sayı
323 ISSN-1307-6973
7,5
• HAZİRAN 2015
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Dua HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Rabbimin Vahyettiklerini Tebliğ Ediyorum”
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
KAPAK DOSYASI • Hata ve Günahta Israr Tufanı Getirir / Hacı Topuz • ÂD KAVMİ: Nimet, Nankörlük ve Helak! /Abdülkadir Yılmaz • SALİH -aleyhisselam- , SEMUD ve BİZ! / Mehmet Akif Çelik • HZ. LUT -aleyhisselam- / Mahmut Aveder • ŞUAYB -aleyhisselam- VE DAVETİ / Mahmut Aveder
TEMMUZ 2010 • SAYI 264 • 5 TL (KDVD)
ÖRNEK TOPLUM İNŞÂSI Zulmün Zevali • Nureddin SOYAK
Söz Konusu İnsan Hakları Olunca... • Latif Selvi İle Söyleşi
man AKTAŞ
Mevlam Neylerse Güzel Eyler • Yard. Doç. İlhami Nalçacıoğlu
Bir Milattır Mavi Marmara • Ramazan Kayan İle Söyleşi
Kıyamet Sahneleri VEREN
Rabbimiz İntikam Sahibidir • Dr. Ömer Karaoğlu İle Söyleşi
Kabil’in Çocukları • Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen
Kur’an Anlayışı ATAK
HAZİRAN 2010 • SAYI 263 • 5 TL (KDVD)
TEMMUZ 2010 • SAYI 264 • 5 TL (KDVD)
Allah’ın Kitabına Sarılmak • Nureddin SOYAK
Sahabenin Kur’an Anlayışı • Adem ÇATAK
Zulmün Zevali • Nureddin SOYAK
Söz Konusu İnsan Hakları Olunca... • Latif Selvi İle Söyleşi
Kur’an’ın Tanımı ve İndirilmesi • Süleyman YAVUZ Amentü ve Müslümanda Şahsiyet Oluşumu • A. Baki ÖNCEL
Söyleşi • Dr. Süleyman AKTAŞ
Mevlam Neylerse Güzel Eyler • Yard. Doç. İlhami Nalçacıoğlu
Bir Milattır Mavi Marmara • Ramazan Kayan İle Söyleşi
Kur’an’da Kıyamet Sahneleri • Şifa YOLVEREN
Rabbimiz İntikam Sahibidir • Dr. Ömer Karaoğlu İle Söyleşi
Kabil’in Çocukları • Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen
ilkadım
HAZİRAN 2015/323
İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Dua/4 KAPAK Hacı Topuz- Hata ve Günahta Israr Tufanı Getirir / 6 Abdülkadir Yılmaz- ÂD KAVMİ; Nimet, Nankörlük ve Helak! /9 Mehmet Akif Çelik- Çağlar Öncesinden Gelen Sayha; SALİH (as), SEMUD ve BİZ! / 12 Mahmut Aveder- HZ. LUT-aleyhisselam-/ 16 Mustafa Sefa Çakır- ŞUAYB -aleyhisselam- ve DAVETİ/ 20
9
HİZMET ADABI/Nureddin Soyak “Rabbimin Vahyettiklerini Tebliğ Ediyorum” /24 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Allah Yaptıklarımızı Bilir/26 HADİS/Ziya Ökçe Güzel Hasletlerde Öncü Olabilmek /28 FIKIH/Mehmet Şentürk İmsak Tartışmaları / Seçim, Oy Verme /30 TASAVVUF/Cemil Usta
16
İslam Kardeşliği /33 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Ana-Babaya Hürmet /34 KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan Muhteşem Tasarım & Taşkın TUNA /37 EĞİTİM/ Doç. Dr. Rüştü Yeşil Akıl Eğitimi /38 ARDINDAN.../Ahmet Belada
37
Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu/40 LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Hazır Olun Haziranda Seçim Var!.. /42 TARİH KORİDORU/Enes Belada Ortaçağ Karanlığından(!) Çağdaş Karanlığına/44 SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Amaç İnsanı Yaşatmak /46 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Helak; Nasıl mı, Niçin mi? /48
40
ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net
Kıymetli Okuyucu, Rabbimiz Hadîd Suresi 25. ayet-i kerimesinde; Elçilerini açık delillerle insanlara gönderdiğini, İnsanları yeryüzünde adaletin/nimetlerin hakkaniyete uygun paylaşılmasının sağlanmasıyla vazifeli kıldığını, Bu vazifenin ifa edilmesi için elçileriyle “kitap” ve “mizan” indirdiğini, Yine bu vazifenin ifası için kuvvet gerekeceği için “demiri”de indirdiğini,
ilkadım
Bu vazifenin insana yüklenme sebebinin Allah’ın dinine -hem de duyularıyla doğruluğunu ispatlayamayacağı gaybi bilgilere ve vaadlere inanarak- yardım edenlerin belirlenmesi olduğunu,
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
YIL: 24 SAYI: 323
Allah’ın kesinlikle kuvvet sahibi ve aziz olduğunu bize bildiriyor.
Fiyatı: 7,5 TL KDV D
HAZİRAN 2015 Şaban-Ramazan 1436
sayı
323 ISSN-1307-6973
7,5
Íō S$> /ōŖŭĤôōōō
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
Allah’a yakin bir şekilde inanan, gönderdiği elçilere tabi olan, hilafet vazifesinin ve yüklenilen emanetin farkında olan insanlar başlangıçtan itibaren şeytanın ve askerlerinin şiddetli muhalefeti ile karşılaşmışlardır. Şeytan ve onun kandırdıkları, yeryüzünü ve buradaki nimetleri “kitap” ve “mizan” doğrultusunda değil kendi menfaatleri, heva ve hevesleri doğrultusunda gasp etme, yeryüzünü ifsat etme ve zulümle doldurma gayreti içerisinde olmuşlardır. Zaman zaman ilahi hikmet gereği inananların zaafları ve gafletleri sebebiyle gücü/demiri ele geçirerek bu çabalarında muvaffak da olmuşlardır. “Her peygambere ve her İslâmî tebliğ ve harekete karşı ilk karşı çıkanlar, ısrarla direnenler, halkın ayak takımını kışkırtanlar, bu gibi hareketleri önlemek için her türlü hileye başvuranlar, hakaret eden, alay eden, tehdit edenler, bunlar da fayda vermezse işkence eden, hatta katledenler: Yöneticiler, Ekonomik gücü elinde tutan zenginler, Putperestlik veya tahrif edilmiş dinlerin haham, rahip ve sihirbazlarıdır.”
BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Dua HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Rabbimin Vahyettiklerini Tebliğ Ediyorum”
KAPAK DOSYASI • Hata ve Günahta Israr Tufanı Getirir / Hacı Topuz • ÂD KAVMİ: Nimet, Nankörlük ve Helak! /Abdülkadir Yılmaz • SALİH -aleyhisselam- , SEMUD ve BİZ! / Mehmet Akif Çelik • HZ. LUT -aleyhisselam- / Mahmut Aveder • ŞUAYB -aleyhisselam- VE DAVETİ / Mahmut Aveder
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
“Zamanımızda da beşerî sistemlerin yöneticileri, bürokratları, ekonomik gücü elinde tutan holdingler, medya patronları, sistemin ideolojisini din edinen, muhaliflerini onunla tehdit eden ilkel yobazlar, İslâm adına, din adına söylenilen her sözden, İslâm’a, imana yapılan her davetten büyük bir korkuya kapılırlar. Asla layık ol-
madıkları makamlarının, tefecilikle, gaspla, haksız olarak elde ettikleri varlıklarının arkasına sığınarak halkı korkuttukları, halka dayattıkları ilkel ideolojilerinin yok olup gideceği korkusuyla şiddetle İslâm’a ve müslümanlara karşı koyarlar. İftira, yalan kampanyaları başlatırlar. Alay ederler, hakâret ederler, olmazsa tehdit ederler. Tehditle de önleyemezlerse, ellerinde bulundurdukları güçleri harekete geçirip bertaraf ederler. Bunlar tarih boyunca bütün zâlim, zorba ve despotların müşterek vasıflarıdır. “Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen geçmiş kavimlerin kıssaları biz müslümanlar için çok büyük bir rahmettir. O kıssaları okuyup, onlardan ibret alarak, o kavimlerin uğradıkları azaba, bizlerin de uğramamamız, helak olmamamız için yol gösterici ilâhî bir lütuftur.
Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yrd.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak
Müslümanlar olarak tarih boyunca zaman zaman uğradığımız belâ ve musibetler, toplu katliamlar, soykırımlar, halen yaşamakta olduğumuz perişanlık, zillet ve meskenetin sebebi, İslâm çizgisinden uzaklaşmamız, bizi biz yapan değerleri göz ardı etmemiz, geçmişte yaşanılan hadiselerden ibret almamamız; bize öğüt veren, iyilikleri emreden, kötülüklerden sakındıran âlim, ârif ve sâlihlere rağbet etmeyişimiz, onları önemsemeyişimiz, kalbimizi, dünya sevgisi, mal mülk, makam mevki hırsıyla kirletmemiz, hastalandırmamızdır.”
Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net
Kur’an kıssalarından nasıl bir davetçi olunacağını da öğreniyoruz:
Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00
“Davetçi: Her durumda sabreder, şükreder. Asla yılgınlık, bıkkınlık göstermez. Ye’se düşmez. Ümidini asla yitirmez. Engellere takılıp kalmaz. Davet vazifesini son nefesine kadar yapması gerektiğinin şuurundadır. İlmiyle âmildir. Şaklaban değildir. Muhabbet, itimat, muavenet, itaat, ihlas, fedakârlık, doğruluk, cesaret, cömertlik, sabru sebat gibi yüksek ahlâkî vasıflarla muttasıftır. Bu vasıflarıyla davetçi, yaptığı daveti usulüne uygun bir şekilde ve yalnız Allah rızası için yapıp yapmadığına bakar. Bilir ki her işin neticesi Allah’a aittir.” İlkadım Dergisi Yayın Kurulu olarak bu sayımızda Kur’an-ı Kerim’de bize aktarılan beş peygamberi, mücadelelerini, kavimlerinin toplu helakine neden olan isyanlarını, inkârlarını, ahlaksızlıklarını ve hem dünyada hem de ahiretteki elim akıbetlerini hatırlamak ve hatırlatmak istedik.
Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik
Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001
“Nuh dedi ki: Rabb’im! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma.
Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101
Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar. Yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).” (Nuh 26-27)
Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.
BAŞYAZI Nureddin SOYAK
DUA “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi Affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara, 286)
K
ulun her an varıp duracağı, yalvarıp yakaracağı, af ve mağfiret dileyeceği yer, Rabbının huzurudur.
rak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na yalvarıp yakarmadılar.” (Mü’minun, 76)
“Gerçek dua O’nadır” (Ra’d,
Kimilerine bela ve musibet yağar da, küfründe, nifakında, fısk ve isyanında ayak direrler. Bu bela ve musibetlerin nereden geldiğini bile idrak edemezler.
14)
Allah’tan başkasına yapılan dualar boşunadır, gereksiz ve hiçbir değeri olmayan dualardır. Mü’minler yalnızca Rabbine dua ederler.
“İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.” (Fussilet, 51)
“Rabbine yönel ve yalvar.” (İnşirah, 8)
Kimileri de bela ve musibetle aklı başına gelip Rabbine yalvarır.
“Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.” (Al-i İmran, 150)
“Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da bir gün bizden azabı hafifletsin” derler. (Mü’min, 49)
Allah’ın yardım etmediğine hiç kimse yardım edemez, mü’min istediğini yalnızca Rabbinden ister.
Kimileri de can yakıcı azab gelince akılları başlarına gelirde iş işten geçmiş olur. En mükemmel yaratılan insan nasıl olur da cehenneme varıncaya kadar aklı başına gelmez?
Duanın değeri: “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan, 77)
Dua adabı:
Nefsani arzularını, fani varlıkları, makam ve mevkileri Allah’a kulluğun üzerinde tutanlara, ilahi bir uyarıdır.
“En güzel isimler Allah’ındır. O’ na o güzel isimleri ile dua edin.” (A’raf, 180) “Allah’a korkarak ve umarak dua edin. Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.”(Araf, 56)
Duasızların akıbeti: “Andolsun biz onları azap ile kıskıv4
“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (Araf, 55)
mahsustur’ sözleridir.” (Yunus, 10) Kur’an’dan dua örnekleri: “Ey Rabbimiz bizi zalim toplumla beraber kılma” (A’raf, 47)
“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.” (A’raf, 205)
“Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız Sanadır.” (Bakara, 285)
“Ey iman edenler! Alla’ha içtenlikle tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve onula birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter.’ derler.” (Tahrim, 8)
“Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” (Al’i İmran, 193) “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” ( Bakara, 250) “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim, 40)
Makbul dua: “Allah, iman edip salih amel işleyenlerin dualarına karşılık verir.” (Şura, 26)
“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” (Furkan, 74)
Duada acele etmek: “Eğer Allah, insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu.” (Yunus, 11)
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”(Haşr, 10)
İnsan Rabbinin ihsanını çok çabuk unutur: “Ama biz onun bu sıkıntısını ortadan kaldırdık mı, sanki kendine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider.” (Yunus, 12)
“Ey Rabbimiz! Bizi inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Mümtehine, 5)
Dua huzur ve sükûnettir: “Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir.” (Tevbe, 103) İnanılarak yapılan dua, dua eden için de dua edilen için de huzur ve sükûnettir.
“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi Affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara, 286)
Cennettekilerin duası: “Bunların ordaki duaları, ‘Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım!’, aralarındaki esenlik dilekleri, ‘selam’; dualarının sonu ise, ‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a 5
HAZİRAN 2015 / 323
“Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helaktir!” (Furkan, 65)
KAPAK Hacı Topuz kapak@ilkadimdergisi.net
Hata ve Günahta Israr
TUFAN GETiRiR H
z. Nuh kavmini tevhide davet ettiği zaman kavmi ona çok kızıyor, onu öldüresiye dövüyor öldü diye bırakıp gidiyorlardı. Hz. Nuh ise kendine geldikten sonra davetine kaldığı yerden başlıyor “Ya Rabbi kavmime mağfiret et çünkü onlar bilmiyorlar’’ diye dua ediyordu.
H
z. İdris Peygamber vefat edin-
Allah -celle celâluhu-, kullarına acıdı ve
ce ona inanan salih kimseler
onları bu sıkıntılı durumdan kurtarmak ve bir
bulundukları kavme İslam’ı
ve tek olan Allah’a imana davet etmek üzere
anlatmaya devam ettiler. Ka-
Hz. Nuh’u peygamber olarak gönderdi. Hz.
vimleri bu zatların nasihatlarını dinlediler ve
Nuh onları putperestlikten kurtarmak için
onları çok sevdiler. Bu salih kimseler ölüp ara-
uzun süre uğraştı; fakat onlar onun uyarılarını
larından ayrılınca çok üzüldüler. Bunu fırsat
dikkate almadıkları gibi onu alaya aldılar ve o
bilen şeytan onların kalplerine bu salih kim-
büyük Tufan gelene kadar bu taşkınlıklarına
selerin heykellerini dikmeyi telkin etti. Onlar
devam ettiler.
da Şeytan’ın oyununa kanarak onların hey-
Hz. Nuh kavmini tevhide davet ettiği za-
kellerini diktiler. Zaman zaman bu heykelleri
man kavmi ona çok kızıyor, onu öldüresiye dö-
ziyarete giderek şeytan’ın da yönlendirmesiyle
vüyor öldü diye bırakıp gidiyorlardı. Hz. Nuh
onları tazime ve ululamaya başladılar. Daha
ise kendine geldikten sonra davetine kaldığı
sonraki nesiller ise bu heykelleri ilahlaştıra-
yerden başlıyor “Ya Rabbi kavmime mağfiret
rak putperest oldular. Putperestliğe geçişten
et çünkü onlar bilmiyorlar’’ diye dua ediyordu.
sonra toplumsal yozlaşma ve bozulma başladı,
Bu hal yaklaşık dokuz yüz yıl sürdü.
kötülükler ve azgınlıklar yayıldı. 6
Bu süre içerisinde çok az sayıda kişi iman
oldukları siyasi güçlerini, mallarını ve ilimle-
etti. Ona inanmayanların arasında eşi ve oğlu
rini kendi çıkarları veya hizmet ettikleri bir ta-
Kenan da vardı. Hak-batıl mücadelesinde ba-
kım güçlerin çıkarları için kullanmışlardır.
zen insanın en yakınları batılı seçerek hakkın
Bazen de “Bu kendisinde delilik bulunan
karşısında olabiliyor. Bu Hz. Nuh’un eşi ve
kimseden başkası değildir diyerek” peygam-
oğlunda, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve
berleri akli melekelerini yitirmiş kişiler olarak
sellem’in amcası Ebu Leheb’de olduğu gibi en
tanıtıp onların sözlerinin akıl dışı şeyler ol-
yakınındakiler olabiliyor. Bu da bize önemli
duğunu söyleyerek onları kavimlerinin gözün-
olanın maddi yakınlık olmadığını asıl yakın-
de değersizleştirmeye çalışıyorlardı. Oysaki
lığın manevi yakınlık, iman birlikteliği oldu-
Allah’ın aziz kıldığını zelil edecek ne güçleri
ğunu anlatıyor.
ne de imkânları vardı.
Haktan sapanlar inkârlarında ve günahla-
Bu gün de benzeri uygulamalar yapılı-
rında çok ileri giderek adeta kendi kendileri-
yor. Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir
ne bir takım bela ve musibetlerin gelmesine
gayesi olmayan insanların çalışmalarını engel-
davetiye çıkarırlar. Bu durum Hud Süresinde
lemek için iftiralar atarak onların toplumdaki
şöyle anlatılır:
itibarını sarsmaya çalışıyorlar. Bunda başarılı
“Ey Nuh bizimle mücadele ettin, bizimle
olamayınca da insanları onları dinlemekten
mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan
alıkoymak için nefislere hoş gelen bir takım
isen kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
davranış ve alışkanlıkları basın-yayını da kul-
Diye meydan okumalarına karşılık; “Onu an-
lanarak yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Bu fitne
cak size Allah dilerse getirir ve siz Allah’ı
ve fesat ehli ne kadar uğraşsa da Hz Âdem’den
aciz bırakacak değilsiniz.” diyerek cevap ver-
başlayarak günümüze kadar gelen ilahi me-
di.
sajlar tüm insanlığı tevhide çağırmaya devam edecektir. Onlar istemese de Allah nurunu ta-
Kısa bir süre sonra yer yarılıp su fışkırdı,
mamlayacaktır.
gökten ise günlerce bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı, yeryüzünü tamamen su kap-
Tevhide karşı gelenler huzursuzluk ve
ladı, suyun seviyesi öyle yükseldi ki dağlar
bozgunculuk çıkarmak için bazen bir ve tek
bile suyun altında kaldı. Bu tufandan sadece
olan Allah’ı insanlara unutturmak ve tevhi-
Hz. Nuh’un gemisine binenler kurtulabilmiş,
di fesada uğratmak için bazı kişi, cisim veya
diğerleri ise suların derinliklerinde boğulup
beşeri sistemleri yücelterek onları putlaştırıp
kaybolmuşlardı.
Allah’ın -celle celâluhu- sevgisinin önüne geçirip tanrılaştırmaya çalışmışlardır. Buna ör-
Toplumun önde gelenleri tebliğ vazifesini
nek olarak Mao, Karl Marks ve benzerleri-
yerine getiren peygamberleri ve onların izin-
nin düşüncelerinin ilahlaştırılmasını; üçün-
den giden tevhid erlerini hep aşağılamışlar,
cü dünya ülke liderlerinin ise heykellerinin
“Allah birini peygamber seçmek isterse onu bi-
rılmasını verebiliriz.
selerden seçerdi” demişlerdir. Sahip oldukları makam ve mevkilerin kendi marifetleriyle
Bazen de insanların nefis ve hevalarına
kazandıkları konumlar olduğunu zannederek
hitap ederek onların hoşuna giden şeyleri
yaradanın kuvvet ve kudretini inkâr edip bü-
toplumda yaygınlaştırarak insanları heva ve
yüklenip kibirlenmişlerdir. Bu kimseler sahip
heveslerinin kölesi yapıp, Allah’a kulluktan 7
HAZİRAN 2015 / 323
dikilerek bedenlerinin ve fikirlerinin putlaştı-
zim gibi varlıklı ve makam mevki sahibi kim-
“E
y Nuh bizimle mücadele ettin, bizimle mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir’’. Diye meydan okumalarına karşılık; ‘’Onu ancak size Allah dilerse getirir ve siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz.’’ diyerek cevap verdi. Kısa bir süre sonra yer yarılıp su fışkırdı, gökten ise günlerce bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı, yeryüzünü tamamen su kapladı, suyun seviyesi öyle yükseldi ki dağlar bile suyun altında kaldı. Bu tufandan sadece Hz. Nuh’un gemisine binenler kurtulabilmiş, diğerleri ise suların derinliklerinde boğulup kaybolmuşlardı.
uzaklaştırıp nefislerine ve şeytanlarına kulluk
salihleri ve müttakileri yıldırmak ve yok etmek
eden insanlar haline getirmeye çalışacaklar-
için her türlü zorbalığa başvuracaklar buna
dır.
karşılık ıslah ediciler hakkı ve sabrı gece gündüz tavsiye edip hem de bu kutlu yürü-
Bazen de insanların sahip oldukları şey-
yüşlerinde başarılı olabilmek için yaradandan
leri hile ve zorbalıkla ellerinden alıp onları
yardım isteyeceklerdir. Çünkü onlar her gele-
borçlandırarak kendilerine bağımlı hale geti-
nin yaratandan geldiğini bilir ve sabrederler.
rip onları sömürerek saltanatlarını devam ettirme yöntemine başvuracaklardır.
Davetçi heyecanını kaybetmemeli, ona inanan ve ikna olanların sayısı az da olsa ümitsiz-
Toplumsal fesat ve bozgunculuk yapmak
liğe kapılmamalı ve her gün yeni bir heyecanla
isteyenler insanları dillerinin, renklerinin,
davetine başlamalıdır.
ırklarının ve mezheplerinin farklı olmasından dolayı ayırmaya ve parçalamaya çalışacak-
Kur’an’da geçmiş kavimlerin kıssalarının
lardır. Islah edici ve hayrı tavsiye edenler ise
anlatılması bizim için bir nimettir. Bu kavim-
üstünlük ancak takvadadır ‘’Allah sizin rengi-
lerin hatalarındaki ısrarlarından dolayı helak
nize, dilinize ve ırkınıza bakmaz ’’ ilahi öğre-
olmaları bizim için ibret olmalıdır. Biz bu kıs-
tilerini dikkate alarak insanların iyi ve samimi
saları okuyup anlayarak onların düştükleri
birer kul oldukları zaman Allah’ın ve insan-
yanlışlara düşmemeliyiz. Ayrıca bizlere doğ-
ların yanında değerli olacaklarına inanacak.
ruyu göstermek için çalışan uyarıcılara kulak
‘’Yaradılanı yaradandan ötürü seveceklerdir.’’
vermeliyiz. Yanlışlarımızın ve günahlarımızın farkına varıp onlardan hızlı bir şekilde dönüp
Bozguncular ve müfsidler fırsat buldukça
Rabbimizden bağışlanma dilemeliyiz. 8
KAPAK Abdulkadir Yılmaz kapak@ilkadimdergisi.net
ÂD KAVMİ Nimet, Nankörlük ve Helak!
Â
d (Kavmi) ise, uğultu, önünde durulmaz bir fırtına ile helak edildiler. Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gündüz onların üzerlerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın) o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün. Şimdi onlardan hiçbir geri kalan (birini) görüyor musun?’’ (Hakka, 6-8)
“
Ad (kavmi)ne gelince;
sanlar olarak yarattı. Mal ve para bakımından da ihtiyaçları olan her şeyi kat kat fazlasıyla verdi. Sahip oldukları güç kuvvet, mal, makam ve mevki onları daha çok şükretmeye götürmesi gerekirken tam tersine onları azdırdı. Allah’ı unuttular kibre gurura daldılar. ‘Bizden daha güçlü kim var?’ dediler.
Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar
ve ‘Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş!..’ dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ı -ki O onlardan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim nimetlerimizi bilerek inkâr ediyorlardı.”
Rabbimiz -celle celâluhu- Nuh’un -aleyhisselam- kavminin helakından sonra Yemen ile Umman arasında bugünkü Hadramevt’in bulunduğu bölgede Ad kavmini imtihana tabi tuttu. Onları bol nimet vererek denedi. Bu kolay gibi görünen ama aslın da tarihte çok az bir topluluğun başarıyla geçebildiği zor bir imtihandı.
“… Peygamber ve mü’minler, -Allah’ın yardımı ne zaman?- diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” Daralanın zorda kalanın Allah’tan başka sığına-
Onları bedenen sağlıklı, güçlü, iriyarı in9
HAZİRAN 2015 / 323
Varlıkla bollukla imtihan belki de imtihanların en zorudur. Varlıkla imtihan olunduğumuz dönemlerin Allah’ı en çok hatırlamamız gereken dönemler olduğunu unutmamalıyız. Zira insanlık tarihine baktığımızda bollukla rahatla imtihan edilen insanların ve toplumların, yoksulluk ve zorluklarla denenenlere göre imtihanı daha çok kaybettiği gerçeğini çok net bir şekilde görebiliriz.
“Ad (kavmi)ne gelince; Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve ‘Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş!..’ dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ı -ki O onlardan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim nimetlerimizi bilerek inkâr ediyorlardı.” İnsan acelecidir, malı mülkü çok sever, bileceği kim var ki. Kim ‘Allah’ım!.’ dedi de bütün zevkleri hemen (bu dünyada yaşamak cevap alamadı ki? ister. İnsan dünyada imtihanda olduğunu unut“Hayır! Siz peşin olanı (dünyayı) sevimamalı nimetlere kavuştuğunda daha da yorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz…” (Kıdikkatli olmalı Hz. Süleyman’ı hatırlamalı yamet, 20-21) “Süleyman, ‘Gerçekten ben malı, RabbiCenneti beklemek, kazanmaya çalışmak mi anmamı sağladığından dolayı severim’ yerine bu dünyayı cennet yapmaya çalışır. dedi.” (Sad, 32) Çoğu zaman Allah’ın vaat ettiği cenneti kaOnun bu sözüyle Allah’a şükretmelidir. zanmak yerine kendi cennet yaratmaya kalHz. Yusuf (as) Mısırda mülk sahibi olduktan kışır. Bu da onu aşan bir iş olduğu için helasonra karnı doya yemediği sebebini soranlakini hazırlar. ra da ‘Karnım doyduğunda etrafımdaki aç inDünyada her şeye sahip olan olmaya çalısanları unutmaktan korkarım’ dediği rivayet şan, sahip olunca da Allah’ı unutan, kuduran edilir. 10
Ad Kavmini Rabbimiz hemen helak etmedi. Çünkü o kullarına karşı çok merhametli ve onları hemen affetmeye hazırdı. “De ki ey nefislerine zulmeden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin muhakkak ki Allah -ne kadar çokta olsa- günahların tamamını bağışlar.”
le. Onların helaklerini anlatan diğer ayetler: (Araf, 71-72, Fussilet, 15-16, Ahkaf, 21-25) Kur’an-ı Kerimde kıssalara önemli bir yer ayrılmıştır. Rabbimiz bu kıssalarda geçmiş kavimlerin birçoğunun helaklerini ve sebeplerini bizlere sıkça hatırlatır ve onların bu hallerinden adeta birer canlı sahne sunar. Bu onun bize olan Rahmet ve Merhametinin bir göstergesidir. Onların hallerini, sonlarının ne olduğunu göre göre siz de onların peşinden helake gitmeyin diye biz kullarını şefkatle uyarır. “Fe eyne tezhebûn!..” (Nereye gidiyorsunuz?) diye sorar. Cennet yolunda mısınız, cehenneme gidenlerin yolunda mı? Rabbim cennet yolunda olanlarda eylesin.
Bundan dolayı da onlara uyarıcı olarak Hûd’u -aleyhisselam- gönderdi. Allah’ın Rasulü Hûd -aleyhisselam- onları Allah’ın rahmetine, Allah’a kulluğa çağırdı, kabul etmediler. Allah’ın azabıyla uyardı, alay ettiler. Peygamberi ve mü’minleri ahmaklıkla, saflıkla, gericilikle suçladılar: “Âd Kavmine de kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, ‘ey kavmim Allah’a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah’a karı gelmekten sakınmaz mısınız?’ dedi.”
Şu ayetler de ne Âd Kavmi’ne ne de Semud’a, doğrudan bize hitap ediyor: “Hayır, hayır yetime ikram etmiyorsunuz.
Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: ‘’Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan olduğuna inanıyoruz.’’ (Araf, 6566) (Bu bölümlerle ilgili diğer ayetler: Araf, 67-70, Hûd, 50-57, Mü’minun, 31-40, Şuara, 123-138)
Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helal demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz. Hayır, yeryüzü (kıyamet sarsıntısıyla) paramparça olup dağıldığı zaman…
Hûd -aleyhisselam- iman etmezlerse, azaba uğrayacakları ikazında bulununca da; “Hadi bize tehdit ettiğin azabı getir,’’ dediler. Ve azap geldi:
İşte o gün insan ‘’Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım.” der. (Fecir, 17-24)
“Âd (Kavmi) ise, uğultu, önünde durulmaz bir fırtına ile helak edildiler. Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gündüz onların üzerlerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın) o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün. Şimdi onlardan hiçbir geri kalan (birini) görüyor musun?’’ (Hakka, 6-8)
“(Emirlerine uygun yaşayanlara da Allah şöyle der:) “Ey huzur içinde olan nefis!
(İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecir, 27-30)
Yedi gece sekiz gündüz kesilmeyen azap! Belki onlar bu azabın içinde çok yalvardılar ama azap gelince tövbe ve yalvarmalar nafi-
Rabbim razı olacağı halde can vermeyi nasip etsin. 11
HAZİRAN 2015 / 323
Sen ondan O’ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön!
KAPAK Mehmet Akif Çelik kapak@ilkadimdergisi.net
Çağlar Öncesinden Gelen Sayha
SALİH -aleyhisselam-
SEMUD ve BİZ! “N
e zaman ki azap emrimiz geldi, Salih’i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin mutlak üstündür.” (Hud, 66)
A
llah, kâinatı ve içindeki insanı yarattığı günden beri insan denilen “Ahsen-i takvim”i hiçbir zaman başıboş bırakmamıştır. Hem onun bozulmaması hem de imtihan maksatlı, fıtratına yerleştirdiği huylarına karşı ayakta durabilmesi için, peygamberler ve onlarla birlikte kitaplar, suhuflar göndermiştir. Kimi insan ve toplumlar bu imtihanı gönderilen peygambere ve kitaba uyarak atlatmış, başarı ile sonuçlandırmış; kimileri ise içindeki kötü huyları bastıramamış, onları kontrol altına alamamış ve sonunda ya birey olarak ya da toplu olarak Allah’ın gazabına uğramıştır. Allah -celle celâluhu- bir ayette şöyle buyurmaktadır:
O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2) Evet, Allah ölümü ve hayatı imtihan için yarattığını bu ayetle gözler önüne sermektedir. O halde bize düşen ayetin gereğini yerine getirmek ve imtihanı en güzel bir şekilde tamamlamaktır. Geçmiş kavimlere baktığımızda da bu tür imtihanların onların da başına geldiğini Kur’an-ı Kerim bizlere haber vermektedir. Ne zaman ki kendi toplumlarında bir ifsat, bir bozulma baş göstermiş; Allah’tan hemen bir uyarıcı gelmiştir. Onların da kazananı olduğu gibi kaybedeni olmuştur. Çünkü Allah, toplumsal ve bireysel bozulmayı, kokuşmayı kabul etmiyor. Hele ki fitne ve fesat çıkaranları ölümden dahi şedit görüyor. Nuh’un, Hud’un, Salih’in ve Şuayb’in kavimleri… Ve
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. 12
daha bildiğimiz bilemediğimiz niceleri… İşte dağları ev yapmaları ile meşhur olan Semud Kavmi de böyle toplumsal bir bozulma yaşamış ve Allah’ın helakine düçar olmuşlardır. Biz de bu yazımızda Salih’in -aleyhisselamtebliğini ve Semud’un bu tebliğe cevabının günümüze yansımalarını değerlendirmeye çalışacağız. Salih’in -aleyhisselam- tebliğine karşı kavminin verdiği cevaba ve bizim bunlardan nasıl bir sonuç çıkaracağımıza geçmeden önce Salih -aleyhisselam- ve kavminin kıssasını konuyu daha iyi anlayabilmek için kısaca zikredelim. Allah -celle celâluhuKur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik…” (A’raf, 73)
(Hud, 64)
Salih -aleyhisselam-, Allah’ın kendisine yüklediği peygamberlik görevini yerine getirmek üzere içinde bulunduğu toplumu, Semud’u uyarmaya başlayınca ilk önce büyük bir tepki ile karşılaştı. Ancak o yine de şu sözden ayrılmadı.
Ve sonuç: “O zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar. Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de rablerini inkâr ettiler. Bak işte nasıl yok olup gittiler.” (Hud, 67-68)
“Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabb’ine aittir.” (Şuarâ, 143-145)
Böylece Allah -celle celâluhu- kendisine inanmayan ve kendisini inkâr eden Semud’u helak etmiş ve bizlerden de bu kıssaya Kur’an-ı Kerim’de yer vererek kıssadan ibret almamızı istemiştir.
Böylece ilk davetini yapmış olan Salih’e -aleyhisselam- karşı büyüyen tepkiler inanmayanların mucize istemesine kadar uzandı ve dediler ki: “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet (mucize) getir.” (Şuara, 154)
Şuara Suresi, 208. ayette de geçtiği üzere “Biz hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helak etmedik.” Allah toplumsal bozulmayı önleyici kuvvet olarak Semud Kavmine de uyarıcılar göndermiş ve sonunda uyarılara kulak asmadıkları için Semud Kavmini helak etmiştir. Salih -aleyhisselam- ve Semud hakkında Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayeti kerime vardır ancak biz bunlar içerisinden birkaçına kısaca değineceğiz. Semud kavmi neden helak edilmiş ve bu helakten günümüze yansıyanlar nelerdir?
Her inatçı ve zorba kavim gelen mucizelere karşı gözlerini kapatmıştır. İşte Semud Kavmi de her şeye rağmen gelen mucizeyi reddettiler ve deveyi kestiler. “Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir.” (Hud, 65)
Ve bu isteğin üzerine Allah mucize olarak Salih’e -aleyhisselam- bir dişi deve gönderdi. Ve Salih -aleyhisselam- dedi ki: “Ey kavmim! İşte şu Allah’ın dişi devesi size bir mucizedir. Bırakın onu Allah’ın yeryüzünde otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar.”
1- Allah Teâlâ A’raf Suresi’nin 73. ayetinde şöyle buyurmaktadır: Semûd kavmine de 13
HAZİRAN 2015 / 323
“Ne zaman ki azap emrimiz geldi, Salih’i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin mutlak üstündür.” (Hud, 66)
kardeşleri Sâlih’i (gönderdik): “Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur…
“O
zalimleri,
Allah Semud Kavminden bu şekilde bir istekte bulunuyor. “İbadet edin ve şirk koşmayın” diye. Kur’an-ı Kerim’in muhatabı olan bizlerden de Allah birçok ayette itaat ve ibadet etmemizi, şirk koşmamamızı istiyor. Peki, günümüzde 7 milyarlık dünya içerisinde kaç kişi itaat ediyor ve hayatına şirk karıştırmadan yaşayabiliyor? Müslüman dünya ne âlemde? Bireysel olarak bizler ne âlemdeyiz, bakmamız gerekmez mi? Eğer ki Semud Kavminin düştüğü bu hallerden bir tanesini dahi kendi şahsımızda ve toplumumuzda barındırıyorsak Semud’u helake uğratan izlerden bizim de taşıdığımızı unutmamamız gerekir. Semud Kavmi hakkında inen bu ayetten toplumsal ifsadın en önemli iki sebebini çıkarmak zor olmayacaktır.
korkunç bir gürültü
yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar. Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de rablerini inkâr ettiler. Bak işte nasıl yok olup gittiler.”
A) Allah’a şirk koşmak
(Hud, 67-68)
B) Allah’a itaat ve ibadeti terk etmek 2- Allah Teâlâ Araf Suresi’nin 74. Ayetinde şöyle buyurmaktadır: “ … artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.” 14
Allah burada da Semud Kavminden fesatlık çıkarmamasını istiyor. Günümüz dünyasına objektif bir gözle baktığımızda fesadın çıkmadığından söz etmek mümkün mü? Ve de bu fesadın belki de pek çoğu Müslümanların kendi elleri ile çıkardıkları fesat. Allah, Semud Kavmine sorduğu gibi bize de “niçin fesat çakardınız ya da fesadı ortadan kaldırmak için niçin çaba sarf etmediniz” diye sormayacak mı? Nasıl cevap vereceğiz. Meslek meşrep ve mezhep kavgalarından bir türlü “ümmet” kavramına geçemedik. Bazılarımız yangına körükle gitti, bazılarımız ise körüklenen bu yangında can verdi. Halbuki din bu değildi.
renleri sevmiyorsunuz.” Demek ki helake uğrayan bir kavim olan Semud, nasihati de seven bir kavim değilmiş. Günümüze dönecek olursak hangi birimiz kendine nasihat edilirken can kulağı ile dinliyor ya da dinlemek için çaba sarf ediyor? Nasihat edeni dinlerken “dur ayıp olmasın, dinleyelim” psikolojisi yok mu bazılarımızda. Hz. Ömer’in ifadesi ile “Nasihatçileri olmayan ve nasihati sevmeyen bir toplumda hayır yoktur.” Gerçek şu ki İslam Ümmeti olarak özellikle son dönemlerde nasihati dinlemeyi bıraktık ve bizde de bundan dolayı hayır azaldı. O zaman bu hengâmenin içerisinde hayrı talep etmek lazım gelmez mi. Gerçekten de şu zamanda kendimize dönüp yeniden bizi sarsacak, bizi kendimize getirecek sorulara ihtiyacımız var cevapları ile birlikte. Cevaplar ise mübin olan Kur’an’da ve O’nun rasulünün sünnetinde. Elbette görmek ve yaşamak isteyene.
3- Allah Teâlâ Araf Suresi’nin 77. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; “Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! “dediler. İnsanoğlu maalesef çok aceleci ve çok cesur. Semud Kavminde de bunu görmek mümkün. Tabiri caizse “Allah’a ve O’nun elçisine rest çekiyorlar”. Fazla uzağa gitmeye gerek yok hemen yanı başınızdaki akrabanıza komşunuza belki de kendimize bakmak bu ayeti zamanımıza güncellemek için yeter de artar bile. Bu devrin insanı da demiyor mu “bu devirde faizsiz iş mi olur, o ayet böyle değil şöyle, bu ayeti kimse anlamamış ben anladım, din camide olur, Allah ekonomimizi siyasetimizi bize bıraksın, Allah cihat etsin biz yatalım vs.” diye. Dini kendilerine göre yorumlamak, ya da dini emirleri yerine getirmeden bir de emirlerle alay etmek, yani rest çekmek üstü kapalı… Maalesef bu tablo biziz.
“Ne zaman ki, azap emrimiz geldi, Salih’i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin güçlüdür, mutlak üstündür.” (Hud, 66)
4- Allah Teâlâ Araf Suresi’nin 79. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt ve15
HAZİRAN 2015 / 323
Salih -aleyhisselam- ve kavmi Semud’dan ibret almak için daha pek çok çıkarımlar yapabiliriz. Toplumsal bozulmanın çok net yaşandığı kavimlerden sadece bir tanesi. Ancak tüm bu çıkarımlar bizleri doğruya ulaştırmıyorsa, bizlere ateş olmaktan başka bir dönütü olmayacaktır. Allah bizden bu kıssalardan ibret alıp bireysel ve toplumsal bozulmaya sebep olan işlerden kaçınmamızı istemektedir. Eğer bizlerin, dini Allah için yaşama gayreti olursa Allah da bize Salih’e -aleyhisselam- verdiği cevaptan verecektir. İnşallah bu cevaba mazhar olabilmek ümidi ile çalışıp gayret edelim.
KAPAK Mahmut Aveder
LUT
-aleyhisselamİ
şte Lût -aleyhisselam- böyle azgın, livâtacı, putperest bir kavme peygamber olarak gönderilmişti. Her peygamberin yaptığı gibi O da bu azgın kavmi imana davet etti. Putçuluktan vazgeçmelerini ve o zamana kadar hiçbir kavimde görülmeyen livâtacılığı terk etmelerini istedi. Durmadan, dinlenmeden, gecegündüz demeden, davetine devam etti. Ancak daveti onlara hiç mi hiç tesir etmiyordu. Onlar azgınlıklarına hız kesmeden, ara vermeden devam ediyorlardı.
H
azret-i Lût, İbrahim aleyhisselâm’ın kardeşi Haran’ın oğludur. Hz. İbrahim -aleyhisselam- , Lût -aleyhisselam- ve Sâre Validemiz, doğup büyüdüğü yurdundan çıkıp önce Harran’a, oradan Şam’a hicret etti. Lût aleyhisselam, Sodom halkına peygamber olarak gönderildiği için gidip Sodom’a yerleşti.
dalanmak isteyen şeytan, Sodomlular’a yaşlı bir insan sûretinde gelerek onlara; şayet livata yaparsanız size musallat olamazlar siz de onlardan kurtulmuş olursunuz, diye telkinde bulundu. Halk kısa surede bu çirkin fiili işlemeye başladı üstelik açıktan yapıyorlardı. Bunu yapmayanları da küçümsediler. Sahip olduklarına şükredeceklerine nankörlük edip, eşine rastlanmaz bir azgınlık içerisine düştüler. İnsanoğlu bir kere nefsine, şeytana uymasın, o vakit yapmayacağı kötülük kalmaz. Aklını kötü yollarda kullanmaya kalkmasın, o zaman şeytanı bile ürkütecek melanetler yapabilir.
Sodom halkı o zamana kadar hiçbir kavmin yapmadığı çok çirkin bir iş yapıyor, erkek erkekle temas ediyor, yani livata yapıyorlardı. Sodom ve Gomore toprakları, başka yerlerde yetişmeyen meyvelerin yetiştiği verimli topraklara sahip olduğundan başka milletlerce ele geçirilmeye çalışılırdı. Bu durumdan fay-
İnsanlar arasında farklı imkânlara, farklı 16
“E
mrimiz gelince onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. (O taşlar), Rabb’in katında işaretlenerek (atılmıştır) Onlar zâlimlerden uzak değildir.” (Hûd, 82-83) kabiliyetlere ve özelliklere sahipseniz, çok dikkatli olmak zorundasınız. Çünkü kötü düşünceli, kötü karakterli insanların, toplumların kıskanmalarına sebep olabilirsiniz. Elimizde bulunan nimetlere, Allah Teâlâ’nın lutfettiği çeşit çeşit kabiliyetlere göz diken fasıklarla, hasitlerle mücadele ederken sakın ola ki İslâm dışı yollara başvurmayalım. “Ne olursa olsun zengin olalım, ne olursa olsun bir makama gelelim” diye dinimizden, davamızdan taviz vermeyelim. Allah Teâlâ’nın haram kıldığı yollara başvurmayalım. Sodom halkının akıbetini düşünelim. Kendimizi sürekli kontrol altında tutalım.
Livâta, aşağılık bir fiildir. Bir müslüman, kendisi için helal olan yolu bırakıp, erkek erkeğe ilişki kurmak gibi bir alçaklığı, rezilliği, zilleti asla yapamaz. Bu fiil dinen, aklen, fıtraten her yönüyle çirkin, tiksindirici, büyük bir günahtır. Bu hususta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim için
Lût kavmi aynı zamanda putperesttiler. Puta tapıyor, onlara büyük saygı gösteriyor, 17
HAZİRAN 2015 / 323
onları ilah ediniyorlardı. Bu aşağılık kavim, putçuluk ve livâtacılığın yanında; başka azgınlıklar, kötülükler de yapıyordu. Memleketlerine gelen yolculara, misafirlere çeşit çeşit eziyet etmekten zevk alıyorlardı. Yolların üzerine oturuyor, yabancı misafirleri taşa tutuyorlardı. Yani insanî özelliklerini, güzelliklerini kaybetmişler, sûreten insan, rûhen hayvanlardan da aşağı bir duruma düşmüşlerdi.
la evlenmişti. Bu kadın iman etmediği gibi, kavminin kötülüklerine yardımcı oldu, ihanet etti. Kadının, hem de sâlih bir kulun, bir peygamberin eşinin ihaneti, ahlaksız, putperest kavmiyle beraber oluşu, onların kötülüklerine yardımcı oluşu, büyük bir ibretle, büyük bir hayretle müşahede edilmelidir. Allah Teâlâ, Lût’un -aleyhisselam- ve kendine iman eden iki kızını o aşağılık kavmin şerrinden kurtardı ve o azgın kavmi kıyamete kadar gelecek bütün insanlara ibret olacak şekilde helak etti. Allah Teâlâ, Lût kavminin yaşadığı beldeleri altlarını üstlerine getirerek helak etmeleri için melekler gönderdi.
en çok korktuğum şeylerden birisi de, Lût Kavminin amelini yapmasıdır.” (İbni Mace) buyurmaktadır. İşte Lût -aleyhisselam- böyle azgın, livâtacı, putperest bir kavme peygamber olarak gönderilmişti. Her peygamberin yaptığı gibi O da bu azgın kavmi imana davet etti. Putçuluktan vazgeçmelerini ve o zamana kadar hiçbir kavimde görülmeyen livâtacılığı terk etmelerini istedi. Durmadan, dinlenmeden, gece-gündüz demeden, davetine devam etti. Ancak daveti onlara hiç mi hiç tesir etmiyordu. Onlar azgınlıklarına hız kesmeden, ara vermeden devam ediyorlardı.
Bu melekler çok güzel delikanlılar sûretinde Lût’a -aleyhisselam- gittiler. Lût’un -aleyhisselam- karısı, genç ve güzel delikanlılar sûretinde gelen melekleri görünce, hemen kavminin yanına gitti. “Bu gece Lût’a -aleyhisselam- öyle misafirler geldi ki, güzellik yönünden onların bir benzeri görülmemiştir.” dedi. Bunun üzerine koşarak Lût’un -aleyhisselam- hanesine geldiler. Lût’dan -aleyhisselam- misafirlerini istediler. Lût -aleyhisselam- misafirleri için büyük bir endişeye kapıldı.
Lût -aleyhisselam-, onların içinde yirmi dokuz yıl kadar kaldı. Onları, bir olan Allah’a ibâdete ve yapageldikleri haksızlık ve ahlaksızlıkları bırakmağa davet etmekten’, davetini, kabul ve tevbe etmedikleri takdirde azaba uğrayacaklarını haber vermekten geri durmadı.
O, azgın, aşağılık kavme: “Ey kavmim! Benim kızlarım mesabesinde olan hanımlarınız dururken, bu çirkin işe niçin tevessül ediyorsunuz?” dedi. Ancak bu ahmak reziller aldırış etmediler.
Lût’un -aleyhisselam- davetine icabet etmeyen Sodom halkı, bununla da kalmayıp O’nu, memleketlerinden sürüp çıkarmakla tehdit ettiler.
Bunun üzerine melekler: “Senin dayanağın çok güçlüdür. Kapıyı aç. Biz Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçileriz.” dediler.
“Ya davetten vazgeçersin, ya da bu beldeden çıkarılırsın.” dediler. Bu tehditleri ile başlarına gelecek azabı davet etmiş oldular.
Lût -aleyhisselam- kapıyı açtı. Bir rivayete göre Cibril -aleyhisselam- yüzlerine kanadıyla vurdu, diğer bir rivayete göre yerden bir avuç toprak alıp yüzlerine saçtı, gözleri
Lût’un -aleyhisselam- birinci hanımı vefat ettikten sonra Sodom halkından bir kadın18
görmez oldu. Bu durumdan ibret alamayan zorbalar, aşağılık ahmaklar, şöyle diyorlardı:
ismi yazılı idi. Sodom ve Gomore’nin bulunduğu yerde, şimdi deniz seviyesinden 400 metre aşağıda bulunan Lût Gölü bulunmaktadır. Bu gölün suyu hâlâ pis kokular yaymaktadır. Gölde balık ve benzeri hiçbir canlı yaşamamaktadır. Onun için Lût Gölü’ne Ölü Deniz de denilmektedir.
“Lût’un evinde yeryüzünün en büyük sihirbazları var. Bize sihir ettiler de gözlerimiz görmez oldu.” Perişan bir şekilde dağılıp gittiler. Sonra melekler Lût’a -aleyhisselamSodom’un helakını haber verdiler:
Lût -aleyhisselam-, kavmi helak olduktan sonra kızlarıyla beraber amcası İbrahim aleyhisselamın yanına gitti. Böylece küfürleri, azgınlıkları, aşağılık amelleri ve yaptıkları çeşit çeşit ahlaksızları sebebiyle bir kavim daha yeryüzünden silinip gitti. Hem de hisse alabilenler için büyük bir ibret olarak.
“(Melekler) Ey Lût! Biz Rabb’inin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (buradan) yürü çık. Karından başka sizden hiçbiri geri kalmasın. Çünkü onlara gelecek (azap), şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (helak) zamanı sabahtır. Sabah yakın değil mi? dediler.” (Hûd, 81)
Sodom ve Gomore’nin yerle bir oluşu, altının üstüne getirilişi, Lût kavminin bu dehşetengiz sonucu, her aklı başında insan, her aklı başında toplum için çok büyük bir ibrettir.
Allah Teâlâ Lût Kavminin helakını çeşitli surelerde şöyle haber vermektedir: “Emrimiz gelince onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. (O taşlar), Rabb’in katında işaretlenerek (atılmıştır) Onlar zâlimlerden uzak değildir.” (Hûd, 8283)
Tarihte benzeri olaylar olagelmiştir. Bunlardan en dikkat çekici, ibretâmiz olanı Pompei şehrinin yok oluşudur. İtalya’nın Napoli şehri yakınlarında bulunan Pompei’nin halkı da aynı Sodom ve Gomore halkı gibi livâtacı idi. İtalya’da Vezüv Yanardağı’nın eteklerinde mâmur bir şehir olan Pompei, miladî 70’li yıllarda Vezüv Yanardağı’nın aniden faaliyete geçmesi üzerine lavlar altında kaldı. Pompei halkı, o pis fiili yaptıkları halde, o hal üzere taşlaşıp kalmışlardı.
“İşrak zamanında (güneş doğarken) onları o korkunç ses yakaladı. Böylece ülkelerinin, üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. İşte bunda düşünen, ferasetli kimseler için ibretler vardır. O şehrin harabeleri bir yol üzerinde hâlâ durmaktadır. Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.” (Hicr, 73-77) Nihayet Lût -aleyhisselam- iki kızıyla beraber geceleyin Sodom’dan ayrıldı. Sabah güneş doğarken korkunç bir ses işitildi. Ardından Cibril-i Emin kanadıyla Sodom ve Gomore’yi göklere yükseltip, yere çaktı, altını üstüne getirdi. Sonra gökten üzerlerine taşlar yağdırıldı. Gökten yağdırılan her taşın üzerinde isabet edip öldüreceği zorbanın
Ne mutlu aklını hayır işlerde kullanana, hadiselerden ibret alıp ders çıkarana! Yazıklar olsun, aklını hevasına uydurana, sapıtıp azana!.. 19
HAZİRAN 2015 / 323
Allah Teâlâ insana niçin akıl vermiş? Tefekkür edelim. Hakkı, batılı birbirinden ayıralım. Bizi yaratan Rabb’imizi tanıyıp teslim olalım, kulluğumuzun gereğini yapalım diye.
KAPAK Mustafa Sefa Çakır kapak@ilkadimdergisi.net
ŞUAYB VE DAVETİ “Ş
uayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şuayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.” Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.” (A’raf, 90-92)
K
ur’an-ı Kerim’de kıssalar ciddi bir oran teşkil eder ve bu kıssalar üzerinden Rabbimiz mesajını bizlere beliğ bir biçimde ulaştırır. Kur’an kıssalarının üç boyutu vardır;
bize yansıyan, yansıması gereken boyutu. Eğer böyle düşünmez de sadece anlatılan zamana takılır kalırsak murad hâsıl olmaz, hâşâ Rabbimiz yalnızca bize tarihi birer bilgi aktarmış olur.
Kıssada anlatılan ve yaşanan zamanı yansıtan boyutu,
Kıssaların Kur’an’da bir anlatılış üslubu vardır. Tabir-i caizse sanki bir film sahne sahne aktarılır. Ama bazen bu sahneler arasında boşluklar vardır, filmlerde de örneğin, “on sene sonra” vs. denilir ya bazen onun gibi. Kimi tarihçiler veya müfessirler bu boşlukları doldurmaya çalışmıştır -ki genelde
Bu anlatılanların Mekke’de Hazreti Muhammed’in -aleyhisselam- dönemine yansıyan boyutu, Son olarak da bugüne ve buraya yani 20
İsrailiyyat’tan- bu da asıl mesajı gölgeleme tehlikesini içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla bizler kıssaların Kur’an’da ve hadislerde geçen taraflarını almalı, gereksiz bilgilere boğmamalıyız.
den size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.” (A’raf, 85)
Bizlere kıssası anlatılan peygamberlerden birisi de Hz. İbrahim’in soyundan gelen, Hz. Musa’nın kayınpederi ve bir nevi piştiği ocağı olan, edeb timsali kızları da Kur’an’da zikredilen Şuayb’dır. Şuayb -aleyhisselamMedyen ve Eyke halkına nebi olarak gönderilmiştir. Bu iki farklı isimle anılan toplumun iki ayrı toplum olduğunu söyleyenler olduğu gibi aynı toplumun iki farklı isimle anıldığını söyleyen müfessirler de olmuştur.
Kardeşleri, yani bildikleri, içlerinden çıkan Şuayb... Ve işte tüm davetçilerin ortak mesajı: Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Sonrasında da içinde bulunduğu toplumun temel sorunu; ölçü ve tartıda hile. Hindistan bölgesinde İslam’ın nasıl yayıldığını az çok duymuşuzdur; dürüst Müslüman tacirler aracılığıyla. Demek ki bu mesele ne kadar önemli ki toplumların kurtuluşuna vesile olduğu gibi helakine de vesile olabiliyor. O halde biz de bu meseleyi önemsemeli davetimizin maddeleri arasına almalıyız. Hele de ‘güven’in çokça zayıfladığı zamanımızda ve coğrafyamızda. Tıpkı Hz. Muhammed’in -aleyhisselam- toplumundaki Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin, Ebu Süfyanların ticari zulümlerine karşı koyduğu gibi.
İslam, yeryüzüne tevhid ve adaleti hâkim kılmak için ilk insandan beri süregelen dinin, davanın, mücadelenin adıdır. Ne tevhidsiz adalet ne de adaletsiz tevhid anlamlıdır. Yeryüzü bazen bunlardan birinin olduğu dönemlere tanık olmuştur, bazen ikisinin olduğu dönemlere bazen de ikisinin de olmadığı dönemlere. Sayıları yüz yirmi dört bini bulan peygamberler zincirinin bir halkası olan Şuayb de -aleyhisselam- işte hem tevhidden hem de adaletten mahrum bir topluma gönderilmiştir. Toplumun öne çıkan helak sebebi ise tartıda/ölçüde hile yapmalarıdır. “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.” (Mutaffifin, 1-3)
Gözü tok gönlü tok Müslüman ticaret erbabının örnekliğine muhtacız. İki cihanda da kazanacak olan bu kimselerdir. Hem de basit bir kazanç değil. “Dürüst, sözüne ve işine güvenilen tüccar, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû 4; İbn Mâce, Ticârât 1)
Konu A’raf, Hud ve Şu’ara surelerinde etraflıca işlenmektedir. Buralarda değinilen meseleleri şu şekilde ele alabiliriz:
“Malın ayıbını ve fiyatını gizlediler ve yalan söyledilerse, belki karları olur fakat alışverişin bereketini mahvederler. Yalan yemin malı sattırır fakat kazancı mahveder.” (Buhari)
“Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbiniz21
HAZİRAN 2015 / 323
Yine Buharî’de geçen şu hadis de ticaretle ilgili önemli bir noktayı işaret etmektedir, yalan yere ve çokça yemin ederek mal satma hastalığı:
“M
Kıssa devam eder;
edyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.” (A’raf, 85)
“Bir de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?” (A’raf, 86) Müşrik toplulukların temel özellikleri; mü’minleri Allah yolundan çevirme çabası. Bu konuda ne kadar sebatlı ve azimli olduklarını görüyoruz. Batıl dava müntesibleri böyleyken biz inandığımız hakikatler için daha fazla çaba göstermeli değil miyiz? “Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (A’raf, 87) 22
olmak. Ne acı! Bugün de içinde yaşadığımız toplumda durum aynı değil mi? İnfak hayatlardan nasıl da çekiliyor, faiz nasıl da normalleşiyor, neredeyse her eve giriyor dersiniz? Tekasür suresinde denildiği gibi: Mal çoğaltma arzusu, sizi kabirlere girinceye kadar oyaladı... (Tekasür, 1-2)
“Şuayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şuayb, “İstemesek de mi?” dedi.” (A’raf, 88) Bu tepki her çağda aynıdır. İnsanları ya kendisi gibi düşünmeye hatta hissetmeye (mesela: sev ya da terk etmeye), sürülmeye çağırmışlardır. Ama mü’minlerin tavırları zorba müşriklere karşı hep direnmek ve sabretmek olmuştur. Tıpkı Hz. Peygamberin Mekke’den sürülüşü ve mücadelesi gibi, tıpkı Şeyhülislam İbn Teymiyye’nin şu sözlerinde olduğu gibi; ‘Düşmanlarım bana ne yapabilir ki; hapse atılmam halvet, sürülmem hicret, öldürülmem ise şehadettir...’ Ve Hz. Şuayb:
“Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” (Hud, 84) “Eyke”, birbirine girmiş sık ağaçlar demektir. Şuayb’ın -aleyhisselam- kavmi ağaçlık bir bölgede yaşadığı için onlara “Eyke halkı” denmiştir. Bu isimden bile aslında kavmin ne kadar bolluk içinde olduğunu görüyoruz, buna rağmen haksız kazanç onları ne hale getiriyor. Bolluğa rağmen bu yollara tevessül size de tanıdık geldi mi?
“Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (A’raf, 89)
“Dediler ki: “Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salatın mı emrediyor? Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.” (Hud, 87)
“Şuayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şuayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.” Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.” (A’raf, 90-92)
“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?/ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!/ Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!/ Adam aldırmam da geç git! , diyemem aldırırım./ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!” hali...
Dünya sevgisi, daha çok mal arzusuyla harama yönelmek, kul hakkı yemek, malı yığmak ama sonunda hiç yaşamamış gibi 23
HAZİRAN 2015 / 323
İşte namazın gerçek işlevi, sahibini kötülüklerden alıkoyduğu gibi çevresine de nizam veriyor. İşte devrimci duruş. Ve işte Akif’in diliyle:
HİZMET ADABI Nureddin Soyak nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net
“Rabbimin Vahyettiklerini Tebliğ Ediyorum” Tebliğcilerin vazifesi sadece nasihattir, hatırlatmadır. İster müslim ister gayri müslim olsun tatlı sözle uyarmak gerekir. İnkârcıları imana zorlamaya kalkışmak haddi aşmaktır, kendi iradesini Allah’ın iradesi üstüne çıkarmaya kalkışmak, tabir caizse Allah’dan çok Allah’cı olmaya kalkışmaktır. İnsana böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Geçmişte ve günümüzde bu yanlışı yapanlar, hem sapmış hem de saptırmışlardır.
R
asuller ve nebiler başta olmak üzere, peygamber varisi âlimler, Rabbinden vahyedilenleri insanlara tebliğe memurdurlar. Rasul ve nebi süreci Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizle kapanmıştır. Efendimizin vefatıyla birlikte hulefa-i raşidin başta olmak üzere tebliğ vazifesi ulemanın ve ümeranın omuzlarında günümüze kadar gelmiştir. O günden bu güne münafık ve cahiller başta olmak üzere, dini yanlış anlama ve anlatma faaliyetleri de sürüp gitmektedir. Kur’an ve Sünnet’ten mahrum, bidat ve sapık fırkalar dini tahrife devam etmektedirler. Günümüzde dünyanın dört bir tarafında dinin bir ucundan tutarak, dinin bütünü gibi toplumlara dayatan bir kısım umera, ulema cahil guruplar mantar gibi yayılmaktadır. “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat edediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.” (A’raf, 62) Her geçen gün Kur’an ve Sünnet’i anlama anlatma ve yaşama gayreti daha da önem arzetmektedir. Kendi indi mütalaalarını din gibi
sunma gayretinde olanlara karşı çok dikkatli olmalıdır. Bu kişiler bu kanaatlerinde o kadar ileri gitmektedirler ki onlar gibi düşünüp onlar gibi hareket etmeyenleri din dışılıkla itham ederek, katlini bile caiz görmektedirler. Bunlar haddini aşan cahillerdir. Peygamberler bile sadece Rabbinin vahyini tebliğe memurken bunlar vahyi keyiflerine göre yorumlamaktadırlar. Rabbimiz buyurdu ki: “Ancak Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allaha ve Rasulüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin, 23) “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.” (Maide, 67) Tebliğ konusu dinin ikamesi noktasında çok önemli bir husustur. Bu hususu ihmal etmemeleri noktasında peygamberler bile tehdide ma24
ruz kalmışlardır. Rasullerin yolunu izini takib eden, ümera ve ulema da Rabbından gelen vahyi eğip bükmeden dosdoğru tebliğe memurdur. Bu konunun ihmali hakkın zail olmasına sebep olur ki, bu büyük bir vebaldir. Rabbimiz buyurdu ki: “Rabbimin vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.” (A’raf-68) Tebliğcide bulunan en önemli vasıf, güvenilir olmasıdır. Güvenilir olmayan hiçbir tebliğciden hayır gelmez. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize toplumu, peygamber olmadan “Muhammed-ül emin” demelerine rağmen küfürde direnmişlerdir. Rabbimiz buyurdu ki: “Artık, Salih onlardan yüz çevirdi ve ‘Andolsun ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatte bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz’ dedi.” (A’raf, 79) İnsanların çoğu nasihate karşı ilgisiz kalmış yahut şiddetle karşı koymuştur. Toplumumuzdaki nerden geldiği belli olmayan “Nasihate karnım tok” sözü bu hakikati açıkça beyan etmektedir. Her şeyi mideden, çıkar ve menfaatten anlama anlayışı, İslami bir anlayış tarzı değildir. Mü’min nasihatten hoşlanır. Âlimleri salihlerin nasihatlerine kulak verir. Hatta onlardan özel nasihatler dinler. Nasihat dinlemeyi sevmemek mü’mine yakışmaz. “Bize düşen apaçık bir tebliğdir.” (Yasin, 17) “Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.” (Nahl, 82) Ulema ve ümeraya düşen, Rabbin vahyini açık bir tebliğden ibarettir. “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, onların hasabından bir şey yoktur. Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.” (Enam, 69) Rabbimiz insanoğluna o kadar güzel bir akıl nimeti ihsan etmiş ki, o herhangi bir şekilde örtülmemişse ona nasihat yeter. Eğer örtülmüşse ona bir şey fayda vermez. “Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.” (Yasin, 10)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?”(Yunus, 99) Tebliğcilerin vazifesi sadece nasihattir, hatırlatmadır. İster müslim ister gayri müslim olsun tatlı sözle uyarmak gerekir. İnkârcıları imana zorlamaya kalkışmak haddi aşmaktır, kendi iradesini Allah’ın iradesi üstüne çıkarmaya kalkışmak, tabir caizse Allah’dan çok Allah’cı olmaya kalkışmaktır. İnsana böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Geçmişte ve günümüzde bu yanlışı yapanlar, hem sapmış hem de saptırmışlardır. “Kim, Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenlerden daha zalimdir? Şüphesiz biz suçlulardan intikam alıcıyız.” (Secde, 22) İnkârcılara inkârlarından dolayı Rabbimiz gerekli cezayı verecektir. Kulların vazifesi tebliğdir. “Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bir lutuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine, eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lutufta bulunmuş oluyor.” (Hucurat, 17) İmanı, ibadetleri, muamelelerde hak üzere olmayı Allah bir kuluna lutfetmişse, Allah’ın dinine hizmet etmeyi nasip etmişse minnettar olması gereken kendileridir. Bundan dolayı kimseden minnet bekleme hakları yoktur. “(Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir topluluğa nasıl üzülürüm?” (Araf, 93) Nasihat dinlemeyenler, tebliğe kulaklarını tıkayanlar, ister kâfir, ister münafık, isterse de mümin olsun ilahi cezayı hak etmiş olurlar. Bunlar için acımak anlamsızdır. Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz. “Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (Enam, 130) Mü’minler küffara tebliği bıraktı, birbirlerine kendi anladıkları İslam’ı dayatmaya başladı. Bunun neticesi de bu gün gelinen durum… Rabbimiz yar ve yardımcımız olsun. 25
KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan selim.armagan@ilkadimdergisi.net
Allah Yaptıklarımızı Bilir “Sana vahiy edilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 45)
A
dur?” (Kamer, 17) ayetini gerçekleştiren bir okuyuştur.
yet-i kerime biz mü’minlere bilinç oluşturan ayetlerin en önemlilerindendir. Bunlar okuma bilinci, namaz bilinci, edep bilinci, zikir bilinci ve murakabe (Gözetim altında olma) bilinci şeklinde özetlenebilir.
Bu okuyuş; Mü’min kalbin iç âleminde peygamberlerin ve ümmetlerinin halleriyle hallenerek, düşüncelere dalarak ve bu arada namaza da huşu içinde devam ederek okumaktır. Tıpkı; Peygamber s.a.v. ve sahabeleri gibi; gece kakıp bütün gönlüyle Rabbine yönelerek, ağır ağır, tane tane Allah’a tevekkül ederek, hikmetleri düşünerek dilinin söylediğini kulağı duyan kalbi ürperen zerremize kadar iman dolu bir okuyuştur.
Ayet-i kerimenin ilk muhatabının Efendimiz s.a.v. olduğu aşikârdır. Ona iman etmiş yolunu yol edinmiş mü’minler olarak kendimizi Efendimizin yerine yani ayetin ilk muhatabı konumuna koyarsak yüce Rabbimizin bize verdiği ilk görevlerimizi ve bunların yararlarını müşahede ederiz.
Bu okuyuş; ayetler okununca göğsü daralan, sıkıntılanan ve Kuranî tabirle içi pislik dolu bir okuyuş değildir.
Ayet-i Kerimeye göre ilk görev, Kur’an okuma bilincine sahip olmaktır. İlk vahiy de, “Seni yaratan rabbinin adıyla oku…” ayetleridir. Okumanın birçok ifadesi olmakla birlikte burada okumanın Kur’an-ı Kerim okumak üzerinde yoğunlaşılıyor.
Bu okuyuş; Tevrat’ın gereğini yerine getirmeyerek ilahi hitapta kitap yüklü eşeğin durumu gibi örneklenen şuursuz, bilinçsiz ve bilgisiz bir okuyuş değildir.
Bu okuyuş; Başkalarına okumak, başkalarını davet etmek, başkalarına anlatmak için değildir. Bu okuyuş vird ederek, devamlı olarak tekrar tekrar ve güzel güzel okumaktır.
Bu okuyuş; “…Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan ga-
Bu okuyuş; “And olsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu26
fil değildir.” (Bakara, 85) ayetindeki gibi bir okuyuş değildir.
manevi mikroplardan koruyan ilahi bir kalkandır.
Bu okuyuş; “Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur’an’ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar…” (Buhâri Şerif) Hadisi Şerifindeki okuyucunun kıraati hiç değildir.
Okuduğu kendisine fayda vermemiş, kıldığı namaz kendisini kötülükten alı koymamış, ilahi gözetimden -murakabeden- uzak olanlar aslında hiç Kur’an okumamış hiç namaz kılmamışlardır. Gerçekten namaz fahşadan, yani açık çirkinlikten, edepsizlikten, fuhşiyattan ve münkerden; aklın ve şer’in beğenmeyeceği uygunsuzluktan ve günahtan alıkoyar. Çirkinlikten ve uygunsuzluktan uzaklaştırır. Doğru bir şekilde namaza devam edildikçe iyilikler artar. Efendimiz buyurmuştur ki: “Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazla Allah’tan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz”
Bu okuyuş; “Biz bu Kuran’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” (Haşir, 21) ayetindeki gibi mesuliyeti omuzlarında hissederek bir okuyuştur. Bu okuyuş; “Allah, kelamın en güzelini ikizli, ahenkli bir kitap olarak indirdi. Ondan Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Allah’ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.” (Zümer, 23) fermanındaki gibi derileri ürperten bir okuyuştur.
Tâhâ Suresi’nde “Beni anmak için namaz kıl.” (14) buyrulduğu üzere Allah’ı anmak; namaz en büyük iştir. Yani asıl bütün incelikleri, detayları ve gerçeği ile Allah Teâlâ’yı anmak ve O’nun azamet ve kibriyası huzurunda kulun değişiklikleri ve tavırları ile acizlik ve ihtiyacını arz etmesi demek olan namaz, en büyük amel veya açık ve gizli kötülüklerden men için en büyük sebeptir. Çünkü namaz Allah’a bağlanma durumudur. Bu yüzden kişi namazla birlikte büyük günah işlemekten, kötülüklere bulaşmaktan utanır, bu şekilde Allah’ın karşısına çıkmaktan sıkılır. Namaz arınmadır, kötülüklerden soyutlanmadır. Kötülüklerin kiri, iğrenç davranışların ağırlığı namazla uyuşmazlar:
Bu kılınan namaz; Hz. İbrahim a.s.ın, İsmail a.s.’nin, İsa a.s.ın, Muhammed a.s.’ın ve tüm enbiyanın kıldığı namazdır. Bu namaz huşu içinde kılınan ve insanı dünya ve ahirette kurtaran namazdır. Bu namaz; “Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.” (Nisa, 142) Hükmü ilahisindeki gibi yalancı, riyakâr ve münafık tiplerin namazı değildir. Bu namaz ; “Vay o namaz kılanların haline ki, Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler. Gösteriş yaparlar onlar.” (Maun, 4) ayetindeki gibi ne yaptığını bilmeyen şuursuzların namazı değildir.
“Allah ne yaptığınızı bilir.” Hiçbir şey, hiçbir durum O’na gizli kapaklı kalmaz. Hepimiz O’na döneceğiz. Yaptıklarımıza göre hak ettiğinizle karşılaşacağız.
Bu namaz; en dipten ta gönüllerin derinliğinden kuldan Rabbe bir miraçtır. Bu namaz fuhşiyattan ve kötülükten alı koyan vücudu 27
HAZİRAN 2015 / 323
Namazı gerçek anlamda kılmak ile namazın gerektirdiği hareketleri yapmak arasında büyük fark vardır. Namaz gerçek anlamda kılındığı zaman Allah’ı anmaktır. “Allah’ı anmak en büyük ibadettir.” Kesin olarak büyüktür, her türlü heyecandan, her türlü özlemden büyüktür. Bütün ibadetlerden ve içten yakarışlardan daha büyüktür.
HADİS İKLİMİ Ziya Ökçe z.okce@ilkadimdergisi.net
Güzel Hasletlerde Öncü Olabilmek
B
askerin başına geçen Sultan Alparslan; gittiği Malezya ve Endonezya’da, ticarette gösterdiği dürüstlük ve ahlâkla orada İslâmiyet’in yayılmasına vesile olan tüccar; misafir olduğu evin odasında bulunan Kur’ân-ı Kerîm’e hürmeten sabaha kadar yatağına yatamayan hatta yorganını dahi bozmadan ibadetle geceyi geçiren Osman Gazi; Türkistan evliyâsından Ahmet Yesevî Hazretleri; Kendisi siftah yapınca, gelen müşteriyi komşusuna gönderen Ecdad; harp yolunda ilerlerken, bağlardan bahçelerden geçen çevreye zarar vermeyen, kırıp dökmeyen ve kendisine ait olmayan hiç bir şeye el sürmeyen asakir; “Bir askerin torbasından bir ekşi elma dahi çıksaydı, Mısır Seferi’ni iptal ederdim.” diye şükreden bir Yavuz Sultan Selim Han... bütün bu güzelliklerin en mükemmel bir şekilde yetişmesine rehber, önder ve sebeb-i irsal olan Allah Resülü (sav) Efendimiz’i örnek alan yakın tarihin sayısız destânî misallerinden bazılarıdır.
ugün her şeyin madde, makam, şöhret ve kariyerle ölçüldüğü bir zamanda yaşıyoruz ki bu da manevi ve gönül yönü olan işlerin maalesef birçok insan tarafından geri plana atılıp ötelenmesine neden olmaktadır. Ölçü ve dengede görülen sapmalar haliyle zafiyetler yaşatır insanoğluna. Hâlbuki insanlar arasındaki ilişkilerde manevi ve gönül boyutu ihmal edilmeyecek kadar önemlidir. Rabbimizin : ‘’Gerçekten Allah’ı, ahiret gününü arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, size, Allah’ın Rasûlünde (takib edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır.’’ (Ahzab, 21) buyruğundan, Rasûlullah(sav)’in bütün güzellik ve değerleri havi pratiğiyle en mükemmel mânâda zuhur ettiği âli şahsiyeti bizler için kıyâmete kadar rol model, Kur’ani ifadesiyle ‘’Üsve-i Hasene’’ olduğu müjdesini almaktayız. O’ndan feyizlenen peygamber vârisleri olan Hakk dostu alim, abid ve sâlih zâtlar; Allah Rasulü (sav)’i yansıtan ayna hükmünde; önder ve rehberlikleriyle tüm insanlığın mürşidi olmuşlardır.
Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre; alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (sav) Efendimiz, güzel hasletlerle ilgili olarak, bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
İnsan, yaratılışı itibari ile duyduğunu değil, gözüyle gördüğünü daha iyi ve kolay algılama ve anlama kabiliyetinde yaratılmıştır. Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entaktır (daha iyi konuşur) denilmiştir. Bundan dolayı peygamberler başta olmak üzere insanlara hidayet yolunu gösteren bütün mübelliğler; tüm olumsuz şartlara rağmen, sarsılmaz duruş, hâl ve kâlleriyle insanlığı aydınlatan birer davetçi olmuşlardır.
“Rabbim bana dokuz ahlakla ahlaklanmamı; dokuz huyu ahlak edinmemi emrediyor. Ben de size ey ümmetim bu dokuz huyu ahlak edinmenizi emrediyorum: 1- Yalnız veya halkın arasında olduğunda Allah (c.c.)’ın azabından korkacaksın. Allah’ın her yerde seni gördüğünü bileceksin.
Malazgirt Harbi’nde beyaz elbisesini giyip 28
2- Gerek neşeli gerekse öfkeli anlarında daima adaletle davranacak, hakkı söyleyeceksin.
dü vermiştir: “Sana gelmeyene git, vermeyene ver, zulmedeni affet.”( Müsned-i Ahmed b. Hanbel: 37/17915).
3- Bollukta ve darlıkta iktisattan ayrılmayacak ve israf yapmayacaksın.
Müslüman kardeşin sana kötülük mü yaptı? “İnsandır; kasden yapmaz; Müslüman Müslüman’a zulmetmez; yanlışlık olabilir; sehven olmuştur; hata yapmıştır” diyebilmeli bir insan. “Allah benim sabahtan akşama kadar kaç tane hatamı affediyor!” diye düşünmeli. Allah’ın boyasıyla, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmak belki de insanın kendisine zulmedeni bir affediştir.
4- Zulmedeni affedeceksin. 5- Gelmeyene gideceksin. 6- Vermeyene vereceksin. 7- Konuşman zikir olacak. 8- Susman tefekkür olacak. 9- Bakışın ibret almak için olacak.’’(Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i, İmam’ı Kurtubi’nin Tefsiri).
Söz konusu bu dokuz hasletle teçhiz olmuş bir insandan topluma zarar gelir mi? Böyle güzel huylu rahmet insanından, toplumun malına, canına, namusuna, çoluğuna, çocuğuna, mahallesine, yoluna, caddesine, işyerine ve kamu alanlarına zarar verebileceği tasavvur edilebilir mi? Efendimiz’in en mükemmel rehberliği doğrultusunda onun gibi yaşamaya çalışmak gayret ve azmiyle, rahmet iklimi içinde hayvanı dahi koruyup kollama adına vakıflar kurmuş şanlı bir medeniyetin, yeniden ihyası ve tüm canlıların huzura kavuşması için gayret kuşağını kuşanmış hizmet insanından kötülük beklenir mi?
Söz konusu hadisle alakalı merhum Ali Ulvi Kurucu Hatıralar adlı eserinde dedesi Hacı Veyis Efendiden güzel uygulamalar aktararak, Sünnet-i Resulullah’a uyulması hâlinde çok güzel hasletlerin ortaya çıktığını ifade eder. İmam-ı Şâfii Hazretleri; ‘’Eğer Kur’an-ı Kerim, yalnız Asr Suresinden ibaret olsaydı, yine de insanlığı mes’ud etmek için kâfi gelirdi.’’ buyurmuş. Aynı anlayışla ulemâ-i amilin, insanlığa yetecek bir hadis olarak hangi hadisi-i şerif’in kifayet edeceğine işaret etmişlerdir diye düşünürken, karşımıza merhum Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarında yer verdiği işte bu emri peygamberi zahir olmuştur.
Netice olarak herkese iyilik yapmalı; kötülük edenlere, kötülükle karşılık vermemelidir. Halîm selîm kimse, dâimâ neşeli, rahat olur. Kendisini herkes medheder. Câfer-i Sâdık hazretlerinin buyurduğu gibi:
İnsanın ayaklı kütüphane olmasına, aşırı bilgi yüklenmesine, ilim öğreneceğim diye kendini paralamasına gerek yoktur. Sahabe-i kiram on ayet ezberleyip, onlarla amel ettikten, bu ayetleri yaşamaya başladıktan sonra diğer ayetleri öğrenmeye ve uygulamaya geçerlerdi. Bilgi ve teknik çağında yaşıyoruz. İlim ve irfan adına çok şeyler biliyoruz. İlmimizi kendi yararımıza değil de sanki başkaları için öğreniyoruz. Malının zekât ve sadakasını vermeyen zenginlerin yaptığı gibi bildiklerimizi tatbik etmiyor, yaşamıyoruz.
“Üç şey vardır ki, Müslümanları çok aziz, şerefli eder: 1- Kendisine zulmedeni affetmek. 2- Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
İnsanların hatalarını affetmek ve kusurlarını örtmek, hem zor hem de son derece mühim bir vasıftır. Kalbimizi, Rabbimizin razı olduğu güzel hasletlerle bezeyelim. Kendimize insanlığın en güzel örneğini yani Allah Rasulünü rehber edinelim.
Ayrı bir rivayette de; Ukbe bin Âmir, “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana hayır işleri öğretir misin?’’ dediğinde; Rasulullah (sav) cevaben, kılıcına da yazdırdığı şu ifadelerle istenilen öğü29
HAZİRAN 2015 / 323
3- Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak.”
FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net
İMSAK TARTIŞMALARI SEÇİM, OY VERME
R
amazan İmsak Tartışmaları
Müslümanların günahlarından arınman imkanları bulduğu, birlik beraberlik mesajlarının verildiği bu mukaddes ayda imsak ve iftar saatleri konusunda ortaya atılan iddialar İslam âlemini rahatsız ediyor. Diyanet’in takvimine karşı bazı cemaatlerin ve kişilerin kendi takvimlerini oluşturup oruca başlama saatlerini farklı uyguladıkları biliniyor.
Rahmet, mağfiret, birlik, beraberlik ve kardeşlik ayı olan Ramazan ayının gelmesiyle oruç tutanların kafalarını karıştıracak hararetli imsak tartışmaları olmaktadır. Bazen bu tartışmalara katılanların İslam ve ibadetle hiç alakası olmayan kişi ve kuruluşların olduğunu üzülerek takip ediyoruz. 30
İslâm hukukunda, müslümanların devlet başkanına “halife, İmam, mü’minlerin emiri” isimleri verilmiştir. Âyette: “Onların işleri aralarında şûra (danışma) iledir” (eş-Şûrâ, 42/38) buyurulur. Bu âyet, İslâm idaresinin müslümanlar arasında sûrâ esasına dayandığını ifade etmektedir.
Bu konuda; Diyanet, ayetlere ve hadislere dayanarak imsakın ve sabah namazının ilk vaktinin ‘kırmızı şafak değil, beyaz şafağın ilk ışıkları, başlangıcı, enine yayılanı’ olduğunu kabul ediyor. Bunu tespit için de hem hesap yaptırıyor hem de gözlem yaptırıyor. Bunu kabul etmeyen taraf ise şafağın kırmızı olduğunu, bunun da daha geç belirdiğini iddia ediyor. İddiasına nakil ve akıl (bilim) yönünden deliller ileri sürüyor.
Ayrıca, müslüman toplumun, devlet başkanı kontrol edecek, devlet işlerini düzenleme ve yürütmede ona katılacak bir topluluğu seçip görevlendireceğine işaret etmektedir (Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s.143). Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem efendimiz bu hususta; “iş ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekleyiniz” buyurarak işin ehemmiyetini, yüklediği sorumluluğu ve ahrete taalluk eden yönünün de olduğunu dile getirmiştir.
Tarih boyunca müctehid âlimlerimizin İlim ahlakı şöyle demeyi gerektirir: “Benim görüşüm budur ve bana göre bu doğrudur, yanlış olma ihtimali vardır, başka görüşlere de saygım vardır ama katılmıyorum, doğruda olabilir.”Mutlak olmayan yani ayet ve kesin hadislere dayanmayan delillerde yaklaşım bu olmalıdır. İşte bu söylendiği zaman kafalar karışmaz, insanlar bölünmez, ümmet tefrikaya düşmez.
Kimlerin devlet başkanı adayı ve kimlerin de seçmen olacağı âyet, hadis veya icmâ ile belirlenmemiş, ancak İslâm’ın genel prensiplerinden hareket edilerek ehlü’l-hal ve’l-akd meclisi üyelerinde şu vasıfların bulunması öngörülmüştür:
Diyanet’in hem imsak hem de sabah namazının ilk vakti için yaptığı belirleme gönül rahatlığı ile uygulanabilir. Diyanet bunu yaparken uzmanları topluyor, üniversite ile işbirliği yapıyor, samimi ve ilmî bir sonuca ulaşıyor, bunun doğru olduğuna inanıyor ve ilan ediyor.
1) Adâlet: Bu üyelerin her yönü ile doğru bilinen, takvâ ve mürüvvet sahibi olması gerekir. Bu vasıf, İslâm’ın emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir.
Eskilerin deyimiyle “ya imam olacaksın, ya imamı bulacaksın.” Bu konuda, ilmî ehliyete sahip bir heyet tarafından uzun yılların ictihad ve birikimlerinden faydalanan ve devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığına tabi olmak en güzelidir diye düşünüyoruz.
2) Bilgi: İslâm’ın aradığı şart ve vasıflan bilmeye yeterli ilim sahibi olmalıdırlar.
İSLAM’DA VE DEMOKRASİLERDE SEÇME VE SEÇİLME
Hz. Ebu Bekir zamanında Kur’an-ı Kerim’in tek mushafta bir araya getirilmesinin arka planında maslahat vardır.
Bu hususta İslam’ın oluşturduğu Ehlü’l Hal ve’l-Akd Denilen bir müessese vardır. Ehlü’l Hal ve’l-Akd; bir İslâm âmme hukuku terimi olup, İslâm devlet başkanını seçme ve gerektiğinde onu azletme yetkisine sahip olan kimselerin oluşturduğu meclistir.
Devletin başında bir başkan olması insanların maslahatınadır. Başkanın nasıl seçilecek olması ayet ya da hadisle tayin edilmediğinden içtihatla tesbit edilmelidir. Nitekim Hz. Ebu 31
HAZİRAN 2015 / 323
3) Görüş ve hikmet sahibi olmak: Adaylar arasından bu göreve en lâyık, maslahat bakımından daha uygun ve daha bilgili olanı seçmeye götürecek bir görüş ve insanları tanıma kabiliyetine sahip olmak gerekir.
Bekir, Ömer ve Osman radiyallahu anhumun halife seçilmelerinde farklı usuller tercih edilmiştir. Halifelerin seçiminde farklı usullerin kullanılması Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e aykırı olmayan sistemlerin insanların maslahatı söz konusu olduğunda esas alınabileceğini gösterir. Müslümanlar, gayr-i müslimlerden devlet başkanının seçimi dâhil, herhangi bir teoriyi ya da pratik çözümü nassa veya şer’i bir kaideye aykırı olmama şartıyla alabilirler. Devlet başkanını seçerken dikkate alınması gereken hususlar özellikle de oy vermek birçok açıdan “şahadet” sistemine benzer. Bu yüzdendir ki ergenlik, akıl, hürriyet, İslam, adalet gibi şahitte bulunması gereken şartlar, seçilecek kişide de bulunmalıdır.
hakkı verir. Her 18 yaşına ulaşan vatandaş seçme yetkisine sahiptir. Bir âlim veya profesörün oyunu iki aklî muvazenesi yerinde olmayan, cahil insan anlamsız hale getirebilmekte. Bazen öyle oluyor ki 51 kedi, 49 aslanı boğuyor. Seçilen kişilerde ise liyakatten önce alabileceği oy potansiyeli dikkate alınmaktadır.
İnsanların oy vermekten sakınmaları, şahitlik etmekten yüz çevirmelerine benzer.
Müslüman için oy vereceği adayda arayacağı en kritik şey Allah İnancına sahip olup olmadığıdır. Önemli olan ikinci kıstas ise oy vereceği kişi ve kurumlara oy verdiğinde müslümanların ne kadar menfaatine olduğuna bakmasıdır. Bireysel olarak değil kitlesel olarak düşünüp değerlendirebilmelidir. Asla hiç bir siyasi partiyi ve görüşü İslam’dan daha önemli öncelikli görmemelidir. Siyasi partiler, liderler gelip geçicidir. Fakat bu vatan bizimdir. Bu din İslam bakidir.
Buna göre oy vermekten sakınan kişiler ehliyetsiz kişilerin seçilip idareci olmalarına sebep olduklarından günahkâr olurlar. Günümüzdeki seçim sisteminin batılılar tarafından da kullanılması ya da mevcut haliyle onlar tarafından geliştirilmiş olması meşruiyetine bir zarar vermez. Çünkü devlet başkanının seçilmesi anarşi gibi cemiyeti rahatsız eden zararların ortadan kaldırılmasını temin eder. Bu ise, ümmetin maslahatının bir gereğidir. Müslümanların kanunları yapacak güç ya da çoğunlukta olmadıkları toplumlarda da maslahatları gereği devlet başkanı seçimine katılmaları gerekir. Hatta Müslümanlar, haklarını savunacağına, eza ve sıkıntıyı onlardan gidereceğine dair kesin bir vaatte bulunan bir gayri müslime dahi oy verebilirler. Nitekim Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Taif’ten Mekke’ye dönerken müşrik olmasına rağmen Mutim b. Adi’nin korumasını talep etmiş ve Mekke’ye Onun himayesinde girmiştir.
Netice itibariyle seçmek ve seçilmek islamda kula ciddî sorumluluklar yüklediği unutulmamalıdır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz;”Kim bir hayra vesile olursa o hayrı yapmış gibidir, Kim bir şerre vesile olursa o şerri yapmış gibidir” buyurmaktadır. Çünkü oy vermek, yetki vermek demektir, “beni böyle yönet” demektir, emanetleri ehline vermek veya vermemek demektir. Ve oy vermemek de aslında gizli oy vermektir. Yani oy vermezsen bile, başka bir görüşü desteklemiş olmaktasın. “Bî taraf olan bertaraf olur.” Verilen oyun da bir anlam ifade etmesi lazımdır.
Demokrasilerde seçme ehliyeti yaş ile ilgilidir. Demokrasi çoğunluk iktidarının rejimidir. Liyakate bakılmaksızın her bireye eşit seçme 32
TASAVVUF Cemil Usta cemil.usta@ilkadimdergisi.net
İSLAM KARDEŞLİĞİ
K
Efendimiz, Ashab-ı Kiram arasında kıyamete kadar gelecek mü’minlere ışık tutan örnek bir kardeşlik tesis etmiştir.
ardeşlik olan yerde şefkat ve merhamet vardır. Bir kul kendi şahsı için arzuladığı şeyleri mü’min kardeşleri için de arzulamazsa imanı kemale ermiş sayılmaz. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Nitekim Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle Ensar arasında gerçekleştirilen bu kardeşlik tarihin bir benzerine daha şahit olmadığı eşsiz bir tablodur. Öyle ki Ensar-ı Kiram adeta mal beyanında bulunarak bütün varlıklarını ortaya koyup Muhacir kardeşleriyle eşit olarak bölüşmeyi göze alabilmişlerdir. Buna mukabil gönülleri birer kanaat hazinesi haline gelen o Muhacirler de istiğna göstererek “Malın ve mülkün sana mübarek olsun kardeşim. Sen bana çarşının yolunu göster yeter.” diyebilme olgunluğunu sergilemişlerdir. İşte onların bu kardeşliği Allah Teâlâ tarafından takdir edilmiş ve ebedi bir mesaj olarak Kur’an-ı Kerim’de yer alma şerefine nail olmuşlardır.
“Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için (herhangi bir anlaşmazlıkta) kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allah’tan korkunuz ki rahmete nail olasınız.” (Hucurat, 10) Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam iman etmiş olmazsınız. Size bir şey söyleyeyim ki onu yaptığınız takdirde birbirinizi seversiniz. Aranızda selamı yayınız.” (Müslim) Bir kudsi hadiste ise Rabbimizin şöyle buyurduğu bildiriliyor:
“Muhacirlerden önce (Medine’yi) yurt edinen ve imana sarılan kimseler (Ensar) kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden ötürü gönüllerinde bir sıkıntı ve rahatsızlık duymazlar. İhtiyaç içinde kıvransalar dahi mü’min kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.” (Haşr, 9)
“Benim rızam için birbirini sevenlere, Benim için birbirlerine ikramda bulunanlara Benim için birbirlerine samimiyetle itimat edip dost olanlara, akraba ve dostlarıyla irtibatını kesmeyenlere ve Benim için ziyaretleşenlere Benim de muhabbetim tahakkuk etmiştir.” (Müsned)
Hazret-i Peygamber aleyhisselam Ashab-ı Kirama hitaben:
İslam, mü’min gönüllerin affedici ve kabahat örtücü olmalarını hatta birbirlerine dua etmelerini teşvik etmiştir. Nitekim Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
Efendimiz aleyhisselat-ü vesselam bu sualleriyle bir mü’minin sırf ferdi muhtevada kalmayıp ictimaileşmesinin önemine işaret buyurmaktadır.
“Birbirinizi çekememezlik gibi kötü huylara kapılmayınız. Öfke ve hıncınızı birbirinizden çıkarmaya kalkmayınız. Birbirinizin ayıplarını araştırmayınız. Başkalarının konuştuklarına kulak kesilmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz.” (Müslim)
Netice olarak bugün biz mü’minlerin İslam kardeşliğini Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içerisinde yaşamaya şiddetle ihtiyacımız var…
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem 33
HAZİRAN 2015 / 323
“Bugün bir yetim başı okşadınız mı? Hasta ziyaretinde ve cenaze teşyiinde bulundunuz mu?” diye sorardı.
İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net
ANA-BABAYA HÜRMET
S
bu iki vecibenin ısrarla yan yana gösterilmesini başlıca şu sebeplere bağlar:
aygı duyulacak, hürmet edilecek kişilerin başında anne ve babalar gelir. Allah (c.c) onlara ikramı, onlara hizmeti kendine hizmet olarak kabul etmiştir. Onlara isyanı, itaatsizliği de kendisine isyan ve itaatsizlik olarak kabul etmiştir. Yani bir noktada anne baba hakkını kendi hakkıyla eşdeğer olarak kabul etmiştir.
“İnsanın maddi ve manevi gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın fedakârlıklarıdır. Çünkü ana baba, çocuğun hem varlık sahnesine çıkmasının sebebidirler, hem de yetiştirip terbiye edilmesini sağlayan kişilerdir. Başka insanlar ise çocuğun varlığında pay sahibi olmayıp sadece eğitimine katkıda bulunurlar.
Ana babaya iyilik ve ihsân, evlat üzerine farzdır. Allah Teâlâ buyuruyor ki:
Allah, nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını hiçbir karşılık beklemeden seve seve yerine getirirler.
“Ana babadan biri veya ikisi yaşlanınca usanıp da öf deme! Ağır söz söyleme! Onlarla yumuşak ve tatlı konuş!” (İsrâ, 23) “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekâtı verin.” (Bakara, 83)
Allah, kuluna günahkâr bile olsa nimetler verdiği gibi ana baba da asi bile olsa çocuklarına desteklerini sürdürürler. Allah, kullarının iyiliklerinden memnun olduğu, karşılığını fazlasıyla verdiği gibi ana baba da çocuklarının sahip olduğu imkân ve değerleri korumaya ve geliştirmeye çalışırlar.”
İmândan sonra birinci vazifemiz ana babanın kalbini kırmamaktır. Müslüman doğmamıza ve Müslüman yetişmemize sebep olan ana babamızın kalbini kırarsak Cennete girmemiz düşünülebilir mi? Müslüman ana babamız, bizden râzı olmadıkça, Allah Teâlâ’nın sevdiği kulu olmamız çok zordur.
İsra Suresi’nin 23. ayetinde, ana babaya karşı saygısızlığın en basit ifadesi olmak üzere, “Onlara öf bile demeyiniz.” buyrulmuştur.
Fahreddin er-Razi ve daha başka birçok müfessir, gerek Kur’an da gerekse hadislerde 34
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ilk meşaleyi yakan Şeyh Edebali Hazretleri, Osman Gazi’ye hitaben:
larda okuduğum şeyin burada uygulamasını yapıyor. Koşarak yanına sokulduk ve kim olduğunu sorduk:
“Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir.” buyurmuşlardır.
-Anam, dedi. Demek ki 21. Asırda da anasını sırtında taşıyanlar varmış demekten kendimizi alamadık. İçimizde kopan fırtınalarda kelimeler birbirine karışıyor. Anam; kurban olayım, yanayım yakılayım, sana varayım. Derdine derman olayım. Dizine yatıp yüzüne bakam…
Hasan Basrî hazretleri şöyle anlatır: Kâbe-i şerifi ziyaret ve tavaf ederken bir zat gördüm. Arkasında bir zembil vardı. Onunla tavaf yapıyordu. Adama dedim ki: - Arkadaş! Arkandaki yükü bırakıp rahat rahat tavafını yapsan daha iyi olmaz mı? - Arkamdaki yük değil babamdır. Bunu yedi defa Şam’dan getirip tavaf ettirdim. Çünkü benim dinimi, imanımı o öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi. Dedim ki: - Çok güzel, seni tebrik ederim. Ana baba hakkı çok önemlidir. Kıyamete kadar her sene böyle sırtında getirip tavaf yaptırsan, fakat bir defa kalbini kırsan, bu yaptıkların boşa gitmiş olur.
Ebû’l-Haseni’l-Harkânî (k.s) hazretleri şöyle anlatır:
2012 yılında Kâbe-i Muazzamanın ikinci katında bir adam sırtında anasını tavaf ettiriyordu. Arkadaşıma dedim ki:
“İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, di-
-Şu adamın fotoğrafını çek. Çünkü kitap35
HAZİRAN 2015 / 323
Ana babaya saygısızlık, onlara isyan ve itaatsizlik, Hakkullah’a dokunur. Kaliteli insan, büyük bir hassasiyet göstererek onlarla devamlı ilgilenmelidir. Çünkü onlar çocuklara gösterilen ilgi gibi devamlı ilgi beklerler. Bizler için her türlü fedakârlığı göğüsleyen bu iki piri fani için bizler de her türlü fedakârlığı yapmalıyız. Onların psikolojilerine göre hareket edip, hoşnut olacakları her şeyi yapmaya gayret etmeliyiz.
- Yâ Rasûlallah, Alkame çok iyidir. Hep ibâdet ile meşgûl olur. Ama ben ondan râzı değilim. Çünkü o, hanımının rızâsını, benim rızâmdan üstün tutmaktadır.
ğeri Allah Teâlâ’ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ’ya ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine: -Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.
- Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helâl et de dili açılsın!
-Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
- Yâ Rasûlallah, O benim hakkıma riâyet etmedi. Hakkımı helâl etmem. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz –aleyhisselatü vesselam-, “Ey Bilâl! Eshâbı çağır, odun getirsinler. Alkame’yi yakalım. Çünkü annesi, ondan râzı değildir.” buyurdu. Kadıncağız bunları işitince dedi ki:
-Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç: -Ben Allah Teâlâ’ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona:
- Yâ Rasûlallah, oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?
-“Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı.” karşılığını verdi.
- Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan râzı olmadıkça, onun hiçbir tâ’ati makbûl değildir.
Enes bin Mâlik hazretleri şöyle anlatır: Peygamber Efendimiz -aleyhisselatü vesselam- zamanında Alkame isminde bir genç vardı. Hep ibâdet ile meşgûl olur, yaz kış oruç tutardı. Bu genç hastalandı. Fakat dili tutulup bir şey söyleyemiyordu. Durumdan Rasûlullah Efendimiz –aleyhisselatü vesselam- haberdâr edildi. Peygamber Efendimiz -aleyhisselatü vesselam-, Hz.Ali ile Ammâr bin Yâsir hazretlerini gönderdi. Onlar, gence Kelime-i Şehâdet telkîn ettikleri hâlde, genç söyleyemiyordu. Peygamber Efendimiz -aleyhisselatü vesselam-, Bilâl-i Habeşî hazretleri vâsıtası ile durumdan haberdâr edildi. Peygamber Efendimiz -aleyhisselatü vesselam-, yanında bulunanlara şöyle sordu:
Kadıncağız bunları işitince ağlamaya başlayıp dedi ki: - Yâ Rasûlallah, ben ondan râzı oldum, hakkımı helâl ettim. Böyle söyledikten sonra oğlunun yanına gitti ve oğlunun sesini duydu. Kelime-i şahâdeti rahatlıkla söylüyordu. Aynı gün vefât etti. Cenâze hazırlıkları yapılıp defnedildi. Definden sonra Rasûlullah Efendimiz -aleyhisselatü vesselam-, Eshâb-ı kirâma hitâben buyurdu ki: “Hanımını annesinden üstün tutana, Allah Teâlâ ve melekler la’net eder.”(R. Nâsıhîn) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zahiri ve hukuki sebebi ise ana babadır. Onların kıymetini bu dünyadayken bilip Rabbimizin rızasına nail olalım. Ana-babası öbür âleme irtihal etmiş olanlarda bol bol hayır hasenatta bulunup ruhlarını şad etmenin yoluna bakmalı.
- Alkame’nin ana babası var mı? - Yâ Rasûlallah , ihtiyâr bir annesi var. - Annesini buraya getirin! Annesi gelince, Peygamber Efendimiz -aleyhisselatü vesselam- buyurdu ki: - Alkame’ye ne oldu? 36
İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net
MUHTEŞEM TASARIM Taşkın TUNA
K
remizde…..Niçin burada olduğumuzu hiç düşünmeyecek miyiz? Bu kadar incelikle tasarlanmış ve düzenlenmiş; her şeyin her şeyle ilgili, ilişkili, etkili, tepkili ve dengeli olduğu bir sistemde, hayat ve canlılık kavramının derinliğine inip, orada neler olup bittiğini anlamaya çalışmayacak mıyız?
ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ay sizlerle güzel bir kitap daha inceleceğiz. Taşkın TUNA’nın Şule Yayınlarından çıkan Muhteşem Tasarım eserini tanıyacağız. Taşkın TUNA.Yeni tanıdım Taşkın TUNA’yı. İyi ki de tanımışım. Nasıl bir evrende yaşadığımızı bir nebze olsun anlamama yardımcı oldu. “Yerlerin ve göklerin sahibi Allah’tır.” ayetindeki gökler kısmını tefekkür etmem noktasında bana yol gösterici oldu.
İşin özü ve özeti şudur: Kâinat kitabını okumak isteyen insanı, insanın kitabını okumak isteyen de kâinatı okusun yeter. Her ikisini de okumak isteyen, Kur’an’ı okusun. O her şeye değer.”
Allah Teâla’nın göklerdeki ayetlerini bizlere anlatıyor Taşkın TUNA. Bizler Müslümanlar olarak Kur’an ayetlerini defalarca okuyoruz. Okudukça görüyoruz ki Allah Teâla farklı şekillerde bizlerin dikkatini etrafımızdaki ayetlere çekiyor. Ayetlerin üzerinde tefekkür, teakkül etmemiz isteniyor. Taşkın TUNA kâinatın yaratılışı, gezegenler, galaksiler üzerinde veya bizlerin gözlerimizi yukarıya çevirdiğimizde göremediğimiz ayetler üzerinde kafa yoruyor ve bizlere yol gösteriyor. Şimdi muhteşem Tasarım kitabını inceleceğiz. Kitabımız on dört bölüm ve 429 sayfadan oluşuyor. Yazarımız dünyamızı anlatırken şöyle diyor: “…..Yaşamı nerede bulacağız? Tabii ki dünyamızda. Biricik, mavi gezegenimizde; havası, suyu, toprağı, rengarenk çiçekleri, binlerce çeşit böcekleri, şırıl şırıl akan dereleri, derin okyanusları, sessiz çölleri, sarp dağları, sakin ovaları ve yemyeşil ormanları ile yerkü-
Sadece Big Bang’ı bile anlayabilsek kâinattaki muhteşem tasarımla ilgili bir fikir sahibi olabiliriz. Gelecek sayılarımızda da -inşaallah- Taşkın TUNA’nın diğer kitaplarını tanıtmaya devam edeceğiz. 37
HAZİRAN 2015 / 323
Yazarımız evrenle ilgili yapılan çalışmaları bir bir sıralarken izim kültürümüzle ilgili Mevlana’dan, Gazali’den de yararlanması ve kitabını renkli görsellerle desteklemesi kitabı daha okunur hale getiriyor. Kitabı okurken beynimizin zorlandığını hissediyoruz. O kadar büyük ve küçük rakamların kullanılması, evrenin şekli ve genişlemesi, gezegenler arasındaki mesafeler, atom altı parçacıkları vb. hususları okudukça Allahu Ekber demekten başka cümle bulamıyoruz.
EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net
Eğitimde İçerik Sorunu
ya da toplumlar, diğerlerini ürettikleri bu bilgi ve onun yansıması olan teknoloji ile kontrolü altına almayı büyük ölçüde başarmıştır. Bugün itibarıyla en etkili mücadele, bilgi ve ona bağlı olarak ortaya çıkan teknoloji üretimi alanında yaşanmaktadır. Gelişmiş olarak adlandırılan ülkeler, bilgi üretim merkezleri oluşturmak yoluyla bilgi üretmeye devam ederken diğer ülkeler de yoğun bir çeviri çalışması ile onların açtığı çığırları takip edip onların çizdikleri ufuklara ve hedeflere doğru koşmayı başarı olarak kabul etmektedirler.
“BİLGİ EĞİTİMİ” Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer/9)
B
ilgi, insan üretimi olan, insanın ona değer katıp ondan da insanın değer bulduğu temel olgulardan biridir. Tarih boyunca bilgi, insanın elindeki en önemli güç olarak varlığını sürdürmüştür. Değerine gölgenin düştüğü dönemler yaşansa da gerçekte değer kaybı yaşayan bilgi değil, onun değerini kavrayamayan insanlar olmuştur. Bu nedenledir ki insanlığın ilk çağlarından beri bilgi, insanlar tarafından öğrenile/öğretile gelmiştir.
Bugün için bilgi üretmek, önemli ölçüde bir sorun olmaktan çıkmıştır. Dünyanın hemen her bölgesinde planlı ya da plansız olarak bilgi üretimi yapılmaktadır. Yine üretilen teknoloji sayesinde bilginin kayıt altına alınması, depolanması ve farklı mekanlara aktarılması da sorun olmaktan çıkmış gibi gözükmektedir. Bununla birlikte yine bilgi nakli anlamında yaşanılan bir sorun olan, bilginin yeni nesle aktarımında da önemli merhaleler alınmakla birlikte bu sorun varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
İnsanlık tarihi gibi her bir insanın kendi tarihi de farklı bir seyir izlememiştir. Doğduğu andan itibaren insan, her an, farkına varsın ya da varmasın yeni bilgilerle donanmayı sürdürür. Kimi zaman duyarak, kimi zaman görerek ya da dokunarak, kimi zaman diğer duyu organlarını kullanarak; kimi zaman ise hiçbir duyu organını kullanmayıp aklını kullanarak düşünmek yoluyla yeni bilgiler öğrenmiş, yeni keşiflerde bulunur.
Yeni nesle bilgi aktarımını etkinleştirmek amacıyla bir çok kurum ve kuruluşlar ihdas edilmesine, etkin aktarım yolları ile ilgili önemli model ve yaklaşımlar kurgulanmasına ve yöntemler geliştirilmesine rağmen, bilginin çokluğu ve insanoğlunun öğrenme sınırlılıkları nedeniyle halen bir çok sorun yaşanmaya devam etmektedir. Başka bir ifade ile üniversiteler, enstitüler, laboratuarlar gibi bilgi üretim merkezlerinde üretilen bilgiler, toplumsal tabana, ihdas edilen eğitim ve öğretim kurumları yoluyla yayılmaya çalışılmaktadır. Buna göre eğitim ve öğretim kurumlarının önemli bir görevinin, bilginin yeni yetişen nesle kazandırılması olduğu söylenebilir.
Özellikle son iki yüzyılda bilgi, hem büyüklük hem de işlev yönüyle sınırlarının çizilemediği bir hal almıştır.Hergeçen gün, hatta an, insanoğlu bilgi haznesine büyük bilgi kütleleri eklemeye devam etmektedir. Bilgi Çağı olarak adlandırılmayı hak etmiş olan son iki yüz yıl, dünya ülkelerini bilgi üreten ve tüketen olarak iki gruba ayırmıştır. Toplumların bir kesimi bilgiyi üretip pazarlarken diğerleri o bilgileri ithal ederek hem bilim ve teknoloji hem de kültür ve medeniyet açısından bilgi üreten toplumların kontrolü altına girmiş, onların bağımlıları haline gelmiştir.
Öğretim kurumları, takip ettikleri programlar yoluyla üretilen bilgiyi topluma mal etme işlevini üstlenmişlerdir. Bu nedenle de öğretim programlarının içerik boyutunun önemli bir bileşeni, bilgi öğretimidir. Farklı disiplinlere ayrılmış bilgi birimleri, farklı dersler altında yeni yetişen nesle aktarılmak yoluyla düşünme ve
Diğer bir ifade ile bilgi üretimi yapan ülkeler 38
üretme merkezi olan beyne hammadde olarak aktarılmaktadır.
oldukça basittir. Elbette her bilgi, depolanması gereken bir nitelik taşımaz. Ama hangi bilginin depolanması gerektiği ya da depolanması gereken bilginin hangi özelliklere sahip olması gerektiği ile ilgili tespitlerin yapılması önemlidir. Eğitimciler, bilgileri bu açıdan sınıflayabilmeli ve ayrımını yapabilmelidir. Bu çerçevede eğitimcilerin özellikle;
Bugün itibarıyla bilgi aktarımında bir takım önemli sorunlar yaşanmaktadır. Bunlardan biri, büyük bir kütleyi barındırması nedeniyle bilgi kütlesinin içerisinden önemli, acil ya da gerekli olanları seçebilmektir. Her bilgi kıymetli olmakla birlikte bu kıymetin, işlevselliği ile ilişkili olduğu düşünüldüğünde, insanın kısa sürede kullanabileceği ve ondan yarar sağlayabileceği bilgilerin seçilmesi ve öğretilmesi önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Başka bir ifade ile “her bilgi değerlidir, ama her bilgi gerekli değildir”. Kendisinden fayda sağlanabilecek, kullanılabilecek bilgilere önem verilmeli, diğerleri geri plana itilmelidir. “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” diyen Hz. Peygamber, bu seçiciliğin Müslüman için önemli bir gereklilik olduğunu vurgulamaktadır.
• Çok sık kullanılan ve hatırlanması gereken bilgileri, • Bir ülkenin nüfusu, italat ve ihracat ürünleri, ekonomi değerleri gibi değişen değil, bunlar üzerinde etkili olan ve aralarındaki ilişkileri yansıtan “değişmeyen türden bilgiler”in, • Olay, durum ya da süreçleri anlayıp kavramaya yardımcı olan ilke ve kanunları, • Kullanıldığında daha üst düzey bilgilerin üretilmesine ve öğrenilmesini kolaylaştıracak bilgileri,
Var olan bilgi kütlesi içinden faydalı olanı, hem de faydası acil ve büyük olanı seçmek, taze dimağlara bu tür bilgileri aktarmaya çalışmak, öncelikle eğitim politikacılarının, onu takiben öğretim programları hazırlayanların ve bu programları uygulamaya aktaran öğretmenlerin sorumluluğundadır.
• Beyni çalıştıracak ve düşünmeye yöneltecek bilgileri, • Doğruluk ve gerçeliği üzerinde genel bir kanının olduğu bilgileri, • Araştırma, gözlem yapma, düşünme, muhakeme etme gibi yeni bilgiler edinme yolları bilgisini,
Diğer taraftan üretilmiş bilginin hepsinin doğru ya da gerçek olduğu da iddia edilemez. Bazen kasıtlı bazen de kasıtsız olarak birçok yalan ve yanlış bilgi de var olan bilgi kütlesinin içinde önemli bir miktar oluşturmaktadır. Başka bir ifade ile şu an dünya, büyük bir bilgi kirliliği ile de karşı karşıyadır. Bu nedenle öğretim kurumları aracılığıyla yeni nesle aktarılacak bilgilerin bu kirlerden, yalan ve yanlışlardan ayıklanarak aktarılması da önemli bir gerekliliktir. Nitekim bu sorundan dolayı günümüzde “bilgi okuryazarlığı” adı verilen bir kavram ve beceri üretilmiş ve insanlara bu beceriyle doğru ve yanlış bilgileri birbirinden ayırt edebilme yeterliği kazandırılması amaçlanmaktadır.
• Beynin algılama, işleme, öğrenme, üretme, hatırlama, transfer etme gibi çalışma esasları ve bunların uygulamaları ile ilgili strateji bilgilerini, • Öğrenecek bireyin (çocuğun vb.) zihinsel yapısı ve gücü yönüyle algılayıp anlamlandırabileceleği, seviyesine uygun bilgileri,
öğretmeye dikkat etmesi önem arz etmektedir. Çocukların ya da hiçbir kişinin ne her bilgiyi öğrenmesinin ve hatırlamasının gerekli olduğunu; ne de buna ihtiyaç olduğunu düşünmeyip seçici davranması gerekmektedir. Eğitimciyi profesyonel kılan da önemli ölçüde, bu seçiciliği yapabilmesi ve uygun yöntemlerle muhatabına bilgi aktarımını gerçekleştirebilmesidir.
Bilginin öğretilmesinin ötesinde yaşanılan bir sorunda insan tarafından bilginin beyinde depolanabilmesi, istenildiğinde ve ihtiyaç duyulduğunda hatırlanabilmesi, öğrenilmiş bir bilginin farklı ortam ve şartlara transfer edilerek kullanılabilir bilgiye dönüştürülebilmesidir.
Bilgi eğitiminin bir sonraki evresi olan “bilinç eğitimi” konusunun ele alınacağı bir sonraki yazımızda buluşmak üzere selam ve dua ile…
Burada her bilginin beyinde depolanmasının bir gereklilik olup olmadığı sorulabilir. Cevap 39
HAZİRAN 2015 / 323
• Üzerinde şek ve şüphe olmayan ilahi kaynaklardan gelen bilgileri,
Ahmet Belada*
Yrd. Doç. Dr.
İlhami NALÇACIOĞLU
H
lığının geçeceğinden bahsettik, gene hizmetlerimizi birlikte sürdüreceğimizi söyledik, ayrıldık. Ziyaret etmek istememe rağmen bir daha görme imkânım olmadı. Son görüşmemiz de o oldu. Yer yer mahdumu Burak’ı aradım hakkında bilgi aldım…
emen her zaman olduğu gibi mesai bitiminden sonrası kitap kafe şeklinde fonksiyon icra eden Kızılay’daki KURTUBA’ya gitmiştim. Dostlarımızla gerekli muhabbetten sonra kalmakta olduğum misafirhaneye dönüyordum ki, yolda gönlüme düşen Bekir Balaban Hocamı aradım. Selamdan sonra; “Ahmet Bey bu sese çok ihtiyacım vardı. Teşekkür ederim çok memnun oldum…” dedi. Ardından “Biliyor musun İlhami Hocanın hastalığı kötü. Akciğer kanseri olmuş. Vücuduna da yayılmış. Allah bilir ya! Doktorların ifadesine göre çok uzun yaşamayabilirmiş… Elinizden geldiğince moral verin. Ziyaret edin. Hastalığının böyle olduğunu da kendine söylemedik...” Dedi. Dedi demesine ama benim kimyam bozuldu. Tanım ve tarifi olmayan haleti ruhiye içine girdim.
Nihayet vakfımızın vefakâr ve cefakâr Başkan Yardımcısı Feryadi Yağcı’nın 29. 04. 2015 tarihli mesajıyla elim havadisi öğrendim. İlhami Bey kızdığı zaman nasıldır bilmiyorum. Çünkü onu hep sakin gördüm. Onunla beraber olduğumuzda ya kitapdefter, ya hizmet veya ülke meseleleri hakkında fikir teatisinde bulunurduk. Kendisiyle örgün eğitimde her ne kadar hoca-talebe ilişkimiz olmadıysa da yaygın eğitimde epeyce birlikte olduk. Gıyaben ismini çok duymuş olmama rağmen vicahi olarak ilk tanışmamız bir sohbet esnasında oldu. Anlattığı konu hakkındaki özgün yorumu beni çok etkilemişti. Başladığımız bu sohbetimiz epeyce sürdü. Kendisinden bu manada çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Öyle
Hemen hafta sonu memlekete giderek dostlarım Okan Yılmaz, Tahir Dağaslanı, Muhammed Çömçe ve Rauf Denizler’le birlikte ziyaretine gittik. Ziyarette, yaptıklarımız ve yapacaklarımızdan bahsettik. Keyfi yerindeydi. Rahatsız40
yorum. O hep çevresine yardımcı olmaya çalışırdı.
ki anlattığı her hangi bir konuda ilim adamlığından olacak ki, açık alan bırakmamaya çalışırdı. İddiacı değil ama iddialıydı. Kararlıydı. Hissilikten maada realist bakış açısına sahipti. Anlatmasını bildiği kadar dinlemesini de bilirdi. Kendisi bir hususu izahtan sonra bu konuda “Siz ne düşünüyorsunuz?” diye de sorardı. Bu mevzuya gelmişken bir hususu söylemeliyim. Özelde Enderun camiası, genelde Nevşehir onun bu yönünden gereği gibi faydalanamadı. Kendisi birkaç defa eğitim üzerine seminer çalışması yapalım dedi ise de maalesef gerçekleşmedi.
Yaş haddinden emekli oldu. Tekrar memleketi Nevşehir’e geldi. Geldikten sonra da daha önce irtibatının olduğu Enderun Eğitim Vakfında hizmet etmeye başladı. O ilerlemiş yaşına ve kariyerine rağmen ne görev verilirse itiraz etmeksizin yerine getirmeye çalışırdı. Uzun süredir İlkadım Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yürütüyordu. Burada birlikte görev yaptık. Kendine çok takılırdım… İnşallah kırmamışımdır. Onu seviyor ve sayıyordum. Çünkü o övgüye ve takdir etmeye değer bir insandı. Bunun dışında insanların yetişmeleri konusunda sohbetlerini de hiç bırakmadı.
İlhami Bey, Nevşehir İ.H.Lisesinde görev yaptığı sırada meydana gelen ucube ve faili meçhul (!) bir olaydan dolayı Erzurum’a tayini çıktı. O bu sürgün halini avantaja çevirmesini bildi. Üniversitede eğitim üzerine doktora yaptı. Başarılı oldu. Tekrar Nevşehir’e döndü.
Manevi yönden de kendini ihmal etmedi. Özellikle Cemil Usta Hocanın gösterdiği ilgi, kendinin de arzusuyla gönül zenginliğine zenginlik katma uğraşısını da sürdürdü.
Bir müddet görev yaptıktan sonra Van Yüzüncü Yıl üniversitesi rektörlüğüne gelen Prof, Dr. Seyit Mehmet Şen döneminde, daha önce tanıştığı Doç. Dr. Necmettin Tozlu‘nun isteği üzerine idareci ve öğretim üyesi olarak Van’a gitti. Uzun müddet idareci ve öğretim üyesi olarak görev yaptı. Görev yaptığı süre içerisinde birçok arkadaşın akademisyenliğine de vesile oldu. Bunlardan bazıları; Ahmet Kılıç, Yusuf İslam, Rüştü Yeşil, Mustafa Erdem, Mustafa Doğan, Naki Erdem vs… Gelmeleri konusunda birçok arkadaşa da teklifte bulunduğunu bili-
Her canlının başına gelecek olan akıbet İlhami Hocamızın başına da geldi. Allah rahmet eylesin. Makamı cennet olsun inşallah. Ailesine, yakınlarına, talebe ve dostlarına sabır diliyorum. * Türk Tarih Kurumu Başkan Yard. 41
HAZİRAN 2015 / 323
İSTEĞİM: Bildiğim kadarıyla kendinin eğitim ve mezhepler konusunda epeyce çalışması var. Bu konuda, ya varisleri ya da birlikte hizmet ettiği arkadaşları bunların kitaplaşması için gayret sarf etmeliler.
LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net
Hazır Olun Haziranda Seçim Var! Alçak alkışlayan alışık tipler.. Utanmaz, hayâsız, yılışık tipler… Kaşığı belinde yalanır durur; Eli kirli, ağzı bulaşık tipler!..
S
Eğer şu son üç-beş yıl içinde yaşadıklarımız, bizleri derin düşüncelere sevk etmiyor, devlet olarak, millet olarak, bundan sonra karşılaşacağımız komplo ve darbe planlarına karşı nasıl bir duruş ortaya koymamız gerektiği hususunda, çeşitli bahaneler ileri sürerek bir kafa karışıklığı yaşıyorsak; yarınlarımız bu günümüzden daha sıkıntılı, daha acılı,daha kötü olacak demektir.. 7 Haziran seçimlerini bu açıdan önemsiyorum.. Millet olarak, ümmet olarak, üzerimizde oynanan oyunların bozulması için, vereceğimiz her Oy’un ne demek olduğunu idrake mecburuz. Sonradan, oooyyy, ooyy!.. çekmemek için biz seçmeden önce düşünelim, seçilenlerde seçildikten sonra düşünsün!.. Yalınız, seçim kampanyaları sürecinde, özellikle muhalefet partilerinin halka olan vaadleri, insanı hem düşündürüyor, hem güldürüyor!... Yâ Hû, bunlar bizi ne kadar da çok severlermiş.(!).. Vatandaş olarak hem biz, hem de OY’umuz ne kadar kıymetliymiş.(!).. İnanın duydukça gözlerimiz yaşarıyor.. 6 oklu Ana Muhalefet Partisinin kaset mamulü Başkanı Kılıçdarzâde’nin, kılıcının her tarafı kesiyor maş’allah… Sonra, ne kadar da cömert(!).. Miting meydanlarında Noter Tasdikli Taahhütnamesini gösteriyor vatandaşlara… Dağıttıkça dağıtıyor..
eçimler elbette bir ülkenin kaderinin belirlenmesinde önemlidir. Cumhuriyet’in ilânından 1946 yılına kadar geçen tek parti yönetimindeki dönemde yapılan seçimlerde, halkın iradesi söz konusu değildi. O dönemin kendine mahsus seçim şekli vardı. O seçimler hem farklı, hem de yandan çarklı olurdu... Seçen irade, kimi isterse onu seçerdi.. İtiraz hakkı yoktu… Şartların zorunlu kıldığı çok partili hayata geçtiğimiz 1946 yılından itibaren, yapılan her seçimin ayrı bir önemi var… Seçimleri önemli kılan, şüphesiz içinde bulunduğunuz zaman diliminin sizi zorladığı şartlar… Yönetenlerle, yönetilenler arasındaki anlayış farkı… Güçlü dünya devletleriyle olan siyasi,askerî veya ekonomik ilişkileriniz.. Bölgedeki komşu ülkelerle olan inanç ve kültür bağlarınız.. Dış güçlerin, içinizdeki maşaları kullandığı dönemler… Ekonomik gücünüz, istihbârat teşkilâtınızın yapısı ve güvenilirliği.. Siyonistlerin ülkeleri “Taksim” plânlarında, “Piyon’İST”lere giydirmiş olduğu masum(!) kılıflar… 42
rek!.. Vatandaş diyor ki: “Devlet Beye bahar versen güz eyler. Durur, durur, arada bir söz eyler. Sabrı taşar uygularsa töre’yi; Dere tepe, dağı taşı düz eyler.”
Hele birde alkış alırda coşarsaaa…Değmeyin keyfine!.. Başlıyor küsüden şiir gibi konuşmaya ve “ CHP’ye niçin Oy vermemiz gerektiğini” anlatıyor!... “Ey çilekeş halkım, ey yurttaşlarım, Oyunuzu CHP’ye verin haaa!... Yenilgiden yılmam, tekrar başlarım, Oyunuzu CHP’ye verin haaa!...
Devlet Bey’in de güzel vaadleri var vatandaşlara… Diyor ki: “Bizimle Birlikte Yürü Türkiye.” İyi de, Ak Partiyle koşan bir Türkiye, niçin MHP’yle yürüsün, niçin CHP’yle otursun?.. Kandillerinden kan damlayan kuklalar, kimler adına kimlere neler de vaad ediyorlar!..
Git saçı-sakalı kazıt, bedava.. Saç-savur ne varsa tozut, bedava.. Gazla benzin beleş, mazot bedava.. Oyunuzu CHP’ye verin haaa!.. Dedenin ağzında dişi olacak Doğmadık torunun işi olacak.. Herkesin kafeste kuşu olacak.. Oyunuzu CHP’ye verin haaa!..
Bu coğrafyanın yetim çocukları olarak, hayatımızın her alanını, yaşadığımız müddetçe yaptığımız tercihler ve tercih ettiğimiz seçimler şekillendirecektir… Yaşadıkça göreceğiz ve öğreneceğiz… Bir OY için oynanan oyunların içinde, başımıza ne çorapların örüldüğünü… Varlığımıza ve imanımıza ne tuzakların kurulduğu!... Öyleyse; irademize ve Oy’umuza sahip çıkmaya mecburuz, oynanan oyunları bozmak için… Okuduğum bir takvim yaprağında, şöyle diyordu bir Bilge kişi: “ÖĞRENMEK BEDEL İSTER Öğrenmenin bir de maliyeti vardır. Önceden öğrenenler, İNDİRİMLİ fiyattan öğrenirler.. Otoriteden öğrenenler, ÖZGÜRLÜK bedeliyle öğrenirler.. Deneyerek öğrenenler, ETİKET fiyatına öğrenirler.. Hayattan öğrenenler, GECİKME ZAMMI’yla öğrenirler… Hayattan öğrenemeyenler, boşa gitmiş hayatlarıyla, İŞ İŞTEN geçtikten sonra öğrenirler.. Evet… İş işten geçmeden, daha çok şeyler öğrenmek zorundayız... Özellikle de; kimi, neyi, nerede, nasıl ve ne zaman seçeceğimizi…
Tüysüzlere toptan tüy vereceğiz. Köre göz, cüceye boy bereceğiz.. Bir köylüye iki köy vereceğiz, Oyunuzu CHP’ye verin haaa!.. Herkes sıksın yumruğunu, dişini. Ertelesin uykusunu düşünü… Bitirelim AK PARTİ’nin işini, Oyunuzu CHP’ye verin haaa!... Yâni şunları dinleyince, adamın hemen gidip güle oynaya oy’unu CHP’ye veresi geliyor canım!... Yavru muhalefetin Başkanına bakıyoruz: Bir öfke tufanı mübarek… Esiyor…Yağıyor… Gürlüyor… Bazen çırpınıyor Karadeniz gibi… Bazen şekiller çizer… Hesaplar yapar, çıkarır toplar.. Kendine özgü çizgilerle çatılar çatar… Hiç ummadığınız tarih ve rakamlardan MHP’nin iktidar yıllarını hesaplar… Bazen seçim meydanlarında, öfkesi kabardığında iktidara ip atar..İmralı adasındaki Terörist başını asması için.. Sanki idamın geciktirilmesi için hazırlanan resmi belgede kendisinin de imzası yokmuş gibi.. Adamın adının “ Devlet” olması başka bir şey… Devlet idare etmek başka bir şey olsa ge43
HAZİRAN 2015 / 323
Zavallı nem kapar kurudan yaştan, Koyun sürüsüne kurt bağışlıyor!.. Bir kukla bulmuşlar demirden taştan; Vatanı bölüyor, yurt bağışlıyor!..
TARİH KORİDORU Enes Belada*
Ortaçağ Karanlığından(!) Çağdaş Karanlığına
D
eneme türündeki ilk yazım olacak olan bu satırların konusunu uzun zamandır tahayyül etmekteyim. Aslında bunu düşünmeme bir takım sorular neden oldu: “Ortaçağda gerçekleşen veya gerçekleşenler neydi ki karanlık olmasına neden oldu? Gerçekten karanlıkta olanlar kimlerdi; Müslümanlar mı, Avrupalılar mı?” vb.
Yani teknolojide de ileri bir düzeydeydiler. Ayrıca skolâstik düşünceyle her türlü kısıtlamaya maruz kalan Avrupalı; Toledo, Kurtuba ve Sevilla’daki İslam üniversitelerinde (bunları arasında Avrupa’da ilk defa kurulan en son teknolojideki tıp fakülteleri de vardı) eğitim görmek için akın ediyordu. Ve sadece bir kaçının şu anki modern bilime temel teşkil ettiği, Endülüs kütüphanelerindeki milyonlarca kitabı yok etmek, tavandan avizeyi indirip mum ışığına dönmek değil de nedir? Tabi ki yalnızca Endülüs’te yaşanmadı bu durum. Kastilya- Aragon müttefik güçleri medeniyeti tahrip etmeden birkaç yüzyıl önce İlhanlı devletinin Moğol hükümdarı Hülagu (1258’de) Bağdat’ı işgal etmiş ve dünyanın şu ana kadar gördüğü en büyük katliamını gerçekleştirmiştir. Sadece Bağdat’ta o gün 2 milyondan fazla insanın yaşadığı düşünülmekte. İşte Hülagu’nun katliamı yalnızca 2 milyon kişiyi değil daha bizim doğmamış çocuklarımızı bile etkileyecek büyüklükteydi. Bağdat’ta bilim adına ne varsa harap etmiş, yüzden fazla kütüphanedeki milyonlarca yazma eseri (ne yazık ki matbaa kullanılmadığı için hemen her kitap tek nüsha idi) yaktırmış, ırmaklara attırmıştı. Hatta Dicle nehrinin günlerce mürekkep aktığı da rivayet edilir.
Sorular gerçekten çokça yazılabilir; fakat şu an bu soruların cevabına yoğunlaşalım. Evet, mutlaka bir şeyler olmuştu ki ortaçağ karanlık olarak isimlendirilmişti. Bunlar nelerdi? Yükselmekte olan İslam medeniyetinde bilime ve edebiyata destek olmayanların zengin olamaması mı, IX. yy’de yalnızca Bağdat’ta 100’den fazla kütüphane sayılması mı, Halifelerin halkla beraber Aristo ve Platon’un fikirleri hakkında tartışması mı; yoksa bunlara karşın Avrupa’daki aristokratların okuma yazma bilmemekle övünmesi mi, engizisyon mahkemelerince birçok bilim adamının işkenceye maruz bırakılması mı? İslam medeniyeti doğuşuyla daha 100 yıl içinde, gelmiş geçmiş en büyük etkiyi göstererek Avrupa’nın orta yeri Paris’teydi. (732 Puvatya Savaşı) Aynı zamanda doğuda da neredeyse Hindistan sınırında idiler.
Edebiyatta da bir takım etkileşimlerden söz etmek mümkün. Örneğin; “Don Kişot hakkındaki fikir aslında Arap kaynaklıdır. (Cervantes uzun zaman Cezayir’de esir olarak yaşamış kendisi de bu eserini ilk olarak Arapça yazdığı-
Bu yönüyle İslam mükemmel olmakla birlikte Halife Harun Reşid’in Fransa kralına armağan ettiği bir saatten de söz etmek mümkündü. (Elbette ki kum saati değil, bir duvar saatiydi.) 44
saçıyor, medeniyet mi saçıyor? Şu halde bir sorum daha var: Dünya ortaçağ İslam medeniyetinin talanından sonra gerçekten bilimi kullanmakta çok mu ilerlemiş, Osmanlı’dan sonra medeniyeti yaymakta çok mu yol alabilmiş? Daha doğrusu karanlık çağdan resmen çıkabilmiş mi?
“Paris’teki evlerin yüzde 66’sı ve eğer sadece şehir merkezi hakkında konuşacak olursak o zaman evlerin tam tamıma yüzde 80’inin banyosu yoktur. Paris nüfusunun yüzde 10’nu Voltaire’nin ‘Bütün Parislilerin su şebekesine kavuşmalı’ dileğinin gerçekleşmesini beklemektedir.” Yaşadığımız 2011 yılında ise, Müslüman aileler hariç, Avrupa’nın hiçbir tuvaletinde taharetlenmeye yarayacak herhangi bir araç veya su sağlayan bir şey yok; varsa da son derece kısıtlı. Bu mevzu Müslümanlarda ise gayet net: Temizlik imandandır. 21. yy ABD’ sinin New York’unun her an hızsızlık, cinayet, tecavüz olaylarının olduğu Harlem mahallesini de saymıyorum bile. İslam’ın bu konudaki örnekliği ise takdir’e şayan olmakla beraber aslında olması gerekendir. Yani Müslümanlar ileri değil bir insanın olması gerektiği gibidir. Tam aksine Avrupa olması gerekenden çok geridir. Misal olarak Saraybosna, su şebekesine Viyana’dan 378, Londra’dan 148 yıl evvel kavuşmuştur. Bugüne kadar yapılan hamamları, çeşmeleri, abdesthaneleri de buna dâhil etmiyorum.
Tabiî ki bütün bunlar bizi yanıltmamalı. İslam’ın var olduğu(?) ülkelerin de durumu perişandır. Daha kendinin farkına varamayan bir gençliği nasıl uyandıracağımızı düşünmek zorundayız. Bu uyanışı İslam’ın kendi yöntemleriyle (Kur’an ve sünnet ışığında) yapmalıyız. ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın emperyal yöntemleriyle, kan dökerek değil. Ne yazık ki tarih sayfalarına yalan yanlış geçecek olaylar önümüzden akıp gidiyor. Torunlarımız bütün bu olanları yanlış öğrenecekler ve bizler bunları yaşamış birileri olarak elimiz kolumuz bağlı oturacağız, tabi ki acilen bir şeyler yapamazsak. Düşünsenize bir 2100 yılında tarih kitaplarında: “21. asrın başlarında çağdaş ve modern ülke ABD sayesinde bedevi Arap halkların(!) demokratik uyanışı gerçekleşti. Bu olay da Arap Baharı olarak isimlendirildi…” ne bahar ama değil mi? gerçekten insanı üzmeye yetiyor da artıyor bile. Kendi uyanışımızı kendimiz yapmadığımız sürece ortaçağın karanlığının parlayan güneşi İslam, yalnızca hayallerimizi süsleyecektir. Bunun tek yöntemi olan ve her türlü izm’lere dur diyecek güç İslam’da mevcuttur. Dinimizi zahirî şekilde yaşamayı bırakıp ona sımsıkı bağlandığımızda ve kimlik Müslüman’ı olmayı bıraktığımızda sorun kendiliğinden çözülecektir. Bu konuda herbirimize sorumluluklar düşüyor.
Bu çağın karanlığını oluşturan; devleti kendi için kullanan Hüsnü Mübarek ile, Muammer Kaddafi ile, Zeynelabidin Bin Ali ile; TV. kanalları olan, Milan takımının sahibi olan ve sonunda da yönetemediği başbakanlıktan istifa eden Silvio Berlusconi’nin, AB’yi yıllarca kandıran ve sonunda işleri eline yüzüne bulaştıran Yorgo Papandreu’nun ne farkı var ki? Bunlar bir tarafa; yaptıkları nükleer silahları gariban halkların üzerine atom bombası olarak, fosfor bombası olarak atan; yeni silahlarını gene gariban halkların üzerinde deneyen ve ‘nerde petrol orada kargaşa’ politikası izleyen ABD, İsrail, İngiltere, Fransa dünyaya ışık mı
Unutmayalım: “Kötülerin faaliyeti, iyilerin tembelliğindendir.” Uyanışımız bağımsız oluyoruz diye başıboş dolaşan insanlar türetmemeli. Gerçek manada özgür bireyler yetiştirmeli; sanatta bilimde ve vicdanda. Şehid MalcolmX’ in de dediği gibi: “ Tüm uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter.” *İ.Ü. Hukuk Fakültesi 3. Sınıf Öğrencisi 45
HAZİRAN 2015 / 323
nı söylemiştir.) Tıpkı Daniel Defoe’nin Robinson Cruso adlı eserinin Arap felsefe yazarı İbn Tufeyl’in Hayy İbn Yekzan eserinden ilham alması gibi…Bütün bunlardan sonra “1965 yılında yayınlanan İtalya Gazetesi ‘Corriere Della Sera’ bir haberini nakletmekte zorlanıyorum çünkü neredeyse inanılmaz bir şeydir:
SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net
AMAÇ
İNSANI YAŞATMAK
D
üğüm çözülmek içindir. Çözülmeyen düğüm, amaç düğüm oluşturmaksa atılabilir. Ama çözülmeyen düğüm de yoktur. “Hırt Düğüm” de “Kırk düğüm” de çözülür.
sakatlarmış. Böylece kendi başpehlivanlığı da tehlikeye girmezmiş. Sömürgen güçlü devletler de rakip olma potansiyeli beliren yetenekleri başları ezilmesi gereken yılan olarak görür ve ezerler. Çünkü Batı uygarlığında namı diğer kapitalizmde acıma yoktur.
İleri denilen ülkeler, “geri, gelişmemiş, az gelişmiş” gibi adları verdikleri ülkelerin, problem içinde bunalmalarını izlerler. Kendi iç problemleriyle uğraşırken, “dışardan bana ne yapılıyor?” sorusunu soramazlar. Hiç bir şeyi sorgulayamazlar. Oluşturulan probleme odaklanırlar. Bu da, dışarının ya da güç odaklarının (siyasi ya da ekonomik) işlerini kolaylaştırır.
Şimdi ülkemizin birçok problemi var. Ama bunlardan en önemlisin “çözüm süreci” olduğu malumdur. Seçim döneminde en fazla vurgulanan hususlardan biridir. Çünkü bu terör, bu Kürt düğümü çözülmemek üzere atılmış gibi. Emperyalizm çıkmak zorunda kaldığı her yere kalıcı virüsler, kanser tümörü gibi yayılacak urlar bırakmaktadır. Tedavisi mümkün olmayan bu hastalıkların tedavisini hasta denilen insanlar başkalarına bırakmamalı, kendileri çözmelidir.
Bu sebeple iç problemleriyle uğraşan millet ya da devletlerin ilk önce ileri denilen ülkelerin yaftasından kurtulması “geri, gelişmemiş, az gelişmiş” gibi sıfatlardan hızla sıyrılması güçlü konuma gelmesi gerekir. Bu ise acımasız dünya düzeninde çok zordur. Çünkü kapitalizmin temsilcisi ülkeler palazlanma iç problemleri halletme durumunda olan millet ya da devletlerin başına yeni gaileler açmak da gecikmezler.
Binlerce çocuk, kadın, genç, ihtiyar, asker, polis, niyetleri çok güzel olsa da bu savaşta ölmüşlerdir. Her evden bir PKK’lı her evden bir güvenlik görevlisi ölsün ki “kuyruk acıları”, “evlat acıları” oluşsun. Ateş düştüğü yeri yakar ama her yere de yayılır. İstenen de yayılması, düşmanlık ateşinin körüklenmesi. Ailelerde yeni ateşler düşmemesi için çözüm şarttır.
Osmanlı saray başpehlivanı Kel Aliço’nun taktiğini uygularlar. Rivayetlere göre Kel Aliço düzenlenen yağlı güreş müsabakalarına seyirci veya organizatör olarak katılırmış. Bu müsabakalarda ileride kendine rakip olabilecek kabiliyetli pehlivanları tesbit eder ve onunla kendisi güreşirmiş. Güreş esnasında da o genç yeteneği
Yunus der ki; Şu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi 46
gürsün, ne getirirsek biz getiririz siz de onunla yetinirsiniz” anlayışı memlekette hâkim bir devlet anlayışı değil miydi?
Akif der ki; Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den, Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken, Kalb-i pâkinde duyarmış o musîbetten acı? Sizden elbette olur rûh-i Nebî da’vâcı.
Ama şimdi iş değişti. Demem o ki şimdi devletle millet barıştı. Millet İslami anlamda olmasa da iktidarı epeydir yakaladı. Devlet kendiyle, geçmişiyle yüzleşmeye başladı. Konuşan, dinleyen, tartışan, kabul ve retleri olan ama kendisiyle ve başkalarıyla barışık bireyler, bu bireylerin oluşturduğu toplumun “siyasi kutuplaşma” yalan teraneleriyle yok edilmek istenmesi söz konusu. Buna müsaade edilmemeli.
Bir insan çok zor yetişiyor. Hele günümüzde insan yetiştirmek çok daha zor. Kapalı mekanlar yerini global mekanlara devretti. Çocuğunuz fiziken sizinle ama ruhen, fikren başka yerlerde olabiliyor. İslam karşıtı her şey çok cazip. Koro veya solo halinde şerre çağıran şeytan ve askerleri. Ekonomik, kültürel, stratejik, sosyal yönlerden bir ebeveynin çocuğunu yetiştirmesi çok zorlaştı. Genç de öyle. Tüm dış etkilere rağmen yetişen bir delikanlının amacı belirsiz serseri kurşunlarla, bombalarla ölmesi, sakat kalması, ne demek düşünmeliyiz. 20 yaşındaki bir fidanın devrilmesini, ümitlerin sönmesini o ailenin dramını anlamamız şart. Bunun için çözmeliyiz terör meselesini. Kaybedilenlerle yetinerek, yeni kayıplara yol açmadan çözmeliyiz.
Kutuplaşma halkta değil, yukarılarda, basında körükleniyor. Yoksa biz bir aradayız. Kimi kiminle savaşıyor bunun tespiti yapılıp, çözülmeli. Genelleştirilmemeli. Siyasi ayrılıklar, seçmen tercih farklılıkları kutuplaşma gibi lanse ediliyor. Şu an da siyasi tercihlerin dışında bir ayrışmanın olmaması birilerini rahatsız ediyor. Zoraki ayrılıklar oluşturulmak isteniyor. Kürt Türk zorlamasının yanına Alevilerin de katılmak istenmesi bir projedir. Bu projeye kandan beslenenlerin destek vermesi de çok normaldir.
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir; Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;
Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam, Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Zulmün iyisi yoktur. Zalim de öyledir. Zalimin ve zulmün dini, milleti, fikri olmaz. Zalimdir zalimdir. Senin benim zalimim iyidir olmaz. Bu ülkede on yıllardır zulüm var. Her görüş, inanış, etnik kökenden kişilere zulüm yapılmıştır. İşkence edilmiştir. Kimsenin kimliğine, yaşına, fiziğine bakılmadan yapılmıştır bu işler. Diyarbakır kadar Mamak, Ulucanlar kadar başka mahpushaneler de hatırlanmalıdır.
Değil mi cenge koşan Çerkes’in, Lâz’ın, Türk’ün, Arab’la, Kürd ile bâkîdir ittihâdı bugün;
Zulmün adresi sorulmaz. Sakalı, örtüyü, inancı, ibadeti, toplantıyı, zikri, Kur’anı yasaklayan sınırlayan “benim istediğim kadar öz-
Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. 47
HAZİRAN 2015 / 323
Bütün uğraşlara rağmen ayrılık tohumlarının göğermediği bu toprakların hakiki sahipleri şühedanın torunları bu hesapları hep bozdu yine bozacaktır. Milllet olarak özgüvenimizi kaybetmemeliyiz. Osmanlı gibi bir ecdadın torunu olmak kolay mı?
DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net
Helak; Nasıl mı, Niçin mi?
A
Kur’an incelendiğinde itikadın bozulma nedenleri olarak; şirk, küfür, nifak, fısk, günah, istikbar (büyüklenme- muhatabını küçük görme), istihza (alay etme), müminlerle eğlenme gibi problemli insan davranışları ortaya çıkmaktadır. Tabi ki bu durum beraberinde toplumsal ifsadı, adaletsizliği ve hevaya tapınmayı getirir ki bunlar da helak sürecini hızlandırır.
llah Teâlâ yarattığı insana, Rab olmasının bir gereği olarak kitap indirmiş ve peygamber göndermiştir. İndirilen her kitap, gönderilen her peygamber aynı anlayışla muhataplarına yaklaşarak şunları hatırlatmıştır: “Kulluk ancak Allah’a yapılacak; dünya imtihan sahamızdır; ahirete hazırlık gerekir, Olayların çözümünde ilk akla gelecek yer Allah ve Rasulü’dür.” Gönderilen her bir Peygamber aleyhimusselam ömrünün sonuna kadar bu ilahî öğütleri, emirleri toplumlarına ulaştırmıştır. Peygamberlerin getirdiği vahiy hakikatleri ile karşılaşan toplumlarda gelenleri ve getirdiklerini göz ardı eden, küçümseyen, alay eden bir de bu uğurda azgınlaşanlar sonlarını kendi elleriyle hazırlamışlar ve helak olmuşlardır.
Helak eden Allah’tır. Toplumların helak sürecine girmesi kendi elleriyle başlar. Gelişen olayların farkına varamamaları, durumlarını değiştirmemeleri, ibret almamaları ve hallerinden razı olmaları yavaş yavaş sona yaklaşmalarına neden olur. Özellikle Kamer Suresi’nde Allah Teâlâ helak yasalarından bahseder. Bu yasalardan birkaçı şunlardır: • Helak edilen toplumlar elçiler tarafından uyarılmıştır. Ancak elçiler aynı toplum tarafından yalanlanmıştır.
Helak kavramı sözlükte; mahvolmak, yok olmak, yıkıma uğramak, bir şeyin elden çıkması, azab, korku gibi anlamları karşılar. İslam literatüründe ise helak; “tağuta tapmakla yetinmeyip kibirlenen, zulmeden, inkâr eden, haddi aşan, şımaran her zorbaya Allah Teâlâ bir vesileyle gazap ederek öldürmesi” olarak anlam kazanmıştır.
•
Helak süreci başlayıp da azab geldiğinde tevbe fayda vermez. • Helak sürecinin hızlanmasında zulmün artmasının çok önemli bir payı vardır. •
Kâfirler hemen helak edilmezler. Mühlet tanınmıştır.
Helak edilen toplumda iman edenler müstesna toplumun hiçbir ferdi hayatta kalamaz. Kur’anî bir kavram olan helak, Kur’an-ı Kerim’de kullanıldığı yerlerde çoğunlukla fiil olarak bulunmaktadır. Bu ilginç özellik helak olaylarına nasıl olmuş değil niçin olmuş şeklinde bakmamız gerektiğinin açık bir göstergesidir.
•
Kâfirler durumlarını düzeltip iman ederlerse helak edilmezler. •
Yeryüzüne -eziyetler görmüş olsalar bile- müminler hâkim olacaktır. Helak edilecek toplumların helaki için Allah Teâlâ büyük ordular göndermez. Helaki gerçekleştiren, insanın küçük gördüğü sayha, rüzgâr, bulut, kuş sürüsü, sarsıntı olabilir. Bu özelliği nedeniyle helak aşağılayıcı unsur taşır.
Helak; ahlaki, siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlere bağlıdır. Ancak helakin asıl nedeni itikadi olarak bozulmak ve yoldan çıkmaktır. 48
Zeki SOYAK Hocaefendinin kaleminden 2 Cilt Büyük Boy 864 sayfa • İsrailoğulları neden Tih Çölünde 40 yıl dolaştılar? • Yahudiler tarih boyunca niçin Peygamberlere ihanet ettier? • Hz. İsa’nın göğe kaldırılması nasıl oldu? • Eyke halkı neden helak edildi?
Bu ve buna benzer pekçok sorunun cevabını ve bunlardan alabileceğimiz ibretleri bulacağınız bir kitap. İSTEME ADRESİ Kasaplar Çarşısı No:2 NEVŞEHİR 0505 808 35 87- 0535 251 41 07
İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...
İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa Emekli Müftü Bekir Şengün’ün Türkçeye çevirisini yaptığı İMAM NESÂÎ’nin bu değerli eseri, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...
• Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellemgünlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eden İmam Nesâî’nin aynı isimli kitabının muhtasarı bir hadis kitabı. BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87
Okuyun, Okutun, Abone olun...