İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:33

Page 1

Mart-Nisan 2017

Sayı: 33

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”

S Ö Z L Ü K ÖZEL SAYISI Ölümünün 10. Yılında Prof. Dr. Hasan Eren’in Aziz Hatırasına… E.CANSEVER VE KARANFİLLERİ

AHMET ÜMİT İLE RÖPORTAJ

AMERİKADAN MISRALAR:

ROBERT FROST


İncir Çekirdeği Dergisi Kübra Tarakçı Genel Yayın Yönetmeni Ayşe Bengisu Akdağ

Editör

Yazı İşleri Müdürü Sırdem Kemiksiz

Editörler Sultan Demir Kübra Tarakçı

Yazarlar Beyza Özkan Busenur Aslan Hatice Türk Hilal Akarslan Işık Selin Orhuntaş Mehmet Altınova Muhammed Münzevî Pınar Çaylak Sema Keser Süleyman Erkut Tuğçe Erkol Misafir Yazarlar Hüseyin Çatal Yasemin Kaptan Büseyne Uğur Kaya Gökhan Kaymaz Rasim Demirtaş

Tasarım Ayşe Bengisu Akdağ

İletişim incircekirdegidergisi.weebly.com incircekirdegidergisi@gmail.com facebook.com/incircekirdegidergisi twitter.com/IncirCekirdegiD instagram.com/incircekirdegi_dergisi/

Baharın ilk günlerinden merhaba… Kışın bunaltıcı, soğuk etkisinden baharın sıcak etkisine doğru geçerken tabii ki İncir Çekirdeği ekibi olarak sizi yalnız bırakmıyoruz ve dopdolu sayımızla karşınızda arz-ı endam ediyoruz. Bu ay dosya konumuz, Prof. Dr. Hasan Eren’in vefatının 10. Yıl dönümü münasebetiyle, dil bilimi ve kültür hazinesi açısından en önemli kaynaklardan olan “Sözlükler”. Ayşe Bengisu Akdağ Türk sözlükçülük çalışmalarında bir kilometre taşı olan Şemsettin Sami’yi ve onun unutulmaz eseri “Kamus-i Türki”yi kaleme aldı. Yazarlarımızdan Mehmet Altınova "Sözcüklerin Arkeolojisine Giriş: Etimoloji Sözlükleri” yazısıyla bizleri köken biliminin derinliklerine indirirken sözlük eleştirisi ile ilgili yazısı da sizleri bekliyor. Tuğçe Erkol dosyamız için "Dil Filmleri”ni sizler için derledi. “Edebi Eser Sözlükleri”ni yine dosyamız için inceledi ve sizlerin beğenisine sundu. “Argo Sözlüğü Derlemesi” ile bir ilke imza atan Filiz Bingölçe'yi ve eserini Işık Selin Orhuntaş kaleme aldı. Bir öğretmen olarak okullarda sözlük kullanımı ve çocukların sözlük kullanma alışkanlığı üzerine bir yazı yazan Sultan Demir Türkçenin öğretiminde sözlüklerin yerini vurguluyor. Divan Edebiyatında sözlükçülüğün önemini Beyza Özkan vurgularken, sözlükçü kimliğiyle Behçet Necatigil de sayfalarımızda. Sözlükçülük tarihimizin miladı olan Kaşgarlı Mahmud ise daha sonraki bir sayımızda tek başına kapak olmak üzere planlandığı için bu sayımızda pek fazla yer vermedik. Tabi ki sadece bunlar değil. Röportaj köşemizde yılın en çok ses getirecek söyleşilerden biri sizlerle: Ahmet Ümit. Söyleşimizin yanında Hilal Akarslan “Turuncu Masal” hikayesiyle, Süleyman Erkut, Sema Keser ve Muhammed Münzevi şiirleri ile yine size farklı duygular hissettirmeye geliyor. Mitoloji köşesi için "Şu Hakan'ın Suskunluğu" yazısı ile Busenur Aslan sizlerle ve bunların yanında çok konuşulan OSCAR ödül töreninden detaylar da yine dergimizde. Bendeniz "KÖŞE"siz ise bir süreliğine de olsa köşemi bulmuş olmanın sevinciyle soru-cevap köşesini sizler için tekrar hazırladım. Son olarak misafirlerimizden gelen şiirler yazılar ve öyküler... Hepsi sizi bekliyor. Ne diyoruz "Dilimizin sınırı yok" biz de dilimizden dökülen sözcükleri kalemimizle aktarmaya çalıştık ve sizlerin beğenisine sunduk. Keyifle okuyunuz. Bakkalınızdan değil Google'dan isteyiniz....


İçindekiler Havadis / Beyza ÖZKAN Rasim Demirtaş’ın Ardından Mitoloji Pusulası / Busenur ASLAN Turuncu Masal – Hikaye / Hilal AKARSLAN Zeytin Hanım – Şiir / Sema KESER Köprüdeki Çıplak Ayaklar – Hikaye / Yasemin KAPTAN DOSYA: SÖZLÜKÇÜLÜK ÖZEL SAYISI

Bir Ses – Şiir / Hüseyin ÇATAL İtiraf – Şiir / Muhammed MÜNZEVÎ

Âlemin Ölümü, Âlemin Ölümü: Hasan EREN / Ayşe Bengisu AKDAĞ Sözcüklerin Arkeolojisine Giriş: Etimoloji Sözlükleri / Mehmet ALTINOVA Sütlüce Sözlüğü Edebi Eser Sözlükleri / Tuğçe ERKOL Kâmus Makinesi: Şemsettin Sâmi / Ayşe Bengisu AKDAĞ Divan Şiirini Anlamak: İskender Pala ve Ahmet Talat Onay / Beyza Özkan Bunu da Oku Argo ve Kadın Argosu Üzerine / Işık Selin ORHUNTAŞ Öğrenciler ve Sözlükleri Üzerine / Sultan DEMİR Leksikolojinin İlkeleri ve Bir Metot Denemesi / Mehmet ALTINOVA Sözlüklerde İncir Çekirdeği Sözlükler İçinde Behçet Necatigil / Beyza ÖZKAN Dil Filmleri / Tuğçe ERKOL Şimdi Anılarda “Bitig” / Busenur ASLAN Sahaflarda Bir Sözlük: Divanü Lügat’i’t-Türk / Ayşe Bengisu AKDAĞ Söz Ola Kese Savaşı / Yunus Emre

Röportaj: AHMET ÜMİT İLE SÖYLEŞİ Adil – Şiir / Sema KESER Me(vt)ftun – Şiir / Süleyman ERKUT “Hayat Devam Ediyor”: Robert Frost / Tuğçe ERKOL Görünmez Oldum Ben – Şiir / Büseyne Edip Cansever’in Şiirlerinde Karanfil İmgesi / Uğur KAYA İstiklal Marşı Üzerine Yazılar 1 / Mehmet ALTINOVA Gençlere Sorduk / Kübra TARAKÇI Sabaha Notlar – Şiir / Gökhan KAYMAZ Şehr-i Bursa – Şiir / Süleyman ERKUT Kısaca Oscar: La La Moonlaight / Sultan DEMİR ARKA KAPAK / Işık Selin Orhuntaş & Ayşe Bengisu Akdağ Kişi Ki Sözüñ-ile Bir Nefes Mücâlis Ola – Şiir / Ahmedî Fotoğraf / Aybige AKDAĞ


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Derleyen: Beyza Özkan

HA VÂ DİS

buluşturdu. Etkinlik, eğitmenliğini Şaban Akbaba'nın yaptığı BUYAZ Kestel Çocuk Yazını Atölyesi öğrencilerinin yazdıkları öyküleri okumalarıyla başladı. Aymen Akçay, Nihal Aksoy, Çiğdem Metin, İsmail Demir, Fadime Erezer, Tuba Deli, Fırat Deli, Mesut Akça ve Güldeniz Akça, atölyede kaleme aldıkları öyküleri konuklarla paylaştı. Kemal Varol'a 2017 BUYAZ Öykü Onur Ödülü, Nilüfer Belediyesi Kütüphaneler Müdürü Şafak Pala tarafından verildi.

15. BURSA KİTAP FUARI 15 MART’TA

ÖYKÜ GÜNÜ BURSA NİLÜFER2DE GÜZEL BİR ETKİNLİKLE KUTLANDI 'İnsan öyküsüyle var' sloganıyla yola çıkan Dünya Öykü Günü buluşmaları, Nilüfer Belediyesi ile Bursa Yazın ve Sanat Derneği (BUYAZ) işbirliğinde Nazım Hikmet Kültürevi'nde gerçekleştirildi. Bursa'da bu yıl dokuzuncusu düzenlenen etkinlik, edebiyat tutkunlarını

Bu sene on beşinci yaşını kutlamaya hazırlanan Bursa Kitap Fuarı’nın ilk onur konuğu öykü yazarı Cemil Kavukçu olarak belirlendi. Fuar süresince düzenlenecek panel ve söyleşilerde Cemil Kavukçu’nun edebiyatı, öyküleri ve yaşamı ele alınırken bir de TÜYAP tarafından armağan kitap hazırlanacak. Bu yıl 300 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleşecek Bursa Kitap Fuarı, söyleşi, panel ve çocuk etkinliklerinden oluşan 80 kültür etkinliğine ev sahipliği yapacak. Dokuz gün süresince düzenlenecek imza günleri ve etkinliklerde yüzlerce yazar okurlarıyla buluşacak.

BİLİMKURGU MİKRO ÖYKÜ YARIŞMASI 2017 BAŞLADI Entropol Kitap tarafından ilki 2015 yılında gerçekleştirilen Bilimkurgu Mikro Öykü Yarışması’nın ikincisine başvurular başladı. Mikro öykü türünün yaygınlaşması ve bilimkurgu yazınının teşvik edilmesi amacıyla düzenlenen yarışma, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bir seçki e-kitabıyla sonlanacak. Yarışmanın konusu bu sene transhümanizm ile sınırlandı. Yazarlar, kendi İnsan öykülerini yazmaya; üstelik bunu “az olan” ile yapmaya çağrılıyorlar. Konu: Transhümanizm Jüri: Esra Ertan, Yankı Enki, Özgün Muti, Tevfik Uyar Karakter sayısı: 280 Başvurular için son tarih 14 Mart 2017.

PROF.DR. KERİME ÜSTÜNOVA’NIN EYLEM İŞLETİMİ KİTABI YAYIMLANDI Tanıtım Bülteninden: Türkiye Türkçesinin yapısal özelliği gereği eklemeli dil oluşu, doğal olarak ad ve eylemin sistem içindeki kullanıma çıkma biçimini; eklerin, görevsel dil birimlerinin rolünü önemli kılmaktadır. Bu nedenle Eylem


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İşletimi kitabında, eylemlerin dizge içinde kullanım biçimi, sistem tarafından verilen sorumlulukları, hakları, görevleri doğal olarak bunlara yön veren biçimbirimlerin hem dilbilgisel işlev hem anlamsal işlevleri bakımından ele alındı; biçimbirimlerin bağlam içinde değerlendirilmesine özen gösterildi.

Prof. Dr. Yıldırım'ın 'Şahname' Çevirisi İran'da Yılın Kitabı Seçildi Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nimet Yıldırım'ın, İranlı şair Firdevsi'ye ait Farsça yazılan Şahname'nin Türkçe çevirisi, İran'da 'yılın kitabı ödülü' aldı. Gururlu olduğunu belirten Prof. Dr. Yıldırım, Şahname'nin Arap istilasından İranlılar'ı kurtarak Farsçayı dirilten, yeniden şiir ve edebiyat dili yapan kitap olduğunu söyledi.

YAPIMCI VE YÖNETMEN MELİH GÜLGEN HAYATINI KAYBETTİ Yakalandığı akciğer kanseri nedeniyle uzun süredir tedavi gören Gülgen, İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. 1946 İstanbul doğumlu Gülgen, 1968'de "Kafkas Kartalı" filminin yönetmenliğiyle Türk Sineması'na adımını atmıştı. Gülgen, "İnsanları Seveceksin", "Adalet", "Düşkünüm Sana", "Tatar Ramazan" gibi filmlerin de aralarında olduğu 100'ün üzerinde sinema filminin yönetmenliğini ve yapımcılığını yapmıştı.

KİTAPTAN BİLGİSAYAR OYUNUNA: WALDEN Henry David Thoreau’nun Walden adlı ünlü kitabı bilgisayar oyununa uyarlandı. Uzmanların dünyanın en çetin oyunlarından olduğunu düşündüğü Walden: Bu oyun şiddet, savaş ya da rekabet gibi konuları değil Throeau’nun Massachusettes’teki inziva hayatını konu alıyor. Oyuncuların kazanmak için ok toplaması, göle ağ atması ya da günlüklerine notlar alması

gerekiyor. New York Times’ın haberine göre oyun tam anlamıyla sadelik içeriyor ama geliştirilmesi kolay olmamış, üzerinde on yıl çalışılmış. Oyunun tasarımcısı Tracy J. Fullerton, doğa ile aceleci kültürümüzü bir araya getirmek amacıyla bu oyunu geliştirmiş. Amaç rekabete girmek değil, yaşam ve iş dengesini sağlamak. Altı saatlik oyunun henüz dağıtımı başlamadı ama ücretinin yirmi dolar civarında olması bekleniyor.

II. PSİKANALİZ YAYINCILIĞI GÜNÜ Bilgi Üniversitesi, yayıncılık dünyasının önemli başlıklarından psikanaliz yayıncılığını konu alan "2. Psikanaliz Yayıncılığı Günü"ne ev sahipliği yapacak. Etkinlik 11 Mart Cumartesi günü BİLGİ santralistanbul Kampüsü'nde gerçekleştirilecek. Türkiye'nin bu alandaki yetkin kuruluşlarından İstanbul Psikanaliz Derneği ve Psike İstanbul'un destekleriyle düzenlenecek etkinlikte, Türkiye'de son yıllarda giderek önem kazanan psikanaliz yayıncılığının güncel meseleleri tartışılacak.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ON BEŞ TATİLDE ŞUBAT1 on beş tatilde şubat kar yağar buram buram sen şam tatlıda fıstık kaşlarında siyah akşam yıllarca şiirden yaban sana kalmışım deli dağ yolları sisli göz gözü görmez aşktan dudağın dudağımda gonca çarşı pazar salınan servi biz birbirimize sevdalı gözlerin gözlerin ne mavi gözlerin gözlerime mavi Rasim DEMİRTAŞ (14 Şubat 1962 - 13 Mart 2017) Şair, eğitimci. Murat Günışığı ve Salih Çınar Han adlarını da kullandı. Elmasbahçeler İlkokulu, Yıldırım Beyazıt Ortaokulu ve Bursa Ticaret Lisesi’nde okudu. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi ve aynı yıl edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk yaptı. Bursa Büyükşehir Belediyesi Türk Sanat Musikisi Bölümü ve Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu’nda da bir süre öğrenim gördü. İstanbul ve Bursa’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. “İnsan Saati” (Bursa), “Esin Sanat” (Ankara), “İkindi Yağmuru” (İstanbul) dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. Kimi şiirleri İngilizce, Arapça ve İspanyolcaya çevrildi. “Şiir kelamın en yoğun, en keskin halidir” diyen Demirtaş’ın “Hüzün Güzeli Hazan” başlıklı ilk şiiri 1995 yılında Öner (Bursa) dergisinde çıktı. Şiirleri, Afrodisyas Sanat, Akatalpa, Akpınar, Antalya Sanat, Aşkar, Aşkın (e) Hali, Ay Vakti, Aykırı Sanat, Berceste, Berfin Bahar, Bireylikler, Bizim Külliye, Bursa’da Yaşam, Bûtimar, Çağdaş Türk Dili, Çıtlık, Değirmen, Dergâh, Dil ve Edebiyat, Dörtkalem, Düşlem, Edebiyat Ortamı, Edebiyat Otağı, Erciyes, Esin Sanat, Fayrap, , Kuyu, Kuyudaki Koro, Kültür Çağlayanı, Lacivert, Mahalle Mektebi, Mavi Yeşil, Müsvedde, Nisyan, Ortanca, Dergisi, Otuzuncu Harf, Öküz, Öner Sanat, Papirüs, Patika, Sancı, Silgi, Sincan İstasyonu, Sükût, Şehir, Şehrengiz, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Uçarı, Üslûp, Yağmur, Yalnız Ardıç, Yedi İklim, Yeni Toprak, Yüce Devlet vb. gibi dergiler ile Çaçaron, Edebiyat Bahçesi, Edebiyat Defteri, Edebiyat Ufku, Kayıp Mürekkep, Kirpi, Süje, Şiir Feneri, Türk Edebiyatı, İncir Çekirdeği gibi internet dergilerinde yayımlandı. Şiir Kitapları: İnsan Saati (1996, Bursa), Duygu Sayacı (1999), Güneşli Gölge (2007)

1

Rasim DEMİRTAŞ Hoca’mızın dergimize yolladığı son şiiridir.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Busenur Aslan

MİTOLOJİ PUSULASI Şu Hakan’ın Suskunluğu Yolculuklar insanları yalnızlaştırabilir. Tabi bu, her yolculuk için geçerli değildir. Benim bahsettiğim yolculuklar, insanın ufkunu açan, damağında farklı tatlar bırakan, heyecanlı ve biraz da büyülü olanlar. Çünkü bu yolculuklar, bitmesini asla istemediğiniz ve aklınızın, daima o anda kalmasına neden olan yolcuklardır. Aylardır böyle yolculuklara çıkıyorum. İçinde çokça büyü ve gizem barındıran. Uzunca süreler yok oluyorum ortalıktan. Sanırım çevremdekiler, yalnızlığa gömüldüğümü sanıyorlar. Oysa bilmedikleri onca şey var ki… İnsanlar konuşurlar. Akıllarına gelen her şeyi cümlelerle savururlar. Onlar konuşa dursun ben de büyülü yolculuklarıma devam edeyim. Bana buğulu geçmişin penceresini açan pusulam ve kitabım… İşte yine buluştular kollarımda. Deli gibi döndü ibresi pusulamın ve açıldı altın varaklarla süslenmiş sayfalardan biri daha. Bugün ki yolculuğum Şu dönemineydi. Sakalar’ın büyük hükümdarı Şu’nun dönemine. Sevinçle dokundum altın varaklara ve kanatlandım atalar diyarına. Sırf gökyüzünde bu denli özgürce süzülmek için bile değerdi bu yolculuğa. Öyle doyurucu ki yaşadığım bu deneyim. Hem ruhum hem de beynim doyuyor yaşayıp gördüklerimden. İşte şimdi Balasagun semalarında süzülüyorum. Hava biraz karanlık. Aşağıyı gözlemlemeye çalışıyorum. Karşılaştığım manzara, uçsuz bucaksız otlaklardan ziyade kurulmuş bir şehir. Bir kalenin etrafına yayılmış çeşit çeşit otağlar. Kale, bu otağların arasında pek bir görkemli. Sanırım Sakalar’ın büyük hükümdarı Şu Hakan’ın sarayı burasıydı. Adeta bir ordu şehirdi burası. Göz alabildiğine asker doluydu her yer. Özellikle kalenin etrafını adeta ablukaya almışlardı. Görünmüyor olduğum için şükrettim. Bu kadar korumanın arasında saraya girmem mümkün olmazdı çünkü. Neyse ki görünmezdim ve havada süzülüyordum. Böylece bulduğum açık bir pencereden içeri girdim. Düşünceli şekilde etrafında dolaşan biri vardı. Yanındaki heybetli adama bir şeyler anlatıyor, bilgi alıyordu. Sanırım bir tehlike vardı. Bunun önceden haberini almak için bir plan kuruyorlardı. Etrafında dolaşan adam, seslendi heybetli adama;

-

Bize doğru büyük bir ilerleyiş içinde. Akıllı davranmak zorundayız. Sen, benim en güvendiğim adamlarımın başındasın. Sana tabi olan diğer çerileri de al ve Hucend Irmağı’nı çevresine konuşlanın. Zamanı geldiğinde en hızlı atlılarla bana haber gönderin. Bu bilgi sadece siz kırk çerim ve benim aramda kalacak. Yolunuz açık olsun! Emredin efendim.

dedi adam ve çekildi huzurdan. Bu konuşmadan anladım ki girdiğim oda Şu Hakan’ın odasıydı ve çok gizli bir konuşmaya şahitlik etmiştim. Bahsi geçen İskender de sanırım namı kıtaları aşmış Büyük İskender’di. Merakla bekliyordum. Ne olacak bu ilerleyişin sonu? Atalarım büyük insanlarmış. Gördükçe daha da çok inandım buna. Birkaç gün etrafında olaştım Şu Hakan’ın. Öyle sakin bir kişiydi ki onun sakinliğinden siz de etkileniyordunuz. Hayvanları da çok seviyordu. Bir gümüş havuzu vardı. İçinde kazları ve ördekleri yüzüyordu. Şu Hakan, onları izlemekten büyük zevk alıyordu. Yine böyle bir anda habercilerden biri geldi huzuruna. -

İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral, ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne gelen ülkeleri dize getirmiş, yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Savaşalım mı?

Hakan Şu, duyduğu bu söze hiç cevap vermedi. Oysa şaşırması lazımdı. Bir şeyler planlayıp karşı atağa geçmesi lazımdı. O, hiçbir tepki vermedi duyduklarına. Yaptığı tek şey yerinden kalkıp gümüş havuzunun başına gitmek oldu. Haberci ne yapmaları gerektiğini sordu bu kez Hakan Şu’ya. Ama bir cevap alamadı. Hakan’ın tek söylediği; -

Görüyor musunuz, Kazlarla ördekler suda nasıl güzel güzel yüzüyor; nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar?

oldu. Kimse Hakan’ın önceden hazırlamış olduğu plandan haberdar değildi. Bundan dolayı herkes Hakan’ın ne yapacağını bilmediğini sandılar. Ama her şeyin farkına varmalarına az kalmıştı. Bu sırada Hucend Irmağı’nın etrafında gizlice nöbet tutan kırk çeri, İskender’in


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

yaklaştığını görmüşler ve dörtnala Şu Kalesi’ne gelmişlerdi. Hakan’a İskender’in Balasagun’a yöneldiği haberini verdiler. Biraz önce sakince kazları ve ördekleri izleyen Şu Hakan gitmiş, yerine gözlerinde ateş yanan bir hakan gelmişti. Derhal göç davulunun çalınması emrini verdi. Sanırım gece yarısına geçmişti vakit. Halk bu saatte çalan göç davulu halkı korkuttu. Bütün gün hiçbir haber verilmemişti halka. Birden davulu duyunca ne kadar at, eşya ve değerli nesne varsa hepsini alıp göçe başladılar. Arkalarında tek bir binek hayvanı bile kalmamıştı. Hakan önde, halk ardında uzun bir yolculuk başlamıştı. Ben geride kalan şehri merak ettiğim için süzüldüm oraya doğru. Sonuçta her türlü onlara yetişirdim. Gördüm ki geride tam yirmi iki kişi kalmış. Ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Çünkü at da kalmamıştı onlara. Derken yanlarına bütün kabı kaçağını toplamış iki kişi geldi. Yirmi iki kişi onlara gitmemelerini, burada kalmalarını söyledi. Onlara göre İskender burada kalamazdı. Çünkü burası onların toprağıydı. Ama iki kişi yola koyuldu. Bu iki kişiye “Kalaç” dendi. Soyları bu isimle anılmaya devam etti. Bugün ki Halaçlar’ın buradan geldiği düşünülür. Onlar gidince İskender ordusuyla gelmeye başladı. Atları, tozu dumana katarak geliyordu. O ne heybetli bir adamdı. Bakışları adeta eritiyordu insanı. Durdu bu yirmi iki kişinin önünde ve “Türk mânend” dedi. Bu Türk’e benzer demektir. Rivayete göre Türkmen adı da buradan gelmektedir ve Şu’nun peşinden gitmeyenlere Türkmen denmiştir. İskender, onları görünce doğru yolda olduğuna inandı ve yoluna devam etti. Ben Hakan’ın yanına vardım. Çünkü ne yapacağını, nasıl bir yol izleyeceğini merak ediyordum. Acaba yenilecek mi İskender’e yoksa yenecek mi onu? Rüzgarı ardıma katarak yol aldım. Vardım Kurulu bir düzenin içine. Burası Çin sınırına yakın bir yerdi. Şu Han’ın isteği üzerine yerleşilmişti buraya. Diğer Türk boylarına da yakındı. Burası Uygu İliydi. Artık dostlarını arkalarına almışlardı. Bundan dolayı bir atak geliştirme zamanları gelmişti. Şu, emirler veriyordu erlerine ve subaşılarına. Askerini bölümlere ayırdı. İçlerinden en genç olanları İskender’in üzerine salmaya karar verdi.

Fakat vezirleri karşı çıktı. -

Yüce Hakanım, gidenler hep gençtir, deneyimsizdir. İskender’i küçümsemeyin. Erlerinizin yanına deneyimli birilerini de gönderin.

diye söze girdi vezirler. Hakan Şu, hak verdi vezirlerine ve en iyi subaşılarından birini onların başına verdi. Böylece yola çıktı yiğitler. Ben de bu eşsiz anı kaçırmak istemediğim için takıldım peşlerine. İlk olarak İskender’in öncü birlikleriyle karşılaştı askerler. Gece onların karargâhına baskın yaptılar. Çok kanlı bir baskındı bu. Öyle korkunçtu ki, Türk askerlerinden biri düşman askeri kılıcıyla ikiye ayırdı. O sırada düşman askerin belindeki altın kesesi parçalandı ve her yere saçıldı altınlar. Gözlerime inanamadım. Ayın ışığının vurmasıyla kan dolan yerler altın gibi parlamaya başladı. Askerler; -

Altın kan! Altın kan!

diye bağırmaya başladılar. Rivayet odur ki bu günden sonra buranın adı “Altun Han Dağı” olmuş. Sonuçta Türk birlikleri öncü birlikleri bozguna uğrattı. Sabah geldiğinde bu manzarayla karşılaşan İskender, Türkleri yenemeyeceğini anladı ve Şu Hakan’la bir anlaşma imzaladı. Her iki taraf da bu anlaşmadan karlı çıktı. Alelacele buraya kaçan halk, Balasagun’a geri döndü. Bilge Şu Hakan, kalesine geri döndü. Balasagun bundan sonra büyük bir ilim ve bilim merkezi oldu. Hakan, kalesini ve şehri sağlamlaştırdı. Kalesini tepesine çok gizli bir tılsım koydu. O günden sonra, leylekler bile şehre giremedi. Her yer bulanıklaştı ve birden yapay ışığın sararttığı kütüphanemde açtım gözlerimi. Kucağımda pusulam ve kitabım. Yine uzun süreler kaybolmuştum ortalıktan. Telefonumda bilmem kaç tane çağrı. Sanırım bu büyük deneyimlerden sonra “normal hayat” benim için anlamını yitirmişti. Bilseler… Ah bir bilseler… Belki birkaç saatimi bana bırakırlardı. Ama olsun. Siz biliyorsunuz ya o bana yeter.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Turuncu Masal

Hikaye

Hilal AKARSLAN Huzuru bu kadar çabuk bulabileceğini bilmiyordu. Bu soğuk kış gününde bir araba altında ya da kapı eşiğinde uyuyabilir, soğuktan patilerini karnının altında toplayabilirdi. Bu kadarını beklemiyordu. Asfaltın soğukluğunda tüylerini kabartmaya alışmışken sobanın sıcaklığıyla birlikte tüylerinin üzerinde bir anne patisi hissediyordu. Alışık değildi. Sobanın içinde tutuşan çıraların sesi kulağında kedi ninnisinin çınlamasına sebep oluyor, kulakları ufak bir klasik müzik konserine şahit oluyordu. Hiçbir zaman ağzı açık uyumamıştı, bir anneanne örtüsü üzerine hafif gövdesini serene kadar... Minik vücudu ciğerlerine soluduğu o sıcak havayı bırakmak istemese de bu döngüye uymak hoşuna gitmişti. Alışmaya çalışıyordu, alışıyordu. Tâ ki dükkânın kapısı açılıp içeriye giren rüzgâr uyanmasına sebep olana dek. Gövdesini kaldırmadan başını dikleyip kapıya doğru baktı. Tam tekrar başını aynı yere koyacaktı ki birden dört ayağının üzerine dikiliverdi. Kapıdan girenin kim olduğunu biliyordu. Yıllar önce kaybettiği süt kabını bulmuş kadar sevinse de bunu belli edemedi. Korkuyla sevinç arasında nasıl bir ince duygu varsa işte tam o duyguları yaşıyordu. Bir kedi olarak hangi

duyguyla hareket etmesi gerektiğini bilmiyordu. Yoksa bir insan olarak davranmalı gidip elini mi sıkmalıydı. Belki yanağından bir buse alabilirse kurbağa prens masalından o da başkahraman rolünü kapabilirdi. Rol kapacak kadar yakışıklı olduğunu bilse de henüz o cesareti gösteremedi. Gramofondan çalan ‘sevmekten kim usanır’ parçasıyla hayaller âleminde gidip geldiği patilerinin üzerinde sallanmasından belliydi. Bu şarkıyı o da çok severdi, mırıldansa anlar mıydı? Anlamazdı. Zaten Turuncu onu tanımıyordu. Sadece o tanıyordu. Annesi ona hamileyken bir gün aile dostlarının kızının kına gecesi vardı. Oraya gitmiş, geldiğinde ise elinde gazete kağıdına koyulmuş yeşil bir şey vardı. Onun ne olduğunu merak ettiğini gözlerinden anlayan evin hanımı elindekinin kına olduğunu söyledi. Zaten her defasında evde kendi kendine konuşmak yerine bir kediyle sohbet etmek ona daha akıllıca gelmişti. Onu kucağına alır; yaşadıklarını, yaşayacaklarını anlatır bu da dinlerdi. Gece yatmadan önce kına gecesinden aldığı yaş kınayı bir kaba koyup içerisine biraz daha bir şeyler ilave etti. Anlam veremediği Ceviz yaprağını da koymuştu içine. Aynanın karşısına geçip kabın içinden aldığı


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

kınayı iki yana ayırdığı saçlarının tepesine sürmeye başladı. Kumral saçları yeşile dönmüştü. Bir insanın neden saçını yeşile boyadığına anlam verememiş olsa da izlemeye devam etti. Şiş karnının üzerinde tuttuğu elleri de kınayla boyanmış, yıkamasına rağmen geçmemişti. Başına bir gazete kağıdı sarıp üzerine poşet geçirdi. Sonra bir de beyaz tülbentle sıkı sıkıya bağlayıp aynanın karşısından çekilip yatağına uzandı. O da yanına gidip ayakucuna kıvrıldı. Sabah olduğunda uçuşan beyaz tülün ardında onun yansımasını gördüğünde koşarak hanımın yanına gitti. Balkondaki kırmızı sandalyeye çıkıp hanıma baktı. Sabah güneşinin vurduğu saç dipleri turuncuya dönmüş, tamamen yeşillikten kurtulmuştu. Bu kınanın nasıl bir şey olduğunu anlamadı. İnsanlar ne tuhaf varlıklar diye düşündü. Beyaz teni ve yeşil gözlerine kınalı saçlarda eklenince onu tarlada serpilen başaklara benzetmişti. Hanımın çocuğu doğduğunda onunda saçının tepesinin kınalı olduğunu görünce oldukça şaşırmıştı. O küçük turuncu saçlı bebeğe Turuncu adını vermek en doğrusuydu ve o da öyle yapmıştı. Yıllar sonra kilometrelerce ötede bu dükkanda Turuncu’yu görmeyi aklından hiç geçirmemişti. Kulağında hâlâ fonda çalan şarkı, gözlerinde ise Turuncu vardı. Birden tüm dünyayı turuncuya boyamayı düşündü. Etrafına baktı belki bir boya kutusu ve fırça bulabilirdi ama bulamadı. Dünyanın rengi değiştirme hayalleri yerle yeksan olmuştu. Cesaretini toplayıp yanına gitmeyi

düşündü. Ufak bir mır sesi çıkarıp dikkat çekmeye çalışsa da Turuncu, yanındaki uzun boylu, dalyan gibi delikanlıyla oldukça hararetli bir sohbet içerisindeydi. Kafasını dükkanın camına çevirdi. İkisinin konuşmalarını cama vuran yansımalarından izlemeye devam etti. Bir süre geçtikten sonra boş boş oturmaya dayanamadı. Anneanne örtüsüne takılan tırnağını yavaşça çekip masadan yere atladı. Üstünde soğumuş iki çay olan masaya doğru ilerledi. Burnuna gelen kokuyu da tanıdığını fark etti. Artık onun Turuncu olduğundan bir kez daha emin oldu. Masaya gittiğinde önce başını Turuncu’nun bacaklarına sürttü. Şu dalyan gibi delikanlı eğilip masanın altına baktığında orda bir kedi olduğunu söyledi. Turuncu henüz cümlesini tamamlamadığı için masanın altına bakmadı. Bu sefer patisiyle merhaba demeye çalıştı. Masanın üzerindeki pembe örtüyü çekiştirmesiyle Turuncu’nun yanındaki çirkin herifi öpmesi aynı saniyelere tekabül ediyordu. Artık bu duruma son vermesi gerekiyordu. Masanın üzerine atladı ve soğumuş çayın yanında duran kurbağayı görünce donup kaldı. Turuncuya baktı, bakmasıyla birlikte bir öpücükte bizim kedinin burnunun üzerine kondu. Büyük bir sallantı meydana geldi ve dükkanı bir toz dumanı kapladı. Kapının yanında duran müşterilerden birisi dükkanın kapısını açınca tozlar dağıldı. Dağıldı dağılmasına ama bizim kedinin oturduğu masada onun yerine turuncu saçlı bir delikanlı vardı. Sanırım bizim kedi Kurbağa Prens masalından başrolü kapmıştı.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ZEYTİN HANIM Zeytin Hanım, ovaları nazlı gezer On beldelik gömlek diker Bal böceği gibi ninni düzer Kimse bilmez, kederlidir Zeytin Hanım

Zeytin Hanım, peçesini takar Gökyüzüne selam çakar Sabah akşam odun kırar Kimse görmez, nasırlıdır Zeytin Hanım

Zeytin Hanım, arpa, çavdar eker Yemenisini takıp bostan biçer Gözleriyle sekiz bebe besler Kimse demez, halin nasıl Zeytin Hanım

Zeytin Hanım, kırk köyün derdini taşır Üstüne hasırla yorgan dokur Eşe dosta Yasin'le Fatiha okur Kimse anlamaz, yaşlanmıştır Zeytin Hanım

Zeytin Hanım, şafağı misafir eder Buğdayı suya katıp ekmek eyler Karlı suda çamaşır döver Kimse sormaz, yoruldun mu Zeytin Hanım

Zeytin Hanım, yoksullukla savaşır Kalbine dünyaları sığdırır Ah etmeden doksan yıl çalışır Herkes bilir, isyan etmez Zeytin Hanım

Sema KESER


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KÖPRÜDEKİ ÇIPLAK AYAKLAR / HİKAYE Öfkeliydim. Herkese, her şeye karşı. Bıkmıştım hayatımdan. Neye elimi atsam kuruyordu sanki. Çekip gitmek istiyordum buralardan. İnsanlıktan uzaklaşmak… Belki bir yerlerde beni düşünen birileri varsa, arkamdan ağlarlarsa sevinecektim. ‘‘Oh bee diyecektim seviliyormuşum.’’ Çok dertliydim, çok. Ta ki ‘‘onu’’ görene kadar ! Köprünün merdivenine oturmuş titriyordu. Herkes yanından geçip gidiyor, onu görmüyorlardı. O da inadına titriyordu. İnadına, inadına titriyordu ! Soğuktan kaskatı olmuş vücudu, elleri, hep önünde duran başı, büzüşen vücudu ve işte o ayaklar... Her şeyi yerle bir eden ayaklar… Çıplak ayaklar ! Ben montun içinde bile üşürken o oracıkta çıplak ayaklarıyla oturuyordu. Minicik elini açmış dileniyordu. Yaptığı işten mi utanıyordu yoksa soğuktan mı büzülmüştü bilmiyorum ama öyle bir hâli vardı ki insan ‘‘insan olmak’’tan utanıyordu. İnsanlığının hiçbir işe yaramadığını görünce ‘’Niye yaşıyorum ?’’ diye sorgulamanın bir anlamı oluyordu. İşte asıl o zaman ölmeliydi insan. Her şeyi bırakıp gitmeliydi. Yok olmalıydı. Evinde sıcak çayını içenlerin bu çocuktan ne farkı vardı ? Neden onlar şanslıydı da bu çocuk değildi ? Neden biz her şeyden şikayet ederken onun böyle bir lüksü yoktu ? Şikayet etmek şöyle dursun şükredecek iki lirası bile yoktu ! Bazı duyguları anlatmanın mümkünatı yoktur ya hani işte öyle bir andı. İçimde bir şeyler kopmuştu, parçalanmıştı sanki. Nefessiz kalmıştım. O ayaklar ! Allah’ım o ayaklar neden çıplaktı ? O minik bedenin neden montu yoktu ? Neden ? Neyin günahını çekiyordu o beden ? Biz tüm insanların günahı o çocuğa mı ödetiliyordu ? Dünyada olan tüm olumsuzlukların, kötülüklerin cezasını çocukların çektiği bir dünyaydı burası ! Lanet bir yerdi ! Hâlâ titriyordu ve hâlâ başı önündeydi. Aşmalıydık bunu. Titreyen beden… Yok etmeliydik tüm olumsuzlukları. Çıplak ayaklar… Kahrolmalıydı bu düzen. O minik el.. Mücadele etmeliydik sonuna kadar. Diğer eliyle karnını sarmış… Onun da hakkıydı mont giyebilmek. Üşüyen beden… O da şapka takmalıydı. Atkısı olmalıydı. Ama her şeyden önce ayakları çıplak kalmamalıydı. O ayaklar, kararmış ayaklar… Kirden rengi dönmüş ayaklar. Ve yanından geçip giden bizler… Umursamayan, görmeyen insanlar… Ben ne mi yaptım ? O lanet olası insanlar ne yaptıysa onu. Çünkü ben de onlar gibi bir insanım. Kötülük insanlığı esir almış. Biz artık iyileşemeyiz. Bir çocuğu bile giydiremiyorsak biz zaten iyileşmemeliyiz ! Kötü insanlar ve masum çocuklar… Masum ve yalın ayak çocuklar… Çocuklar… Masumlar… Ayakkabısız… Üşüyen… Mutsuz… Ahhhhh !

Yasemin KAPTAN Misafir Yazar


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Âlimin Ölümü, Âlemin Ölümü:

Prof. Dr. HASAN EREN A. Bengisu AKDAĞ Son birkaç sayıdır dergimizin dosya konularında sizlerden de gelen talepler doğrultusunda daha tematik konulara yer vermeye çalışıyoruz. Geçtiğimiz sayıdaki “Orta Çağ” dosya konusundan sonra bu ay da farklı bir tema etrafında yazılar kaleme almaya çalıştık. Bu ayki konumuzu “Sözlük kültürümüz ve sözlükçülük” olarak belirlerken Prof. Dr. Hasan EREN’in vefatının yıl dönümü olduğundan haberimiz yoktu esasında. Dosyamız için çalışmalar yaparken hatta bu çalışmaların sonuna gelmişken rahmetli hocamızın vefat tarihine denk geldim, ve dergimizin bu ay onun hatırasına çıkmasına karar verdik. Kaşgarlı Mahmud etrafında bir dosya planlarken Kaşgarlı Mahmud’u bu dosyaya sığdıramayınca onu daha sonraki bir sayımızda kapak yapmaya karar verdik ve bu dosyada genel olaral sözlük kültürümüz ve sözlüklerimiz üzerinden gittik. “Önce söz vardı” demişiz sözün ebedîliğini idrak ederek. Hasan Eren Hoca, Kaşgarlı Mahmud’un, Şemsettin Sami’nin gittiği yolda yürüyen 20. Yüzyılda yaşayan bir kültür neferiydi. Onun adı adeta “etimolojik sözlük” ile özdeşleşmişti. “Etimolojik sözlük denince aklıma Hasan Eren adı geliyor, Hasan Eren adı anılınca da hazırlamakta olduğu etimolojik sözlük gözlerimin önünde canlanıyordu.” diye belirtir Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın1 da. O, hayatı boyunca yalnızca Türklük Bilgisi (Türkoloji) çalışmalarıyla meşgul olmuş ve kendini bu işe vermiş, dünyasını Türk dilinin tarihiyle, köken bilgisiyle özdeş kılmış bir bilim adamıydı. Hasan Eren, İlk ve rüştiye öğrenimini Vidin’de tamamlamıştır. Bulgar lisesinden 1937 mezun olduktan sonra hayatını Macaristan’da sürdürür. 1

Şükrü Haluk Akalın, “Hasan Eren'in Ardından: "Bir Alimin Ölümü…”, Türk Dili, http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/sukru_haluk_ak alin_hasan_eren_anisina.pdf

Macar Türkoloğu Gyula Nemeth, Vidin’de halk ağzından malzeme derlemek üzere geldiğinde H. Eren dikkatini çeker ve H. Eren’e öğrenimine Macaristan’da devam etmesini teklif eder. Böylece o Türkoloji alanına ilk adımını atmış olur. Öğrenim basamaklarında Rusça, Fransızca ve Macarca öğrenmiştir. Ankara’da doçentliğinin denkliği 1948 yılında kabul edildikten sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğretim üyesi olarak göreve başlar. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Türk Dili Tarihi derslerini okutur. Bu arada Türk Dil Kurumu'nda da çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Hasan Eren, sözlük çalışmalarına çok değerli katkılarda bulunur. Prof. Dr. Hasan Eren, 17 Ekim 1983'te Türk Dil Kurumu başkanlığına getirilir. Bu görevi 20 Eylül 1993 tarihine kadar sürdürür. 1984'te TRT Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu üyeliğine atanır ve altı yıl boyunca


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

burada görev yapar. Mayıs 2007’de etimoloji üzerine çalışmalarına hız kesmeden devam ederken hayata gözlerini yumar.

“Her sözünde bilgi, düşündürücü bir sonuç vardı. Kırk yıl boyunca onun bu özelliklerinden ayrılmadığını, ölüm döşeğinde bile Türk dilini, köken bilgisi sözlüğünü dilinden düşürmediğini gördüğüm için onun “başbilgin” unvanıyla anılmasını istedim.”2 Prof. Dr. Hamza Zülfikar Hasan Eren 2007’nin mayısında vefat ettiğinde ben henüz lise giriş sınavlarına hazırlanan bir orta son sınıf öğrencisiydim. Türkolojinin “t”sinden bîhaberdim. Hasan Eren Hocanın kütüphanemdeki ilk kitabı Türklük Bilimi dersimiz için fuardan TDK’nin standından “3 lira”ya aldığım “Türklük Bilimi Sözlüğü” olmuştu. Hasan Eren son yıllarını Türk dilinin çeşitli konularını işleyen yabancı Türkologların çalışmalarına ayırır Yabancı Türkologların hayatlarını konu alan bir kitap altında toplamaya çalışır. Türk Dil Kurumu yayınları içinde çıkan Türklük Bilimi Sözlüğü’ne bu yazarların fotoğraflarını da koyar. Bilginlerin hemen hemen tamamını birer ansiklopedi maddesi olarak kendisi yazar. Buldukça bir tarafa ayırdığı bilgileri, fotoğrafları bu kitapta kullandığını belirtir. Bu şahsiyetlerin her biri Türklük biliminde, Türk dili çalışmalarında ün yapmış çeşitli uluslardan olan bilginlerdir. Armin Vambery, Edvard Tryjarski, Adreas Tietze, Wilhelm Thomsen, Ettore Rossi, Martti Resenen, G. John Ramstedt, Wilhelm Radloff, Ödön Schütz, Aleksandr N. Samoyloviç, Nikoloy Poppe, Evgeniy D. Polivanov, Omeljan Pritsak, Annemarie von Gabain, Lajos Fekete, Alessio Bombaci, Aleksandr K. Borovkov … gibi alimlerle ilgili bilgiler ve onların bilimsel çalışmaları bu sözlükte yer alır. 2

Hamza Zülfikar, “Hasan Eren’in Ardından”, Dil Araştırmaları Dergisi Sayı: 2 Bahar 2008, 162-166 ss.

Hasan Eren, bir yandan sözlük yazarı, öte yandan Türk dil tarihi uzmanı idi. Ömrünün büyük bölümünü başta üniversite olmak üzere devletin çeşitli kurumlarında hizmet vererek geçirdi. Bugün Türk sözlükçülüğünün, Türk ansiklopediciliğinin, Türklük bilgisinin büyük ismi Prof. Dr. Hasan Eren’in seksen sekiz yaşında aramızdan ayrılışının üzerinden on yıl geçti. Hasan Eren’in hayatı planladığı gibi yürümedi. Yazacağı makaleleri, bitireceği etimoloji sözlüğü vardı. Bildiği lisanlarla, edindiği zengin Türklük bilgileriyle her fani gibi o da bu dünyayı terk edip ebediyete gitti. Bir âlimin ölümü, âlemin ölümü… Hocamıza bir kez daha Allah’tan rahmet dilerken, satırlarımı Prof.Dr. Şükrü Haluk Akalın Hoca’nın, onunla ilgili aktardığı bir anısı ile sona erdirmek istiyorum: “Prof. Dr. Hasan Eren'in nüktelerinden birine yer vermek istiyorum. 25 Mayıs 2001 günü Bilim Kurulu toplantısındaydık. Prof. Dr. Hasan Eren sol tarafımda en başta oturuyordu. Bilim Kurulu üyeleri görüşülmekte olan bir konuyla ilgili olarak söz alıyorlardı. Söz alırken de ellerini kaldırıp soyadlarını söylüyorlardı: Anbarcıoğlu ... Kocaoğlu ... Mazıoğlu ... Oflazoğlu ... Sakaoğlu ... Prof. Dr. Hasan Eren hoca da elini kaldırdı "Hasan" dedi, durakladı, sağına soluna bakındıktan sonra muzip bir gülümsemeyle "Hasan Erenoğlu" dedi ... Bütün üyeleri güldürmüştü ...”


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Sözcüklerin Arkeolojisine Giriş: Etimoloji Sözlükleri Mehmet ALTINOVA İnsanlık, eski çağlardan günümüze kadar varlığının sebebini, evrenin nasıl oluştuğunu, doğada kendi türünden başka hangi türlerin olduğunu sorgulamış ve bu duruma cevap aramıştır. Bu soruların bir kısmına o anlık kendini tatmin edici cevaplar bulmuş ve hayatına devam etmiştir. Bilimin ve tekniğin ilerlemesinden sonra verilen cevapların yetersiz kalması sonucunda insanlar, müthiş bir iştahla araştırmaya koyulmuş ve sorulara tekrar cevap aramaya girişmişlerdir. Özellikle mikroskopla varlığının önemini kavrayan insanoğlu, teleskopla birlikte evrende tek olamayacağı sonucunu elde etmişlerdir. Elbette ki bu tecessüs daha sonraki dönemlerde dile de yansımıştır. İnsanlar, dilin nasıl oluştuğu hakkında birtakım görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu konuya genel bir kapsamdan bakacak olursak iki teori olduğunu söylemek mümkündür: Monogeistler ve poligeistler. Monogeist, evvela tek bir dil olduğu ve bütün dillerin bu dilden çıktığını savunurken; poligeistler ise birden fazla dil olduğu ve bunların kendi içerisinde gruplara ayrıldığı görüşünü savunur.

geometrisel yapısını2 çözümleyerek kelimenin üreme yollarını3 tespit edip etimolojik tahliller yapmaya başladılar. Türkçenin etimolojik bilgisi, gerek yerli gerekse yabancı Türkologların ilgi odağında olmuştur. Bugüne kadar Türkçenin etimolojik sözlüğü tam anlamıyla yazılamamıştır.4 Türklerin geniş bir coğrafyaya yayılması, birden çok dine mensup olmaları, çok eski dillerden birine sahip olması, farklı dillerle girdiği etkileşimler, dilin doğal serüveninde kaynaklı birtakım zorlukların yanında özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Rusların 2

Daha küçük bir yapı olan kelimeler üzerinden devam etmemiz gerekirse insanlar, bir veya birden fazla sesten oluşan sözcüklerin kökenlerini merak etmişlerdir. Bir sözcüğün arkeolojisini, ilk hâlini, gelişimini, geçirdiği değişimleri merak eden insanlar, bunları da inceleme konusu yapmıştır. Etimoloji bilimi olarak da bilinen bu dalın görevi bu konuyu araştırmaktır. İnsanlar, dilin gerek cebirsel1 gerekse

1

Dilin cebirsel yapısının çözümlenmesi önemli bir hadisedir. Kelimelerin türetme ekleriyle ne kadar kelime türetilebileceği, yeni kavramlara nasıl kelime türetilebileceğinin hesaplanmasıdır. Türkçe bilindiği üzere matematiksel bir dildir. Türkçe’nin cebirsel sonucunu Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ortaya çıkarmıştır.

Dilin geometrisel yapısı, seslerin nasıl yanyana geldiğini geometrik bir çizelgeyle ortaya koymaktır. Bu durum gerek Türk araştırmacılar gerekse yabancı araştırmacılar için önem arz eder. Örneğin ünlü Türkolog John Deny, Türkçe’nin kalınlık, incelik; düzlük, yuvarlaklığı hakkında küp modeli hazırlamıştır. Küp modeli için bkz. Tahsin Banguoğlu, Türkçe’nin Grameri, T.D.K. yayınları. 3 Hikmet Kıvılcımlı’nın türetme ekleri için kullandığı tâbirdir. Dilbilimsel olarak günümüzde pek geçerli olmayan kitap olmasına rağmen Türkçe’nin kelime türetme konusunda hazırlanan ilk kitaplardan olması dolayısıyla öneme sahiptir. Bkz. Hikmet Kıvılcımlı, Türkçenin Üreme Yolları, Derleniş yay. 4 Türkçenin etimolojik sözlüğünün niçin yazılamadığı akademi camiasında önemli bir tartışma konusudur. Bunun üzerine pekçok konferanslar yapılmış ve tebliğler/ makaleler sunulmuş ve yayımlanmıştır. Kimi dil bilimciler, yazıda da ifade edildiği gibi Türk dilinin geçirdiği süreçleri öne sürerken kimi dil bilimciler ise Türkçenin söz varlığının yeterince tespit edilemediğinin üzerinde durmuşlardır.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ Sir Gerard Clauson

Türkler üzerindeki baskıları ve kültürsüzleştirme politikaları Türkçenin köken bilgisi sözlüğünün hazırlanmasını zorlaştırmıştır. Bu sebepler uzun zamandan beri Türk dilinin söz varlığının ortaya çıkmasını engellemiştir. Türklerin söz varlığı geniştir ve bu genişlik şüphesiz tam anlamıyla sözcüklerin etimolojisinin de ortaya çıkmasını kötü yönde etkilemiştir.5 Türkçenin köken bilgisi sözlüğünün yapılabilmesi için araştırmacının öncelikle Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, Moğolca, Çince, Fransızca gibi Türk dilinin tarih boyunca etkileşimde olduğu dilleri bilmesinin yanında Türkçenin lehçelerini, şivelerini ve ağızlarını da bilmesi zorunludur. Bu unsurları bilmeyen araştırmacının/ heyetin Türk dilinin köken bilgisi sözlüğünü yazması muhaldir. Dilin yanında toplumun kültürünü, dinlerini ve ritüellerini de bilmesi sözlüğü hazırlarken araştırmacıya büyük bir avantaj sağlayacaktır. Daha önce de bahsedildiği üzere gerek yerli gerekse yabancı Türkologlar bu konuyu önemsemişlerdir. Vambery’nin ifadesiyle Adriyetik’ten Çin seddine kadar başka bir dile ihtiyaç olmadan etkileşim kurulabilecek olan bu dilin geniş coğrafyalarda yayılmış olması araştırmacıların bu dile olan ilgisini arttırmıştır. Ayrıca yıllarca Batılı kabileleri Batıya tıkmış olan Türklerin dili hep merak konusu olmuştur. Bunun yanında Türklerin hem Doğu hem de Batının geçiş güzergahında olması, her iki medeniyetle ticaret yaparak etkileşimde bulunulması Türkçenin önemini arttırmıştır. Türkiye’de ilk etimolojik sözlük çalışmaları Hasan Eren tarafından yapılmıştır. Hasan Eren, Türk dilinin etimolojik sözlüğü için pek çok yazı kaleme almıştır.6 Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü olarak yayımlanan bir yapıtta yazar, bunu bir etimoloji

5

Türk Dilinin en kapsamlı sözlüğü yakın zamanda yayımlanmıştır. Yaşar Çağbayır’ın uzun emekler sonucunda basılan bu eserin ilk baskısı TİKA tarafından yayımlanmıştır. Eser daha sonra Ötüken yayınlarında da çıkmıştır. 6 Ayrıntılı bilgi için bkz. Eren, Hasan, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü –Örnekler-, http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/6.php E.T. 07.03.2017

denemesi olarak kaleme almıştır.7 Prof. Dr. Hasan Eren, bu çalışmayı yayımladığında daha sonra yayımlanacak/ hazırlanacak olan etimoloji sözlükleri için mihenk taşı oluşturmuştur. Her ne kadar uzun yıllar önce yapılsa da bu çalışma hâlihazırda araştırmacıların başvuru kaynakları arasında olmuştur. Daha sonraki zamanlarda Sir Gerard Clousen’in bu konudaki eseri 1972 yılında “An Etymological Dictionary of pre-thirteenth-century Turkish”8 adıyla yayımlanmıştır. Daha sonra Avusturyalı bir başka Doğu bilimci ve Türkolog Andreas Tietze, “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lûgati” adlı sözlüğü de önemli bir etimoloji sözlüğüdür. Maalesef yazar, tamamlayamadan hayatını kaybetmiştir. Bugün yalnızca bir cildi tamamlanıp yayımlanmıştır.

7

Sözlük için bkz. Eren, Hasan, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Kişisel yayınlar. 8 XIII. Yüzyıl Öncesi Türkçenin Etimololojik Sözlüğü olarak tercüme edebileceğimiz bu eserde sözcük sıralaması farklıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Agop Dilaçar, Yeni Yayınlar, s.s. 275-281, T.D.K Belleten., 1972; Makaleye erişim için bkz. http://www.tdk.gov.tr/images/css/TDA/1972/1972_13_Di lacar.pdf E.T. 07.03.2017


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yakın zamanlarda monogeist görüşü savunan Türkologlardan Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un Türkiye Türkçesindeki Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü adlı iki ciltlik çalışması yayımlanmıştır.9 Alandaki büyük eksikliği dolduran bu çalışma maalesef Türk dilinin tamamının etimolojik sözlüğü değildir. İlk cildi A-N seslerine kadar olan sözcüklerin köken bilgisini açıklayan sözlüğün ikinci cildinde ise O-Z seslerinin köken bilgisini incelemiştir. Eserin önemli olan yönü kullanımının kolay olmasının yanı sıra diğer etimoloji sözlüklerde yapılan birtakım hatalara işaret etmesidir.10 Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi olan ve ülkemizde daha çok sözlükçülük ve çevirmenliği ile ön planda olan Prof. Dr. Mehmet Kanar’ın “Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü”11 adlı çalışması da etimoloji sözlükleri açısından önemli bir yere sahiptir. Kanar, çalışmasında sözcüklerin menşeini ve anlamlarını vermek dışında köken bilgisine de yer vererek diğer Osmanlı Türkçesi sözlüklerinden farkını ortaya koyar. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte internet sözcülükçülüğü de hızla gelişmiştir. Sevan Nişanyan’ın Etimolojik sözlüğü de bunlardan biridir.12 Sözlük erişeme ücretsiz olarak açıktır. Türkçedeki söz varlığını arama motorundan taratarak kökeni öğrenilebilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi sözlüğün eleştirilecek yanı Nişanyan’ın temelsiz olarak bazı sözcükleri Yunanca, Ermenice ve Latinceye dayandırmasıdır. Bu nedenle sözlüğün tam olarak objektif olduğu söylenemez. Her ne kadar objektif olmasa da bugün bilimsel amaçla bu sözlük sıklıkla kullanılır. Elbette ki etimoloji sözlükleri hakkında yapılan çalışmalar bunlar değildir. Münferit olarak

9

Bkz. Gülensoy, Tuncer, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, C. I-II, T.D.K., 2011. 10 Kaldırım maddesinde bunun örneğini görebiliriz. Tuncer Gülensoy, sözü edilen çalışmasında Sevan Nişanyan’nın kaldırım sözcüğünün Yunanca kaldıramostan geldiğini ifade etmesini ağır bir dille eleştirmiştir. Bu konuya daha sonra değinilecektir. 11 Sözlük için bkz. Mehmet Kanar, Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Derin yay., 2003. 12 Sözlüğe erişim için bkz. http://www.nisanyansozluk.com/ E.T. 07.03.2017.

kelimelerin etimolojileri üzerine makaleler, tebliğler de yazılmakta ve yayımlanmaktadır. Sonuç olarak insan, varlığını, evreni ve dilini eski çağlardan günümüze kadar merak etmiştir. Bu sebeple müthiş bir tecessüsle bu merakını gidermeye çalışmış ve kelimelerin kökenlerine doğru inmiştir. Türkçenin birtakım yaşadığı doğal ve doğal olmayan gelişmelerden dolayı etimolojik sözlüğü yapılamamıştır. Konuyla ilgili olarak gerek yerli gerekse yabancı araştırmacılar çalışmalar yapmış ve yayımlamıştır. Umarım teknolojinin gelişmesiyle birlikte Türkçenin etimolojik sözlüğü tam olarak yayımlanır. Elbette ki burada en büyük görev Türk dilinin Kurumuna düşüyor...


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Sütlüce Sözlüğü” Dergimizin yazarlarından Işık Selin Orhuntaş’ın babası Ayhan Orhuntaş, Kırklareli/Lüleburgaz’a bağlı Sütlüce köylerinin ağız derlemesini yapan bir gönüllü. Duyduklarını, hafızasında kalanları yazıya geçirmesi sonucuadeta bir köy ağzı sözlükçesi meydana getirmiş. Bu derlemesi için de şunları dile getirmiş: “Başka bir dil gibi konuşurduk Türkçeyi. Okulda öğretmen İstanbul ağzı için uyarır biz de uyardık ; ama sokakta kimse İstanbul ağzını kullanmaz üstelik kullananla ‘’ hanım olmuş’’ diye dalga geçerdik. Zamanla unutuldu işte, o kaba saba konuşmayı öyle özlüyorum ki… Hatırlamak için buraya not düşüyorum.” İşte o derlemeden birkaç güzel kelime: 

 

    

     

 

Ağnamak: bir tarafa yamulmak,duvar ağnar,genellikle iyi yüklenmemiş arabalar ağnar. Biraz sonra yıkılabilir. Daraşmalık: hem dar,hem kalabalık,hem kargaşa üçü bir yerde olur. Haplama: aşağılama sözcüğü,öküz,sığır gibi. Hareketleri incelikten yoksun kaba insanlar için kullanılır. Şavık:ışık,şavk Mukallit, mukallet:şakacı Piilemek: gözüne kestirmek Yalaz:alev Yaynıktırmak: hayvanı alıştığı bir yerden vazgeçirmek.Genellikle tavuklar yumurtlamaya alıştıkları yerden yaynıktırılır. Ayadın gündüz: gece dolunay ışığı Yalın Çuvaç : Çok sıcak gün, güneşin tepede en yakıcı olduğu vakit Fita : hindi Çepiş: saçı taranmamış kız çocuğu, dişi keçi Gidişmek: kaşınmak Gama:balta ile ağaç yararken açılan yarığın geniş tutulabilmesi için yarığın arasına sokulan ağaç parça Ara Gaması: eğer iki kardeşin arasında epeyce bir yaş farkı varsa, büyük olanın ismi aragamasıdır. Çünkü büyüyene kadar anne ile babanın arasına yatmış ve kardeş olmasını engellemiştir.:)) Gamata: küfür, Gamatlamak: küfür etmek,kalaylamak

    

     

 

Gamamak: kapının kapanması durumundan hariç, kapının iyice kapanması durumudur. Günlük kullanımda karşılığı yoktur. Olsa olsa ‘’kapıyı iyice kapatmak” diye açıklanabilir. Kapıyı kapatırsın, kapalı görünmesine rağmen dokununca açılacak gibidir. Çünkü kapının kapanmasını sağlayan dil yerine oturmamıştır. Biraz daha itirirsen dil yerine oturu yani gamanır. Goga:burundaki hap malzemesi Devekel: salak Dayacan: merdiven Basamak:merdiven Patrik: koltuk değneği ayrıca alt ucunda basmak için çıkıntıları bulunan iki sopa üzerine tırmanarak yürümeye çalıştığımız ve kendi yarttığımız oyuncak. ( gördüm akrobatlar kullanıyor ) Çifteli: kötü huylu çocuk Çımkışmak: oynaşmak Arış: inek yada öküz arabasının boyundurukla araba arasındaki uzun ağaç. Gıdi:keçi yavrusu Alfat: yabani armut (ahlat) Yaz helvasi: orak biçerken babamın tarlaya gelişini beklerdik o helva için, getirirdi Haykırıyın dükkandan alırdı fıstıklı cevizli Abidik gubidik:tutarı olmayan boş işler Mum sıçmak: çok korkmak


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Edebî Eserler İçin Sözlükler Tuğçe ERKOL

Dergimizin bu ayki sayısı üzerine düşünürken aklımdan birçok şey geçti ve içlerinden en güzelinin ve aslında en özel olacak olanının bu olduğuna karar verdim. Üstelik dosya konusu kesinleştiği andan itibaren ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Derken bir makaleyle karşılaştım. Dursun Ali Tökel Hoca tarafından yazılmış, divan şiiri için bir sözlük hazırlamanın ne denli gerekli bir şey olduğunu anlatan bir makale. Bu sayı için beni aydınlatan şey de bu makale oldu. Edebiyat, insanlık var olduğundan beri hayatına devam eden bir sanat dalı çünkü insanlar sürekli olara bir şeyleri anlatmak ihtiyacı hissederler. En basitinden arkadaşlarımızla bir araya gelip kahvemizi yudumlarken bir an bile susmadan bir şeyleri anlatırız. Yazarlar ve şairlerse kendi hayal dünyalarını kalemleri aracılığıyla eserlerine yansıtırlar. Sanat yapmak ya da sanatlı söylemek dediğimiz şey yüzünden her zaman bir kelimeyi aynı anlamında kullanmıyoruz. Sözlükler de işte bu noktada hayatımıza giriyorlar. En basitinden örnek verecek olursak yar dediğimiz şey bizim sevdiğimiz insandır ama yeri gelir o yar bir uçurum olur. Yazar ya da şairin ustalığı da zaten burada karşımıza çıkar. Eğer yar kelimesini okuduğumuz zaman anladığımız şey sevgiliyse tamam, uçurumsa da tamam. Ama ya ikisini birden karşılıyorsa kelimenin anlamı? Ya da bu iki anlamdan tamamen uzak başka bir anlamı varsa? Bu da pek tabii mümkündür. Çünkü dilin geçirdiği dönemsel farklılıklar, her yörenin kendine ait bir ağzının olması bir kelimeye başka anlamlar yükleyebilir. Hatta bazen yazarın yaptığı yazma hataları bile kelimelere farklı anlamlar yükleyebilir. Doğan Hızlan’ın anlatmaya çalıştıklarıma tercüman olduğu harika bir cümlesi vardır:

“Bazı yazarların anlaşılması, tadına varılması için bir yardımcı kitaba ya da sözlüğe ihtiyaç vardır.” Yukarıda anlatmak istediğim şeyi şimdi edebi eserler için hazırlanmış sözlüklere örnekler vererek anlatmaya çalışacağım. 

Shakespeare Sözlükleri

Eserleri yazıldığı günden beri büyük bir tartışmadır Shakespeare’in. Oyunlarındaki ustalığının yanı sıra yaşayıp yaşamadığı, gerçekten kim olduğu gibi sorular her zaman edebiyat camiasının en merak ettiği cevaplardan olmuş olsa da kesin sonuca kimse varamamış, her çevre kendince bir cevap bulmuştur.

16. yüzyılda yaşayan Shakespeare, Elizabeth dönemi İngilteresinde eser vermiştir. Shakespeare’nin o dönemde kullandığı dil ile bugün İngiltere’de kullanılan dil arasında doğal olarak dağlar kadar fark vardır. Çünkü dil, canlı bir varlıktır. Değişir ve ilerler. Bu değişiklik de gerek dilin yapısında gerek kullanılan kelimelerde görülebilir. Shakespeare günümüzde hala daha en çok okunan ve araştırılan bir yazar olarak dünya üzerinde


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

kendisiyle ilgili birçok sözlük yazılmasına sebebiyet vermiştir. Elizabeth Dönemi ve Shakespeare Sözlüğü, Shakespeare Sözlüğü, Shakespeare Tiyatrosu Sözlüğü bunlar arasındadır. 

Ulysses Sözlüğü

Tüm zamanların en çok tartışılan kitaplarından biri olan James Joyce’nin ulu sesi Ulysses’in anlaşılmamasının en büyük sebebi dönemin teknolojiden yoksunluğu nedeniyle yazarların eserlerini elle ya da daktiloyla yazması ki Joyce el yazısını tercih ediyordu ve de Joyce’nin gözlerinden 25 defa operasyon geçirmesiydi. Yazar 16 Haziran gününü anlattığı başyapıtına öyle çok bilmeceler, bulmacalar, kelime oyunları saklamıştı ki aslında neredeyse anlaşılmamak için yazılmış bir eser gibiydi. Hatta bazı söylentilere göre de son nefesini verirken Joyce’nin son sözleri şu olmuştur: “Kimse mi anlamadı?” Nevzat Erkmen, Ulysses’i Türkçeye kazandıran, o muhteşem insan hayatının bir yarısını eseri çevirmek için harcadıktan sonra diğer yarısını da eser hakkında bir sözlük hazırlamaya ayırdı. Böylece Joyce’nin hem gözlerindeki problemden kaynaklı yaptığı hatalara hem de eserinin arasına gizlediği bulmaca ve bilmecelere birer cevap ya da cevaba yakın düşünceler olmuş olması sağlandı. 

Yaşar Kemal Sözlüğü

Geçtiğimiz ay ölümünün 2. yılını dolduran Yaşar Kemal bütün eserlerinde kendisini, kendi insanını ve kendi coğrafyasını anlattı. Bunu yaparak da Homerosoğlu olarak anılmaya, bir destan anlatıcısı olarak anılmaya hak kazandı. Çünkü Yaşar Kemal, baştan ayağa halktı, halkına ait olan her şeydi. Kendi insanına ve coğrafyasına bu kadar düşkün olan bir insan doğal olarak kendi halkına ait birçok sözcüğü de eserinde kullanacaktır ki Yaşar Kemal’in bir eseri yoktur içinde Çukurova yöresinin bir

kelimesi geçmeyen. Yörenin ağız özelliklerini bilmeyen insanlar da Yaşar Kemal’i anlamakta doğal olarak güçlük çekiyorlardı. Aslında güçlük çekmek de denemez buna tam olarak, çünkü ne dediğini anlıyorlardı da detaylar tam yerine oturmuyordu. Durumu fark eden Ali Püsküllüoğlu, 1974 senesinde ilk baskısını yapan bir edebi eser sözlüğü olarak Yaşar Kemal Sözlüğü’nü çıkardı. Sonuç olarak söylemek istediğim şey şudur ki, okuyucu okuduğu eseri tam olarak anlayabilsin, ondan yeterince tat alabilsin diye yeri geldiği zaman kaynak kitaplara da eser sözlüklerine de yazar hakkında yapılmış çalışmalara da başvurmalıdır. Böylece yazarın ne söylediğini daha iyi anlayacak, onu daha kolay içselleştirecek ve belki de onunla bir bütün olacaktır. Birçok yazar ve şair için yukarıda verdiğim örneklerde olduğu gibi çalışmalar yapılmalıdır. Anlaşılmayı bekleyen birçok insan aslında bizi bekliyor. Ancak şu da bir başka konudur ki her yazar için bir sözlük yapılır mı ya da yapılmalı mıdır? O da başka bir konunun sorusudur…


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KÂMUS MAKİNESİ:

ŞEMSETTİN SÂMİ Ayşe Bengisu AKDAĞ Lise yıllarımızdan beri "ilk yerli romanın yazarı" olarak zihinlere kazınan bir isim Şemsettin Sami. 54 yıllık bir ömrü, onlarca kitabı, bir kültür neferini sadece dört kelimeye sığdırmışız: "İlk yerli romanın yazarı". Şemsettin Sami, 1850'de Osmanlı sancağının çırpınarak dalgalandığı Arnavutluk'ta dünyaya geldi. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden ve ağabeyi Abdül Bey’in himayeleriyle büyüyen Şemsettin, İlk eğitimini Bektaşi tarikatına ait olan Nasîbi Tâhir Baba Tekkesi'nde aldı. Ortaöğrenimini bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya'da ünlü Zosimea Lisesi'nde tamamladı. Arnavutça, Eski ve yeni Yunanca, Fransızca ve İtalyancanın yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça öğrendi. Aile geleneği doğrultusunda Bektaşi tekkesine devam etti. Sâmi, eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli önemli görevlerde bulundu. Gazetelerde yazdı, tercümeler yaptı ve en önemlisi Türk edebiyatının ilk yerli romanını kaleme aldı. Aslında bunların hepsi ayrı birer yazı konusu… Bu yazıda ise ben sadece dosya konumuz sebebiyle Şemsettin Sami'nin sözlük çalışmalarını ve Kamus-i Türkî’yi ele almaya çalışacağım. Sözlükçülük geleneğimiz çok eskilere, yüzyıllar öncesine dayanmakla beraber Türkiye Türkçesinin önemli sözlükleriyle ilgili özellikle 19. yüzyılın ortalarından sonra, diğer bir deyişle Tanzimat’tan sonra dili bağımsız bir varlık olarak değerlendiren aydınlarımızın sayesinde gündeme gelmiş ve çalışmalar artmıştır. Şemsettin Sâmi, Batının linguistik (dilbilimi) ve filoloji metotlarını çok iyi bilen bir dil bilginiydi. Hazırladığı ansiklopedi ve sözlüklerle Türk kültürüne büyük hizmetler verdi. Ömrünün 12 yılını vererek

meydana getirdiği 6 ciltlik Kâmûsü’l-A’lâm (18831900), Doğu ve Batı’ya ait tarih, coğrafya ve meşhur kişilerin isimlerini ihtiva eden büyük bir ansiklopedik sözlüktü. Şemsettin Sâmi’nin Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Fransızcaya olmak üzere 2 cilt halinde tertip ettiği Kâmûs-ı Fransevî adını taşıyan lügat kitapları, hâlâ değerlerini korumaktadır. Arapçadan Türkçeye alfabe sırasıyla düzenlenen Kâmûs-ı Arabî, yeni usulle hazırlanan bir sözlüktür. İyi bir filolog ve dil bilgini olarak Sâmi’nin meydana getirdiği en önemli ve kıymetli sözlük, Kâmûs-ı Türkî’dir. Türkçenin bütün yaşayan kelimelerini içeren böyle bir sözlüğün daha mükemmelinin bugüne kadar yazılamadığını pek çok Türkolog kabul etmektedir. Faruk Kadri Timurtaş, Kâmûs-ıTürkî’nin eski harfli ofset baskısının önsözünde bu sözlük hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Yeni harflerle bu mahiyette bâzı sözlükler hazırlanmışsa da birçok bakımlardan eksik oldukları için, Kâmûs-ı Türkî’yi geçememiş, hatta ona erişememişlerdir.”

kavramları irdelemiş ve tespit ettiği meselelere farklı bakış açıları kazandırmıştır. Makalesinde Türk dilinin doğuşu ve gelişme evreleri, Osmanlıca diye yanlış adlandırılan dilin aslında Türk dili olduğu ve sadeleşme meselesi gibi konular üzerinde durmuştur. Bu yazıların her biri Şemsettin Sâmi’nin bu fikirlerle hazırlayacağı ve büyük yankı uyandıracağı kamuslarının ayak sesleri niteliğindeydi.

“Dünyada hiçbir kimse tasavvur olunamaz ki lisanının bütün kelimelerini bilsin veya cümlesini hafızasında tutabilsin. İşte bundan Sâmi, 1899'da modern ilkelere göre hazırlanmış ilk Türkçe-Türkçe sözlük olan Kamus-ı dolayı “lügat kitabı” bir lisanın Türkî’yi yazmaya başladı. İlk defa adının “Türkçe” hazinesi hükmündedir… Mükemmel olması, Türkçe açıklamaları yapılması ve millî dil ve bir kamusu olmayan her lisan millî ruhun yüceltilmesi açısından Şemsettin Sami’nin Kamûs-i Türkî” sözlüğü (1901) “servet-i tabiyesi” demek özel bir yere sahiptir. Türkçe Şemsettin Sâmi olan kelimelerini kelimelerin ağırlıklı olarak yer “Osmanlıca” günden güne alması, alfabetik sırayla verilmesi, denmesine karşıdır ve kaybederek artık okumayı kolaylaştırıcı işaretleri, kısaltmaları ile “Kâmûs-ı Türkī” Kâmus-i Türkî, kendi sermayesiyle bir Türk sözlükçülüğüne birçok “Türk” kelimesinin şey ifade edemeyecek yenilikler getirerek önemli bir yer aldığı ilk dereceye düşer.” dönüm noktasını teşkil etmiştir. sözlüktür. Doğan Aksan’a göre1, Şemseddin (Ş. Sami) Sami, sözlüğünde ‘Türkî’ adıyla, birçok 1898'de gazetelerde Şemseddin Sami'nin Türkçenin ıslahı üzerine bir dizi makalesi çıkmıştır, Örneğin, yazar 1898’de yayımladığı “Lisan ve Edebiyatımız” başlıklı makalesinde, dil ve edebiyatımız hakkında o zamana kadar yanlış bilinen

yazardan farklı olarak Türkçenin sözvarlığını ortaya koyar ve dilimizin Türkçe olduğunu belirtir. Batı yöntemiyle yer yer sözcüklerin kökenlerini açıklayarak dildeki öğeleri özenli bir biçimde sergiler, dilin o günkü görünümünü başarılı çalışmasıyla yansıtarak sonraki birçok yapıta kılavuzluk eder. Şemseddin Sâmi Türkçenin bin yıldan beri yazılı kaynaklara ve edebi bir dile sahip olmasına rağmen, sözlüğünün ve dil bilgisi kitabının hazırlanmaması yüzünden çok sayıda sözünü yitirerek Arapça ve Farsçaya başvurmadan bir şey ifade edemeyecek kadar dar, sözlerinin kök ve türevleri bilinemeyecek derecede halkın söyleyişine uymuş yanlış bir dil haline geldiğini sert bir dille ifade etmiştir. Ancak zamanın koşulları göz önünde bulundurulduğunda çoğunluğun karşı görüşte olması sebebiyle istediği ölçüde bu kelimelere yer veremediğini ifade eden Şemseddin Sâmî Türkçe, Arapça, Farsça kelimelerin yanı sıra Batı dillerinden 1

Aksan, Doğan, “Türklerde Sözlükçülük, Bugün Türkiye’de Sözlük” Kebikeç, S.6, Ankara, 1998.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

geçen kelimelere de yer vermiştir. Arapça ve Farsça kelimelerin yazım ve söyleyişlerinde orijinallerine bağlı kalırken Batı dillerinden geçen kelimelerde kendine has bir yazım ve söyleyişi esas almıştır. Kâmûs-ı Türkî’de kelimelerin hangi dile ait oldukları belirtildiği gibi kelimenin hangi kökten türediği de belirtilmiştir. Kâmûs-ı Türkî’de kelimelerin anlamları 1. anlam ve 2. anlam şeklinde rakamlarla sıralandığı gibi yakın anlamda kullanılanların arasına virgül, anlamları açıklamak üzere verilen örnek cümleler ise iki nokta ile ayrılmıştır. Madde başlarında gerekli noktalama işaretleri kullanılmıştır. Şemseddin Sami, sözlüğünün eserinin başlangıç kısmına bir de Kâmûs-ı Türkî’de kullanılan işaretlerin ve kısaltmaların ne anlama geldiğini ifade eden bir tablo koymuştur.2

eserini bitiremeden 1 Temmuz 1904'te Erenköy'deki evinde hayatını kaybetti. Şemsettin Sâmi, Arnavut asıllı biri olarak “Osmanlı” olmakla her zaman övündü ve Osmanlının modern gelişimi için kendini kültür hizmetine adadı. Tıpkı hemşerisi Mehmet Âkif gibi. Yaşarken bu önemli eserlerin ardındaki büyük insan pek tanınmadı belki, vefatından sonra da adı yalnızca sınavlara hazırlanırken dört kelimelik ezberle sınırlı kaldı… Kendi adı değil ama oğlu Ali’nin adı bütün dünya tarafından yüz yıl sonra dahi tanınıyor, hatırlanıyor. Oğlu, 1900lerin başında lisede eğitim görürken, bir edebiyat dersinde arkadaşlarıyla futbol kulübü oluşturmaya karar veren Ali Sami’ydi. Ali Sami Yen.

Not: Okurlarımız Kâmus-i Türkî’nin tam metin halinde PDF halini bu linkten edinebilirler: http://ia801701.us.archive.org/26/items/KamusiTurki/Ka mus-iTurki.pdf

Şemsettin Sâmi, 1901'de bu büyük eseri yayımladıktan sonra kendini tamamen Türk dili araştırmalarına verdi. 1902'de Kutadgu Bilig'in ve 1903'te Orhun Abideleri'nin izahlı çevirilerini hazırladı. Ne yazık ki, Ortaçağ Kıpçakçası hakkındaki 2

Paşa Yavuzarslan, Türk Sözlükçülük Geleneği Açısından Osmanlı Dönemi Sözlükleri ve Şemseddin Sami’nin Kâmusı Türkî’si”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 44/2, Ankara 2004.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

TÜRK DİLİNİN GÜZELLİĞİ

Ziya Gökalp’a sorarsanız güzel dil, en güzel dil Türkçedir: “Güzel dil Türkçe bize, Başka dil gece bize. İstanbul konuşması En saf, en ince bize” Ziya Gökalp’ın vurguladığı gibi, Türkçe güzel bir dil midir?

Bu soru yalnız Türkçe için sorulmamıştır. Bu soru, dil bilimi bilim olalı sık sık sorulmuş ve sık sık da cevabı verilmiştir. Bunun gibi, dillerin eskiliği veya dillerin zenginliği de bilim çevrelerinde sürekli olarak tartışılmıştır. Dillerin güzelliğinden söz ederken birtakım ölçülere dayanmak gerekir. Nasıl bir dilin zenginliği sözlüklerde yer alan sözlerin sayısını göz önüne almakla tayin edilirse, güzelliği de buna benzer birtakım ölçülerle açıklanabilir. Sözlüklerde geçen sözlerin sayısını tespit etmek üzere yapılacak sayım, ilk bakışta çok kolay bir yaklaşım gibi görünürse de, bu sayımda bile tartışılmaya açık birtakım sorunlarla karşılaşılabilir. Sözlüklerde normal olarak yazı veya kültür dilinin öz dağarcığına yer verildiğini biliyoruz. Ancak bütün ülkelerde ortak yazı diline girmemiş birçok söz kullanıldığı da bir gerçektir. Özellikle yurdumuzda yerli ağızlarda kalmış sözler göze çarpacak kadar çoktur. Dil uzmanları bu sözleri diyalektoloji sözlüklerinde toplarlar. Bizde ilk diyalektolojik sözlük, 1932’de Anadilden Derlemeler başlığı altında çıkmıştı. Daha sonra bu alanda yeni ve daha geniş çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar sonunda Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi başlıklı bir sözlük kazandık. Bu sözlüklerle bize kültür dilimizde kullanılan ortak sözler yanında halk ağızlarında kalmış sözleri de sayıma katmak kolaylığını sağladı.

Prof. Dr. Hasan EREN


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

DİVÂN ŞİİRİNİ ANLAMAK: İSKENDER PALA ve AHMET TALAT ONAY Beyza ÖZKAN Divân şiirinin kendine has bir iklimi ve atmosferi vardır. Kendine özel remizleri, mazmunları da bunlar arasında eklenebilir. Bu remizleri, mazmunları ilk bakışta anlamak kolay değildir. Anlamak için, işin ehli olmak gerekmektedir. Divân şiirinin kendine özgü bu yapısı, incelenmeye başladığı zaman dilimi içerisinde sözlüklerin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu hazırlanış sadece anlaşılmazlığı ortadan kaldırmak için değil, divân edebiyatına yönelen suçlamaları ortadan kaldırmak ve anladığını okutmak, öğretmek maksadı da dikkatlere seslenir. Bu bağlamda divân edebiyatına sözlükleriyle hizmet eden İskender Pala’nın Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü Ahmet Talat Onay’ın Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü ya da diğer bir adıyla Eski Türk Edebiyatından Mazmunlar ve İzâhı isimli iki sözlüğünü karşılaştırılacaktır. Sözlük hazırlamak ciddiyet isteyen bir iştir. Çünkü sözlükler, bir dilin, bir birikimin hazinesi ve taşıyıcısıdır. Sözlük, ne kadar iyi hazırlanırsa o doğrultuda amacına ulaşır. Sözlüğü sözlük yapan ilk noktadan birisi de amacıdır. Bu amaca hizmet edecek alan da belirlenmeli ve çalışma da bu eksende nihayete ulaştırılmalıdır. İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü isimli çalışmasının önsözünde hazırlanış amacını şu şekilde aktarmaktadır: ‘’Bu sözlüğün hazırlanış amacı, divân edebiyatının gerçekten anlaşılabilir hâle getirilmesi ve bunun sonucunda ona yöneltilen suçlamaların kısmen önlenmesidir.’’1 Pala’dan sonra da Ahmet Talat Onay’ın sözlük hazırlama amacını şu satırlardan öğreniyoruz: ‘’Anlayarak okumak ve anladığını okutmak, zevk itibarıyla bir değildir. Okumak ruhî bir ihtiyaçtır, tatmin edilirse zevk duyulur; neticede bu zevkler bir itiyat hâlini alırsa, bıkarak, istemeyerek okumakta 1

PALA, İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013

devam edilir. Fakat anladığını okutmak, öğretmek… Daha derin bir ihtiyaçtır.’’2diyerek amacını beyan eder. Verdiğimiz alıntılardan hareketle İskender Pala, sözlük oluşturma amacını anlaşılabilir hâle getirmek ve edebiyatımıza yöneltilen suçlamaları önlemek üzerine kurarken Ahmet Talat Onay ise, anlayarak okumak ve anladığını okutmak üzerine kurar. Sözlüklerin hazırlanış amacı, sayfa sayılarını da etkilemektedir. Sayfa sayısının da kime göre ve neye göre şekil alacağı da sözlükten sözlüğe değişiklik göstermektedir. İskender Pala’nın hazırladığı sözlük ‘’ansiklopedik’’ nitelik taşımaktadır fakat orta hacimli bir sözlüktür. İskender Pala bu durumu şu şekilde dile getirmektedir: ‘’Keşke elimizin altında bilgisayar olsaydı da 15 değil, 115, hatta 1115 divânı tarayabilseydik. Ancak hemen belirtmeliyiz ki bu divânların çoğunda aynı kullanım ve bilgilere rastladık. Orijinal bir söyleyiş ile pek nadir karşılaştık. Bunun sebebi, divân şiirinin 2

ONAY, Ahmet Talat, Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü, Kurgan Edebiyat/Berikan Yayıncılık, Ankara,2014,sf.15


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

şekilci, kuralcı ve çerçevesi belli bir anlayışla hareket etmesiydi. Bu nedenle fazla divân taramak bize pek az şey kazandıracak ve nimet, zahmetten daha az olacaktı. ’’3diyerek hazırlama sürecinin sözlüğünün hacmini ne derecede etkilediğini bizlere aktarmış olur. Ahmet Talat Onay ise şu şekilde bahseder sözlüğün hazırlanış amacının hacme olan etkisini şu satırlarda dile getirir: ‘’Eserdeki misaller –dikkat edilirse- bir nev’î müntehip parçalar mâhiyetindedir. Birçok misaller içinde en çok zevki okşayanları aldım. Ve her mazmunu kaynağına götürmek isteyenlere yardım için her şairden misal aldım. Bu yüzden misalleri çok görenler bulunmaz sanırım. ‘’ 4 Ahmet Talat Onay, sözlüğe zevki okşayan beyitleri seçtiğini söyleyerek bize hacim konusunda dolaylı da olsa bilgi verir gibidir. Sözlüğün hacminin yanı sıra tarafsızlığı da çok önemlidir. “Her sözlük tarafsız mıdır?” sorusuna verilen cevaplar elbette farklı olacaktır. Çünkü sözlükleri de kaleme alan bir yazar yahut yazarlar vardır. Sözlükler de doğal olarak yazarından yahut yazarlarından izler taşıyacaktır.

‘’Yıllardır divân şiiri için hazırlanması çok gerekli olduğu hâlde böyle bir sözlük çalışmasının yapılmamış olması, edebiyat sahasında büyük bir boşluk oluşturmaktaydı.’’ 7 diyerek sözlük çalışmasını edebiyat sahasındaki boşluğu doldurmak adına yapmış olduğunu anlıyoruz. Ahmet Talat Onay’a da bu özel amaç konusunda kulak vermekte fayda olacaktır:

taşıyacaktır.

‘’Şahsî kütüphanemizde divân şiiriyle ilgili hemen birçok kaynağın bulunması en büyük avantajlarımız arasındaydı. ‘’5 Onay ise, tarafsızlık ilkesini az evvel verdiğimiz alıntıda görmüş olduğumuz ‘’zevki okşayan misaller aldım’’ ifadesiyle çiğner fakat ‘’Anlaşılması kolay beyitleri, eserin hacmini kabartmaması için tahlil etmedim.’’ 6 diyerek yazar PALA, İskender, a.g.e, İstanbul, 2013 ONAY, Ahmet Talat,a.g.e., sf. 16 5 PALA, İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013 6 ONAY, Ahmet Talat, Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü, Kurgan Edebiyat/Berikan Yayıncılık, Ankara,2014,sf.17 4

Sözlükleri sözlük yapan nokta da amaçlarıdır. Hizmet ettikleri amaca göre sözlükler temel ve özel amaçlı sözlükler olarak ikiye ayrılırlar. İskender Pala ve Ahmet Talat Onay’ın sözlük çalışmaları özel bir amaçla oluşturulan sözlükler kapsamına girer. Özel amaçtan kastettiğimiz ise edebiyat çevrelerine özel hazırlanmış sözlük olmasıdır. İskender Pala bu özel amacı şu şekilde aksettirir:

Sözlüğün hacminin yanı sıra tarafsızlığı da çok önemlidir. Sözlükleri de kaleme alan bir yazar yahut yazarlar vardır. Sözlükler de doğal olarak yazarından izler

İskender Pala sözlüğü hazırlarken tarafsızlık ilkesini şu şekilde çiğnemiştir:

3

da tarafsızlığını bozduğunu ve de eserinin hacminin kabarık olmasından kaçındığını aktarır.

‘’Üniversite metinler şerhi profesörü muhterem Ali Nihat Tarlan’ın reylerini sormuştum. Değerli ve mütevâzi âlimimiz – henüz teşerrüf etmemiş olmamıza rağmen- irşatlarını esirgememişler ve lügatçe halinde yazmamı tavsiye etmişlerdi.’’ 8

Verdiğimiz alıntıdan hareketle Ahmet Talat Onay’ı böyle bir çalışmaya sevkeden güç Ali Nihat Tarlan olmuştur. Tarlan’ın isteği ve Onay’ın çevresindeki edebiyat âlimleri de divân edebiyatının birikimini içeren mazmunları bir sözlükte derlemesini istemişler ve nihayetinde Ahmet Talat Onay da edebiyat sahasına bu sözlüğü armağan etmiştir. İskender Pala’nın hazırladığı Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, divân şiiri ile ilgili tabiat, tabiat olaylarından tutup Yunan mitolojisi, dinî terimler ve alışkanlıklara kadar her şeyi ele alıp açıklamıştır. Sözlük hazırlanırken alfabetik yöntem esas alınmış, modern ansiklopedicilik sistemi yolunda sözlüğe eklenecek kelimelerin sınıflandırılması yapılmıştır. İki 7 8

PALA, İskender, a.g.e ONAY, Ahmet Talat, a.g.e,sf.16


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

bine yakın maddeyi içinde barındıran sözlüğün madde başlıkları küçük harflerle yazılmış ancak özel adlar büyük harfle yazılmıştır. Madde başı olmuş kelimelerin daha iyi tanınması ve benzer kelimelerde ayırt ediciliğin sağlanabilmesi için her maddenin Osmanlıca yazılışı da ayrıca gösterilmiştir. Her bir kelimenin hangi dilden alıntı olduğu ve çeşidi, kelimeden hemen sonra verilmiştir. İki türden okunabilen madde başlıklarının yaygın şekilleri kullanılıp yaygın olmayan şekil gönderme ile belirtilmiştir. Maddelerde ise önce kelime anlamı verilip sonra ansiklopedik bilgi yazılmıştır. Maddeler, sözlük yazarının imkânları doğrultusunda örneklerle zenginleştirilmiş ve ilgili maddeler açıklama sonundaki parantezlerle verilmiştir. Anlatım içinde geçen terim ve maddeler, yıldız işareti ile belirtilmiştir. Böylelikle okuyucunun gerek duyduğu hâllerde bu maddelere de bakması sağlanmıştır. Başka bir madde ile ilgili olan küçük açıklamalar da gönderme ile gösterilerek gereksiz tekrarların önüne geçilmiştir.

Ahmet Talat Onay’ın çalışmış olduğu Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü ya da eski adıyla Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzâhı isimli eser, yazarının tabiriyle ‘’bu vâdide yazılmış yegâne

denecek mahiyette’’ bir eserdir ve eserine eski âdetlerimize, ahlâkımıza, menkulâta ve eski fen anlayışına ait olan mazmunları almış fakat eserinde âyet-i kerime, hadis-i şerîf ve tasavvufla ilgili mazmunlara pek az yer vermiştir. Bunun sebebi ise yazarımız tarafından şu şekilde dile getirilir: ‘’Bunlardan da bahsetsem, misaller gösterseydim ikmâle ömrüm kifayet etmezdi ve içinden çıkamazdım.’’ diyerek sözlüğüne bu terimleri eklemediğini belirtmiş olur. Onay, açıklanan mazmunun izahı için başvurduğu eserlerin olduğu gibi nakleder ve bir iki kelimeyle onların özelliklerine işaretle yetinir. Mazmunu açıklarken kullandığı kaynakları açıkladığı kelimenin altında vermesi, onun kaynakça hazırlama zorunluluğunu ortadan kaldırmış olur. İskender Pala ve Ahmet Talat Onay’ın hazırlamış oldukları sözlükler hakkında söylemek istediklerimiz şunlardır, diyerek yazımı noktalandırmak istiyorum: Andığımız iki sözlük de özel amaçlı sözlüklerdir ve dönemlerindeki edebiyat çalışmalarına, özellikle de divân edebiyatı alanında ve metinler şerhi çalışmalarında faydalı olması adına yapılmıştır. Hacimleri bakımından çok kapsamlı olmamalarına rağmen divân şiirinin birikimini aktarma konusunda büyük bir dikkat sarf etmişler buna rağmen sözlüklerini çalışırken tarafsızlıklarını gizleyememişlerdir. İki sözlüğün yazarları da ellerindeki imkânları kullanarak açıkladıkları kelimeleri beyit örnekleriyle desteklemişlerdir. Ahmet Talat Onay ve İskender Pala, sözlüklerine divân şiirinde yer alan mazmunları eklemişlerdir fakat Ahmet Talat Onay, sözlüğüne tasavvuf ve tasavvufî remizlerle ilgili mazmunları eklememiştir. Divân şiirine önemli hizmetleri olan bu sözlüklerden daha kapsamlı sözlük çalışmalarının olması ve hazırlanacak olan ya da hazırlanmış sözlüklerin divân şiiri üzerindeki ihtilafları ortadan kaldırması ve şiirimize, edebiyatımıza hizmet etmesi temennisiyle.


Ocak-Şubat’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bunu da Oku! Dosya konumuz olan “Sözlükçülük” hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlarımız için “Bunu da oku” dediğimiz kitaplar ve arka kapak yazıları:

SAKLI SÖZLÜK / Kemal Ateş / DESTEK YAYINLARI “Halk diline kulak vermek” diyor Nurullah Ataç. Yazı dilimizin kuruluş aşamasında bu yapılmadı, bu nedenle geçmişte bir dil mezarlığı bırakıldı. Kâşgarlı Mahmut’tan başlayarak, R. H. Karay, M. Ş. Esendal, R. N. Güntekin, O. C. Kaygılı, Halikarnas Balıkçısı, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Mehmet Seyda, Rıfat Ilgaz gibi halk diline kulak veren yazarları kısmen de olsa tarayarak elde ettiğimiz; ihmal edilmiş, edebiyatta, yazılı kaynaklarda şöyle bir görünüp kaybolmuş ya da kaybolmak üzere olan sözcükleri, ayrıca halk dilinin “yerel” diye dışlanmış söz varlığını bulacaksınız bu sözlükte. Saklı Sözlük, yüzyılların ihmali, ilgisizliği, bilinçsizliği yüzünden dil dışı bırakılmış bir dilin sözlüğüdür.

EDEBİYATIMIZDA İSİMLER SÖZLÜĞÜ / Behçet Necatigil / YKY "Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü", Behçet Necatigil'in edebiyatımızın topografyasını çıkardığı anıt sözlüğü. İlk baskısı 1960'ta yayımlanan sözlük, edebiyat tarihimiz açısından büyük bir boşluğu doldurdu, her yeni baskısında büyük bir ilgi ve tartışmayla karşılandı. Necatigil'in ölümünün ardından yapılan baskılarda sözlüğün içeriği çeşitli ekleme ve çıkarmalarla güncellendi. Sözlük, günün gelişmelerine uyumlu hale getirilirken, ister istemez, katışıksız Necatigil eseri olmaktan uzaklaştı. Necatigil'i, 100. yaşında, sağlığında son kez gözden geçirdiği ve genişlettiği 1978 tarihli çalışmasıyla anıyoruz. 901 Türk edebiyatçısının hayatı ve eserini içeren, tamamı Necatigil'in imzasını taşıyan bu çalışma, edebiyatımızın ve Necatigil'in mihenk taşlarından biri.

KAMUS-I FELSEFE FELSEFE SÖZLÜĞÜ / RIZA TEVFİK / DOĞU BATI Rıza Tevfik'in Mufassal Kâmûs-ı Felsefe'si , felsefi kavramlara Türkçe karşılıklar bulmak üzere hazırlanmış bir eserdir. İlk Türkçe felsefe sözlüğüdür. Fransızca olarak verilen kavramın sadece Türkçe karşılığı verilmekle kalmamış, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İngilizce, İtalyanca karşılıkları da verilmiş, etimolojisi ve ilk kez hangi filozof tarafından kullanıldığı da belirtilmiştir. Hilmi Ziya Ülken'in "Felsefe terimlerinin sıcaklığına ve harîmine nüfuz onun sayesinde mümkün oldu" dediği "Kâmûs", Türkiye'de felsefeyi yerleştiren Cumhuriyetin ilk dönem felsefecileri için temel bir kaynak olmuştur. Doğu'nun ve Batı'nın klasiklerine yetkin ve zihin açıcı referanslarla hazırlanan bu sözlük, tamamlanmamış olsa da, kültürümüze özgü kurgusuyla son derece özgün ve ilgi çekicidir.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Argo ve Kadın Argosu Üzerine Işık Selin ORHUNTAŞ Madem sayımız sözlükçülük sayısı madem Türkçe çok zengin bir dil , o zaman Türkçenin zenginliğini görebileceğimiz en güzel alan “argo” üzerine yoğunlaşalım istedim. Aslında amacım sadece “Kadın Argosu Sözlüğü” üzerinde durmaktı ama ne argosuz ne de Hulki Aktunçsuz kadın argosu da eksik kalacaktı. Önce argo konusu üzerinde durup ardından kadın argosu hakkında değerlendirme yapacağım. Argo, dilin canlı bir varlık olmasından dolayı her sözlükte ve her devirde farklı anlamlar taşımış ve buna bağlı olarak farklı farklı tanımlanmıştır. Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nde verdiği örnek tanımlar üzerinden seçerek gidelim : “Önce özellikle Fransız dili filolojisinde , sonra kaplamı genişletilmek suretiyle de genel dilcilikte , Türkolojide ve başka kollarda , dilin tabakalanması bahsinde kullanılan bir terim. (…) Eskiden , önce esnafın, sonra da dilenci , serseri ,külhanbeyi, hırsız , kaçakçı ve genel olarak şerir takımının kendi yaşayış tarzı isteğine uyarak, etrafındakilerin anlayamıyacağı bir şekilde ve kendi aralarında konuştuğu aşağılık , özel ve gizli dil.” (İnönü Ansiklopedisi , c.3 s.289) “Toplumda belli bir grupa veya sosyal bir sınıfa mahsus olan ve genel dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemlerine argo (Fr. Argot) adı verilir , hırsız argosu , talebe argosu , asker argosu , artist argosu , umumhane argosu vb. gibi” ( Türk Argosu , Ferit Devellioğlu , 6.baskı s.9) “Kullanılan ortak dilden ayrı olarak, belirli toplulukların sesbilgisi , yapıbilgisi, sözdizimi ve anlam bakımından özellikler gösteren dili veya sözcük dağarcığı…” (Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü , Prof Vecihe Hatiboğlu , 2.baskı , s.15) Yukarıdaki tanımlardan çıkarabileceğimiz ortak noktalar var. Belli bir gruba ait olmaları , bağlı olduğu grup dışında anlaşılmamaları ve oluştuğu alana özgü olması. Argo , özel bir sözcük dağarcığına dayalı konuşma biçimidir ve sözcüklere var olan anlamlar dışında yeni anlamlar yüklenerek oluşturulur. Bu açıklamaya dayanarak Aktunç alan argosu ve genel argo ayrımının mümkün olup olmadığını tartışıyor ve 6 başlık altında 18 ayrı alan argosu

belirliyor. Kadın Argosu Sözlüğü’nü bu tasnifte bir yere koyamıyoruz. IV. Kategoride ya da VII. CİNSİYETE GÖRE ARGO olarak ayrı bir başlık altında incelenmesi gerek. Çünkü yukarıda tanımlara bağlı olarak konuşursak; toplumda belli bir sınıfa ait yani kadınlara, bağlı oldukları grup dışında anlaşılması kolay değildir bu yüzden argo oluştuğu alana özgüdür.Kadınların ürettiği argo beş kategori içinde de olabilir. Her kategoriyi kapsayacak sözcükler türetmiş olabilirler. Bu yüzden tek başlık altında toplanıp incelenmesi en doğrusudur. Aynı şekilde erkek argosu da yer alabilir. ARGOYA NEDEN İHTİYAÇ DUYARIZ? KADIN ARGOSU NEDEN VAR? Argo, küfürlü bir konuşma değildir. Küfürlü kelimeler ya da anlamlar içermesi bununla bağdaştırılamaz. Aynı zamanda Osmanlı Argosu Sözlüğü’nün de hazırlayanı olan Filiz Bingölçe argo ve küfür için şunları söyler : “Argo, bireysel psikolojilerin ürünü olarak üretilmiyor, toplumda yaşayan bir grubun ortak yaratısı olarak dikkat çekiyor. Grup ilişkileri, dil ve etkileşim meselesi, argonun temelini oluşturuyor. Bu anlamda argonun var olabilmesi için, mutlaka bir gruba ait olması gerekiyor. Bu nokta, argo ile küfrün ayrıldığı yer… Çünkü küfür, toplumun tamamı tarafından anlaşılan bir dil ürünü ; söylenir söylenmez etkiliyor ve tepki çekiyor. Zira amaç, hakaret etmek... Oysa


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

argonun derdi hakaret etmek değil, olsa olsa ifadeyi güçlendirmek ve bir tutam mizaha kara mizah da bulaştırarak, var ettiği grup ilişkilerini özelleştirip pekiştirmek olabilir…” Aktunç , Büyük Argo Sözlüğü’nde “argo dilin gizli örgütüdür” der. Çünkü bazı şeyleri gizleme ihtiyacı hissederiz. Bir şeyle alay etmeye kalktığımız zaman ona yeni bir isim takar ve alay etmenin sebebine göre de yeni anlam kazandırırız. Ancak bu yeni sözcüğü sınırlı kişilerle paylaşırız. Yaratıcılık gerektiren bu üretme işi bize neyle alay ettiğimizi ya da neyi eleştirdiğimizi gösterir. Bu açıdan bakıldığında toplumbilim için büyük bir önem arz eder. Kadın argosu meselesine geldiğimizde de işler biraz hassaslaşır. Çünkü dilimizde birçok sözcük cinsiyetçidir ve kadınları aşağılayıcıdır “Karı gibi ağlama” vb. Erkek egemen toplumda kendine ait bir yer edinmeye çalışan kadınlar da alay eder ve kendilerine has sözcükler, deyimler üretirler. Hatta çoğu kadın için aşağılamalara karşı bir direniş yöntemidir. Kadınların argoya ihtiyaç duyması sadece alay etmek için değildir. Kendilerine özel bazı durumları, deneyimleri paylaşmak amacını da taşır. Filiz Bingölçe, Kadın Argosu Sözlüğü’nü hazırlarken en yaşlısından en gencine kadar teker teker kadınlardan sözcük , deyim , cümle toplamış. Ve ortaya bugün “anneannemizin / babaannemizin kullandığı” bize kadar gelen deneyim aktarımı da diyebileceğimiz derleme çalışması çıkmış. Hulki Aktunç’un “yaşamın ve dilin içinde gizlenen büyük bir ada”nın keşfedildiğini söylediği sözlük ‘müstehcen’ bulunmuş. 2002 yılında da Bingölçe ve yayıncısı hakkında “müstehcen kitap yayımlamak” gerekçesiyle dava açılmış. Bu da başta değindiğim argo ve küfür arasındaki ilişkinin bilinmesinin önemini anlatıyor. Kadın Argosu Sözlüğü, alanında ilk ve tek olması bakımından önem taşıyor. Kadın ve argo kelimelerinin bir araya gelmesi ve bunun bir de sözlük olması , sözlükçülük dünyasında bir devrimdir bana kalırsa. Erkeklerin egemen olduğu sözlükçülük dünyasına kadınlara ait kelimelerle dalmak ve bunu yapan ilk kişi olmak takdir edilmesi gereken bir şeydir. İlk kez kayda geçen sözcükler de sözlükbilime katkıları arasındadır. Sözlükte sadece kadınların kullandığı kelimeler ya da deyimler yer almıyor. Erkeklerin de ortak kullandığı ifadelere de yer verilmiş ve bu maddelere açıklama olarak ‘(ok)’ yani ‘ortak kullanım’ verilmiş. Çoğu zaman bir durumun birden farklı sözcüklerle veya deyimlerle anlatıldığı da görülüyor. Bu da hem dilin zenginlinin hem de zekanın kanıtıdır. Alanında tek çalışma olduğu için kusur , eksiklik ilk inceleyişte göze çarpmasa da arayınca bulmak çok kolay. Derleyenin kendisi de ‘amatör’ bir çalışma olduğunu daha baştan kabul ederek olası hataları üsteleniyor.

KADIN ARGOSUNDAN ÖRNEKLER :    

                

ANADOLU : Rahim ANADOLU KANA BATTI : Regl olmak ANANAS : Aptal ve bön kimse. ANASI TURP BABASI ŞALGAM : Aptal ve bön kimse. Aynı zamanda bir kişinin ailesini küçümsemek için de kullanılır. ARTEMA : Mahallesinde başını örtüp merkeze gelince başını açan kadın. BAHÇE SALATASI : Aptal ve beyinsiz kimse. BAYIRIN AYISI : Kaba saba ve görgüsüz kimseler için kullanılır. BURUŞUK : Yaşlı kadın BÜYÜKBAŞ : Kodaman ve yaşlı erkek CUMA ŞOFÖRÜ : Ehliyetini yeni almış kimseler için kullanılır. ÇAKALAKKEN ÇATLAMAK : Çok küçük yaşta evlenmiş kız. ÇENE VEREMİ : Çok konuşan , geveze. ÇIBAN : Evlilik yüzüğü. ERİL UYDU : Koca HAZIR AVRAT : Kadınların yaptığı kadar ev işi yapan kimse. İMAMEVİ : Kadınlar hapishanesi. GAZ : Boş laf. GÜVERCİN DANSI : Kur yapmak KABAK ÇİÇEĞİ : Sonradan görme kimse. KOD ADI RIFKI : Bir kimseye aptal demek için kullanılır. KOKOŞ : Rüküş kadın


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Öğrenciler ve Sözlükleri Üzerine Sultan DEMİR Okul sözlükleri, öğrencilerin kelime hazinesini zenginleştirmek, araştırma-keşfetme şevkini güdülemek için başvurulması gereken temel materyallerden bir tanesidir. Türkçe öğretimindeki önemli rolü yadsınamaz bir gerçektir. Hâl böyle olunca öğrencilerin çantalarından hiç eksik etmedikleri bir demirbaş oluvermiştir sözlükler. Okul sözlükleri için başka neler söyleyebiliriz bir bakalım.

Çalışma kitabında ‘’Öğrenci, metinde geçen anlamını bilmediği kelimeleri işaretler, kelimenin anlamını tahmin eder, öğretmeninden kelimeyi içinde bulunduran bir cümle ister, kelimenin anlamına sözlükten bakarak tahmini ile karşılaştırır, kelimeyi öğrendikten sonra cümle içinde kullanır.’’ bu şekilde yer alan etkinlikler öğrenciler için sözlük kullanımını teşvik etmektedir.

Öncelikle kullanılan sözlüklerin okul Dilimiz, yabancı sözcüklerin istilasına uğramış seviyesine uygun olması gerekir. Okul sözlükleri bir durumda olduğu için ortaokul seviyesindeki öğrencilerin anlama düzeyine göre hazırlanır. öğrencilerimiz, bir okuma metninde bile beş-altı Ortaokul öğrencileri için hazırlanan ders kitapları, civarı bilmediği kelime ile karşılaşıyor. Bunları sözlüklerle paralel yapıda olduğu için öğrenip metni daha iyi anlayabilmesi için öğrencinin ilkokuldan kalan ihtiyacı olan şey de sözlük. Sözlükten sözlüğünü kullanması kendisi için yardım alabilmeleri için de önce Sözlükler, bir ders bir verim sağlamayacaktır. çantalarında sözlük bulundurmaları kitabı olmamakla Veliler sözlük alışverişini buna gerekiyor. Ama hazıra alışmış bir göre yapmalıdır. öğrenci görüntüsü var son beraber yardımcı zamanlarda. Ödevlerini ailesine materyal olarak hedef Türkçe Dersi Öğretim yaptıran, soru çözmek için kitlenin kültürel Programı’nda şu ifade yer tahtaya kalkmayı reddeden, almaktadır: gelişimine katkıda anlamını bilmediği kelimeleri öğretmenine soran… Bunun önüne bulunur. Anlamını bilmediği sözcükleri geçmek için öğrencilerimden okul ve sözcük gruplarını sözlüklerini her ders yanlarında öğrenir.(Sözcükleri öğrenmek için getirmelerini istiyorum. Kelime öğretiminden görseller, sözlük, atasözleri ve deyimler sözlüğü önce öğrencilere sözlük kullanmayı öğretmek vb. araçlar kullanılacaktır.) gerekir. Çünkü sözlük kullanmayı bilmeyen öğrenciler Öğrencileri sözlüklere yöneltmek en başta için sözlük kullanımı, metnin anlaşılması önünde bir öğretmenin işidir. Öğretmenler bu evrede araştırıp engeldir . Bunun öyle faydası oluyor ki… Zaten öğrenme işini öğrencilerine aşılamak için ilk olarak sözlüğü olmayan öğrenci anlamını bilmediği kelimeyi ders kitaplarından yararlanır. Ders kitaplarının bana sorarak kendini belli ediyor. Sözlüğün yararını yanında verilen öğrenci çalışma kitapları, içinde fazlasıyla anlayan öğrenci ise hemen çantasından bulunan etkinliklerle bu evreye büyük oranda katkı sözlüğünü çıkarıp öğrenme heyecanı ile hızlı hızlı sağlamaktadır. karıştırıyor sözlüğünü. Yeni bir şey öğrenince


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

insan mutlu olur ya o mutluluk da yüzlerinden okunuyor işte. Tek tek parmaklar kalkmaya başlıyor kime söz versem kararsızlığıyla birlikte- tabii. Bir öğrenci kelimenin anlamını okurken diğer öğrencilerden kelimeyi cümle içinde kullanmalarını istiyorum. Böylece kelime öğrencinin hafızasında yer etmiş oluyor. Bu yüzden öğretmenler tarafından okul sözlüklerine ayrı bir önem verilmesi kanaatindeyim. Öğrencilerimize sözlük kullanımı alışkanlığı kazandırmak kadar öğrenciler için doğru sözlüğün hazırlanması da önemlidir. Sözlükler, bir ders kitabı olmamakla beraber yardımcı materyal olarak hedef kitlenin kültürel gelişimine katkıda bulunur. Bu nedenle de sözlüğün hazırlandığı hedef kitlenin özellikleri ve kelime hazinesinin bilinmesi gereklidir. GÖÇER1 bu seviyelere göre hazırlanan sözlüklerin büyük bir çoğunluğunun hizmet ettiği amaçları şu şekilde sıralamaktadır:  Öğrencilerin ve Türk halkının Türkçeyi daha iyi öğrenmesi, günlük hayatında doğru kullanmasına katkıda bulunmak.  Özellikle ilkokulun ilk yıllarında öğrencilerin sözlük kullanmayı öğrenerek bir iş başarmış olmanın sevincini yaşamalarını sağlamak; bu sayede öğrencilerde daha başka işler başarabileceği öz güvenini oluşturmak.  Sözlük kullanma yeteneğinin bilgi kazanmaya etkisini sezdirerek öğrencileri yardımcı ders kitaplarını kullanmaya alıştırmak ve özendirmek.  Türkçenin öğrenilmesinde karşılaşılan zorlukların kolayca aşılmasını; doğru öğrenme ve öğrenilenlerin yerinde kullanımını sağlamak.  Kelimelerin kullanımını bir yapı içinde göstermek için verilen örnekler vasıtasıyla öğrencinin; şiir, hikâye, roman gibi türlerle Türk dilinin inceliğini ve etkileyici güzelliğini tanımasına yardımcı olmak.  Öğrencileri, karşılaştıkları problemleri çözebilecek anlayışa eriştirmek. 1

GÖÇER, A. (2001). Türk Dili ile İlgili Sözlüklere Genel Bir Bakış ve Günümüz İlköğretim Sözlükleri. Türk Dili, (598). 388-403.

Türkçe eğitiminin genel amaçlarından biri, öğrencilerin duygu, düşünce ve hayallerini yazılı ve sözlü olarak etkili ve anlaşılır biçimde ifade etmelerini sağlamaktır. Bu amaçla yeni sözcüklerin öğrencilere öğretilmesi, öğrencilerin bu kelimeleri cümle içinde kurmaya çaba göstermesi oldukça önemlidir. Öğrencilerin kelime hazinesini zenginleştirmede kullanılabilecek materyallerden biri de sözlüklerdir. Türkçe öğretmenleri olarak öğrencilerimize sözlük kullanımını aşılayabilmek dileğiyle…


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

LEKSİKOLOJİNİN İLKELERİ VE SÖZLÜK ELEŞTİRİSİ: BİR METOT DENEMESİ Mehmet ALTINOVA 1

Sözlükler, insanların yaşadığı ihtiyaçlardan ve kendi dilinin söz varlığını kayıt altına almak istemelerinden ortaya çıkmıştır. Bu başvuru kaynakları, geçmişten günümüze kadar farklı kullanım amaçlarına sahip olmuştur. Örneğin Osmanlı hatta ondan daha önceki zamanlarda özellikle manzum sözlükler, talebelerin Arapça ve Farsça gibi kelimeleri musikili olarak öğrenmesinde etkili bir eğitim materyali olarak kullanılmıştır.2 Sözlük araştırmacılığı gerek üniversitelerin bazı bölümleri bünyesinde gerekse bu bölümlere bağlı birimlerde giderek yaygınlaşmış olmasından dolayı günümüzde leksikoloji sahasında çalışan bilim insanları, pek çok genel ve özel amaçlı sözlük çalışmaları hazırlamıştır. Sözlüklerin genel amaçları bir dili öğrenmek için ana kaynak yahut bir sözcüğün başka dillerdeki karşılığını bulmak içindir. Özel amaçları ise yeni oluşan bir bilim dalının terimlerini ortaya koyma, yeni oluşan bir durumla ilgili sözcükleri sıralayıp açıklama şeklinde olabilir. Günümüzde özel amaçla hazırlanmış pek çok sözlük vardır. Bu yazıda sizlere sözlük biliminin ilkelerini tanıtıp sözlüklerin hangi açılardan incelenebileceği hakkında bir metot verilmeye çalışılacaktır. Sözlük bilgisi, sözcükbilimle yakından bağlılığı olan ancak yalnızca sözlük hazırlama yolları, yöntemleri ve tekniği konularını işleyen bir daldır.3

1

Bu yazı iki farklı sempozyumda kabul edildiği halde maalesef bazı sebeplerden dolayı sunulamamıştır. Yayımlanmamış makalenin “Sözlük Eleştirisi” kısmının yeniden yapılanmış halidir. 2 Manzum sözlüklerin eğitimdeki rolü için bkz. Güler, Kadir, Dil Eğitiminde Manzum Sözlüklerin Rolü ve Tuhfe-i Nushi, The Journal Of Academic Social Science Studies, Number 49, s.157-174, 2016 3 Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle Dilbilim, say. 32, TDK yay., 2007, Ankara

Sözlük araştırmacılığı bugün artık akademik anlamda bir yandan üniversitelerin belli bölümlerinde ve üniversite bünyelerinde oluşturulan merkezlerde, öte yandan yayınevlerinin sözlük atölyelerinde temsil edilmektedir. Herbert Ernst Wiegand’ın tanımıyla sözlük araştırmacılığı: homojen konu alanı, belirli amacı, yöntemi, kaynak birikimiyle bilim kavramı tanımına göre bağımsız bir dal olarak algılanma koşullarının tümünü yerine getirmektedir.4 Dünyada leksikoloji çalışmaları son dönemde hız kazanmıştır. Wiegand’ın da dediği gibi bu saha bağımsız bir dal olarak algılandığı ve bilim vasfını taşıyacak koşulları yerine getirdiğinden ülkemizde de bu sahanın münferit bir alana sahip olmasını sağlamıştır. Türk Dili ve Edebiyatı, Çağdaş Türk Lehçeleri, Dilbilim gibi bölümlerde ve enstitülerde sözlük ve sözlükçülük alanlarıyla ilgili teorik bilgiler verilmektedir. Bunun yanında Türk Dil Kurumu bünyesinde Prof. Dr. Mehmet Ölmez’in başkanlığını yaptığı “Sözlük” kolu vardır. Bu kol, kurum bünyesinde sözlük çalışmaları yapıp kuruma basılması için teklif edilen sözlükleri sözlük biliminin5 ilkeleri açısından değerlendirmektedir. Bunun dışında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ne bağlı olarak faaliyet gösteren ve başkanlığını Prof.Dr. Erdoğan Boz’un yaptığı Sözlükbilimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (SÖZMER) de sözlük bilimi üzerinde çalışan kurumlar arasında gösterilebilir. Bunlar bize gösteriyor ki dünyada da yeni yeni başlayan sözlükçülük çalışmaları ülkemizde de hız kazanmıştır.

4

H. Yaşar Yüksekkaya, “Avrupa’daki Modern Sözlük Araştırmaları ve Bu Araştırmaların Türk 5 Leksikoloji’nin Türkçe karşılığı üzerine makale için bkz. Boz, Erdoğan, Leksikografi Teriminin Tanımı ve Türkçe Karşılığı Üzerine, say. 9-14, Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 4, 2011, İstanbul. Ayrıca bkz. Yabancı Sözlere Türkçe Karşılıklar Kılavuzu, T.D.K. yay.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Sözlük, kelimelerin belirli bir sistem içerisinde sıralandığı, anlamlarının verildiği, etimolojilerinin yapıldığı ve dil bilgisi özelliklerinin verildiği bir kitaptır.

geçmişe sahiptir. [...] Fakat sözlük eleştirisi, Hartmann’ın söylediği gibi “objektif ölçütlerin uygulanması için bilinmiş olmasından ziyade kişisel önyargıyla çevrelenmiş bir faaliyettir.”9

Sözlükler sadece ticari amaçlı yayımlar değildirler; aynı zamanda dilsel tanımlar olması sebebiyle akademik incelemeye ve eleştiriye açık dilci ve dilbilimci akademisyenler için ilginç bir konudur. Elbette, özellikle sözlükbilimi üzerine odaklanan dilbilimsel çalışmalarının özel bir dalı gelişmiştir: Bilimsel dernekleri (örn. EURALEX- European Association for Lexicography), dergiler (örn. International Journal of Lexicography), üç ciltlik bir ansiklopedisi (Hasumann vd.,1989) ve kendi dersleri ve araştırma projeleri vardır.6 Bu ifadelerden sözlük ve sözlükçülük üzerine dünya çapında kapsamlı çalışmaların olduğu sonucu çıkarılabilir. Ülkemizde de sözlük bilimi üzerine sempozyumlar yapılmakta7, dergilerin “sözlükçülük” özel sayıları çıkarılmaktadır. Fakat bu konunun metodolojisi hakkında yalnızca birkaç makale vardır. Bu konuda eksikliğimiz bu işin metodolojisini gösteren akademik kitapların yayımlanmamasıdır.8

Eleştirmenlerin sahip olması gereken birkaç özellik vardır. O zaman bir eleştirmen, sözlük bilimi alanında bilgili olmalı; aynı zamanda eleştirmenlerin bir sözlüğü eleştirel olarak değerlendirebilmeleri için sağlam bir metodolojiye sahip olmaları gerekir. Herhangi bir eleştiride olduğu gibi, ilk adım, değerlendirmekte olan çalışmaya vâkıf olmalıdırlar.10

Nitelikli bir ürün ancak metotlu yapılan bir eleştiri neticesinde ortaya çıkar. Bu sebeple bir sözlüğün yayımlanmasının ardından akademisyenlerce bir ekip oluşturulup yayımlanan sözlüğün gramer yapısı, sözlükbiliminin ilkeleri, sözlüğün içeriğini oluşturan bilim dalının uzmanları tarafından incelenmeli ve ardından yazılan raporlar neticesinde diğer baskılarda daha iyi sözlük vücuda getirilmelidir. Reinhard Hartmann, Solving Language Problems eserinin sözlükbilimi bölümünde sözlük eleştirisi hakkındaki kısa bölümde sözlük eleştirisi “sözlükbilimsel ürünleri inceleme ve değerlendirme” “geleneksel” faaliyeti olarak tanımlanır. Uzun bir 6

Jackson, Howard, Sözlükbilime Giriş, Çev. Mehmet Gürlek- Ellen Patat, say. 55 Kesit yay., 2016, İstanbul. 7 Örneğin bkz. Türkiye’de ve Dünya’da Sözlük Yazımı ve Araştırmaları, Uluslararası Sempozyumu,4-6 Kasım 2010; sözü edilen sempozyumun bildiri kitabı için bkz. Türkiye’de ve Dünya’da Sözlük Yazımı ve Araştırmaları Bildirileri Kubbealtı Neşriyat No.:167: İstanbul, 2010. 8 Konuyla ilgili yayımlanan son bilimsel kitap için bkz. Yılmaz, Engin, Sözlük Bilimi Üzerine Araştırmalar, Pegem Akademi, Şubat 2017.

Sözlük eleştirisi için pek çok metot geliştirilmiş11 ve bunlar araştırmacılar tarafından makalelerle sunulmuştur. Bu metot çeşitliliği araştırmacıların eleştiriye ve esere farklı bakış açılarından kaynaklı olduğu gibi ele alınan sözlüğün niteliği, amacı ve kapsamından da kaynaklanabilmektedir. Bu metodlardan en detaylısı Halil İbrahim Usta’nın makalesinde12 yer almaktadır. Bu çalışmada Uluslararsı Göç Örgütü (IOM)’nün hazırladığı “Göç Terimleri Sözlüğü” 9

Jacson, Howard, a.g.e., say. 253-254 Ayrıntılı bilgi için bkz. Howard, Jackson, a.g.e., say. 253265 10

11 Örnek için bkz. İlhan, Nadir, Sözlük Hazırlama İlkeleri, Çeşitleri ve Özellikleri, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or

Turkic Volume 4/4 Summer 2009

12

Usta, Halil İbrahim, Türkçe Sözlük Hazırlamada Yöntem Sorunları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 46, 1 (2006) 223-242


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

aşağıda açıklanan metodolojiye göre değerlendirilecektir; ÖN SÖZÜN DEĞERLENDİRİLMESİ Ön söz, sözlük araştırmacısına detaylı bilgi sunmaktadır. Sözlüğün amacı, kapsamı, metaleksikoloji adı verilen sözlük öncesinde yapılan çalışmalar, sözlüğün çıkarılmasında katkısı olan kurum veya kişiler bu kısımda verilir. Dolayısıyla bir sözlük araştırmacısı-eleştirmeni için bu kısım önemlidir. SÖZLÜĞÜN TÜRÜNÜN TESPİTİ Sözlüğün türü, yapılan çalışmanın amacına göre belirlenmektedir. Sözlük biliminin gelişmesinden dolayı farklı sözlük türleri ortaya çıkmıştır.13 SÖZLÜĞÜN AMACI VE AMACA UYGUNLUK AÇISINDAN DEĞENLENDİRİLMESİ Sözlüğün amacı, araştırmacıya-eleştirmene yöntem belirler. Her sözlüğün genel ve özel amacı vardır. Genel amaç, kaynak kitap, sözlükbilime hizmet gibi amacı olmasına karşın özel amaçlar kurumun hedeflerine göre değişmektedir. MADDE BAŞLARININ DÜZENLENME ŞEKLİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ Günümüzdeki sözlükler, alfabetik sıraya göre düzenlense de sözlükçülüğün genel tarihine bakıldığı vakit çeşitli şekilde sıralanmaktadır. Açıklamaların değerlendirilmesi: Açıklamalar gerek kelimeye uygun tanımlama yapması açısından gerekse kurulan cümlenin anlatım bozukluğu ve dilinin sadeliği açısından değerlendirilmelidir. SÖZLÜĞÜN SÖZLÜK BİLİMİNE KATKILARI VE ULAŞILABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Üçüncü maddede de ifade edildiği üzere sözlüklerin genel amaçlarından biri de bu dala katkı sağlamaktır. Howard Jackson’ın da ifade ettiği gibi sözlükler yalnızca ticari ürün değil, aynı zamanda dil bilgisi kitabıdır. Dolayısıyla dili kullanan bireylerin kendi diliyle yazılmış olan sözlüğü edinmeleri bir haktır. Dolayısıyla ele alınmış sözlüğün kolay ulaşılabilirliğine dikkat edilmesi gerekir. ÇEVİRMEN/ HAZIRLAYANIN YETKİNLİĞİ 13

Ayrıntılı bilgi için bkz. İlhan, Nadir, a.g.m. , say. 537-539.

Yabancı bir kaynağı bir başka dile çevirmede çevirmenin yetkinliği önemli bir faktördür. Çevirmenin her iki dilin inceliklerini bilmesi gerekmektedir. Bunun yanında konunun uzmanı olmalı ve çeviri tekniklerini kullanmaya özen göstermelidir. Sonuç olarak, makalenin başında sözlük eleştirmenliği ve bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar hakkında bilgi sunulmuştur. Ardından önceki yapılan çalışmalardan da yardım alınarak sözlük inceleme metodolojisi geliştirilmiştir. Bu metodoloji ile bir sözlüğün hangi açılardan değerlendirilebileceğini ve bu maddelerin hangi alt başlıklara ayrıldığı belirtilmiştir. Sözlük biliminin büyük eksiklerinden biri bu “Sözlük tenkitçiliği” noktasıdır. Sözlük tenkitçiliğinin bir disiplin haline dönüşmediği takdirde basılan/yayınlanan sözlüklerin kıymeti ortaya çıkmayacağı gibi eleştiri metotları da değişik olmasına da sebebiyet verir. Yukarıda yer verilen tasnifin leksikoloji sahasına yarar sağlamasını temenni ederim.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

SÖZLÜKLERDE “İNCİR ÇEKİRDEĞİ”


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Beyza ÖZKAN

SÖZLÜKLER İÇİNDE BEHÇET NECATİGİL

“Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü başlangıçta ancak öğretmen ve öğrencilere edebiyat derslerinde bir kılavuz olur diye düşünmüştük. Ama bu çizginin de ötesinde, örnek ve kaynak olduğumuz besbelli, benzeri sözlüklerin türemesini sağlaması, birçok maddelerinin ansiklopedilere olduğu gibi aktarılışı hatta bizde olmayan maddelerin başka sözlüklerde de bulunamayışı bize olumlu, yararlı bir iş yapmış olmanın kıvancını tattırdı.” Behçet Necatigil

Behçet Necatigil, Türk Edebiyatında şiirleriyle yer etmiş, “ev”ler şairi olarak edebiyatımızın mihenk taşlarından olmuştur. Şair kişiliğinin yanında neşrettiği düz yazıları ve radyo oyunları da bulunmaktadır. Bütün bunların yanında, Türk Edebiyatı çalışmalarına temel kaynak teşkil eden Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü ve 100 Soruda Mitologya isimli çalışmalar da yapmıştır. Beni Behçet Necatigil’in sözlüklerini araştırmaya iten noktalardan biri aslında bölümümüzde derslerde öğrendiğim sözlükleri daha detaylı bir şekilde inceleme hevesim ve az evvel adını andığım eserlerin eski Türk edebiyatımızdaki tezkirelerle benzerlik taşıması. Sözlük oluşturmanın ne kadar ciddi ve önemli bir iş olduğu malum. Öncelikle Bir sözlük oluşturulmadan evvel amaç, bu amaca hizmet edecek alan belirlenip çalışmanın mihverinin ona göre şekillendirilmesi gerekmektedir. Behçet Necatigil de Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü(1960)’nü hazırlarken amacını şöyle açıklar:


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Başlangıçta ancak öğretmen ve öğrencilere edebiyat derslerinde bir kılavuz olur diye düşünmüştük. Ama bu çizginin de ötesinde, örnek ve kaynak olduğumuz besbelli, benzeri sözlüklerin türemesini sağlaması, birçok maddenin ansiklopedilere olduğu gibi aktarılışı, hatta bizde olmayan maddelerin başka sözlüklerde de bulunamayışı; bize olumlu, yararlı bir iş yapmış olmanın kıvancını tattırdı, teşekkür ederiz.” 1 1979 yılında yayımlanan Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü isimli çalışmasında da amacını şu şekilde beyan eder:

başvuracaklar bunun için, başım süresini, çıkış tarihini göz önünde bulundurmak zorundalar. “2 Necatigil, sözlüklerin sayfa sayısı, sözlük içinde yer alan kişilerin zamanla uğradıkları değişim ve sözlüğün basımı sırasında meydana gelen birtakım olaylara da işaret ederek düşüncelerini açıklar. Sayfa sayıları sözlük yazarının belirlediği amaç doğrultusunda ( Necatigil’in dediği gibi devrinin şartları ve basım ile ilgili birtakım mevzular etrafında dönen unsurlar) şekillenir.

Peki bir sözlüğü sözlük yapan bir diğer etken nedir? Tarafsızlık. Her sözlük tarafsız mıdır? “Amacımız, Batılı anlamda hikâye, roman, Sözlüklerin bir yazarı vardır ve bu sözlükler muhakkak oyun ve anı edebiyatımızın gelişip güçlendiği yüzyıllık yazarından izler taşımaktadır. Buna göre, Kaşgarlı bir zaman içinde bu tür eserlerden okuduğumuz, Mahmud’un Divân- ı Lugâti’t Türk ü, Şemsettin unuttuğumuz veya okumayıp hiç değilse konularını Sami’nin Kamus-ı Türkî si ve bahsettiğimiz Behçet merak ettiğimiz kalem ürünlerini ana çizgileriyle Necatigil’in hazırladığı sözlükler de yazarından toparlamak, anımsatmaktır.” bir parça taşır. Necatigil, Edebiyatımızda Adını andığım İsimler Sözlüğü’nde bu konudaki çalışmalardan hareketle Behçet düşüncelerini şu şekilde dile Sözlükler muhakkak Necatigil’i sözlük çalışmalarına getirmiştir: yazarlarından izler yönlendirenin, döneminin taşımaktadır. Kaşgarlı “Tarafsız, nesnel ihtiyaçlarına cevap vermek Mahmud’un Divân- ı olunmaya çalışıldı deriz ya, ve edebiyat sınırları Lugâti’t Türk ü, Şemsettin duygusallığımızı tam içerisinde derli toplu, önleyemeyiz. Ama işte bu Sami’nin Kamus-ı Türkî kullanışlı bir kılavuz teşkil sözlükte, böyle bir kezliğine, si gibi Behçet Necatigil’in etme isteği olduğunu birkaç kezliğine maddeler hazırladığı sözlükler de söylemek yerinde olur. bulabilir, sonraki basımlarda ondan bir parça taşır. Sözlüklerin sayfa sayısı, onları görmeyebilirsiniz. Gününde hazırlanma amacına göre parlayıp da arkasını getirmeyişlere, değişmektedir. Sayfa sayısının kime edebiyata ihanetlere göz yummak, göre ve neye göre şekil alacağı sorusuna bilmeyiz, doğru mudur? “3 diyerek bize tam kimse tam olarak cevap verememiştir. Behçet olarak tarafsız olmadığını söyler. Necatigil de, sözlüklerini hazırlarken bu noktaları göz Sözlükleri tanıtırken amaçlarından ve amaca ardı etmemiş: göre nasıl bir mihvere girdiklerinden az önce söz “Bu tür sözlükler sürekli ekleme, çıkarma etmiştik. Sözlükler, temel ve özel amaçlı sözlükler gerektiriyor: Yeni yayınlar, kişilerin durumlarındaki olmak üzere ikiye ayrılırlar. Behçet Necatigil’in değişmeler, yeni şöhretler, kesilen güçler, boşa çıkan sözünü ettiğimiz sözlük çalışmaları, özel bir amaca umutlar; çok çabuk etkiliyor bir yanıyla güne, güncel hizmet etmektedir. e yaslanan bu tür sözlükleri. Başım sırasında daha Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü ve yeni dizilmiş, henüz basılmış bir madde, diyelim bir Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü adlı çalışmalarından ölümle, ya da yeni bir yayınla hemen oracıkta sonra 100 Soruda Mitologya adlı sözlüğü gelir. Onun noksan-yarım kalmaya hükümlü. Kitaba bu sözlüğü, ilk çıkardığı İsimler Sözlüğünden sonra, 1

NECATİGİL, Behçet, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık, 1993, s.5

2 3

NECATİGİL, Behçet, age, Varlık, 1993, s.5 NECATİGİL, Behçet, a.g.e, Varlık,1993, s.6


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

1969’da basılmış fakat üzerinde fazla çalışılmamıştır. 100 Soruda Mitologya isimli çalışmayı eline ilk kez alıp inceleyenler, sözlüğün alışılagelmiş bir formda olmadığını ilk bakışta anlayacaklardır. Çünkü bu sözlükte belirlenen format , “kelime -anlam” değil, “soru-cevap” formatıdır. Şekil açısından böyle bir format kullanılsa da genel bütün sözlüklerde verilen bilgilerin “genelden özele” doğru bir yol üzerinde olması gibi Necatigil’in eserinde de sorulan sorular genelden özele doğru gidiş göstermektedir. Sözlüklerin genel özellikleri ekseninde Behçet Necatigil’in, sözlük çalışmaları içindeki tavrını sanatçıdan aldığım demeçlerle göstermeye çalıştım. Necatigil’in sözlükçülüğünü daha iyi anlamak adına eserlerin içeriklerinden de söz etmekte fayda var…

esası güdülerek, hayattakiler ve yeniler “Günümüz Sanatçısı” olarak verilmiştir. Sanatçının adından sonra sanatçının hayatı, ilk yayınları, eserlerinin genel karakteri, konuları, dil ve anlatım özellikleri, edebi kişilik ve değeri üzerinde kısa bilgi verilerek, eserlerinin başlıcaları, ilk baskı tarihleriyle sıra içinde verilir, eski eserlerin Yeni Türk Alfabesi ile yapılmış, tam veya seçme yollu baskıları gösterilmeye çalışılmıştır. Eserlerin yanında parantez içinde, önce kitabın türü, sonra ilk baskı yılı gösterilmiştir.

399 sayfadan oluşan bu sözlüğün önemli bir yanı, yazınımızın genel eğilimlerini sayısal olarak saptamaya çeşitli olanaklar sağlamaya çalışmasıdır. Böyle bir sözlükten, edebiyatçılarımızın doğum 1960’ta basılan Edebiyatımızda İsimler yerlerinin dağılımı, yazınımızın doğal çevresi, Türk Sözlüğü, ağırlığını daha ziyade 20.yüzyıl ve yazın toplum bilimi ve Türk yazın coğrafyası günümüz edebiyatından almakla birlikte için ilk yasalar, edebiyatçılarımızın eski Türk edebiyatından ediplere de eğitim ve meslek durumları, onların 100 Soruda Mitologya yer vermektedir. “Bu sözlük ne yüzyıllar içindeki dağılımı, kalıcı isimli çalışmayı eline alıp kalem sahibim ünlü kişiler olup olmadıkları gibi birçok inceleyenler, sözlüğün ansiklopedisidir, ne de bütün eğilim çıkarılabilir ve üretken alışılagelmiş bir formda başyazarları, gazetecileri, yorumlara gidebilir.5 olmadığını ilk bakışta çevirmenleri içine alan bu basın anlayacaklardır. Çünkü Edebiyatımızda İsimler yayın kütüğü. Biz ancak bir bu sözlükte belirlenen Sözlüğü, bu bağlamda edebiyatçılar sözlüğü yapmaya format , “kelime -anlam” edebiyat sosyolojisi ve çalıştık. Bu yüzden, fikir-bilim değil, “soru-cevap” edebiyat adına atılan önemli adamları, dilciler, dilbilginleri, formatıdır. adımlardan da bir tanesidir. politika – polemik yazarları ancak edebiyat türlerinde de eser vermişler, 1971’de basılan Edebiyatımızda edebiyata da katkıları olmuşsa da, Eserler Sözlüğü, 19.yüzyıl ve günümüz sözlüğümüze alındılar.”4 diyerek Necatigil, edebiyatının roman, hikaye, oyun ve anı türlerinde eserindeki kadroyu açıklamıştır. belli başlı 223 yazarımızın 750 yapıtını tanıtıp özetlerini veren, bu tür eserlerden okunanHacim bakımından dar olan bu sözlük; okunmayan, unutulan ve okunmayıp konuları merak tanıtma, sözlük maddelerinde gözetilen sıra, sözlük edilen kalem ürünlerini ana çizgileriyle tanıtmak için ve sonunda sözlükte yer alan ediplerin aldığı hazırlanmıştır. edebiyat armağan ve ödülleri, doğum ve ölüm yılları çizelgesi ve son olarak içindekiler kısım ile Sözlükte yer alan eserlerin sıralamasında bitmektedir. öncelikle eserin adı, yazarı ve eserin hangi türde kaleme alındığı ve eserin yayımlandığı yıl, eserin Sözlüğün maddeleri düzenlenirken ilk önce yapısı, içeriği hakkında kısa ve yalın bir şekilde bilgi sanatçının adı ( eserlerinde kullanıyorsa soyadı), verilir. Eser, “Sözlükteki Eserler Dizini” ile sonlanır. yaşadığı yüzyıl veya bağlı olduğu toplulukta en çok Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü nde hangi türde tanınmış ya da yazmış olduğu, doğum“emeğe saygılı” olduğunu belirterek bazı maddeleri ölüm yılları ve yerleri verilip soyadı kullanmayanlar başka çalışmalardan ya kısaltarak, ya da kimi zaman için genel olarak takma adlarının ilk harflerine bakma 4

NECATİGİL, Behçet, a.g.e, Varlık, 1993, s.5

5

Tuncer Uçarol, Behçet Necatigil’in Sözlükleri


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

olduğu gibi alır. Böyle maddelerin sonuna bu parantez içinde, öz ve soyadlarının ilk harfleriyle sözlükte yer alan kişinin adını belirtir.

Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, yazarın ilk sözlüğü olan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğünün devamı niteliğinde olup edebiyatımızdaki gereksinimleri karşılamak üzere kaleme alınmıştır.

Necatigil’in son sözlük çalışması olan 100 Soruda Mitologya, 1969 yılında yayımlanmış olup üzerinde fazla çalışılmayan eserler arasındadır. Eser, mit ve mitologya üzerine sorulan bir soruyla başlar ve mitolojiyle ilgili genelden özele giden bir yol takip eder. Fazla detaya inmeden, okuyucuya vermek istediğini tam olarak verebilmek maksadıyla sorulan 100 soruya kaba hatlarla cevap aramaya çalışmıştır. Türk mitolojisi ile ilgili iki soruya yer veren eserin çoğunluğunu Yunan mitolojisi teşkil etmektedir. Türk mitologyasından bahsedilmemesinin sebebi Necatigil’ de saklıdır: “Tarihleri ne kadar eskiyse pek ve miktarları da o ölçüde eskidir milletlerin. Kültür ve din temas ve kaynaşmalarıyla her millet komşularından yeni yeni efsaneler alarak, onları özümleyerek bu kültür hazinesini zenginleştirir. Geniş bir coğrafya üzerine yayılmış bu millette mitologya pek bol çeşitlemelerle karşımıza çıkar. .....yoksa kozmogoni (dünyanın yaradılışı) ve eposlar bakımından çok zengin olan mitologyamıza bu kitapta geniş bir yer ayıramayacaksak, bunun nedenleri hem bu düşünceler, hem de kitabımızın sayfa yetersizliğidir.”6 Necatigil ‘in 131 sayfadan oluşan bu çalışması, hacim bakımından küçük olmasına rağmen edebiyatımızdaki kimi konuları ve araştırmaları aydınlığa kavuşturma işlevi görmüştür.

6

NECATİGİL, Behçet, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi,1969, sf,13

Behçet Necatigil’in edebiyatımızın gereksinimlerini karşılamak, edebiyat öğretimine, araştırmalarına kılavuz niteliğinde olan bu sözlükleri, hacim bakımından küçük ve kimi zaman tarafsızlıktan uzaktır. Ancak edebiyatımızda güzel bir örnek ve kaynak olarak bugün kullanılıyor olması Behçet Necatigil’i şiirleri dışında da yaşatmakta ve bizlere de onun eserleriyle çalışma yapmanın mutluluğunu tattırmaktadır.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“DİL” FİLMLERİ Tuğçe ERKOL Dergimizin Mart Nisan sayısı sözlükçülük üzerine olduğu için bu sayımızdaki film köşemizi dile, dil eğitimine ve insanların iletişiminde dilin ne kadar önemli bir şey olduğunu gözler önüne seren filmlerie yer verdik. Dil, en genel anlamıyla iletişimi sağlayan bir araçtır. Ama biz insanoğlu olarak iletişim söz konusu olduğunda sadece dili mi kullanıyoruz? Hayır. İşaretleri, bedenimizi, levhaları da kullanıyoruz. Hatta bazen bunlar da yeterli gelmiyor ve var olmayan bir dil yaratıyoruz. Listemizi hazırlarken bunlara da dikkat ettik. Keyifli seyirler dileriz.

1) İki Dil Bir Bavul Bir Türk öğretmenin, Şanlıurfa'nın Siverek ilçesine bağlı Demirci köyündeki ilkokula atandıktan sonra Türkçe bilmeyen Kürt öğrencileriyle geçirdiği bir yılın anlatıldığı filmde, insanların iletişim problemlerinin yanı sıra hayat şartlarının zorluğu ve farklılığı da gözler önüne yansıtılır. Aynı coğrafyada yaşayan insanların birbirleriyle kuramadıkları iletişim gözler önüne serilir. Film özellikle öğretmenler ve öğretmen adayları tarafından mutlaka izlenmesi gereken filmler arasındadır.

2) Başka Dilde Aşk Mert Fırat ve Saadet Işıl Aksoy’un paylaştığı filmde genç bir kızın, sağır ve dilsiz bir gençle olan aşkı anlatılır. Bir insanın konuşamaması hatta karşısındaki insanı duyamaması aşık olmalarına engel midir?

3) Black 2005 yapımlı film Hindistan Uluslar arası Film Festivali’nde gösterilmiştir. Film Hellen Keller’in yaşamından uyarlanmıştır. Kör ve sağır bir kızın bir öğretmen sayesinde hayata nasıl tutunduğunu ve nasıl yaşam mücadelesi verip kazandığını, sonunda da öğretmeni aynı duruma düşünce ona nasıl usanmadan öğretmenlik yaptığını konu almaktadır.

4) Benim Dünyam Black’in Türk uyarlaması olan filmin başrolünde Beren Saat ve Uğur Yücel bulunmaktadır. Küçüklüğünde geçirdiği bir hastalıktan dolayı kör ve dilsiz kalan Ela’nın mücadelesi ablası da aynı hastalığı geçiren Mahir Hoca’yla tanışmasından sonra değişir. Ufacık bir kara noktadan kocaman bir aydınlığa ilerleyişin anlatıldığı bu filmde gözyaşlarınızı tutamayacaksınız.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

5) Yüzüklerin Efendisi Yaratma dillerin tanrısı olarak karşımıza çıkan Tolkien, insanların konuştuğu dillerle yetinmeyip yaratmış olduğu her evren için bir de dil yaratmıştır. Orta Dünya sakinlerinden olan Elflerin konuştuğu dil olarak bu filmde Elfçeyi görüyoruz. Tolkien Elfçe üzerine yıllarca çalışmış ve yaşayan bir dil gibi kollara ayırmıştır. Seri boyunca yarattığı 12 dilden ibaret görüyoruz. Souron’un hizmetkarlarına bahşetti Black Speech (Kara Lisan) da mevcuttur.

6) Hobbit Tolkien’in evren yaratma ve bu evren için dil oluşturma arzusu burada da devam eder. Hobbitler ve Hobbitlerin konuştuğu dil olan Westron bu defa yeni bir dil olarak karşımıza çıkar. Tolkien ve Tolkien’in yarattığı diller ve evrenlerle ilgili olarak dergimizin önceki sayılarında biricik hemşirem Selin Işık Orhuntaş tarafından yazılmış yazıları okuyabilirsiniz.

7) 1984 George Orwell’in ölümsüz eseri 1984’ten uyarlanan filmde gene kurgulanmış bir dil söz konusudur. Adı da Yenikonuştur. Bilinci daraltmak, herhangi bir başka düşüncenin ve konuşmanın ortaya çıkmasını engellemek için özgürlük, karşı çıkış, isyan gibi kavramlar dilden silinmiştir.

8) Arrival 2016’nın en ses getiren filmlerinden biri Arrival oldu. Bilim kurgu tarzındaki filmde iletişim kurulan kişiler insanlar değil ; uzaylılar. Filmi dil bilim listesine almamızın asıl sebebi yeni bir teoriden söz ediyor oluşudur. Sapir-whorf hipotezi olarak 1956 yılında bilim dünyasına tanıtılmış bu teoriye göre kullandığımız sözcükler dünyaya bakışımızı belirler. Dolayısıyla öğrenilen her yeni dil yeni bir düşünce yapısını beraberinde getirir. Filmdeki dil bilim uzmanı Dr. Banks’i uzaylılarla iletişim kurmak amacıyla görevlendirilir. Dr. Banks’in ortaya attığı bu teori onların dilini çözme sürecinde kendini kanıtlıyor. Uzaylılarla olası bir karşılaşmada nasıl iletişim kurulacağı alternatifi gayet bilimsel yöntemlerle veriliyor. Ayrıca dilin en etkili silah olduğunu da vurguluyor.

9) Avatar Vizyona girdiği günden hatta daha yapım aşamasındayken büyük ses getirmeye başlayan Avatar da gerçek dünyada insanların kullandığı dili kullanmak yerine kurgusal bir dil kullanmayı tercih eden filmlerden birisi.

10) Esperanto Günümüzde en çok kullanılan ve konuşulan yapay dil Esperantodur. Kendisine Doktor Esperanto diyen Fundamento de Esperanto tarafından dilin yapısı ve izahı kitap olarak yayımlanmıştır. Dünya üzerinde en çok kullanılan bu yapay dille ilgili olarak kısa metrajlı 5 tane film çekilmiştir. Bunların hepsinin adı aynı yapım yılları farklıdır. 2005, 2009, 2010 ve 2013 yıllarında yabancı sinemacılar tarafından çekilmiştir. 2001 yılında ise Cem Yardımcı’nın senaryosunu yazıp yönettiği 5 dakikalık bir Türk kısa filmi daha aynı adla çekilmiştir.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Şimdi Anılarda “Bitig” Busenur ASLAN i

Bazı kelimeler vardır, insanı tutar elinden bir yerlere götürür. Yazmak kelimesi de bunlardan biri. Herkes, yaşamının bir döneminde, bir şeyler karalamıştır kağıda. O, unutulmayan ilk aşklara şiirler yazılmıştır. Bir dönem, günlük tutulmuştur gizliden gizliye. Ya da okul sıralarından mektuplar yazılmıştır, hiç görmediğimiz mektup arkadaşlarımıza. Peki, yazmadan önce ne yapıyorduk biz? Hep yazıyor muyduk? Hayır. Değişen hayatımızda geride bıraktıklarımızdan birini yapıyorduk. Bitiyorduk. Evet, yanlış okumadınız. Biz o dönemler “bitiyorduk”. Bu sayımızda da biti- ve bitig üzerine birkaç söz edeceğiz. Bitig, bugün kullanmış olduğumuz, kitap ve mektubun yanında, yazılı olan her şey anlamına geliyor. Biti- fiil köküne –Ig ekinin gelmesiyle oluşmuş bir isim “bitig”. Bugün kullanımda pek olmasa da önceleri azımsanmayacak ölçüde kullanılmış bu kelime. Öyle ki Osmanlı’nın belli bir dönemine dek karşılaşıyoruz bu güzel kelimeyle. Aklınıza geleceği üzere, ilk olarak Orhun Abideleri’nde çıkıyor karşımıza. “Bunça bitig bitigme Kül Tigin atısı Yol[l]ug Tigin bitidim. Yigirmi kün olurup bu taşka bu takma

kop Yol[l]ug Tigin bitidim. Igar oglanıng ızda taygununguzda yigdi igidür ertigiz. Uça bardıgız. Tengr[ide] tirigdekiçe… “ “Bunca yazıyı yazan Kül Tiginin yeğeni Yollug Tigin, yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara hep Yollug Tigin, yazdım. Değerli oğlunuzdan, evlâdınızdan çok daha iyi beslerdiniz. Uçup gittiniz. Gökte hayattaki gibi…” (Orhun Abideleri) Görüldüğü gibi “bitig” bugün kullandığımız yazeylemi ve yazı adlarının yerine kullanılmıştır. Abidelerden uzunca bir süre sonra yazılmış olan, Kutadgu Bilig ve Divan-ı Lügati’t Türk’te de benzer şekilde kullanılmıştır. “yok erse bitig bu kişiler ara tilin sözke kim bütgey erdi köre” “İnsanlar arasında yazı olmasa idi; dille söylenen söze kim inanırdı.” (Kutadgu Bilig) “ ol bitik yodhtı: o, yazıyı bozdu, sildi, mahvetti.” ( Divan-ı Lügati’t Türk)


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bugün “biti-” işletimde olmasa da geçmişte birçok iz bırakmış. Fiilken olmuş isim. Yazmakken olmuş yazı. Dönmüş dolaşmış. Dolaştıkça büyümüş zenginleşmiş. Yazıttan, mektuba, mektuptan kitaba hatta vasiyete kadar birçok anlam yüklemiş kendine. Şimdi adını duymasak da pek zamanında çok ünlüymüş. En önemli yerlerinde göstermiş kendini yazın hayatımızın. “[…Bilge] Kagan b[itigin] Yol[l]ug Tigin bitidim. Bunça barkıg bedizig uzug […k]agan atısı Yol[l]ug Tigin men ay artukı tört kün [olu]rup bitidim, bedizetim. Yag […]” “Bilge Kağan kitâbesini Yollug Tigin, yazdım. Bunca türbeyi, resimi, sanatı… kağanın yeğeni Yollug Tigin ben bir ay dört gün oturup yazdım, resimledim.” (Orhun Abideleri) “bitimedi erse bitigli bitig negü bilgey erdiñe bu hikmet bilig”

damgalarıyla kaleme alınmıştır. Yalnız Irk Bitig, adıyla uyumlu bir şekilde kitaptır. Kelimeler insanlar gibidir. Doğar, büyür, çoğalır ve ölür. Kimi uzun yaşar kimi kısa. Kimi az çoğalır kimi çok. Başta, küçük bir şeyken zamanla büyür. Bir zaman gelir, yok olur gider. Bitig adı da işte böyle. Biti- fiilinde türedi. Büyüdü “bitig” oldu. Biraz daha büyüdü değişti “bitik” oldu. Sonra yaşını başını aldı “betik” oldu. Bugün, aramızdan ayrılalı çok oldu. Şimdi, anılara gizlenmiş bir dost gibi ara ara gülümsüyor bize. Diyeceğim o ki; “bitimek”, “yazmak” oldu. “Bitig”, “kitap” oldu. Yolları açık olsun. Yusuf Has Hacip’in dediği gibi; “munu sözledim söz bitigin ulam tükettim sözümni kurıttım kalem” “İşte yazı ile ulaştırılacak sözlerimi söyledim; sözümü bitirdim ve kalemimi sildim.” (Kutadgu Bilig) Esenlikler dilerim…

“Yazanlar kitapları yazmamış olsalar idi, bu hikmet ve bilgileri biz nasıl öğrenebilecektik.” (Kutadgu Bilig) “ol bitik tamgaladı: o, mektuba hakanın damgasını, turasını vurdu.” (Divan-ı Lügati’t Türk) Burada verdiğimiz üç örnekte üç farklı kullanımı görüyoruz. Yazıt/kitabe, kitap ve mektup.

Bunların yanında bitig kelimesini, isim olarak almış bir eser de var: Irk Bitig. Fal Kitabı anlamına gelir. Adı gayet açık olduğu için ayrıca açıklamayacağım. Uygur Devrine aittir. Yani Orhun Abideleri’yle yakın bir tarihte yazılmışlardır. İkisi de Köktürk

i

Kaynaklar: ÜÇ BAŞYAPIT BİR KAVRAM: BİTİG(K) Zekerya BATUR* Eda NUR ERİŞEN** Tuncer Gülensoy: Türkçe Köken Bilgisi Szölüğü TDK: Derleme Sözlüğü


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Sahafta Bir Sözlük: Divanu Lügati’t-Türk A. Bengisu AKDAĞ

Divanu Lügat’it Türk’ü anlatmaya nereden başlamalı, hangi yönünü anlatmalı, bu küçük puntolar onu izah etmeye kâfi mi?... Sorularımız uzayıp gitti ve bunun sonucunda sözlükçülük özel sayımızda Kaşgarlı Mahmud ve bu unutulmaz eserinden bir yazıyla bahsetmenin imkansız olacağına karar verdik. Kaşgarlı Mahmud’u ayrı bir sayımızda kapak olarak ele alacağız ama bu özel sayıda da adını anmadan olmazdı. Kaşgarlı Mahmud XI. Yüzyılda yaşamış bir Türk bilgini, gelmiş geçmiş dilcilerin en büyüğü, bugünkü dil gramerimizin mimarı, sözlük kültürümüzün miladı… Divanu Lügati't-Türk, Türk dilinin ansiklopedik bir sözlüğüdür. Kaşgarlı bu eserini 1072 yılında yazmaya başlamış ve 1074 yılında, yani bundan 900 küsür yıl önce tamamlamıştır. O, bu eseri yazabilmek için, o devir Türk dünyasını adım adım dolaşarak pek çok notlar almış, yığınla dil malzemesi toplamış; sonra da bu malzemeyi işleyerek ve çok iyi bildiği Arap dilinin kurallarına göre düzenleyerek bir sözlük haline getirmiştir. Divanu Lügati’t-Türk’ün yapısal yönünü

ileriki dosya yazısına bırakıp burada söz konusu eserimizle ilgili farklı bir noktaya, eldeki tek nüshasının bulunuş hikayesine değinmek istiyorum. Kilisli Rifat'in anlattığına göre: Meşrutiyet'in ilk yıllarında ve Emrullah Efendi'nin maarif nazırlığı ettiği sıralarda, eski maliye nazırlarından Nazif Paşa’nın akrabası olan bir hanım günlerden birinde Sahaflar Çarşısı'na satılık bir kitap getirmiş; kitapçı Burhan Efendi de bunu satmak üzere Maarif Nezareti'ne götürmüştür. Ne var ki, Nezaret yani o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı kitap için istenen 30 lirayı çok gördüğü için kitabı almaktan vazgeçmiştir. Bunun üzerine kitapçı bir de Ali Emiri Efendi'ye uğramayı uygun bulmuştur. Ali Emiri, kitabı şöyle bir inceledikten sonra değerini takdir ederek istenen 30 lirayı ödeyip hemen satın almıştır. Bu kısım Şükrü Haluk Akalın Hoca’nın kitabında biraz daha farklı ayrıntılarla aktarılmaktadır: Ali Emiri Efendi bir gün yine Burhan Bey’in dükkanına uğrar. Ali Emiri Efendi yeni bir şey olup olmadığını sorunca, Burhan Bey, -Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor, diyerek olanı biteni anlatır ve sürenin ertesi gün


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

dolacağını, yaşlı kadının kitabı almaya geleceğini söyler. Eline aldığı kitabın adını okuduğu anda Ali Emiri Efendi, bayılacak gibi olur… Dünyada eşi benzeri olmayan, Türk dilinin en değerli eseri Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür elindeki kitap… Otuz değil, otuz bin liraya bile değerdir bu kitaba. Kendisini hemen toparlayan Ali Emiri Efendi, kesin alıcı görünmemek, kitapçıyı şımartmamak amacıyla: -Dağınık bir eser… Acaba tamam mı değil mi? Yazarı da Kâşgarlı adlı bir adammış… Kimdir, necidir, belli değil… Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Ama ne de olsa bir eserdir… Encümen on lira teklif etmiş, ben de on beş lira veririm… der. Burhan Bey: -Kitap benim olsaydı verirdim. Sahibi mutlaka otuz lira istiyor Alacaksanız bir kadına iyilik etmiş olursunuz, almayacaksanız sahibine geri vereceğim, diye söyleyince Ali Emiri Bey; -İşte şimdi işin şekli değişti… Bir kadına yardımcı olmak gerekir. Peki, kabul ettim, diyerek kitabı satın aldığını söyler ama yanında yalnızca on beş lira vardır. Eve gidip gelecek olsa kitabın bir başkasına satılması ihtimali bulunmaktadır. Paranın üstünü daha sonra vermek üzere kitabı almak istese kitapçı bunu kabul etmeyecektir. Kitabı bırakıp gitmek de istememektedir. Böyle karmaşık düşünceler içerisindeyken kitabı Burhan Bey’le birlikte bırakır, bir rivayete göre dükkânın kapısını kilitleyip anahtarı cebine koyar ve bir tanıdığa rastlamak umuduyla çarşıya çıkar. Birkaç dakika sonra eski Darülfünun edebiyat hocası Faik Reşat Bey ile karşılaşır. Hemen yanına koşar: -Varsa, aman bana yirmi lira ver! der. Faik Reşat Bey’de on lira vardır, hemen onu verir. Geri kalanını getirmek üzere aceleyle evine gider. Ali Emiri Efendi de Burhan Bey’in dükkânına döner ve gönül rahatlığıyla Faik Reşat Bey’i beklemeye koyulur. Burhan Bey şaşkın vaziyettedir. Kitabın önemli bir eser olduğunu o da anlamıştır artık… Birkaç dakika sonra Faik Reşat Bey elinde on lira ile gelir. Ali Emiri, otuz lirayı hemen verir ama Burhan Bey bir de bahşiş istemektedir. Üç lira da Burhan Bey’e verir ve Faik Reşat Bey ile birlikte dükkândan ayrılırlar, konuşa konuşa çarşıdan

çıkarlar. Fakat Ali Emiri’nin gözü arkadadır, Burhan Bey’in satıştan vazgeçip arkasından gelip kitabı istemesinden korkmaktadır. Kimsenin gelmediğinden emin olunca -Oh… Elhamdülillah! diyerek evine gelir. Ne kadar değerli bir esere sahip olduğunu, kitabı incelemeye başladığında anlar. Dostlarına, arkadaşlarına kitabın değerini şöyle anlatır Ali Emiri Efendi: Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir… Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka bir parlaklık kazanacak. Arap dilinde Sibeveyh'in kitabı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez… Bu kitapla Hz. Yusuf arasında bir benzerlik vardır. Yusuf’u arkadaşları birkaç akçeye sattılar. Fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana otuz üç liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem… Ancak, bundan sonra da Ali Emiri Efendi herkese bu eserin öneminden bahsettiği halde, kaybolur korkusu ile kitabi kimselere göstermez olmuştur. Onu görmek isteyip de göremeyenler arasında devrin ünlü sosyolog ve fikir adamı Ziya Gökalp da vardır. Daha sonraki yıllarda harcanan uzun çabalar ve Sadrazam Talat Paşa'nın araya girmesi ile bu değerli eser Maarif Nezareti'ne devredilerek ve Kilisli Rifat Bey'in denetimi altında 1915-1917 yılları arasında iki cilt halinde bastırılarak kaybolmaktan kurtarılabilmiştir. Aksi halde, bu kitap da nice değerli eserin alın yazısına uğrayarak kaybolup gidebilirdi. Eser 1920-1939 yılları arasında birkaç tercüme denemesinden geçtikten sonra


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ Camekan içinde Divanü Lügati’t- Türk’ün tek nüshası…

nihayet Besim Atalay’ın tercümesi ile 1939- 1941 yılları arasında 3 cilt halinde ve buna ilaveten birer indeks ve fotokopi ciltleri ile birlikte TDK tarafından yayımlanmıştır. Divanü Lügati’t-Türk’ün varlığı bilinse de 1914 yılına kadar tek bir nüshasına ulaşılamamıştı. Kitap elden ele dolaşmış, değersiz görülmüş, “Biz otuz liraya bir kütüphane satın alırız” diyerek hep geri çevrilmiş 10 lira paha biçilmişti. Kaşgarlı ile sahifeleri, Ali Emiri ile kaderi yazılan bu tek nüshayı gözlerimle gördüğüm günü hiç unutmam. Üniversite ikinci sınıfta Türklük Bilimi dersimiz kapsamında güzel bir bahar günü İstanbul’a Ali Emiri Millet Kütüphanesi’ne gezi düzenlemiştik. Kapılar ardından girip de Divanu Lügat’it-Türk’ün sayfasını ilk gördüğüm an tüylerim diken diken olmuş, ayrı bir dünyaya, asırlar öncesine gitmiş, Kaşgarlı Mahmud’un mürekkebinden akan damlalarda kaybolduğumu hissetmiştim. Bu, her ne kadar bir nüsha olarak Kaşgarlı’nın kendi elinin değdiği eser olmasa da bana bunları hissettirmeye yetmişti.

Türklük Bilimi dersini alan öğrenciler olarak Ali Emiri’nin “Millet Kütüphanesi”ne yaptığımız geziden, 2013, Uludağ Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

SÖZ OLA KESE SAVAŞI Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz Kişi bile söz demini demeye sözün kemini Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz

Yunus Emre


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

BİR SES Bazen çok şeydir bir ses, Açık duran bir kapıdır,hayatla senin aranda. Son nefesi kadar anlamlıdır bir idam mahkumunun. Kapalı bir zarftır açmaya korktuğun, Öylece bırakılmış masaya. Sıcak bir iklimdir, ansızın gelir yurduna mevsim değişir. Güneşsiz günlerin gurbetidir kimi zaman, sılası ara sıra. Bazen çok şeydir bir ses, Serin bir dam uykusudur temmuzda Çukurova’da. Yolsuz yordamsız rüzgârlar gibidir, Alıp götürür bilmediğin uzaklara. Esarettir köşe bucak kaçtığın, koşa koşa gittiğin aynı şeydir diğer tarafta. Bazen çok şeydir bir ses, Sıkışıp kalmış bir tek sözdür iki dudak arasında, Acı’ya ve mutluluğa eşit uzaklıkta Aşk’sa bir sestir,ikisi arasında durur hep Aradaki eşitliği bozmamak adına

Hüseyin Çatal


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İTİRAF Adımı taşımak Bir adımı atmaktan daha zor Bir adım atarak Geçmem yansımalarından Sokak lambaları Aydınlatır sanma sokakları Çocuklar ava çıkıyorlar Sıcacık odalarında Ekmek yok pasta da yok Ama ekmek, beklemekle ters orantılı Gözyaşlarım döküyor beni Son yaprağıma siliyorum gözlerimi Bunlar, ruhum bedenimden Çıktıktan sonra yapılmayacaklar Bütün günahlarımı bu kentte işledim Dişlediğim parmaklarım İrkiliyor tırnaklarımdan Şairler korosundaki bas ben miyim Kahkahalar, kül tablaları, tesbih taneleri Tesbihte kusur olmaz İtiraflarım, evet yemindir her biri Gidecek yerim yok, yırttılar tapularımı Yuvarladılar beni, yıktılar tabularımı Marmara'nın burnu kırılmış Kimin umrunda Yıkanıyorum yıkıldıktan sonra Dizlerimden topuklarıma Heyelanlar düşüyor vücudumda Muhbirim şimdi İhbar ediyorum ellerimi Kaçmak istiyorum bu kentten Oysa kaçmasam Sulh mü var ötede Bekliyor mu zeytin dallarında Barış güvercinleri... MUHAMMED MÜNZEVİ


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

AHMET ÜMİT ile SÖYLEŞİ Ayşe Bengisu Akdağ Işık Selin Orhuntaş / Tuğçe Erkol Türkiye’de polisiye romanın en büyük temsilcisi kabul edilen yazar Ahmet Ümit geçtiğimiz aylarda Bursa’ya geldi. BKM Kitabevi’nde imza günü gerçekleştiren Ümit, günün akşamında da Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Edebi Kazılar” söyleşisine katıldı. Tabii ki bizler de İncir Çekirdeği dergi ekibi olarak bu etkinlikleri kaçırmadık. Bursa’ya kadar gelip okurlarıyla buluşan Ahmet Ümit ile söyleşi gerçekleştirebilmek için kolları sıvadık. İmza öncesi BKM Kitabevi’nde, kahveler eşliğinde bir masada ben Ayşe Bengisu Akdağ ve yazarlarımız Işık Selin Orhuntaş, Tuğçe Erkol ve Muhammed Münzevî ile birlikte keyifli sohbet gerçekleştirdik. Bizlere bu imkanı sağlayan Uğurcan ÇENGEL’e teşekkürlerimizle…

Yazı hayatınıza, Raporun hikaye görüşmesiyle ve devamının gelmesiyle başladınız. Çocukken de böyle bir hayaliniz var mıydı? Ne olmak istiyordunuz çocukken? Çocukken yazar olmak gibi bir hayalim yoktu. Aklımın ucundan geçmiyordu. Çok iyi bir kitap okuruydum. Acayip iyi okurdum. Ortaokulda iken klasikleri yalayıp yutmuştum (Türk Klasikleri ve Batı Klasikleri) Türk edebiyatını çok iyi takip ediyordum fakat yazar olmak gibi bir hayalim yoktu. Gazeteci olmak istiyordum, avukat olmak istiyordum, genel muallak birtakım hedeflerim var idi. Fakat asla ve kat’a bir “yazar olmalıyım aslında, çok iyi olur, bende de böyle bir yetenek vardır” gibi düşüncelerim olmadı. Ne ben böyle düşündüm ne de biri de çıkıp sende de böyle bir yetenek var Ahmet diye bir şey dedi. Yokmuş öyle bir şey daha sonra keşfettik.

iz bıraktı o yüzden onu sayıyorum o yüzden herkes sorunca da onu söylüyorum: Mary Shelley’in Frankenstein romanıdır. Çok güzel bir romandır. Korku romanı değildir, herkes onu bir korku romanı zanneder aslında bir felsefi romandır. O kitabı okumuştum. Hatta hiç unutmam Gaziantep Kütüphanesi’nden ödünç almıştım okumuştum. Kırmızı ciltli şahane bir kitaptı hatta hiç unutmam, çok etkilenmiştim. Tabi o zaman korku romanı gibi okumuştum. Yıllar sonra tekrar okuduğumda bir korku romanı olmadığını anladım ve hala beğenerek okuyorum ve hala iyi bir roman olduğunu düşünüyorum.

Çocukluğunuzda okuduğunuz ilk kitabı hatırlıyor musunuz?

Yazma süreciniz nasıl gerçekleşiyor? Bazı yazarlar sabah 8.00 akşam 17.00 yazıyorlar. Sizin öyle bir disiplininiz var mı? Ya da nasıl bir disipline sahipsiniz?

Pek çok kitap okudum ama bende iz bırakan kitap bir roman olarak iz bırakan kitap o bende büyük

Bence iyi çalışan bütün yazarların böyle bir disiplini olması şart. Geçmişte bu tür şeyler vardı.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bohem yaşayan şairler varmış ama o şiirde oluyor. Fakat bir romanda, bir romancının hele benim gibi sık üreten bir romancının çok büyük bir disiplin içinde çalışması gerekiyor. Dolayısıyla her sabah 08.0017.00 çalışmam ama her sabah kalkarım bir yazıhanem vardır benim roman yazdığım, Beyoğlu’nda, oraya giderim bilgisayarımı açarım bilgisayarımın karşısında otururum. Yazar mıyım? Bazen yazamayabilirim. Ama sıkıntı yok o masada otururum sonra yazarım yavaş yavaş. Hakikaten disiplinli ve yoğun çalıştığımı söyleyebilirim. Ben şöyle yazarlardanım: bir tür akademisyen gibi çalışıyorum. Romanları bir yandan yoğun bir araştırma yapıyorum bir yandan sanatsallaştırmaya çalışıyorum. Böyle çalışan bir yazarda disiplin olmazsa hiçbir iş olmaz çok çalışıyoruz. Son kitabınız “Elveda Güzel Vatanım”da eserde vurgulanan “ “Yazarak dünyayı değiştirme” düşüncesine inanıyor musunuz? Başka bir yol olduğuna inanmıyorum. Dünyayı değiştirmenin tek yolu var o da bu, mesela düşünün yazıdan önce insanlığın tarihini bilmiyoruz. Yani yazı 5000 yıl önce Sümerlerle başlar? Sümerler yazıyı bulduğu için, kayıt düşülüyor kayıt başladı. Yazmanın/sanatın hayatı değiştirdiğine inanıyorum. Çünkü asıl büyük değişim politik değişimler değildir. Büyük değişim kültürel

değişimlerdir. Kültürel değişimleri de sağlayanlar da burada öncü rol üstlenenler de elbette sanat ve tabi bilim -çünkü kültür değişiyor- ondan sonra her şey alt üst olmaya başlar, her şey kültürü değiştirir. Orada Ester’in söylediği gibi “edebiyat sonsuz bir isyandır.” Anlık bir isyan değildir. Bugün politik olarak politik bir görüşü benimseyebilirsiniz. Sağcı olabilirsiniz, solcu olabilirsiniz, liberal olabilirsiniz. Sorun değil ama bir süre sonra tarih bunları ortadan kaldırıyor. Ama Homeros’un yazdığı destan 2000 yıldır devam ediyor, Gılgamış devam ediyor, Shakespeare devam ediyor, dolayısıyla edebiyat, kültürü o yönde değiştiren önemli ilkelerden biridir. Masal kitaplarınız var. Bu masal kitaplarınız aslında küçüklüğünüzden kulağınızda kalan şeyler. Masal kitaplarınızı yazarken hiç “geleceğe torunuma bırakayım” gibi düşündünüz mü ya da başka bir soru olabilir Rüzgar’a masal anlatıyor musunuz? (Gülüyor…) “Masal Masal İçinde” 1994 yılında yazılıyor. Dolayısıyla Rüzgar falan yoktu ortada (Gülüşüyoruz…)Şöyle düşündüm annemin anlattığı masallar vardı. Annemin anlattığı masallar kaybolmasın diye düşündüm. 1994 yılında ne Rüzgar vardı ne annesi vardı. Ama sonra Rüzgar için bir masal yazdım. Rüzgar’a, evet masal anlatıyorum, mitolojik masallar anlatıyorum. Rüzgar geldiği zaman Ege’ye gideriz ve Bergama, Efes bütün antik kentleri


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

beraber dolaşırız ve o antik tanrıların Zeus başta olmak üzere hepsini bilir. Ben de ona yarı şaka sabahları kahvaltı yaparken anlatırım. “Ahmet, bana masal anlatsana” der bana, dede demez o, ben de ona anlatırım. “Yine bir gün buradan çıktık işte Poseidon yolumuzu kesti “ diye falan böyle masallar anlatıyoruz. Türkiye’de çocuk edebiyatına yeteri kadar önem veriliyor mu sizce? Ya da halk bunun bilincinde mi? Çocuk edebiyatı bir saha olarak üniversitede olsun halk arasında olsun bir önem teşkil ediyor mu? Hayır. Yeterince önem verilmiyor maalesef. Ama büyük edebiyata da önem verilmiyor. Çocuk edebiyatı bence daha önemli. Hatta yazarlar masal yazmayı küçümserler. Bu çok büyük bir yanlıştır. Çocuk edebiyatı aslında bizde ileride büyüyecek olan okurlarımızı hazırlamaktadır. Çocuklar masal okumaya dinlemeye, izlemeye başlarlarsa hayal dünyaları olur. Albert Einstein’ın söylediği gibi: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar.” Hayal gücü yoksa hiçbir şey olmaz. Maalesef. Bilimsel buluşlar olsun, iyi metinler olsun hayal dünyamız olması lazım. Hayalleri olmayan insandan hiçbir şey olmaz. Bundan 40.000 yıl önceyi düşünün Homosophies mağarada yaşıyordu. Hayal ettiler, hayal etmeselerdi biz burada olmayacaktık. Dosya konumuzla ilgili olarak sözlükçülük ile ilgili bir soru sormak istiyorum. İnternet sözlükleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ekşi Sözlük vb? Olumlu ve olumsuz tarafları var. Olumlu tarafı şu; genç insanlar kendilerini ifade ediyorlar, anlatıyorlar, yorumlar yapıyorlar, fikirlerini açık bir şekilde kendilerini anlatıyorlar. Fakat olumsuz tarafı, duygusal hastalıklarını psikolojik rahatsızlıklarını kusuyorlar. Bu da çirkin bir görüntü ortaya çıkarıyor. İnsanlara küfür ediyorlar, insanları aşağılıyorlar, fikri olmadan filmi izlemeden yorum yapıyorlar. Bu tarafı kötü. Ben genellikle internete, sosyal medyaya olumlu bakarım. Her iyi şeylerin kötü yanları da vardır. Kendilerini törpülerlerse yararlı. Facebook ve Twitter çok kullanıyorum, İnstagramı çok yoğun olarak kullanıyorum. Bunun faydalı olduğunu düşünüyorum.

“Önce Söz Vardı” programı çok güzel bir projeydi. Devamı gelecek mi? Yoksa sizi yine bu tarz projelerde görebilecek miyiz sizi? Şimdi bu televizyoncular beni çok seviyorlar. Sürekli bir şeyler çıkarıyorlar. İş çıkarıyorlar başımıza. “Önce Söz Vardı”yı bıraktım şu nedenle bıraktım, romana başlamıştım. Ben aynı anda iki şey yapamıyorum. Henüz o yeteneğim gelişmedi. Hem televizyon programı yapıp hem roman yazamıyorum. O yüzden ben bıraktım ama televizyoncular beni rahat bırakmazlar. Yeni bir proje ben önermiyorum onlara zaten onlar yakında ararlar roman bitince ararlar. Bizim de dergi ekibi olarak gerçekten kalemi, kağıdı alıp adeta ders dinliyormuş gibi izlediğimiz bir programdı. Hadi ya, gerçekten mi! ( Gülüyor) Sizi izleyerek ders çalışıyorduk, bir yandan da mesaj grubumuzdan konuşuyorduk. Hatta, programda hastalıkla ilgili bir konuydu bir keresinde, “ya niye şunu söylemediler, aslında şu da vardı, aa burada bunu dediler” gibi konuşuyorduk. Aslında o programda da vurgulanan ve dergimizin içine vurguladığınız “ edebiyatın birleştirici yönü” Gerçekten hep bir ayrıştırma çabası içinde insanlar ve edebiyatın, sanatın birleştirici yönüne baksak aslında çok daha doğru olacaktır. Doğru. Maalesef politika, aslında bilim de öyle felsefe de öyle inanışlar da öyle insanları böler. Politika der ki benim görüşümden olan iyidir, bilim


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

eserleri, Tolstoy’un eserleri, Yahya Kemal’in şiirleri, Sait Faik’in hikayeleri bunlar böyledir. Öyle olması lazım. Eğer siz bir eserinizde bir ideolojinin tanıtımına yer veriyorsanız, eserinizi bununla sınırlıyorsanız, bir ideolojinin eleştirisiyle sınırlıyorsanız bir süre sonra ideoloji ortadan kalkacağı için siz de ortadan kalkarsınız. Çok basit… Bir inanışı översiniz o inanış da ortadan kalkar bir gün siz de ortadan kalkarsınız. Aradan yıllar geçiyor bilmiyoruz ki ne olduğunu. Homeros, İlyada’yı yazdığı zaman ne Hristiyanlık vardı ne Yahudilik vardı ve Müslümanlık vardı ama hala okuyoruz. Çünkü insanı anlatıyor. “Elveda Güzel Vatanım” adlı eserinizden hareketle, İttihat ve Terakki dönemi birçok sosyal konulara değinen yazarın ele almadan yapamadığı bir dönem. Belki de çok karanlık ve bilinmeyen noktaları olduğu için. İttihat ve Terraki’yi ele almak sizin için ne gibi zorluklar yarattı veya size nasıl bir bakış açısı kazandırdı?

der ki benim tezim doğrudur. Ama edebiyat hayata bütünsel olarak bakar. O yüzden de herkesi kapsar, herkesi kucaklar. İyi edebiyat, politikayı anlatmaz. Politikanın insan üzerindeki etkisini anlatır. Faşist bir ideoloji, komünist bir ideoloji, liberal bir ideolojinin etkisi, dini övmez. İyi bir edebiyat dini yermez. İyi bir edebiyat övmez ve yermez. Ama dinin etkisini anlatır. Nikos Kazancakıs’in “The Cast Temptation Of Christ”, İsa Peygamber’in çarmığa gerilme anındaki durumunu anlatan bir roman çok başarılıdır, hatta filmi de yapıldı. Mesela orada anlattığı şey Hristiyanlığn doğru ya da yanlış olması değil, kahraman olup olmama meselesidir. Tam o anda “vazgeçseydim evlenseydim sıradan hayatım olsaydı” diyor ve dönüyor birden bire, biz görüyoruz hakikaten de adam sıradan bir hayat sürmeye başlıyor, zaman hızla akıyor ve sonra ölüyor,bir bakıyor ki zaman boşa akmış geçmiş, hiçbir şey yapmamış . İsa Peygamber bir örnek o kitapta. Yerine politik açıdan da Che Guavera’yı koyun, başka bir idealist birini… Aynı şeydir fark etmez iyi roman bunları anlatır. Bir insanı anlatır. İnsanı anlatırken de sağcısı, solcusu, Hristiyanı, Yahudisi, Budisti, Ateisti kim okursa okusun kendinden bir şey bulur. Dostoyevski’nin

İttihat ve Terakki benim hiç bilmediğim konulardı. Genel bilgim var idi. Genel bilgiye sahip idim ama bu insanlar nasıl yaşar, yaşadılar, neler hissettiler, problemleri üzerinde derin düşünmemiştim. Romanda Şehsuvar Sami’yi anlatırken düşünme fırsatı buldum. Aslında çok farlı olmadığımızı gördüm. Şehsüvar Sami ile benim aramda aşağı yukarı 100 yıl zaman var. Ben bir devrimciydim. Sehsüvar Sami inkılapçıydı. 100 yıl önce Osmanlı’da yaşadı aşağı yukarı aynı duyguları vardı. Aynı duygular aynı şey. Siz, dünyayı kurtaracağım diye düşünceler içindesiniz, bir sürü arkadaşınız vuruluyor, ölüyor, acılarla dolu, çile çekiyorsunuz, öğreniyorsunuz. Çok değişen bir şey olmadığını gördüm. Fransa’da yaşayan Fransız bir yazar olsaydım 100 yıl sonrasını yazıyor olsaydım çok şey değişecekti. Fakat bu topraklarda değişim çok zor oluyor. Ve çok benzediğini, günümüzün o yıllara çok benzediğini gördüm. Hakikaten elbette büyük değişimler oldu bu, biraz bana acı verdi açıkçası, umutsuz, umutsuzluk demeyelim. Umutsuz olmaya hakkımız yok. Umutsuz olsak bu kitapları yazamayız ama acı verdi yani öyle söyleyeyim.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İttihat ve Terakki 1926’da bitmiştir diyebilir miyiz? Bitmedi. İttihat ve Terakki geleneği şu anda yaşıyor ve devam ediyor. İttihat ve Terakki nedir? İdeolojisi bile söylemi bile değişebilir. Zorla siyasi oluşumun bir siyasi örgütün kendi projesini her türlü yöntemi kullanarak ve zorla halka dayatma girişimidir. İttihat ve Terakki döneminde bu girişim geriletici bir girişimdir. Çünkü Osmanlı yıkılmıştı. İttihat ve Terakki Osmanlı’yı yıkmadı, hep yanlış biliniyor. Osmanlı yıkılmıştı zaten. Bitmiş bir yapı vardı karşımızda. Abdülhamid bile “evet ben de meşrutiyetten yanayım ama zamana ihtiyacı var” der, açıkça söyler. Bitmiş yapı var ve bitmiş yapının yerine Cumhuriyet kurmak istediler, Kemalizm’e göre Mustafa Kemal’e göre daha yumuşaktılar. Çünkü onlar ne padişahlığı kaldıracaklardı ne hilafeti kaldıracaklardı, programlarında öyle bir şey yok. İngiltere’de olduğu gibi yani sembolik bir padişahlık olsun ama bir yandan parlamento olsun ve padişahlık devam etsin istiyorlardı. Hilafet de devam etsin istiyorlardı. Ama döneme göre değişiyordu. Despot yapılara dönüştüler. Özgürlük diye geldiler ve despot bir yapıya dönüştüler. Giderek ülkenin felaketine yol açtılar çünkü hiçbir marifettizm vermediler. Bütün muhalefeti bastırdılar. Hepsini ortadan kaldırdılar. Liberalleri kaldırdılar. Dindarları ortadan kaldırdılar. Böylece tek sesli hale geldiler. Tek demek korkunç bir şey demek. Koca Sovyetler bile yıkıldı. Edebiyatta daha iyiye ulaşmak için öncekileri aşmak gerekmez mi? Nazım gibisi bir daha gelmez diyoruz mesela, bunu demek bizi yavaşlatmaz mı? Çok doğru söylüyorsun. Mesela bana da diyorlar ki “yeni romanda neden Dostoyevski gelmiyor neden Kafka çıkmıyor neden Tolstoy çıkmıyor neden Nazım çıkmıyor neden Yahya Kemal gelmiyor?” Bence var siz farkında değilsiniz. Ancak öldükten sonra o insanlar fark ediliyor. Ve çok haklısınız. Edebiyat denilen şey, sanat denilen şey mecazen sizden önce olan yazarları geçmektir. Geçmeye çalışmaktır. Onlar gibi olmaya çalışmak değil bu çok önemli bir meseledir. Mesela Nazım bunu yapmıştı. Nazım çıktığı zaman “Putları Yıkıyoruz” diye bir şeyle çıktı. Bu biraz aşırıdır. Putları yıkıyoruz derken Yahya Kemal’i mi yıkıyorsun? İyi olan şey kalıcıdır. Ama söylem olarak genç duruyor adam. Evet geçmişte kalmamak lazım. Bizim daha iyi

şeyler yapmamız lazım. Sanatta biricik olan şey özgün olmaktır. Yeni bir şeyler yazmanız lazım yepyeni şeyler. Ben şimdi polisiye yazıyorum okuyor insanlar, bazen diyorlar “bunlar polisiye değil” ya ben Agatha Christie, Edgar Allen Poe gibi yazmak zorunda değilim. Bu Ahmet Ümit’tir. Yani sanat budur. Ahmet Ümit’tir, Picasso’dur, yeni şeyler söylemektir. Hikaye anlatıyoruz ama bu hikayelerin söylenim biçimleri kurgumuz hepsi farklı bizi biz yapan budur. Son dönemde son yıllarda dünyada yaşananlar sizce edebiyata nasıl yansıyacak? Kaos dönemlerinde, baskı dönemlerinde, bombaların patladığı insanların öldüğü, insanların acı çektiği, insanların baskı altında olduğu dönemlerde edebiyat yükselir. Tuhaf bir şekilde yükselir. İnsanların acıları artıyor, bu acıları yazıyorsun ve tabi bunlar herkes tarafından ilgi görüyor. Yani dünyada bu fazla. Yeni dönemler için edebiyatçılar yeterince cesur ve kararlı olursa şahane ürünler çıkacak diye düşünüyorum ben.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Edebiyat tarih ile paralel mi ilerliyor? Nazım Hikmet “Memleketimden İnsan Manzaraları “adlı eserini yazdığında II. Dünya Savaşı vardı. II. Dünya Savaşı psikolojisi ile yazdı. Ondan böyle bir eser ortaya çıktı. Yahut Halide Edip “Ateşten Gömlek”i yazarken Kurtuluş Savaşı vardı. Bunlar yaşanmadan olmaz, işte edebiyat bu alanın, bu hayatın resmini çekecek ve gelecek kuşaklara kalacak. Ama bu dönemin fotoğrafı kalacak. Gelecek benim gibi yüz yıl sonra yazacak. Ama bu dönemin fotoğrafı kalacak. Komiser Nevzat karakterini ileriki kitaplarınızda görecek miyiz? Evet, şu an yazdığım romanda da yer alacak Nevzat karakteri. Nevzat karakteri ile Behzat Ç. Arasında benzerlik söz konusu… Başkomiser Nevzat yazıldığı zaman 2008’di ve Behzat Ç. 2008’de yoktu. Önce o vardı. Ama ondan etkilenmiş olabilirler. Nevzat çok başarılı bir polis ama o kadar başarıya rağmen çelişkiler içinde.

Torununuz Rüzgar’a karakter olarak can verecek misiniz ileride eserlerinize? Bekliyor okurlarınız? Belki olur ama kızım çok fazla istemiyor Rüzgar’ı öne çıkarma diyor. (Gülüyor)

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederiz. Çok mutlu olduk. Size dergimizi de takdim edelim… Çok güzel… Bravo… Çok başarılı, böyle işlerin peşinden gidin. Bunlar çok kıymetli işler, lütfen devam edin.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ADİL Adil olsaydı yaşamak Karanfiller hesap sorardı sümbüllere Balıklar dava açardı tersanelere Ve hâkim olurdu sazlıklar çiçeklere

Adil olsaydı yaşamak Uçmazdı uçurtmalar pazar akşamlarında Bahçıvanlar yarım türküleri söylemezdi, Topraktan ayrılmaya mahkûm kalanlara

SEMA KESER


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Me(vt)ftun Sakiya şarap başımı alır Benim kadeh aşım olur

Aslım Muhammed’e fasıl Gül-i gonca fenada canım

İş bu kalem yolu bulur İşte böyle semender...

Adım çıksın diye canana Adım atamaz adem cana

Keza dert ile şiir acı Eza veren yara ilacım

Gelip giden adımların sayısı Bitmez saymakla sıkışır kalp

Yaran ne bilsin yarayı Yarenim arak karpot

Kalbimi acıtan acı zar adı yar Adıvar adsız dilruba giriftar

Kara toprak çözer dili Çözüm ola bu metini

Gidip var meclise doldur eli Dili boşalt zulmet gelsin gemi

Duymuş kulaklar ulu Ulusun sen bırak onu

Kül bet olur kul bed bulur mavi Günbed ile kara ses kalenderi

Kulun halimi ne bilir Bilmez hali göremeyen

Kalem benim eşimdi eskiden Şimdi hançerim saplar kalbi

Kördüğüm içim dışım Gördüğüm masivadan

Paklar belki dili ancak dile düşer Düştü gönül düştü dil düştü aklar

Çıkmıyor yola mana Erlik urur süleymana

Ya Rab düşür canı cana küstüm Süleyman düştü geçti zamandan…

Erdi vahdet kesrete Deldi ok kalbi yardı

Süleyman ERKUT Yarım kaldı sevgi seli Sevdi aşık kırık kalbi Kırdı şişeyi zahit akif Zarif tarifeye dem arif Kelamın zulmü şiirlere Asuman ah vah gaflete Güfteye zulmet goftem Goft sen ne bilirsin dem Kahretti kalıpsız nazım Nasıl oldu işim su hasıl


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Hayat Devam Ediyor”: ROBERT FROST Tuğçe ERKOL Ateş ve Buz “Kimi ateştir diyor dünyanın sonu, Kimi buz. Tattığım kadarıyla istekleri Ateşi tutanlardan yanayım ben. Ama iki kez yok olacaksa dünya, Bilirim nefretin ne olduğunu. Buzla da yok olur bu dünya, Hem de nasıl yok olur, Diyecek kadar.”

Benim lisede olduğum yıllarda dünya edebiyatını, hatta sinema televizyon dünyasını derinden etkileyen bir akım ortaya çıkmıştı. Vampirler, kurt adamlar ve insanlar. Bunların başında da 1847-1912 yılları arasında yaşayan Dracula gibi bir efsaneyi yaratan Bram Stoker değil de Alacakaranlık Efsanesi serisinin yazarı Stephenie Meyer geliyordu. Dönemin modası üzerine alıp okuduğum serinin bana en büyük katkısıysa yer yer geçen edebiyat konusu üzerine yapılan konuşmalar ve kitapların başındaki alıntılardı. Alacakaranlık’ta Yaratılış’tan, Yeni Ay’da Romeo ve Juliet’ten, Şafak Vakti’nde Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndan ve Tutulma’da ise Robert Frost’tan alıntılar yapıyordu ki böylece Robert Frost hayatıma girdi.

Babasının ölümünün ardından ailesiyle Massachusetts’e taşındılar. Darthmouth Üniversitesi’nde okumuştur. Hayatı boyunca evin erkeği olarak birçok işte çalışmıştır. Geceleri fabrika işçiliği yapıp, sabahları gazete dağıttığı söylenir.

26 Mart 1874’te San Francisco’da doğmuştur. Annesinin kökeni İskoçya’dır. Babasıysa doğduğu toprakların yerlisidir. Annesi eşi hayattayken ev hanımıydı, babasıysa bir öğretmen olmasına rağmen aynı zamanda bir gazetede muhabirdi. Babası çocuklar çok küçükken hayata gözlerini yummuş Frost ise evde 2 kadınla kaldı ki bu durum onu daha ince ruhlu biri haline getirmiştir.

1912’de ailesiyle birlikte İngiltere’ye taşındılar. Ama burada çok uzun bir süre kalmayıp 40 yaşına geldiğinde memleketine geri döndü. İngiltere’de olduğu dönemde de bir yandan çalışıp bir yandan sanatıyla uğraştı. Zaten sanatını küçük yaşlardan beri hiç bırakmamıştır ki ölene dek de bırakmayacaktır. İngiltere dönüşünde bu defa kendisine yaşamak için bu defa New England’ı seçmiştir. Çocukluk ve gençlik

Babasının ölümü, taşınması, çalışmak zorunda olması derken aslında zorlu bir çocukluk geçirdiği söylenebilir. Onun çocukluğunu bilen insanlar bir takım olmayan sesler duyduğunu ve onlarla konuştuğunu söylerler. Frost ise sonraki yıllarda bunu “Tanrı’nın bir armağanı” olarak adlandırmıştır. Günümüz çevreleri onun bu durumunun aslında şizofreni ya da başka bir psikolojik rahatsızlık olabileceği kanısına vardılar, ama tabii ki kesin bir sonuç ortaya koyamadılar.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

yıllarının bir kısmını geçirdiği bu topraklara ünü, kendisinden önce gelmiştir. Çünkü New England ve o neredeyse bir bütündür. New England’ı anlamak ve yorumlamak; yaptığı yorumları da şiirlerine aktarmak konusunda oldukça başarılıdır. Frost’un, tam anlamıyla yöresel bir New England şairi olarak görülmesinin nedeni de budur. Bölgede karmaşık bir sosyal yaşam vardır. New England yani Yeni İngiltere, ABD’nin kuzey kısmında kalıp özellikle Britanya’dan göçen insanların yaşamayı tercih ettiği bir yerdir ki adını da buradan alır. Sürekli göç almasıysa onun kozmopolit ve karmaşık bir sosyal yaşama sahip olmasına neden olmuştur. Hem ABD’yi hem de İngiltere’yi biliyor oluşu, ayrıca annesinin aslen İskoç oluşu onun bu sosyal yaşamı oldukça iyi kavramasına neden olmuştur. Frost bu kavrayışı bir de felsefi temalarla birleştirerek şiirlerine yerleştirmiştir. Amerika’ya geri döndüğünde birçok üniversite, gazete ve yayıncı onun peşinde koşmuştur. Yazmış olduğu kitaplar arka arkaya basılmıştır. Üstelik kitaplarının hiçbiri tek baskıyla da sınırlı kalmamıştır. Ezra Pound, T. S. Eliot gibi isimlerin başlatıcısı olarak sayıldığı Amerikan Modernist Şiirinin asıl öncülerinden biriydi. Dönemdaşlarından farklı olarak ve modern şiirin içinde olmasına rağmen hece ölçüsünü ve redifi kullanmıştır, kafiyedense asla

vazgeçmemiştir. Nedeni bilinmez ama onun döneminde yaşayan hiçbir şair ve yazar tarafından, özellikle kendisiyle aynı akımda olanlar tarafından, sevilmemiştir. Muhtemelen modern şiirin içinde olmasına rağmen ölçüyü ve redifi kullanabiliyor oluşu edebiyat çevresinde bir çeşit çekilememe durumu yaratmıştı. Frost, gözlemden yola çıkarak yeni bir anlam yakalamaya çalışmıştır. Şiirinin ana kaynağı insanın hayatının ilk anından itibaren gözleme fırsatı bulduğu tabiat ve tabiatın içinde çırpınan insandır. Çünkü insan, tabiat olmadan yaşayamaz, o tabiatın tam ortasına bırakılmıştır. Ondaki bu tabiat tutkusu onu bol bol sarı ve sarının tonlarını kullanmaya itmiştir. Şiirlerini okuduğunuz zaman kırsal bir alanı, bol bol sarı tonlarını ve bunun içindeki insanı basit tarzda kurgulanmış bir hikayeyi okur gibi hissedersiniz. Frost’un tabiat tutumunun arkasında evrensele varmak vardı ki bunu da dünyanın aslında kötü bir yer olduğunu vurgulayarak yapmaya çalışmıştır. Çünkü dünya kötü bir yerdir, bu kötülüğün içinde insan bin bir mücadele içinde yaşamak zorundadır. Ancak sanayileşen ve oldukça hızla gelişen bir toplumda bunun olumsuz etkilerine karşı çıkmaya çalıştıysa da gelişimin önüne geçmek imkansızdır. Ölümüne yakın yazdığı şiirlerde eski pastoral havadan iyice uzaklaşır. Pastoral havanın içinde verdiği hayat mücadelesi mesajı ve dünyanın giderek kötüleşmesi de yoktur artık. Çünkü yaşı ilerlemiş ve yorulmuştur. Bu nedenle son şiirleri daha didaktik bir havada ortaya çıkmıştır. 1961’de J. F. Kennedy ABD başkanı olduğunda onun için “Dedication” adlı bir şiir yazmıştır. Bu şiiri başkanlık töreninde okuması için davet edilmiştir. Ancak kimse onun şiir okuyamayacağını göz önünde bulundurmamıştır. Çünkü Robert Frost’un gözleri o yıllarda iyiden iyiye bozulmuş, kör olmuştur. Yaşı da oldukça ileri olduğu için yeni yazdığı şiiri ezberleyememiş, bu yüzden de


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

unutmadığı, daha önceki yıllarda yazdığı ezberinde olan başka bir şiirini törende okumuştur. Hayatı boyunca birçok ödül aldı. Bunlardan bir tanesi edebiyat camiası için çok önemli olan Pulitzer Şiir Ödülü’ydü ve Frost bunu 4 defa almayı başarmıştı. 29 Ocak 1963’e gelindiğinde iyice yaşlanan şair, hayata gözlerini yummuştur. Günümüzde Frost etkisini giderek arttırıyor, değeri veriliyor. Birçok dile de çevrildi, darısı bizim başımıza. Öte yandan 2007 yapımlı, Tarantino filmi olan başrolünde Kurt Russel’in olduğu Death Proof (Ölüm Geçirmez)’ta şiirleri replik olarak kullanılmıştır. Sir

Arthur Conan Doyle tarafından yaratılan Sherlock Holmes karakterinin günümüze bir çeşit uyarlaması olan Elemantary adlı dizinin ise 1. sezon 20. bölümü şaire ait bir şiirle bitmiştir. Çok isterdim Robert Frost’la eserlerini okuyarak tanışmayı ama kısmet olmadı. Çünkü Robert Frost’un eserleri Türkçeye çevrilmedi. Tercümanlara sesleniyorum; lütfen elinizi çabuk tutun! Onun şiirleri bizim dilimize çok yakışacak. Bu çeviri gerçekleştiğinde bize benzeyen insanların tabiat içindeki mücadelesini görecekmişiz gibi hissediyorum. İngilizce olarak değil kendi dilimden okumak istiyorum Frost’un şiirlerini.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

MİSAFİR KÖŞESİ

Görünmez Oldum Ben Bugün öldüm ben Mutfakta iş yaparken annem, haberi olmadan Babam çalışırken Arkadaşlarım toplanıp bir yerlere giderken Sevdiklerimden habersiz... Bugün öldüm ben Şark ağlarken; Batı gülerken Onca ye'slerin arasında onca sürurların arasında ve daha pek çok mesele varken Ve şimdi bir başkası mezara gömülürken ve onlarca insan yaşarken Gidiyorken sessiz... Bugün öldüm ben Birileri bir şeyleri mahvederken ve birileri bir şeyleri onarırken Çiçekler açmak üzereyken tam da sevmeye başlarken her şeyi Ve unutmuşken "Herkes ölecek yaştadır." cümlesini Şimdi anlıyorum faniliğimi Şu an gözlerimi yumarken.

Büseyne


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Edip Cansever, ilk şiirlerini Garip akımının etkisinde yazmışsa da 1957 yılında yayımlanan “Yerçekimli Karanfil” adlı kitabıyla kendine özgü şiir Uğur KAYA dilini oluşturmuş ve İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden olmuştur. Edip Cansever deyince akla ilk

Edip Cansever’in Şiirlerinde Karanfil İmgesi

Uğur Kaya1

Karanfil, Türk şiirinin neredeyse her döneminde çeşitli türlerde ve şekillerde kullanılmıştır. Bir sevda mânisinde “Karanfil deste beni / Sen ettin hasta beni / Garip bülbüller gibi / Koydun kafeste beni” şeklinde kullanılmışken Yahyâ Bey’in bir gazelinde “Âhumun dûdı başumda tâze sünbüldür bana / Dâğum üzre dâğlar katmer karanfüldür bana” şeklinde, Ahmet Haşim’de ise “Yârin dudağından getirilmiş / Bir katre alevdir bu karanfil” biçiminde kullanılmıştır. Bu kullanımların örneklerini daha da çoğaltmak mümkündür. Karanfil bir imge olarak İkinci Yeni şiirinde de karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamıza konu edindiğimiz Edip Cansever’in şiirlerini incelediğimizde menekşe, kına çiçeği, gül, gelincik, erguvan, sümbül, leylak, ıtır, lâle gibi çiçeklerin de isminin geçmekte olduğunu fakat karanfil imgesinin çokça tekrarlandığını, sembolleştiğini görmekteyiz. Şairin özellikle İkinci Yeni ve olgunluk dönemi şiirlerinde rastlanan karanfil imgesi aşkı ve dostluğu simgeler.2

Yerçekimli Karanfil, Ben Ruhi Bey Nasılım, Mendilimde Kan Sesleri, Masa da Masaymış Ha…, Bir Çiçek Sergicisi Der Ki şiirleri gelmektedir. Bu şiirlerin her birisi ayrıca bir inceleme konusudur. Özellikle son dönemlerde popüler kültürün bir parçası hâline gelen İkinci Yeni şiirlerini ciddi çalışmalar ışığında tekrar okumak daha iyi olacaktır. “Yerçekimli Karanfil” şiiri karanfil imgesinin en yoğun işlendiği bir şiirdir. Oğuz Öcal hazırladığı doktora tezinde bu şiirle ilgili şu ifadelere yer verir: “Şiirin isminde yer alan ‘karanfil’, sevginin simgesidir. ‘Yerçekimli’ sıfatı ise onun ne’liğini, niteliğini bildirir; karanfilin, dolayısıyla sevginin somut olduğunu işaret eder.3” Şiirin karanfil imgesiyle ilgili bölümleri ise şu şekildedir: (…) Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi (…) Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

1

Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı A.B.D. Yüksek Lisans Öğrencisi 2 Oğuz Öcal, Edip Cansever’in Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırıkkale, 2009, s. 289.

3

Oğuz Öcal, s. 289.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele.4 Edip Cansever’in İkinci Yeni ve olgunluk dönemi şiirlerindeki karanfil imgesinin aşkı ve dostluğu simgelediğini ifade etmiştik. Bu şiirdeki karanfil imgesi de sevginin simgesidir. “Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte” mısrasında sevgiliye karanfilin verilmesi, daha sonra o karanfilin başkalarına verilmesi, elden ele dolaşması sevginin paylaşılmasını ifade eder. Sevgi, paylaşıldıkça çoğalır. Karanfilin de elden ele geçmesi, sevginin paylaşıldıkça çoğaldığının ifadesidir. Karanfil imgesinin yoğun bir şekilde işlendiği bir başka şiir de “Bir Çiçek Sergicisi Der Ki” şiiridir. Şiirde geçen “Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur”, “Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur”, “Bir gün de bir demet karanfilim yandı”, “Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım”, “Ruhi Beyle ben kocaman bir demet karanfil oluyoruz” mısraları5 bir çiçek sergicisinin ağzından verilmiştir. Bu şiirdeki çiçek sergicisi, Edip Cansever’in bir roman karakteri gibi tasavvur ettiği Ruhi Bey’dir ve bu karakter birden çok kimliğe sahiptir.6 Çiçek Sergicisi, 1943’te karısını kaybeder ve karanfil onun için çok önemli bir hâle gelir. Sergisinde her zaman yer ayırdığı, ölümünü bir karanfilin yana düşüşü gibi algıladığı kişi karısıdır.7 Çiçek sergicisi için karanfilin önemini anladığımız bölüm şu şekildedir: Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü Düşünce öldü Bir ölülük sindi ellerime Bir ölülük bana sindi Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım Kimseler bilmez Ben işte gizli gizli onu sularım Karanlık bir karanfilliği 4

Edip Cansever, Sonrası Kalır I, Yapı Kredi Yayınları, 7. Baskı: İstanbul, Şubat 2011, s. 103. 5 Edip Cansever, Sonrası Kalır II, Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı: İstanbul, Şubat 2011, s. 38-42. 6 Hayrettin Orhanoğlu, Sanat Eserinde İmgecilik ve Edip Cansever’in Şiirlerinde Gerçeküstü İmgeler, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2010, s. 145. 7 Kayhan Şahan, Edip Cansever’in Şiirinde Anlatı Ögeleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 110.

Yoklukta bir karanfilliği O gün bu gündür bütün çiçekler Karanfildir benim için.8 İkinci Yeni şiirindeki karanfil imgesi incelemeye çalıştığımız “Yerçekimli Karanfil” ve “Bir Çiçek Sergicisi Der Ki” şiirlerinden de anlaşılacağı üzere Türk şiirinin diğer dönemlerindeki kullanımlara göre daha farklıdır. Değişik renkleri olan karanfilin özellikle kırmızı renkte olanının Divan şiirinde şaraba, kana benzetilmesi, şeklinin kat kat oluşu ise sevgilinin saçlarına benzetilmesi İkinci Yeni şiirinde daha farklı karşılık bulmaktadır. Edip Cansever, İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi tümüyle anlamsızlığı savunmamıştır. Zaman zaman kapalı, anlaşılması güç, ama yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yönelmiştir. Çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini göz ardı etmemiştir.9 Bu anlamda Edip Cansever’in şiirlerinde karanfil imgesinin kullanımlarını incelerken her birisinin bir anlam ifade ettiğini düşünerek şiirlere bakmak gerekecektir. Şiirlerden örnekler vererek neler ifade ettiğini açıklamak daha geniş bir çalışma konusudur. Burada tespit edebildiğimiz bölümleri aktarmakla yetineceğiz. “Beş Yolcu” şiirinde: İkinci binen yolcunun, Eli karanfilliydi; Üçüncüsü efkârlıydı biraz.10 “-Kadınlar İçin Şiir-“ şiirinde: Şu kız baharı getirmiş, köşeye, Karanfil satıyor.11 “Aşkın Radyoaktivitesi” şiirinde: Durmadan aşklanıyorum ama hep böyle Karanfiller gibi taze omzum, dizlerim, ayaklarım12 “Çember” şiirinde: Ve soralım niye elleri renginde Kalbleri renginde niye Bu karanfil13 8

Edip Cansever, Sonrası Kalır II, s. 39. Hayrettin Orhanoğlu, s. 102. 10 Edip Cansever, Sonrası Kalır I, s. 32. 11 Edip Cansever, Sonrası Kalır I, s. 42. 12 Edip Cansever, age., s. 97. 13 Edip Cansever, age., s. 147. 9


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Yaz Mutluluğu” şiirinde: Sen bir karanfilsin, delisin İçlisin de, bükersin hemen boynunu Mendilimin içindeki kirazdır Mendilin içi kiraz Bilmem ki, ne desem, yaz mutluluğu.14 “İlkyaz Şikâyetçileri VI- Anlamıyorum” şiirinde: Bir gündüzün ortasında bir güpegündüz Öptükçe öpüyor bir yavru serçe Sapıyla birlikte bir karanfili Ama anlamıyorum, hiç anlamıyorum.15 “İlkyaz Şikâyetçileri X- Caz Mevsimiydi” şiirinde: Ve çiçekler, göze batanları en çok Örneğin kuzgunkılıçları ve güller Pek az da karanfiller Birbirini karşılıklı süslendirdi Olacak şey miydi ki, ama olurdu16 “Görülmeyi Gördük” şiirinde: Bir karanfil sızıntısı göğsümüzde Pembe asfalt, tuz yatakları Bir derinlik göğe doğru denizde.17

KAYNAKÇA

“Ses Duvarı” şiirinde:

CANSEVER, Edip, Sonrası Kalır I, Yapı Kredi Yayınları, 7. Baskı: İstanbul, Şubat 2011.

Bu karanfil bu ne yoğun karanfil böyle Bu zulüm bu işkence Bu ne ölmezlik insandaki18

CANSEVER, Edip, Sonrası Kalır II, Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı: İstanbul, Şubat 2011. ORHANOĞLU, Hayrettin, Sanat Eserinde İmgecilik ve Edip Cansever’in Şiirlerinde Gerçeküstü İmgeler, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2010. ÖCAL, Oğuz, Edip Cansever’in Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırıkkale, 2009. ŞAHAN, Kayhan, Edip Cansever’in Şiirinde Anlatı Ögeleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007.

14

Edip Cansever, age., s. 639. Edip Cansever, Sonrası Kalır II, s. 361. 16 Edip Cansever, age., s. 370. 17 Edip Cansever, age., s. 388. 18 Edip Cansever, age., s. 590. 15


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İstiklal Marşı Üzerine Yazılar-I: Niçin Yazıyorum Mehmet Altınova Dergide yayımlanan bir yazıma İsmet Özel’in şu sözleriyle başlamıştım.“Merhaba. Söze nereden başlamalı? Düşüncelerden mi, olaylardan mı, kişilerden mi? Yani, anlatacak şeylerimizi, düşünceleri mihver sayarak mı anlatmalı? Yoksa anlatacak şeylerimizin hangi vak’alardan teşekkül ettiğini mi öne çıkarmalı, yoksa bu anlatacak şeylerimizin kimlerle alakalı olduğunu mu belirtmeli, vurgulamalı? Bu sıralama önemli, çünkü tersinden başlayacak olursak anlatmaya o zaman ister istemez çok dar bir sahayı görerek,dar bir sahayı dar bir bakış açısından görerek işleri sergilememiz ya da dile getirmemiz söz konusudur.” 1 Türkiye’nin dünya üzerinde ne denli önemli olduğunun hesaplanmaya çalışıldığı günlerde böyle bir yazı dizisi ele almak sadece bir tevafuk sayılabilir. Bu yazıyı İstiklal Marşının, Türkiye Cumhuriyeti devletinde 12 Mart 1921 tarihinde kabul edildiğinden dolayı da kaleme aldığım veya anayasa değişikliğinin konuşulduğu bir dönemde de yazmam 1924 Anayasasının İstiklal Marşından doğması olduğu da söylenemez. Bu yazıyı yazmamın temel nedeni uzun süreden beri özellikle Türkiye’de yaşayan birtakım zevatların İstiklal Marşı üzerinden prim yapmaya çalışmasındandır. George Orwell’in “Neden Yazıyorum.” adında bir kitabı bulunmaktadır. Burada Orwell, yazma işini neden yaptığını anlatmaktır. Orwell, yazarlığı seçmesindeki temel nedeni özellikle ülkesinde bizzat tanık olduğu II. Dünya Savaşı’na bağlamaktadır. Kitapta geçen bir cümle şu şekildedir; “Ben yazarken, son derece medeni insanlar, başımızın üstünde uçup beni öldürmeye çalışıyor.” Gerçekten de dünyada yaşanan olaylara bakarsak eğitimli ve bir o kadar sözde medeniyyet dediğimiz canavarlar, barış getireceğiz diye merkantalizm anlayışıyla her yeri bombalamakta ve ölüm saçmaktadırlar. Bir akademisyenin “Türkiye’nin kendine gelmesi için daha çok eğitimsiz kişiye ihtiyaç vardır.” sözü de bu anlatılanlara delil oluşturur. Neden yazıyorum sorusu mühim bir sorudur. Bu cümleyi mühim yapan şey, yazarın yazıyı yazmadan önce konu ile alakalı bir şeyler düşündüğünü, amaçlı ve bilinçli yazdığını gösterir. Bu yazıyı yazmamdaki temel gaye, birtakım dergilerin “İstiklal Marşı”ndan nemalanarak prim yapmaya çalışması, akademik camianın İstiklal Marşını yanlış yorumlaması, İstiklal Marşının hangi şartlar altında yazıldığının unutulması, bu marşın diğer marşlar arasındaki yerini açıklamakla birlikte marşın güftesinin yanlış yorumlanması önceki marşlarımızın bilinmemesi, bu marşın önceki bestesinin ve kullanımda olan bestedeki hatanın yeterince bilinmemesi, İstiklal Marşını korumak için yapılan çalışmaların neler olduğunun bilinmemesinin yanında bazı dergilerin İstiklal Marşı ile dalga geçişi ve “İstiklal Marşı sizi de rahatsız etmiyor mu?” gibi ucuz, tarihi bilmeyen zevatlara cevap vermek amacıyla kaleme alınmıştır. Bu yazı dizisi “İstiklal Marşı”mızın “İstiklal na’şı”mız olmaması nedeniyle kaleme alınmıştır. İstiklal Marşımızın kabul edilmesinin 96. senesini kutluyorum. Akif merhumun ifadesiyle “Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” temennisini yineliyorum. Bir dahaki sayıda “İstiklal Marşı”ndan önce nasıl bir ortam vardı onu açıklamaya gayret edeceğim. Zira, bir marşın hazırlayıcısı olan şey yazılmadan önceki siyasal durumdur. Fransızların 1792’de kabul edilen milli La Marseillaise’e bakıldığında 1789 Fransız İhtilalinin bütün hatlarını görmek mümkündür. Bu sebeple Fransız İhtilali, La Marseillaise’siz açıklanamayacağı gibi İstiklal Marşı da öncesinde yaşanan olayları değerlendirmeden açıklanamaz. 1

İsmet Özel, “Yük- I”, Çelimli Çalım Mecmuası Sayı:1, Ramazan 1435

Devamı gelecek sayıda…


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

GENÇLERE SORDUK: “Meşihat”,“Kaşgar” Kübra TARAKÇI Merhaba Sevgili okuyucu... Bendeniz uzun zamandır “köşe”siz olan Kübra Tarakçı. Böyle bir giriş yaptım çünkü gerçekten köşesiz kaldım. Bildiğiniz gibi dergimizin ilk sayılarında edebiyat ile ilgili terimlerle hazırladığım soru-cevap şeklinde eğlenceli bir köşeyle karşınızdaydım. Bu köşede her yaştan her meslek grubundan kişiye çeşitli sorular sorarak biraz saha araştırması yaptım siz sevgili okurlarımızla birlikte. Daha sonra da Erasmus kapsamında gittiğim ülkeleri tanıttım size. (Keşke hiç bitmeseydi) Türkiye'ye döndükten sonra da kütüphane serisi ile yazmaya devam ettim ve kalemim tükenmeye başladı. Aklımda bir soru; "Ben farklı ne yazabilirdim?" Bu konuda sevgili müdürümüz aynı zamanda sevgili arkadaşım Ayşe Bengisu'nun başını az ağrıtmadım. Lakin yine de bulamadık ve tilki misali soru cevap köşesine geri döndüm. Bu ay KPSS döneminde olduğumdan mıdır nedir bilmemekle birlikte aklıma "Meşihat" kelimesi geldi. Bir de ayın konusu ile ilgili olduğundan ötürü "Kaşgar" Okurlarımıza sorduk: Bu iki kelime sizin için ne anlama geliyor, neler çağrıştırıyor?

Öncelikle bu iki kavramın ne olduğundan bahsedeyim. Arapça kökenli bir kelime olan Meşihat Osmanlı Devleti'nde şeyhülislamlık1 makamına verilen addır ve şeyh kökünden gelmektedir. Bab-ı Meşihat olarak da adlandırılan Şeyhülislam'ın vazife gördüğü bu yere, fetvaların burada verilmesinden dolayı Bab-ı Fetva da denirdi. Yani Şeyhülislamlık kapısı olarak da adlandırılmıştır. Bugün İstanbul Müftülüğü’nde Meşihat Arşivi ve Meşihat Kütüphanesi bulunmaktadır. Kaşgar ise kelime kökeni olarak "hanın oturduğu şehir" demektir. Divânu Lügati't-Türk'te, Kaşgar “Doğu Türk ilinde tanınmış şehir adı." olarak tanımlanır. Kaşgar bugün Doğu Türkistan'da Sincan Uygur Özerk

1

Sözlükte “yaşlı kimse, reis, bilge” anlamlarındaki şeyh ile İslâm kelimesinden oluşan şeyhü’l-İslâm tabiri, İslâm dünyasında önde gelen ulemâ ve sûfîlere verilen bir şeref unvanı olarak X. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, daha sonra “âlimlerin en kıdemlisi, reisi” mânasını kazanarak bir unvan halinde kullanılmıştır.


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir vaha şehri. Yusuf Has Hacib ünlü eseri Kutadgu Bilig'i bu şehirde yazdı. Divan-ı Lügati't-Türk'ün yazarı Mahmud da Kaşgar'da doğdu. Şehi rMelikşah zamanında Büyük Selçuklu idaresine girdi. Büyük Selçuklulardan sonra yüzyıllar boyu coğrafyanın kaderinde önemli yer oynadı. Gelelim “Meşihat” ve “Kaşgar” deyince aklınıza ne geliyor sorularının cevaplarına…

Mustafa Ö: Meşihat denince Şeriat, diğerinde de Kaşgarlı Mahmut . Pakize K: Kaşgarlı Mahmut geldi. Rümeysa T: İlki için din, diğeri de Divan-ı Lügatit Türk’ü hatırlattı. Funda Ç: Osmanlı sarayında bir rütbe ya da yönetim biçimi gibi Meşihat, Kaşgar Karadeniz'de bir köy. Ravza T: Meşihat… Marmalat gibi?, Kaşgar; Kaşgarlı Mahmut. Ayşegül T: Meşihat cemiyet, toplantı anlamlarında olabilir, Kaşgar da Karahanlılar dönemini, tarihi ve edebiyatı çağrıştırıyor. Osman Burak K: Meşihat? …. , Kaşgar da Kaşgarlı Mahmut’u hatırlatıyor. Melda T: Meşihatı bilmiyorum, Kaşgar tabii ki, Kaşgarlı Mahmut. Özlem K: Meşihat bir öğreti kural gibi, Kaşgar da bir şehir. Naciye E: Meclis gibi dini bir meclis olabilir; Kaşgar’ın hatırlattığı Kaşgarlı Mahmut. Asena Aytuğ S: Meşihat’ı tahmin edemiyorum, Kaşgar bir yer adı. Melek Y: Meşihat denilince aklıma bir şey gelmedi ne demek bilemiyorum. Din ile ilgili bir şey gibi geldi bir yandan da. Kaşgar denilince de Kaşgarlı Mahmut geldi aklıma. Necip K: Nasihatı andırıyor meşihat. Kaşgar denilince aklıma Kaşgarlı Mahmut geliyor. Cansu Ş: Meşihat ne demek, meşihatı hiç duymadım. Kaşgar ise Türk kültür coğrafyasından. Nuray A: Meşihat ne demek bilmiyorum. Kaşgar; Kaşgarlı Mahmut'u anımsatıyor. Özgür T: Meşihat çağrışım yapmadı hiç. Kaşgar da bir şehir.

Yunus Y: Meşihat hiçbir şey hatırlatmadı. Kaşgar denince de Kaşgarlı Mahmut geliyor aklıma. Hale K: Meşihat hiç çağrışım yapmadı. Kaşgarlı Mahmut geliyor aklıma Kaşgar denilice. Yeliz K: Meşihat dini işlerle ilgili bir şey. Kaşgar da tarih ile ilgili bir şey. Selin S: İkisi de tarih ile ilgili bir şey ama çağrışım yapmadı pek. Hatun : Meşihat denince şeyhler geliyor aklıma. Kaşgar dendiğinde de Kaşgarlı Mahmut, eski Türk göçebe kültürü, Aprinçor Tigin :D


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

SABAHA NOTLAR I 1. Sırtımda yanık yarası Topuğumda bir sancı Seke seke yürüyorum sabaha Kalbim delinmiş azalıyorsun. En derinimde bir boşluk Varla yok arasında çırpınan. 2. Her sabah sırtıma aldığım ceketle Karışıyorum aralarına insanların Cebimde kırık kafiyeler Ellerimi nereye koysam üşüyorlar. Mutluluk bu topraklarda az bulunan bir şey Dikkatli tüketmek gerek. 3. İçim de susturamadığım bir ses Çığlıklarıyla bağrımı deliyor Bir çay söylüyorum sabaha Sakinleşir gibi İçimde bir güneşin doğum sancısı Yaşamak bu Biraz baş ağrısı Biraz eklem ve kalp ağrısı Geçip gidiyor işte. 4. Sonsuz mavinin karanlığına gizlenmiştim İnsanlar çıkardı beni Aralarına karıştım Sonsuzluğa kimsesiz sözcükler bıraktım. Her sabah çarıklı yürüyüşüm Ekmek parası ve sevda uğruna.

Gökhan Kaymaz


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Şehr-i Bursa Bir şehir ki hakikat alası Derya içre derin manası Evliya enbiya şehr-i bursa Gönül hep bu demde kalsa Hakikatleri tarihe tanık şehrim Dervişleri ulu can sultan şehir Bir ulu camidir ki yoktur alası Erenlerin geçip konduğu libası Bir somuncu eren baba var ki pir Bursam şahit ab-ı dem de akar şiir Ben anlatayım az biraz dolsun içim İçinde ulular yatan hal ehli can şehrim Yaklaşık yirmi yıldır bak hep seninleyim Erzurum’dan sonraki ikinci yurdum benim Sen ki yakınsın bana hep manevi şehir Her köşen pir kokar hu desin hepsi mirim Bu denli sevmemiş hiç bir şair seni bil Seni dile dökmek bu yaşımda yeterli değil Yaşım başını alırsa otuzlarda yazarım seni Tekrar dile gelirsin o demden bu deme geri Şimdi henüz yirmi dördüz daha dem almadan Seni hissettik ancak tam da tanımadan Çünkü daha çırağız bu yaşta değil akıl Yaşlı başta gelecek akıl başa şiir takıldı Sözüm ona manevi başkent Bursa selam Kalem aksın Orhan’ım Osman’ım atalarım Siz kazandınız biz canla başla koruyacağız Derinlere inmeyelim daha sonra başlayacağız...

Süleyman ERKUT


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KISACA OSCAR: LA LA MOONLİGHT Sultan DEMİR

Şubat ayının son günlerinde, daha günlerce konuşulacak ve yapılan hatayla tarihe geçen Oscar ödülleri sahiplerini -küçük(!) yanlışlıklarla da olsa- buldu. 89. Oscar Ödül Töreni Jimmy Kimmel’ın sunumuyla gerçekleştirildi. Törene, vizyona girdiği günden itibaren adından sık sık söz ettiren La La Land ( Aşıklar Şehri) damgasını vurdu. Film 14 adaylık ile Titanik ve All About Eve (Perde Açılıyor) filmleriyle birlikte Akademi tarihinin en fazla adaylık elde eden üç filminden biri oldu. 74. Altın Küre Ödülleri'nde 7 adaylık elde etti ve hepsini kazandı. Böylece Altın Küre tarihinde en fazla ödül kazanan film oldu. Ayrıca 70. BAFTA Ödülleri'nde 11 adaylık elde ederek törende en fazla adaylık elde eden film oldu. Dolayısıyla Oscar töreninden de kaç ödülle ayrılacağı merakla bekleniyordu. En İyi Yönetmen ödülünün sahibi La La Land filminin yönetmeni Damien Chazelle oldu. Artık Chazelle, ödülü alan en genç yönetmen unvanına da elinde bulunduruyor. En İyi Kadın Oyuncu ödülünü Emma Stone( La La Land) alırken, Ryan Gosling törenden eli boş döndü. En İyi Özgün Müzik, En iyi Özgün Şarkı, En İyi Yapım Tasarımı ve En İyi Sinematografi ödülleri de La La Land filmine verildi. Film, törenden neredeyse yedi ödülle ayrılacakken, filmin yapımcılarından Jordan Horowitz elindeki heykelciği Moonligt ( Ay Işığı ) filminin yapımcısına devretmek zorunda kaldı. En iyi Film zarfı karıştığı için sahnede de ortalık bir anda karıştı. Ödülü vermek için sahneye çıkan Warren Beatty ve Faye Dunaway arasında bir anlaşmazlık oldu. Beatty zarfı açtığında birkaç saniye duraksadı. Bunun üzerine Dunaway zarfı alarak hızlı bir şekilde La La Land anonsunu yapınca film ekibi sahneye çıktı. Ödüller verildi, yapımcılar konuşmalarını yapmaya başladı. Arka tarafta ise bir karışıklığın olduğu belliydi. Sahneye, yönetim ekibinden gelenler zarfların karıştığını söylediler. Jordan Horowitz doğru zarfı göstererek Moonligt filminin ekibini sahneye çağırdı. Beatty’ e verilen zarf En İyi Kadın Oyuncu kazananının zarfı idi. Beatty , ‘’La La


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Land- Emma Stone’’ yazılı kâğıdı görünce duraksamıştı. Dunaway ise kağıdın başında La La Land yazısını görünce anonsunu yaptı ve o tarihi karışıklığa imza atmış oldu. Bu karışıklık için Oscar Töreni denetçisi PricewaterhouseCoopers şirketi iki filmden ve sunuculardan yazılı ve sözlü olarak özür diledi. Böylece La La Land törenden altı ödülle ayrıldı. Törende yaşanan bir diğer olay ise Satıcı filmi ile Yabancı Dilde En İyi Film ödülünü kazanan Asghar Farhadi’nin törene katılmaması oldu. Farhadi 2011 yılında da ‘’Bir Ayrılık’’ filmi ile bu ödülü almıştı. Bu sene ise ABD Başkanı Donald Trump’ın göçmenlerin ülkeye girişine sınırlandırma getiren kararnameyi imzalaması üzerine Farhadi, törene katılmayıp vize sınırlamasını boykot edeceğini açıklamıştı. En İyi Erkek Oyuncu ödülünü Casey Aflleck ( Manchester By The Sea) , En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü Viola Davis ( Fences) , En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü ise Mahershala Ali ( Moonlight) kazandı. Ali bu ödülü alarak Oscar kazanan İlk Müslüman oyuncu oldu. 89. Akademi Ödül Töreni yaşanan olaylar ile en çok konuşulacak tören olmayı başardı diyebiliriz. Törenin diğer kazananları ise şu şekilde: En İyi Özgün Senaryo - Manchester by the Sea En İyi Uyarlama Senaryo - Moonlight En İyi Kısa Film – Sing En İyi Animasyon Film - Zootopia En İyi Kısa Animasyon - Piper En İyi Kurgu - Hacksaw Ridge En İyi Görsel Efekt - The Jungle Book En İyi Saç Makyaj - Suicide Squad En İyi Kostüm Tasarımı - Fantastic Beasts and Where to Find Them En İyi Belgesel Film - O.J. : Made in America En İyi Ses Kurgusu - Arrival En İyi Ses Miksajı - Hacksaw Ridge


Mart-Nisant’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARKA KAPAK Işık Selin Orhuntaş

KADIN DÜŞMANI SÖZLÜK / AGNES MİCHAUX Bu sözlük , kadınlara karşı sebepsiz ve önyargılı nefretin tarihçesini oluşturuyor. Çeşitli yazarların kalemlerinden derlenmiş maddeler ve cümlelerle söz konusu nefrete farklı bir bakış açısı getiriyor çünkü alıntıların sahipleri sıradan insanlar değil… Yazar sözlüğün amacını şöyle açıklıyor : "bu kitapla ben, ezelden beri hakkımızda yumurtladıkları eşekçe saçmalıkları burunlarının dibine sokarak kendi tarzımda onlara nanik yapıyorum (ya da sen öylesini tercih edersen malum bir el hareketi yaptığımı da söyleyebiliriz). bu kitabı erkeklere ithaf ediyorum, çünkü onlara çok benziyor: bazen gülünç, sebepsiz yere saldırgan ama çoğu kez komik ve her zaman gerçeğe de o kadar aykırı değil, ne dersin?"

İPEKLİ MENDİL ÖYKÜ SÖZLÜĞÜ / EDİTÖR: YEKTA KOPAN Alanında ilk olan bir sözlük daha. ‘Öykümüzde nesneler , karakterler, mekanlar ve daha fazlası’ bir sözlükte toplanmış. Tanzimat yazınından bugüne kadar Türk öyküsünün gelişimini gösteren bu kitapta yaklaşık 300 farklı öykücüden örnekler bulunuyor. Usta öykücülerin yanı sıra içinde bulunan birçok madde ile keşfedilmemiş yeni öykücülerin müjdelerini de veriyor. Toplam 301 maddeli sözlüğün arkasında derlenen öyküler, yazarları ve maddelerin listesi yer alıyor.

KABUĞUNU KIRAN HİKAYE: TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜNDE 1950 KUŞAĞI / JALE ÖZATA DİRLİKYAPAN Türk öykücülüğünün kırılma noktası diyebileceğimiz 1950 kuşağı , bu kitapta birinci kaynaklarıyla inceleniyor. Onat Kutlar , Feyyaz Kayacan , Vüs’at O. Bener , Sait Faik ‘ in ve çağdaşlarının metinleri içerik ve biçim odakları mercek altına alınıyor. Önce 1950’li yılların siyasi , sosyal ve kültürel gelişmelerine değinilmiş ardından edebiyatta yaşanan gelişmelere yer verilmiş. Dirlikyapan’ın doktora tezinin genişletilmiş hali olan bu çalışma 2011 yılında Memet Fuat Eleştiri Ödülü’ ne layık görülmüştür. Öykü üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmalar arasında bugün Metis Yayınları etiketiyle yerini alıyor.


Mart-Nisant’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARKA KAPAK Ayşe Bengisu Akdağ

ÖYKÜ YAZMA TEKNİKLERİ / HAZIRLAYAN: SALİH BOLAT Salih Bolat yerli ve yabancı pek çok yazarın denemelerinden oluşan Öykü Yazma Teknikleri kitabında hikayenin geçmişinden başlıyor bugününe, amacına, içeriğine uzanıyor. Kitapta anlatılanları somutlaştıran örnek öyküler de yer alıyor. “Niçin yazıyoruz?” sorusundan başlayıp yaratıcı düşünmeye, olay sahne tasarımına, karakter oluşturmaya ve onları gerçekten yaşamaya dair pek çok bilgi barındırıyor eser. Salih Bolat için dört ölçüt var bir hikayede: “ Yazar ne anlatmaya çalışıyor?”, “Bunu nasıl anlatıyor?”, “Bunu ne kadar iyi anlatıyor?”, “Bu anlatmaya değer mi?” Sadece öykü yazma amacıyla değil öyküleri doğru okuma amacıyla da okurların alıp okuması incelemesi gereken bir kitap Öykü Yazma Teknikleri. Ve tabii ki yazma isteği olanlar için en büyük hata "esinlenmeyi beklemek"... Ne olursa olsun, nerede olursa olsun yazın. " Çünkü mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor."

İBRAHİM EFENDİ KONAĞI / SAMİHA AYVERDİ Osmanlı Devletinin son dönemlerini, Abdülhamit devrini, İttihat Terakki'yi anlatan romanlara karşı büyük bir ilgim ve sevgim var. Birbirinden çok farklı yazarlardan aynı dönemleri okumak ise insana çok farklı bakış açıları kazandırıyor. Ama Samiha Ayverdi'nin "İbrahim Efendi Konağı" sadece bir siyasal dönemin yansıması değil, bir maneviyatın da romanı. Ailenin, ahlakın, kültürün, geleneğin, bizi biz yapan değerlerin romanı... Kitap her ne kadar trajik bitse de dedelerimizin "Nerede o eski Ramazanlar..." dediği Ramazanların romanı bu kitap.

TÜRK MİLLETİNİN MANEVİ DEĞERLERİ / ÂMİRAN KURTKAN BİLGİSEVEN Kitapları, yardımcı olacak bir kaynak ile okumayı sevenlerdenseniz İbrahim Efendi Konağı’nın yanında Âmiran Kurtkan Bilgiseven Hocanın küçük ama değerli kitabı "Türk Milletinin Manevi Değerleri"ni öneririm. Millet, manevi değer, madde ve maneviyat kavramlarını etkili bir şekilde izah ediyor yazar. Kitabın son maddesi ise hayli ilgi çekici: a. İlme saygı - a.1. Manevi değerlerimizin gerektiği gibi doğru ve tarafsız yorumlandığı devrede ilim düzeyimizin yüksekliğini doğuran sebepler"


Mart-Nisan’17

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Kişi Ki Sözüñ-ile Bir Nefes Mücâlis Ola Kişi ki sözüñ-ile bir nefes mücâlis ola Nice ki ney nefesi revnâk-ı mecâlis ola Ne cemde ki yüzüñ şemi ola tûtî-yi cân Oda yahılmaga pervâne-veş mühevvis ola Ne nakşdur bu kaşuñ kim anı gören eydür Zi tak kim aña kudret eli mühendis ola Gözine ay-ıla güni getürmeye hergiz Kişi ki aña yüzüñüñ hayâli mûnis ola Ne ayb olur-ısa cânum ayaguña nisar Elinde varını virür kişi ki müflis ola Ne nüshadur yañaguñ kim anı mutâlia iden Dekayıkında nazar ilminüñ müderris ola Latîfdur mey ü ney hase anuñ elinden kim Yüzi gül ola vü gözleri tâze nergis ola Baña diyen kişi kim ışk u bâœeyi terk it Kim ola ol kişi kim sûfû-yi müvesvis ola Ne fâris ola belâgatda k’Ahmedî’ye ire Tozına irmez anuñ ger Ebû’l-Fevâris ola

Ahmedi


Fotoğraf

Aybige Akdağ


“Yolunuz açık, ilham melekleriniz hep omzunuzda, cesaretiniz yüreğinizde daim olsun. Hepiniz sevgiyle, aydınlıklarda kalınız. Kaleminiz ışık yaysın...” Nermin Bezmen “Okumanın sorumluluğunu, saygınlığını duyarak, elimiz yüzümüz kitaplarla donanmış olarak yeryüzünde dolaşmayı hak etmeliyiz. İncir Çekirdeği’ne bu yolda başarı dileklerimle sevgi ve selamlar...” Sevinç Çokum “Şiir, her anınızı kendisine vermenizi isteyen kıskanç bir sanattır; iyi bir şair olmak için şiirden başka bir şey düşünmeyecek, şairce yaşamayı göze alacaksınız.” Beşir Ayvazoğlu

“Üniversitelerin Çocuk Edebiyatı kürsüleri açması, geçmişte en büyük düşümdü. Gerçekleşti. Sizlere öğüt vermeyi doğru bulmuyorum sevgili öğrenciler, “Ödünç akıl cepten düşer” atasözünü pek severim. Sizler 21. yüzyıl ve bilgi çağı gençleri olarak lütfen, Çocuk Edebiyatı konusunda kendi önerilerinizi, projelerinizi yaratıp ortaya atın.” Gülten Dayıoğlu

“Sizlere söylemek istediğim son söz, Eski Grek Edebiyatı’ndan iki dize : ‘Bir taşı delen bir suyun gücü değil Damlaların sürekliliğidir.’ Gençler her zaman yeniyi, en güzeli, doğruyu bize getirecektir.” Sunay Akın

“Öncelikle bu mesleği seçmiş olmanızdan dolayı sizleri kutluyorum. Dünyanın en güzel, en özgür mesleği edebiyat öğretmenliğidir. Yaptığınız dergi işinden dolayı da sizleri kutluyorum ve kolaylıklar diliyorum. Sağlık ve başarı dileklerimle...” Osman Çeviksoy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.