Inovatif Kimya Dergisi Sayi 87

Page 1

Kimya Dergisi

İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:8 SAYI:87 EKİM 2020

KARBON NANOTÜP VE KARBON NANOTÜP ELYAF

NEDİR?


EKİBİMİZ YAVUZ SELİM KART PELİN TANTOĞLU KART MERVE ÇÖPLÜ HACER DEMİR RABİYE BAŞTÜRK SİMGE KOSTİK RABİA ÖNEN MELİKE OYA KADER MUAZ TOĞUŞLU DİLARA KÜÇÜKAY TOLGAHAN ÖZER NUREVŞAN GÜNDOĞDU FATMA CEREN DOLAY KÜBRA YILDIZ SEVDA YILMAZ SİNEM ŞAHİN BÜŞRA EMETİ CENGİZ DİLANUR TOPLAK EMİNE BAYDERE FULYA BAŞARAN BURCU ÇAKMAK GÖZDE ÖNCEL NUR SEVİM SALÇIN NESLİHAN NUR ÜZÜM SİNEM KÖSEOĞLU AYSEL EKİN EYÜBOĞLU CANSEL PEHLİVANOĞLU DİLARA ÖNEN ECEM BOZYEL ELİF ÜNAL EMİNE ŞEN ESİN ALTINKAYA ESRA KARAN GEMZE KEŞRE GAMZE TEZGİDER GİZEM TUTAR ILKNOUR KOTZA İREM ERBİL İSRA SELEN DURMAZ KEVSER SOLMAZ PELİN YALÇIN SEDA İKİKARDEŞLER DUYGU ÇELİK HAŞİM ERTEK BURCU AKBULUT NURAN AKALIN SULTAN KAPDAN AHSEN BAYRAKTAR NERGİS BOZKURT CEYDA NUR KAYA NİL SIRIMOĞLU OSMAN ŞİMŞEK HATİCE KARAGÖL ELİF NUR DOĞAN FATMA ILGIN GÜLLER İKRA NUR İNCEBEY CABİR ÇOBANOĞLU

DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar. İNOVATİF KİMYA DERGİSİ

REKLAM VERMEK İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.

http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/


REKLAM İÇİN REKLAM VERMEK İÇİN DOĞRU YERDESİNİZ reklam@inovatifkimyadergisi.com


GEZEGENLERİN KİMYASAL BİLEŞİMLERİ

6

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ'NİN COVID-19 mRNA AŞI PROJESİ DSÖ'NÜN İZLEME LİSTESİNE ALINDI

11

PLASTİNASYON

13

TÜRK BİLİM İNSANINDAN BİYOMÜREKKEP

18

HİDROJENLİ ARAÇLARDA NANOTEKNOLOJİ NASIL KULLANILIR?

20

PROTEİN BAZLI ORİJİNAL İLAÇ GELİŞTİRME ÇALIŞMASI BAŞLADI

24

KARBON NANOTÜP ve KARBON NANOTÜP 26 ELYAF NEDİR ?


YÜKSEK İTHALAT HACİMLİ ENZİMLER KOCAELİ'DEKİ MERKEZDE ÜRETİLECEK

33

GIDA SEKTÖRÜNDE BİR JOKER: TÜM YÖNLERİYLE POLİSİKLİK AROMATİK HİDROKARBONLAR

35

BORDAN YARI SENTETİKLİ EL YUMUŞATICI KREM ÜRETİLDİ

39

KRİTİK BEBEK BEZİ BİLEŞENLERDEN BİRİ OLARAK SELÜLOZ

41

ATIK EKMEKTEN PLASTİK

45

FARKLI NEMLENDİRİCİ TÜRLERİNİN CİLT 47 ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

ERCİYES TEKNOPARK'TA SAĞLIK BAKANLIĞI ONAYLI ZEYTİNYAĞI BAZLI PROPOLİS ÇALIŞMASI YAPILDI

53


GEZEGENLERİN KİMYASAL BİLEŞİMLERİ Gezegenlerin Renkleri Nelerdir? Gezegenlerimizin bileşimlerine geçmeden önce yine ikinci bir soruyla devam edelim. Güneş Sisteminin gezegenleri tam olarak neye benziyor? Uzaydan fotoğraflarını çekecek olsaydık, renk geliştirme, görüntü rötuşları ve ayrıntılarını ortaya çıkarmak için tasarlanmış diğer yöntemler hariç, gerçek renkleri ve görünümleri ne olurdu? Dünya'nın mavi mermere benzediğini zaten biliyoruz, peki ya diğerleri?

bitki örtüsü veya ılık, akan su olup olmadığını da belirleyebilir. Bununla birlikte, gaz veya buz devlerinden bahsediyorsak , o zaman gezegenin rengi onu hangi gazların oluşturduğuna, ışığı absorbe etmelerine ve hangilerinin yüzeye daha yakın olduğuna bağlı olacaktır. Güneş Sistemimizin gezegenlerini gözlemlerken tüm bunlar devreye girer.

Basitçe söylemek gerekirse, Güneş Sistemimizdeki her gezegenin rengi büyük ölçüde onların bileşimine bağlıdır. Karasal bir gezegen ise - yani minerallerden ve silikat kayalardan oluşan bir gezegen ise - o zaman görünüşü muhtemelen gri olacaktır veya oksitlenmiş minerallerin görünümünü alacaktır. Aynı zamanda, gezegenin atmosferleri büyük bir rol oynar - yani güneş ışığını nasıl yansıtıp absorbe ettikleri, hangi renkleri dışarıdan bir gözlemciye sunacaklarını belirler. Bir atmosferin varlığı, gezegenin yüzeyinde

6


Merkür Karasal bir gezegen olan Merkür, metalik bir çekirdek ile kayalık bir manto ve kabuk arasında ayrılan çoğunlukla demir, nikel ve silikat kayalardan oluşur. Cıva ayrıca hidrojen, helyum, oksijen, sodyum, kalsiyum, potasyum ve diğer elementlerden oluşan son derece ince bir atmosfere sahiptir. Bu atmosfer o kadar zayıftır ki, gökbilimciler onu ışığı ne absorbe eden ne de yansıtan bir ekzosfer olarak adlandırırlar. Yani Merkür'e baktığımızda, ister yüzeyden ister uzaydan olsun, yüzeyinin net bir görüntüsünü elde ederiz. Ve gördüğümüz şey koyu gri, kayalık bir gezegen.

Venüs Venüs'ün rengi ise büyük ölçüde gözlemcinin konumuna bağlıdır. Venüs aynı zamanda karasal bir gezegen olsa da, son derece yoğun bir karbondioksit, nitrojen ve sülfür dioksit atmosferine sahiptir. Bu, yörüngeden, yoğun sülfürik asit bulutlarından biraz daha fazlasını gördüğü ve yüzey özelliklerini görmediği anlamına gelir. Bu, bulutun mavi ışığı absorbe etmesi nedeniyle uzaydan bakıldığında gezegene sarımsı bir görünüm kazandırır. Venüs yüzeyinin ilk görüntüleri Sovyet dönemi Venera sondaları tarafından sağlandı , ancak Venüs'ün atmosferi mavi ışığı filtrelediği için gerçek rengi ayırt etmek zordu. Bununla birlikte, (magmatik bazalt açısından zengin olduğu bilinen) yüzey bileşimi muhtemelen grimsi bir görünüme neden olacaktır. Bu açıdan Venüs'ün yüzeyi, Merkür'ün ve Dünya'nın Ayına çok benziyor.

Dünya Dünya'nın rengi, onlarca yıllık hava, yörünge ve uzay tabanlı fotoğrafçılık sayesinde yakından tanıdığımız bir renktir . Yoğun bir nitrojen-oksijen atmosferine sahip karasal bir gezegen olan Dünya'nın görünümü, gezegenimizin atmosferinin ve okyanuslarımızın ışık saçma etkisine iner, bu da dalga boyunun kısalığı nedeniyle mavi ışığın diğer renklere göre daha fazla dağılmasına neden olur. Suyun varlığı, spektrumun kırmızı ucundan gelen ışığı emer ve benzer şekilde uzaya mavi bir görünüm sunar. Bu, gezegenimizin gökyüzünün çoğunu kaplayan beyaz bulutlar boyunca "Mavi Mermer" görünümüne sahip olmasına yol açar. Yüzey özellikleri, neye baktığına bağlı olarak, yeşilden (yeterli bitki örtüsü ve ormanların bulunduğu yerlerde), sarı ve kahverengiye (çöller ve dağlık bölgelerde, tekrar beyaza (bulutlar ve büyük buz oluşumları söz konusudur).

7


Mars Mars bir sebepten dolayı Kızıl Gezegen olarak biliniyor. İnce atmosferi ve Dünya'ya olan yakınlığı sayesinde, insanlar yüzyılı aşkın süredir onu net bir şekilde görüyorlar. Ve son birkaç on yılda, uzay yolculuğunun ve keşiflerin gelişmesi sayesinde, gezegen hakkındaki bilgimiz büyük bir hızla arttı. Bundan, Mars'ın birçok yönden Dünya'ya benzediğini öğrendik; bu, kompozisyondaki benzerlikleri ve hava modellerinin varlığını içerir. Esasen, Mars'ın büyük bir kısmı, yüzeyindeki demir oksit varlığı nedeniyle kırmızımsı kahverengidir. Bu renk, atmosferin oldukça ince yapısı sayesinde oldukça nettir. Bununla birlikte, ara sıra bulut da yörüngeden görülebilir. Gezegen ayrıca kutup buzullarının varlığı nedeniyle kutupların etrafındaki beyaz lekelerden payına sahiptir. [1] Gelelim birde Dünya’da yankı uyandıran ELON MUSK’ın Mars ile ilgili yaptığı çalışmalara

Mars'ın ince atmosferi, demir oksit prevalansı nedeniyle kırmızımsı kahverengi olan yüzeyinin net bir şekilde görülmesini sağlar

NEDEN MARS? Ortalama 140 milyon mil uzaklıkta olan Mars, Dünya'nın en yakın yaşanabilir komşularından biridir. Mars, Güneş'ten Dünya'nın yaklaşık yarısı kadar uzakta, bu yüzden hala yeterli güneş ışığına sahip. Biraz soğuk ama ısıtabiliriz. Atmosferi esas olarak bir miktar nitrojen ve argon ve birkaç başka eser

element içeren CO2'dir, bu da sadece atmosferi sıkıştırarak Mars'ta bitki yetiştirebileceğimiz anlamına gelir. Mars'ta yerçekimi, Dünya'nın yaklaşık% 38'i kadardır, bu nedenle ağır şeyleri kaldırıp etrafta dolaşabilirsiniz. Dahası, gün Dünya'dakine oldukça yakın. [2]

Elon Musk, her gün 3 Starship roketi fırlatarak ve kızıl gezegende 'birçok iş' yaratarak 2050'ye kadar 1 milyon insanı Mars'a göndermeyi planladığını söylüyor SpaceX'in Starship uzay aracı ve Super Heavy roketi (topluca Starship olarak anılır), hem mürettebatı hem de kargoyu Dünya yörüngesine, Ay'a, Mars'a ve ötesine taşımak için tasarlanmış tamamen yeniden kullanılabilir bir taşıma sistemini temsil eder. Starship, Dünya yörüngesine 100 metrik tondan fazla taşıma kabiliyetiyle şimdiye kadar geliştirilmiş dünyanın en güçlü fırlatma aracı olacak. Starship, tasarlandığı şekilde gerçekleştirilirse, şimdiye kadar yaratılmış en güçlü fırlatma sistemi olacaktı; her fırlatma, bir seferde 100 tondan fazla (yaklaşık yedi tam yüklü okul otobüsünün kütlesi) ve 100 kişiyi yörüngeye göndermeye yetecek kadar itme gücü taşıyacaktı. Musk, roketlerin Mars'a tam olarak ne taşıması gerektiğini belirtmedi, ancak pek çok yiyecek, su,

inşaat malzemesi, alet ve gelişmiş yaşam destek sistemleri verilmiş. Bu nedenle, kalıcı bir yerleşim yeri inşa etmek için koca bir Starships filosuna ihtiyacı olacağını tahmin etti . [3] Elon Musk, uzun zamandır Mars’a 100 insan veya 100 metrik ton yük taşıma kapasitesinde bir Mars Koloni Taşıyıcısı yapmanın hayalini kuruyordu. Güneş sisteminin yük gemisi, Mars Koloni Taşıyıcısını, SpaceX’ in yeni gezegende insanoğlunun yayılmasını sağlayacak araç olarak düşünebiliriz. Fakat neden Mars’ta duralım ki? SpaceX’in CEO’ u Twitter’da yaptığı açıklamada kurgusal gemimizin Mars’ın da ötesine seyahat yapabilecek kapasitede olabileceğini duyurdu.

Peki Mars’tan Ayrı İnsanoğlu için Başka Neler Var? Kabul edelim. Henüz gezegenler arası taşımacılıkla ya da aracın menzili dahilindeki noktalarda bulunan duraklar ile ilgili çok detaylı bilgiye sahip değiliz. Fakat bu düşünce bile Popular Science’ ta daha başka nerelere gidilebilir sorusunu soran bir ekibin

oluşmasına yol açtı. Mars’ tan ayrı olarak güneş sistemimizde yaşam için misafirperver birkaç nokta daha bulunabilir. Başka bir deyişle daha az ölümcül!

8


Mesela Venüs’ ün üst atmosferi insan yerleşimi için çok fazla boğucu sıcak olmayabilir. Ayrıca bulutların

üzerindeki bir şehrin manzarası da oldukça etkileyici olacaktır.

Jüpiter Jüpiter , beyaz bantlarla karıştırılmış turuncu ve kahverengiden oluşan bantlı görünümü ile ünlüdür. Bu, bileşimi ve gezegende ortak olan hava durumu modellerinden kaynaklanmaktadır. Bir gaz devi olan Jüpiter'in dış tabakası, 100 m/s'ye (360 km/s) varan hızlarda hareket eden hidrojen, helyum ve diğer eser elementlerin dönen bulutlarından oluşur. Aynı zamanda, turuncu ve beyazın renk desenleri, Güneş'ten gelen ultraviyole ışığa maruz kaldıklarında renk değiştiren bileşiklerin yükselmesinden kaynaklanmaktadır. Kromoforlar olarak bilinen ve muhtemelen sülfür, fosfor veya hidrokarbonlardan oluşan bu renkli bileşikler, yükselen konveksiyon hücreleri, bu alçak bulutları görünümden maskeleyen kristalleşen amonyak oluşturduğunda oluşur.

Satürn Jüpiter gibi, Satürn de bileşiminin kendine özgü doğası nedeniyle şeritli bir görünüme sahiptir. Bununla birlikte, Satürn'ün düşük yoğunluğu nedeniyle bantları çok daha soluk ve ekvatorun yakınında çok daha geniştir. Jüpiter gibi, gezegen de ağırlıklı olarak kayalık bir çekirdeği çevreleyen eser miktarda uçucu madde (amonyak gibi) içeren hidrojen ve helyum gazından oluşur. Hidrojen gazının varlığı koyu kırmızı bulutlarla sonuçlanır. Bununla birlikte, bunlar atmosferin dış kenarına daha yakın olan ve tüm gezegeni kaplayan amonyak bulutları tarafından gizlenmiştir. Bu amonyağın Güneş'in ultraviyole radyasyonuna maruz kalması onun beyaz görünmesine neden olur. Daha derin kırmızı bulutlarıyla birleştiğinde bu, gezegenin soluk altın rengine sahip olmasıyla sonuçlanır.

Uranüs Bir gaz / buz devi olarak Uranüs , büyük ölçüde moleküler hidrojen ve helyumun yanı sıra amonyak, su, hidrojen sülfür ve eser miktarda hidrokarbondan oluşur. Metanın varlığı, Uranüs'e akuamarin veya camgöbeği rengini veren şeydir; bu, görünür ve yakın kızılötesi spektrumdaki belirgin soğurma bantlarından kaynaklanmaktadır.

9


Neptün Neptün , benzer bileşimi nedeniyle görünüşte Uranüs'e benzer. Çoğunlukla hidrojen ve helyum gazından oluşan bu gaz / buz devinde ayrıca eser miktarda hidrokarbon, muhtemelen nitrojen ve su, amonyak ve metan gibi "buzlar" da vardır. Bununla birlikte, Neptün'ün daha koyu mavi rengine yol açan şey, Neptün'ün daha yüksek metan ve amonyak oranı ve Güneş'e olan uzaklığı (bu da daha az aydınlatma ile sonuçlanır). Uranüs'ün nispeten özelliksiz görünümüyle karşılaştırıldığında, Neptün'ün atmosferi aktif ve görünür hava modellerine sahiptir. Bunlardan en ünlüsü, Jüpiter'in Büyük Kırmızı Leke'sine benzeyen antikiklonik bir fırtına olan Büyük Karanlık Nokta'dır . Neptün'ün diğer koyu lekeleri gibi bu alan da çevresine göre daha koyu bir mavi tonudur. [4] Kaynaklar [1]- https://www.universetoday.com/33642/the-colors-of-the-planets/ [2]- https://www.spacex.com/vehicles/starship/index.html [3]- https://www.independent.co.uk/life-style/gadgets-and-tech/news/elon-musk-mars-nuke-humans-livemirrors-spacex-a9072631.html [4]- https://www.universetoday.com/33642/the-colors-of-the-planets/

Büşra Emeti Cengiz Kimya Öğretmeni (Lisans Öğrencisi) emeti544@icloud.com

10


SELÇUK ÜNİVERSİTESİ'NİN COVID-19 MRNA AŞI PROJESİ DSÖ'NÜN İZLEME LİSTESİNE ALINDI Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde gerçekleştirilen SARS-CoV-2 mRNA aşı çalışmaları Dünya Sağlık Örgütü'nün izlem listesine girdi. İzlem listesinde RNA teknolojisinin kullanıldığı 14 aşıdan bir tanesi oldu. Konya'daki Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, yürüttüğü SARS-CoV-2 mRAN aşı çalışmalarıyla Dünya Sağlık Örgütü'nün izlem listesine alındı. Türkiye'deki ilk mRNA aşı özelliği taşıyan aşı projesi, dünya genelinde de sınırlı sayıdaki mRNA aşı projeleri

arasında bulunuyor. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tülin Çora, gerçekleştirilen COVID-19 mRNA aşı projesinin TÜBİTAK bünyesindeki 8 aşı çalışmasından bir tanesi olduğunu dile getirdi. Prof. Çora, dünyada 2 bin civarında aşı projesi yürütüldüğünü ve bunların 165 tanesinin DSÖ izlem listesinde olduğunu dile getirirken Selçuk Üniversitesi bünyesinde geliştirilen 2 aşının bu listede yer aldığını söyledi.

DSÖ Listesinde RNA Teknolojisinin Kullanıldığı 14 Aşı Var DSÖ'nün takibe aldığı aşı projelerinde COVID-19'a karşı farklı aşı stratejilerinin kullanıldığını dile getiren Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi COVID-19 mRNA Aşı Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Nadir Koçak, bu aşı stratejilerinin inaktive, protein subunit, replike olmayan viral vektör, adenovirüs, rekombinant, DNA ve RNA olduğunu dile getirdi.

Doç. Dr. Koçak, mRNA aşılarının daha çok kanser odaklı olduğunu ancak SARS ve MERS salgınları sırasında viral etkenlere karşı da uyarlanmaya başladığını söyledi. Koçak, mRNA aşılarına odaklanan önemli kuruluşlar olduğunu ve COVID-19 aşısı çalışmalarında da önde giden Moderna ve BioNtech gibi kuruluşların da bunların arasında yer aldığını dile getirdi.

DSÖ'nün izlem listesinde RNA teknolojisinin kullanıldığı 14 adet aşının yer aldığını söyleyen

11


Türkiye'nin farklı üniversitelerinden hocalarla COVID19'a karşı mRNA tabanlı bir proje hazırlama sürecine girdiklerini söyleyen Koçak, "Projemiz, çok kısa bir süre içerisinde TÜBİTAK 1004 Mükemmeliyet Merkezleri Projesi kapsamında kabul edildi ve

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından oluşturulan Türkiye Kovid-19 Platformuna dâhil edildi. Diğer projelerden yaklaşık iki ay sonra yürürlüğe girmiş oldu" ifadelerini kullandı.

Kısa Sürede Preklinik Çalışmalarının Bitirilmesi Hedefleniyor

Çalışmalarına haziran ayında fiili olarak başladıklarını belirten Doç. Dr. Koçak, üzerine çalışılan aşı teknolojisinin dünyadaki en yeni teknolojilerinden bir tanesi olmasından dolayı literatürde ayrıntılı protokollerin bulunmasının zor olduğunu ve bu yüzden başlangıçta uzun bir süre boyunca ayrıntılı protokoller için yoğun çaba sarf edildiğini dile getirdi. Tek bir aşı modeli üzerinde değil hem doğal hem de modifiye tip dizaynlarla çoklu tasarımlar şeklinde ilerlemeye çalıştıklarını söyleyen Koçak,

"Gerçekleştirdiğimiz prototip aşılardan birisi, prefüzyon stabilize trimer aşı niteliği taşıyacaktır. Hayvan deneylerinde etkinliği gösterilmesi ile kısa sürede preklinik çalışmaları tamamlamayı hedeflemekteyiz" dedi. Yakın zamanda ilk örnek aşının oluşturulacağını söyleyen Doç. Dr. Koçak, "aşımızı oluşturduktan sonra hayvan deneylerine geçmeyi düşünüyoruz. Hayvan deneylerinden sonra artık faz çalışmalarına başlayabileceğimizi ümit ediyoruz" ifadelerini kullandı.

12


PLASTİNASYON Tıp ve Veterinerlik eğitiminde öğrenim materyali olarak kullanılan kadavra, makroskobik anatominin vazgeçilmezidir. Her ne kadar günümüzde kadavranın muhafazasında formalin kullanılsa da, formalin kullanılarak muhafaza edilen organların üzerinde çalışılması ve öğrenci uygulamalarında ki

zorluğu açıkça ortadadır. Doku veya organlarda bulunan formalinin buharlaşması sonucunda ortamın havasına karışmasıyla deri ve göz irritasyonlarına, korunmasız bir şekilde teması halinde ise ciltte ve mukozalarda hasarlara sebebiyet vermektedir.

Bu durumun eğitim yapılan ortamın konforunu olumsuz etkilemesiyle beraber doku veya organların doğal görünümlerinden uzak olması ve elle tutularak makroskobik inceleme şansını zorlaştırması öğrencilerin derse olan ilgisinin azalmasına neden olmaktadır. Formalin ile doldurulmuş ağır, cam veya plastik kaplarda muhafaza edilen örneklerin eğitim materyali olarak kullanılması bu kapların taşınması

ve muhafazası problemler oluşturmaktadır. Yukarıda bahsi edilen bu sorunlardan dolayı, eğitmenler ve öğrenciler koruyucu ekipman olarak kullandıkları eldiven, maske gibi ekipmanlara ihtiyaç duymadan kullanabilecekleri, kokusuz, kuru, sağlam ve dayanıklı, aynı zamanda canlı sağlığını tehdit etmeyen gerçek manada ideal bir eğitim materyali kullanımın arzulamaktadırlar. Söz konusu durum

13


incelendiğinde Plastinasyon yöntemi kullanılarak doku, organ veya kadavranın saklanması, korunması ve kullanım sürelerindeki artışlar bu yöntemin “ideal

eğitim materyali” kavramına en yakın materyallerin oluşturulması, günümüzdeki en geçerli sistem olduğunu göstermektedir .[1]

Plastinasyon Tekniği Plastinasyon, bedeni eğitim ve öğretim amacıyla her zamankinden daha ayrıntılı bir şekilde korumak için tasarlanmış bir süreçtir. Doku sıvılarının reaktif bir polimer ile yer değiştirmesiyle karakterize bir anatomik preparat hazırlama tekniğidir. Birçok anatomik yönteme kıyasla daha zorlu ve ekonomik açıdan maliyetli olsa da ortaya çıkan örneklerin doğal görüntüsüne son derece benzer, ayrıca dayanıklı ve insan sağlığı için zararsız son ürünler olmaları, bu yöntemi cazip kılmaktadır.[2]

Genel anlamda plastinasyon; doku sıvılarının aseton, alkol vb. solventler aracığıyla dokudan uzaklaştırılması ve yerine silikon, polyester veya epoksi türevi bir polimer kimyasalın aktarılması ve doku içinde sabitlenmesi işlemi olarak anlatılabilir. En sık kullanılan polimerler, anatomik örnekleri kuru, kokusuz halde tutan silikon, epoksi veya polyester reçineleridir ve minimum bakım gerektirir. Bu plastinatların hepsi formalin'in zararlı etkilerinden yoksundurlar ve tıp, veteriner eğitiminde mükemmel öğretim araçları ve büyük sanatsal müze örnekleri olarak hizmet ederler. İlaveten, plastinasyon, kesitsel anatomiyi incelemek için olağanüstü bir araçtır çünkü tıp alanında kesitsel görüntüleme yöntemlerinin kullanılması kesitsel anatomiyi anlama ihtiyacını arttırmıştır.[3] Plastinatlar kuru, kokusuz, dayanıklıdır ve sadece tıp uzmanları için değil, aynı zamanda daha geniş bir halk için özellikle değerli eğitim araçlarıdır. Sürecin kendisi nispeten basittir:

14


1.1.Fiksasyon & Anatomik Diseksiyon Plastinasyonun ilk adımı fiksasyondur. Formaldehit veya diğer koruma solüsyonları, tüm bakterileri öldürmek ve dokuların ayrışmasını önlemek için arterlere pompalanır. Bu işlem yaklaşık 3-4 saat sürer. Diseksiyona başladıktan sonra anatomik yapıları ve unsurları hazırlamak için deri, yağ ve bağ dokuları çıkarılır. Örneklerin karmaşıklığına göre diseksiyon 500 ile 1.000 saat arasında sürebilir. [2]

1.2.Vücut Yağının Ve Suyunun Çıkarılması Gerekli diseksiyon tamamlandığında asıl plastinasyon süreci başlar. İlk aşamada, vücuttaki su ve çözünür yağlar aseton banyosunda çözülür. Donma koşulları altında, aseton tüm suyu çeker ve hücrelerin içine yerleştirir.[2]

1.3. Zorla Emprenye Üçüncü adım, plastinasyon sürecinin merkezi aşamasıdır. Burada numune silikon kauçuk, polyester veya epoksi reçine gibi bir sıvı polimer banyosuna yerleştirilir. Vakum oluşturarak aseton düşük sıcaklıkta kaynar. Aseton buharlaşıp hücreleri terk ederken, sıvı polimeri içeri çeker, böylece polimer tüm hücrelere girebilir. Bu süreç 2-5 hafta arasında sürer.[2]

1.4. Konumlandırma Vakumla emdirmeden sonra, gövde hala esnektir ve istenildiği gibi konumlandırılabilir. Her bir anatomik yapı, teller, iğneler, kelepçeler ve köpük bloklar yardımıyla uygun şekilde hizalanır ve sabitlenir. Konumlandırma, çok fazla anatomik bilgi ve tanımlanmış bir estetik duygusu gerektirir. Bu adım haftalar hatta aylar sürebilir.[2]

1.5. Kürleme (Sertleştirme) Son aşamada numune sertleştirilir. Kullanılan polimere bağlı olarak bu, gaz, ışık veya ısı ile yapılır. Kürleme, plastinatı ayrışma ve çürümeye karşı

korur. Tüm vücudun diseksiyonu ve plastinasyonu yaklaşık 1.500 çalışma saati gerektirir ve normalde tamamlanması yaklaşık bir yıl sürer.[2]

15


2.Formaldehit Kadavranın korunması kadavra muhafaza sıvıları ile olmaktadır. Bu sıvılar; vücut enzimlerinin otolizini engellemeleri ile patojen mikroorganizmaların ölmesi sebebiyle hastalık bulaştırma riskini ortadan kaldırmaları ve örneklerin uzun süre bozulmadan koruduğu görülmüştür. Bu teknikle kadavra muhafazası amacıyla kullanılan çözeltiler, eter, fenol, gliserin, metil alkol, boraks ve formaldehit türevleridir .[4] Formaldehit suda çok iyi çözünen, renksiz, keskin kokulu, kimyasal formülü CH2O olan bir aldehittir.

Ölü bedenlerin muhafazası ise %5-10’luk formaldehit veya türevlerinden oluşturulan solüsyon dolu havuzlarda gerçekleştirilebilir. Formaldehit bazlı bu çözeltiler kullanılarak elde edilen kadavralarda dokuların ıslak ve kaygan olması kullanıcının kadavra üzerinde işlem yapabilmesini zorlaştırmakla beraber muhafazası ortalama 1-2 yıl arasında değişmektedir. [4]

Kuvvetli elektrofilik özelliği nedeniyle oldukça reaktif bir maddedir ve oda sıcaklığında gaz haline geçebilir. Formaldehit vücuda alındıktan sonra karaciğerde ve eritrositlerde formaldehit dehidrogenaz enzimi katalizörlüğünde formik asite metabolize olur. Vücutta depo edilmeyen formaldehit, ya formik asite dönüşerek idrar ve feçes yoluyla ya da karbondioksite okside olarak solunum yoluyla atılır. Formaldehit, kimyasal özellikleri nedeniyle çok yaygın olarak kullanılan kimyasal bir madde haline gelmiştir .[5]

sağlığına önemli zararlar içerir. Formaldehit üretiminin yapıldığı ya da kullanıldığı endüstriyel alanlardaki meslek grupları ile anatomistler, patologlar gibi formaldehite ve dolayısıyla onun olumsuz etkilerine aşırı maruz kalan kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda, beyin kanseri, kan kanseri ve kolon kanserinden ölenlerin sayısında normal popülasyona göre bir artış olduğu gözlenmiştir.[6]

Formaldehit, yaygın kullanımının yanında insan

16


Tablo 1. Formaldehit maruziyetinin akut sağlığa etkileri[6] Formaldehit konsantrasyonu (ppm) <0.05 0.05-1.5 0.05-1.0 0.01-2.0 0.10-25 5-30 50-100 >100

Sağlık etkisi Belirsiz Nöropsikolojik etkiler Koku eşik limiti Göz tahrişi Üst solunum yollarının tahrişi Alt solunum yollarının tahrişi ve akciğerler üzerinde etki Akciğerlerde ödem, inflamasyon, pnömoni Koma ve ölüm

Prof. Dr. Gunther Von Hagens Kimdir ? Dr. Hagens, 1945'de Doğu Almanya'da doğmuştur. Tıp eğitimine 1965 yılında Jena Üniversitesinde başladıktan sonra 1970 yılı Ağustosunda Batı Almanya’ya göç etmiş ve tıp eğitimini Lübeck Üniversitesinde sürdürmüştür. 1975 yılında Heidelberg Üniversitesi Anatomi ve Patoloji Enstitüsünde çalışmaya başladıktan sonra çalışmaları sırasında tıp alanında tek ve benzersiz bir yöntem olarak tanımlanan Plastinasyon yöntemini bularak tıp eğitiminin hizmetine sunmuştur. Bu amaçla ilk geliştirdiği yöntem Silikon Tekniği (S10) olarak bilinmektedir. Dr. Von Hagens buluşunu ve çalışmalarını aynı yıl bir yayın tıp dünyasına duyurmuştur.[2]

Kaynaklar

Von Hagens’in ilk kez 1995 yılında eğitim amacıyla Japonya’da açtığı “Body Worlds” sergisini o günden bugüne Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da, 60’dan fazla şehirde 30 milyondan fazla kişi ziyaret etmiştir. “Body Worlds” sergisi esasen eğitim amaçlı olsa da, aynı zamanda vücutlarını bağışlayan kişilerin vücutlarının ve iç organlarının halka sunulduğu tek insan anatomisi sergisi olma özelliği de vardır.[7]

[1] Bilge O, Çelik S, Boduç E. Uzun yıllar önce tespiti yapılmış lokomotor sistem örneklerinin plastinasyonu ve eğitimde kullanımı. Ege Tıp Dergisi 2014; 53 :84-87. [2] https://bodyworlds.com/exhibitions/ [3] Sargon MF, Tatar İ. Plastination: basic principles and methodology. International Journal of Experimental and Clinical Anatomy 2014; 8 : 13-18. [4] Çınaroğlu S, ARI HH. İnvestigation of macro anatomy of the urogenital system organs of norduz sheep by using the method of alkyd resin and preparation of their cadavers. Van Vet J 2015 ; 26 : 129-139. [5] Yıldız B, İkiz İ. Kadavra yapımında ve korunmasında yaygın olarak kullanılan tespit sıvıları. UÜ Vet Fak Derg 1993; 12 : 129-135. [6] Jones AP. Indoor air quality and health. Atmospheric Environment 1999; 33: 4535-4564. [7] Ak Ö. Plastinat vücut sergisi. Bilim ve Teknik Dergisi 2012; 539 : 34.

Nur Sevim Salçın Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Öğrencisi) nssalcin@gmail.com

17


TÜRK BİLİM İNSANINDAN BİYOMÜREKKEP Türk bilim insanı Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Nuri Ertaş, geliştirdiği biyomürekkep ile yapay organlardaki hücrelere kan damar ağı oluşana kadar ihtiyaçları olan oksijeni sağlamayı başardı. Doktorasını ABD’de de bulunan Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles’ta tamamlayan ve aynı üniversitede doktora sonrası araştırmalarda bulunan Dr. Yavuz Nuri Ertaş, TÜBİTAK’ın 2232 Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı ile Erciyes Teknoloji Transfer Ofisi’nin de koordinasyonu ile Türkiye’ye dönerek çalışmalarına Erciyes Üniversitesi’nde başladı. Doku hasarı yaşayan hastalara direkt bir şekilde sağlıklı hücrelerin tedavi amaçlı aktarılmasını hedefleyen Ertaş, geliştirdiği biyomürekkep ile yapay organlardaki hücreleri kan damar ağı oluşana kadar ihtiyacı olan oksijen kaynağını sağlamayı başardı. Yaptığı çalışmanın Ağustos 2020’de bilimsel alanda çok prestijli olan Advanced Healthcare Materials adlı akademik dergide kapak fotoğrafı olarak yayınlanmaya layık görüldüğünü kaydeden Ertaş, Erciyes Üniversitesi’nde bulunan Nanoteknoloji Araştırma Merkezi’nde çalışmalarına devam ediyor. Çalışma hakkında bilgiler veren Dr.Yavuz Nuri Ertaş, “Doku hasarı yaşayan hastalara direkt bir şekilde

sağlıklı hücrelerin tedavi amaçlı aktarılması, uzun süredir tıp ve mühendislik bilim insanlarının hedefi olmuştur. Her ne kadar bu konseptin terapatik potansiyeli yüksek olsa da karşılaşılan teknik zorluklar geliştirilen teknolojilerin klinikte pratik uygulamalara dönüşmesi noktasında engel olmuştur. Bu zorluklardan birisi ise implante edilen hücrelerin oksijen ihtiyacını karşılamaktır. Hücreler, yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar ve biyolojik ortamlarda ise bu oksijen kaynağı kan damarları vasıtasıyla sağlanır. Lakin implante edilen hücreler kendi damar ağına sahip olmadıklarından bu kan damar ağı oluşana kadar hücreleri canlı tutabilmek gerekmektedir. Yalnız, kan damar ağının oluşması da günler sürmekte ve bu aşamada hücreler yeterli oksijene ulaşamadıklarından ölmektedirler” ifadelerini kullandı. Ertaş, “Biz de bu problemi çözmek için 3 kıtadan araştırmacılarla bir araya gelip sentetik bir teknik geliştirdik. Hücrelerin kan damar ağı oluşana kadar ihtiyacı olan oksijen kaynağını sağlamayı başardık. Oksijen kaynağını sağlamak için kalsiyum peroksit denilen bir malzeme kullandık. Buradaki kritik noktalardan birisi kalsiyum peroksitin ortamdaki su ile reaksiyona girip hidrojen peroksit üretmesi

18


ve sonraki aşamada ise hidrojen peroksitin oksijene ayrışarak ihtiyaç duyduğumuz oksijeni bize vermesi şeklindedir. Bu kalsiyum peroksit malzemesini jelatin yapısı içine gömdük ve 3D biyoyazıcı ile bu hücrelerle beraber bastık. Yani bir tür biyomürekkep geliştirdik. İçinde canlı hücreler olan bir jelatin yapısı düşünelim. İşte bu jelatin yapısı içinde kalp hücrelerini ve başka deneyde ise bağ hücrelerini 3D biyoyazıcılar ile ürettik. Akabinde bu yapıları çok düşük oksijen ortamlarında beklettik ve canlılıklarını takip ettik. 7 güne kadar hücreleri canlı tutmayı başardık. Bu sonuçlar, oksijenlendirilmiş biyomürekkeplerin günümüz doku mühendisliği ve doku rejenerasyonunda damar oluşum öncesi implante dokulara oksijen sağlanması noktasında

efektif bir çözüm olduğunu gösteriyor. Bu çalışmada geliştirdiğimiz oksijen üreten 3D biyo-baskılanmış yapılar, rejeneratif terapilerde ve klinikte uygulama alanı bulma potansiyeline sahip olup yapay organların gerçeğe bir adım daha yaklaşmasının önünü açmıştır” şeklinde konuştu. Ertaş ayrıca, doktora sonrası araştırmacıların da çalışma kapsamında istihdam edileceğini kaydederek, “TÜBİTAK 2232 Programı kapsamında kurduğumuz laboratuvarda doktora sonrası araştırmacılar istihdam edeceğiz. Bu konuda ilgilenen adayların bize www.ertaslab.com adresinden ulaşmasını öneriyoruz” dedi.

19


HİDROJENLİ ARAÇLARDA NANOTEKNOLOJİ NASIL KULLANILIR? Akaryakıt krizi, günümüzün en büyük sorunlarından biridir. Fosil yakıtlar otomobillerde ve diğer içten yanmalı motorlarda en çok tercih edilen enerji kaynaklarıdır. Yenilenemez enerji kaynakları oldukları için artan yakıt tüketimi ile birlikte yakıt kaynakları giderek azalmaktadır. Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim son dönemlerde artmıştır. Hidrojenin yakıt hücrelerinde yakıt olarak kullanılması araştırmacılar tarafından öne sürülen çözüm yöntemlerinden biridir. Ancak yakıt pillerinin hidrojen üretimi sırasında buharlaştırma ve elektroliz yöntemleriyle çevreyi dolaylı olarak kirlettiği belirtilmiştir. Bu problem hidrojen üretimi aşamasında nanopartikül uygulanarak çözülmek-

tedir. Hidrojenin yeterli miktardaki depolanmasına ilişkin başka bir sorun bulunmaktadır. Bu sorunu çözmek için de nanoteknolojik yöntemler uygulanmaktadır. Karbon nanotüpler gerekli miktardaki hidrojeni depolamak için kullanılırlar. Bu yazımızda hidrojenli araçlardaki nanoteknoloji uygulamalarını inceleyeceğiz.

20


Şekil1. Hidrojenli araç mekanizması [1]

Yakıt Hücresi Nedir? Yakıt hücresi, kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürerek elektrik üreten elektro kimyasal bir sistemdir. Bu sistem çoğunlukla hava araçlarında, uzay araçlarında ve uzun mesafeli uzay sondalarında güç kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bu sistem içten yanmalı motorlarda pratik bir enerji kaynağı olarak kullanılabilmektedir. Bir yakıt hücresi, hidrojen iyonlarının geçmesine izin veren ancak elektronların geçmesine izin vermeyen özel bir elektrolit ile ayrılmış iki elektrottan oluşmaktadır. Bu sistemde yakıt olarak hidrojen ve oksijen kullanır ve yanma ürünü sudur. Şekil 2. Yakıt hücresi

Hidrojen Üretiminde Karşılaşılan Sorunlar Mevcut hidrojen üretim yöntemleri buharla dönüştürme yöntemini kapsamaktadır. Bu yöntem, suyun yaklaşık 3000 K gibi çok yüksek bir sıcaklığa ısıtılmasıyla hidrojen üretimini hedefler. Bu yöntemde doğal gaz kullanılır bunun sonucunda ise karbondioksit (CO2) ve karbon monoksit (CO) şeklinde hava kirliliği oluşur.

Hidrojen üretiminde yer alan diğer bir yöntem ise elektrolizdir. Bu yöntem doğrudan kirliliğe neden olmaz. Ancak elektroliz için kullanılan elektrik genellikle dolaylı olarak hava kirliliğine neden olan kömür, petrol veya doğal gazdan üretilmektedir. Nanoteknoloji çalışmaları sonucunda herhangi bir kirliliğe neden olmayan temiz hidrojen üretim yöntemi geliştirildi.

Nanoteknoloji Kullanarak Hidrojen Üretimi Fotoelektrokimyasal hidrojen üretimi: Bir fotoelektrokimyasal hidrojen üretim cihazı iletken bir cam tabaka üzerine yerleştirilmiş kabaca 30 nm çapında bir nano parçacık tabakasından oluşmaktadır. Nano parçacıklar yarı iletken bir metal oksitten (örneğin, titanyum oksit) oluşur. İletken cam levha nano parçacık katmanından kısa

bir mesafede bulunan bir metal elektrota bağlanır. Elektrot ve nano parçacıklar arasındaki boşluk su ile doldurulur. Su, nanopatriküller arasındaki boşluğa sızarak yarı iletken metal oksit ile su arasında yüzey teması sağlar.

21


Şekil 3. Fotoelektrokimyasal hücre

Bir fotoelektrokimyasal hücrenin nasıl çalıştığını anlamak için, elektronların ışığı hareket ettirme şeklini iyi anlamak gerekir. Güneş hücresinde olduğu gibi son katmandaki serbest birkaç elektronu alarak bir nano parçacık katmanına çarpar. Bu elektronlar iletken cam tabakadan metal elektrotlara doğru hareket eder ve üzerlerine negatif bir yük alırlar. Bu durumda elektronların içine girdiği metal elektrotla, elektronların dışarı ve yakınına fırlattığı bir nano parçacık katmanı oluşur. İkisi arasındaki boşluğu dolduran su, hidrojen üreten elektronlarla etkileşime girer. Pratikte, fotoelektrokimyasal hücrede reaksiyonun meydana gelmesi için biraz dış etkilere ihtiyaç duyulur.

Bir fotokimyasal hücredeki elektronlara gereken ekstra enerji bir güneş hücresine bağlayarak elde edilir. Bu işlem sonucunda fotoelektrokimyasal hücre, sudan ve güneş ışığından hidrojen üretir. Bazı araştırmacılar, hidrojen üretmek için doğal gazı

kullanmak yerine bu yöntemin ideale yakın bir fikir model olduğunu düşünüyorlar. Nevada Las Vegas'ta bulunan Hydrogen Solar, Ltd. adlı bir şirket, tam da bu yöntemin ideal bir yöntem olduğunu göstermek için deneysel bir enerji santrali inşa ediyorlar.

Hidrojen Depolama Hidrojen yakıt hücreleri nanoteknoloji araştırmacıları için bir başka büyük problem teşkil etmektedir. Hidrojen üretildikten sonra tam olarak nasıl saklanmalıdır? Hidrojen yakıt hücreleri otomobillerde etkin olarak kullanılacaksa, hidrojen depolama sistemi depolama tankının ağırlığının % 6’sı kadar hidrojen depolamalıdır. Ayrıca ihtiyaç durumunda hidrojeni kolayca çıkarılabilmelidir. Geleneksel yöntemler hidrojeni sıkıştırılmış bir gaz veya sıvı olarak depolamaktadır. Bir arabaya güç verecek kadar hidrojen depolamak için, tank yaklaşık olarak Rhode adası boyutunda olmalıdır. Araştırmacılar, bir depolama tankı yerine aynı işlevde hafif, kompakt katı malzemeler geliştirmeye çalışıyorlar. Bu malzemeler süngerin suyu emdiği gibi hidrojeni emer ve ihtiyacınız olana kadar (sızıntı olmadan) tutar. Teorik olarak bu malzemeler uygun

bir süre içinde hidrojenle yeniden doldurulabilir ve birçok kez yeniden kullanılabilir. Halihazırda bu işlevi yerine getiren malzemeler mevcut olmasına rağmen hidrojenin yalnızca ağırlıkça yaklaşık %1’ini (ağırlıkça gerekli olan %6’dır.) depoluyorlar. Araştırmacılar, mevcut katıların özelliklerini arttırmak ve tamamen yeni malzemeler geliştirmek için nano parçacık kullanmayı düşünüyorlar. Hidrojeni depolamak için yeni bir malzeme olan karbon nanotüpler kullanılmıştır. Bu noktada deneysel sonuçlar karışıklık göstermiştir, bu farklılıkların nedenleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Ulusal Yenilenebilir Enerji Laboratuvarı’ndaki araştırmacılardan kimisi belirli metallerin varlığında karbon nanotüplerin ağırlıkça %8 hidrojen tutabildiğini bildirirken diğerleri sadece %1’lik oranda hidrojen tutulabileceğini bildirmiştir.

Sonuç QSI’nin katalizör çözümü platini değiştirmek için nano ölçekte tasarlanmış düşük maliyetli metaller kullanmaktır. Palladyum bu metallere örnektir. Kimyasal olarak platine benzer, bakır-nikel cevherinden çıkarılır ve otomobillerin katalitik konvertörlerinde bir katalizör malzemesi olarak kullanılır.

alanı artışından kaynaklanır. Böylece katalitik reaksiyonun verimliliği iyileştirilir. Bu nedenle nano ölçekli paladyum kullanmak hem daha ucuzdur hem de daha iyi performans sağlar. Ayrıca kobalt ve nikel ile devam eden çalışmalar maliyetlerin daha da düşürebileceğine dair ümit verici sonuçlar göstermiştir.

Platinden %75 daha ucuzdur ve doğrudan metanol yakıt hücrelerinde nano ölçekte kullanıldığında, %45 oranında artan bir güç yoğunluğu göstermiştir. Bu güç artışı palladyum katalizörünün geliştirilmiş seçiciliğinden ve nano ölçekli malzemelerdeki yüzey

QSI, şu anda ticari miktarlarda yüksek saflıkta ve kısıtlı dağıtımda nano metaller ve yakıt hücresi membran elektrot tertibatlarında (MEA) katalizör malzemesi olarak kullanılan alaşımları üretebilen sayılı lider şirketlerden biridir. Yakıt hücresi

22


elektrotlarında QSI nano metallerinin kullanımı katalitik yüzey alanını önemli ölçüde artırır, dayanıklılığı artırır, yaşam döngülerini uzatır ve cihaz boyutunda küçülmeyi sağlar. Bu nedenle QSI’nin nano malzemeleri yeni nesil yakıt hücresi teknolojisini sağlayacak temeldir. [2] Hava kirliliği günümüzde karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunlardan biridir. Bu kirlilik temel olarak sanayi ve araçların egzoz gazlarından kaynaklanmaktadır. Yakıt hücreleri araçta ve sanayide güç kaynağı olarak kullanılırsa, hava

kirliliği büyük ölçüde kontrol altına alınabilecektir. Günümüzde kullanılan yakıt hücrelerinin boyutu çok büyüktür ve araçların ihtiyaç duyduğu IC motorları olarak kullanılamamaktadırlar. Ancak nano teknoloji uygulamalarıyla yakıt hücrelerinin boyutunu küçültülür ve kullanımını kolaylaşır böylelikle gelecekteki yakıt krizlerinin üstesinden gelinebilir. Bu yazımızda hidrojenli araçlarda nanoteknoloji kullanımının sağlayacağı faydaları gördük. Yenilenebilir enerji kaynakları ile daha temiz bir çevreye sahip olacağımız günlere ulaşmak dileğiyle… Bilimle kalın, bizimle kalın…

Kaynaklar [1] https://images.app.goo.gl/ArGs5raRvSv278GQ8 [2] G. Karthik Pandiyan ve T. Prabaharan (2020). Materials Today: Proceedings, Implementation of nanotechnology in fuel cells. (https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S2214785320304697)

Rabiye Baştürk Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) odtulurabiya@hotmail.com

23


PROTEİN BAZLI ORİJİNAL İLAÇ GELİŞTİRME ÇALIŞMASI BAŞLADI İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi'nde protein bazlı orijinal ilaç geliştirmek için çalışma başlatıldı.

uyumlu İlaç Analiz ve Kontrol Laboratuvarını kuran İBG, Türkiye Akreditasyon Kurumundan geçen martta GLP sertifikasını almaya hak kazandı.

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) bünyesinde yaklaşık 20 yıl önce kurulumuna başlanan, TÜBİTAK gibi birçok kuruluştan destek alan İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG), 2018'de Türkiye'nin ilk dört tematik araştırma merkezinden biri oldu. Bir taraftan orijinal ilaç geliştirmek için çalışma yürüten İBG, diğer yandan da firmaların geliştirdiği ilaç adaylarının klinik öncesi testlerden geçmesi için gerekli GLP (İyi Laboratuvar Uygulamaları) sertifikasını alarak klinik öncesi test hizmeti sunmaya başladı. Bünyesinde Türkiye'de ilk defa GLP regülasyonlarına

Merkezde ilaç geliştirme çalışmaları kapsamında Dr. Sibel Kalyoncu Uzunlar öncülüğünde, Prof. Dr. Mehmet İnan, Dr. Soner Gündemir ve Dr. Gülçin Çakan Akdoğan ve onların laboratuvar üyelerinin bulunduğu bir araştırma grubu oluşturuldu. Bu kapsamda, protein bazlı orijinal biyoteknolojik ilacını geliştirmek amacıyla başlayan çalışmalar devam ediyor. İBG araştırmacıları ve VSY Biyoteknoloji Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş'ın insiyatifi ile kurulan bu bilimsel ortaklıkla, bir göz hastalığının tedavisi için ilaç geliştirilmesi hedefleniyor.

Türkiye'nin İlk Protein Bazlı Orijinal İlacı Olacak Dr. Sibel Kalyoncu Uzunlar, AA muhabirine, Türkiye'de, yurt dışında geliştirilen orijinal ilaçların muadilinin başarıyla üretildiğini belirtti. İBG'nin almaya hak kazandığı GLP sertifikası sayesinde, VSY Biyoteknoloji firmasıyla protein bazlı

orijinal ilaç geliştirmeyi hedeflediklerini belirten Uzunlar, şöyle dedi: "Üzerine çalıştığımız ilaç Türkiye'nin ilk protein bazlı orijinal ilacı olacak. Orijinal ilaç geliştirmek uzun soluklu bir çalışma. Bu, araştırma aşamasından

24


hastaya ulaşana kadar 10 ila 15 yıl arasında bir süreyi kapsayabiliyor. Biz ilacın oluşması için gerekli tasarlama çalışmalarını İBG'de yürüteceğiz. Geliştirdiğimiz molekülün hedeflediğimiz göz hastalığını tedavi ettiğini hayvan modellerinde belirlememizin ardından bunu endüstrideki ortağımız firmaya aktaracağız." Protein temelli ilaçların, eczanelerde satılan küçük molekül ilaçlar gibi olmadığını anlatan Uzunlar, bu ilaçların özellikle kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının tedavisinde kullanılan karmaşık yapılı moleküller olduğunu anlattı. Çalışmalarının çok kapsamlı olduğunu belirten Uzunlar, şöyle konuştu: "Bakteri ve mayalarda bu proteini ürettireceğiz, ardından saflaştırıp karakterize edeceğiz. Daha sonra zebra balığı deneylerinde bunların yararlı ve zararlı etkilerine bakacağız. Tasarladığımız bir molekülün gerçek bir biyolojik organizmada nasıl etki gösterdiğini zebra balığı testinde görebiliriz. Daha sonra İBG'nin sahip olduğu iyi laboratuvar uygulaması sertifikası sayesinde çalışmaların klinik aşamaya geçmesine köprü olacağız. Klinik çalışmalar, ilacın hastalar üzerinde denenmesi anlamına geliyor."

Prof. Dr. Mehmet İnan da orijinal ilaç çalışmalarına katkı sunmak amacıyla 17 yıl sonra ABD'den Türkiye'ye döndüğünü söyledi. İBG'nin çok önemli bir çalışmaya imza attığını vurgulayan İnan, "Türkiye'nin önemli bir hayali olan kendi ilacını yapma çalışmaları gerçeğe dönüşecek. Çalışmaların olumlu sonuçlanması durumunda Türk bilim insanlarının bir göz hastalığına karşı geliştirdiği ilaç tüm dünyada kullanılmaya başlanacak." şeklinde konuştu. Dr. Gülçin Çakan Akdoğan da geliştirilen ilaç moleküllerini, iki günlük zebra balığı larvalarına mikro enjeksiyon yöntemiyle verdiklerini, zebra balığı çalışmalarının çok kısa bir sürede sonuç verdiği için bu yöntemi seçtiklerini bildirdi. İBG Merkez Müdürü Prof. Dr. Mehmet Öztürk ise "Sağlıkta, ilaçta ve aşıda dışa bağımlıysanız, ulus olarak hayatınız güvende değildir. İBG'nin ulusal misyonu işte bu manada çok önemlidir. İlaç ve aşıda Türkiye'yi dışa bağımlılıktan kurtarmak. İBG olarak, VSY Biyoteknoloji firması için geliştirdiğimiz oftalmolojik bir orijinal biyoteknolojik ilaçla ilgili Ar-Ge çalışmalarımız hızla ilerlemektedir." ifadelerini kullandı.

25


KARBON NANOTÜP VE KARBON NANOTÜP ELYAF NEDİR ? Karbonun yapay allotropları arasında ise camsı karbon, fulerenler (buckyball) ve karbon nanotüpler yer almaktadır. Fuleren, tek tabakalı grafit yapısı olan grafen başlangıç maddesinden elde edilen, 60 adet karbon atomunun futbol topu şeklinde bir kafes yapı halini alarak oluşturduğu küresel molekül olup, ilk kez Rice Üniversitesi’nde H. Kroto ve ark. tarafından 1985 yılında keşfedildiği belirtilmiştir[1]. Karbon nanotüpler ise 1991 yılında Japonya’da elektron mikroskobisti S.Iijima tarafından fuleren sentezi esnasında deneysel olarak keşfedilmiştir. Bununla birlikte esasında ilk kez 1952’de Rus bilimadamı Radushkevich tarafından keşfedildiğine dair iddialar da mevcuttur. KNT’ler C60 molekülünün iki eşit parçaya bölünüp aralarına

grafenden oluşan silindirin yerleştirilmesiyle meydana getirilmiştir. Bal peteği deseninde sıralanmış karbon atomlarının bir araya gelmesiyle oluşan örüntünün (grafit) kendi üzerinde döndürülerek sarıldığı ve kenarlarının birleştirildiği düşünülürse bir grafit tüpü yani karbon nanotüp oluşturulmuş olmaktadır[1]. Karbon nanotüpler için, Ark Boşaltma yöntemi, Lazer Isıçekim yöntemi ve Kimyasal Buhar Biriktirme (CVD) yöntemi olarak üç farklı popüler üretim metotu bulunmaktadır[2].

26


Şekil1: a. Ark boşaltma yöntemi ile KNT oluşumu b. Lazer Isıçekim yöntemi ile KNT oluşumu c. Kimyasal Buhar Çökeltme (CVD) yöntemi ile KNT oluşumu Son yıllarda karbon nanotüpler (KNT) teknolojik açıdan ilgi çeken ileri malzemeler arasındadır. Bu malzemeler, toz partikül form yanında yakın zamanda dünyada sınırlı sayıda ileri araştırma merkezinde eğrilebilir karbon nanotüp elyaf halinde özel bir forma sahip olarak da üretilmeye başlanmıştır. Bu elyafların yüzey görünümleri, yüzey büküm açısı, mukavemet değeri ve elektrik iletkenliği incelenen nitelikleri arasındadır [1]. Karbon nanotüp elyafların oluşumu, ıslak bükme yöntemi ve katı hal eğrilmiş yöntem olarak ayrılabilir. Islak bükme yönteminde Ağırlıkça % 60 karbon nanotüp (ark boşaltma yöntemiyle hazırlanmış) içeren lif ilk olarak Vigolo ve çalışma arkadaşları tarafından geliştirilmiştir.

Yüzey aktif madde ile stabilize edilmiş Polivinil alkol (PVA) pıhtılaşma banyosu çözeltisi içindeki tek cidarlı bir karbon nanotüpe ekstrüde edilerek elyaf hazırlanmıştır. Katı hal eğirme ile hazırlanan KNT elyafları yetiştirilen bir CVD (Kimyasal Buhar Çökeltme)'den doğrudan eğirme KNT aerojeli, dikey olarak büyütülmüş bir KNT dizisinden eğirme, KNT demetleri veya bir KNT filminden bükme gibi yöntemlerle genişletilebilir. Karbon nanotüpler, Van derWaals etkileşimleri, CNT'lerin oluşturmak için bir arada tuttuğu hizalı demetlerden dolayı elyafa kendiliğinden monte edilebilir[2].

Şekil 2: Multi duvarlı karbon nanatüp [6].

27


Eğrilebilir karbon nanotüp elyaf dizinlerinin (KNT ormanları) iplik haline dönüştürülmesi ve bu liflerden elde edilen çok özel nano-lif ipliklerin yapısal ve

mekanik özellikleri hakkında mevcut çalışma sayısı oldukça azdır [1].

Şekil 3: Lif yapısındaki malzemelerin inceliklerine örnekler [1].

1. Karbon Nanotüp Elyaf Üzerine Yapılan Çalışmalar Karbon nanotüp (KNT) ile ilgili yapılan farklı çalışmalarda, KNT’lerin saydam iletken filmler, kutuplaştırıcılar, polarize ışık kaynakları, organik ışık yayan diyotlar, termo-akustik hoparlörler, yapay kaslar, ışınım ölçerler, iletken ve ışık yayan ısı dağıtıcılarının parçaları gibi çeşitli alanlarda kullanım yeri bulacağı belirtilmektedir [1].

1.1 Karbon Nanotüp Elyaf Mukavemetinin Artırılması Üzerine Yapılan Çalışma Atkinson ve ark. (2007) nanotüplerin, nano yüzey veya iplik formuna dönüştürülürken katı şekil verme yöntemi üzerine yaptıkları çalışmada, KNT (Karbon nanotüp) elyaflarda 700 MPa kopma mukavemeti değerine ulaştıklarını ve iplik mukavemetinin, nanotüp uzunluğu arttırılarak ve nanotüp kalitesi iyileştirilerek arttırılabildiğini; iplik modülünün de belirli bir sınıra kadar bükümün azalmasıyla arttığını belirtmişlerdir[1].

1.2 Giyilebilir Enerji Depolamasında Karbon Nanotüp Elyaf Kullanımı Lu ve ark. (2019), giyilebilir enerji depolaması olarak nano yapılı karbon bazlı malzemelerden ıslak eğirme prosesini kullanmanın avantajlarını araştırmışlardır. Karbon nanotüpün fiziksel, mekanik, elektriksel ve elektrokimyasal özellikleri kontrol etme yeteneği, tekstil ve elyaf dahil enerji depolayan malzemelerde akıllı polimerik yapı geliştirmek için büyük umut vaat ediyor. Yaptıkları araştırmanın KNT elyafların elektrokimyasal özelliği üzerinde eğirme ve giyilebilir enerji depolama performansına ilişkin üretim koşulları gibi konularda yapılan ilk kapsamlı çalışma olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmada elektrot bazlı KNT’lerin bükülebilir ve hafif olma özelliğinden dolayı giyilebilir akıllı tekstillerin temelini oluşturacağı öngörülmüştür [2].

28


Şekil 4: (A) İç grafen levhalara sahip katı bükülmüş karbon nanotüp fiber (B) KNT / grafen hibrit elyafının katı eğirme ve elektro çekme yöntemleriyle birlikte eğrilmesi (Foroughi ve diğerleri, 2014). (C) rGO (İndirgenmiş grafen oksit) / SWNT (Tek duvarlı karbon nanotüp) kompozit elyafın hidrotermal prosedürleri (Yu ve diğerleri, 2014a). (D) Süper asitli pul pul grafen levhaların karbon nanotüplerle birlikte eğrilmesi (Lu ve diğerleri, 2018) [2].

1.3 İleri Kompozitler İçin Karbon Nanotüp Elyaf Kulllanımı Wu ve Chou (2012), karbon nanotüple ilgili gelecekteki uygulamaları göz önünde bulundurarak, takviye malzemelerinden ayrı olarak yüksek özgül güç, sertlik, elektriksel ve termal iletkenlik ve aşırı esneklik özellikleri nedeniyle termal, atmosferik ve biyokimyasal sensörlerde kullanılabileceğini öne sürmüşlerdir. Karbon nanotüplerin yük aktarım mekanizmaları, bağlı elektriksel ve mekanik tepki, yüksek gerilme oranı davranışı ve reçine infüzyonuna uyumu gibi özellikleri araştırılmışlardır. Elyaf mukavemeti ölçümünü etkileyen faktörleri (ölçü uzunluğu gibi ) inceleyerek ve elyafın uygunluğunu

dikkatlice değerlendirerek (enine kesit alanı, lineer yoğunluğu gibi) karbon nanotüp elyafların mekanik performansına ilişkin açıklamalarda doğrulamak mümkün görünmektedir [3].

29


Şekil 5: Odaklanmış bir iyon ışınında (Zeiss Auriga FIB-SEM), bir karbon nanotüp fiberin oyuk ve kesilmiş yüzeyi taramalı elektron mikroskobu yoluyla görüntülenmiştir. Odaklanmış iyon ışınında hizalanmış karbon nanotüpler aerojel bükülmüş bir elyafın yatay kesiti olarak gözükmektedir [3]. Dinamik çekme yükü altında piezorezistif davranış da gözlemlenmiştir. Karbon nanotüp elyafların piezorezistivitesi kompozit malzemeleri içinde gömülü gerinim sensörleri olarak potansiyel kullanımları söz konusudur. Bu uygulamayla birlikte

elektrik direnci değişimi ve gage faktörü (uzama duyarlılığı) ile ölçülen uzama belirlenmiştir. (Aerojel bükülmüş elyaf için 3.03 - 4.37'lik bir gage faktörü

Şekil 6: 760 1/s gerilme hızında yüklenmiş karbon nanotüp lifleri içinde elektrik direnci, uygulanan gerilim ile orantılı olarak artar[3].

30


1.4 Karbon Nanotüp Elyafların Mekanik Özelliklerinin İncelenmesi Koziol ve ark. (2007), KNT’de optimum mekanik özelliklere ulaşmak için nanotüp uzunluğu ve yapısı, elyaf yoğunluğu ve nanotüp oryantasyonunun rollerini araştırmışlardır. Karbon nanotüp fiberin doğrudan çekildiğini ve sürekli olarak bir aerojel olarak gaz fazından, yüksek mukavemet ve yüksek dayanıklılığını (eksenel elastik modül) birleştirdiğini görmüşler ve herhangi bir ticari yüksek mukavemetli elyaf ürününkinden önemli ölçüde daha büyük bir kırılma enerjisi (tokluk) gözlemlemişlerdir. Farklı seviyelerde karbon nanotüp oryantasyonu, fiber yoğunluğu ve mekanik özellikler, aerojelin çeşitli sarım hızlarında çekilmesiyle elde edilebilmektedir[4].

ize Raman saçılması ve küçük açılı x-ışını saçılması (SAXS) ile ölçülmüştür. Bir polimer biliminin temel ilkesi, üstün yönlendirme ve özellikler içinde yüksek sarma hızıdır ve yakın zamanda bu ilkenin karbon nanotüplere uygulandığı gösterilmiştir. Maksimum yönelim özellikle karbon nanotüplerin bir araya gelmesi durumunda istenir çünkü yük transfer verimliliği ve katı komşu nanotüpler arasındaki temas verimlilik kontrol etmek için önemlidir Şekil 7B’de elyafın SG (özgül ağırlığı) üzerinde sarım oranının etkilerini gelişmiş yönelimle birlikte yoğunlaştırma artışı gösterilmektedir. Grafik ayrıca yüksek sarım oranında elyafın çizgisel yoğunluğunun azaldığını gösterir [4].

Şekil 7A’da, nanotüp yönelimi üzerinde elyaf sarma hızının etkisini gösterir ve her ikisi de polar-

Şekil 7: (A) Arttırılmış sarım hızının yönelim üzerine etkisi . Yönlendirme işlevi [Hermans parametre; değişen boyutsuz bir parametre 0 (rastgele yönlendirme) ile 1 (mükemmel eksenel hizalama)] Elyaftan düşük açılı kırınımın izi, elyafın azimutal eninden ölçülmüştür ve gerçek mesafe için düzeltilmemiştir. Paralel için Raman spektrumunun G zirvesinden yoğunluk oranları ve dikey polarizasyonlar oran değerleri mutlak yönelimlere göreceli olmasına rağmen aynı eğilimi verir (B) Volumetrik elyaf yoğunluğu ve çizgisel üzerinde artan sarım hızının etkisi [4].

1.5 Nanotüple Alaşımlandırılmış Karbon Fiberlerin Bisiklet Gövdesinde Kullanımı Küçükyıldırım ve Eker’in yapmış oldukları araştırmada KNT’lerle alaşımlandırılmış karbon fiberlerin geliştirilmiş reçine sistemiyle üretildiği malzemeden üretilen bir bisiklet gövdesi, BMC bisiklet firması tarafından üretildi Bisiklet gövdesi sadece bir kilogramın altında bir ağırlığa sahip

olmasıyla beraber, yüksek rijitliğe ve dayanıma sahiptir. ABD’li bisikletçi Floyd Landis bu bisikletle, dünyanın en prestijli bisiklet yarışı sayılan Tour de France’ı 2006 yılında kazanmıştır [5].

31


Şekil 8: Tour De France 2006’yı Kazanan Floyd Landis ve Nanotüp Takviyeli Bisikleti[5]. Kaynaklar 1. Yalı, V., “Karbon Nanotüp Esaslı İpliklerin Özelliklerinin İncelenmesi”, Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Tekstil Mühendisliği Anabilim Dalı, Tekirdağ, 2016. 2. www.frontiersin.org, Lu, Z., Road, R., Safaei, F., Xi, J., Liu, Z., Foraughi, J., “Carbon Nanotube Based Fiber Supercapacitor as Wearable Energy Storage”, Frontiers in Materials, 2019, doi:10.3389/ fmats.2019.00138. 3. Wu, A.S., Chou,T., “Carbon nanotube fibers for advanced composites”, Department of Mechanical Engineering and Center for Composite Materials, University of Delaware, Newark, DE 19716, USA, Materialstoday,2012, 15 (7-8). 4. Kozial, K., Vilatela, J., Moisala, A., Motta,M., Cunniff, P.,Sennett, M., Windle, A., “High-Performance Carbon Nanotube Fiber”,Science 318, 1892 (2007),doi: 10.1126/science.1147635 5. Küçükyıldırım, B.O., Eker, A.,A., “Karbon Nanotüpler, Sentezleme Yöntemleri ve Kullanım Alanları”, Yıldız Teknik Üniversitesi, Makine Fakültesi,Makine Mühendisliği Bölümü, İstanbul, 2012. 6. https://arstechnica.com/science/2018/05/forget-carbon-fiber-we-can-now-make-carbon-nanotube-fibers/, “Forget carbon fiber—we can now make carbon nanotube fibers”, John Tımmer -5/15/2018, Nature Nanotechnology, 2018. doi: 10.1038/s41565-018-0141-z

Fulya Başaran Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Mezunu) fulbasaran@hotmail.com

32


YÜKSEK İTHALAT HACİMLİ ENZİMLER KOCAELİ'DEKİ MERKEZDE ÜRETİLECEK Çeşitli sektörlerde yaygın olarak kullanılan enzimlerin yerli ve milli olarak üretildiği Kocaeli'deki merkezde yurt dışından gelen enzimlerin kalite kontrol testleri de gerçekleştiriliyor. Kimya, ilaç, deri, kağıt, gıda, tekstil gibi sektörlerde yaygın olarak kullanılan ve yurt dışından temin edilen enzimler, Gebze Teknik Üniversitesinde (GTÜ) kurulan merkezde yerli ve milli olarak üretiliyor. GTÜ Biyomühendislik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Barış Binay, üniversite çatısı altında biri enzim tanıma laboratuvarı (BERC) ile diğeri Doğu Marmara Kalkınma Ajansı (MARKA) desteğiyle kurdukları Enzim Test ve Danışmanlık Merkezi (ETDAM) olmak üzere iki ayrı birim olarak faaliyet gösterdiklerini söyledi. Binay, enzim tanıma laboratuvarında daha çok araştırma ve proje odaklı çalışmalar gerçekleştirilirken, diğer merkezde sanayinin test ve danışmanlık ihtiyaçlarına cevap verdiklerini anlattı. Enzimlerin dünya genelinde 10 milyar dolarlık bir

pazar hacmine sahip olduğunu aktaran Binay, şöyle devam etti: "Enzimlerin pazarda büyük bir hacimde karşılık bulmalarının nedeni; birçok sektörde farklı amaçlarla kullanılmasıdır. Bugün en çok tıpta tedavi amacıyla özellikle nadir hastalıklar ve kanser gibi hastalıkların tedavisinde ilaç olarak kullanılmaktadır. Enzimler, tıp dışında deri, tekstil, orman ve çevre olmak üzere çok sayıda sektörde de kullanılıyor. Çok tercih edilmelerinin nedenlerinden biri de elde edilmek istenen sonucu ortaya çıkarırken yüksek enerjiler, yüksek sıcaklıklar, özel reaksiyon koşulları gerektirmeden ve çevreye zarar vermeden bu işlemi gerçekleştiriyor olmalarıdır." Türkiye'nin enzim ithalatının 2018'de 120 milyon dolar civarında olduğunu aktaran Binay, gümrükten protein olarak giriş yapan ürünleri de kattıklarında bu rakamın 200-250 milyon dolar bandına çıkabileceğini ifade etti.

33


Tıp, Çevre ve Tekstil Sektörüne Dönük Ürettiğimiz Enzimler Var Binay, enzimlerin Türkiye'de başta tıp olmak üzere, kimya, ilaç, deri, kağıt, gıda, tekstil gibi sektörlerde yaygın olarak kullanıldığını anlatarak, bu sektörlerde enzim ithalatının her geçen yıl artığını kaydetti. GTÜ'deki 2 merkezde sektör ve araştırmacıların enzimle ilgili ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştıklarını dile getiren Binay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

olan karbondioksidi tutarak bunlardan enerji değeri yüksek olan hidrokarbonlar üretmektedir. Bunun patentini aldık. Kumaşı ağartma amacıyla kullanılan enzimler bulunuyor, diğer patent çalışmamız da bununla ilgili. Bunlardan birini ürettik. Bu enzimin kirlilik oluşturan ağartma kimyasalları gerektirmeden aynı performansı tek başına gösterdiğin ispatlayıp yayına dönüştürdükten sonra patent aldık."

"Çevre ve tekstil sektörüne dönük ürettiğimiz enzimler var. Bunlardan biri hava kirliliğine neden

Yurt Dışından Gelen Enzimlerin Kalite Testleri Yapılıyor Doç. Dr. Binay, Enzim Test ve Danışmanlık Merkezi'nde yapılan çalışmalara da değinerek, bu merkezde yurt dışından gelen enzimlerin kalite testlerinin yapıldığını anlattı.

de MARKA destekli Enzim Test ve Danışmanlık Merkezi'nden gerçekleştirebiliyoruz." ifadelerini kullandı.

Enzimlerin aktif "canlı" moleküller olarak kabul edildiğine işaret eden Binay, "Doğru olmayan taşıma koşullarında bu enzimlerin performansları azalmakta, haliyle uygulama aşamasında istenilen sonucu vermemesine yol açmaktadır. Bu sorunlar nedeniyle ülkemizin ciddi maddi kayıplar yaşadığını görüyoruz. Bugün piyasada 1 mililitresi 50 bin dolar olan enzimler bile bulunmaktadır. Enzimlerde küçük de olsa bir performans kaybı, o işletmenin ciddi anlamda kayıplar yaşamasına neden olmaktadır. Bu nedenle ithal edilen enzimlerin kalite kontrollerini

Yurt dışından gelen enzimlerin, tedarikçileri tarafından gerçekleştirilen kalite kontrol raporları baz alınarak gümrüklerde kabul edildiğini aktaran Binay, "ETDAM'ın kurulmasıyla beraber bu enzimlerin tedarikçinin değil, direkt işletmenin kendisinin buradaki imkanları kullanarak kalite kontrol testlerini yapması ve aldığı ürünün üreticinin raporundaki performansı karşılayıp karşılamadığını kontrol etme şansı oldu." dedi.

Pandemi Süreci Bu Konuda Farkındalık Oluşturdu Binay, Türkiye'de farklı sektörlerde ve özellikle tıpta kullanılan enzim bazlı ilaçların yüksek hacimli üretilmesi konusunda yatırımcılarla iş birliği yapmak istediklerini vurgulayarak, pandemi sürecinin, biyoteknoloji ve enzim alanında ciddi anlamda üretimlerin başlaması gerektiği konusunda farkındalık oluşturduğunu söyledi.

Eylül ayı başında online düzenlenen 2. Uluslararası Enzim ve Biyoproses Kongresi'nde Türkiye'de müthiş bir enzim birikimi olduğunun ortaya çıktığını anlatan Binay, bunun bir şekilde sanayiye taşınması gerektiğini kaydetti.

34


GIDA SEKTÖRÜNDE BİR JOKER: TÜM YÖNLERİYLE POLİSİKLİK AROMATİK HİDROKARBONLAR Günümüzde teknolojinin gelişimi ile birlikte gıda sektöründe yeni yöntemler gelişmiş. Alternatif içerikler ve gıda maddeleri üretilmiştir. Aslında insanlığın bu alternatif arayışları, tarih boyunca artan popülasyona besin desteği sağlamak en önemli kriter olmuştur. Teknolojinin gelişmesi , endüstriyi geliştirmiş ve artık üretimler daha seri halde ve büyük kitleler halinde üretilmeye başlamış. Tam bu değişimin ve gelişimin

artışıyla doğayı kirleten ürünlerin artışı artmış, endüstriyel atıklar önce doğayı sonra insanı etkilemeye başlıyor. Bu maddelerden biride, Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlardır. Bu yazıda polisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) neler olduklarını gıdalarda kullanılması sonucu oluşturduğu etkileri üzerine tartışacağız.

Polisiklik Aromatik Hidrokarbon Bileşikler Nedir? Polisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) bileşikler, kömür gibi fosil yakıtların, karbon içeren maddelerin ve gıda gibi diğer organik bileşiklerin yüksek

sıcaklıkta oksijensiz ortamda pirolize olması veya tam yanmaması sonucu oluşan çevre kirletici maddeler olarak tanımlanmaktadır.Günümüzde,

35


PAH bileşikleri; fosil yakıtları kullanılmasının artması, endüstrinin geliştirilmesi, atıklarının birikmesi ve tütün içilmesi gibi insan kaynaklı faaliyetlerin

oluşumlarının yanı sıra volkanik patlamalar ve orman yangınları gibi doğal kaynaklarla da oluşmaktadır. [1]

Polisiklik aromatik hidrokarbonlar iki ya da daha fazla benzen halkasına sahip bileşiklerdir Hidrofobik yapısı vardır. [2] Biliyoruz ki , PAH’lar doğal ya da insan kaynaklı olarak organik bileşiklerin eksik yanması sonucu oluşurlar, doğal şekilde, orman yangınları veya volkanik patlamalarla da doğal biçimde oluşma şekilleridir. Diğer bir yandan insan kaynaklı oluşumları ise endüstriyel kaynaklar, motorlu taşıtlar ve sigara ile olmaktadır. Sigara ile ortaya çıkan PAH miktarı diğerlerine göre az olmasına rağmen insan sağlığı açısında en fazla tehdit oluşturan kaynaklar arasındadır.[3]

Polisiklik aromatik hidrokarbonlar birçok alanda kullanılan ürünlerin prosesler geçirmesi ile ortaya çıkıyorlar. Yukarıda bahsettiğimiz doğal oluşum sebeplerin dışında örnek olarak; endüstriyel kaynaklar, çöp yakma, çimento fabrikaları, petrol rafinerileri, kok ve asfalt üretimi, alüminyum, demir çelik üretiminden kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda, ısınma ve enerji amaçlı kullanılan kömür, odun gibi katı yakıtlar ve fosil yakıtlar da PAH oluşumuna neden olmaktadır.[4]

Kanser ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar Polisiklik Aromatikler, yukarıda bahsettiğimiz gibi bir çok endüstriyel olaylar sonucunda oluşuyor. Genellikle gıdalara etki eden bu atık ürünler, bazı reaksiyonlar sonucunda vücutta kanserleşmeye doğru ilerliyorlar. Kanser vücuttaki bir hücre grubunun farklılaşarak, aşırı ve kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu ortaya çıkmaktadır. Normalde hücrelerin büyümesi ve çoğalması bir düzen içerisinde olmaktadır. Buna paralel olarak doku ve organlar da görevlerini normal olarak yapabilmektedirler. Ancak bu hücreler anormal şekil ve hızda büyümeye ve çoğalmaya başlarlarsa, tümör adı verilen kitle oluşumuna yol açarlar. Bundan sonra normal olarak görevlerini yapan doku ve organlarda aksama ve görevlerini yapamama durumları oluşur. Araştırmalar gösteriyor ki , dünyadaki

kanser türlerinin bir çoğununun kişilerin tüketim alışkanlıkları ile doğru orantılı şekillendiklerini görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından mutajen ve kanserojen olarak tanımlanan PAH bileşikleri; hava, su, toprak ve g›da maddelerinde kompleks karışımlar halinde bulunmaktadır [5] . İnsanlar, bu bileşikleri kirli hava solumaları ve kirli su ve gıda tüketimi gibi çeşitli yollarla maruz kalmaktadırlar. Bu gıdalar özelinde daha çok işlem görmüş gıdalar bulunmaktadır. PAH’ların kanser ile ilişkisini ilk olarak 1775’de Londra’ da St. Bartholomew's Hospital’da cerrah olarak çalışan Percivall Pott’un baca temizleme

36


işçilerinin derilerindeki isten dolayı testis kanserine yakalandıklarını gözlemlemesi ile olmuştur. Bu gözlem kanserin çevresel faktörlerle oluştuğunun ilk kanıtı olmuştur. Ardından 100 yıl sonra Volkmann ve Bell Almanya ve İskoçya’da parafin endüstrisinde çalışan insanlarda testis derisi kanserini tespit ederek Pott’un yaptığı gözlemi doğrulamışlardır

[5] .Laboratuar hayvanları ve insanlar üzerinde yapılan araştırmalarda yağ, katran, is, duman gibi kimyasalların özellikle benzo(a)preni içeren zengin PAH kaynağı olduğu bulunmuştur.[6]

PAH’ın Yapısı ve Kanserleşmeye Etkisi Polisiklik aromatik hidrokarbon bileşikler yapısında iki ya da daha çok sayıda benzen halkası içeren lipofilik organik bileşiklerdir. Bu bileşikler yapılarına bağlı olarak mutajenik ve kanserojenik etkiye sahiptirler. PAH bileşikler; yapısında dörtten az benzen halkası bulunduran hafif PAH bileşikleri ve beşten daha fazla benzen halkası bulunduran ağır PAH bileşikleri olmak üzere temelde iki grup olarak sınıflandırılmaktadırlar. PAH bileşikleri sahip olduğu benzen halkasına göre adlandırılmaktadırlar. Bu bileşiklerin iki benzen halkasına sahip olanlar naftalin, üç benzen halkasına sahip olanlar antrasen ve fenantren olarak adlandırılırken, daha fazla benzen halkasına sahip olanlar ise kendilerine özgü isimlerle adlandırılmaktadırlar. Ağır PAH bileşiklerin stabilitesi ve dolayısıyla mutajenik ve kanserojenik etkisi hafif PAH bileşiklerine göre daha fazladır. [5] Yanmanın tam olarak gerçekleşmemesi sonucunda oluşan PAH’lar genellikle tek bir bileşik olarak değil yanma ürününün kompleks bir karışımı olarak

ortaya çıkarlar bu durum PAH’ları daha fazla tehlikeli yaparlar. Yanma faktör sebebiyle insan sağlığına zarar olacak ürünlerin oluşumuna neden oluyor.

PAH’ların İnsan Sağlığına Etkileri Üzerine Genel olarak PAH’ların çevrede dolaşımı fazladır bu durumun ortaya çıkmasına neden olan olay, PAH’ların suda kolay çözünebilme yetenekleri ve havada kolay buharlaşabilmeleri yüzündendir. Havada partiküllere tutunmuş veya buhar fazda bulunan bu bileşikler rüzgâr ile çok uzun mesafelere taşınabilirler. İnsanlar, kirlenmiş havayı ciğerlerine soludukları zaman genelde havada toz ya da partiküllere tutunmuş olan PAH’lar insan vücuduna girebilir. İçme suyu, yiyecekler ve PAH içeren ürünlerin deri ile temas etmesi, bu kimyasalların insan vücuduna girmesinin diğer yollarıdır. Bu bileşikler oluşumları sırasında kompleks karışım halinde oluştukları için insanlar birçok PAH bileşiğine birlikte maruz kalırlar. PAH’ların insan vücuduna girme oranı PAH’ların yeme, içme ile ya da deri ile teması sırasında başka kimyasal maddelerin varlığından etkilenebilir. PAH’lar yağ içeren bütün vücut dokularımıza girebilir, çoğunlukla karaciğer, yağ ve böbrekte depolanma eğilimindedir.Örnek verebilecek olursak,

mangal etlerinde yanan yağlar içerisinde bolca PAH bileşiklerini taşıtlar. Küçük miktarları adrenalin bezlerinde, yumurtalıklarda ve dalakta depolanır [8]. İnsan vücudu PAH’ları elimine etmek için onları yükseltger ve suda çözünebilir hale getirir. Meydana gelen bu oksidatif metabolizma ile yüksek verimli diolepoksit türevleri oluşur. Oluşan bu diol-epoksit türevleri DNA ile kimyasal tepkime verir ve PAH’ların DNA ile kimyasal bağ yapması kansere sebep olur. [9]

37


Sonuç Günümüzde gıda sektörü artık yanlış uygulamalar ile oluşabilecek tehlikeli maddeler zincirinin bir bombası halini almış durumda. İnsan sağlığının bu kadar dış faktörlere bağımlı olduğu dönemde gıda sektöründe

sıkça ismi gecen polisiklik aromatik hidrokarbonlar kanserleşmeye neden olduğu gibi doğayı kirleterek sonu gelmeyen bir tehlikeli sürecin başlamasına neden oluyor.

Kaynaklar [1] Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar ve Sağlığa Etkileri , Erol Alver, Ayla Demirci, Mustafa Özcimder,Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, [2] Zhang, H., Xue, M., Dai, Z. (2010). Determination of polycyclic aromatic hydrocarbons in aquatic products by HPLC-fluorescence. Journal of Food Composition and Analysis, 23, 469–474 [3] Vardar, N., Tasdemir, Y., Odabası, M., Noll, K. (2004). Characterization of Atmospheric Concentrations and Partitioning of PAHs in the Chicago Atmosphere. Science of the Total Environment, 327, 163–174. [4] Re N-Poppi ve Santiago-Silva, 2005; Lee ve ark., 2001; Garban ve ark., 2002; Dabestani ve Ivanov, 1999 [5] Luch, A., Baird, W.M. (2005). Carcinogenic Effects Polycyclic Aromatic Hydrocarbons. Metabolic Activation and Detoxification of Polycyclic Aromatic Hydrocarbons. (pp. 19–96), Ed: A. Luch. Imperial College Pres. USA [6] Douben, P.E.T. (2003). PAHs: An Ecotoxicological Perspective. Introduction. 1–6. Ed: P.E.T Douben Wiley. [7] Gıdalarda Polisiklik Aromatik Hidrokarbon Bileşiklerinin Bulunuşu Ve Sağlık Üzerine Etkileri, Özlem Kılıç, Elif Aykın Dinçer, Mustafa Erbaş, Akdeniz Üniversitesi Gıda Mühendisliği, Antalya, 2016 [8] ATSDR, Agency for Toxic Substances and Disease Registry (ATSDR). (1995). Toxicological profile for polycyclic aromatic hydrocarbons (PAHs). Atlanta (GA): Department of Health and Human Services, Public Health Service, USA. [9] Naegeli, H. Geacintov, N.E. (2005). Carcinogenic Effects Polycyclic Aromatic Hydrocarbons. Mechanisms of Repair of Polycyclic Aromatic Hydrocarbon-Induced DNA Damage. (pp. 211–258), Ed: A. Luch. Imperial College Pres. USA.

Muaz Toğuşlu Kimyager (Lisans Öğrencisi) mutazzam@gmail.com

38


BORDAN YARI SENTETİKLİ EL YUMUŞATICI KREM ÜRETİLDİ Diyarbakır Dicle Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Temel, doktora öğrencisiyle bor madeni üzerinde yaptığı çalışmalarla yarı sentetikli bor türevli el yumuşatıcı krem üretti.

element" olarak nitelendirdiğini belirten Temel, çok önemli olan bu elementin gübre, cam, enerji, ilaç ve kozmetik gibi birçok sektörde kullanım alanının olduğunu ifade etti.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi (DÜ) Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Temel, ikinci doktorayı yapmaya karar verdikten sonra uzmanlık alanının Türkiye'yi ilgilendiren bir konu olduğu için bor bileşikleriyle çalışmaya karar verdiğini söyledi.

Tez hocası olduğu doktora öğrencisi Metin Atlan'ın hazırladığı tez ve kendisinin hazırladığı ikinci doktora teziyle yaptıkları çalışmalara değinen Temel, "Yapılan iki doktora çalışmasının sonucunda dünyada ilk defa yarı sentetik bor bileşiklerini yaptık. Bu bileşiklerde antioksidan özelliklerinin çok yüksek olduğunu ve canlı hücrelerini yok etmediğini yani toksik özelliğinin olmadığını gördük." diye konuştu.

Bazı bilim adamlarının bor için "sanayinin tuzu" ifadesini kullandığını, kendisinin de bu madeni "rüya

Güzel Sonuçlar Elde Ettik DÜ Eczacılık Fakültesi Araştırma Laboratuvarı'nda 4,5 yıldır bu konuyla ilgili çalışmalar yürüttüklerini anlatan Temel, şunları söyledi:

elde ettik. Özellikle insanların vücuduna faydalı olabilecek yarı sentetik maddeler yaptık. Elde ettiğimiz bor kremleri çok rahat kullanılabilecek."

"Bor bileşiklerini sentezledikten sonra geçtiğimiz uygulama alanında bor kremleri yaptık. Dünyada ilk defa yarı sentetikli bor türevli krem yaptık. Bunun hem dermatolojik hem de mikrobiyal uygulamalarına baktığımız zaman inanılmaz derecede güzel sonuçlar

Dünyada bazı bilim adamlarının borun toksik özelliğinin fazla olduğu yönünde iddialarının bulunduğunu belirten Temel, bunun üzerine elde ettikleri bileşikler üstünde çalışmalar yaptıklarını bildirdi.

39


"Canlı hücreler üzerine yaptığımız çalışmada elde ettiğimiz bor bileşiklerinin uygulamasında hiçbir canlı hücrenin ölmediğini gördük. Özellikle bizim boronik asit türevli bileşiklerimiz toksik değiller. Bunun çalışmasını yaparak ispatlamış olduk. Etkinliği yüksek

dergilerde de bu konu ile ilgili makaleler çıkacak." diyen Temel, Sağlık Bakanlığından onay alınmasının ardından ürettikleri kremlerin seri üretime geçilmesinin planlandığını anlattı.

Boru Çok Aktif Bir Şekilde Kullanmamız Gerekiyor Çalışmalarıyla yara kremlerinde de çok güzel sonuçların elde edileceğine inandığını vurgulayan Temel, şu ana kadar fareler üzerinde yapılan çalışmalarda bu yöndeki sonuçların çok aktif olduklarını gördüklerini kaydetti. Borun dünya rezervinin yüzde 73'ten fazlasının Türkiye'de bulunduğunu kaydeden Temel, şu bilgileri verdi: "Bora çok önem vermemiz lazım. Bor enstitüleri kurulmuş. Bizim amacımız boru çok daha ileri

boyuta götürmek. Bor üniversitesinin kurulması gerekiyor çünkü Türkiye'nin dünyada en gelişmiş ülke sayılmasının nedenlerinden birisi de bu bor olacaktır. Her bilim adamı, çalıştığında borun bir rüya element olduğunu görecek. Artık bir pik yapmamız lazım. Çok güzel projelerimiz var. Bunun yanında boru çok aktif bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Savunma sanayisinde, kozmetikte, ilaçta boru kullanmamız lazım. Bizim milli gelirimiz artacak, dışa bağımlılığımız azalacak, ihracatta çok iyi boyuta geleceğiz çünkü dünya rezervinin yüzde 73'ten fazlası Türkiye'de var."

40


KRİTİK BEBEK BEZİ BİLEŞENLERDEN BİRİ OLARAK SELÜLOZ İdrardan sonra bebeğin cildinden sıvıyı hızla uzaklaştırarak bebeklerin cildini kuru tutmak amacıyla tasarlanan ve çağımızın en önemli hızlı tüketim ürünlerinden biri olan bebek bezini oluşturan temel bileşenlerden selüloz, bebek bezinde parçalanmış haliyle kullanılarak, bez boyunca sıvı iletimini sağlamakla birlikte; emicilik performansından öte ürüne kuru ve ıslak dayanım kazandırma işlevini üstlenir. Emici bölgede kullanılan parçalanmış selüloz, emici bölgeye bir bütünlük verir ve emme kapasitesi açısından da katkısı olur. Sıvıyı emme süresi (3. Strike through time, 3. STT), cilde geri verilen ıslaklık miktarı (3. Rewet), emme kapasitesi ve tutma kapasitesi bebek bezi için ana performans kriteri olarak adlandırılır ve bebek bezinin bu temel görevleri emici katman tarafından yerine getirilir. Emici katmanda yer alan süper absorban polimer (SAP) idrarın büyük bir kısmını kendi bünyesinde hapsederken, selüloz ise sıvının SAP tanecikleri arasında iletimini sağlayarak emme ve tutma kapasitesine de bir miktar yardımcı olmaktadır. Selüloz, bebek bezinde SAP tanecikleri için yatak oluşturarak onları bir arada tutan ve sıvının iletilmesinde rol oynayan önemli bir hammaddedir. Kâğıt hamurunun elde edilme prosesi ve selülozun temel kimyasal yapısı, selülozu oluşturan fiberlerin cinsi (selülozun kaynağı), fiber çapı ve uzunluğu, defiberizasyon enerjisi gibi parametreler bebek bezi performansı üzerinde etkili olan parametrelerdir. Selülozun elde edildiği odunun hücre çeperi

hemiselüloz, lignin, ekstraktifler ve selüloz içermektedir. Odunun içerisindeki selüloz haricindeki polimerik amorf hidrokarbonlar hemiselüloz olarak adlandırılırken hidrokarbon yapıda olmayan hem aromatik hem de alifatik yapıları bir arada bulunduran selülozu yarı selüloza bağlayan ve suyu iten kompleks yapı lignin olarak bilinmektedir. Kâğıt hamuru elde edilme yöntemleri mekanik ve kimyasal olmak üzere iki çeşittir. Mekanik selüloz üretim prosesinde boylamasına kesilen odunlar, pürüzlü yüzeyli bir taş ile preslenerek liflerine ayrılır. Liflerine ayrıldıktan sonra su ile birleştirilerek bir süspansiyon elde edilir. Daha sonra eleklerden geçerek yabancı maddeler ve fazla büyük parçalar ayrılmış olur. Bu aşamadan sonra elde edilen hammadde diskli rafinörlere girerek tekrar liflerine ayrılır. Eğer rafinöre girmeden önce buharla ön işlem uygulanarak yumuşatılıyorsa proses termomekanik hamur elde etme prosesi olarak adlandırılır. Bu proseste lifler daha az zarar göreceğinden daha iyi özelliklere sahip kağıt hamuru elde edilir. Temel termomekanik hamur elde etme prosesi sırasında odun lifleri rafinöre girerken buharlı ön işlem uygulamasına ek olarak kimyasal muamele de görüyorsa, proses ‘kimyasal termomakenik hamur’ elde etme olarak adlandırılır. Ligninin mümkün olduğunca çözülüp selülozun herhangi bir değişikliğe uğramadan ayrıştırılarak elde edildiği yöntem olan kimyasal selüloz elde etme yöntemi ise Kraft (sülfat) prosesi ve Sülfit prosesi olmak üzere ikiye ayrılır. Ligninin belirli bir

41


sıcaklık ve basınçta çözülerek odun yongasından uzaklaştırılması işlemi pişirme olarak adlandırılır. Pişirme çözeltisi olarak NaOH (sodyum hidroksit) ve Na2OH (sodyum sülfit) (alkali solüsyon) kullanılan

süreç Kraft prosesi; 3 ile 5 arasındaki pH değerine sahip H2SO3 (kükürtlü asit) ve (HSO3)- (bisülfit iyonu) kullanılan süreç ise sülfit prosesidir. Kraft yöntemine ait proses şeması Şekil 1’de gösterilmiştir.

Şekil 1: Kraft Prosesi Kimyasal proseslerde verimliliği azaltmamak adına ligninin tamamı her zaman ayrılmaz ve ayrılmayan lignin selülozu esmerleştirir. Esmerleşen selüloza ağartma işlemi uygulanmaktadır. Ağartma prosesinde oksijen, hidrojen peroksit, ozon, perasetik asit, sodyum hipoklorit, klor dioksit, klor ve diğer kimyasal maddeler, lignini alkalide çözünebilen bir forma dönüştürmek için kullanılır. Klor dioksidin kullanıldığı ağartma işlemi elemental klorsuz (elemental chlorine free, ECF) olarak bilinmektedir. Ağartma işlemi sırasında selülozu klorun zararlı etkilerinden arındırmak amacıyla klor yerine oksijen, hidrojen peroksit veya NaOH’ın kullanıldığında ortaya çıkan ürün ise tamamen klorsuzdur (totally chlorine free, TCF). Mekanik selüloz elde etme yöntemi %90’a varan yüksek lif verimli bir prosestir. Kimyasal selüloz elde etme prosesi yaklaşık %50 verim değerine sahip olmasına rağmen daha yüksek mukavemetli fiber elde edilebilir bir prosestir ve bu proses sonucu elde edilen lifler daha kolay ağartılmaktadır. Çünkü mekanik işlemde lignin uzaklaştırılmazken, kimyasal selüloz elde etme işleminde lignin çözülerek uzaklaştırılmaktadır [1, 2-4].

tabir edilen “kabartılmış selüloz” için uluslararası kabul görmüş bir test metodu bulunmamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir standardizasyona sahip olmadığı için bebek bezi açısından en iyi diye tabir edilen bir selüloz da mevcut değildir. Optimum özelliklere sahip olan selüloz her kullanıcı için kendi proses şartlarına ve uygun SAP-selüloz kombinasyonuyla belirlenmektedir. Bebek bezinin iyi bir performans gösterebilmesi için emici bölgenin yeterli miktarda sıvı emme kapasitesi ve iyi bir mekanik stabiliteye sahip olması gerekir. Yani emici bölge (core bölgesi) kopmadan, deformasyona uğramadan dayanabilmelidir. Bunu sağlamak için de emici bölgede kullanılan selülozun liflerine iyi ayrılmış olması yani iyi defibre olmuş olması gerekmektedir. Liflerin düğüm içeriği minimum düzeyde olmalı, tiftiklenme oranı homojen olarak dağılmış olmalı ve lifler hasar görmüş olmamalıdır [1]. Bebek bezlerinde kullanılan selüloz hammaddesi kullanım öncesi sıkıştırılmış levha görünümlü bir yapıdadır ve Şekil 2’de gösterildiği gibi büyük rulolar halindedir. Sıkıştırılmış selüloz üretimi sırasında makinada gerekli defiberizasyon enerjisi ile parçalanarak Şekil 3’teki gibi bebek bezi için kullanıma uygun hal olan kabartılmış selüloz (fluff pulp) haline getirilir.

Bebek bezinde kullanılan ve “fluff pulp” olarak

42


Şekil 2: Kullanım Öncesi Selüloz Ruloları

Şekil 3: Kabartılmış selüloz (fluff pulp) Defibrasyon enerjisi; selülozu parçalara ayırırken harcanan enerjidir ve selülozu parçalayan ekipmana ve ekipmanın tasarımına, selülozun cinsine, selüloz fiberlerinin birbirine dolaşıklık miktarına (knot content) nem içeriğine ve makinaya besleme sırasındaki selüloz çeşitliliğine bağlıdır. Defibrasyon enerjisi bebek bezi üretim makinasında selülozu parçalayan ve rotor olarak adlandırılan dönen aksamların dönme hızına bağlıdır. Düşük rotor hızlarında, yani düşük defibrasyon enerjisinde çalışılan koşullarda; defibrasyon enerjisindeki artış birim hacim başına düşen serbest elyaf sayısını ve elyafların oluşturduğu ağdaki temas noktalarının sayısını arttırabilir. Bunun sonucunda serbest segment sayısı ve elyaftan elyafa temas noktalarının sayısı artar. Bu da emici bölge bütünlüğü dayanımını arttırır. Yüksek defibrasyon enerjisi ile çalışılan koşullarda ise, selüloz fazlaca defibre olduğunda uzun ve serbest elyaflar kesilmiş olur ve elyaf şekillerinde değişiklikler meydana gelir. Yüksek oranda ince elyaf varlığı ve az sayıda uzun elyaf varlığı emici bölge bütünlüğü mukavemetinde azalmaya sebep olur. İdeal emici bölge bütünlüğü için, uzun ve kıvırcık fiberlerin kullanılması fiberlerin birbirine daha iyi tutunmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda artan defibrasyon enerjisi ile bebek bezinin absorpsiyon kapasitesi de artmaktadır [1, 5]. Morfolojik özellikleri ve elde edildiği ağacın türü de selülozun defibrasyonu ile elde edilen “fluff-pulp”ın

performans özelliklerini etkileyen faktörlerdendir. Ortalama fiber uzunluğu, fiber boyları dağılımı, fiber kalınlığı ve fiberlerin şekli fluff-pulp özelliklerini etkileyen faktörler arasındadır. Sert odunlar suyu iten ekstraktlar içermesi sebebiyle fluff-pulp olmak için uygun özelliklere sahip değilken, yumuşak odunlar uygundur. Aynı zamanda her kâğıt hamuru üretim yöntemi için uygun olan ağaç türü de farklıdır. Kimyasal termo mekanik selüloz üretimi için en uygun ağaç türü ladin iken; Kraft prosesi için çam ağacı uygundur. Selülozun elde edildiği ağacın cinsi aynı zamanda fiberlerin morfolojik özellikleri üzerinde de etki sahibidir. İskandinav yumuşak odunlarından elde edilen selülozun fiberleri Amerika menşeili selüloz fiberinden daha kısa ve daha ince aynı zamanda da ince duvarlıdır. Amerika ve İskandinav menşeili çam ağaçları Şekil 4’te gösterildiği gibidir: Morfolojik özelliklerin bebek bezi performansı üzerindeki etkileri incelendiğinde ise uzun fiberlerin yapısal bütünlüğü sağlamak açısından daha avantajlı olduğu, geniş çaplı fiberlere sahip olan selülozun sıvı taşınım oranını yükselttiği, emici bölgedeki selüloz fiberlerin oluşturduğu yapıdaki geniş boşlukların emilen sıvıyı geri verme miktarını arttırdığı, çok küçük boşlukların ise sıvının kılcal yayılımını sağladığı görülmektedir. Ayrıca kimyasal bitim işlemi uygulanması suyun fiber üzerindeki hareketini kolaylaştırarak selülozun emiciliğini arttırabilir [1,6].

43


Kaynaklar [1] EDANA, 2014, Absorbent Hygiene Products Training Course [2] Bajpai, P., 2012, Brief Description of the Pulp and Paper Making Process, Biotechnology for Pulp and Paper Processing, Springer Science. [3] Laursen, B.L, Method of Producing Fluffed Pulp, US 4303471 A. [4] Akgül, M., Tozoğlu, A., 2006, Kimyasal termomekanik hamur yöntemi, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Seri: A, Sayı: 2, Yıl: 2006, ISSN: 1302-7085, Sayfa: 156-174. [5] C. Askling, L. Wasgberg, M. Rigdahl, 2005, Effects of the process conditions during dry-defibration on the properties of cellulosic networks, Journal of Materials Science 33 (1998) 2005-2012. [6] Moore, D., 2003, Fibre Fundamentals-Fluff Pulp.

Dilşah Yaman Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Mezunu) dyaman@evyap.com.tr

44


ATIK EKMEKTEN PLASTİK Biri malzeme mühendisi, diğeri fizik öğrencisi iki genç, plastik kirliliğine çözüm ararlarken atık ekmekten elde ettikleri biyoplastikle plastik kullanımını yüzde 20 azaltmayı başardılar Atık ekmekten biyoplastik elde etme projesinin başlangıcı, Büşra Köksal’ın lise yıllarına uzanıyor. Lisedeki bilim etkinliğinde biyoplastikleri araştıran Büşra, o dönem nişastadan biyoplastik üretildiğini öğrenince, önemli ölçüde nişasta barındıran atık ekmekten biyoplastik üretme fikrini geliştiriyor. Ancak laboratuvar desteği olmayınca projenin hayata geçmesi biraz zaman alsa da artık o fikir hammaddeye dönüşmüş durumda. 20 yaşındaki Büşra Köksal ve 25 yaşındaki Mert Sugür’ün ekmekten ürettiği dolgu maddesi, plastik kullanımını yüzde 20 oranında azaltıyor. Hedefleri ise bu maddeyi geliştirerek biyoplastik oranını yüzde 70’e çıkarmak. Henüz yolun başındalar ama kat ettikleri yolda önemli başarı elde etmişler. Girişimcilik programlarında aldıkları derecelerin yanı sıra Social Impact Award’da Türkiye’yi temsil eden üç girişim arasında yer alıyorlar.

Sanayi Üretimi Test Aşamasında Köksal ve Sugür atık ekmeklerden 100 kilo biyoplastik üretmiş. Ekmekleri de başlangıçta semtlerindeki fırınlardan toplamışlar. 1 kilo ekmekten 1.2 kilo dolgu malzemesi çıktığını söylüyor Köksal. Yaptıkları üretim patent aşamasında olduğu için tüm süreçleri paylaşamıyor. Ama ana hatlarıyla şöyle tarif ediyor çalışmayı:

“Ekmeğin içindeki nişastayı işliyoruz. Toz haline getirdiğimiz o işlenmiş maddeyi, polimerleştirip diğer plastiklerle uyumlu hale getiriyoruz. Elde ettiğimiz madde tamamen doğal ve 3-12 ay içinde doğada çözünebilir. Plastik üreticileri bu maddeyi kendi hammaddelerine karıştırarak plastik kullanımını yüzde 20 azaltmış oluyor. Hedefimiz önce bu dolgu maddesinin kullanım oranını yüzde 70’e yükseltmek, sonrasında da atık ekmekten saf plastik üretebilmek. Tabii bunun için de büyük bir biyoteknoloji yatırımı gerekiyor. Şu an sanayi üretimi için test aşamasındayız. Ürünümüzü bu hafta teste gönderdik. İlk sonuçlar çok sevindirici. Piyasaya ürün halinde sunarsak yatırım alıp ilk 5 yılda yıllık 1000 ton üretim yapmayı planlıyoruz.”

Plastik Denizinde Yüzmemek için Gençlerin çevre hassasiyetiyle sorunlara çözüm bulma arayışı bu coğrafya için çok ama çok önemli. Zira Türkiye, plastik kirliliğinden en çok muzdarip olan ülkelerin başında geliyor. Denizlerimizdeki plastik kirliliğinin boyutları malum! Her gün 144 ton plastik atık denize karışıyor. Balıkların yarısının dokusunda bu plastikler var. Midyelerin ise yüzde 91’inde… Böyle giderse yakın gelecekte plastik denizinde yüzeceğiz. Çünkü plastiklerin üretim ve kullanımı, tüketime bağlı olarak sürekli artıyor. Şöyle ev ya da işyerinize bir bakın isterseniz. Hemen her yerde pet şişeler, poşetler, ambalaj ürünleri, tek kullanımlık çatal-kaşık-pipetleri göreceksiniz. Ortalama 20 milyon hanede tablo aynı. Bu durumu

45


tek başına biyoplastiklerin ortadan kaldırması mümkün değil. Öte yandan biyoplastiklerin de çevreye olumsuz etkisi olduğunu, geri dönüşümünün çok düşük düzeylerde kaldığını söylemek gerek. Bu

nedenle geç olmadan bir seçim yapmalıyız. Ya plastik kullanımını azaltacağız ya da ülkemizi büyük bir çöplüğe çevireceğiz. Karar hepimizin!

46


FARKLI NEMLENDİRİCİ TÜRLERİNİN CİLT ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Nemlendiriciler, transepidermal su kaybını azaltarak cilt neminin korunmasına yardımcı olan topikal formülasyonlardır. Cilt bariyerini geri kazanmaya, cilt bütünlüğünü ve görünümünü korumaya ve lipit bariyer fonksiyonunu onarmaya yardımcı olmaktadırlar. Bu çalışmada dört farklı nemlendirici cilt üzerinde uygulanmış ve 30 saniye ve 15 dakika sonrasında cilt üzerindeki yedi farklı parametre incelenmiştir. Nemlendiricilere ait duyusal haritalar çıkartılmıştır.

corneum (epidermisin en üst kısmı) katmanlarıdır (Murphey vd., 2019) Şekil 1.’de epidermisin katmanları verilmektedir.

Cilt insan vücudunun en büyük organıdır ve toplam vücut ağırlığının yaklaşık %16'sını oluşturmaktadır. Cildin, su ve diğer bileşenlerinin çevreye kaybını önlemek ve vücudu çeşitli çevresel etkilerden korumak gibi hayati rolü bulunmaktadır. Vücut sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olmaktadır ve D vitamini sentezlemektedir (Wickett ve Visher, 2006). Cilt; epidermis, dermis ve hipodermis olmak üzere üç katmandan oluşmaktadır ve bu üç katmanın da anatomileri ve işlevleri önemli ölçüde değişmektedir. Epidermis cildin dış tabakasıdır. Kalınlığı, kaplanan vücudun alanına bağlı olarak değişmektedir. Beş katmandan oluşmaktadır. Bunlar; stratum bazale (epidermisin en alt kısmı), stratum spinosum, stratum granulosum, stratum lucidum ve stratum

47

Şekil 1. Epidermisin katmanları


Cildin düzgün çalışması, ciltteki fizyolojik ve biyokimyasal işlemlerin kinetiği, ciltteki su içeriğine bağlı olmaktadır. Cildin su kaybını engelleyen doğal bariyerleri vardır (örneğin stratum corneumdaki korneositler veya dış deri tabakasının hidrolipit filmini bağlayan hücreler arası çimentolar), ancak çeşitli dış faktörlerden dolayı sıklıkla zarar görmektedirler. Nemlendiricilerin rolü, cildin iyi görünümünü korumak, epidermisten su kaybını azaltmak ve aynı

zamanda transepidermal su kaybını azaltan doğal bariyerleri güçlendirmektir (Sikora, 2019). Nemlendiriciler etki mekanizmalarına göre emolyentler (yumuşatıcılar), hümektanlar, oklüzifler ve protein rejüvenatörler olmak üzere dört ana gruba ayrılmaktadırlar (Sethi vd., 2017). Şekil 2. Oklüzifler, hümektanlar ve emolyentlerin etki mekanizmaları verilmektedir.

Şekil 2. Oklüzif, hümektan ve emolyentlerin etki mekanizmaları [9] Nemlendiriciler, her biri kendi etki mekanizmasına sahip hümektan, yumuşatıcı ve oklüzif gibi davranarak cilt bariyeri onarımını sağlamakta, cildin bütünlüğünü ve görünümünü korumaktadırlar. Transepidermal su kaybını azaltmak için cildin su fazından doğrudan su sağlayarak cilt hidrasyonunu iyileştirmektedirler ve stratum corneum’un su içeriğini arttırmaktadırlar. Ayrıca yatıştırıcı bir koruyucu film sağlamakta ve cildi sürtünmeden korumaktadırlar. Nemlendirici uygulaması kısmen pul pul soyulmaya başlamış cilt pulları arasındaki boşlukları doldurarak cilt yüzeyini

pürüzsüzleştirmekte ve hücreler arası lipit tabakalarının suyu emme, tutma ve yeniden dağıtma yeteneğini geri kazandırmaktadırlar (Purnamawati vd., 2017). Okluzifler, deride inert bir tabaka oluşturan ve transepidermal su kaybını fiziksel olarak bloke eden yağlar ve mumlar olarak belirtilmektedir (Kraft ve Lydne, 2005). Tablo 1.’de okluziflerin sınıflandırılması ve örnekleri verilmektedir.

Tablo 1. Okluziflerin sınıflandırılması (Sethi vd., 2017) Sınıf Hidrokarbonlar Yağ asitleri Yağ alkolleri Fosfolipitler Polihidrik alkoller Steroller Bitkisel vakslar Vaks esterler

Örnekler Vazelin, Parafin, Mineral yağı, Kaprilik/Kaprik Trigliserit, Skualen Lanolin asit, Stearik asit Setil alkol, Stearil alkol, Lanolin Lesitin Propilen glikol Kolesterol Karnauba mumu, Kandelilla Balmumu, Lanolin, Stearil sterat

48


Emolyentler (yumuşatıcılar); cildin yumuşak, pürüzsüz ve esnek görünümünü korumaya yardımcı olan kozmetik bileşenler olarak tanımlanmaktadırlar. Emolyentler, cilt yüzeyinde veya stratum corneum'da kalma, yağlayıcı olarak hareket etme, dökülmeyi azaltma ve cildin görünümünü iyileştirme işlevleri görmektedirler (Terescenco vd., 2018). Emolyentler, kimyasal ailelerine bağlı olarak dört ana gruba ayrılmaktadırlar: hidrokarbonlar, yağ alkolleri, esterler ve silikon türevleri (Chaoa vd., 2018). Ester bazlı yumuşatıcılar alkollerden ve yağ asitlerinden sentezlenebildikleri gibi doğal olarak da sentezlenebilmektedirler. Sentez olarak elde edildiğinde, basit veya karmaşık esterler elde edilebilmektedir. Bitkisel olarak türetildiğinde, asit zinciri uzunlukları çift olarak ve çoğunlukla C12 ile C18 arasında numaralandırılmaktadır. Hayvandan türetildiğinde, zincir uzunluğu çift veya tek olarak numaralandırılabilmektedir (C15 veya C17) (Chaoa vd., 2018). Setil, stearil, oktil dodekanol, heksil dodekanol ve oleil alkol gibi yumuşatıcı alkoller cilde pürüzsüz bir doku vermektedirler. Ester tipi yumuşatıcılar, örneğin, oleil oleat, oktil stearat, izopropil miristat, stearil izononanoat, izopropil palmitat, etilheksil

palmitat ve PEG-7 gliseril kokoattır (Sirikudta vd., 2013). İzopropil Palmitat, palmitik asitin, izopropil alkol ile esterleşmesi sonucunda oluşmaktadır. Yumuşatıcı, nemlendirici ve aynı zamanda bağlayıcı ve çözücü görevi görmektedir. Izopropil miristat ise miristik asitin izopropil alkol ile esterleşmesi sonucu oluşmaktadır. Cilt ürünün penetrasyonuna yardımcı olan bir yumuşatıcıdır. İzopropil palmitat ve izopropil miristat hızlı yayılım gösteren esterlerdendir. Etilhekzil palmitat, 2-etilhekzanol ve palmitik asit esteridir. Yoğun ancak yağlı olmayan cilt hissayatı nedeniyle birçok cilt bakım formülasyonunda yaygın kullanılmaktadır. Orta hızda yayılım gösteren bir esterdir (Michalun ve Dinardo, 2015). Kaprilik/Kaprik Trigliserit hindistan cevizi yağı ve palmiye yağı yağ asitlerinin spesifik bir fraksiyonudur. Orta derece yayılan bir trigliserittir. Cilt bakım ürünlerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Tablo 2.’de nemlendiricilerin viskozite ve ortalama molekül ağırlıkları verilmektedir.

Tablo 2. Nemlendiricilerin viskozite ve ortalama molekül ağırlıkları Nemlendirici Kaprilik/Kaprik Trigliserit İzopropil Palmitat İzopropil Miristat Etilhekzil Palmitat

Vizkozite (mPa.s) 26.00 7.00 5.00 11.00

Ortalama Molekül Ağırlığı (g/mol) 500 300 270 365

Materyal ve Method Bu çalışmada farklı nemlendirici gruplarında olan İzopropil Palmitat (IPP), İzopropil Miristat (IPM), Kaprilik/Kaprik Trigliserit (CCT) ve Etilheksil Palmitat’ın (EHP) cilt üzerindeki etkileri incelenmiştir. Çalışma amacıyla on bir kişi seçilmiştir. Panelistlerin kollarına dört farklı nemlendirici yağ sürülmüş

ve yedi farklı duyusal parametreyi 1-10 arasında değerlendirmeleri istenmiştir. Değerlendirme yağ sürüldükten 30 saniye sonra ve 15 dakika sonra yapılmıştır. Değerlendirme amacıyla parametre değerlendirme skalası kullanılmıştır. Parametre değerlendirme skalası Şekil 3.’de verilmektedir.

Şekil 3. Parametre değerlendirme skalası

49


Cilt üzerinde yedi duyusal parametre incelenmiştir. Bunlar; kuruma hızı, parlaklık, yumuşaklık, kuruluk, yayılım, kadifemsi his ve yapışkanlık. Kuruma hızı, yağların cilde uygulandıktan sonra ne kadar sürede kuruduğuna bağlı olarak incelenen bir parametredir. Parlaklık ise yağ uygulandıktan sonra ciltteki görünümünün incelenmesidir. Yumuşaklık, yağlar cilt tarafından emildikten sonra değerlendirilmektedir. Sertlik gözlenmiyorsa, ciltte harekete karşı direnç düşükse yüzey yumuşak demektir ve yağ ciltte yumuşak hissiyat bırakmaktadır. Yapışkanlık, parmaklar ve kol arasındaki yapışma kuvveti ile değerlendirilmektedir. Kuruluk, yağlar cilde uygulandıktan sonra cilt üzerinde bıraktığı hissiyata göre değerlendirilmektedir. Uygulanan bölge kuru ise

Şekil 4.’te de görüldüğü gibi yağlar uygulandıktan 30 saniye sonrasında en hızlı yayılan ve en hızlı kuruma hızına sahip olan nemlendirici İzopropil Miristat olmuştur. Bunun sebebi, Tablo 2.’de de görüldüğü gibi İzopropil Miristat’ın en düşük molekül ağırlığına ve viskoziteye sahip olmasıdır. Emolyent düşük molekül ağırlığına ve viskoziteye sahip olduğu için sürüldükten hemen sonra diğer nemlendiricilere

yağlar uygulandıktan sonra cilt üzerinde kuru hissiyat bırakmış şeklinde değerlendirilmektedir. Yayılım direkt olarak yağın molekül ağırlığı ile ilgili bir parametredir ve yağların yayılıma gösterdiği direnç olarak değerlendirilmektedir. Yayılım parametresini değerlendirmek amacıyla belirlenen miktarda yağ kola sürülür ve parmaklarla dairesel hareketler yapılarak yavaş yavaş bölgeye sürülmektedir.

Sonuç Değerlendirmeler yağlar uygulandıktan 30 saniye sonra ve 15 dakika sonra yapılmıştır. Değerlendirme sonucuna göre duyusal haritalar çıkarılmıştır. Şekil 4. Ve Şekil 5.’te yağlar uygulandıktan 30 saniye sonrası ve 15 dakika sonrasındaki duyusal haritalar verilmektedir.

göre çok daha hızlı bir şekilde yayılım ve kuruma hızı göstermiştir. En kuru hissiyat bırakan nemlendirici İzopropil Palmitat iken yumuşaklık, kadifemsi his, yapışkanlık ve parlaklık parametrelerinde en yüksek puanı Kaprilik/Kaprik Trigliserit almıştır.

50


15 dakika sonraki sonuçları incelediğimizde ise en yumuşak, parlak, kadifemsi his ve yapışkan yağın yine Kaprilik/Kaprit Trigliserit olduğu görülmektedir. Kuruma hızı en yüksek nemlendiricinin düşük molekül ağırlığı ve viskoziteye sahip olan İzopropil Miristat olduğu da görülmektedir. En kuru yağ 15 dakika sonunda İzopropil Miristat seçilmiştir. Hızlı kuruma hızı gösterdiği için cilt üzerindeki kalıcılığı diğer nemlendiricilere göre düşüktür ve cilt üzerinde kuru bir his oluşmuştur.

Değerlendirme Bu çalışmada nemlendirici yağların cilt üzerindeki yedi farklı duyusal parametreleri incelenmiştir. Bunlar; kuruma hızı, parlaklık, yumuşaklık, kuruluk, yayılım, kadifemsi his ve yapışkanlıktır. Parametreler nemlendirici yağlar uygulandıktan 30 saniye ve 15 dakika sonra değerlendirilmiştir. Sonuçların; yağların fiziksel özellikleri, panelistlerin cilt tipi ve ortam koşullarına bağlı olduğu görülmüştür. Düşük viskozite ve molekül ağırlığına bağlı olarak en hızlı kuruma hızına sahip ve en hızlı yayılan yağ İzopropil Miristat olurken; en yumuşak, en parlak, en kadifemsi hise sahip ve en yapışkan nemlendirici yağ Kaprilik/Kaprilk trigliserit olmuştur.

Kaynaklar [1] Chaoa C., Genota C., Rodriguezb C., Magniezb H., Lacourtc S., Fievezc A., Lena C., Pezrona I., Luartd D., Van Heckea E. (2018), Emollients for cosmetic formulations: Towards relationships between physicochemical properties and sensory perceptions, Colloids and Surfaces, 156–164. [2] Kraft JN., Lynde CW. (2005), Moisturizers: What They Are and a Practical Approach to Product Selection, US National Library of Medicine and PubMed, 10(5). [3] Michalun M., Dinardo J. (2015), Skin Care and Cosmetic Ingredients Dictionary, Fourth Edition. [4] Purnamawati S., Indrastuti N., Danatri R., Saefudin T. (2017), The Role of Moisturizers in Addressing Various Kinds of Dermatitis: A Review, Clinical Medicine & Research, 15(3-4), 75-87. [5] Murphrey MB, Zito PM (2019) Histology, stratum corneum. In: StatPearls. Treasure Island (FL). [6] Sethi A., Kaur T., Malhotra S., Gambhir M. (2017), Moisturizers: The Slippery Road, Indian Journal of Technology, 61(3). [7] Sikora E. (2019), Cosmetic Emulsion, Cracow University of Technology. [8] Sirikudta W., Kulthanan K., Varothai S., Nuchkull P. (2013). Moisturizers for Patients with Atopic

51


Dermatitis: An Overview, Journal of Allergy&Therapy, 4(4). [9] Terescenco D., Savary G., Picard C., Clemenceau F., Merat E., Grisel M. (2018), Influence of the emollient structure on the properties of cosmetic emulsion containing lamellar liquid crystals, International Journal of Cosmetic Science, 40(6). [10] Wickett R., Visher M. (2006). Structure and function of the epidermal barrier, 34(10). [11] http://snehaskincare.blogspot.com/2016/07/moisturizer.html

Aslı Merve Çakır Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Mezunu) mcakir@evyap.com.tr

Merve Yılmazer Kimya Mühendisi (Lisans Mezunu) myilmazer@evyap.com.tr

52


ERCİYES TEKNOPARK'TA SAĞLIK BAKANLIĞI ONAYLI ZEYTİNYAĞI BAZLI PROPOLİS ÇALIŞMASI YAPILDI Erciyes Teknopark'ta, Sağlık Bakanlığı onayı ile zeytinyağı bazlı propolisin klinik çalışmasının yapıldığı bildirildi.

ile ilgili yürüttüğü araştırmalar sonucu propolisi zeytinyağında çözündürerek, yeni bir gıda takviyesi üretmeyi başardıklarını aktardı.

Erciyes Teknopark'tan yapılan yazılı açıklamaya göre, gıda takviyeleri arasında yer alan zeytinyağı bazlı propolisin ilaç dışı bir alanda Sağlık Bakanlığı onayı ile klinik çalışması gerçekleştirildi.

Asıl Hedef Propolisin Etkilerini İnsanlar Üzerinde Ölçmek

Erciyes Teknopark'ta yürüttüğü çalışmalarla genel olarak alkol ile çözündürülen propolis yerine, zeytinyağı bazlı propolis üreterek yeni bir gıda takviyesi elde eden Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Silici, ürettiği zeytinyağı bazlı propolisin etkilerini gönüllü kişiler üzerinde deneyip, klinik çalışmasını tamamladı. Erciyes Teknopark'ta bulunan Nutral Therapy firmasında ürettiği zeytinyağı bazlı propolisin klinik çalışmasını gerçekleştirebilmek için üç yıllık bir emek verdiklerini belirten Silici, 27 yıldan bu yana propolis

Prof. Dr. Silici, ekibiyle yaptığı çalışmaların bir kısmını laboratuvarda bir kısmını ise deney hayvanları üzerinde gerçekleştirdiklerini ancak asıl hedeflerinin propolisin etkilerini insanlar üzerinde ölçmek olduğunu kaydetti. Bunun için Erciyes Üniversitesi Etik Kurulu, daha sonra da Sağlık Bakanlığından onay alarak çalışmalara başladıklarını ifade eden Silici, şunları kaydetti: "Gönüllü bir grup insan üzerinde yaptığımız klinik

53


çalışma sonucunda, zeytinyağı bazlı propolisin özellikle kan lipidlerini düşürücü etki gösterdiğini, antioksidan aktiviteye sahip olduğunu ve bağışıklık sistemini olumlu yönde etkilediğini tespit ettik. 30 gün süren klinik çalışmamızda gönüllülere 15 gün fenolik madde kısıtlı bir diyet uyguladık. Amacımız sadece propolisteki fenolik maddenin etkisini ölçmek adına sağlıklı bireylerin fenolik madde içerikli gıdalardan uzak durmasını sağlamaktı. Klinik çalışmamızdaki gönüllüleri üç temel gruba ayırdık. Bir grup kontrol amaçlı zeytinyağı grubu, diğer iki grup ise farklı dozda zeytinyağı bazlı propolis grubu idi. 15'inci ve 30'uncu günlerde gönüllülerden kan numunelerini aldık ve analizlerimizi yaptık. Analiz

sonucunda zeytinyağı bazlı propolis kan lipidlerini düşürücü etki gösterdi, antioksidan aktivite gösterdi ve bağışıklık sistemi belirteçlerini de olumlu yönde etkiledi. Ülkemizde yaygın olarak yetişen kavak tipi propolisle ilgili klinik çalışma Erciyes Üniversitesinde ilk kez bir grup insan üzerinde denenerek tamamlanmış oldu." Erciyes Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Erciyes Teknopark Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Recai Kılıç ise Erciyes Teknopark AŞ'nin, akademisyenlerin bilimsel çalışmalarıyla ihracata ve ekonomiye yönelik önemli katkılar sağladığını belirtti.

54


REKLAM İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com

BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE REKLAM VERİN

BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN


Brian Wagner, bu kimya ağacını Prince Edward Adası'ndaki laboratuvarında bol miktarda floresan kimyasallar kullanarak yapmıştır. Karanlıkta, Wagner'in bu ağacı görüntüdeki gibi parlamaktadır. (ultraviyole lamba etkisinde)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.