Kimya Dergisi
İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:7 SAYI:69 NİSAN 2019
HAFIZALI POLİMERLER
EKİBİMİZ YAVUZ SELİM KART PELİN TANTOĞLU HATİLE MOUMİNTSA ÖZGENUR GERİDÖNMEZ MERVE ÇÖPLÜ HACER DEMİR NURSELİ GÖRENER RABİYE BAŞTÜRK ELİF AYTAN ÖMER AKSU SİMGE KOSTİK PETEK AKSUNGUR RABİA ÖNEN İPEK AKHTAR MELİKE OYA KADER DİCLE OĞUZ MUAZ TOĞUŞLU EDA AKIN ELİF BERFİN KAVAK HİLAL KÖK DİLARA KÜÇÜKAY MUSTAFA BURAK DOĞANAY TOLGAHAN ÖZER NURAN ÇALIMLI ELİF YAĞMUR TAŞ SİMAY BAYRAKTAR TUĞÇE ÇINAR EZGİ YILMAZER MELİKE YILDIRIM TUĞBA YAZICI DENİS KAPICI SEDA ZEYNEP KELEŞ İBRAHİM MAMUDO NUREVŞAN GÜNDOĞDU NESRİN AVCIOĞLU ALEYNA GÜMÜŞSOY
DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar. İNOVATİF KİMYA DERGİSİ
REKLAM VERMEK İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.
http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/
REKLAM İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com
BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE REKLAM VERİN
BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN
DOKU MÜHENDİSLİĞİ
6
GÖRÜNTÜLENEBİLİR SARGI BEZİYLE TÜBİTAK YARIŞMASINDA FİNALE KALDILAR
9
BİR FİNCAN KAHVE BİR DOZ KİMYA
11
TÜRK BİLİM İNSANLARI, CİLT YAŞLANMASINI ENGELLEYİCİ ETKEN MADDE ÜRETTİ
15
BİYOMEDİKAL ALANDA ÇIĞIR AÇAN BİR BULUŞ: YENİ ŞEKİL HAFIZALI POLİMERLER
17
TÜRKİYE’DE ZEYTİN ÇEKİRDEĞİNDEN BİYOPLASTİK ÜRETİLİYOR
20
JEOTERMAL KAYNAKLARDAN ÇIKAN HAZİNE
21
BİTKİ ÖZLERİNDEN KİMYASAL MADDE İÇERMEYEN TEMİZLİK JELİ ÜRETTİ
23
PESTİSİDLER NEDİR?
25
ANTİBAKTERİYEL LİF YERLİ ÜRETİMDE: TEK KULLANIMLIK HASTANE MALZEMELERİ YAPILACAK
28
HİDROJEN SÜLFÜR İLE YAŞAM MÜMKÜN MÜDÜR?
29
MIT, MİDEYE İNSÜLİN ENJEKTE EDEN AKILLI HAP GELİŞTİRDİ
31
DOKU MÜHENDİSLİĞİ
Doku Mühendisliği
Günümüzde dünya çapında en önemli sağlık sorunlarından biri, doku ve organ nakillerinde yeterli miktarda verici bulunamamasıdır. Bu durum göz önüne alındığında nakledilmeye uygun sağlıklı doku ve organların laboratuvar ortamında üretilmesini amaçlayan doku mühendisliğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Doku mühendisliği, hasarlı doku ve organların onarımı için hücre, mühendislik malzemeleri ve uygun biyokimyasal faktörlerin birlikte bir kombi-
nasyonu olarak tanımlanabilir. Doku mühendisliğinin ilk tanımı, Dr. Langer ve Vacanti tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: ‘’Doku fonksiyonunu veya tüm organı geri kazandıran, koruyan, geliştiren ve mühendislik ile yaşam ilkelerini bir arada uygulayan disiplinlerarası bir alandır.’’
Doku Mühendisliği ve Rejeneratif Tıp Doku mühendisliğinin amacı, hasarlı dokuları veya organları geri kazandıran, koruyan veya iyileştiren fonksiyonel yapıları bir araya getirmektir. FDA (U.S. Food and Drug Administration) tarafından onaylanmış yapay cilt, damar ve kıkırdak doku mühendisliğinin ürünlerindendir. Rejeneratif tıp, moleküler biyoloji, genetik, immünoloji ve biyokimya gibi çeşitli bilimsel disiplinleri kapsar. Rejeneratif tıp, doku mühendisliğini içeren geniş bir alandır fakat aynı zamanda vücudun kendi
kendini iyileştirmesi üzerine araştırmalar da içerir. Rejeneratif tıpta beden kendi hücrelerini kullanır, bazen hücre yaratmada, doku ve organları yeniden inşa etmede yabancı biyolojik materyallerin yardımı ile çalışır. “Doku mühendisliği” ve “rejeneratif tıp” terimleri kronik hastalıklara yönelik tedavilere odaklandığından büyük ölçüde birbirlerinin yerini alan kavramlardır.
6
Doku Mühendisliğinde Organ Üretimi Gelişen teknoloji sayesinde yapay doku ve organ üretimi için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerin en başında da yapı iskeleleri gelmektedir. Doku iskelesi, hücrelerin üzerinde büyüyebileceği ve doku özelliklerini kazanabileceği yapılar olarak tasarlanmakta ve genellikle biyobozunur ve biyouyumlu, doğal ya da sentetik polimerik biyomalzemeler kullanılarak üretilmektedir. Yapı iskeleleri üretilirken, iskelelerin kullanılacağı yere uygun olarak malzeme seçilir. Polimer esaslı biyomalzemeler, kolay üretile-
bilmesi, üretim çeşitlerinin çokluğu, malzemenin kolay şekil alabilmesi gibi özelliklerinden dolayı doku mühendisliği alanında oldukça fazla tercih edilmektedir. Kitosan, doku mühendisliğinde yaygın olarak kullanılan polimerlerdendir. Kitosanın bu kadar yaygın kullanılmasının sebebi; biyouyumlu, biyobozunur, toksik olmayan, antitümör, antimikrobiyal ve yara iyileşitirici olmasıdır. Polilaktik asit (PLA) ve Poliglikolik asit (PGA) da doku mühendisliğinde yaygın olarak kullanılan polimerlerdendir.
(PLA)
(KİTOSAN)
Biyolojik ortamda belli süre durduktan sonra eriyen ve ‘biyobozunur’ olarak adlandırılan malzemeler, doku mühendisliğinin iskele yapılarıdır. Farklı teknikler ile 3-boyutlu ve gözenekli hazırlanan bu iskeleler üzerine hücreler eklenir ve kültür ortamında hücrelerin büyümesi sağlanır. Ekilen hücreler dokuya göre belli bir hücre tipi olabileceği gibi kök hücre de
olabilir ve uygulanacağı amaca yönelik olarak kültür ortamında büyümesi gerçekleşir. Kültür ortamının kompozisyonu kök hücrenin farklılaşmasını sağlar. Eğer uygulama bir kemik hasarına yönelik ise osteoblast (kemik hücresi), bir deri uygulaması ise fibroblast (bağ doku hücresi) oluşur.
7
Bu polimerik iskeleler üzerine hücrelerin tutunması, bulundukları ortamı sevmeleri ve çoğalarak doku oluşturması istenir. Yeni dokunun gelişmesi sırasında doku iskelesi yavaş yavaş eriyip yok olur ve geride yabancı hiçbir malzeme kalmaz. Yeni üretimi yapılan tüm malzemeler, hastalara uygulanmadan önce laboratuvar ortamında çok detaylı
incelenirler. İlk olarak kimyasal, fiziksel, mekanik ve termal özellikleri ölçülür, daha sonra hücre kültür deneyleri ile toksik etkilerinin olup olmadığı kontrol edilir. Bir sonraki basamakta malzemenin laboratuvar hayvanları üzerinde uygulamaları yapılır. Tüm bu testlerden olumlu netice elde edildikten sonra ilk hasta uygulamalarına geçilir.
3D Yazıcı İle Yapay Organ Çalışmaları 3D Modellerin tıpta ve anatomide kullanımları yeni değil. Yüzyıllar önce kil, balmumu, ahşap, cam, sıva ve hatta fildişinden biçimlenen modeller insan diseksiyonuna başvurmadan öğretim araçları ya da hastalık mekanizmalarının çizimleri olarak hizmet ettiler. 3D yazıcı ile organ üretilebilmesi için ilk önce taklit edilecek doku veya organın detaylı bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Yazıcı hafızasına yüklenen bu bilgiler ışığında doku veya organ basımı mümkün hale gelmektedir. İlk olarak kemik ve kıkırdak dokusu basılırken daha sonra kulak ve burun baskıları alınmaya başlamıştır, şimdilerde ise karaciğer ve
böbrek üretilmeye çalışılmaktadır. 3D biyo yazıcılar ile organ üretimi 7 saat gibi kısa sürelerde üretilebilmektedir. Organ nakli bekleyen zor durumdaki insanları düşündüğümüzde bu gerçekten sevindirici bir haberdir. İnsan vücuduna %100 uyum sağlayabilen organ üretimi için çalışmalar hala devam etmektedir. Organ nakli bekleyen hastalar için 3 boyutlu yazıcı teknolojisi kolay ulaşılması ve maliyetinin düşük olması sebebiyle büyük önem taşıyor.
Kaynaklar • • • • •
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2946046/ https://www.intechopen.com/books/tissue-engineering-for-tissue-and-organ-regeneration https://www.nibib.nih.gov/science-education/science-topics/tissue-engineering-and-regenerative-medicine https://annualreviewsnews.org/2018/03/28/making-realistic-3d-printed-organs-to-plan-surgery/ http://www.regenerativemedicine.net/Tissue.html
Aleyna Gümüşsoy Metalurji ve Malzeme Mühendisi (Lisans Öğrencisi) aleynagumussoy@gmail.com
8
GÖRÜNTÜLENEBİLİR SARGI BEZİYLE TÜBİTAK YARIŞMASINDA FİNALE KALDILAR
Fen lisesi 10. sınıf öğrencileri Sude Nur Yıldırım ve Yasemin Kaval, TÜBİTAK 50. Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması’nda “Ferro-spanç” olarak adlandırdıkları görüntülenebilir sargı bezi projesiyle Türkiye finaline gitmeye hak kazandı. Fen lisesi öğrencileri, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) 50. Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması’nda “Ferro-spanç” olarak adlandırdıkları görüntülenebilir sargı bezi projesiyle kimya dalında İstanbul-Avrupa Bölge birincisi oldu. TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığınca, lise öğrenimine devam eden öğrencileri temel, sosyal ve uygulamalı bilim alanlarında çalışmalar yapmaya teşvik etmek, çalışmalarını yönlendirmek ve mevcut bilimsel çalışmaların gelişimine katkı sağlamak amacıyla her yıl düzenlenen yarışmaya, 12 dalda bin 245 proje katıldı. Danışman öğretmen Öznur Pamukçu Gezer
öncülüğünde 10. sınıf öğrencileri Sude Nur Yıldırım ve Yasemin Kaval, “spanç” adı verilen sargı bezlerini manyetik özellik gösteren ve çeşitli görüntüleme sistemlerinde belirlenebilen magnetit partiküllerle donatarak, ürettikleri “Poli Magnetit Nanoliflerinin Sentezi ve Ferro-Spanç Üretimi” adlı projeleriyle İstanbul-Avrupa Bölge birinciliği elde ederek, Türkiye finaline gitmeye hak kazandı. Projeyle, ameliyat esnasında hastanın vücudunda unutulan sargı bezinin yerinin kolaylıkla tespit edilebilme ve görüntülenme ihtimali artırılarak, meydana gelebilecek komplikasyonların önüne geçilmesi hedefleniyor.
Magnetitler Sayesinde Sargı Bezlerinin Yeri Tespit Edilecek Öğrencilerden Sude Nur Yıldırım, “Poli Magnetit Nanoliflerinin Sentezi ve Ferro-Spanç Üretimi” projesi-
9
yle yarışmaya katıldıklarını, “spanç”ın ameliyatlarda operasyon bölgesini temizlemek veya tamponlamak amacıyla kullanılan sargı bezi olduğunu anlattı. Bu sargı bezlerinin hasta vücudunda unutulmasının komplikasyonlara neden olduğuna işaret eden Yıldırım, “Biz de bu sorunu çözmek amacıyla sargı bezlerinin hasta vücudunda unutulması durumunda görünebilir hale gelmesi için içlerinde magnetit partikülleri yerleştirdik. Böylece herhangi bir unutulma durumunda mangetitler sayesinde sargı bezlerinin yerleri kolaylıkla tespit edilebilecek” dedi. Yıldırım, “Birinci seçildiğimiz an çok heyecan vericiydi. Özellikle ismimizin söylendiği anda çok heyecanlandık. İlk önce üçüncü ve ikinciyi açıkladılar. Sona kalınca ‘Seçilecek miyiz?’ diye tereddüt ettik” ifadelerini kullandı. Öğrenci Yasemin Kaval da bilimsel projelere katılarak, laboratuvar ortamlarını görmenin, oradaki malzemeleri tanımanın ve kullanmanın kendisine büyük bir avantaj sağladığını belirtti. Yarışmada birinci olmaktan mutluluk duyduğunu dile getiren Kaval, “Derece alan öğrenciler açıklandığı sırada arkadaşımla ‘Hayırlısı olsun.’ dedik. O kadar heyecanlıydık ki, ismimiz okunduğu zaman nasıl o sahneye indiğimizi bile hatırlamıyorum.” diye konuştu.
Öğrencilerde Bilimsel Çalışma Temeli Oluşturmaya Çalışıyoruz Kimya Öğretmeni ve Proje Danışmanı Öznur Pamukçugezer ise bu yıl yarışmaya Türkiye’den yaklaşık 16 bin 600 okul, İstanbul Avrupa Bölgesinden de bin 245 projenin katıldığını, bunların yaklaşık yüzde 10’luk diliminin İstanbul’daki sergide yer aldığını anlattı. Yarışmada İstanbul Avrupa Bölgesinden kimya dalında 9 projenin bulunduğunu aktaran Pamukçugezer, şu bilgileri verdi: “Projemiz kimya dalında ‘Poli Vinil Pirolidon’ dediğimiz kimyasal bir poliver maddenin yine bir kimyasal olan manyetit demir 2-3 oksit madde bileşikleriyle komplike oluşan bir yapının tıp dilinde ameliyatlarda kullanılan sargı bezi denilen spançlar içerisine yerleştirilerek, geliştirdiğimiz
“Ferro-spanç” diye bir ürün. Maalesef operasyonlar sırasında çok sayıda hastada unutulabilen bu tarz spanç veya farklı cisimler var. Bu yabancı cisimler hasta vücudunda görüntülenemediği zaman maalesef komplikasyonlara neden olabiliyor. Ölümle sonuçlanan vakalar yer alabiliyor. Geliştirdiğimiz üründe sargı bezleri içerisine yerleştirdiğimiz polimer manyetik demir partiküllerinin aslında görüntülenebilme özelliğinin bu tarz sorunlara çözüm üretebileceğini düşündük.” Pamukçugezer, öğrencilerinin bilimsel çalışma yaptıkları bir yarışmada finale kalmalarından onur ve gurur duyduğunu dile getirdi. Öğrencilerinde bilimsel çalışma temeli oluşturmaya çalıştıklarını vurgulayan Pamukçugezer, “Yani araştıran, sorgulayan, çevresindeki olayların farkına varan, dünyadaki buluşları takip eden öğrenciler yetiştirerek, bilimsel düşünce yaratmayı hedefliyoruz. Sadece lisedeki müfredatlarla sınırlı kalmayıp, literatür taraması ve deneysel çalışma yapmayı öğreniyorlar.” değerlendirmesini yaptı.
İstiyoruz ki Çocuklarımız Üretebilsinler Lise müdürü Selin Tataroğlu ise öğrencilerin bilimsel araştırma projelerine destek verdiklerini belirterek, “Çünkü istiyoruz ki, çocuklarımız sorgulasınlar, üretebilsinler. Var olanı değil, kendi bulduklarını kullanabilsinler. Bilimsel süreç becerilerinin gelişimi, bilimi anlamaları ve hayata geçirmeleri, teknolojiyi işlevsel hale getirmeleri bizim esas sebeplerimiz” dedi. Tataroğlu, okulda fizik ve kimya laboratuvarlarından oluşan bir bilim merkezi ile inovasyon merkezi olduğunu aktararak, burada öğrencilerin hem öngördükleri programlar hem de kendi hayalleri kapsamında istedikleri projeleri geliştirebildiklerini vurguladı. Öğrencilerin yarışmada birincilik elde etmelerinden onur duyduklarını ifade eden Tataroğlu, okulun kuruluşundan bu yana yaklaşık 470 TÜBİTAK projesine imza attığını ve şimdi de Türkiye finaline gideceklerini sözlerine ekledi.
10
BİR FİNCAN KAHVE BİR DOZ KİMYA
Merhabalar, bu ayki yazımda sizlere hepimizin sevdiği kimimizin sabahlarının vazgeçilmezi kahvenin kimyasından bahsedeceğim. Tabi ki kahve denilince akla gelen ilk madde olan kafeinden. Kahvenin içerdiği kafein değişkenlik göstermektedir ancak bir bardak kahvede ortalama 100mg kafein bulunmaktadır. Kafein, beyinde bulunan ve doğal olarak yorgunluğu tetikleyen adenozin reseptörlerini bloke eder. Kahve içtikten 15 ila 45 dakika arasında kafein etkisini göstermektedir. En basit haliyle bu sebeplerle sabah halsizliğini alıp güne dinç bir şekilde başlamak için veya final haftaları uykusuz ders
çalışmamız gereken gecelerde kurtarıcımız olmaktadır kahve. Yani kafein… Kahvenin içerisinde bulunan diğer kimyasallar kahvenin tadını belirlemeye yardımcı olmaktadır. Bunların en bilinenlerinden biri ise klorojenik asitlerdir. Bu bileşikler kavrulmuş kahve çekirdeğinin %8ini oluşturmaktadır. Kahve çekirdekleri kızartıldığında klorojenik asitler reaksiyona girerek çeşitli ürünler oluşturmaktadır ve bunlar kahvenin tadını etkilemektedir.
11
Orta ve açık demlenmede klorojenik asit laktonları baskındır.
(Klorojenik asit laktonları) Koyu kavrulmuş kahvede ise laktonların parçalanmasıyla kahvenin lezzetinde acılaşma görülmektedir.
Bu ürünlere fenilindanlar denir. Bu acı kahveye örnek olarak espresso kahve verilebilir.
(Fenilindanlar) Son sınıf olan melanoidinler, kahve çekirdeğinin kızartılmasıyla yan ürün olarak açığa çıkmakla birlikte genellikle pişirilen yiyecek türlerinde aroma verici olan proteinler ve şeker arasında oluşan bir reaksiyon olan Maillard reaksiyonu sırasında da oluşmaktadırlar. Bu bileşiklerin yapıları oldukça
karmaşıktır. Bu nedenle zayıf bir şekilde karakterize edilirler. Kahve çekirdeğinde %30 oranında bulunabildikleri tahmin edilmekle birlikte kimyasal yapıları büyük ölçüde bilinmemektedir. Ancak kahvenin tadı üzerinde etkilerinin olabileceği düşünülmektedir.
(Melanoidinler)
12
KAFEİNSİZ KAHVE
Kahvenin içeriğinden, tadından bahsettik. En bilindik ve önemli içeriğinin de kafein olduğunu biliyoruz. Aslına bakıldığında kafein bir uyarıcıdır ve dünyada en çok kullanılan psikoaktif madde olduğunu söylemek mümkün olabilir kafein için. Çünkü bahsettiğimiz gibi çoğu insan sabah enerjisi için kahveye başvurmakta. Ancak bir o kadar insan da yaptığı huzursuzluk, uykuya etkisi veya hamilelik durumlarından dolayı kafeinden kaçınmak istiyorlar. Kahve severlerin bu etkileri hissetmeden kahve tüketebilmesi için de kimyagerler birkaç yöntem bulmuşlar. Şimdi gelin biraz bunları inceleyelim! Az önce bahsettiğimiz gibi kahvenin içerdiği kafein miktarı değişmektedir ancak yaklaşık olarak robusta kahvede %2.2, arabica çekirdeklerinde ise %1.2 civarında kafein olduğu bilinmektedir. Kafeinsizleştirme işleminde bu miktarların tamamından kurtulmak pek de mümkün değildir ancak AB standartlarında maksimum içerik %0.1’dir. Amerika’da ise asıl kahve içeriğinin %97’sinin çıkarılması gerektiği söylenmektedir. Yöntemlerden biri çözücü ile kafeinsizleştirme işlemidir. Kahve çekirdeğini doğrudan veya dolaylı yollarda çözücüye batırmayla gerçekleşir. Doğrudan olanda kahve çekirdekleri, çözeltiye batırılmadan önce buhara maruz bırakılır ve gözeneklerin açılması sağlanır. Bu işlemden sonra çözeltiyle muamele edilir, buharda bekletilir, kurutulur ve kavrulur.
Çözücüden tamamen arınması sağlanır. Önceleri çözelti olarak benzen kullanılmaktaydı ancak kanserojen olarak kabul edildiğinden dolayı şimdilerde yerini metilen klorür ve etil asetat gibi çözücülere bırakmıştır. Dolaylı yolda ise çekirdekler başlangıçta sıcak su ile muamele edilir, kafein ve diğer bileşikler suda çözülür daha sonra sudan çıkarılıp çözücü ile karıştırılır. Çözücü, kafeinin çoğunu absorbe etmekle birlikte tatlandırıcı maddelere olan etkisi daha azdır. Daha sonra su ve çözücü ayrılır, kahve çekirdeğinin başlangıçta kaybettiği diğer tat verici bileşiklerinin yeniden absorbe olması için suya ilave edilir. Sonra doğrudan yöntemde olduğu gibi bunlar çıkarılıp kurutulur ve kavrulur. Bu anlatılan çözücü yöntemi sonuçta kahvenin tadında değişmeye, tat kaybına neden olabilmektedir. Buna alternatif olarak karbondioksit ile kafeinsizleştirme olabilir. Diğer yöntemler gibi bu yöntem de kafeinin %96-98 kadarını uzaklaştırmaktadır. Karbondioksit toksik bir madde değildir ve elde edilmesi kolaydır. Karbondioksit normal şartlar altında gaz halindedir ancak bir miktar sıkıştırılırsa süperkritik sıvıya dönüşmektedir. Süperkritik karbondioksit de daha sonra suyla karıştırılırsa kafeinin çözülmesinde çok iyidir. Bu yöntemin en önemli avantajlarından biri az
13
önce bahsedilen kahve çekirdeğindeki seçici etkisidir. Kahve çekirdeğindeki tat verici bileşikleri ve diğer maddeleri çok etkilememektedir. Ekstraksiyon işlemi kahve çekirdeğini suyla muamele etmeyi ve bunu ekstraktöre yüklemeyi içerir. Daha sonra bu çekirdek üzerine sıvı karbondioksidin pompalanması sağlanır. Su, karbondioksitten kafeini uzaklaştırmaktadır. Bu
işlem 12 saat kadar devam etmektedir ve diğer yöntemlerde olduğu gibi sonrasında çekirdekler kurutulur ve kavrulur. Güzel bir yöntem olmakla birlikte bu işlemi sağlayacak tesisler kurmak ve devam ettirmek oldukça masraflıdır ve yüksek bir iş yükü gerektirir.
Başka bir alternatif olarak su ile kafeinsizleştirmedir. İsviçre ve Fransız yöntemleri bulunmaktadır. İsviçre’de kafein elde etmek için kahve çekirdeği sıcak suda bekletilir ve bazı tat verici maddelerin de ortaya çıkması gerçekleşir. Ekstrakt, kafeini seçici olarak alan bir karbon filtreden geçirilir. Kafeini çekirdekten ayırmak için bu su kullanılabilir. Zaten tat maddelerine doygun halde olduğu için, orijinal lezzet korunarak kafeinin çekirdeklerden uzaklaşması sağlanır. Fransız yönteminde ise 24 saat kadar kahve çekirdeği sıcak suda kalır. Çekirdekler uzaklaştırılır ve kurutulur. Su ise kafeini seçip uzaklaştırması için karbon filtreden geçirilir. Kafeinsiz ve tat maddelerini içeren su ise kuru çekirdeklere yeniden absorbe ettirildikten sonra kurutulup kavrulur. Bu bahsettiklerim kafeinsizleştirmede kullanılan ana yöntemler olmakla birlikte daha az kullanılan birkaç yöntem daha bulunmaktadır. Örneğin bazı araştırmalarda görülmüş olan kafeini metabolize eden mikroorganizmaların olması oldukça ilgi çekicidir. Sonuç olarak kafeinli veya kafeinsiz, farklı tat maddeleri içeren sohbetlerimizin vazgeçilmezi kahve hakkında farklı bilgilerden oluşan bir yazının sonuna geldik. Herkese enerjik günler dilerim! Kaynaklar • • •
How is decaffeinated coffee made? The chemistry of coffee decaffeination – Compound Interest Why is Coffee Bitter? : The Chemistry of Coffee -Compound Interest Coffee and the Decaffeination Process – I Need Coffee
Özgenur Geridönmez Eczacı (Lisans Öğrencisi) ozgenurgeridonmez@gmail.com
14
TÜRK BİLİM İNSANLARI, CİLT YAŞLANMASINI ENGELLEYİCİ ETKEN MADDE ÜRETTİ
AKDENİZ Üniversitesi (AÜ) Teknokenti’nde 7 yıl önce kurulan merkezde çalışan bilim insanları, biyonanoteknolojik yöntemle cilt yaşlanmasını engelleyici etken madde üretti. Etken madde, derinin dermis tabakasında bulunan proteinlerin yıkımını azaltarak, derinin yeniden yapılanmasını sağlıyor. AÜ Teknokent’te 7 yıl önce kurulan Morlab Biyoteknolojik Ar-Ge firmasında, cilt yaşlanmasını engelleyici etken madde üzerine 3 yıldır çalışan Prof. Dr. Şenay Hamarat Şanlıer ve Dr. Oğuz Öztürk, projeden olumlu sonuç aldı. Dr. Öztürk, Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi’nde görevli Prof. Dr. Şanlıer ile cilt yaşl-
anmasına karşı engelleyici ürünler ortaya çıkarma amacıyla etken madde ürettiklerini, buluşun Türk marka kurumundan “Dervatyl” adıyla tescillendiğini açıkladı.
Ürün Tüketiciyle Buluşma Aşamasında 2012 yılından beri kozmetik biyoteknolojisi üzerine çalışmalar yaptıklarını, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı destekli projelerinin bittiğini bildiren Dr. Oğuz Öztürk, “Artık ürünlerimi-
15
zi tüketiciyle buluşturma aşamasına geldik. Proje için yaklaşık 500 bin TL hibe aldık. Asıl amaç ciltte yaşla meydana gelen kırışıklıkları azaltmaya yönelik yüksek teknoloji içeren ürünler geliştirmek. Cilt yaşlanmasıyla meydana gelen kırışıklıkları azaltabilmek için insan cildinde dermis tabakasında bulunan proteinlerin yıkımını azaltarak derinin yeniden yapılanmasını sağladık. Bunu moleküler modelleme yöntemiyle geliştirdik. Tüm çalışmaları bitti” diye konuştu.
Bir Ayda Yaşlanmayı Geciktirdi Bu molekülün insanlar üzerindeki etkinliğini izleyip bir aylık kullanımda büyük oranda cilt yaşlanmasını geciktirdiğini tespit ettiklerini ifade eden Dr. Öztürk, “Bu maddeyi, cilde daha hızlı nüfuzunu sağlamak için üçüncü nesil teknolojiyle birleştirdik. Ciltte çok hızlı bir şekilde emiliyor, etkinliğini ve biyoyararlılığını, emilim çalışmalarıyla farmakodinamik çalışmalarla ortaya çıkarmış olduk” dedi. Genellikle dermo kozmetik sektöründeki tüm etken
madde ve ana içeriklerinin ithal edildiğini ifade eden Dr. Oğuz Öztürk, “Yüksek teknoloji ürünler yüzde 90 oranında ithal ediliyor. 2023 çalışmaları kapsamında, kozmetik sektöründe ihracat anlamında 5 milyar dolarlık hedef beklenmektedir. Biz de firma olarak ülkemize katkı yapmayı amaçlıyoruz. Aynı zamanda millileştirme, yerlileştirme politikaları içerisinde de bu ürüne yerli ve yabancı üreticilerden talep olacağına inanıyoruz. Firmalarla görüşmeler yapmaktayız” diye konuştu.
Sentetik Biyolojik Bir Ürün Elde edilen etken maddenin sentetik biyolojik bir ürün olduğunu ifade eden Dr. Öztürk, “Ürünü üçüncü nesil lipozom teknolojisiyle birleştirerek biyonanoteknoloji anlamında da kozmetik sektörüne katkı sağlamış oluyoruz. “Dervatyl” markasıyla tescil edilen peptit uluslararası kozmetik ürün bileşenleri terminolojisinde “Heptapepdite-45″ olarak isimlendirildi ve dünya üreticileri tarafından kullanılabilir hale geldi” dedi.
16
BİYOMEDİKAL ALANDA ÇIĞIR AÇAN BİR BULUŞ: YENİ ŞEKİL HAFIZALI POLİMERLER
Bilim dünyasında son dönemlerin sıcak gündem maddesi olan, “Yeni Nesil Malzemeler” olarak adlandırılan akıllı polimerler; kimyasal, fiziksel, biyolojik ve biyokimyasal uyaranlara cevap veren polimerler şeklinde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırma, polimerin farklı dış uyaranlara karşı gösterdiği davranışlar temel alınarak yapılır. 2016 yılında akıllı polimerler pazarının büyük bir bölümünü fiziksel uyaranlara dayalı akıllı polimerler oluşturmuştur. Fiziksel uyaranlara dayalı akıllı polimerler, UV radyasyonları, sıcaklık, manyetik alan, ultrason ve elektrik potansiyelindeki dış değişikliklere karşı hassastır. Akıllı polimerler yakın geçmişte biyomedikal alanda da piyasaya girmeye başlamıştır. Biyoteknoloji ve biyomedikal alandaki düşük kritik sıcaklık gösteren akıllı polimerlere olan talep artışı, fiziksel uyaranlara dayalı akıllı polimer talebini olumlu yönde etkileyecektir. Biyolojik uyaranlara cevap veren akıllı polimerlerin, protein saflaştırma ve rekombinasyon işlemleri gibi biyoteknoloji uygulamalarında yaygın kullanımları
nedeniyle, günümüzde belirgin bir büyümeye tanık olması beklenmektedir. Bu tür akıllı polimerler, reseptörlere ve enzimlere karşı duyarlıdır.
17
Resim 1: Fiziksel, Kimyasal ve Biyolojik Uyaran Örnekleri
Şekil hafızalı polimer (SMP), sıcaklık değişiklikleri veya ışığa maruziyeti gibi dış uyaranlara cevap olarak şekil değiştirebilen yumuşak, elastik, "akıllı" polimerlerdir. Her şekli süresiz olarak tutabilirler ve herhangi bir dış etken ile tetiklendiğinde eski hallerine geri dönebilirler. SMP'ler biyomedikal alanda çok faydalı olabilme potansiyeline sahiptir. İlaç taşıyıcı ajanlar, kendiliğinden kapanan ameliyat dikişleri, kardiyovasküler stentler ve ortodontik cihazlar gibi biyomedikal uygulamalar için ilgi çekicidir. Örneğin, kardiyovasküler stentler olarak uygulanmasında şekil değişikliği, sadece hastanın vücudunun ısısı ile tetiklenir. Tetikleme sıcaklığı vücut sıcaklığından düşükse malzemeler implantasyondan önce kalıcı şekillerine dönebilirken, aktivasyon sıcaklığı vücut sıcaklığından yüksekse, şekil hafızası etkisi vücutta tetiklenmeyebilir. SMP'lerin biyobozunur özellik taşıyabilmesi için, camsı geçiş sıcaklığı ve erime sıcaklığı (Tg ve Tm) vücut sıcaklığına yakın veya biraz üzerinde olmalıdır. Geçtiğimiz ay Acta Biomaterialia'da, Syracuse Üniversitesi Mühendislik ve Bilgisayar Bilimleri Fakültesi'ndeki ve Bucknell Üniversitesi'ndeki araştırmacıların işbirliği ile geliştirilen, vücut içinde şeklini değiştirebilecek ve tıbbi alanda önemli ilerlemelerin önünü açacak yeni bir tür şekil hafızalı polimer (SMP) elde edildiği haberini yayımlandı. James H. Henderson ve ekibi tarafından tasarlanan iki bileşenli, Pellethane olarak adlandırılan, poly(e-caprolac-
tone) ve polyeter bazlı polyuretan içeren termoplastik yapıdaki SMP, bazı enzimlerin varlığında şeklini değiştirebilir ve canlı hücrelerle güvenle etkileşime girebilir. Ayrıca sıcaklık değişimi gibi ek bir tetikleyici gerektirmez. Bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda, iyileşme gibi hücresel aktivitelere cevap verebilir. Biyomedikal mühendisliği doktora adayı Shelby L. Buffington, “Malzemenin enzimatik hassasiyeti, hücre davranışına doğrudan cevap vermesini sağlıyor. Örneğin, onu bir yaranın üzerine yerleştirdiğinizde, doku yeniden şekillenirken ve PCL bozunurken, SMP yaraya çekme kuvveti uygulayıp yarayı yavaşça kapatıyor. Bu yeni nesil akıllı malzeme aynı zamanda enfeksiyon ve kanser tedavisinde rol oynayacak şekilde uyarlanabilir” açıklamasında bulunmuştur. Araştırmacılar malzemeyi oluşturmak için, iki farklı polimer çözeltisini pompalayan iki iğne ucuna yüksek voltajlı bir akımın uygulandığı elektrospinleme metodunu kullanmışlardır. Resim 2’de görüldüğü üzere metodolojik olarak iki ayrı malzeme aynı anda elektrospunlanır. Şırınga pompaları, elektrik alanın bozulmasını sınırlamak için milin zıt uçlarına yerleştirilir. Her iğne ucuna bir voltaj uygulanır ve her iki uçtan da çözeltiler önceden belirlenmiş bir hızla pompalanır. Fiber oluşumu yapı, dönen mandrelde toplanır.
Resim 2: İkili elektrospinleme şeması Bu yöntem ile oluşturulan fiberlerin kombiElde edilen malzemeler Resim 3’te şematik olarnasyonunun, malzemenin şekil hafızası özelliğini beak gösterilmiştir. Resimde görüldüğü üzere Poli lirlediği gözlemlenmiştir. Ardından SMP’nin perfor(e-kaprolakton) (kırmızı) ve Pellethane'den (siyah) mansı ve canlı hücreleri ile uyumluluğu gözlemiştir oluşan kompozitler ısıtılır ve gerilir. Soğutulduğunve bu deneyler SMP’nin canlı bir vücutta işlev görme da, SMP, orijinal halini aldığında enzim koşullarına yeteneğini başarıyla kanıtlamıştır. maruz kalıncaya kadar gerilmiş konfigürasyonunu korur. Resim 3: Enzimatik olarak tetiklenmiş şekil hafızalı polimerin (SMP) tasarımı ve çalışmasının şematik gösterimi
18
Bilim adamları için bir sonraki adım, malzemenin kanser ve makrofaj hücrelerine maruz kaldığında nasıl bir performans gösterdiğini gözlemlemek olacaktır. Düşük hücresel aktiviteler ile üretilen düşük konsantrasyonlu enzimler kullanarak malzemeleri için pratik kullanım alanları açığa çıkarmayı umduklarını belirtmişlerdir. Çalışma ekibinden Professor James H. Henderson, ilk enzimatik olarak duyarlı SMP'leri elde ettiklerine dair heyecanını şu şekilde
dile getirmiştir: “Geliştirmekte olduğumuz malzemelerin sağlık hizmetlerinde geniş bir uygulama alanına sahip olacağını tahmin ediyoruz. Örneğin, SMP'lerimiz yalnızca hedef hücreler veya organlar istenen fizyolojik durumda olduğu zaman, doku rejenerasyonunundan sorumlu yapı iskelelerinde ve hasta tedavisini daha etkili şekilde yönlendiren karar verme biyosensörlerinde aktif hale gelen ilaçlarda kullanılanılabilir.
Kaynaklar Web_01: http://cmferesearch.com/smart-polymers-market-trends-research-and-projectionsfor-2019-2024/12600/ Web_02: https://www.engineering.com/DesignerEdge/DesignerEdgeArticles/ArticleID/18652/New-SmartMaterial-Could-Help-Treat-Wounds-and-Fight-Cancer.aspx Web_03: https://www.materialstoday.com/biomaterials/news/smp-responds-to-biological-activity/ [1] Buffington, S. L., Paul, J. E., Ali, M. M., Macios, M. M., Mather, P. T., & Henderson, J. H. (2019), Enzymatically triggered shape memory polymers, Acta biomaterialia, 84, 88-97. [2] Wang, K., Strandman, S., & Zhu, X. X. (2017). A mini review: Shape memory polymers for biomedical applications. Frontiers of Chemical Science and Engineering, 11(2), 143-153. [3] Journal of Controlled Release 194 (2014) 1–19
Nesrin Avcıoğlu Kimya Mühendisi (Lisans Mezunu) eng.nesrinavcioglu@gmail.com
19
TÜRKİYE’DE ZEYTİN ÇEKİRDEĞİNDEN BİYOPLASTİK ÜRETİLİYOR
Günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelen plastiğin çevreye verdiği zarar konusunda farkındalık artıyor. Türkiye’den bir ekip ise aylardır zeytin çekirdeğinden doğada çözülebilir biyoplastik üretiyor. Her yıl milyonlarca ton plastik su yoluyla okyanuslara akıyor, besin zincirine karışıyor, doğal yaşamı tahrip ediyor. Ancak Türkiye’den bir araştırma ekibinin ortaya çıkardığı ürün, doğada çözülmeden yıllarca çevreyi kirleten ve zehirleyen plastiğin yerini alabilir. Üstelik bu çözülebilir plastik, yenilenebilir bir kaynağa, zeytin çekirdeğine dayanıyor.
20
JEOTERMAL KAYNAKLARDAN ÇIKAN HAZİNE Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle akıllı telefonlar, elektrikli araçlar, bilgisayarlar gibi teknolojik ürünler pek çok açıdan daha iyi bir hale getirilebiliyor. Bu teknolojik cihazlar için geliştirilmeye çalışılan en önemli özelliklerden biri de bu teknolojik ürünleri herhangi bir güç kaynağına bağlı olmaksızın çalıştırabilen bataryalarının geliştirilmesi üzerine. Bu bataryalar genellikle sağladığı pek çok avantajdan dolayı Li-ion bataryalar olup, bu ürünlerin en hayati parçası olma
özelliği taşıyorlar. Adından da anlaşılabileceği üzere Li-ion bataryaların yapılabilmesi için Lityuma ihtiyaç vardır, fakat dünyada ve özellikle Türkiye’de lityum rezervleri sınırlı olduğundan bu ihtiyacı karşılamak adına araştırmacılar lityumu elde edebilecekleri farklı kaynakların arayışına girmişlerdir. Belki de bu kaynaklardan en kayda değer olanı jeotermal kaynakların içerisinde bulunan lityum konsantrasyonudur.
Figür 1: Lityum üretiminin 2009- 2015 arasındaki değişimi Grafikten de görülebileceği gibi teknolojinin de zamanda tıpta, cam- seramik sektöründe, nükleer gelişmesiyle Lityum üretim miktarı Lityum rezervreaktörlerin soğutulması gibi pek çok alanda aktif leri bakımından zengin ülkelerde ciddi bir artış kullanıma sahip bir elementtir. göstermiştir. Lityum sadece pil üretiminde değil aynı
Figür 2: 2015 yılında dünyada lityum tüketiminin sektörel dağılımı Son yıllarda dünya çapındaki çalışmalar jeotermal kaynakların içerisinde yüksek oranda bulunan Lityum, altın, magnezyum gibi önemli metaller jeotermal sulardan polimerler yardımıyla ayrıştırılarak kullanılmaya aktif hale getirilebildiğini ortaya koydu. Lityumu adsorblayabilen bu polimerin özelliği Lityuma karşı ciddi derecede bir seçiciliğe sahip olması. Bu tür polimerler ‘’ion imprinted polymer’’ olarak
adlandırılırlar ve çalışma şekilleri ise; polimere seçici olmasını istenilen iyon tanıtılır ve polimere bağlanır sonrasında ise bir asit kullanılarak bu iyon polimerden uzaklaştırılır böylece anahtar kilit ilişkisi gibi, tam iyon boyutunda boşluklara sahip polimer yapısı ortaya çıkar. Böylece adsorblanması istenilen iyonlar kolaylıkla polimer tarafından algılanıp yakalanabilir.
21
Figür 3: İon imprinted polimerin çalışma mekanizması Yapılan deneylerden birinde crown eter, metakrilik asit, etilen glikol dimetakrilat kullanılarak sentezlenen polimer yapısı sayesinde lityum iyonları kolaylıkla polimere tutunabilmektedir. Crown eter ortası boşluklu şekli ile çok rahatlıkla ortasında iyon
tutabilecek bir yapıdadır. Araştırmacılar bu polimere lityum iyonunu tanıtarak tamamen lityum seçici polimerler üretmeyi başarıp %80 başarı yakalayarak önemli bir sonuç elde etmişler. Yapılan sentezin şeması aşağıdaki görselde gösterilmektedir.
Figür 4: ion imprinted polimerin sentezlenmesi Ülkemizde ise dışa bağımlılığı önemli derecede için İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ile ortak bir azaltacak bir projenin altına imza atıldı. Ülkemizde çalışma yürüttüklerini dile getirdi. bulunan yer altı zenginliklerini kullanarak bu çok önemli metal iyonlarını elde edebilmek için çalışmalar Tüm bu bilgilerin ışığında, nano boyuttaki bu seçici başlatıldı. Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları polimer yapılar sentezlenerek ülke ekonomisine ciddi Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk vermiş katkı sağlanarak, kaynaklar etkin bir biçimde kulolduğu bir röportajda şu anda faaliyetteki jeotermal lanılabilecek. İlerleyen zamanlarda bu polimerler kulelektrik santrallerini çalıştıran akışkanlardan yılda lanılarak jeotermal kaynaklarda kullanılmak üzere bir 20-25 ton lityum, 1.5 ton altın ve 3 ton magnezyum filtre sistemi geliştirilerek büyük ölçekli santrallerde elde edilerek ülke ekonomisine katkı sağlayabilmenin kullanılmaya başlanılması planlanan bu proje Türkiye mümkün olabileceğini ve bunu gerçekleştirebilmek ve Dünya için büyük öneme sahip gibi duruyor. Kaynaklar 1)http://www.maden.org.tr/resimler/ekler/ee2b04b62519620_ek.pdf 2)https://enerjigunlugu.net/icerik/27025/jeotermal-kuyusundan-altin-ve-lityum-cikti.html 3)Roushani, M., Beygi, T. M., & Saedi, Z. (2016).153, 637-644. 4)N. T. Hoai, D.-K. Yoo and D. Kim, J. Hazard. Mater., 2010,173, 462–467. 5)C. Esen, M. Andac, N. Bereli, R. Say, E. Henden and A. Denizli, Mater. Sci. Eng., C, 2009, 29, 2464– 2470.
Rabia Önen Kimyager (Yüksek Lisans Öğrencisi) onenrabia06@gmail.com
22
BİTKİ ÖZLERİNDEN KİMYASAL MADDE İÇERMEYEN TEMİZLİK JELİ ÜRETTİ
Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, akademik çalışma için Erciyes Teknopark’ta bitki özlerinden ürettikleri kimyasal madde içermeyen temizlik jelini hem yurtiçinde hem de yurtdışında pazarlayarak ülke ekonomisine katkıda bulunacak.
hem yurtiçine hem de yurtdışına pazarlayarak ülke ekonomisine de katkıda bulunmayı hedefliyor.
Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, akademik çalışma için Erciyes Teknopark’ta bitki özlerinden ürettikleri kimyasal madde içermeyen temizlik jelini hem yurtiçinde hem de yurtdışında pazarlayarak ülke ekonomisine katkıda bulunacak. Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, akademik yayın yapmak için yola çıktıkları çalışma kapsamında bitki özlerini kullanarak toksit kimyasal madde içermeyen temizlik jeli üretti. Ürettikleri ürünü ticari amaçla geliştiren Demirezen, Erciyes Teknopark’ın destekleriyle kurduğu firmanın adı altında
Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, “Akademisyen kimliğim olduğu için bir akademik çalışmadan yola çıkarak çalışmamızı başlattık. Bunu yayına dönüştürmek üzere bir takım testlere ihtiyacımız olmuştu. Bunun içinde üniversitemizin imkanlarını kullanmak istedik ve sterilizasyon ünitesinde var olan cihazlardan yola çıkmak istedik. Orada yaptığımız testler sonucunda ürettiğimiz ürünün neden ticaretini yapmıyoruz diye düşündük. Biz yayın yapmaktan vazgeçip doğrudan patent başvurusuna başvurduk ve sonrasında da ürünü geliştirip bu aşamaya kadar gelmiş olduk” dedi. Ürettikleri ürünün bir muadillerinden farklarını anlatan Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, “Diğer ürünlerden en önemli farkını çevre dostu oluşu oluşturuyor. Rahat bir şekilde ürünü elinize dökebiliyorsunuz. Çocuklu evlerde bunları kullanabiliyorsunuz. Hasta-
23
nelerde özellikle kanser tedavisi görenlerin, yoğun bakım ünitesinde daha hassas olarak işlem görmesi gerekenlerin ve yeni doğan ünitelerinin sterilizasyonunu yaparken sorunsuz bir şekilde ürünü kullanabiliyorsunuz. Nano teknolojik ürünler son dönemlerde çok popüler ama birçoğunun içerisinde toksit kimyasal maddeler var. Biz toksit kimyasal madde kullanmadan su ve bitki özleri ile ürünümü elde etmiş oluyoruz. Ürünümüz kısa bir süre sonra alınabilir duruma geçecek. Çünkü bunlar sağlıkla ilgili ürünler oldukları için belgelendirilmeleri ve aşılmaları gereken süreçler oldukça fazla. Biz 1.5 yıllık süreçte bunları tamamladık ve yeni belgelerimizi aldık. Artık üretim yapacak firmamız da hazır. Bireysel satıştan çok büyük firmalarla ve Türkiye’nin önde gelen hastane zinciriyle anlaşma yaptık. Toplu taşıma sistemlerinin dezenfektesi için görüştüğümüz kurumlar var. Oralarda ürünlerimizin satışını, en azından amblemlerini göreceksiniz” şeklinde konuştu. Ürün ile ülke ekonomisine de katkıda bulunacaklarını kaydeden Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Demirezen Yılmaz, “Bizim sadece yurtiçi için satış hedeflerimiz
yok. Yurtdışındaki farklı ülkelerle de görüşmelerimiz devam ediyor. Yasal belgelendirme süreçlerinden sonra ürünün satışını Avrupa Birliği standartlarına uygun bir şekilde belgelendirilme gerekiyorsa da yapıp satışını yurtdışına yapmak istiyoruz. Yerli ve milli olarak geliştirdiğimiz bir ürünü muadilleri ile kıyasladığınız da daha etkili bir şekilde kendimiz üretmiş olacağız. Ülke ekonomisine de bu şekilde bir katkı sağlayacağımızı düşünüyoruz” diye konuştu. Kadınlara da çağrıda bulunan Prof. Dr. Demirezen, “Bayanlar artık hayatın belli bir noktasında değil her noktasında varlar. Özellikle girişim noktasındaki çekingenliklerini ve adım atarken yaşadıkları tereddütleri bir kenara bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Biz bunları yaşadık ve bu süreçlerden geçtik. Özellikle teknoloji bilen ve kullanan kadınların endüstriye katkı sağlamak ve ülke ekonomisine katkı sağlayacak çok şeyleri olduğunu düşünüyorum. Akademik hayatta aldığınız bilgi donanımının sadece sizinle kalmaması gerektiğini, bunu inovatif ürünlerle ülke ekonomisine dahil etmek gerektiğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
24
PESTİSİDLER NEDİR?
İNSAN VE ÇEVREYE ZARARLARI VE BUNLARDAN KORUNMA YOLLARI İnsan nüfusunun giderek arttıgı bir dünyada tarım alanlarının azalması birim alandan en yüksek verimin elde edilmesini zorunlu kılmıştır. FAO(Gıda ve Tarım örgütü) verilerine göre mevcut dünya nüfusunun %40'nın yeterli seviyede beslenemediği ve bunun sonucunda açlık ve sefaletten dolayı her yıl binlerce kişinin öldüğü belirtilmektedir.Bu nedenle tarımsal üretimde istem dışı kayıpların önüne geçmek ve verimliliği arttırmak için tarım ilaçlarının kullanımı zorunlu hale gelmiştir. Bugün tarımsal ilaçların kullanılmaması durumunda, bazı ürünlerde ortalama % 65 civarında kayıpların meydana gelebileceği tahmin edilmektedir. Örneğin, buğday üretiminde, yabancı ot, sürme, süne, kımıl gibi zararlılarla zirai mücadele yapılamadığı takdirde ürün kaybının değeri trilyonlarla ifade edilmektedir. Halbuki bu kayıp birkaç milyarlık ilaçlama masrafı ile asgari düzeye indirilebilmektedir. Tarımsal verimliliği arttırmak amacıyla bitki ve hayvanlara zarar veren canlıları yok etmede kullanılan kimyasal ilaçların tümüne pestisitler denir. Diğer bir ifadeyle pestisitler, tarımdaki verimliliği artırmak amacıyla zararlıları uzaklaştırmak, azaltmak, baskılamak ya da bozmak için kullanılan kimyasal madde yada madde karışımlarıdır(1). Pestisitler etkili oldukları türlere göre insektisitler(böcek öldürücüler), fungusitler(mantar öldürücüler), hurbisitler(zararlı bitki önleyiciler), akarisitler(çok ayaklılar ve kene öldürücüler), rodentisitler(kemirici öldürücüler) olarak çeşitlere ayrılmaktadır. Pestistlerin kullanımında en önemli amaç, bitkiye büyüme süresince zarar veren canlıların yok edilmesidir. Bu kimyasal ilaçlar sentetik olarak üretilebildiği gibi doğal kaynaklardan da elde edilebilmektedir. Pestisidler, amacına uygun olarak dikkatli ve uygun dozlarda kullanıldıklarında oldukça yararlıdırlar. Fakat yanlış ve aşırı dozlarda kullanımı hem insan sağlığına zarar verebilir, hem de çevre kirliliğini arttırarak diğer canlıları olumsuz yönde etkileyebilir.Pestisitler tavsiye edilen dozların üzerinde kullanıldıklarında, gereğinden fazla sayıda ilaçlama yapıldığında, gerekmediği halde birden fazla ilaç karıştırılarak kullanıldığında veya son ilaçlama ile hasat dönemi arasında bırakılması gereken süreye uyulmadığı durumlarda gıda maddelerinde fazla
miktarda kalıntı bırakabilirler. Yüksek dozda pestisit kalıntısı bulunan gıdalarla beslenen insanlarda ve çevredeki diğer canlılarda, akut veya kronik zehirlenmelere neden olabildikleri gibi, özellikle bazı ürünlerde aroma ve kalite değişimlerne sebep olabilirler.(2) Fakat çeşitli gıda maddelerinde, bitkilerde ve hayvansal ürünlerde az miktardaki pestisit kalıntılarının tesbiti oldukça zor ve karmaşık bir işlemdir. Bunun yanında pestisit analizlerinde, çeşitli iç ve dış faktörlerin etkisiyle çok daha karmaşık yeni kimyasal maddelerin meydana gelmesi ve bu maddelerin kullanılan pestisitlerden daha fazla zehirli etkiye sahip olması insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkiyi daha fazla arttırmaktadır.Ülkemizde özellikle pestisit kalıntılarına yaş sebze ve meyvelerde rastlanılmaktadır. Pestisit kullanımının tartışılmaz faydalarına rağmen, özellikle gıdalar vasıtasıyla insan vücudunda akümüle olması(artarak birikmesi) ve çevre kirliliği üzerindeki olumsuz etkisi bu bileşiklerin zararları konusunda insanoğlunu gün geçtikçe daha fazla endişeye sevk etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, pestisit zehirlenmesinden kaynaklanan ölümler enfeksiyon hastalıkları sebebiyle meydana gelen ölümlerden daha fazladır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda pestisitlerin kalıntı yoluyla sinir sistemini etkileyici, endokrin sistemi bozucu gibi kronik toksik etkilerin yanı sıra insanlarda mutajenik, teratojenik ve kanserojenik etkilerinin de söz konusu olabileceği rapor edilmiştir. (3) Ayrıca pestisidlerin lösemi, mesane kanseri, lenfoma, pankreas kanseri ve Parkinson gibi kanser ve genetik hastalıklara yol açtığı tespit edilmiştir. (4) Ayrıca pestisidlere maruz kalan ana-babaların çocuklarında doğuştan gelen bozukluk (teratojenik etki) riskinin arttığı bildirilmiştir. (5) Ülkemizde kamu ve özel nitelikli pestisit analizleri yapan kurumlar bulunmaktadır. Bu kurumlar özellikle ihraç edilen yaş sebze-meyvelerin kalıntı analizini yapmaktadırlar. Gıdalarda pestisit kalıntısı ile ilgili denetim ve izleme görevi Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren İl Gıda Kontrol Laboratuvarları ve Gıda Kontrol Şube Müdürlükleri tarafından yürütülmektedir.
25
Ülkemizde üretilen gıda ürünlerinde hangi pestisitin ne miktarda kullanılacağı, Türk Gıda Kodeksi’ne, “Gıda Maddelerinde Bulunmasına İzin Verilen Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Tebliği” göre belirlenmektedir. Tüketime sunulan gıdaların bu tebliğde belirtilen pestisit kalıntısı sınır değerlerine uygun olması gerekmektedir. Bu sınır değerlere “Maksimum Kalıntı Limiti” (Maximum Residue Limit-MRL) adı verilir. Bazı uzmanlar kalıntı miktarının MRL değerinin altında bulunmasını güvenilir olarak kabul etmektedir. Fakat son yıllarda yapılan toksikolojik çalışmalarda pestisitlerin gıdadaki kalıntı miktarları, MRL değerlerinin altında olsa bile sağlığa zararlı olduğu tespit edilmiştir. (6)
Türkiye’de pestisit kullanımı miktarı Avrupa ülkelerine kıyasla oldukça düşüktür. Ülkemizde hektar başına kullanılan pestisit miktarı, yaklaşık olarak 700 gram iken Avrupa’nın en fazla pestisit kullanan ülkesi Hollanda’da hektar başına 12 kilogram, en az pestisit kullanan ülkesi Finlandiya’da ise 1,2 kilogramdır. Fakat ülkemizde bölgeler arası pestisit kullanım miktarları farklılık göstermektedir.(7) Antalya’da kullanılan pestisit miktarı, yaklaşık olarak hektar başına 26 kilogram ile Avrupa’nın en fazla pestisit kullanan ülkesi olan Hollanda’nın iki katıdır. (8)
GIDALARDAKİ PESTİSİT KALINTILARI Gıda maddelerindeki pestisit kalıntılarının önceden tespit edilip gerekli önlemlerin alınması insan sağlığı ve diğer canlılar için önem arz etmektedir. Bazı pestisit kalıntısı içeren tarım ürünlerinin hayvanlar tarafından tüketilmesi bu pestisitlerin hayvan dokularında akümüle olmasına ve bu hayvanlardan dolaylı olarak faydalanan insanlara bu pestisitlerin dolaylı olarak geçmesine neden olmaktadır. Örneğin; DDT(böcek öldürücü ilaç) içeren yemlerle beslenen ineklerden elde edilen sütlerin DDT içerdiği, DDT içeren yemlerle beslenen Amerikan siyah ördeklerinin yumurta kabuklarının inceldiği ve daha kolay kırıldığı tesbit edilmiştir. Başka bir araştırmada, yemler vasıtasıyla hayvan vücuduna alınan pestisitlerin ancak %2-10'u sağılan süt vasıtasıyla dışarı atılmakta geri kalan miktarı ise hayvan vücudunda akümüle(birikmekte) olmaktadır. (9) Öte yandan sütteki bu pestisit kalıntıları, sütün krema, peynir, tereyağ, gibi konsantre ürünlere işlenmesi sırasında yoğunlaşarak insan sağlığı açısından daha tehlikeli boyutlara ulaşmasına neden olabilmektedir. Ankara piyasasında satılan süt, beyaz peynir ve tereyağlarında yapılan pestisit kalıntısı araştırmalarında yüksek düzeyde DDT ve BHC'li pestisit kalıntılarına rastlanmıştır.(10)
Karadeniz ve Akdenizde tutulan çeşitli balıklar üzerine yapılan çalışmalarda balık yağında ve balık unu örneklerinde pestisit kalıntılarına rastlanılmış ancak bu kalıntı miktarlarının MRL değerinin altında olduğu fakat sadece çevre kirlenmesine sebep olduğu belirlenmiştir.(11) Bitkisel ürünlerdeki pestisit kalıntılarıya ilgili yapılan araştırmalarda ise bazı mantar öldürücülerin tarım ürünlerinin aromasını değiştirdiği belirlenmiştir. Örneğin, bordo bulamacı adı verilen pestisitle ile yıkanmış kirazların daha küçük yapıda ve daha yüksek asitliğe sahip olduğu, Lindane pestisiti ile muamele edilmiş salatalıkların turşularında, fermantasyonun ve dolayısıyla laktik asit oluşumunun engellendiği tesbit edilmiştir. Ülkemizde ambar zararlılarına karşı kullanılan pestisitlerden biri olan Carbaryl'in çeşitli dozlarının uygulandığı bir araştırmada kullanılan buğdaylardan elde edilen ekmeklerde pestisit kalıntısının tamamen ortadan kalkmadığı tesbit edilmiştir.(12) Bu nedenle üretilen herbir yeni pestisit, piyasaya sunulmadan önce farmakolojik ve toksikolojik testlerden geçirilerek, tolerans sınırlarının önceden belirlenmesi önem arz etmektedir.
PESTİSİT KALINTILARINI AZALTMA YOLLARI Özellikle yaş sebze ve meyvelerde bulunabilecek pestisit kalıntılarının zararlarına maruz kalmamak için bazı yöntemler uygulanarak daha sağlıklı bir tüketim gerçekleştirilebilir.Örneğin gıdaların yıkanması, kabuklarını soyulması,ısıl işleme maruz bırakılması,belirli süre muhafaza edilmesi,ışınlama ve mikroorganizmalar yardımıyla parçalama gibi
yöntemler etkili olmaktadır. Yıkama: Su ile yıkama ürünlerdeki pestisit kalıntılarını önemli düzeyde azaltmaktadır. Örneğin, DDT ile ilaçlanmış domatesler su ile yıkandığı takdirde ilaç kalıntısı % 89-91, bazı kontakt (temas) tesirli ilaçlar ile ilaçlanmış şeftaliler yıkandığı taktirde
26
ise ilaç kalıntısı % 100 oranında uzaklaştırabilmektedir. Kabukların soyulması: Yapılan bir araştırmada mısır koçanlarındaki dış yaprakların uzaklaştırılması ile pestisit kalıntısının % 99 düzeyinde azaldığı belirtilmiştir. Kabuk soyma işleminin patateslerde DDT kalıntısını % 64 seviyesinde, domateslerde ise % 99 seviyesinde ortadan kaldırmıştır. Isıl işleme maruz bırakılması: Pestisitlere ısıl işlem uygulanması sonucunda kristal yapılarında değişmeler meydana gelmekte ve birtakım kimyasal olaylar neticesinde kalıntı miktarlarında azalmalar Gerçekleşmektedir.
Muhafaza(depolama): Yapılan araştırmada çeşitli pestisitler kullanılarak l yıl süreyle oda sıcaklığında ve 37,8 °C'deki depolarda muhafaza edilen ıspanak ve kayısı konservelerinde pestisit kayıpları tesbit edilmiştir. Buna göre 37,8 °C de depolanan ıspanak ve kayısı konservelerindeki pestisit kalıntısı miktarları, oda şartlarında muhafaza edilen konservelerden daha az olmuştur. Işınlama: Ambalajlanmış süt ve tereyağlarında bulunan bazı pestisit kalıntılarının ultraviyole ışınlarına maruz bırakılmaları sonucunda parçalandığı yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir. (13)
Kaynaklar 1.EPA, 2006. What is a Pesticide? 2.Heming ve ark. (1954). Flavor and color evaluation of canning crops grown in soil treated with insecticides. 3.Gilden RC ve ark. (2010). Pesticides and health risks. J Obstet Gynecol Neonatal Nurs 4.ZHENG, T., ZAHM ve ark. (2001). Agricultural Exposure to Carbamate Pesticides and Risk of NonHodgkin Lymphoma.. 5.GARCIA, A. M., BENAVIDES, F. G., FLETCHER, T. and ORTS, E., (1998). Paternal Exposure to Pesticides and Congenital Malformations. Scand. J. Work. Environ. Health. 6.McKinlay ve ark. (2008). Endocrine disrupting pesticides: Implications for risk assessment. 7.Tiryaki ve ark. (2010): Tarım ilaçları kullanımı ve riskleri. Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 8.Anonim (2011): Antalya Tarım Master Planı, Antalya İl Tarım Müdürlüğü Yayını. 9.Berksan. N., 1976. Tarım Savaş İlaçlan ve çevre Tarım ilaçlarının kullanılması semineri. Gaziantep. 10.Ceylan,S.(1977). Klorlu hidrokarbon rezidülerinin süt, tereyağı, peynir ve iç yağlannda kramotografik yöntemlerle araştırılması. A.Ü.Vet.Fak. Dergisi 11.Akman, Ş., Ceylan,S., Şanlı, Y., Gürtünca,Ş Akşiray, F. (1978). Karadenizde avlanan balıklarda ve bu balıklardan elde edilen balık yağında ve balık unlarında klorlu hidrokarbon insektisit rezidülerinin anştınlması. TÜBİTAK yayınları 12.Güvener, A.ve Günay, Y.(1968).Zirai mücadele ilaçlannın mahsûller üzerinde kalan eseri miktarlarının sağlık nokta-i nazarından önemi ve kontrolü. TÜBİTAK yayınları. 13.Solar,J.M.,Lıuzzo, J.A.and Novak. A.F.(1971). Removal of aldrin heptachlor epoxide and endrin from potatoes during processing. J.Agr.Food chem.!
Adem Kılınç Kimyager (Yüksek Lisans Mezunu) kimyaci58adem@hotmail.com
27
ANTİBAKTERİYEL LİF YERLİ ÜRETİMDE: TEK KULLANIMLIK HASTANE MALZEMELERİ YAPILACAK
Mikropların üremesini izin vermeyen antibakteriyel lifler Türkiye’de üretilebilecek. Yerli imkanlarla geliştirilen liflerle tek kullanımlık hastane malzemeleri yapılacak. Sağlık alanında kullanılan her ürünün steril olması önemli. Bu nedenle önlük ya da çarşaf gibi pek çok tekstil ürününün mikrop barındırmayan özellikte üretilmesi gerekiyor.
Yerli üretim antibakteriyel lifin kullanım alanı özellikle sağlık sektörü olacak. Fatih Mehmet Emen, “Kullan at kıyafetler şeklinde düşünebiliriz. Bu önlükler olabilir, çarşaflar yatak örtüleri olabilir. Hastanedeki personelin giyeceği kıyafetler şeklinde olabilir” diye konuştu. TÜBİTAK destekli proje sayesinde hastane enfeksiyonu kaynaklı can kayıpları da en aza indirilmesi mümkün olacak.
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi bilim insanları, çoğu yurt dışından ithal edilen bu ürünlere alternatif olacak bir antibakteriyel lif geliştirdi.
Yerli üretimle ucuza mal edilen ürünler için patent işlemlerinin bitmesi bekleniyor.
Prof. Dr. Fatih Mehmet Emen, konuyla ilgili şöyle konuştu: “Bu ürünün içerisinde laboratuvarımızda hazırlamış olduğumuz kimyasal malzemeler var. Bunlar tekstil lifleri içerisinde bioaktif tekstil lifleri içerisine yerleştirildi.” Tek kullanımlık tıbbi tekstil ürünlerinde kullanılacak
28
HİDROJEN SÜLFÜR İLE YAŞAM MÜMKÜN MÜDÜR?
Bilinen bütün elementlerin artan atom numaralarına göre dizildiği ve benzer özelliklere sahip olan elementlerin bir araya gelerek oluşturduğu cetvele "Periyodik Tablo" adı verilir. Periyodik tablonun ilk örneği Rus kimyager Dmitri Mendeleev tarafından hazırlanmış ve günümüze kadar gelmiştir. Periyotlu dizgede elementlerin artan atom numaralarına göre dizildiği yatay sıraya periyot ve benzer özelliklerine göre dizildiği düşey sıraya grup denir. Grupların kimyasal ve fiziksel özellikleri aynıdır. Peki o halde dünyanın olmazsa olmazı ve yaşamın en büyük belirtisi olan suyun (H2O) yerini oksijen atomuyla aynı grupta olan kükürt yani H2S alabilir mi? Aynı grupta bulunan elementlerinin benzer özelliklere sahip olduğu göz önünde bulundurulursa dünyanın yeni olmazsa olmazı Hidrojen Sülfür (H2S ) olabilir mi? Öncelikle Hidrojen Sülfür yer altındaki organik maden ocaklarında,kanalizasyonlarda ve doğal gaz kaynakları gibi yerlerde bulunan zehirli bir gazdır. Bu gaz renksizdir ve kokusu çürük yumurta gibidir. H2S’nin kaynama noktasının -60.7 °C olmasından ötürü oda sıcaklığında gazdır fakat su yani H2O oda
sıcaklığında sıvıdır. 6. Grubun hidrojen ile yaptığı hidrür molekül yapıları kesinlikle suya benzemez. Su moleküllerinin oldukça özel bir yapıları vardır. Oksijen atomu ile 104.5°lik açıyla birleşen hidrojen atomları aynı zamanda komşu su moleküllerinin hidrojenleri ile oldukça güçlü bir bağla bağlıdırlar. Bu bağa “Hidrojen Bağı” adı verilir. Fakat Hidrojen Sülfür, hidrojen bağı yerine dipol dipol ve dispersiyon kuvvetleri ile bağlıdır. Hidrojen Sülfür oldukça zararlı bir gazdır ve bu gaza yüksek derişimde maruz kalındığında ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bu gazın suda çözünürlüğü düşüktür. H2S havadan ağır olduğu için alçak yerlerde birikir ve bu gazın ölümcül zehirli etkilerinin yanı sıra yanıcı olması da ayrı bir tehlike unsurudur. 3H2S (g) + 2O2 (g) ---> 2SO2 (g) + 2H2O (g) reaksiyonu sonucunda Sülfür Dioksit gazı (SO2) açığa çıkar. Bu gazda H2S gibi zehirlidir.
Peki Hidrojen Sülfür’e Maruz Kaldığımızda Neler Olur? Hidrojen Sülfür, mitokondri enzimlerinde bulunan demir ile kompleks bağ oluşturur. Bu durumda hücre solunumu durur ve oksijen bloke edilir. Yüksek derişimde kişi soluk alamaz ve bilinç kaybı yaşar.
Aynı zamanda Hidrojen Sülfür kırmızı kan hücreleri ile bağ oluşturur. Böylece kanın rengi siyaha rengine dönüşür. Kanın oksijen taşıması engellenir ve kişi boğulur. Yani Hidrojen Sülfür gazı kimyasal yolla
29
asfiksi oluşturan zehirli bir gazdır. Bu durum göz önünde bulundurulacak olursa, Hidrojen Sülfür’ün Konsantrasyon (ppm) 0.01 – 0.3 ppm 10 ppm 20 ppm 100 ppm Boğaz yanması,baş ağrısı ve bulantı başlar. 200 ppm yanmalar olur. 250 ppm 500-1000 ppm
suyun yerine geçebilme ve Dünya’nın yeni olmazsa olmazı olma şansı imkansızdır. Etkileri Koku eşiği Koruyucu ekipman kullanmak şarttır. Konjonktivit Koku alma duyusu 2-15 dakika arasında kaybolur. Koku duyusu kaybolur. Boğazda ve gözde Pulmoner ödem Denge kaybolur. Solunum 2-15 dakika içinde durur. Acil tıbbi müdahale gerekir. Müdahale olmazsa ölüm ile sonuçlanır.
Kaynaklar 1.Guidotti TL, Hydrogen Sulfide, Occup Med.,996; 46 (5),367-372 2.Prof. Dr. Ender Erdik, Prof. Dr. Yüksel Sarıkaya, Temel Üniversite Kimyası 3.Yusuf Özlü,Temel Kimya 4.Şirin Gültekin,Genel Kimya Laboratuvarı
Huriye Evram Kimyager (Lisans Öğrencisi) churiyer@gmail.com
30
MIT, MİDEYE İNSÜLİN ENJEKTE EDEN AKILLI HAP GELİŞTİRDİ
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, gelecekte insülin iğnelerine gerek bırakmayacak ve dünyadaki yüz milyonlarca diyabet hastasına umut olabilecek bir akıllı hap geliştirdi. Dünyada yüz milyonlarca insan diyabet (şeker) hastalığı ile mücadele ediyor. Bu insanların çoğunun vücutları ya insülini uygun şekilde üretemiyor ya da işleyemiyor ve bu nedenle vücutlarına düzenli bir şekilde insülin hormonu enjekte etmeleri gerekiyor. Ancak MIT’nin yeni geliştirdiği bir akıllı hap sayesinde bu durum tarihe karışabilir.
sayesinde mideye inerek periyodik olarak alınması gereken insülin dozlarını vücuda enjekte ediyor. MIT profesörü ve çalışmanın kıdemli yazarı Robert Langer konu ile ilgili yaptığı açıklamada: “Bu yeni kapsülün bir gün diyabet hastalarına ve belki de sadece enjeksiyon veya infüzyonla verilebilecek tedavilere ihtiyaç duyan herkese yardımcı olabileceğine dair gerçekten umutluyuz.” ifadelerini kullandı.
İnsülin İğnelerine Gerek Kalmayacak MIT araştırmacıları bu konuda fütüristik bir çözüm geliştirdiklerini açıkladılar. SOMA adındaki yüksek teknoloji ürünü akıllı hap, üzerindeki entegre iğne
31
Chelsea Mueller ve Michael Mattei, bu volatiliteyle bazı bilimsel merak uyandırdı.Northwestern Üniversitesi'ndeki bu iki öğrenci, boş olan 5 galonluk kaplara 25 mL izopropil alkol döktü, kabı kapattı ve yaklaşık 30 saniye kadar salladı.Az miktarda sıvı kabın geniş iç yüzeyine yayıldı ve ince tabaka halinde hızla buharlaştı ve yanıcı izopropil alkol buharı kabı doldurdu.Öğrenciler, buharı kibrit ile ateşlediğinde, kaptan mavi alev ateşi çıkmıştır.Kuzeybatı lisans öğrencileri programlama sayesinde bu tür deneyleri gerçekleştirirler ve kendilerini gelecekteki bilim insanları olarak görmeye yardımcı olurlar.