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerde yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi.” (Nahl,13) “O taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir.” (Nahl, 14)

“Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani ordular üzerinize gel“Göklerdeki ve yerdeki her mişti de biz onların üzerine şeyi kendi katından sizin hiz- bir rüzgâr ve görmediğiniz metinize verdi.” (Casiye, 13) ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla gör“Denizde akıp gitmekte olan mektedir.” (Ahzab, 9) gemileri hizmetinize vermiştir.” (Hac, 65) “Allah da onlara hem dün-

ya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah güzel davrananları sever.” (Al’i İmran, 148) buyurmaktadır. Rabbimiz, kitabında bu ve daha pek çok dünya ve ahiret nimetlerinden bahsederek kullarını, kulluğa davet etmektedir. Rabbimiz: “Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş halde görünce şöyle dedi: ‘Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml, 40) buyurmaktadır. Nimetlerle deneniyoruz. Külfetlerle deneniyoruz. Şükredenler ve sabredenler kazanır. MART 2013 / 296

5


Kapak

Dilaver Koparan

Hizmet Hassasiyeti

Â

lemlerin Rabbi olan Allah’a hamd; Efendimiz

Hz.Muhammed’e, O’nun tüm aile efradına, ashabına ve onlara kıyamet gününe kadar güzellikle uyanlara salât ve selam olsun.

ve İslam’ın hükümlerini her sahada hayata hâkim kılmak için çalışmak zorundadır.

“Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder.” (Muhammed, 7)

Böyle büyük bir sorumluluğu üstlenen Müslüman, hayatının her anında Allah yolunda cihad şuuruyla yaşayacak ve hep diri kalacaktır.

Rabbimizin kudreti karşısında aciz ve hiçiz. Bu acziyetimizi ve hiçliğimizi anlayıp Rabbimize teslim olmalıyız. Teslim olup kurtulmalıyız.

Allah ve Rasulüyle beraber olmak, sadıklarla, şehidlerle beraber olabilmek ne büyük mutluluk. Allah’ın yardımını, sevgisini, rızasını kazanabilmek ne kadar büyük saadet. Yalnız Allah’a kulluk yapmak, O’na güvenip dayanmak, yalnız O’ndan yardım beklemek, O’na teslim olmak ve itaat etmek.

Müslüman olan, teslim olan, büyük sorumluluklar yükleniyor. Yalnızca Allah(cc) rızasını düşünecek, kullardan hiçbir şey beklemeden, hakkın hâkimiyeti için fedakarane çalışacak. “Kim

Teslim olan her Müslüman İslam’ı doğru öğrenmeli, İslam’ın bütün güzellikleriyle tam donanımlı olmaya çalışmalı. Öğrenmekle kalmamalı kesinlikle yaşamaya gayret etmeli

“(Rasulüm) deki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77)

6

Allah’a ve Rasulüne uyarsa onlarla beraberdir.” (Nisa, 70)

DERGiSi

Cihad ruhu taşıyan Müslüman, cahilî sistemlerin içinde onlarla beraber kaynaşıp yaşayamaz. Onların yönetimlerine ortak olamaz. Asla İslam’dan tavizler veremez. Müslüman, İslam’ın hükümlerini açıkça söyleyecek, ortak koşanlara yüz çevirip onlara aldırmayacak emrolunduğu gibi dosdoğru olacaktır. Müslüman, bozulmuş hayatın, ahlakın yerine İslam’ı koymayı hedef almalıdır. Sadece sohbet ve nasihatle geçen bir hayatı olmamalıdır.


İslam’ın cahilî ortamı değiştirmesi, yalnızca camilerde, cemiyetlerde, bir mecliste konuşma yapmakla mümkün olmaz. Her alanda bir hazırlığın yapılması zorunludur. İslam düşmanlarının İslam’ı vurmak ve Müslümanlara karşı komplolar düzenlemek amacıyla kurulmuş yüzlerce teşkilatları, binlerce hareketleri ve milyonlarca yönlendirmeleri vardır. İslam topraklarını cetvelle çizgi çizgi böldüler. Ümmeti rengine, diline, ırkına ve mezhebine göre böldüler, fitnelerle birbirlerine düşman ettiler. Herşeylerini sömürmektedirler. Bütün bunlar karşısında Müslüman şu tabloyu iyi okumalı: “Muhakkak ki Allah kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi saf halinde savaşanları sever.” (Saff, 4) Kurşunla kenetlenmiş bir bina oluşturmak ise düzenli, teşkilatlı, programlı ve disiplinli hareket etmenin sonucu ortaya çıkar. Onun zıttı ile hiçbir zaman mümkün olmaz. Kur’anî kurallara ve yönlendirmelere bakıldığında karşımızda hep düzenli hareketin önemi vurgulanmaktadır. Rasulullahın (s.a.v) düzenli hareket etme konusunda ne kadar titiz olduğunu, Müslümanların üç kişi bile olsalar kendilerine

Mü’min ifrat ve tefride düşmeden, hizmetlerin hiçbir yönünü diğerine tercih etmeden tüm sorumluluklarının bilincinde olmalıdır.

bir başkan seçmelerini, açık bir şekilde emretmesinden anlıyoruz. Müslümanların işleri mutlaka disiplinli ve programlı olmalıdır. Bu durumları, hayatlarının her safhasında olmalıdır. Basit kolay işlerde planlı programlı olunmaz ise hizmetler büyüdüğünde nasıl olacaktır? Yine Rasulullah (s.a.v.) nebevi yönlendirmesiyle sürekli dinlemeyi ve itaat etmeyi vurgulamıştır: “Dinleyin ve itaat edin. Başınızda başı kuru üzüm tanesi gibi Habeşli bir köle bulunsa da …” (Buhari) Müslümanları fitneden safların bölünmesinden sakındırırken, kendilerini zayıflatan, düşman-

ların iştahını kabartan ve onlara cesaret veren davranışlardan söz ederken de diyor ki: “Kim elini itaat etmekten geri çekerse kıyamet gününde Allah ile karşılaştığında elinde kendisini savunacak hiçbir delili olmayacaktır. Kim ölür de boynunda kimseye bey’atı yoksa cahiliye ölümü üzere ölmüş olur.”(Müslim) Bunların hepsi de hizmetin, düzenli hareket etmenin önemli kurallarından, temel prensiplerinden ve vazgeçilmez unsurlarından değil midir? Rasulullah (s.a.v.) Mekke’de olsun, Medine’de olsun peygamberliği süresince eğitimde, MART 2013 / 296

7


İslam’ın yayılmasında, savaşta ve barışta her alanda sistemli, toplu, düzenli çalışmalara büyük önem vermiştir. Rasulullah (s.a.v.)’in hizmetlerdeki metodunu şu sözlerinden anlamak mümkündür: “Mü’minlerin birbirine karşı sevgisi, merhameti ve duygusallığı bir vücuttaki organların birbirine karşı durumları gibidir. Bedende bir organ rahatsız olduğunda bütün vücut acıyla rahatsız olur.”(Buhari-Müslim) Mü’min ifrat ve tefride düşmeden, hizmetlerin hiçbir yönünü diğerine tercih etmeden tüm sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. Hizmet eden kişilerin yaşantıları sadece İslamî çevreyle sınırlı olmamalıdır. Ailesi ile sosyal çevreyle, iş ortamıyla bir denge halinde olmalıdır. Hizmet ehli kendi nefsine karşı sorumluluğunun, ailesine karşı sorumluluğunun ve topluma karşı sorumluluğunun farkında olmalıdır. Bu gün insanımız İslam’a aç Kur’an’a aç Efendimiz (s.a.v)’in hayatına muhtaçtır. Merhamet ve müsamaha ile kolaylaştırarak, nefret ettirmeden müjdeleyerek insanlığa hizmet etmeyi canı gönülden istemeliyiz. Ömrümüzü hizmetle geçirmeye çalışmalıyız. İnsanlığın kurtuluşu ancak Ya8

DERGiSi

ratanını, Kur’an’ın hükümlerini ve Efendimizin hayatını öğrenmesiyle ve yaşamasıyla mümkündür. İslam’ın yaşanması ve yaşatılması için bütün imkânlar seferber edilmelidir. Allah’a kulluk ve kullara hizmet aşkı taşımalıyız. Özetle hizmetlerde başarılı olabilmek için; 1) Hizmet ederken karşılaşılacak kötü davranışlara, meşakkat, sıkıntı ve eziyetlere karşı sabırlı olmalıdır. 2) Hizmet ehli sebatkâr olmalıdır. 3) Birlikte hareket etmek, fitneye, kargaşaya meydan vermemek gerekir. 4) Hizmetlerin sağlıklı yürütülmesi itaati gerektirir. 5) Hizmetteki sorumlulukların ciddiyeti kavranmalı, alınan sorumlulukların yerine getirilmesi sağlanmalıdır. 6) Sorumluluk yüklenen kişiler, çalışma arkadaşlarıyla yakından ilgilenmelidir. 7) Hizmetlerdeki küçük anlaşmazlıklar hemen halledilmelidir. birimlerinde 8) Hizmet çalışanlar, sorumlu kişilerin zaman zaman yaptığı tavsi-

yeleri emir telakki etmeli, yerine getirmelidir. kontrol 9) Hizmetlerde mekanizması etkin olarak işletilmelidir. 10) Hizmetlerde kişilerin kabiliyetlerine göre görevlendirilmelidir. 11) Her Müslüman, mutlaka dürüst olmalıdır. Verdiği sözde durmalı, ahde vefa göstermeli, cömert, cesur, doğru sözlü, güvenilir, şahsiyetli olmalıdır. Affedici olmalı, yalnız Allah için gadaplanmalı, Peygamber ahlakıyla ahlaklanmalıdır. 12) İslamî hizmetler dedikodu, gıybet, malayani, suizan, haset, dünya, malmakam hırsı gibi kötü ahlakları kabul etmez. 13) Dedikodu, gıybet ve suizanla hareket edenler uyarılmalı, zararlı davranışları önlenmelidir. 14) Zahiri tedbirler alınıp hizmetler yapılırken, Allah Teâlâ’dan yardım dilenmelidir. 15) İslamî hizmetlerde görev alanlar arasında muhabbet ve hoşgörüye, itimat ve yardımlaşmaya dayalı bir uhuvvet tesis edilmelidir (Fazilet Toplumu, 365-368)


Kapak

Arif Arslan Kaynar

Hizmet Eri mi? Hizmet Emeklisi mi?

izler İslam’ı bir bütün olarak algılayacak ve hayatımızın bütün merhalelerinde yaşayacağız. Şahsi olarak kulluğumuzu en güzel şekilde, az da olsa devamlı bir şekilde yapacak, dinin hiçbir kaidesinden taviz vermeyeceğiz. Bu noktayı aştıktan sonra İslam’ın bütün toplumda yaşanır hale gelmesi için mücadele edeceğiz. Hem de hiç yorulmadan, bıkmadan.

B

R

ahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla.

Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. O’nun Habibine salât ve selam olsun. Günümüz dünyasında biz Müslümanlar olarak birçok kavramın içini boşalttık. Birçok değerimiz ise sadece sözde kaldı. Oysa-

ki İslam söz değil yaşama dini olmalıydı. Değerlerimiz süslü kitaplarda, kitaplar ise evimizin aksesuarı olarak raflarda kaldı. Hatiplerimiz ekranlarda ağdalı cümlelerle konuşur ancak konuşulanlar hayatlarımıza yansımaz oldu. Camiler özel gün ve gecelerde doldu taştı. Vaazlar, sohbetler, hutbeler, Kur’an tilavetleri, mevlitler coşkuyla okundu

ama biz Müslümanların boğazlarından aşağı geçmedi. Biz Müslümanları öylesine bir atalet sardı ki; artık düşünemez olduk. Bizim yerimize başkaları düşünür, başkaları yapar oldu. Her şeyin kolayına kaçar olduk. “Biz çok yorulduk artık başkaları yapsın” der olduk. Birçoğumuz hizmet emeklisi, dini yaşama mezunu, gençlere yol açma MART 2013 / 296

9


heveslisi, ülke yönetiminde bir yerlere gelme sevdalısı, biz söyleyelim başkaları yaşasın budalası, hayır hasenatı diğerleri yapsın biz ise lüks ev ve arabalarımız olsun heveslisi olduk. Artık Kur’an sohbetleri, Hadis Sohbetleri, Siyer Sohbetleri, İlmihal Sohbetleri de bizi pek sarmaz oldu. Gündelik siyaseti konuşmak, asrın davalarını(!) takip etmek, devletin nimeter fert bulunduğu konumda neler yapabileceğinin listesilerinden faydalanmanın ni çıkarıp derhal hizmete koyulmalıdır. Çünkü hepimizin hesaplarını yapmak, geçmişte yapılan güzel hizmet alanında yapabileceği birçok iş ve görevler var. ve fedakarane hizmetdin, hayatın bir kısmında var bir korkmadan, makam ve mevki lerin nimetlerini devşirkısmında yok, denilebilecek bir derdine düşmeden çalışılmalımek bizim için öncelik oldu. din değildir. dır. Bizden önceki Müslümanlar İşte burada durup düşünmek zoçok büyük güzelliklere imzarundayız. Bu gidiş nereye, acaba İşte bizler İslam’ı bir bütün olalar attı. Din-i Mübin-i İslam’ın Allah Teâlâ bizim bu halimizden rak algılayacak ve hayatımızın zaferi için her fert kendi üzerirazı olacak mı? Bizler kendimizi bütün merhalelerinde yaşayane düşen görevi yeri getirmeli, iyi görürken, cenneti garantile- cağız. Şahsi olarak kulluğumugayret kuşağını kuşanıp hizmete miş zannederken, bu kadar hayır zu en güzel şekilde, az da olsa koşmalıdır. Her fert bulunduğu hasenat, bu kadar hizmet var, devamlı bir şekilde yapacak, konumda neler yapabileceğinin daha ne olsun diyerek, “Cenne- dinin hiçbir kaidesinden taviz listesini çıkarıp derhal hizmete te biz girmeyeceğiz de başkaları vermeyeceğiz. Bu noktayı aşkoyulmalıdır. Çünkü hepimizin mı girecek?” inancında mıyız? tıktan sonra İslam’ın bütün toplumda yaşanır hale gelmesi için hizmet alanında yapabileceği Hasani Basri Hazretleri ne güzel mücadele edeceğiz. Hem de hiç birçok iş ve görevler var. dile getirmiş: “Eğer siz sahabe- yorulmadan, bıkmadan. Eğer görevin çay yapmaksa; leri görseydiniz deli derdiniz, çayını ihlâsla, samimiyetle, bu sahabeler de sizleri görseydi size Hedeflerimizi küçültmeyelim. çayı içen kardeşlerinin muhabMüslüman demezlerdi.” Çünkü Gece gündüz demeden, soğuğa bet duyması için demleyecek, İslam bugün var yarın yok, sa- sıcağa aldırmadan, paraya pula bu hizmeti görürken heyecan dece cami dini, sadece söz dini, bakmadan, dünyalık endişesi ve mutluluk duyacaksın. Allah sadece başkalarının yaşadığı duymadan, hâkim güçlerden Teâlâ’nın sana böylesine bir

H

10

DERGiSi


hizmet kapısını lütfettiği için şükredeceksin. Ne büyük bir bahtiyarlık ki Müslümanlar senin elinden çay içiyorlar diye düşüneceksin. Eğer görevin sohbet yapmaksa; öncelikle anlatacaklarını kendi nefsine sonra da karşındakilere söyleyeceksin. Unutmayalım ki nasihate en çok ihtiyacı olan kendimizdir. Ne büyük bir mutluluktur ki Allah bizim karşımıza bizim sohbetimizi dinleyecek kişiler nasip ediyor. İşte sen de hazırlığını bu mihvalde yapacaksın. Her sohbetine giderken heyecan duyacak, meleklerin senin bu sohbetini kayıt altına aldıklarını unutmayacaksın. Eğer görevin sohbet dinlemek hizmeti ise, anlatılanları bir sahabe anlayışıyla, Kur’an ayetleri sanki sana indiriliyormuş ve karşında ki Allah’ın Rasulüymüş gibi dinleyeceksin. Eğer görevin öğretmenlikse; öğrencilerinin sana Allah’ın bir emaneti olduğunu unutmayacaksın. Her an her dakika çok önemli. Bir kişiyi bile kazanmak, bir kişinin hidayetine vesile olmak senin için, güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. İnsan yetiştirmek sadece bilgi aktarmakla veya o kişiye sohbet yapmakla olmuyor. Karşındakini benimseyeceksin, kalbini gönlünü ona açacaksın. Öğrencine öylesine bir muhabbet duyacaksın ki onu

görmediğinde özleyeceksin, hasretini çekeceksin. Derdiyle dertlenecek sevinciyle sevineceksin. Öylesine kalbine gireceksin ki çevresinde en sevdiği, muhabbet duyduğu sen olacaksın. Bu şekilde bir kişiyi kazandıktan sonra artık gerisi kolay. Dilediğin bilgiyi davranışı kazandırırsın. İnsan yetiştirmedeki en önemli etkenlerden birisi de; üzerinde çalışma yapılan kişilerin hizmete katılmasıdır. Önceleri küçük sorumluluklar verilmedir. Örneğin: temizlik yapmak, kitapları düzenlemek, kermeslere katılmak, çay vb servislere yardımcı olmak gibi. Bu hizmetler yapılırken her şeyin Allah rızası için yapıldı inancı vurgulanmalı ve mükâfatının da sadece Allah’tan alınacağı inancı işlenmelidir. Çünkü günümüzde birçok kişi başkalarına hizmet etmeyi enayilik saymakta, angarya olarak görmektedir. Gençlerimizi, talebelerimizi, evlatlarımızı küçük yaşlarda hizmetin içine katarsak ilerleyen yıllarda bu insanlardan çok daha güzel verim alınacaktır. Allah yolunda Peygamber yolunda Kur’an yolunda hizmet etmek bir sevdadır, aşktır. Allah bunu her kula nasip etmez. Eğer böylesine bir hizmet imkânımız varsa Allah’a şükredelim ve bu hizmetimize dört elle sarılalım. Bu hizmetleri görürken de

heyecan duyalım, sevinç duyalım. Şayet şuan böylesi bir hizmet içinde değilsek hemen kendimizi sorguya çekelim ve titreyip ayağa kalkalım. Ben ne yapabilirim ki demeyelim. Her Müslüman’ın mutlaka bir yaratılış gayesi vardır. Bulunduğumuz durumu büyüklerimizle birlikte gözden geçirerek neler yapabileceğimizi, hizmete hangi noktalarından faydalı olunacağı belirlenmelidir. Bundan sonrada yapabileceklerimiz neyse veya bize verilen görev ve sorumluluklar nelerse hemen kolları sıvayıp hizmete, kulluğa koşmalıyız. İslam hiçbir çağda bu kadar perişan olmadı. Müslümanlar hiç bu kadar ezilmedi. Eğer bizler çalışmaz isek, bizler gayret kuşağını kuşanmaz isek; Irakta, Suriye’de, Filistin’de, Çeçenistan’da ve dahi dünyanın dört bir tarafında ki masumların feryatları bizi boğar. Yarın Huzur-u İlahî’de bunların hesabını vermeyiz. Haydi, hep birlikte bu davayı kucaklayalım. Bu taşın altına hepimiz ellerimizi koyalım. Madden manen, konuşmakla yazmakla, dua ile yürümekle, oturmakla, ziyaretle, infakla, sadakayla, muhabbetle büyük küçük demeden hizmetlere koşalım. Gelin İslam sancağını ta burçlara dikelim… Selam ve dua ile… MART 2013 / 296

11


Kapak Salim Çelik

Söylemesek Bilmiyorlar Söylesek Riya Oluyor -Bunlar ufak tefek meseleler bunları aşmak lazım. -Söylemesek bilmiyorlar söylesek riya oluyor. (Şaka ile karışık) -Biz çok çalıştık sırayı gençlere vermek lazım. -Yıllardır koşturuyoruz elimize ne geçti? -Ben bu işin olmayacağını biliyordum. -Biz çalışıyoruz nimeti başkaları topluyor. -Bence şöyle… Bence böyle…

B

u ve benzeri cümleler zaman zaman bilerek ya da bilmeyerek söylediğimiz veya dinlediğimiz cümleler. Özünde yorgunluk, bıkkınlık, 12

DERGiSi

mazeret üretme gibi kaygıları bulunan ifadeler hizmet insanlarının içine düşebilecekleri durumları ve hizmetten uzaklaşmanın sebeplerini ortaya koyan ipuçlarını taşıyor. Hizmetleri ve hizmet insanlarını bekleyen tehlikeleri ve hizmeti engelleyen sebepleri şu iki ana başlık altında toplayabiliriz: a) İslamî hareketin ve hizmetin yapısından kaynaklanan sorunlar İster insana hizmette, ister topluma hizmette, isterse cemaat hizmetlerinde doğru bir terbiye sistemi oluşturulmazsa dökülmelere sebep olan sonuçlar ortaya çıkar. Hizmet, ortamında yetişen insanları besleyemiyor, şahsına ve üslübuna ait sorumlara çözüm üretemiyor, amiyane tabir ile sürekli patinaj ediyor ya

da ettiriyorsa hizmet insanı hizmetlerden soğur. İlmen eksik, kalbî eğitimi yetersiz, amelî hayatı zayıf bireylerin eksiklikleri içinde bulundukları cemiyet tarafından giderilemiyorsa hizmet insanları manevi hastalıklara yakalanırlar. İslamî cemaatler, bünyesindeki fertleri yapı ve kişiliklerine uygun alanlarda iskân edemezlerse zorlama görevlendirmelerle insanlarını heba ederler. Bazen de Hizmet insanlarına kaldırabileceklerinden fazla yük yüklenir ve insanlar bu yüklerin altında ezilip kalırlar. Hizmet içerisindeki insanların mutlaka somut bir görevleri olmalıdır. Görev ve sorumluluk verilmeyen insanlar durgun sular gibi sorun üretmeye başlarlar. Hizmetlerde yardımlaşma uyum


ve organizasyon olmazsa istişare terk edilir, herkes kafasına göre hareket etmeye başlar. Hizmet içerisinde ortaya çıkan sorunlar çözülmez sürüncemede bırakılırsa soğumalar başlar ve fitne ortamları oluşur. Hizmetler içerisinde yetersiz liderlik sergilenirse, bürokrasi oluşursa bu durum yine istişarenin terkine, küsüp bir kenara çekilmeye neden olur. “Nasıl olsa bir şey değişmiyor.” Psikolojisi hizmet insanının içerisine bir güve gibi yerleşir. İslami hareketler içerisindeki iç çekişmelerin verdiği zararları görmek için Beni Müstalik Gazvesi sırasında yaşananları iyi okumak ve anlamak gerekir. b) Hizmetin önüne çıkan engellerin bazıları ise hizmet insanlarından kaynaklanır. Bunları şu alt başlıklarda değerlendirebiliriz: Niyetin bozulması Hizmet insanı için en büyük tehlike niyetlerinde meydana gelebilecek bozulmadır. Hizmet ederken Allah Teâlâ’nın rızası unutulur, şahsî niyetler, emeller ve dünyevî hedefler ön plana çıkarılırsa yapılan tüm hayırlı hizmetler boşa gider. Hadis-i Şerif’te Efendimiz(s.a.v), “Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiğinin karşılığı vardır…” buyurmuşlar-

İster yavaş gitsin ister acele koşsun, arayan, elbette aradığını bulur. Hak yoluna düşen kişi isteğine iki elinle sarıl çünkü istek iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan sakat da olsan uyuklasan da hatta kusurlu da olsan yine O’nun yolunda ol. O’na doğru sürün yine O’nu ara.

... Uykun varsa bile Hakk yolunda uyu, yoldan kalma. Allah yolunda uyurken belki kâmil bir yolcuya rastlarsın da seni gafletten ve uyku halinden uyandırır.” Mevlana dır. Hasan-ı Basrî Hazretleri, “Cennetliklerin cennette, cehennemliklerin cehennemde ebedî kalmalarının nedeni niyetleri yüzündendir.” buyurmuşlardır. Hizmet insanı çocuklar gibi saf kalpli olmalıdır. Çocukların annelerinden başkasına iltifat etmedikleri gibi Hizmet insanı da Allah’tan başkasına rağbet etmemelidir. Can, mal, rızık korkusuna kapılma Hayatımızda ve hizmetlerimizde rahat zamanlar, bolluk zamanları olacağı gibi sıkıntılı zamanlar can ve malla imtihan zamanları

da olacaktır. Can korkusu, mal kaybetme kaygısı hizmet insanının önce eline ayağına sonra da -Allah korusun- kalbine kelepçe vurabilir. Yerinden kıpırdatmaz, mazeret üzerine mazeret ürettirir. Hâlbuki Rabbimiz Ali İmran Suresinde, “İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. İnanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun.” buyuruyor. Yine aynı Sure’de Rabbimiz, “Onlar oturup kardeşleri için ‘Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi.’ dediler. Sen de onlara de ki: ‘Eğer doğru sözlü iseniz siz ölümü MART 2013 / 296

13


kendinizden savın.’” buyurarak hayatın ve ölümün sahibinin kendisi olduğunu ilan ediyor. Aşırılık ifrat ve tefrit Öfkede aşırılık, tedbirde aşırılık, sevgide aşırılık, yanlışlara verilen tepkilerdeki aşırılık hizmet insanın yakalandığı başka bir hastalıktır. Efendimiz (s.a.v) Hadis-i Şeriflerinde “Maksadına çok kısa sürede varmak arzusuyla acele eden, bunun için binitini döve döve helak eden ne yol alır ne de devesi sağ kalır.” buyurmuşlardır. Gevşeme ve hizmetten kaçma Aşırı kolaya kaçma, azimetler dururken sürekli ruhsatlara sarılma gevşeklik getirir. Bu durumdaki insan hizmet etmez, eder gibi yapar. Konuşurken mangalda kül bırakmaz ama iş ciddileşince ortadan kayboluverir. Gurur, kibir ve riya Ufak meselelere takılan hizmet insanı kendisine danışılmamasına kızmaya, görüşünün kabul edilmemesine öfkelenmeye başlar. Fedakârlıklarının hesabını yapar. Halisane çalışan kardeşlerine tepeden bakar. Artık o dava adamından çok fildişi kulelerden kardeşlerine bakan entelektüel bir kişilikten başka bir şey değildir. Zaten o, yapılacak her şeyi yapmış, düşünülecek her şeyi düşünmüştür. Kardeşle14

DERGiSi

rinin yaptığı ve düşündüklerinin de onun yanında değeri yoktur. Bunun İslam ıstılahındaki adı da kibirden başka bir şey değildir. Hem de bu kibir profesyonellik kisvesi giydirilmiş profesyonel bir kibirdir. Tevazu timsali Efendimiz (s.a.v) Hz. Aişe annemizden rivayet edilen Hadis-i Şerifinde yemek yerlerken şöyle buyurmuşlardır. “Bir kul gibi yiyorum bir kul gibi oturuyorum.” Yine Efendimiz(s.a.v) kendisini görünce titremeye başlayan bir adama; “Ne oluyor sana kendine gel. Ben bir kral değilim ben Kureyş’ten kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurmuşlardır. Başa kakmak Hizmet insanı için en büyük tehlikelerden birisi de yaptığı hizmeti minnet etmek başa kakmak insanlardan karşılık ve övgü beklemektir. Ali Ramitenî Hazretleri “Minnetle (başa kakmak suretiyle) hizmet eden çoktur. Ancak hizmeti nimet bilenler ise pek azdır. Siz hizmette bulunma fırsatını ele geçirmiş olmayı nimet bilir ve hizmet ettiklerinize minnetkar kalırsanız, herkes sizden memnun olur ve şikâyetçiniz azalır.” buyurmuşlardır. Hizmet insanının yakalanabileceği diğer bazı hastalıkları da şu başlıklar altında toplayabiliriz: -Kötü davranışlara ve meşakkat-

lere karşı sabırsızlık. -Hizmette sebat gösterememek. -İstişare ve itaat bilincinin zayıflaması. -Hizmette büyük küçük ayırımları yapmak. -Kardeşlik duygusunun zayıflaması. -Hizmet heyecanın kaybolması. -Denetlenme ve sorgulanmaya karşı çıkmak ve eleştiriyi kabul etmemek. -Hizmette başarı için duayı unutmak. Hizmet insanları Mevlana Hazretlerinin şu cümlelerine asla akıllarından çıkarmamalıdırlar: “İster yavaş gitsin ister acele koşsun, arayan, elbette aradığını bulur. Hak yoluna düşen kişi isteğine iki elinle sarıl çünkü istek iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan sakat da olsan uyuklasan da hatta kusurlu da olsan yine O’nun yolunda ol. O’na doğru sürün yine O’nu ara. Bazen söz söyleyerek, bazen susarak bazen koklayarak her taraftan O Padişah’ın kokusunu almaya çalış. Uykun varsa bile Hakk yolunda uyu, yoldan kalma. Allah yolunda uyurken belki kâmil bir yolcuya rastlarsın da seni gafletten ve uyku halinden uyandırır.”


Kapak

Fatih Yılmaz

Hani söz vermiştik Geçmişte Efendimiz -aleyhisselatü vesselam- bir hadislerinde Hz. Ali (r.a)’ye “Bir insanın kurtuluşuna vesile olman, senin dünyada yaptığın ve yapacağın tüm amellerinden daha hayırlıdır.” buyurmaktadır.

H

amd, âlemleri yaratıp biz aciz kullarının hizmetine sunan ve biz aciz kullarını iman nimetiyle şereflendiren Allah’a olsun. Salât ve Selam, adını adıyla beraber yazdığı Habibi can Muhammed –aleyhisselatü vesselam- Efendimize ve O’nun seçkin ashabına olsun. Elest bezminde Rabbe verilen bir söz var: “Ya Rabbi ben senin yolunda her şeyimle sana kul olacağım. Kalu Bela diyerek sana vermiş olduğum sözü devamlı hatırlayacağım. Senin

dinin uğruna varımı yoğumu harcamaktan çekinmeyeceğim. İyyake na’büdü (ancak sana kulluk ederim) niyazımla bu ahitleşmeyi hiç unutmayacağım. Her gün en az beş vakit hatırlayacağım.” Anadolu’nun kalbinde, İslam ve insanlık adına bir şeyler yapmak için çırpınan, samimi ve samimi oldukları kadar da şuurlu gençleri görüyoruz. Bu gençler bana hep Medine toplumunu hatırlatıyor. İçleri hizmet aşkıyla kıpır kıpır olan kardeşlerimin bu çabalarını candan kutlamak ve ayakta alkışlamak lazım diye

düşünüyorum. Herkesin dünyevileştiği şu ortamda dava için koşup koşuşturmak küçümsenemez. Her şeyden önce insan bu fani âleme kul olarak gelmiştir. Öyleyse kulluğunun gereğini yerine getirmelidir. Kısa bir yolculuktan sonra asıl ve kalıcı menzile varacağını unutmamalı, yaşantısını, dünyadaki kısa yolculuğunu iyi değerlendirmelidir. Mahkeme-i Kübra’da Rabbiyle baş başa kaldığında, insanlığından pişman olup başını öne eğmemelidir. “Başıboş bırakılmadığını” şerefli insan olarak MART 2013 / 296

15


gayesinin Rabbine kul olarak yaşayıp, “ölüm gelinceye kadar” O’na ibadet ve itaatten uzak duramayacağı ve bu minval üzere devam edeceği idraki içinde olmalıdır. Sayılı nefesin hesabını bir bir vereceğini aklından hiçbir zaman çıkartmamalıdır. Bizim davamız çok büyük. Biz dünyayı değiştirip geliştirmeye talibiz. Bu fani âleme yemeye içmeye gelmedik. Hele hele gününü gün etmeye hiç gelmedik. Biz, insanlığın kurtuluşu için, gece gündüz var gücümüzle çalışmak ve Allah’a iyi bir “kul” olmak için geldik. Rabbimiz Araf suresi 146. ayeti celilesinde “gafillerden olma” buyuruyor. Hareketli, çalışkan olmamızı, gafletten uzak bir hayatı ve O’nu çokça zikretmemizi emrediyor. O halde bizler var gücümüzle din için, mukaddesat için ve insanlığın kurtuluşu için çalışmalıyız. İnsanlığın hidayete ermesi için çaba sarf ederken hiçbir ayrım gözetmeden; gerek Mü’min olsun ve gerekse olmasın sadece olsun ve gerekse olmasın sadece “Yaratandan ötürü yaratılmışı sevmeliyiz” ve onları İslam’ın müşfik kanatları altına almak için gayret etmeliyiz. Bu çalışmalar, Türkiye’de olur, Almanya’da olur ya da dünyanın öteki ucunda olur hiç fark etmez. Yeter ki içimizdeki da16

DERGiSi

Elest Bezmi”ni hiç unutmamak lazım. “Nerede olursanız olun ben sizinle beraberim” diyen Rabbimizden bir an olsun gafil olmayalım. Emir ve nehiylerini kusursuz yerine getirelim ki kulluğun halâvetine erelim. Çünkü Rabbimiz bizden yavan bir kulluk istemiyor. “Nasıl bir Müslüman olmak gerekiyorsa” öyle Müslüman olmamızı istiyor. vaya hizmet aşkı samimi ve inandırıcı olsun. Asrısaadeti anlatmaya gerek yok sanırım, çünkü hepinizin malumu. Seksen küsur yaşındaki Eyyub elEnsari hazretleri hiç bir zaman kendilerini yaşlı hissetmemişler ve İstanbul surlarına kadar gelip

ruhlarını Allah yolunda orada teslim etmişlerdir. Bu misallerden sadece biri, buna benzer İslam adına, Allah davasının bir adım ileriye götürülmesi adına daha nice destanlar yazılmıştır. Bu örnek insanlardan çok çok


ders alıp bizler ne yapabiliriz düşünmeliyiz. Canla başla çalıştığımız ve bu yolda ömrümüzü eskittiğimiz zaman kazanan biz olacağız inşallah. Hem bu dünyada, hem de öbür tarafta… Efendimiz -aleyhisselatü vesselam- bir hadislerinde Hz. Ali (r.a)’ye “Bir insanın kurtuluşuna vesile olman, senin dünyada yaptığın ve yapacağın tüm amellerinden daha hayırlıdır.” buyurmaktadır. Birbirimizi Allah rızası için sevip devamlı istikamette olmanız için birbirimize bol bol dua etmeliyiz. Gel geç dostluklardan uzak olup adam kıtlığının yaşandığı şu ortamda birbirimize Müslüman’ca kenetlenmeliyiz. Bu tür beraberliklerimizden ebedi dostluklar oluşur biiznillah. Bu dava uğruna gayret kuşağını kuşanan kardeşlerin samimi çabalarını yürekten desteklemek lazım. Bu hususta üzerimize düşen her türlü desteği ömrümüzün sonuna kadar vermeliyiz. Bunlar için bakın şair şöyle diyor: Diyarı küfürde solmamış güller, Bulunca sevindim can-ı gönülden. Allah için cuşa gelmiş bülbüller, Görünce sevindim can-ı gönülden.

İslam davasını şiar edinen, Bir adım ileri candan didinen,

Onca güzelliği Allah adıynan, Örünce sevindim can gönülden.

Davaya canların can katışını, Küfrün gemisinin ters batışını, Din için gençlerin kalp atışını Duyunca sevindim can-ı gönülden…

Bu davaya gönül vermiş tüm kardeşlerimizin üzerinde çok ağır yük vardır. Herkes bulunduğu muhiti birer gülistana çevirmek zorundadır. Eğer bundan kaçarsanız, inanın hepiniz vebaldesiniz. Tüm Peygamberler, onların yolunu takip eden salihler ve ulema ömürlerinin sonuna kadar bu mücadelenin yılmaz savunucuları olmuşlardır. Bizler de devamlı Allah’a giden yolda çaba ve gayret sarf etmek zorundayız. Çünkü bundan başka yol yoktur. Özünde en güzel bir şekilde yaratılan insan, bunu başaramadığı zaman aşağıların aşağısına düşmeye mahkûmdur. Bu düşüşe “esfeli safilin” denilmiştir. Unutulmaması gereken bir husus da, dünya hayatının geçici olduğu ve ölümün kaçınılmazlığı karşısında insan için en akıllıca işin bu yeryüzü sınavını başarıyla geçme çabası içinde olması gerektiğidir. Yeryüzü sınavı da zamanı boşa geçirmekle, malayani şeylerle uğraşmakla kazanılmaz. Bediüzzaman Said-i Nursî: “Malayani ile iştigal maksadı geri bırakır.”

diyerek ne güzel söylemişler. Hz Ali (k.v)’nin bu hususta çok enteresan bir sözü vardır: “Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.” İnsanoğlu, Yüce Yaratıcı’nın halifesi olarak büyük işler başarmak ve değerli eserler ortaya koymak için bu dünyaya gönderilmiştir. O, bu mükellefiyetin şuurunda ise, eşya ve hâdiselerin içine girecek, onlara müdahale edecek, her gün başka terkip ve başka tahlillerle, yeni yeni san’at eserleri ortaya koyacak… Bütün bunları yaparken de her an, Hakk’ın sonsuz irade ve kuvvetini sezecek ve şükranla Rabbine karşı kulluk görevini yerine getirecektir. “Elest Bezmi”ni hiç unutmamak lazım. “Nerede olursanız olun ben sizinle beraberim” diyen Rabbimizden bir an olsun gafil olmayalım. Emir ve nehiylerini kusursuz yerine getirelim ki kulluğun halâvetine erelim. Çünkü Rabbimiz bizden yavan bir kulluk istemiyor. “Nasıl bir Müslüman olmak gerekiyorsa” öyle Müslüman olmamızı istiyor. Saygıyla, muhabbetle ve en önemlisi Rabbimin selamıyla selamlar, çabalarımızın fazilet, bereket, hayırlara ve insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını temenni ederim. Yolumuz açık Allah yar ve yardımcımız olsun.

MART 2013 / 296

17


Kapak

Mükremin Çelik

Hizmeti Aşkla Yaşamak İçin

Z

18

amanın akışına mukabil hızla tükenen ömür sermayemiz, bize geriye kalan kısmının iyi değerlendirilmesi hususunda iyi bir nasihatçi oluyor. Her gün ahirete uğurladığımız tanıdık tanımadık bütün kardeşlerimiz, bize kalan vakitlerimiz için ibretlik nasihatleri hal lisanıyla söylüyor olmalı. Hiç şüphesiz ömür sermayemizden geriye kalan kısmı ahiret azığına çevirecek şekilde yaşamak, bu dünyamız için de en şerefli hayat biçimidir.

kalbi dışarıya taşıracak miktarda güzelliklerle doldurmak gerek. Kalpte heyecan varsa dışarıya heyecan, başka şeyler varsa başka şeyler taşacaktır. Şüphesiz ki nebevi ikazlarda belirtilen hususlar Allah’a giden yolda olmazsa olmazlardır. O halde: “Vücutta bir et parçası var ki o iyi olursa bütün beden iyi olur. O kötü olursa bütün beden kötü olur. O kalptir.” uyarısının bizi ne kadar sarstığına ve kalbimizden geçenlere ne kadar dikkat edebildiğimize vukufiyetimiz çok mühimdir.

Bir Müslüman için ömrünü en güzel biçimde değerlendirmenin yolu kardeşlerinin dertleriyle dertlenip çözüm üretmek ve bunu sadece Allah rızası için yapmaktan geçiyor. Yardım imkânı olmayanlar, dua makamının tecellisi olarak, ümmet-i Muhammedi her namazlarının ardından Allah’a ısmarlıyor. Sırf rıza aramak için… Rızayı kazanmak için de kalp meselesine dikkat etmek şarttır. Kalpte ne varsa dışarıya o taşar. Her kap içindekini sızdırır. O halde

Birliktelik

DERGiSi

Heyecanı olmayan heyecan veremez. Heyecanı olanlarla birliktelik, kalp kabımıza heyecan ikliminden şebnemler damlatacaktır. Mefhum-u muhalifinden tefekkür edilirse; gaflet ehliyle birliktelik kalbe kasvet verecek, heyecanı yok edecek ve ruhumuza gaflet virüsleri bulaştıracaktır. Gerek bu virüslerin temizlenmesi ve gerekse hizmetlerimizi aşkla yaşamak için manevi gıdalar zaruridir. “Def-i mefsedet celb-i maslahattan mu-

kaddemdir.” Yani önce yara temizlenmeli, daha sonra merhem sürülmelidir. Hem ehli gafletle oturup yarenlik etmek hem de aşkla hizmetlere koşmak kalbe taşıyamayacağı bir yükü yüklemekten başka nedir? Büyükler der ki: Gaflet ehliyle birlikteliğiniz tuvalet ihtiyacı müddetince olsun. İş bitince hemen orayı terk edin. Bu öylesine söylenmiş bir söz değildir. Mühimdir. “Sadıklarla beraber olun.” emrini veren Rabbimiz, sadıklarla bir arada durarak bizim de sadıklar zümresinden olabileceğimiz mesajını veriyor. Sadık olmanın yolunu gösteriyor. Heyecan taşıyanlardan oluşturulacak bir kadro ile beraberlik, hizmet heyecanını her zaman diri tutacaktır. Gece Hayatı Serkeşlik yapanların bile gece hayatı varken bir Müslüman’ın gece hayatının olmaması düşünülemez. “Bir kısmı hariç, geceleyin kalk! Yarısı kadar ya da bundan biraz daha kısa veya daha uzun Kur’an’ı özenle oku! Çünkü biz sana, ağır


bir söz vahyedeceğiz.” Bu görevi başarabilmek için, öncelikle kendi iç dünyanda büyük bir devrim gerçekleştirecek kalben tam bir güvene ulaşman, sarsılmaz bir imana ve derin bir bilince sahip olman gerekiyor. Bunun tek yolu da, gecenin dingin vakitlerinde Kur’an’la birlikte olmaktır. Çünkü geceleyin kalkıp Kur’an okumak, gündüzünkine nazaran daha etkileyicidir ve bu tarz bir okuyuş, daha akılda kalıcı, daha sağlam ve daha verimli olur.(1) Ayet-i kerime’den de anlaşılacağı üzere gecesi olmayanın gündüzü olmaz. Ağır yükler ancak gece elde edilen feyz ile kaldırılabilir. Seher vaktinde beyinde salgılanan ve moral-motivasyonu adeta tavan yaptıran dopamin için kimileri ne kadar da ücret ödüyor. Gece ibadet ile meşgul olanlara ise Rabbimiz hediye ediyor. “Gece ibadetine dikkat ediniz! Çünkü o sizden önceki salih kimselerin âdetidir. Şüphesiz gece ibadete kalkmak Allah’a yaklaşmaya vesiledir, günahlardan alıkor, hatalara kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.” (Tirmizi deavat, 101) “Bütün bir geceyi uykuyla geçirmeyip arada bir kalkmanın, insan vücudunun sıhhati için ehemmiyetli olduğu da tıbben tespit edilmiştir. Hakikaten uzun bir uykudan uyananlar, baş ağrısından muzdarip olurlar. Bu, uyurken nefes alıp vermenin yavaşlaması ve beynin kâfi miktarda oksijenle beslenememesinin

K

albi ne ile meşgul edersen o istikamette hareket edersin. Sen kendini Hak ile meşgul etmezsen şeytan seni işgal eder. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bütün boşlukları tespit edip Hak ile doldurmaya mecburuz.

bir neticesidir. Uykuyu bölenler, fiili hareketlerle nefes alıp vermeyi normalleştirdiklerinden, az bir uykuya rağmen yataklarından daha zinde kalkarlar. Diğer taraftan bilhassa ihtiyarlarda ölümler, sabaha karşı vaki olur. Bundan dolayı doktorlar, “seher vakti”ne “ölüm saati” adını verirler. Uykunun en derin olduğu saatte uyananlar, üstelik bir de soğuk suyla abdest alırlarsa, bütün vücut fonksiyonlarını nor-

malleştirmiş olurlar.” (2) Geceye pek çok ayet-i kerimede ve hadis-i şerifte dikkat çekilmiş, mü’min kulların bu sinerjiden istifade etmeleri istenmiştir. Mevlana Celaleddin gecelerde yaşadığı aşk ve vecd halini şöyle anlatır: “Saki kadehi aşk ı ilahi ile doldur! Mestaneye, ekmek sözü etmekten uzak dur! MART 2013 / 296

19


Sun kevseri, kansın suya hep teşne gönüller,

istiğfarı kalpten ve dilden ayrı bırakmamalıdır.

Deryada yüzen canlı, sudan başka ne ister.

“Kalpler ancak zikrullah ile itmi’nana erişir. (Er Rad 28) “İman edenlerin, zikrullah ve Hak’tan inen Kur’an sebebiyle kalblerinin huşu içinde ürperme zamanı henüz gelmedi mi? (el Hadid 16) “Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin nankörlük etmeyin!” (el Bakara 152)

Doldur oşerabdan, yine doldur, yine bir sun! Dursun gece, ey dost onu durudur ne olursun! Vur uykumu zincirlere vur, geçmesin anlar. Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar!” “Gecenin bereketinden faydalanmak içinse şu üç husus çok önemlidir: 1- Kuran okumak ve anlamı üzerine derin derin tefekkür etmek 2-Namaz ibadetini huşu ve huzur hali ile ifa etmek. Özellikle kıyam ve secdeleri uzatmak. 3-İstiğfarda bulunmayı vird haline getirmek.” (3) Zikir Kalbi ne ile meşgul edersen o istikamette hareket edersin. Sen kendini Hak ile meşgul etmezsen şeytan seni işgal eder. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bütün boşlukları tespit edip Hak ile doldurmaya mecburuz. Yorgunluktan yorulmaktan şikâyet eden nefise Mezarda uzun bir süre dinleniriz. Dinlendirirlerse! Demeli ve yola koyulmalıdır. Tembellik tembelliğin, çalışmak da çalışmanın mayasıdır. Kabirde boş geçen vakitler için pişmanlık yaşamaktansa beklemelerde, yürümelerde her an zikre devam edilmeli özellikle 20

DERGiSi

Allah’ı zikreden kimseyle zikretmeyenin misali, diri ile ölü gibidir. (Buhari Deavat 66) Heyecanını kaybedenler, Bu Nebevî ikazı dikkate almalı ve sarsılmalıdırlar. Nebi-yi Muhterem Efendimizin nazarında diri kim? Ölü kim? “Allah’ı zikretmenin alameti Allah’ı zikretmeyi sevmektir. (Suyuti Camiussağir, ıı, 52) Dillerimiz Allah zikriyle ne kadar ıslak? Allah Celle Celaluhu’yu zikretmek O’nu sadece lafız olarak tekrar etmek değildir. Asıl arzu edilen, zikrin tahassüs merkezi olan kalpte mekan bulmasıdır. Kuran’da zikir kelimesi iki yüz elliden fazla yerde geçiyor. Bu sayı bizi tefekkür ufuklarında bir daha dolaştırmalıdır. Kâinatın Sahibini tefekkür O’nun esmasının anlamı üzerinde derin düşüncelere dalmak, elbetteki hizmet heyecanını ateşleyecek, kalp kabını doldurup taşıracaktır. Hazreti İsa havarilerine, “Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi.

Havariler: Biz Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” cevabını verdiler. Burada çok önemli addedilen bir mesele var. Şöyle ki; bu yardımcılık valinin veya kralın yardımcılığı değildir. Allah yolunun yardımcılığıdır ve bunun için dünyalık hiçbir diploma şartı aranmaz. Aranan ihlâstır, takvadır. Bu şartları sağlayıp hizmet yoluna koşanlar Allah yolunun yardımcılığı makamına ya varmıştır ya da Allah yolunun yardımcılığına adaydır. Şu fani hayatta daha büyük bir makam var mı? “İslami hizmetler ihlâs ister samimiyet ister. Kulluk ve hizmetlerimizi ihlâs mayasıyla yoğurmak gerek. İhlâs ve samimiyetle atılan bir adım, ihlâssız olarak yapılan bir koşudan daha hayırlıdır. İhlâslı çalışmaların yardımcısı Allah Teala’dır. Çünkü O kendi rızası için çalışanları sever ve mükâfatlandırır. İdrak ve feraset sahipleri bu farkı fark eder.” (4)

Dipnotlar: 1) Mahmut KISA Kısa Açıklamalı Kuran ı Kerim Meali 2) Osman Nuri TOPBAŞ İmandan İhsana Tasavvuf, Geceleri İhya Etmek 3) Adem ERGÜL Genç dergisi, Kasım 2012 Diri Kalma ve Yenilenme Sırrı 4) Zeki SOYAK Ölçüler Dengeler Kulluk Heyecanı


Kapak

Faruk Özcan

Hizmetlerde Kurumsallaşmanın Önemi

B

iz Müslümanlar için hayatın her alanında en güzel örnek Peygamber -sallalhu aleyhi ve sellem- Efendimizdir. Eğitim çalışmalarımız, iktisadî, içtimaî ve aile hayatımızda huzur ve başarı arıyorsak Efendimizin -sallalhu aleyhi ve sellem- hayatını çok iyi incelememiz gerekir. Hizmetlerin kurumsallaşması açısından da asrı saadet bize çok önemli ışık tutmaktadır. Mekke dönemi çok zorluklarla geçti. Dar’ul Erkam’da Peygamber -sallalhu aleyhi ve sellem- Efendimizin elinde yetişen eğitimci ve hizmet neferi sahabe efendilerimiz bize o dönem adı Yesrib olan ve daha sonra Hizmette kurumsallaşmanın adı olarak karşımıza çıkacak Medeniyet şehrini(Medine’yi) inşa etmişlerdir. Hizmette kurumsallaşmanın faydalarına geçmeden önce kurumsallaşmayı sağlayan hizmet

erlerine biraz bakmak gerekmektedir. Medine’ye ilk öğretmen olarak görevlendirilen Mus’ab b. Umeyr’in, Abdullah b. Ümmü Mektum’un, Sad b. Muaz’ın -Allah hepsinden razı olsundiğer sahabe efendilerimizin hayatlarına baktığımızda ilim, irfan, cihad ve en önemlisi itaatin hayatlarının her alanında öne

çıktığını görmekteyiz. Hizmetlerin kurumsallaşması hem bireye hem ümmete ve de insanlığa büyük katkılar sağlamıştır ve katkılar sağlamaya da devam edecektir. Kadim gelenekten geleceğe sahabe yüzlü, sahabe gönüllü insanlar yetiştirmektir, hizmette kurumsallaşmak. MART 2013 / 296

21


Köleliğin ABC’sinden hürriyetin Elif Ba’sına yürümektir, hem de güvenle yürümektir, hizmette kurumsallaşmak. Bekarları evlendirmek, evlilere aile olmayı öğretmek, ailelere kır çiçeği sunmaktır. Hizmetlerin kurumsallaşması mazlumun hakkını daha güçlü savunmaktır, tıpkı Hılfulfudul’da olduğu gibi. Bazen zalime de mazluma da yardım etmektir hizmette kurumsallaşmak. Beşikten mezara kadar insanlığı eğitmek Darul’Erkam ve Suffe gibi eğitim merkezlerinden esinlenerek “Enderûnî” mektepler kurmaktır, hizmette kurumsallaşmak. Medyadan istifade ederek Anadolu’dan tüm dünyaya birlik çağrısı için “İlkadım”ı atmaktır, hizmette kurumsallaşmak. Yetişmiş hizmet erlerimizin nezaket ve çalışkanlıklarıyla nezih mekânlarımızda yurt dışından, yurt içinden gelen misafirleri ağırlamak, aç olanları doyurmak, ihtiyacı olanları giydirmek, yetimlerle aile olmak, hastalarımız için refakatçi olmada sistemli çalışmaktır hizmette kurumsallaşmak. Hizmette kurumsallaşma, ümmetçe bir olmak, birlikte hareket etmek demek.

22

DERGiSi

Sapan taşlarıyla tanklara karşı savaşanlara yardım götürmektir. Ağlayan anneleri sahiplenmek, yetimlere aile olmaktır, hizmette kurumsallaşmak. Bazen kurumları da birleştirip ümmet için gemileri yürütmektir, Marmara’dan en mavisinden. Her işten az çok anlayan bireyler yetiştirmektense bir iki işte uzmanlaşacak ve kendi sahasında uzman olanlar birleştiğinde “tıpkı bir binanın tuğlaları gibi” kapısından giren insanların maddî,

manevî, ilmî, ahlakî, fikrî ve zihnî ihtiyaçlarını en güzelinden karşılamaktır. Hülasa olarak radyosu, televizyonu, derneği, vakıfı ile kurumsallaşma alt yapısı Kur’an ve Sünnet’e göre şekillendirildiğinde nasıl hizmet etmesi gerektiğini bireye öğretecek, hizmet görenlerin dahi hizmet edebilecek hale getirecektir. Hizmetlerde vasıtalar gaye edinilmeyecek, gaye Hakkın emriyle yaratılana hizmet etmek olacaktır.


Hizmet Erlerine Tavsiyeler 1. Hizmetlerimizin en mühim özelliklerinin başında hiçbir dünyevi maslahat gözetmeden yalnız ve yalnız Allah rızası için hizmet gelmektedir. Onun için çalışmalarımız imkânlarımızla kıyaslandığı zaman çalışmalarımızın imkânlarımızın çok fevkinde olduğunu görmekteyiz. Bir diğer özelliğimiz de şartlar ne olursa olsun inancımızın gereği olan değerlerimizden, çizgimizden asla taviz vermemiş olmamızdır. Bir başka husus da bu hizmetlerde saf tutan bütün kardeşlerimiz zaruri durumlar haricinde hizmetlerine karşılık hiçbir maddi talepte bulunmamışlar, bilakis kendileri hizmetlere maddi katkıda bulunmuşlardır. Bu sebeplerden dolayı hizmetlerimiz bereketlenmiştir. Kardeşlerime tavsiyem yaptığımız hizmetlerdeki bu özellikleri asla değiştirmeden daha da güçlendirerek devam ettirmeleridir. 2. Şu hususu iyi bilelim ki hizmetlerin güvesi tefrikadır, içten pazarlıklardır. Bu gibi, hizmetleri tahrif edici, birlik ve beraberliği bozucu durumlara asla fırsat vermeyelim. 3. Hizmetlerimizde genel olarak uymamız gereken ölçülerimiz vardır. Onlar sizlerin de malumu olduğu gibi; İslam’a bir bütün olarak bakmak, vasıtaları gaye edinmemek, mezhep, meşrep ve

parti taassubundan kaçınmak, işlerimizi istişare ile yapmak ve itidal üzere hareket etmektir. 4. Her nesil bu hizmetleri kendisinden sonra da devam ettirecek yeni nesiller yetiştirmekle mükelleftir. Bu hususta tekâsül gösteren, önemseyip benimsemeyen ya da bu hizmetleri ikinci, üçüncü plana atanlar, bu hizmetleri bırakıp başka şeylerle, lüzumsuz işlerle meşgul olanlar Allah Teala indinde mes’uldürler. 5. Diğer cemaatlerle, vakıflarla ve hizmet gruplarıyla çekişme içinde olmayalım. Onlarla beraber yapabileceğimiz işleri beraber yapmaya çalışalım. Yapılan hizmetlerde birbirimizin önünü kesmeyelim. Başkaları yapsa bile biz öyle hareket etmeyelim. Ancak diğer vakıf, cemaat ve hizmet gruplarının İslam’a aykırı söz ve davranışlarına, işlerine muttali olunca usul ve adabına uygun bir şekilde uyarmayı, nasihat etmeyi de asla ihmal etmeyelim. Çünkü bu her Müslüman’ın yapması gereken bir vazifedir. 6. Allah için sevdalanmayan, Allah için sancılanmayan, yüce İslam davasına heyecan duymayanlar, sağlıklı bereketli hizmet edemez, faydalı olamazlar. HİZMET ERLERİ her zaman, her yer ve her şartta sevdalı, sancılı ve heyecanlı olmalıdır. Yapmakta olduğumuz bu hiz-

metler çok verimli, sulak bir toprağa çok kaliteli tohum ekmek gibidir. Kıymetini bilelim. Onun için içinde bulunduğumuz bu hizmetleri yavaşlatacak, zaafa uğratacak, zarar verecek başka çalışmalara rağbet etmeyelim. Görüntülere, vitrinlere takılıp kalmayalım. Hizmetlerimize politikayı musallat etmeyelim. 7. Elimizde Kur’an ve Sünnet gibi iki kaynak varken, sahabe-i kiram ve onları takip eden müctehid ulemamızın icmaları ve ictihatları, salih ecdadımızın, ilmiyle amil âlimlerimizin sayılamayacak kadar eserleri varken başkalarına, reformcu, diyalogcu, düzenci okumuşlara hiç mi hiç ihtiyacımız yoktur. Onun için bir kısım cahil, dünyaperest, düzenci, sözüm ona zamane ilahiyatçılarının yanıltıcı, saptırıcı görüşlerine asla rağbet etmeyelim. Sünnet karşıtlarına asla fırsat vermeyelim. Ehl-i sünnet vel-cemaat yolundan asla taviz vermeyelim, herkesi uyaralım. Hem şahıs hem cemaat olarak her zaman, her yerde ve her şartta mazlumun yanında yer alalım. Zalime yardımcı olmak şöyle dursun; zalimlere, küfür ve şirk düzenlerine içimizde en ufak bir meyil bile olmasın. Bunu sadece sözlerimizde, yazılarımızda bırakmayalım. Hakkın yanında, zalimin ve zulüm düzenlerinin karşısında olduğumuzu amellerimizle de gösterelim. MART 2013 / 296

23


KAPAK

Hizmet Adabı

Nureddin SOYAK

Tartışmasınlar!

İ

nsanın fıtrî davranışlarından biri de tartışmasıdır. Bildiği ve bilmediği her konuda tartışır. Büyüğü ile tartışır, küçüğü ile tartışır, bildiğini tartışır, bilmediğini tartışır, bilenle tartışır bilmeyenle tartışır, amiriyle tartışır, memuruyla tartışır, hızını alamaz Rabbiyle tartışır, Rabbini tartışır, Rabbinden geleni tartışır, Rasulüyle tartışır, Rasullüğünü tartışır. Rabbimiz: “Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.” (Kehf, 54) “Hiçbir bilgisi olmadığı halde, Allah hakkında tartışmaya girer.” (Hac, 3 ) “Allah’ın ayetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girmez.” (Mü’min, 4) buyurmaktadır. İnsan niçin tartışır? Rabbimizin beyan buyurduğu üzere insan, tartışmaya mücadeleye çok düşkündür. Tartışmayı sever, tahakkümü sever. Bunu da genelde nefsini tatmin için yapar. İnsan tartıştığı kadar, ilahî ve nebevî hakikatlere kulak verip uygulasaydı, kazananlardan olurdu. 24

DERGiSi

İnsan ilahî ve nebevî hakikatleri öğrendi mi? Öğrendiklerinin ne kadarı ile amel etti ki tartışmaya başladı. Maksadı inandığı gibi yaşamak olan insanın tartışmaya ihtiyacı kalmaz, tartışmaya gerekte kalmaz. O bildiği ve inandığı hakikatleri söyler ve geçer.

yorlar. Müslümanlar ne zaman Kur’an ve sünnetle amel etmeyi bırakmışlarsa, ne zaman ki ihlâs ve samimiyetle Allah davasına koşuşturmayı bırakmışlarsa birbirinin başına bela olmuşlar güçleri gitmiş, zalimler elinde oyuncak olmuşlardır.

Rabbimiz:

Rabbimiz ancak inkâr edenlerin “Allah’ın ayetleri hakkında tartışacağını” beyan buyururken, bu gün kimler Allah’ın ayetlerini tartışmaktadır? Bu gün Allah’ın ayetlerini tartışanlar, tartıştıklarının yarısı kadar, bu ayetlerin hayata geçirilmesi noktasında gayretleri var mı? Bu bilgisiz ve gereksiz tartışmaların akıbeti ihtilaflardır. Tarihte ve günümüzde ihtilaflar neyi halletmiştir? Hangi mesele ihtilaf yolu ile çözüme bağlanmıştır? İhtilaflar kimin işine yaramış bir bakalım. Bu ihtilafların ne kadarı dini gayrettendir? Müslümanların ittihadı için gönderilen ayetler, bu gün Müslümanlar için tartışma ve ihtilaf kaynağı haline getirilmek isteniyorsa, bu dinde ciddi bir sapmadır. Müslüman, kardeşine niçin muhalefet ediyor? Ola ki bir meselede ihtilaf etti, bu ihtilafı niçin bayraklaştırıyor? Niçin sürekli gündemde tutuyor? Hatta

“Kim yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 80) buyurmaktadır. Kimse kimsenin bekçisi değil. Ancak Müslüman, hakkı hakikati kimseden çekinmeden söyler. İslam, birliktelikleri, birlikte hareket etmenin usul ve prensiplerini gayet açık ve net olarak ortaya koymuştur. Bunun temeli de itaat ve istişaredir. Kur’an ve Sünnet gibi nimetlere sahip olan insan neyi tartışır? Niye tartışır? Bilgisizce ve gereksiz yapılan tartışmalar, her çeşit birlik ve beraberliği yıkar yok eder. Allah aşkına, Müslümanlar arasında yaşanan olaylara bir bakalım. Rabbimiz, Müslümanlara dostluğu ve kardeşliği emrederken onlar düşman oluyorlar, kâfirlere karşı birbirine yardım emredilirken, zalimlerle ve kâfirlerle birlik olup birbirleri ile savaşı-


niçin bu ihtilaflar kurumsallaştırılıyor? Müslümanların binlerce ittifak ettiği konu varken, bunlar Müslümanları birbirine bağlamıyor da üç beş ihtilaflı konu Müslümanları birbirinden ayırıp darmadağınık ediyor, Müslümanları birbirinden koparıyor. Aynı Rabbe kul, aynı Rasule ümmet olma iddiasında samimi olanları, ne mezhep ne meşrep ne meslek ne makam mevki ne de çıkar ve menfaat tartışmaları birbirinden koparamaz. Bazı kimseler kendilerince bir yol seçmiş, bu yolun doğruluğunu ispat için Kur’an ve Sünnet’e müracaat etmekte, onu da işine geldiği şekilde yorumlamaktadır. Samimi müslüman, Allah ve Rasulünün yoluna tabi olur. Yeni yol arayışları şeytanın tuzaklarıdır. Rabbimiz kendi davasına hizmet iddiasında olanların, birbirleri ile tartışmalarına, ihtilafa düşmelerine, çekişmelerine, kavga etmelerine razı değildir. Rabbimiz: “Allah ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.” (Enfal, 46) buyurmaktadır. Hakkıyla Allah ve Rasulüne itaat edenler birbiriyle çekişmezler, fikir ayrılıkları bile onları birbirine düşürmez. Onlar kime niçin itaat ettiklerinin farkındadırlar. İtaat etmeyenlerin dün de bugün de akıbetleri ortadadır.

Gücünü ve devletlerini yitirmişlerdir. Bu durum hem Allah davasına, hem de Müslümanlara zarar vermiştir. İlahî beyan gereği tartışmalar ve bunun doğal neticesi olan ihtilaflar ila yevm-i kıyame devam edecektir. Samimi Müslümanlar bunların sebebi olmamaya gayret etmeliler. Çünkü bunun vebali çok büyüktür. İşte Ehl-i Sünnet ve Şia meselesi, ihtilaflar bin küsur yılı aşıp gelmiş hangi mesele hallolmuş? Ehl-i Sünnet ve Şiadan öyle kişiler var ki dinle diyanetle uzakta yakından alakası yok. Bunları sırf ehlisünnet veya Şia diye kayırmanın, bunlardan birinde taraf olarak Müslümanların birbiri ile savaşmasının dinle alakası olamaz, bu hastalıklar dine mal edilemez. Rabbimiz: “Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edecektir.” (Hud, 119) “O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.” (En’am, 164) buyurmaktadır. Dinde ihtilaflardan kurtulabilmek Rabbimizin rahmetine mazhar olmuş samimi Müslümanlara nasip olmaktadır. Müslümanlar arasındaki ihtilaflara bakalım, bunların hangisi, dinin maksat ve ideallerine hizmet etmektedir? Bu ihtilaflardan hangisi İslam’ın ve Müslümanların yararına olmuştur? Mü’minler

tartışmalardan ve ihtilaflardan uzak durmak zorundadır. Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyan Müslüman, nefsinin oyununa gelerek, gereksiz ve yersiz tartışmalara girmez. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir kavim, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebi ile olmuştur.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu: “Onlar, ‘bizim tanrımız mı yoksa o mu daha iyidir?’ dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir.’’ (Zuhruf, 58), (Tirmizi, İbnu Mace) “Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terk edene de cennetin ortasında bir ev kurulur.” (Nesei, Ebu Davud, Tirmizi, İbnu Mace) buyurmuştur. Hizmet ehli kişiler, birlikte hizmet yürüttüğü kişilerle, hem de diğer tüm insanlarla tartışmamaya gayret etmelidirler. Rabbimiz; “Din işinde seninle asla çekişmesinler. Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: ‘’Allah yapmakta olduğunuzu daha iyi bilmektedir.’’ (Hac, 67,68) buyurmaktadır. MART 2013 / 296

25


Selim Armağan

Kur’an İklimi

selim.armagan@ilkadimdergisi.net

“Onlar, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. “Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” derler. Bu ikisinin-imanla küfrün- arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara –Allah- pek yakında mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Nisa:150-152)

La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah

İ

slam; Allah’ın mutlaka boyun eğilmesi gereken kurallarıdır. Bu kurallar inanç ve amel (inancın gerektirdiği işler) diye ikiye ayrılır. Birinci bölüm yani İslam’ın inanılmasını istediği temel esaslar Âdem a.s.’ın peygamberliği ile başlamıştır ve kıyamete kadar değişmeden devam edecektir. Âdem a.s. yeryüzünde şirk ve küfür emarelerinden uzak bütün esma ve sıfatları ile Rabbimizi tanıtan ilk öğretmen ve ilk peygamberdir. Tıpkı kendinden sonra gelecek peygamberler gibi. İslam’ın amel kısmı yani ibadet, ahlak ve hukuk gibi kısımları özünde Allah’a taat, kişiler arasında adalet ve ahlak ilkeleri esas olmak üzere dünyanın gelişimi ve insanların ihtiyaçları çerçevesinde çeşitli peygamberler döneminde yeniden vahiyle düzenlenmiştir. Bu düzen Efendimiz

26

DERGiSi

ve Kur’an’ın kuraları ile zirveye ulaştırılmış ve insanlık için artık kıyamete kadar geçerli tek şeriat olarak koymuştur. “…Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı beğendim…” Peygamberler; Allah’ı, ahireti, cenneti, cehennemi, melekleri, Allah’ın güç ve kudretini, inanılması gereken bütün kutsal değerleri ve yapmaları gereken bütün ibadetleri, taatleri ve uyulması gereken kuralları öğretirler. Yani “LÂ İLAHE İLLALLAH”ı “ALLAHTAN BAŞKA İLAH YOKTUR”u anlatırlar. Zaten imanın esası da şirkten uzak bir Allah inancıdır.

Allah’ı insanlara peygamberler tanıtırlar. Bu, Allah’ın koyduğu bir sünnettir. Sünnetullahtır. Peygamberlere iman etmeden sağlıklı bir Allah inancına sahip olunamaz. Tevhit inancının gerçekleşmesi yani şirksiz bir “LÂİLAHE İLLALLAH” için mutlaka “MUHAMMEDÜN RESULULLAH” demek ve peygamberlerin vahiy ışığındaki Allah tanımları gereklidir. Tıpkı Amir ibn. Tufeyl’in : “Ey Muhammed, bizi neye çağırıyorsun?” sorusuna Hz. Peygamber s.a.v.in ; “Allah’a çağırıyorum.” diye cevap vermesi “Onu bana tavsif et; o altından mı, gümüşten mi, demirden mi?” demesi üzerine de İhlâs suresinin nazil olması gibi. “De ki; O Allah bir tektir. Allah eksiksiz, Sameddir. -Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.- Doğurmadı ve doğu-


rulmadı. O ‘na bir denk de olmadı” . Allah c.c, “insanların her biri kafasından bir RAB tanımı yaparak tevhit akidesini karıştırmasın, küfürden ve şirkten uzak kalsınlar” diye binlerce elçi göndermiş ve kendini tanıtmıştır. Allah bildirmedikçe vahiy göndermedikçe kişi peygamber adayı olsa dahi imanı da kitabı da tam bilemez. İmanı bilmeyen müminde kabul edilmez. “Ben Allah’a inanıyorum” iddiasında olan kişide Allah inancın bazı kırıntıları olsa da İlahî risaletin tashih ve tasvibine muhtaç bir imana sahiptir. Peygamberlerin onayından geçmemiş bir inancın şirk kalıntıları taşıması kuvvetle muhtemeldir. Allah, peygamberlerine de sahih imanı tanıtmış ve ümmetini bu imana davet etmekle görevlendirmiştir. Tıpkı Şura Suresi 52. Ayetinde olduğu gibi; “İşte biz böylece sana da emrimizden Kur’ân’ı vahiy ettik. Yoksa sen kitap nedir? İman nedir? Bilmiyordun...” Dinimiz olan İslam tevhit dinidir. Peygamberler de kitaplar da Tevhid okuludur. Bakara suresi Ayet 285 te Rabbimiz “Peygamber, Rabbi’nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Mü’minlerin de hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak

sanadır.” dediler.” buyurarak Âdem a.s.dan Muhammed a.s’a kadar ki inancı bütüncül bir iman olarak tanımlar. Aykırı inananı mü’min kabul etmez. Yaşadığımız âhir zamanda kişi ister Ümmet-i icabet, -İslam’a inanmış Müslüman- olsun, ister Ümmet-i davet -Müslümanların İslam’ı tebliğ etmeleri gereken diğer kişiler-den olsun mü’min ve cennet ehli sayılabilmesi için Kur’an’ın tanımladığı şekli ile Allah’a ve başta Hz. Muhammed s.a.v. olmak üzere bütün peygamberlerine inanmalıdır. Ayrım yapan, “bazı kitaplara inanırım bazısına inanmam, Allah’a inanırım peygambere inanmam yahut Allah’a inanırım ama peygamberlerden bazısına mesela Hz. Muhammed’e inanmam” diyenler kâfir olurlar hatta Nisa Suresinde ifade edildiği gibi hakiki kâfir olurlar ve Allah’ın azabını hak ederler: “Onlar, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. “Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” derler. Bu ikisinin -imanla küfrün- arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara –Allah- pek yakında mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Nisa, 150-152)

Bugün yeryüzü Müslümanları olarak bizi; • Allah’a, Hz. Muhammed a.s.’a ve bütün mukaddesata inananlar, • Allah’a inanmakla birlikte Hz. Muhammed’e Kuran’a ve diğer mukaddesata inanmayanlar Olarak ikiye ayırıp, tevhit inancını örseleyip ikinci grupta olanların da cennete gitmesini bekleyenler bu arzularına ne Kur’an’dan ne de hadislerden destek bulabilirler. Allah’ın rahmetine sığınmaları da Allah’ın vermediği rahmeti bol keseden kendi hevesine göre dağıtmaktan başka bir şey değildir. Peygamberimiz geçerli imanı kendini kabulle sınırlı dahi tutmamış ve; “Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz”( Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70) buyurmuştur. Bizzat Rabbimizin, “(Ey Muhammed!) biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya:108) “Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir üstünüze titrer, mü’minlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” (Tevbe:128) buyurduğu Rahmet Peygamberi, sevgi yumağı Efendimiz dahi rahmeti böyle anlatmamıştır.

MART 2013 / 296

27


Hadis İklimi Ahmet Ağmanvermez

a.agmanvermez@ilkadimdergisi.net

“Vallahi mü’min olamaz, vallahi mü’min olamaz, vallahi mü’min olamaz.” buyurdu. Kendisine:”Ey Allah’ın Rasûlü, kim mü’min olamaz?” denildi:”Zulüm ve şerrinden komşusu güven içerisinde olmayan kimse.” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’l-Edeb: 29, Tecrid no: 2019)

İslam Dininde Komşuluk ve Önemi

Ç

ok önemli olan, bu sebeple de çok yazılan, çok anlatılan, ama az uygulanan konulardan biri de İslam’da komşuluk ilişkileridir. Komşu, birbirlerine işleri düşen, birbirlerinin yardımına koşabilecek kadar yakın yaşayan, her an görüşülüp, konuşulacak bir mesafede bulunan kimselere denir. Her ailenin, doğum, ölüm, hastalık, kaza ve afetler gibi genel problemleri yanında, birbirine benzer özel problemleri de olabilir. Böyle durumlarda, akrabalar uzakta bulunabilir. Bu sebeple iyi komşulara sahip olmak, başlı başına bir servettir. Atalarımız: “Ev alma, komşu al”; “Komşu komşunun külüne muhtaç” sözlerini boşuna söylememişler. Komşulukta en önemli ilke karşılıklı güvendir. Komşu komşuya her bakımdan güvenebilmelidir. Bir komşu, sıkıntıya düştüğünde, darda kaldığında komşularının yardıma koşacağından emin olmalıdır. Komşunun diğerine yardım ve iyilik etmek için, onun sıkıntılı ve muhtaç zamanını beklemesi de 28

DERGiSi

gerekli değildir. Peygamberimiz, sahabeden Ebu Zer’e şöyle buyuruyor: “Ey Ebu Zer, çorba pişirdiğin zaman suyunu biraz fazla koy ve ondan komşuna da ikram et.” Bu hadis, komşunun komşuya iyilik etmek için, zaman ve zemin beklememesi gerektiğini belirtir. İslam dini, dünya hayatının sulh ve sükûn içinde geçmesine, insanların kardeşçe yaşamlarına önem vermiştir. İnsan sosyal bir varlıktır. Bu sebeple tek başına yaşayamaz. Çevremizde komşu, eş, dost akraba ve arkadaşların olması kaçınılmazdır. Köyde, kentte, tarlada, bahçede, iş yerinde, bize en yakın çevremiz, komşularımızdır. Bu sebeple de yüce dinimiz komşuluk ilişkilerine büyük önem vermiştir. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:”Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksulara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz ki Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 36.)

Yıllardır aynı binada yaşadıkları halde birbiri ile tanışamayan, komşuluk ilişkilerine giremeyen nice insanların, ailelerin varlığına şahit oluyoruz. Kalabalıklar içinde yalnız olmak, yabancı olmak ne kötü bir durumdur. Merdivenlerde, asansörde karşılaştığımız bir komşumuza vereceğimiz bir selam, göstereceğimiz bir güler yüz, samimi bir hal hatır sormak, kapı komşumuza bir ihtiyacının olup olmadığını soracak bir samimi ortam hazırlamak, hatta pişirilen yemekten, tatlıdan bir tabak ikram edivermek, komşular arasında oluşacak sıkı bağların ilk adımını oluşturabilir. Muharrem ayındaki aşureleri, kandilleri bu kapsamda değerlendirmek komşuluk ilişkileri açısından önemlidir. Dinimiz bu tür davranışları sadaka olarak nitelemiştir. Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi ve sellem): “Cebrail, o derece sürekli komşuyu tavsiye etti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettim.” buyurmuştur.(Buhari, Kitâbu’lEdeb: 28) Hadisteki, “Komşuyu komşuya mirasçı kılacak zan-


nettim” ifadesi komşunun komşusu üzerindeki hakkının ne kadar önemli olduğunu açıklamak içindir. Hazreti Musa (As)’a vahyedilen on emirde de, komşu hakkı ve komşunun namusuna yan gözle bakmamaktan bahsedilir. Ayrıca komşuyla zinanın haramlığı bir başkasıyla zinadan, komşusundan bir şey çalmanın da bir başkasından çalmasından on kat daha fazla haram olduğu hadislerde geçmektedir. (Buhari,Edeb,20) Günümüzde aynı çatı altında, aynı apartmanda birçok aile birlikte yaşamaktadır. Bu durumda komşusuna saygısı olmayan, kendisine yapılmasını istemediği davranışı komşusuna yapan, bir apartmanda değil de, bir dağ başında tek başına yaşıyormuş gibi, sorumsuz tavır ve davranışlarda bulunanlar bunun hesabını Allah’a zor verirler. Kendisinin dışında başkalarının da yaşadığını hesaba katmadan, müzik seti, radyo, televizyon vb.nin sesini sonuna kadar açan, penceresinden veya balkondan, halı, kilim vb. silkeleyerek alt kattaki komşusunun yeni yıkanmış çamaşırlarını kirleten, kötü niyetli veya en azından, düşüncesiz komşular az değildir. Konuyla ilgili birkaç hadisi sıralamamız uygun olacaktır: Ebû Hureyre (r.a.)dan: “Rasûlüllah (sallalahu aleyhi ve sellem):”Kim, Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa komşusuna eziyet vermesin… buyurdu.” (Buhari, Kitâbu’l-Edeb: 31) Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallalahu aleyhi

ve sellem)’e:”Benim iki komşum var, bu ikisinden hangisine hediye vereyim?” dedim: “Sana kapısı en yakın olana.” buyurdu.”( Buhari, Kitâbu’şŞuf’a: 3) “Komşusunu üzen, beni üzmüş olur. Bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiş olur. Komşusu ile dövüşen, benimle dövüşmüş olur. Benimle dövüşen Allah ile dövüşmüş olur.” (Ebu Nuaym) Komşuluk hakını yerine getirme veya getirmeme, cennet veya cehennemi kazanmayı da ilgilendirmektedir. Komşunun, ölen komşuyla ilgili iyi veya kötü şahadetinin Allah katında da geçerli olduğu hadislerde geçmektedir.(Keşful Hafa ,181) Nitekim bir hadiste:“Namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını inciten nice kimseler vardır ki, gidecekleri yer Cehennemdir.”buyrulmaktadır. (Hakim) Belki de komşu haklarının en önemlisi, manevi olanlardır. Komşuya uygun bir uslupla nasihat etmek, önemli bir kul hakkıdır. Güler yüz ve tatlı dille, alkol kullanmanın, açık gezmenin, uygunsuz televizyon programları izlemenin haram olduğunu, namaz kılmanın, zekât, sadaka ve benzeri yardımlaşmanın bize cenneti kazandıracağı, cehennemden kurtaracağını komşularımıza anlatmak, gittiğimiz sohbetlere, konferanslara onları da davet etmek, önemli kul haklarındandır. Komşularının günah işlediklerini görüp de, “bana ne” diyerek evine çekilen, uygun bir

şekilde onlara nasihat etmeyen ve kendileri ile görüşmeyen, onların Cehennemden kurtulması için yardım etmeyenler, bundan sorumludur. Komşuları böyle bir kimseyi, kıyamette Allahü Teâlâya şikâyet edeceklerdir. Hadis-i şeriflerde şöyle buyrulur:“Nice kimse, kıyamette komşusunun yakasına yapışıp “Ya Rabbi, buna, niçin kapısını bana kapattığını sor. Niçin elindeki nimetlerden bana da vermedi” diyecektir.” (İsfehani) Komşunun komşusuna hak ve görevlerinden bir kaçını şöyle sıralayabiliriz: İyilik ve ikramda bulunmak, komşusunun namusunu kendi namusu gibi korumak, eli veya diliyle incitmekten sakınmak, penceresinden, duvarından izinsiz bakmamak, borç isterse vermek, izni olmadan, kendi binasını, onlarınkinden yüksek ve önlerini kapayacak şekilde yaptırmamak, evini satacağında önce komşusuna teklif etmek, sırlarını ve ayıplarını araştırmamak, komşuların hallerini ve işlerini başkalarına söylememek, rastladıkça ilk önce selâm vermek, kederli günlerinde teselli etmek, davet olununca gitmek, bir kusur işleyince affetmek, hasta olunca ziyaret etmek, vefat edince, cenazesinde hazır bulunmak, yetimlerini himâye etmek, güler yüzlü, tatlı dilli olmak. Sözün özü, komşularının kendisine nasıl davranmasını istiyorsa, onlara öyle davranmalıdır. Cenabı Hak bizlere, komşularımızla birlikte Cennette buluşmayı nasip eylesin. Âmin. MART 2013 / 296

29


Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

FIKIH

KADININ ERKEKLERLE BERABER BULUNMASI

İ

ki kişinin özellikle bir erkek ve bir kadının bir yerde baş başa yalnız kalmasına halvet denir.

Yüce dinimiz İslâm, kadın-erkek ilişkilerini sınırlamış olmakla beraber kadını dört duvar arasında hapsetmemiştir. İslâm’ın ilk devrinden beri Müslüman kadınların savaşa katıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Rasûlullah (s.a.v.) eşi Sevde’ye: “Allah, ihtiyaçlarınız için evden çıkmanıza izin vermiştir.” (Buhârî, K. enNikâh, 115) ve ümmetine hitaben “Allah’ın hizmetçilerini (kadınları), Allah’ın mescidlerine gitmekten menetmeyiniz.” (Müslim, K. es-Salât, 136; Buhârî, K. el-Cum’a, 13) buyurarak kadınların ilim, alış-veriş, düğün, ibâdet gibi meşrû sebeplerle dışarı çıkabileceklerini ifâde buyurmuştur. Günümüzde çağdaşlık adına kadın ve erkeklerin küçük yaştan itibaren beraber bulunmaları ve serbest ilişki içinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı, bir takım komplekslerin doğmasını önleyeceği nazariyesi İslâmî toplumlar için geçerli değildir. Diğer toplumlar arasında da gerçeğin hayâle uymadığı âşikârdır. Bu sebeple İslâm, kız-erkek beraberliğini serbest bırakmamış, kayıt ve şartlara tâbi kılmıştır. Bir Müslüman’ın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi tabidir. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kızı

30

DERGiSi

veya kadının misafirlere hizmet etmesi söz konusu olabilir. Ashâb-ı kirâmdan Ebû-Üseyd evlenirken zifaf gecesi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve dostlarını dâvet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamış, bir şey de ikram edememiştir, ancak eşi (gelin) geceden, bir taş kabın içinde hurma ıslatmış, Hz. Peygamber yemeğini bitirince bunu ezip sulandırmış (şerbet yapmış) ve misafirlere ikram etmiştir. (Buhârî, K. en-Nikâh, 77; Müslim, K. el-Eşribe, 86) İbn Hacer, Aynî gibi Buhârî şarihlerinin işâret ettiği üzere bu hadis-i şerif ve benzerlerinden şu netice çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir, ancak bu durumda tesettüre (örtünmeye) riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları, tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Tabi ki bu durum işin fetva kısmıdır. Takva kısmı ise “kalpleri ancak Allah bilir.” Dinimiz bizlere şüpheli durumlardan uzak durmamızı tavsiye eder. Cenabı Hak da müttakileri (takva sahiplerini) sevdiğini müteaddit kere Kur’an’da zikreder. Bazı evlerin dar olması, ancak bir odanın ısıtılmış bulunması, bir büyüğün sohbetinden kadınların da faydalanmalarını sağlamak gibi durumlarda -şartlara riayet edilerek- kadınlar, erkeklerle beraber oturabileceklerdir. Bu durumların dışında ayrı oturmak evlâdır. Gü-

nümüzde yüz kızartıcı filmlerin gösterildiği televizyon karşısında birbirine yabancı (nâmahrem) kadın ve erkeklerin, genç kız ve delikanlıların beraber oturmaları, çirkin sahneleri birlikte seyretmeleri hiç şüphesiz İslâm adâb, ahlâk ve ahkâmına aykırıdır. Birbirlerine mahrem olan (kendileriyle evlenilmesi haram olunacak derecede yakın hısım olan kadınla erkeğin) yolculuk yapması caiz olduğu gibi, kendisinden ve kadından emin olunca, evde ve benzeri kapalı yerde yalnız kalmaları da câizdir. Çünkü süt cihetinden kız kardeş ve sıhrî hısımlardan genç olanların dışında mahrem hısımlarla baş başa kalmak (halvet) mübahtır. Bir kadın, ona bakmak ve dokunmak haram olacak derecede yakın hısımsa, bununla yolculuk ve baş başa kalmak caiz olur. Anne, nine, kız, kızın kızları, kız kardeş, kardeşlerin kızları, hala ve teyze gibi nesep hısımları ile kayın valide gibi sıhrî hısımlar bu kabildendir (bkz. enNisâ, 4/23). Ayrıca kendileriyle halvette bulunmanın caiz olmadığı kimselerle bir arada ihtilat (kadın- erkek karışık) halinde bulunmak İslâm’ın uygun görmediği ve yasakladığı bir husustur. Zira her türlü fitne ve ahlâksızlıklara sebep olabilir. Düğünlerde, toplantılarda, konferanslarda vb. yerlerde Müslümanlar olarak bu hususa çok dikkat etmemiz gerekiyor.


TASAVVUF

Cemil Usta

cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Tevhid Kelimesi Bölünemez

A

llah Teâlâ Kureyş Kabilesine mensup ümmî (mektep medrese görmeyen, okuryazar olmayan, anadan doğduğu gibi kalan) Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderdi. O’nun şeriatı ile yerleştirdiği müstesna hükümler daha önceki şer’i hükümleri neshetti, kaldırdı. O’nu diğer peygamberlerden üstün yarattı ve bütün insanların efendisi yaptı. “Muhammedün Rasulullah” demedikçe, sadece “La ilahe illallah” demenin kâmil manada delaletini men etti. Onu peygamber olarak tanımayanlar “La ilahe illallah” demiş olsalar da mü’min değillerdir. (İhya, 1/232) Rabbimiz Araf Suresi 158. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim. Ondan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah’a ve ümmî Peygamber olan Rasûlüne -ki O, Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.” Ayet-i celiledeki “Ey insanlar!” ifadesi geneldir. Rasulullah aleyhisselam, kendi zamanında mevcut olan ve kıyamete kadar da mevcut olacak olan cinlerin ve insanların hepsine peygamber olarak gönderilmiştir. Hüküm olarak enbiya-i izama iman farzdır. Bütün İslam âlimleri Sünnet’i Kur’an’dan

sonra bir teşri kaynağı olarak kabul etmiştir. Bu konuda bazı ayet ve hadisleri de delil olarak göstermişlerdir. Kur’an’da birçok ayet Sünnet’e uymanın Peygamber’e itaat etmenin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir. Kur’an, Peygamber’e imanı ve bunun bir neticesi olarak da ona uymayı emretmektedir. Sünnet bir bakıma Kur’an’dan doğmuş, Peygamber aleyhisselam da hadisleriyle Kur’an’ı tefsir etmiştir. Son zamanlarda tevhid kelimesini ikiye bölenleri hayret ve esefle takip ediyoruz. Kızmanın ötesinde üzülüyoruz. Kimlerin avukatlığını yaptıklarını bilmiyoruz. Kendilerinin de bildiğini düşünmüyoruz. Ümid ederiz ki tevhidi bir bütün olarak kabul ederler. Biz bilir ve inanırız ki “Lâ ilâhe illallâh” diyen bir Müslüman aynı zamanda Efendimiz aleyhisselamı da kabul ve tasdik etmektedir. Ancak yalnızca “Lâ ilâhe illallâh” deyip de peygamberler zincirinin son halkası olan Rasûl-i Ekrem’e inanmayan bir insan Müslüman olamaz. Efendimiz aleyhisselamı, Allah azze ve celle peygamber olarak görevlendirmiştir. Bir Rasulü-elçiyi tanımak, onu göndereni tanıma manasına geldiği gibi, elçiyi tanımamak da onu göndereni tanımamak demektir. Bu sebeple Kelime-i Tevhidin ikinci kısmını ilkinden ayırmak mümkün değildir.

Bugün -belki de- taktik gereği, siyaset gereği Kelime-i Tevhiddeki kısa süreli bu tür bir taviz, gelecekte inançların kalıcı bir parçası haline gelebilecektir. Unutulmamalıdır ki önceki dinlerdeki kalıcı tahriflerin bir sebebi de budur. Efendimiz’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra bütün insanların ve -bilhassa kendi dini kitapları gereğince Yahudi ve Hıristiyanların- O’nun peygamberliğini tasdik etmeleri gerekir. Güya ehl-i kitabı diyalog yoluyla davet gayesiyle “bugün için Kelime-i Tevhidin ikinci rüknü söylenmese de olur” diyenler bilmelidir ki kendi kitaplarını tahrif ederek Efendimizin adını kitaplarından çıkaranlar, ezandan, kâmetten ve tahiyyatlardaki dualardan da adını çıkarmayı teklif edeceklerdir. Onların talep veya tekliflerinin nihai hedefi aslında İslam’ın ve ümmet birliğinin yok edilmesine yöneliktir. Müslümanlar Kelime-i Tevhiddeki birliği hayata geçirmek mecburiyetindedirler. “Ey iman edenler, siz kendi nefislerinizi düzeltmeye bakın; siz doğru gittikten sonra öte taraftan sapıtanlar size ziyan dokunduramaz. Hepinizin varışı sonunda Allah’adır. O size neler yaptıklarınızı o zaman haber verecektir.” (Maide, 105) Rabbimiz hepimize firaset, basiret versin, bizleri hidayette kıldıklarından eylesin.

MART 2013 / 296

31


Ahmet Belada

ahmet.belada@ilkadimdergisi.net

tarihe yön verenler

Hüseyin Vassaf Efendi

M

ısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın ve İbrahim Paşa’nın hizmetinde bulunan; Nevşehirli Hacı Osman Efendi ile Fatma Emsal Hanımın dört çocuğundan üçüncüsü Hüseyin Vassaf’tır. Hüseyin Vassaf 10 Muharrem 1289/20 Mart 1872 yılında yani, Muharrem ayında doğduğundan, babasının Şeyhi Salih Efendi, ismini Hz. Hüseyin’e izafeten, Hüseyin koymuştur. İlköğrenimini Kara Mehmet camiinde ve Ayyokuşu iptidai mektebinde, ardından Mekteb-i Osmanî ve Aksaray Rüştiyesinde okudu. Mekteb-i Mülkiye’ye devam etti ve oradan mezun oldu. İlim öğrenmeye olan ilgisinden dolayı, resmi eğitiminin dışında, birçok seçkin zevatın özel derslerine de devam etmiştir. 8 yaşında annesini, 18 yaşında babasını kaybettiğinden, ailenin geçim sıkıntısı onun üzerine kaldı. Genç Vassaf, hemen çalışmaya başladı. Muhtelif yerlerde çalışarak evin geçimini sağlamaya çalışan Hüseyin Vassaf, en son İhraç Gümrükleri Müdürlüğü ve rüsumat Başmüdürlüğü görevini

32

DERGiSi

sürdürmekte iken 1922 yılında emekli oldu.

ğinden, 1 erkek 3 kız çocukları dünyaya geldi.

EVLİLİĞİ

Yaşamını, kışları Veznecilerdeki evinde, yazları Suadiye’deki yazlığında geçirirdi.

22 Şubat 1893 tarihinde Sekbanbaşı Camii İmamı Hafız Mehmet Efendinin kızıyla evlenen Hüseyin Vassaf’ın bu evlili-

Maalesef Aksaray’daki evlerinde çıkan yangında birçoğu el-


yazması olan kitaplarının büyük bir kısmı yanmıştır. TARİKAT BAHSİ Osmanlı Devleti, Ulema ve Meşayih grubunun yol göstericiliğinde varlığını devam ettirmiştir. Yer yer birbirleriyle cidalleşmeye girmişlerse de, nerede durması gerektiklerini bilmişlerdir. Hatta devlet ricali, birini biriyle kontrol ettirmiştir. Bir tarikat mensubu olan babası Osman Efendi’nin de etkisiyle, genç yaşından itibaren ilim, irfan yuvalarına devam etmiştir. Hüseyin Vassaf, ilmi kariyerini sürdürürken diğer yandan, Şabaniye Tarikatının Bekriye kolundan Muhammet Sultan Efendi’ye intisap etmiştir. Hocasının irtihalinden sonra Edirne Gülşenî Dergâhı Şeyhi Şuayp Şerafettin Efendiye mürit olan Hüseyin Vassaf, bilahare Kasımpaşa’daki Uşşakî Şeyhi Hafız Mustafa Hilmi Efendi’den icazet almıştır. Hocası Hilmi Efendi’nin vefatı üzerine, 30 Haziran 1925 tarihinde Kasımpaşa’daki Uşşakî Dergâhının şeyhliğine getirilmiştir. KİTAPLARI Hüseyin Vassaf’ın, telifi için yirmi yılını verdiği “Sefine-i Evliya-ı Ebrar” isimli meşhur kitabı fevkalade öneme haizdir. Bu kitabını yazmadan önce ciddi bilgi ve malzeme toplamak maksadıyla birçok bölgeyi dolaşmıştır. Bu maksatla şu anda sınırlarımız dışında kalan Beyrut, Şam, Hama, Humus, Halep,

Yafa, Kudüs, Mekke, Medine, Selanik, Üsküp ve Manastır’a yolculuk yapmıştır. Ayrıca Ankara ve Konya’nın dışında Marmara ve Ege bölgesinde gitmediği hemen hiçbir şehir kalmamıştır. Gezdiği yerlerde birçok malumat toplamıştır. Gezdiği yerlerdeki Mutasavvıflarla görüşmeler yapmıştır. Onlardan hayli bilgi edinmiştir. Diğer taraftan, yazacağı kitabı için Tekke, Zaviye ve Türbelerde de incelemelerde bulundu. Elde ettiği yığınla bilgi ve belgelerlerle de meşhur kitabını yazmıştır. Nitekim iki bine yakın sûfinin biyografisini ihtiva eden ölümsüz eseri “Sefine-i Evliya’sıni 1925 yılında tamamladı. Oldukça çok şiir yazan Hüseyin Vassaf’ın birde DİVAN’ı mevcuttur. Şiirlerinden bir parça: Ömrü nimet bilerek dünyada/ Halka hizmet idelim safvetle Hâlik’i, halka edersek râzı/ Nâmımız yâd olunur rahmetle ************ Zikr-i Hak’tan bir nefes gâfil olan/Eyler imhayı hayatı yeknefes Zikri Hak’tır ruhbe-i ömr-i beşer/Masivâya mürde-dil eyler heves DOSTLARI VE ÖLÜMÜ Dönemin tanınmış birçok zevatıyla tanışmış, ayrıca onlarla hayli güzel dostluklar kurmuştur. Tahirülmevlevî, İbnülemin Mahmut Kemal, Mehmet Ali Aynî gibi dönemin birçok seç-

kin zevatı bunlardan bazılarıdır. Hüseyin Vassaf, bunlardan bir kısmı hakkında müstakil kitap yazmıştır. Hüseyin Vassaf, 21.10.1929 yılında İstanbul/Arnavutköy’deki evinde vefat etti. Vasiyeti gereği Rumelihisarı mezarlığına defnedildi. İlim irfan ve irşat uğrunda çok güzel hizmetleri olan bu mümtaz şahsiyete Cenab-ı Haktan rahmet diliyorum. ESERLERİ Birbirinden güzel eserler meydana getiren Hüseyin Vassaf’ın, eserlerinden bazıları: 1-Sefine-i Evliya Ebrar Şerh-i Esmar-ı Esrar 2-Esrar-ı Kuraniye’den Bir Nebze 3-Güldest-i Hakikat 4-Kitab-ı Külliyat 5-Hatırat-ı Hicaziye 6-Suriye’de Bir Cevalan 7-Bursa Hatırası 8-Vesiletü’n Necat 9-Kemalü’l Kemal 10-Feyzü’l Kemal -----------------KAYNAKLAR 1) Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya c.1 2) Hüseyin Vassaf, Bir Eski Zaman Efendisi İbnülemin Mahmut Kemal-KEMÂL’ÜL-KEMAL3) Hüseyin Vassaf, Hicaz Hatıratı 4) Hüseyin Vassaf Hayatı-Eserleri ve Şiirlerinden Seçmeler; Cemal

Kurnaz, Mustafa Tatcı, İsmail Kasap 5) İslam Ansiklopedisi TDV, c.19 MART 2013 / 296

33


Yrd.Doç.Dr.

İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net

eğitim

Eğitim, İnsanı İslam’a Yönlendirmektir

İ

nsanı, hayvandan ayıran en büyük özellik, eğitilebilir olmasıdır. Hayvanlar da eğitilebilir, ama öğrendiklerini hemcinslerine aktaramazlar. Onun için kültürel bir birikimleri yoktur. Örneğin, bin sene önceki bir at bugün de aynıdır. Kültürleri ve oluşturdukları, geliştirdikleri bir medeniyetleri, teknolojileri yoktur. İnsan ve hayvan arasındaki bu fark, insanı eşrefi mahlûkat yapar. Allah, insandan bahsederken onda iki yanın olduğunu özellikle vurgular: “İnsana iyilik ve kötülük duyguları ve ondan korunma ilham edildi.” (Şems, 8) İşte eğitimin temel hedefi, kendisine ilham edilen bu iki yandan, iyilik tarafına götüren bir yönlendirme vermektir. İnsan bir taraftan duyu organları (göz, kulak, burun, dokunma, tatma) ile algıladıklarını tartarak onları değer skalasında bir yere oturtması gerekir. Bu özelliktir, onu diğer mahlûkattan ayıran ve davranışlarına yön veren. Örne34

DERGiSi

ğin bir ormanda çıkan yangında, hayvan sadece kaçar, insan ise kaçma gücüne sahip olmakla beraber; yangını söndürme çabalarının da içine girer. Bu fark, insanda davranışını iradeyle ilgili kılarken; hayvandakinin ise sevki tabii (içgüdü) ile gayri iradi olmasını sağlar. Bu, yıllar boyu birikimler ve nesillerden nesillere aktarımlar ile insanda kültürel bir birikimin ve medeniyetin kaynağını teşkil eder. İnsana kir, kendisine yaşamı için son derece gerekli olan duyu organlarından gelir. Gözdür, onu şehvete sevk eden. Kulaktır, elleridir, onu harama götüren. Merhameti bol olan Rabbimiz, onlardan akabilecek olan kirlerden korunabilecek gücü de vermiştir. Duyu organlarının sağladığı istek ve arzular nefsin yeri beyinde, korunabilmek için oluşan manyetik akımlar; ruhun yeri kalpte kendisine yer bulur. İşte insan, bıçak sırtı gibi bir serüveni yaşamak zorundadır. Rahman olan Allah bu keskin mücadelede başarılı olmaları, nefsinin ve şeytanın kölesi ol-

maması için Mürebbilerini, asli terbiye ve eğiticilerini Peygamberlerini göndermiştir. Bu nedenle eğitim Rabbanîdir. İnsana kötülüğü ve ondan korunmayı öğretmesi sebebiyle ilahidir. Ruh O’nun kendisinden üflenen bir latife olduğu için iyiden, güzelden hoşlanır. Kul Rabbi tarafından böylece korunur. Bu peygamberlerin temel görevleri içerisinde yer alır. Rabb melekleri vasıtasıyla sürekli ruhun merkezi kalbine, güzellikler fısıldar. Orada güller açar, beyne giden bu akımlar duyu organlarının yeri beyin tarafından davranışa dönüştürülür. Bu sebeple beyine giden her niyet önemlidir. Onun için Rabb iyi niyetleri kayda geçirtir. Güzel davranışlar, iyi niyetler sevap hanesine yazılır. Nefisten kaynaklanan kötü düşünceler fiiliyata dönüşmedikçe, kayda geçirtilmez. Bu nedenle, Rabbimizin bir lütfu olarak “ameller niyetlere göredir” peygamberi beyan ile içimizdeki güzellikler anında zapt-ı rabt ile kayda geçer.


Eğitimin önünde üç hedef vardır. Birincisi, insanın dış dünyası ile ilişkisini sağlayan duyu organlarını, isteklerini ve şehvetini eğitmektir. Eğer bunlar galip gelirse, insan nefsinin kölesi olur. Eğiticilerin, ebeveynlerin, öğretmenlerin ve bunların uygulama esaslarını belirleyen eğitim sistemlerinin düzenlenmesinde, temel ölçülerden birisi bu alınmalıdır. İkincisi, insanın lahuti yanının merkezi olan kalbinin eğitimidir. Birincisinde yer alan duyu organlarının beyine gönderdiği manyetik sinyallere karşılık beyine giden ikinci elektromanyetik sinyallerin merkezi de kalptir. Kalp, insan için Rabbimizin verdiği en büyük nimetlerden birisidir. Bu organımızın görevi sadece vücudumuza kan pompalamak değildir. Yaratılıştan ilim, hikmet, marifetullah, teslimiyet, iman, irfan, fikir, idrak gibi özellikleri de taşıyan bir merkezdir. Hani peygamberimizin “insan İslam fıtratı üzerine doğar” belirlemesiyle içindeki güzelliklere, bu saydığımız letaiflere işaret edilir. Rabbimizin ruhundan üflediği özelliklerdir. İnsanda buna ilişkin izler, O’na yönelme duyguları, O’nun tarafından lütfedilmiş özelliklerdir. Üçüncüsüne gelince; insan bir taraftan duyu organlarının insan nefsine; beynine getirdiği bilgiler ile kalbinin arzuladığı güzelliklerin mekânıdır. Eğitimden maksat bu ikisinin arasındaki dengeyi öğretmektir. Bıçak sırtı gibi keskindir. Ne duyu organla-

rımız vasıtasıyla beynimize gelen isteklerden, ne de gönlümüzle; yüreğimizde açmayı bekleyen gonca güllerden vazgeçebiliriz. Peygamberimizin nefsinin isteklerine karşılık vermekten uzak durmayı kendisine görev yükleyen sahabeyi uyardığını görüyoruz. İslam’da ruhbanlık yoktur. Hem Rabbinin kendisine verdiği nefsinin arzularını yerine getirecek, hem de bu maddi âlemde Rabbine yükselebilmek için kalbinde, içinde, gönlünde var olan O’nun ona verdiği güzelliklerle dolup taşacaktır. Bu bir denge işlemidir. Dışından ve içinden gelen elektromanyetik sinyallerin, beyninde karar kılması işlemidir. Gözün gördüğünü beyin algılar. Algıladığına beynin karar vermesi ikinci yanının; kalbinden gelenle karar vermesi gerekir. Örneğin, göz haramı görür ve algıladığını beyine gönderir; kalp de bunun algılanmasının, haram olduğunu beyine iletir. Bu durumda insan, ya gözünün gönderdiğini veya kalbinin haram olduğunu bildirmesine tabii olacaktır. Bu sebeple duyu organları tarafından ilk gönderilen haramın insana sorumluluk yüklememesi bundan olsa gerektir. Haram olduğu duygusu ile tekrar bakmaktan vazgeçerse, ruhumuzun merkezi kalp doğuştan kendisinde var olan vasfını güçlendirerek çıkar. Eğitim, bu başarıyı insana sağlama alıştırmalarının öğretilmesi sürecidir. Bugün, toplumsal yapı, televiz-

yon ve özellikle reklâmları, paparazziler önü arkası gelmeyen diziler… hep duyu organlarını kamçılamaktadır. Bu nedenle büyüklere saygı, küçüklere sevgi ortadan kalmakta, cinayetler, kirletilen duygular, asilikler hep artarak devam etmektedir. Sürekli karşı karşıya getirilen bu örnekler, kalbin mühürlenmesini sağlar. Dinini, ondaki güzellikleri, dünya ve ahiret hayatındaki dengeyi unutturur. Tıpkı yarasaların, sürekli karanlıkta kalması nedeniyle görme duyularını kaybetmeleri gibi. Bedenin her yaptığından ruhun merkezi kalp etkilendiği gibi ruhi etkinliklerden de beden etkilenir. Mü’min dengeli insandır. Çünkü Rabbi tarafından ona “hem iyilik, hem de kötülük duyguları ve ondan korunma ilham edildi”. İnsan orta yolu tutmak zorundadır. Çünkü mü’min vasat insandır. Bu dengeyi sağlamayı bakınız Rabbimiz nasıl nitelemektedir: “Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar.” (Tevbe, 87) Bugün, insanlar üzerlerinde boyunduruklar, ayaklarında prangalar, zincirler var. Onu, sunulan tek taraflı bir hayat tarzı çılgınlaştırmaktadır. Savaşlar, ardı arası kesilmeyen sömürüler; ezilen kan deryası içerisinde yüzen insanlar… Allah’ın insana verdiği dengeyi sağlamayı beklemekte. MART 2013 / 296

35


Zekeriya Gültaş

hafızayı beşer

Yıkılamayan Kale

ÇANAKKALE

G

erçek fazilet, düşmanın dahi takdir edebildiği yüksek bir hâlettir. Çok sık rastlanmaz böyle durumlara. Ama öyleleri vardır ki, dünya durdukça hatırlanırlar; tarihin seyrine etki edecek kadar önemlidirler. İşte Çanakkale de böyle bir savaştır. Mehmetçiğin damarlarından fışkıran kanın, tevhidin son ordusunu, Bedr’in aslanlarına komşu kılan cesaretin, kahramanlığın, asaletin, fedakârlığın fazilet hikâyeleriyle bezenmiş halidir Çanakkale. Onu diğerlerinden farklı kılan yönlerin başında; açlık, yoksulluk, kıtlık, teknolojik yetersizlik ve salgın hastalık gibi her türlü maddi imkânsızlıklar içerisinde düşmanla mücadele edilmesidir. Muvaffakiyetin sırrı da, dininden aldığı iman kuvveti sayesinde memleket sevgisi, Allah aşkı ve Peygamber muhabbetindedir. Vatanı ve dini için ölmeyi ve Allah’ın huzuruna şehit olarak çıkmayı en büyük telakki etmesidir. Bu, imanın tekniğe meydan okuduğu bir savaştır. 19.yüzyılda o dönem dünyasının güçlü devletleri başta İngiltere olmak üzere sömürgecilik yarışına 36

DERGiSi

girmişlerdi. 1871’de siyasi birliğini tamamlayan ve hızlı bir biçimde sömürgecilik yarışında yerini alan Almanya, İngiltere’nin en büyük rakibi olmuştu. Bu iki devletin başını çektiği kutuplaşma, yanlarına aldıkları diğer devletlerle, dünyayı insanlık tarihinin en kanlı ikinci savaşı olan I.Dünya Savaşı’na doğru sürüklemekteydi. Kurulduğu 1299’dan itibaren İslam’ı yaşamayı ve yaşatmayı kendisine görev olarak üstlenen, 300 yıldan daha fazla bir süre dünyaya tek başına hükmetmiş Osmanlı Devleti ise bu bloklaşmaların yaşandığı 19.yy’da Avrupalıların diliyle “Hasta Adam” olarak anılmaya başlamıştı. 20.yüzyıl başları ise ne yazık ki, bu şanlı devletimizin en ağır imtihanları verdiği ve sonu da acıyla biten bir dönem oldu. İttihat ve Terakki Partisi’nin beceriksiz yönetimi yüzünden Adriyatik’ten Çatalca’ya kadar neredeyse hiç savaşmadan çekilmiştik. 28 Temmuz 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilanı ile I.Dünya Harbi başladı. 1913’te yaptıkları kanlı baskınla (Bâb-ı Âli Baskını) Osmanlı Devlet idaresini eline ge-

çiren ittihat ve Terakki yöneticileri, bu savaşta Almanya’nın yanında yer almaya karar verdiler. Uzun yıllar boyunca savaşlarda yorgun ve yoksul düşmüş bir millet, bir anda kendisini 7-8 cephede birden ateş çemberinin içinde buldu. Bu cephelerin en büyüğü Çanakkale cephesidir. İngiltere’nin ısrarıyla, İtilaf devletlerince girişilen Çanakkale harekâtının amacı, Rusya ile doğrudan temasa geçerek, onlara silah ve malzeme yardımı yapmaktı. Coğrafi olarak savunmaya elverişli olan Çanakkale Boğazı, askerlerimiz tarafından mayınlanmıştı. Tabyalar, toprak ve taştandı. Zırhlı veya betondan tabya yoktu. 3 Kasım 1914’te dünyanın en güçlü donanmasına sahip İngilizler 6 zırhlı ile Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını bombaladılar. Diğer günlerde de bombalamalar devam etti. 19 Şubat 1915’te, 12’si İngiliz, 4’ü Fransız olmak üzere 16 savaş gemisi, 6 muhrip, 14 mayın tarama ve 1 uçak gemisinden oluşan İtilaf donanması Çanakkale Boğazı’na ikinci büyük saldırısını yaptı. 6 gün sonra da bu donanma, yaptığı bombardıman sonucunda,


Boğaz girişi tabyalarındaki topları tahrip ederek, Boğaz’a girmeye başladı. Asker sayısı ve silah bakımından son derece üstün olan düşman kuvvetleri her türlü mücadelelerine rağmen, 15’inden 70’ine kadar her yaştan oluşan ve amacı, İslam ve vatan uğruna şehit olmayı düşünmekten başka bir şey olmayan kahraman askerlerimizi aşamadılar. 8 Mart gecesi, Yüzbaşı Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın Gemisi bütün ışıklarını söndürerek gizlice boğaza açıldı. 26 adet mayını planlanan şekilde 100’er metre aralıklarla, suyun 4,5 metre altına döşedi. 18 Mart 1915’te İtilaf Devletleri donanması, yaklaşık 30 savaş gemisiyle en geniş kapsamlı saldırıyı başlattı. Çanakkale Boğazı tahkimatı 7 saat süreyle ateş altında tutuldu. Nusret Mayın Gemisi’nin gizlice döşediği mayınlar ve kıyı topçularının etkili ateşi altında, kuvvetinin üçte birini kaybeden düşman donanması geri çekildi. Altı büyük gemiden Bouvet, Inflexible ve Ocean zırhlıları batırıldı, üçü de kullanılamaz hale getirildi. Nusret’in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti. Şanlı Mehmetçik Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğini 18 Mart 1915’te, karadan da geçilemeyeceğini 9 Ocak 1916’da tüm dünyaya ispat etti. Ancak bu ispat yazıldığı kadar kolay gerçekleşmedi. Sadece 12-13 Temmuz Kerevizdere Savaşı sonuna kadar 11 km.lik cephedeki şehit sayımız 100 bindir. Çanakkale’de 57.Alay’dan geriye tek bir er ve subay kalmamıştır. Tamamı şehit olmuştur.18 Mayıs 1915 günü gece yarısı başlayan muharebe bazı kaynaklara göre Gelibolu muharebelerinin belki en kanlısıydı. Saat sabahın üçünde süngü hücumuna dönüşen çarpış-

malar öğleden sonra durulduğunda 10 bin şehit ve yaralımız vardı. 14 ay 6 günün sonunda elde edilen zaferin bedeli ise 250 bin civarında şehit olmuştur. Bugün, tarihin tozlu raflarından çıkarılıp insanlığın önüne serilen birçok doküman, Çanakkale’de akıl almaz hadiselerden bahsediyor. Öğrencisiyle, öğretmeniyle, köylüsüyle, şehirlisiyle, Türk’üyle, Kürt’üyle İslam’ı hayatlarının merkezine koymuş 250.000 askerimiz ölümün üzerine üzerine gittiler. Can verdiler ama toprak vermediler. Yedi düvelden 32 etnik milletin inanılmaz teknik ve maddi üstünlüğü karşısında, çaresizlikten çare üreten ve Yaradan’ına sığınan Anadolu insanı, bu büyük planı bozdu ve bizzat yaşayarak bir zafer destanı yazdı. Mesela; emrindeki 68 kahraman erle 6 taburluk binlerce düşman askerini 10 saat süreyle durduran ve bunun için “Çanakkale’yi kurtaran kahraman” olarak tarihe geçen Ezineli Yahya Çavuş bunlardan sadece biridir. Aynı şekilde değişik kahramanlıklarıyla tarihe altın sayfalarla geçen ve gönüllerde taht kuran kınalı askerler, 65 yaşındaki Ramazan Ağa’lar, insanüstü bir güçle 257 kg. ağırlığındaki top mermisini yalnız başına omuzlayıp Çanakkale boğazını geçilmez hale getiren Koca Seyit Ali Onbaşı’lar ve daha çocuk yaşta kıvrak zekâlarıyla tarihe mal olmuş Saka Hüseyin’ler, bunlardandır. Çanakkale zaferi, 98 yıl öncesinden bize ciddi dersler vermektedir. Bu zaferden alınacak mühim derslerden birisi, inanan insanın en zor şartlarda bile Rabbinin inayetiyle, aşılmaz gibi görülen dağların aşı-

labileceğine, bükülmez gibi görülen bileklerin bükülebileceğine katiyen iman etmesi gerektiğidir. Bir diğer nokta, Hakk namına canın malın bir keseye konup takdim edilmesi gerektiğidir. Yeri geldiğinde, inanan herkesin her şeyini O’nun yolunda nasıl seve seve verebildiğinin gösterildiği yerdir Çanakkale. Çanakkale tarihe altın harflerle yazılması gereken büyük bir kahramanlığın, cesaretin, fedakârlığın ve sabrın destanıdır. Zaten, evden barktan geçmeden, yardan ayrılmadan, ölümü gülerek karşılayacak bir babayiğitliğe sahip olmadan yapılacak mücadele destan değildir. Hayata sıkı sıkıya yapışmış, hayatı sadece bu dünyadan ibaret görenlerin yazacağı bir destan hiç olmamıştır ve de olmayacaktır. Unutmayalım ki; bugün bir manada yine Çanakkale ruhuna ihtiyacımız olduğunu hissediyoruz. Zira kurt gövdenin içine girmiş ve bir millet yine yok edilmek istenmektedir. Geleceğimiz adına kardeşlik, iman, sabır ve fedakârlık üzerine müesses milli birlik ve beraberliğe çok ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu kardeşlik ruhuyla maddi ve manevi her türlü zaferi kazanacağımız da muhakkaktır. Kaynakça: TUNCER Harun, TEMİZ Ahmet; Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale-2, İstanbul,2012 UÇAR Abdullah; Haçlı Gururunun Ezildiği Yer Çanakkale, Konya,2007 VARLI Mustafa; Mehmet Akif Ersoy& Çanakkale Ruhu, İstanbul,2011 EREN Bilal, KARATEKELİ Hakkı; Bir Hilal Uğruna, İstanbul,2011 ÖZCAN Bekir; Çanakkale Bir Kahramanlık Destanı, İstanbul, 2010 MART 2013 / 296

37


la havle

Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

İnsana yakışan o ki; kime yöneldiğini, niçin yöneldiğini çok ciddi bir şekilde tefekkür süzgecinden geçirip kime kulluk ettiğinin farkında olmasıdır...

“Sana Yöneldim”

R

ahman ve rahim olan Rabbimiz, bizleri gerçek hidâyete erdirsin ve hidâyette daim kılsın. İstikametimizi, kıblemizi, yönümüzü şaşırtamasın… Dünya’da ve âhirette pişman etmesin. Rabbimiz bizlere; kendisini, insanlığa rehber olarak gönderdiği peygamberlerini, âlemlere rahmet olarak lütfettiği sevgili Habibini (s.a.v) ve hükümleri kıyamete kadar bâki olan hayat kitabımız Kur’an’ı gereği gibi anlayıp rızasına uygun bir hayat yaşamayı nasip etsin… Şükründen âciz olduğumuz, bunca maddi ve mânevi nimetlerini tefekkür ederek, yaratılış gayemizi unutmadan, bütün varlığımızla kendisine yönelmeyi nasip buyursun. Yardımını esirgemesin biz kullarından… 38

DERGiSi

Kur’an’da Rabbimiz buyuruyor ki; “De ki: ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!... Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki, o çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Zümer/53 Değerli dostlar, Şair Cengiz Numanoğlu’nun, hepimizin duygularına, hissiyatına tercüman olan 99 kıtalık “Sana Yöneldim” şiirinin bir bölümünü arz ediyorum dergimizin bu sayısında... İnşaallah devamını diğer sayılarda bulacaksınız. İnsana yakışan o ki; kime yöneldiğini, niçin yöneldiğini çok ciddi bir şekilde tefekkür süzgecinden geçirip kime kulluk ettiğinin farkında olmasıdır…

Sözü şairimize bırakıyorum.. Kuluna göz verdin, “gör Beni’’ dedin, Dil verdin, “bilene sor Beni’’ dedin, Gönül verdin, “hayra yor Beni’’ dedin, Gördüm, sordum, yordum, Sana yöneldim Nice dervişlerle, uzun söyleştim, Kör kör bakan, kullarınla eyleştim, İyi, kötü, ne verdiysen paylaştım, Aldığım hisseyle, Sana yöneldim. Bolca bolca verdin, gönül aşımı, Müjdelere yordun, şu göz yaşımı, Hiç kimseye, eğmediğim başımı, Yalnız Sana eğdim, Sana yöneldim. Beşer, kazanında, piştim pişeli, Kimi üzgün gördüm, kimi neş’eli, Kimi döner durur, aşka düşeli, Pervaneler gibi, Sana yöneldim. Kimi uykulara, derince dalmış, Kimisi kararsız, ortada kalmış, Kimi, Seni arar, kimi de bulmuş, Bulanlardan oldum, Sana yöneldim Kimi der ki; “varsa görünsün, bize’’ Kimi, görmüş, gelmiş önünde dize. Nasıl göstermeli, görmeyen göze? Görenlerden oldum, Sana yöneldim.


Bir ana serçenin, içgüdüsünde, Tavus kuşlarının ince süsünde, Nice örümceğin, ak örtüsünde, Hep, Seni gördüm de, Sana yöneldim.

Saray dedikleri, yapılar gördüm, Arkası karanlık, kapılar gördüm, Mezar taşlarında, tapular gördüm, Bu gafletten kaçtım, Sana yöneldim.

Bir lokma, bir hırka hâllere düştüm, Herkesi dost bildim, dillere düştüm, İncecik, dikenli yollara düştüm, Kan revân içinde, Sana yöneldim.

Duydum; kul hakkını, yiyenler varmış, “Mahşer günü yoktur”, diyenler varmış, Kürkten kefen dikip, giyenler varmış, Buna şaşıp kaldım, Sana yöneldim.

Bir Kitap gönderdin, cümle âleme, Tek hecesi bile, gelmez kaleme. Dedin: “Benden, başka bir şey dileme’’ Satır satır çözüp, Sana yöneldim.

Yürüdüm; sağı da, solu da gördüm, Kavşakta yıllarca, düşünüp durdum, Verdiğin vicdâna, elimi vurdum, “Başka yol yok” dedi, Sana yöneldim.

Toprak verdin, tohum verdin ekmeye, Çile verdin, dergâhında çekmeye, O zengin sofranda, kuru ekmeğe, Râzı ola ola, Sana yöneldim. Hak verdin, bâtılı yanında kıldın, Şeytanı, insanın kanında kıldın, Akıl verip; nefsin, önünde kıldın, Nefsime hükmedip, Sana yöneldim. Sana inanmayan, hâkimler varmış, Seni tanımayan, hekimler varmış, Demek ki, cehâlet, bacayı sarmış; Hayretler içinde, Sana yöneldim. Âlimin ilmini, zâlim bilir mi? Yol sokak bilmeyen, Seni bulur mu? Bilenle bilmeyen, eşit olur mu? Bilenlerden oldum, Sana yöneldim. Kâbe’de şahlanan, elleri gördüm, Yalvarıp, yakaran, dilleri gördüm, Önünde durulmaz, selleri gördüm, Kapıldım sellere, Sana yöneldim. Gördüm; dolup taşan mâbetlerini, Dinledim; çınlayan âyetlerini, Hele; o kulların niyetlerini, Duydum, duya duya, Sana yöneldim.

Câmi kubbeleri, güyâ büyüktü, Kubbeni görünce, bir korku çöktü, Bu nasıl mîmârî, bu nasıl yüktü? Aczimi bildim de, Sana yöneldim. Bir köprü kurmuşsun, derler incedir, Sordum; düşenlerin hâli nicedir? Dediler; bağışlar, O çok yücedir, Nice ümitlerle, Sana yöneldim. Kulda kusur gördüm, kuldan sakladım, Nice lekeleri, silip pakladım, Sır verdiler, sır üstüne ekledim, Doldum, dola dola, Sana yöneldim. Akrabaya koştum dedim; “yaram var”, “Biraz derincedir, incitmeden sar” Ne yeminler etti, dedi; “elim dar” Asıl, bu yarayla, Sana yöneldim. Kul gördüm, kuluna hased çekmede, Kin tohumun, nesil nesil ekmede, Bir yudum su verse, başa kakmada, “Muhtaç etme” dedim, Sana yöneldim. Kimdir, dedim, bunca kitap indiren? Bunca kula, acı verip dindiren? Cehennemler tutuşturup söndüren? Hep, Seni dediler, Sana yöneldim.

Kimdir, dedim, kalp gözüme nûr veren? Bana, bunca güzellikler gösteren? Bütün, şek ve şüpheleri susturan? Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Kimdir, dedim, o şeytanı nâr eden? “Ol” deyip de, âlemleri var eden? Melekleri, kullarına yâr eden? Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Ölümsüz kim? dedim, aradım durdum, Bilgelere vardım, kapılar vurdum, Nice âlimlere, danışıp sordum, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Ölümsüz kim? dedim; güneş ve aya, Dört milyar yaşında, fâni dünyaya, Ölümsüz kim? dedim; ateş ve suya, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Nice âhû gözler, samur saçlara, Zümrüt saraylara, yakut taçlara, Krallara, kılıçlara, meçlere, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Sahip kimdir? dedim yüce dağlara, Engin denizlere, sonsuz çağlara, Göçüp gidenlere, kalan sağlara, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Sahip kimdir? dedim. kurda kuşlara, Ağaçlara, topraklara, taşlara, Nice sultanlara, mağrur başlara, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Sahip kimdir? dedim, ıssız çöllere, Şimşeklere, tayfunlara, sellere, Yedi kat semâya, bakan ellere, Hep, Seni dediler, Sana yöneldim. Hikmetinden, sorgu-sual olunmaz, Bir sel var içimde, karşı durulmaz, Yazdıkça yazar da, elim yorulmaz, İçim döküp döküp, Sana yöneldim. MART 2013 / 296

39


İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

....

soz meydanı

SİZ NE YAPABİLİRSİNİZ? BEN NE YAPABİLİRİM?

G

üzel insanların birçok şeyi, belki her şeyi güzel olurmuş. “Sağlığında güzeldin, ölümünde de güzelsin.” sözünü en güzele söyleyen de bir güzel insandı. Hizmet insanları da güzel insanlardır. Güzelliklerini hizmetleriyle gösterirler. Aslında her insanın belirgin bir özel yanı vardır. Her insan özeldir ve kendisiyle özel ilgilenilmesini ister, bekler. Kendisinin özel olduğunun fark edilmesini ister. Küçük görevleri yerine getiren her insana, büyük görev yapmış gibi davranmanın, “teşekkür etmenin” o kişiyi çok mutlu ettiğini hepimiz müşahede ederiz. Toplum içindeki eleştiri, bizi ne kadar rahatsız ederse, teşekkür de o kadar sevindirir. Övülmeden hoşlanmadığını söyleyen kişiler bile, övüldüğü zaman ne kadar sevinirler hiç fark ettiniz mi? Öyleyse kişilerin güzelliklerini, hizmetlerini, özel istidatlarını anmaktan, övmekten, belirtmekten geri durmamak da bir teşviktir.

Bazılarının yaratılıştan hizmet ehli olduğunu hepimiz müşahede ederiz. Şimdi kendi kendinize sorabilirsiniz. Ben bir hizmet eri miyim? Hizmet özelliğim nedir? Nerede nasıl hizmet edebilirim? Hiç mi hizmet özelliğim yok? (Eğer öyleyseniz durum vahim.) Ama lütfen “Ben ne yapabilirim?” diye hem kendinize hem başkalarına sorun. Soruların cevabını vermek bize şahsiyet, tavır kazandırır. Yaşamanın amacı, kulluğun amacı hizmettir. Hizmetin geniş anlamını daraltırsak, kendimize has yanlarını buluruz.

O BÖYLE HİZMET YAPTI

Teşvik edici davranışların bastırılmış, ortaya çıkmamış, keşfedilmemiş nice özelliklerin, yeteneklerin ortaya çıkmasına sebep olduğunu unutmayalım.

O, doğuştan engelliydi. Fiziki engeli vardı. O engel onun yürümesinde fark edilirdi. Bir bacağının kısa olması sebebiyle aksayarak yürürdü.

Hizmet kelimesinin günümüzde biraz özelleştiğini, bir gruba mal edildiğini, marjinal hâle geldiğini görmekteyiz. Ama o kelimenin genel olduğunu her kesimi kapsadığını “baba himmet, oğul hizmet” gibi özlü sözlerden anlıyoruz.

Ayağındaki sakatlık ve yürümesinde engelin onu çok zorladığını kesindi. Yürürken görünen denge bozukluğu bunu belli ediyordu. Ama bazı insanların fiziki engelleri, insanlara, İslam’a hizmetine engel olmuyordu. Nice amalar görmemeyi bir nimet haline getirip hafız, âlim olarak hizmet ediyor. Günahları görmediği, gözün zinasından kurtuldukları, göz imkânına sahip olmadıkları için bazı kötülükleri yapamadıklarına şükreden nice âmâları görüyoruz.

Hizmetin sınırı da yok. Her alanda, her mekân ve zamanda hizmetin var olduğunu bilmemiz gerekli. Allah’a, insana, büyüklere, millete, memlekete, tabiata ve kendine hizmet. Son Güneydoğu gezisinde bize kelaynak kuşlarını anlatan kişi “hiçbir para almadan” bu işi yaptığını söyledi. “Doğanın korunması” amacıyla yapılan işin önemini vurguladı ve “doğa gönüllüsü” olduğunu ifade etti. Bunları anlatırken elini içinde koruduğu sigarasının dumanı da dikkat çekmişti. Bunun üzerine M. Aydoğdu Hoca40

mız, “Bu yaptıklarınız ve doğaya yönelik çalışmalar çok güzel ama bir de kendinizi korusanız” diyerek sigarayı göstermişti. Kendini doğadan ayrı gören yanlışlık. İnsani anlamdaki hizmetler ve İslami anlamdaki hizmetler.

DERGiSi

Bir cehrî zikirli yolun müridiydi. Aynı zamanda oranın ayak hizmetlerini de yürütüyordu. O halkanın çay, su gibi hizmetlerinden kendini alıkoymazdı. Bir sohbet yolunun da üyesiydi. Oranın da sohbetlerinde de her türlü fiziki hizmeti götürürdü. Orada


NOT: Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “ Kültür ve Sanat Sayfası” olan “ SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. Bekliyorum. ibrahim.ciftci@hotmail.com

da her türlü ayak işlerine üşenmeden yorulmadan koşardı.

Bir zaman Meysere’nin merkebiyle bed hesap

İçinde bulunduğu, dini, ailevi, resmi her türlü toplantıda hizmet etmekten zevk alandı. Etrafı onun fiziken zorlanmasına bakarak kendisine hizmet edilmesi gerektiğini hatırlatırdı ona. Ama o hizmet etme mutluluğunu yaşamak istiyordu. Sözlerini yerine getirmenin, çağrıldığı her hizmete koşmanın, verilen her görevi eleştirisiz ve itirazsız yerine getirmenin bir yürekli eriydi o. Büyük küçük demeden, her insanın yardımına koşması, yardım etmeye çalışması da bir güzel hizmetti.

Yapmış üç beş boş adam tekmiliyle bir kebap.

Etrafındaki dine uygun kişi ya da davranışlara karşı yumuşak ve sabırlı bir direnişin, hatırlatmanın, uyarmanın ve düzeltmenin de insanıydı. Onların yüzüne yanlışlarını söylemeden doğruyu söylerdi, doğrusunu gösterirdi. O kadar samimi, candan ve usturuplu, yumuşak bir söyleyiş ve gösterişi vardı ki, yanlış kişi ya yanlış sahibi farkında olmadan ona tabi olurdu.

Yok, değillerse benim; sen pişir de ben yiyim!”

O hep gülen ve her yaş ve konumdaki insana, evine, ailesine, cemaatine çevresine kişiliği ile Müslümanlığı ile eğitimi ile hizmet eden bir fedakâr insandı. Bunun karşılığını yaşarken kendi mutluluğu ile hicretiyle de sevdiklerinin uğurlaması ve duaları ile gördü. Eminiz ki sevdiklerinin şehadetiyle ve Rabb’imizin nimetleri de ona olacaktır. Herkes kendi gücü kadar kendi özelliğine göre hizmet etseydi dünya ve insanlar böyle olur muydu?

“ – Aynısından yedirin, canlı kanlı bir file!”

Kendi zâtîmalıçün sormadan beş on sual Tüm yemiş merkebi vah! Anlamış, çıkınca nal. Bir obur görmek için nâzenin Harun Reşit Sofra kurmuş. Taamın hepsi var çeşit çeşit. Baş sualdir: “ – Mübarek! Kaç tabak yemek yeter?” “ – Mal benimdiyse eğer, minnacık çörek yeter. “ – Mâşaallah ki sanırsın cevâmiül kelim.” Türlü soğmuş içecek, meyveler şeker gibi. Bunların altına var: mercimek, kazandibi. Geldi mutfak tamamen, yendi bitti tüm yemek. Dilde sözler, dua var; mîdeler diler kelek. Çok güzel bir misafir, çekti sesli besmele. Sofradan sonra hemen, bir adam edeplice: “ – Hep yedirdik aç açık fil bulup da dün gece, Arttı filden iki tam büsbüyük sıcak pide. Kâfiyetten mütevellit tıkandı gitgide.” Bahsi geçmiş bu adam, fil kadar obur imiş. Her cihetten aranan özlü bir buhûr imiş. Sâde Hazret Ali’den çokça var rivâyeti.

MEYSERET’ÜL EKKÂL

Aşkla hemhâl olanın beklenir sirâyeti.

Bir adamdan bahis olmuş, zahid ve çok obur. Yalnız Allah adıçün dembedem nefes solur.

Allah’ım elçilerin doymadan dururdu hep,

Görse herhangi yemek, yer hemen tıkanmadan.

Kıssadan Nesbel’inin gönlü bulsa bir sebep.

Hem sorar ayranı hem bir de baş arar soğan. Öyle yermiş ki fakir bol mübâlağâ ile. Dilde hâlâ dolaşır geçse on asır bile. Bir hanım emrederek: “ – Nerdedir şu Meysere? Sofradayken çağırın baş tarafta bir yere. Bir de ölçün bakalım, misli bir yemek ile Kaç sail fâni doyar, az biraz emek ile.” “ – Tam doyurduk hanımım, yetmiş aç adam başı. Altı arşın da gelir, ölse; bir mezar taşı.”

(fâ i lâ tün / fe i lâ tün / me fâ i lün / fe ul) Sözkonusu vakıa: Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i SarîhTercemesi ve Şerhi, Birinci cilt – s.283 dipnot 2 / Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları – sayı 55, beşinci baskı, Başbakanlık Basımevi 1979 Dembedem: zaman zaman. Sail: dilenci. Tekmil: tüm, bütün. Nâzenin: narin, ince yapılı. Cevâmiül kelim: Lafzı az, manası çok sözler. Kâfiyetten mütevellit: yeteri kadar olduğu için. Buhûr: dini törenlerde yakılan kokular. Sirâyet: yayılma, dağılma.

MART 2013 / 296

41


tefekkür ekseni

Suad Başbuğ

Karanlık Madde ve Karanlık Enerji (Hayâllerin Câzibesi)

H

er insan sahip olduğu bedeni ile boşlukta belli bir hacim işgal eder. Tabi bu hacmin büyüklüğü kişiden kişiye göre değişir, kimisi iri kıyımdır kimisi çelimsiz. Yine de aralarındaki fark öyle çok fazla değildir. Ancak bir dağ ile bir insan karşılaştırılırsa, elbette dağ kıyas kabul etmeyecek kadar büyüktür. Bununla beraber, okyanus diplerinde ve yeryüzünde çeşitli ebatlarda on binlerce dağ vardır. Dünyaya biraz daha geriden, uzaydan bakıldığında neredeyse pürüzsüz bir yüzeye sahip, kutuplarından hafifçe basık bir küre ile karşılaşırız. Yani bu durumda koskoca dağlar artık bir küre üzerindeki pürüzler bile sayılmazlar. Astronomi bilimine ait kaynaklar incelendiğinde tahayyüle zor sığabilecek sayısal bilgilere ulaşılır. Mesela bizim büyük dünyamız, güneş sisteminde bulunan şu dört gezegenden daha küçüktür: Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün. Bu gezegenlerden en büyüğü Jüpiter’dir ve Jüpiter’in çapı

42

DERGiSi

Dünya’nınkinden 11 kat daha büyüktür. Ne var ki, Güneşin çapının Dünya’nınkinden 108 kat daha büyük olduğu gerçeğini düşünecek olursak, Jüpiter’in de aslında o denli büyük olmadığı görülür. Gerçekte Güneş bir yıldızdır. Başka bir ifade ile yıldız diye bildiğimiz nesneler aslında Güneş gibi sürekli ışık saçan devasa ateş toplarıdır. Daha küçükleri de olmakla birlikte, bazı yıldızlar bizim güneşimizden 2.000 kat daha büyüktür. Güneş sistemimizin içerisinde bulunduğu galaksiye Samanyolu Galaksisi ismi veriliyor. Astronomlar, Samanyolu Galaksisi içerisinde 200 ilâ 400 milyar adet yıldız olduğunu tahmin ediyorlar. Evrende kaç galaksi olduğu sorusunun cevabı ise tam bir muamma. Çünkü 100 ilâ 200 milyar adet gibi birbirinden oldukça farklı ve muazzam sayı değerleri söz konusu. Tabi bu son değerlerin tamamı ölçüm yapılarak elde edilen veriler değil, bir kısmı da ancak bilgisayar simülasyonları neticesinde çıkarılabilen sonuçlar. Bahsi geçen büyüklük değerleri gök cisimlerinin kapladıkları hacimlerle ala-

“O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4) kalı bilgiler, farklı yoğunluklardaki akıl almaz kütlelerinden hiç söz etmiyoruz bile. Bu gök cisimlerinin aralarındaki mesafeler ne kadardır diye merak edilecek olursa, sayısal uzunluk değerleri vermek yerine dünya ölçeklerine uygun bir örnek vermek daha akılda kalıcı olacaktır. Örneğimiz insansız bir uzay aracı olan Voyager 1. Bu aygıt 1977 yılında uzaya fırlatıldı ve hiç duraksamadan dünyadan uzaklaşıyor. Görevi uzay araştırmalarına bilgi desteği sağlamak. Hızı ise 61.000 km/saat olarak ölçülmektedir. Bu hızın ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için, tipik 22 kalibrelik bir merminin yaklaşık hızının 1.200 km/saat olduğu bilgisini vermek faydalı olacaktır. Fakat bu yüksek hıza rağmen Voyager 1, güneş sisteminin dışı olarak kabul edilen sınıra 34 küsur yıldan sonra daha şimdilerde ulaşabildi. Güneş sistemini terk edip yıldızlar arası uzaya çıkışının ise yaklaşık 4 yıl süreceği hesaplanıyor. Bu noktada bizim güneş sistemimizin Samanyolu Galaksisi içerisinde ne kadar küçük bir yer kapladığını hatırlat-


makta yarar var. Bu bahsettiğimiz ve görünür madde olarak nitelendirebileceğimiz herşey, (bütün canlılar, bizim dünyamız, diğer gezegenler, yıldızlar, galaksiler, vb...) aslında bilinen fiziksel evrenin sadece %4’ünü oluşturmaktadır. Evrenin geriye kalan %96’sını ise bilim adamlarının esasen ne olduklarını hala çözemedikleri karanlık madde ve karanlık enerji oluşturur. Onları gizemli ve anlaşılması güç hale getiren dünyaya olan uzaklıkları değildir. Aksine çok daha uzaktaki gök cisimleri çok daha rahat bir şekilde incelenebilmektedir. Ne var ki, ne karanlık madde, ne de karanlık enerji gözle görülebilecek bir yapıya sahiptir. Karanlık maddenin keşfi galaksilerdeki yıldızların hareketlerindeki gariplikler sayesinde gerçekleşmiştir. Galaksi merkezi etrafında dönmekte olan yıldızlar ve tozlar, merkezden uzaklaşıldıkça daha yavaş dönmeleri gerekirken hızları sabit kalmaktadır. Bu durum galaksilerin kütlelerinin büyük çoğunluğunun beklendiği gibi merkezlerindeki şişkin bölgede değil, aksine düzgün bir şekilde dağılmış olması ile mümkündür. Bu ise galaksi halesinde çok ciddi miktarda mahiyeti bilinmeyen bir maddenin varlığı ile açıklanabilmektedir. Karanlık maddenin varlığının tek kanıtı bu değildir. Her ne kadar hiçbir şekilde görülmesi mümkün değilse bile kütlesi o kadar büyüktür

ki dünyaya ulaşan diğer gök cisimlerinin ışınlarını büyük kütle çekimi ile kendisine çekerek büker. Bu hadise sadece teorik bir yaklaşım değildir, gelişmiş teleskoplarla da gözlemlenebilen bir durumdur ayrıca. Bu teleskoplardan elde edilen görüntülerdeki ışıklar, sanki uzayda var olan astronomik ebatlarda küresel mercekler tarafından kırılmış gibi gözükmektedir. Karanlık madde bilinen mevcut fiziksel âlemin yaklaşık olarak %23’lük bir kısmını teşkil ediyor.

nildiği gibi, gök cisimleri ancak büyük bir kuvvetin etkisi altında kalarak böyle bir hızlanma hareketini gerçekleştirebilir. Söz konusu kuvveti sağlayacak bilinen bir enerji kaynağı yoktur. Bu yüzden, varlığı kabul edilmek zorunda kalınan ve bu etkiyi oluşturan “şey” karanlık enerji olarak isimlendiriliyor. Bu etkiyi oluşturabilmesi için ise evrenin çeşitli yerlerine dağılmış vaziyette ve bilinen fiziksel evrenin %73’ünü oluşturacak miktarda olması gerekiyor.

Mevcut fizik kanunlarına göre boşluktaki bir cisim hareketsizse ve üzerinde herhangi bir kuvvetin etkisi yoksa hareketsiz halde durmaya devam eder. Benzer şekilde, bir cisim herhangi bir kuvvetin etkisi olmadan boşlukta sabit bir hızda hareket ediyorsa, sürekli bu sabit hızla hareketine devam eder. Buna fizikte maddenin atalet özelliği denir. “Büyük patlama” ismi verilen ve evrenin yaratılış başlangıcı olarak kabul edilen hadise sonucunda, sürekli bir genişlemenin olduğu ve bütün gök cisimlerinin aslında hareketli olduğu bilinmektedir. Yakın zamana kadar söz konusu hareketin, patlama etkisi ile patlama merkezinden dışa doğru gerçekleştiği ve gök cisimlerinin hızlarının sabit olduğu düşünülmekteydi. Fakat özel tekniklerle yapılan ölçümler göstermiştir ki gök cisimleri genişleme hareketlerine sürekli hızlanarak devam etmektedirler. Maddenin atalet özelliği açıklanırken de deği-

Karanlık madde ve karanlık enerji ile ilgili yapılan çalışmalar hala çok başlangıç aşamasında. Işık kaynağı olmayan, ışığı yansıtmayan ve hiçbir şekilde doğrudan gözlenemeyen bu varlıkların mevcudiyetinin kabul edilmemesi durumda ise karşımıza bir tek seçenek çıkıyor: Bugüne kadar doğru kabul edilen fizik kanunlarının yanlış olması. İster çıplak gözle, ister gelişmiş cihazlarla olsun insanoğlu gökyüzüne her baktığında Allah’ın yaratışındaki mükemmelliğe karşı gözlerinin bitkin ve aciz bir şekilde tekrar yeryüzüne döndüğünü fark edecektir. Evren hakkında öğrenilen her yeni bilgi aslında ne kadar az şey bildiğimizi ve bir maddi varlık olarak ne kadar önemsiz bir mevcudiyete sahip olduğumuzu göstermektedir. Yalnızca bu bakış açısı bile insanın kıymetli bir varlık olmasının gerekçesinin materyale bağlı olmadığının bir göstergesidir. MART 2013 / 296

43


Mehmet Erturan

erturanmehmet@hotmail.com

genç bakış

Huzur İsyandadır 20 Mart 2003’te B52 tipi bombardıman uçaklarından atılan demokrasilerle Irak’ta pişen aşları yarıda kesen Akbaba Birleşik Devletleri’ne... Okyanus ötesine taht kursan da, sen hep yanı başımızdaydın ‘hayatın tadı’yla, elhamdülillah’dan önce besmeleden sonra… Özgürlüğün heykelini dikebilirsin sen, Ama fatura öderken tanışmıştık biz Bağdat’ta. Surlarında gedik açacak rüzgâra güç verirken, öğrencilik hayatımda ve ebedâ dişimle birlikte sıktığım yumrukları zalim suratında ağız tadıyla patlatamasam da, bil ki; Mahşerde, Allah’ın izniyle ‘en az’ dört milyar el iblisin iliklediği batıl yakında! Bekle biz’i Sam Amca; sömürdüğün dünyayı sığdıramadığın domuz kumbaranla, Amerikancıkça, obezite kusan restoranlarda, bir elinde hamburger diğerinde kolayla, genetiği değiştirilmiş duygularla aynasızlarla birlikte barikatlarda, basketbol salonlarında mesela, beyzbol statlarında, Hollywood’da kırmızı halıyla, elinde flaşlar patlatan oscar’la, Rambo’yla Rocky korumalığını yapsın, bilinçaltımızı ıslatırken birileri sinema salonlarında… Ama karşılaştığımızda o iri kaslarıyla lazımlık tutacaklar terleyen bir taraflarına… Azdan az, çoktan çok gider, unutma. Tekbirlerle buluşacağız inşallah, Kızıl elmamız Washington’da! Sefer bizden, zafer Allan’tandır! Geleceğiz, çünkü “Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara…” 44

DERGiSi


ilkadım kitaplığı

M.Selçuk Özdoğan

selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

Peygamber Efendimiz’in 1001 Özelliği Dr. Muhammet Yılmaz

K

ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız. Bu ay sizlerle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemle ilgili hazırlanan güzel bir eseri tanımaya çalışacağız. Dr. Muhammet YILMAZ’ın yoğun bir çalışmasının ürünü olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin 1001 Özelliğini bizlere aktardığı eseri inceleyeceğiz. Kitabı fiziki olarak incelersek hakikaten göze hitap eden bir tasarımı var. Kitabın cildi, sayfa düzeni, yerli yerince kullanılan fotoğraflar, kâğıt seçimi vb. hususlar Erkam Yayınları yine kendisine yakışanı yapmış dedirtiyor. Efendimizin her bir özelliğinin maddeler halinde sunulması okuyucu tarafından kitabın okunmasını rahatlaştırıyor. Yaşadığımız çağ Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin peygamber olarak gönderildiği çağa benzemiyor mu? Ekonomik durum, sosyal yaşantıdaki bozukluk, kadınların toplum nazarındaki konumu, güçlülerin zayıflara karşı davranışları vb. davranışlar ne kadar da yaşadığımız çağa benziyor değil mi? İşte böyle bir ortamda bütün olumsuzlukları düzeltebilen Efendimiz’in şahs-ı manevisi imdadımıza yetişiyor. Dr. Mu-

hammet YILMAZ’ın çalışması da bu düzeltme adına yapılmış mütevazı bir çalışma. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli özellikleriyle bizlere tanıtılıyor. Ahlakı, ibadetleri, şerefli soyu, engellilere bakışı, orucu, cömertliği gibi çok çeşitli özellikleriyle Efendimiz’i daha yakından tanımaya çalışıyoruz. Kitabı okurken şöyle bir uygulama yapabiliriz: Efendimizin şansına ait özelliklerin dışındaki bizlerin uygulama sahasına koyabileceğimiz özellikleri günlük yaşantımızda uygulamaya koysak Efendimiz sallallahu aleyhi ve selemle benzeme noktasında çok yaklaşacağımıza inanıyorum. Okuyalım ama en önemlisi uygulama sahasına koyalım. Kitabın içinden: • Ayrılan anne babanın çocuklarıyla yakından ilgilenirdi. Bu tür ayrılıklarda erkek çocuğunu, baba veya annesini seçmede muhayyer bırakırdı; yani istediğini veli seçme hakkını çocuğa bırakırdı. • Aile fertleriyle sohbete çok önem verir ve bunu aksatmadan uygulardı. • Dargın eşleri barıştırır, aileler arasındaki geçimsizliklere çözüm bulmaya çalışırdı. •

Bahçe ve bostan gibi

yerlerde namaz kılmayı müstehab (sevimli ve hoş) karşılardı. • Yatsı namazını bazen geceye doğru geciktirirdi. • Sağlığına dikkat ederdi. Sağlığın kıymetini bilip korumayı ve sağlıklı olabilmek için dengeli beslenmeyi emrederdi…. Allah’ın rızasına nail olup O’na dostu olana ümmet olabilme; “canlı bir Kur’an” olanın ahlakıyla ahlaklanabilme; zühd ve takvada zirve olanın edebiyle edeplenebilme, ümmeti olarak yaşayıp ümmeti olarak ölebilme; ümmetini arzuladığı o günde ümmetinden sayılabilme; kendisine inananların cennete girmesi için, arşın altında secde edip ilk önce şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanın şefaatine nail olabilme ve cennetin kapısını ilk açacak, cennete ilk girecek olanın ardından ebedi mutluluk diyarı olan cennete girip “Hamd Sancağı” altında buluşabilme temennisiyle….. MART 2013 / 296

45


imbik

Nuri Ercan

nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Diploma

A

llah’a ne kadar hamdetse kifayet etmezdi. Üç kız çocuğundan sonra bir erkek evladı olması onun için ayrı bir nimetti. Allah’ın kendisine üç kız evladı bağışlamasına yakınlarından gelen cahilane yorumlara aldırmadan hep sevinmişti. Ona göre cinsiyeti ne olursa olsun çocuk cennet kokusuydu. Çocuk sahibi olmak dünyalık nimetlerin en önemlisi idi. Her doğumda, çocuğun erkek mi, kız mı olmasından ziyade çocukların sağ salim doğup doğmadığını merak etmişti. Kızlarının ilk ağıt seslerini çok sevmişti. Çünkü ilk ağıt aslında bir isyandı. Şirke, haksızlıklara, kulla kulluğa bir başkaldırının sesli ifadesi idi. Dünyaya teşrif ederken bağırmak, kötülüklere karşı bir savaş ilanı idi sanki. Çocuklarının doğuşunda duyduğu ilk ağlama sesi onu rahatlatmış, heyecanını tarif edilemez bir sevince dönüştürmüştü. Kendisine “kızın oldu, müjdemi isterim” diyen ebeye, “çocuk nasıl, anne nasıl, sağlıklıdırlar inşallah” dedikten sonra müjdelik hediyesini vermeyi adet edinmişti. Aldığı terbiye gereği kız yetiştirmenin zahmetli, lakin faziletli olduğunu zaten biliyordu. Bu sebeple kızları ile gurur duyarak hayatını sürdürüyordu. Hiç bir zaman da bir erkek evladın eksikliğini hissetmemişti. Aynı fikirde olduğu için eşine de hep

46

DERGiSi

teşekkür ederdi. Yıllar yılı kafasına taktığı meseleler, bir erkek evladının olması arzusuna yol açıyordu. Evet, bir erkek evladının olması İslâmî ilimlerin gelecek nesillere aktarılması bakımından hiç de fena olmazdı. Yaşadığı asırda bu yükü daha ziyade erkekler taşıyordu. Örneğin kendisi hafızlığını rahmetli babasında tamamladıktan sonra, medrese tahsili yapmış ve devrin meşhur hocalarından ek dersler almıştı. Tahsil durumunu anlatmayı sevmez; dostlarından nadiren tahsil durumlarını ballandıra ballandıra anlatanlara rastladığında, riyanın felaketlerinden, kibrin afetlerinden ve tevazunun lüzumundan bahsederek çıkışırdı. Onlara İslâm’ın öngördüğü âlim tipini uzun uzadıya anlatır ve Allah’tan en çok korkması gerekenlerin sıradan insanlar gibi basit şeylerle övünemeyeceğine vurgu yapardı. O’na göre insanın ne okuduğunun önemi yoktu. Okuduğunun kime ne faydası var, daha çok o önemli idi. Hem, bin yıllık tarih sürecinde nice âlimler yazdıkları dünya çapındaki eserlerine, riyaya karışır ve eserin feyzi bereketi yok olur endişesi ile isimlerini bile yazmamışlardı. Bütün bunları düşünürken, diğer taraftan yaşadığı asırda geleneksel âlim tipinin artık yok olmaya yüz tuttuğunu üzülerek müşahe-

de ediyordu. Zaman zaman bu âlimlerin ortadan kalkması ile cahillerin bunların mevkilerine geçerek halkı yoldan çıkaracaklarına işaret eden hadisleri düşünür ve bildiği ile amel etmeyen, öğrendikleri ile farklılık arzulayan âlimlerden insanları sakındırmaya çaba harcardı. Deruhte etmeye çalıştığı vaizlik görevini de bu saiklerle devam ettirmeye çalışıyor ve Ümmet-i Muhammed’in enaniyet hastalığına yakalanmaması için rabbine dua ediyordu. Bu düşüncelerinin hayata geçme imkânını elde etmek için kız çocuklarının varlığı yeterli olmuyordu. İşte kendi kız kardeşleri! Sırası gelen evlenip yuvadan uçup gitmişti. Tabi ki kızların vazifeleri de savunduğu ilkelerin bir nebze hayat bulmasına yardımcı olabilirdi. Lakin toplumu değiştirecek ilimleri öğrenmek erkekler için daha kolaydı. Bir de önderlik yapabilme istidadı kadınlara oranla erkelerde daha fazla idi. Hakikaten iyi eğitilecek bir erkek evladının olması onun için dört hayırlı evlada sahip olmak anlamına gelecekti. Yine o, yüzyıllardır aktarıla gelen ilmi ve içtimai geleneklerin gelecek nesillere sahih bir metotla aktarılması gerektiğine inanıyordu. Bu konuda elinden geldiği kadar anlatıyor, yazıp çiziyordu. Dahası o, kadim İslâm geleneğini gelecek nesillere aktarmayı üzerine borç biliyordu. Bu işin


zorluğunu bittecrübe müşahede ettiğinden, nefsinin kölesi olmamış; paraya pula, şöhrete değer vermeyen, muhakemesi ve anlatım tarzı güçlü âlimlere ihtiyaç olduğuna kani idi. Velâkin, âlim yetiştirme işi oldukça zor bir hal almıştı. Medreseler kapatılmış, ilim geleneği tükenmeye yüz tutmuştu. Bu arada resmi ideolojinin telkinleri sayesinde, zaten birkaç yüz yıl önce oluşmaya başlayan Batılılaşma damarı iyice kabarmaya başlamış ve insanlarda Batı hayranlığı ayyuka çıkmaya başlamıştı. Bir taraftan da kendisi gibi düşünen kişilerin gayretleri ile batı düşüncesine bir set oluşturabilmek için İmam-hatip Liseleri ve İlahiyat fakülteleri açılmıştı. Hah işte! Bu okullar kendisini yıllardan sonra biraz olsun cesaretlendiriyordu. Bir erkek evladı olursa, onu bu okullarda okutarak zihninde biçtiği gömleği ona giydirebilecekti. Onu hem ailenin birkaç göbektir süregelen hafızlık geleneğini sürdürebilecek bir fert, hem de ilmi ile amil, toplumun tefessüh etmesine dur diyebilecek donanımlara sahip bir âlim olarak yetiştirebilirdi. Allah var, bir erkek çocuğu isterken bu duygularla dua ettiğini eşi de biliyordu. Zaman zaman eşi ile bu konuları konuşur ve beraberce dua ederlerdi. Ve Allah dualarını kabul etmiş, onlara nur topu gibi bir erkek çocuğu bağışlamıştı. Çocuğun güzel güzel ağlaması üzerine, oğlunun uykulu yüzünü seyrederken dalıp gittiği düşünce ummanından sıyrıldı. Allah’a şükrünü yineledi. Çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okudu. Önceden planladığı gibi ilim ve takva sahibi olması için

iki büyük sahabenin, Hz.Ali’nin ve Hz.Osman’ın isimlerini birleştirerek, oğluna Ali Osman ismini verdi. *** Yıllar ne çabuk geçip gitmişti. Kızlar gelin olup gitmişler, her birinin ikişer üçer çocukları olmuş, böylece kendisi de torun sahibi olmuştu. Oğlunu hafız yapmış, hafızlıktan sonra İmamhatip Lisesine yazdırmıştı. Babasının sözünden çıkmayan Ali Osman tahsilini engelleyecek yan yollara sapmadan liseyi bitirmiş, peşi sıra İlahiyat fakültesini kazanmıştı. “Külli atin karibun“ mantuku gereğince, oğlunun tahsili de sağ salim bitmiş ve hayırlısı ile göreve başlamıştı. Onu Rabbinden murad ederken, taşıdığı duyguların bir kısmı zedelense de büyük bir çoğunluğunu hala taşıyordu. Nihayet oğlunu, komşu ilde, ilk görev yerinde ziyaret edecek, daha bir ay önce aileye katılan gelinine misafir olacaktı. Düğünden sonra kendisi hac’da olduğu için oğlunun evini döşeme işine sadece eşi katılmıştı. Böylece yeni evlilerin evlerini nasıl döşediklerine de vakıf olacaktı. Tabi ki zihnine hücum eden soru işaretlerine engel olamıyordu. *** Kendilerine “hoş geldin” diyen oğlunu kucaklayıp hasret giderdikten sonra salona geçildi. Gelin hanım da kayın babasını ve kayın validesini hoşlayıp kahve pişirmek için mutfağa yürüdü. Baba ,oğul, ve anne üçü de bir kanepeye iliştiler. Biraz soluklandılar. Baba, Oturduğu yer-

den etrafa şöyle bir sarf-ı nazar eyledi. Tam karşılarındaki duvarın sathında güzel bir çerçeve içinde bir tablo ilk olarak gözüne ilişti. Çerçeve altın renginde güzel süslemelerden mamul idi. Hemen çerçevenin ortasında bir hilye-i şerif aradı, bulamadı. Bir kelime-i tevhid görmek istedi, ne gezer! Başka bir hüsn-i hat yazısı? Ne yazık ki onu da göremedi. Yazıları tam seçemiyordu. Ayağa kalkıp çerçeveye yaklaştı. Sağ köşesinde oğlunun kravatlı fotoğrafını gördü. Fotoğrafın solundaki italik harflerle yazılmış “Diploma” yazısını titrek seslerle okudu. Gözleri başlığın altına kaydı. Oğlunun falan fakülteden başarı ile mezun olduğunu anlatan cümleleri hızlıca bitirdi. Alt sağ köşede dekanın imzası vardı. İlk defa bir diplomanın duvara asıldığına şahit oluyordu. Neden? İçinden sorduğu soruya cevap veremedi. Zihin duvarlarında “Karada ve denizde insan eliyle bozulma başladı” ayeti yankılandı. İyice sarsıldı. Sonra şu kelimeler hafıza sahnesinden resmi geçit yaparcasına geçip gittiler: Riya, kibir, enaniyet, başarı, ilim, hilm, takva, tevazu, Ali Osman. Ali Osman ise, babasının kendisi ile gururlandığını zannederek sevinçle babasına bakıp gülümsemekten kendini alamadı.

Kuşe-i tebessüm: CEVABI NET SUALLER: Birilerinin şefaate karşı çıkması nedeni ile mi ümmet-i Muhammet’ten bazıları “Şefaat ya Rasulallah diyeceği yerde, “İnşaat ya Rasulallah” demeye başladı!? MART 2013 / 296

47





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.