sayı
321 ISSN-1307-6973
7,5
• NİSAN 2015
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Rasulullah Sevgisi HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • Allah’ın Yardımı
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
KAPAK DOSYASI • Allah Rasulü Nasıl Anlatılmalı/Anlaşılmalıdır?/Zeki Soyak • Akrabalık ve Komşuluk İlişkilerinde Hz. Peygamber / Mustafa Aydoğdu • Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı / Adem Çatak • Efendimizden Günümüze Müslümanların Ticaret Anlayışı / Tahir Dağaslanı
İLKADIM DERGİSİ Üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GENÇ ADAM dergisi ilaveli...
İLKADIM DERGİSİNE yıllık sadece 90 TL’ye abone olarak; 12 sayı İLKADIM DERGİSİ’ne, 4 sayı BACİYAN DERGİSİ’ne 4 sayı GENÇ ADAM DERGİSİ’ne ve Kulluk Dilekçemiz DUALAR isimli esere sahip olabilirsiniz.
Abone olmak için ve aboneliğinizi yenilemek için acele edin! ABONELİK ve BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0505 808 35 87-0535 251 41 07
Okuyun, Okutun, Abone olun...
ilkadım
NİSAN 2015/321
İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Rasulullah Sevgisi /4 KAPAK Zeki Soyak- Allah Rasulü Nasıl Anlatılmalı/Anlaşılmalıdır? / 6 Mustafa Aydoğdu- Akrabalık ve Komşuluk İlişkilerinde Hz. Peygamber /12 Adem Çatak- Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı / 16 Tahir Dağaslanı- Efendimizden Günümüze Müslümanların Ticaret Anlayışı / 20
6
HİZMET ADABI/Nureddin Soyak Allah’ın Yardımı /24 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Kitabımız... /26 FIKIH/Mehmet Şentürk Anne-Baba Hakkı /28 TASAVVUF/Cemil Usta O, Ümmetine Çok Düşkündü /30 KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan
16
Karar Odası & Etkili Öğretmenlik /31 EĞİTİM/ Doç. Dr. Rüştü Yeşil Akıl Eğitimi /32 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Sabır 2 /34 LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Gül Mevsimi Dilekleri /36 DENEME/Hamdi Öz
20
Düşü Olmayanın İşi Olmaz !... /38 DÜŞÜNCE EKSENİ/Fatmanur Dertli Un, Tuz, Su ve Biraz da Maya /42 SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Başyazı /44 İMBİK/Nuri Ercan Mazideki Çocuklar /46 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Mutlak Önderlerimiz: PEYGAMBERLER /48
38
ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net
Kıymetli Okuyucu, 1444 güneş yılı evvel, takvimler Fîl Senesi’nde Rebiü’levvel ayının 12’si Pazartesi günü; gece, yerini şafağa bırakırken insanlığı da karanlıktan aydınlığa çıkaracak kutlu doğum yaşanıyordu. O, öyle bir doğumdu ki kâinat şereflendi. Doğan kişi göklerde Ahmed, yerde Muhammed olarak övülmüş, bütün alemlere rahmet olarak gelmişti. Hiçbir asır O’nun yaşadığı asır kadar şerefli olamamış, başını dik tutamamıştı.
ilkadım
Şu yaşlı dünyamızın hazan devrinde/ahir zamanında gönlümüz Nübüvvet güllerinin kokusunu tekrar tatmayı ne kadar arzuluyor. “Hacdan döner gibi gelmesini, miracdan iner gibi gelmesini” diliyor, hasreti terennüm ediyor, şiirler, gönüller, satırlar...
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
YIL: 24 SAYI: 321 Fiyatı: 7,5 TL KDV D
Hiç bir insan O’nun kadar sevilmedi. O’na tabi olunan her devirde O’na uyanlar, onunla beraber olanlar alemlere üstün ve aziz kılındı. Niye öyle olmasın ki Yüce Rabbimiz Alemlerin Efendisine (s.a.v) hitâben şöyle buyurmaktadır:
NİSAN 2015 Cemaziyelâhir -Receb 1436
sayı
321 ISSN-1307-6973
7,5
Íō/$@ /ōŖŭĤôōōō
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
“(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran, 31) Her mü’min Vesile-i Necatı Olan O Kutlu İnsanı canından, malından, evladından, kısaca kendisine Rabbi tarafından verilen her şeyden fazla sevmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i gerçekten seven bir mü’minde bulunması gereken bazı özellikleri de şöyle sıralayabiliriz: 1- O’nun (s.a.v) Sünnet-i Seniyyesine ittibâ etmek; hayat tarzına hayatımızı uydurmak. Rabbimiz: “Andolsun ki Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.”(Ahzab, 21) buyurmaktadır. 2- O’nun (s.a.v) sözünü kabul edip, hükmüne razı olmak. Rabbimiz:
BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Rasulullah Sevgisi HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • Allah’ın Yardımı
KAPAK DOSYASI • Allah Rasulü Nasıl Anlatılmalı/Anlaşılmalıdır?/Zeki Soyak • Akrabalık ve Komşuluk İlişkilerinde Hz. Peygamber / Mustafa Aydoğdu • Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı / Adem Çatak • Efendimizden Günümüze Müslümanların Ticaret Anlayışı / Tahir Dağaslanı
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
“Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme karşı, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.”(Nisa, 65) buyuruyor.
3- İnsanlar arasında O’nun getirdiği din olan İslâm’ı yaymak, tevhid inancı dışındaki bütün inançlarla sonuna kadar mücadele ve mücahede etmek. Efendimizin vefatından sonra O’nu çok seven ve tanıyan ashabının takip ettiği izleri takip etmek. 4- İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, bütün müslümanlar için nasihatte bulunmak. Rabbimiz: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”(Al-i İmran, 110) 5- Hz. Peygamber (s.a.v)’in güzel ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün kötü ahlâk ve davranışlardan sakınmak. Rabbimiz: “Ve şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 4) buyurmaktadır. 6- O’na (s.a.v)’e saygı ve hürmet göstermek. Rabbimiz: “Ey iman edenler, seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan, amelleriniz boşa gider.”(Hucurat, 2) buyurmaktadır. 7- Her an O’nunla (s.a.v) irtibat halinde bulunmak, alıcılarımızı O’na ayarlamak. Bu sayede Yaratıcımız ile irtibatımızın devamlılığını muhafaza etmek. Rabbimiz: “Allah ve melekleri, Peygamber’e salât halindedir. Ey mü’minler! Siz de O’nunla salât halinde olun, O’na tam teslimiyetle selam edin.”(Ahzab, 56) buyurur. 37 yaşında vefat ettiğinde “vefatıyla arş titredi” buyrulan Sa’d bin Muâz’ın (r.a) Bedir Muharabesi öncesi Efendimize hitaben söylediği sözlerle bitirelim: “Yâ Rasûlallah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Rasûlallah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!” ** Nisan 1992 yılından bu yana aralıksız olarak devam eden İlkadım Dergisi, 24 yaşına girmiş bulunmaktadır. Değerli İlkadım okurlarına şükranlarımızı sunarız. Selam ve dua ile.
Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yrd.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.
BAŞYAZI Nureddin SOYAK
Rasulullah Sevgisi “Dünya neye sahipse, Onun vergisidir hep! Medyun ona cemiyyeti, medyun ona ferdi, Medyundur O masuma bütün bir beşeriyyet! Ya Rab bizi mahşerde bu ikrar ile haşrat! Mehmet Akif Ersoy
Ü
mmet-i Muhammed; ashabdan günümüze gelinceye kadar hiçbir beşere nasib olmayacak bir şekilde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevmiş ve sevmeye de devam edecektir. Nasıl sevilmesin ki O’nu alemlerin Rabbi olan Allah sevmiş ve mahlûkata da sevilmesini emretmiştir. O’na taşlar ağaçlar selam vermiş, kuru kütük ayrılık ateşi ile inlemiştir. Allah’ını seven herkes O’nun Muhammed’ini de sevmiştir. O’nun sevilip sayılması ve O’na itaat edilmesi ilahi fermandır. Şom ağızları ile onun sevgisini söndürmeye çalışanlar olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Fakat O’nun sevgisini söndürmeye çalışanlar sönüp gitmiş, O’nun sevgisi mü’minlerin gönüllerinde dillerinde kıyamete kadar devam edecektir.
“(Rasülüm!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran, 31) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin sevgisi ve ona tabi olma, Allah Teala’ya olan sevginin bir parçası olarak nitelenmiştir. Allah sevgisine ulaşmanın yolu onun Rasulünden geçmektedir. Bunu en iyi idrak edenler de ashabı güzin ve onların yolunu takip edenlerdir. Ashabın Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme hitabı; “Anam, babam, canım sana feda olsun ya Rasulallah.” olmuştur. Herşeylerini de onun yolunda feda etmekten çekinmemişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ashabına her şeyden önce sevmeyi öğretmiştir. Onlar da kıyamete kadar gerçek sevginin öncüleri olmuştur.
Rabbimiz buyurdu ki:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki:
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de O’na salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab, 56)
“Allah’a yemin ederim ki, herhangi biriniz beni çocuklarından ve ana babasından daha çok sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhari, Müslim)
Allah’ın bir kuluna salâtından daha büyük bir iltifat, şeref, lütuf ve rahmet olabilir mi?
Aişe radıyallahu anhâdan: 4
“Adamın biri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize gelerek:
Seleme radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize bey’at ettikten sonra ağacın gölgesine çekildim. Kalabalık hafifledikten sonra bana:
Ya Rasulallah! Ben seni kendimden de çocuklarımdan da çok severim. Hatta evde olduğum zaman, seni hatırlayıp sensizliğe dayanamam ve kalkıp yanına gelmeden rahat edemem. Bu durum karşısında benim üzüldüğüm bir nokta var ki, o da şudur: Biz öldükten sonra senin derecen yüksek olduğu için sen cennette peygamberlerle beraber olacaksın. Benim ise cennete girmem kuşkulu. Şayet cennete girsem bile korkarım ki, seni göremez olurum, dedi.
“Ey Ekvanın oğlu sen de bey’at etmezmisin?” Dedi. “Ya Rasulullah ben bey’at ettim.” dedim. Bana: “Bir daha.” dedi. Bunun üzerine ben bir daha bey’at ettim.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ise sukut edip ona bir cevap vermedi. Fakat daha orada iken Cebrail aleyhisselam şu ayet-i celileyi indirdi.
Ravi diyor ki; ben Seleme’ye: “Ya Eba Müslim, siz o gün ne üzerine bey’at ediyordunuz?” Diye sordum. Seleme: “Ölüm üzerine bey’at ediyorduk.” dedi.” (Buhari, Müslim)
“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetle verdiği Peygamberlerle, sıddıyklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdirler.” (Nisa-69)
Ashabın yolunu takip edenlerde de aynı sevgi seline rastlıyoruz.
Enes radıyallahu anh’den:
“Bu can bu tende oldukça Ku’ran’ın kölesiyim; Muhammed Muhtar’ın yolunun toprağıyım.
Adamın biri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize:
Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bizarım o sözden de…” (Mevlana)
“Ya Rasulallah! Kıyamet ne zaman kopar?” Diye sordu. Peygamber Efendimiz: “Sen kıyamete ne hazırladın?” Dedi. Adam: “Hiçbir şeyim yoktur. Ancak şu var ki ben Allah ile onun peygamberini severim.” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
“Dünya neye sahipse, Onun vergisidir hep! Medyun ona cemiyyeti, medyun ona ferdi, Medyundur O masuma bütün bir beşeriyyet! Ya Rab bizi mahşerde bu ikrar ile haşrat! Mehmet Akif Ersoy
“Sen sevdiğin kimselerle berabersin.” buyurdu. Bunun üzerine biz oradakiler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bu sözüne o kadar sevindi ki, o güne kadar hiçbir şeye böyle sevinmemiştik.
Can verir cananı vermeyiz bizler Ebedi hadimul haremeyniz biz Ölsek Dd ravzanı ruhumuz bekler.
Ashabın Allah ve Rasulüne sevgi ve bağlılıkları ölümüne bir bağlılıktı.
5
İdris Sabih Bey
NİSAN 2015 / 321
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz.
KAPAK Zeki Soyak kapak@ilkadimdergisi.net
ALLAH RASULÜ NASIL ANLATILMALI/ ANLAŞILMALIDIR?
P
eygamberimizin önce “mükemmel insan” yönünü anlatacağız. O’nun Rahmet Peygamberi olarak gönderildiğini anlatacağız. O’nun güzel ahlakını anlatacağız. Netice olarak bunu anlatmakla onun “tek örnek insan olduğunu” vurgulayacağız. Tek örneğimiz O’dur. Onun haricinde sadece O’nu örnek alanları örnek alabiliriz. Bizim başka örneğimiz olamaz.
M
erhum Zeki Soyak Hocaefendinin 2002 yılında verdiği “Eğitimcilerin Eğitimi” Semineri’nin bir bölümünden özetlenmiştir.
D
I. O Bir İnsandır
înî eğitimde Vâzı’ı Şeriat olan Rabbimizden sonra ikinci olarak gençlerimize en sağlam bir şekilde öğreteceğimiz şey NAŞİR-İ ŞERİAT yani şeriatın neşredicisi olan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘i öğretmektir. Onu nasıl öğreteceğimiz de çok mühim bir konudur.
Naşir-i şeriat olan Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i önce bir insan olarak tanıtmalıyız. O bir insandır. Mükemmel bir insandır. Biz de insanız. Öyleyse bir insan olarak mükemmel olmak için onu örnek almamız, gençlerimize çocuklarımıza bunu anlatmamız 6
“Asr-ı Saadet yaşandı gitti” dememeliyiz. Biz elbette sahabe olamayız ama sahabenin yaptıklarını yapabiliriz. Onlara yaklaşılan çok devirler de olmuştur. Öyleyse Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i öncelikle insanlara mükemmel bir insan olarak tanıtacağız. “Mükemmel bir insan nasıl olur”u, örneğini O’nun şahsında göstereceğiz.
lazımdır. Uyuyan, kalkan, gezen, yiyen içen bir insan. Melek değil yani. Bir insan olarak örnek alacağımız, mükemmel, zirvede olan bir insan. Bazı insanlar “Biz O’nun gibi nasıl olabiliriz ki?” diyorlar. Böyle diyen bir insan o anda kendi önünü tıkamış oluyor. Allah -celle celâluhu- Ashab-ı kirama ve Rasulullah’a özgü mü bu dini gönderdi? Hayır, kıyamet sabahına kadar geçerli olsun diye gönderdi. Öyleyse Ashab-ı kiramın ve peygamberimizin yaptıklarını -nübüvvet vazifeleri hariç- bir Müslüman olarak biz yapamayacaksak, Allah -celle celâluhu- da sadece onların yapabileceği bir din göndermişse -hâşâ- bu zulüm olur ki Allah zulümden münezzehtir.
ve davranışlarını da öğreteceğiz ve Efendimizin her halini örnek alacağız. Böylece hem insanlar hem de aileler rahatlayacaktır.
“Onlar çok büyük zatlardı biz onların yaptıklarını nasıl yapacağız?” düşüncesiyle kendi önümüzü kesmek İslam dini mantığıyla ve eğitim mantığıyla izahı mümkün olmayan bir durumdur. Gençlerimize bu anlayışı mutlaka vereceğiz ve önlerini açacağız. Yürümelerini, koşmalarını sağlayacağız, çıkmaz sokağa sokmayacağız. “Asr-ı Saadet yaşandı gitti” dememeliyiz. Biz elbette sahabe olamayız ama sahabenin yaptıklarını yapabiliriz. Onlara yaklaşılan çok devirler de olmuştur. Öyleyse Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i öncelikle insanlara mükemmel bir insan olarak tanıtacağız. “Mükemmel bir insan nasıl olur”u, örneğini O’nun şahsında göstereceğiz. Mesela Peygamberimizin aile yaşantısına şöyle bir bakalım. Sonra da kendi aile yaşantımıza bakalım. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi pabuçlarını, söküklerini dikerdi. Çocuklarına, hanımlarına ev işlerinde yardımcı olurdu. Aile içerisinde bazen hanımlarıyla sıkıntısı da olurdu. Rasulullahın aile hayatını örnek alırken biz de aile hayatımızda hanımımızdan olumsuz davranışlar görebileceğinizi bilecek ve affedeceğiz. Hanımlar kocalarından bazı olumsuzluklar görecek. Onlar da hoşgörülü olacaklar. Peygamberimizin aile hayatındaki mükemmellikleri çocuklarımıza örnek gösterirken bu gibi durumlardaki tutum
Rasulullah tabii bir hayat yaşıyor. Suni bir yaşantısı yok. Mescitte elbisesini serip, yanı üzerine yatıp diğer insanlar gibi uyuyabiliyor. Yanına birkaç sahabesini alıyor başka bir sahabenin evine varıp “Bize yemek hazırla” diyebiliyor. O kadar tabi ki her şey. Kadınlarla yaşlılarla, çocuklarla usulünce görüşüyor, dertlerini dinliyor, hatta onlarla latifeleşiyor. Peygamberimizi öncelikle bize örnek olacak mükemmel bir insan olarak tanımamız, bu tabii 7
NİSAN 2015 / 321
Peygamberimizin bir insan olarak diğer insanlarla olan muamelelerine insani ilişkilerine bakın. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashabı otururken latife yapıyor. Mecliste latife yapıyor, sofrada yapıyor. Hatta kalkıyor, meclise hizmet ediyor. Diğer insanlardan ayrı bir koltuğu yok. Halkın içinden birisi gibi oturuyor. Onu tanımayanlar Efendimizin olduğu bir meclise geldiklerinde “Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nerede?” diye soruyorlar. Halkın içerisinde tabii bir hayat… Kendisi pazara giderek alışveriş yapıyor. İnsan peygamber… Ama biz biraz makamımız yükselince pazara gitmeyi, poşeti taşımayı kendimize getirmek zül sayarız. Hâlbuki çocuklarımızın rızkını ellerimizle alıp taşımamız, getirmemiz bizim için bir şereftir.
halini de anlatmamız gerekiyor. Hep nübüvvet yönünü, büyüklüğünü, ulaşılmazlığını anlatırsak insanlar O’nu örnek almada zorlanırlar.
II. O Bir Rahmettir İkinci olarak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir rahmet olduğu anlatılmalıdır. O’nun yüzünden insanlar zorluklara, musibetlere, belalara düçar olmamıştır, insanlar sıkıntılara girmemiştir, cenderelere alınmamıştır. Birçok haramlar ihdas ederek insanların meşru isteklerinin önü kesilmemiştir. Şimdi bazı insanlar “Her şeye haram diyorsunuz. Ticaretimize, özel yaşantımıza, sosyal hayatımıza kısıtlamalar getiriyorsunuz.” diye güya suçlamada bulunuyorlar. Hayır, Peygamberimiz insanların hayatını zorlaştırmak için değil, rahmet olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla O’nun getirdiği nizam da insanlık için bir rahmettir. İşte peygamberimizin öncelikle bu yönünü, O’nun “Âlemlere rahmet” olduğunu insanlara anlatmamız lazımdır.
O
nun en üstün bir ahlaka sahip olduğunu, dolayısıyla bir Müslüman için ideal ahlak denilince O’nun ahlakının anlaşılması gerektiğini iyi anlatmamız lazımdır. Müslüman’ın ahlak anlayışı Efendimizin ahlakı olmalıdır.
III. O Üstün Bir Ahlak Üzeredir Üçüncü olarak onun en üstün bir ahlaka sahip olduğunu, dolayısıyla bir Müslüman için ideal ahlak denilince O’nun ahlakının anlaşılması gerektiğini iyi anlatmamız lazımdır. Herkesin bir ahlak anlayışı vardır. Batı’nın, Doğu’nun, değişik toplumların çeşit çeşit ahlak anlayışı vardır. Müslüman’ın ahlak anlayışı Efendimizin ahlakı olmalıdır.
Peygamberimizin yüce ahlakını iyi tanıtmalıyız. Onun ahlakı, Kur’an ahlakıydı. Peygamberimizin vefatından sonra Hz Aişe validemize “O’nun ahlakı nasıldı?” diye soruyorlar. “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an ahlakı idi.” diyor. Mükemmel ahlak, nübüvvetle tamamlanan, kemale eren “Nebevî Ahlak”tır.
Peygamberimizin yüce ahlakını iyi tanıtmalıyız. Onun ahlakı, Kur’an ahlakıydı. Peygamberimizin vefatından sonra Hz Aişe validemize “O’nun ahlakı nasıldı?” diye soruyorlar. “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an ahlakı idi.” diyor. Mükemmel ahlak, nübüvvetle tamamlanan, kemale eren “Nebevî Ahlak”tır. Peygamberimizin en önde gelen, bizler için de olmazsa olmaz bazı ahlakî özelliklerini sayarsak: 8
a) Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellemMütevazidir
Hele şahsi konularda hiç sertliği yok, affedici. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellembir gün hane-i saadette yaslanmış dinleniyor. Hanımları da iki tane cariye getirmişler, adet üzere def çalıp şarkı söyletiyorlar, dinliyorlar. Peygamberimiz arkasını dönmüş dinleniyor. O zaman tabii hicapla ilgili ayetler henüz gelmemiş. Kadınlar Hz. Ömer’in dışarıdan sesini duymuşlar. Her biri bir tarafa kaçışmış. Zira Ömer’in sert tabiatını biliyorlar.
Bir Arabî geliyor. Müslüman oluyor. Bir müddet Medine’de misafir kalıyor, Peygamberimizi tanıyor. “Ben Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadar tevazu sahibi birisine ömrüm boyunca rastlamadım.” diyor. Derece olarak tevazuda belki O’na yetişemeyebiliriz ama o vasfı kazanma gayretinde olmalıyız. “Bir insanın malı mülkü çoğaldıkça, mevki makamı yükseldikçe, ilmi arttıkça tevazusu da onlara paralel olarak artmıyorsa o adam sıfırdır.” O artan özellikleri ona hiçbir şey kazandırmaz. En üst makama çıktığınızda tevazunuz da en yüksek dereceye ulaşmalı, en mütevazi insan olmalısınız. Yoksa bir de ucub, kibir gibi olumsuz vasıflarınız varsa insanlar size yaklaşamaz, size ulaşamazlar, dertlerini anlatamazlar. Aşağıdaki sıkıntılardan, zulümlerden, adaletsizliklerden haberdar olamazsınız. İnsanlar dertlerini içlerine gömerler. İnsanın malı arttıkça zenginleştikçe tevazusu artmalıdır. Zenginleştikçe halkın içerisinde onlarla birlikte olunmazsa insanlar yaklaşamaz, karz-ı hasen talebinde bulunamaz. Fakirlerin ihtiyaçlarından haberdar olamaz, dolayısıyla zekâtını sadakasını ihtiyaç sahiplerine ulaştıramaz. Bir kişinin ilmi arttıkça tevazusu artmalıdır. Yoksa insanlar yaklaşıp sorularını soramaz, bilmediklerini ondan öğrenemezler. Soru soranı azarlar, bilmeyeni küçümser, böylece ilmi kendisine de fayda vermez.
Bir gün yine Peygamberimizin aileleri “Şunu isteriz, bunu isteriz” diyorlar. Peygamberimizin üzüldüğünü ve sıkıntılandığını hisseden Hz. Ebubekir ve Hz Ömer kızları Hz Aişe ve Hz Hafsa validelerimizi azarlayıp üzerlerine yürüyünce validelerimiz babalarından korkup Peygamberimizin arkasına kaçıyorlar. Hem onu üzüyorlar, sıkıntıya sokuyorlar hem onun arkasına kaçıyorlar. Efendimiz, “Ya Eba Bekir, ey Ömer onların daha fazlasını yaptıkları da olur bırakın.” buyuruyor. Rahmet peygamberinin rıfk ve hilmine bakın. Rabbimiz “Eğer Sen etrafındakilere yumuşak davranmasaydın dağılıverirlerdi.” buyuruyor. Şeriatı, İslam ahkâmını uygulamada elbette ki taviz yoktur. Hilm ve yumuşaklık şahsımızla ilgili konulardadır. Efendimiz hırsızlığı tespit edilen bir kadın için aracılık etmeye çalışan, evladı gibi sevdiği Üsame’ye -radıyallâhu anh“Böyle bir teklif nasıl getirilir, kızım Fatıma da olsa elini keserim.” diyor.
Tevazu, insanı yüceltir. Efendimiz “Kim Allah için tevazu gösterirse Allah Teâlâ onu yükseltir” buyurmuştur. O’nun bu ahlakını almalıyız. Başkalarının da o ahlakla ahlaklanması için gayret etmeliyiz. Peygamberimizi ve güzel ahlakını başkalarına anlatırken en başa tevazuyu koymalıyız.
O asla cimri değildi. Bu husus da çok mühimdir. Cimri insan dünyevileşmiş insandır. Dünyevileşen insan da asla ve asla sağlıklı bir kulluk yapamaz. Bir insan dünyevileşti mi bütün manevî cihazlarını arızalandırır.
b) Peygamberimiz s.a.v. Hilim, Rıfk Sahibidir.
Cömertliğin zirvesi îsardır. Hz Bilal-i Habeşî -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Yumuşaklık, hilm sahibidir. Sert değildir. 9
NİSAN 2015 / 321
c) Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cömerttir.
“O develer de, üzerindeki yükler de senindir. O yüklere giyecek ve yiyecek şeyler var. Onları bana Fedek’in yöneticisi hediye etti. Onları al ve borçlarımızı öde.” buyurdu. Ben de develerin yükünü indirdim, hayvanları bağladım. Sonra sabah ezanını okumaya gittim. Sabah namazından sonra Bakî semtine vardım. Elimi kulağıma atıp:
P
eygamberimizin önce “mükemmel insan” yönünü anlatacağız. O’nun Rahmet Peygamberi olarak gönderildiğini anlatacağız. O’nun güzel ahlakını anlatacağız. Netice olarak bunu anlatmakla onun “tek örnek insan olduğunu” vurgulayacağız. Tek örneğimiz O’dur. Onun haricinde sadece O’nu örnek alanları örnek alabiliriz. Bizim başka örneğimiz olamaz.
“Hz. Peygamber’den kimin bir alacağı varsa gelsin” diye bağırdım. Sonra Hz. Peygamber’in kime borcu varsa hepsini ödedim. Sonunda azıcık bir şey arttı. Gün bir hayli ilerlemişti. Doğruca Mescid-i Nebevî’ye gittim. Baktım ki Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yalnız başına oturuyor. Selam verdim. “Ne yaptın, borçlarımızı karşılayabildin mi?” diye sordu. Ben de: “Allah Teâlâ Rasulü’nün üzerindeki bütün borçları ödedi, hiçbir borcu kalmadı” dedim. “O maldan bir şey arttı mı?” dedi. “Evet, arttı” dedim.
Rasulullah ile borçlarımızdan dolayı hayli sıkıntılı olduğumuz bir zamanda birinin bana doğru koşup geldiğini gördüm. Adam:
“Öyleyse beni onların yükünden kurtarmaya bak. Sen beni o malların sıkıntısından kurtarmadıkça ailemin yanına gidemem, evimde yatamam.” buyurdu.
“Bilal! Rasul-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- seni çağırıyor” dedi.
Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellemyatsı namazını kıldırdıktan sonra beni çağırttı ve:
Dönüp Hz. Peygamber’in yanına vardım. Bir de ne göreyim, yere çökertilmiş dört tane deve, üzerlerinde de yükleri duruyordu.
“O malları ne yaptın?” diye sordu.
Hz. Peygamber’den huzuruna girmek için izin istedim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:
“Yanımda duruyor. Onlara ihtiyacı olan biri çıkmadı.” dedim. O gece Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- evine gitmedi. Mescid-i Nebevî’de yattı.
“Müjde Bilal! Allah Teâlâ sana borcunu ödeyecek imkân gönderdi.” buyurunca Allah’a hamdettim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar:
Ertesi gün akşama doğru iki atlı geldi. Ben de onların ihtiyaçları olan giyecek ve yiyecekleri kendilerine verdim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yatsı namazını kıldırınca beni tekrar çağırdı ve:
“Yoksa dışarıda çökertilmiş dört deveyi görmedin mi?” buyurdu. “Gördüm, ya Rasulallah!” dedim. 10
“O malları ne yaptın?” diye sordu. Ben:
bi olan ensarîyi çağırtıyor. “Bu deve senden şikâyet ediyor. Tahammül edemeyeceği kadar çok yük yüklediğini, yemini ve suyunu az verdiğini söylüyor.” diyor.
“Ya Rasulallah! Allah Teâlâ seni o malların sorumluluğundan kurtardı.” deyince Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yanında o mallar varken ölmediğine sevindi, tekbir getirip Allah’a hamd etti.
Peygamber Merhametine bakın. Hayvandır, kuştur, mü’mindir, kâfirdir fark etmiyor. Kendisine yahudi bir genç, sohbetlerinde bulunur, hizmet edermiş. Bir gün o gencin hastalandığını duyduklarında “gidelim bu genci ziyaret edelim.” diyor. Hanesine gidiyorlar. Bakıyor ki genç ölüm hastası. Ona “Ey filan, müslüman ol kurtul” diyor. İslam’ı tebliğ ediyor. Zaten anlaşılıyor ki o genç Peygamberimizi çok seviyor. Fakat Müslüman olmamış. Genç yanındaki babasına bakıyor. Babası ona “Evladım Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne diyorsa onu yap.” diye işaret ediyor. Genç Müslüman oluyor ve ruhunu teslim ediyor. Sayesinde Yahudi genci kurtardığı için Rabbine hamd ediyor Merhamet Peygamberi.
Sonra eşlerinin yanına gitmek üzere oradan ayrılınca ben de peşinden yürüdüm. Hanımlarını bir bir ziyaret edip onlara selam verdi, en sonunda o geceyi geçireceği eşinin yanına gitti.” Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dünya ve dünyalıklarla ilişkisi de daha pek çok örneklerde gördüğümüz gibi böyledir. Demek ki biz de Efendimiz gibi dünyaya el sallamaya bakacağız. Değişik vesilelerle birçok kez tekrarladığımız gibi geçim için, dünyalık için çalışmak, ticaret yapmak ayrı, onları kalbe koymak ayrıdır. Kaybettiğimiz zaman üzülmeyeceğiz, kazandığımız zaman ise kalbimize sokmayacağız. Para ve mal ceket gibi olacak, çıkartıp astığınız zaman bedeninizle, kalbinizle bir ilgisi kalmayacak.
Körpe yavrularımıza Efendimizi bu ahlaki güzellikleriyle birlikte öğretmeliyiz. Böyle bir peygamberi nasıl sevmeyiz? Böyle anlatırsak gençler, çocuklar nasıl sevmez? Enes b. Malik’e olan latifelerini anlatalım. Torunlarıyla oynaştığını anlatalım. Çocuklar peygamberimiz gibi bir dedelerinin olmasını ne kadar arzu eder değil mi? Gerektiği zaman şakalaşan, sırtına alıp dolaştıran bir dede.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellemcömertti, asla cimri değildi. Cimrilik çok mezmum bir hastalıktır, şeytanın ahlakıdır. Rabbimiz azze ve celle: “Şeytan insanlara cimriliği emreder.” buyuruyor.
Peygamberimiz:
Müslüman cimri olamaz. Dünyaperest olamaz. Bir insan dünyevileşirse bütün manevî cihazlarını arızalandırır. Hayır işleyemez, iyilik yapamaz, İslamî hizmetlerde bulunamaz, dükkânı kapatıp gelemez. Cimri, dünyevileşmiş bir adamın bir saat bile dükkânını kapatması ona azap olur.
Demek ki Peygamberimizin önce “mükemmel insan” yönünü anlatacağız. O’nun Rahmet Peygamberi olarak gönderildiğini anlatacağız. O’nun güzel ahlakını anlatacağız. Netice olarak bunu anlatmakla onun “tek örnek insan olduğunu” vurgulayacağız. Tek örneğimiz O’dur. Onun haricinde sadece O’nu örnek alanları örnek alabiliriz. Bizim başka örneğimiz olamaz.
d. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Merhamet Konusunda da Zirvededir. Bir gün ashabıyla birlikte bir hurma bahçesindeyken bir devenin hali dikkatini çekiyor. “Bu devenin sahibi kim?” diye soruyor. Sahi11
NİSAN 2015 / 321
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor. Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen bir Peygamber elbette ki en güzel ahlaklarla muttasıftır. Onlardan birisi de merhamettir.
KAPAK Mustafa Aydoğdu kapak@ilkadimdergisi.net
AKRABALIK VE KOMŞULUK İLİŞKİLERİNDE
HZ. PeYGAMBER P
eygamberimiz Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- peygamber olmadan önceki ve sonraki hayatıyla, herkes için, her alanda en güzel örnektir. Herkes O’nu iyi tanımalı ve O’ndaki güzelliklerden nasiplenmeye çalışmalıdır. O, tüm aile bireyleri için de en güzel örnektir. Mutlu ve huzurlu bir aile için, onun aile hayatı iyice öğrenilip örnek alınmalıdır.
“
…Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan vesilesi kıldık (bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir” (Furkan, 20)
en güzel örnektir. Herkes O’nu iyi tanımalı ve O’ndaki güzelliklerden nasiplenmeye çalışmalıdır. O, tüm aile bireyleri için de en güzel örnektir. Mutlu ve huzurlu bir aile için, onun aile hayatı iyice öğrenilip örnek alınmalıdır. Bugün yeni kuşakların yetişmesinde, özenilen ve örnek alınan insanlar büyük önem arz etmektedir. Her alandaki güzellik ve özellikleriyle Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- örnek alınması, izlenilmesi gereken en büyük insandır.
“Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4) Hz Aişe validemiz diyor ki: “O’nun ahlakı Kur’an’dı.” Yani bütün hal ve hareketlerini şekillendiren Kur’an’dı. Peygamberimiz Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- peygamber olmadan önceki ve sonraki hayatıyla, herkes için, her alanda
Onun her alandaki bu örnekliği doğru bir biçimde ve hayata geçirilmek üzere öğrenilme12
İ
slamın ilk emri “oku” olması ve peygamber efendimizin (s.a.v) ilme irfana ziyade ehemmiyet vermesi okur yazarlığa rağbeti arttırmıştır. Öte yandan yine Kalem Suresi’nin olması ve Cenab-ı Hak’kın kaleme yemin etmesi ve Efendimizin (s.a.v) (kendi nurundan sonra) “yaratılan ilk şey kalemdir” buyurması şüphesiz okuma ve yazmayı kutsal bir fiile dönüştürmüştür.
lidir. Peygambere ümmet olmak, her şeyden önce onu tanımak, onu sevmek, ona saygı duymak, ona benzemeye çalışmakla mümkündür. Zira o sahip olduğu pek çok güzelliği bir insan olarak elde etmiş, onları hem kendisi için hem de insanlık için yaşamıştır. Bu yüzden onun hayatı yaşanılamaz, insanüstü bir hayat değildir. Yüce Allah pek çok ayetinde, Peygambere itaat etmeyi, onu sevmeyi, ona selam etmeyi emretmiştir. Yapmamız gereken ayetteki sayılan özelliklere sahip olmaya çalışmaktır: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya (maddi ve manevi) yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
lan mağdurların hakkını korumak için onlara yardım edersin.” Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- amcaları ve diğer akrabalarıyla ilişkilerini sürdürmüştür. Onlara iyi davranarak güler yüz göstermiştir. Hasta olanları ziyaret etmiş, onların iyileşmesi için elinden geleni yapmıştır. Biz Müslümanları da akraba ilişkilerini sıkı tutmayı öğütlemişti:
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver...” (İsra, 26) “İyilik ve akrabayı ziyaret ömürleri uzatır memleketleri mamur kılar ve malları çoğaltır.” (Hadis) Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem“Önce en yakın akrabanı uyar. Sana uyan mü’minlere merhamet kanadını indir.” (Şuara, 214-215) ayeti inince Hz. Ali’ye emretti, yemek hazırlatıp Abdülmuttalib oğullarını davet etti. Onlar kırk kişi kadardılar. Yemek yiyip, süt içtiler. Ebu Leheb konuşmasına fırsat vermedi. Ertesi gün tekrar davet etti. Allah’a hamd etti, O’ndan yardım diledi ve tevhidi onlara anlattı. (Taberi)
“Akrabalık bağını koparan cezasını çekmeden cennete giremez.” (Buhari) “Faziletli işlerin en üstünü senden ziyareti kesen akrabanı ziyaret ederek ilişkiyi sürdürmendir” (Ahmed) Bir adam Peygamberimize:
Kendisine ilk vahiy geldiğinde, gördüğü manzara karşısında endişelenip korkuya kapılan Hz. Peygambere -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vefakâr ve fedakâr eşi Hz. Hatice şöyle diyordu: “Sen rahat ol, üzülme. Allah’a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmayacak, ele güne rezil etmeyecektir. Çünkü sen, akrabalık bağlarını gözetirsin. Hep doğru söylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Sıkıntılara katlanmasını bilirsin, güçsüzlerin elinden tutarsın. Misafir ağırlamayı seversin. Zor durumda ka-
Ebu Talib’in eşi Fatıma bint Esed’in Peygamberimizin yanında büyük bir mevkii ve itibarı vardı. Zira o, Hz. Peygamberin mürebbisi ve yetiştiricisi idi. O, ilk yıllarda Müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Peygamberimiz zaman zaman onu ziyaret eder ve evinde kuşluk uykusu uyurdu. O mübarek kadın vefat edince, “Bugün annem vefat etti” buyurdu, gözyaşları içine damlayarak ağladı. Gömleğini çıkarıp ona kefen yaptı. “Ebu Talib’den sonra 13
NİSAN 2015 / 321
Dadısı Ümmü Eymen’i sık sık ziyaret eder ve kendisine “Anne” diye hitap ederdi. Yine onun için “Anamdan sonra annem, benim ev halkımdan geride sağ kalan kimsedir” derdi.
bu kadın kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır” buyurdu ve ona dua etti. Yine onun hakkında şunları söylemiştir: “O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce beni doyururdu. Kendi çocukları dururken önce benim saçımı başımı yıkar, tarar ve gül yağlarıyla yağlardı. H. 8. yılında yapılan Mute savaşında amcaoğlu Cafer şehid olunca evine gitti, onun oğullarını bağrına bastı, öptü, kokladı, ağladı. Sonra ev halkı için yemek hazırlatıp onlara ikram etti. Cafer’in çocukları üç gün Hz. Peygamberin evinde kaldılar. Onun iki oğlunun bakımını Peygamberimiz üstlenmiştir.
F
ahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu beyanlarıyla komşuluk hakkının, birbirlerine varis olabilecek yakın akraba hakkı kadar ehemmiyet arzettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla akrabalar arasındaki ilginin benzeri komşular arasında da bulunmalıdır. Hatta komşunun başka bir dinden olması bile bu prensibi değiştirmez.
Kendisine emeği geçmiş olan büyüklerini hiç unutmamış, onlara hep iyilikle davranmış, hatırlarını saymıştır örneğin sütannelik yapmış Halime’yi gördüğünde “Anneciğim” diyerek iltifat eder, ona yer gösterir, halini hatırını, bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı.
komşuya da iyilik yapmak emredilmektedir. (Nisâ, 36)
O, onlara son derece düşkündü, onların diğer problemleriyle ilgilendiği gibi, onların dini yaşantılarıyla da çok yakından ilgileniyordu. Hiçbir zaman onlarla ilişkiyi kesmedi. Ebu Leheb hariç Sılay-ı rahim üzerinde her zaman ısrarla durdu. Amcası Ebu Talib başta olmak üzere yakınlarının Müslüman olması için ümidini yitirmeyerek sonuna kadar uğraştı.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki: “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi o kadar tavsiye etti ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhârî, Müslim)
Akrabaların sevinçli ve acılı günlerinde yanlarında bulunmak hem insanlık hem de dini görevlerimizdendir. Onlara fiili veya sözlü olarak her hangi bir zarar vermemeli, onları kötülememeli, unutmamalı ve dargın durmamalıyız. Akrabalık ilişkilerini sürdürmek farz, bu ilişkileri koparmak ise haramdır. Akrabasını unutmayan, onlar ile ilişkisini sürdüren kimse sevap, aksine davranıp koparan da günah kazanmış olur.
Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellembu beyanlarıyla komşuluk hakkının, birbirlerine varis olabilecek yakın akraba hakkı kadar ehemmiyet arzettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla akrabalar arasındaki ilginin benzeri komşular arasında da bulunmalıdır. Hatta komşunun başka bir dinden olması bile bu prensibi değiştirmez. Bir rivayete göre üzerimizdeki haklarına göre komşular üç kısma ayrılmaktadır:
“Yanı başında komşusu açken kendisi tok yatan kimse hakiki mü’min değildir. (Hâkim)
Gayr-i müslim komşular: Bunların sadece komşuluk hakkı vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a imanı emreden ve şirki yasaklayan ifadelerin hemen ardından ana baba ve akrabaların yanısıra, yakın ve uzak
Müslüman komşular: Bunların hem komşuluk, hem de din kardeşliği hakkı vardır. Akraba ve Müslüman olan komşular: Bun14
ların komşuluk, din kardeşliği ve akrabalık hakkı vardır. (Heysemî)
ediliyor, (ne buyurursunuz)?” dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “O cehennemde olacaktır.” buyurdu. Adam tekrar dedi ki:
Ebû Zer -radıyallâhu anh- diyor ki: “Dostum Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana şöyle vasiyet etti:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bir kadının da nâfile olarak az oruç tuttuğundan, az namaz kıldığından, az sadaka verdiğinden, sadece yağsız peynir (keş) gibi şeylerden tasadduk ettiğinden, ancak diliyle komşusunu rahatsız etmediğinden söz ediliyor (bunun hakkında ne dersiniz?)”
“Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde takdim et!” (Müslim) Bu hadîs-i şerîfte yemeklerin en sâdesi olan çorbadan bahsedilmesi mecâzîdir. Hiçbir şeyin olmasa, sadece çorban bulunsa bile, komşularına ondan bir pay ayır, denmek istenmiştir. Ayrıca bilhassa varlıklı kimseler, evlerinde bolca bulunan ama fakir komşularının tadamadığı yiyeceklerden onlara ikram etmesini bilmelidirler.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem“ O da cennette olacaktır.” buyurdu. (İbn-i Hanbel). Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusuna ikramda bulunsun ” (Müslim, Îmân 74) Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin ” buyuruyor. (Buhârî, Müslim)
Komşuluk hukukunun ciddiyetini çok iyi kavrayan mü’minlerin annesi Hz. Aişe, iki komşusundan hangisine öncelikle hediye vermesi gerektiğini Peygamberimize sormuş, Efendimiz: “Kapısı sana daha yakın olana ver.” buyurmuştur. (Buhârî)
Ebû Hureyre’nin -radıyallâhu anh- naklettiği bir hadis-i şerife göre bir gün Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
Komşuluk ilişkileriyle ilgili belli başlı hususlara, bir hadis-i şerifte şöyle dikkat çekilmektir:
“Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz.” buyurmuştu. Sahabîler: “Kim imân etmiş olmaz, yâ Resûlallah?” diye sordular.
“Borç veya ödünç bir şey isteyince vermek, darda kaldığında yardımına koşmak, maddî sıkıntıya düşünce gözetip kollamak, mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne ortak olmak, kokusu komşunun evine gidecek bir yemek yapınca ona da bir miktar ikram etmek, izni olmadan evinin önünü kapatacak şekilde bina yapmamak, hastalanınca ziyaret etmek, ölünce kabre götürüp defnetmek.” (Heysemî)
“Yapacağı fenalıklardan komşusu emniyette olmayan kimse!” buyurdu. (Buhârî)
Dünyada fani olduğumuzu unutmadan yakınlarımızla imtihan olduğumuzun farkına varıp hal ve hareketlerimizi hevalarımıza göre değil Efendimize -sallâllâhu aleyhi ve selem-’e ittiba ve itaat ederek tamamlamaya gayret edelim.
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’den nakledildiğine göre bir adam Rasûlullaha -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Ey Allah’ın Rasûlü! Falan kadının nâfile olarak çok namaz kıldığından, çok sadaka verdiğinden, çok oruç tuttuğundan, ancak diliyle komşusuna eziyet ettiğinden söz 15
NİSAN 2015 / 321
Gerçek Müslüman, komşusunun evine, bahçesine, malına mülküne zarar vermediği gibi onunla ilgili sırları, ayıp ve kusurları da örtmesini bilmelidir. Komşunun ırz ve namusuna göz dikmek, zaten hakiki mü’min için düşünülemeyecek bir durumdur.
KAPAK Adem Çatak kapak@ilkadimdergisi.net
HZ. PEYGAMBER’İN
. ıbadet hayatı P
eygamber Efendimiz bütün ibadetlerine özel önem verirdi. Onun ibadetleri asla baştan savma veya bir yasak savma kabilinden değildi. Örneğin namazına derin bir huzur içinde hazırlanırdı. Vaktinden önce abdest alır, vakarlı ve sükûnet halinde mescide girerdi. Namazda safların düzgün olmasına özel önem verir ve mescitte sükûnete riayete dikkat ederdi.
H
ifa edileceği de ibadatın esas rükunları olarak açıklanmıştır. Yine insanın diğer varlıklarla ilişkisinin dayandığı samimiyet, saygı, sevgi, affedicilik, hoşgörü ve empati de muamelatın ilkeleri olarak belirlenmiştir.
amd Allah’a; salât ve selam âlemlere rahmet ve mü’minlere örnek olarak gönderdiği Habîb-i Edibine…
Mü’minin hayat düsturları ve dikkat edeceği kulluk adabı, Kur’an-ı Kerim’de beyan edilmiştir. Bu düsturların hayata geçirilmesi ise bizzat Hz. Peygamber tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu manada Kur’an-ı Kerim işin teorik yanını; Hz. Peygamberin hayatı anlamındaki sünnet ise işin pratiğini oluşturmuştur.
Biz bu yazımızda Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ibadet hayatı ve ilkelerini incelemeye çalışacağız. Yazımızın sonunda ise modern çağın Müslümanları olan bizlerin bu ilkeler çerçevesinde Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ne kadar ittiba ettiğimizi değerlendireceğiz.
Malum olduğu üzere Rabbimiz Teâlâ, Hz. Peygamber-i zî-şânı mü’minlere örnek olması için göndermiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerîm’de; “And olsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21) fermanıyla açıklanmıştır. Bu örneklik hayatın tüm alanlarını kuşatacak bir şümule sahiptir. İnancın tebliği ile başlayan bu örneklik, ibadat ve muamelat ile kemale ermiştir. Neye nasıl inanılacağı, tevhid ve ihlâs, akidenin temel prensipleri olarak ortaya konulurken; kulluğun nasıl ve hangi gönül kıvamında
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İbadet Hayatında Öne Çıkan İlkeler 1. Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ibadet hayatı incelendiğinde karşımıza çıkan ilk husus, ibadetlerin zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken bir vazife ve bir yük olmaktan ziyade, Allah -celle celâluhu- ile bir vuslat vesilesi olarak algılanması hususudur. Bu anlamda Rabbimiz de biz kullarına, ibadetleri büyük bir coşku ile âdeta koşarak yerine getirmemizi ister: “Ey iman edenler, Cuma günü namaza 16
cak ses, gürültü gibi nedenleri azami derecede ortadan kaldırmaya çalışırdı. (Bkz.: Buhari,756; Müslim, 394; Ebu Davud,822; Tirmizi, 247; Nesei, 2/137; Ibn-i Mace, 837.)
çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı zikre, namaza, Allah’ın kelâmıyla ilgili açıklamaları dinlemeye, Allah’a şükretmeye koşun. Çarşılardaki, pazarlardaki, alışverişi, ticarî faaliyeti bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 9 İbadetleri bir vuslat neşesi içinde ifa edilmesi istenirken, aksi durum şiddetle kınanır: “Onlar namaz için kalktıklarında gönülsüzce, insanlar, görüp takdir etsinler diye istemeye istemeye kalkarlar. Allah’ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa, 142)
Oruç tutarken de orucuna önem verirdi. Orucunun sevabını azaltacak günahlar konusunda ashabını uyararak onlara bu konuda örnek olurdu. “Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur…” (İbn-i Mace) diyerek oruçlarına dikkat etmelerini ve ibadetlerini tazim içinde yerine getirmelerini salık vermiştir. ”
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in namaza kalkışı hakkındaki şu rivayet onun ruh dünyasını göstermesi bakımından ilginçtir:
Peygamberimiz sadakasına da büyük ihtimam gösterirdi. Mümkün olduğunca gizli bir şekilde ve büyük bir mahviyet içinde fakirin bizzat avucunun içine koyardı. Kendi beğenip sevmediği şeyleri başkalarına verilmeye çalışılmasına asla rıza göstermez bu şekilde davrananları ikaz ederdi. (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/28.)
Peygamber Efendimiz, halkla karışıp da mübarek rûhuna ağırlık basınca; “Ey Bilal, sesinle bize bir huzur ver, bizi rûhlandır, bizi rahatlaştır.” (Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel) emrini verirdi. Onun güzel sesini dinlerken mana âlemine yükselirdi. Bu durum peygamberimizin namazda ruhen dinlendiğini ve ibadetini büyük bir neşe kaynağı olarak gördüğünü göstermektedir. Yine Peygamberimizin, “Allah’ım Recep ve Şa’ban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel) duası da onun ibadetleri yerine getirirken içinde bulunduğu ruh halini yansıtır. Bu duasıyla o -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ramazan ve orucu adeta iple çekiyor ve bir an önce oruç ayına kavuşmayı arzuluyordu. 2. İbadetlerine ihtimam gösterir ve tazim ile ibadet ederdi. Peygamber Efendimiz bütün ibadetlerine özel önem verirdi. Onun ibadetleri asla baştan savma veya bir yasak savma kabilinden değildi. Örneğin namazına derin bir huzur içinde hazırlanırdı. Vaktinden önce abdest alır, vakarlı ve sükûnet halinde mescide girerdi. Namazda safların düzgün olmasına özel önem verir ve mescitte sükûnete riayete dikkat ederdi. Namaz esnasında sağa sola sallanmaz, etrafıyla ilgilenmezdi. Elbiselerinin ve namaz kıldığı yerin temizliğe itina gösterir ve Yüce Mevlâ’nın huzuruna çıktığı her hal ve tavrından belli olurdu. Namazında huzurunu boza-
3. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ibadet hayatına dair ilkelerden biri de farzlardan asla taviz vermemesiydi. Örneğin, hicretin 9. yılında Tebük Seferi dönüşünde, İslâm’a girmek üzere Medine’ye bir heyet gönderen Sakif Kabilesi, Müslüman olmak için bazı şartlar öne sürmüşlerdi. Bu ön şartlara hayır demeyen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Namaz da kılmak istemiyoruz.” teklifine net olarak şu cevabı vermişti: “Rükûsuz/namazsız bir dinde hayır yoktur.” (Ebû Dâvûd, Harac 17
NİSAN 2015 / 321
Bütün bu örnekler Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ibadetlere büyük değer atfettiğini; ibadetleri, adeta çok sevilen bir dosta sunulmak üzere hazırlanmış hediye paketleri gibi gördüğünü ortaya koymaktadır. Yine O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- baştan savma kabilinden yapılan ibadetlerin Hak katında bir değer ifade etmeyeceğini de çeşitli vesilelerle anlatmıştır: “Namazını vaktini geçirerek kılanın namazı nursuz olarak göğe çıkarılır. Göğe çıkınca eski bir paçavraya sarılır Geri çevrilip yüzüne çarpılır. Sahibine beddua edip, ‘beni zayi ettiğin gibi, Allah Teâlâ da seni zayi eylesin’ der.” (Suyuti, Camiu’s-Sağîr, 1. Cilt. 157. hadis.) buyurdu.
25) O asla farz ve vaciplerden taviz vermez her ne şart altında olursa olsun bu ibadetleri yerine getirirdi. Diğer bir misal olarak, Hz. Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan rivayet edildiğine göre, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hz. Aişe’nin odasında gece namazını kılardı. Geriye sadece vitir kalınca şöyle derdi: “Âişe kalk! Vitir namazını kıl!” (Buhari, Müslim, Ebu Davut) Bu örnekler bize Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ibadet hayatında farz ve vaciplere dikkat ettiği gibi, ashabını da bu hususta ikaz ettiğini göstermektedir. 4. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nafile ibadetleri teşvik eder, kendi hayatında uygulayarak örnek olurdu ancak asla kimseyi nafile ibadetler için zorlamazdı. Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashabını ibadete teşvik ederdi. Bir defasında genç sahabilerden Abdullah b. Ömer için, “Abdullah ne iyi adam! Keşke bir de gece namazı (teheccüt) kılsa!” buyurmuş, bunun üzerine Abdullah b. Ömer geceleri namaz kılar olmuştur. (Buhari, Teheccüd, 21, II/50)
H
Yine O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, aile fertlerine ve yakınlarına da gece ibadetini tavsiye etmiş ve kızı Hz. Fatıma ile damadı Hz. Ali’yi gece namazına kaldırmıştır. (Buhari, Teheccüd, 5, II/43)
z. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her konuda olduğu gibi ibadet hayatımız konusunda da bizim için örnektir. Biz Müslümanlar O’nun ibadet hayatını detaylı olarak öğrenmeli ve O’nun yaşamı gibi bir hayata sahip olmaya çalışmalıyız. O’nun ibadetlerindeki manevi halleri yaşamamız mümkün olmayabilir ancak olabildiği kadarıyla O’nun hayatını örneklememiz mümkün olduğu kadarıyla O’na benzemeye çalışmamız gerekir. O’nun hayatı bizim için bir hedef niteliğinde olmalıdır.
Daha önceki başlık altında da geçtiği üzere Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Aişe’yi gece ibadeti için zorlamamış, ancak onu vacip olan vitir namazına uyandırmıştır. Bu örneklerden anlaşılması gereken husus şudur ki, nafile ibadetleri teşvik edebilir, bizzat kendimizi nafileleri ifa etmeye zorlayabiliriz. Ancak kesinlikle bir başka insanı nafileler hususunda zorlayamayız. Hz. Peygamber hayatıyla bize bu mesajı da vermiştir. 5. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ibadet hayatı ilkelerinden önemli bir prensip de az da olsa devamlı ibadeti teşvik etmesiydi. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, az da olsa sürekli olan ibadet ve itaatlerin Allah katında daha sevimli ve makbul ol18
dim. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Ey Aişe! Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81)
duğunu bildirmiş, başlanılan bir ibadetin veya hayırlı bir işin devamlı olmasını tavsiye etmiştir. (Buhari, İman 32, I/16.) Bir defasında Abdullah b. Amr b. el-As’a, “Ey Abdullah! Falan kimse gibi olma, çünkü o, gece ibadetine devam ederken, sonraları ibadet etmeyi terk etti.” (Buhari, Teheccüd, 19, II/48-49) buyurarak ibadetin sürekli yapılması gerektiğini vurgulamıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ibadetlerinde hep bir şükür hali içinde olmuştur. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- asla “ibadet ediyorum, bu yüzden Allah’ın katında üstünlük kazandım” duygusuna kapılmamıştır. İbadetleri kendisine ve ümmetine verilmiş çeşit çeşit nimetler için bir şükran duygusu içinde ifa ederdi.
Bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Her gün, bedeninizdeki her bir kemiğiniz ve mafsalınız için bir sadaka gerekmektedir. Her tesbîh bir sadakadır, her tahmîd bir sadakadır, her tehlîl bir sadakadır, emr bi’l-ma’rûf bir sadakadır, nehy ani’l-münker de bir sadakadır. Bütün bunlara kişinin kuşlukta kılacağı iki rekât namaz kâfî gelir.” (Müslim, Müsâfirîn, 84)
Peygamberimiz ibadetlerin insanı Hak katında cennete sokmaya yetmeyeceğini ve kendisinin ibadetlerinin de buna yeterli olmayacağını bildirmiş, kulun cennete ancak Allah’ın rahmeti sebebiyle girebileceğini açıklamıştır. Bu inanca sahip olan Hz. Peygamberin ibadetleriyle büyük makamlar kazanmayı düşünmesi muhaldir.
Bizzat kendisi de ibadetlerinde devamlılığı âdet edinmişti. Örneğin Peygamber Efendimiz, kuşluk namazına çok ehemmiyet verirdi. Bu namazı dört rekât kıldığı ve Allâh’ın dilediği kadar artırdığı rivâyet edilmektedir. (Müslim, Müsâfirîn, 78-79) Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- ise bir defasında şöyle demiştir: “Dostum Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana, her ay üç gün oruç tutmayı, iki rekât kuşluk namazı kılmayı ve uyumadan önce vitri edâ etmeyi tavsiye buyurdu.” (Buhârî, Teheccüd, 33) Rivayet edilen hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nafile oruç ve kuşluk namazı konusunda herhangi bir zorlama yapmamış sadece teşvik etmiştir.
Sonuç olarak Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her konuda olduğu gibi ibadet hayatımız konusunda da bizim için örnektir. Biz Müslümanlar O’nun ibadet hayatını detaylı olarak öğrenmeli ve O’nun yaşamı gibi bir hayata sahip olmaya çalışmalıyız. O’nun ibadetlerindeki manevi halleri yaşamamız mümkün olmayabilir ancak olabildiği kadarıyla O’nun hayatını örneklememiz mümkün olduğu kadarıyla O’na benzemeye çalışmamız gerekir. O’nun hayatı bizim için bir hedef niteliğinde olmalıdır.
6. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ibadetleri övünç ve manevi kazanç vesile olarak değil bir teşekkür ve şükran-ı nimet kabilinden ifa ederdi. Bu konu ile ilgili olarak şu hadise çok manidardır: Hz. Aişe -radıyallâhu anhâ- anlatıyor: Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Ben kendisine, “Ey Allah’ın Rasûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz?” de-
Cenab-ı Hak cümlemizi O’na layık bir ümmet olma nimetiyle nimetlendirsin. 19
NİSAN 2015 / 321
Allah’ın Rasûlü Ashâb-ı Kirâm’dan bir topluluğa şöyle buyurdu: “(Allah’ın ve Peygamber’inin emirleri ve yasaklarını) uygulamada aşırılığa düşmekten kaçının. Orta yolu tutun. (İyice biliniz ki;) sizden hiç birinizi yapmış olduğu amelleri kurtarıp (Cennet’e sokamaz.)” Sahâbîler sordular: “Yoksa sizi de mi amelleri kurtarıp Cennet’e sokamaz ya Rasûlellah?” “Evet, beni de. Rabbimin rahmeti ve fazlı beni kuşatır (da ben de böylece kurtulup Cennet’e girerim.)” (İbni Mâce Zühd 20, Buharî Rıkak 18, Müslim Münafıkîn 76)
KAPAK Tahir Dağaslanı kapak@ilkadimdergisi.net
EFENDİMİZDEN GÜNÜMÜZE MÜSLÜMANLARIN
. TICARET ANLAYISI. İ
slam’da ticaret yapmaktan kasıt yalnızca dünyada bol kazanç elde etmek değildir. Elde edilen bu imkânlarla aynı zamanda cenneti de kazanmak hedeflenir. Bu nedenle İslam’da kazancın elde edilme yollarını da sarfiyat yerlerini de malın mülkün ve cennetin de yegâne sahibi olan Allah belirler. İşte sahabe-i kiram tam da bu anlayışa hareket eder O’nun rızası ve isteği doğrultusunda ticaret yapardı.
P
eygamberimiz zamanında yapılan her şey vahyin kontrolünde idi. Ticaretle meşgul olmak da o dönem toplumunun önemli uğraşlarındandı. İnsan için kazanmak ve sahip olmak her zaman önemli olmuştur. Bu nedenle mülkiyet konusu ticaretin ve sosyal hayatın en önemli konusudur. Dünyamızda ilk insan
topluluklarından itibaren mülkiyet hep din ve ideolojilerin ilgi ve etki alanı olmuştur. Zira kim neye ne kadar sahipse üzerindeki tasarrufu da o ölçüdedir. Kur’an mülkiyet konusunu detayları ile ele alır. İlk suresi olan Fatiha Suresi “ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ÂLEMÎN – Bütün öv20
G
ünümüz esnafına düşen de Efendimizin: “Emin ve doğruluktan ayrılmayan tüccarlar; peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.” müjdesine layık tüccar olmaya çalışmaktır. güler âlemlerin Rabbi olan (Bütün varlığın sahibi, yaratan, yaşatan ve düzene koyan) Allah’a aittir.” ayeti ile başlar. “Yerlerin ve göklerin sahibi odur.” Ayetleri ile mü’minler kendileri dâhil evrende ne varsa hepsinin sahibinin Allah olduğunu ve mülkiyetinin ona ait olduğunu kabulle hayatlarına başlarlar. Bu nedenle tacirin elinde dönen ticaret malından dünyanın mülkiyetinin kimin olduğuna kadar, servetin kim adına toplandığı sorusu ve mülkiyetin Allah’ın olduğu cevabı Kur’an’da defalarca tekrarlanır.
Bugünkü anlamıyla uluslararası ticaret filosuna sahip olan Hz. Hatice annemiz her şeyini Allah’ın ve Rasulü’nün rızası için harcamış, yamalıklı elbiseler içinde vefat etmiştir. Hz. Ebubekir Efendimiz de defalarca kazandığını Allah’ın ve Rasulü’nün yolunda harcamış, onların rızasını ve cenneti kazanmak için otlara dahi sarınmıştır.
İslam’da ticaret yapmaktan kasıt yalnızca dünyada bol kazanç elde etmek değildir. Elde edilen bu imkânlarla aynı zamanda cenneti de kazanmak hedeflenir. Bu neden-
Hicretin 9.yılında Tebük Seferi için Hz. 21
NİSAN 2015 / 321
le İslam’da kazancın elde edilme yollarını da sarfiyat yerlerini de malın mülkün ve cennetin de yegâne sahibi olan Allah belirler. İşte sahabe-i kiram tam da bu anlayışa hareket eder O’nun rızası ve isteği doğrultusunda ticaret yapardı.
Peygamber her gün minberine oturdu. “Allah’ım! Sen şu bir avuç İslâm toplumunun yok olmasına fırsat verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz” diyerek yalvardı. Mü’minleri mallarıyla ve canlarıyla cihada teşvik etti. Bunun üzerine servet sahibi mü’minler orduya yardım getirmeye başladılar. Hz. Ömer -radıyallâhu anh- bu sefere dört bin dirhem gümüş para (yaklaşık 800 koyun bedeli) getirdi. Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- malının tamamını, Abdurrahman b. Avf -radıyallâhu anh- da sekiz bin dirhem getirdi. Hz. Osman ise ordunun teçhizinde en büyük yardımı yaptı. Üç yüz deve, yüz at bağışladı. Ayrıca bin altın lirayı Rasulullah’ın kucağına dökünce, Allahın elçisi; “Ey Allah’ım! Ben Osman’dan râzıyım, sen de razı ol” diye dua etmiş ve Osman’ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir. Ayrıca Hz. Osman birer altın sarfı ile on bin askeri techiz etti. Su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine kadar sağlanmadık ihtiyaçlarını bırakmadı. (Vâkıdî)
B
u günlerdeki gibi; milyar dolarlara sahip müslümanlarla akbabaların açlıktan ölmesini beklediği müslümanlar aynı dünyayı paylaşmazdı. Para için kendini satan, hatta müslüman kadını satan, insan taciri müslüman olmazdı. Şarap içen, şarap alıp satan esnaf olmazdı. Faiz alıp veren faizci müslüman da olmazdı. Kumar malzemesi üreten, satan oynatan esnaf da olmazdı. Onlar alıp sattıkları ile ahireti satın alan malın ve mülkün Allah’ın olduğuna gönülden inanmış, dünya sevgisini kalplerine koymamış kişilerdi.
İlk müslümanların ticaretine tamamen Allahın ayetleri ve Rasulullah’ın uygulamaları damgasını vuruyordu. Allah -celle celâluhu-: “Ey iman edenler! Eğer gerçekten mü’minler iseniz Allah’tan korkun ve artık faizin peşini bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Rasulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tövbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.” (Bakara, 278-279) Buyuruyor. Sahabe de hemen faizciliği bırakıyordu. Çünkü onların içinde bizim gibi Allah’a savaş açarcasına faize bulaşıp sonra cennetini isteyen yüzsüzlük yoktu. 22
A
llah’ın Kitabına ve Rasulü’nün Sünnetine tam anlamıyla uyduğumuz dönemlerimiz en güçlü olduğumuz günlerimiz oldu. O günlerde sosyal bağlarımızın çok kuvvetli idi. Allah’ın kopmak bilmeyen ipine sımsıkı sarılmıştık. O günlerde örneğimiz sömürgeci batı değildi. Aramızda aç ve açık varken uykuya yatılmazdı.
Allah -celle celâluhu-: “Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar. Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?” (Mutaffifin, 1-4) buyuruyor. İlk Müslümanlar da haksız kazancın ahiret hesabından korkarak hep kanaatkârlık edip az olana razı olup ahiret kazancını hedefliyorlardı. Enam Suresi’ndeki “De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (162) ayetine hakkıyla inandılar.
idi. Allah’ın kopmak bilmeyen ipine sımsıkı sarılmıştık. O günlerde örneğimiz sömürgeci batı değildi. Aramızda aç ve açık varken uykuya yatılmazdı. Bu günlerdeki gibi; milyar dolarlara sahip müslümanlarla akbabaların açlıktan ölmesini beklediği müslümanlar aynı dünyayı paylaşmazdı. Para için kendini satan, hatta müslüman kadını satan, insan taciri müslüman olmazdı. Şarap içen, şarap alıp satan esnaf olmazdı. Faiz alıp veren faizci müslüman da olmazdı. Kumar malzemesi üreten, satan oynatan esnaf da olmazdı. Onlar alıp sattıkları ile ahireti satın alan malın ve mülkün Allah’ın olduğuna gönülden inanmış, dünya sevgisini kalplerine koymamış kişilerdi.
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.” (Nisa, 10) ayetine özlerinden iman ettiler de “acaba bize hakkı geçer mi?” diye neredeyse yetimin malını tamamen bir kenarda koruma altına alacaklardı. Yıllar önce yaşlı bir amcanın içi yanarak: “Babam vefat etti. Annem pazardan yumurta almak için komşumuza beni emanet etti. Beraber pazardan yumurta aldık. Komşumuzun dükkânına gelince yumurtaların büyüklerini seçip kendi sepetine koymaya başladı. Ben de çocukluk işte ‘amca büyüklerini hep kendi sepetine koyuyorsun’ dedim. Komşu ‘küçükleri taze olur onun için size tazelerini seçiyorum, kıymet de bilmiyorsun’ dedi. Ben de küçüklerini bulup “bu da küçük amca” demeye başladım. O da “koy sepetinize” diyordu.” Dediği türden hatıraları onlar hiç yaşamadılar.
Günümüz esnafına düşen de Efendimizin: “Emin ve doğruluktan ayrılmayan tüccarlar; peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.” müjdesine layık tüccar olmaya çalışmaktır.
Allah’ın Kitabına ve Rasulü’nün Sünnetine tam anlamıyla uyduğumuz dönemlerimiz en güçlü olduğumuz günlerimiz oldu. O günlerde sosyal bağlarımızın çok kuvvetli 23
NİSAN 2015 / 321
Onlar salih esnaflar, sanatkârlar, zanaatkârlar yetiştirmek için loncalar kurdular. Esnafı batırılacak rakip değil, Allah için kardeş bildiler. ‘Esnaf birlikleriyiz’ diye üyelerine faizciliği öğretip onları kredilerle dünya ve ahiret sefaletine sürüklemediler.
HİZMET ADABI Nureddin Soyak nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net
Allah’ın Yardımı Mü’min her an denenmekte olduğunu asla unutmamalıdır. Ailesi ile denenir, akrabaları ile denenir, dava arkadaşları ile denenir. İmanlarında sebat edenler, Allah’ın yardımının geleceği konusunda ümitvar olanlar, gösterdikleri sabırla dünya ve ukba saadetine ererler. İhlas ve samimiyetle Allah’a güvenenleri Rabbimiz asla yar ve yardımcısız bırakmaz.
A
llah için Allah’ın yoluna koyulanlar, Allah’dan başkasının yardımına ve dostluğuna güvenerek yola çıkmışlarsa vah onlara, yazık onlara. Kulun ferdî, ailevî ve toplumsal hizmetlerinde yegâne güvenip dayanacağı, dostluğuna sığınacağı Rabbidir. Usulüne göre yaptığı hizmetlerin neticeden sorumlu değildir. Kurallarına uyduğu sürece gayretinin ve hizmetinin ecrini hiç noksansız alacaktır. Her gün kulun ruhuna en az kırk defa nakşedilen bir ilahi masaj var.
ermez. Bunun hayata uygulanması lazım. Kulluk, sevgi, ancak korku ve boyun eğmeyle kâmil manada gerçekleşebilir. Gerçekten ibadetin ve kulluğun O’na ise, başkasıyla işin ne? Yar ve yardımcı olarak Rabbin sana yeter. Elbette gönül Allah’a giden yolda samimi dost ve arkadaşlar ister. İnsan olarak samimi can dostlara her zama ihtiyaç vardır. Hele hele hizmetler bunlarsız olmaz. Ama gerçek dost deyince Akla sadece ve sadece Rabbimiz gelmelidir. Sadece O’na güvenerek yola çıkmalıyız.
Rabbimiz buyurdu ki: “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 5)
Rabbimiz buyurdu ki: “Meryem oğlu isa da havarilere ‘Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?’ demişti.” (Saff, 14)
Dünyanın bütün nimetleri insana Allah’a kulluk için verilmiş araçlardır. Bu nimetler amaç haline getirildiğinde, günde kırk kere değil kırkbin kere “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Sözü hiçbir anlam ifade
İsa aleyhisselamın Allah’ın katına yükselmesine sebep olan da ihanet eden havarilerden biridir. Rabbimiz de onun ihanetini başına geçir24
miş, İsa aleyhisselam kılığına sokarak çarmıha gerdirmiştir.
kiyi bilmelidirler. Mü’minler içinde bulundukları, nimetlerin kadrini ve bunların Allah’dan olduğunu bilip şımarmadan şüretmeli, bela ve musibetleri de büyütmeyerek sabretmelidir.
Rabbimiz buyurdu ki: “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara, 107)
Habbab radıyallahu anh anlatıyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’nin gölgesinde bir bürdeye yaslanıp otururken müşriklerden şikâyette bulunduk. “Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?” dedik. Şu cevabı verdi: “Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukurlara konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Allah’a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine binip Sana’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’dan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhari, Nesai)
Her şeyi yaratıp yöneten, Kadir-i Mutlak olan Allah’tır. Sınırsız hâkimiyeti ile her şeyi kuşatan O’dur. Bu durumda bütün varlıklar gibi insanın hâkimiyeti de onun kudretinde olunca, insanın Allah’dan başka dost ve yardımcısı kim olabilir ki. Rabbimiz buyurdu ki: “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara, 153) Rabbimizin bizim yardımcımız olmasını istiyorsak sabırlı olacağız ve namaz kılarak Rabbimizden yardım dileyeceğiz. Rabbimiz buyurdu ki:
Rabbimiz buyurdu ki:
“Peygamber ve onunla beraber mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 214)
“Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.” (Al-i İmran, 150) Müslüman bela ve musibetler karşısında asla gevşekli ve zaaf göstermez. Bu Allah eri olmanın en önemli şartıdır. Mü’min zaman zaman tüm beşeri yardım ve destekten mahrum kalabilir, ancak kâmil iman sayesinde bu badireleri atlatabilir. Mücadelede yılgınlık göstermenin neticesi, bozguna ve yenilgiye götürür. Allah dostlarının müşriklerin ve münafıkların yardımına ihtiyaçları yoktur. Yeter ki güvenip dayandığı yere tam güvenip dayansın. Allah’ın dostluğunu ve yardımcılığını kazanmış olan kimse başkalarının yardımına muhtaç olmaz. O’nun yardımının tecelli ettiği yerde mağlubiyete yer yoktur.
Mü’min her an denenmekte olduğunu asla unutmamalıdır. Ailesi ile denenir, akrabaları ile denenir, dava arkadaşları ile denenir. İmanlarında sebat edenler, Allah’ın yardımının geleceği konusunda ümitvar olanlar, gösterdikleri sabırla dünya ve ukba saadetine ererler. İhlas ve samimiyetle Allah’a güvenenleri Rabbimiz asla yar ve yardımcısız bırakmaz. “Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.” (Al-i İmran, 126) Yardımı sırf ana babadan, amirden, komutandan, âlimden, mürebbiden bekleyenler hedeflerine asla ulaşamazlar.
Rabbimiz buyurdu ki: “Eğer yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin dostunuzdur. O, ne güzel dosttur; O, ne güzel yardımcıdır!” (Enfal, 40)
Rabbimiz buyurdu ki: “Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.” (Nisa, 45)
Yüz çevirenler, ister anlaşma yaptıkları müşrikler, ister münafıklar isterse arkadaşları olsun fark etmez. Yeter ki Allah sizin dost ve yardımcınız olsun.
Mü’minler; Allah’ın dostluğu ve yardımı olmadan, hiçbir başarıya ulaşamayacaklarını ço25
KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan selim.armagan@ilkadimdergisi.net
Kitabımız..! “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sen kendine yetersin.” (İsra:14)
K
itap; parçaları birbirine dikmek, harfleri birbirine eklemek, sözü bir birine bağlamak anlamlarında yazılan ve söylenen şeylere isim olmuş bir kelimedir. Genelde sözlerin yazıya geçirilmiş toplamına kitap denilmekle birlikte, yazılı olmadığı halde peygamberlere vahiy edilen Allah kelamına da kitap denir. Kur’an, Tevrat, İncil ya da Zebur diye ayrı isimleri olsa da Allah’ın mesajı kelamı ve kitabı tek bir kitaptır.
ya tavsiye etmiş ya da kabul etmiştir. Kötü ve kötülük adına ne varsa bunları da ya yasaklamış ya da kınamıştır. Orta yolu tavsiye eden Rabbimiz bizi orta ümmet olarak tanımlamıştır. Bu orta ümmet ne gençliğin delikanlı istek ve arzuları ile ne de yaşlığın karamsarlığı ve acziyeti ile hayatı anlamaya çalışır. Bu ümmet Allah’ın emirlerine de yasaklarına da orta bir yoldan ve orta bir yaştan bakan ümmettir. Orta ümmet hak ve görevlerin odağına kendini koyarak hayata bakar. Başkasına hakkı ve hakikati tavsiye ederken kendi nefsini hesaba çekmeyi unutmaz. Kendi zalimken menfaati için adalet ummaz. Kendi lanet okurken rahmet duaları beklemez. Nefsini temizlemesinin ve kendini hesaba çekmesinin başkalarının eksikleri ile uğraşmasından çok daha iyi olduğunu bilir. “Benim hakkım, benim hakkım” derken benim sorumluluğum demesini gerektiğini de unutmaz. Bilir ki;
Bakara suresinin ilk ayetlerinde“O kitap ki; onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler için bir yol göstericidir.” Ayetindeki KİTAB Kur’an-ı Kerim’dir. Bu kitap takipçilerini doğru yola yüce Mevlamızın sıratı müstakimine götürür. Bu yol dünyada ve ahirette inananını patikalarda yormayan geniş otobana ulaştırır. Yüce Kitabımız zamanımızın ferdi ve sosyal buhranlarına çözüm olduğu gibi geçmişin buhranlarının da tek ilacı idi. Tarih buna şahittir. Gelecek yüz yılların dertlerinin de hiç kuşkusuz tek dermanı Kur’an’dır.
Çocuklarından saygı ve sevgi bekleyen orta nesil bunu hak etmelidir. Öncelikle anne ve babasının hakkını Allah’ın hakkından sonra ilk sıraya koymalıdır. Çocuklarına bu ahlakı öğret-
Dünyada iyi ve iyilik adına nelerin yapılması düşünülüyorsa Kur’an bunları ya emretmiş 26
mekle kalmamalı, Nur Suresi’ndeki; “ Ey inananlar, ellerinizin altında bulunanlar ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte odalarınıza girebilmek için izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkarıp yatacağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların dışında (hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (58) ayeti gibi ayetlerde ifade edilen evlere ve odalara girmekten tutun da konuşma adabına kadar eğitim yapması gerektiğini bilir.
ğımız tamamen kendi orijinal eserimizdir. Hayatımızın kitabını Kirâmen Kâtibin Melekleri de kayda alır. Gözlerimiz, kulaklarımız, derilerimiz her şeyimiz kaydeder. Hatta bizzat Dünyanın kendi bile kaydeder. Yasin Suresi’ndeki; “Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.” (65) ayeti murakabe için ne kadar ince bir uyarıdır. O gün “Yer, Rabbinin nuru ile parlamış, Kitap (ortaya) konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında adaletle hükmedilmiştir. Onlara asla haksızlık edilmez. Herkese yaptığının karşılığı tam verilmiştir. Allah, onların ne yaptıklarını en iyi bilendir.” (Zümer, 69-70) Bütün sırlar, gizli saklı şeyler ortaya çıkmış, artık ne bir şahide ne de muhasebeciye gerek kalmamıştır.
Zira mahremiyet ve edep sadece cadde ve pazarda değil her yerde gereklidir. Hatta çocuklarımızın arasında da. Hayâ imanın bir cüzüdür. Hayâsızlık iman zaafının ve ibadet eksikliğinin işaretidir. İslam hakları ve ödevleri kişinin takati kadar dengeli bir şekilde yüklemiştir. Evladına Lokman a.s. gibi nasihatler etmeyen, onlara Yakup Peygamber gibi gözyaşları ile dua etmeyenler, örnek olmayanlar hem dünyada hem de ahirette pişmanlıklar yaşayacaktır.
O gün ortaya konacak kitap bugün okuduğumuz Allah’ın kitabıdır. Kur’an’ın daha ilk ayetlerinde mü’minleri uymaya davet ettiği dünyada ve ahirette iyinin ve güzelin yegâne ölçütü olan kitaptır.
İsra Suresi’nde, görülene aldanıp görünmeyen ahireti ve hesabı unutmamamız konusunda çok çarpıcı bir şekilde uyarılıyoruz. “Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız. “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sen kendine yetersin.” Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azap edecek değiliz.” (İsra, 13-15)
“Kitabı sağından verilen, “alın okuyun kitabımı.” Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim” der. Artık o hoşnut bir hayattadır. Yüksek bir cennettedir. Ki o cennetin meyveleri sarkmıştır. “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için.” (denir). Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke kitabım verilmeseydi de Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı. Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm de benden yok olup gitti.”( Hakka, 19-29)
Ortaya çıkartılacak olan kitap kitabın tam kelime anlamına uygun olarak hayatımız boyunca sözlerimizi, davranışlarımızı, yazılarımızı; sevgimizi ve nefretimizi birleştirip yazdı27
NİSAN 2015 / 321
O gün ortaya bir kitap da bizim için çıkartılacak. Hayatımızla yazdığımız çok çalıştığımız hatta bazen bir simitle akşam edip namaz kılmaya dahi fırsat bulamadan yazdığımız bizim kitabımız. Bizim kitabımızla Kuranın ahkâmı örtüşürse ne mutlu bizlere ki iyilerin kitabı İlliyyun’dadır. Facirlerin kitabı Siccîn’dedir. İyilerin kitabı sağlarından, kötülerin kitapları sollarından verilir.
FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net
ANNE-BABA HAKKI
İ
yemezler yedirirler, giymezler giydirirler. Çocuğun bir yeri ağrısa, onlar daha fazla rahatsız olurlar. Çocuklarının rahatını kendi rahatlarına tercih ederler. Bu zahmetli meşgale, değişik safha ve şekillerde olmak üzere hayat boyu sürer gider. Ana-babanın çocuklar üzerindeki haklarını şöyle sıralayabiliriz: 1. İtaat (saygı) Çocukların ana-babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek, iyilik etmek yapılması haram olmayan isteklerini yerine getirmektir. Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: “Biz insana, ana-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilah tanımadığın) bir şeyi bana ortak koşman için sana emrederlerse, artık onlara bu hususta itaat etme.” (Ankebût, 8) 2. Ana-babaya iyi davranmak Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de, şöyle buyurur: “Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini emrettik.” (Ankebut, 8) Bir adam Peygamberimize gelerek: Ey Allah’ın Rasulü, insanlar arasında iyi davranmama en çok layık olan kimdir? dedi. Peygamberimiz: “Annendir.” buyurdu. Adam: “Sonra kim? dedi. Peygamberimiz: “Annendir.” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir? dedi. Peygamberimiz yine: “Annendir.” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir? diye sordu. Peygamberimiz: “Sonra babandır.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1). Anne ve babaya iyilik etmek, hizmet etmek ve gönüllerini almak-Allah’a ibadetten sonra- başka hiçbir davranışla elde edilemeyecek bir sevaptır. 3. Maddî ihtiyaçlarını gidermek Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hâle gelince ana-babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir. Bu görev sadece ahlâkı olmayıp, hukuken de
slam anne-baba hakkına çok ehemmiyet vermesine rağmen maalesef, pek çok değer ölçüsünün unutulduğu, ailevî ve sosyal esasların yerle bir olduğu zamanımızda, anne-baba hakkı da bu umumî yozlaşmadan nasibini aldı. İnsanın en başta hürmet etmesi gereken iki muhterem varlık, bugünün nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir oldu. Bu durum günümüzde sadece Allah’a karşı saygısız olanlar arasında değil, O’nu sevdiğini iddia edenlerin içinde bile, anne ve babalarının varlıklarını bir yük olarak gören Müslümanlar türedi. Ne acıdır ki, artık birçok anne-baba yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkûm yaşıyorlar; biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceleri “darülaceze” denilen, şimdilerde biraz kibarlaştırılarak “huzur evi” adı verilen ama aslında çocukları tarafından terk edilmiş kimselerin hicran yurdu olan yerlerde, senede bir gün kendilerine uzatılacak çiçeklerle avunmaya çalışıyorlar. Oysa Cenabı Hak Kerim Kitabında: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” diyerek dua et.” (İsra, 23-24) “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman, 14) buyuruyor. Anne ve baba, aile ve çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için yılmadan, usanmadan çalışırlar, 28
29
NİSAN 2015 / 321
Çünkü paranın her şeye gücü yetmez. Sevgi dolu bir bakış, candan bir davranış, muhabbetle kucaklayış parayla alınabilecek şeyler değildir. 6. Kötü söz söylememek Onları incitecek her tür kötü söz ve davranıştan kaçınmak gerekir. Bu kötü davranışların ebeveyne doğrudan yapılması haram olduğu gibi, onlara kötü söz söylenmesine sebep olmak da haramdır. Cenâb-ı Allah’ın, “Onlara öf dahî demeyin” yasağı yanında Peygamberimizin şu hadis-i şerîfi de çok dikkat çekicidir: “Bir kimsenin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır”. Ashab-ı Kirâm: “Bir kimse ebeveynine nasıl söver?” deyince, Efendimiz (s.a.s.): “Biri başkasına kötü bir söz söyler, o da tutar bunun ebeveynine söver” diye cevap verdi. (Buhârî, Edeb, 4). 7. Öldüklerinde hayırla anmak, dua etmek “Ey Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla. “ (İbrahim, 14/41) . Ebu Üseyd Mâlik İbnu Rebî’a es-Sâidî (r.a) anlatıyor: “Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v): “Evet vardır” dedi ve açıkladı: “Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak.”(Ebu Dâvud, Edeb 129, (5142); İbnu Mâce, Edeb 2, (3664). 8. Anne-babalarımızın dostlarına da iyilik etmemiz gerekir: Abdullah b. Dinar’ın anlattığına göre Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bu hadis-i şerifi şöyle bir olay üzerine nakletmiştir: “Bir gün bedevilerden biri Mekke yolunda Abdullah’la karşılaşır. Abdullah bedeviye selam verdi ve bindiği merkebinden inerek onu bindirdi. Biz Abdullah’a: “Allah hayrını versin, bunlar bedevidir, bedeviler ise az bir şeyden memnun olurlar.” dedik. Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi. “Bunun babası, babam Ömer b. Hattab’ın dostu idi. Ben Hz. Peygamber’in: “İyiliğin en iyisi, çocuğun, babasının samimi dostlarına iyiliği ve ilgiyi devam ettirmesidir.” buyurduğunu işittim.” dedi. (Müslim, Birr, 11)
vardır. Bu görevini yerine getirmeyen kimse buna zorlanır. Allah bu görevi evlâtlara yüklemektedir: “Ey Peygamber! Sana ne sarf edeceklerini soruyorlar. De ki, sarf edeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah bilir.” (Bakara, 215). Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın anlattığına göre Peygamberimiz, cihada katılmak isteyen bir sahabeyi, ihtiyaçlarından dolayı, ana-babasının yanına göndermiştir. 4. Saygısızlık etmemek İslâm ümmetinin prensibi büyüklere saygı, küçüklere sevgidir. Saygıya en lâyık olanlar, saygıda kusur etmeyi dahi aklımızdan geçirmememiz gerekenler de ana-babalarımızdır. Bir gün Peygamberimiz (s.a.s.) ashabına; “Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?” diye sordu. Üç defasında da “evet bildir, Ey Allah’ın Rasulü” diyen-ashab-ı kirâma bunların sırasıyla; “Allah’a ortak koşmak, anababaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek” olduğunu belirtti. (Buhârî, Edeb, 6). 5. Rızalarını almak İnsanın dünyadaki en büyük görevi şüphesiz ki, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bundan hemen sonra rızasını almamız gerekenler ise, anababalarımızdır. Çünkü, yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi Allah’u Teâlâ, kendisine ibadetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiş, Peygamberimiz de (s.a.s.): “Allah’ın rızası, ana-babanın rızasında; Allah’ın gazabı da ana-babanın kızmasındadır.” (Tirmizi, Birr, 3) buyurmuştur. İyilik yapmada babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir. Peygamberimiz (s.a.s.) çok öfkeli bir şekilde üç defa, “ Burnu yere sürtülsün (yazıklar olsun o kimseye), “ dediğinde Ashab-ı Kiram; “Kimdir o? Ey Allah’ın Resulü! “ diye sorunca; “Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet’e giremeyip Cehennem’i boylayan kimse” der. (Müslim, Birr, 9). Anne, baba varlıklı olabilir; evlâdının parasına puluna ihtiyaç duymayabilir. Hatta kendilerine bakan, işlerini gören hizmetkârları da bulunabilir. Bu durumda evlâda düşen görev, onların gönlünü almak; isteklerini yerine getirmektir.
TASAVVUF Cemil Usta cemil.usta@ilkadimdergisi.net
O, Ümmetine Çok Düşkünkü
R
biridir. Bize çok düşkündür. Hem bu dünyada hem de ahirette sıkıntıya düşmemiz O’nu çok üzmektedir. Nasıl ki bir insan gözünü her türlü tehlikeden korur sakınırsa Efendimiz de bize öyle düşkündür, öyle sahip çıkma çabası içerisindedir. Ayağımıza bir diken bile batsın istemez. “Rasûlüm, onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” (Şuara, 3) buyuruyor Rabbimiz. Mekke’nin Fethini müteakip Mekkelilerin iman etmesi kadar hiç bir şey Onu sevindirmemiştir. Kâbe’nin örtüsü altında da yakalansalar öldürülmeleri emredilenler bile iman etmek için geldiklerinde mutlu olmuştur. Hz Hamza’nın katili Vahşi, onun azmettiricisi Hind, Ebu Cehil’in oğlu İkrime (RA) bunun örnekleridir. İntikam almayı, zarar vermeyi hiç düşünmemiş hatta Hind ile şakalaşmış, İkrime’yi ayakta karşılamış, yanındakilere “Babası hakkında onu üzecek şekilde konuşmayın” buyurmuştur. Merhamete şefkate bakınız. Peki, ümmeti olarak bizim Ona düşkünlüğümüz nasıldır? Ashabı Ona “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah” diye hitab ederlerdi. Nasib olur da Ravza’da ziyaret imkânı bulursak O’na biz de böyle hitab edelim inşallah. “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah” diyelim. “Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” buyuruyor Efendimiz. Siz zannediyor musunuz ki odanızın bir köşesinde O’nu okursanız, O’nu anarsanız salâvat getirirseniz O’nun haberi olmaz? Ravza ile evinizin esasen farkı da yoktur. Kişiler vardır Ravza’da O’na yaklaşamaz, Kişiler vardır, evinin bir köşesinde O’nunla gönül köprüleri kurar. O’na düşkünlüğümüz O’nu öğrenmekle ortaya çıkar. Öncelikle sahih kaynaklardan öğrenmeli, hayatımızın her anında O’nu taklit etmeli, O’na uymalı, O’nun halleriyle hâllenme gayretinde olmalıyız. Bir gün Efendimiz, “Kardeşlerimi özledim” buyuruyor. Ashab “Ya Rasulallah biz Senin kardeşin değil miyiz?” diye soruyorlar. Peygamberimiz “Siz benim ashabımsınız, kardeşlerim sizden sonra gelecek, beni görmedikleri halde beni çok sevecekler.” buyuruyor. Rabbimiz bizi o kardeşlerden eylesin inşallah.
abbimiz Efendimize, Habibine (SAV) verdiği önemi birçok ayeti kerimede bize anlatmaktadır. Bu ayetlerden birkaçında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Rasûlü size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.” (Haşr, 7) “Rasûlüm de ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”” (Al-i İmran, 31) “Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih, 10) “Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür.”. (Fetih, 29) Son Almanya ziyaretimizde bir kişi sormuştu. Bir profesör “Muhammedün Rasûlullah denmese de olur. Zaten Peygamber kendisi de bunu söylememiştir.” demiş. İşte yukarıdaki ayette bizzat Rabbimiz bunu söylemektedir. Değil Peygamberimizi kabul etmemek; Cebrail’i, Azrail’i, herhangi bir meleği inkâr etmek dahi kişiyi iman dairesinden çıkarır. Peygamberimizi çok iyi tanımalı öğrenmeliyiz. Allah’a giden yolun kapısı Rasûlullah’tır. Onsuz Rabbe ulaşılamaz. O yolumuzu aydınlatacak bir ışıktır. Sırat-ı Müstakim üzere olmak isteniyorsa Rabbimizin kefil olduğu tek yol gösterici O’dur. O son Peygamberdir. Kıyamet gününde herkes hesaba hazırlanırken Efendimiz şefaate hazırlanacaktır. Abdullah bin Mes’ud (RA) anlatıyor: “Bir gün Efendimiz bana “Kur’an oku da dinleyeyim” buyurdu. Nisa Suresi’nin başından okumaya başladım. “Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!” (Nisa, 41) ayetine geldiğim zaman eliyle işaret buyurarak “yeter” dedi. Baktım mübarek gözyaşları sakalına doğru inmişti. Biz böyle bir Peygamberin ümmetiyiz. Kur’an ve Sünnet’e tabi olmaktan başka çaremiz yoktur. Rabbimiz “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” buyuruyor. O kendi içimizden gönderilmiştir. Bizden 30
İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net
Karar Odası Etkili Öğretmenlik
K
İlk olarak inceleyeceğimiz kitabımız Selman KAYABAŞI’nın Yakın Plan yayınlarından çıkan Karar Odası isimli kitabı operasyon serisinin ikinci kitabı. Köşemizi takip edenler Selman KAYABAŞI’nın kitaplarının hepsini tanıtmaya çalıştığımızı fark edeceklerdir. Yazarın kendi ifadesiyle: “Yazdıklarım benim ürettiğim veya keşfettiğim şeyler değil. Sadece bir yerlerde saklı olanı, bir köşede muhafaza edileni, aranmayanı, sorulmayanı bulup önümüze sermeye çalışıyorum. Haliyle okuduklarınızı benim yazdıklarım, sizin de öğrendiğiniz şeyler olarak görmeyin; beraber okuyor, beraber öğrenmeye çalışıyoruz.” Tarihi olayları farklı bir bakışla okumamızı sağladığı için, illa ki benim yazdıklarım doğru, diğerleri yanlış demediği için tavsiye ediyorum Selman KAYABAŞI’nı.
İkinci olarak tanıyacağımız kitabımız ise Muhammet YILMAZ hocanın hazırladığı ve Ensar Yayınlarından çıkan Etkili Öğretmenlik. Bizden olan, bizim gibi düşünen bir yazar tarafından hazırlandığı için değer verdiğim bir kitap. Kitabımız beş ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm giriş mahiyetindedir. Bu bölümde varlıklar içinde insan ve eğitimi inceleniyor. İkinci bölümde kişisel özellikleri ve tutumları açısından etkili öğretmenlik anlatılırken “ Etkili öğretmenlik nasıl yapılır?” sorusuna bir öğretmen olarak cevap vermeye çalışıyor yazarımız. Üçüncü bölümde öğretmenlerle öğrencilerin iletişi tecrübî bir şekilde anlatılıyor. Dördüncü bölümde ise öğretmenliğin bütün hünerlerinin gösterildiği sınıf yönetimi konusu ele alınıyor. Beşinci ve son bölümde ise öğretim yöntemleri konusu bizlerin istifadesine sunuluyor.
Karar Odası kitabında İngilizlerin Osmanlı Devletinin son döneminde devletimizin içine nasıl yerleştiklerini, Musul’daki petrolü ele geçirmek için nasıl sinsice hareket ettiklerini, bu petrolü bizden görünen piyonları vasıtasıyla nasıl kendilerine imtiyazlı hale getirdiklerini, Amerika’nın barış ve demokrasi kılıfıyla bölge31
NİSAN 2015 / 321
mize niçin geldiği ve nasıl yerleştiği, Irak’ı niçin işgal ettiği, Mehmet Akif’in Teşkilat-ı Mahsusa içindeki faaliyetleri, 2. Abdülhamid’in üstün zekâsının örnekleri, Türkiye’de gerçekleştirilen bazı operasyonlar vb hususlar bizleri bekliyor. Ayrıca kitabın son bölümünde yer alan Bosna Hersek’teki soykırımı anlatan Aliya İzzet Begoviç’in ağzından yazılan mektup ile işkencelere maruz kalmış bir Bosnalı Müslümanın mektubu okuyucuyu farklı bir havaya sokuyor. En azından BM’nin, Avrupa’nın, Amerika’nın gerçek yüzünü hatırlamamız bakımından faydalı olmuş.
ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ay sizlerle iki güzel kitap daha inceleceğiz. Selman KAYABAŞI tarafından yayına hazırlanan Karar Odası ile Muhammet YILMAZ tarafından hazırlanan Etkili Öğretmenlik isimli eserleri tanıyacağız.
EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net
AKIL EĞİTİMİ
soyutlama, derinlik oluşturma, teşhis etme, düşünme, ilişki kurma, çıkarımda bulunma, analiz etme, sentezlemelerde bulunma, yargılar oluşturma; böylelikle de diğer akıl, ruh, duygu ve beden faaliyetlerine yön tayin etme gibi işlevlerini bir düşünün. Bu işlevlerin yanlış bilgi temeline dayandığı ve tüm işlevlerin bu yanlış temel üzerine inşa edildiğini bir hayal edin. Ne kadar korkunç ve dönülmesi zor sonuçlara yol açabilir değil mi?
“
Ne öğretelim?”, “neyin eğitimini verelim?” ya da “neyi eğitelim?” türünde sorulara verilecek cevaplardan biri, “akletmeyi öğretelim”, “akletme eğitimi verelim” ya da “aklı eğitelim” şeklinde olabilir/olmalıdır. Buna göre eğitim çalışmalarının “içerik” ögesinin temel boyutlarından birinin “akıl eğitimi” olduğu söylenebilir.
Bu soruya verilecek cevap, akıl eğitiminin doğru temellere dayandırılmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle akıl eğitiminin, eğitim çalışmalarında kesinlikle üzerinde önemle durulması gereken bir içerik olarak ele alınması gerekmektedir. Şeyleri doğru bilmek, hatırlamak, anlamak ve kavramak; bu anlama ve kavramalardan yola çıkarak doğru tespit ve tahliller yapıp doğru çıkarımlarda bulunmak, doğru yollar belirleyip doğru yargılara ulaşmak yoluyla doğru uygulamalarda bulunmak, tamamıyla aklın doğru eğitilmesi ile mümkündür.
Bu aşamada sorulması gereken sorulardan biri, akıl eğitiminin neyi ifade ettiği, neyi kapsadığı ve gerçekten de önemli bir içerik boyutu olup olmadığıdır. Bu sorulara cevap verilebilmesi için öncelikle aklın ne olduğu ile ilgili bir çerçevenin çizilmesi gereklidir. Sözlükler incelendiğinde akıl kelimesinin; “(1) düşünme ve anlama gücü, (2) hafıza, bellek, (3) düşünce, kanı, (4) us” gibi kelimelerle eşleştirildiği dikkati çekmektedir. Bu kelimelerin ise bir kısmı aklın bir bilgi depolama aracı olmasını (hafıza, bellek); diğerleri ise yüklendiği işlevini (düşünme ve anlama gücü) öne alan betimleme çabası ile ilişkili olduğu söylenebilir. Daha dar ve özel anlamı ile akıl; anlama, kavrama ve hükme varma kapasitesini ifade etmektedir.
Burada önemli sorun, aklın nasıl doğru eğitileceğidir. “Nereden nasıl yola çıkmalı ve akıl eğitimi süreci nasıl biçimlendirilmelidir?” sorunu, tartışılmaya değerdir. Bu sorulara doğru ve gerçekçi cevaplar bulabilmek, aklın fıtratından, oluşum ve gelişim süreçlerinden hareket etmeyi gerektirir. Başka bir ifade ile akıl, nasıl oluşmakta, nasıl işlenmekte ve gelişmekte, hangi işlevleri ne zaman ve ne şekilde yerine getirmektedir?
Hepsinin ötesinde akıl; düşünsel eylemlerin gerçekleştiği ve böylelikle bilgi, tutum ve davranışların şekillenmesinde, gelişmesinde, değişmesinde belirleyici olan bir gücü ifade etmektedir. Bu güç nedeniyledir ki akıl sahibi olan insanoğlu, bitki ve hayvan gibi diğer canlı varlıklardan farklılaşmakta; onlara bir üstünlük kurma ve onları kendi hâkimiyetlerine alma imkânına sahip olabilmektedir. Bu gücün doğru temellendirilmesi doğru kullanılmasını; buna karşılık yanlış temellendirilmesi de yanlış kullanılmasını ve hiç arzulanmayan durumlarla karşı karşıya kalınması anlamına gelmektedir. Buna göre akıl eğitimine, aklın doğru temellendirilmesi süreci olarak bakmak ve önemini buradan hareket ederek anlamlandırmak gerektiği söylenebilir.
Bilindiği üzere akıl, doğumla birlikte ve kapasite (potansiyel) şeklinde ve hazır olarak gelmektedir. İnsanoğlunun dünyaya aklı dolu olarak geldiğini, yaşam sürecinde bu bilgileri hatırlamaya başladığını savunan bazı ekoller olsa da daha çok kabul gören yaklaşım, aklın üzerine işleme yapılması gereken boş bir levha olarak gelindiği yönündedir. Buna göre akıl, yaşam sürecinde gözlem ve deneyimlerle birlikte akıl doldurulmakta; kendinden beklenen işlevleri etkin ve yetkin yerine getirebilir ya da getiremez hale gelmektedir. Bu çerçevede ana rahmine düştüğü ve yeterli olgunluğa geldiği dönemden itibaren ve doğrum sonrası özellikle ilk yıllarda, akıl zemin oluşumu süreci geçirmektedir.
Aklın; bilme, hatırlama, kavrama, anlama, 32
Buna göre akıl eğitimi ile ilgili olarak şu tespitler yapılmalıdır:
yanlış, yalan ya da abartılı söz ve davranışlarda bulunmaları, içinde yanlış bilgilerin bulunduğu kitaplar okumaları vb.,çocuğun zihin dünyasının yanlış temellenmesi açısından önemli zararlara yol açabilecektir. Çocuk henüz o dönemlerde muhakeme yeteneğini henüz etkin kullanamayacağı için olduğu şekliyle kayıt altına alma durumundadır.
1. Aklın temeli ilk yıllarda atılır. Doğum öncesi belirli bir evrede başlayıp özellikle doğrum sonrası ilk yıllardaki gözlemleri, deneyimleri; duyu organları ile algıladığı varlık, eşya, duygu ve düşüncelere ilişkin bilgiler, sözler, davranışlar, tepkiler gibi uyaranlar, çocuğun aklının temelini atar. Aklın temel şablonu ve çerçevesi bu dönemde oluşur. Adeta bir kamera gibi bu uyaranları hafızasına kaydeder. Bu kayıtlar bir döne sonraki tepkilerinin şekil, biçim ve düzenliliğinin temelini oluşturur. Bu dönemde çevresindeki insanların tutum ve davranışları ile söylemlerinden aldığı mesajlar, zihin âleminin akıl deposuna biriktirilerek ilerleyen dönemlerdeki düşünme ve diğer davranışlarına temel olacak yapı taşlarını oluşturur. Kavramlar, semboller, somut ve soyut varlıklara ilişkin algılar ve duygu gösterim biçimleri vb. bunlara örnektir. Belirli bir dönem çocuğun konuşmaksızın yalnızca izlemesi, dokunması vb. bu bekleyişin; düşünce dünyasının söze ve eyleme dönüşmesinin hazırlık evresidir. Bu nedenle bu dönemdeki çocukların, çevrelerinde doğru şeyleri duyması, izlemesi, aklına doğru temeller atılması açısından oldukça önemlidir. Anne ve babalar başta olmak üzere kardeşler ve diğer yetişkinler bu aşamada çocuklara doğru mesajları izlemesi ve dinlemesi konusunda dikkatli davranmalıdırlar.
3. Akıl, düşünme ve zihinsel üretimlerde bulunmaya ilk hareketi veren unsurdur. Aklın bilgi öğrenmenin ötesindeki önemli bir işlevi, düşünme ve bilgi üretme merkezi olmasıdır. Akıl etme olarak ifade edilen deyim, aklın bu işlevi ile ilişkilidir. Var olan bilgileri muhafaza etmenin ötesinde bunu işlemek yoluyla yararlanılabilir formata dönüştürmek, var olanlardan yola çıkarak ilişki kurmak, çıkarımda bulunmak vb. yollarla var olmayan yeni bilgiler üretmek, aklın depolamaya göre daha önemli bir işlevini oluşturmaktadır. Aklın, bilgisayardan olan farkı da burada ortaya çıkmaktadır. Bilgisayarı üreten akıl, henüz ona düşünme ve düşünce üretme işlevini yükleyememiştir. O halde aklın bu düşünme ve düşünce üretme merkezi olması, insana ve onun aklına ayrı bir önem ve değer kattığı söylenebilir. Analitik düşünme, eleştirel düşünme, yansıtıcı düşünme gibi daha birçok düşünme türü bulunmakta ve özellikle son dönemlerde bu konuda önemli çalışmalar yapılmaktadır. Düşünme eğitimi konusu ilerleyen aylarda ayrı bir konu olarak ele alınacağından daha çok ayrıntıya girilmemiştir.
2. Akıl bilgi depolama yeridir. Aklın önemli bir boyutu, hafıza olmasıdır. Bir depo alanıdır ve bilgi deposu olarak işlev görür. Duyu organı ile algılanan ve anlamlı hale dönüşebilen her bilgi birimi, burada depolanır. İlerleyen dönemde hatırlanmak yoluyla farklı bilgilerin anlamlandırılmasında, kavranılmasına ve öğrenilmesinde zemin olarak işlev görür. Başka bir ifade ile gelecekte biçimlenecek ve daha işlevsel hale gelecek zihin yapısının zeminini oluşturur. Bu nedenle ilerleyen dönemlerdeki düşünmelerin sağlıklı olması, beynin ve aklın işlevlerini yerine getirmesi açısından bu hafız boyutunun temiz, doğru, gerçek bilgilerle donatılması önem arz etmektedir. İlk dönemlerde duyulan ya da gözlenen/hissedilen şeyler, ilerleyen dönemlerde de okunulan kitaplar vb. doğru bilgilerle donanık olması; çocukların doğru bilgileri barındıran bilgi kaynakları ile yüzleşmeleri önemli bir gerekliliktir. Zaman zaman anne ve babaların ya da diğer kişilerin onları çocuk olarak değerlendirip 33
Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere selam ve dua ile…
NİSAN 2015 / 321
Diğer taraftan aklın hafıza olma işlevinin eğitilmesi de önemlidir. Çocuğun dikkatini odaklayabilmesi; varlık, söz ya da davranışları olabildiğince farklı yönleriyle görebilmeleri ile ilgili ilk deneyimler de bu ilk dönemlerde temellenmektedir. Bu çerçevede çocuğa dikkat etme, dikkatini toplama, doğru algılama, algıladıklarını hatırlama türünde davranışları etkin gösterebilmeleri için yetişkinlerin yardımcı olması gerekmektedir. Zaman zaman dikkat yoklayıcı sorular sorulması, konuşturulması, hatırlama egzersizlerinin yaptırılması gerekmektedir. Henüz anlama ve muhakeme etme sorunu yaşasa da çocuklara ezberleme ve hatırlama yönünü güçlendirecek egzersizler yaptırılmalı; böylelikle dikkat etme, odaklanma, hafızaya alma ve bilgi depolama yeteneği güçlendirilmeye çalışılmalıdır.
İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net
SABIR-2
Ç
haline getirmiş, sonraları da ciltlerce eser vermesini sağlamıştı.
alışmalarımızda da sabra ve devamlılığa çok muhtacız. Sabır belki başlangıçta zor gelecek, ama acı ilaç gibi faydasını sonra gösterecektir.
“Doktorların sultanı” olarak bilinen, eserleri 600 sene Avrupa üniversitelerinde okutulan İbni Sina, meşhur Kitabü’ş-Şifa’sını devamlı çalışmasına borçludur. Eserini kaleme alabilmek için her sabah namazından sonra muntazaman iki saat çalışması yeterli olmuştur.
Hz. İsa, “Hoşlanmadığına sabretmedikçe hoşlandığını ele geçiremezsin.” der. Gerçekten hoşlanmadığımız zora katlanmadıkça, hoşlandığımız sonucu elde edemeyiz.
Bir kalbi iman mamur edecek olursa, o her zaman için huzur ve afiyet içindedir. Şartları, idare edene bağlamıştır, çünkü O’nun kudretine güvenir, Rahmetini hisseder ve her zaman sıkıntısını bolluğa, darlığını kolaylığa çevirmesini bekler. Hayır ettiği zaman ona yönelir. Bu hal ahiretteki kazancından, mükâfatından önce büyük bir kazançtır ki ruha huzur verir, güven verir, dünya hayatı boyunca sakin, sabırlı ve kararlı olmayı sağlar. Hüseyin bin Mansur kuddise sirruh:
Özellikle ilmi çalışmalarda sabrın büyük önemi vardır. Çalışmalarımızda elbette bir kısım sıkıntı ve darlıklarla karşılaşacağız. Hiç ummadığımız engeller, engebeler karşımıza çıkabilir. Bunların üstesinden ancak sabırla gelebiliriz. Çünkü “Sabır ferahlığın anahtarıdır” demişler. Zorluklara katlanmadan huzura ermek biraz zordur. Bir çaba sarf etmedikçe hiçbir şeye kolayca ulaşılamaz. Bir anda birçok şeyleri anlamaya, öğrenmeye kalkmak sabırsızlıktır. Sindire sindire, anlaya anlaya hareket etmek ise akıllılıktır.
“Sabır odur ki, kişinin elini ve ayağını keserler ve darağacına asarlar, itiraz etmez’’ buyurmuştur. Şaşılacak şeydir ki, bütün bunlar onun başına gelmiştir.
Devamlılık sabırdır. Az, fakat devamlı olan işin hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) netice alıcı ve devam edici olmamızı ister. Devamlı yanan kandil bir anda parlayıp sönen yıldızdan daha iyidir.
“Sabır-sebat gösterenler” hayatın dalgalanışlarına rağmen amaçlarında sabit-kadem olanlardır. Onlar şartların değişmesinden etkilenmezler; aksine benimsedikleri haklı, makul ve doğru tavırlara sıkı sıkıya yapışırlar. Güç, refah ve isim kazandıklarında kendilerine bir hava vermezler, sarhoş olmazlar, şımarıp kibirlenmezler. Buna karşılık işler tersine dönüp şartlar olumsuzlaştığında da şartlara yenilmezler, onların altında ezilmezler. Şartlar iyiyken nasıl davranıyorlarsa, aleyhlerine döndüğünde de aynı şekilde davranırlar. Her türlü musibete göğüs germeyi bilirler. İşte bunun adı sabırdır.
Devamlılık başarının ilk adımıdır. Sonuca götürücü bir adımdır. Eserleriyle başlar üstünde tutulan tanınmış İslam bilgini İbni Hacer’i başarıya ulaştıran sebep de, sabırla, sebatla okuluna devam edişi olmuştu. “Kafam almıyor. Ben beceremem.” diye köyüne dönerken uğradığı mağarada gördüğü olay ona kamçı olmuştu. Görmüştü ki, mağaranın tavanından sızmakta olan damlalar alttaki taşa vurmaktaydı. O sert taş zamanla bu damlalarla delinmişti. Bu yumuşak damlanın sert kayaya karşı zaferi idi. Bunun üzerine İbni Hacer, “Benim kafam taştan daha sert, daha kalın olamaz!” demiş, didinip çırpınmış, sebat etmişti. Ve nihayet bu kararlılığı onu bir numaralı öğrenci
Mükerrem insanlar sabrı şükür ve yüce Yaratan’ı hamdle takviye ederler. Dillerinden ve gönüllerinden bir an olsun O’nun adını eksik etmezler. Kalplerini şekilden şekle asla sokmazlar. 34
kayboluş değil. Şartlara teslim oluş değil sabır.
Onlarda, bu hallerinden dolayı müthiş bir vakar görünür. Bu insanlarda, uğursuz ve bedbaht insanların isyanı, cedeli ve kabalığını görmemiz mümkün değildir.
Sabır, sınırları koruma direnci... İlkede sebat. “Ey inananlar, sabredin... Sabır yarışında bulunun... Ribatlar oluşturun, yani sınırları korumak için nöbet bekleyin...” Elmalılı Hamdi Efendi’nin ifadesiyle “Sağlam yürekli olun!” Ayak direyin, inançlarınızı korumak için.
Kısacası her iki durumda da sabır ve sebat gösterip bu ilâhî imtihandan alınlarının akıyla ve gönül huzuruyla çıkarlar. Her zaman Rabbin emir ve nehiylerine teslim olmuşturlar. Herkese şefkatli ve merhametli olarak insanlığın ulaşabileceği olgunluğun zirvesine ulaşırlar.
Bayezid Bestami şöyle anlatır: “Mücahede konusunda 12 sene nefsimin demircisi oldum. (Nefsimi parlatmak için onu on iki sene dövdüm.) Beş sene nefsimin aynası oldum. Bir yıl nefsimle kalbimin aynasına baktım. Birden belimde bir zünnarın durmakta olduğunu görmeyeyim mi? Bu zünnarı kesmek için on iki sene uğraştım. Sonra yine baktım ve bu sefer içimde bir zünnarın bulunduğunu gördüm. Bunu kesmek için de beş sene didindim. Zünnarı nasıl kestiğimi düşünürken keşfim açıldı. Halka baktım, hepsini ölü halinde gördüm. Cenaze namazlarını kılmak için üzerlerine dört kere tekbir getirdim.” İşte böyle...
Şeyh Edebali Hazretleri, Osman Gaziyi ve onun şahsında gelecek olan devlet adamlarını istikametlendirecek tavsiyelerde bulunurken sabır konusunda şöyle diyor: “Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın… Ama bunları nerede ve ne nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..”
Allah yolunda nefsiyle savaşa soyunup, her şeyi peşinen kabul edeni boyun eğdirecek zorluk mu olur? Allah için her şeyden vazgeçeni boyun eğdirecek ödül mü olur? Her iki noktada da nefse boyun eğdirecek güçlüklerin ve nefsi burnundan tutup sürükleyecek ödüllendirmelerin arasına sabır girer, çile eğitiminden geçenlerde...
“Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir.” Bu nasihat Osmanlı’yı tam 600 küsur sene ayakta tutmuş ve cihan imparatorluğu yapmıştır. Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hâlâ büyük bir hasretle “Osmanlı, Osmanlı!” diye sayıkladığına tarih şahitlik etmiştir…
Sabır bir ümiddir. Her şeye kadir olanın, bu kışı bahara, bu karanlığı aydınlığa dönüştüreceği ümididir. Sabır bir değiştirme iradesidir. Kötü olanı iyiliğe ve iyilikle değiştirme iradesidir. Varlığın içindeki kaderi aramaktır sabır. Denilir ki insana, ebedi mutluluk yurduna vardığında:
Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden birisi de “Sabûr”, “Çok sabreden, sabrı sonsuz” anlamına geliyor... Belki insanoğlunun isyandan vazgeçeceğini ümit eder, insanın zulmüne sabreder Allah... Bekler ki, insan dönsün, ahdini hatırlasın, fıtratına yönelsin... İnsanın isyanına denk bir ilâhî cezalandırma süreci işleseydi bu dünyada, kim kalırdı ayakta? Helâk olmaz mıydı insan nesli?
Rabbimizin, sabredenlere o kadar büyük muştuları var ki, sanki sabır yaşamanın sırrı gibi bir bir şey olarak görünüyor. Rabbim sabrı kuşananlardan ve “Selâm yurdu”na kavuşanlardan kılsın bizleri... Allah için ayak direyenlerden, “Biz zaten Allah’a aidiz ve O’na döneceğimizi biliyoruz” diyebilenlerden etsin bizleri... Habisin temizden ayrıştırıldığı günde, arınmışlardan eylesin bizi...
Bileceksin ki, her işin özünde Allah’ın dilemesi var... Allah’ın istediği yerde duracaksın ve O’na tevekkül edeceksin, güven duyacaksın. Her ne olacaksa, O, izin verdiği için olacak ve O, kendisine gönül bağlayanları hüsrana uğratmayacak. Sabır bir atalet değil; tükeniş, bitiş ve karanlıkta
Amin!.. 35
NİSAN 2015 / 321
“Sabretmenizin karşılığı olarak selâm size...” (Râd, 22-24) Selâm, yani sonsuz barış, sonsuz güven, sonsuz mutluluk... Ebedi bahar... Çünkü sabrettiniz.
LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net
Gül Mevsimi Dilekleri Bir öksüzün yetimin başını okşayınca Gül kokusu sinerdi saçlarına elinden Şefkatin merhametin bir anneden daha çok En güzel sen anlardın çocukların dilinden..
E
lhamdülillâhirabbilâlemin..
Yâ Rasûlallah…Salât-ü selâm sana…
Rabbimiz; Sana nâmütenâhi hamd-ü senalar olsun…
Yine bir “Gül Mevsimi”ndeyiz!.. Bu mevsim bahçemizde,
Rabbimiz; Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Sevgili Habîbine, ilmin kadar Salât-ü Selâm olsun…
Toprak başka , su başka… Her çiçek kokar ama, Gül’ün kokusu başka!..
Yâ Rasûlallah…Salât-ü selâm sana..
Yâ Rasûlallah…Salât-ü selâm sana..
Yine bir “Gül Mevsimi”ndeyiz!
Yine bir “Gül Mevsimi”ndeyiz!...
Bu mevsim başka güzel..
Can Cânandan gayrısın
Bu mevsim başka tatlı…
Adını yâd eder mi ?
Ayrılmaz Ebed Ezel,
Bülbülün bildiği var
Muhabbet nur kanatlı…
Boşa feryâd eder mi!.
Yâ Rasûlallah…Salât-ü selâm sana..
Yâ Rasûlallah…Salât-ü selâm sana..
Yine bir “Gül Mevsimi”ndeyiz!..
Siz;
Güneş gülerek doğar,
“Dikkat ediniz, ben Habîbullâh’ım, ancak övünmek yok!.
Ay batmaz geceleri… Göklerden rahmet yağar,
Kıyamet günü ‘HAMD SANCAĞINI’ taşıyacak olan benim, övünmek yok!..
Açın pencereleri..
Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan benim, şefaati kabul edilecek olan da benim,fakat övünme yok!..
Yâ Rasûlallah..Salât-ü selâm sana… Yine bir “Gül Mevsimi”ndeyiz!..
Cennetin kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek olan benim.
Bekliyorlar sırada, Susamış tüm çiçekler…
Allah bana Cennet kapısını açacak, beraberimde olan mü’minleri ve fakirleri Cennete sokacaktır, fakat övünme yok!..
Seher vakti bir yudum Gülsuyu içecekler… 36
Ben geçmişlerin ve geleceklerin değerlisiyim,fakat övünmek yok”…
yalnız bırakma… Vallahi sen seviyoruz, ey Sevgili…
en
Siz buyurmuştunuz: “Kişi Sevdiğiyle Beraberdir.” diye…
Yâ Habîbullah…Salât-ü selâm sana… Biz ise; Sana lâyık bir ümmet olamadık…
Sen “ RAHMET”’sin, Sen “ŞAHİD”, Sen “MÜBEŞŞİR”, Sen “MÜNİR”.
İzinden gidemedik, düştük başka izlere.
Seni ALLAH methetmiş, daha başka ne denir..
Meğer o çarpık izler gidermiş dehlizlere!..
Ey, Âlemlerin Efendisi olan Fahr-i Kâinat!..
Gaflet ile övündük, yarın mahşer gününde
Buyurdunuz ki:
Elimizden tutmazsan yazık olur bizlere!...
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden ya hayır konuşsun, ya sussun.”
Gafletimizden dolayı övündük… Bir gün yıkılacak, viran olacak çok katlı evlerimizle övündük…
İnandık iman ettik… Ama, ne hayır konuştuk, ne susabildik!.. Buyurdunuz ki:
Rabbimizin “Fitne” diye bizi uyardığı mal ve evlâtlarımızla övündük.. Sizi üzdük, sizi incittik…
“Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez”.
Kusur, günah, suç bizim… Yarın hesap gününde bizleri gözü yaşlı, perme-perişan ardında bırakma Yâ Rasûllallah…
Ama biz komşumuzun şerrinden kapımızın kilidini 1 iken 2 ettik. Komşumuz da bizim şerrimizden kilidini 2’den 3’e çıkardı!.. Ya Rasûlallah, bize bir şeyler oldu…
Tut ellerimizden…
Rabbimiz tarafından Sana gönderilen ilk emri, “Oku! Seni Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” diye başlayan hayat kitabımızı gerektiği gibi okuyamadık…
Yâ Rasûlallah… Salât-ü selâm sana… Âlemleri var eden, kendisine yâr eden Allah (c.c.) sizi bütün kâinata tanıttı… “HABÎBİM” dedi Sana…
Besmelesiz kitaplar verdiler elimize… Ümmet olarak birbirimizin canını okur hâle geldik…
Rabbimizin adıyla birlikte andık Seni. Önce; “Lâ ilâhe illallah” dedik. Hemen ardından:
Ya Rasûlallah, Siz ve şerefli sahabeleriniz hendek kazarken açlıktan karnınıza taş bağlamıştınız.
“Muhammedün Resûlullah” dedik… Önce; “Eşhedü enlâ ilâhe illallah” dedik. Hemen ardından:
Şimdi ise bizim yüreklerimiz taşlaştığından dolayı, çok konuşup, çok yiyip, çok uyumaktan dolayı göbek bağladık.
“Ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlühu.” dedik.. sebebimiz
Sen “Rasûl”sün…Sen “Nebî”sin..Sen “Elçi”sin..
Sensin
Yüzümüz yok sana karşı…
Yâ
Âlemlerin Rabb’inden af diliyoruz… “Habîb”sin…Sen
İsmi Âzam’ın hürmetine… Arş-ı Alâ hürmetine…
Sen Müjdecimizsin… Sen Şefaatcimizsin… Sen Efendimizsin!..
Kur’an-ı Azimüşşan hürmetine…. Kâbe-i Muazzama hürmetine…
Seni seven Allah’ı sevmiş, sana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur...
Ve Senin hürmetine…
Sana Salât-ü selâm…
Allah merhamet eylesin bizlere…
Cürmümüze bakma… Hesap gününde bizi
Sana sonsuz selât-ü selâm Ya Rasûlallah… 37
NİSAN 2015 / 321
Çünkü varoluş Rasûlallah..
DENEME Hamdi Öz
DÜŞÜ OLMAYANIN
İŞİ OLMAZ!.. S
okaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum…
S
Aslında eğer ve keşke ile başlayan ifadelerden hoşlanmam. Zira “Eğer kelimesini kal-
aygıdeğer İlkadım Okurları,
Lütfen, bu yazı denemesini sabah namazını cemaatle birlikte eda ettikten sonra, aç karına okumanızı tavsiye ediyorum.
binde nifak hastalığı bulunan münafıklar çok kullanır, keşke kelimesi de şeytanın lügatinde yazılıdır.” diyor Mevlana Celaleddin-i Rumi (ks).
Hanım Sultan Mescidi’nde değil yalnız!...
Amma velâkin, İlkadım Mektebinden okuyucular adına gelen bir soruya cevap vermem isteniyor. “Şayet bizler 21 asırda yaşayan bir müslüman olarak Peygamber Efendimiz’le muasır olsaydık, aynı şehrin mahallesindeki bir
Çünkü arifler böyle diyor: “Açlıkta hikmet, toklukta gaflet vardır.” Bedenin hekimleri, çoğu defa reçetelerinde yazdıkları ilaçların yemekten önce alınmasını tenbih ediyor. Gönül tabipleri de, sohbetlerin seher ya da sabah vaktinde olmasına özen gösteriyor.
sokakta birlikte yaşasaydık, ikamet ettiğimiz cadde ve çarşıdaki tavır ve hareketlerimiz nasıl olurdu? Kur’an ve sünnetten uzak bir yaşantımızla Efendimiz’e nasıl bir yüzle bakardık?”
Öyle ya; güneş ışığında yazılan çizilenle, gecenin zifiri karanlığında kaleme alınan makaleler aynı tesiri gösteremez.
Hayal gücümü zorladım. Şairlerin sultanı merhum Necip Fazıl Kısakürek’in “kaldırım38
lar” şiiri aklıma geldi birden:
tinde ilerliyorlardı. Alayhan geçilmiş, Derin-
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
kuyu sapada kalmış, Acıgöl kurumuş, develer yorulmuştu. O esnada, Nevşehir girişindeki bağımsızlık alameti ve şehitlerin son örtüsü alsancaklar görünmeye başladı. Lakin develer parktaki sıra sıra heykelleri görünce ürktüler, fincancı katırlarını da ürkütmüşlerdi.
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki Lat, Menat, Hübel ve Uzza onlardan önce gelmişlerdi bu şehre, aralarında bir Salif eksikti. Sanırım Salih (As)’in Na’ka’sı da ka-
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum…
üzerinden Nevşehir’e gelirken bir kervan görüyorum; önlerinde Ya’fur rehberlik yapıyordu. Belki de Denizli’de düzenlenen Cemel güreşlerinden geliyorlardı.
şükrediyorlar ve toprağı öpüyorlardı.
Aksaray’da verilen bir moladan sonra çölün kokar yakıtlı ve yedek tanklı mercedesleri,
Kaldırım Mezarlığı’ndaki Muşkara’nın kadim yerlilerine selam verip yola revan oldular.
Kasva eşliğinde ve tarihi ipek yolu istikame-
Günlerden Cuma ve öğle vakti gelmiş, minare39
NİSAN 2015 / 321
tarın çıngırağını boynunda taşıyordu. Şaşkınlıklarını gidermek üzere şehrin girişinin sağ cenahında bulunan Tüfekçi Hamdi Camii’ni görünce secdeye kapandılar. “Elhamdülillah müslüman bir memlekete geldik.” diyerek
…derken dalmışım. Uçaktayım… Almanya’dan İstanbul’a oradan da Konya
ler şehrinden Medine’ye uzanan salatü selam sesleri yükseliyordu semalara. Müezzin efendiler: “Es salatü ves selamü aleyke ya Rasulallah” dedikce Kasva ağlamaya baslamış ve kendinden geçmişti. Allah Allah, bu beldede
di” diye hayıflandılar. İmam Hatip Lisesi önüne gelince Suffe Ashabı’nı hatırladılar. Kongre Merkezi’nde kâinatın efendisini anıyorlar, Kutlu Doğum Haftası’nda Vesilet ün Necat’ı ilahiler ve ka-
Rasulullah’ın adı-sanı nerden duyulmuştu? Kolay değil, arada mesafe olarak takriben 3000 km’lik bir yol, zaman olarak da 15 asırlık bir dehliz vardı. Girişte gördükleri Kasva’yı çok
sideler eşliğinde mışk ediyorlar, O’nun tebliğ ettiği Din-i Mübin-i İslam’ı ayet ve hadisler ışığında gelecek nesillere aktarıyorlardı. Dinlediler, sevindiler, çıkışta çoğunun kebair ehli olduğunu sezdiler, amma “Şefaatî li ehlil ke-
üzmüş, lakin Hicaz makamında okunan ezanlardan sonra sevincinden oynamaya baslamış-
bairi min ümmeti” hadisini okuyarak susmayı tercih ettiler.
tı. Mâzin Ahmed “La ilahe illallah” der demez bütün kervan oldukları yere ıhtı.
Nevşehir’e gelmişken kalesini de ziyaret
Eşref-i saatten sonra yola koyuldular.
edelim dediler, şehri kuşbakışı süzdüler, 50 kadar minare saydılar elif misali, amma Ecyad Kalesi’ne dönmüş kalenin çevresindeki atıl
Yeni Oto Galericiler Sitesi’nde bir camiye ismi verilen merhum Hacı Kurra Efendi’yi Medine’den tanıdılar “bir zamanlar Darul Hadis vel Kıraat’de müderrislik yapmış değerli
haldeki camileri görünce cemaatleri adına üzüldüler ve kinlendiler. Aceba bu camiler birer Mescid-i Dirar mı diye sorup soruştur-
bir hocaydı” diyorlardı.
dular. Şehrin en eski mabedleri Kaya ve Kara Camileri Kentsel dönüşüm adına manevi bir
Lale Sanayi’den gelen çekiç sesleri, onlar için çölün ortasında yapılan bir düğündeki cümbüş niteliğindeydi. Ümmet-i Muhammed
yıkıma uğramışlar, şimdilerde suyu kesilmiş Habil’in değirmenlerine benziyorlardı.
çalışıyor, muhannete muhtaç olmamak ve zalimin ateşinde ısınmamak için, evlerine helalinden ekmek getirmek uğruna gayret gösteriyor-
Kervan ilerliyor ve etrafı seyrediyorlardı. Burası Mekke ve Medine sokaklarına pek benzemiyordu. Mısır çarşısı, Bağdat cadde-
lardı. Bunu Organize Bölgesi’nden geçerken de anlamışlardı. Suriye’li kardeşlerine topladıkları gıda, erzak, giyim ve ilaç malzemesi dolu
si ve Şam sokakları gibi de değildi. Atatürk Bulvarı’nın iki kenarında yarı çıplak hurma(!) dalları vardı. Hayrat dut gibi ortalıkta yeşerip
TIR’lar yardım konvoyunda emir bekliyordu.
duruyorlardı.
Otogar dinlenme tesislerindeki asker uğurlama törenlerine şahit olan erkek develer halaya katıldılar, elleri kınalı askerler develer üzerinde hatıra fotoğrafları çektirdiler ve pey-
Pazar yerine uğrak verdiler. Elleri toprakla nasırlaşmış, alınterleri alınlarına nur olarak yansımış çiftçileri gördüler, yeşillik boldu. Zira burası bereket duaları ile açılmıştı. Yalnız kavunu bilemediler. Yaş cevizi erik diye gevdiler. Bundan maada GDO’lu adamlar ve ürünlerden uzak durmaya özen gösterdiler.
gamber ocağına uğurlandılar. TOKİ-2 hizasına geldiklerinde fil-misal bedevî çobanlarının saray gibi evlerde oturduklarını görünce, toprağa secde eden sahabileri hatırladılar. “Eğer onlar bu zamanda yaşasalardı hepsini küfürle itham ederler, bunlar da o dönemde yaşasalardı hepsine deli derler-
Osmanlı Caddesi’nde ilerlerken bir mektep levhası gördüler: İlkadım. Fetret devrinde kendilerini Allah’ın rızası40
ekmeği yapılıyordu. Hasan Paşa’nın inşa ettirdiği Doyduk Şelalesi’nin üst çaydanlığından hörgüçlerini doldurdular, yakıt ikmali de pa-
na adamış gönül ehli zeki insanlar sohbet ediyorlar, Enderun Vakfı ile birlikte saraya gidecek şehzadeleri eğitiyorlardı.
zar yerinde yapılmıştı zaten. Gayet memnun, biraz da mey’us bir şekilde Belediye karşısın-
Oradan Ali Bey Cami önünde ikindi namazından sonra nümayiş yapan gençler: “Biz bu devleti sokakta bulmadık. Otuz kupona satın almadık” diye bağırıyorlardı. Belli ki, İslam’ın
daki tarihi hana sığındılar. Güneş batmış ve hava kararmıştı ki; Naci Hoca çoktan akşam ezanını okudu.
son kalesinin düşmesini istemiyorlardı.
Camii Kebir’e akşam namazını kılmak için gelen cemaatin, külliyedeki mevcut hamamın tellakı, bir kaç esnaf ve mahalle sakininden ibaret oldukları ayak seslerinden belliydi.
Meteris’ten Gülbahçe’ye oradan da İbrahim Paşa merhumun yadigârı Kurşunlu Camii’ne giderken ana cadde üzerinde rastladıkları onca banka şubelerini görünce faiz ve tefeciliğin bu kadar yaygın olduğu bu beldede müslüman olarak yaşamanın çok zor bir mücadele ile mümkün olduğunu anladılar. Zira pireyi
“Sabah ola hayrola.” dediler ve “saat on yatağa kon” diyerek istirahata çekildiler. Damat İbrahim Paşa’nın konağında misafir oldular.
deve yapanlar ve deveyi hatabıyla yutanlar devlet erkânını bile tehdit ediyordu.
Dikkat!...
Kırcıoğlu Kahvesi’nin açık penceresinden dışarı çıkan sigara, nargile ve tömbeki dumanlarından rahatsız oldular. “Galiba burada bir kavme azap ediliyor.” diye korktular, pergelleri açarak adımlarını hızlandırdılar. Sanki
hayal ürünüdür. Taklidinden sakının. Rüyayı gören kadar yoran da sorumludur. Allah rüyalarımızı hayra tebdil eylesin. Allah’a emanet olun.
içerde yaş ağaç yaprakları ile kış günü tandır 41
NİSAN 2015 / 321
Bu rüyada anlatılan hikâye tamamen bir
DÜŞÜNCE EKSENİ Fatmanur Dertli
UN, TUZ, SU VE BİRAZ DA MAYA
T
oprağa atılan avuç avuç tohumlar,
Emekle başlar her yemek, Un, tuz, su ve birazda maya gerek,
Yağmurla buluşup yeşermeye başlar,
Bir teknenin içinde yoğurup, Sabırla kabarmasını beklemek.
Güneşin sararttığı altın saçlı başaklar, Ayrılınca topraktan yolu düşer değirmene kadar.
Yokluğunu çekmediğimiz şeylerin varlığından haberdar değiliz aslında. Bazen şişmanlatır diye yarım bıraktığımız, bazen masalarda unutup güneş ışınlarında kuruttuğumuz ve bazense de başka şeyler yediğimiz için ihtiyaç duymayız ve dolapta küflenmeye mahkûm kalan ekmekler.
Bir sağa bir sola döner taşlar, Ezilip büzülür araya sıkışan başaklar, Sararıp solan saçlar,
Uzun bir evre geçirir ekmek. Ta ki topraktaki tohumdan sofralarımıza gelene kadar.
Olur bembeyaz, toz gibi uçar. 42
Kimi zaman gramı, kimi zaman fiyatı düşük; kimi zaman gramı, kimi zaman fiyatı … Bazen annelerimiz ya da büyük annelerimiz de pişirir fırında. Tarifi hep aynıdır. Un, tuz, su ve biraz da maya. Lezzeti de karın doyurucu olmuştur yıllar boyunca. Aslında hiçbir menüde adı yoktur. Fakat yemeğe gittiğimiz her yerde ilk o gelir masaya. Bazen güzel bir mezeyle bazense yanındaki sapsarı limonu olan, koca bir tabak salatayla. Sürekli göz önünde olduğunda varlığı dikkatimizi çekmez, fakat yokluğu?
natılmış masaları, çeşit çeşit yemekleri, güçlü olmayı, koşmayı, oynamayı, atlayıp zıplamayı ve her gece tok ve mutlu uyumayı? Tek istedikleri bir dilim ekmek ve keskin bakışlı akbabaların yemi olmaktan kurtulmak. Peki ya kim onların yerinde olmak ister? Hiç kimse…
İşte bugün o varlığı anlamadığımız kimi insanın onu yemeden doymadığı, kimi insanın bir lokma ısırıp geriye bıraktığı, kimi insanınsa o bırakılan tek lokmanın bile sahibi olmadığı ve her gece aç uyuduğu bir dönemdeyiz.
Afrika uzak geliyorsa çevrene de bakabilirsin. Herkes yaşam mücadelesi veriyor. Denize atılan bir parça simit için yarışan martılar, camın önüne koyulan kırıntılar için ürkek adımlarla yaklaşan küçük kuşlar ve hava karardıktan sonra tek çaresi ses çıkaran karnını doyurmak için utancından kıpkırmızı olan yüzünü saklayarak çöpten yemek arayan ve yaşam mücadelesini böyle devam ettiren insanlar.
En son gideceği yer yine çöp olur. Çöp ise gereksiz ve kullanılmayan atıkların atıldığı yerdir. Peki ya ekmek atık mıdır, ya da atık olmaya layık mıdır? İnsan parasını çöpe atar mı? Çoğu insanların ekmek parası diye gecesine gündüzüne katıp çalışmasıyla doyar karınlar. Tamam, belki bir dilim, fazla değil ama bu ekmeği atan sadece sen de değilsin. Senin yemeyip çöpe attığın bir dilim ekmeği işte o gece gündüz çalışan insanlar bir akşam yemeğinde bölüşerek geçimini sağlıyor.
Toplumdaki değeri en yüksek olan nimet, yerde görünce kaldırdığımız ve öpüp başımıza koyduğumuz… Bugün yağan yağmur, yarına toprağa düşmeyebilir. Bugün başakları sarartan güneş, yarına doğmayabilir. Bugün attığın ekmeğe yarın sen de muhtaç olabilirsin.
Afrika... Açlıktan midesi sırtına yapışmış, kaburga kemiklerinin kaç tane olduğunu saydığımız, halsizlikten ayağa bile kalkamayan, gözlerine, ağızlarına karasinekler konan çocuklara bak mesela. O yavruların güç bela kollarını kaldırıp sinekleri kovalamaktan başka yaptığı hiçbir şey yok. Kim istemez do-
İhtiyacı olan herkesle paylaşalım, Ne kimse aç uyusun, Ne de yarınlarımız umutsuz olsun. 43
NİSAN 2015 / 321
Bugün ekmek israfını azaltalım,
SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net
BAŞYAZI (İlkadım 1. Sayı Nisan 1992)
“
Basın kamuoyu oluşturmada ve kitleleri yönlendirip harekete geçirmede etkin bir araçtır. Tv’nin etkileyici ve sürükleyici yayınlarına rağmen bu özelliğini kaybetmiş değildir. Bugün birçok ülkede basının gündemde tuttuğu olaylar hükümetlerin yıkılmasına, yönetimin değişmesine ve birçok sosyal çalkantılara sebep olmaktadır. Hülasa olarak basın zamanımızın güç odaklarından biri haline gelmiştir.
Gazetemiz İLKADIM bütün hemşehrilerimizin ve aziz milletimizin teklif ve tenkitlerine her zaman açık olacaktır. Daha iyi ve daha güzele ulaşmak için teklif ve tenkitleriniz değerlendirilecek ve bölgemizde aranan ve okunan bir gazete olmak için bütün imkânlar seferber edilecektir. Çevrenizde meydana gelen olayları veya yazılmasında fayda gördüğünüz meseleleri gazete merkezine ulaştırarak bizlere yardımcı olabilirsiniz.
Bu etkin gücü hakka ve doğruya vasıta yaparsanız, hayırlı bir hizmet yapmış, milletin gerçekleri açık seçik öğrenmesini sağlamış, memleketin leh ve aleyhine olanları açığa çıkarmış ve hakkın yükselmesine yardım etmiş olursunuz. Fakat basını menfi yolda kullanır gerçekleri saptırır, doğruları yazmaz şerrin ve şer güçlerin propagandasını yaparak onlara destek olursanız milletin aldanıp aldatılmasına, dost ile düşmanın, zalim ile mazlumun tefrik edilmemesine sebep olursunuz. Körfez Savaşını, Cezayir olaylarını, Filistin’deki Yahudi zulmünü, Afganistan cihadını hatırlayınız. Kıbrıs meselesi ve Karabağ’da halen devam eden Ermeni vahşetini düşününüz. Birkaç gazete ve mecmuanın dışında gerek iç gerek dış basında nasıl çifte standart, nasıl tek yönlü ve saptırıcı yayınlar yapıldığını bütün dehşetiyle göreceksiniz.
Her on beş günde bir İLKADIM’la buluşacak ve öyle ümit ediyoruz ki kucaklaşacak ve çok iyi bir dostluk kuracaksınız. Selam ve dua ile. “ Yukarıdaki alıntı basın hayatına merhaba diyen İlkadım’ın ilk sayısının başyazısıdır.
Hâlbuki basın hakka destek, batıla köstek olmalı kim olursa olsun zalimin karşısında mazlumun yanında bulunmalı, kuvvete değil hakka taraf olmalıdır.
“Mefkure” köşesinde İlk Adım’a İlk Yazı ile ZEKİ SOYAK HOCA, “Maddeden Manaya” köşesinde İlkadım ile İLHAMİ NALÇACIOĞLU, “Görüntü” köşesinde Hasta ve Gol ile AHMET KILIÇ, “Fıkıh” köşesinde Fıkıh ile CEMİL USTA, “Çığır” köşesinde Musıbet Sabır ve Kıyamet ile AHMET AĞMANVERMEZ, ”Kültür Sanat ve Gençlik” sayfasında Kültür ile İBRAHİM ÇİFTÇİ, “Sezgi“ köşesinde Girizgah ile AHMET BELADA, “Tarihte On beş Gün” ile ATIF BİLGİLİ, “Hukuk” köşesinde Hukuk ve Adalet ile ÖMER ÇÖLYEN, “Bulmaca ile ZEYD KAHRAMAN, “Karabağ Dosyası” ile MUAMMER HACIÖMEROĞLU (Turan), 15 Nisan 1992 de ilk sayısını çıkartan İlkadım’da ilk süreli yazılarını yazmışlardır. İşte bu İlkadım 24 yaşına basmıştır.
İşte bu anlayıştan hareket ederek hakkın yanında ve batılın her çeşidinin karşısında doğru haber doğru yorum anlayışı içerisinde bir gazete çıkarmaya kara verdik. Böylece İLKADIM’la basın hayatına ilk adımı atmış bulunuyoruz.
Dile kolay, Türkiye’nin nüfus, yüzölçümü bakımından en küçük, kültürel faaliyetler yönünden en fakir illerinden biri olan Nevşehir’den tüm Türkiye ve dünyaya 23 yıldır tüm baskı ve tehditlere rağmen hiç aralık vermeden ilim, 44
1992 yılının manşetlerine ve haber yorum başlıklarına baktığımız zaman ilginç tespitler yapabiliyoruz: 1-Ülkemizin ve İslam dünyasının meseleleri değişmemiştir. Afganistan, Filistin, Karabağ, Körfez ülkeleri, Kıbrıs... 2-Batı ile İslam Dünyası ilişkileri, Batı’nın Müslümanlara Hrıstiyanca, İsrail yanlısı bakışı aynıdır, hiç değişmemiştir. ”Siz onlara sizin gibi olduk deseniz de din değiştirmedikçe bakış değişmez.” Batı’nın birçok değerini benimseyen İslam Dünyası Batı gözünde aynı. 3- Müslümanların acısı, çilesi kendi yöneticilerinin basiretsizliği ve halkına yabancı olması sebebiyle artarak devam etmiş. 4-İlkadım’ın bakış açısının değişmemiş olması. Olaylara, durumlara o zaman hangi hassasiyetle bakıyorsa şimdi de aynı hassasiyetle bakması. Bu İslami duyarlılık ve bakış açısının Başyazıda belirtilen amaç çerçevesinde korunduğu görülüyor. 5- İlkadım gençleri Genç Adam’ı, İlkadım hanımları, kızları Baciyan’ı, Kır Çiçeği Aile Derneğini, İlkadım okurları ART FM’i (Enderun FM ), 20. yılını yaşayan Enderun Eğitim Vakfını, Zeki Soyak Yüksek Öğrenim Yurdunu Nevşehir’de; Ankara, Kayseri, Konya, Kırşehir’de de birçok hizmet birimini oluşturmuştur. Bu kervan, çağın hız anlayışına göre daha hızlı yola devam ediyor.
kültür, irfan ve hareket dağıtan bir İslamî tavır dergisi. Sıraladığım yazarların dışında birçok yazarın da müstear isimlerle yoluna devam ettiğini görüyoruz. Vural Özçelik, Ahmet Kırkbaş, Dr. Mustafa Dilek, B. Kılıç, M. Konukaldı, M. Z. Kahraman... ve ismini yazamadığımız ilk sayıların adsız kahramanları... Kültür Sanat ve Gençlik sayfasının şairleri...
Benlik dolusu umut var Yalnızlığa göz kapansın Gözüm dirilene kadar Gözyaşlarıyla sulansın. ... (KİM?)
Yürek Penceresinden ... Bir damla gözyaşı yahut kan Kafesteki kuş misali tenden ayrılan Sonra yükselen sonsuzluğa Ve sonunda aradığını bulan ... (KİM?) **
... Kamil olabilsem şu fani âlemde ben Ağlasam, çarpsa Rabbime he an sinem Mutluluğu onda bulsam, onu zikretse çenem İlahi boş çevirme Kâmil’i o sana muhtaç. Laf değil içimdeki boşluk bir Kâmil’e muhtaç. (KİM?)
Ağlamak istiyorum ... NOT: İlkadım Gazetesi Haziran 1992 yılı 4. sayıdaki dört şiirden bazı böVe yine ağlamak istiyorum lümleri seçtim. Bakalım şiir sahipleGeleceğime ri şiirlerini hatırlayıp bizi arayacaklar Bağlanmış kollarıma mı? Görmediğim gözlerime Ve yazdığım gibi Okuyamadığım Bu şiire Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan Ağlamak istiyorum. “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla (KİM?) gönderebilirsiniz. 45
NİSAN 2015 / 321
Sevdanın Hüznü ... Yüreğime basıp geçti Beni kavuran bir hasret Ne iyi ki beni seçti Artık O’na olmaz haset ... Salıvereyim sevgimi Sevda pınarından içsin Ve bırakmasın peşimi Acısını gönlüm çeksin.
İlkadım’ın ilk adımıyla başlayan yürüyüş ivme kazanarak devam ediyor ve inşaallah devam edecektir.
İMBİK Nuri Ercan nuri.ercan@ilkadimdergisi.net
Mazideki Çocuklar
İ
nsan şahsiyetinin oluşması genellikle çocukluk ve gençlik döneminde gerçekleşmektedir. Son çeyrek yılda toplumumuz çok hızlı değişmiştir. Bu değişim bir takım güzellikler elde etmemizi sağlarken; birçok değerimizin de yok olmasına neden olmuştur. Çocukluk, değer kazanma, ahlaki normlar elde etme, kişilik kazanma bakımından unutulmaz anların ve kıymetlerin saklanma yeridir. Bu bakımdan bizi anlamakta zorlanan çocuklarımızla beraber, babalarının çocukluk tarihine duygu dolu bir bakış fırlatalım. Bakalım neler var, neler...
rek, seğmen gitmeleri belleğimizde halen capcanlı yerini korumaktadır. Yine annelerimizin, ablalarımızın, çalınan defle insicam halindeki şimşir kaşıkla, adeta bir armoni oluşturan, (erkek olarak sadece çocukların seyredebildiği), cinselliği öne çıkartmayan düğün oynamalarını nasıl unutabiliriz! Düğün demek gösteri demekti, eğlence demekti biz çocuklar için. Damadın atacağı bozuklukları kapma macerasını yaşamak vazgeçilmezlerdendi. Düğünün kız tarafında, baş yıkayan kadından elma alabilmek mutluluklardan biriydi. Gelinin allı telli duvağına bakarak neden kırmızı, neden yüz kapalı diye düşünüp, damadın şık giysilerine imrenmek belki bize hayatı sevdiren ilk faktörlerdendi.
Bir zamanlar oyun diye bir hakikat vardı. Gündüz saklambaç oynarlardı çocuklar, akşam aygördüm. Çelik-çomak oynarken zaman unutulurdu, gözümüzü şişiren çelikten de elimizdeki çomaktan da vazgeçemezdik. Aile büyükleri tarafından, kıtlık sebebi sayıldığından “beş taş” oyunu çekinerek, gizli gizli oynanabilirdi.
1970’li yıllarda da bu gün olduğu gibi bayram harçlığı vardı. Ama o zamanın az harçlığı çok daha kıymetli idi. Çocuklar öyle yüksek meblağlar olmayan harçlıklarını, istediklerini alarak harcarlardı. Mantar tabancası harçlığı bol çocukların alabileceği bir bayram âdetiydi. Tabancası olmayanlar, mantarı taşla patlatır, patlama anında herkes çekirge gibi sıçrayarak geriye çekilir, patlamayı seyrederdi. Mantar kokusu çocuklara bulunmaz bir zevk verir, büyük bir neşeye sebep olurdu. Her büyüğün eli öpülürdü bayramlarda. Bütün konu- komşu ziyaret edilip; ikram ettikleri kavurga, kuru üzüm ve kabak çekirdekleri ceplere boca edilirdi. Evlerde “neskayfe” henüz bilinmezdi. Kahve özel günlerde özel kişilere ikram edilir, çaydanlık “mahleci”, yani misafir geldiğinde ancak, gaz ocağına sürülürdü. Bayramlarda erkek misafirlere mangalda odun közüyle kahve
Arıvız düğün odalarının vazgeçilmez oyunu idi, saatlerce oynasak bile; bir kişinin sırtı dönük, geriye çevrili avucuna, kalabalıktan kimin vurduğunu bilmesiyle ebe olan kişinin değiştiği bu oyunu bir türlü bırakamazdık. Birbirimize kızar, sinirlenir; oyun bittiğinde ise; eski dostluğumuzdan hiçbir şey kaybetmeden düğün odasından çıkmış olurduk. Düğünler… Ah o düğünler… Çocukluk gerçekten düğünlerde yaşanırdı köylerde. Düğün “Arab”ını mı söylesek, kilimden, oraktan, aynadan, merdivenden imal edilen devenin, gerçeğine tıpatıp nasıl benzediğini mi? Çarşaflı kadınların, analarımızın, bacılarımızın “Hervele” yaparcasına, saflar halinde yürüye46
pişirilirdi. Biz çocuklar dört gözle içilen kahvenin telvesini beklerdik.
yarısına konulmuş, bazen sobada, bazen tandırda yanmış samanın, odunun közü ayaklarımızı yakacak olur, biraz geriye çekerek ayaklarımızı yanmaktan kurtarırdık. Televizyon, radyo yok. Ninemizin anlattığı masalları birbirimizin yüzünü görerek dinler ve hayal âlemine dalmaktan kendimizi alamazdık. Sırtımız pek ısınmazdı. Lakin o muhabbetin verdiği sıcaklıkla üşüdüğümüzü hissetmezdik.
Bayramlarımızın en gıcır eğlencesi, bahçelerde kendi kendimize kurduğumuz “gıcır-hop” oyunu idi. Şimdiki çocukların belki zahmetine bile katlanamayacakları şahane bir oyundu gıcır-hop. Bahçenin ortasına kalın bir kuru ağaç kökü dikilir, aynı kalınlıktaki başka bir ağaç kökü tam ortasından oyularak dikilmiş ağacın sivriltilmiş ucuna oturtulurdu. Üstteki ağaç uzun olduğundan uç kısımlarına ikişer kişi, karınlarının üzerine binerler ve karşıdaki iki kişiyi kaldırıp indirmeye başlarlar, bunu yaparken,”gıcır-hop, altıntop” diye bağırırlardı. Aynı zamanda, acı kayısı çekirdeği ile yağlanmış olan üst ağacın sürtünmesiyle gıcır gıcır sesleri ortalığı kapladıkça, etrafa yayıldıkça, biz çocuklar apayrı âlemlerde seyri sefer ederdik. Bu günün tahterevallisinin anası sayılacak bu oyunun malzemelerini bulup yerleştirmek bazen yarım günümüzü alabilirdi. Bu uğraş, çocuklara üretmeyi, paylaşmayı ve kendine güven duymayı öğretirdi.
Uzun kış geceleri Anadolu insanın gelenek ve adetlerini uygulamaya fırsat bulduğu geceler olurdu. Ziyaretler, misafirlikler, kız istemeler, kına geceleri hep gece gerçekleştirilirdi. Biz, o zamanın çocukları, şimdi unutulan, ama belki yüzyıllardır çocukların baş eğlencesi olmuş “Saya gezme” uygulamasını canla başla almış, uygulamış ve hatıralarımıza kaydetmişizdir. Kılık değiştirmiş bir çocuğun liderliğinde akşam mahalledeki bütün evlere uğranır, birtakım maniler söylenir, ev sahibinden bulgur, tereyağı istenir. Toplanan malzemeler baş çocuğun veya başka birinin evinde pilav yapılıp; afiyetle yenirdi. Saya-gezme oyunu, dayanışma sosyalleşme olgularının gerçekleşmesine yardımcı oluyordu..
Evet, bir çocukluğun duygulu ve müspet taraflarının bir kısmını anlatmaya çalıştık. Tabi ki, okuyucularımızdan, ömür bakımından yol kat etmişlerinin, her birinin kitaplara sığmayan çocukluk hatıraları vardır. Biz, hayatımızda nelerin değiştiğine bir göz atabilmek için çocukluğumuzu hatırlamaya çalıştık. Bu arada çocuklarımıza dikkat kesilmemiz gerektiğini söylemeye hiç gerek yok. Bu konuyu Üstadın şu mısraları ile nihayete erdirelim.
Kış mevsimi geldiğinde kalorifer sıcağıyla, püskül gibi dağılmazdık evin köşelerine. Evin ortasında kürsü (İskemle) olurdu. Kalabalık aile efradı kürsünün etrafını çevirirdi. Çulla örtülü kürsünün altına ayaklarımızı ve dirseklere kadar ellerimizi sokardık. Kesilmiş gaz tenekesinin alt
Kim demiş çocuk hiçbir şey Belki de çocuk en büyük bir şey 47
NİSAN 2015 / 321
Yaz günlerinin nasıl geçtiğini anlayamazdık. On-on iki yaşlarındaki çocuklar eşeklerle tarlaya azık çekerlerdi. Biraz daha büyük olanlar, babalarıyla tarlaya giderler, ekin işlemesini, bağ budamasını, yonca biçmeyi erkenden öğrenirlerdi. Büyüklerimiz, çocukların çalışmasının gerekli olduğuna, çalışmayanların kemiklerinin pişmeyeceğine inanırlardı. Atla düven üstünde harman sürmek hiç yorucu gelmezdi bizlere... Hem iki atı idare edebilmek, hem sap üzerinde dönüp durmak gerçekten bir eğlenceydi.
Şimdilerde birçok büyüğün ittifak ettiği konulardan birisi de, elbette saygının ve hürmetin azaldığı konusudur. Bunun sebeplerine herkes kendi geçmişine bakarak inmeye çalıştığında görülür ki, büyüklerin büyük bir ekseriyeti, toplumsal baskı unsuru olmayı yavaş yavaş terk etmektedirler. Bu ise; büyüklerin saygınlıklarını yitirmelerine sebep olmaktadır. Daha, yakın tarihlerde bile çocuklar en öncelikli korunmaya muhtaç kabul edilmekteydi. Biz çocukların yaptığı yanlışlıklar, zarar verici haylazlıklar mahalleli tarafından anında aile meclisine iletilir ve aile büyüklerimiz tarafından tedîp edilirdik. Ar duygusu, hayâ duygusu bu günkü seviyesinden hayli ilerde olduğundan, sokak ortasında bırakın çocukları gençler bile sigara içmeye yeltenemezdi.
DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net
Mutlak Önderlerimiz:PEYGAMBERLER
D
ilimize Farsça’dan geçen ‘peygamber’ kavramı; ‘Peygâm- Haber’ ve ‘Ber- Götürücü’ kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş kelimedir. Haberci, haber getiren veya haber götürücü anlamlarına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de doğrudan peygamber kavramı bulunmazken peygamberlerle ilgili iki temel özellik vurgulanır: - Birincisi; Allah Teâlâ’dan bilgiler getirme, vahiy alma, ilahî emirleri insanlara bildirme anlamında nebi veya nübüvvet. - İkincisi; Allah Teâlâ’dan aldıklarını insanlara öğretme, hayatında tatbik etme, insanları irşad etme anlamında resul veya risalet. (Her iki özellik hakkında âlimlerimiz uzunca açıklamalar yapmışlardır.) Gönderilen her peygamber aleyhimusselam bu özelliklerle birlikte şu vasıfları da taşımaktadır: Peygamberler, Allah tarafından seçilmişlerdir. Peygamberlik; çabayla, gayretle, azimle kazanılacak bir statü değildir. Peygamberler, bizzat Allah Teâlâ tarafından insanları sırat-ı müstakime yönlendirmek için seçilen mümtaz şahsiyetlerdir. Peygamberler birer insandır. Doğarlar, büyürler, üzülürler, sevinirler,imtihana tabi tutulurlar ve vefat ederler. Ancak yalan söylemez, ahlaksızlık yapmaz, insanları yanlışa yönlendirmez ve imkânlarını kişisel menfaati için kullanıp kazanç sağlamaya çalışmazlar. Peygamberler hayatın nasıl yaşanılacağına dair strateji belirleyen mutlak örnek ve önderlerdir. Yeryüzünde bulunma nedenini unutan, kavrayamayan, görmezlikten gelenlerpeygamberlere bakarak hayat stratejilerini yeniden düzenleyebilir. Böylece Allah’ın yasakladıklarından Allah’ın emirlerine doğru yön çizerler. Ayrıca peygamberler hitap ettiği devirler için insanlara tam ve mükemmel örnektir. İnsanlar onlara bakarak itidali anlar ve yaşarlar. Peygamberler; hikmet ehli ve zeki insanlardır. Muhataplarını çok iyi tanıdıkları için
vahyin, insanların gündemlerinde yer almasında çeşitli yöntemler kullanırlar. İnsanlara anlattıklarının tamamıyla kendileri de sorumludurlar. Güçleri yettiğince de sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Ağızlarından çıkanlar davranış olarak da vücutlarında yer bulmuştur. Bu hassasiyet sözlerinin tesirini artırmış ve kendilerine tabi olanlarda iç denetim mekanizmasını kuvvetlendirmiştir. Peygamberlerin Ortak Hayatı Gönderileceği toplumun içerisinde doğmuşlardır. Soyları belli ve asildir. Çocukluklarında olduğu gibi gençliklerinde de kendilerinin olmayana el uzatmayacak kadar karakterlidirler. Ağızlarına yalan, iftira bulaşmamıştır. Allah’ın yasak kıldıklarına karşı net ve tavizsiz bir yaklaşım göstermişlerdir. Toplumlarının örnek insanları olmuşlardır. Yaşadıkları dönemin ve toplumun meşru ekonomik faaliyetleriyle uğraşmış ve rızıklarını kazanmışlar. Ailelerini ve akrabalarını gözetmişlerdir. Arkadaşları da arkadaşlıkları da insancadır. Toplumlarındaki sosyal sorunlara karşı da aktif rol almışlardır. Vahiyle muhatap oldukları andan itibaren Allah’ın emirlerini toplumlarına ulaştırma gayreti göstermişler. İnsanları ‘bir ve tek olan Allah’a imana ve kulluğa’ çağırmışlar. Bu çağrıları muhatap kılındıkları toplumun her bireyine ulaşmıştır. Tevhid çağrısı bitmeyen zulümlerin ve haksızlıkların başlangıcı olmuştur. Fakat etraflarındaki bir avuç toplulukla bile tevhid mücadelesinden vazgeçmemişler. Mücadele devam ederken ahlaklarından da merhametlerinden de asla taviz vermemişlerdir. Yalnızca Allah’ın emirleri doğrultusunda davranmışlardır. Mücadeleleri yoğun halk kitlelerinin kendilerine tabi olması şeklinde de olmamıştır. Ancak her zaman başarıya ulaşmışlardır. Çünkü mücadeleleri sonuç odaklı değil vahyin hakikatlerini tebliğ odaklıdır. Onların hepsine selam olsun. 48
İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...
İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa
10
İlkadım Dergisi yazarlarından Mustafa Yayla’nın kaleminden bu değerli eser, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...
• Dua adabı, tesbih ve zikirler ve bunları okumanın faziletleri • Belirli zamanlarda ve günlük olarak okunacak dualar • Namaz içinde okunacak tesbih ve dualar • Allah’ın güzel isimleri/el-Esmaü’l Hüsna • Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerin dilinden örnek dualar • Kur’an-ı Kerim’de geçen örnek şahsiyetlerin duaları • Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, en çok yapmış olduğu dualardan örnekler • Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87
Okuyun, Okutun, Abone olun...