sayı
325 ISSN-1307-6973
7,5
• AĞUSTOS 2015
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
BAŞYAZI- Nureddin Soyak
KAPAK DOSYASI
• Özünü Allah’a Teslim Etmek
• Sonsuz Bir Muhabbetin Sürekli Dillendirilmesi: Zikir / Abdülkadir Yılmaz • Tefekkür Etmez misiniz? / Metin Başbuğ • Sâlihler Meclisi/ Hamit Haksever • Korkusuz Korkak/ Sinan Gün • Akl-ı Selim miyiz?/ Osman Bağcı
HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Ölüm Asıldır Hayat ise Can Çekişmek”
İLKADIM DERGİSİ
Üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GEÇ ADAM dergisi ilaveli... ABONELİK ve BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0505 808 35 87-0535 251 41 07
Okuyun, Okutun, Abone olun...
ilkadım
AĞUSTOS 2015/325
İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Özünü Allah’a Teslim Etmek/4 KAPAK Abdülkadir Yılmaz- Sonsuz Bir Muhabbetin Sürekli Dillendirilmesi: Zikir / 6 Metin Başbuğ- Tefekkür Etmez misiniz?/9 Hamit Haksever- Sâlihler Meclisi/ 13 Sinan Gün- Korkusuz Korkak/ 17
6
Osman Bağcı- Akl-ı Selim miyiz?/ 20
HİZMET ADABI/Nureddin Soyak “Ölüm Asıldır Hayat ise Can Çekişmek”/24 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Çare; Ahlak/26 HADİS/Mahmut Aveder Akıllı İnsan/28 FIKIH/Mehmet Şentürk Alışverişler/30
13
KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan Eğitim Rehberi & İkametü’l Hucce /33 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Haakı Reddedenler/34 LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Bir hâtıranın hikayesi: SERASKER RIZA PAŞA/36 TEFEKKÜR EKSENİ/ İdris Arpat Haklıların Dünyası /38
33
SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi O Ayın Ardından /40 EĞİTİM/ Doç. Dr. Rüştü Yeşil Eğitimde İçerik Sorunu: “Kavram Eğitimi” /42 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Kafalarımızı Karıştırmayan Hikmet /45 İMBİK/Nuri Ercan Karmaşa-1 /46
36
ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net
Kıymetli Okuyucu, Rabbimiz Teâlâ Şuara Suresi’nin 88 ve 89. ayetlerinde: “O gün (mahşer günü) ne mal, ne evlat fayda verir. Ancak o günde, Allah’a kalb-i selimle gelenler (kurtuluşa erer.)” buyurmaktadır. Kalb-i selîm, ucub, kibir, haset, mal ve makam sevgisi, riyâ ve benzeri kötü ahlaktan temizlenmiş ve ahlâk-ı Muhammedî ile ziynetlenmiş, imanın tadını alıp itminana ermiş kalp demektir.
ilkadım
Allah’tan korkmayan, muhabbet ve merhametten mahrum olan, halis niyet taşımayan bir kalp, kalb-i selim olamaz, şeytan ve nefsin tasallutundan kurtulamaz.
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
YIL: 24 SAYI: 325
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu dört şeyden Allah’a sığınmıştır:
Fiyatı: 7,5 TL KDV D
“Korkmayan kalpten, İşitilmeyen duadan,
AĞUSTOS 2015
Doymayan nefisten,
Ramazan-Şevvâl 1436
Menfaat vermeyen ilimden” (Tirmizî) Ehli hikmet 3 çeşit kalp olduğundan bahseder: 1- Ölü kalp; kâfir ve münafıkların kalbi, sayı
325 ISSN-1307-6973
7,5
• AĞUSTOS 2015
Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
2- Hasta kalp; günah-ı kebâir işleyenlerin, azgınlık yapan, tuğyan edenlerin kalbi, 3- Diri kalp; muttakîlerin, takvaya erenlerin, sâlih ve sadıkların kalbi. Ayrıca hükemâ, kalbin kötülüğünün alâmetleri hakkında şöyle demektedir: 1- Allah Teâlâ’ya taatten zevk almamak. 2- Günaha düşmekten korkmamak, 3- Başkasının ölümünden ibret almayıp, aksine her gün dünyaya daha çok bağlanmak. Kalp nazargâh-ı ilâhîdir. Onu her türlü çirkinliklerden kötülüklerden temizlemedikçe, ilâhî nazara teşne olmaz, diğer âzâlarımız da selâmete eremez.
BAŞYAZI- Nureddin Soyak
KAPAK DOSYASI
• Özünü Allah’a Teslim Etmek
• Sonsuz Bir Muhabbetin Sürekli Dillendirilmesi: Zikir / Abdülkadir Yılmaz • Tefekkür Etmez misiniz? / Metin Başbuğ • Sâlihler Meclisi/ Hamit Haksever • Korkusuz Korkak/ Sinan Gün • Akl-ı Selim miyiz?/ Osman Bağcı
HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Ölüm Asıldır Hayat ise Can Çekişmek”
/ilkadimdergisi
/ilkadimdergisi
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim) buyuruyor. Vücudun bütün âzâları kalbe göre hareket eder. Ona
tabî olur. Kalp bozulursa, gözün bakışları hainleşir. Hakka kapalıdır, görmez. Bâtıla açıktır hep o tarafa kayar. Dil yalan, gıybet, dedikodu, iftira ve benzeri kötülüklerin mekânı olur. Hakkı konuşmaktan, zâlime karşı tavır almaktan nasibi yoktur. Konuşurken batıla dalıp gider, malâyâniyi sever. Kulak, çirkin lakırdılardan, lüzumsuz ve gereksiz konuşmaları, lehviyyâtı dinlemekten zevk alır. Doğru sözleri, hak kelâmı işitmekten, dinlemekten sıkılır. Eller, hayırlı işler yapmaktan, ayaklar Allah yolunda tozlanmaktan hiç mi hiç hoşlanmaz. Amma kalp, kalb-i selim olur ve nazargâh-ı ilâhiye teşne yapılır, her türlü kötülüklerden arıtılırsa, işte o zaman vücudun bütün âzâları yaratılışlarına uygun şekilde iş görür, değil haramlardan, şüpheli şeylerden de sakınmaya başlar. Böyle bir kalbe sahip olan kişi hayırlı kişidir. Allah Teâlâ’nın sevdiği kişidir.
Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Metin Başbuğ editor@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik
Böyle bir hayra eren, Allah Teâlâ’nın hayır murat ettiği bir kul olan kişi artık Allah Teâlâ’nın vaat ettiği cennete selametle girer ve ebedî saadete nail olur.
Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net
Bu mevzûda Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şu hadis-i şerifini hatırlamak yerinde olur:
Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00
“Vücutta bir et parçası vardır, o düzelirse vücut da düzelir. O bozulursa vücut da bozulur. Dikkat edin o, kalptir.”
Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87
Kalbi Selâmette Kılmanın Yolları şunlardır: 1- Kur’an Tilâveti, 2- Zikir,
Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net
3-Tefekkür-ü Mevt, 4-Ulemâ, Sulehâ Meclislerine Devam Etmek ve 5- Korku-Ümid Arasında Olmaktır. (Zeki Soyak, Ölçüler Dengeler) İlkadım ailesi olarak bu sayımızda, dış dünyamızda gelişen hadiseler sebebiyle kalplerimizin kasvetle dolduğu/ doldurulduğu şu günlerde içimize yönelerek kalb-i selimin önemine, kalb-i selime ihtiyacımıza ve kalb-i selim sahibi olmanın yollarına dikkat çekmek istedik. “İşte size vaat edilen bu cennet ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman’dan korkan ve ALLAH’A YÖNELMİŞ BİR KALB ile gelen kimselere mahsustur.” (Kaf, 32-33) Selam, dua ve dua beklentisi ile.
Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.
BAŞYAZI Nureddin SOYAK
Özünü Allah’a Teslim Etmek Allah’a söz verenler özünü de vermek istiyorlarsa, O’na karşı gelmekten sakınmak zorundadırlar. Allah’a karşı gelmekten sakınabilenler, özünü Allah’a verebilmiş olanlardır.
E
y Ümmet-i Muhammed! Tartışmayı bırakın. Ey ümera! Tartışmayı bırakın! Ey ulema! Tartışmayı bırakın. Yahut ilim meclislerinde münazara yapın. Ey cühela! Din konusunda tartışmayı bırakın, haddinizi bilin. Şöyle kenara çekilip bir bakın yüce dini ne hale getirdiniz? Sanki dinde her şey ihtilaflı, kesin hiçbir şey yok. Sanki dinde hiç bir muhkem şey yok, her şey müteşâbih ve onları da isteyen istediği gibi yorumlar. Yok öyle şey. Bu büyük bir vebal ve sorumluluktur. Dini mi savunuyorsunuz, nefsinizi mi? Gayeniz dini mi yüceltmek, nefsinizi mi? Gayretiniz dinden mi? Dünyadan mı?
O’nadır. İyi yoldan gidenler yüzü ak bir şekilde Rabbinin lütuf ve ikramları ile karşılaşırken, kötü yoldan gidenler O’nun kahır ve azabı ile karşılaşırlar: “… Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır…” (Al-i İmran, 15) “… Allah da, ‘İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!’ demişti.” (Bakara, 126)
Rabbimize kulak verelim. Yetmez, günül verelim. Rabbimize söz verdiysek özümüzü de verelim ki sözümüzün değeri olsun:
Allah’a söz verenler özünü de vermek istiyorlarsa, O’na karşı gelmekten sakınmak zorundadırlar. Allah’a karşı gelmekten sakınabilenler, özünü Allah’a verebilmiş olanlardır.
“Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a, teslim ettim…” (Al-i İmran, 20)
İman etmek, Allah’a karşı gelmekten sakınmak demektir:
Kalbindeki sırların Rabbi tarafından bilindiğine inanan mü’min, nasıl olur da amellerine riyayı bulaştırır? Amellerini dünya emellerine göre şekillendirir? Hesabını kitabını dünyevi çıkar ve menfaatler üzerine bina eder:
“… Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.” (Al-i İmran, 179) İbadet etmek, Allah’a karşı gelmekten sakınmak demektir:
“… Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir” (Al-i İmran, 154)
“… Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız.” (Bakara, 21)
İyi ve kötü bütün yollar Allah’a çıkar. Varış
Namazda huşu ve huzuru yakalayabilmek 4
Allah’a karşı gelmekten sakınmak demektir:
35)
“… Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” (Bakara, 238)
Abdullah b. Mesud, Allah’a olan saygıyı; “Allah’a asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak” şeklinde açıklamıştır.
“… Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 45)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 102)
Cahillikten kurtulmak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak demektir: “… Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım…” (Bakara, 67)
Mü’min, hem Allah’a karşı gelmekten sakınacak hem de sakındıracaktır. Kur’an’a tabi olup sakınacak, Kur’an’la da sakındıracaktır. Günümüzde sakınma ve sakındırmada sınıfta kalışımızın sebeplerinden biri de Kur’an’ın özünden ve ruhundan uzaklaşmamızdır. Bu da özün, Allah’a tesliminde önemli bir engeldir:
Rabbimiz mü’minleri kendisine karşı gelmekten şiddetle sakındırmıştır. Allah’a karşı gelmekten sakınmak aklını kullananların işidir. Çünkü ceza çetin: “… Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.” (Bakara, 196) Çünkü Rabbimizin huzurunda toplanacağız:
“… Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur’an ile) uyar.” (Enam, 51)
“… Allah’a karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.” (Bakara, 203)
“… Eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Maide, 57)
Çünkü Rabbimize hiçbir şey gizli kalmaz:
“… O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.” (Al-i İmran, 123)
“… Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.” (Bakara, 233) şeye
rağmen
Rabbimiz
“… Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran, 130)
“… Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.) (Bakara, 235)
“… Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.” (Al-i İmran, 133)
Çünkü Rabbimiz lehimize ve aleyhimize olan her şeyi bize öğretti:
Fani hayata aşırı düşkünlük de mü’minleri sakınma ve sakındırmadan alıkoyan önemli sebeplerden biridir. Özü Allah’a teslimin önündeki engellerdendir:
“… Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 282)
“Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister…” (Bakara, 96)
Mü’min, Rabbinin emirlerini yerine getirerek, yasaklarından da kaçınarak Rabbine yaklaşmaya vesile arar. Bunun için de nefsiyle ciddi bir mücahedeye girer:
“Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 112)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 5
AĞUSTOS 2015 / 325
Çünkü her bağışlayıcıdır:
“… Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Enam, 155)
KAPAK
Abdülkadir Yılmaz kapak@ilkadimdergisi.net
Sonsuz Bir Muhabbetin Sürekli Dillendirilmesi:
ZİKİR K
ul Rabbinin sevgisini gönlünde, halinde, dilinde hâkim kılınca dünyanın ve ahiretin en huzurunu, lezzetini tatmış olacaktır. ‘’Dikkat edin (Kesin olarak bilin ki) kalpler ancak Allah’ı anmakla itminana erer (huzura kavuşur).’’
Z
ikir, Allah Teâlâ’yı anmak, bizimle beraber olduğu, bize şah damarımızdan daha yakın olduğu, bizim her şeyimize vakıf olduğu, bize bizden daha yakın olduğu şuuruyla, O’nun yüce katında edeple, kulluğa yakışır bir tarzda hareket etmek, O’nu büyük bir tâzimle lisânen, kalben ve bütün âzâlarımızla anmaktır.
oluşan, kalbi dolduran bu muhabbetin fillere yansıması ‘Salih Amel’, dilde aks bulması ise zikirdir. Bu da Allah’ın (cc) kuluna en büyük ikramıdır. Rabbimiz kullarını çok sever, kuluna da kendisini sevmeyi nasîb eder. “Allah onları sever Onlar da Allah’ı severler.” (Bakara, 165) Kul Rabbini tanımalı, Rabbini bilmeli, O’nu çok hatırlamalıdır, ‘’Nerde olursa olsun Rabbinin kendisiyle beraber olduğunu’’ (Hadid, 4) hatırından çıkarmamalı, o da kendini bir an bile unutmayan Yaratanını bir an bile aklından çıkarmamaya gayret etmelidir.
Zikir, sevgilinin ismini sürekli terennüm, Âşıkın maşukunu sürekli sayıklaması, kalpteki sonsuz Allah (cc) sevgisinin dile yansımasıdır. Zikir, Dervişin fikrinin dilinde yankılanmasıdır.
Rabbimiz, ‘’Beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin nankörlük etmeyin’’ (Bakara,
Muhabbetullah, imanın zirvesidir. Kalpte 6
152) buyuruyor.
olan muhabbeti artırır. Bu hale gelen kalbin sahibi Rabbine isyan edemez, günah işlemeye cesaret edemez.
Eğer kulun kalbinde Allah (cc) her daim yoksa kul bunu gerçekleştirmek için çalışmalıdır. Allah’ın çok açık olan, en büyük ibadet olan zikrine önem vermeli, her fırsatta Allah’ı hatırlamalı, O’nu anmaya gayret etmelidir. Dilin sürekli terennüm ettiği sevgilinin aşkı mutlaka bir gün kalpte de yerini bulacaktır. Nasıl ki sürekli dünyalıkları konuşan veya bunların konuşulduğu yerlerde bulunan insanın kalbi dünyaya meylediyorsa Allah’ı sürekli anan veya O’nun anıldığı yerlerde bulunan kişinin kalbi de Allah’a meyledecektir. Bazen dervişin zikri de fikrini değiştirir.
İnsan beden ve ruh tan oluşan bir varlıktır. Bedenin ham maddesi topraktır. “Andolsun biz insanı çamurdan süzülmüş bir özden yarattık’’ (Mü’minun, 14) Bundan dolayı beden toprakla sükûna erer. Vücut elektriklendiğinde vücudu toprakla temas kurmak onu sükûna erdirir. Topraktan çıkan gıdalar ve bu gıdalarla beslenen hayvanlar vücudu besler, büyütür yaşatır. Aç kalan vücut ise rahatsızlanır, hastalanır, hatta bir süre sonra ölür. Ruh ise Allah’tandır, (“Ben ona (insana) ruhumdan üfledim” (Hicr, 29) ) Onun gıdası Allah’ı anmak yani zikirdir. O Allah’ı anarak huzura kavuşur. O’nu anarak beslenir, güçlenir, hayat bulur. Gıdasız kalan bedenin bir gün ölüme mahkûm olduğu gibi Allah’ı tanımaktan, Allah’ı anmaktan mahrum kalan bir kalp de ölüme mahkûmdur. Bedenin ölümü, fani olan, kısa, geçici dünya hayatını kaybettirtir. Kalbin ölümü ise sonsuz ahiret yurdunu, cenneti ve Allah’ın rızasını kaybettirir.
Kul Rabbinin sevgisini gönlünde, halinde, dilinde hâkim kılınca dünyanın ve ahiretin en huzurunu, lezzetini tatmış olacaktır. ‘’Dikkat edin (Kesin olarak bilin ki) kalpler ancak Allah’ı anmakla itminana erer ( huzura kavuşur).’’ ‘’Cennete girenler hiçbir şeye üzülüp pişmanlık duymayacaklar. Ancak dünyada iken Allah’ı zikretmeden geçirdikleri saatlere üzüleceklerdir’’ (Beyhaki)
Kalp, Nazargah-ı İlahi’dir. Göklere ve yerlere sığmayan Allah mü’min kalplere sığar. Rabbimiz kullarının kalplerine önem verir. “Şüphesiz ki Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, lakin kalplerinize ve amellerinize bakar’’ (Müslim)
Allah segisinin, zikrinin verdiği tadı huzuru, tadı, dünyada hiçbir şeyin veremeyeceğini Yunus şöyle dillendiriyor: “Ben Dost Cemalini görmüşem/Fani cihanı neylerem.” Allah’ın (cc) sevgisi kalbinde yer eden kişi, içinde bulunduğu her halde Allah’ı zikreder hale gelir “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar.’’ ( Al-i İmran, 191)
Allah’ın Nazargahı olan kalplerimizi temiz tutmaya azami gayret göstermeliyiz. Kalpler ibadetle Allah’ı zikirle temizlenir. Günahlar gafletle kalplerde lekeler oluşturur. Onları gidermek için hemen iyilik yapmalı, salih amel işlenmelidir. “Muhakkak ki iyilikler kötüleri giderir (temizler).” (Hud, 14) Kalplerin cilası, parlaması ise zikirle tezekkürle olur.
Başka bir ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor: ‘’ Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanları artar ve sadece Rablerine güvenirler.’’ (Enfal, 2) Allah’ın anılması yani hakiki zikir kalbi huşuya kavuşturur, imanı kuvvetlendirir, Allah’a 7
AĞUSTOS 2015 / 325
“O gün ne malne de evlat fayda verir. Allah’a selim bir kalp ile gelen kurtulur.’’(Şura, 89)
Allah’ı ne kadar anmalıyız? ‘’Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah ve akşam (sürekli) tesbih edin’’ (Azhab, 41-42) Kimler Allah’ı az hatırlar, az anar? “Onlar (münafıklar) namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az zikrederler (anarlar).” (Al-i İmran, 41) Zikrin hangi hali tavsiye ediliyor? “Rabbini içten yalvararak ve korkarak, yüksek olamayan bir sesle sabah ve akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf, 205) Zafer istiyorsak Allah’ı çok anmalıyız. “Ey iman edenler (savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin, Allah’ı çokça anın ki kurtuluşa (zafere) eresiniz.” (Enfal, 45)
‘’Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah ve akşam (sürekli) tesbih edin’’ (Azhab, 4142)
Allah’ı çok anma(zikir)nın mükâfatı nedir? “Şüphesiz… Allah’ı çokça anan erkekler ve çokça anan kadınlar var ya işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab, 35) Allah’ı Zikirden uzak olmanın cezası…
“Şüphesiz… Allah’ı çokça anan erkekler ve çokça anan kadınlar var ya işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)
“Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.” (Cin, 17) “Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedir.” (Zümer, 22) “Kim Rahman’ın zikrini görmezden gelirse biz onun başına bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir dostudur.” (Zuhruf, 37)
“İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygıyla ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 16)
Rabbimizi anmanın tam zamanı! “İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygıyla ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 16) 8
KAPAK Metin Bağbuğ kapak@ilkadimdergisi.net
ُون َ َكر َّ اَف اََل َت َتف
TEFEKKÜR ETMEZ MİSİNİZ? “Kur’an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24).
İ
tek kalbi ve tek Rabbi vardır. Kalp nazargah-ı ilahidir, makarr-ı ilahidir, masivanın onda yeri yoktur. Efendimizin ifadesi ile bu et parçası kirletilirse, muhafaza edilmez hastalandırılırsa sağlıklı çalışamaz, düşünemez ve bütün bünyeyi hastalandırır, helake götürür.
nsanlar ve cinler sadece Rabbe kulluktan başka bir şey için yaratılmamıştır (Zariyat, 56). İnsanın bir parçası olan kalp de sadece bunun için yaratılmıştır.
Kalbin ameli, ibadeti/kulluğu tefekkürdür.
“Andolsun ki cehennem için de pek çok cin ve insan yarattık ki, onların kalpleri vardır fakat onlarla düşünmezler/anlamazlar.” (Araf , 179). Rabbimizin kullarından istediği selim, temiz, hastalıksız bir kalple tefekkürdür. Cahiliye Arapları’nınki gibi değil:
Rabbimizin ilahi sıfatlarının bu alemde üç tecelli mekanı vardır. Bunlar insan, Kur’an ve kainattır.
“Allah bir kimsenin (göğüs) boşluğunda iki kalp yaratmadı.” (Ahzab, 4). Dolayısıyla, bir insanın iki kimliği, kişiliği olamaz. İnsanın
Rabbimiz, halifesi olarak yarattığı insana 9
AĞUSTOS 2015 / 325
“Onlar (mü’minler) inanmışlardır. Kalpleri Allah’ı anmakla/anlamakla yatışmıştır (hiçbir şüpheleri ve endişeleri kalmamıştır). Biliniz ki zaten kalpler ancak Allah’ı anarak tatmin olur.” (Ra’d, 28)
“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” (Bakara, 37) “Ancak Allah’ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, unutarak günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder.” (Nisa, 17) Allah insanın her an (gece- gündüz) ve her halde (ayakta iken, otururken ve yanları üzerine yatarken) devamlı tezekkür (Rabbini hatırda tutma) ve tefekkür (Rabbinin tecelli mekanları üzerinde düşünme, kafa yorma) üzere bulunmasını ister. Kalbini ve aklını koruduğu (ulü-l ebab olduğu) müddetçe de bu hal üzere kalabileceğini ifade eder (Al-i İmran, 190-195). Bu tefekkür-tezekkür ayetlerinin nazil olduğu gece Efendimizin hali ayrıca bir tefekkür konusudur: Hz Ömer’in oğlu Abdullah (R. Anhüma) demiştir ki: daha bu aleme göndermeden ilahi esmasını öğretmiş ve bu esmanın tecelli mekanları hakkında bilgilendirmiştir. Dünyada verdiği imtihan mühleti boyunca bu bilgileri tefekkür ederek “tekrar” hatırlamasını, mühlet sonunda kendisine döndürüldüğünde ilk donanımı ile gelmesini murad etmiş ve insanı bu emanetle yükümlü kılmıştır. Nisyan ile malül olduğunu bildiği, ve hidayetini üzerine aldığı (Nahl, 9; Yunus, 35; İnsan, 3) bu müstesna varlığa verdiği değer sebebiyle, Rahman isminin de tecellisi ile uyarıcılar, hatırlatıcılar göndermiş, yolunu doğrultma imkanını (tevbe) her an açık tutmuş, gaflette kalmasına rıza göstermemiştir.
Ümmü-l mü’minin, Hz. Ebubekir’in kızı Âişe’ye (R. Anhüma), “Rasulullah’dan gördüğün şeylerin en dikkat çekenini bana haber ver.” dedim. Bunun üzerine ağladı, uzun bir müddet ağladı da sonra dedi ki: “Onun her işi dikkat çekici idi. Bir gece bana geldi, yorganıma girdi, hatta cildini cildime dokundurdu, sonra da buyurdu ki, ‘Ey Âişe, bu gece bana Rabbıma ibadet etmek için izin verir misin?’ Ben de, ‘Ey Allah’ın Rasulü, ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, izinlisin.’ dedim. Kalktı, odadaki su ibriğine vardı, abdest aldı, suyu çok da dökmedi, sonra namaza durdu, Kur’ân okudu ve ağlıyordu. Sonra iki elini kaldırdı yine ağlıyordu. Hatta gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm. Sonra Bilâl geldi, ken-
“Muhakkak ki Adem’e bir sözleşme verdik ama o unuttu. Biz onda bir azim/kararlılık bulmadık.” (Taha, 115) 10
olduğunun, ilahi emanete hıyanet olduğunun farkına varmalı ve yine Rabbine dönmeli, “Bizi ateş azabından koru” demelidir.
disine sabah namazını bildiriyordu. Baktı ki ağlıyor; ‘Ey Allah’ın Rasulü, dedi, Allah Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahını affetmiş olduğu halde ağlıyor musun?’
İnsan, yolunu doğrultucu (hidayet), unuttuklarını hatırlatıcı (zikir) olarak, Rahmet-i İlahi gereği indirilen Kur’an ayetlerini de gereğince tefekkür etmelidir.
‘Ey Bilâl,’ buyurdu, ‘O halde ben şükreden bir kul olmayayım mı?’ Bundan sonra buyurdu ki:
“…Düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik.” (Nahl, 44)
‘Nasıl ağlamıyayım, Allah Teâlâ bu gece bir takım ayetlerini indirdi: ‘Bunu okuyup da, bu babda tefekkür etmeyenlerin vay haline! Vay bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunda düşünmeyenlere!’
“Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbleri kilitli mi?” (Muhammed, 24) Zaten Kur’an olmadan insan ne kendisi ne de kainat üzerinde kamil manada tefekkür edemez. Yaratıcımız Kur’an ayetlerini ve onlardaki mükemmelliği de boş yere indirmemiştir.
“Ya Aişe o ayetleri hatırlıyor musun?” diye sordum. “Elbette, Al-i İmran Suresi 190 ve sonrası idi.” dedi.
Kur’an’ı tefekkür edebilmek için de öncelikle okumak ve anlamak gerekir. Hakkıyla tefekkür için manasını anlamadan sadece yukarıdaki hadisi şerifte beyan edildiği gibi “dişler arasında çiğnemek” yeterli değildir.
Rabbimiz bu ayetlerde insanın, yerleri, gökleri ve yaratılışlarını, boş yere yaratılmadıklarını, buralarda tecelliyat-ı ilahi kapsamında gerçekleşen hadiseleri, varlıkların tesbihatını uzun uzun tezekkür, tefekkür etmesini ve kendisinin de tesbihat halinde olmasını, sonunda da “Rabbimiz! Sen bunu BOŞ YERE YARATMADIN, Sen SÜBHAN’sın, BİZİ ATEŞİN AZABINDAN KORU.” demesini istiyor. İnsanın kendi varlığı da bütünüyle bir ilahi tecelliler, ayetler manzumesidir. İnsan, kendi yaratılışının mükemmelliğini, bu en güzel surette yaratılışının sebeplerini ve hikmetlerini tefekkür etmelidir. Bu mükemmel varlığını -bu alemde- sona erdiren ölümü tefekkür etmelidir. Emrine verilen nimetleri, kainatı, Rabbinin kevnî ayetlerini tefekkür etmelidir. Bu mükemmeliyetin boş yere (batıl) olamayacağının, yok olup gidemeyeceğinin farkına varmalıdır. Mükemmel varlığını aşağıların aşağısına (esfel-i safilin) taşımasının çok büyük bir ziyan olacağının, bunun kendi nefsine zulmetmesi
“Esma-yı ilahiyyenin üçüncü tecelli mekanı olan kainat ise, Kur’an’ın bir nevi tefsiridir. Kainat sessiz bir Kur’an, Kur’an sesli bir kainattır. İnsan ise -öz cevheri itibariyle- bu sesli ve sessiz Kur’an nurları içinde kemal bulan bir tecelli sultanı mevkiindedir. Bu bakımdan “insan, Kur’an ve kainat” tam bir tevhid ailesidir.” 11
AĞUSTOS 2015 / 325
Efendimiz Kur’an’ı çokça okumak isteyen Amr bin As’ın oğlu Abdullah’a (R. Anhüma) en az bir ayda hatmetmesini tavsiye buyurmuştur. Aşırı ısrarı üzerine en son bir haftada okumasına izin vermiş, daha kısa sürede okumasını istememiştir. Bunun mana üzerinde yeterince tefekkür edilemeyeceği kaygısıyla olduğunu düşünebiliriz. Amr (R. Anh) yaşlılık yıllarında Efendimizin başlangıçtaki tavsiyesine uymasının kendisi için daha hayırlı olacağını anladığını ve pişmanlığını ifade etmiştir.
lem- ilk amelidir. Rabbimizin ona verdiği sonsuz nimetlerin ilk adımı O’nun Hira Mağarasında Kabe’yi karşısına alarak girdiği ve günler geceler süren tefekkür iklimi idi.
İnsan, Kur’an’ı tefekkür ederek; yolunu doğrultmayı Rabbinden talep edecek (Fatiha, 6), Kur’an’ın müttakiler için bir “hidayet” rehberi olduğunu anlayacak (Bakara, 2), yerleringöklerin de Allah’ın ayetleri olduğunu farkedecek, -Hz İbrahim gibi- bir yıldıza bakarak bile yolunu doğrultabileceğini (Nahl, 16) öğrenecektir. Kur’an, insanı düşünmeye, akletmeye, tefekkür etmeye, tezekkür etmeye, anlamaya, ibret almaya tekrar tekrar davet eder. Etrafında her an gördüğü ve artık gözünde normalleşen canlılara, cansızlara, şahit olduğu hadiselere tekrar ibret nazarıyla bakmaya çağrılarak muhteşem ayetlerin idrak edilmesini ve neticede bu ayetlerin sahibine ulaşılmasını ister. Kur’anda şu anlamdaki cümleler en sık rastlanan cümlelerdendir:
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- daha sonraki hayatında da daima yüzünde tebessüm olsa da kalbi mahzun ve düşünceli idi. Zaruret olmaksızın konuşmaz, sükunet hali uzun sürerdi. Ümmetini de her fırsatta Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekküre dâvet eder, insanın tefekküre muhtaç olduğunu telkin buyururdu. Bir hadis-i şeriflerinde de: “Rabbim bana sükutumun tefekkür olmasını emretti…” buyurmuşlardı. İnsan konuşacaksa, sükuttan kıymetli hikmetler söylemelidir. Aksi hâlde susmalıdır. “Üsve-i Hasene-En güzel Örnek” olan Efendimizin -sallallahu aleyhi ve sellem- gayet öz konuşup sükutunun uzun sürmesi, bizleri çok konuşmaktan tefekküre fırsat bulamayan gafiller gibi olmaktan ikaz mahiyetindedir. İnsan, sonsuz büyük olan Rabbi karşısındaki “HİÇ”liğini ve acizliğini de bu manada tefekkür halinde olmalıdır.
“Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret (ayet) vardır.” (Nahl, 11) “Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller (ayetler) vardır.” (Nahl, 12) “Şüphesiz ki bunda hatırlayıp öğüt alan bir toplum için bir delil (ayet) vardır.” (Nahl, 13)
Ayrıca günümüzde ümmetin içler acısı hali de uzun uzun tefekkür edilmeli ve çareler aranmalıdır. Rabbimizin milletimizi, ahdimizi unutmayıp sadık kaldığımız dönemlerde “alemlere üstün kıldığı” da tefekkür edilip hatırlanmalıdır.
“Yaratan, yaratmayan gibi midir? Hala düşünmeyecek misiniz?” (Nahl, 17) “Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler (ayetler) vardır.” Rum, 22) Rabbimizin Kitab-ı Kerimi ve onun canlı tefsiri olan Muhterem Elçisi bizler için hidayet rehberleridir. Kur’an, hayat yolculuğunun sonunda Rabbimize ancak “kalb-i selim”in ulaşacağını haber vermektedir (Şuara, 87-89). Bu nedenle kalbi, ilahi davete tepkisiz ve tefekkürden mahrum bırakmak tam anlamıyla ve apaçık bir gaflettir.
Netice-i kelam: “Şüphesiz ki Allah katında canlıların en şerlisi, akletmediklerinden sağır ve dilsiz olanlarıdır.” (Enfal, 22) Rabbimiz, bizleri tefekkürsüzlük gafletinden ve masivayı, malayaniyi tefekkürden muhafaza buyursun! Kalbimizi, aklımızı, duygu ve düşüncelerimizi rıza-yı ilahisine uygun kılsın.
Tefekkür, Efendimizin -sallahu aleyhi ve sel12
KAPAK
Hamit Haksever kapak@ilkadimdergisi.net
SÂLİHLER MECLİSİ S
âlih insanlarla olan beraberlikte de onların sözünden, gözünden ve özünden istifade imkânı vardır. Kötü niyetle bakan insanların bakışından nasıl ki insana nazar değip zarar dokunuyorsa, veli insanların muhabbet dolu nazarından da fayda sağlanır.
İ
Değişik coğrafi şartlar insanlarda sertlik, yumuşaklık, çalışkanlık, tembellik, acelecilik, genişlik gibi değişik karakter özelliklerini belirginleştirir. Aynı ülkede yaşamakla birlikte Karadenizlinin, Doğu Anadolulunun, Egelinin fiziki coğrafyadan ve iklimden kaynaklı davranış farklılığı rahatlıkla görülebilir. Mekânlar,
Etkileyen ve etkilenen, değişen ve değiştiren bir varlık olarak insan, bırakın insanları, çevresindeki cansız nesnelerden bile az çok etkilenir. Mesela dağlık taşlık bir yerde yaşayan 13
AĞUSTOS 2015 / 325
insan ile ovada yahut deniz kenarında yaşayan insanların davranış şekilleri arasında bariz farklılıklar görülür.
nsan, değişime ve etkilenmeye açık bir varlıktır. İnsanın davranışlarını belirleyen kalp, kelime anlamı olarak; çevirmek, çevrilmek, değişmek, değiştirmek, bir şeyi bulunduğu halden başka hale çevirmek manasındadır.
maddi yönden bile insanı etkilerse manevi yönden ne kadar etkileyeceğini düşünmek gerekir. Mekke, Medine veya ezan sesleri altındaki bir İslam beldesinde yaşamak ile bir küfür diyarında yaşamak arasında kişinin manevi hayatına tesir eden muazzam farklar vardır. Bu sebeple rızık için küfür diyarlarına gitmek caiz görülmemiştir. Gönlü mescitlere bağlı kimselerin kıyamet günü arşın gölgesinde gölgeleneceği hadis-i şerifte müjdelenmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ebrehe’nin ordusunun helak edildiği Muhassar vadisinden süratle geçmiş, Tebük seferi dönüşü de Semud kavminin helak olduğu yerden su alan sahabilere suyu döktürtmüş; bu su ile yapılan hamurları develere verdirtmiştir. Bu sebeple gönül ehli arif mü’minler; gafil insanların bulunduğu mekânlardan uzak durmuşlar, onların kullandığı eşyalardan dahi sakınmışlardır.
Peygamberlere, Allah dostlarına, sâlih insanlara, güzel ahlaklı arkadaşlarımıza duyduğumuz sevgi ve muhabbet de bizi sevgimiz oranında onlara benzetir. Muhabbetteki derece ne ölçüde ise aynîleşme (benzeşme) de o ölçüde olur. Seven kişi, sevilen kişinin potasında erir. Irmağın denize, damlanın deryaya kavuşması gibi sevdiğinin benliğinde tek vücut olur.
İnsan mizacını değiştiren bir diğer müessir de alınan gıdalardır. Etli gıdalarla beslenenlerin daha sert ve mukavim olduğu, sadece yeşilliklerle beslenenlerin daha yumuşak ve nazik olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta deve eti, sığır eti ve koyun eti yemek arasında dahi farklar vardır. Sürekli tavuk eti yiyenlerin –tıpkı tavuk gibi- uykularının hafif olduğu gözlemlenmiştir. Domuz eti yiyenlerin eşlerini kıskanmadıkları, hayâ duygularının olmadığı bilinen bir gerçektir. Tatar Türkleri, yüzyıllarca at eti yedikleri için yola ve yolculuğa dayanıklılık onlarda genetik bir özellik olmuştur. Alınan gıdaların maddi hususiyeti dahi bu kadar tesir ederse manevi hususiyetinin insanda yapacağı etkiyi düşünmek gerekir. Helal gıda insanda ibadete ve maneviyata arzu uyandırırken haram gıda insanı harama sevk eder, insanı haramî eder. Şeytan, öncelikle bir insanın kazancının haram olması için uğraşır. Çünkü bunu başarabilirse o insan zaten kazandıklarını haram yolda 14
harcayacaktır. Bunu başaramazsa, kişinin helal kazancını haram yolda harcaması için uğraşır. Onu da başaramazsa helal kazancını hayır hasenat yolunda kullanmasına mani olmaya çalışır. Allahu Teala cümlemizi şeytanın hilelerinden korusun. İnsanı değiştiren belki de en önemli faktör düşüp kalktığı, sevip saydığı arkadaşları, yoldaşları, hâldaşları, muhabbetle bağlandığı insanlardır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Kişi arkadaşının dini üzeredir, sizden her biriniz kiminle arkadaşlık yaptığına baksın.” buyurmuşlardır. Kuran-ı Kerim’de de Rabbimiz bizleri “dost” hususunda uyarmış; mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyi yasaklamış (Nisa, 114), Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin (Maide, 51) buyurmuş; tağutun, inkârcıların dostu olduğunu (Bakara, 257) ve şeytanın bizim apaçık düşmanımız olduğunu (Bakara, 208) bildirmiş, “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlü’dür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler. (Maide, 55)” buyurarak dostluk çerçevemizi çizmiştir. Dostunu yanlış seçenlerin hazin akıbetini Furkan Suresi 27 ve 28. ayetlerinde şöyle bildirmiştir: “O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” Allahu Azimüşşan, Tevbe suresi 119. ayetinde ise biz mü’minlere hitaben “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla (doğru kimselerle) beraber olun.” buyurmuştur.
Âlemlerin Efendisi ile beraberlik ve O’na besledikleri sevgi, daha önce cahiliye karanlığında yaşayan sahabeyi kiram efendilerimizin her birini müstesna yıldız şahsiyetlere dönüştürdü. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-, sahabeyi kiram efendilerimizi özüyle, sözüyle ve gözüyle terbiye etti. Sâlih insanlarla olan
Yukarıdaki ayeti kerimelerde de görüldüğü üzere muhabbeti layık olana, öfke ve nefreti de müstehak olana göstermek müminler için imanî bir vazifedir. Nemrutlara, Firavunlara, Ebu Cehillere, din düşmanlarına gösterilen nef15
AĞUSTOS 2015 / 325
ret, dinimize yakınlığımızı ve bağlılığımızı artırır. İmanımızı kuvvetlendirir. Peygamberlere, Allah dostlarına, sâlih insanlara, güzel ahlaklı arkadaşlarımıza duyduğumuz sevgi ve muhabbet de bizi sevgimiz oranında onlara benzetir. Muhabbetteki derece ne ölçüde ise aynîleşme (benzeşme) de o ölçüde olur. Seven kişi, sevilen kişinin potasında erir. Irmağın denize, damlanın deryaya kavuşması gibi sevdiğinin benliğinde tek vücut olur. Nitekim Leyla bir gün çölde Mecnun’un karşısına çıkıp “İşte ben Leyla’yım” deyince Mecnun “Eğer sen Leyla isen ben kimim?” demiştir. Halk arasında sarhoş olmak anlamında kullanılan “leyla olmak” tabiri de aslında sevilenin varlığında benliğini kaybetmek anlamındadır. Bunun en güzel misalini Hz. Ebubekir (r.a.) de görmekteyiz. Nitekim bir gün Hz. Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem- “Ebubekir’in malından istifade ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım.” buyurdu. Allah Rasûlü’nün aşkıyla benliğinden geçip artık Rasûlullah’ın varlığında vücut bulmuş olan Hazret-i Sıddîk ise, bu nebevî iltifat karşısında bir “muhatap” kabul edilmenin zımnında mevcut olan ağyardan biri olarak görüldüğü hissine kapıldı. Bu his ile ruhunun derinliklerinde firkat ateşlerine benzeyen yakıcı bir ızdırap duydu. “Gayr”dan telakki edilme endişesi içerisinde: “Ya Rasûlallah! Ben ve malım sadece ve sadece sana ait değil miyiz, ya Rasûlallah!..” dedi (O.Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, s.220).
beraberlikte de onların sözünden, gözünden ve özünden istifade imkânı vardır. Kötü niyetle bakan insanların bakışından nasıl ki insana nazar değip zarar dokunuyorsa, veli insanların muhabbet dolu nazarından da fayda sağlanır. Yunus Emre ne güzel söyler:
Günahlarından bizar olan ve onlardan kurtulmak isteyen bazı kimseler utancından dolayı sâlih insanlardan kaçmaktadır. Halbuki sâlih kimselerle beraber olmak günahlarımızdan kurtulabilmemizin yegane çaresidir. Nitekim hadisi şerifte anlatılan, geçmiş ümmetlerden 100 kişiyi öldüren ve tevbe etmek isteyen kişiye reçete olarak “Sâlihler Diyarına” hicret etmesinin gösterilmesi sâlihlerle beraberliğin yanlışlarımızı düzeltebilmemiz için zaruri olduğunu göstermektedir.
Erenlerin nazarı Toprağı güher eyler Erenler kademinde Toprak olasım gelir
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadisi şerifi ve “O gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.” (Zuhruf, 67) ayeti kerimesi ahiret selameti için dost ve arkadaş seçiminde ne kadar hassas olmamız gerektiğini bizlere göstermektedir. Rivayet edilir ki bir köpek olan Kıtmir, Ashab-ı Kehf ’e sadakati ve dostluğu sayesinde onlarla birlikte cennete girecektir.
Özden istifade ise aslında sadırdan sadıra geçen manevi hal transferi, muhabbet akışıdır. “Kalpten kalbe yol vardır” sözü bunu anlatır. Sâlihlerle zahiri beraberliğin mümkün olmadığı durumlarda rabıta kanalıyla manevi beraberlik temini aslında bir manada öz beraberliğidir. Peygamber kıssalarını, Efendimizin hayatını, mübarek sözlerini ve Allah dostlarının menakıplarını aşkla her daim okumak, manevi rabıta kanalıyla sâlihlerle beraberliği temin etmemizi sağlayan önemli bir metottur. Bununla birlikte iyi bir arkadaş çevresine sahip olmak, ilim ve sohbet meclislerine düzenli bir şekilde devam etmek ve mümkün mertebe sâlih zâtları, âlimleri ve arifleri ziyaret etmek müminin şiarı olmalıdır.
Allahu Teâlâ cümlemizi “Sevdiğini Allah için seven” kullarından eylesin. Hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah için sevdiğimiz dostlarımızla bizleri arşın gölgesinde gölgelendirsin. Âmin. 16
KAPAK Sinan Gün kapak@ilkadimdergisi.net
KORKUSUZ KORKAK İ
K
yapacağız? Ondan korkacak mıyız yoksa ümitli mi olacağız? İkisini de yapamaz mıyız? Hem Allah’tan korkup hem de ondan ümidimizi kesmemek! Mümkündür ve güzel olan da budur. Fakat bu bir kıvama gelmekle olur. Kötü olan bunlardan birine saplanıp kalmaktır. Akıllı kişi Allah korkusu ile onun rahmetini umar. Akılsız ise arzu ve isteklerine teslim olup, Allah’ın rahmetini umar. Cehennemlik işler yapıp cenneti beklemek ahmaklık değil de nedir?
ötü ahlaklardan temizlenmiş, Kur’an ve sünnet ahlakıyla ahlaklanmış, imanın tadını alabilen bir mü’min olabilmenin şartlarından biri de korku ve ümit arasında olmaktır. Bu, kalbi selamette kılmanın en mühim yollarındandır. Daha veciz bir ifadeyle mü’min kalbinin çok önemli bir özelliğidir. Çünkü iman korku ve ümit arasında sıhhat bulur, kendine gelir ve olgunlaşır. Günlük hayatımızda sıkça işitiriz kimileri “Allah’tan kork!” derken kimileri de “Allah’tan ümit kesilmez!” derler. Tamam, ama hangisini
Korku ve ümit, hayatımızın eksi ve artı kutuplarıdır. İki taraf da olmadan bataryala17
AĞUSTOS 2015 / 325
nananlar olarak sadece korkuyla veya sadece ümitle değil, uç noktalarda değil, ikisi arasındaki korunaklı yerlerde yaşamamız tavsiye ediliyor. Korku ve ümit bize dengeli bir hayatı ve kazançlı bir ahireti sağlayacaktır.
görmediği halde Rahmandan korkan ve Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.’’ (Kaf, 32-33) buyuruyor. Rabbimizi iyi tanımalıyız. Onun sonsuz ve sınırsız olan özellikleri arasında rahmetinin, korku ve haşyetinin sınırsızlığı da vardır. Rasulullah (sav) bu konuda şöyle buyuruyor: “Eğer mü’min Allah’ın azabının niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kafir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, onun cennetinden asla ümidini kesmezdi.” (Müslim) diyor. Biz şu korkusuz halimizle Mevlana’nın mesnevisinde bahsettiği “Korkusuz Kaptan Sinek”ten çok da farklı değiliz. Sinek, küçük ve kirli bir su birikintisinin üzerinde yüzen bir saman çöpünün üzerine konar. Saman çöpü suda ilerledikçe “Burası okyanus olmalı bu da benim gemim, ben de dünyanın en cesur ve en büyük kaptanıyım.” demeye başlar. Bizim de elimizdeki güç ve imkânlar bazen haddimizi aşmamıza sebep oluyor.
rın işe yaramadığı gibi korku ve ümit de bir arada bulunmadığı zaman kâmil bir imandan söz etmek zordur. Hiç kimse Allah’ın rahmetine güvenerek azabından emin olamaz. Yine hiç kimse rahmetinden ümidini kesip kurkuyla Allah’ın azabını düşünerek yaşamamalıdır. Her müslümanın korku ve ümit içinde (Beynel havf ve’r-rec a) yaşaması gerekiyor. İman ve kulluk üzere yaşarken azap endişesi duymalı, günah ve tuğyan içinde de kalsa rahmet ümidini eksik etmemelidir. Rasululah (s.a.v.) korkmayan kalpten Allaha sığınıyor. Kalpte korku olmalı ama Allah korkusu olmalı. Sadece Allah’tan korkan nesiller yetiştirmemiz gerekirken, her şeyden korkup yalnızca Allah’tan korkmayan nesiller ortaya çıkıyor. Allah Teala “İnsanlardan korkmayın benden korkun.’’ (Maide, 44) buyururken, bırakın insanları, böcekten korkup Allah’tan korkmayan korkusuz korkaklar var. Allah’tan korkmadığını söyleyen birisi Allah’ı bilmiyor demektir. Korku ile ilim arasında kuvvetli bir bağ vardır. Aslandan korkmak için ceylan olmak gerekir. Aslanı ceylan iyi bilir. Çünkü “Ondan ancak ilim sahipleri hakkıyla korkar.” Bu korkuyla da Allahın nehyettiklerini terk edip, emrettiklerine koşan gerçek muhacirler olurlar. Rabbimiz “İşte size vadedilen bu cennet ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden,
Allah Korkusu, Allah sevgisinden ayrı bir şey değildir. Onun sevgisini kaybetme korkusu bize korku olarak yeter de artar. Onun sevgisine layık olmayan zaten en değerli varlığını kaybetmiştir. Bu nedenle kul bu mükâfatı kazanmanın ümidiyle onu kaybetmenin korkusunu birlikte taşımalıdır. Allah’ın bize hazırladığı sondan kaçış yoktur. Bizi nasıl yaşatıyorsa vakti geldiğinde öldürecek olan Allah’tan sığınabileceğimiz tek sığınak yine Allah’tır. Gazabı gibi rahmeti de haktır. Bunu düşünerek ümit etmekten başka bir yol da yoktur. Kurtuluş için ibadet ve taatlerimiz yetmez. Kurtuluş Allah’ın lütuf ve rahmetidir. Biz bu rahmeti ve lütfu umarak ibadet ederiz. Hz. Peygamber dahi Allah’ın koruması ve rahmeti sayesinde kurtulduğunu ifade ediyor. Rasulullah (sav) son anlarını yaşayan genç bir sahabenin 18
lendirmelidir. Ellerimizin harama uzanmasını men etmeli; hayırlara açılmasını ve hakka uzanmasını temin etmelidir. Ayaklarımızı haram ve kötülük yolundan, zulme doğru yürümekten men etmeli; hayır ve taat yolunda ibadet, sohbet ve hizmete gitmeye teşvik etmelidir. Kalbimizdeki korku ve ümit duyguları bunlardan başka haram olan, Allah’ın nehyettiği ne varsa onlara karşı şehvet ve isteği men etmeli; her türlü istek ve arzuyu hayra yöneltmelidir. Bu saydığımız uzuvları kötülük ve günahlardan korumaya ‘’takva’’ denir. O halde ‘’Beynel – Havf ve’r-Reca’’ bizi takvaya götürmelidir.
yanına gider. Ona “Ne durumdasın?’’ diye sorar. Genç Sahabe: “Ya Rasulallah! Allah’ın rahmetinden ümitliyim kendi günahlarımdan da korkuyorum.”deyince Rasulullah (sav) ‘’Bu ikisi yani ümit ve korku hangi kulun kalbinde böyle bulunursa, Allah Teala kendisinden beklenen ümidi lütfeder, korktuğu şeyden de ona güven ve emniyet bahşeder.’’ (Cem’ülFevaid) buyurur. Yani Allah Teala kulunun rahmet ümidini boşa çıkarmıyor. “Bizim ayetlerimize ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamadan Rablerini tesbih edenler, çok ibadet etmekten vücutları yataktan uzak duranlar, Rablerine KORKU ve ÜMİT ile dua edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler inanır.” (Secde 15-16) ayetleri Rabbimize yakarırken dahi kalbimizin alması gereken şekli haber veriyor. Görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan insan da işte bu yolla oluyor.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Cennet size ayaklarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” derken korku ve ümidi temsil eden cennet ve cehennemin insanoğluna aynı yakınlıkta olduğunu belirtiyor. Hz Ömer bu kıvamı şu şekilde ifade ediyor: “Eğer bir kişinin cennete gireceğini bilsem. O bir kişinin ben olabileceğine ümit ederim ve Allah’a güvenirim. Yok, eğer sadece bir kişinin cehenneme gireceğini bilsem. O kişinin ben olabileceğini düşünür ve Allah’tan korkarım.”
Yalnızca Allah’tan korkan ve ondan ümidini kesmeyen insan yerinde duramaz. Bu duyguların verdiği enerji ve heyecan ile hep Allah’ın razı olacağı işlerin peşinde koşar. Allah’dan korktuğumuzu ve ondan asla ümit kesmememizi her fırsatta söyleyen bizler Allah için ne kadar koşuyoruz? Bu korku ve ümit hayatımızda neyi değiştiriyor? Yoksa buda mı lafta kaldı? Korku ve ümidin bizde etkisini göstermesi, bu etkilerin az veya çok olması bizim bu manada ne kadar samimi olduğumuzun da bir göstergesidir. Korku ve ümit dilimizi yalandan, gıybetten, iftiradan, boş şeyler konuşmaktan men etmeli; onu Allah’ın zikriyle, kur’an’la, ilimle meşgul etmelidir. Kalbimizi mü’minlere buğzetmekten, hasetten, zalimlere ve kâfirlere sevgi beslemekten men etmeli; Allah için sevmeye ve Allah için buğzetmeye sevketmelidir. Midemizi haram yiyecek ve içeceklere karşı iştah duymaktan men etmeli; helal olana yön-
KAYNAKLAR 1.Ölçüler Dengeler (Zeki Soyak) 2.Kalplerin Keşfi (İmam Gazali) 3.Hadislerle Gerçekler (İ.Lütfi Çakan) 19
AĞUSTOS 2015 / 325
İnananlar olarak sadece korkuyla veya sadece ümitle değil, uç noktalarda değil, ikisi arasındaki korunaklı yerlerde yaşamamız tavsiye ediliyor. Korku ve ümit bize dengeli bir hayatı ve kazançlı bir ahireti sağlayacaktır. Rab Teâlâ bizleri bu hassas dengeyi kurabilen ve koruyabilen müstesna kullarından eylesin.
KAPAK Osman Bağcı kapak@ilkadimdergisi.net
AKL-I SELİM MİYİZ? Ş
imdi aklımızı çalıştırıp Kur’an’la irtibatımızı sağlarsak bu hastalıklardan kalbimizi, irademizi ve vücudumuzu kurtarır aklıselim, kalb-i selim bir toplum meydana getirebiliriz. Şayet aklımızı çalıştırmaz ve Kur’an’dan uzak kalırsak bu sıfatlar bizi akılsız ve birbirimize düşman bir toplum yapar. İşte o zaman helakimizi bekleriz. Bu da akılsızlıktır, aptallıktır.
İ
Müslüman’ı mı tarif edeyim?
lkadım Dergimizin yayın kurulu “Kalb-i selim sahibi olmada Kur’anla meşgul olmanın önemi.” konulu bir yazı yazmamı istedi.
Kendimi mi tarif edeyim? Kâfirleri mi tarif edeyim? “Bu vazifeyi niçin bana verdiniz?” diye sorduğumda ise “Kur’an’la irtibatınızın ve Kur’an’la meşguliyetinizin iyi olduğuna şahitlik ettiğimiz için” dediler.
Yarabbi, Aklımı mı tarif edeyim? Kalbimi mi tarif edeyim?
Kur’an ile irtibatım üç buçuk dört yaşlarında başladı Elhamdülillah. İmamken de bir çoban bana Fi Zilal-il Kur’an tefsirini okutmuştu.
Selimi mi tarif edeyim? Kur’an’ı mı tarif edeyim? 20
Beni frenleyen oldu.
Elhamdülillah Rabbimiz bizi delilikten kurtardı, bizi adam olmaya yönlendirdi. Kur’an ile irtibatımızı bugüne kadar da kesmedi.
Zaman geldi ağlattı, Zaman geldi güldürdü,
Öğrencilik, öğretmenlik ve daha sonraki dönemlerde arkadaşlarımızla pek çok kez Kur’an, meal ve tefsir çalışmaları başlattık. Ne yazık ki o arkadaşlarımızdan pek çoğu bu çalışmaları daha sonra devam ettiremediler. Dünyanın ve hayatın meşguliyetleri maalesef engel oldu.
Zaman geldi oturttu, Zaman geldi ayağa kaldırdı. Bana dostumu, düşmanımı öğretti. Ğaşiye Suresi bana diyor ki:
Kendime gelince bunca yıldır Kur’an’ımla Rasûlullah’ımla, itikat derslerimle fıkıh ve siyer derslerimle uğraşıyorum ve bu halde kendi nefsimle savaşıp duruyorum. Biliyorum ki zayıf tarafımı bulsa hemen yere vuracak.
“Devenin yaratılışına bak.”
Şeytan aleyhillane ile işbirliği halinde itikadımla uğraşıyor, amelimle uğraşıyor, cihadımla uğraşıyor, eğitimimle uğraşıyor, hayatımla uğraşıyor, mü’minlerle olan kardeşliğimle uğraşıyor, emri bil maruf ve nehyi anil münker yapmamla uğraşıyor, kalbimdeki imanımla uğraşıyor. Rabbim bizi korusun. Âmin âmin âmin...
“Dağların dikilişine bak.”
Bana diyor ki; “Semanın bina edilişine bak.” Bana diyor ki;
Bana diyor ki; “Arzın yayılışına manzarasına bak.” Bana diyor ki; “Güneşe ve aya bak.” Bana diyor ki;
Ayrıca dünya nefsime yardım ediyor, bütün araç gereçler teknolojiler ona yardımcı olmaya uğraşıyor. Kalb-i selim sahibi olma yolunda daha birçok engeller var.
“Yıldızlara bak.” Bana diyor ki; “Gemilere bak, denizlere bak.”
Desteklerim, yardımcılarım ise önce Allah, O’nun Kitabı ve Rasulü. Ayrıca mü’min kardeşlerim de bana sahip çıkıyor elhamdülillah. Rabbim onlardan razı olsun. Beni ve kardeşlerimi korusun.
Bana diyor ki; “Ekinlere bak, meyvelere bak.” Bana diyor ki; “Güllere bak, dikenlere bak.”
Kur’an’ım ve Rasûlullah’ım, kalbimin, nefsimin, aklımın, irademin doktoru, hastanesi, eczanesi, hapı ve merhemi oldu.
Bana diyor ki;
Kuran’ım ve Rasûlullah’ım hep:
Bana diyor ki;
Beni terbiye eden,
“Bunların hepsine bak ve aklını çalıştır!!!”
Beni ahlaklandıran,
“Sana iki kulak, iki göz ve bir dil verdim ve yarattım.” (Beled, 8- 9) Sonra unutma:
Bana gaz veren, 21
AĞUSTOS 2015 / 325
“Gecelere bak, gündüzlere bak.”
“İki yol yarattım.” (Beled, 10) Biri benim yolum biri şeytanın yolu. Sana irade verdim akıl verdim. Hangisinin yolunda olacaksın?
Namazsızlık
Allah yolunda olursak akl-ı selim, kalb-i selim bir insan, aile ve toplum oluruz. Şayet şeytan yolunda olursa vay o kimsenin haline:
Faiz
Oruçsuzluk Zekâtsızlık Yukarıdaki sıfatlar şeytanın sıfatlarıdır. İnsanın kalbini hastalandıran, dünyasını ve ahiretini mahveden bu hastalıkları Kur’an’la meşgul olursak tespit ve teşhis edebilir, oradaki reçeteleri ve Rasulullah’ın bu konudaki tavsiyelerini dikkate alırsak tedavilerinde de muvaffak olabiliriz.
Kibir Anarşi Ucup Şer Kötülük
Şimdi aklımızı çalıştırıp Kur’an’la irtibatımızı sağlarsak bu hastalıklardan kalbimizi, irademizi ve vücudumuzu kurtarır aklıselim, kalb-i selim bir toplum meydana getirebiliriz.
Kavga Dövüş Ölüm Katliam
Şayet aklımızı çalıştırmaz ve Kur’an’dan uzak kalırsak bu sıfatlar bizi akılsız ve birbirimize düşman bir toplum yapar. İşte o zaman helakimizi bekleriz. Bu da akılsızlıktır, aptallıktır.
Yalan Dolandırıcılık Kredi Haset Fesat
Kur’an ile meşgul olursak bize zorlu ahiret yolculuğumuzda refakatçi olur, daha zamanımız varken bizi tehlikelerden haberdar eder. Bize ahiret âlemine götürür, tanıtıcı yolculuklar yaptırır.
Çekememezlik Büyüklenme Ben bilirim Ben yaparım
Ahiret yolculuğu çok çetin. Ey akıl!! Nerdesin?
Hile Gıybet
Ölüm;
Zan Kulis
Kötü ölüm var, güzel ölüm var. İkisini ayırt edecek akıl lazım.
Münafıklık Dedikodu
Kabir âlemi:
Zulüm
Cehennem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinde bir bahçedir. Ayırt edecek bir akıl istiyor
Üçkâğıtçılık Bin kâğıtçılık Fahşalık
Kıyamet:
Vesvese
Çok çetin!!! Çok çetin!!! Çok çetin!!! Kur’an’la hemhal olursanız o dehşetli
Fücur 22
sahneleri size sanki bir sinema perdesinde seyrettirecektir.
var, hesap var. Bütün dünyada yaşamış olduğumuz bütün fiillerin kitabıyla karşı karşıya kalmak var. Kitabımız soldan mı arkadan mı verilecek yoksa sağdan mı önden mi verilecek?
Bir gün kendimi muhasebeye çekmiştim. Uyumuş kalmışım. Mümin Salih bir kardeşle çok ilginç dağlar arasındaydık. Dolaşırken ayağımı bir dağın taşına değmiştim. Bütün dağlar uçmaya başladı. Kıyamet kopmaya başladı. Kuran’ı kerimde ki anlatılan hallaç pamuğunu orada gördük. Dünya karışmıştı. Gökyüzü yere, yer gökyüzüne, denizler yere, yer denizlere karışmıştı. Ama bir şey ilgimizi çekiyordu. Kaçacak bir yer bulamadık. Az sonra insanlar koşuyordu. Bazıları çok rahat hiçbir şey hissetmiyor, biraz da sevinçli koşturuyorlardı. Bazıları dağların, taşların, tozların içine karışıp feryat ediyordu. “Ya Rab” derken telaşla uyandım. Ama ağzım dudaklarım patlamış bir vaziyette kalktım.
İşte o gün: “Zerre kadar hayır işlerseniz de karşınızda karşılığını göreceksiniz, zerre kadar da şer işlerseniz karşılığını göreceksiniz” (Zilzal, 7) Sırat: Dünyada şerler işlediysek kitabımızı soldan ve arkadan almışsak sırattan ateşe, cehenneme düşeceğiz.
Kardeşlerim bizleri vallahi çok çetin haller bekliyor. Hepimiz birbirimize sahip çıkalım, birbirimizi kurtarmaya çalışalım. Hepimiz aklımızı başımıza alalım. Allah’a kul olalım onun yolunda çalışalım, kendimizi kurtaralım.
Kardeşler. Rasulullah’ın ahlakı Kur’an’dı. Biz de Kur’an hayatı ile hayatlanmak, Kur’an ahlakı ile ahlaklanmak zorundayız. Allah’ın verdiği akıl ve iradeyi kullanarak dünyamızı da kazanmak, ahiretimizi de kazanmak, Rabbimizin huzuruna selim bir kalp ile varmak ana gayemiz olmalıdır.
Mahşer: Zor yolculuk var, kolay yolculuk var, mizan 23
AĞUSTOS 2015 / 325
Şayet hayır, salih ameller işlemişsek sırattan çok rahat bir şekilde cennete, dünyada eşi benzeri olmayan güzel bahçeye ve yiyeceklere, içeceklere, hurilere, gılmanlara...
HİZMET ADABI Nureddin Soyak
nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net
“Ölüm Asıldır Hayat ise Can Çekişmek” Her şeyi en iyi bilen Rabbimiz, hayatı ve ölümü bizi sınamak için yaratmıştır. Hayattan maksat onu salih amellerle süslemektir. Ölümden maksat yüz akı ile Rabbe kavuşmaktır. Can çekişme haleti ruhiyesi içerisinde yaşamak ve hep hayırlarda yarışmaktır.
İ
Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki:
stesek de istemesek de, sevsek de sevmesek de, Rabbimize kavuşacağız. Ölüm asıldır. Çünkü ölümsüzlüğe götürür. Ölmeden ölümsüzlüğe kavuşmak mümkün değildir. Ölmeden ölü gibi yaşayabilenler, ölmeden ölümsüzlüğü tadanlardır. Ölenlerin de Allah yolunda olmaları ve Allah yolunda ölmeleri en güzel ölümdür.
“Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz. (Buhari-Müslim) Kamil mü’minler ister savaşta ister barışta, dün de bu gün de Rablerine kavuşmaktan asla kaçınmamışlardır. O’na O’nun rızasına uygun bir şekilde kavuşmayı en büyük bir şeref addetmişlerdir.
Rabbimiz buyurdu ki: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 185)
Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimize soruldu:
Rabbimiz şehid olmanın üzülmeyi, münafıkların sağ kalmalarının da sevinmeyi gerektiren bir durum olmadığını, herkesin eceli geldiğinde öleceğini haber vermiştir. Kıyamet günü mü’minler de münafıklar da kâfirler de yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. İslam düşmanları dün de bugün de mü’minleri yok etmenin planlarını yapmışlar, mü’minleri öldürünce bayram etmişler ve müthiş propagandalarla hem onların iradelerini zaafa uğratmayı, hem de inaçları noktasında fitneye düşürmeyi amaçlamışlardır.
“Mü’minlerden hangisi efdaldir?” “Ahlakça en güzelleridir.” cevabını verdi. Tekrar soruldu: “Peki, mü’minlerden hangisi en akıllıdır? “Ölümü en çok zikreden ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır, işte akıllılar bunlardır.” (İbn-u Mace) Peki, hayat niçin var? “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sı24
namak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2)
miş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisa, 78)
Her şeyi en iyi bilen Rabbimiz, hayatı ve ölümü bizi sınamak için yaratmıştır. Hayattan maksat onu salih amellerle süslemektir. Ölümden maksat yüz akı ile Rabbe kavuşmaktır. Can çekişme haleti ruhiyesi içerisinde yaşamak ve hep hayırlarda yarışmaktır.
İlahi fermanını bilip inanan mü’minin ölümle ilgili bir kaygısı olamaz. Ölümden zalimler, münafıklar ve kâfirler korksun. Aslında ölümden değil, ölüm sonrası hayattan korksunlar. Ölümden sonra tekrar ölememekten korksunlar.
Rabbimiz buyurdu ki:
“Onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler, Allah, zalimleri hakkıyla bilir.” (Cuma, 7)
“Hiçbir kimse Allahın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret menfaatini isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”(Al-i İmran, 145)
“Ona her yandan ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir.” (İbrahim, 17)
Ölüm korkusu ömrü uzatmadığı gibi, ölümün üzerine cesaretle gitmek de ömrü kısaltmaz. Akıllı mü’min, kendisi için belirlenen bu süreyi Yaradanının rızasını tahsil ederek geçirmeye gayret eder.
“Keşke ölüm her şeyi bitirseydi.” (Hakka, 27) Ölüm her başlatacak.
şeyi
bitirmeyecek,
her
şeyi
Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki:
Rabbimiz buyurdu ki:
“Umeranız hayırlı olanlarınızdan iseler, zenginleriniz sehavetkar kimselerse, işlerinizi aranızda müşavere ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü altından hayırlıdır. Eğer ümeranız şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise, yerin altı üstünden, daha hayırlıdır.” (Tirmizi)
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 99) “Ey Muhammed de ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam, 162) İhlas ve samimiyetle Allah yolunda daim ve kaim olanlar ölümden hiç korkmasınlar. Onlar için çok özel ilahi müjdeler var. Onların mükâfatları Allah yanındadır. Allah mükâfatı sınrsızdır. Ne mutlu Allah yolunda olup, Allah yolunda ölebilenlere.
“Bir haylidir can çekiştin ama hala perde arkasındasın. Çünkü bir türlü ölemedin; hâlbuki ölüm, asıldır. Ölmedikçe can çekişmen, sona ermez. Merdiven tamamlanmadıkça dama çıkamazsın. Yüz ayak merdivenin iki ayağı noksan olsa dama çıkmak isteyen çıkamaz, dama mahrem kesilir. Yüz kulaç ipin bir kulacı eksik olsa kovaya kuyu suyunun dolmasına imkân yoktur.
“Kim Allah ve peygambere hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allaha düşer.” (Nisa, 100)
Fakat can verme çağında ah ölüm dersin. Ölüm şimdi mi seni uyandırdı? Ölümün nara atmadan boğazı yırtıldı sesi tutuldu; dövüle dövüle davulu patladı! Sense kendini bir şeylere verdin, ince eleyip sık dokudun; ne sesini duydun, ne davulunu! Fakat ölümün ne demek olduğunu şimdi anladın işte.” (Mevlana)
Resulullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki: “Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini hevasının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizi)
Rabbimiz buyurdu ki: “Bir gün bakarsın ki, ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş. ‘İşte bu senin kaçıp durduğun şey’ denilmiştir.” (Kaf, 19)
Ölümden sonrası için çalışıp, hazırlığını yapanların ölümle ilgili bir kaygıları olmaz. “Nerede olursanız olun. Sağlam ve tahkim edil25
KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan
selim.armagan@ilkadimdergisi.net
Çare; AHLAK E
ğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor vakitleri gelince gerekeni yapar. Zira Allah kullarını görmektedir. (Fâtır, 45)
K
doğruluk ve samimiyettir. Kendi aleyhine de olsa hakkı söyleyebilmektir. Kur’an ve Sünnet incelendiğinde iman ve inkârdan sonra karşımıza ahlâk çıkmaktadır. Bunun adı Kur’an’da “salih amel” dir. Salih amelin gayesi de Allah’ın emirleri ve yasaklarını yerine getirerek güzel davranışlarla insan-ı kâmili gerçekleştirmektir. Bu anlamıyla yaklaştığımızda ahlakı inanç ahlakı ve davranış ahlakı diye ikiye ayırabiliriz.
ur’an-ı Kerim’de geniş anlamlar ifade eden kelimeler vardır. Bu kelimelerden bir tanesi de H-L-K harflerinden oluşan kelimedir. H-L-K temel kökünden oluşan kelimeler birçok anlam çeşitliliğine sahiptir. İnsanın ve diğer varlıkların fiziki yaratılışlarını ifade ederken HALK kullanılırken manevi dünyasını ve buna bağlı olarak insanın iyi ya da kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan huyları ve bunların etkisi ile ortaya koyduğu iradeli davranışlarının yansımalarını ifade için yine aynı kökten gelen HULK kelimesi kullanılır. İnsanın bu yönünü inceleyen bilim dalına da ahlak denir.
Davranışlarımıza inanç ahlâkı açısından bakarsak iman esasları diye bildiğimiz esaslarda ve davranışlarımıza yansımalarında ne kadar ahlâkîyiz? Allah inancımız sadece beş harf ve iki heceden oluşan bir kelime midir? Her şeyimizi hatta canımızı dahi uğrunda feda edebileceğimizi iddia ettiğimiz Allah inancımız hakkındaki bilgimiz bu kadar mı olmalı idi? Melek inancı, kitap, peygamber, kader, öldükten sonra dirilme, hesap vs. inançlarımız ne kadar sağlıklı ve bizim hayatımızda ne kadar etkili?
Ahlâk, insan doğasının en önemli orijinidir. İslam ahlakının kaynağı da Kur’an ve Sünnettir. Kur’an’a göre ahlak, aklın ve kalbin azalarda hayat bulmasıdır. Bu nedenle Efendimiz: “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Kişinin iyi bir müslüman olmasının ölçüsünü de “kendisi için istediğini mü’min kardeşleri için de istemek” olarak vermiştir. Kur’an’ın istediği yegâne ahlâk;
Yüce Rabbimizin rahmetinin yağmurlar gibi indiği Ramazan ayını geride bıraktık. Kur’an başta olmak üzere; namaz, oruç, zekat, fitre ve fidye
dürüstlük, 26
“Evet, gerçek o ki ısrarla dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar, yapmakta olduklarınızı bilir ve yazar.” (İnfitar, 6-12 )
vermek gibi konularda sadakat sınavı verdik. “Mü’minlerden öyle erkekler var ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir. Ki Allah doğruları, doğruluklarıyla mükafatlanırsın, iki yüzlülere de dilerse azap etsin yahut tövbelerini kabul buyursun. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Ahzab, 23-24) ayeti gereği sözünde duranlara mutlaka sadakati fayda verecektir.
Evet, insandaki bu gurur bu kibir, neden? Karnı doyan neden açları horluyor? Neden dinarları din haline getirdik? Dinin emirlerini az pahaya satar olup Yahudi ve Hıristiyanlara benzedik. Çalışmalarımız amelimiz Allah’ın rızasını kazanmaktan çıkıp neden vahşice bir para kazanmaya ve para ile izzet ve şeref kazanmaya döndü. Oysa izzet ve şeref Allah ve Rasulünün yanındadır. Tarihî kalıntılar ve viraneler de bunu haykırmaktadırlar. Tarihin sayfaları ibret dolu.
İslam, ahlaka bütüncül bakar. Allah’a imanı fiiliyatı olmayan bir inanç olarak kalbe hapsetmediği gibi inanç ahlakı ve davranış ahlakı diye de ayırmaz. İslam’a göre bilinçli davranışlar inançlardan kaynaklanır. Yani davranış ahlakının ölçüsü de yüce Kur’an-ı Kerim’dir.
Efendimiz gelmeden önce yaşanılan rezaletten bunalan ve bunlara son verecek bir peygamberin gelmesini dört gözle bekleyenler vardı. Kur’anî tabirle Bunlar;
Buradan hareketle bir konum ayarı yapmalıyız. “Ben neredeyim? Nerelere ne kadar yakınım? Bu yakınlıklarımın ya da uzaklıklarımın benim dünyama ve ahiretime ne kadar etkisi var? Hesap verebilir bir durumda mıyım?” gibi sorulara cevap hazırlamalıyız. Dünya her tarafımızdan bizi kuşatmışken ve olanca gücümüzle dünyevileşmek için koşuşturduğumuz bu günlerde arkadaşlarımıza ayıracak zamanımız yok, eşimize, çocuklarımıza hatta anne ve babamıza dahi ayıracak vaktimiz yok. Diyelim ki “bunların hepsi benim dışımda ben kendime bakarım” diyen bir benciliz. Ama kendimize dahi zaman ayıramıyor hesap yapamıyor ve pusulasız hareket ediyoruz. Lütfen başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmeye zaman ayıralım. Kendimizi tanımaya, ne olduğumuzu hatırlamaya zaman ayıralım. Ve sorularımıza cevap aramaya başlayalım. Nasıl sorular soracağımız konusunda da mı yetersiziz? Bu konuda da Kur’an bize yardımcı olmaktadır.
Dertlerimizi sayamadığımız, hangisine nasıl çare bulacağımız konusunda bunaldığımız, ömür sermayemizi iflas ettirme aşamasına getirdiğimiz günlerdeyiz. Aile hayatının kutsallığı ve mahremiyeti aşırı zedelendi. Parçalanmış aileler arttı. Anne baba ve büyüklere saygı, küçüklere merhamet azaldı. Can, mal, namus emniyeti örselendi. Kaybettiğimiz hak ve adaleti çöldeki vaha gibi arar olduk. Kurtarıcı reçetesi (Kur’an ve Sünnet) elinde olduğu halde elindeki değerlerden habersiz etrafına manasız gözlerle bakan kurtarıcı bekleyen acizler topluluğu olduk. Allah’ım şuur ver.
“Ey insan! Seni yoktan yaratan düzgün yapılı ve endamlı kılan sana ölçülü ve dengeli davranma imkanı veren, seni dilediği en güzel şekil ve biçimde terkip eden, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” 27
AĞUSTOS 2015 / 325
“Bütün güçleriyle yemin ederek eğer kendilerine bir uyarıcı Peygamber gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı peygamber gelince bu durum onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi artırmadı. Çünkü onlar dünyada büyüklük taslamak ve kötü tuzaklar kurmak istiyorlar. Halbuki kötü tuzak ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilere uygulanandan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda ne bir değişme ne de bir sapma bulursun.” (Fâtır, 42-43)
HADİS İKLİMİ Mahmut Aveder
mahmut.aveder@ilkadimdergisi.net
AKILLI İNSAN A
kıllı adam, nefsini hesaba çeker ve ölümden sonraki hayat için iyi amel işler. Aciz adam nefsini hevasına uydurur, sonra Allah’dan (mağfiret) temenni eder. (İbn-i Mace)
E
bu Ya’lâ, Şeddâd bin Evs’den -radıyallahu anh, Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
(Rad, 19) Ey Muhammed! Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve akl-ı selim sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik. (Sa’d, 29)
- Akıllı adam, nefsini hesaba çeker ve ölümden sonraki hayat için iyi amel işler. Aciz adam nefsini hevasına uydurur, sonra Allah’dan (mağfiret) temenni eder. (İbn-i Mace)
Dinleyip de sözün en güzeline (Kur’an’a) uyanlar, işte Allah’ın hidayet edip, doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akl-ı selim sahipleridir. (Zümer, 18)
Allahu Teâlâ’nın insanoğluna ihsan ettiği nimetlerden biri de akıldır. Kişinin mükellef oluşu aklından dolayıdır. Aklı olmayanın mükellefiyeti de yoktur. Müslüman akıllı insandır ve aklını İslâm’ın emrine verir. Allahu Teâlâ akl-ı selim sahiplerini övmüştür ve onların vasıflarını bildirmiştir.
Hz. Ebubekir -radıyallahu anh-: “Akıllıların en akıllısı takva sahipleri, ahmakların en ahmağı da fâcir (günahkâr) olanlardır.” der. Ahnef bin Kays’a “Kula verilen şeyin hayırlısı nedir?” diye sormuşlar, O da; “Normal bir akıldır.” demiş. “Eğer o olmazsa” denilince “İyi bir edebtir.” diye cevap vermiştir.
Rabb’inden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? Bunu ancak akl-ı selim sahibleri anlar.
Ehl-i hikmetten bir zâta, “Akıllı kimdir?” diye 28
sordular. O: “Açıkta yapınca utanacağı bir şeyi gizlide de yapmayan kişidir.” dedi.
“İman edip amel-i sâlih işleyenlere gelince, onlar halkın en hayırlısıdırlar. Onların Rab’ları katındaki mükâfatları altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları Adn Cennetleri’dir. Allah kendilerinden razı, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. Bütün bunlar Rabb’ından korkanlar içindir.” (Beyyine, 7-8)
Müslüman akıllı insandır. Fakat akılcı değildir. Çünkü akılcılık felsefî sapık bir ekoldür. Onlar akıl ile her şeyi halledeceklerini zannederler. Akıl dinin hükümlerini anlamakta, dünya işlerini dine uygun bir şekilde tanzim etmekte, Allah’a kulluk vazifesini ifa etmekte iyi bir vasıtadır. Ve bu hâliyle de büyük bir nimettir. Aklını putlaştıran nice insan vardır ki, şirk ve küfür karanlığında yok olup gitmişlerdir. Kâinattaki birçok şeyin esrarına vakıf olup, keşifler yaptıkları hâlde kâinatın yaratıcısını inkâr etmişlerdir. Aya ayak basan bir Rus astronot hâşâ; “Allah burada da yok” diyebilmiştir.
“Kimin tartılan amelleri ağır gelirse, işte o razı olacağı bir yaşayış içinde olur. Ameli hafif olana gelince; işte onun anası ağlamıştır.” (Karia, 6-9) “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz. Her nefis yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkunuz. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilir.” (Haşr, 18)
Nefis; iyice terbiye edilip, itaat altına alınana kadar tehlikelidir. İnsan için çok zararlı bir düşmandır. Çünkü o kötülüğü emredicidir. “Nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabb’ımın acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emredicidir. Rabb’ım çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Yusuf, 53)
Bu ve benzeri ayetler üzerinde bol bol tefekkür edip, ölmeden önce ahiret için ne hazırladık? Allah yolunda hangi hizmetleri yaptık? Allah için ne gibi fedakârlıklarda bulunduk diye nefsimizi yargılamalıyız. “Ölmeden önce ölünüz!” “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz. Tartılmadan önce amellerinizi tartınız!” tavsiyelerinden hareket ederek, her gün sabah ve akşam nefsimizi hesaba çekmeliyiz.
Nefis ihmal edilirse, sınırsız arzuları engellenmez ise, onun verdiği zararı hiçbir düşman veremez. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ya Rabbi! Gözümü açıp kapayıncaya kadar bile olsa beni nefsime bırakma” diye dua etmiştir. Rasûlullah da -sallallahu aleyhi ve sellem- Tebük Seferi’nden dönüşünde “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” buyurarak nefisle cihadın ehemmiyetine işaret etmiştir.
Müslüman, nefsine mağlup olup, Allah’a isyan eden ve kötülüklere dalarak, insanî ve İslâmî faziletlerini kaybeden bununla beraber, Allah’tan mağfiret temennî eden, aciz ve zavallı bir insan durumuna düşmemelidir. Bir Allah dostu: “Cehennemlik işler yapıp da, cennete girmeyi ümit eden kişiye şaşılır.” der. Allah’tan asla ümit kesilmez. Ancak Müslümanın, ümidini kuvvetlendirecek ve affına vesile olacak salih ameller işlemesi gerekir.
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” (Şems, 9-10) Nefsinin heva ve heveslerine uymak kişiyi Allah katında da, insanlar yanında da zelil eder. Müslüman sık sık nefsini hesaba çekmelidir. Böylece ebedî hayat için salih amel yolunu açmalı, günaha giden yolları kapamalıdır.
Ya Rabbi! Bizi nefsimizin şerrinden ve kötü amellerden muhafaza buyur. Amin. 29
AĞUSTOS 2015 / 325
Bu sorgulama; itikad, ibadet, muamelat, helâl ve haramlar, ilim, tebliğ, cihad, ahlâk ve muaşeret gibi konuları içermelidir.
FIKIH Mehmet Şentürk
mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net
ALIŞ VERİŞLER Alışverişlerle ilgili bir takım meseleleri Merhum Zeki SOYAK Hocamızın İslam Ahkamı isimli eserinden izah etmeye çalışalım.
1-) Sahih Alışveriş
gibi maziye yani geçmişe taalluk eden lafızlar kullanılmıştır.
Alışveriş yapmaya ehil olan, akıllı, baliğ, mükellef kişilerin, alım satımı meşru olan helal ve temiz herhangi bir malı alışveriş şartlarına uygun olarak yaptıkları alışverişler sahih alışveriştir.
4- Malın fiyatı belirlenmiştir. 5- Karşılıklı rıza ile alışveriş yapılmıştır. 6- Satılan mal mevcuttur ve bellidir.
Meselâ; mükellef olan bir kişi, yine mükellef olan diğer bir kişiden, belirlenmiş bir koçu aralarında yaptıkları bir pazarlık sonucu, belirledikleri bir bedel karşılığında, peşin olarak veya aralarında belirledikleri bir vakitte ödemek üzere “sattım, aldım, verdim, kabul ettim” gibi lafızlarla alışveriş yapsa, böyle bir alışveriş sahih alışveriştir.
7- Şayet veresiye pazarlık yapmışlar ise, malın bedelinin ödeneceği zaman belli olmuştur.
2-) Fâsit alışverişler Aslında sahih olduğu halde, alışveriş vasfı sahih olmadığı için fasit olmuşlardır. Meselâ: Akıllı, baliğ yani mükellef bir kimse yine akıllı, baliğ mükellef bir kimseden bir elbise satın alsa, fakat elbisenin fiyatı kesin olarak belirlenmese veya veresiye alsa da elbisenin bedelini ödeyeceği tarih belirlenmese böyle bir alışveriş fasit olmuş olur.
Çünkü: 1- Alıcı da satıcı da, akıllı, baliğ yani mükelleftirler. 2- Satılan malın alışverişi helaldir, temizdir. 3- Alışveriş rüknü olan sattım, kabul ettim 30
FÂSİT ALIŞVERİŞ ŞEKİLLERİ 1- Mevcut olmayan, istenilen vakitte teslim imkanı olmayan bir malın alışverişi, 2- Fiyatı kesin olarak belirlenmeyen alışverişler, 3- Vadeli alışverişlerde, malın bedelinin ödeneceği tarih kesin olarak belirlenmemiş olan alışverişler, 4- Bağ bozumu, ekin biçimi gibi zamanlara atıf yapılarak ödeme şartıyla yapılan alışverişler, ödeme tarihi gün olarak kesin olmadığı için bu şekilde alışveriş fâsit olur. 5- Alışverişin kesinleşmesini gerektirmeyen bir şart koşulur ve bu şart alıcı ve satıcıya bir menfaat sağlarsa böyle bir alışveriş de fâsittir. Meselâ, bir kimse bir kamyon satın alsa, satıcı da alışverişi kesinleştiği tarihten itibaren bir ay daha kullanma şartını koşsa, böyle bir alışveriş fâsittir. Çünkü satıcı hakkı olmayan bir şart koşmuştur ve bu şart karşılığı elde ettiği menfaat bir nevi faizdir.
7- Vâdeli olarak satılan bir malı peşin olarak geri almak da fâsit bir alışveriştir. Zamanımızda bu şekilde çeşit çeşit fâsit alışverişler yapılmaktadır. Buna iyne satışı denir. Meselâ: Bir kişi bir kamyon almak için satıcıya geliyor, aralarında vâdeli satış üzerinden pazarlık oluyor. Sonra da o kamyon alıcıya verilmeden alıcı da hiçbir ödeme yapmadan, peşin ödemek şartıyla yeni bir pazarlıkla satan kişi alıcıdan çok daha düşük bir fiyatla, meselâ elli milyara vâdeli olarak sattığı kamyonu peşin olarak yirmi milyara geri alıyor. Böyle bir alışveriş asla câiz değildir.
8- Karnında yavrusu olan bir hayvan yavrusu ile beraber satılır. Bir kişinin, karnında yavrusu olan bir hayvanı meselâ bir atı, at doğurunca tayı benimdir diye yaptığı alışveriş fâsittir. 9- Bir satış içinde iki satış yapmak, meselâ hem peşin fiyatı hem de vâdeli fiyatı konuşulup bunlardan birisi üzerinde anlaşmadan alışverişi sonuçlandırmak câiz değildir. 31
AĞUSTOS 2015 / 325
Alışveriş yapmaya ehil olan, akıllı, baliğ, mükellef kişilerin, alım satımı meşru olan helal ve temiz herhangi bir malı alışveriş şartlarına uygun olarak yaptıkları alışverişler sahih alışveriştir.
6- Belirlenmemiş bir malın alışverişi de fâsittir. Meselâ, bir koyun sürüsünden alınacak koyunlar belirlenmeden, bu sürüden on adet koyun alışverişi yapmak gibi.
Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir.
Harama götüren şey de haramdır. Dolayısıya üzümü harama vesile yapmak da haramdır.
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yapılan tek pazarlık içinde, iki pazarlık yapılmasını yasakladı.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Allah Teâlâ: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah işlemek ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide/2) buyurmaktadır. Üzümü şarap fabrikasına satmak, günah işlenmesine yardımcı olmaktır.
Bir satıcı: a- Peşin olarak şu fiyata.
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, içki hususunda on kişiye lânet etmiştir.
b- Peşinatsız altı ay vâde ile şu fiyata. c- Şu kadar peşinatla on ay vâde ile şu fiyata diye alıcıya teklifte bulunsa, alıcı da bunlardan birini tercih edip meselâ peşin olarak almak istese ve bunun üzerinde pazarlık yapıp anlaşsalar böyle bir alışveriş sahih olur.
İçki üretene, kendisi için üretilene, içene, içkiyi taşıyana, kendisi için taşınana, içkiyi içmesi için birine takdim edene, satana, satın alana, kendisi için satın alınana, içki parasını yiyene.” (Tirmizi, İbni Mace)
Ancak bunlardan hiçbiri üzerinde tercih yapılmadan hem peşin ve hem de vade üzere pazarlık yapılsa böyle bir alışveriş fâsit olur.
12- Satış dışında bir şarta bağlı olarak yapılan alışveriş de fâsittir. Meselâ, bir kişi “Oğlum askerden gelirse bu bahçemi sana satarım.” dese böyle bir satış fâsit olur. Çünkü şartın gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği belli değildir.
10- Olgunlaşmamış meyve, sebze ve ekinleri dalında ve başağında satmak caiz değildir. Ancak olgunlaşmadan yeşil olarak yenilebilen erik, badem gibi meyveleri dalında satmak caizdir. Olgunlaşmış meyve ve sebzelerin, sararmış ekinin başağında, fasulye ve benzerlerinin kabuğu içinde satılması caizdir.
13- Gelecek zamana mâtuf olarak yapılan alışveriş de fasittir. Bir kişi, şu evimi iki ay sonra şu kadar bedel karşılığında satıyorum dese, karşı taraf da bunu kabul etse, böyle bir alışveriş de fâsittir. Çünkü gelecekte gerek satılan malın durumu ve gerekse alıcı ve satıcının durumu belirsizdir.
11- Üzümün doğrudan doğruya şarap üreticisine satılması caiz değildir. Ancak bir satıcı üzümünü pazara götürüp satar da alıcı onu şarap için kullanır veya götürüp şarap üreticisine satarsa üzüm sahibi bundan mesul olmaz. Çünkü satarken onu ne yapacağını bilemez. Satarken de ne yapacaksın diye sormaya gerek yoktur. Ancak alıcı ben bunu şarap yapacağım veya şarap fabrikasına satacağım diye bir açıklama yaparsa o takdirde bu kişiye üzümün satılmaması gerekir. Çünkü haramda kullanılacağı belli olmuş olur.
14- Fâsit bir şartla yapılan alışveriş de fâsittir. Meselâ, bir kişi elli kilo yaş kayısı alsa, satıcıya bunu kurutup getirmesini şart koşsa böyle bir şart fâsittir. Çünkü satıcının zararınadır. 15- Herhangi bir malı, şarap veya domuz karşılığında almak veya satmak yasaklanmıştır. Böyle bir alışveriş fâsittir. 32
İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net
EĞİTİM REHBERİ& İKAMETÜ’L HUCCE
K
nasıl bilgilendirelim, kimleri bilgilendirelim, bilgilendirirken nelere dikkat edelim? Yönlendirelim ama nasıl yönlendirelim, nereye yönlendirelim, yönlendirirken nelere dikkat edelim? Uygulayalım ama nasıl uygulayalım, uygularken nelere dikkat edelim sorularının cevaplarını bu kitapta gayet güzel bir şekilde buluyoruz. Kitabımızın son bölümünde ise örgün eğitim tafsilatlı bir şekilde açıklanıyor. Muallimin özellikleri ki bu husus bizleri hassaten ilgilendiriyor. Muallim; ihlas, takva,ilim, hilm sahibi olmalıdır….Talebenin özellikleri nelerdir, nelere dikkat etmelidir? Ders kitabı nasıl hazırlanmalı ve hangi özelliklere sahip olmalıdır vb hususlar Rahmetli Hocamızın o veciz Üslubuyla gayet güzel bir şekilde açıklanıyor. Bu kitabı kardeşlerimizin okumasını ve okutmasını ısrarla tavsiye ediyoruz.
ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ayki sayfamızda sizleri iki güzel kitapla daha tanıştıracağız. İlkadım Yayınlarımızdan çıkan Rahmetli Zeki SOYAK Hocamızın Eğitim Rehberi ve Sırrı Fuat ATEŞ’in tahkik ve tercümesiyle İkametü’l Hucce isimli eserleri inceleyeceğiz. Rahmetli Zeki SOYAK Hocamız’ın 2002 yılında eğitimcilere yaptığı sohbetlerin kaset çözümlemelerinden oluşan çok güzel bir kitap Eğitim Rehberi. Fazilet Toplumu kitabını okuyanlar Hocamızın eğitimle ilgili düşüncelerinin bir kısmını orada okumuştu. Eğitim Rehberi kitabımız mukaddime ve beş bölümden oluşuyor. Mukaddime kısmında müslümanın olmazsa olmazları olan gaye, usul ve ölçüleri tekrar hatırlatılıyor. “Ölçülerimde herhangi bir sıkıntı var mı?” diye kendimizi bir teste tabi tutuyoruz. İslam’a bir bütün olarak bakabiliyor muyum? Vasıtalarla aram nasıl, vasıtaları hangi konumda tutuyorum? Mezhep, meşrep ve meslek taassubuna dikkat ediyor muyum? İtidal üzerinde olup işlerimi istişare ile yapıyor muyum? Kitabımızın birinci bölümünde eğitim ve öğretimin önemi ve gayesi üzerinde duruluyor. Eğitim Rehberi kitabında da eğitimin üç önemli hususu olan Bilgilendirme, Yönlendirme ve Uygulama kuralları üzerinde iki, üç ve dördüncü bölümlerde örnekleriyle birlikte duruluyor. Bilgilendirelim ama neyi bilgilendirelim,
Bu eserde neler konu ediliyor? İmam Leknevi bu eserinde, her gün oruç tutmak, Kur’an’ı bir günde hatmetmek, bütün geceleri kıyamla geçirmek, bir gecede bin rekat namaz kılmak gibi, çok ibadet etmenin, riyazet ve mücahede de bulunmanın hükmünü ve bu gibi ibadet şekillerinin, hadislerde varid olan kolaylık ve orta yolu gösteren, aşırırlığı men eden rivayetlerle nasıl telif edileceğini ele almaktadır. 33
AĞUSTOS 2015 / 325
İkinci olarak inceleyeceğimiz kitabımız İmam Abdülhay el-Leknevi’ye ait olan İkametü’l Hucca Ala Enne’lİksara Fi’t-Teabbüdi Leyse Bi-Bid’a (Çok İbadet Etmenin Bid’at Olmadığına Dair Deliller)’dır. Kitabı tahkik ve tercüme eden ise Solhan ilçe müftüsü Sırrı Fuat Ateş Hoca’dır.
İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz
fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net
HAKKI REDDEDENLER
H
er asırda Hakkı reddedenler olmuştur. Bunlar “firavunlar, nemrutlar, Ebu Cehiller” vs… isimleriyle adlandırılmışlardır. Günümüzde değişik isimlerle çağırılsalar da, icra ettikleri işleri noktasında bir Ebu Cehil’i bir Nemrut’u aratmayacak derecede ve hatta onlardan da daha şedit davranarak Hakkı reddedenler mevcuttur. İlâhî hükümleri hiçe sayan bu tip insanlar, yeri geldiğinde İslam’ı ve Müslümanlığı da kimseye bırakmamaktadırlar. Oysa Firavun, şirkini ve küfrünü açıkça söyleyerek hiç olmazsa münafıklık yapmamıştır.
arasında bir çatışmaya şahit olsalar, bu dünyaya karşılık ahiret hayatını feda ederler. Yani, onlar Allah’ın yoluna uymak istemezler. Fakat Allah’ın yolunu, kendi arzularına uydurmak için çaba harcarlar. Ucundan kıyısından da olsa “dinden nasıl taviz koparabilirim?” çabası içindedirler. Dininden alıp dünyasına yamamaya çalışırlar. Bilmezler ki İslam, kendine uydurulacak bir din değildir, uyulacak ve yaşanacak bir sistemdir. Bin dört yüz yıldır bu mukaddes dinden taviz koparmaya çalışanlar bu emellerine asla ulaşamamışlardır ve bundan sonra da ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü bu dinin bekası için Allah’ın vaadi vardır. Bu yol kendisini öyle bir düzenlemeye tabii tutmalıdır ki, onların tüm teorilerini, arzularını kendi içine almalı ve onların yaşama tarzına uymayan tüm inançları dışlamalıdır, onların tüm adet ve geleneklerini kutsal kabul etmelidir.
Çıkarları bu dünya hayatıyla sınırlı olan ve ahiret hayatının çıkarlarına önem vermeyen kimselerdir ki, onlar bu dünyadaki zevk, çıkar ve rahatlık için ahirette her türlü cezayı üstlenmeye razıdırlar; diğer taraftan bu dünyada küçücük bir zevki bile feda etmeye dayanamazlar. Ahirette elde edecekleri zevkler karşılığında, bu dünyada hiçbir tehlike ve meseleye katlanmaya ve hiçbir kayba razı olmaya hazır değillerdir. Kısacası bunlar, bu dünya hayatının zevklerini ahiret hayatının zevkleri ile soğukkanlılıkla karşılaştıran ve bu dünya lehinde karar veren kimselerdir. Bu nedenle onlar ne zaman ikisi
Kör, Kâinatta gözünün önünde saçılmış, yayılmış olmasına rağmen, Allah’ın birliğine delalet eden sayısız ayetlerin hiç birini görmeyen kişidir. Basireti kapalı kişidir. Baktığı halde göremeyendir. Akıllı kendine yar olmayan, gerçekleri bir türlü fark edemeyen kişidir. Zahiri gözü 34
mışsalar, bu çağrıya uyanlar da onların liderliğinde Cehennem’e yürüyeceklerdir. Şair öyle diyor: Ameline bakınca çok kötü, pek fenadır Arsızın işlediği aleniyyen zinadır Namus ve iffetini utanmadan çiğnetmiş Yapmadığı tek bir şey Yaratana senadır.
Dostlukları fasığa, tüm kinleri sanadır Bunlar hakka hor bakar, hep batıldan yanadır Vah… Utanmaz arsızlar, nasıl battıkça batmış olmuş ne çare, haramdan başkasını göremiyor. Bahtiyar insanların manevi meclislerini temaşa edemiyor.
Onlara taviz vermek Müslüman’a gınadır.
Öte yandan “gören kişi” kainatın her zerresinde; bir çimen, bir ağaç yaprağında kendisini yaratanı gösteren ayetleri görendir. Allah’tan gafil olan ve arzularının kölesi olan kimse kaçınılmaz bir şekilde bütün sınırları aşacak ve aşırılığının kurbanı olacaktır. Bu nedenle ona itaat eden kimse de aynı yolu izleyecek ve onun arkasından sapıklığa devam edecektir.
Rahmetini verecek, kurtaracak Hüda’dır Kalbini doğrultacak, masivadan cüdadır Fakir son bir ümitle tebliğini etti ya Alır almaz bilemem, bu görevi edadır…
“O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer ne kötü bir yerdir.” (Hud, 98)
Diğer taraftan şerir liderleri izleyenler, kendilerini liderlerinin düşürdüğü sefil açmazın içinde bulacaklar ve tabiatıyla onlar hakkında tariflerin ötesinde öfkeye kapılacaklardır. Bunlar önderlerine lanetler yağdırarak, beddualar ederek, Cehennem’e doğru yürüyeceklerdir. Yaptıklarına çok ama çok pişman olacaklar, ama iş işten geçmiş olacaktır. Keşke dünyaya bir daha döndürülsek de iyi ve salih amellerde bulunsak, diyecekler. Lakin bu nedametleri onlara fayda sağlamayacaktır.
Bu ayetten ve Kur’an’dan ve diğer anlatılanlardan anlaşıldığı gibi bir toplumun bu dünyadaki önde gelenleri, kıyamet gününde de o topluluğun lideri olacaklardır. Eğer liderler bu dünyada toplumu Hakk’a, adalete ve doğruluğa sevk etmişse, onu izleyenler de kıyamet günü liderin sancağı altında toplanacaklar ve Cennet’e onun öncülüğünde gireceklerdir. Yok eğer halkı dalalete, ahlaksızlığa ve zulme çağır35
AĞUSTOS 2015 / 325
Şimdi bu iki yürüyüş kolunun durumunu resmetmeye çalışalım. Apaçıktır ki, birinci yürüyüş kolu, kendilerini Cennet’e götüren, buna vesile olan liderini överek, ona dualar ederek gayet mutlu ve neşeli bir biçimde yürüyecektir.
LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net
Bir Hâtıranın Hikayesi: SERASKER RIZA PAŞA
S
erasker Rıza Paşa, yüksek, ihtişamlı ve san’at eseri ve devlet kapısı olan Serasker Kapısı’nın altına gelmişti. Yüreğinde yeni vazifesinin gözlerine kadar akseden sevinci vardı. Üniforması milyonlarca kilometrekare genişliğindeki Osmanlı İmparatorluğu ordularının başı olmanın verdiği nişanlarla pırıl pırıldı.
kendisine anlatılmaz hislerle dolu bir gurur verdi. Bütün bu geniş hudutlarla çevrili devlete serasker olmuştu. Görkemli makamına daha yeni oturmuştu ki, önüne imza için bir dosya getirdiler. Paşa şöyle bir dosyaya be dosyayı getirene baktıktan sonra içinden “Ne acelesi var?” diye düşündü. Dosyayı imzaya getirenin aceleci tavrı ile telâşlı hali kendini ne kadar gizlese de belli ediyordu. Paşa tok bir sesle sordu:
Bir zafer tâkı gibi yüksek Serasker Kapısı önünde bir an duran Rıza Paşa’nın mesrur gözleri, kapının üzerinde parıldayan altın yaldızlı mübarek Kur’an âyetlerini uzaktan hürmetle öptü…
“Nedir bu?”
Rıza Paşa bu yüce kapının altından geçerken kendi kendine:
“Ordumuzun ihtiyacını karşılayacak her türlü deri ve deri mâmülü malların Fransa’dan satın alınması için hazırlanmış bir mukavele Paşam.”
“Şu yüce kapının altından nice hanlar, hakanlar ve padişahlar geçti. İşte biz de geçiyoruz ve geçeceğiz.” diye mırıldanmaktan ve düşünmekten kendini alamadı.
“Kaç yüz bin franklık?” Paşa, cevap verilmesine gerek görmeyen bir tarzda elini bir balyoz ağırlığında dosyanın üstüne koydu. Gözleri meçhul bir bakışla daldı. Bir devlet erkânı; vezir veya valiye ya vazifeye başladığı ya da ayrılacağı gün mühim şeyler imzalatırlarmış. Böylece onları belki yapmayacağı şeylere alet ederlermiş diye düşündü. Sonra dosyayı imzaya getirene:
Serasker Paşa’nın hayalinde bir ipek atlasın üzerinde ibrişim hatlarla belirlenmiş Osmanlı İmparatorluk haritası canlandı. Uzak hudutlar ve şehirler bir bir gözlerinin önünde tirkelendi. İstanbul, Bağdat, Üsküp, Basra, Halep, Bursa, Erzurum, Varna ve Plevne… Bu büyük ve geniş ipek atlas üzerinde altın ışıklar gibi parıldayan şehirler
“Önce tetkik etmeliyim.” dedi. Dosyayı arze36
den:
“Havuzlar kurutuldu.”
“Paşam, Fransızlar acele ediyorlar.” Paşa, daha gür bir sesle:
Paşa’nın bu konuda fazla malumatı olmadığı için sormaya devam etti:
“O zaman acele edenler imzalasın.” diyerek dosyayı tetkik etmek üzere kaldırıp masanın kenarına koydu.
“Peki, tekrar bu havuzlar faaliyete geçirilemez mi?”
Paşa, hayırlı olsun diyenlerden, tebrike gelenlerden akşama kadar dosyaya bakma fırsatı bulamadı. Akşam evinde hem dosyayı inceliyor hem de düşünüyordu. “Hayvancılıkla uğraşan bir ülke niçin Fransa’dan deri ve deri mâmülü mallar alsın ve milyonlarca parasını versindi. Şimdiye kadar bu koca devletin ordusu deri mâmülü ihtiyaçlarını, kemerini, kayışını, koşum takımlarını vs. nasıl karşılamıştı?” Beyninde düğümlenen bu sualler sabaha kadar zihnini meşgul etti. Ertesi gün makamına gelir gelmez emir verdi:
le:
“Emrederseniz geçerler Paşam.” Paşa hayret“Benim emrimle bu havuzlar tekrar açılır ve deri ihtiyacımızı karşılar mı?” “Tabi Paşam, emrederseniz açılır ve karşılar.” Paşanın beyni zonkladı, kafasında şimşekler çaktı. Kurutulan havuzlar ve havuzlarla beraber kurumaya yüz tutan bilgi ve mahâreti düşündü. Hemen yardımcısını çağırdı. İhtiyar saraç subayı yanından ayrılmadan emir verdi: “Fransızların mukavelesini iptal ediyorum. Bildirin. Hemen emirnâme çıkarın, Manastır’dan Yemen’e kadar bütün tâbakathâne havuzları faaliyete geçsin, yetmişiki saat sonra netice bildirilsin.”
“-Bana ordunun en yaşlı saraç subayını getirin!” Çok geçmedi, Paşa’nın huzuruna pîr-i fâni bir ihtiyar getirdiler. Öyle ki, ışıkta elinin bir yanından öbür yanı görünecek derecede yaşlı idi. Tevâzu ile huzurda durdu:
Emirnâme yazılmak üzere emir verilince, yaşlı saraç subayı ışığı geçirecek derecedeki ellerini ve zayıf kollarını açtı, Allah’a dua ve şükrederken gözlerinden damla damla inci tanesi yaşlar süzülüyordu.
“-Allah ömürler versin Paşa Hazretleri, beni emretmişsiniz? dedi. Paşa sevgi dolu bir edâ ile: “-Buyurun!” diyerek oturması için yer göster-
Paşa ihtiyarı uğurlamak için kucaklarken onun da gözleri yaşardı.
di. Eski terbiye ile yetişmiş olan bu saraç subayı, yaşlı usta, Paşa’nın bütün ısrarına rağmen oturmadı: “Evlat, bizim terbiyemiz böyle yüce makamlarda oturmaya müsâde etmez dedi.” dedi. Fakat Paşa ısrarla oturttu ve nezâketle sordu:
Not: Devlet kademesinde görevli olup da, makam ve mansıbı ne olursa olsun; yetki, mes’uliyet, vicdan ve emanet şuuru taşıyan herkese bir ibret tablosu olarak ithaf olunur.
“Bey baba, sizin zamanınızda ordunun deri mâmülü kösele, deri vb. ihtiyaçları nasıl karşılanırdı?” “Paşam, hazarda (sulh zamanı) tamamını kendimiz yapardık. Seferde de kifâyet etmese sivil tâbakathâneler yardım ederlerdi.”
(*) Vak’a Serasker Rıza Paşa’nın neşredilmemiş hâtıralarını okuyan Tahsin Demiray tarafından anlatılmış ve Konya Yazma Eserler Müdürü Merhum M.Lütfi İKİZ bey tarafından kaleme alınmıştır.
“Peki sonra ne oldu? 37
AĞUSTOS 2015 / 325
Bir kutlu yürek ve emirnâme ile İttihatçılar zamanına kadar eskisi gibi yine tâbakathâne havuzları ordunun deri ve deri mamülü ihtiyaçlarını karşılamaya yetti. Yetmediği zamanlar ise yine kendi temiz esnafının desteği yetti.
TEFEKKÜR EKSENİ İdris Arpat
HAKLILARIN DÜNYASI
İ
nsan Cenab-ı Hakk’ın şâheseri olduğundan seviyesine uygun yüksek bir hayat yaşamalıdır. “Süreyya süpürge olmamalı”, “Dağ fare doğurmamalı”, gözde kumaşlar paspas olarak kullanılmamalıdır.
“Kuşku yok ki senin Rabbin, evet O, kimin kendi yolundan saptığını çok iyi bilir; yine O kimin hidâyete erdiğini de çok iyi bilir. Artık hakkı yalanlayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki sen onlara taviz veresin, buna karşılık kendileri de sana...” (Kalem Sûresi, 7-8-9)
Yâsin Sûresi’nin ikinci sayfası böyle bir düşünceye götürüyor insanı.
İlim nâmûsuna ve ilim ahlâkına sâhip yeterli sayıda ve seviyede âlim yetiştirilememiş olması, İslam Dünyâsı’na çok pahalıya mâl olmuştur ve olacaktır. Maalesef Âlem-i İslâm parça parça olmuş, her bir zümre kendi doğrularını oluşturmuştur. İlmî şübhe ve ilmî zihniyetten uzak taraftarlar, kendi doğrularını tekrarlamayanlara sorumsuzca ve düşmanca hislerle saldırmış, kapanmaz yaralar açmıştır ve açmaktadır. Kardeşlik hislerimiz günden güne zayıflamakta, ölçüde ve düşüncede berâberlik berhavâ olmaktadır. Atalarımız buna “ihtilâf u tefrîka derdi” demişlerdir.
Rasuller geliyor, Allah’a kulluğa, hakka hakîkate çağırıyorlar. Zor durumda kaldıklarında, şehrin uzak noktasından bir hakîkat sevdâlısı geliyor, “kimseden Bir şey beklemeyen bu elçilere uyulması gerektiğini” söylüyor. Bu, seviyeye çağrıdır. Prof. Dr. Hâlis Aydemir Hoca’mızın ifadesiyle insan hakîkatı görüp tanıdıktan sonra, tam bir kararlılıkla ona bağlanmalıdır. Değişik mülâhazalarla veyâ karşı çıkanların kalabalık oluşuna bakarak hakîkate yan çizmemelidir. Bu müslümanın olmazsa olmazıdır. İnsan kendini bilgiye açık tutarak hak ve hakîkatı arama süreci yaşamalı, bulduktan sonra tavizsiz bir şekilde ona bağlanmalıdır. İtâatini yanlış adreslere yönlendirmemelidir. Aksine bir tutum çok tehlikeli sonuçlar doğurur.
El âlem ne derse desin, müslüman hak olan yolda yapayalnız da kalsa yürüyecektir, hem de utana sıkıla değil haysiyet ve şerefle. “Allah! Ede var bir. Bütün dünya karşımda olsa ne yazar?” diye düşünecektir.
Müslümanların bunca parçalanmışlığı, tahammül sınırlarını aşan acılar yaşamaları hak ve hakîkatı umursamaz tutumlarındandır. İlkesiz bir şekilde bir yerlere taasubla bağlanmak kulluk anlayışımıza zıttır.
“Ko, gülen gülsün Hak bizim olsun.” * * * 38
Şânı yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerim âyetleri üzerinde düşünülmesini isteyen bir kitaptır. Belli ki ilahî kelâmdaki pek çok âyet-i kerime Allah’ın yardımı ve anlama gayretiyle mesajlarını sunacaktır.
leyse Cenâb-ı Hak şöyle demiş oluyor: “Haydi, bu şartları bir safha daha öteye taşıyınız.” Böyle böyle varacağımız netice bir dünya cennetidir. “Akıl, mantık bu tesbiti onaylıyor” diye düşünüyorum.
Felâk ve Nâs Sûreleri’nin muhtevâsını gözönünde bulunduran bir müslüman buyurmuşlar ki; “Cenâb-ı Hak bu sûreler aracılığı ile mü’minlerin maddî, mânevî ve ruhsal açıdan sağlıklı bir ömür sürmelerini istiyor.”
Olması gereken budur. Ya olan? * * * İnsan karma karışık bir varlık. Sanki zıtlıklar yumağı. Meleklerden daha melek, şeytanlardan daha şeytan olabilecek bir potansiyele sahip.
Ne güzel bir tesbit. Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu Hoca’mız da, “Hepimiz Kur’ân-ı Kerim üzerinde düşünelim.Olur ki birimizin aklına gelmeyen diğerinin aklına gelir.” der.
“Fıtrat hep hayra mütemâyildir” tesbiti de bilinen bir tesbittir. “İnsanın sevimliliği, günahlarının azlığı ve kalbinin saflığıyla doğru orantılıdır.” diye düşünüyorum. Çocukların sevimliliği benim böyle düşünmeme sebep oluyor.
Kur’an zenginliğini keşfetmenin usullerinden biri de bu olsa gerek. Anlaşılıyor ki Cenâb-ı Hak kullarını hep mes’ûd görmek istiyor. Bu, O’nun sınırsız rahmet ve sevgisinin gereğidir. Kul da bu alâka ve sevgiye lâyık olmaya çalışmalıdır. Şu neticeye varmış bulunuyoruz: “Bedenen, rûhen, ahlâken sağlığınıza cevâp verecek bir dünya oluşturun.” Yüce yaratıcı bunu istiyor.
İnsanın kalbindeki güzel duyguların diğer insanları olumlu yönde etkilediği ispatlanabilmiş midir, bilmiyorum. Bunun böyle olduğu sâbit ise mâsumiyet ve duygu güzelliğinin ne büyük nimet olduğu da anlaşılmış olacak.
Diyelim ki böyle bir dünya oluşturuldu. Biz biliyoruz ki iyinin daha iyisi daimâ vardır. Öy39
AĞUSTOS 2015 / 325
İnsanın sevimliliği, cana yakınlığı yazıyla değil de, belki bizâtihî görerek, yaşayarak anlaşılır, fotoğrafla-filimle anlaşılır.
SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi
ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net
O Ayın Ardından
U
ykusuzluk, susuzluk bu ramazanın en belirgin görüntüsü. Geç saatlerde başlayan teravih namazının bitişi de geç saatlerde. Hemen yatsanız bile vakit gece yarısı. Sonra kalk bir kaç saatlik uyku, yemek saat derken bir daha bir kaç saatlik uyku. İftar ile sabah namazında çok hızlı geçen bir vakit.
Rabbimizle diyalog içerisindeyiz. O bize, geçmişi, geleceği, hayatı, mematı, dünyayı, ahireti... öğretiyor. Ama onu okurken bundan ziyade Rabbimle konuşmanın lezzeti harika. Ramazanın güzel adetlerinden (sünnet) biri hatim. Günde yirmi sayfa. Her gün 20 sayfalık bir dünyadan kopuş, Hak’la beraber oluş zamanı. Sonra ‘okuduğun Kur’an’dan hasıl olan sevabı, anneye, babaya, hocaya, alime salihe... bağışlamak.. onları anmak, onların gönlünü yapmanın mutluluğunu yaşamak. “Ben de öyle olacağım. Benim de beni Kur’an’la hatırlayanlarım olsun” duası ve tefekkürü. Kur’an’la iki yönlü tanışmalı, dost olmalıyız. Birincisi asli haliyle okumak ve vahyin sahibi ile beraber olmak. İkincisi anlamını (meal) okuyarak kendi dilimizce vahyin sahibinin bizden kul olarak isteklerini anlamaya çalışmak. Kur’an’la tanışanlar ve dost olanlar bunu devam ettirmeli. Tanışmayanlar da hemen tanışmalıdır.
Gündüzü zor geçen bir zamanın uzayışı. O fizikçinin izafiyet teorisinin yaşadığı an. Gecesi çok hızlı, gündüzü çok yavaş ilerleyen bir zaman. Hani halk hikayelerinde buluşan aşıklar ne kadar zaman beraber olsalar dahi ‘zaman ne çabuk geçti’ derler ya. Sevmediğimiz bir ortam ya da kişilerle beraber olunca hep gözünüz saatte olur. Kendi kendinize ‘zaman da hiç geçmiyor’ dersiniz ya. Zaman aynı ama zamanı yaşayanların konumu farklı. Zaman ne uzar ne kısa kalır. Kızgın saç üzerinde yalın ayak birkaç saniye durmak birkaç saate bedel. Yârla beraber birkaç saat, birkaç saniye kadar. Oruçta gece gündüz misale benzer.
***
Tutan-tutmayan bayrama ulaştı. İkisinin arasındaki fark: Tutanın mahzunluğu, tutmayanın mahcubiyeti. Eğer mahcup değil ise o ayrı utanmazlık. Allah tutanlara ecrini versin. Tutmayanları Allah’a havale ediyoruz.
Bayram beklemek. Bayram arzusu. Allah oruçluya bayram ödülü vermiş. “Benim için yemeden içmeden kesildin. Ben de sana bu dünyada bayramı ödül olarak veriyorum.” Orucu oruç gibi tut, hak ederek bayramı da bayram gibi yaşa. Ahiret mükafatı oraya, Rabbine kalsın.
*** Kur’an okumak. Kur’an dinlendirir, rahatlatır, motive eder. Onu okurken bilmediğim bir dil olsa da Rabbimle konuştuğumun farkındayım. Rabbimin kelamını layık olmayan dilimle ifade ediyorum. Euzu-besmeleyi çekip başladığınız zaman
Gül, eğlen, ziyaret yap, ziyafet çek, helal hudutlarında bayramı yaşa, en güzel giysileri giy. Elinde, cebinde yoksa dilin, yüzün, tebessümün sadaka dağıtsın. *** 40
alın terini sömürmemelidir. “Eli mahkum”diye bakılmamalıdır. “Kahrında hoş lutfun da hoş” demiş ya tasavvuf bahçesini has gülleri. Biz de O’ndan gelenlerden fazla şikayet etmeyelim. O’nun işinden ziyade kendi işimizle uğraşalım. Ondan gelen sıcak da soğuk da olsa rıza gösterelim. *** Zafer Ayı Ağustos. Kış ve bahar aylarında hummalı bir hazırlıktan sonra bizzat padişah sefere çıkar, düşmanla Ağustos’ta karşılaşılır ve kazanılan parlak bir zaferle dönülürdü. Bu ayda Sultan Alparslan’ın bembeyaz şehadet kefenini giyip yaptığı konuşmayı hatırlamadan olmaz. Diyar-ı Rum’un Anadolu olarak Diyar-ı Müslim olmasının tarihi olan Malazgirt’i, İslam birliğinin teşekkülünün temini için önem ifade eden Çaldıran’ı ve Yavuz’un yorgun askeri coşturan veciz hitabını arayıp okumalısınız. Fatih’in Anadolu birliğinin sağlanması için yaptığı Otlukbeli’yi, Osmanlı’nın Batı ve Haçlı dünyasını bitiren Mohaç’ını unutmamalıyız. Emperyalist Batı ve onun şımarık çocuğu Yunan’ın Anadolu’dan sökülüp atılışının ifadesi Büyük Taarruz da çok önemlidir.
Uykusuzluk, susuzluk derken; teravihleri, sahurları, iftarları, davetleri derken gelen bayramın telaşı. Olmayanların da olanlarca gözetildiği bir zaman dilimi ramazan ve bayram. Oruçtan korkan ve kaçanların “şükür”ü şeker okuyup şeker bayramı demelerine karşılık bu, “ıyd-ı fıtır”dır ve Ramazan’ı sağlık içerisinde yaşayanların hayat bulduğu için şükrettikleri bir bayramdır. Orucu tut, Kur’an’ı oku, bayramı yaşa ki hayat bulasın. Ramazan budur. İnşallah Müslümanlar bunu yaşadılar ve hayat buldular. Onun için şükrediyoruz. Tutan da tutmayan da bu dünyada bir oldu. Öbür dünyayı Rabbim bilir. ***
Zafer dendiği zaman hep Ağustos ayı akla gelir. İşte bu zaferlerden bazıları;
Ramazan ayında olmayan sıcaklar geldi. Sıcakların günaha daha fazla sebep olması açısından (açık saçıklık, soyunan dökünenler sebebiyle) Müslümanları rahatsız ettiği gerçek. Ama o sıcağa rağmen örtünenlerin de daha fazla mükafat aldıkları da gerçek. Bu sebepten mütesettir Müslümanlara Allah sabırla beraber ecrini de verecektir inşallah.
26 Ağustos 1071 Malazgird Zaferi 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi 23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi 24 Ağustos1516 Mercidabık Zaferi 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi
1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi 26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. 41
AĞUSTOS 2015 / 325
29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi
Rızık için, evine ekmek götürebilmek, çoluğu çocuğu mutlu edebilmek için bu sıcaklarda dışarda veya sıcak ortamlarda (fırın gibi) çalışanlara da Allah sabır versin. İnsan ve özellikle Müslüman olarak omuz emeği ile geçinenlere çok dua etmeli onları unutmamalıyız. İşverenler de onların
EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net
Eğitimde İçerik Sorunu
“KAVRAM EĞİTİMİ” Bugün eğitim sistemlerinin önemli çıkmazlarından birinin, zihinlerde doğru kavramların doğru çerçeve ile zihne yerleştirilememesidir. İletişim çatışmalarının, eksik ya da yanlış düşünceler üretmenin, yanlış çıkarımlarda bulunmanın ya da yargılar oluşturmanın temel nedenlerinin belki de başında, yanlış kavram oluşumları gelmektedir
K
avramlar; beynin, varlıkların ortak ya da benzer özelliklerinden yola çıkarak ürettiği soyut temsilciler olarak tanımlanabilir. Düşünme, canlı olma, akıl sahibi olma, ruhsal ve bedensel bir takım özelliklere sahip olma gibi bazı şartlara bağlı olarak beynin, bu özellikleri taşıyan varlıklara “insan” adını vermesi ve bu ad altında bir takım özellikleri toparlamış olması, kavram oluşturmaya örnek olarak verilebilir.
Burada kritik olan soru, kavramların oluşmasına temel olan bu özellikler listesinin nasıl oluşturulduğu ya da nelerden oluştuğudur. Bu oluşumun doğru ve gerçek temellere dayanması halinde kavramın doğru ve gerçek boyutlarıyla oluşması mümkün olabilmekte; bu kavramlara dayanarak üretilecek yeni kavram ya da düşünceler de doğru üretilebilmektedir. “İnsan”, “adalet”, “ahlak”, “akıl” vb. kavramlar, farklı denklemlerle bir araya gelip yeni kavramlar oluşmakta ya da düşünceler üretilmektedir. “Ahlaklı insan” gibi yeni kavramlar ya da “akıllı insan, kendisinin yanı sıra başkalarının da aklını kullanabilendir” düşüncesi, bu üretimlere örnek olarak verilebilir.
İnsanoğlunu farklı kılan akıl ve irade sahibi oluşu ile düşünebilme ve düşünce üretebilme yeteneğini kullanabilmesi, zihninde kurgulayabildiği kavramlarla yakından ilişkilidir. Kavramlar, bilgi ve düşünme hazinesinin yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Bu nedenle beyin tarafından üretilen düşüncelerin niteliği ya da kalitesinin, kavramlara hakim olma durumuyla doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir.
Düşüncelere hâkim olmanın ya da çerçevesinin çizilip kontrol edilebilmesinin yolunun, yapı taşları olan kavramların zihne doğru şekilde yerleştirilmesiyle mümkün olacağı belirtilmelidir. Başka bir ifade ile zihne kavramlar yerleştirilirken ya da 42
sen şemaları oluşturulurken hedef kavramların içeriğinde nelere yer verilmesi ve nasıl bir zihin haritası oluşturulması gerektiği ile ilgili doğru tespitler yaparak işe başlamaları önem arz etmektedir. Bu aşamada yapılacak yanlış tespitler, ilerleyen dönemlerde yanlış kavram oluşumlarını; ardından da yanlış düşüncelerin üretilmesini beraberinde getirecektir. Bugün eğitim sistemlerinin önemli çıkmazlarından birinin, zihinlerde doğru kavramların doğru çerçeve ile zihne yerleştirilememesidir. İletişim çatışmalarının, eksik ya da yanlış düşünceler üretmenin, yanlış çıkarımlarda bulunmanın ya da yargılar oluşturmanın temel nedenlerinin belki de başında, yanlış kavram oluşumları gelmektedir.
Diğer taraftan, kavram eğitimi ile ilgili altı önemle çizilmesi gereken sorunlardan biri de hiç şüphesiz, düşünce ve tavır üretmek üzere beyne konumlandırılan kavramsal zeminin hangi ana kavramlardan oluştuğudur. Günümüzde hem eğitimci hem de fikir adamları tarafından önemli bir sorun olarak nitelendirilen düşünce yozlaşması sorunu bu konu ile ilgilidir. Kimi zaman “değer yozlaşması” kavramı ile de ifadelendirilen sorunun önemli bir boyutu, zihindeki kavram yozlaşması ile ilişkilidir.”Zihinsel kirlenme”, “bilgi kirliliği”, düşünce yozlaşması”, düşünce bunalımı” gibi daha birçok şekilde ifade edilen sorun,
içeriği doldurulurken doğru bileşenler ve özellikler listesine dayandırılması önemlidir. Örneğin “ ‘ahlak’ kavramının içeriğinde neler olmalıdır ya da muhtevasında neler bulunmalıdır? Hangi durumlar hangi çerçevede ahlak kavramıyla nasıl bir ilişki içerisinde zihne yerleştirilmelidir?” gibi sorunlar, kavram eğitiminin önemli boyutunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede eğitimciler, öğrencilerinin zihin43
AĞUSTOS 2015 / 325
Bir kişinin “ahlak” kavramıyla ilişkilendirdiği ve ona göre değerlendirmelerde bulunduğu; buna karşılık başka insanların benzer yaklaşımda bulunmayıp belki de zıt değerlendirmelerde bulunması, kavramların ortak bir zeminde buluşturulamamasıdır. Bir kişi için “ahlaksızlık” olarak görülen bir davranışın başkalarınca “ahlaki” olarak değerlendirilmesi ve hükümlerde bulunulması bu farklılaşma ile alakalıdır. Bu tür sorunların ortak ve tek çözümü ise, aynı kavramsal zeminlere oturtulmuş bir zihinsel-kavramsal yapının oluşturulmasıdır. Bu durum ise eğitimcilerin çözebileceği bir sorun niteliği taşımaktadır.
Eğitimciler, kurgulamak istedikleri medeniyetin temelini oluşturan kavramları doğru belirlemeleri, içeriğini doğru doldurmaları, adım adım yeni yetişen neslin zihin yapısını bu doğru kavramlarla örmek üzere stratejiler oluşturmaları, planlamalar yapmaları gerekmektedir. Uygulanacak eğitim programlarının önemli bir bölümünü, kavram eğitimi oluşturmalıdır.
kavramlardaki kirlilik ya da yanlış kavramlar ağına sahip olan zihinsel yapıdan kaynaklanmaktadır.
yazar ve fikir adamları yazılarını kaleme alırken düşüncelerin özellikle üzerine kurulacağı kavramlara gereken ağırlığı vermelidir. Artık kurulan cümlelerde, yapılan açıklamalarda, yazılan eserlerde, bu kavramlara daha çok yer verilmeli, gündemde tutulmalı, tartışmalar yapılmak yoluyla düşünce yoğunlaşmalarının önü açılmalıdır.
Şimdi şu sorun üzerinde biraz daha durmak gerekir: Niçin geçmişte insanların zihinlerinde önemli bir yere sahip olan kavramlar, bugün aynı oranda zihinlerde yer bulamamaktadır? Ahlak, medeniyet, din, cihad, ibadet, kulluk, İlah, Rab, Hak-Batıl, ahiret, şehadet, fedakârlık, vb. daha birçok kavram, gerçekten de yeni yetişen neslin dimağlarında istenilen ölçüde ve istenilen kıvamda yer bulmakta mıdır? Niçin müslüman insanların gündeminden bu kavramlar ya tamamen çıkarılmış ya da içerisi boşaltılıp kavram olma yönü zayıflatılarak yalnızca konuşma cümlelerinde kullanılan “kelimeler” halini almıştır? Bu durum, “zihinsel erozyon”, “zihin yozlaşması”, “düşünce kirlenmesi” ya da “düşünce fakirliği”nin diğer adları değil midir?
Taze dimağların biçimlenmesinde bu kavramların doğru bir şekilde oluşturulması için özel önlemler alınmalı, çocukların bu kavramları hem telaffuz ile hem de anlamı itibarıyla kullanabilmelerinin, ilişkiler kurabilmelerinin önü açılmalıdır. Şurası kesinlikle unutulmamalıdır ki zihinler, mutlaka ve mutlaka kavramlar edinecek, beslenmesini kavramlarla mutlaka gerçekleştirecektir. Yapılması gereken bu kavram hazinesinin hem nicelik hem de niteliğinin, eğitimciler tarafından özel olarak belirlenmesi, biçimlendirilmesi ve yetişen neslin dimağlarının bu kavramlarla oluşturulmaya çalışılmasıdır.
Bu sorulara iç açıcı cevaplar verebilmek “keşke” mümkün olsaydı. Ama maalesef günlük hayatın değişik evrelerinde gözlenen odur ki yeni yetişen neslin zihninde, yukarıda örneklenen kavramlar yeterince yoğunlukta, kapsamda ve kıvamda yer almamaktadır. Artık üretilen düşünceler arzulanan kıvamda, yoğunlukta ve yaşama yön verecek güçte değildir. Düşünce ve eylem gündemini yeterince meşgul etmemektedir. Büyük bir fakirlik ve etkisizlik içerisindedir.
Gelecekte doğru düşünen, doğru düşünceler üreten, etkin düşünen ve etkin düşünceler üretebilen; böylelikle doğru bir düşünce dünyası oluşturan, çevresine doğru düşünceler üreterek katkı sunabilen bireyler yetiştirebilmenin yolu, eğitimcilerin bu konudaki hassasiyetleri ve çabaları ile doğrudan ilişkilidir. Kısaca eğitimciler, kurgulamak istedikleri medeniyetin temelini oluşturan kavramları doğru belirlemeleri, içeriğini doğru doldurmaları, adım adım yeni yetişen neslin zihin yapısını bu doğru kavramlarla örmek üzere stratejiler oluşturmaları, planlamalar yapmaları gerekmektedir. Uygulanacak eğitim programlarının önemli bir bölümünü, kavram eğitimi oluşturmalıdır. Aksi durumda toplumumuzdaki ve yeni yetişen kuşağımızın düşünce dünyasındaki hastalıklardan, fakirliklerden kurtulabilmesi; insanlığın önünü açan bir medeniyeti yeniden inşa edebilmeleri mümkün olmayacaktır.
Bu tür kavramlara hâkim olmayan bir beyinden, bu kavramlar üzerine oturmuş düşüncelerin üretilmesi, medeniyetlerin kurgulanması beklenemez, beklenmemelidir. Dinin günlük hayata hükmedebilmesi, dünyanın farklı yerlerinde yapılan zulüm ve işkencelere ilişkin doğru değerlendirmelerin yapılması, doğru ve etkili tepkiler üretilebilmesi vb. bu tür kavramsal fakirlik ve düşünce kirliliği içerisinde olan bir beyinden beklenemez. Bu soruna çözüm üretebilmek de yine eğitimcilerin ve fikir adamlarının elindedir. Eğitimciler eğitim çalışmalarını planlarken ya da uygularken,
Selam ve dua ile… 44
DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci
atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net
Kafalarımızı Karıştırmayan Hikmet
B
edenimizde; ellerimizin çalışma prensibi, ayaklarımızın hareket mekaniği, gözlerimizin görebilme kabiliyeti, kulaklarımızın işitme kabiliyeti, ağzımızın konuşma kabiliyeti, duygularımız, düşüncelerimiz…ve çevremizde; hava, su, bitkiler, atmosfer, dünya, gezegenler, kâinat… ne varsa yaratılmış olduğumuzu haykırıyor ve deliller sunuyor. Yaratılmış olmamızın doğal bir sonucu olarak ‘Yaratanımıza kul’ olmak ve kulluğun gereklerini yerine getirmemiz hikmet olarak telakki edilmiştir.
çeği yakalamak için, derin kavrayış sahibi olmak için, bir şeyi faydalı hale getirmek için kesinlikle ilime ihtiyaç vardır. Hikmet, samimiyet ister. Bu özelliğiyle hikmet, insanın söz ve davranış bütünlüğü olarak tanımlanır. Sözler davranışlara yansıyacak, davranışlar ağızdan söz olarak çıkacak. Değilse yapılmayan/ yapılmayacak şeylerin başkalarına aktarılması sloganlaşmanın ne kadar ötesine geçebilir ki? Bir başka yönüyle de hikmet, yapılan iyiliklerin ve yardımların karşılığını sadece Yaratan’dan beklemektir. Hikmete ulaşmak isteyenlerin basit hesapları olmaz. Günümüz dünyasının onluk, yüzlük veya binlik basamakları onlara kâfi gelmez.
Kur’an-ı Kerim’de yirmi yerde geçen hikmet kavramı; türevleriyle birlikte tanımlanması ve kavranması zor kavramlarımızdandır. Hikmet sözcüğünü genellikle ilginç sorular sorulan, bu sorulara enteresan cevaplar verilen, kişilik analizlerinin yapılıp sorunların çözüldüğü, gelecekle ilgili tahlillerin yapıldığı hikâyelerde duyarız. Hâlbuki ‘Mü’minin yitik malı’ olarak kutlu bir ağızdan tanımlanan bu kavram iman edenlerin niyetlerinde, sözlerinde ve davranışlarında kesinlikle olmalıdır. Bu yaklaşım içerisinde hikmeti ve hikmetin gerekliliklerini ortaya koyalım. Hikmet, ilim ister. Kur’an-ı Kerim’de Alîm, Habîr, Azîz gibi isimlerle birlikte kullanılan Hakîm ism-i şerifi, hikmet için ilmin varlığını ortaya koymaktadır. Bahse konu olan ilim ‘Yaratanın kudretini ve yaratılanın acizliğini’ gösteren bilgi türlerinin hepsini kapsar.
Hikmet, ibret bakışı ister. Gördüklerini, duyduklarını, okuduklarını, düşündüklerini Yaratan’ın varlığının delilleri olarak kabul edenlerde ibret bakışı gelişir. Bu bakışı elde edenler kulluğun ihsan yolunda yürürler. Hayatını kendi dar çerçevesinde devam ettirmeye çalışanlar için bu bakış zaten gelişemez.
Hikmeti olaylar arasında bağ kurarak olayların sebep ve sonucunu ortaya çıkarmak olarak tanımladığımızda ilimle hikmet arasındaki doğrusal ilişki yine görülecektir. Ayrıca sözlerin tutarlı olması için, insanların ufkunu genişletmek için, işleri isabetli yapmak için, adaletle karar vermek için, ger-
Hikmet, ancak şükretmek içindir. Üstün olduğunu düşünmek, büyüklenmek, kendini beğenmek, küçümsemek gibi hastalıkları olanlara zaten uzaktır. Bu kimseler istedikleri kadar bilgi sahibi olsun, fark etmez. Aslolan bilgiye sahip olmak değil bilgiyle hangi yöne yöneldiğimizdir. 45
AĞUSTOS 2015 / 325
Hikmet, devamlılık ister. ‘Az da olsa devamlı olanı’ hayat prensibi yapanlar hikmete kavuşturulur. Çünkü devamlılıkinsan için disipline edilmiş hayat ve sağlam tecrübeler demektir. Saman alevinin ani rol değişimi gibi hayata tutunmak isteyenler süreç içerisinde hikmetin sadece yaygaracısı konumuna sürüklenirler.
İMBİK Nuri Ercan
nuri.ercan@ilkadimdergisi.net
KARMAŞA-1
Z
El’an dünyadaki gidişata dur diyebilecek otoriteden yoksunuz. İslâm-müslüman tabirleri barışı esenliği çağrıştırmıyor artık. Sırtımıza kambur edilen “terör”ü bir türlü atamıyoruz. Önceden küffara karşı kullanılan bütün terör taktikleri şimdi Ümmetin mazlumlarına uygulanıyor. Batı Aleminde mutlu günlerde, festivallerde, yılbaşı törenlerinde sevinçle atılan havai fişekler, bizim dünyamızda karşı müslüman savaşçılardan, bir şehir bir kasaba, bir köy geri alındığında gözyaşları ile havaya atılıyor. Göz yaşları sevinçten mi üzüntüden mi belli değil! Ne günlere kaldık ya rabbi! Ölüm üzerine havai fişekli kutlama...! Kimin ölümü!
or bir dönemden geçiyoruz. Tarih boyunca İslâm Ümmetinin yaşamış olduğu sayısız fitne zamanlarından birini daha yaşamakta olduğumuz gerçeği ile karşı karşıyayız. Dünya nüfusunun önemli bir kesimini oluşturmakta olan biz müslümanlar, malesef varlığımızın ağırlığını yansıtamaz bir dönemin şahitleri durumundayız. Yükü taşıyamaz bir hale evriliyoruz. Emanetin altında ezilir gibiyiz. Özümüzü yitirmek üzereyiz. Sadece form /şekil olarak varlığımızı sürdürme çabasındayız. Bu çabalar yeterli mi, o da malum değil. Uluslararası arenada potansiyelimiz büyük. Lakin bu potansiyelin beynelmilel sahaya yansıması oldukça cılız. Bizim bu cılızlığımız, aynı zamanda, biz olmadan dünyanın sahipsiz kalacağının bir göstergesidir. Şimdi mazlum kim, zalim kim belli değil. Adaleti hakim kılmak için sahip olduğu gücü kullanabilecek devletleri ve adil yöneticileri mumla arıyoruz. Bu anlamda yavaş yavaş temayüz etmeye başlayan kimi liderler de her taraftan abluka altına alınmaya gayret ediliyor. Bu gayretlerin içerisinde “Gayretullah”ın ne olduğunu pek ala bilen kimi gayretli dindarların gayreti de var? Din adına dindara mani olmak... Allah adına mü’mine çelme atmak...
Barışı, esenliği kendi aramızda bile hakim kılamıyoruz. Dünya İslâm Ümmetini hayretle izliyor. Muhtemlen bize gülüyorlardır. Kur’an’ın emri gereği iki mü’min topluluk birbirine girdiğinde aralarını bulacak başka mü’min bir topluluğun hazır bulunması olgusunu gözardı etmişiz. Şimdi, bırakın iki müslüman toplumun savaşmasını, uluslararası fitne odakları sayesinde ve ilahi olmayan çokça sebepten, neredeyse kahır ekseriyetle, müslümanlar birbiriyle savaşır durumdadır. Ramazan demeden, namaz demeden, cami demeden, kutsal demeden, mü’min demeden birbirlerinin kanını akıtmaktan geri durmuyorlar. Üstelik Allah Rasülü’nün 46
Biz zamanlar, Fransadaki edebe mugayir bir tiyatro oyununun sahnelenmesine sadece “Şiiişt!!! Gelirsem yanınıza...!” işmarı ile engel olmuş bir ecdadın torunları olarak, şu anki hali pür melalimiz içimizi yakıyor. Haydi küffara karşı kılıcımız zayıf, cepkenimiz ince diyelim; bari Ümmetin arasına saçılmış fitne tohumlarından türeyen kendi çocuklarını adam edecek müesseselerimiz devam ediyor olsaydı! Onlara öfkelenerek, ”hişşt, ne yapıyorsunuz! Dölek durun! Oturun oturduğunuz yerde!” şeklinde hitap etme gücüne sahip uluslarası kurumlarımız
Yüzyıllardır insanlığa medeniyet ürünleri sunarken, bugün o güzellikleri sunan dinimizin terörle anılması yetmezmiş gibi, Ümmetin sefaletler içerisinde ne yaptığını bilmez bir hal47
AĞUSTOS 2015 / 325
olsaydı! Tam tersine “Herkes kendi Leylasına yanar” hesabındayız. (Tabi ki , kimi İslâm Ülkelrinin gerçekten kendi Leylasına mı yoksa başka Leylalara mı Mecnun olduğu tartışma konusudur.) Maddi zenginliklerini modernite uğruna heba etmekte bir mahzur görmeyen milletler topluluğuna (pardon ne topluluğu, yığın), kendi despotizmini sağlamlaştırmak uğruna Yahudi rejimleri ile iş tutan rüceyllerin (adamcık) başında olduğu ülkelere, sadece kendi meşrebi için geniş alanlar hayal ederken her türlü müslüman kanına kalbi incimeden bakmaya alışmış, ağzı Kur’an’lı yönetenlere sahip ülkelere bu gün İslâm Ülkesi demek zorunda kalıyoruz. Va esefa!
İslâm düşmanlarının çocuklarına ve kadınlarına reva görmediği uygulamaları, adı Mahmut, Muhammet, Ahmet olan kişiler, müslüman hanımlara ve çocuklara reva görmekten çekinmiyorlar. İnsanın “Bu mu müslümalık! Bu mu sizin gerçekleşmesine yardımcı olmaya çalıştığınız “Allah’aın vaatleri” diyesi geliyor!
ağlayan sahabeler, hiç mi örnek alınmadı! Bunları örnek alan hiç mi mü’min yetiştiremedik! Hem intihar saldırısı da nedir! Sakallı, cüppeli, dilinden kelime-i tevhit eksik olmayan mü’min bir kişi vücuduna bombaları bağlayıp kendini camide patlatırken Hz.Peygamberin (S.A.S) hangi sözünden etkilendi de onlarca insanın ölümüne sebep oldu?
de savrulmalara düçar olması karmaşıklığın ne derece ilerde olduğuna işaret eden delillerden belki de en önemlisidir. Bugün ne ilmi varlığımızı derli toplu bir biçimde insanlığın hizmetine sunulabilmiş , ne de ıslah edici özelliğimizi sahip olduğumuz güç ile harmanlayabilme becerisini gösterebilmiş durumdayız.
İsmini “Batı tarzı eğitim haram” anlamına gelen kelimelerden çatarak faaliyet yürüten örgüt neden masum kızları öldürerek bu amacına ulaşmaya çalışır? Bu insanları kim eğitti! Hiç bir tarz ortaya koymadan gençliğe/kendi öz kardeşlerine hayatı zehir eden bu densizlerin Kitabı da Kur’an değil mi? Bunlar da yapacaklarını İslâmî bir gaye ile açıklamıyorlar mı? Eksiklik nedir? Tarihte hangi medrese ya da mektep bunlar gibi, adam öldürerek, görüşlerini hakim kılmaya çalıştı?
Dünyanın en mutlu insanları Norveç’te yaşıyorsa, Hiç bir İslâm Ülkesi mutlu insanlar sıralamasında ilk üçe giremiyorsa (Bu arada bizdeki mutluluğu halinden memnun, şükrederek yaşamak olarak algılamak gerekir), Bu Allah’ın vaadlerinde durmadığı anlamına gelmez. Kur’an ortada, sünnet ortada iken, yani musluktan su akmaya devam ederken, bizlerde zehirlenme göze çarpıyorsa bunun sebebi suyun kaynağı olmamalıdır. Ya, suya daha sonra başka şeyler karışıyor ya da suyu talimatlara uygun kullanmıyoruz demektir.
Verdiğimiz örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu karmaşa timsallerinin iki sonucu vardır: Birincisi durum gerçekten vahim. Karmaşalar her şeyi karmaşık hale getirebilir. Hak ile batıl birbirine karışabilir. Bu vahim durumu topyekün ortadan kaldıracak kararlar alınmalı, Çalışıcak yeni alanlar ortaya çıkartmalı ve ilmihallerimize yeni önemli konular eklemeliyiz. İkinci sonuç ise: Fitne olarak da adlandırabileceğimiz İslâm Dünyasındaki bu düşünce ve eylem karmaşıklığı, bir zamanlar, etrafı, Yunan Felsefesini savunan filozoflar, Batıniler, Dehriler (materyalistler) ve Naturalistler (ruhu ve ahireti inkar edenler)’in kuşattığı İslâm Ümmetinin, bu kuşatmayı yarmak için Gazzali gibi büyük bir âlimi çıkartması sonucuna benzer bir sonucun ortaya çıkmasıdır.. Öyle ya kul sıkışmadan hızır yetişmezmiş. İnşallah ikinci sonuç birinci sonucu da ortadan kaldırır. Lakin şunu da unutmayalım ki, alimleri toplumlar yetiştirir. Bu durumda da üzerimize, sorumluluk almaktan başka bir şey düşmez.
Uyuşturucu maddeler ve alkol ile ilgili, Allah’ın kesin hükümleri ortada iken, beş kuruşluk menfaat elde etmek uğruna dünya uyuşturucu mafyasının oyuncağı olmuş, sözüm ona ağzı Kur’an’lı, kalbi imanlı insanlar kimi temsil etmektedir? Bu zavallı kardeşlerimiz nasıl bu hale getirildiler?Bunların beslendiği dini kaynaklar ile bizim kaynaklarımız aynı değil mi! Biz, yeni nesillere “Asr-ı Saadet”i nasıl anlatacağız? Ooo, hocam çok kolay, açarız bir siyer kitabını, okuruz, anlatırız, yorumlarız olur biter diyebilirsiniz. İyi de karmaşayı nasıl açıklayalım? İslâm dünyası mutsuz (şükürsüz) insanların kümesi olmuş, kan gövdeyi götürüyor. Cihat kavramının ne anlama geldiği bilinmez hale gelmiş. Elinde “Lailahe illallah muhammedürrasulullah” yazılı siyah sancakla kelle kesen insanlar nasıl izah edilecek. Hz.Ali ve arkadaşları böyle mi yapıyordu? Hani mazlumlar için 48
İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...
İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa Emekli Müftü Bekir Şengün’ün Türkçeye çevirisini yaptığı İMAM NESÂÎ’nin bu değerli eseri, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...
• Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellemgünlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eden İmam Nesâî’nin aynı isimli kitabının muhtasarı bir hadis kitabı. BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87
Okuyun, Okutun, Abone olun...