sayı
321 ISSN-1307-6973
7,5
• MAYIS 2015
ÖZEL SAYI Mayıs 2015
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
ilkadım
MAYIS 2015/322
İLKADIM’DAN/1
BAŞYAZI/Nureddin Soyak Üç Aylar/4
KAPAK Fatih Turan- 20 Yaşındaki Bir İnsanın Hizmet Heyecanına Sahibim / 6
6
Faruk Özcan- Hizmet İnsanı Zeki soyak Hocaefendi /20
HİZMET ADABI/Nureddin Soyak O’nun Rızası İçin /36
KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Bitmeyen Azık Vakıf /38
FIKIH/Mehmet Şentürk Vakıf /40
20
LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Zekâsının Zekâtını Veren Zeki Ve Zarif Bir İnsan /42
İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Vakıf İnsan Zeki Soyak Hocam /45
SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Şair Zeki Soyak /48
51
KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan Ölçüler Dengeler & Fazilet Toplumu /51
DÜŞÜNCE EKSENİ/Zekeriya Gültaş Tarihimizde Vakıf Müessesesi /52
DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Sosyal Adanışımız; VAKIFLAR /56
52
ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net
ilkadım
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
YIL: 24 SAYI: 322 Fiyatı: 7,5 TL KDV D
MAYIS 2015 Receb - Şaban 1436
sayı
321 ISSN-1307-6973
7,5
Íō. P @ōŖŭĤôōōō
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
ÖZEL SAYI Mayıs 2015
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
Kıymetli Okuyucu, 2015 yılı Mayıs sayımızla birlikteyiz. Vakıf insan Zeki Soyak Hocamızı ahirete uğurlamamızın üzerinden on yıl, onun öncülüğünde kurulan hizmet müessesemiz Enderûn Eğitim Vakfı’mızın doğumundan bu yana da yirmi yıl geçti. Bu sayımızda yayın kurulumuz olarak hem Zeki Soyak Hocamızı, hem de artık yirmi yaşında bir delikanlı olan vakfımızın geçen yirmi yılını birlikte tekrar hatırlamak ve değerlendirmek istedik. Bu özel sayımıza bir giriş mahiyetinde olması amacıyla hocamızın İlkadım Dergimize, vefatına kadar 13 yıl devam ettirdiği başyazılarından, onun mefkûresini, dertlerini, tespitlerini, çözüm önerilerini -mümkün olabildiğince- özetleyen bir derleme sunuyoruz: “Toplumumuz içten bir çürümüşlük, içten bir kokuşmuşluk yaşıyor. Farkında olanlar var, olmayanlar var. Farkında olanlar azın azı. Onlar da bu kötü gidişata dur diyecek iradeyi gösteremiyorlar. Gösterenler yok değil. Fakat onlar da bu azın azı içinde azın azıdırlar. Bunlar da kendi aralarında yeterli derecede organize olamamışlar. İçten içe yanıp kavruluyorlar. Mum misali, etrafındakileri aydınlatmak için kendileri yanıyorlar. Ancak kaç kişi aydınlanıyor, kaç kişi nasipleniyor, ne dereceye kadar aydınlanıyor, ne dereceye kadar nasipleniyor? İdrak, firaset ve basiretin körleştiği, vicdanların katılaştığı durumlarda öyle korkunç hadiseler zuhur eder ki, böyle durumlarda eskiler: “Ya Rabbi, aklıma mukayyet ol!” derlerdi. Çağımızda, dindışılık, ahlâksızlık, küfür yobazlığı, ideolojik bağnazlıklar, zulümler öyle boyutlar kazandı ki zamanımız müslümanı: “Ya Rabbi, imanıma mukayyet ol!” demek durumunda kalmaktadır.” “Maalesef zamanımızda, en büyük tahribatlardan biri de aile hayatı ve gençlik üzerinde yapılmaktadır. Bir nesil, iman, ilim, ahlak ve fedakârlıklarla donatılmak sureti ile muhafaza edilebilir. Bunun için de soylu bir idare, soylu bir aile yapısı ve soylu bir eğitim gerekmektedir. Bugünkü gençlik, tüm İslâm dışı düşünce, fikir, sistem ve eğitim kurumlarının iflasının bir simgesidir.” Şahsî ve dünyevî işlerimizde kendimizi helâk edercesine çalışan bizler, İslâmî hizmetlerde daha işin başında iken yoruluyor, usanıyor ve yılgınlık gösteriyoruz.
Dünyamız için katlandığımız acılara, hakaretlere, zilletlere imanımız, âhiretimiz için katlanamıyor, ufacık bir tepki karşısında direncimizi kaybediyoruz. Zaman zaman, belki de çoğu kez insanların hatırı için, Rabbimizi gücendiriyoruz. Büyük toprak kaymaları gibi, farkında olmadan İslâmî zeminden kayıyor, İslâm dışı zeminlerde, İslâmî bir hayat arayışına giriyor, ikilem içinde bocalıyor, bunalımlara sürükleniyor veya düzenin ve toplumun şekillendirdiği günübirlik yaşantımızı İslâmî bir hayat zannediyor ve halimizden hoşnut bir rehavetle fosilleşiyoruz. Farkında mıyız bilmiyorum? Gayri İslâmî sistemlerde var olan sınıflar, müslümanlar arasında oluşmaya başladı. Bir özenti midir, bir sapma mıdır, birilerinin yönlendirmesi midir, bir asra varan dışlanmışlığın verdiği bir eziklik neticesi midir veya içimizde çöreklenen nefsanî arzularımızın değişik bir kılıkla patlak vermesi midir? Her ne sebeple ise, görülen o ki bir sınıflaşmanın oluşmaya başlamasıdır.” “Zamanımızda laiklik ve demokrasiyi yeni bir din gibi savunan ve İslam’a alternatif olarak benimseyen kişiler bilmelidirler ki, Allah’ın nizamına karşı savaş açmışlardır. Eğer bunu cehâletlerinden dolayı yapıyorlarsa hemen tevbe etsinler. Yok, eğer bilerek yapıyorlarsa, İslam’la bir bağlarının kalmadığını, Allah’ın hükümranlığına inanmadıklarını açıkça ifade etsinler ve münafıklık yapmasınlar.” “Bugünkü sıkıntılarımızın sebebi İslamsızlık ve insansızlıktır. Kahtü’r-rical (adam kıtlığı) gibi büyük bir yokluğun ve kıtlığın içerisindeyiz. Tağûtî düzenlerin yozlaştırdığı, nötrleştirdiği, tepkisiz ve duyarsız hâle getirdiği bir toplumun yeniden ayağa kalkması ve kendi değerlerine sahip çıkması için yetişmiş, öncü insanlara ihtiyacımız vardır. Rabbaniyyûn denilen bu öncü insanlar, Kur’an ve sünnette vasıfları açıklanan, Ribbiyyûn denilen ilim ve hikmet sahibi gerçek müslümanlar yetiştirerek İslam âlemini yeniden canlandırıp hayata kavuşturmalıdırlar.” “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz.” (Tevbe 9/119) İşte müslümanın vasatı bu vasattır. Yani sadıklarla beraber olmak, kişinin sadakati ve teslimiyeti nisbetindedir. Allah’ın nizamına tereddütsüz teslim olan, niyet, söz ve amelini birleyen bir müslüman imanını kemale erdirmiş ve sıdk
derecesine yükselmiş olur. Biz müminler “Elestü bi rabbiküm” hitabına “Belâ” diye cevap verenleriz.” “Müjde o müminlere ki onlar, Rab olarak Allah Teâlâ’yı, nebi olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi, nizam olarak da İslam şeriatını kabul ederek, bütün tağutları ve tağûtî düzenleri reddederler.” “Müslümanlar olarak, gerçek sadık ve salih kişileri bulup İslâmî ölçüler doğrultusunda cemaatleşmeli, aramızda İslâmî bir hayatı tesis etmeli, İslam âleminin yeniden uyanış ve dirilişine, hatta bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olacak hayırlı çalışmalar yapmak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde şirk, küfür ve nifak fırtınalarının ortalığı kasıp kavurduğu, her türlü ahlaksızlığın revaç bulduğu bir vasatta, her geçen gün İslâmî özelliğimizi kaybeder ve tağûtî düzenlerin girdabında boğulup gideriz. Çünkü fasık, kâfir ve münafıklarla düşüp kalkma, muaşerette bulunmak onlarla dostluk ve arkadaşlık etmek, İslâmî hayatın ölümüdür. Onların vasatı çorak araziye ve zehirli hayvana benzer. Böyle bir vasatta müslümanca yaşamak mümkün değildir.” “Tabiat boşluktan hoşlanmaz. Boş olan yerler iyi şeylerle doldurulmazsa, işgalciler, müstevliler tarafından talan edilir. Tarlanızı işlemez, onu ekime hazır hâle getirmez, zamanı gelince de ekim yapmazsanız tarlanızın bir müddet sonra yabancı ve zararlı bitkiler tarafından işgal edildiğini görürsünüz. Bir insan, bir vatan ve bir vazife de böyledir.” “Şurası asla unutulmamalıdır ki: İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir.” “Müslümanın lügatinde ümitsizlik yoktur. O en zor şartlar altında bile ümidini yitirmez. İstanbul’un fethi Hendek savaşının en zor günlerinde müjdelenmişti. Yeni fetihlerin ve gerçek kurtuluşun müjdelerini İslam âleminin bu en zor günlerinde bekleyelim. Sancıların şiddetlendiği bu günlerde sevda çiçekleri açacak ve hayırlı doğumlar olacaktır. (İnşallah) “Bir başkadır çölde hayat. Zorlu bir mücadele, zorlu bir uğraş gerekir, yaşamak için. Uçsuz, bucaksız kum deryası, su yok, yol yok, ıssız, vahşi bir tabiat. Beklenmedik bir anda, beklenmedik bir tarzda, beklenmedik olaylarla karşı karşıya kalmak her zaman mümkün. …Elbette hep böyle devam etmez çöl hayatı. Yanık yürekler, çatlamış dudaklar, hasretle bek-
lerken rahmet yağmurlarını, bakarsınız ufuktan bârân-ı rahmet taşıyan bulutlar belirir. Kan verir damarlara, can verir kavrulmuş kumlara… Suya kanıksar çöl, gölcükler oluşur yer yer. Kurumuş kavrulmuş hayat emaresi yok olmuş tabiat birden canlanır. Başka iklimlerde görülmeyen bir süratle değişir her şey. Görülmemiş güzellikte çiçekler açar, güller serpilir. Ümit çiçekleridir, hayat gülleridir bunlar. Sanki çöl bir bayram, bir düğün havasına bürünür. Giyinir allı pullu gelinliğini, örtünür allı pullu duvağını…” “Evet, mevlamız Allah’tır. Ancak O’na ibadet eder ve ancak O’ndan yardım dileriz. Çünkü O, yardımcıların en hayırlısıdır. Bütün olumsuzlukların içerisinde, bir ümit ışığı parıldamakta, küfür şirk ve nifak ateşinin bacaları sardığı asrımızda, Tevhid meşalesi yeniden yakıldı, Tevhid sancağı yeniden açıldı. ÖNCE İSLAM diyen, şehadete susamış, sancılı ve sevdalı bir gençlik yetişiyor. Barân-ı Rahmet toprağa düştü. Yıllardır rahmet bekleyen tohum çatladı. Çil saldı ve uç verdi. Ağaç oldu ve meyveye durdu. Saflar sıklaşıyor. Allah düşmanları durdurmaya çalışsa da yürüyüş her geçen gün hızlanarak devam ediyor. Bekleyin...” “İnkârın, şirkin, taklidin, ahlaksızlığın revaç bulduğu, merhametsiz, taşlaşmış kalpli insanların hükümran olduğu toplumlar, çoraklaşmış, çölleşmiş, toplumlardır. Böyle toplumların ümit çiçekleri imanlı, iffetli, ahlaklı, bilgili gençlerdir. Onlar bizim istikbalimiz, onlar bizim ümitlerimiz, onlar bizim şeref levhalarımızdır. Onlar çöl fırtınalarına göğüs gere gere, yol kesicilerle mücadele ede ede, vahşi hayat şartlarına aldırmadan bu günlere geldiler. Çiçek açtılar, meyveye durdular. Ey gafiller! Ey zalimler! Bu çiçeğe el uzatmayın, onu dalından koparmayın. Ey millet! Bin bir itina ile yetiştirdiğin, emek verdiğin, ümit çiçeklerine sahip çık. Ona vahşice saldıranlara fırsat verme. Hukukî zeminlerde tavrını al. Milletin bir kısmını diğer bir kısmına kışkırtan bölücülük yapanlara karşı duyarsız kalma.” “Asr-ı saadet müslümanlarının en belirgin özellikleri: - Tam inanmak, - Tam muhabbet, - Tam teslimiyet, - Tam itaattir. Bu mühim özelliklere sahip olan fert ve toplumların Allah’ın izniyle başaramayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiç bir mesele yoktur.” Rabbimiz çalışmalarımızı hem hocamız hem de bizler için kıyamete kadar sadakayı cariye eylesin.
Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yrd.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.
BAŞYAZI Nureddin SOYAK
Üç Aylar “Allah’ım, bize Recep ve Şaban’ı mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır.” Recep ekim, Şaban bakım, Ramazan da manevi kazançların hasat edildiği aydır. Bu fırsat aylarında imanı ibadetleri, ahlakı kemale erdirmeye gayret etmelidir.
M
larını hatırlatmak, af ve mağfiret etmek ve lütuflarda bulunmaktadır.
addî mevsim ve iklimler olduğu gibi manevî mevsimler ve iklimler de vardır. Bu mevsimler ve iklimlerin kendilerine has özellikleri vardır. Maddî mevsimlerde iklimlere göre canlıların ihtiyacı olan bin bir çeşit yiyecekler yetişirken, manevî mevsimler ve iklimlerde de kâmil mü’minler yetişir. Maddî mevsimlerin kimi ayları ekim, kimi ayları bakım, kimi ayları da hasad aylarıdır. İşte Rabbimizin ve Rasulünün övdüğü, kâmil mü’min olma yolunda, büyük lutuf ve ikramların bulunduğu, büyük fırsat mevsiminin de kimi ayları ekim, kimi ayları bakım kimi ayları da hasad mevsimidir. Rabbimizin lufu ihsanı ile bu mübarek mevsime kavuşmuş bulunuyoruz. Bu mübarek mevsim adı, Receb, Şaban ve Ramazan’dan ayından oluşan üç aylardır. Elbette sırf bu aylara yetişmek kâmil mü’min olmak için yeterli olmadığı gibi kulluğu sadece bu aylara inhisar etmekte yeterli olmaz. Fakat bunlar da büyük bir fırsattır, en güzel şekilde değerlendirmeliyiz. Kemale ulaşma yolunda vazife ve sorumlulukların, ihlâs, samimiyet, gayret, şevk ve heyecanla yerine getirilmesi lazımdır.
Rabbimiz buyurdu ki: “Mübarek bir ağaçtan…” (Nur, 35) “O mübarek yerdeki vadinin…” (Kasas, 30) “Çevresini bereketlendirdiğimiz…” (İsra, 1) “Biz onu mübarek bir gecede indirdik.” (Duhan, 2) “Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır… Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin” (Tevbe, 36) Bu zamanlar ve mekânlar, diğerlerine göre üstün kılınmış, rahmet ve mağfiretin sağnak sağnak indiği zaman ve mekânlardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz bile bu mübarek zamanlara kavuşmayı canı gönülden istemiş, bu zamanlara ulaşmak için canı gönülden dua etmiştir. “Allah’ım, bize Recep ve Şaban’ı mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır.” Recep ekim, Şaban bakım, Ramazan da manevi kazançların hasat edildiği aydır. Bu fırsat aylarında imanı ibadetleri, ahlakı kemale erdirmeye gayret etmelidir.
Rabbimizin hikmetinin tecellilerinden biri de kimi zamanları kimi zamanlardan, kimi mekânları da kimi mekânlardan üstün kılmasıdır. Bu vesilelerle Rabbimiz kullarına kulluk4
ranlıktan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 257)
Rabbimiz buyurdu ki;
“Bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler.” (Al-i İmran, 173)
“Azık toplayın. Kuşkusuz azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara, 197) Dünya azıklarını toplamak için kimsenin teşvikini beklemiyoruz, ahiret azıklarını toplamak için de kimsenin teşvikini beklemememiz lazım. Dünya azıkların Rabbimiz ihsan etmektedir. Ahiret azıklarını ise bizim gayret ve çabamıza bırakmıştır.
“Allah, elbette kendisine iman edenleri de bilir ve elbette münafıkları da bilir.” (Ankebut, 11) İBADET “İbadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162)
Geçen üç aylarda aramızda olan uzaktan yakından pek çok kimseler bu ayda aramızda yoklar. Bu ayların sonuna hangimizin ulaşacağı da meçhul. Öyleyse Rabbimizin çağrısına uyup azık toplamamız lazım. Azığın en hayırlısını da Rabbimiz takva olarak ilan etmiştir.
AHLAK “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem, 4) “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar, sadece ahlaksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.” (Nur, 27)
Rabbimiz buyurdu ki; “İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 224)
TEVBE “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 9) “Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır” (Tevbe, 3)
Nefis, şeytan, kötü çevre çeşit çeşit bahanelerle, iyilik ve takvaya ulaşmayı engellemeye çalışır. Yeminlere sadık kalmak dini bir vecibe iken, bu iyilik ve takvayı engellemek için yapılmışsa, Rabbimiz “yeminlerinizi bozun, Allah’ı siper yapmayın” buyuruyor.
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için, ahiret yurdu daha hayırlıdır.”(Araf, 169) NETİCE Tüm bu gayret ve çabaların neticesi de, Rabbimizin şu buyruğuna ulaşmak içindir.
Her şey Rabbimizin kudret elinde, her şeyi veren O yeter ki ihlâs ve samimiyetle istemesini bilelim.
“Siz ancak Müslümanlar olarak ölün” (Al-i İmran, 102)
“Allah ise, peygamberlerine ve inananlara huzur ve güveni indirmiş ve onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştır. Zaten onlar buna layık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.” (Fetih, 26)
Ömür bir yel gibi gelip geçmekte iken, bu mübarek vakitleri, karıncalar gibi azık hazırlama gayretiyle geçirmeliyiz. “Geldi geçti ömrüm benim, Şol yel esip geçmiş gibi.
Rabbimiz herkese layıkını vermektedir. Kendimizi iyiliklere, güzelliklere Rabbimizin ihsan ve ikramına layık hale getirelim. Bunun için de gönül âlemi çok önemli. Dilin ne söylüyor, gönlün ne âlemde.
Bir hastaya vardın ise, Bir içim su verdin ise.
İMAN
Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi.” (Yunus Emre)
“Allah iman edenlerin dostudur, onları ka5
MAYIS 2015 / 322
Hele bana şöyle gele, Şol göz yumup açmış gibi.
ENDERÛN E Ğ İ T İ M VA K F I “Eğitim ve Hizmette Öncü”
KAPAK Hazırlayan:Fatih Turan
“20 Yaşındaki Bir İnsanın Hizmet Heyecanına Sahibim”
B
en Enderûn Eğitim Vakfı.
ilim, kendisini hayırla yâd ettiren salih evlat.” (Müslim) buyurmuştur.
13/05/1995 tarihinde kuruldum. 20 yaşındayım. 20 yaşında ve zindeyim, “20 yaşındaki bir insanın enerjisine, hizmet heyecanına ve özgüvenine sahibim.”
“Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hacc, 77) Müslümanlar bu ve benzeri ayet ve hadislerin işaret ettiği şekilde çalışmalar yapabilmek için Asr-ı Saadetten günümüze kadar çeşitli sahalarda pek çok vakıflar kurmuş ve bu vakıflar sayesinde nice hayırlı hizmetler ifa etmişlerdir.
Belki bilmeyenler vardır, 20 yıllık serüvenimi taa en başından başlayarak anlatmak istiyorum. İslam dini Müslümanlara sürekli hayır işlemelerini, umuma hadim olacak hayır müesseselerini tesis etmelerini teşvik ve tavsiye etmiştir. Bunun neticesi olarak zamanımıza kadar gelen ve halen hizmette olan camiler, medrese ve mektepler, han ve hamamlar, hastaneler, kervansaraylar, yurtlar, zaviye ve tekkeler gibi birçok vakıf müesseseleri kurulmuştur. Asrımız Müslümanları da bu müesseseleri inşaya devam etmektedir.
Yalnız Osmanlı Devleti döneminde binlerce sahada vakıf kurulup, vakıf müesseseleri temin edildiği ve eğitim öğretim ile sağlık işlerinin büyük ölçüde vakıflar eliyle yapıldığı düşünüldüğü zaman vakıfların ne büyük hizmetler yaptığı ve devletin yükünü ne büyük ölçüde hafiflettiği görülmektedir.
Rasulullah -sallâlâhu aleyhi ve sellem- : “İnsan öldüğü zaman üç şeyi hariç ameli kesilir; sadakayı cariye, kendisinden faydalanılan 7
MAYIS 2015 / 322
Tarihte ilk vakıf, Hz. İbrahim -aleyhisselamtarafından Kâbe-i Muazzamanın vakfedilmesi ile başlar. Her ne kadar şu anda memleketimizde şişelenip parayla satıldığını üzüntüyle izlesem de Zemzem kuyusu da O’nun bir vakfıdır.
Enderûn Mektebini hatırlatmak ve Enderûn Mektebi gibi eğitim verebilmek için adıma Enderûn dediler.
Osmanlı’da yönetici ve askerlerin eğitimi devlet tarafından yapılır, diğer eğitim ve öğretim işleri birer gönüllü kuruluş olan vakıflarca yürütülürdü. Bu durum 19. asrın başlarına kadar devam etti. Orduda ve devlet teşkilatında mühim görevler için yetiştirilecek kişilerin eğitim ve öğretimi sarayın Enderûn kısmında açılan mekteplerde yapılıyordu. Onun için bu mektebe Enderûn mektebi deniliyordu. Farklı mekteplerde eğitim gören ve aralarından zekâları, terbiye ve ahlakları mükemmel olanlar seçilir ve Enderûn mektebine alınırdı. Enderûn mektebinde yetişenler zor ve uzun bir terbiye sürecinden geçirilirdi. Talebelerle yalnızca mektepte değil bütün hayatları boyunca ilgilenilirdi. Michel Baudeir (Ö-1645) 1624 tarihinde Enderûn Mektebi hakkında şöyle yazmıştır. “Osmanlı’nın başarısına şaşmamak lazım. Çünkü onlar elit tabakaları nasıl yetiştireceklerini, gençleri nasıl disipline edeceklerini ve onları mükemmel insanlar haline getirirken kabiliyetlerine göre nasıl taltif edeceklerini biliyorlar.” Türkiye’de de özellikle son 20 yıl içerisinde vakıfların önemi yeniden anlaşılmış ve yüzlerce vakıf kurulup çeşitli hizmetler verilmeye başlanmıştır. Nevşehir’deki kimi Müslümanlar da bu hizmet yarışına katılmak istediler. İşte bu vesile ile kuruldum. Adımı Osmanlı Devleti’nin bir eğitim harikası olan Enderûn Mektebinden aldım.
1974 yılında merhum Zeki Soyak Hocaefendinin Nevşehir’e gelişi ile birlikte Nevşehir’deki İslami çalışmalar ivme kazanmış ve çalışmaların sistematik bir hale gelmesine çaba gösterilmiştir. Bu çalışmalara uzun yıllar boyunca ev sohbetleri şeklinde devam edildi. Tabi herkesin evi kalabalık sohbet grupları için uygun değildi. O dönemde evlerini sohbetlere açarak insanları kucaklayan isimleri zikretmeden geçemeyeceğim. Mustafa Çakır (Allah rahmet eylesin), Nuri Özdemir, Hacı Mehmet Çetin, Mehmet Satılmış ve ismini hatırlayamadığım nice güzel insan... Bu kişilerin evleri genişti. Şimdi vakıf binamızda, okuma salonlarımızda yapılan geniş katılımlı toplantılar, sohbetler bu kişilerin evlerinde yapılırdı. Rabbimde evlerini sohbetlere açan bu kişileri ve katılımcıları Kevser Havuzunun başında Peygamber efendimizin sohbetinde bulunmayı nasip etsin.
1992 yılında NGS’nin açılmasıyla birlikte toplantılar bir müddet NGS’ nin üst katında yapıldı. Ancak orasının bir ticarethane olması sebebiyle oradaki toplantılar uzun soluklu olmadı. Yıllar içerisinde çalışmaların nicelik ve nitelik olarak çoğalması ve çeşitlenmesiyle beraber sabit bir yere sahip olma ve çalışmaların o çatı altında yapılması fikri doğdu, ben doğdum. Kuruluş serüvenimi İbrahim Başaran Hocamız anlatsın da dinleyelim.
oluşturduğu için yanına “Eğitim”i eklemeyi uygun bulduk. Böylelikle “Enderûn Eğitim Vakfı” ortaya çıkmış oldu.
“Vakıf kurma fikrinin temeli merhum Zeki Soyak Hocama aittir. Allah -celle celâluhu- gani gani rahmet eylesin ona. Bizlere öğretmenlik yaptı, önderlik yaptı, akıl hocalığı yaptı ve bizim şu anda yaptığımız tüm çalışmaların temelini attı. Vakıf kurma ve tüm çalışmaları bir araya toplama fikri ortaya çıkınca beraberinde birçok sorun ortaya çıktı. Vakfın adı ne olacaktı, yerimiz neresi olacaktı, başkanı kim olacaktı, yönetim kurulu kimlerden oluşacaktı, yer bulsak mefruşatı nasıl temin edilecekti v.b. Siz ihlâsla ve sadece Allah’ın -celle celâluhu- rızasını gözeterek yola çıkarsanız O’da size yardım eder. İşte bize de öyle oldu. Vahdi Avdatek kardeşimizin ağabeyinin altı iş yeri üstü üç katlı olan bir binası vardı. Alt katına ilerleyen yıllarda yine vakfın bir müessesesi olan Osmanlı Matbaası açılacaktı. İşte ilk vakıf merkezi o binadır. Yer sorunu çözülünce isminin ne olacağı tartışıldı. Yine Zeki Hocamın tavsiyesiyle Enderûn isminde karar kıldık. Vakıf çalışmalarımızın belkemiğini eğitim faaliyetleri
Genel başkanın kim olacağını konuşurken Zeki Hocam, Ahmet Ağmanvermez kardeşime (Ö-2014); “Ahmet Hoca sen Genel Başkanımız ol inşallah” dedi. Burada iki şeye dikkat çekmek istiyorum. Birincisi Zeki Hocamın insanı tanıma ve tahlil etme yeteneği, ikincisi de onun görevlendirdiği Ahmet kardeşimin 28 Şubat döneminde Genel Başkanlığı bırakıncaya kadar; basiretle, firasetle ve dirayetle bu göreve sahip çıkması ve layıkıyla yerine getirmesidir. Özellikle 28 Şubat döneminde Ahmet kardeşim baskılardan asla yılmadı. Onca kardeşin arasından bu görevin kendisine verilmesinin gururunu Ahmet Hoca her 9
MAYIS 2015 / 322
Her ne kadar Zeki Hocam fahri genel başkanımız olsa da resmi olarak temsil için vakfa bir genel başkan ve yönetim kurulu gerekiyordu. Zeki Hocam kurucular kurulu ve yönetim kurulu için düşünülen isimlerle bizzat tek tek görüştü. Vakfı anlattı. Neler yapılacağını anlattı ve bu hizmet yolunda yer almalarını istediğini belirtti. Bu işlem için teklif götürdüğü isimlerin hiçbirisi itiraz etmedi. Sonuçta hedef Allah’ın -celle celâluhu- rızasını kazanmak olunca herkes gönüllü oldu. 15 kişi kurucular kurulunu oluşturdu. Bu isimlerden Şerafettin KILIÇ ağabeyi rahmetle anıyorum.
zaman yaşamıştır. Ahmet kardeşimiz vefatına kadar hizmette, fedakârlıkta, infakta, diğerkâmlıkta, dostlukta, kardeşlikte, ahde vefada, ihlâs ve samimiyette hep önde idi, öncü idi. Rabbim mekânını Cennet eylesin. Amin.” İbrahim Hocam hatıralarımızı canlandırdı, aramızdan ayrılanları hatırlattı hüzünlendirdi. O dönemden ismini sayabileceğim o kadar çok kişi var ki. Tek tek isim saymak bile uzun zaman alır. İbrahim Çiftçi Hocam 28 Şubatta durum nasıldı, deyiver hele. Herkesin birbirinden çekindiği bir dönemde vakıfta neler değişti ya da değişmedi? “28 Şubat bir zulüm dönemiydi. İnsanların birbirinden çekindiği, kimilerinin korkudan sohbetlere gitmediği hatta kimilerinin fişlenme korkusuyla şu anda okuduğunuz İlkadım Dergisine olan aboneliğini iptal ettirdiği bir dönemdi. Ancak Enderûn Eğitim Vakfı tüm baskılara rağmen hizmetlerinden ödün vermedi,
asla geri adım atmadı. Bunu 28 Şubatla hesaplaşıldığı bu günlerde gururla söylüyorum. Zeki Hocam; “Kardeşler biz gizli bir iş yapmıyoruz, yanlış bir iş de yapmıyoruz. Biz hizmetlerimize ara vermeyeceğiz” dedi. Hakikaten öyle oldu. Sohbetlerimiz ve diğer tüm çalışmalarımız hız kesmeden devam etti. Biz bu yerelde yaptığımız çalışmayı ülke geneline de yaymaya çalıştık. Zeki Hocam 3-4 kişilik gruplar halinde diğer illerdeki fikir adamlarını ve kanaat önderlerini ziyaret etti. Kimi zaman da bazı fikir adamları ve kanaat önderleri Nevşehir’e davet
edildi. Bu karşılıklı ziyaretleşmelerde; bu karanlık dönemde Müslümanların neler yaptığı ve neler yapması gerektiği konuşuldu, bilgi paylaşımı yapıldı ve birbirimize moral verdik. Karanlığın geçici olduğundan aslolanın aydınlık olduğundan bahsettik... Bir hatıra ile konuyu bağlayayım zira Ahmet Belada Hocamın da bu konuda bir söyleyeceği vardır sanırım. O karanlık süreçte günlerden bir gün Zeki Soyak Hocam ve Ahmet Belada hocam ile beraber Vakfımızın Osmanlı Caddesindeki binasına doğru gidiyorduk. Öğretmen evinin yan tarafından yukarıya doğru çıkarken Ali isimli bir arkadaşımız bizi çay içmeye davet etti. Zeki Hocamın bir işi olduğu için o vakfa gitti biz de çay ikramını kabul ettik. Daha çayımızı yudumlamadan bize “Yahu siz ne deli adamlarsınız, gazetelerde en tehlikeli irticacı vakıf diye hakkınızda haber çıkıyor ama siz halen eskisi gibi davranıyorsunuz.” dedi. Biz de: “Önümüzde hocamız var o aynen devam ederken bizim geri çekilmemiz doğru olmaz, millet yanarken bizim sinmemiz doğru olmaz.” dedik. Gerçekten de o dönemde Hürriyet gazetesinde hakkımızda bu ve benzeri haberler çıkmıştı.”
ren hemen herkese cesaret vermeye çalışan bir tavır ortaya koymaya çalışmıştır.” Hali hazırda Zeki Hocamın İlkadım Dergisi sorumlusu olarak görevlendirdiği ve halen bu görevi yürüten İsmail Varır ağabeye sözü bırakıyorum. O’ndan isteğim de Enderûn Eğitim Vakfı gönüllülerinde gözlemlediği güzel hasletleri bize aktarmasıdır. “Sizin de dediğiniz gibi İlkadım Dergisini Zeki Hocam bize emanet etti, biz de gücümüz yettiğince bu görevi ifa edeceğiz inşallah. Kardeşlerimizin hepsi pırlanta gibi, hepsinin farklı güzellikleri ve özellikleri var. En çok hoşuma gidenleri sıralamak istiyorum.
Ahmet Belada Hocam 28 Şubatta Enderûn Eğitim Vakfını anlatın desem ne dersiniz? “Enderûn Eğitim Vakfı dik, düz ve onurlu duruşun adıdır. Her ne kadar şahsı maneviden bahsediyorsam da asıl duruşu İbrahim Hocamın da işaret ettiği gibi vakfımızın manevi temsilcisi Zeki Hocam sergilemiştir. O ki birçok kimsenin sindiği, kaçtığı, kılık-kıyafetini değiştirdiği ve hatta korktuğu o karanlık günlerde hep açıkta olan kişidir. Birlikte olduğu arkadaşlarına olduğu gibi onların dışında faaliyet göste-
Hizmet etmek için gayret ediyoruz. Ettiğimiz hizmetten faydalanmaya çalışmıyoruz, hizmetten kariyer yapmaya çalışmıyoruz. Önceden binalarımız yoktu. Evi geniş olan kardeşlerimizin evlerinde misa11
MAYIS 2015 / 322
Öncelikle sözümüze çok sadığız. Söz verince muhakkak yerine getiriyoruz. Sonra eleştiri kültürümüz çok iyi. Şahsı ilgilendiren veya vakfı ilgilendiren bir konuda bir sorun varsa onu eleştirmesi gereken kişi eleştiriyor herkes değil. Eleştirilen de bu eleştiriden hissesini alıyor kendisine çeki düzen veriyor. Eleştirildim diye küsmüyoruz darılmıyoruz.
kanat geriyor. Mesela Osman Daşdelen ağabeyimizin bir üç katlı bir evi vardı. Üst katında kendisi oturur alttaki iki katta ise vakıfta hizmet eden arkadaşlarımız kalırdı ve kira ödemezlerdi. Aynı hassasiyeti şimdilerde görmemiz halen mümkün.
firlerimizi ağırlıyorduk. Şimdi binalarımız ve yurtlarımız var ama yine de misafirden imtina etmiyoruz. Gelen misafirlerin gözüne bakıyoruz benim evimde konaklasa diye. Fedakâr çok arkadaşımız var. Ahmet Ağmanvermez Hocamın (Rabbimiz Rahmetiyle muamele etsin) Renault marka bir arabası vardı, o arabayı biz eskittik desem sanırım yalan olmaz. Halen bir işimiz olunca aracı olan arkadaşlarımız sıraya giriyor bizim aracımız kullanılsın diye. İnsanı kazanmanın pamuk ipliğine bağlı olduğunu biliyoruz. O iplik kopmasın diye o çektikçe biz gidiyoruz. İşte sayımızın durmadan artmasının sebebi budur. Kimseyi üzmüyoruz kırmıyoruz. Konu insan olunca son derece hassasız. Ağabeylerimize, hocalarımıza günün her saati ulaşabiliyoruz. Derdimizi anlatabiliyoruz, istişare edebiliyoruz aynı Zeki Hocama her an ulaşabildiğimiz gibi. Kimsenin kapısı kapalı değil. Gece vakti bile olsa kapıları çalabiliyoruz. Gece vakti kapı çalınır mı diyebilir kimileri ama evet gece vakti de kapı çalacak biri her zaman çıkıyor. Maddi durumu iyi olan kardeşlerimiz iyi olmayanlara kol
Zeki Hocam herkese kabiliyetine göre görev verirdi. Herkes sohbet yapamaz. Ben de sohbet yapamam ama sohbetçileri sohbet yerlerine çok götürdüm. Son olarak iş bölümümüz çok güzel. Kimisi iyi araba sürer kimisi inşaat işinden anlar kimi de güzel yemek yapar ama herkes bir işin ucundan tutar…” İsmail Ağabey çok güzel tahlil etmiş. Tüm bu anlatılanlar İslami ölçülere ne kadar da güzel riayet edildiğini gösteriyor değil mi? Şimdi anlatma sırası vakfın ilk yönetim kurulu üyelerinde birisi olan Yalçın Ergün Ağabeyde. Kendisini Zeki Hocama adamış, Zeki Hocamın verdiği tüm görevleri layıkıyla yerine getirmiş birisidir. Ancak Zeki Hocamın vefatından sonra benimle olan irtibatını seyreltti bundan dolayı da açıkçası bir hayli üzülmekteyim. Zeki Hocamın O’nun için “Yalçın’ın yaptığı işler bi ayrı güzel oluyor” dediğini duymuşluğum vardır.
“Vakfın tescili için her türlü işlemi yapmak için ben görevlendirilmiştim, önümüze birçok engel çıkarıldı ancak Allah’ın -celle celâluhu- izni ile tüm zorluklara galip gelmeyi başardık. Zaten diğer arkadaşlarımda kısmen bunlardan bahsetti, tekrar anlatmaya gerek yok. İlk binamızda faaliyetlerimize devam ederken Osmanlı Caddesinde bir arsa tahsis edildi ve oraya yeni bir vakıf binası yapılması düşünüldü. Zeki Hocam yeni binanın yapımıyla beni görevlendirdi. Yeni binanın mütaahhitliğini yaptım. Oraya 1997 yılında taşındık. 1999’a kadar da orada vakıf hizmetleri verildi. 1999’da Hacı Raşit Alnıaçık tarafından vakfımıza hibe edilen şimdiki vakıf binasına taşındık. Halen hizmetlerimiz o binada devam etmektedir. İsmail kardeşimin dediği gibi bende sohbetçi değildim. Ama vakfımızın kurucusu olan Zeki Hocamla beraber sayısız yolculuk yaptım. Bu yolculuklarımız gezi amaçlı yolculuk değildi. Yine vakıf çalışmalarını anlatmak, yaymak ve hizmet yolculuğu idi. Yaşadığım birçok olay var burada onları paylaşmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim. Sonraki hayatımda ölçü olacak birçok olayı Zeki Hocamdan öğrendim. Şimdi bile o
ölçülere göre bakıyorum hayata, o ölçülere göre davranmaya çalışıyorum. Vakıf anlatılırken Zeki Hocamın muhterem zevcesi Ayşe Teyzemi hürmetle anmadan geçemem. Vakıf çalışmalarında en az bizim kadar onun da emeği vardır. Birçok yolculuğumuza Ayşe Teyze de katılmıştır. Allah Ayşe Teyzemizden razı olsun.”
“Enderûn Eğitim Vakfının kurulduğunu duyduğumda Tunceli’nin Hozat ilçesinde Asker Öğretmen olarak vatani görevimi ifa ediyordum. Askere gitmeden önce bir arkadaşımızın evinde kız öğrencilerimize bir müddet sohbet yapıldı. Ancak uzun soluklu olmadı. Bir veya iki yıl sürdü. Daha sonra bu sohbetler durdu. Ben erkek öğrencilerimize yapılan çalışmanın çok güzel olduğunu ancak kız öğrencilere ve yetişkin bayanlara verilen eğitimin yetersiz olduğundan bahsederdim hep. Peygamber efendimiz Dar-ul Erkam’da sahabeye sohbet ederken Hz. Hatice annemiz de sarı konak adı verilen evinde Müslüman13
MAYIS 2015 / 322
Ayşe teyzemizden (Rabbimiz hayırlı uzun ömür nasip etsin) bahsetmişken konuyu bayanlara getirelim. Enderûn Eğitim Vakfında ne gibi bayan çalışmaları yapılıyor. Rauf Denizler Hocam buyurunuz, söz sizde.
ların hanımlarını eğitmekteydi. Bundan hareketle eğitimin yalnızca erkeklere değil bayanlara da verilmesi gerektiği kanaatimi paylaşmaktaydım arkadaşlarımla. Neticede Hz. Peygamberin davetine ilk olarak bir bayanın icabet ettiğini düşününce haklılığımız daha iyi anlaşılır. Bu düşünceler 2007 yılında hayat buldu ve Enderûn Eğitim Vakfının himayesi altında toplumumuzun yarısını oluşturan bayanlara yönelik bir eğitim çalışması yapabilmek adına “Kır Çiçeği Derneği”ni kurduk. Derneğimizin genel başkanı Av. Mustafa Yavuz’dur. Derneğimizin ismini Zeki Hocamın “Kır Çiçeği” şiirinden esinlenerek koyduk. 2007’den bu yana erkeklere uygulanan eğitim faaliyetlerinin aynısını bayan kardeşlerimize de uygulamaya başladık. İlkokuldan başladığımız eğitim çalışmalarına her yaştaki bayan kardeşlerimizle devam ettik, ediyoruz. Bu faaliyetlerden kısaca bahsedecek olursak; Müslüman kimliğinin daha iyi anlaşılması için ilkokul, orta öğretim, lise ve üniversite çağındaki kızlarımızın eğitimi ile tek tek ilgileniyoruz. Dernek binamızda, okuma salonlarımızda sohbet tarzında bir eğitim olduğu gibi küçük çocukların evlerine de gidiyoruz. Üniversite öğrencilerimize belli konularda ilmi çalışmalar yaptırıyoruz ve o konuyu muhtelif şehirlerde düzenlediğimiz kamplarda diğer arkadaşlarına an-
latmasını sağlıyoruz. Yaz mektepleri, kış mektepleri düzenliyoruz. Sadece kız öğrencilere yönelik değil çalışmalarımız tabi ki. Yetişkin bayanlara da sohbetler yapılıyor. Her ay gönüllülerimizle kahvaltılarda buluşuyoruz. Her yıl düzenli olarak çay faaliyeti düzenliyoruz. Yine yılda bir kere gönüllü bayanlarla Anadolu’nun bir şehrinde bir otelde toplantılar yapıyor, farklı şehirlerdeki kardeşlerimizin tanışması, kaynaşması sağlanıyor, fikir alışverişi yapıyoruz. Bir de “sütlü kahve” ekibimiz var. Vakfımızın veya derneğimizin yaptığı kermesleri bu kardeşlerimiz organize ediyor. Bayanların eğitimine önem veriyoruz. Aileyi düzeltmeden toplum düzeltemeyiz bunu biliyor ve ailenin temel taşı bayanlarımıza karşı özel eğitim çalışmalarıyla aileyi bilinçlendirmeye çalışıyoruz.” Enderûn Eğitim Vakfı 2. Başkanı Feryadi Yağcı’da söz sırası. Feryadi Ağabeyden ricamız vakfımızın erkek çalışmaları hakkında ve fiziki imkânlarımız hakkında bilgi vermesidir. “Allah’a -celle celâluhu- hamd-u senalar ediyoruz ki kirada iken eli bol, gönlü geniş kişilerin hibesiyle kendi binamızda hizmet veriyoruz şu anda. Bu binamıza 1999 yılında taşındık. Eski hizmet binamız “Kırçiçeği Aile Derneği” tarafından kullanılmaktadır. En üst katı ise “Enderûn FM Stüdyosu” olarak kullanılmaktadır. Yakın zamanda açtığımız yaklaşık 120 yatak kapasiteli bir erkek öğrenci yurdumuz, 6 daireden oluşan yurt hüviyetinde olan ancak kız öğrenci evi olarak kullanılan ve yaklaşık 40 tane kız öğrencimizin barındığı kirada olduğumuz bir binamız vardır. Bunlar haricinde değişik illerde kız ve erkek öğrenci evlerimiz mevcuttur, Konya’da yine vakıf hizmet binamız ve bir öğrenci yurdumuz mevcuttur. Sadece Konya’yı
zikretmemin sebebi 28 Şubat döneminde Türkiye’ de ne kadar şubemiz var ise Konya şubemiz hariç hepsinin kapatılmış olmasındandır. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere basit basit sebeplerle tüm şubelerimiz kapatılmıştır. O zamanlardan kalma en son davamız ise 2010 yılında lehimize neticelenmiştir. 1997 yılında sorumlu müdür olarak vakıfta hizmet etmeye başladım. 2002’deki genel kurulda ise 2. Başkanlık görevine getirildim. O günden bu yana bil fiil vakıfta bu hizmete devam ediyorum.
açıp geleceğin vakıf yöneticilerini ve fikir adamlarını yetiştirmeye çalışıyoruz. Mesire şenlikleri ile uzun zamandır görüşmeyenleri bir araya getirip kardeşliği pekiştiriyoruz.
Hizmetlerimizin tamamını aktaracak olursak sanırım yerimiz yeterli olmaz ama kısaca bilgi vereyim. İlkokuldan itibaren elinden tuttuğumuz evlatlarımızı üniversiteye kadar belli bir eğitimden geçiriyoruz. Üniversiteyi bitirdikten sonrada yalnız bırakmadan kimilerini evlendiriyoruz. Kimlerine iş buluyoruz. Kimlerine ise vakıfta sohbetçi v.b. gibi görevler veriyoruz.
Kermesler düzenliyoruz. Buralardan elde edilen kazançlarla ihtiyacı olanların ihtiyacı gideriyoruz yahut öğrencilere burs olarak veriyoruz. Bu yıl burs verdiğimiz öğrenci sayısı yaklaşık olarak 250 kadardır. Eğitimcilerle yılda birkaç defa düzenli olarak buluşuyor eğitim sistemimizdeki sorunları tespit edip çözüm üretmeye çalışıyoruz. Eğitimcilere eğitim verip okullardaki eğitimin kalitesini artırmaya çalışıyoruz.
Yetişkinlere yönelik düzenli sohbetler tertip ediyor, milli ve manevi değerlerimize vurgular yapıyoruz. Özel okuma grupları ile ilmi çalışma yapmak isteyen arkadaşlarımızın önünü
Özellikle üniversitedeki gençlerimizi kamplara götürmek suretiyle milli bir şuur meydana getirmeye çalışıyoruz.
Hafızlık kurumunun yaşaması için barınma, eğitim ve iaşe desteği ile hafızlık çalışmaları yapıyoruz, bu çalışmalara destek oluyoruz. Yetim, garip, kimsesiz ve hizmette 15
MAYIS 2015 / 322
Yaz ve kış mektepleriyle çocuklarımızı her an gözetim altında tutup genç dimağlara ne kadar bilgi verebilirsek onu kendimize kâr sayıyoruz.
yıllanmış büyüklerimiz ziyaret ederek vefayı unutturmamaya çalışıyoruz. Ramazanda yemeğimizi, ağlayanların dertlerini, evlere gıda yardımı ile ekmeğimizi paylaşıyoruz, aşure gününü, kandil gecelerini ve bayramları birlikte ihya edip duygularımızı ve coşkularımızı paylaşıyoruz. Tüm bunları yaparken sadece Allah’ın rızasını gözetiyoruz. Rabbimizden temennimiz rızasına kazanmış bir halde, son nefesimizi imanlı bir şekilde verebilmektir.” Son olarak da Enderûn Eğitim Vakfı Genel Başkanı Mustafa Aydoğdu Hocama bırakıyorum sözü. “2002’de Akif Dursun kardeşimizden bayrağı devraldım. 2002’den bu yana vakıf genel başkanı olarak görevimi devam ettiriyorum. Öncelikle vakfımızın 20. Yıl çalışmalarının hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Vakfımızın bütün çalışmalarındaki hedef; “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir, bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir.” (Maide, 32) ayetidir. Bizim amacımız da bir insanı diriltmeye çalışmaktır. Bütün çalışmalarımızın altında yatan temel sebep bir insanı Rabbimizle barıştırmaya çalışmaktır.
“Allah -celle celâluhu- onları sever onlar da Allah’ı -celle celâluhu- severler.” (Maide, 54) Allah’ın -celle celâluhu- sevdiği insanlar yetiştirmeye çalışıyoruz. Hani Mevlana diyor ya; “Adam arıyorum, adam arıyorum.” İşte bizler de Allah’ın -celle celâluhu- sevdiği adam olmaya ve adamlar yetiştirmeye çalışıyoruz. Derdimiz, gayemiz işte hepsi budur. Başka hiçbir hesabımız yoktur. “Mü’minler Allah -celle celâluhu- yolunda, kâfirler tağut yolunda çarpışırlar, şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76) İnsanı kandırmaya çalışan bir sistem var dışarıda, insanlar birçok kanallarla Allah -celle celâluhu- yolundan alıkoyulmaya çalışılıyor. Biz burada üstadın tabiriyle “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” demeye çalışıyoruz gücümüz oranında. Allah -celle celâluhu“İyilik ve takvada yardımlaşıp günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide, 2) buyuruyor. Toplumda İslam’ı yaşayan insanların çoğaltılması, İslam’ın daha geniş kitlelerce yaşanmasını temine çalışıyoruz. Toplumlar da aileler de fertlerden oluşuyor. Biz işte o bir kişiyi kurtarmaya çalışıyoruz. Biz inanıyoruz ki o bir kişiyi kurtarınca onun ailesini de arkadaşlarını da sosyal çevresini de kurtarıyoruz. Efendimize de ilk olarak Hz. Ebubekir
gelmişti. Ama niceleri onun gayreti ve vesilesiyle Müslüman oldu. Müslüman olur olmaz Hz. Ebubekir’in sorusu çok önemlidir. “Bu din için ne yapabiliriz?” demiştir. “Biz de bu dava için ne yapabiliriz?” diye soran insanlar yetiştirme çabası içindeyiz. “Malımızla canımızla ilmimizle ne yapabiliriz”in peşindeyiz. Çünkü “Allah mü’minlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın alır.” (Tevbe, 111) Biz vakıf insan arıyoruz, vakıf insan olmaya çalışıyoruz.
yönelik çalışmalar planlıyor, onlara yönelik projeler üretmeye çalışıyoruz. Yukarıda da kardeşlerimizin dediği gibi ilkokuldan başlıyor üniversite sonuna kadar o gençlerle ilgileniyoruz. Üniversiteden sonra o gençlerden bir beklentiye giriyoruz. “Ne iş yaparsan yap vakıf insan ol” diye. Vakıf hizmetlerinin bir ucundan tutmasını bekliyoruz. Rabbimiz Al-i İmran 159 ve Şura suresi 38. ayetlerde bizim nasıl çalışmamız gerektiğini anlatıyor ve diyor ki “Onların işleri istişare iledir.” Biz de düzenli olarak istişare heyetleri topluyoruz. Fikir alışverişi yapıyoruz. Sürekli bir yenilik ve yeni projeler peşindeyiz, durağanlık bizim fıtratımıza aykırıdır. Tabiî ki biz de gidip Afrika’da hizmet etmek isteriz. Ama şu anda buna gücümüz yetmez. Biz eğitimciyiz, gücümüz de buna yetiyor.
Osmanlı zamanında birçok şeyi devlet karşılıyordu. Medreseler aracılığıyla dini ihtiyaçlarını karşılıyordu, tekke ve zaviyeler aracılığıyla ruhi ihtiyaçlarını karşılıyordu. Camilerle sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılıyordu. Günümüzde Batı toplumunda %40 Türk toplumunda %25 psikolojik sıkıntılardan bahsediliyor. Yani dört kişiden birisi ruhsal bunalımdadır. Bir insana yapılan en büyük iyilik ahiretini kurtarmaya yapılan iyiliktir. Bu noktada bir kitle seçip bütün imkânlarımızla insanların ahiretini kurtarmaya çalışmak ve o psikolojik sıkıntılardan kurtarıp, Allah -celle celâluhu- ile birlikte bir yaşam sürmesini ve onun farkındalığını artırmaya çalışıyoruz. Bütün hizmetleri bir arada sunan bir vakıf yoktur, herkes farklı bir konuda uzmanlaşıp o eksik gördüğü konunun üzerine eğilmişlerdir. Kimi çorba dağıtmış, kimisi bekârları evlendirmiş kimisi evsiz hayvanlara barınak yapmıştır. Ama sadece belli bir konuda çalışma yapmıştır. Biz de sohbetler ve seminerler ile manen insanları doyurmaya çalışıyoruz. Bizim hedef kitlemiz genç kitledir. Onlara
MAYIS 2015 / 322
Günümüzdeki eğitim politikaları açısından eğitimi değerlendirecek olursak; Siyer dersi, Kur’an-ı Kerim dersi gibi derslerin konulması önemlidir. Ama zihinler karışık olduğu için öğretmenler noktasında, aşırı müfredatlar noktasında bir sıkıntı olduğu aşikârdır. Aileler eksik olsa da daha iyi bir çocuk yetiştirebilmek için bir gayret içindeler. Fakat bu noktada bir açmaz
17
yaşıyoruz. Tabii ki yılların biriktirdiği sorunları bir anda çözebilmek mümkün değildir. Okulları arttırmak derslikleri çoğaltmak yerine biraz daha müfredata yönelik çalışma yapılması biraz daha meslek liselerinin önünün açılması daha çok ahlaki değerlerin önünün açılması gerekir. Bilgiye ulaşmada sorun yok. Bilgiye insanlar rahatlıkla ulaşıyor. Elbette ihtiyaca ve yeteneğe göre bir eğitim verilmeli ve gençler hayata hazırlanmalıdır. Milli Eğitim Müdürlüğü ve Aile ve sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ile sosyal projeler hayata geçirdik. Tabi bunlar istediğimiz düzeyde değil. Bu birlikteliklerin hem kurumlar bazında hem de projeler bazında artarak devam edeceğine inanıyoruz.” Mustafa Hocam burada bir sorum olacak size; 20. Yaşımı kutluyoruz. Bir 20 yıl sonra Enderûn Eğitim Vakfı Nerede olur sizce? “Gönlümüzden geçen iyi şeylerdir. İlk hedefimiz müesseselerimiz için vakıf insan yetiştirmek, insan yetiştirerek güçlü müesseseler oluşturmaktır. Sadece bina ya-
palım fakat binaların içi boş olsun değil o binalarda yetişen insanlarla daha fazla kişiye ulaşabilelim sesimizi daha uzaklara ulaştırabilelim diye olsun çabamız. Dünya nüfusunun %23’ü Müslüman. En son kitap Müslümanlarda, en son peygamber Üsve-i Hasene Müslümanlarda olmasına rağmen neden Müslümanların oranı %23. Hedefimiz %100 olsun. Elbette dini zorlamayalım ama İslam’ın ulaşmadığı yer kalmasın. Efendimizin koyduğu hedefle İslam’ın girmediği hiçbir çadır, hiçbir ev kalmasın. İslam bütün evlere girsin. Bu dini dünyanın her yerine yayalım ve bu tebliğci insanlar bizim vakfımızdan çıksın. Bunu bir dua yerine koyalım, bunu dua ederek söylüyoruz. Derdimiz ölçülü ve dengeli insanlar yetiştirmektir. İnsan dengeli olursa ahireti de dünyası da dengeli olur. İlim amel dengesi, sevgi nefret dengesi düzgün olur. Bizler gelir düzeyi belirli olan kişileriz. İmkânlarımız nispetinde hizmet ediyoruz. gelecek yıllarda erkek ve kız yurtları, okullar, kreşler, üniversiteler ülkenin her yerine adama yetiştirecek güçlü kurumlar
açmak istiyoruz. Kardeşlerimizin teşviki de bu yönde. Allah -celle celâluhu- bize güç verdiği zaman bunları sıraya koyup bir bir gerçekleştireceğiz inşallah. Bu vesile ile İlkadım Dergisi’ne teşekkür ediyorum. Rahmetli Zeki Hocamızın bize verdiği manevi destekle ve topluma verdiği güvenle hizmet etmeye çalışıyoruz. İyilikler Rabbimizden, kusurlar nefsimizdendir. Son nefesimize kadar rabbim yolundan ayırmasın, son nefesimizi salihlerden olarak alsın. Hayırlı anılmayı hepimize nasip eylesin. Amin.”
Bir 20 yıl sonra kim neler anlatır bilinmez. Yaşayıp göreceğiz. Ya da göremeyeceğiz. Ama hep bileceğiz ki yaptığımız iyi işlerden dolayı ölünce dahi sevap kazanmaya devam edeceğiz.
Kıymetli okuyucu; 20 yıllık serüvenimi İbrahim Başaran Hocamın tabiriyle 1. Kuşak hocalarım, ağabeylerim anlattı. Şimdi hep olmasa da kısmen bayrağı daha genç kardeşlerim devraldı. İsimleri saymakla bitmez. Önemli olan da isimler değil zaten. Önemli olan yapılan hizmetlerdir.
Bu süreçte vefat edenlere Allah’tan -celle celâluhu- rahmet diliyorum. Bizim ismimiz neden yazılmamış diyenlerden helallik diliyorum.
MAYIS 2015 / 322
Fi emanillah…
19
KAPAK Hazırlayan:Faruk Özcan
Hizmet İnsanı
Zeki Soyak Hocaefendi
Â
lemleri yaratan ve nimetlendiren Cenab-ı Hakk’a -celle celaluhu- hamd olsun. Rabbimizin bize en güzel örnek olarak sunduğu hayat öğretmenimiz canımız, efendimiz, peygamberimize salatu selam olsun. Efendimizin ailesine, dostlarına, yolunu yol edinmiş tüm mü’min ve mü’minelere selam olsun. Bu yazımızda hayatta tanımakla şeref kazandığım mübarek ve muhterem Zeki Soyak Hocamızı vefatının 10. seneyi devriyesinde farklı yönleriyle ele almaya çalıştık. Hocamızı okudukça, anlamaya çalıştıkça ve özellikle de o güzel hizmet hayatını kendimize rehber edinince Allah’ın izniyle biz de kazanacağız. Birçoğumuzun gündelik hayatında hizmetler birkaç saat vakit alırken Hocamızın hayatı hizmet olmuştur. Hocamızın bu güzel ve müstesna hizmet hayatından kesitler sunmaya çalışacağız, zira Hocamızın hizmet hayatı mübalağasız ansiklopedi oluşturur. Yazımızı üç ana başlık altında oluşturduk: 1- Hocamızın hizmet öz geçmişi 2- Talebelerinin dilinden Hocamız 3- Hocamızın altın nasihatleri
HOCAMIZIN HİZMET ÖZGEÇMİŞİ
telemişlerdir. Çocukluğunu ilim meclislerinde hikmet ehli güzel insanlarla geçiren Hocamız Kayseri’de yeni açılan imam hatip lisesine kayıt olur, imam hatip lisesinde Hocalarının dikkatini çeker ve özel ilgiye mazhar olur. O dönem Kayseri İmam Hatip Lisesi’nde bölgenin ileri gelen âlimleri de ders vermekte idi. Hocamız dersler dışında bu âlimlerden özel olarak da ders almışlardır. İmam hatip lisesini bitirdikten sonra Kayseri Yeşilhisar Kesteliç köyünde vekil öğretmen-
İ
yi bir hizmet hayatı iyi bir eğitim hayatı ile başlar hakikati Hocamızın hayatında karşılık bulmuştur. Hocamız daha küçük yaşlarda babası ile beraber doğup büyüdüğü Süksün kasabasındaki Fazlıoğlu konağındaki candan sohbetlerden ne kadar istifade ettiğini anlatmışlar ve sohbetlerin hayatımızdaki yerini “oksijen çadırı” olarak ni20
lik ve Kayseri merkezde Ali Hoca Mescidi’nde imamlık yapar.
• Nevşehir İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği
Hocamızın eğitim hayatında İstanbul ayağı önemli yer tutmaktadır. Oğlu Nurettin Soyak Hocamız o günleri anlatırken: “Babam ile beraber okuduk, O Yüksek İslam Ensitüsü’ne gider, ben de ilkokula giderdim.” diye ifade eder.
• Mefkûreci Öğretmenler Derneği: 1975 yılında Hocamızın öncülüğünde kurulan bu dernek 1980 yılında yapılan ihtilal ile kapatılıncaya kadar ülke genelinde 68 şubeye ulaşmış, dönemin ve belki de günümüzün sivil toplum kuruluşları anlamında hem içeriği ile hem de teşkilatlanmasıyla öncelik teşkil etmiştir. Hocamız kuruluşundan kapatılışına kadar derneğin genel başkanlığını yapmıştır.
Hocamız İslam Enstitüsü okurken aynı zamanda Mahir İz, Ömer Nasuhi Bilmen, Sadrettin Yüksel, Emin Saraç, Hasan Akkuş gibi önemli Hocalarımızdan ders almıştır.
• İlkadım dergisi: 1992 yılında önceleri on beş günlük gazete sonralarda ise aylık bir dergi olarak yayın hayatına başlamış Hocamız vefat edene kadar derginin başyazarı olarak yazılarına kesintisiz devam etmiştir. İlkadım dergimiz BACİYAN ve GENÇ ADAM ekleri ile hizmete devam etmektedir.
İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Kayseri’de okuduğu imam hatip lisesine öğretmen olarak tayin edilir. Hocamızın teşkilatçı özelliği fark edilir ve 33 yaşında müdür yardımcılığına getirilir. Hocamız eğitim ve hizmet yönüyle dikkat çeker ve Hocası Mustafa Çinkılıç’ın isteği ile Urfa İmam Hatip Lisesi’ne müdür olarak tayin edilir. Urfa’daki çalışmaları, dostlukları, Urfa halkının iltifatı Hocamızla olan muhabbetleri yıllar sonra bile oraları ziyaret ettiğimizde bize olan ilgileri ve gözlerindeki yaşlı pırıl pırıl bakışlardan anlaşılacak kadar yoğundu. Tıpkı Hocamızın 4 yıllık görevi sonunda oradan ayrılırken yaşadıklarında anlattığı “ıslak bakışlar” gibiydi.
• ART FM: 1993 yılında bir bölge radyosu olarak Hocamızın ileri görüşlülüğü ile kuruldu ve yıllarca İç Anadolu Bölgemize İslami yayın yaparak hizmet etti. Radyomuz şimdilerde ENDERUN FM ismi ile uydudan, web sitesinden, akıllı telefonlardaki uygulamalarından tüm dünyaya Hocamızın misyon ve vizyonuyla yayın hayatına devam etmektedir.
Hocamız için yeni hizmet yeri Nevşehir’dir. Nevşehir, Hocamızdan uzun yıllar istifade edecek, sadece İmam Hatip öğrencileri değil bütün Nevşehir Hocamızla farklı bir manevi havaya bürünecektir. Hocamızın 30 yıllık Nevşehir hayatında yüzlerce öğrencisi olacak, nice hizmet ehli bireyler yetişecek ve hizmet bayrağını daha ileri götürmek için gayret göstereceklerdir.
Hocamızın 67 yıllık hayatında hizmet hep ön plandadır. Hocamız talebelerini kendi evlatlarından ayırmamıştır, onlara hem öğretmenlik hem babalık hem de rehberlik yapmıştır. Hocamızın başta Nurettin Soyak Hocamız olmak üzere hayırlı evlatlar yetiştirdiği, talebelerinin de Hocamızın başlattığı hizmeti devam ettirmeleriyle ve eserlerinden insanların istifade ettikleri hakikati ile amel defterini kapatmayacak yapı taşlarını görüyoruz. Rabbimizden niyazımız odur ki: Hocamızı çok sevdiği, canımız efendimiz dediği, sünnetini yaşamakta titizlik gösterdiği peygamberimize cennette komşu eylemesidir.
Hocamızın Gönüllü Teşekküllerdeki Çalışmaları • İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti • Kayseri İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği •
Yeşilay Derneği 21
MAYIS 2015 / 322
• 1995 yılında kurulan ENDERUN EĞİTİM VAKFI ile her kademede talebe ve gençlere maddi ve manevi hizmetlerine devam edilmektedir.
Talebelerinin Dilinden Zeki Soyak Hoca Efendi Nurettin Soyak Hocamız; İnsanı anlatan eserleridir, ömrüdür, mücadelesidir. Rahmetli babam hem idarecim hem de öğretmenimdi. Her türlü zor durumda dahi İlahi rıza için çalışırlardı. İmamlık yaptı, idarecilik yaptı, eğitmenlik yaptı. Ölçülü ve azimliydi, herkese merhametliydi. Fişlenenler listesinde ilk sırada olmasına rağmen yılmadı, memurluğa veda etti. “Fişler hükümetle gelir hükümetle gider, bizim tuttuğumuz fişler ahirete gidecek” derdi. Kıymetli babamla beraber okuduk, o üniversite okurken ben ilkokul okudum. Örnek öğretmendi. İmamlık, öğretmenlik babama da bize de nasip oldu.
sıhhatli halinizle nasıl karşıladınız?” Hocam, “hiç sıkıntı yok” dedi, “sağlıkla hastalık arasında fark yok.” Seheri bir insandı.
Asrısaadet için çalışmak hedefleri, diriliş hedefleridir.
Zikri daimiydi, her halinde dua vardı. Yolda dahi tesbih çekerdi.
Hastalığında yanındaydım ve “yirmi yaşındaki gencin hizmet heyecanını taşıyorum” demişti. Bir yandan da “hizmet ömrü istiyorum Ya Rabbi” diye dua ediyordu.
Mahmud Sami Efendiye büyük muhabbet beslerdi, talebe oldu. Musa Efendimize de bağlı kaldı.
Bizlere de mesaj veriyordu.
Osman Efendiyle de abi kardeş gibiydiler. Osman Efendi, Zeki Hocayı hep şükranla anar.
Hizmetlerden uzak kalmak tek sıkıntısıydı. Hizmet binasını görmek nasip olmadı. Hizmetlerin ve hizmet edenlerin aşığıydı, bu şiirlerine de yansıdı.
Kalp gözü açıktı. Özellikle gençlere bu yol önemli derdi. Kendisiyle tasavvufi istişareler de yapardık.
Cemil Usta Hocamız;
Esad Erbilli Hazretlerini çok severdi. “Şehid-i Aziz” derdi. Esad Erbilli Hazretlerini anlattığı bir sohbetini Konya’da dinlemek nasib olmuştu.
Zeki Hocamız güzel insandı. Dünyayı güzel yaşadı. Hastalandığında sordum; “bu gününüzle 22
“Seher vakti tesbihatı, ibadeti lazımdır, sohbetlere devam” derdi. Hayatında muhabbet “olmazsa olmaz”dı.
Zeki insanları, çalışkanları çok severdi. Çalışkanların hatalarını kapatırdı. Tarihe ve tarihi insanlara laf söyletmezdi.
Kur’an ve Sünnet’e bağlı idi ve azimet ehliydi. ZEKİ SOYAK HOCAMIZ BİZE BU HAYATTA HER ALANDA ÖRNEKTİR.
Bize çok güzel şeyler öğretti. Yazmaya, not tutmaya önem verirdi. Vakıf şubeleri açıldı. Ümmet için dertliydi. ABD, Irak savaşında çok dertlendi.
Mustafa Aydoğdu;
Bireylerin dertleriyle ilgilenirdi. İstişareye çok önem verir ve takip ederdi.
Hocamızı tanımak bize Rabbimizden büyük bir ikramdı. Çok büyük ufuklar açtı bize.
Misafirlere önem verirdi.
Tarihe çok düşkündü, Osmanlı’yı çok severdi. Enderun ismi oradan seçildi.
Derin konulardan bahsederdi. “Her nimetin kendi cinsinden şükrü olur” derdi.
İnsanlara görev verir, takip eder, liyakat ve ehliyetine bakardı.
Hocamızın, ölçülerini, çalışmalarını topluma ve yeni nesillere anlatmak, aktarmak zorundayız.
Seminer ve konferansçılar yetiştirdi. Öğrencilerle deniz kampına önem verirdi. Spor yapardı çok iyi yüzerdi. Bizimle futbol oynadı. Çok iyi yürürdü.
“Ölçüler Dengeler” ayet ve hadislerden konulmuştur. Hocamız anmak ve anlatmak yetmez. Hizmetlerine sahip çıkmak ve daha ileri götürmek vazifemizdir.
Hocamızın derinliğini biz geç fark ettik. Zeki Hocam bize tebliğ ile ilgili sunum yaptı. Çok hazırlıklı geldi ve müthiş önem vermişti.
Hocam esprilerle dahi ders verirdi.
Bilgiyle yetinmez ve yönlendirmeler ve uygulamalar yapardı. Vakıf insanı yetiştirmek hedefiydi.
1989
23
yılında tanıştık. Hocamı “Mefkûreciler”den de biliyordum. Hocamla tanışınca hayatım değişti. İlim ve edeple bizi yetiştirdi. İstişareye çok önem verirdi. İstişarede dahi bizi hakikate yönlendirirdi. Akaid, fıkıh, tefsir ve hadis alanlarında bizleri yetiştirdi. Bizi talebe çalışmalarına yönlendirdi. Her konuda bize örnek oldu. İslam’a bir bütün olarak bakmayı, vasıtaları gaye edinmemeyi, istişareli hareket etmeyi, taassuptan uzak durmayı, itidale sarılmayı bize ölçüler kıldı. Hocamızın bize öğrettiklerinden diğer vakıflar da istifade etti. Gümüşhanevi akaidi başta olmak üzere temel eserleri bize okuttu. “Bir komutanın zafere ulaş-
MAYIS 2015 / 322
Osman Bağcı;
rahatlatırdı. Gölgesinde olmak istenirdi. Efendimizi (sav) örnek alır ve anlatırdı. İslam birliğinden ve ümmet olmaktan bahsederdi. Vakıf çalışmalarına, radyo ve dergiye önem verirdi. Sözlerinden hikmet akardı. Gençleri, çocukları çok sever ve özel ilgilenirdi. Kendisini görene “insan-ı kâmil” dedirtecek duruşu vardı
ması için üç konu önemlidir” derdi.
Onurlu, vakur dururdu.
1. Komutan, kendisinin ve ordusunun kemiyet ve keyfiyetini bilecek.
Şiiri ve estetiği severdi. Her ilimden bilgisi olan, İslami ilmi çok yüksekti.
2. Düşmanın kemiyet ve keyfiyetini bilecek.
Hizmetin, eğitimin, her alanında büyük hizmetler yaptı.
3. Savaştığı coğrafyanın şartlarını bilecek derdi. Hocam kendisine hakaret edenlere dahi haklarını helal etti. Hocamda peygamber metodu vardı. Kendi hizmetini kendi yapar bize de öyle tavsiye derdi.
İsmail Varır; Zeki Hocamızla İmam Hatipte okurken tanıştım. Hocamızdan hayatı öğrendim. Yakinen çalışma imkânı buldum. İlkadım Dergimiz bu hizmet hayatında Hocamızla vefatına kadar müşterek çalışma alanımızdı.
Tahir Dağarslanı; Zeki Soyak Hocaefendiyle İmam Hatip Lisesinde okurken 1978 yılında tanıştım.
İlkadım dergimiz 15 Nisan 1992 de 15 gün-
Tanışmaya çok önem verir, aile ve çocuklarımızın dahi sıhhatlerini sorar, dualarda bulunurdu. Eğitim ve hizmette istişareye çok önem verirdi. Bireylerin istişari görüşlerine değer verirdi. Sorunlarımızı dinler, istişare eder, yol gösterirdi. Korku bilmezdi, ihtilallerde dahi “tam çalışma zamanı” derdi. Önemli bir cazibesi vardı. Görüşen kişiyi 24
lük gazete olarak yayın hayatına başladı. Hocamız arkadaşlara önce özgüven aşıladı. Bize medyanın önemini anlattı. 1996 Şubatı Şehadet sayımız ile dergi olarak çıktı. 2005 Mayıs ayına kadar başyazar olarak dergimizin başında idi. İlk eseri 40 hadisti çünkü Rasulullah aşığıydı. Mefkûreyle ufkumuz açtı. Ölçüler dengeler ile bize Kur’an ve Sünnet’ten ölçülü dengeli olmayı öğretti. Kıssalar hisseler ile Kur’an hayata nasıl aktarılır onu anlattı.
Yalçın Ergün; Hocamız, Osmanlı aşığıydı, tarihi mekânları ziyaret etmeyi çok severdi. Evliya ve Enbiya kabirlerini ziyaret etmeye hassaten özen gösterirdi. (Özellikle Bursa ve İstanbul seyahatleri özel olurdu.)
Fazilet toplumu ile vakıf çalışması hizmetler nasıl yapılır onu anlattı. İslam ahkâmı ile hikmet, amel, ahlak nasıl olur onu öğretti. Sohbetler kitabı ile bütün kitapları destekledi.
Her adap konusuna olduğu gibi, misafirlik adabına da titizlikle riayet ederdi. Ev sahiplerine eziyet etmemek için abdestli bulunurdu. Çocuklara hediyeler götürürdü.
Basın yayına çok büyük önem verdi. Zeki Soyak Hocam ince anlayışlı biriydi. “Bir kişinin iyiliği için dahi bu dergi (ilkadım) çıkar” derdi.
Tasavvuf derslerine önem verirdi. Gece hayatı çok iyiydi. Bütün adapları yaparak anlatırdı. Edep ve terbiyede zirvedeydi.
Dergimiz için abone çalışması yapardı ve bu alanda bir yarış dahi başlatmıştı.
Az yemek yerdi. Az uyurdu. Az ama etkili konuşurdu. Kendi görevlerinde vakıf parası kullanmazdı.
Hatta abone çalışmasında birinci olmuştu. İlkadım yayınlarımızdan çıkan kitapları dahi çıkar esnafa takdim ederdi.
Hocam günde beş tane sohbet yapar ama yorulmazdı. Dinleyenler farklı çıkardı sohbetten.
Hocamdan sonra özel bir anı: 2012 yılıydı gece telefon geldi cevapladım. Telefondaki ses “Zeki Soyak Hocaefendinin talebesi ile mi görüşüyorum” dedi. “Evet” dedim. İçeriden sevinç sesleri geliyordu. Telefon eden kişinin oğlu trafik kazası geçirmiş ve İslam Ahkâmı eseriyle teselli bulmuş. Bizlere ağlayarak çokça duada bulundu ve teşekkürler etti. Hocamızın tüm eserlerini istedi, gönderdik eline ulaşınca 45 dakika da oğluyla beraberce ağlayarak konuştuk.
Süleyman Konak; Hocamızla 1992 yılında üniversite öğrencisiyken tanıştım. 1994 gönül bağım oluştu. 1996 hizmetlere aktif başladım. Yusuf İslam “Kur’an ve Sünnetle İslam’ı ta25
MAYIS 2015 / 322
Yolculukta ruha devaydı. Mefkûrecilere özel ilgi gösterirdi.
Hocamızla 24 saat çok bereketli geçerdi. Zeki Hocam zor zamanların insanıydı. Yanına gittiğinizde sıkıntılı ve dertli gitseniz bile huzur için de ayrılırdınız. Tertip düzen ve estetiğe çok önem verirdi. Eşyayı hakikatine uygun kullanırdı. Gece ibadetlerine çok dikkat ederdi. Seherle buluşmayı tavsiye ederdi. Hocam ümmetin halini bizzat görerek imkânlarını seferber ederdi. Radyoda Cuma sohbetleri örnek olacak sohbetlerdi, gündemi sohbetlerden takip ederdiniz.
nıdım” der. Ben de İslam’ı Hocamızla tanıdım, Hocamın sohbetleriyle ve kitaplarıyla müşerref oldum.
Sohbetler hem iç dünyanızı harekete geçirir hem de bilgi ve birikimi alırdınız. Seçilen kelimeler kavramlar son derece güzeldi. Sohbetleri hastalığında dahi devam ettirdi.
Hocam çok yönlü biriydi, sağlam bir hafızası vardı. Uzun zaman geçse bile sizin isminizi hatırlar ve isminizle hitap ederdi. Çok iyi bir muallim ve hassas bir dava insanıydı. Hocamıza bakınca asrısaadeti görmek mümkündü. Adam kıtlığının yaşandığı bir dönemde hizmet insanıydı Hocamız. Randevusuz yanına gidebilirsiniz ama misafirlik adabını da öğrenebilirdiniz. Hocam kendi işini kendi yapardı. Evi sade, düzenli ve huzurluydu. Çok konuşmadan öte hali ile tebliğ ederdi.
Hocamız kitabı yazarken bilgi vermek yâda almaktan öte bizzat kitabı yaşardı. (Eyyüp (a.s) kıssası gibi.) Hocamızın ardından hizmeti anlayan yaşayan insanlar hep oldu, olacaktır da inşallah.
İsmail Billur; Zeki Hocamla 1984’de tanıştım.
“Çocukken alınan eğitim çok önemli” derdi. Hocamız eğitime ve yetişmiş insana çok değer verir, “bir yetişmiş insan yüz kurumdan daha önemlidir” derdi. İnsan eğitiminde tarihi çok iyi kullanırdı. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden bahseder, tarih bilincinin önemli olduğunu anlatırdı. Çanakkale ve İstanbul gezisinde anlattığı olayları adeta yaşardınız. İstişareye önem verir ve muhakkak not alırdı. Görev verdiği kişiye önem verir, bazen onun görüşüne tabi olurdu. “İstişare kararı yine istişareyle bozulur” derdi. Kendi görüşünün istişarede geçmesi için ısrar etmez çıkan karara uyardı.
Kendini İslam’a vakfetmiş bir insandı, istifadem tam olmadığı için kendimi hep eleştiri-
26
rim.
ve kendine hastı.
Teşkilatçı ve azimli bir dava insanıydı. Mefkûreci Öğretmenler Derneği buna örnektir ve sonraki dönemlere ışık tutan bir çalışma olmuştur.
Onun için “kermes” değil “hayır çarşısı” derdi.
Hüseyin Güven;
İlkadım dergisi, ARTfm (Enderunfm), Enderun Eğitim Vakfı çalışmaları da Hocamızın öncülüğünde kurulmuştur ve halen hizmet hayatlarına devam etmektedirler.
1984-85 yılında tanıdım Hocamızı. Derya ve denizdi o. Gençlere ve ilim ehline büyük önem verirdi. Hocam sohbet esnasında iki yüz kişi olsa bile herkese hitap ederdi. Herkesin sohbetlerinden istifade ettiği gözlenirdi. Oradan buradan değil Kur’an ve Sünnet’ten bahsederdi.
Gençlerin imanlı yetişmesi hedefiydi. “İnsanların kurtuluşu vahye kulak vermek ve Sünnet’i yaşamakla olur” derdi. Hocamızın her konuya bakışı taklitten uzak
Dilaver Koparan;
Zeki Hocamın sohbetleri çok farklıydı ve yaşayan biriydi. İnsanlar üzerindeki etkisi yaşadıklarından kaynaklanıyordu. Hocamızın hafızası ve öğrencileriyle ilgisi çok kişide bulunmayacak kadar güzel27
MAYIS 2015 / 322
Hocamızla 1982 yılında liseye giderken tanıştık.
di.
ilkadım dergisi, ART fm (enderun fm) önemli olan kurumsal çalışmalarındandır ve hala hizmet hayatlarına devam etmektedir. Zeki Soyak Hoca’da insana bilgi ve tecrübe veren hizmet anlayışı vardı. Vakıf, dergi, radyo çalışanlarına önemli bir hassasiyeti vardı.
Ailemizin ve çocuklarımızın halini hatırını sorardı. Anlatmakla bitmeyecek kadar güzel bir hayat yaşadı. Sanki Tabiinden gibiydi. Hocamızın sohbetlerinde bulunanlar her yönden nasiplenirdi. Hem bilgi olarak hem de manen gelişirlerdi.
“Fedakârlığının hesabını tutanlar bu davayı yürütemez” derdi. “Ben olmasam bu dava yürümez diyenler hesap yapıyor demektir” derdi.
Ecdadı anlatırken sanki tarihi yaşardık.
Çocuk demez, büyük demez herkesi dinler ve değer verirdi.
Baki Öncel; İmam Hatip Lisesinde okurken Yeşilay Derneğinde tanıştım Hocamızla.
Hocamızla gittiğimiz gezilerden birinde İstanbul’da Tarık Ablak (12 yaşında iken) heyecanlı bir şekilde “Hocam sizle istişare etmem gerekiyor” dedi Hocamız heyecanlı genci sonuna kadar dinledi doğrularını tasdik edip eksiklerini güzel bir üslupla “şöyle yapsak daha iyi olmaz mı?) dedi ve eksiklerini düzeltti.
Andığımızda duygulandığımız büyüğümüz Zeki Soyak Hocamız Kur’an ve Sünnete bağlı bir hayat yaşamıştır. İslam’a kafa yoran, düşünce insanı, hareket insanı Zeki Soyak Hocaefendi teşkilatlanmaya çok büyük önem verirdi. Hocaefendi İlahiyat Derneği, Yeşilay Derneğinin kuruluşlarına katkı sağladı. Mefkûreci öğretmenler derneğinin kurulmasında öncülük yaptı. En büyük ideali hizmet insanı yetiştirmekti. Gençlik teşkilatı, esnaf oluşumu, eğitimcilerin eğitimi çalışmalarından sadece birkaç tanesidir. Bireysellikten öte kurumsallaşmayı önemseyen bir teşkilatçıydı. Enderun Eğitim Vakfı,
İbrahim Başaran; Hocamızla 1977 yılında tanıştık. Nevşehir’de geçen otuz yıl bereket kattı hayatımıza. Çok kolay görüşebildiğimiz bir âlimdi. Sünneti canlı gördüğümüz bir büyüğümüzdü. Ünvanı hizmete dayanıyordu. Bizimle beraber çalışıyor
28
kendisini ayrı tutmuyordu. Affediciydi, diğergamdı. Temizliğe çokça dikkat ederdi. Tevazu sahibiydi. Hayatı iman ve cihattı.
panyol askeri Boşnak kızına laf atmış Hocamızın çok ağırına gitmişti. Hocamızla seyahat ederseniz ondaki basireti ve feraseti hemen anlardınız. Müslüman Boşnak bir esnafın içki sattığını gördü ve ona tebliğde bulundu. İlmi ile amil bir aksiyon insanıydı Zeki Soyak Hocaefendi. Bir deryayı damla ile anlatmak zor; öz cümle, hayatı iman ve cihattı.
Mustafa Ablak; Hocamızla üniversite döneminde tanıştım ve onu sohbetleriyle yakından tanıdım. Bize ilmiyle yol gösterdi ve rehberlik yaptı. Medya konusunda ufkumuzu açtı. Tarih bilincini bize Hocamız öğretti. İslam tarihine vâkıftı ve tüm detaylarıyla anlatabilirdi. Ecdat sevdalısıydı. “Ah keşke ben de Osmanlının fetihlerine katılabilseydim” derdi. Tarihi mekânlardayken “keşke şu taşların, yapıların dili olsa da anlatsa” derdi. Bosna seyahatine gittik. Hocamızla orada şehid olan Ahmet Pınar abiyi ziyaret ettik. Hocamızla tanışanlar izzet ve ikramda bulundular araba tahsis ettiler ve dönene kadar biz yardımcı oldular. Tarihi mekânları medrese, camiiler ve kabirleri ziyaret ettik. Sanki oraları yaşamış gibi Hocamızdan öğrendik. Çok yorucu olmasına rağmen dağa çıktık biz yorulduk Hocamız yorulmadı. Namaz kıldığımız yerde imamın Hocamızın elini, öpmeye çalışırken hali çok dikkat çekiciydi. Çok duygulu çok manevi bir ziyaret olmuştu Bosna ziyaretimiz. Hocamızla bir çay ocağında otururken bir İs-
Rüştü Yeşil;
Hocamızın hafızası berraktı, isimleri ve özel hadiseleri de hatırlar ve hatırlatırdı. Feraset ve basiret sahibiydi. Türkiye’nin farklı bölgelerinde beraber olduk. Gezilerde iki şeyi önemserdi. İslam için yaşamış ve vefat etmişlerin kabrini, hayatta olanları da yerinde ziyaret 29
MAYIS 2015 / 322
Hocamızla üniversite döneminde tanıştım. Eğitimcilik yönü hemen dikkatimi çekti. Evinde ziyaret ettiğimizde kendi eliyle hizmet etmesi beni etkiledi. Hocamızla ilgili anlatılanları bizzat gördüm. Benim en çok dikkatimi çeken yönü ise iletişimiydi. Öğretme usulünde az şey söyleyerek çok şey anlatmak vardı. Anlattığını yaşaması ise muhatabı kendisine bağlıyordu. Hocamızı her gördüğümüzde Allah’ı hatırlıyor, hali ile bize tebliğ ettiğine şahit oluyorduk.
ederdi. Çok iyi bir tarih bilgisi ve bilinci vardı. Okulda okutulmayan özel bir tarih bilgisi vardı. Kitaplardan tarih okunabilir ama Hocamla yaşanırdı. Hocam, hemen hemen her toplantıda birebir görüşmeler de yapardı. Bizim eksik yönlerimizi tamamlar, bizi yönlendirirdi. Sabah namazı sonrası sohbetlerimizin manevi tadı bir başkaydı. Hocamızdan özel sözler de işittik ve kaydettik. “Allah bize hizmet ömrü versin” duası ömrünü hizmete adadığının bir göstergesiydi.
iyi bir yüzücüydü. Hocamız denizde sırt üstü sanki uyur gibi dinleniyordu. Ben hayretle kendisine sordum “Hocam nasıl böyle durabiliyorsunuz?” Her fırsatta bize İslam’ı anlatabilen Hocamız şöyle cevap verdi: “Evladım deniz İslam gibidir kendinizi teslim ederseniz sizi tutar ve korur sizi sultan eder.” Ankara’ya Hocam bizi ziyarete gelmişti. Evimiz sıkıntılı sayılabilecek bir evdi. Hocam evimiz gezdikten sonra “Ne güzel eviniz var ve burada ne güzel İslam’a hizmet edilir” diyerek bizi memnun etti. Sabah namazı sonrasına çok değer verirdi. Hocam için sohbet ettiği kitle çok önemli değildi, muhatabın aklına göre hitap ederdi. Hocamız hayatın her alanıyla ilgili bize önemli bilgiler verirdi. Bir defasında (hiç nar yememiştim) narın nasıl yeneceğini öğretmişti. Hocam halktan biriydi. Hastalığında Hocamızı ziyaret ettik. Tek isteği İslam’a hizmet edecek sağlığa kavuşmaktı. Hocam muallim,
Aşır Korkmaz; Önce Hocamızın kitaplarını okudum sonrada 1993’de Hocamızla tanıştım. Bir yıl sonra da Hocamızın eğitim kampına katıldım. Bir sene sonra karşılaştığımızda dahi ismimi, kasabamı hatırlamasına çok şaşırdım. Karadeniz gezisine Hocamla gittik Hocam 30
müderris, mütefekkir, hizmet ve vakıf adamıdır. Bize bıraktığı ölçüler özellikle vasıtaları gaye edinmemeyi çok çok önemsiyorum.
lara hediyeler takdim ederdi. “Başım ağrıyınca kardeşlerle sohbet ederim” geçer derdi. Sohbetlere, kardeşlere çok önem verirdi. Bizleri de bu durumu tavsiye ederdi Hocam faaliyetlere özen gösterir “Arkanıza bakmayın tek başınaymış gibi çalışın. Çünkü sadece Allah’a hesap vereceğiz” derdi.
Mücahit Demir Çok küçükken Bekir Efendi Camii’nde Hocamızla tanıştım. İlkokul 4 veya 5’e gidiyordum. Özel olarak tanışmam ise lise hayatıma tevafuk etmektedir. Pazarları lise öğrencilerine sohbetler vardı, bizler buraya katılırdık. İyi bir eğitimcinin yaptığı gibi her hafta geçen haftanın değerlendirmesini yapar bizlere sorular sorardı.
Teşkilatlanmaya verdiği önem vasiyetinin son paragrafında yer almaktadır. Hocamızın ölçüleri bizleri dik tutardı. “Mekke, Medine, Kudüs’den sonra Bursa, Bilecik, Söğüt hoşuma giderdi.” derdi. “Hasret” şiirinde Osmanlıya olan hayranlığı çok güzel bir şekilde kaleme alınmıştır. Hocam diğergam sahibi bir insandı, ihlâs ve samimiyeti çok önemserdi. Zorla iş yapmak yerine gönüllü iş yapmayı tavsiye ederdi. Ziyarete gittiği şehirlerde âlim, fazıl kişileri ziyaret eder, dernek ve vakıflar ile istişareler yapardı. İstişarede emir kipi kullanmaz, eğitim ve hizmet ekseninde düşünürdü. Eğitimdeki eksiklikleri Selçuklu ve Osmanlı eğitim dönemindeki güzelliklerle düzeleceğini inanırdı. “Müslüman heyecanlı olmalı, eğitimciler zil çaldığında heyecanla, aşkla derse girmeli” derdi.
Evini taşıdığımızda bir 50 NC diye bilinen araca sığacak kadar eşyası vardı. Dünyaya verdiği değer buydu. Hocamızın çok özelliği vardı. İlmi, hizmeti, eğitimciliği. Fakat ihlâs ve samimiyeti beni çok etkilemişti. “Hiçbir talebem kendi çocuklarından ayrı değildir” derdi. Sizi dinlerken tam manasıyla odaklanır ve tam konsantre olarak size dönerdi. Şahsına yapılan haksızlıkları helal etti. “Tek düşmanlığım Allah’a karşı düşman olanlaradır.” derdi. Kişiliğinden dolayı kimseye kızmaz, kızdığı şeyler İslami hassasiyetlerden kaynaklanırdı.
Ümmetçi yapısı, ümmet için çalışmayı, ümmete dua etmeyi her fırsatta yerine getirirdi.
İlmi ile amil insanları zamanında iyi değerlendiremiyoruz onlardan yeterince istifade edemiyoruz.
Hocamla 74-75 öğretim yılında tanıştık. Okul dışında STK’larda Hocamızla görüşürdük. Hocamız vesilesiyle öğretmenler evlerini öğrencilerine açtı. Esnaflar, İmamlar çalışmalara katıldı.
Ahmet Ağmanvermez;
Osman Çelik Zeki Hocamla 1992 yılında öğrenci iken tanıştım. İlk dikkatimi çeken özelliği hafızasının sağlamlığı, zekâsının parlaklığıydı. Ses tonu çok samimi ve güzeldi, insana huzur veriyordu. Bir dava adamı, hizmet insanı ve özel bir eğitimciydi. Mala mülke çok itibar etmezdi. Çocukların eğitimine çok değer verirdi. Hocam evlerden en az bir kişinin iyi bir din eğitimi almasını isterdi. Çocuklara çok değer verir on-
Cesaret sahibi ve kahramandı. İhtilallerde sadece kendi değil herkesi STK’ları dahi cesaretlendirirdi. “Haziranda yağan kar insanlara zarar vermez” derdi. 31
MAYIS 2015 / 322
Hocamız her alanda derinliği olan biriydi. İnsani ve İslami olarak çok öndeydi. Mütevaziydi, hizmette en öndeydi, nimette arkadaydı.
camızla öğretmen arkadaşlarla birlikte mutad birlikte haftalık sohbetlerimiz olurdu. Bizlerin önüne ışık oldu. Bir baba şefkatiyle bizleri kanatları altına aldı. Vefatına kadar bu gönül beraberliğimiz devam etti.
Diğer liselere de hizmetler taşındı. Karşı çıkanlar da oldu. Görevinden ayrılmak zorunda bırakıldı. Çok il dışı geziye katıldık. 1999 Depreminde nakdi ve ayni yardım topladık nakdi yardımı Hocamızla götürdük. Bölgedeki STK’ları ziyaret ettik. Hocam hem yardımsever hem de insanları yardıma teşvik ederdi.
Bize özellikle eğitim öğretim konusunda çok büyük rehberlik etti. Öğretmenlik ve idareciliğimde engin tecrübe ve fikirlerinden çok müstefid oldum. Kendisi aynı zamanda bir vakıf insanıydı. Yatırımını insana yaptı. “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” sözü gereğince ömür takviminin son yaprağını 29 Mayıs 2005 tarihinde kopararak çok arzu ettiği Rabbine kavuştu. 67 yıllık ömründe güzelliklerle dolu aydınlık bir hayat yaşadı. Çok çeşitli hizmetler yaparak gecesini gündüzüne kattı. Bu büyük ve örnek şahsiyeti rahmetle anıyor, ahirette kendisine komşu olmamızı Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
Atıf Bilgili; Bir aydınlık savaşçısı olan Merhum Zeki Soyak Hocamla ilk tanışmam Urfa İmam Hatip Lisesi’nden Nevşehir İmam Hatip Lisesi’ne okul müdürü olarak atanmasını müteakip 1974 yılı Eylül ayında Merkez Kurşunlu Camii’nde ikindi namazını edadan sonra selamlaşmamız ve kısa bir sohbet esnasında oldu. Bu kısa sohbet sırasında samimiyeti, ilgi ve alakası, gözlerindeki muhabbetin sıcaklığı ve alçak gönüllülüğü beni çok etkiledi ve cezbetti. O günden itibaren Hocamla gönül beraberliğimizin ilk temelini atmış olduk. Aynı manevi havayı teneffüs ettik.
(Bu vesile ile güzel hayatlarına ve güzel vuslatlarına şahitlik ettiğimiz Ahmet Ağmanvermez ve Atıf Bilgili Hocalarımızı rahmetle anıyor, Efendimiz (SAV) ve hocamızla birlikte cennetlerde buluşmayı Rabbimizden diliyor ve ümit ediyoruz.)
Hocamdaki şevk ve idare kabiliyeti bir Allah vergisiydi. Hocamızın Nevşehir’e gelmesinden önce kısıtlı ve kıt imkânlarla varlığını sürdüren “Kültür Derneği” adında bir deneğimiz mevcuttu. Şube başkanlığını da aynı zamanda benim hocam olan İmam Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı Bekir Balaban Hocamız yürütüyordu. Zeki Hocamızın ufku geniş olduğu için bu çalışmalara daha geniş çapta hız verdi. Türkiye çapında bir çalışma ve teşkilatlanma başlattı.
B
iz bu yazımızda mefkûresi İslam olan, Ölçüsü ve Dengesi Kur’an ve Sünnet olan, hayatı İslam Ahkâmı olan, Peygamberlerin, Sahabelerin, Âlimlerin ve Evliyaların aşığı, ecdadına ve mukaddesatına hayran, hedefi tekrar FAZİLET TOPLUMUnu oluşturmak olan, Dava adamı, Eğitim ve Hizmet insanı, kendisi umman olan Hocamızın hayatından bir katreyi sunmaya çalıştık.
1975 Haziran ayında “Mefkûreci Öğretmenler Derneği”ni kurarak genel başkanı oldu. Dernek kısa zamanda ülke çapında teşkilatlandı.
Bu çalışmada büyük katkıları olan Süleyman Konak ve Fatih Turan abilere, Hüseyin Karakaş kardeşime ve İlkadım Dergimizin kıymetli yayın kuruluna şükranlarımı sunuyorum. Bizi bu hayırdan nasiplendirdikleri için duacıyız. Hayatta iken insanlığa büyük hizmet eden Hocamızın amel defterinin kapanmadığına inanıyor, kendisini rahmet ve şükranla hatırlıyoruz.
1992 yılında önce 15 günlük, sonra da aylık olarak “İlkadım Dergisi”nin neşrine öncülük etti. 1993 yılında “ART FM”nin, 1995 yılında da “Enderûn Eğitim Vakfı”nın kuruluşuna katkı sağladı. Ardında güzel eserler bıraktı. Asıl ilgi alanı eğitim ve öğretim olan, her kademede öğrenci ve gençlerle iştigal eden Ho-
Mekânın cennet olsun Muhterem Hocam. 32
Hocamızdan Altın Öğütler yacak, gayesi Allah olacaktır.
İslam, yemek içmek, uyumak gibi yaşamımızdan bir parça değildir. O bir hayat dinidir. Yaşantımızın tamamına hâkim olmalıdır.
•
Muhabbet muvafakat ile ölçülür.
•
Müslümanın vazifesi hayatın bütün sahalarını ve safhalarını İslamlaştırmaktır.
•
Düşüncesini İslamlaştıramayan hayatını İslamlaştıramaz.
•
Hizmet etmeyene hizmet olunmaz.
•
Aklını nefsine tabi kılan, aklını ifsad eder; vahyi aklına tabi kılan dinini ifsad eder. Nefsini aklına, aklını vahye tabi kılan aklını da dinini de korumuş olur.
•
Allah’tan korkmayan, her şeyden korkar.
•
İtaat etmeyen, sır saklamayan, uyumlu olmayan kimselerle büyük davalar yürütülemez.
•
Allaha, Rasulüne, İslam’a savaş açanlar, Ebu Cehil’leşen zavallı ahmaklardır. Sonuç kesin mağlubiyet, ebedi hüsran ve azaptır.
•
Allah yolunda çile çekmeyen, sabır ve şükür ehli olmayan kemale eremez.
•
Sevdalı ve sancılı olacaksın. Sevdalı ve sancılı olmayanlar hizmet edemezler, başarılı olamazlar.
•
Hizmet ehli doğru öğrenecek, doğru yaşayacak, doğru öğretecek, dünyevi bir hesabı olma33
•
Açık sözlü, açık yürekli insanlardan korkma. Korkulacak kişi içten pazarlıklı sinsi tabiatlı kimselerdir.
•
Dinini, tarihini, çağını iyi bilmeyen, mesleğinde ehil olmayan kimse; faydalı, sağlıklı hizmet yapamaz.
•
Devleti yönetenler, milleti ile ve milletin değerleri ile çatışma halinde olamaz.
•
ÖNCE İSLAM diyen; şahadete susamış, sancılı ve sevdalı bir gençlik yetişiyor. Baran-ı Rahmet toprağa düştü. Yıllardır rahmet bekleyen tohum çatladı. Çil saldı ve uç verdi. Ağaç oldu ve meyveye durdu. Saflar sıklaşıyor. Allah düşmanları durdurmaya çalışsa da yürüyüş her geçen gün hızlanarak devam ediyor.
•
Asla unutmayalım! Kurtuluşumuz; İslam’a sarılmaktır. Bir Müslüman olarak bütün dini vecibelerimizi yerine getirmektir. Hiçbir dünyevi beklentimiz olmadan İslam’ın anlaşılması ve yaşanılması hususunda bütün samimiyetimizle, bütün imkânlarımızı kullanarak hizmet, hizmet, yine hizmet etmektir. Kâl’imizle, halimizle canlı bir örnek olmaktır.
•
Hiçbir zindan Müslümanı “köle” ve “tutsak” yapamaz. Nefsin, şeytanın ve dünyanın esaretinden kurtulamayan hiçbir fert gerçekten “hür” olamaz.
MAYIS 2015 / 322
•
•
Hizmet etmek mi istiyorsun? Öyleyse: Önemseyecek, Benimseyecek, Planlayacak, Bütün imkânları seferber ederek fedakârca çalışacaksın.
•
Yöneticiler: Dinini, tarihi, çağını ve yönetim ilmini çok iyi bilmeli, İnançlı, adil, dürüst ve cesur olmalıdır. Bu özellikleri taşımayan yöneticiler, hem kendilerine hem millete zulmetmiş olurlar.
•
İslam’ın değerlerinden, İslam medeniyetinin güzelliklerinden yüz çevirip Batı’nın kokuşmuş yaşantısını tercih edenler, Batı’ya özenenler, kendi değerlerinden, kendi güzelliklerinden habersiz zavallılardır.
•
•
Bugünkü çağdaş toplumun ilkelleşmesinin, insanı ve İslami değerlerden yoksunlaşmasının en büyük mesulü ve suçlusu, uygulanan yanlış eğitim sistemi ve bu sistemi uygulamakta ısrar eden yöneticilerdir. Müslüman olarak Allah’ın ipine, Kur’an’a sımsıkı sarılalım, dünyanın geçici alâyişine aldanmayalım, birbirimizle çekişerek zaafa düşmeyelim.
•
Soysuzlaşma bulaşıcı bir virüstür. İlacı çağlar üstü İslam Nizamı’dır. Soysuzlaşma; şahsiyet kaybıdır, kimlik kaybıdır. Şahsiyet ve kimlik ancak ve ancak İslam’la kazanılır.
•
Müslüman akıllı insandır, akılcı değildir. Çünkü akılcılık sapık bir felsefi akımdır.
•
İzzet; ne mal mülk; ne de makam mevkidedir. İzzet; kâmil iman, salih amel, güzel ahlak ve hizmettedir.
•
İlmi ile âlim, muttaki ilim adamlarından mahrum toplumların ayakta durması mümkün değildir.
•
Müslüman olmanın en belirgin özelliği emin olmaktır. Allah Teâlâ bir kişiye iman ve ilim ihsan eder de o bunun şükrünü yerine getirmez, yani ümmetin ve tüm insanlığın kurtuluşu için uğraş vermez, sancılanmaz ve sevdalanmazsa ona âlim denilebilir mi?
•
En kötü, en zor şartlarda bile sakın ümidini yitirme. Ümit, mü’minin ışığıdır. Bilmez misin en büyük müjdeler en zor günlerde gelmiştir. 34
•
Kendine güvenini yitirmiş fertler ve toplumlar ümidini kaybeder, yenilgiyi kabul eder, neticede tarih sahnesinden silinip giderler.
•
Ey millet! Binbir itina ile yetiştirdiğin, emek verdiğin, ümit çiçeklerine sahip çık. Ona vahşice saldıranlara fırsat verme. Hukuki zeminlerde tavrını al. Milletin bir kısmını diğer bir kısmına kışkırtan, bölücülük yapanlara karşı duyarsız kalma.
•
Mü’minin öncelikli işi İslam’dır, kulluktur.Münafığın öncelikli meselesi ise dünyası ve çıkarlarıdır.
•
Dünya işlerinde muvaffakiyetlerimiz bizi asla şımartmamalı, derunumuzdaki değerleri zaafa uğratacak davranışlar sergiletmemelidir.
•
Şahsiyetli toplumlar şahsiyetli kişilerden oluşur. Yüksek medeniyetler kişilikli insanların omuzlarında yükselir. Kur’an ve Sünnet’e, tek kelime ile Şeriata göre yönlenmemiş kişiler, toplumun akışına göre yönlenir ve kişiliksiz bir toplum oluşur.
•
Vitrinlere takılıp kalma, gözünden akıllı olma, yapmayacağın yapamayacağın şeyi vaat etme, az konuş, öz konuş, konuşunca hakkı konuş, söylediğin hak sözün arkasında dur, kalbinin mutmain olamadığı iş tutma. Unutma! İnsan ölür, ağaç kurur, herkes yaptığının karşılığını bulur.
•
Bir toplum imani, ahlaki, insani yönden çöküntüye uğradığı, çürüdüğü zaman diğer krizlerin yaşanmaması mümkün değildir.
•
Geçici dünya hayatı için, İslami şahsiyetini kaybeden, kula kul olma zilletine düçar olan; fitne, fesat, iftira ve yalangirdabında boğulup giden; istikametini kaybetmiş, yolunu şaşırmış, eğriliği doğruluğuna galebe çalmış bir toplumun düze çıkması, anarşi ve terörden kurtulması; bütün samimiyeti ile “Allah’a iman ettik ve dosdoğru olmaya karar verdik” deyip bu akitlerini de amelleri ile teyit etmedikçe ve İslam’ tam teslim olmadıkça mümkün değildir.
•
Sev ve teslim ol ki, mahrem olasın. Mahrem olmayana sır kapısı açılmaz.
KIRÇİÇEĞİM Kır çiçeğim hep gönlümde, Gece gündüz açar durur, Sevda yüklü kır çiçeğim Beni hep kalbimden vurur. Güz gelince hep çiçekler, Ya soluyor, ya kuruyor, Yalnız benim kır çiçeğim Kalbimde tâze duruyor. İşte böyle kır çiçeğim, Coşar gönlüm, dilim söyler, Bir gün olur bu günahkâr, Hak katına rıhlet eyler. O gün diner bütün dertler, Gerçek dostla buluşunca, Bayram olur benim için, Rabbim, affın oluşunca. Fâni dünya neyliyeyim. Ezdi bizi mihnetinde Ümidim var buluşuruz, Firdevs, nâim cennetinde. Hak yolunda her hizmetkâr, Kalbimde bir KIR ÇİÇEĞİ, Açarlar gönül bahçemde, Bilen bilir bu gerçeği. Bir seher vaktinde bunu. Coştu gönlüm yazdım böyle. Ben göçünce bu âlemden, YÂSİN OKU, DUA EYLE
HİZMET ADABI Nureddin Soyak nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net
O’nun Rızası İçin
R
abbimiz buyurdu ki;
türlü nimeti karşılıksız bol bol veren), Razzâk (Yaradılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden), Latîf (İnce ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar lutfeden), Mukît (Her yaratılmışın azığını veren), Kerîm (Keremi bol olan), Vedûd (Sevgi kaynağı olan, iyileri hep seven ve sevdiren), Kayyûm (Her şeyi ayakta tutan, ayakda durabilmesi için ihtiyacı olan her şeyi bahşeden) Velî (İyilere hep dost olan), Vekîl (İşleri en güzel ve mükemmel bir biçimde planlayıp icra eden), Berr (iyilik ve ihsanı bol olan), Ğanî (Çok zengin ve her şeyden müstağni olan), Nâfi’ (Hep hayır ve faydalı şeyleri yaratan) dır.
“O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır.” (Bakara, 22) Rabbimiz yeri ve göğü içindekilerle beraber insana vakfetmiştir. İnsana da bu bahşettiklerinden sürekli infak etmesin istemiştir. Peygamberler başta olmak üzere, gönül insanı vakıf adamlar, varını yoğunu Allah yolunda vakfetmişlerdir. Hz. Ebubekir varlığının tamamını, Hz. Ömer yarısını, Hz Osman da kıtlık zamanın da gıda yüklü kervanın tamamını bağışlamıştı, fi sebilillah. Ve ismini sayamayacağımız niceleri. Çünkü onlar akıllarını kullanmış, bakiyi faniye tercih etmişlerdir.
“Ben, bu irşad görevime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim mükâfatım ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir” diyen peygamberler de gönül insanı vakıf adamlarıdır. Gönül insanı vakıf adamı, sahip olduğu şeyleri insanlığın hizmetine sunan kişidir. Allah ve peygamberinin ahlakıyla ahlaklanmaya çalışan insan gönül insanı vakıf adamıdır.
Rabbimiz buyurdu ki; “O Allah, sizin için yeryüzünü bir döşek, bir beşik, durulacak bir yer, bir sergi yaptı ve size boyun eğer kıldı. Sizin için göklerde ve yerde olan her şeyi, güneşi ayı, geceyi gündüzü, denizleri, gemileri, nehirleri, hayvanları sizin emrinize verdi.”
Gönül insanı olmadan, vakıf insan olunamaz. Gönül insanları en zengin insanlardır. Sürekli verirler ama ne sevgileri ne de verecekleri biter. Gönül insanı, Rabbinin rızasından başka hiçbir şeye talip değildir. O’nun rızasına ulaşmak için veremeyecekleri hiçbir şey yoktur. Vakıf adamı
İnanan inanmayan tüm insanlara ve tüm diğer canlılara karşılıksız veren, sayısız nimetler bahşeden Yüce Allah Rahmandır, Vehhâb (Her 36
hizmet gönüllüsüdür, hizmetleri gönülden yapar, fakat kendini hizmetlere zorunlu hisseder. İşi sadece gönlüne bırakmaz.
bam “O soğuk günde tüm vücudumun bir anda ısındığını hissettim.” demişti. “Ya Rasululah hayvanlara yaptığımız iyiliklerden dolayı bize sevap var mı?” diye soran ashabına “Her canlı için yaptığınız iyilikten dolayı size sevap vardır” buyurmuştur, nitekim bir köpeğe iyiliğinden dolayı bir adamın cennete, aç bırakarak bir kedinin ölümüne sebep olan kadının da cehenneme gittiğini haber vermiştir.
İslam medeniyeti, kendini insanlığın hizmetine adamış, vakıf insanlar yetiştirmiş ve yetiştirmeye de devam etmektedir. Bu insanlar bulundukları yerin yardım ve infak. Sevgi ve muhabbet merkezi olmuşlardır. Gönül insanı vakıf adamın dünyası, sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet, diğergamlıkla doludur. Yaradılanı yaradandan dolayı seven bir gönüle sahiptir.
Rabbimiz buyurdu ki; “Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (Enbiya, 16)
Gönül insanı vakıf adamlar, nereye bakarsa hizmet nazarıyla bakarlar. İnsana baksa insana, hayvana baksa hayvana, tabiata baksa tabiata nasıl hizmet edeceğinin hesabını yapar. Bu anlayıştan dolayıdır ki, Osmanlı da insana hizmetten, hayvana ve tabiata hizmete varıncaya kadar binlerce vakıflar kurulmuştur.
Müslümanlar dedikoduları, ne dünyaya ne de ahirete faydası olmayan, boş şeylerle uğraşmayı bırakıp, dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak işlerle uğraşmalıdır. Bunları da sırf Allah rızası için yapmaya gayret etmelidir. Dünyevi çıkar ve menfaatlerin, dünyevi kaygı ve endişelerin fırtınalarında oradan oraya savrulan insanlardan, ne gönül insanı ne de, vakıf adamı olur. Onlar basit birkaç hizmetle hem kendilerini ve hem de çevrelerini avutmaya çalışırlar.
Fransız Comte de Bonneval, Osmanlı topraklarında gördüklerini şu şekilde dile getirmekten kendini alamamıştır: “Osmanlı Ülkesinde verimsiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler görmek mümkündür.” Gönül insanı vakıf adamlara hizmet delisi diyebilirsiniz. Onlar hizmetle yatar hizmetle kalkarlar. Onlar için zaman ve mekân önemli değildir. Allah için nerede bir hizmet var oraya koşarlar.
Muhteşem bir vakıf medeniyeti kurmuş bir Rasulün ümmeti, muhteşem bir vakıf medeniyeti kurmuş bir neslin torunları olarak bizlere yakışan, insanlığa hizmettir. “Halka hizmet, hakka hizmettir” anlayışıyla, imandan mahrum olanlara iman, ibadetten mahrum olanlara ibadet, ahlaktan mahrum olanlara ahlak, insanlıktan mahrum olanlara insanlık, hürriyetten mahrum olanlara hürriyet, temel ihtiyaçlardan mahrum olanlara da temel ihtiyaç ulaştıracak müesseseleri kurup en güzel şekilde, hizmet etmekle mükellefiz. Rabbimiz yoluna, dinine uygun şekilde, ihlâs ve samimiyetle nefislerini bulaştırmadan hizmet edenlerin yar ve yardımcısı olsun. Gönül insanı vakıf adamı nasıl olmalı?
Gönül insanı vakıf adamlar; öğretirken öğrenir, yedirirken doyar, içirirken kanar, giydirirken ısınır, tedavi ederken şifa bulur, yetim başı okşarken huzur bulur. Onlarda bıkkınlık ve yorgunluktan eser bulamazsın. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle hizmetten hizmete koşarlar. Onların bu halini gören vasat insanlar, bu duruma bir türlü anlam veremez de, kimi lehde kimi aleyhte ileri geri konuşurlar. Kimileri de neredeyse insanüstü varlıklar olduğuna bile inanmaya başlarlar.
“Şefkat ü merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol! Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol!
Rahmetli babam Zeki Soyak hocaefendi anlatmıştı: Soğuk bir kış günü sabah namazına giderken soğukta titreyen bir merkep görür. Eve döner bir kilim alarak üzerine örter. Bunun üzerin hayvan şefkatle babama bakar. Rahmetli ba-
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol! Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol! Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!” 37
Mevlana
KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan selim.armagan@ilkadimdergisi.net
Bitmeyen Azık VAKIF “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam iyiliğe erişemezsiniz.” (Ali İmran, 92)
A
ameli salih tanımında, ebrar (iyiler) tanımında, kurtulacak olan kişiler tanımında mutlaka sadakayı, yardımı ve infakı bu kişilerin ilk özelliklerinden sayar. Sevdiklerimizden ilk vazgeçmemiz gerekenin maddi şeyler olduğuna işaretle Tevbe Suresi’nde zekâtın farzlığından ve kimlere dağıtılacağından önemle bahseder. Bazen de “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam iyiliğe erişemezsiniz.” (Ali İmran, 92) ayetinde olduğu gibi Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için malından, mülkünden, zamanından, sağlığından hatta yeri geldiğinde hayatından fedakârlıklar yapmanın kıymeti önemle vurgulanır.
yeti kerimede temel kavramlar olarak; Allah Teâlâ’dan, bizden, sevgimizden, sevdiklerimizden, vazgeçmekten ve iyiliğe nasıl ulaşılacağımızdan bahsediliyor. Buradaki denge kavram sevgidir. Sevgi kulun bizzat kendisi için olursa bu sevgi dünyada kalır dünyalık olur. Oysa sevgi Allah için olursa o zaman manevi olur. Ayetteki harcamak kavramı işe yaramaz şekilde kullanmak, bilinçsizce elden çıkartmak anlamında değildir. Buradaki harcamak; Allah yolunda kullanmak, onun rızasını kazanmak için diğer sevdiklerinden vazgeçmektir. Kalbi mâsivadan temizlemektir. Yani kalpte Allah’tan ve onun sevgisinden başka ne varsa onu temizlemek, sevdiği şeyleri gönlünde en ufak bir burukluk dahi hissetmeden onun yoluna feda etmektir. Bu yolda harcanan vakitler, geçirilen ömürler, paralar, pullar, taşlar, topraklar ne varsa insanı süfli âlemden ulvi âleme çıkartan cennete götüren bir asansör olurlar. Yani sevginin menbaı olan kalbin temizliği maddeyi manalaştırır. Dünyayı da cennete dönüştürür.
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.” (Bakara, 261) İslam, bir ömürlük kullanım süresi olan geçici tek kullanımlık bir din değildir. İslam’a göre dünya başlangıcı olmayan bir âlemden bitişi olmayan bir âleme yolculuğa çıkan insanın mola yeridir. Buradan topladıkları ile sonsuz bir hayat sürecektir. Dünyadaki tüm gayretler ve çekilen
Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinden itibaren her yaptığı mü’min tanımında, 38
şehitler gibi.
ızdıraplar hep daha çok ahiret azığı toplayabilmek içindir. Yani 1’e 700 veren tohumu bulma azmi ve çalışmasıdır. Tabi ki bu girift labirentte bize ışık olan, yol gösteren hiç şüphesiz Rabbimizdir, onun kelamı, Kur’an-ı Kerimdir ve Efendimizin sünnetleridir.
Her şeyini Allah yolunda harcayıp miras dahi bırakmayan Efendimiz gibi, Ribbiyyun âlimler gibi. Mezhep imamımız büyük hukukçu Ebû Hanife hazretleri: “Vakıf; Mülk olan bir şeyin vakfeden kişinin mülkiyetinde kalması şartı ile gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmesidir” diye tarif eder. İmamı Malik de vakıfta ebedi bağışlamayı ön şart olarak koşmaz ve kısa süreli vakfı da geçerli sayar. Böylece ev, dükkân veya arazi gibi mülkler süresiz hayır hizmetine vakıf edilebileceği gibi belli süre için kiraya verip, kira bedelini hayır yoluna sarf etmek de mümkün olur.
Dünyada daha çok kalıp daha çok ahiret azığı hazırlamak elimizde değildir. Ecel bir gün herkesin kapısını çaldığı gibi bizimde kapımızı çalacaktır. Kur’an’a göre bizim çok yaşamamız hayırları çoğaltmak için tek yol değildir. Yaptıklarımızın sevap gelirlerini ebedileştirmek kat kat artırmak en önemli ve en doğru yoldur. Zira; “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak iyi ameller Rabbinin katında sevapça da hayırlıdır, (Ahiret için) ümit beslemek yönünden de hayırlıdır.” (Kehf, 46)
Efendimiz : “Âdemoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır. Sadaka-i câriye, faydalanılnan ilim ya da kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar” (Müslim)
Aklı, fikri, inancı, dünya olanların son halleri gerçekten çok ibretengiz ve çok hazindir. Bunlar şan, şöhret, ün, nam vs. ne kazandılarsa dünyada ve dünyalıkla Zulümle haksızlıkla kazandıkları için Firavunlar gibidirler. Hem ilahlık iddiasında bulunurlar hem de ölürler. Hem Allah’a ve ahirete inanmadıklarını söylerler, hem de kendileri ile atlarını, eşlerini, hazinelerini ve silahlarını ölürlerken yanlarına koydururlar. Piramitler, höyükler ve tümülüsler inşa ederler, unutulmamak için anıtlar dikerler
Hadiste geçen “sadaka-i câriye”nin vakfı da kapsamına aldığında şüphe yoktur. İslam’da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamber (a.s) vermiştir. Medine’de sahip olduğu yedi mülkünü vakfettiği gibi Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşeni de Allah yolunda vakıf etmiştir. Ashâb-ı kiramın pek çoğu mallarını vakfetmişlerdir. Cabir bin Abdullah r.a da: “Ben Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan mal ve mülk sahibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum.” der.
Mü’min kişi rahattır. O, “Kefenin cebi yok.” “Ne verirsen elinle o gider seninle.” “Dünya âhiretin tarlasıdır.” inancı ile yatırımı ahirete yapar. Hanlarını, hamamlarını, kervan saraylarını, mekteplerini, medreselerini, camilerini, aşevlerini, vs vakfeder ama bilir ki; İnsansız ve işlemsiz vakıflar taş yığınıdır. Ona canı insan verir. Bu nedenle öncelikle taşa can veren vakıf insanı yetiştirmeye çalışır. Tıpkı İmran’ın hanımının Meryem’i vakfettiği gibi;
“O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, halimdir. ” (Teğabun:16)
“Canı öldürmeye kâdir olmayıp cesedi öldürenlerden korkmayınız. Lâkin hem canı hem cesedi Cehennemde helak etmeye kadir olan Allah’tan korkunuz.” Diyen İsa a.s.gibi. Allah’ın dini yüce olsun, mü’minlerin malları, canları ve namusları çiğnenmesin diye canlarını vakfeden 39
MAYIS 2015 / 322
Hâlid bin Velid’in zırhını ve savaş atlarını, Hz. Ali’nin Yenbu’daki bir arazisini ve çeşmesini, Hz. Osman’ın susuzluk çekildiği bir sırada Medineli bir Yahudi’den Rume kuyusunu satın alıp suyunu vakfetmesi bunlar arasında sayılabilir.
FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net
VAKIF
V
akf, kelime olarak durdurmak manasına gelir. Istılah olarak; “Vakıf: Menfaati ibadullaha ait olmak üzere bir ayn’ı (malı) Cenab-ı Hakk’ın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten ilelebet hapsetmektir.” Tarifte görüldüğü üzere, müslümanların yaptığı vakıf tarih boyunca hep “MALI ALLAH’IN KILMA” manasını taşımıştır. Vakıf, kesintisiz hayır işleme bilincinin pratiğe yansımasıdır. Vakıf, ahirete iman etmiş olmanın somut bir göstergesi, bencilliği yenmenin fiili ispatı, paylaşımın en güzel örneği ve Allah sevgisinin belirtisidir.
garantisini vermiştir. İslam’da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamber (a.s) vermiştir. Rasulullah, önce Medine’de sahip olduğu yedi ayrı akarını, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşeni Allah yolunda vakıf buyurmuşlardır. Peygamberlerinden gördükleri bu güzel sünnete imkânları ölçüsünde uymaya çalışan ashabtan pek çoğu, kıymetli akarlarını vakfetmişlerdir. Hz.Cabir (r.a): “Muhacir ve Ensardan imkân sahibi olup da vakıfta bulunmayan tek kişi bilmiyorum” der. Bu meyanda, Hz. Ömer (r.a)’in Hayber’de sahip olduğu “Kasm” adındaki pek kıymetli hurmalıkla ilgili vakfı bilhassa meşhur olmuştur. İslam’ın neşrine hizmet eden Daru’l-Erkam da bu vakıflar arasında yer alır.
Tarihî vesikalar, vakfın önce dinî olarak başladığını, sonradan insanî, medenî, içtimâî sahalara yayıldığını gösterir. İlk vakıfları, herkesin müştereken ibadet yaptığı mabedlerin teşkil ettiği söylenmektedir. Vakıf, ölümlü ve geçici olan dünyalıkları “ebedîleştirme”,“ahirete taşıma” yöntemidir. Dünya hayatının ve dünyalıkların geçici, ahiret hayatının sonsuz; dünya malının bir imtihan vesilesi; en hayırlı malın insanlara yararlı olmak için harcanan mal olduğu düşüncesinden oluşan İslami bir uygulamadır. Yunus dünya hayatının faniliğini veciz bir şekilde ifade eder:
İslam tarihinde vakıflar, çeşitli maksadlara hizmet eder: Fakirleri himaye etmek, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak, yetimleri büyütmek, talebelere burs, iskân vs. temin etmek, işsizlere iş bulmak, çırak yetiştirmek, müflis ve borçlulara yardımcı olmak, bekârları evlendirmek, hayvanları himaye etmek vs. medrese, han, cami, çeşme, yol, köprü gibi ammenin menfaatine hizmet eden müesseseler kurmak, bunların ayakta kalmaları için gerekli masraflarını karşılamak gayesiyle de çok sayıda vakıflar kurulmuştur. Bu çeşit vakfın ilk örneğini hicrî 88 (miladî 706) yılında Velid Bin Abdülmelik vermiştir. Şam’da yaptırdığı meşhur Ümeyye Camii’nin masraflarını karşılamak üzere bir kısım köy ve mezrayı vakfetmiştir.
Mal sahibi, mülk sahibi. Hani bunun ilk sahibi Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan! Vakıf İslam’la birlikte ayrı bir gelişme göstermiştir. Hiçbir medeniyette vakıf müessesesi, İslam’da olduğu kadar gelişme ve cemiyete küllî hizmet kaydetmemiştir. Dinimiz vakfa ayrı bir kudsiyet atfetmiş, imkân sahiplerini vakıf yapmaya fevkalâde teşvik etmiş, vakıf yapacakların koyacakları şartları “Allah’ın hükmü” gibi addederek, istediği şartlarla vakıf yapma selahiyeti tanımış ve bu şartın kıyamete kadar değiştirilemeyeceği
İçtimai müesseselerin ihtiyaçlarını karşılamaya matuf bu çeşit vakıfların İslam tarihinde îfa ettiği hizmetin büyüklüğüne ayrıca işaret etmek gerekir. Zira devletlerin dış ve iç gaileler sebebiyle maddeten zayıf ve yorgun düştükleri, memurlarının maaşlarını bile ödeyemeyecek hale 40
geldikleri dönemlerde bile, bu müesseseler, vakıflar sayesinde sarsılmadan hizmetlerini yürütebilmişlerdir. Böylece ilmî hayat ve din hizmetleri en kritik, en fena şartlarda bile aksamadan devam edebilmiştir.
kısmı köle azadı şeklinde yapılırken, bir kısmı da vakıf şeklinde gerçekleşmiştir. Hz. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s) buyurdular ki: “Sehâvet sahibi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever.” [Tirmizî, Birr 40, (1962).]
Günümüzde bilhassa eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde, devletimizin halkın katkılarını ısrarla teşvik etmeye başlaması, devlet-halk işbirliği ile ortaya konmaya başlayan kurumların bir teşvik unsuru olarak bilhassa propaganda edilip tanıtılması, vakfın öneminin anlaşılmasında oldukça manidar bir gelişmedir.
Allah rızası için, insanlara hizmet veren bir eser bırakmak “Sadaka-i Cariye” dir.
“Allah’a güzel bir borç vermek isteyen kimdir? Allah onu kat kat arttırır. Rızkı daraltan da, arttıran da O’dur. Dönüş O’nadır.” (Hadid, 57/11) “Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.” (Bakara,2/254)
Bu, ilimdir, ilmî müessesedir, yoldur, köprüdür, kütüphanedir, müessese kurarak, burs vererek yetiştirilmiş insandır, fedakârlıklara katlanarak hayırlı şekilde büyütülmüş evlattır. İşte Rasulullah’ın müjdesi; kendi kelamlarıyla: “Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye (bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan).” (Müslim)
İslam’da vakfın gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır:
İslam âlimleri çoklukla sadaka-i cariye ile vakfın kastedildiğini söylerler.
Malını vakfeden müslümanlar, başlangıçtan beri hep bu maksadı gütmüşler ve vakfiyelerinde bunu açık bir şekilde belirtmişlerdir. Hâlbuki diğer dinlerde, yapılan hayratta genelde uhrevî mükâfata düşünülmemiş, dünyevî maksad, re’fet (acıma) hissi, insaniyet fikri de ön plana alınmıştır. Müslümanlıkta ise “takarrüb ilallah” tabirinden vecizeleştirilen “Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasını aramak” gayesi esas alınmış ve bu, İslamî manadaki vakfın sıhhat şartlarından biri addedilmiştir. Bu hususu, vakıf kurmak veya kurulmuş vakıflara bağışlarıyla yardım etmek isteyen müslümanların iyi bilmeleri gerekir.
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resulullah (a.s) buyurdular ki: “Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.” [Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5, (2960); Tirmizî, Zühd 46, (2380).]
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar hayra nâil olamazsınız ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkıyla bilir.” (Al-i İmran, 3\92). Şunu hemen belirtelim ki, İslam dünyasında mevcut her hayırlı müessesenin esas kaynağını Kur’an ve Sünnet teşkil eder. Vakıf müessesesinin kaynağı da böyledir. Rasulullah devriyle ilgili çok sayıda rivayet gösteriyor ki: “Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsiniz” ayeti indiği zaman, ashab çoğunlukla Hz. Peygamber (a.s)’e müracaat ederek en çok sevdikleri şeyleri Allah rızası için bağışladıklarını bildirmişlerdir. Bu bağışların bir kısmı sadaka, bir
Bize düşen görev; tüm canlılara hizmet gayesiyle kurulmuş olan bu vakıflara, gereken ilgi ve alakayı göstermektir. Onları korumak, maddi ve manevi yardımlarda bulunmak ve onlara yenilerini eklemektir. Unutmayalım ki; kim zerre miktarı bir hayır işlerse, mutlaka karşılığını görecektir.
41
Ne mutlu o kimselere ki Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetlerin şükrünü eda ile ihtiyaçtan fazlasını hayır yollarına sarf ederler. Çünkü ahirette insana fayda verecek olan yalnız hayır ve hasenatıdır.
MAYIS 2015 / 322
Böyle bir iyilik ve hayır medeniyetine mensup olmanın ne demek olduğunun bilincine varalım! Sadaka taşlarıyla, kuş evleriyle, vakıflarıyla, merhamet ve sevgi kokan toprağıyla, nasıl bir mirasın üzerinde yaşadığımızı anlamaya çalışalım! Bu ilkelere inanan ve gönül veren ecdadımıza sonsuz bir şükran borcu olduğumuzun farkında olalım!
LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net
Zekâsının Zekâtını Veren Zeki ve Zarif Bir İnsan
İ
Ha ahiret ha burası,
nsan olarak “Asr Sûresi” ni anlamaya ne kadar da ihtiyacımız var…
Alıp verdiğimiz her nefesten, ağzımıza giren her lokmadan, ağzımızdan çıkan her sözden dolayı hesaba çekileceğimizi düşünerek, hesap gününe hazırlanmaya ne kadar da ihtiyacımız var…
Bir nefeslik yol arası.
Miras kalacak mirası
Böldüğün neye yarar ki?”
Bütün mesele, insan olarak imtihan için geldiğimiz şu dünyada, Rabbimizin razı olacağı bir hayat yaşayıp, arkamızda hoş bir sadâ bırakarak yine insan olarak göçebilmektir…
Sık sık Kelime-i Tevhid’le imanımızı yenileyerek, sâlih ameller işlemeye, birbirlerimize Hakk’ı ve sabrı tavsiye etmeye ne kadar da ihtiyacımız var…
“Güzel söz sadaka,selâm duâdır” derler!.. Madem ki; güzel söz sadaka, selâm duâdır, öyleyse; sadakalarımızı ve duâlarımızı artırmak için gayret göstermeliyiz!..
Her günahın başı olan dünya sevgisiyle sarhoş olup, sağa sola yalpalamaya başladığımızda, yakamızdan tutup sarsarak, karanlık çıkmaz sokaklardan kurtarıp İslâm’ın fildişi caddesini gösterecek kılavuz insanlara ne kadar da ihtiyacımız var…
Sözün eskisi olmaz, eşyanın eskisi olur... Sözün güzeli olur, çirkini olur… Sözün tatlısı olur, acısı olur…
İşte o kılavuz insanlardan biri de Zeki Soyak Hocamızdı!. Aramızdan ayrılalı tam 10 yıl oldu… Kendisine bir kez daha Allah’tan rahmetler diliyorum…
Sözün dolusu olur, boşu olur… Sözün doğrusu olur, eğrisi olur… Sözün hikmetlisi olur, malâyânisi olur!..
Zaman bir su misali, nasıl da akıp gidiyor!..
Hikmet ehli bir zatın şu iki mısrası, ne kadar da ibret doludur!..
Şair Dostum Merhum Abdurrahim Karakoç bu gerçeği ne de güzel ifade etmişler:
“Âlimin bin kelâmı la’l ü mercan incidir
Câhilin bir kelâmı günde bin can incidir.”
“Ömür dediğiniz nedir?
Üç gün hilâl, üç gün bedir.
Bir gün boş kalacak sedir,
Geldiğin neye yarar ki?.
Geliniz, Allah yoluna adanmış bir ömür içerisinde, ilim deryasından hikmet incileri toplamış, ilmiyle âmil, insan-ı kâmil bir âlimin sözlerine kulak verip, teemmül edelim, tefekkür 42
rilen ideolojilerdir. * En değerli hazine zamandır. Zamanı israf eden hayatını israf etmiş olur. * Sev ve teslim ol ki, mahrem olasın. Mahrem olmayana sır kapısı açılmaz. * Vefasızla dost olmak, yılanla yoldaş olmaktır. * İlmi arttıkça, makamı yükseldikçe, malı çoğaldıkça tevazuu artan insan asil insandır, kâmil insandır. İlmi arttıkça, makamı yükseldikçe, malı çoğaldıkça kibri ve ucbu artan kimse sıfır insandır. * Zalimden insaf beklemek, zulmün devamına imza atmaktır.
edelim, yeniden O’nu anlamaya, O’nu tanımaya çalışalım:
* Davasının onurunu taşıyan, inancının gereğini yaşayan, imanlı, kararlı, korkusuz, bilinçli, iffetli ve akıllı insan, vakıf insan, İslâm’ın insanını yetiştirerek güçlenmeliyiz.
* Son yüzyılda çeşitli hile ve desiselerle hakkı iptâl, batılı hâkim kılma çaba ve gayretleri hat safhaya ulaşmış, millet dinî yönden cahil bırakılarak Hak-batıl mücadelesinde Hakk’ın safında yer almaları önlenmeye çalışılmıştır.
* Allah ve ahiret inancı olmayan kimsenin yapamayacağı kötülük yoktur. * Müslüman, kötülüklere bîgane kalan değil bilakis kötülüklerle mücadele eden insandır. Müslüman, kötülerin yanında kötü, iyilerin yanında iyi olan değil, her zaman iyi olan, iyilik yapan insandır…
* Milleti özbenliğinden, tüm değerlerinden tecrit etmek, dinsizlik felsefesini hâkim kılmak için görülmemiş plan ve programlar uygulanmış, zulüm ve işkenceler yapılmıştır. Onların bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.
* Şu hususu kati olarak bilmeliyiz ki, İslam’ın dışındaki bütün beşeri sistemler ikiyüzlüdür.. Çifte standartlıdır. Müslümanlara zulüm yapılırken kördürler, sağırdırlar. Ama kendi köpeklerine bir taş atılsa bütün avâneleri ile pürsilah ortadadırlar…
* Dînî hassasiyetini kaybeden dünyevileşir, kabalaşır, zorbalaşır, behimîleşir. * Kitapsız din olmayacağı gibi, kitapsız medeniyet de olmaz. Kur’an bugünkü ve yarınki medeniyetin de kitabıdır.
* Müslüman’ın lügatinde ümitsizlik yoktur. İstanbul’un fethi, Hendek savaşının en zor günlerinde müjdelenmişti…
* Müslüman akıllı insandır, akılcı değildir. Çünkü akılcılık sapık bir felsefî akımdır.
* Kalbin tercümanı olan dil ve kalemi Hakk’ın yolunda kullanmak, yazı ve sözü Allah Teâlâ’nın kelâmı ve Rasûlullah (s.a.v.) sözleri ile taçlandırmak bir nimet ve bir lütfu ilâhîdir.
* Allah’tan korkmayan, her şeyden korkar. * Kâmil mü’min, hizmette önde ve öncü; nimetin paylaşımında ise sondadır. * Allah için sevmeyene güvenme, bugün sever, yarın söver.
* Müslüman elbette dünyasını da mamur edecektir. Ancak mamur ettiği dünyası ile ahretini de mamur etmelidir. Dünyayı mamur ede-
* En aşağılık ideolojiler, dine karşı dinleşti43
MAYIS 2015 / 322
* Her Müslüman, öncelikle kendi dinini, kendi tarihini, sonra da yaşadığı çağın gereklerini bilmekle mükelleftir.
* Milletin dinine, tarihine saygısı olmayan, saygıya layık olmadığı gibi, milleti idare etmeye de lâyık değildir.
Her cümlesi ayrı bir kıymet ifade eden, gaflet uykusundan bizi uyandıracak, mânâ dolu, hikmet dolu, kulaklarımıza küpe olacak bu güzel sözler, merhum Zeki Soyak hocamızın muhtelif eserlerinden iktibas ettiğim küçük bir söz buketidir…
yim derken, ahretini harap ederek değil. Ahiretini harap edecek bir dünya ve onun nimeti Müslüman için öldürücü zehirdir… Ondan hazer etmek gerekir. * Bilelim ki: İbretle bakmayan bir göz, ibretle dinlemeyen bir kulak, ibretle titremeyen bir kâlp, ibret almayan bir akıl ile bir ömür ibret almadan yaşanılırsa Allahu Teâlâ’nın verdiği bütün bu emanetler zayi edilmiş olur.
Elbette buna benzer daha nice güzel sözleri, sadaka-i cariye olarak geride bıraktığı onlarca eserinin sayfalarında okunmayı bekliyor… Merhum Zeki Hocamız; zeki bir insandı…
* Dünyada rahat arayan yok olanı arıyor demektir. Huzur arayan ise onu mutlaka bulacaktır. Bunun sırrı:
Hani “ismiyle müsemma” diye bir tabir var ya!.. İşte öyle!.. O isim, O’na gerçekten çok yakışıyordu..
‘Senden gelen her ne ise razıyım. Lütfun da hoş, kahrın da hoş’ diyebilmek, onun sırrına ermek, teslim olup boyun eğmektir.
Zeki Hocamız; Mehmet Âkif’in ifadesiyle, ilhamını doğrudan Kur’an’dan alarak, asrın idrakine İslâm’ı söyletmenin gayretinde ve derdinde olan dertli bir insandı…
* Yaptığımız ibadet ve hizmetleri gözümüzde büyütmeyelim. Küçük de olsa işlediğimiz günahları çok büyük görelim. Bir düşünelim, küçük de olsa günahı kime karşı işliyoruz?
Zeki Hocamız; “Zaman” kavramının “Hayat” demek olduğunu sürekli tekrarlayan ve hayatında “zaman öldürmek” gibi, “zamana uymak” gibi, “zamanı olmamak” gibi, çoğumuzun sığındığı mazeretleri olmayan, “Allah zaman içinde zaman yaratır” hikmetine inanmış Allah Rasûlü’nün izinde, Yunus gönüllü bir büyüğümüzdü.
* Kötülük ayrık otuna benzer, şayet üzerinden çapayı kaldırırsanız kısa bir zaman da her tarafı istila eder. * Bildikleri ile yetinen, yeni şeyler öğrenmek ihtiyacı hissetmeyen, ne kadar çok şey bilirse bilsin hayatının sonuna kadar kendini talebe olarak görmeyen kişi câhil kalır.
Zeki Hocamız; zâkirdi, zâhiddi, zarifdi… Zaruret hallerinde dahi, Allah’a tevekkül ve teslimiyetinde en ufak bir sarsılması olmayan, sabır nimetine sarılıp, umudunu yitirmeyen bir Mü’mindi…
* Sakın ola ki, makam ve mevkiine hizmet etme. Makamını korumak için değerlerinden taviz verme. Bilakis makamını milletin, ümmetin hizmetine tahsis et. Zaten o makamda bulunuşunun sebeb-i hikmeti budur. Millete, ümmete hizmettir.
Zeki Hocamız; hep mazlumdan yana, zulmün ve zâlimlerin karşısında imanının gereği olarak, bir müslümanın göstermesi gereken tavrı ve duruşu gösteren muvahhid bir şahsiyetti!..
* Bir Müslüman, hadiseleri asla ve asla bir müşrikin, bir putperestin mantığıyla yorumlayamaz, olaylara onların bakış açısıyla bakamaz.
Sözün özü; çoğumuz her yıl Ramazan ayının sonunda, fıtr sadakamızı vermek için Diyanet’in belirlediği asgari miktarı esas alırken,
* İslâmi hizmet yapan, İslâmi çalışmalar içinde bulunan Müslümanlar:
Serveti yedi sülalesine yetecek miktarda olan şükürsüz zenginlerimiz, hâlâ çocuklarının geleceğinden endişe ederek, muhasebecilere, mâli müşavirlere zekât hesabı yaptırırken,
PARA, KADIN, MAKAM-MEVKİ,
Zeki Soyak Hocamız; bir ömür ZEKÂSININ ZEKÂTINI vermiştir…
ŞÖHRET tehlikelerine karşı her zaman uyanık olmalı, onların tehlikelerinden korunacak manevî techizatla donanmalıdırlar…
hep
Kendisine bir kez daha Allah’tan rahmetler diliyorum. 44
İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net
İ
nsan için dünyaya ait varlıkların değer itibariyle en yüce ve ehemmiyetli olanı “mal” ve “can”dır. Cenneti satın alabilmek ve rıza-yı ilâhîye nail olabilmek, bunları Allah yolunda infak etmekle mümkündür. Bu sebepledir ki, malını ve canını, yani sahip olduğu her şeyi Allah yolunda cömertçe bezleden insanlara “vakıf insan” denilmiştir. Gerçekten bu gibi insanlar, kendilerini bütün
imkânlarıyla hayra vakfetmiş olmaktan dolayı böyle yâd edilmeye layıktırlar. Servette doğru olan gaye “İnsanların hayırlısı, insanlara hayırlı olandır.” hadisi şerifinin sırrına erebilmektir. Fakirin görüşü Zeki Soyak Hocam bu sırra erenlerdendi. Yukarıda arz ettiğim Vakıf İnsan tarifine en uygun olanlardandı. Ben ve 45
MAYIS 2015 / 322
Vakıf İnsan Zeki Soyak Hocam
arkadaşlarım şahittir ki, bedenini ve ömrünü hak yolunda, hak dava uğruna eskitenlerdendi. Mü’minlere karşı son derece nazikti. İslam düşmanlarına karşı da bir aslan gibi heybetli ve celalliydi. Şair onun için şöyle söylemiş:
Kısaca bu Hak erenleri devamlı duâ hâlinde, yâni Cenâb-ı Hakk’ın: “(Rasûlüm!) De ki: Sizin kulluk, duâ ve yalvarmanız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin!? (Ne işe yararsınız?!.)” (el-Furkan, 77) beyânını müdrik hâlde olurlar.
Ebu Bekir meşrepli, güler yüzlüm
İşte böyle ulvî bir idrâk neticesinde de en hayırlı ümmet olabilmenin vecdi içinde yaşarlar. Bunun için bütün güzel hâl ve hasletlerini hakka ve hayra dâvet ziynetleri ile süslerler. Çünkü en hayırlı ümmet olmanın yolu bundan geçmektedir.
Davasından asla dönmeyen Hocam, Ömer vakarlı, dosdoğru sözlüm Meşalemiz olup sönmeyen Hocam.
İyi insanlar toplumda her zaman kabul görmüş, saygın, vakarlı ve onurlu bir şekilde yerlerini almıştır. Doktor Haluk Nurbaki iyi insanları tarif ederken şu ince misali vererek mükemmel bir çizgiyi yakalıyor ve şöyle diyor:
Kamil insan olabilmenin yolu hizmetten geçer. Mükemmelliğe erişebilmek için hayırhah olmak lazım. Devamlı bir surette iyiliği emredip kötülüklerden sakınmak lazım. Fakiri ve düşkünleri bulup onların dertlerine derman olmak, onların acılarını dindirmek ve yaralarına merhem olabilmek lazımdır. Şu dünyada yapılabilecek en güzel işler, çaresizlere çare olabilmektir. Boğulan gönüllerine bir çıkış kapısı aralamaktır. Merhum hocamda bütün bu vasıfları görebilirsiniz. Hocam ve onun gibi düşünenler için şâir ne güzel tavsif eder:
“Bu insanların bir yerde adı geçince ya da çağrışımlar kanalıyla duygu ve düşünce ufuklarına girince, ondan sana “İyilik rüzgârları” esiyorsa, gönlüne bir bahar kokusu geliyorsa, içine bir yaz bolluğu doluyorsa ve gönlünde muhabbet deryası kabarıyorsa, o insan “iyi” bir insandır. Onunla sımsıkı bir dost ol ve dostluğu artırıcı girişimlerde bulun.” Zeki Soyak Hocam’ın adı geçtiğinde her yerde iyilik rüzgârları esiyor. Adı anılınca, ılık, serin, ılgıt ılgıt, tatlı ve buruk duygular uyandırıyor, içimiz kıpır kıpır oluyor elhamdülillah.
O erler ki, gönül fezâsındalar, Toprakta sürünme ezâsındalar.
Sadece bahar muştusu ve yaz bolluğu değil; hatıraları, yeşilden sarıya dönüşen güz yaprakları gibi değişik sayfaları açarak, ılık, serin, ılgıt ılgıt, tatlı ve buruk duygular uyandıran insanlar da iyi ve “güzel” insanlardır. Mühim olan gül tabiatlı olabilmektir. Mühim olan Yusuf yüzlü, Yakup sözlü ve Hamza yürekli olmaktır Yani bu dünya bahçesinde dikenleri görüp onlardan incinerek dikenleşmek yerine, araya kış gibi çileler de girse onları bahar iklimleriyle kucaklayarak bütün âleme bir gül olabilmek… İşte Hocamda tüm bu halleri görüyorduk… İşin en önemlisi de Hakkın yanında iyi bir kul
Yıldızları tesbih tesbih çeker de, Namazda arka saf hizâsındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan, Ezel senedinin imzâsındalar.
Bir an yabancıya kaysa gözleri, Bir ömür gözyaşı cezâsındalar… 46
olabilmektir. Onun boyasına boyanabilmektir. O’nun istediği gibi bir kul olabilmenin hazzına varabilmektir.
hum hocamdan: “- Fatih asıl orda beraber olacağız” dediğini bizzat işitmiştim. İnşallah tüm Enderun sevdalıları ile bu müjdeye nail olur, onun etrafında buluşuruz…
Şeyh Edebali insanları tarif ederken;
Ben hocamı on yıldır gündemimden hiç düşürmedim. Sanki onu hep yanı başımda gördüm. İlk tanışmamın ne önemi var son nefesinde yanındaydım? Muhabbetini, cesaretini, vefasını, kısacası adam gibi adam olduğunu, 21. Asırda peygamber aşığı ve asrısaadetle aynileşmiş bir Allah dostu olduğunu gördüm.
“İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölür” diyor. Yani basit düşünce sahipleri, karakter yoksunları ve irade hâkimiyetini kaybedenler, toplumda hatırlanmaya değer bir varlık olamazlar. Yaşadıkları sürede şahsiyetsiz ve silik olarak yaşarlar. Böyleleri öldüklerinde toplumun faydasına iyi miras da bırakamazlar ve iyi olarak anılmazlar. Kendileri unutulur, ama geride miras bıraktığı kötülükleri hiç unutulmaz. Şerir işleri devam ettiği müddetçe de amel defterleri kapanmaz, günah haneleri her geçen gün biraz daha kabarmaya, yevmi kıyamete kadar devam eder gider. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
İlimde, irfanda Ali misali Cesarette sanki Hamza timsali Şu asırda az bulunur emsali Baskıya, zulme, sinmeyen Hocam.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, bir bakarsın ki, candan (samimi) dost olmuş !..”(Fussilet,34)
Davaya sevdalı çok gelip geçti Birçoğu terk etti dünyayı seçti Pek azı ihlâsla Allah’a göçtü Dünya atına binmeyen Hocam.
Sizi bilmem ama ben hocamı çok fazla sevdim. Geç buldum ve bir anda kendimi onda buldum. Şu zamanda kaç kişide kendinizi bulabilirsiniz? Tam onunla aynileşirken elimden kaydığını gördüm. Sanki dostlar bir rüyadaydım 29 Mayıs 2005 sabahı bir fetih gününde fetih gerçekleşmişti de göklerdeki salalar onu Fatih ilan ediyor fethini müjdeliyordu. Fakirde iki yıldır gördüğü tatlı rüyasından uyanıyordu…
Ölçüde dengede gayet nizami Edebde Osman, tevazuda Sami Sevenlerine de ne güzel hami Maddeyi zerrece tınmayan Hocam.
Ben hocamı çok seviyorum, canımız cananımız Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselamEfendimiz: “Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuşlardır. Fakirin arzusu da gerçek âlemde bu emsaline az rastlanır Allah dostlarıyla, hayatını İslama adamış Vakıf İnsanlarla beraber olmaktır. Bugüne kadar Allaha karşı doğru dürüst bir amel yapamadım. Bir defasında mer-
Yaptığımız ibadetler ve taatler elest bezminde Allah’a söz verdiğimizin emaresi olarak boynumuzun borcudur. Ancak Allah yolunda ömrümüzü ve bedenimizi eskitmek yani Vakıf İnsan olmak orada karşımıza çıkacak ve bizi çok sevindirecek amellerimiz olacaktır. Rabbim bu yoldan hiç birimizi geri koymasın. 47
MAYIS 2015 / 322
SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net
Şair Zeki Soyak “...Çocukluğumdan beri hece vezni ile söyleyip yazmaya bir yatkınlığım vardır. İmamHatip’te okurken hece vezniyle epeyce şiirler yazdım.
Gönül kulağıma bir sadâ geldi, Ötelerden bir ses, bir nidâ geldi, İlâhi! Lutfedip geri çevirme, Kapına bir kemter, bir gedâ geldi. (Ötelerden)
Şiirle meşgul olmak niyetim olmadığı için, yazdığım şiirleri muhafaza etmek gibi bir gayretim de olmadı. O dönemlerde yazdığım şiirlerden sâdece MÜSLÜMAN OLUNCA adlı şiiri her nasılsa muhafaza etmişim. Ancak Allah Teâlâ’nın bana ihsan ettiği şiir yazma kabiliyetini yeteri kadar da kullanmadım.
Maşuka kavuşma iştiyakını ifade eden bir dörtlük. Çünkü o Sultan’ın kapısında bekleyen aşıktı.
&&& Aşk kanadın takıp birden, İlham alıp “üzkürû” den, “Enel Hakkın” sırrına ben, Eremedim, eremedim. (Bilemedim)
Aziz kardeşim! HASRET ŞİİRLERİ hiçbir zorlama olmadan bir pınardan akan sular gibi Tâ kalbimin derinliklerinden dilime dökülen hasretini çektiğim bir kısım duygularımın terennümleridir.
Eremedim dese de Hallac’ın aşkının sonucu söylediği “Enel Hak” sırrını yakalayan bir söyleyiş.
Artık sizi bu duygu dolu, şiirlerle baş başa bırakıyorum. Tevfik ve hidayet yüce Rabbimizdendir.”
&&& ‘İsmail’ce boyun eğdir emrine. Yer gök ehli gelmiş ‘kurban’ seyrine Kıssalardan hisse alan analar. ‘Hacer gibi mûti’ ola erine. (Tevhid Çağlat)
Zeki SOYAK / 3 Şaban 1425 (18 Eylül 2004)
Yukarıdaki satırlar Zeki SOYAK Hocamın şiirlerinin küçük bir risale olarak yayınlanması niyetinin belirtilmesi üzerine bizzat kendisinin yazdığı önsözden bir bölümdür. Kitaba da“Hasret Şiirleri” ismi verileceği önsözden anlaşılmaktadır. İnşaallah bu kitabı da yakında görürüz. Bu şiirlerden seçilmiş bölümler ve onlarla ilgili tespitler yer almaktadır.
Kur’an kıssalarını iki cilt “Hisse”leriyle açıklayan Zeki Hocamın Allah’a itaatın sembol ismi Hacer annemizi hatırlatış usulü harika. Er Allah’a muti olunca kadın da erine muti olur.
48
&&& Gözüm yoktur dünya sende, Ben Rabbime oldum bende, Hizmet etmek muradımdır, Bulundukça bu can tende. (Gül Dalında) Ömrünü sadece İslam’a hizmete adayan bir ömür sahibinin hizmet terennümü.
&&& Çırpınıp durmaktayken can, Secdeye kapandım bir an. Gecenin harîminde bak. Ayân oldu, onca nihân. (Âh Geceler !)
Ecdada, özellikle Osmanlıya hayrandı. Onları anlatırken gözünün içi güler heyecanlanır coşardı. Bu mısralarda o hasreti o coşkuyu yaşıyoruz.
Gece uyanık olanlara gecenin sahibi gizlilikleri ayan ediyor. Acaba o ayan olanlar neydi?
&&& HAK yolunda her hizmetkâr, Kalbimde bir KIR ÇİÇEĞİ, Açarlar gönül bahçemde, Bilen bilir bu gerçeği. Bir seher vaktinde bunu. Coştu gönlüm yazdım böyle. Ben göçünce bu âlemden, YÂSİN OKU, DUA EYLE (Kır Çiçeğim)
&&& Delikanlım ye’se düşme, Bu gün zehir akan çeşme, Yarın ondan ballar akar, Çünkü kâdir ALLAH’ın var. (Yolumuz Var) Ömrü boyunca hiç ye’se düşmedi. Daima ümitvar oldu ve etrafına ümit aşıladı. Yine öyle.
&&& Din-i devlet, ebed müddet diyerek Yüce ceddim başlarını vermişler Kefenini zırh yerine giyerek Şehâdet bağında güller dermişler. (Durma Gel ) Hep şehadeti arzu ederdi. Ama yaşamasıyla daha fazla hizmet etti. Çünkü şehadet çok güzel ama din yaşayanlarla devam ediyor.
&&& Şanıma nice şan kattım. HAK YOLUNA canım sattım. MÜSLÜMAN olduğum zaman CİHAD’ın zevkini tattım. (Müslüman Olunca)
&&& Taktım da hasretin kanadın şöyle Uçup da maziyi göreyim dedim HÛ sesi, NAL sesi ne haşmet öyle. Manâdan halkalar öreyim dedim. (Hasret)
Cihad, Allah yolunda savaşmanın zevkini yaşayan ecdadın ağzından cihad aşkının dile getirilişi. 49
MAYIS 2015 / 322
Tabiattan insana geçişin güzel bir örneği. Kır çiçeklerinin güzelliğinden kalbinde solmayan kır çiçeğine geçiş: Hizmet eri Müslüman kır çiçekleri kalpte yeşerir ve hiç solmaz. Sonra “Kır Çiçekleri” nden arzusu. Yâsin oku, dua eyle.
Gönül iklimimde ah! Hep böyle olsa. Sevda yüklü çiçekten başkası solsa, Hep böyle yaşasam son nefesime dek, Aşkla sarhoş değil, uyanık olsa. (Aşk İçsem)
&&& Ey sââdet asrının TÂÇ ÇİÇEĞİ! İnsan-ı kâmilin NÛR İÇECEĞİ, Bir bilsen ne kadar özledik seni, Rabbim göster bize sen bu gerçeği. (Ah Vefa!)
Aşkın farklı yorumu. Aşk içenler sarhoş olur ama burada öyle değil.” Aşkla sarhoş değil, uyanık olsa.” Hep aşkla sarhoş olunurken burada aşkın uyandırmasından bahsedilmesi bir farklılık.
Allah Rasulüne özlemin veciz ve coşkulu terennümü olan bir dörtlük.
...
&&& Gelin dostlar kavî olalım. Şüphelerden sâfî olalım. Kalbe sabrı, şükrü ekip de Türlü türlü meyve alalım. (Gelin Dostlar)
Ali AKINCI‘nın Zeki Hocama yazdığı hissiyatın ve edebi anlatımın üst seviyesine ulaşmış yazısını da aşağıya alıntılıyorum. KARDELEN’e
Sohbetlerinde çok vurguladığı hususlardan “sabır ve şükür” dörtlükte dost tavsiyesi olarak meyveleştirilmiş.
“Sen tüm çiçeklerin şâhısın. Hiçbirinin baş kaldıramadığı, dışarı çıkmaya tahammül edemediği o soğuk gecelerde; tipili günlerde sen hiç durmadan bahara hazırlık yaptın. Tohumunu azimle harekete geçirdin. Usanmadın, yılmadın… Hep karanlığa karşı durdun. Zorun da başarılabileceğini, başarının her şartta kazanılabileceğini gösterdin. Azmi, kararlılığı ve çalışmayı kendine ilke edindin.
&&& İşte mü’min için hüsn-ü hâtime, Haydi durmayın dostlar gelin hatim’e, Hem de kâbemizde HİCR-İ HATÎME, Rabbim versin herkese HÜSN-Ü HÂTİME. (Mutlu Belâlar)
Durmadan O’nu istedin. Hedefini karanlık gecelere koydun. Karlı doruklara sevdalıydın. Ümitsizlere kışın bağrındaki güzelliği göstermek istedin belki.
Güzel son, güzel ölüm Müslümanların dualarında en büyük arzularından biri. Mısralar o arzuyu “Hatim” kelimesinin değişik anlamlarıyla birleştirerek güzelce ortaya koymuş.
Sen koştun; ardından diğerleri koştu. Renginle, kokunla ve duruşunla etkiledin. Güzelliğinle övünmedin, o güzellik heybetinden geldi. Basit olmadın, basit olmak karanlığa dost olmaktı.
&&& Her gün açsam bahar bahar, çiçek çiçek, Nur olsa bana her yiyecek, içecek, Kurtulsam zulûmatın kesâfetinden Aşk yesem, aşk içsem işte budur gerçek.
Karanlık gecede hiçbir hemcinsinin olmak istemediği yerde; karda karanlığa karşı durdun. Temizlik ve sonsuzluktu kar… İşte şimdi kar yağıyor yüreklere
Baş açık, ayak yalın çıksam yola, Çilelerle yürüsem hep kol kola, Yeter ki olsam mâşukuma vâsıl, Yürümek bir sevdadır vermeden mola.
Lapalapakar.“ Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. 50
İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net
Ölçüler Dengeler & Fazilet Toplumu
de getirir. Müslüman ölçülü insandır.” “Hayatını ziyan etmek, gününü gününe müsavi yapmak istemeyen, zamanı değerlendirmelidir. İçinde bulunduğu zamanı değerlendiren, aynı zamanda maziyi de, istikbali de değerlendirmiş olur.” “Bir insan için hakkı tebliğ etmek ve batıldan sakındırmak, hayra öncü, şerre mani olmak ne büyük bir lütuf, ne büyük bir nimettir.” “Fani olanı baki olana, dünyayı ahirete tercih edenler, Allah Teâlâ’dan değil insanlardan korkanlar, akl-ı selim sahibi olamazlar. Öleceği ve ölümden sonra zorLu bir hesaba çekileceğini bilip de, sürekli kahkahalarla gülenler, haram mal devşirenler, kalbine Allah ve Peygamber sevgisi yerine, dünya, mal ve makam sevgisini yerleştirenlere nasıl akıllı denilebilir.” “Tefekkür edelim, fert, aile ve toplum olarak nasıl bir manevi perişanlık içinde olduğumuzu idrak edip, gözyaşlarımızla secdelerimizi ıslatarak tevbe ve istiğfar edip Rabbimize dönelim; Rabbimize dönelim de vuslat şerbetini içip, fena fillah olalım. Efendimiz, canımız Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği saadet toplumundan olalım.” “İnsanların takdirini kazanmak için çalışan, Rabbinin tekdirine muhatap olur. Allah Teâlâ’nın takdirini kazanmak için çalışan, salih kulların da takdirini kazanır.” 51
MAYIS 2015 / 322
K
ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ay sizlerle Rahmetli Zeki SOYAK hocamızın bizlere miras bıraktığı ve İlkadım Yayınlarımızdan çıkan iki güzel eseri inceleceğiz. İnceleyeceğimiz kitaplar Ölçüler Dengeler ve Fazilet Toplumu’dur. Okumayı sevenler tarafından bir kez okunup da kitaplığa kaldırılmayacak kitaplar vardır. Bu tür kitapları sürekli okuruz, arkadaşlarımıza tavsiye ederiz, önemli cümlelerin altını çizeriz, çeşitli notlar alırız. Bizim için önemli kitaplardır bu kitaplar. İşte bizlerin hayatında da mutlaka okumamız gereken, bilhassa da içerisindeki bilgileri hayata yansıtmamız gereken iki güzel eserle birlikteyiz bu ay. Ölçüsüzlüklerin ölçü, dengesizliklerin denge kabul edildiği; her gün bizi biz yapan medeniyet kodlarından uzaklaştığımız ve aklımızın almadığı vahşetlerin sergilendiği zamanımızda birer ab-ı hayat olan iki eserle birlikteyiz bu ay. Bu ay sizleri kitaplarımızdan seçtiğimiz berceste olabilecek cümlelerle baş başa bırakıyorum. “Cisim ülkesinin padişahı ruh, veziri akıldır. Aklı ön plana çıkarıp ruhun fonksiyonunu azaltırsanız, cisim ülkesinde anarşi ve terör hâkim olur. Akıl, kişiyi, Rabbini tanıyıp imana kılavuzlamakta bir vasıtadır. Cisim ruhun biniti, akıl da yardımcısıdır. Aklı ve cismi yok farz etmek ve onları devre dışı bırakmak da dengeleri bozar. Demek oluyor ki insan öncelikle kendi bünyesinde yani ruh, akıl ve cisim arasındaki dengeyi muhafaza etmeli, Şeriat ahkâmını, Şeriatın koyduğu ölçüleri öncelikle kendi özünde hayata geçirmelidir.” “İnsanlık semasını aydınlatacak, insanlığa sükûn, adalet, saadet bahşedecek bu gayeyi gerçekleştirmek için, Müslümanların bütün düşünce, söz ve amellerinde, hizmetlerinde, teşkilatlanmalarında İslami ölçülere tam olarak uymaları gerekir… Ölçüsüzlük, taşkınlıkları, aşırılıkları, çirkinlikleri ve yanlışları beraberin-
DÜŞÜNCE EKSENİ Zekeriya Gültaş
Tarihimizde Vakıf Müessesesi
“
Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla iyilik mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)
yardım etmek gibi ulvi ve fevkalade bir düşüncenin ürünü olan vakıf müessesesi, yüzyıllardan beri İslam ülkelerinde büyük bir önem kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin tesirler bırakmış olan dini ve hukuki bir müessesedir. İnsan fıtratında mevcut bulunan yardımlaşma hissi, kuşkusuz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dini emir ve hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslam ülkelerinde vakıfların yüzyıllardan beri büyük bir fonksiyon icra etmesinin temel sebebi de bu dini histen kaynaklanmaktadır. Çünkü “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan; malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan(vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır.” prensibinin anlamını çok iyi bilen Müslümanlar, bu yolda adeta yarışırcasına vakıf eserler kurmuşlardır. Bu vakıflar üzerinden medeniyetin en hakiki taşıyıcıları olmuşlardır. Kurulmuş olan bu sayısız vakıflardan dolayıdır ki, ‘İslam Medeniyeti bir vakıf medeniyetidir’ denmiştir.
Arapça bir sözcük olan ‘vakf’ sözlük anlamı ile hareketten yoksun bırakma ve durdurma anlamına gelir. Ayrıca ’tamamen verme’ anlamına da gelir. Vakfın değişik tanımları yapılmıştır. Son dönem İslam âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’a göre “vakıf, bir malın menfaati insanlara ait olmak üzere aslını sonsuza kadar haps etmektir.” Vakıf, yaratandan dolayı yaratılanlara şefkat, merhamet ve sevginin müesseseleşmiş şeklidir. Birçok vakıf tanımında, vakıf kurarken Allah’a yaklaşma ve sevap kazanma kastının olması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Buradan da yola çıkarsak vakıf, bir malın mülkiyetini veya yararlanma hakkını süresiz olarak şahsi mülkiyetten çıkarıp, toplumun yararına tahsis etmek suretiyle hayır işlemek, böylece Allah’a yaklaşmak yani sevap kazanmaktır. Maddi bir karşılık beklemeden başkalarına 52
Vakıflar, tarih boyunca hangi amaçlarla kurulmuş olurlarsa olsunlar, İslam ve Türk dünyasında birbirinden önemli birçok hizmeti üstlenerek, günümüzde modern devletlerin yaptığı çok sayıda kamusal görevi başarıyla yerine getirmişlerdir. Ayrıca vakıflar tarih boyunca İslam toplumundaki sosyal dengenin kurulmasında, sosyal bütünleşmenin sağlanmasında, sınıf çatışmalarının önlenmesinde, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasında merkezi yönetimlerin en önemli yardımcıları olmuşlardır.
Sahabenin infak seferberliğinden nasip alan Osmanlı Devleti de, vakıf mevzuunda büyük hizmetlerde bulundular. Vakıflar, en büyük gelişmeyi Osmanlı devrinde yaşadı. Osmanlılarda vakıf, millet sayesinde kazanılmış olan serveti, tekrar o toplumun istifade ve hizmetine sunan birer vefa müessesesi oldu. Osmanlı döneminde olduğu kadar, hiçbir İslam Devleti’nde, vakıf sisteminden yararlanarak ülke zenginliklerinin paylaşılması, adil devlet yönetiminin tesisi ve erdemli şehirlerin kurulması konularında aynı başarı gösterilememiştir. Diğer bir ifade ile Osmanlı’ya kadar hiçbir devlet, dil, din, ırk ayırımı yapmadan bütün tebaanın huzur ve mutluluğunu sağlayacak adil devlet adamı prototipini ortaya koymak; ülke kaynaklarının toplumun bütün kesimleri arasında makul ölçülerde paylaşılmasına imkân sağlayan bir sistemi kurarak, geleceğinden emin, birbirinin hukukuna saygılı erdemli bir millet tipini ortaya çıkarmak; meydana getirilen imaret siteleri ile medeniyet seviyesini yakalayan, bünyesinde mutlu insanların yaşadığı faziletli şehirlerin kurulmasını sağlamak üzere vakıf sistemini geliştirememiş, yaygınlaştıramamış ve onun insanı büyüleyen maddî-manevî kudretinden yararlanamamıştır. Vakıfların dini bir müessese olması hasebiyle Osmanlılar bu müesseseyi daha da genişleterek muazzam eserler ortaya koymuştur. Ortaya konan eserler tek bir alana hitap etmemiş bütün hizmet alanlarına sirayet etmiştir. Bu ise ihtiyaç sahibi insanların sosyal hayatlarında son derece etkili ve faydalı olmuştur. Keza, cami, mescid, tekke, zâviye, muallimhâne, medrese, dârulhuffâz, dârulhadîs, imaret, kervansaray, darüşşifa hizmetlerinin yanında su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yollar, kaldırımlar, aşevleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları; ayrıca namazgâh, kütüphane, dükkân, misafirhane, kuyular, çamaşırhane, helâ, han, hamam,
İslam’ın dünyayı şereflendirmesi ile vakfın ilk fiili örneğini de Hz. Muhammed (s.a.v) vermiştir. Her davranışıyla Müslümanlara örnek olan peygamberimiz, Medine’de sahibi bulunduğu yedi ayrı hurmalığını, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından kendi payına düşeni Allah yolunda vakfederek bu konuda da önderlik ve rehberlik yapmıştır. Hz. Peygamberin hadislerinde de vakfetme konusunda benzer teşvikler açıkça görülür. Hz. Peygamber “İnsan ölünce yapmakta olduğu hayır işleri durur; ancak üç kişi müstesnadır. Sadaka-i cariye (kesilmeyip devam eden hayır)yapanlar, faydalı ilim ve arkalarından dua eden hayırlı evlat bırakanların sevabı kesilmez, devam eder.” buyurmuştur. Burada geçen sadaka-i cariyeyi en iyi gerçekleştirme yollarından biri olarak vakıf görülmüş, daha sonra kurulan vakıfların birçoğunun vakfiyesinde bu hadis tekrarlanmıştır. Hz. Peygamberin ashabı da O’nun yolunda yürüyerek çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet etmişlerdir. Emeviler zamanında vakıflar çok genişlemiştir. Bu dönemde ilk defa yeni teşebbüslerde bulunulmuştur. 88 senesinde Emevi halifesi Vefid b.Abdülmelik, Ümeyye Camii için ilk defa köy ve mezraları gelir getiren bir kaynak olarak vakfetmiştir. Abbasiler döneminde vakıflar o kadar çoğalmış ve önemli kurumlar olmuştur ki, vakıflar nezareti adında onları kontrol eden teşkilatlar kurulmuştur. Abbasiler döneminde, İslam ümmetinin çeşitli siyasi parçalara ayrılması ve nihayet Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ile Doğu Müslümanlarının Türklerin hâkimiyetine girmesi vakıf müessesesinin bir kat daha inkişafına neden oldu. Selçuklu Devleti’nin “Fatımi-Şii” hareketine karşı takip ettiği Sünni siyaset, devletin her tarafında, yeniden birçok kurumun vücuda
53
MAYIS 2015 / 322
gelmesine özellikle de birçok medresenin açılmasına sebep oldu. Ekonomik olarak oldukça varlıklı olan Selçuklu sultanları, şehzadeleri, devlet adamları ve ileri gelenler vakıf kurma konusunda birbirleri ile adeta yarışır hale geldiler. Selçuklulardan sonra kurulan Harzemşahlar, Eyyubiler, Mısır Memlukluları ile Anadolu Selçuklu sülaleleri hâkimiyeti altında bulunan yerlerde vakıflara büyük önem verdiler.
vakıflardan epeyce istifade edilmiştir. Osmanlı’nın, İslam’ın liderliğini yaptığı muhteşem siyasi dönemlerine paralel olarak vakıf hizmetleri de muhteşem dönemlerini yaşadı. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi güçlü Osmanlı sultanlarının yanında, valide sultanlar, padişah eşleri ve devlet ricali yaptırmış oldukları müesseselerle vakfın en güzel örneklerini sundular. Kanunî’nin Mekke’ye su getirmek için kurduğu vakıf ve hacıları güneşten korumak için Harem-i Şerif’i 360 kubbe ile örtmesi dikkat çekici örneklerdir. Aynı Padişah, İstanbul’un su ihtiyacı için de kendi kesesinden büyük masraflar yapmıştır. Evliya Çelebi, XVII. yüzyıldaki Osmanlı vakıf eserler hakkında, “Ben elli yılda 18 padişahlık ve krallık yere seyahat ettim, hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim” diye yazacaktır.
bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, ok ve güreş meydanları, esir ve köle âzâd etmek, fakirlere yakacak temin etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak, gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, yetim kızlara çeyiz hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek, çocukları açık havada gezdirmek, mektep çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı, fakir ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkâmlara veya donanmaya yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, göç edememiş olan hasta leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi uzayıp giden daha pek çok maksatla çeşitli vakıflar tesis edilmiştir.
Osmanlılar vakıflara o kadar önem veriyorlardı ki, bunun tesirlerini hayatın bütün aşamalarında görmek mümkündür. Osmanlı’da vakıf duyarlılığı o kadar zirveleşmişti ki, insanlara hizmet imkânı kemâl bulduktan sonra hayvanlara hizmet çığırı açılmıştır. Yaralı kuşlara, hasta hayvanlara bile tedavi merkezleri kurulmuştur. 1874 senesinde İstanbul’u ziyaret eden İtalyan seyyah şunları söylemektedir: “Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü vardır. Türkler, kuşları himaye edip beslerler, kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul’da her yerde, insanın başı üzerinde dört bir tarafında kuşlar vardır. Şehre köy neşesi dağıtan ve ruhumuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle dokunup geçer.”
Osmanlı Devleti’nde, devletin siyasi ve mali inkişafına paralel olarak gelişip artan vakıfların, Osmanlılar dönemindeki ilk müessisi Orhan Gazi olmuştur. İznik’te ilk Osmanlı medresesini kuran Orhan Gazi, onun idaresi için yeterince gelir getirecek gayr-ı menkul vakf etmiştir. Bu medreseden kısa sürede kudretli ilim ve devlet adamları yetişmiştir. İstanbul’u, Bizans Devleti’nin merkezi olmaktan çıkarıp Osmanlı Devleti’nin merkezi ahaline getiren Fatih Sultan Mehmet, bu fetih esnasında, ümera, devlet adamları ve askerlere ganimetten düşen hisselerini verdikten sonra, kendi hissesine düşen emlaktan hiçbirini almayarak tamamını milletin malı olarak vakfetmiştir. Bizans’tan kalan bu harap şehrin, devletin ve İslam’ın merkezi haline gelmesinde Fatih’in kurduğu bu
Osmanlı Devleti’nde vakıfların hizmet götürmediği ne bir yer, ne de bir sosyal alan kalmıştır. Devletin iç ve dış problemler sebebiyle malî sıkıntılara girdiği dönemlerde, vakıflar sayesinde eğitim ve sağlık hizmetleri, dinî ve kültürel hizmetler aksamadan devam edebilmiştir. Bugünkü sosyal devlet anlayışına göre, kamu hizmeti olarak nitelenen birçok sosyal ve kültürel hizmet, Osmanlı Devleti’nde özel 54
kişilerin kurmuş oldukları vakıflar yoluyla yerine getirilmiştir. Bu yüzden, dünyanın hiçbir yerinde kamu hizmetlerinin finansmanı ve sunulması konusunda, Osmanlı’da olduğu kadar malî özerkliğin sağlandığı bir başka medeniyet bulunmamaktadır.
araziler belediyelere; zeytinlikler ve çiftliklerin bir bölümü göçmenlere; geri kalanlardan bir kısmı da toprak reformu veya topraksız köylüleri topraklandırma kanunlarıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtılmıştır. Yine bu dönemde Vakıflar idaresinin bütçe gelirinin üçte birini oluşturan aşar ilga edilmiş, vakıf ormanları devletleştirilmiştir. Bu durumdan vakıflar çok büyük zarar görmüştür. Bu dönemlerde yapılan düzenleme ve uygulamalarla Vakıflar İdaresinin imkânları büyük çapta elinden alınmış, fakat sorumlulukları aynen üzerinde bırakılmıştır. Bunun sonucu olarak, kaynak ve uzman eleman yokluğu sebebiyle bu toprakların tapu senedi durumunda bulunan ve sanat değeri çok yüksek olan vakıf eserleri harap olmuştur. Bugün, bütün bunlara rağmen tasfiye edilemeyen vakıf eserleri ayakta kalma savaşı vermektedir. 80 yıl boyunca yok olmaya terk edilmiş vakıf eserlerine yönelik olarak devletimiz de çok şükür ki, son yıllarda bu eserleri yeniden ihya etmek ve geliştirmek adına ciddi bir faaliyet içerisine girmiştir. Dünya hayatının geçici olduğunu, insan ömrünün bir gün gelip biteceğini ve bu dünyada sahip olunan her şeyin insana ahiret hayatını kazanmak için verildiğinin bilincine sahip Allah dostları da ceddini kendisine örnek alarak milletin arzu ve talepleri doğrultusunda vakıflar tesis etmektedir. Bazı bağnaz ve milletin gerisinde kalmış zihniyetler bundan rahatsız olsalar da onlar Allah’ın rızasını kazanmak adına hizmetlerine devam etmektedirler. Kurulan bu vakıflar milletin inancına, benliğine, kültürüne kavuşmasına vesile olmakta, İslam birliğinin sağlanmasına zemin hazırlamaktadır.
Vakıflar her türlü dış müdahaleye kapalı olduklarından hiç kimse hatta hükümdarlar bile bunların statülerini değiştirmeye yeltenmezlerdi. Bu yüzden Osmanlılar, vakıfları, kurucularının şartlarına uygun olarak idare edilmesi prensibine titizlikle riayet ediyorlardı. Keza, vakıf mallarının kullanılmaları konusundaki ciddiyetin daima hatırda tutulması için genellikle vakfiyelerin ya başında veya sonunda hem hayırdua, hem de beddualar vardır. Hayır-dua, vakfa hizmette kusur etmeyenler içindir. Beddua ise, vakfiyede belirtilen hizmeti yerine getirmeyen, yâni vakfa kötülüğü ve zararı dokunan kimseleredir. Zararı dokunan bu kişiler için şu cümle kullanılır: “Her kim bu vakfın şartlarını bozar veya değiştirirse, Allah’ın, peygamberlerin, meleklerin, insanların ve bütün mahlukatın lâneti onun üzerine olsun!..” Bu manevi tehdidin, ahiretteki karşılığının idrakine sahip Osmanlı sultanları, hem vakfetme hem de vakfedilen müesseselerin korunması hususunda daima gerekli hassasiyette olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar fıkhi hükümlerle yönetilen vakıflar, Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinin ardından 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasıyla, yeni kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu Türkiye Cumhuriyeti’ne 26 bin 300 adet vakıf bırakmıştır. Bu vakıfların sayısız eserlerini bizlere emanet etmiştir. Sınırsız mal varlığını bırakmıştır. Ne yazık ki, bu vakıflar korunup geliştirileceğine, tam aksine tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Yok edilmiş, malları satılmıştır. Bu dönemlerde vakıfların imkân ve potansiyeli, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılmıştır. Vakıf mektep, medrese, türbe ve kütüphaneler Maarif Vekaleti’ne; sıbyan mektepleri ve okul olabilecek tekke ve zaviyeler özel idarelere; akar ve hayratı aynı köy sınırları içerisinde bulunan vakıflar köy tüzelkişilerine; mezarlıklar, sular, şehir içerisinde kalan arsa ve
Kaynaklar: Akgündüz, Ahmet,(1988), İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi,TTK, Basımevi,Ankara
Kazıcı, Ziya(1985), İslami ve Sosyal Açıdan Vakıflar, Marifet Yayınları, İstanbul Komisyon,(1993), Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları Topbaş, Osman Nuri (1999), Altınoluk Dergisi, Eylül, Sayı:163 55
MAYIS 2015 / 322
İpşirli, Mehmet (2006), Osmanlıda Vakıfların Tarihi Gelişimi.Sivil Toplum ve araştırma Dergisi, Sayı:15
DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net
Sosyal Adanışımız: VAKIFLAR
İ
nsan, Allah Teâlâ tarafından farklı kabiliyetlerle donatılarak yaratılmıştır. İnsanın yapısına işlenen bu kabiliyetler ‘halife’ olabilme ile ‘fitne çıkarma ve kan dökme’ olarak özetlenmiştir. İnsan, her iki kabiliyete de sahip varlık; ya insanlığın ve imanın gereği halife gibi davranacak ya da isyanın ve itaatsizliğin gereği kan dökecek, fesat çıkaracak.
malı, alışverişten men ederek -varsa gelirini deAllah rızası için hayır yolunda tasadduk etmek” olarak açıklanmıştır. Bu ifadeyle vakfedilen şey her neyse ancak hayır yolunda kullanılır ve mülkiyeti insanlara ait olmaksızın hayır talep edenlerin malı olur. Vakıf, adanmadır. İnsanın kendisini Allah’a, ümmete, ilme adamasıdır. Farklı bir yönüyle de fedakârlık, diğerkâmlık, isargibi halifeye yakışan davranışların imanlı gönüllerde yer bulmasıdır. Bu düsturu benimseyenler neleri varsa onu adamış, yani vakfetmişlerdir. Malı olan malını, ilmi olan ilmini, zamanı olan zamanını, aklı olan aklını, evladı olan evladını Allah yoluna adamıştır. Böylece İslam’ın tükenmeyen kaynağı imanlı ve dertli gönüllerde kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Şimdiye kadar gelmiş ve kıyamete kadar da var olacak İslam Ümmeti, imtihanın bu safhasında halife vasfını kabul etmiştir. Tabi ki imanın bir yansıması olarak. Halifelik vasfını kabul eden Müslümanlar bu vasfın gerekliliklerini de olduğu gibi hayatlarına aktarmaya çalışmışlardır. Halifelik vasfının sosyal hayata yansıyan en önemli kurumu ‘vakıflar’ olmuştur. Peki, vakıf ne demektir? Vakıf; - İslam Ümmeti’nin bir yandan kardeşlik diğer yandan insanlık anlayışının hayata yansıdığı kurumdur.
Vakıf, toplumda yaşanan sıkıntılara çare olduğu gibi toplumu oluşturan bireylere de “Dert’imizin ne olması gerektiğini öğreten” mekânlardır. Küresel sömürü sisteminin insanımızın gündemine taşıdığı geçim derdinin ya da lüks yaşama derdinin ‘dert’ olmadığının anlatıldığı yerlerdir. Asıl derdimizin “İman ve sorumlulukları, Ahlakın hayata aktarılması, Birlikte hareket edebilme mekanizmasının kazanılması…” olduğu vurgulanır. (Bir bakalım kendimize. Derdimiz ne?)
- ‘Toplumsal düzeyde ne yapabilirim?’ düşüncesinin Müslümanca dillendirilmesidir. - ‘Her şeyi devletten beklememek gerekir’ felsefesinin tanımıdır. - İslam düşünme ve yönetim sisteminin medeniyet algısıdır.
Vakfın ömrü dünyanın eceliyle sınırlıdır. Zaten dünya hayatı bittiğinde vakıf da vakfedilen de kalmayacaktır. Araziler, binalar ve ilim kendi kendini devam ettiremeyecek olduğuna göre bunların devamını ‘Vakıf İnsanlar’ sağlayacaktır. Vakıf İnsanlar, sorumluklularını yerine getirmeye devam ettikçe Rabbimizin lütfuna mazhar olacaklardır. Sorumlulukların yerine getirilmediği yerlerde ise hesabı herkes üzerine alsın.
- İnsanların zihnine sokulmak istenen fitnelerin bertaraf edildiği eğitim kurumudur. - İhtiyaç sahiplerine kol kanat geren İslam’ın izzet elidir. Vakıf kelimesi sözlükte; durulan yer veya ayakta duran anlamlarında kullanılan Arapça bir kelimedir. İslam literatüründe ise vakıf kavramı “Mülk edinilmesi caiz olan herhangi bir 56
İLKADIM DERGİSİ Üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GENÇ ADAM dergisi ilaveli...
İLKADIM DERGİSİNE yıllık sadece 90 TL’ye abone olarak; 12 sayı İLKADIM DERGİSİ’ne, 4 sayı BACİYAN DERGİSİ’ne 4 sayı GENÇ ADAM DERGİSİ’ne ve Kulluk Dilekçemiz DUALAR isimli esere sahip olabilirsiniz.
Abone olmak için ve aboneliğinizi yenilemek için acele edin! ABONELİK ve BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0505 808 35 87-0535 251 41 07
Okuyun, Okutun, Abone olun...
İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...
İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa İlkadım Dergisi yazarlarından Mustafa Yayla’nın kaleminden bu değerli eser, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...
• Dua adabı, tesbih ve zikirler ve bunları okumanın faziletleri • Belirli zamanlarda ve günlük olarak okunacak dualar • Namaz içinde okunacak tesbih ve dualar • Allah’ın güzel isimleri/el-Esmaü’l Hüsna • Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerin dilinden örnek dualar • Kur’an-ı Kerim’de geçen örnek şahsiyetlerin duaları • Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, en çok yapmış olduğu dualardan örnekler • Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87
Okuyun, Okutun, Abone olun...