İlkadım Dergisi Sayı: 301

Page 1



ilkadım

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

AĞUSTOS 2013 YIL 22 SAYI 301 Fiyatı: 7 TL KDV D Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yard.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır

ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

Kıymetli Okuyucu, Kur’an’da bildirildiği gibi şeytan, ilk insan olan Hz. Âdem’den -aleyhisselam- bu yana insan neslini Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da harcayacak olan varlıkların genel adıdır. Tüm şeytanların atası ise, Hz. Âdem’in -aleyhisselam- yaratılmasıyla birlikte Allah’a isyan eden İblistir. Dolayısıyla şeytanın insanla olan öyküsü insanın, Allah tarafından halife tayin edilmesiyle başlar ve kıyamete kadar devam edecek bir süreci kapsar. Allahu Teâla biz insanları ve de Rasulü’nü şeytan ve hilelerinden sakınmak hususunda uyarmaktadır:

Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Ahmet Belada Erkan Özdemir İbrahim Çiftçi İsmail Varır Metin Başbuğ Rauf Denizler Süleyman Konak

“Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi gurubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.” (Fatır, 6)

Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik

Rabbin ve elçilerinin tüm uyarılarına rağmen İblis insan neslinden pek çok kişiyi kandırmış ve kendi safına çekmiştir. Şeytan, insana karşı, sadece öfkeyle değil, kibir, haset, hazımsızlık, kin, nefret gibi bütün kötü ahlakı yüklenmiş bir varlıktır.

Reklam ve Abone Sorumlusu Cep: 0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel :0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 PK. 75 Nevşehir İrtibat Kayseri:0352 221 38 35 • 0535 251 41 07 Konya :0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net

Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 80 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:TEBUTRIS170 TR720003200017000000045693 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

Şeytan, her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır. Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah’tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu başarmak için her türlü yolu deneyecektir.

Ayet ve hadislerdeki şeytanla ilgili haber ve bilgilerin bir kısmını bile gözden geçirsek özelde ümmetin genelde ise tüm insanlığın hali pür melalinin sebepleri daha iyi anlaşılır kanaatindeyiz: Şeytan savaşan bir düşmandır. Kibirlidir, fakirlikle korkutur, kötülükleri emreder Çekişmeyi ve Allah hakkında bilgisizce konuşmayı emreder Müslümanların arasını bozmaya çalışır. Müsriflerin kardeşidir. Gücünün yettiği kimseleri ses ile/sesiyle şaşırtır. Fıtratı bozmaya çabalar. Cemaate devam etmeyenlere galip gelir. Cemaaten kaçar. Sapkınlıklara davet eder, süslü gösterir. Şeytandan korunma çarelerini de Rabbimiz bildirmiştir: Gerçek bir tevbeye karşı çaresizdir. İhlaslı kimselere zararı dokunmaz. İlkadım ailesi olarak bu sayımızda ortak düşmanımız şeytanı gündeme taşıdık. Kimliğini, tuzaklarını, silahlarını, zayıflıklarını, korunma yollarını bir kez daha hatırlamak/hatırlatmak istedik. Şeytanın zincire vurulduğu mübarek Ramazan ayında yaptığımız bu çalışmaların zincirleri çözüldüğü zamanlarda yanımızda bir rehber olmasını temenni ediyoruz. Tüm ümmetin Ramazan Bayramını tebrik ediyoruz. “Rabbimiz Ramazan-ı Şerif Bayramı vesilesi ile İslâm âlemine birlik, dirlik, güzellik ihsan eylesin. Yeniden eski izzet ve şerefimizi bize lutfeylesin.” Âmin… Selam ve dua ile…


6 Şeytanın Tuzaklarından KUR’AN VE SÜNNET’le Korunma Yolları

11 Büyük Düşman ŞEYTAN

İçindekiler İLKADIM’DAN /1 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Şeytanın Vesveseleri/3 KAPAK Şeytanın Tuzaklarından KUR’AN VE SÜNNET’le Korunma Yolları/6 İbrahim Öztürk Büyük Düşman ŞEYTAN/11 Mustafa Yayla Şeytanın Günümüzdeki Tuzakları/14 Musab Önder Sonsuzluk Yolunda Şeytanın Kapanları/17 Şevket Şayakdokuyan Fitnenin Kapısı/21 Mükremin Çelik ZEKİ SOYAK HOCAMIZDAN Ramazan Bayramı/23

14 Şeytanın Günümüzdeki Tuzakları

HİZMET ADABI/Nureddin Soyak Korkmazlar!/24 TASAVVUF/Cemil Usta Kibrin Afetleri/27 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Takva Sahiplerinin Dünyadaki İzleri/28 HADİS İKLİMİ/Ahmet Ağmanvermez Hazreti Nuh -aleyhisselam-’ın Kavminin Helak Sebebleri ve İbretler/30

17

FIKIH/Mehmet Şentürk Fitre ve Fidye/32

Sonsuzluk Yolunda Şeytanın Kapanları

TARİHE YÖN VERENLER/Ahmet Belada İskilipli Atıf Hoca/33 GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ/Fatih Yılmaz Teslimiyet-2/36 LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Yolumuza Çıkmasınlar.../38

21 Fitnenin Kapısı

SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Bayram ve Efendimizin Bayramı/40 HABER-İKTİBAS/Mükremin Çelik Şeytan Ademoğlunu Yine Ağaçla Aldattı/42 GENÇ BAKIŞ/Mehmet Erturan Ozon Tabakası Delinmedi Kalbimizde Yaşıyor/44 İMBİK/Nuri Ercan Tesbitler/46 KİTAPLIK/M.Seçuk Özdoğan Bir Işık Görüyorum & Kayıp Türkler/48

2

DERGiSi


Başyazı nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

Şeytanın Vesveseleri

R

abbimiz, dünyaya imtihan için gönderdiği kullarını, başıboş bırakmamıştır. İmtihan araçlarını onlara haber vermiş, onlardan korunma yollarını da öğretmiştir. İmtihan araçlarının en önemlilerinden biri de lanetli şeytandır. Şeytan lanetlenip kovulduktan sonra, Rabbinden insanların son bulacağı ana kadar mühlet almış, Âdem ve Havva ile başlayan saptırma mücadelesinde samimi, yılmadan, usanmadan, şevk ve heyecanla devam etmektedir. Mücadeleyi de yalnız yürütmüyor, hem kendi cinsinden, hem de saptırdığı insanlardan, piyade ve süvarileriyle insanlar üzerine saldırmaktadır. Şeytanın en güçlü silahı vesvesedir o da samimi mümine tesir etmez. Şeytan düşmandır İnsanlara “elinde silahla düşmanın geliyor” denilse kaçacak yer arar. Rabbimiz binbir çeşit silahı olan şeytanın, bizim düşmanımız olduğunu haber veriyor ama kimsenin kılı kıpırdamıyor. “Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara,168) Mü’min, Rabbimizin düşman ilan ettiği, şeytanın peşine takılmaz. Çünkü onun taraftarlarını götüreceği yer cehennemdir.

Hayvanlar bile yavrularına düşmanlarını öğretir de ondan kaçarlar. Akıl sahibi insan nasıl olur da Rabbinin düşman ilan ettiğini düşman bilmez? “Biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.” (En’am, 112) Şeytanlar sadece cin şeytanlarından ibaret değildir. İnsanlardan şeytanlar da vardır. Allah’ın dinine savaş açan, insanların Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışan, ahlaksızlık ve hayâsızlıkları insanlar arasında yaymaya çalışan insanlar da birer şeytandır. vaş

Şeytan ve dostlarıyla sa-

“Şeytanın dostlarına karşı savaşın, şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76) Rabbimiz şeytana ve taraftarlarına karşı da savaşmamızı emrediyor. Bu savaş insanı gafletten kurtarır, Şeytan ve avanesine karşı sürekli teyakkuz halinde olmayı sağlar. “Şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar.” (En’am, 121) Şeytan, dostlarını sürekli mü’minlerle mücadeleye çağırır, kendinin de bu mücadelede yardımcı olacağını söyler. Fakat

Rabbinin mü’minlere melek orduları ile yardımını görünce de, hemen oradan sıvışır ve kandırıp savaşa sürüklediği adamlarını yalnız bırakır. Şeytanla mücadele günübirlik bir mücadele değil ömür boyu sürmesi gereken bir mücadeledir. Çünkü şeytan mücadelesine hiç ara vermemektedir. “Şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve ‘Bu gün artık insanlarda size galip gelecek yok, mutlaka ben de size yardımcıyım.’ demişti. Fakat iki taraf yüz yüze gelince gerisin geriye dönüp, ‘Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler (Melekler) görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır.’ demişti.” (Enfal, 48) Şeytan vesvese verir “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” (Ta-Ha, 120) İnsan faniliği sevmiyor, fakat dünya fani. Bakiye kavuşmak için, fani dünyadaki engelleri aşması gerekiyor, Bunları aşabildiğinde Rabbinin yanında ebedi mutluluğa kavuşuyor. “Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri AĞUSTOS 2013 / 301

3


katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar.” (Hac, 53) Aslında şeytanın yaptığı, sadece kalplere vesvese tohumları saçmak. Nasıl ki hasta vücutlara mikroplara açıksa, hasta kalpler de şeytanın vesveselerine açıktır. Onları besler, büyütür. Vesveselerin girdabında boğulur gider. “Kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler sonra hemen gözlerini açarlar.” (A’raf, 201) Şeytanın vesvesesi her kalbe saçılır. Mü’minlerin kalbi vesvesenin yeşermesine elverişli olmadığı için şeytanın vesvesesi orada yok olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamdolsun.” buyurmaktadır. Şeytan korkutur “O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın eğer mü’min iseniz benden korkun.” (Al-i İmran, 175) Şeytan insanların kalplerine çeşitli korkular salarak onların imanlarını, ibadetlerini ve ahlaklarını bozmaya çalışır. Şeytan her zaman kâfirlerin gücünü büyük göstererek, mü’minleri onlarla mücadeleden alıkoymaya çalışmıştır. Tarih şahittir ki, Rablerinin yardımına müstehak olan mü’minlerin korkacağı hiç bir şey yoktur. Ecelin Rabbin elinde olduğuna inanan mü’min kimden korkar? Zaten korkunun da ecele hiç bir faydası yoktur. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder.” (Bakara, 268) Şeytanın korkuyla insanların 4

DERGiSi

ayağını kaydırdığı hususlardan biri de, rızık endişesi, dolayısıyle fakirlik korkusudur. Bu korkuya kapılan insan da helal demez, haram demez her yolla mal yığmaya çalışır. Ölçüde, tartıda hile yapmaya başlar. İnsanları aldatır. Neticede ölçü tanımaz olur, çirkin yollarla, hayâsızca mal edinmeye çalışır. Şeytan vaadde bulunur “Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (İsra, 64) Şeytan, besmelesiz her şeye ortak olur. Mü’min her işinde besmele çekip Rabbine sığınmalıdır. İnsanları aldatmak için de yalan, yanlış bol vaatlerde bulunur. Ne gariptir ki insan Rabbinin vaadlerini kulak ardı eder de şeytanın vaadlerine kanar. Öyleyse mü’min iş bitmeden, ecel almadan şeytanın vesveselerinden kurtulmalıdır. Yoksa şeytanı değil kendimizi kınamak zorunda kalırız. “İş bitince şeytan da diyecek ki: ‘Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana güvendiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim.’ Şüphesiz zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim, 22) Şeytan saptırır “Şeytan dedi ki:”Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”

(A’raf, 16) Azgınları savunma psikolojisi, hata ve kusurlarını başkalarının üzerine yıkmak, kendilerini masum kabul etmek. Kendine kulluğa davet eden Rabbimiz, kendine samimi olarak yönelenlerin ayaklarını kaydırırım. Rabbimize ne büyük bir iftira. “Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın.” (A’raf , 27) Rablerine samimi olarak iman edip itaat edenlere, şeytan bir yol bulamaz. Mü’min Rabbine olan iman ve itaatini güçlendirmeli ki, şeytan onu aldatmasın. tır

Şeytan bazı şeylerle alda-

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 90) İçki, kumar ve şans oyunları, her zaman insanlığın başının belası olmuştur. Bu kötülükler de her türlü pisliğin anası olmuş, toplumları helake sürükleyen felaketlerin de başında gelmiştir. Şeytan ara bozar “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu.” (Yusuf, 100) Yusuf aleyhisselam kardeşleri suçlu oldukları halde onları itham etmemiştir. Şeytanın vesveselerine kapıldığı sürece, anne, baba, evlatlar, dost ve kardeşler birbirine düşman olur. “Kullarıma söyle: En güzel


sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar.” (İsra, 53) Bunun için şeytana fırsat vererek, düşmanlığa sebep olacak, çirkin söz ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Çünkü bunlar şeytanın insanların arasını bozmak için kullandığı şeylerdir. Şeytan unutturur

Allah’ı

anmayı

“Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır.” (Mücadele, 19) Şeytanın hâkimiyetine girenlerin en bariz özelliklerinden biri de Rablerini unutmalarıdır. Rabbi unutmamak içi her an onunla beraber olma şuuruna ermek lazım. rür

Şeytan boş ümitlere düşü-

“Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisin geri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.” (Muhammed, 25) İbnu Abbas der ki: Abdullah ibnu Sa’d ibni Ebi’s’Sarh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kâtipliğini yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı, adam irtidat ederek kâfirlere sığındı. (Nesei, Ebu Davud) Hiç kimse nefsinden emin olmamalı, uyanık olmalı, Rabbinden yardım dilemelidir. Şeytanlar kime iner “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkâr yalancıya inerler. Bunlarda şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.” (Şu’ara, 221-222223)

Şeytan kendine kulak veren, her dediğini yerine getiren yalancıları çok sever ve onlardan hiç ayrılmaz. Onları bir günahtan diğerine koşturur durur. Şeytan kötülükleri güzel gösterir “Şeytan, onların işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi.” (Ankebut 38) Bazı kimseler, kendilerini çok uyanık, açıkgözlü zannederler. Şeytanın kötü işlerini süsleyerek, aldatıp günahlara sürüklediği kişiler kendilerini uyanık, açıkgözlü zannetmesinler. Şeytana tapanlar “Babacığım! Şeytana tapma!” (Meryem, 44) Bu hitap İbrahim aleyhisselamın babasına hitabıdır. Rabbimiz şaşırtmasın, en mükemmel şekkilde yaratılan insan, nasıl oluyor da şeytana tapıyor. Evlat Rahmanın dostu bir peygamber İbrahim aleyhisselam, baba şeytana tapan kişi.

olanları cennetle müjdeliyor, şeytana dost olanları ise cehennemle müjdeliyor. Âdemoğulları yolunuzu seçin. Şeytanın şerrinden Rabbimize sığınmak gerekir “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse hemen Allah’a sığın.” (A’raf, 200) Şeytan, Rabbimizin yolundan alıkoymak için, kalplere sürekli mesaj gönderiyor, Bu mesajları reddedilenler listesine alamadığımıza göre, derhal silelim ki, izi kalmasın. “Allah’ın size lutuf ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.” (Nisa, 83) Şeytanın vesveseleri zayıf olmasına rağmen, Rabbimiz biz aciz kullarına lutfediyor, merhamet ediyor da şeytana karşı yardım ediyor. lım

Şeytanı haklı çıkartmaya-

Şeytanın dost arkadaş ve taraftarlarının akıbeti

Şeytanın öncekiler hakkında zannının doğru çıktığı gibi, bizim hakkımızda da zannını doğru çıkarmayalım. İşte o zaman, yazık bize, vah bize.

“Şeytan, kendi taraftarlarını alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.” (Fatır, 6)

“Şeytanın onlar hakkındaki zannı doğru çıktı. İnananlardan bir gurup dışında hepsi ona uydular.” (Sebe, 20)

“Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.” (Nisa, 38)

Şeytan mü’minlere zarar veremez

“Şeytanlara kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler.” (A’raf, 202) “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisa, 119) Rabbimiz,

kendine

dost

“Şeytan Allah’ın izni olmadan, mü’minlere hiçbir zarar vermez. Öyleyse mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Mücadele, 10) Mü’minler olarak, ne zaman Rabbimize hakkıyla tevekkül edebilirsek, işte o zaman tüm gereksiz kaygı ve sıkıntılarımızdan kurtulup huzura ereriz. AĞUSTOS 2013 / 301

5


Kapak

İbrahim Öztürk

ŞEYTANIN TUZAKLARINDAN

KUR’AN VE SÜNNET’LE KORUNMA YOLLARI

A

dı bile anılmayan insan, uzun bir zaman diliminden sonra varlık sahasına çıktı.1 Kokuşmuş toprak, hammaddesi iken Allah kendisine ruh üfleyip, onu adam etti, Âdem oldu.1 Eşyaya dair bilgiyi öğrendi.2 Olacaklardan habersiz, kendisini İblis karşısında buldu. Benliğine yenik düşen şeytan, Allah ile olan meselesini insan üzerinden savaş açarak başlattı. İsyan hareketini kıyamete kadar izinli biri olarak devam ettirecekti.3 Âdem’e karşı ilk başarısını yasak ağaç ile elde etti.4 İmtihan gereği Hz. Âdem cennetini yitirdi. Cennetten dünyaya iniş provasını acı bir tecrübeyle yapan insan, cennetinden oldu. Düşüş anlamına gelen dünyaya, ayak bastı. Elindeki hazır cenneti kaybeden insan, Allah’ın hidayetine göre yaşayarak yitik cennetiyle açılan arasını kapatıp yeniden esenlik yurdu olan cennete girme şerefine nail olacaktı.5 İnsana sahih bir kimlik kazandıran ve her türlü bozulma6

DERGiSi

ya karşı koruyan Kur’an, adam olma halini Hz. Adem (aleyhisselam) ile; bilinçli sapmayı da şeytan ile tanıtır. “Biz insana doğru yolu gösterdik, dilerse iman ederek şükrünü eda eder; dilerse nankörlük ederek kâfir olur. (İnsan Suresi 3) ayetiyle sanki “Ey insan! Hangi örneği alırsan al.” diyerek yol ayrımında bırakır. İblisin Şeytanlaşma Serüveni Şeytan ve tuzaklarını tanıma kılavuzu olan Kur’an, iblisin şeytanlaşma serüvenini şöyle anlatır: 1-Hayal Kırıklığı: Salt bilgiyle melekler seviyesine yükselen ama imtihanını başarıyla geçemeyip sınıfta kalan şeytan, hiç beklemediği bir anda “dünkü çocuk’’ olarak gördüğü Hz. Âdem karşısında kendini imtihan sahasında buldu. İblis’in ilk şeytanlaşması, denenmeden itibar görme beklentisine Allah’tan karşılık bulamayışı idi. Meleklerin arasında üstün bir mevkisi olan İblis, Adem’e secde meselesinde Allah’a kar-

şı fena halde bozuldu ve hayal kırıklığına uğradı. Günümüz insanı da aynı şekilde hep beklentileri, hayalleri üzerinden hayat kuruyor. Çabalamadan elde etmeye çalışıyor. Uçuk hülyasına ve düşlediği amacına ulaşamayınca içe kapanıp hayata küskün yaşıyor. 2-Mantığa Bürünme: Secde sorunu yaşayan iblis, itaatsizlik gerekçesini üstünlük ilkesiyle ortaya koydu. Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Mazeret üretmede ustalık kazanan şeytanın kılıfı ise “Ateş topraktan üstündür.” demesiydi. Maalesef bu çağın hastalığı olan lüks ve konfora “Müslüman en iyisine layıktır.” kılıfı giydirildiği gibi ahlaksızlık ve zinanın üzerine ise “Gençlikte böyle şeyler olur.” ambalajı geçirildi. 3-Yanlışı Doğru Üzerine Bina Etmek: Şeytanın yaman açmazlarından birisi de doğruyu öne çıkararak yanlışı kamufle etmesidir. İblisin ateşten ve topraktan yaratılış gerçeğini esas alarak kendini üstün görüp hâkimiyet kurma isteği, karşı-


sındakini kendisi gibi olmadığı için ötekileştirmesi tamamen bu yanılgıya dayanır. Yeryüzü iblisleri de insanın farklı yaratılışını, siyah veya beyaz oluşunu ayrıcalık olarak görüp ırkçılık akımlarıyla dünyayı kana boyadılar. İnsanın üstünlüğünü soya, diplomaya, etikete, zengin ya da fakir oluşuna bağladılar. 4-Kadercilik Saplantısı: Şeytan, af dileyeceği yerde, Allah’tan insanları saptırmak için izin istedi. Freni patlamış kamyon gibi nereye çarpacağı belli olmayan iblis, “Beni sen saptırdın.” diyerek günahına bir yenisini ekledi. Sorumluluktan kaçarak suçunu Allah’a yükledi. Böylece şeytan, kendi sapmasının nedenini, kaderinin böyle takdir edilmesine bağlayarak kendini temize çıkarmaya çalıştı. Allah’ın ilahi yasalarını dikkate almayan ve sorumluluk almaktan kaçınan günümüz insanı da “Ne yapalım, alın yazımız böyleymiş; kader utansın.” diyerek suçunu Allah’a yüklemiş ve iblisleşmiştir.

Ş

eytan, sanayi devrimi sonrası, kadınların ruhuna üflediği “Kocalarınıza muhtaç olmamak için çalışın, kendi ayaklarınızın üzerinde durun.” yaldızlı yalanlarıyla7 güya kadına ekonomik özgürlük hakkı (!) tanıyarak fabrikaların pençesinde ezdirdi. Verdiği parayı ise kozmetik, parfümeri ve giyim 5-Hınç Alma: Lanetlik sanayisi yoluyla tekrar cebinden aldı.

Şeytan, “Madem Sen beni saptırdın, ben de senin doğru yoluna pusular kurup insanoğlunu saptıracağım” diyerek başına gelenlerin müsebbibi olarak Hz. Âdem’i gösterip acısını âdemoğullarından çıkarmaya çalıştı. Tıpkı çivili yolda bisikletinin tekeri patlayan bir çocuğun, bu öfkesini bisikletini tekmeleyerek çıkarması gibi. Dünyayı sömüren şer güçlerin, dengesiz politikaları yüzünden

iflasın eşiğine gelen ekonomilerini düzeltmek için Afganistan’a ve Irak’a saldırmaları, şeytandan ilham aldıklarını gösterir. 6-Dört Boyutlu Saldırı: Şeytan, önden, arkadan, sağdan ve soldan geçmiş dönem toplumlarını dört koldan saldırarak saptırmıştır. Parayı put haline getiren Medyen kavmine ve güvenli bir hayat için görkemli ve

lüks evler yapan Semud kavmine gelecek endişesiyle önden; bin yıllık şirk tarih mirasını kutsayan Nuh kavmine “Atalarımızı bu yolda bulduk.” sözleriyle arkadan yaklaştı. Yine “Ahiretimizi kazanırken dünyamızı da unutmayalım.” yaklaşımıyla cumartesi yasağını çiğneyen İsrail oğullarına sağdan, tarihte bir ilke imza atarak homoseksüellik belasına düşen Lut kavmiAĞUSTOS 2013 / 301

7


ne de soldan yaklaşarak doğru yoldan saptırdı. Böylece insanlık tarihine iblis mayası çalan şeytan, emekliliğe ayrılmadığı gibi milenyum çağına kendini güncelleyerek girdi. Kitapsız ve sünnetsiz Müslümanlığın, iblisleşmeye kapı araladığını çok iyi bilen şeytan, son yüz yıl içerisinde dünya insanlarına ideolojiler ihdas ve ihraç ederek toplumları saptırdı. En büyük yalanı olan özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi kavramların içerisine insanları büyüleyen iksirler katıp toplumları içi boş kavramlarla aldatıp haktan uzaklaştırdı. 19. yy ve 20. yy bu sahte kavramları kutsamakla geçti. Görülen o ki şeytan, halen bu çağdaş yalanlara iman ettirmenin peşinde. 21. Yüzyılda Şeytan ve Adımları Kadının Ekonomik Özgürlüğü/Özkörlüğü Şeytan, sanayi devrimi sonrası, kadınların ruhuna üflediği “Kocalarınıza muhtaç olmamak için çalışın, kendi ayaklarınızın üzerinde durun.” yaldızlı yalanlarıyla7 güya kadına ekonomik özgürlük hakkı (!) tanıyarak fabrikaların pençesinde ezdirdi. Verdiği parayı ise kozmetik, parfümeri ve giyim sanayisi yoluyla tekrar cebinden aldı. Ev ekonomisine yardımcı olan ancak çocuğundan olan kadın, mahrum ettiği annelik şefkatini, çocuklarına en pahalı giyecek ve yiyecekler alarak telafi etmeye çalıştı. Fiziksel görünümünün bozulmaması için emzirmediği, yapay mamalarla beslediği 8

DERGiSi

çocuğuna ne idüğü belirsiz süt bankalarından (!) süt almanın modern fetvalarını arayıp nebevi ihtarı göz ardı etti: “Çocuğunu emzirmekten kaçınan kadınlar, cehennemde ayaklarından asılmış olarak yılanların göğüslerinden ısırmalarıyla azap olunacaklardır.”8 Örnek Anneler Şeytanın annelik kurumuna olan bu saldırılarına karşı Meryemleri bu topluma kazandıran Hanneyi; firavun sarayındaki Âsiye’yi, hakka ilk teslim olanlardan annemiz Hatice’yi, ayrıca Aişe’yi, Fatıma’yı öne çıkarmalı ve örneklerimizi onlardan almalıyız. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: “Cennete girecek olan kadınların en üstünü şunlardır: Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Meryem, Firavunun karısı Hz. Asiye.”9 Şeytanın Eğittiği Çocuklar Yorulma bilmeyen şeytan, annesine tuzaklar kurduğu gibi çocuğuna da musallat oldu. Sosyalleşme ve özgüven adı altında aşırı rahat hareketler ve ahlaksızca davranışları normal gösterdi. İnsanî bütün erdemliliklerden soyutlayarak çocukları eği(ti)p çılgın ama yılgın olan kayıp bir nesil oluşturdu. Bu durumu “Çocuklarınızda, utanma duygusu, acıyıp merhamet etme duygularının azaldığını görürseniz, şeytan onların eğitimi konusunda

size ortak olmuştur.”10 buyurarak izah eden Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), başka bir hadisinde ise toplumsal çöküşün nedenlerinden birini de genç neslin “öfkeli ve gergin”11 olmasına bağlamıştır. Ben, sen çocuklarımızı eğitemezken çizgi film kahramanı Benten gayet değerlerimize ters bir şekilde eğitiyor/öğütüyor. Bu şeytanî tehditler karşısında sünnetten referans alarak çocuklarımızı şu üç esas üzere terbiye edip yetiştirmemiz gerekiyor: “Peygamberimizin sevgisiyle, peygamber ailesinin sevgisiyle ve Kur’ân okuma sevgisiyle.”12 Evlatlarımızı şeytan ve dostlarına kaptırdıktan sonra “Ya Rabbi” diye feryat etmeden önce Hz. Zekeriya’nın duasının karşılığı olan, peygamberlik geleneğini dirilten, dirilişin muştusu Yahyalar istenmelidir.13 Ardından bu dua ekseninde çocuklarımız eğitilerek, eğitimine uygun şartlar oluşturulmalı ve sosyal çevresi ayarlanmalıdır. Bunun için İslam’a duyarlı aileler, birbirleriyle tanışıp ziyaretleşmeli, çocuklarına kazandırdıkları değerler noktasında yalnız olmadıklarını göstermelidirler. Ayrıca evlerimizde haftada en az bir gün, aile fertlerinin hepsinin hazır olduğu bir anda yarım saati geçmeyecek şekilde, hadis okumaları yapılmalı, sahabe kıssaları anlatılmalıdır. Zamanında Namaz ve Tesettür Bilincinin Aşılanması Okul notları üzerinde hassas olan anne-babaların, çocukların


namaz eğitimi konusunda da titiz olmaları gerekir. Yedi yaşında bir çocuk, nebevî eğitim gereği namaza başlatılmalıdır. On yaşına gelince çocuğun namaz takibi daha ciddi yapılmalıdır. Ayrıca on yaşındaki kızlarımıza tesettür bilinci verilmelidir. “İleride kapanır; şimdi giyinsin, içinde kalmasın; baskı yapmayalım.” gibi şeytanın kulağa hoş gelen yalanlarıyla kızlarımızın örtünme hassasiyeti gevşek davranarak geciktirilmemelidir. Feyse mi girmek istersin, cennete mi?! Yediden yetmişe kadar herkesi ayartan şeytan, gençleri de bin bir çeşit tuzaklarla avlamaya çalışmaktadır. Geleceğini garantilemek (!) için ev, servis aracı ve okul üçgeninde sıkışmış olan, internet ve kafe(in) ortamlarında en verimli ömrünü tüketen gençliğimiz, cumartesi ve pazar günleri de dershane, seviye(siz) tespit sınavları ve etütlerle vakti doldurulduğu için vahiy ve sünneti öğrenmeye imkân bulamamaktadır. Maalesef sosyal medya (facebook, twitter), televizyon ve eğlence teslisi içinde şuur aşınması yaşayarak duyarsızlaşmaktadır. Ahlakı dinamitleyen dizilere göre hayatını şekillendiren; vahiy ve sünnetin yerine modanın takipçisi olan; imaj ve makyaj takıntısından dolayı güzellik merkezlerinin abonesi olan; sınır komşusu Suriye’de olup bitenlerden habersizken dünyanın öbür köşesindeki Koreli bir sanatçının “Gangnam Style” şar-

kısını Fatiha’yı bilir gibi bilen; sigara, içki, uyuşturucu bağımlısı olan; futbolizmin tarikatlarından birine müntesip olmayı şeref addeden şu anki genç neslimize “Feyse mi girmek istersin, cennete mi?!” dense sahte cenneti olan facebook’a girmeyi neredeyse cennete girmeye tercih edecek duruma gelmiştir. Bu dönemin kayıp nesillerinin içinde sürüklendiği şuursuz akıma karşı dalga kıran, öncü, genç, davetçi nesillerin yetiştirilmesi ümmetin üzerine farzdır. Şeytanın Kadın Algısı: Cinsel Obje Şeytanın gençlere karşı kullandığı tahrip gücü en fazla olan silahlarından biri de her şeyi cinsellikle ilişkilendirmesi ve nikâh

temelli olan evlilik müessesini yıkmaya çalışmasıdır. Kadını cinsel bir obje olarak gören ve nesneleştiren şeytan karşısında gençler, evlilik sorumluluğunu yüklenebilecek ise en uygun ve erken bir zamanda evlendirilmelidir. Çünkü şeytanın kan kaybına uğradığı yerlerden birisi evliliktir. Öyle ki evlenen gençleri gördüğü zaman müşterisini kaybeden şeytan, “Eyvah! Dinini benden korudu.”14 diyerek aşırı derecede üzüntüsünü açığa vurur. Evliliğin kolaylaşması için “Zira evliliklerin en hayırlısı her açıdan kolay ve külfetsiz olanıdır.”15 hadisi dikkate alınarak israf ve lüks üzerine kurulu düğünler yerine daha mütevazı düğünler yapılmalıdır. AĞUSTOS 2013 / 301

9


Şeytana Açılan Kapı: Boşanmalar Evlilikten eli boş çıkan şeytan bu sefer boşanmadan medet umarak eşler arasına fitne ve fesadı yayar. Bu nedenle yeryüzüne her gün adamlarını gönderen şeytan, ifsat raporlarını alırken ”Ben eşlerin arasını ayırıp boşanmalarını sağladım.” diyen iblis militanına “Sen ne iyi bir şey yapmışsın.”16 diyerek memnuniyetini ifade edermiş. Elektrik alamıyorum derken kabloları yakan evli çiftler, kimin tuzağına düştüğünün farkında olmalıdır. Kur’an Okunmayan Evler Şeytanın Cirit Attığı Yerlerdir Evlerde huzur ve sükûnun hâkim olması için vahyin içeri girmesi, şeytanın dışarı çıkması gerekir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme göre Kur’an okunmayan, besmele ile girilmeyen yani Allah’ın hâkim olmadığı evler şeytanın cirit attığı yerlerdir: “İçinde Kur’an okunan ev, halkına genişlik, ferahlık verir. Melekler orada hazır bulunur, şeytanlar ise kaçıp terkeder. O evin hayır ve bereketi artar. içinde Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar ve sıkıcı gelir. Melekler o evi terkeder, şeytanlar gelir. Nihayet o ev, hayır ve bereketten uzak olur.”17 “Kişi evine girerken ve yemek yerken Allah’ın adını anarsa, şeytan adamlarına: “Burada sizin ne yatacak yeriniz, ne de yiyecek yemeğiniz var.” der. Eve girerken Besmele çekip de ye10

DERGiSi

mek yerken besmele çekmezse, şeytan şöyle der: “Siz yemeğe yetiştiniz; fakat size burada kalacak yer yok.” Hem girerken ve hem de yemek yerken besmele çekmezse, şeytan bu defa şöyle der: “Hem yatacak yere, hem de akşam yemeğine yetiştiniz.”18 Her şeye rağmen, modern dünyanın beton yüzlü binalarının içerisinde şeytanın işgal edemediği evler, Bakara suresinin içselleştirildiği, vahyin hâkim olduğu evlerdir: “Evlerinizi kabre çevirmeyin. Yaşanmak üzere Bakara Suresinin okunduğu evlerden şeytan kaçıp gider.”19 Allah’ın Himayesine Girmek Rabbimiz, görünen ve görünmeyen bütün bu şeytan(lık) lara karşı korunma yolunu, Felak ve Nas surelerinin himayesine girmekle mümkün olacağını öğretir. Şeytanın somut yaklaşımlarını anlatan Felak suresi, varlık âleminin iblise malzeme oluşundan; gecenin içinde İslam’a karşı mevzilenen şeytanların, dinin aleyhine tertiplediği sinsi planlardan; gündem saptırmak üzere yanlı(ş) haberleriyle, beyin yıkama operasyonlarıyla kalplerde bağlanmış olan imanı, akideyi (fi’l-ukad) bozmaya çalışan, insanın zihnini etkisi altına alan çağdaş üfürükçülerden ve Allah’ın insanlara dilediği iyiliği çekemeyen hasetçilerin şerrinden, karanlıkların içinden aydınlığı çıkaran Allah’a sığınmakla gerçekleşeceğini öğretir.

Şeytanın soyut yaklaşımını anlatan Nas Suresi de iblisin kankası 20 olan insan ve cin şeytanlarının, iç dünyamıza hissettirmeden, nabza şerbet verir gibi vesvese vererek bilinçaltını, altın nokta vuruşu ile nasıl yıkmaya çalıştığını gösterir. Sonuç olarak, bilinçaltı iman ayarlarımızı bozmaya çalışan, pusuda bizi bekleyen her türlü şeytan ve dostlarına karşı yapılacak tek şey, Allah’ın himayesine girmek, vahyin gölgesinde bir hayat sürerek selamete ermek, bireysel müslümanlık yerine tevhid ekseninde toplumsal bir yapının içinde yer almak, kişisel görüşlerimizi din haline getirip parçalanmadan camileri ihya etmek, 21 sünnet üzere yaşayan samimi dostlar edinmektir.22 Kaynaklar 1- İnsan Suresi: 1-2. 2- Hıcr Suresi: 28-29. 3- Bakara Suresi: 31. 4- Araf Suresi: 14. 5- Bakara Suresi: 36. 6- Bakara Suresi: 38. 7- En’am süresi: 112 8- Terğib ve’t-Terhib 1/76. 9- Hâkim, Müstedrek: 2/539. 10- Kenzü’l-Ummâl: 3/239. 11- Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 3/358. 12- Kenzü’l-Ummâl: 16/623. 13- Meryem suresi: 3-6. 14- Kenzü’l-Ummâl: 44441. 15- Ebu Davud, Nikah 32. 16- Müslim. 17- Darimi, Fezailü’l-kur’an 1. 18- Müslim ve Ebu Davud. 19- Tirmizi, 2780. 20- Nahl Suresi: 100 21- Ahmed, Müsned: 5/232, 243. 22- Kenzü’l-Ummâl: 1/358.


Kapak

Mustafa Yayla

BÜYÜK DÜŞMAN

ŞEYTAN A

slında şeytanın büyük bir gücü yoktur. Onun hilesi ve kurduğu düzen zayıftır. Onun işi vesvese vermektir. İnsana sağından, solundan, önünden, arkasından yaklaşarak çeşitli telkinlerde bulunarak yanıltmaktır. Durum böyle olunca asla gaflet etmeden, şeytana karşı uyanık bulunmalı, onun vesvese, hile ve hud’alarını vaktinde fark ederek tuzağına düşmemelidir. Bunun yolu da bütün amellerimizde ihlâs sahibi olmak ve takvaya ermektir.

Ş

eytan, Allah Tealanın rahmetinden uzak olmak, muhalefet etmek, emre karşı çıkmak, kafa tutmak, yanmak ve helak olmak demektir.

yoktur. Nitekim Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyuruyor: “İblis cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı/ Rabbinin emrine karşı geldi” (Kehf, 50)

yitirmiş, kaybetmiştir. Allah’ın lanetine uğramış, lanete layık olmuş, O’nun huzurundan kovulmuş ve ebedî olarak kaybedenlerden olmuştur. Helak olup cehennemlik oldu.

Azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, kendini beğenen, inatçı, asi, insanları saptırmaya çalışan cinlere şeytan denir.

Şeytan, Allah Tealaya inanıyor ve O’nu tanıyordu, O’nun Rab ve yaratıcı olduğunu kabul ediyordu. Meleklerin içinde yaşıyordu. Onların en âlimi idi. Seksen bin yıl ibadet etmişti. Haline şükretmedi. Kibre ve gurura kapıldı. Âdem aleyhisselama haset etti. Ondan daha hayırlı ve Ondan daha üstün olduğunu söyleyip, buna inanıp kibirlendi, büyüklendi. Allah Tealaya ibadet ederek derecesini yükseltmiş, melekler arasına katılmış, onların arasına karışmış fakat daha sonra da isyanı ve bu isyanında ısrar etmesi yüzünden kâfirlerden olmuş, bu konumunu

İblis, imtihana tabi tutuldu. Hazreti Âdem’e secde etmesi istendi. Ama o emre karşı gelerek kibirlendi ve secde etmekten imtina ederek kaçındı, kâfirlerden oldu. Hazreti Âdem’in çamurdan, kendisinin ise ateşten yaratıldığı gerekçesiyle ondan üstün olduğunu iddia etmiş ve Âdem’e secde etmekten kaçınmıştı. Bundan dolayı Allah’ın lanetine uğramış ve O’nun huzurundan kovulmuştur. Daha sonra Hazreti Âdem ve eşi Hazreti Havva’yı yanıltarak onların cennetten çı-

Kur’an-ı Kerim’de ilk şeytandan “iblis” diye söz edilir. İblis, azmış, Allah Tealanın rahmetinden kovulmuş ve Rabbinin emrine/buyruğuna isyan ederek sapıklığa düşmüş cinlerdendir. Şeytan, melek değildir. Melekler nurdan, şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Çünkü melekler Allah Tealaya isyan edip günah işlemezler. Meleklerin günah işleme kabiliyetleri

İlk haset eden, ilk kibirlenen, ilk ırkçı ve ilk kâfir olan, iblistir/şeytandır.

AĞUSTOS 2013 / 301

11


karılmalarına sebep olmuştur. Âdem Aleyhisselam ve Havva validemiz işledikleri günahın kendi nefislerinden kaynaklandığını bilip itiraf ettiler, tevbe ettiler. Huzurdan kovulmaktan kurtuldular. Şeytan ise isyan ve tuğyanını nefsine hamletmedi, nefsinden bilmedi. Allah Tealaya: “Beni azdırdın!” diyerek günahında, isyanında ısrar etti. Tevbe etmeyerek kâfir oldu. İşte Âdem ile şeytan arasındaki fark budur. Muhammed İbn-i Dârî şöyle der: “Şeytan beş şeyde şaki oldu: * Günahlarını ikrar etmedi, * Pişman olmadı, * Nefsini kötülemedi, * Tevbe etmeye azmetmedi, * Allah’ın ümidini kesti.

rahmetinden

Hazreti Âdem ise beş şeyde yüceldi: * Tevbesi kabul edildi, * Günahını ikrar etti, * Günahına pişman oldu, * Nefsini kötüledi, * Hemen tevbe etti. Allah Teâlâ, insan neslinin ilki olan Hazreti Âdem’i yaratınca meleklere ona secde etmelerini emretti. İblis hariç hepsi secde ettiler. Böylece ilk isyan, kibir, ayrılık ve düşmanlık başladı. Artık şeytan, insan nesline karşı olan bu tavrını düşmanlık, saptırmak, vesvese vermek, aldatmak, nankörlük etmek, isyan etmek, şüpheye düşürmek, kötü 12

DERGiSi

işleri süsleyip güzel göstermek, içki, kumar ve fuhuş gibi eylemleri sevdirmekle sürekli hale getirmiştir. Şeytan, ilk insandan beri bütün insanlara kötülükleri, küfür ve günahları cazip hale getirip, onları süsleyip güzel göstermiş böylece insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmıştır ve kıyamete kadar yapmaya da devam edecektir. Ancak onun gücü daha çok kendini dinleyen, kendisine tabi olan ve kendine dost olanlarla, Allah Tealaya şirk koşanlara yetmektedir. İman eden, takva sahibi olan, ihlâslı bir şekilde kulluk vecibelerini, vazifelerini yerine getirenlerle, Allah Tealaya sığınanlara zarar veremez. Aslında şeytanın büyük bir gücü yoktur. Onun hilesi ve kurduğu düzen zayıftır. Onun işi vesvese vermektir. İnsana sağından, solundan, önünden, arkasından yaklaşarak çeşitli telkinlerde bulunarak yanıltmaktır. Durum böyle olunca asla gaflet etmeden, şeytana karşı uyanık bulunmalı, onun vesvese, hile ve hud’alarını vaktinde fark ederek tuzağına düşmemelidir. Bunun yolu da bütün amellerimizde ihlâs sahibi olmak ve takvaya ermektir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Şurası muhakkak ki, benim ihlâslı kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın, egemenliğin, zorlayıcı gücün yoktur.” (İsra, 65) “Gerçek şu ki, şeytanın, İman edip Rablerine güvenen kimseler üzerinde herhangi

bir zorlayıcı gücü, otoritesi yoktur. Onun hâkimiyeti/hükmü ancak onu dost edinenlere ve onu Allaha ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100) “Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.” (Hicr, 42) Allah Tealanın gösterdiği dosdoğru yoldan uzaklaşmak, emirlerini yapmamak, yasakları çiğnemek şeytana imkân ve fırsat vermek demektir. Sapıklık ve azgınlıkta devam edenler şeytanın kendilerini çepeçevre kuşatmasına, kendilerinin de şeytanın esiri olmalarına sebep olurlar. Allah Teâlâ, kerim kitabında şeytanı bize şöyle tanıtmaktadır: Şeytanın peşine düşmeyin. Şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. Siz de onu düşman sayın. Şeytan, kendi taraftarlarını ancak cehenneme çağırır. Şeytan, Allah’a asi oldu. Diretti, inat etti ve yüz çevirdi. Şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın, aldatmasın. Şeytan, insanlara yaptıkları kötü işleri güzel göstermek suretiyle onları doğru yoldan çıkarmaya çalışır. Şeytan, saçıp savuranların, israf edenlerin dostudur, kardeşidir. Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin


“Allah: Ey iblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” dedi.

eder. İçki, kumar, dikili taşlar olan putlar, fal ve şans okları şeytan işi pisliklerdir. Şeytan, içki, kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmak ve namazdan alıkoymak ister. Şeytan, size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. Allah Teâlâ, Şeytanı ve ona uyanları cehenneme dolduracaktır. Şeytana, kıyamet gününe kadar lanet edilmiş ve ona görevini yapmak üzere izin/ mühlet verilmiştir. Şeytan, insanlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez. dir:

Şeytan, ırkçıların lideri-

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin diye emrettik. İblisin dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı” ( Araf, 11) “Allah buyurdu/sordu: Ben sana emretmişken, seni secde etmekten alıkoyan nedir? İblis: Ben ondan hayırlıyım/ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi” (Araf, 12) “Meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. İblisin dı-

İblis: Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurda yarattın” dedi. (Sad, 75-79)

İblis: “Ben, çamurdan yarattığın bir kimseye mi secde edecekmişim? dedi.” (İsra, 61)

İblis, secde etmedi, büyüklük tasladı, ateşin topraktan daha üstün ve daha hayırlı olduğunu söylemek suretiyle ırkçılık yaptı ve kafirlerden oldu. (Sad, 74)

“İblis dedi ki: Şu benden üstün kıldığına bir bak!” (İsra, 62)

“Kur’an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allaha sığın” (Nahl, 98)

“Hani biz meleklere” Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır.” (Kehf, 50)

Allah Teala, Kur’anı Kerim okumak isteyen kimseye öncelikle şeytanın şerrinden Allaha sığınmasını emretmektedir. Bu sığınma “Euzu billahi mineşşeytanir-racim” demekle olur. “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” demektir. Bu demek oluyor ki, Kur’an okumadan önce “euzü” okumak, besmele okumaktan daha öncelikli ve daha önemlidir.

şında hepsi secde ettiler.

“Siz hemen Onun için secdeye kapanın. Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat iblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. Allah: Ey iblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir?” dedi. İblis: “Ben kuru bir çamurdan şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi. Allah şöyle buyurdu: Öyle ise çık oradan. Artık kovuldun” (Hicr, 29-34)

*** Not: Bu makale Kur’an-ı Kerim’deki şu ayeti kerimelerden de istifade edilerek yazılmıştır: Kehf 50; İsra 61,62,63,64,65; Bakara 34,35,36,37; Taha 116; Araf 11,22; Hicr 29,39,43; Sad 74,85; Bakara 168,26; Maide 90,91; Nisa 76,60,118,119,120; İsra 27; Lokman 33; Meryem 44; Ankebut 38; Nahl 98,99,100; Fatır 6;Nas:4,5.

AĞUSTOS 2013 / 301

13


Kapak

Musab Önder

ŞEYTANIN GÜNÜMÜZDEKİ TUZAKLARI *…Çok istedim bu gece kendimi asmak, Ellerimle kendi mezarımı kazmak… *… Ağladım delice, elimde boş bir şişe, Kutladım bu gece sarılmanı başka kollara Yapayalnız ne çare, ölüyorsam kime ne… *…Affet, bu gece ölmek istedim, Pembe bir mezarlık olmak istedim… *…Suçumuz neydi bizim, feryadım Tanrı’ya Sana son sözüm gülüm elveda… *…Bir melek vardı, aşkı fısıldardı… Güneş bile dedi ki kendine “Doğmak anlamsız…

B

u sözler günümüz gençlerinin çoğunluğunun dinlediği şarkılardan alıntıdır. Gençler sadece bu şarkıları dinlemekle kalmıyor aynı zamanda internet ortamındaki kendi sayfalarında ve cep telefonundan mesaj yoluyla bu sözleri binlerce kişiyle paylaşabiliyor. Elbette bu araçlarla olumlu huy ve davranışlar da aşılamak mümkün. Ancak şu anki gerçek bunun tam tersini söylemekte. Depresyon, aile içi çatışmalar, intihar, cinnet, cinayet, tecavüz, istismar, vs. vakıalar maalesef bu gerçeği ispatlamaktadır. Gelecek Türkiye’sini hatta dünyasını emanet edeceğimiz gençlerimiz aile ve okuldaki eğitim 14

DERGiSi

öğretimden çok müzik, film, dizi film, spor gibi, kitleleri kısa sürede etkileme gücüne sahip sektörün esiri durumundadır adeta. Bu alanda boy gösteren ünlü şahısların saç tıraşından diğer zevklerine kadar her yönlerinin taklit edildiği de hepimizin malumudur.


Ortalama 10-25 yaşlar arasında kendini gösteren ergenlik çağında birey birçok dış faktörün etkisine maruz kalır. Bu yaklaşık 15 yıllık uzun, bir o kadar da risklerle dolu kaygan zeminde ne tür tuzakların ve olumsuz etkenlerin onu beklediğini belli başlıklarla sıralayabiliriz. Bunlardan bazıları: Sosyal paylaşım siteleri(facebook, twitter,vb.), Televizyon film ve dizi filmleri, Sinema salonlarındaki filmler, Özenti, Cep telefonu, İnternet cafeler, Şans oyunları, Bilgisayar oyunları, Bölücü ve yıkıcı örgütler(Terör, mafya, vb.), Kız-erkek ilişkileri, Film, çizgi film ve reklamlarda bulunan Subliminal mesajlar (25. Kare), Yanlış arkadaş çevresi, Kötü alışkanlıklar (Sigara, alkol, uyuşturucu, kendine acı çektirme, vb.), Aşırı baskıcı ebeveynler, Parçalanmış aileler, Şiddet ve müstehcenlik içeren film ve klipler, …

Yukarıda belirttiğimiz her bir konu hakkında saatlerce konuşulabilir, birçok kitap yazılabilir. Evlerimizdeki televizyon(lar)dan veya bilgisayarımızdaki internetten kaynaklanan yıkımların başlıca sebepleri bunlardır. Bir öğrencim bahsediyor. Yakın arkadaşının kolunda jilet izleri gördüğünü ve şaşkınlıkla onun idolü olan Amerikan şarkıcı D. L.’nin geçmişte çektiği acılardan rahatlamak için koluna jilet attığını, yıllar sonra da pişmanlık duyup izleri kapatmak için “STAY STRONG”(Güçlü Kal) yazılı dövme yaptırdığını öğreniyor. Neden bunu yaptığı sorulduğunda ‘D.L. neden yaptıysa ben de o yüzden yaptım.’ cevabını alıyor. Öğrencim bunu delice bir hareket olarak değerlendiriyor ve arkadaşlığına mesafe koyduğunu söylüyor. Kişiliğini zamanında olgunlaştıramayan bir bireyin özenti yoluyla her türlü kötü alışkanlıklara yakalanması mümkündür. Bu hadisede müzik sevgisi, yabancı bir şarkıcıyı internetten tanıma ve ona hayranlık, sonrası ona özenme, jilet, dövme, sonra.., sonra.. -Allahüalem olumlu bir son beklemiyor bu gencimizi- Dua edelim dosdoğru olması için. Aile içinde sevgi-saygının yetersiz olduğu, baskıcı, hoşgörüsüz ebeveynlerin bulunduğu bir ortam ile kapının dışında hatta evin içindeki başka dünyalar(tv, internet) arasında kalan bir birey tasavvur edelim. Hangisi daha çekici ve etkindir

acaba? Pedagojik yaklaşımdan uzak bir öğretmenin, öğrencisinin bir yanlış davranışına gösterdiği tepkinin sonraki yıllara nasıl izler bırakacağının ne kadar farkındadır acaba? Bir din adamının yaz kursu için camiye (belki de ebeveyn ısrarıyla) gelen bir afacan çocuğun taşkın hareketlerine gösterdiği tepkiden yine yıllar sonra karşısına nasıl bir insan olarak çıkacaktır acaba? Ve o anki insanın insanlığında % kaç vardır, farkında mıdır acaba? Bakkal, servis şoförü, kantinci amca, sütçü nine, çöpçü abi, vali, cumhurbaşkanı vs. insanlığın şekillenmesinde bunların hiç mi payı yoktur acaba? Elbette hepimiz de mesulüz. Peki ne yapmalı? “Asr’a yemin olsun ki İnsanlık hüsrandadır. Ancak iman edenler, Hakk’ı ve sabrı birbirlerine tavsiye edenler müstesna.” (Asr Suresi) Rabbimiz bizi bizden daha iyi tanıyor, bize bizden daha yakın ve bizi o kadar seviyor ki hüsrana uğramadan yüce davetine icabet etmemizi bekliyor. Saadet ve kurtuluşun tek yolunun da sadece O’na layık-ı veçhile iman etmekten geçtiğini vurguluyor. Başka söze ne hacet. Geleceğimiz

dünyasını

AĞUSTOS 2013 / 301

15


emanet edeceğimiz neslin elbette en iyi ilmi ve ahlaki kazanımlarla dolu olması gerekir. Bu minvalle bakkalından holding patronuna, en havalı işten en az sevilen işe kadar her insanın örnek, günümüz tabiriyle model bir eğitimci kimliğiyle hareket etmesi aklımızdan bir an bile çıkmamalıdır. Çocuk, genç hayatı boyunca bu doğrudan ya da dolaylı etkileşime girebilecek, o anki ortamdan olumlu veya olumsuz bir mesajla ayrılabilecektir. Örneğin; kişiliğini oluşturma aşamasındaki bir genç dolmuşta otururken şoför ve yanındaki bir müşteriyle sohbetinde bir mesele hakkında “Bunlardan adam olmaz, nesil şöyle kötü böyle kötü, yanlış yaptıklarında basacaksın dayağı, yin mi yimen mi.” gibi sürekli kınayıcı, dışlayıcı ve küçümseyici, vb. tüm olumsuz yaklaşımlara şahit oluyorsa; bir de o esnada yayında “Batsın bu dünya, Beni bu derde sen attın, Sensiz ölürüm, vb.” parçalar da çalıyorsa olacakları siz düşünün. İnsanoğlu şeytanın vesvesesiyle yapıcıdan ziyade yıkıcı eleştiri ve tavrı daha çok benimsemiştir. Hâlbuki yıkıcı eleştiri ile aynı anlama gelecek yapıcı eleştiri yapmakta mümkündür. Bir annenin evladına “Yavrum, yalan söylersen Allah seni hiç sevmez.” yerine “Yavrum doğru söylersen Allah seni daha çok sever.” Tarzındaki yaklaşım inanın çok daha tesirli olacaktır. Yuvamızdaki kasvet yerini ferah, huzurlu, gün boyunca öz16

DERGiSi

lenen bir mekâna bırakacaktır. Olumlu ifadelerde bereket vardır, feyiz vardır. Evladının, kardeşinin, öğrencinin kalbini kırmak ne kadar kolaydır. O anda Şeytan (aleyhillane) damarlarda adeta dans eder, öfkenin geldiği anda akıl iflas eder. Ancak kırılanı onarmakta o denli zordur ve iz bırakır. Biraz hassasiyet lütfen! Çocukların iradeleri ergen kişiye kıyasla oldukça zayıftır. Ebeveynin yönlendirmesi ve korumasına muhtaçtır. Yanlış arkadaş yanlış çevre faktörü veya teknoloji ürünleri (tv, internet, radyo,vb.) onu hayatta “dosdoğru” olma yolundan saptırabilir.

Bu yüzden bilgisayarın herkesin birlikte olduğu mekânlarda kullanılmasını sağlamak, tv programlarını beraber seçip seyretmek ve en önemlisi bunlara gereğinden fazla zaman ayırmamak gerekir. Müslüman’ın gücü imanıdır. Güzel ahlak imandandır. İman da ibadetle sağlamlaşır. Evlatlarımıza dinimizin direği namazı küçüklükten itibaren benimsetip onlara şarkıcı, topçu veya film karakterleri yerine kendimizi idol kabul ettirdiğimiz zaman işte o zaman rahat rahat uyuyabiliriz. Selam ve dua ile…


Kapak

Şevket Şayakdokuyan

SONSUZLUK YOLUNDA ŞEYTANIN KAPANLARI “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır, 5)

R

abbimiz, yüce kitabında şeytan hakkında:

“Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiç bir gücün yoktur.” (Hicr, 42) ve “ İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa, 76) buyuruyor. Şeytanın zorlayıcı gücünün olmamasına ve tuzağının zayıf olmasına rağmen, çağımızda insanların akın akın bu tuzaklara yakalandığını ve dinden uzaklaştığını görüyoruz. Bu durumda akla iki soru geliyor: “Biz mi şeytanı tanımıyoruz?” yoksa “Şeytan mı bizi çok iyi tanıyor?” Rabbimizin secde emrine baş kaldırışından bu yana kıyamete kadar sürecek mücadelemiz başladı şeytanla. Yaratıcımız bu mücadelede bizi yalnız AĞUSTOS 2013 / 301

17


bırakmayıp; şeytandan bir vesvese veya iğva gelirse hemen Rabbimize sığınmamızı (Araf, 200) ve vekil olarak Rabbimizin yeteceğini (İsra, 65) müjdelerken, tuzaklarına düşmememiz için şeytanı birçok ayette tanıtmıştır. Ancak tarih boyunca birçok insan düştü bu tuzaklara. Atamız Âdem aleyhisselam şeytanın isyanına bizzat şahitken, şeytanın düşman olduğu hakkında Rabbimiz tarafından uyarılmışken, üstelik Allah’a karşı isyanı zerre kadar aklından geçirmezken yine de düştü tuzağa. Şeytanın tuzağı zayıf fakat mücadelesinde ısrarlı ve bizi çok iyi tanıyor! Neyi istediğini ve neyi istemediğini biliyor ve bu doğrultuda zayıf noktalarımızı yerinde kullanıyor. Nice Aliler, Haticeler, Ayşeler geçti onun ellerinden… Ebu Cehil’e, Ebu Leheb’e sunduğu taştan-tunçtan putları önümüze getirip “Hadi tapın bakalım!” diyecek kadar enayi değil. Her yüzyılda yeni putlar, sistemler, şahıslar, ideolojiler sunuyor önümüze. Şimdi şeytanın tuzaklarını tanımaya çalışalım: Sonsuzluk Arzusu: Şeytan ilk planda Hz. Âdem ile Hz. Havva’ya verilen bekâ hislerini kullandı. Evet, insan sonsuzluk için yaratılmıştı; ancak Allah Teala henüz sonsuzluk emrini vermemişti. Yasak ağacın meyvesinin sonsuzluk vereceği düşüncesi, şeytanın en gözde hilesi olacaktı. “Şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen çirkin yerle18

DERGiSi

rini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” (Araf, 20) Ayrıca ölümü tatmayıp, insanların dirilecekleri güne kadar izin istemesi (Araf, 14) de gösteriyor ki şeytan da sonsuzluk arzusu içindeydi. Vesvese: Cevher taşıyan araca haydutların saldırdığı gibi şeytan da mü’minin iman taşıyan gönlüne saldırır. Esasen vesvese imanın kuvvetinden gelir. Çünkü şeytan, Allah Tealadan bihaber, boş kalple uğraşmaz. Vücut, nasıl ki mikrop karşısında rahatsızlık hissederse, kalpte şeytanın verdiği vesveseden dolayı huzursuz olur.

ler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez.” (Nisa, 120) “Şeytan ahirette, yalan söylediğini ve vaadlerinin boş olduğunu kendisi de itiraf edecektir.” (İbrahim, 22) Şirk: Şeytan, mü’minlere şirk koşturmak için türlü tuzaklar kurar, uygulamak için fırsatlar bekler. Bazen makamı, bazen kadınları, bazen parayı, bazen ideolojileri kullanmayı dener. “Senin başarın!”, “Sen yaptın!” gibi sözlerle kişiyi, Allah’ın kontrolü dışında kendi gücü olduğuna inandırmaya çalışır. “Onlar, O’nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.” (Nisa, 117)

“Sinsice, ‘kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ Biri Doğru Diğeri Yanlış vesvesecinin şerrinden. Ki o, İki Önerme: insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kurunDoğru mantığın gölgesinde tu fısıldar); Gerek cinlerden, yanlış mantığı kabul ettirme. gerekse insanlardan (olan her “(Allah) Dedi: “Sana emhannas’tan Allah’a sığınırım). rettiğimde, seni secde etmek(Nas, 4-6) ten alıkoyan neydi?” (İblis) Boş Vaat ve Kuruntular: Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu Gerçekleri örtmenin en etise çamurdan yarattın.” (Araf, kili yolu yalandır. Şeytan yalan12) la, boş vaatlerle insanları kendi tarafına çekmeye çalışır. Daha Yaratılış ile ilgili kısım doğiyi bir statü, kısa yoldan zengin- ru iken üstün olduğunu söylelik, daha rahat hayat, eğlence, mesi yanlış önerme. Günümüzcinsellik vaad eder. de “Paraları evde bırakıp hırsıza “(Şeytan) Onlara vaad-

mı kaptıralım?” ya da “Eski ara-


bayla uğraşana kadar krediyle yenisini alır, azar azar ödersin” söylemleri gibi. Suçu Başkasına Atma: İşlenen suç karşısında alınacak tavır Hz. Âdem gibi (Araf, 23) ya da Hz. Yunus gibi (Enbiya, 87) suçu kabullenip Allah Tealadan af dilemek yerine suçu başkalarında arama da bir başka şeytan taktiği. “Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.” (Araf, 16) Ayetinde şeytan kendi hatasından Allah Tealayı sorumlu tutuyor. Bizim de çocuklarımızın isyanlarından televizyonu sorumlu tutmamız, dünya Müslümanlarının çektikleri zulümlerden ABD ve İsrail’i suçlamamız gibi… Uzun Emeller: Şeytan insanın önüne uzun hedefler koyar. Birine ulaşsa dahi yerine daha yükseğini koyarak tüm ömrünü ona adamasını sağlamaya çalışır. Cennet olması gereken emelimizi; İçine bir türlü sığamadığımız evlere, modeline karar veremediğimiz araçlara, dükkâna eklenecek üçbeş fazla tereğe, doyuramadığımız nefislere dönüştürmüşüz… “Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.” (Muhammed, 25)

Şeytan çizdirdiği günah programlarıyla da tevbeyi geciktirir. “Daha yaşım genç ileride kılarız namazı nasıl olsa”, “Hele çocukları evlendirelim gideriz Hacca” gibi söylemler de bu programın meyveleri. Şükrü Engelleme: Allah Tealanın birçok ayette anlattığı, önemle hatırlattığı şükür, şeytan taktiklerinde liste başlarında yer alır. Şükreden insan, nimeti verenin kim olduğunu anlar ve O’nun karşısında haddini bilir. “Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim, 7) Allah Tealaya şükretmemiz için sayısız sebebimiz varken, şeytan azabına insanı da ortak etmek için şükürsüzlüğü emretmektedir. Allah İle Aldatır: Şeytanın cüretine bakın ki kulu Rabbi ile aldatıyor. Müslümanların, Yaratıcısı hakkında beş dakika konuşacak bilgisi olmayınca, Allah’ı anlatmak şeytana kalıyor. “Allah büyüktür, affedicidir; kıyafete, kazanmaya, harcamaya karışmaz” deyip nice günahın temellerini attırırken; diğer yandan “Sen artık Cehennemin odunusun, Allah seni affetmez” diyerek tevbe kapılarını kapatır. “Ey insanlar, hiç şüphesiz

Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır, 5) Fahşayı Emreder: Fahşa (Her konuda) aşırılık demektir. Mal biriktirmede, bilgi yüklenmede, sevgide, arzu ve isteklerde... Hâlbuki hepsinin bir sınırı vardır. “O Size yalnızca kötülüğü ve fahşayı, Allaha karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara, 169) Günümüzde freni boşalmışçasına mal ve evlat sevgisi, Rabbimizin yasaklarını hiçe sayarcasına kadın-erkek karışık ortamlar, evlilik dışı ilişkiler şeytanın bu tuzakları ne sıklıkta kullandığını ispatlıyor. Fakirlikle korkutur: Allah için harcama yapmak zahiren malın eksilmesi demektir. Şeytan insanın bu zaafını bildiği için insana uzun ve rahat bir hayat için fakirlikle korkutur. Böylelikle mü’minleri infaktan engellerken, onlara hırsızlık, cimrilik ve hayâsızlığı emreder. “Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayâsızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Bakara, 268) Kibir ve Gurur: Şeytan lanetlenmesine sebep olan kibir ve gururu insanlaAĞUSTOS 2013 / 301

19


ra da telkin ederek Cehenneme onları da çekmeye çalışır. “(Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?” (Sad, 75)” Fakirlerin davet edilmediği sofralar, hiyerarşik düzene sokulmuş akraba ve komşuluk ilişkileri, Allah için verilen selamın dahi kimden geldiğine bakılması bu mantığın bir eseridir. Yapılan İşi Süslü Göstermek: Şeytan, insanlara reklamını yaptığı her şeyi sanki ona ulaşınca tatmin olacakmış gibi sunar. Dünyayı cennetleştirme hırsına kapılan nice toplumlar, Allah’ın yüklediği fıtrata rağmen, şeytanın süslemeleri sonucu helak olup gittiler. “Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyipçekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıpsaptıracağım.” (Hicr, 39) Haramlara yönlendirme, ibadetten alıkoyma: Şeytan apaçık haramı emrederken, Allah rızası için yapılan her ibadetten alıkoymaya çalışır. “Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı 20

DERGiSi

anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide, 91) “Daha gençsin” diye başlayan sözlerle ibadetten engellerken; “Bunu herkes yapıyor” diye haramı empoze edip toplumu zehirliyor. İçki, kumar vs. pisliklerle de Müslümanların kardeşliğine, muhabbetine zarar veriyor. Tüm bu taktiklerin yanı sıra: Allah Tealanın düşmanlarına sevgi beslemeyi (Mümtehine, 1), gereksiz ayrıntılara dalmayı (Bakara, 71), İsrafı (İsra, 2627) emreder. Bazen de ibadetleri gösterişe çevirerek alınacak mükâfatı engeller (Bakara 264). Şeytan bu tuzakları Sıratı müstakim üzerine oturup, insanların dört bir yanından yaklaşarak uygular. Onların önlerinden yaklaşıp gelecek kaygısı ve fakirlikle korkuturken, dünyayı tek hedef haline getirip ahireti unutturur. Sonra arkalarından yaklaşıp tarihleriyle, kültürleriyle bağlarını koparmalarını ya da “Biz atalarımızın izindeyiz, onlardan böyle gördük” diyerek atalarının yaptıkları yanlışları görmelerini engeller. Sollarından yaklaşıp günahı apaçık teşvik ederken, sağlarından yaklaşıp (Müslüman için en tehlikeli olanı) Müslümanlara dinlerini başka bir din olarak gösterir. Müslümanlara, yaptıkları hataları din çatısı altında yaptırırken; kutsal bir savaş anlayışıyla birbirlerini kırdırır. “Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı

onlar(ı saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Araf, 16-17) Şeytanın serüveni, İblisin İlahî huzurdan kovulmasıyla başladı ve muhakkak Cehennemde son bulacak. Şeytan gideceği Cehennem için bu kadar uğraşırken; insana ne oluyor da vaat edilen Cennet karşısında vurdumduymaz davranıyor? Her geçen gün mal, makam, görüş, çıkar gibi sebeplerle kendine yeni yeni düşmanlar bulup onlara karşı tavır alan insan; şeytanın apaçık düşman olduğunu bildiği halde neden sadece “lanet olsun” demekle yetiniyor. Oysa “Kul şeytana lanet ettiğinde şeytan ona güler ve “Sen lanet edilmişe lanet ediyorsun. Hâlbuki ona olan desteği kesecek olan, ancak ondan Allah’a sığınmandır” der.” Rabbimiz buyuruyor ki: “Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.” (Nahl, 99) Bu sonsuzluk yolculuğunda şeytanın kapanlarına yakalanmamak için bize düşen, Kur’an ve Sünnet merkezli bir hayat yaşayıp Rabbimize tevekkül etmek. İşte o zaman insanları aldatıp Cehenneme sürüklemek şeytan için bir kuruntu olacaktır.


Kapak

Mükremin Çelik

FİTNENİN KAPISI

K

orkusundan şeytanın dahi yol değiştirdiği, fitnenin önünde asla açılmayan bir kapı, hak ile batılı her daim ayıran, farkları fark ettiren bir Faruk, vahyi adeta göklerden sağan bir hak aşığı, Hazreti Ömer radıyallahu anh. Müslüman olur olmaz “Kâbe’ye gidelim ve hep birlikte namaz kılalım” teklifini getiren ve teklifi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından kabul edilen “Ey Peygamber! Sana Allah ve sana ittiba eden mü’minler kafidir!..” ayet-i kerimesinin nüzul sebebi. “Dünyaya az meylet, hür yaşarsın.” “Günah işlemekten vaz geçmek tevbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.” “Bir adamın şöhretine, görünüşüne aldanmayınız. Bir

insanın namaz ve niyazına bakmayınız. Aklına ve doğruluğuna bakınız.” Söz ve nasihatleriyle bir hayat rehberi olan Hz. Ömer radıyallahu anh, çıkabilecek fitneleri de anında müdahale ederek daha fitne ortaya çıkmadan sonlandırmıştır. Efendimiz’in sallallahu aleyhi vesellem irtihalinden hemen sonra meydana çıkan karışıklığı görmüş ve derhal elini uzatarak Hz. Ebubekir’e bey’at etmiştir. Onu gören diğer sahabeler de bey’at edince büyük bir olayın vuku bulması önlendi. Haşimoğullarından bazılarının Hz. Ali’den başkasını kabul etmeyeceklerini söylemeleri üzerine Fatıma radıyallahu anha’nın evine gelerek: “Ey Peygamber sallallahu aleyhi ve selem’in kerimesi! Kasem ederim ki, biz seni, herkesten fazla sever, sana hürmet ederiz. Fakat bu adamlar senin

evinde toplanmakta devam edecek olursa senin evini yıkarım” dedi. Bu kararlılığıyla çıkabilecek en büyük felaketlerin önüne set çekiyordu. Ömer radıyallahu anh çok buhranlı bir zamanda süratli, adaletli ve kati bir hareketle tehlikeleri bastırmış ve fitnenin önünü kesmiştir. Dünyaya değer vermeyişi O’nu yüceltmiş, tebasına olan düşkünlüğüyle de liderlere örnek olmuştur. Şöyle ki: Kıtlık zamanında bir deve boğazlayıp, Medine fukarasına ulaştırılmasını istemişti. Hizmetçisi ise devenin iyi etlerinden birazını alıp Halife Hz. Ömer’e hoş bir yemek yapmıştı. Hz Ömer: “Bu neredendir?” diye sorunca Hizmetçi de: “Dünkü boğazlanan devenin etinden” cevabını verdi. Hz. Ömer’in hali değişti ve ağlayarak: “Vay benim gibi valiye ki, fukaraya etin kemiğini ulaştırıp, kendisi AĞUSTOS 2013 / 301

21


için iyisini alıkorlar. Ey Hizmetçi! Bir daha böyle yapma. Bu yiyeceği kaldır, fukaradan ehl-ü iyali olan bir kimsenin evine götür, yesinler. Bana da yine evvelki gibi yiyecek getirin. Halifeye ayda bir kere et yemek kifayet eder.” Hizmetçi de eti, sofrası ile bir ehl-i beyte ulaştırdı. Halife ise âdeti üzere hizmetçinin getirdiği bir miktar zeytinyağını kuruca ekmeğe katık etti ve hamd etti. Dünyaya meyletmeyen kişi şüphesiz ki şeytana da açık kapı bırakmıyor. Şeytan bugün bizim hayatımızda açık kapılar buluyorsa dünya ile ilişkilerimizi gözden geçirmek zorundayız. Hz. Ömer radıyallahu anh şehadetini anlayınca yine fitne çıkmadan işlerin yürütülebilmesi için bazı tedbirler ve sorumluluklar almıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh, sahabe efendilerimizden bazılarını çağırarak onları tek tek görevlendirmiş ve bu suretle çıkması muhtemel tehlikeleri daha çıkmadan defetmiştir. Şöyle ki, sırayla sahabe efendilerimize hitaben: “Ebu Talha! Çok defa Allah seninle İslam’ı aziz kıldı. Bu defa da erbab-ı meşveret bir hanede toplanacaklar. Sen de ensardan elli kişi ile kapıda bekle, içeri kimseyi bırakma. Ey Mikdat! Beni kabre koyduğunuzda erbab-ı şurayı topla. Bir haneye kapat. İntihab oluncaya kadar orda tut. Ey Suheyb! Üç gün namazı sen kıldır. Ashab-ı Şuranın başlarında dur. Beşi ittifak edip biri iba ederse kılıçla başını vur. 22

DERGiSi

Dördü ittifak edip ikisi muhalefet ederse ikisinin de başlarını vur. Eğer eşit olursa Abdullah -radıyallahu anh-ı hakem etsinler. Ona razı olmazlarsa Abdurrahman bin Avf -radıyallahu anh-ın bulunduğu tarafla beraber olunuz. Muhalefette ısrar edenleri katlediniz.” Buyurdu. Ashab-ı şura: Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz, Sad bin Ebu Vakkas, Hz. Abdurrahman bin Avf olmak üzere altı kişiden oluşuyordu. İslam’a hizmetleri ve faziletleri hususunda hiç kimsenin en küçük bir söz dahi edemeyeceği bu şahsiyetler hususunda gerekirse öldürülmeleri kararını vermek, takdir edileceği üzere çok zor bir karardır. Fakat çıkabilecek fitnenin büyüklüğünü önceden görüp ferasetini kullanmak ve sorumluluk almak çok daha mühim ve müthiştir. Şeytana açık hiçbir kapı bırakmamıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh kendisinin hakemliğine başvurmak üzere gelen bir münafık ile bir yahudinin meselesini çözme hususunda da büyük bir ders vermiştir: Yahudi meseleyi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e götürmeyi teklif etmiş ve Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de iki tarafı da dinlemiş, sonuçta yahudinin haklı olduğuna hükmetmişti. Duruma itiraz edilmesi üzerine mesele Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’a götürüldü. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh

“Resulullah’a varmadın mı?” diye sorunca münafık: “Vardım lakin muradımca hükmetmedi” dedi. Hz. Sıddik radıyallahu anh Hüküm Allah’ın ve Resulullah’ındır, razı ol. Diyerek adamı azarladı. Münafık razı olmayıp tekrar itiraz olunca meseleyi Hz. Ömer radıyallahu anh’a götürdüler. O da meseleyi daha önce kimlere götürdüklerini sordu. Durumu anlattılar. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh “Bekleyin” diyerek evine girdi bir bıçağı alıp çıktı. “Allah ve Rasulüne beyat ettin mi?” dedi. Adam “evet” deyince “hangi elinle yapmıştın?” diye sordu. Münafık sağ elini gösterince münafığın o elini kesti. “Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek eline yapışıp beyat ettikten sonra hükme razı olmayanın cezası budur.” dedi. Şeytana açık kapı bırakmadı. Bugün meselesini Allah Rasulü’ne götürüp de verdiği hükmü beğenmeyenleri, sünneti hafife alanları ya da karşısında yer alanları hem de dini yaşama adına sünnete muhalif olanları Hz. Ömer radıyallahu anh’ı okumaya ve anlamaya çalışmaya davet ediyoruz. “Canım o işler o zamanın şartlarında geçerliydi şimdi şartlar değişti.” diyenleri de hepimizin ahir zaman Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem’in ümmeti olduğumuzu hatırlamaya davet ederiz. Cenab-ı Hak hisseler nasib eylesin. Amin.


B

Ramazan Bayramı

ayramlar toplum vicdanında çok büyük heyecanlar meydana getirir. Bayram öncesi çarşı pazarı bir dolaşınız. Evinizin içindeki gençlerin, çocukların, yaşlıların diğer aile fertlerinin psikolojik durumuna bakınız. Yüzlerde tebessüm, gözlerde ışıl ışıl parıltılar görürsünüz. Çünkü bu bir ferdin veya grubun bayramı değildir. Bütünüyle bir milletin hatta bütünüyle İslâm âleminin bayramıdır. Bu bayramın vicdandan vicdana, gönülden gönüle yansımaları hiç farkında olmasak bile olacaktır. Bu bakımdan bayramları çok önemsemeliyiz. Bayramlar birlik ve beraberliğimizi sağlar. Küsler barışır, dargınlar bir daha bu hatayı yapmamak için kendi kendilerine söz verirler. Böylece bayramlar toplumda yeniden bir heyecanlanma, yeniden bir gençleşme, kötü duyguların atılması, yerine iyi duyguların, iyi hislerin gelmesi gibi vazifeler de yapmaktadır. Bayramın ilk gününde her şeyden önce aile içerisinde bir kaynaşma, bir bayramlaşma yapılması gerekir. Camiden gelindikten sonra sofralar kurulur, yemekler yenilir, Kur’an’dan bir aşr-ı şerif okunur. Sonra ailenin büyüğü tarafından bir dua yapılır ve böylece o günün se-

vinci çocuklarımızın kalbinde bir başka şekilde desteklenmiş olur. Çünkü bu hatıralar büyük hatıralardır. Bu dua ailenin fertlerinden başlayarak bütün İslâm âlemi için yapılmalıdır. Çok küçük aileler haline geldik, parçalandık. Kimsenin kimseden haberi olmaz hâle geldik. Aynı binada aylarca, yıllarca beraber oturan insanların birbirlerini tanımadıklarını görüyoruz. Bilhassa büyük şehirlerde, birbirinden habersiz bir toplum hâline gelmişiz. Hiç değilse bu bayramda olsun bu kopukluğu birazcık olsun gidermeye, birleştirip düzeltmeye uğraşalım. Küçükler gidecek, annesini babasını ziyaret edecek, bayramı onlarla geçirecektir. Çok uzak yerlerde iseler, yanlarına gitmek imkânı yoksa en azından telefonlarla bayramlaşmalıdırlar. Sonra komşularımızı ziyaret etmeliyiz. Muhakkak bayramlaşmalıyız. Sakın ola şu veya bu sebeple, ufak meseleleri aklımıza getirerek onun kapısını es geçmeyelim. Bundan sonra eğer imkânımız varsa gerek beldemizde gerek beldemize civar olan beldelerdeki salih, sadık, ilim ehli olan kimseleri ziyaret edip dualarını almak bayramın güzelliklerindendir. Bayram günü üzgün, ke-

derli çocukları görmeyelim yani onların kederlerini giderecek işler yapalım. Onların ihtiyaçlarını giderelim, onlarla ilgilenelim. O çocuğun en azından başı okşanabilir. Harçlık verilebilir. Kaldığı adresi varsa ev adresi alınarak bayram sonrasında onunla ilgilenilebilir. Müslüman her tarafı teçhizatlı bir insandır. Sağında solunda, önünde arkasında, sokağında mahallesinde olan hadiselere bigâne kalamaz. İşte bayramları bu idrak içerisinde geçirelim. İslâm’ı daha güzel anlamak, daha güzel yaşamak, daha güzel anlatmak şuurunu kazanalım. Birbirimizle bayramlaşmalarımızda güzel nasihatler, güzel sohbetler yaparak, geçmişteki güzel hatıralarımızı anlatarak bir asrısaadet havası yaşamaya çalışalım. Rabbimiz celle celalühu bu mübarek günlerde, bu mutluluk günlerinde dünyanın dört bir yanında kâfirlerin, zâlimlerin tasallut ve tezalümü altında inim inim inleyen kardeşlerimize yar ve yardımcı olsun. Bu düşman istilalarını, bu kâfir istilalarını en kısa zamanda def u ref eylesin. Rabbimiz Ramazan-ı Şerif Bayramı vesilesi ile İslâm âlemine birlik, dirlik, güzellik ihsan eylesin. Yeniden eski izzet ve şerefimizi bize lutfeylesin. Âmin… AĞUSTOS 2013 / 301

23


Hizmet Adabı

Korkmazlar!

Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.” (Neml, 2-3) Kur’an Hidayettir

Mü’minler İçin

Bazen insanlar hayret ederler, “Şu kişi Kur’an okuduğu halde niçin davranışlarına yansımıyor? Hal ve hareketlerinde değişiklik olmuyor?” diye. “Rabbimizin her şeyi bildiğine inandığını söylediği halde münafıklığa devam ediyor” diye. Rabbimiz; Yüce Kur’anı her okuyanın değil, inanması gereken şeylere kesin inananlar için, ibadetlerini hakkıyla ifa edenler için, hidayet rehberi ve müjde olduğunu haber vermektedir. Ahirete kesin olarak inanmayanların, ibadetlerini hakkıyla yerine getirmeyenlerin, Kur’an’ın hidayetinden ve ondaki dünyevi ve uhrevi müjdelerden nasibi olamaz, Onlar Kur’an’ı okuyup amel etmemekle, ancak kendilerini avutmuş olurlar. Kur’an sadece okunmak için değil, okunanları anlayıp amel etmek için, Rabbimiz tarafından gönderilmiştir. Kesin İman Peki, kesin iman nedir? Dosdoğru ibadet nedir? Kesin iman kişinin Aç ve susuz kaldığında helak olacağını bilmesi 24

Nureddin SOYAK

DERGiSi

gibi, yüzmeyi bilmeyenin suya düştüğünde boğulacağını bilmesi gibi, ateşe düşenin yanıp kül olacağını bilmesi gibi, yüksekten düşenin paramparça olacağını bilmesi gibi inanmasıdır. İnanılması gereken şeylere kesin inanmak. Aklı başında olan hiç kimse, açlığın ve susuzluğun helak ediciliğine inanmak için açlığı ve susuzluğu, yüzmeyi bilmeyenin boğulmaya inanmak için denize dalmayı, ateşin yakıcılığına inanmak için ateşe dalmayı, yüksekten düşenin parçalanacağına inanmak için yüksekten atlamayı denemez. Bunlar dünya için konmuş ilahi kurallar. Bunlara uymada sıkıntı yok da, ahiret için konulmuş ilahi kurallara uymada niçin sıkıntılar var? İlahi emirleri yerine getirmeyerek, bu emirleri yerine getirmemede ısrar ederek cehennemi denemeye kalkışmak, İlahi yasaklara uymayarak, bu yasaklara uymamada ısrar ederek, cehennemi denemeye kalkışmayı hangi akıllarına sığdırabiliyorlar? İman, rasullerin, nebilerin ve onların sadık takipçilerinin imanı gibi olmalıdır. Onlar imanları uğrunda her şeylerini feda etmişlerdir. İmanlarını hiç bir dünyalığa tercih etmemişlerdir. İmanını bu kıvama getiremeyenler, davet yolunda dökülürler. Dosdoğru İbadet Rabbimizin istediği, Rasu-

lünün gerçekleştirdiği ibadet. İslam ahkâmına uygun, Rabbin rızası için yapılan ibadetler dosdoğru ibadetlerdir. Dünya ve ahiret saadeti böyle ibadetlerle mümkündür. “Namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren” Kur’an’ın hidayetinden bunlar nasipdar olabilmektedir. Nasipsizler ise, bocalar, nankörlük eder, çekişir, bozgunculuk yapar. Bocalayanlar “Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar.” (Neml, 4) Ne yaptığını, ne yapacağını, bilmeyenler. Neye, nereye ait olduğunun farkında olmayanlar, hayatın her alanında bocalarlar. Yaptıkları kendilerine güzel gösterildiği için de kararsızdırlar. Yaptıklarını güzel görmelerine rağmen, içlerini kemiren bir sıkıntı bunları sürekli bocalatır. Kâh şöyle kâh böyle, kâh şununla kâh bununla oradan oraya savrulurlar. Bu tiplerin en bariz özellikleri ise tatminsizliktir. Hiç bir şey onları tatmin etmez. Maddi ve manevi tatminsizlikler ciddi hastalık bulgularıdır. “Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl


olduğuna bir bak!” (Neml, 14) Kibir ve zulüm de bocalama sebebidir. Kendini beğenip insanlara tepeden bakanlar sürekli bir bocalama içindedirler, asla sukunete kavuşamazlar. Zalimler de bocalamadan asla kurtulamayanlardır. “Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.” (Neml, 24) Yaptığı kötülükleri süslü görmeye başlayanlar, ölçüyü dengeyi yitirmiş kişilerdir. Bunlar yola gelmezler. Şükür mü?

mü,

Nankörlük

“Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml, 40) Bu gün Rabbimizin nimetleri karşısında kaç mü’min, Süleyman aleyhisselamın kendine sorduğu “Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur” sorusunu sorabiliyor. Bu gün kaç mü’min nimetlere şükredip, bela ve musibetlere sabredebiliyor? Bu gün kaç mü’min, Rabbinden gelenlere razı ve hoşnut? Bu gün kaç mü’min hata ve kusurlarından dolayı Rabbinden özür diliyor?

“Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” dedi. (Neml, 44) İnsan zaman, zaman nefsine zulmedebilir. Bunu farkettiği zaman Rabbine teslim olup af ve mağfiret dilemelidir. Çekişenler Çekişme, didişme helak edici şeylerdendir. Husumeti ve düşmanlığı körükler Mü’min bundan uzak durmalıdır. İnsanlar, insanlar üzerine bekçi değildir, Söyler geçerler. “Andolsun biz, “Allah’a kulluk edin” diye (uyarması için) Semûd kavmine, kardeşleri Salih’i peygamber olarak göndermiştik. Bir de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar.” (Neml, 45)

kavimsiniz.’ dedi.” (Neml, 47) İnsanların, kendilerinden başkalarında, uğursuzluk aramaları, umumi bir hastalıktır. Öncekilerin sonrakilerde, sonrakilerin öncekilerde, erkeklerin kadınlarda, kadınların erkeklerde. İnkârcılar da kendi hallerine bakmadan her zaman, Peygamberlerde ve inananlarında uğursuzluk aramışlardır. Bozguncular Bozucular, bozguncular her zaman olmuştur, olacaktır. Onların vazifesi bozmak, dağıtmak, tahrif etmektir. Nizam, intizam, tertip, düzen onları rahatsız eder. Bozguncular şunu hiç unutmamalı ki hasımları Allah Tealadır. “Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve ıslaha çalışmıyorlardı.” (Neml, 48)

Mü’minlerin çekişmesi ise daha acaib bir haldir. Allah aşkına mü’minler birbiri ile niçin çekişir? Bunun izahı mümkün müdür? Rabbimiz ve Rasulü bunu yasaklamışken, mü’minlerin çekişmesi tamamen nefsidir.

İster çete kurun, ister örgüt kurun, yetki ve salahiyetlere sahip olun. Ancak Rabbimizin müsaade ettiği kadar bozgunculuk yapabilirsiniz. Bozgunculuğunuzu kendi kabiliyet ve beceriniz sanmayın.

“Salih, onlara “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah’tan bağışlanma dileseniz ya!” (Neml, 46)

“Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu.“ (Neml, 50)

“Onlar, ‘Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık.’ dediler. Salih, ‘Sizin uğursuzluğunuzun sebebi Allah katında(yazılı)dır. Aslında siz imtihan edilmekte olan bir

O Öyle bir Allah ki, kurduğunuz tuzağa sizi düşürür de, kendi tuzağınızda gözünüzü açarsınız. Mü’min tuzakçı olmaz. Mü’min, insanları şeytan ve insan şeytanlarının tuzaklarından kurtarmaya çalışır. “Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onAĞUSTOS 2013 / 301

25


ları ve kavimlerini topyekûn helâk ettik.” (Neml, 51) “İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır.” (Neml, 52) Bozguncular, plan program yapar, kulis yapar Rabbimiz de bozar. Mü’min her zaman açık ve nettir. Bozgunculuk yapmaz, insanlara tuzak kurmaz. Küffara bile düşmanlığını ve savaşını açıkça ilan eder. Bozgunculuk, insanlara tuzak kurmak zulümdür. Hele mü’min kardeşlerine tuzak kurmak, katmerli zulümdür. Zalimin akıbeti dünya ve ahirette helaktir. “Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.” (Neml, 70) Mü’mini; kâfirlerin, münafıkları tuzakları sıkıntıya sokmamalı, Rabbine güvenip dayanmalıdır. “Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzere bulunuyorsun.” (Neml, 79) Ölüler, Körler, Sağırlar “Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.” (Neml, 80) “Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da Müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.” 26

DERGiSi

(Neml, 81)

Yaptıklarınızın Karşılığı

Kur’an’dan nasibi olmayanlar, ölüdürler, kördürler, sağırdırlar. Onlar hak ve hakikat karşısında ölüdürler, duyarsızdırlar, Doğru yolu görmezler. Rablerinin ikaz ve uyarılarını işitmezler. Allah yolunun davetçilerini, ölülerin, körlerin, sağırların davete ilgisizliği asla ümitsizliğe sevk etmemelidir.

Atalar ne güzel demişler, “ne ekersen onu biçersin” diye. Buğday eken, arpa biçemez. Arpa eken de buğday biçemez. Dünya da iyilik yapan, ahirette iyilik bulur. Dünya da kötülük yapan da ahirette kötülük bulur. Mü’min kendini asla kötülüklere mahkûm etmez. İyiye ve güzele meyleder.

“Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap tepelerine iner de artık konuşamazlar.” (Neml, 85)

“Her kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler.” (Neml, 89)

Dağlar da Yürür “Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Neml, 88) Mü’min de kulluğunda dağlar gibi olmalı, kulluğa ve hizmetlere canhıraş koşuşturmalı, fakat herkes onu hareketsiz sanmalı, bu kulluğu ve hizmeti gösterişten kurtarmanın en güzel yoludur. Bazı mürailer en önde gibidir, fakat en arkadadır. Bazıları en hızlı gibidir, fakat en yavaştır. Bazıları en bilgili gibidir, fakat en cahildir. Bazıları en itaatli gibidir, fakat en itaatsizdir. Bazıları çok cesur gibidir, fakat çok korkaktır. Bazıları çok sevgili gibidir, fakat çok sevgisizdir. Bazıları çok samimi gibidir, fakat çok samimiyetsizdir. Bunlar hizmetlerin önünü açamazlar, hizmetlere barikat olurlar.

“Kimler de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar. (Onlara), ‘Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz’ (denir.)” (Neml, 90) Rabbimiz kullarına zulmedici değildir. Korkmazlar Allah yolunun hizmet erleri, peygamber yolunun yolcularıdır. Bu yolda yürürken hiçbir şeyden korkmazlar. Korkmayanlar kazanırlar, korkaklar ise her zaman kaybetmeye mahkûmdurlar. Allah yolunda olan mü’minin, kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Canı mı? Ecel Allah’ın elindedir. Malı mı? Rızık Allah’ın elindedir. Her şey Allahın elindedir. Canını, malını Allah yolunda kaybedenler, cenneti kazanır. Mü’min bunları kaybetmekten korkarsa, imanını kaybeder. Mü’minin tek korkusu imanını kaybetmek olmalıdır. “Ey Mûsâ, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar.” (Neml, 10)


TASAVVUF

Cemil Usta

cemil.usta@ilkadimdergisi.net

KİBRİN AFETLERİ

K

albin kibri; meclislerde başta oturmak, emsalinin önüne geçmek, kendisine karşı saygısızlık gösterenlere kızmak suretiyle kibrini izhara çalışmaktır. Mesela abid, diğer bir abide üstünlük taslamak üzere “o da kim oluyor? Onun ameli ne ki? Onun neresi zahid?” şeklinde başkalarına dil uzattıktan sonra kendini övmeye başlar. “Ben şu kadar zamandır oruca devam ediyorum, şu kadar müddetten beri gece yatmış değilim, her gün bir hatim yaparım, falanca gece uyur, fazla Kur’an okumaz.” gibi laflar eder durur. Burada kendini zımnen tezkiye eder. “Falanca bana kötülük düşünüyordu. Allah belasını verdi çocuğu öldü veya malı mahvoldu iflas etti.” şeklindeki konuşmalarla adeta kendi kendini ortaya koymak ister. Bir başka üstünlük taslama şekli de halk arasında onlara uyarak, hatta üstün gelmek için fazla namaz kılmak, fazla aç kalmak falanca daha üstün demesinler diye daha çok ibadet meşakkat ve zahmete katlanmak gibi hususlardır. Âlimin kibrine gelince;

o üstünlük taslar. “Ben bütün ilimlere ve hakikatlere vakıfım. Falan ve falan zatlarla görüştüm. Sen kim oluyorsun? Senin kıymetin ne? Sen kiminle görüştün? Kimden öğrendin? Senin öğrendiğin adam kim oluyor?” Şeklinde konuşmalarda bulunur. Bütün bunlar kendini büyüklemek ve karşısındakini küçük düşürmek için söylenen sözlerdir. Bazı kibir alametleri ise münazaralarda daima üstün gelme çabasıdır. Toplantı yerlerinde süslenme, münazara ve cedelde üstün gelmek için kafiyeli konuşma, dinleyicilerin hayranlığını celbetme çabasıdır. İşte böyle ilim ve amel ile üstünlük taslamak; kibir ahlakı, kibrin eseri ve meyveleridir. Bunların hepsinden veya bir kısmından kurtulabilen var mıdır? Kendisinde kibrin bu dallarından birinin bulunduğunu ve Rasul-i Ekrem’in “Hardal tanesi kadar kibir, kalbinde bulunan kimse cennete giremez.” buyurduğunu bildikten sonra nasıl kendisinde üstünlük iddia eder? Üstünlük cehennemden kurtulanındır. Cehennemden kurtulan kimsede de kibir ve üstünlük iddiası bulunmaz. Allah’ım bu

elim halden bizi koru. İnsanların gelişen ve gelişecek olan hadiseler karşısındaki durumu ve bakış açısı nasıl olacak? Ayet-i celile bu ve benzeri konular için şöyle buyuruyor: “Kendilerine bir iyilik dokunsa bu Allah’tan derler, başlarına bir kötülük gelince de bu senden derler. Hepsi Allah’tandır de.” (Nisa, 78). Her şeyi yaratan Allah’tır. Her şey onun takdir ve kudretiyle var olur. Bir diğer ayeti celilede şöyle buyruluyor: “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 49). Her şeyi takdir eden ve yaratan Allah-u Teâlâ’nın kudreti karşısında kula düşen, acziyetini idrak edip kul olduğunu fark etmesi ve kul gibi düşünüp kul gibi hayatını idame ettirmesidir. Kul için en güzel hal budur. Allah’ım! Kibriyalık ve azamet senin şanındandır. Biz ise yarattığın aciz kullarız. Bizleri kibirden, gururdan, bencillikten, kulluğumuzu zaafa uğratacak her türlü halden muhafaza buyur. Amin… AĞUSTOS 2013 / 301

27


Kur’an İklimi

Selim Armağan

selim.armagan@ilkadimdergisi.net

“… Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, seyyiatımızı ört, bizleri iyilerle (ebrarlarla) beraber vefat ettir.” (Al-i İmran, 193)

R

Takva Sahiplerinin Dünyadaki İzleri

asulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ayeti kerimede geçen Birr nedir? Diye sorulunca “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz birr değildir. Fakat iyilik (Birr) Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere iman etmek, sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilencilere ve köle azad etmeye vermek ve namazı kılmak, zekâtı vermektir. Sözleştikleri zaman verdikleri sözü tam olarak yerine getirenler sıkıntı, hastalık ve savaşın şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar bunlardır. Ve takta sahibi olanlarda bunlardır.” (Bakara, 177) ayetini okumuş ve “Her kim, bu ayet ile amel ederse, imanını kemale erdirmiş olur.” buyurmuştur.

rindendir. Kişiyi Allah’a yaklaştıran hayırlı işler, iman, ibadet, ahlak, Allah’ın rahmeti, rızası, cenneti ve en doğru ve en güzel hayatı yaşamak anlamlarına gelir. Allah’a karşı saygılı olmak anlamına gelen takva kelimesi ile de paralel anlamlar ifade eder.

Ayeti kerime de iyilik diye tercüme ettiğimiz “birr”; Kuran’ın en kapsamlı kelimele-

- Kişinin iman edip şirkten korunması takvanın ilk basamağıdır.

28

DERGiSi

Bakara 177 deki “Birr” kelimesi gönüldeki imanın ve takvanın dışa vuruşu tavır ve davranışlara yansıması olarak karşımıza çıkar. Bu anlamıyla Birr ya da iyilik iman ile amelin ihsanla birleştiği ete kemiğe bürünmüş takvanın ta kendisi olur. Ebrar da içi dışı takva dolmuş her hal ve tavrında Allah hatırlanan elleriyle kollarıyla kalbiyle yaşayan Kur’an ahlaklı muttaki kişi olur. Takvanın da mertebeleri vardır. Bunları sırası ile şöyle sayabiliriz:

- Kişinin diğer insanlar başta olmak üzere çevresi ile ilişkileri sosyal takvasıdır. -Kişinin kendisi ile Allah arasındaki takvası üçüncü derecesi yani ihsan derecesidir. Birr; gerçek muttaki ile riyakârı ayırt edecek ilahi ölçütlerin görünür verisidir. Nasıl ki dünyada ağırlık ve uzunluk ölçüsü birimleri varsa kalpten ve imandan kaynaklanan takvanın manevi terazideki ölçeği de “birr” dir. Yani takva gizli değildir. Kalple sınırlı da değildir. “Allah kalbimize bakar sen benim kalbime bak benim kalbim tertemiz” işi hiç değildir. Küpün içinde ne varsa dışına o sızar. Âlemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz; “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” “Münafığın alameti üçtür; Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz ve emanet edince hıyanet eder.” gibi onlarca uyarısı ile bize gördüğümüz


şeylerde basiretimizi kullanmamızı istemiştir. Gördüğünü doğru algılayamayan körlerden olmayıp etrafımızdaki kişileri tanımaya yöneltmiştir. Bu anlamıyla ölçülü bakan Münafığı da görür, muttakiyi de görür. Yüce Rabbimizin Kur’an’da “Sadıklarla beraber olun” (Tevbe, 119) “Takvada ve ebrarlıkta (Allahtan sakınmakta ve iyilikte) yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” (Maide, 2) buyruğunu Müslümanların yerine getirebilmesi için bunların Kur’an’da ve Hadis’te tanıtılması gerekir. Muttakilerin bazı özellikleri vardır. İşte huzurunda durduğumuz bu ayeti kerime de bize muttakinin ölçütünü veriyor. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- ve diğer peygamberlerin görülen bilinen ve modellemesi istenilen özellikleri gibi. Bu vasıfları taşıyanlar muttaki ve ebrar kişilerdir. Taşımayanlar arkadaşlarına, yaşadığı çevreye, malını kazandığı ve harcadığı yere, yaptığı hareketlere ve düşünce tarzına bakarak kendisinin Kur’an’ın tanımladığı hangi sınıfa girdiğini değerlendirmelidir. Efendimiz, insanın öncelikle kalbine dikkat çekmiştir. “Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cese-

din tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” (Buhârî, Müslim) Kalp imanla doldurulmalı, söz ve davranışlarla da dışa vurulmalıdır.“Bir elime güneşi bir elime ayı koysanız da davamdan vaz geçmem.” diyen peygamberimiz gibi Müslüman olduğumuz dünyanın her yerinde şerefle haykırılmalıdır. Efendimizin özetleyip ana damarlarını belirlediği imanın 6 şartı muttaki kişinin hem iç âleminde yerleşmiş ve tezyin edilmiş olmalı hem de bu inancın savunulması dilinde olmalıdır. Dili ile imanını haykıramayanlar ya da “para ile imanın kimde olduğu belli olmaz” safsatasına inananlar muttaki olamazlar. Muttakiler tıpkı efendimiz gibi yapmalı; imanları ve ihlâsları gereği yanındaki köleleri fakirleri uzaklaştırmayıp onların kokularına, her türlü eksikliklerine katlanarak yaşamalıdır. Küfrün şatafatına, mü’minin açlığını ve ağız kokusunu tercih etmelidir. Yeni yepyeni bir toplum inşası için mü’minlerle, sadık ve salih kişilerle birlikte Allah’ın safında bir duruş ve haykırış sergilemeliler. Dışa vurulmayan takva sahtedir. Etrafa rahmeti ve bereketi saçan bahar yağmurlarının letafeti gibi kalbin hallerinin dışa vuruşu da içteki iman kuşunun çırpınışı gibi estetik olmalı, şefkat ve merhamet yağdırmalıdır.

Takva ya da “birr” başkasına emredilecek, öğütlenecek ya da vaaz edilecek bir şey değildir. Bilakis her mü’minin çalışıp didinip ulaşması gereken cennet yoludur. Zira kendimizi ebrarların yolundan alıkoyup ihmal etmek “İnsanlara birr’i emredersiniz de, kendinizi unutursunuz öyle mi? Üstelik kitabı da okuyorsunuz. Aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Bakara, 44) ilahi hitabında akılsızlık olarak değerlendirilir. “… Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah’tan korkmanızı (Takva sahibi olmanızı) emrettik…” (Nisa, 131) ayeti ve benzerleri takva sahibi olmanın bize namaz, oruç, hac ve zekât gibi diğer ümmetlerle beraber bütün fert ve toplumlara emredilmiş genel bir hedef olduğunu gösterir. Üstelik oruç gibi ne belirli bir zamanla kayıtlanmış nede gücü yeten tutsun, tutamayan fidye versin ya da hasta ve yolcular tutmaya bilir diye hafifletilmemiştir. “gücünüz yettiği kadar takvalı olun.” Fermanı en büyük hafifletme kabul edilmiştir. Ancak her zaman ve her durumda hastalıkta ve sağlıkta elimize, dilimize ve gönlümüze son ana kadar hep takva emredilmiştir. “Elbette muttakiler cennette ve pınarların başındadırlar…” Yüce Rabbimiz bizi dünyada da ahirette de onlarla et. AĞUSTOS 2013 / 301

29


Hadis İklimi Ahmet Ağmanvermez

a.agmanvermez@ilkadimdergisi.net

“Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise bunu asla başaramayacaktır. Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; ‘yarattıklarınızı diriltin bakalım’ denilecektir” (Buhârî, Libâs, 89, 97)

Hazreti Nuh -aleyhisselam-’ın Kavminin Helak Sebebleri ve İbretler

H

z . Â d e m -aleyhisselam-’dan sonra insan nesli çoğaldı. Yeryüzü imar edildi. İdris -aleyhisselam-’dan sonra da insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Sevip uydukları bu salih kimseler vefat ettiklerinde üzüldüler. Şeytan, sevdikleri bu salih kişileri hatırlatmak bahanesiyle onlara, bu kişilerin heykelini dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil, onlara tapınmamışlar, ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna, hayır ve şerrin sahibi olduklarına inanmaya başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar, Allah’tan başka ilâhlar edinerek, O’na şirk koşmaya başlamışlardı. Hz. Nûh -aleyhisselam-kavminin tapındığı putların her biri, zamanın salih âlimleri idi. Kur’an-ı Kerim’de zikredildiğine göre her birinin adı vardı: “...Ved, Suva, Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin” dediler (Nûh, 23).

30

DERGiSi

Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına ve Allah’a şirk koşmaya kötü bir çığır açılmasına sebep olmuşlardır. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ’nın azabına müstahak olmuşlardır. Nûh -aleyhisselam-, Adem -aleyhisselam-’dan yaklaşık bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teâlâ’ya şirk koşmaktan kaçınmışlardır. İbn Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet edilmektedir: “Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler.” (İbn Sa’d et-Tabakât, I, 42) buyrulmuştur. Yüce Allah Hazreti Nuh -aleyhisselam-’ı yaklaşık 50 yaşlarında, Kufe civarında peygamber olarak göndermişti. Hazreti Nuh -aleyhisselam-’ 950 yıl, nesiller boyu insanları, gecegündüz; açık- gizli; fert ve toplu olarak, bütün eziyet ve hakaretlere katlanarak davete devam etmişti. Ne zaman ki (Hud suresi 36. Ayette) artık iman etmeye-

cekleri bildirilince, (Nuh suresi 26.-28. ayetlerde) yeryüzünde kâfirlerden kimseyi bırakmaması konusunda beddua etmişti. Allah da O’na bir gemi yapmasını emretmiş ve bu gemiye müminlerle her cins hayvandan birer çift almasını söylemişti. Bundan sonra büyük bir tufanla sular her tarafı kaplamıştı. Gök suyunu indirdi, yer suyunu çıkardı. Ancak kâfirler ahmak oldukları için gelen felaketi fark edemediler. Onun öğütlerini dinlemediler, hatta onu alaya aldılar. 950 yıl boyunca inananların sayısı azami 40 veya 80 kişi idi. Oğlu Kenan ve eşi Vaile de kendine inanmamıştı. Eşi ve oğlu da dâhil, Nuh kavmi Allah’a ve Peygamberine isyan etmeleri, zulme, küfre ve günaha dalmaları sebebiyle tufanla helak oldular. Nuh kavminin helak edilmesinin nedeni Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır: “And olsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebut, 14). “Hataları


(küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar” (Nuh, 25). Nûh -aleyhisselam- onları, Allah’tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; “Kavminin ileri gelenleri: “Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz.” dediler. Hz. Nûh -aleyhisselammerhametle onlara; “Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?” dedi. (el-A’raf, 61-63) “Nûh’u yalanlamışlardı. Bunun üzerine Biz de onu ve onunla birlikte gemide olanları kurtarmış, âyetlerimizi yalanlayanları ise boğmuştuk. Zira onlar kör bir kavim idi.” (A’râf, 64) Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar gözünden akıllı oldukları, üstünlüğün malda ve makamda olduğunu zannettikleri için, Hz. Nûh -aleyhisselam-’ı ve inananları küçümsüyor ve onlarla bir arada bulunmayı kabul etmiyorlardı. Hz. Nûh -aleyhisselam-’ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Hz. Nûh -aleyhisselam-’a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar, hakaretler etmişlerdir. Her zaman ve mekânda hakkın karşısında duran, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele (ileri gelenler) Hz. Nûh -aleyhisselam-’ın da karşısına çıkmıştı. Kureyş’in ileri gelenlerinin Hz. Muham-

med (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e yaptıklarını andıran bir tarzda onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmişlerdi. Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, insanlardan Peygamber gönderilmesine şaşmışlar, gerçekleri görememişlerdir. Hz. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, peygamberin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik.” (Mü’minûn, 23-24). Hz. Nûh -aleyhisselam-, bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm’a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını gösteriyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor, söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: “Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz.” (Hûd, 38). Hz. Nûh -aleyhisselam-, kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah’a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: “Kardeşleri Nûh, onlara Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçi-

yim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum” (Şuara, 110, 135). Hz. Nuh -aleyhisselam-’ın kıssası diğer peygamberlerle benzer özellikler taşır. Peygamberi ve iman edenleri küçük görme, ahireti inkâr, güç ve makamlarını zulme vasıta yapma, dünyanın ebedi olduğunu zannetme, ahmaklığı ve küstahlığı alışkanlık haline getirme tarih boyunca kâfirlerin ortak özellikleri olmuştur. Bir Peygamber için yüzyıllar boyu davete devam ettiği halde inananların sayısının sınırlı olması, ev halkından eşi ve oğlunun da iman etmeyerek helak olması şüphesiz üzücü bir olaydır. İman etmedikten sonra ev halkı olmanın, kendi neslinden olmasının insanı azaptan ve helakten kurtaramayacağını da anlamış oluyoruz. Aradan yüzlerce yılda geçse iman edenler, sabredenler hep kazanmış, sonuçta inkârcılar bu dünyada da ahirette de hep kaybetmişlerdir. Allah iman edenleri hiç bir zaman yalnız ve yardımsız bırakmamıştır. Tebliğ ve davette usulüne uygun, Kuran ve Sünnet ölçülerine göre hareket etmeli, sayının önemli olmadığı, gevşemeden, üzülmeden, bıkmadan hep aynı heyecanla çalışmaya devam etmeliyiz. Çünkü bu din, bu dava Allah’ındır. Günümüz kâfirleri ve batılı müstekbir devletleri tarihte olduğu gibi Müslümanları yok edilmesi gereken, yaşama hakkı olmayan, hatta insan dahi saymayan bir anlayışla Müslüman coğrafyaları kan gölüne dönüştürmelerinin sebebini de burada aramak gerekiyor. Cenab-ı Hak biz Müslümanlara tevhid üzere birlik bütünlük versin. Amin. AĞUSTOS 2013 / 301

31


FIKIH

Mehmet Şentürk

mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

FİTRE VE FİDYE FİTRE Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı mala sâhip bulunan her Müslüman’ın vermesi vâcip olan mali bir ibadettir. Bu nisaba malik olan, ister çocuk olsun, ister deli olsun farketmez. Ramazanda bir özür sebebiyle oruç tutmayan, hasta, yolcu, ihtiyar ve lohusalara da fitre vermek vaciptir. Nisaba malik olan her Müslüman, hem kendisi, hem küçük yaştaki çocukları, hem de deli olan çocukları için fitre sadakası vermekle mükelleftir. Malı olan küçük çocuğun velisi, onun ve ona ait kölenin fitrelerini, çocuğun malından verir. Sadaka-i fıtır verirken niyet etmek gerekir. Ancak fakire Sadaka-i fıtr olduğunu söylemeye gerek yoktur. Sadaka-i fıtr öncelikle mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere göndermek mekruhtur. Gönderilecek olan kişiler akrabalarımızdan daha muhtaç kişilerse mekruh olmaz. Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekatı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtır’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar. 32

DERGiSi

Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip olmakla birlikte, Ramazan ayı içinde de verilebilir. Hatta fakirlerin bayram ihtiyaçlarını karşılamaları için, bayramdan önce verilmesi daha iyidir. Sadaka-i fıtır, zekat verilebilecek kimselere verilir. Zekat verilmesi caiz olmayan kişilere sadaka-i fıtır da verilemez. Aldıkları zekat ve fitreleri bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe suresinin 60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen vakıf, dernek, kurum ve yardımlaşma fonlarına zekat ve fitre verilebilir. Fitre orucun kabul olunmasına sebep olur, kabir azabından kurtulmaya ve kabir azabının hafiflemesine vesile olur. Ayrıca Ahiretin şiddet ve sıkıntılarından kurtulmaya veya hafiflemesine vesile olur ve sekarât-ı Mevt’te yardımcı olur. “Kulların sabaha kavuştuğu hiçbir gün yoktur ki, iki melek inip biri: ‘Allah’ım! İnfak eden kimsenin infak ettiği malın yerine daha iyisini ver.’ Öbürü: ‘Allah’ım! İnfak etmeyip elinde tutanın (cimrinin) malını telef et.’ demesinler.” (Buhari, Müslim) FİDYE Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların ve ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme umudu bu-

lunmayan hastaların tutamadıkları oruç için bunun yerine “her bir oruç için bir fakiri doyurma” şeklinde bulunan telâfi şekline fidye denir. Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi ramazanın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilirler. Tutulamayan oruçların fidyesi birçok yoksula verilebileceği gibi toplam tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf’a göre ise tek fidyenin birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür. Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmadığı için, başlangıçta yoksul doyumluğunun gıda maddesine çevrilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakası tutarına denktir. Bir fakir doyumluğunun, günümüzde, asgari geçim ve hayat standardı, asgari geçim endeksi gibi ekonomik verilerden hareketle bölgelere göre ayrı ayrı hesaplanması mümkün ve daha sağlıklı olmakla birlikte, hiç değilse, hesapta esas alınan buğday, arpa, hurma ve üzümün tekabül ettiği ortalama miktarın asgari tutar olarak açıklanıp, ötesinin mükelleflerin ortalama aylık veya yıllık geçim standartlarına göre ayarlamasına bırakılması daha uygun görünmektedir.


Ahmet Belada

ahmet.belada@ilkadimdergisi.net

tarihe yön verenler

İskilipli Atıf Hoca

A

tıf Hoca’nın babası Akkoyunlu aşiretine mensup, İmamoğlularından Mehmet Ali Ağa’dır. Annesi Nazlı Hanım Mekke-i Mükerreme’den göç eden Ben-i Hattap aşiretine mensup Arap Dede adıyla şöhret bulmuş bir şeyhin kızıdır. Bugün Bayat İlçesi sınırları içinde bulunan Tophan Köyünde doğdu. Henüz altı aylıkken öksüz kalan Atıf Hoca, dedesi tarafından büyütüldü. İlk derslerini köyündeki Hocalardan aldı. Daha sonra İstanbul’a giderek medreseye devam etti. Müderrislik unvanını aldıktan sonra Fatih Camiinde ders okutmaya başladı. Ardından Kabataş Lisesinde Arapça dersine girdi. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin başkanlığında kurulan “Müderrisîn Cemiyeti”nin (Tealî İslam Cemiyeti) ikinci başkanlığına atandı. Cemiyet adına, Yunanlılar, işgal kuvvetleri ve Bolşevizm konusunda kampanyalar düzenleyerek, ha-

zırlanan beyannameye imza attı. Ayrıca toplumun bilinçlenmesi için Cemiyet adına birçok kitap neşrederek dağıtmıştır. Huzur derslerine devam eden Hoca, ‘Alemdar’ ve ‘Mah-

fil’ gibi dergi ve gazetelerde değişik konularda yazılar yazdı. 1924 yılında Maarif Vekâletinin (Milli Eğitim Bakanlığı) izniyle bastırdığı “Frank Mukallitliği ve Şapka” AĞUSTOS 2013 / 301

33


adlı risalesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 07.12.1925 tarihinde Giresun’a sevk edildi. Diğer yerlerdeki şapka muhalifleriyle bir ilişkisinin olup olmadığı araştırıldı. Herhangi bir suç bulunamadığı için tekrar İstanbul’a getirildi. Ama serbest bırakılmadı. MEKTUP VE HATIRA Bu esnada ricada bulunarak eşi ve çok sevdiği çocuklarına bir mektup yazar. Mektupta; “Bugün Karadeniz vapuruyla İstanbul’a getirildim. İstiklal mahkemesi heyeti de bizimle beraber İstanbul’a geldi. Giresun’da vuku bulan bir hadisede kitap dolayısıyla beni de alakadar zannettiler. Bilahare alakamın olmadığı tebeyyün eyledi. Orada olan su-i zandan halas oldum. İnşallah burada da halas olurum da yakında kavuşuruz. Bizim talebeden Hamdi Efendi vasıtasıyla size bir sepet elma gönderdim. Lehülhamd sıhhat ve afiyet yerindedir. İnşallah cümleniz de iyisinizdir. Tabi polis Müdüriyetine sevk olundu. Orda yolarsınız. Kızım Melahat merak etmesin. Mektebe devam ve işine dikkat etsin! Semih oğlan ne yapıyor. Yaramazlık devam ediyor mu? Mektebine devam etsin. Dersini güzel güzel okusun! İnşallah yakında gelip onu dinleyeceğim. Baki sıhhat ve selametinizi temenni eylerim.” Atıf Hoca’nın mektubunda, 34

DERGiSi

‘Giresun’da vukua gelen bir hadise’ diye işaret ettiği, suçlandırılmasında esas tutulan bahane şudur; Giresun’da garip ve muavenesiz bir adam, sokak ortasında avaz avaz bağırarak şapka giymeyeceğini ilan ediyor. Polisler adamı yakalayıp sorguya çekiyorlar: “Niçin giymez mişin şapkayı?” Adam tertip icabı, rolünü şu cevabı vererek oynuyor: “İstanbul’da yüksek din âlimlerinden Atıf Hocayla mektuplaştım. Bana cevap olarak şeriatın şapka giyilmesine müsaade etmediğini ve bu fiilin din gözüyle küfür olduğu cevabını verdi. Ben de bunun üzerine şapka giymemeye karar verdim!...” Oradaki mahkeme, tertiplerin bu kadar adisine kıymet vermiyor. Garip ve muvazenesiz insan, Atıf Hoca’nın kendisine yazdığını iddia ettiği mektubu çıkarıp göstermiyor. Mektubu kaybettiğini söylüyor. Atıf hoca da hâkimlere: “Ben bu adamın yüzünü rüyamda bile görmedim. Kendisinden ne böyle bir mektup aldım, ne de kimseye böyle bir mektup yazdım…” der. Kurtkuzu misalinde olduğu gibi. Yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli eseri, çıkan şapka kanunundan bir buçuk yıl önce neşredilmiştir. Üstelik Maarif Vekâletinden izin alına-

rak… Giresun’dan İstanbul’a getirilen Hoca, tekrar Ankara’ya gönderildi. Ankara’da Türkiye’nin muhtelif yerlerinden gelen ve şapka kanununa muhalefetten yargılanacak birçok insan da var. Atıf Hoca’nın yargılanması esnasında hâkim: “Bu eseri bastırmadan evvel kimseye gösterdiniz mi?” deyince hoca: “Bu suale bilhassa evet demek isterim. Hem de şuna buna değil, resmi makamlara gösterdim. Eserden sekiz kopya ettim ve bunlardan ikişer nüshasını İstanbul Maarif Müdürlüğüyle Matbuat Umum Müdürlüğüne gönderdim. Okudular tetkik ettiler ve sonunda beni tebrik ederek; ‘Hoca Efendi, çok nazik ve mühim bir mevzuata el atmışsın, emeklerin kutlu olsun. Seni takdir ve tebrik ederiz’ dediler. Usul icabı olarak da eserin resmi neşir müsaadesini verdiler.” der. Diğer sorgulananlara da Atıf Hoca’yı tanıyıp tanımadıklarını, kitabını satıp satmadıklarını sormak suretiyle hem kendilerini şapka kanununa karşı çıktıklarını ispata, hem de Atıf Hoca’yı suçlu göstermelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Aslında masum oldukları malum olmakla beraber mahkeme reisi Kılıç Ali çoktan kararını vermiş; İDAM…


1926 yılında tekrar yargılandı. Savcının üç yıl kürek çekme cezası istemesine rağmen, mahkeme heyeti idama mahkûm etti. 04 Şubat 1926 tarihinde Ankara’daki eski meclis binası yakınındaki Karaoğlan Çarşısında idam edildi. ESERLERİ Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli eserinin dışında başlıca kitapları şunlardır: Mirat’ül-İslam Aynası)

(İslam’ın

İslam Yolu İslam Çığırı Din-i İslam’da Müskirat Nazar-ı Şeriatta Kuvay-ı Berriye ve Bahriye Tesettürü Nisvan Muayenetüt- Talebe (Talebe Ölçüleri) ŞAPKA KANUNU TEKLİFİ Şeyh Said’in idamından yaklaşık beş ay sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Şapka İktisası” ismiyle şapka giymeyi mecburi kılan bir kanun getiriliyor! Teklifi DP (Demokrat Parti)’nin kurucularından Refik Koraltan’ın başkanlığında bir heyet verdi. Ahmet Ağaoğlu, İlyas Sami, Hoca Rasih Efendi, Şükrü Kaya

ve Necati Bey’ler, kanun teklifinin Mecliste görüşülmesi esnasında Bursa Milletvekili Nureddin Paşa’nın dışında kanun teklifinin aleyhinde hiç görüş beyan eden olmamıştır. Onu da fikren susturma yerine yukarda saydığım isimler üstüne yürüyerek linç etmek istemişler. Netice malum, kanun çıkıyor. Çıkmış olan kanuna göre; “TBMM üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve Müslümanlar, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar.” Kanundan sonra; Erzurum’da 33 ölüm, Rize’de 8 idam, Sivas’ta 32 mahkûm, Maraş’ta da 63 kişi tevkif edilir... SAYGI VE İNSAF Geçenlerde yerel bir sitede bir siyasi parti ve aynı zamanda cemaat lideri olarak bilinen kişinin, İskilipli Atıf Hoca hakkında uygunsuz beyanını okudum. Şaşırdığımı söyleyemem ama bir insanın bu kadar sıradanlaşacağını da düşünemezdim. Bir defa Atıf Hoca ölmüş birisidir. Peygamberimiz; “Ölülerinizi hayırla anın” buyuruyor. Atıf Hoca ki, hayatını İslam ve Vatan’ın korunmasına adayan

biridir. Böyle bir insan hakkında hoş olmayan beyanda bulunmak en azından terbiyesizliktir. Onunla ilgili söylenenleri de hezeyan olarak kabul ediyorum. Tarihte birilerine yaranmak, makam mevki sahibi olmak için dinini satanlar hep olmuştur. Elbette günümüzde de olabilir! Büyük Âlim ve Mutasavvıf Ekber ve Cihangir Şah’a karşı şanlı şerefli İslam mücadelesini verirken, dinini ve dünyasına satan Mahdumu Mülk isimli âlim taslağı kişi de hükümdarların yaptıklarının doğru olduğunu söyleyerek, zımnen İmam Rabbaniyi suçlamaktaydı… Allah ayaklarımızı kaydırmasın. İsmi geçen kişinin de bu konuda dikkat etmesi gerekir diye düşünüyorum... İnsanlar kimi sevip, kimin peşinden gideceğinin kararını iyi vermeliler. İlerdeki pişmanlık fayda vermez. Allah doğruyu görüp ona göre yaşamayı hepimize nasip etsin.

KAYNAKLAR 1- TDV İslam Ansiklopedisi, c. 22 2- Son Devrin Din Mazlumları, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu, İst. 1979

AĞUSTOS 2013 / 301

35


Fatih Yılmaz

fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

B

Teslimiyet-2

ir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah’a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden... Daha sonra rüzgârdan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden artakalan konserve, pusula vs. gibi eşyaları bu kulübeye koydu. Günler hep aynı geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman göğe doğru yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. -”Allah’ım, bunu bana nasıl yapabildin?” diye feryat etti.

36

DERGiSi

geçmiş zaman olur ki

O geceyi üzüntü ve keder içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde Allah’ın bu olayı başına getirmesinden dolayı sitemler etti. Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı. Onu kurtarmaya geliyorlardı. -”Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu bitkin adam, kendisini kurtaranlara. Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: “Dumanla verdiğin işareti gördük!” dediler. Teslim olduktan sonra niyeti bozmamak lazım. Şüpheden kaçınmak gerekir. Eğer bu adam önceki niyetine devam etseydi, kulübesi yandığında dahi teslimiyetine devam etseydi, mükâfatı Allah katında arttıkça artacaktı. Ama adamın isyan etmesi, Allah’a tam teslim olmadığının göstergesidir. Kamil mü’min, Yaratan’a kul olduğunu bilir ve kulluk vazifesini eksiksiz yapmaya çalışır. Nasıl bir kul olması gerekiyorsa öylece kul olur. Dünyayı, bir lokma bir hırkadan ibaret görmediği gibi; ahirete de bu

dünyada yaşarken her zaman hazırlık yapar. Rasûlullah’ın diliyle; “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya; yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışır.” Aile efradına faydalı olup, çoluk çocuğunu İslam ahlakıyla yetiştirir. Onlara Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’an aşkını ve büyüklere saygılı olmayı öğretir. İlim sahibi olmaları için elinden gelen her şeyi yapmaya gayret eder ki, topluma yararlı olsunlar, faydalı olsunlar. Yalnız akraba, arkadaş ve komşuları ile değil bütün insanlarla iyi geçinir. Herkese merhamet ve şefkat gösterir. Şairin şu sözleri ne kadar manidardır: “Sen İslam’ı öyle yaşa ki akıllar dursun, Sen ona buna değil Rabbine kulsun!..” İslam’ı, ihlâslı, samimi ve candan yaşamalıyız. Doyasıya yaşadığımız gibi aile efradımıza da yaşatma gayreti içinde olmalıyız. Mutluluğu yakalamanın sırrı buradadır. İslam’dan başka her yol dalalete çıkar. Akılları durduracak şekilde teslim olmalıyız. Kınayanların kınamasına aldırmadan… Sa-


dece ve sadece Allah’ın rızasını gözeterek yaşamalıyız. O’ndan başkasına değil, sadece O’na kul olmalıyız. Gel geç sevdalardan vazgeçip ebedi kurtuluşa erebilmemiz için İslam’ı hayat düsturu edinmek zorundayız. Falanın, filanın keyfine göre hareket etmek insanı aldatır ve hüsrana götürür. Madem tüm egemenlik Allah’ındır; O’nun emirlerine boyun eğmeli, O’nun yolunu izlemeli ve ne kendi nefsinin egemenliğini ne de bir başkasının egemenliğini O’nun egemenliği üstünde tanımalıdır. Kur’an’a göre, dünyadaki karışıklık ve düzensizliğin ana kaynağı, insanın Allah’a ibadetten ayrılıp başkalarına ve nefsine kulluk etmesidir. Allah’ın yol gösterici hidayetini bırakıp ahlakî, içtimaî ve kültürel yapısını inşa etmesi için başkalarının kılavuzluğu altına girmesidir. Bu durum fesat ve ona bağlı diğer kargaşaları ve düzensizlikleri doğurduğu için, bunun, kökünden kazılıp atılmasını amaçlar. Kur’an, insanı kula kul olmaktan çıkarıp yalnızca Allah’a kul olmaya çağıran ve ona ebedi saadet bağışlamak için Allah tarafından indirilmiş bir hayat kaynağıdır. İnsan dünya hayatına huzur ve nizam içinde başlamıştır. Daha sonra bu huzur, günahkârların, kötülerin, kötü niyetli olan kimselerin delilik-

leri ve fitne fesatlarıyla bozulmuştur. Sonra Allah o fesadı, düzensizliği gidermek için peygamberler göndermiştir. Onlar insanlığı, ilk huzur ve düzen halini korumaya ve kargaşayı yaymaktan kaçınmaya davet etmişlerdir. Önce bir toplumda bazı bireyler bozulur. Eğer toplumun kollektif bilinci canlıysa, kamuoyu bunları bastırır ve toplum bütün olarak bozulmadan kurtulur. Fakat toplum, bozulmuş üyelerin gittiği yollara adeta onaylarcasına ve kendilerini istediklerini yapmada serbest bırakırsa, başlangıçta birkaç kişiyle sınırlı olan bozulma yavaş yavaş toplum içinde yayılır. Genelde insanlar “zaman bozuldu” derler. Bir anlamda suçu zamana yükleyip avunmak isterler. Gerçekte bozulan zaman değil, insanlardır. Tıpkı “mevki ve makamların saygınlığı, oralarda oturan insanların saygınlığı ve şerefine bağlı” olduğu gibi zamanı değerlendirenler de o zamanı kullananlar, o kesitte yaşayanlardır. Asr-ı saadette günler geceler ile zamanımızdaki günler geceler arasında gün ve gece olmak bakımından hiçbir fark yoktur. Ama söz konusu zamanlarda yaşayanlar açısından ise “Eyne’s-sera ve’s-Süreyya”, demekten öte ne söylenebilir? Onlar, yıldızlar gibidir hangisine tabii olursanız yolunuzu bulursunuz.

İslamiyet, Allah’ın yarattığı insanları, “Allah’a kul olma kişiliği”ne sahip kılan, bu sebeple de Müslümanların her yaptıklarını bilinçli olarak yapmalarını isteyen; eyyamcılığı, kör taklitçiliği ve “uydum kalabalığa” anlayışını asla tasvip etmeyen bir dindir. Teslimiyetçi ve tavizci tavırları, iradesizliği değil; kendi değerlerine sonuna kadar ve kendine has özellikleri içinde sahip çıkan soylu davranışları istemektedir. Daha kısa bir ifade ile Müslümanların İslamî kimliğine her halükârda sahip olmasını öngörmektedir. Bu yüzden de sömürgeci güçlerin ve çıkarcıların propaganda yaptığı gibi, “zaman sana uymazsa, sen zamana uy” kolaycılığını ve bukalemunluğunu asla benimsememekte; Müslümanlara, “hayata uyma”yı değil, “hayatlarını hakka uydurma”yı hedef olarak göstermektedir. Hadisimiz, işte bu temel tespit ve ilkenin belgelerinden biridir. Hakka teslimiyet ve Allah korkusuyla yanlış yollardan sakınanlar, Hakk düşmanlarıyla olan mücadelelerinde ilk elde başarısızlığa uğrasalar bile sonunda mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bu, İlâhî bir kanundur. Bu yüzden maruz kalınan sıkıntılara sabırla göğüs germeli, yolda karşılaşılan engellere sebatla direnmeli ve düşmanın geçici başarıları yüzünden asla direnci yitirmemelidir. AĞUSTOS 2013 / 301

37


Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

la havle Ceylanlar yaylada sekecek olsa, Ayılar, çakallar ininden çıkar… Ufukta bir şafak sökecek olsa, Çapulcu, olmayan dininden çıkar…

D

YOLUMUZA ÇIKMASINLAR...

oğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, bağrında nice güzellikleri barındıran mübarek Anadolu’nun her köşesi, her karış toprağı, vatan sevgisinin imandan olduğunu bilen her insan için ayrı bir değer taşır, ayrı bir mana ifade eder. Hele bahar gelince görmeli Anadolu’nun güzelliğini…Dört yöresinde dört mevsimi yaşarsınız… Şöyle bir inecek olsanız güney illerine doğru… Uzanan Torosların başında benek benek kar olur…Bağda üzüm, bahçelerde nar olur… Mevlâ su, hava, toprak, güneş, bereket olarak güzellik adına ne varsa bol bol lûtfetmiş elhamdülillah…Tabi güzel düşünen, güzel gören ve şükredenler için… Bu güzel Anadolu’muzun şirin bir ilçesidir Azdavay. Kastamonu İline bağlı… İlçe Kaymakamlığı tarafından bastırılan “Yürüyüş Parkurları” isimli rehberde; ilçenin tüm güzellikleri, yürüyüş için öneriler, parkurlar, ulaşım bilgileri gibi hususlar yer almış. Ayrıca bu bilgilerin dışında, ayı görüldüğünde yapılması gereken kurallara da yer verilmiş… Takdir edilecek bir durum. Elbette her mülki amir idaresi altındaki bölgede yaşayan insanların can ve mal güvenliğini düşünmeli ve bununla ilgili tedbirleri de almalıdır. 38

DERGiSi

Rehberin “Güvenlik Öğütleri” kısmında, yapılacak en iyi şeyin ayılarla karşılaşmaktan kaçınmak olduğu belirtiliyor… Sanki vatandaş ayı ile karşılaşmak için can atıyor da… Ayı bu… Pat diye aniden çıkar karşınıza… İyi de, bu güzelim memleketin neresinde, ne zaman hangi ayıyla karşılaşacağını garibim nereden bilsin ?... Kaymakamlık bu ihtimali göz önüne alarak şayet karşılaşılırsa, ayıyla başa çıkmak için 11 altın kural (!) koymuş rehbere.. Sağ olsunlar yine de…. Bizi düşünüp elimize böyle bir kitapçık vermişler. Vatandaş aniden ayıyla karşılaştığında, açıp okuyacak, kaçıncı kuralda ise ona göre hareket edecek herhalde !... Tabi rehberdeki bu kurallar manzumesini vatandaştan önce ayı okumadıysa… Malûm memlekette hep tavşana kaç, tazıya tut öğüdü verirlerde…. Sonra ayı bu… Nerede, ne zaman çıkacağı ne yapacağı belli olmaz ki… Memlekette bu zamana kadar hangi ayılar kurallara uydu ki, Azdavay’ın ayıları uysunlar… Her ne ise, biz yine de, büyüklerimizin bizi düşünerek koyduğu şu kurallara bir bakalım: 1. Ayı yakınınızda ise geriye dönün:

Ayıyı görünce geriye dönmek erkek adama yakışır mı hiç ?... Ayı da korktu sanacak düşecek peşine… Bence 10. Yıl Marşı’nı söyleye söyleye yoluna devam etmeli… Mutlaka ayıda gelip, ona yoldaş olacak ve böylece vatandaş tehlikeyi atlatacaktır. 2. Sakın koşmayın : Vatandaş oraya yürümeye gelmiş, koşmaya değil ki… Ayının elinde kronometre yoksa, onun koşup koşmayacağına kendisi değil, ayı karar verir… 3. Sakin ve bilinçli hareket edin : Hani adam demiş ya : “Sen ya sopa yememişsin, ya da sayı saymayı bilmiyorsun” diye… Bir sivrisinekten canı yanan adam, ayıyla karşılaşınca sakin olacak, bilinçli hareket edecek öyle mi? Peki Hişşttt… Ayılığın alemi yok, sakin ol, bilinçli hareket et dese, ayı itiraz eder mi ?... 4. Normal bir sesle ayıyla konuşun: Ne yani?... Biraz yüksek sesle konuşsa ayının teni mi üzülür ?... Kaymakam Bey; vatandaş ayıca bilmiyorsa, ayıyla nasıl konuşsun söyler misin ?... O dar vakitte gidip tercüman mı çağıracak ?... Sonra ayı bir de üç-beş dil biliyorsa, gayri karşısında kasılırda kasılır. Gel de anlat derdini… Ayıların kültürlüsü de bir başka olur bizim memlekette! Ne halden anlarlar, ne işaret dilinden…


5. Gezi sırasında ayı spreyi bulundurun : Baş üstüne efendim, emriniz olur! Azdavay’ın ayıları ne zamandan beri sprey kullanıyorlar?... Cahilliğimizi bağışlayın, serde köylülük var işte… Spreyin yanında jel, allık, pudra, cımbız, duvar aynası da bulunduralım mı?... Taksim’de, Gezi Parkı’nda, Kızılay’da ve memleketin muhtelif yerlerinde belinleyen anaç ve yavru ayılar su ile, biber gazı ile iktifa ederken, Azdavay ayılarının sprey talep etmesi biraz ayıp olmuyor mu ?... 6. Yürüyüşe gruplar halinde çıkın : Vatandaşta yürüyüşe gruplar halinde çıksa işin sonu daha da kötü olacak… Elin boklu düğününe beleş davul çalan bir sürü puşt dolaşıyor ortalıkta… Medya Plaza’nın kemik kemirip, postal yalayan çapulcu silahşörleri, sürekli ateş açıyor halkın üzerine… Nasıl olsa dâhili ve harici destek kıt’alarından sevkiyat devam ediyor… Bunu bildikleri için ayılarda gruplar halinde çıkıyor yürüyüşü görmüyor musunuz ?... 7. Ayının yol değiştirmesini bekleyin: Ayının yol değiştirmesini beklemek; ormandaki çakalların, sırtlanların, kurtların da gelmesini beklemek demektir. Savunmasız bir insanı gören ayının yolunu değiştirdiğine şahit olan var mı hayatta ?... 8. Size saldırırsa ölü taklidi yapın… Saygı değer böyüklerimiz (!) bize hep taklitçiliği tavsiye ederler… Bir gün de: “Uyanın…

Kendinize gelin… Kim olduğunuzu hatırlayın… Mukaddes Kitabınızı iyi okuyun… Kullara kul olmayın… Hiçbir zalimin karşısında Hakk’ı haykırmaktan çekinmeyin… Güçlünün ve zulmün yanında değil, zayıfın, mağdurun ve mazlumun yanında olun… Taklit ruhu öldürür, taklitçilikten sakının… Gölgede duranın gölgesi olmaz... Güneş altında durun gölgeniz, konuşurken elinizde belgeniz olsun… Tarih şuuruna sahip olun… Dostunuzu düşmanınızı iyi tanıyın… Maskesiz gezin hayatta… Ama yere, zamana, mekâna göre sürekli maskeyle dolaşan tek dünyalı, ikiyüzlü sahtekârların da maskesini düşürün…” diyen olmaz nedense… Şimdi de ölü taklidi yapacakmışız! Niçin daha diri, daha canlı, daha cesur olmayı tercih etmiyor da ölü taklidi yapmayı önümüze bir kural olarak koyuyorsunuz… Yerli ve yabancı bütün ayılara ve tüm zehirli haşerata, bu cüreti veren bu taklit hastalığı değil midir ?... 9. Sizi ters döndüremeyeceği bir pozisyonda yatın: Yıllarca bize kendi cellâtlarımızı alkışlattınız şuursuzca… Milletin kıblesini ters çevirdiniz… Şimdi de ayının ters döndüremeyeceği bir pozisyonda yatmamızı mı tavsiye ediyorsunuz ?... Yani asla ne pahasına olursa olsun ayağa kalkmayı düşünmeyelim… Biz uygun pozisyonda yatmaya devam ederken karşılaştığımız Azdavay ayısı da başımızda tam tekmil 7 gün 24 saat nöbet tutsun öyle mi? Nöbet sırası hiç vatandaşa gelmeyecek mi? 10. Arabanıza sığının… Yoksa ağaca tırmanın :

Baştan tedbirimizi alsak da, Allah’a sığınsak olmaz mı Kaymakam Bey !… Arabaya sığınmak ne ifade edecek ?... Ayılar bırak araba sürmeyi milletin üzerine balans ayarı yapılmış tank bile sürüyorlar… Ağaca tırmanmak ne işe yarar balta ayının elinde olduktan sonra ?... 11. Saldırıda yenilgiyi asla kabul etmeyin : Yenilgi de kabul edilecek bir şey mi Kaymakam Bey ? Asla kabul etmeyiz… Ayı da kim oluyor… Bir Türk dünyaya bedeldir… Çıııktık aaaçıııkkk aaalınlaaa, / Ooon yılda her savaştaaan, Ooon yılda onbeş milyon, / Genç yaraaattık her yaştaaan…. Türke durmak yaraşmaaaz, Türk öndeee Türk ileriii…

/

Sayın Kaymakam Bey, aklıma geldi, sormadan edemeyeceğim. Merakımı bağışlayın. Vatandaşın yoluna çıkmamaları için, ayılara hiçbir tavsiyeniz yok mu sizin? Ne olur yani tek bir kural da onlar için koysaydınız? Bu 11 altın kuralı koyarken, Vali Bey’in de görüşlerini aldınız mı ? Ne dediniz? Vali Bey’de onayladı mı? Eh ne diyelim… Emir demiri keser… Sağ olsun büyüklerimiz.. Her şeyin en iyisini bilirler… Yüreklerimize hüzün yağmurları yağarken, buruk da olsa, derdi olan bütün Müslümanların Mübarek Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyorum. Tüm kelplerin yal bayramı, ayılarında bal bayramı kutlu olsun kendilerine… AĞUSTOS 2013 / 301

39


İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

B

soz meydanı

BAYRAM ve EFENDİMİZİN BAYRAMLARI

ayram neşedir, sevinçtir, mutluluktur. Rabbimizin biz kullarına hediyesidir. Onun için tuttuğumuz ramazan orucunun karşılığı olarak bu dünyada bize bir hediyesidir. Birey ve toplum olarak şer’î ölçülere uygun eğlenmenin gereğine inanan Efendimiz Medine’ye hicret ettikten sonra, Medinelilerin yılda iki bayram kutladıklarını görüp “Allah size o iki bayram günlerine bedel olarak daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur.” demişlerdir. Onun nasıl karşılanacağını, nasıl yaşanacağını ise Allah Rasulü (sallallahu alayhi ve sellem) hem sözlü (kavlî) hem de davranış (fiilî) olarak bize göstermiştir. Allah ve Rasulü’nün bize verdiklerini, kimse şu veya bu sebeplerle almaya çalışmasın. Orucu oruç gibi tuttuysak bayramı da bayram gibi yaşayalım. “Bayramsa bayramınız mübarek olsun.” Evet, orucunuzu tamamlayınca Allah bize bayram yapın demiştir. Yani o gün bayramdır ve o bayram özelliklerine göre yaşanmalıdır. Hacı Bayram Velî’nin mısralarındaki bayrama ve şükrüne bakın. Bayramın imdi, bayramım imdi Bayram ederler yâr ile şimdi Hamd u senâlar, hamd u senâlar Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm Peki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bayramları nasıl yaşamış nasıl kutlamıştır? Efendimiz (sallallahu aleyhi 40

..

DERGiSi

ve sellem) bayram gecesini ibadet ederek geçirirdi. “Kim bayram geceleri kalkıp karşılığını Allah’tan bekleyerek namaz kılar, geceyi ihyâ ederse, kalplerin öldüğü o günde kalbi ölmez.” O, temizlenmek ve bayramı bayram gibi karşılama imkanı olmayan yoksulların bayramda sevinmeleri ve yiyecek, giyecek temin etmeleri için fıtır sadakasını emrederdi. Kendisi bayramdan bir iki gün önce fıtır sadakası verirdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) küçük büyük, hür köle herkese fıtır sakası vermiştir. Sahabelerini de bu konuda teşvik etmiştir. Zeyd bin Sâbit’e “Ey Zeyd! Verecek bir şeyin yoksa bir parça ip ile dahi olsa halkla birlikte fıtır sadakasını ver!” diye tavsiyede bulunmuştur. Sadece dini değil sosyal yönden de ayrı bir değer ve yeri olan bayramlar asr-ı saadette ayrı bir coşkuyla kutlanmıştır. Şu anda Baki Mezarlığı ve Bulut Camisinin ( Mescid-i Gubar) bulunduğu yere (çok geniş bir alan) bütün Müslümanların toplanmasını istemiştir. Kadın erkek çocuk ihtiyar herkesin çağrılmasını istemiştir. Kendisine dışarı elbisesi olmayan kadınlar (demek ki böylesi kadınlar var) nasıl gelsinler diye sorulunca “arkadaşının elbisesini alsın” buyurur. Bu davet hem bayram namazı hem de bayram kutlamaları içindir. İlk bayram namazı hicretin ikinci yılında yukarda belirttiğimiz açık alanda kılınmıştır. Bu namaza ka-

dınlar genç kızlar da dâhil olmak üzere herkes katılmıştır. Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bayram (Ramazan) namazı öncesi birkaç hurma yediği ve bu âdeti sebebiyle bayramlarda tatlı yemek ve ikram etme sünnetinin çıktığı zannedilmektedir. Bu adet bir nevi sünnet olarak anlaşılmıştır. Nitekim Tabiin döneminde un tereyağı bal ve hurma ezmesinden tatlının yapıldığı bilinmektedir. Yine 990 yılında Bağdat’ta bir bayram kutlamasında 150 m’lik bayram sofrasında tatlılar sunulduğu rivayeti vardır. Asr-ı saadette halk, sabah namazını mescitlerde kılar, akabinde önceden temizlenerek hazır hale getirilen musallâ (namazgâh) denilen genişçe bir alanda toplanırdı. Efendimizin kızları ve hanımları da musallâya giderdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bayram namazına gitmeden önce gusleder ve en güzel elbisesini giyerdi. Bayram namazı kıldırma yerine (musalla) giderken ve dönerken farklı yolları kullanması da bir sünnet olarak algılanmıştır. Böylece birçok kişiyle bayramlaşmış, çok sayıda kişinin de bayramlaşması sağlanmış oluyordu. Namaz yerine gelince önce iki rekat bayram namazı kıldırmış, sonra da ayakta cemaate dönerek hutbe okumuştur. Hutbelerine Allah’a hamd ederek başlar ve bayram hutbelerinde tekbiri çok


NOT: Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “ Kültür ve Sanat Sayfası” olan “ SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. Bekliyorum. ibrahim.ciftci@hotmail.com

NE KALDI? Şu dereler aktı da Yatağında ne kaldı? Kuş ağaçtan kalktı da Budağında ne kaldı? Profesör câhil gibi, Talebesi kâtil gibi, Zengini de sâil gibi, Şu çağında ne kaldı? getirirdi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında kadınlarla birlikte çocuklar da bayram namazına katılmışlardır. Özürlü hallerinde bile, bayram namazı kılınan yere gidip, arka saflarda yer alarak, hutbeyi dinlemişler ve yapılan dualara âmin demişlerdir. Onlar bayram gününün bereketini ve günahlardan arınmayı ümit etmişlerdir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) daha sonra arka saflarda bulunan bu kadınların tarafına giderek onlara da nasihatler de bulunmuştur. Çocuklara iltifat etmiş, şakalaşmış ve hediyeler vermiştir. Günümüzde çocuklara el öpmeleri ve bayram kutlamalarının karşılığı olarak para, şeker, sakız, balon gibi hediye vermenin de bir sünnet olduğu görülüyor. Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) komşu dost ve arkadaşlarıyla, her zaman görüştüğü gibi bayramlarda da onları evlerinde ziyarete gittiği, ikramlarını kabul ettiği ve kendisinin de misafirlerine ikramda bulunduğu bilinen sünnetleridir. Bayramları mutluluk ve sevinç olarak gören Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) o günlerin hep beraber ve büyük bir coşkuyla kutlanmasını istemiştir. Mescidi Nebevi’de Habeşlilerin oynadığı mızrak kalkan oyunlarını hanımı Hz. Ayşe

ile birlikte seyrettiğini görüyoruz. (Bu adet Medine-i Münevvere’de halen devam etmektedir. Bayramlarda zenci mücavirlerin çocukları, gençleri tertemiz elbiselerini giyiyorlar, bisikletlerini süsleyip kornalarını çalarak ve çeşitli akrobasi hareketleri yapıyorlar sokaklarda geziyorlar. Yine danslı ışıklı gösteri yapıyorlar. Bu eğlencelerini herkes mahalle aralarındaki meydanlarda seyretme imkânı buluyor.) Hz. Ömer’in müdahalesini de doğru bulmadığı bilinmektedir. Hz. Ayşe’nin câriyelerinin def çalıp oynamalarına ve onun seyretmesine müsaade etmiştir (Kendisi seyretmemiş başına yorganı çekip yatmıştır. Tabii bunlar da esas olan Allah’ın dinine aykırı olmayan ve haramı içermeyen bir eğlencedir. Yoksa cahiliyye dönemi kalıntısı ve harama kaçan bazı kutlamalara karşı çıktığı o tür istekleri reddettiği bilinmektedir. Evet, Allah ve Rasulü bize orucunuzu tamamlayınca bayram yapın demiştir. Yani o gün bayramdır ve o bayram özelliklerine göre yaşanmalıdır. Bu bayramları dinden veya dini olmayan sebeplerle bayram özelliğinden uzaklaştırmayalım. Bırakın da Müslümanlar yılda iki kere bayramını bayram olarak sevinçle coşkuyla kutlasın yaşasın. İ.Ç.

Tok, yatağa kurulur. Zulme çanak tutulur. Afrikalı aç uyur, Tabağında ne kaldı? Kız, erkekle yatandı, Bilmem neyden utandı? Evlenmeden boşandı, Yatağında ne kaldı? Zibidiyi eş ettin, Nasihati boş ettin, Hayatını hoş ettin, Kulağında ne kaldı? Ana, ata devirdin, Divaneye çevirdin, Evladında hani din? Kan bağında ne kaldı? Yazdın yazdın han oldu, Bir ömürdü “an” oldu, Kitaplar harman oldu, Orağında ne kaldı? Kur’an kefen önünde, Ölü sanki düğünde, Şu dünyayı öptün de Dudağında ne kaldı? Vücudun da fit’ti de, Dünya yolu bitti de, Nesbel göçüp gitti de Dimağında ne kaldı? NESBEL AĞUSTOS 2013 / 301

41


Mükremin Çelik

haber - iktibas

ŞEYTAN ADEMOĞLUNU YİNE AĞAÇLA ALDATTI

U

lusalcılar, DHKP-C ciler, kapitalistler, antikapitalistler, söyleyenler, müftü karısıyım (!) diyenler, konsoloslukta yatanlar, söylenenler, vs, vs, hep birlikte vaktiyle kunta kinte saydıkları bir grubun ümüğünü daha fazla sıkmak özgürlüğünden mahrum kalmanın verdiği acıyla; duran, düşen, bağıran, yakan, yıkan her türlü adam olabildiler. Hele tweetleriyle Başbakana hakaret ederek özgür-leştiğini zanneden bir tuhaf vakalar. Suriye’deki olay ve görüntüleri tweet dolaplarıyla Türkiye’ye kopyala yapıştır yapanlar. Hele ki şecaat arz edeyim derken, sirkatin söyleyen uluslararası televizyon kanalları… Kazlıçeş-

42

DERGiSi

meyle Taksimi karıştıran uydu yayını yapan coğrafya bilmezler. Ağaç koruma fahri görevlisiyken, birden bire kaldırım taşı sökme memuru olanlar. Taş sökerken birdenbire milletin ortak malı olan, otobüsleri yakanlar… Bir gün acep annesini ya da kardeşini belki de kendisini taşıyacağını düşünmeden ambulans yakanlar. Onlara destek veren Müslüman değil de antikapitalist Müslüman olanlar, ağaçla aldandılar. Fabrika ayarları bozulan bir güruh, başörtülülere saldırıp özgür kalmaya çalıştı. Özgürlük dediler. Camiye geldiler gelmesine de evlerindeki ayakkabı kültürüyle camiye geldiler. Otobüsleri, dükkânları, ambulansları, özel araçları yaktıkça

özgür-leş-tiler. Özgürlük istediler ağaçlar için. Beyaz Türklerin “çiçek çocuklar” üzerinden yürüttükleri bu kalkışma “mesele gezi parkı olayı değil arkadaş. Sen hala anlamadın mı? Hadi gel.” Diye gönderilen davetiyeyle deşifre oldu. Sandıktan ümit kesenler olayları Türk Baharı diye yut-


turmaya çalıştı. “İsteriz” dediler. “Ne istersiniz” dendi. Sıraladılar. “Biir köprü istemeyiz. İkii havaalanı istemeyiiz, üüüç kanal istemeyiiiz dört nükleer enerji istemeyiiiiz.” “İyi de ne istersiniz?” dedik, istemediklerinizi söylediniz dendi. Öyle ya kısıtlanan hiçbir şey yoktu. Rahat rahat yiyorlar, içiyorlar… Ne isteyeceklerdi ki? Sadece ülkenin zencilerinin rahatlamalarını hazmedemiyorlardı. Bir deneme yaptılar şimdilik tutmadı fakat pes etmeyecekleri malumdur. Başbakanın “dostu düşmanı bildik” ifadesi umulur ki yankısını bulur. Dış mihrakların nasıl bir oyun tezgâhlayıp içerideki bilinçli, bilinçsiz gezi zekâlıları kullandıkları hususuyla ilgili olarak Takvim gazetesinin 12 Haziran 2013 Çarşamba günü Ergün Diler’in “O Tim İmha Edildi.” adlı yazısı calibi dikkattir. Suriye tarafından 100 kişilik bir timin ağır silahlarla sınıra gelmesi Türk askerinin ve MİT’in dikkatinden kaçmadı. 100 kişilik özel bir tim yok edildi. Eğer saldırı gerçekleşseydi inanılmaz şeyler olacaktı. Yazının ta-

mamını okumanız önerilir. Öte yandan aynı anda Brezilya da benzer şeyler oluyordu. Brezilya dışişleri bakanının “Biz Türkiye’den farklıyız neden bize bunu yapıyorsunuz?” açıklaması doğrusu çok manidardı. Üstelik Brezilya hükümeti otobüs zamları bahanesiyle sokağa dökülenlere zam geri alındı vaadini yeniliyor ve zammı geri alıyordu. Olaylarsa devam ediyordu. Meğer Brezilya da IMF’ ye olan borçlarını geçtiğimiz mayıs ayında bitirmekle suçun en büyüklerinden birini işlemişti. Oyunu Türkiye de şimdilik tutturamadılar fakat Mısır’da Tahrir Meydanını doldurup gayri meşru bir ortam doğurdular. Bu gayri meşruluk Cumhurbaşkanı Mursi’nin şiddete başvurmaksızın direnin çağrısıyla milyonların Adeviye Meydanı başta olmak üzere sokaklara çıkmasına yol açtı. Fakat gösterilerde yakan yıkan bir toplu-

luk yok. Sataşan küfür eden bir topluluk yok. Namaz sırasında 53 şehit veren buna rağmen galeyana kapılan bir topluluk yok. Dua var, vakar var, hak arayışı var. Vaktiyle Erbakan’a yapılanlarla Mursi’ye yapılanlar nasıl da benzeşiyor. Erbakan’ın talebelerinin başarılarına bugün bütün dünya şaşıyor. Mursi ile başlayan süreç de farklı olmayacaktır. Mursi’den sonra gelecek gençler bu tecrübeleri yaşamış gençler olacak. Ortadoğu merkezli oynanan oyunlarda her tür bel altı vuruşlara rağmen Müslümanların daha da güçlenerek geldikleri herkesin malumudur. Vaktiyle Bediüzzaman hazretlerinin söylediği gibi herkes eğitim alıyor. “...Mısır, İslam’ın zeki bir evladıdır. İngiliz mektebinde eğitim alıyor, Türkistan ve Kafkasya İslam’ın cengâver İki evladıdır. Rus askeri mekteplerinde eğitim alıyor. Bir gün diplomalar alınacak ve En gür seda İslam’ın olacaktır.” AĞUSTOS 2013 / 301

43


genç bakış

Mehmet Erturan

erturanmehmet@hotmail.com

Ozon Tabakası Delinmedi Kalbimizde Yaşıyor

Ü

mitlerini ve yarından ibaret olan geleceğini aylak cüzdanlarına teşrif edecek olan aylıklara göre ayarlayanlar karşısında fedakârane bir tavır olarak gelin, günü güne katalım ve bir günlük ya da not defteri tutalım. Günlüğümüz vaktimizi söndürdüğümüz bir küllük değil, her satırında felaha erdiğimiz bir kulluk metni 44

DERGiSi

olsun. Kurşungeçirmez kalemimizle, dağların omuzlamaktan çekindiklerini temize çekelim. Davranışlarına nebevî ölçülere göre ayar verme konusunda kılını kıpırdatmayan ayarsızlara, fabrika ayarlarına dönebilmelerini sağlayabilmek adına umutlu cümlecikler kuralım. Bunların cümlesinin cebine, ‘Hiç akletmez misiniz?’ derkenarını koyduğumuz iyi niyet fişlerimi-

zi, bahşiş verir edasında değil de bir gönüllü ve dertli mütevaziliğinde sıkıştıralım. Müslümanlığımızın şuur senfonisindeki gül kokulu notaları yazarken elimizde tuttuğumuz şeyin ‘kalem’ olduğunu ve bu mübarek eşya hakkında kulluk dershanemizin yegâne ders kitabı olan Kur’ân’da bir sure bulunduğunu hep hatırda tutalım. Ayetlerimizi unutma-


yalım ki, rahmetin kapsama alanı dışına çıkıp da kendimizi, ‘aradığınız kula şu anda ulaşılamıyor’ durumunda bırakmayalım. Malum surenin “Kaleme ve onunla yazılanlara and olsun.” diye yemin edilerek başladığını kendi adımızı unutsak bile unutmayalım. Kalem tutmaya nazlanan elimiz ve buna mâni güya meşguliyetlerimiz karşısında “O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak, 4) ifadesiyle şarj edilen yumruklar atalım. İlahî cümle sancaklarını üşengeçliğimizin burçlarında feyz ve ilhamla dalgalandıralım. “Her eylem yeniden diriltir bizi” fermanından kaleme de vazife çıkartalım. Günlük hayatın aksayan yanlarında cemiyete dair geliştirdiğimiz ecza notlarına önce kendimiz inanalım. Önce biz, ilahî kelam karşısında kendimizden geçip, kendimize gelelim. Ardından en yakınımızdan başlamak kaydıyla başkalarını da kendinden geçerek kendine gelmeye davet edelim. Közleştirilmeye çalışılan özümüzden güç alabilme muradımızı yaşatabilmek ve değerlerimizi yaşanabilir kılmak adına kendi kelime ve kavramlarımızı çekinmeden kullanalım. “Başkası olma, kendin ol” mesajlı hareketlerimizi, berekete ulaştırabilmek ve tesirli kılabilmek

sancısıyla, düşüncelerimizi kendi kavramlarımızla ifade edebilme gayreti içerisine yine önce biz girelim. Yabancı kültürleri sinesinde barındıran sözcükleri öğrenelim ama mecbur kalmadıkça kullanmamaya ve dolayısıyla kendimizi de kullandırmamaya özen gösterelim. Günlüğümüzün dertli yapraklarını “Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.” denilen Rahman’ın has kullarının vasıflarıyla (bkz: Furkan, 63-74) donatalım. Tuttuğumuz notlarda adını hasret ve vuslatla anacaklarımıza müebbet muhabbetler beslerken, pabucu yarım adamlar hakkında, yalan söyleyen tarihi utandırırcasına bin bir hakikat haykıralım. “Ben bu iman uğruna çılgınlara dönmüşüm.” diyerek serden geçen Osman Yüksel’i soluk soluğa, heyecanlar içinde analım. Güzel ahlâklı olabilme çabamızda önümüze engel koyanları ozona yatıralım. Yatacak yeri olmayan her sefili ozon tabakasının en ince noktasında İsrafil aleyhisselam’a emir gelene kadar tek ayaküstünde durduralım. İbret olsun diyerek Murat Menteş’ten yaptığımız alıntı ile yüzlerine iki çift laf savuralım; “Gökle bir olmayınca yerle bir oluyor insan…” Manayı derinleştirebilmek ve anlamın üzeri-

ne bolca kafa yorulması gerektiğini hatırlatmak adına bu gibi istikamet veresice cümlelerin peşine üç nokta koyalım. Kalem ve kelamı birbirine varis birer komşu kılmayı başardıktan sonra, davamızın yeşerttiği bozkırlarda davarlık etmeye, otlamaya yeltenen redd-i miras ehli nankörler karşısında andımızı yazarken besmele ile başlayıp, “Hayat; iman ve cihat!” ana temasıyla cümleler kurup notlarımızın emniyeti için nöbette bekleyelim. Ben kimim? Atalarının dilediği şekilde zeki, çevik ve ahlâklı olmayanlardanım. Onuncu yılın sabıkalı ve korsan reçetesi yerine İstiklâl Marşı’nı ezberleyenlerden, devrimbazların değil Çöle İnen Nur’un izinden gidenlerdenim. Atalar da kimmiş? Müslüman gencin kalbi veresiye defteri değil ki herkesin adını kaydedelim. Nutukların okunduğu günlere dair kamıştan borularla ütopyalar devşirmek yerine, nutukların tutulacağı o endişeli bekleyişte kitabını sağdan verdirenin cemalini görebileceği gün için makbul ameller biriktirenlerdenim. Dava dağlarının her bir taşına ve o taşları oraya koyanlara birinci dereceden yanık olanlardan, altı ok saplanmış beyinlere de gülücükler cephesinden selam edenlerdenim. Haddimi ve Rabbimi bilir, bilmeyenlere bildiririm. AĞUSTOS 2013 / 301

45


imbik

Nuri Ercan

nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

TESBiTLER Fakatlı cümleler... Uzayı fethettik; fakat kalpleri bir türlü fethedemedik.

* Senin bildiğin kadar onun unuttuğu var. Edep yâ hû!

Atomu parçaladık; fakat önyargıları hala dimdik ayakta.

* Birinin hazır bulunmadığı bir mecliste, onun ismini zikretmek. Ne büyük kıyamet.

Daha fazla para harcıyoruz; fakat daha az şeye sahip oluyoruz.

* Doğruyu söylemek bazen sadece düşman kazandırıyor. Ama değmez mi? Her gece uyumadan önce içe çevrilen o bakış!

Daha çok boş zamanımız var; fakat daha az huzurumuz. Daha çok şey okuyoruz; fakat daha az şey öğreniyoruz. Havayı temizleyecek aletler geliştirdik; fakat ruh kirliliğini temizlemeyi beceremiyoruz. Hayatı iyi yaşmayı öğrendik; fakat iyi bir hayat yaşamayı öğrenemedik. Gelirimiz yükseliyor; fakat ahlakımız alçalıyor. Her geçen gün yeni ilaçlar keşfediyoruz; fakat sağlıklı insan sayımız her geçen daha da azalıyor. Evlerimiz büyüyor; fakat ailelerimiz küçülüyor. Daha fazla plan yapıyoruz; fakat hedefi daha az tutturuyoruz. Herkesin bir arabası oldu; fakat birbirini unutma hastalığı iyice yaygınlaştı.

* “Vicdansızlar” ile “vicdan sızlar” arasında cinas var. * İki vazo. Birinde su. Diğeri boş. Gül boş vazoya daldırılmış, solmakta. * Hiçbir işimi şansa bırakmam, onun için şansım daima yaver gider benim. * En haklı olduğum anda bile kendime duyduğum inançta zaaf varsa, bu, kendime duyduğum güven beni zaman zaman yarı yolda bıraktığındandır. * İnsanın kendisine rızasızlığı, hiçbir şeye benzemiyor. * Vah oduncunun bahçesinde biten ağaca. * Bir tek pirinç tanesinin yetişmesi için bile bir tarla dolusu pirincin yetişmesi için gereken zaman ve emeğin sarf edilmesi gerek.

* Yılanın her tarafı eğridir de deveye “Senin boynun neden eğri?” diye sorar. Üstelik bu söz yılanın duvarında asılıdır.

* Bir menkıbeye göre Abdülkadir Geylani abdest alırken başının üzerinden geçen bir kuş, cübbesine su bırakır. Hazret başını kaldırıp şöyle bir bakar ve kuş oracıkta düşüp ölür. Sırtındaki cübbeyi çıkarıp verir müridlerine Abdülkadir Geylani, “Satın bunu ve bedelini yoksullara dağıtın”, der “Belki şu kuşcağızın diyeti olur.” Menkıbedir ihtimal. Ama maşeri vicdan bunu böyle görmek istiyor.

* En güzel atasözü: Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.

* Zevk için öldürmek insana mahsus. Ama hangi insana?

* Bireysel bencillik giderek toplumsal bencilliği

* Hz. Peygamber’in hayatında av yok.

*** Nazan Bekiroğlu’nun gözüyle yaşadığımız günler...

46

doğurur.

DERGiSi


* Öyle sessiz durduğuna bakma. Gün gelir denizin sesi bütün bir trafiğin gürültüsünü örter. Osman Akkuşak’tan edebi gerçekler... (İmla kuralları ve uslup yazarın kendisine hastır.) * okuyucu, yazıdan, yazar kadar faydalanamaz.. * gerçekleri yazmak için, askerlerin savaş alanına girmesine yetecek kadar cesaret lâzımdır.. * yazar, içinden geleni yazacaktır.. * yazar eğer düşündüğünden başka bir şey yazarsa o yazı gerçek yazı olamaz.

* edebiyat ile şair, güzellik ile aşkın birleşmesinden doğmuştur.. * şairi kamçılayan acılar ve dertlerdir.. * şiirle insan ruhu arasında çok eski bir arkadaşlık vardır.. bu sebeple sevinçli ve hüzünlü zamanında şiir daima insanın yanındadır.. * âhenksiz şiir, şiir değildir.. (merhum necib fazıl kısakürek, şiir, fikirle duygunun izdivacından doğmuştur, demişti.. sevgili okuyucular bana sorarsanız şiir; fikir, duygu ve âhengin birleşmesinden doğmuştur..) * gerçek şair, insanların öğretmenidir..

* bir yazar halkını severse halk da onu sever..

* edebiyattan anlayan, hatalardan uzak durur..

* yazarken acele etmeyelim.. aksi takdirde yazı hatalarla muallel (hasta) doğar..

* en büyük suç, bir eseri unutmaktır..

* yazı yazmak, saat yapmak gibi veya saat tamir etmek gibi ustalık ister.. * ingilizlere göre başbakan olmak, (times) gazetesinin genel yayın yönetmeni olmaktan daha kolaydır.. * en iyi yazar dahi silgi kullanır.. * gerçek şair gerçekle hayali birleştirendir.. * sıkıntılı zamanınızda şiir kitaplarına başvurunuz..

Kuşe-i Tebessüm Ustasını Şaşırtan Çırak

Abbas, Bağdat’ın meşhur hırsızlarındandır. Bütün Bağdat’ın tanıdığı bu adamın şöhretinden istifade etmek isteyen bir sefil, Abbas’ı kollamaya başlamış. Nihayet bir ramazan gecesinde hamama girdiğini görüp ardınca içeri dalmış ve kurna başında yanına yaklaşıp şöyle demiş: -Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlayıp, sizin çırağınız olmaya karar verdim. Umarım ki bu asil sanatın inceliklerini bu kulunuzdan esirgemezsiniz. Şu mübarek geceler hürmetine, lütfediniz!.. Abbas, bu girizgâhtan sonra şevke gelip cevap vermiş: -Peki, evlât, öğreteyim. Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır; kulağına küpe olsun. Bir, her nerede olursa olsun istemeli.

* şiir doğanın ve insanın sesini yansıtan bir orkestradır.. * şiir, şiir olmak için ya sevinç vermeli yahut mahzun etmelidir.. * şiir uyuyan ruhları uyandırır, durgun beyinleri canlandırır.. * şairin kalbine girersek eğer, orada acıyı gözyaşını hüzün ve heyecanı buluruz.. * san’atların en iyisi şairliktir..

İki, her kimden olursa olsun istemeli. Ve üç, her ne olursa olsun istemeli. Yeni yetme çırak dilenci hemen o anda Abbas’ın elini öperek demiş ki: -Ustam, ben fakirim, Allah rızası için bir şey!.. Abbas şaşırmış. -Burası hamam bre! Burada dilencilik mi olur? -Her nerede olursa istemeli dedin ya usta! (İki dirhem bir çekirdek-İskender Pala) Hikmet Damlaları Değişmek Zor zanaat Adamın biri, Konyalıya sormuş: -Siz Konyalılar, soruya neden hep soruyla cevap verirsiniz? Konyalı cevap vermiş: Nöreceeen?

AĞUSTOS 2013 / 301

47


M.Selçuk Özdoğan

selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

ilkadım kitaplığı

Bir Işık Görüyorum & Kayıp Türkler

K

ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucuları! Bu ay sizlerle İlkadım Kitaplığımızda iki güzel eser daha tanıyacağız: Hekimoğlu İsmail’in Timaş Yayınlarından çıkan Bir Işık Görüyorum isimli kitabı ile Ülkü Özel AKAGÜNDÜZ’ün Kaynak Yayınlarından çıkan Kayıp Türkler isimli kitabı. Hekimoğlu İsmail’i kendisine has üslubu ile tanıyoruz. Kendisi, sevgilisini İslamiyet olarak tanımlamış ve yazdığı her kitabı da sevgilisine bir mektup olarak görmüş değerli bir büyüğümüzdür. Bu kitabında da Hekimoğlu İsmail ruhunun beslendiği Risale-i Nur’dan toplayabildiği hakikat meyvelerini, tahkiki imana yollar arayan biz gönül erlerine bir kandil niyetiyle hazırlayarak sunmuş. Kitabımızda imanın altı şartı incelenmiş. Tabi bu inceleme Hekimoğlu İsmail tarzında bir inceleme. Kısa cümleler, etkileyici örnekler, tam yerinde kullanılmış sonuç cümleleri vb. Mesela imanla ilgili net bir ifade: “Bir insan haramlardan ne kadar çok kaçıyorsa, farzlara ne kadar riayet ediyorsa o kadar imanlıdır.” Midemiz gıda, gözümüz ışık, kalbimiz iman ve ibadet ister. İçimiz sıkılıyorsa ruhumuzun ibadet ihtiyacını karşılamadık demektir. Hemen ibadete başlamalıyız, ancak bu şekilde huzur buluruz. Tecdid-i iman, kâinata Allah adına bakmaktır. 20. asrın medeniyeti insanları prangalı kölelikten kurtardı, his48

DERGiSi

lerine ve arzularına köle etti. İslamiyet insanı her türlü kölelikten kurtaran bir dindir. İslamiyet’e köle olmak gerçek özgürlüktür. Çünkü helal daire keyfe kâfi gelir. Harama girmeye lüzum yoktur. Haramlar zehirli bala benzer. Evvela tat verir, sonra maddeten ve manen öldürür. Mum ışığı kıymetinde olan taklidi imanı, parlak ışık veren lambalar hükmündeki tahkiki iman seviyesine çıkartmak gerekir. Günahların reklam edildiği, dinsizlik cereyanlarının serbest bırakıldığı bu dehşetli zamanda tahkik-i imanı elde eden ibadetlerle imanını muhafazaya çalışan kimse ancak kendini koruyabilir. Aksi halde bidat ve dalalet vadilerinde kaybolur. İkinci olarak tanıyacağımız kitabımızda dünya coğrafyasının muhtelif bölgelerinde yaşayan Türkler bizlere tanıtılıyor. Kayıp Türkler’de Suriye, Lübnan, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan ve Yemen’de yaşayan Türklerden bazılarına misafir oluyoruz. Her gittiğimiz ülkede bizleri farklı hikâyeler, kişiler karşılıyor. Bizden hikâyeler, bizim gibi olan insanlar. Suriye ile başlayan yolculuk, Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a ve Cezayir’e ulaşıyor. Oradan Yemen’e, Sudan’a ve son olarak Lübnan’a uzanan bir yolculuk bizleri bekliyor. Bilgilerin fotoğraflarla desteklenmesi çok güzel olmuş. (Burada dikkatimizi yazarımızın gezdiği ülkelerin çoğunda birkaç yıl içinde yönetim değişikliğinin olması. Belki de

Suriye’de görüştüğü Müslüman kardeşlerimiz şimdi şehid oldular.) Bu gezilen ülkelerden özellikle son şeyhülislamımız Mustafa Sabri Efendi’nin torunu Şeyma Sabri’nin anlatıldığı bölüm bizleri hüzünlendiriyor. Türkiye’den sürülen 600 kişinin içerisinde Mustafa Sabri Efendi de vardır. Şeyhülislamımız. Kendi ülkesinden nasıl çıkartıldığı, diğer İslam ülkelerinde nasıl karşılandığı, tekrar Mısır’a nasıl geldiği vb. konular bizlere yakın tarihle ilgili güzel bilgiler sunuyor.


ART FM Bayrağı Devretti...

KAYSERİ

88.30

- NEVŞEHİR

99.00



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.