Kimya Dergisi
İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:8 SAYI:89 ARALIK 2020
ELASTAN LİFLER
EKİBİMİZ YAVUZ SELİM KART PELİN TANTOĞLU KART MERVE ÇÖPLÜ HACER DEMİR RABİYE BAŞTÜRK SİMGE KOSTİK RABİA ÖNEN MELİKE OYA KADER MUAZ TOĞUŞLU DİLARA KÜÇÜKAY TOLGAHAN ÖZER NUREVŞAN GÜNDOĞDU FATMA CEREN DOLAY KÜBRA YILDIZ SİNEM ŞAHİN BÜŞRA EMETİ CENGİZ DİLANUR TOPLAK EMİNE BAYDERE FULYA BAŞARAN BURCU ÇAKMAK GÖZDE ÖNCEL NUR SEVİM SALÇIN NESLİHAN NUR ÜZÜM SİNEM KÖSEOĞLU AYSEL EKİN EYÜBOĞLU CANSEL PEHLİVANOĞLU ECEM BOZYEL EMİNE ŞEN ESRA KARAN GEMZE KEŞRE GAMZE TEZGİDER GİZEM TUTAR ILKNOUR KOTZA İREM ERBİL İSRA SELEN DURMAZ KEVSER SOLMAZ PELİN YALÇIN SEDA İKİKARDEŞLER DUYGU ÇELİK HAŞİM ERTEK BURCU AKBULUT NURAN AKALIN SULTAN KAPDAN AHSEN BAYRAKTAR NERGİS BOZKURT CEYDA NUR KAYA NİL SIRIMOĞLU OSMAN ŞİMŞEK HATİCE KARAGÖL ELİF NUR DOĞAN FATMA ILGIN GÜLLER İKRA NUR İNCEBEY BEGÜM KAYTANLI DAMLA DALGIÇ ESENGÜL ÇİFTÇİ KARDELEN UZUNDAĞ MELİKE ÜNAL MELİS GÖKÇEN KARATAŞ MELİSA SÜT MURAT YILMAZ NAGİHAN AYDIN SEHER BAYAR AYBİLGE KARABAY BÜŞRA ALCIOĞLU ECEM FIRAT ESRA ARSLAN FATMANUR SELÇUKOĞLU GÖKÇEM GÜLBEY NURSİMA YILDIZ SEDA ARSLAN TUĞÇE ÇAKMAK YAĞMUR AKDAĞLI BETÜL DEMİR BÜŞRA SALMAN CANSU GÜLBAY FİGEN ERGENE HÜLYA TOMAK SELİN ÖTER SUZAN ELİF AKÜN VURAL MERT DİLAVER ASLI ECE GÜMÜŞKAYA CANAN ALTUNBAŞ YASEMİN ÖZEL
DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar. İNOVATİF KİMYA DERGİSİ
REKLAM VERMEK İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.
http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/
REKLAM İÇİN REKLAM VERMEK İÇİN DOĞRU YERDESİNİZ reklam@inovatifkimyadergisi.com
KATI SABUNDA DOLGU MADDESİ KULLANIMININ PELTE VE KÖPÜK PERFORMANSI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
7
LÖSEMİ TEDAVİSİNDE KULLANILACAK YERLİ ENZİM ÜRETİLECEK
10
RADYASYON KOROZYONU ENGELLİYOR MU?
12
TÜBİTAK DESTEĞİYLE ANTEP FISTIĞI KABUĞUNDAN SÜPER KAPASİTÖR YAPMAYI HEDEFLİYOR
15
KOZMETİKTE KULLANILAN ANTİBAKTERİYEL ESANSİYEL YAĞLARDAN ÇAY AĞACI YAĞI 17 VE KEKİK YAĞI BİLEŞENLERİNİN ELDESİ VE DEPOLAMA KOŞULLARI KİMYA SEKTÖRÜNÜN EKİM AYI İHRACATI 1,7 MİLYAR DOLAR
20
KÜRESEL SALGINDA (PANDEMİNDEN) KORUMA KALKANI : DEZENFEKTANLAR
22
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ'NİN GELİŞTİRDİĞİ COVID-19 AŞISI İLK KEZ BİR GÖNÜLLÜYE UYGULANDI
29
ELASTAN LİFLER
30
PCR TESTLERİNDEKİ ÖLÇÜM KALİTESİNİ ARTIRMAK AMACIYLA YERLİ RNA 35 TABANLI REFERANS MALZEME ÜRETİLDİ KİMYASALLARLA GÜÇLENDİRİLMİŞ NANOMALZEMELERİN PETROL GERİ KAZANIMINDAKİ UYGULAMALARI
37
ABD'DE KLİNİK DENEYLERİ DEVAM EDEN 41 TML KOVİD-19 İLACI UMUT VADEDİYOR BİYOSİDAL ÜRÜNLERE GENEL BİR BAKIŞ TİP-1 İNSAN HİJYENİ İLE İLGİLİ BİYOSİDAL ÜRÜNLER
43
BORDAN ÜRETİLEN 10 ÜRÜNDEN 4'Ü PİYASAYA SUNULDU
47
KUANTUM MEKANİĞİNİN POSTÜLATLARI
49
GENVEON İLAÇ, NOVARTİS’İN GEBZE’DEKİ 54 TESİSİNİ SATIN ALDI
PEROVSKİT YAPILI GÜNEŞ HÜCRELERİ AVANTAJLI MI?
55
KEARNEY: HİDROJEN ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNDE BAŞROLE ADAY
61
SITMA HASTALIĞI VE SİNEK İLAÇLARINDAKİ KRİSTAL YAPILAR İLE MÜCADELESİ ÜZERİNE
63
DÜNYANIN İLK HİDROJEN YAKITLI FERİBOTU TUZLA'DA SUYLA BULUŞTU
66
KATI SABUNDA DOLGU MADDESİ KULLANIMININ PELTE VE KÖPÜK PERFORMANSI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Dolgu maddeleri, boyada titanyum dioksit, sabun kalıplarında sabun, plastik parçalarda reçine, kağıtta hamur veya taşıma bantlarında kauçuk gibi çok daha pahalı olan ana malzemenin yerini alır. Çevremizde gördüğümüz neredeyse her şeyde dolgu malzemesi kullanımı sözkonusudur [1]. Katı sabunlara, sabunun kullanım amacına bağlı olarak dolgu maddesi ilavesi yapılabilmektedir. Dolgu maddeleri inert bileşenler olup sabun maliyetini düşürmek için kullanılan daha ucuz malzemelerdir. Sindet sabunlar söz konusu olduğunda, dolgu maddeleri, inert bileşenler olmayıp bitmiş ürünün iç yapısını ve sertliğini iyileştirmeye yarar. Bu nedenle ek bağlayıcılar olarak adlandırılabilir. Sindet sabunlarda en iyi bilinen dolgu maddeleri dekstrin, nişasta ve modifiye nişastadır. Talk pudrası, sabunun pelte performansını çok etkilemediği için dolgu maddesi olarak kullanılırken, boraks ise aşınmayı azaltmak amacıyla tercih edilmektedir. Dolgu maddelerinin dezavantajları, pürüzlü bir yüzey dokusu oluşumu, sabunda kayganlık ve çekici genel görünümün kaybıdır. Bu nedenle, bu maddelerin optimum konsantrasyonu aşılmamalıdır. Luzenac ve Arseguel, klasik sabunlar ve sindet barlar için yenilikçi teknoloji ve uygulamalar olarak sunulan yeni talk sınıflarını bildirdi [2,3]. Hollstein ve Spitz (1982) dolgu maddeleri listesi olarak sodyum sülfat, CaHPO4, MgHPO4, NaH2PO4, dekstrin ve manitolü bildirmiştir [4]. Güncel bir son teknoloji dolgu maddesi listesi CaCO3 ve talk (%1-40), alüminosilikat killer ve / veya diğer killer (%0,5-25) ve hemen hemen tüm mevcut katyon ve anyonların tuz ve tuz hidratlarını (%1-40) bildirilmiştir [5-7]. Dolgu maddesi genellikle çamaşır sabunlarında tercih edilirken, gelişmekte olan ülkelerde tuvalet sabunlarında da kullanılmaktadır. Bazı dolgu maddeleri sabunun bazı karakteristik özelliklerini geliştirebilir. Çamaşır sabunlarındaki toz dolgu maddeleri bir miktar aşındırıcı özelliğe sahip olabilir. Bu da çamaşırı daha iyi temizlemesini sağlar. Dolgu maddesi kullanımı %5-20 arasında değişebilir.
Kaolin, alüminyum silikat kil mineralidir, ayrıca Çin kili olarak da bilinir. Talk ise magnezyum silikat mineralidir. Sabun üretimi için talk ve kaolin beyaz toz formda olmaları nedeniyle yaygın olarak kullanılırlar. Her iki hammadde de inert malzemedir, herhangi bir kimyasal reaksiyona girmezler. Aynı zamanda suda çözünmeme özelliğe sahiplerdir. Talk, kaolinden daha beyaz renge sahiptir, kaolin ise talk ile kıyaslandığında suda daha kolay dağılabilir. Kaolin talkden daha ucuz olduğu için çoğunlukla çamaşır sabunlarında kullanılır. Tuvalet sabunlarında ise beyaz renk kil daha çok tercih edildiği için talk kullanımı kaoline göre daha yaygındır. Her ikisi de sabunda kullanıldığı oranda bitmiş ürün maliyetini düşürür. Sodyum silikat sabunlarda kullanılan bir diğer dolgu maddesidir, aynı zamanda sıvı cam olarak da adlandırılmaktadır. Sabun üretiminde transparan sıvı solüsyonu içerisinde kullanılır. Ucuz bir malzemedir ve çoğunlukla çamaşır sabunlarında kullanılır. Aynı zamanda sabunun ömrünü uzatır, hızlı nem kaybetmesini engeller ve sabuna sertlik verir [8]. Sabun üretimi için kullanılan bir diğer dolgu maddesi de CaCO3’tır. Kaolin ve kalsiyum karbonat arasındaki temel fark, kaolinin kil, kalsiyum karbonatın ise tuz olmasıdır. Bu, çözünebileceği anlamına gelir. Ancak, boya veya sabun gibi yüksek pH'ta veya plastik veya kauçuk gibi organik ortamlarda çözünmez. Sadece asitlerde gerçekten çözünür. CaCO3, kaolinden çok daha beyazdır. Kaolin, plaka benzeri parçacıklara (trombositler) sahipken, kalsiyum karbonat parçacıkları düzensiz eşkenar dörtgen (veya etkili bir şekilde yuvarlak) şekildedir [1]. Bu çalışmada aynı katı sabun bazı üzerine farklı oranlarda kalsiyum karbonat, talk ve silika ilave edilerek, değişen dolgu maddesi oranına göre bitmiş ürünün pelte ve köpük performansları karşılaştırılmıştır. Numuneler aynı sabun bazı ile üretilmiş ve aynı numune üretim prosesine tabi tutulmuştur.
7
Pelte Testi Metodolojisi Katı sabunların kuru haldeki tartımları alınır (M1, kuru sabun). Tartımı alınan kuru sabunlar Şekil 1a’daki gibi çatala takılır, çatala battığı yerden 1 cm üstü işaretlenir ve ağırlığı kaydedilir (M2, kuru sabun + çatal). Çatala batırılan katı sabunlar beher içerisine ters çevrilerek ve işaretli yerine kadar distile suya batırılarak 25oC’de 2 saat bekletilir. 2 saat sonra su boşaltılır ve pelteli sabun 5 dk bekletilir, ardından
Şekil 1b’de görülen pelteli haldeki gramajı kaydedilir (M3, pelteli sabun + çatal). Pelte bir bıçak yardımıyla temizlenir ve Şekil 1c’deki haliyle tekrar gramajı kaydedilir (M4, peltesiz sabun + çatal). Sonuç % pelte olarak aşağıdaki şekilde hesaplanır:
Şekil 1. a) Kuru sabun b) Pelteli sabun c) Peltesi alınmış sabun
Köpük Testi Metodolojisi Her sabun numunesi için sırasıyla 0,4 gram sabun numunesi rendelenir ve beher içerisine konulur. Üzerine 1000 ml saf su ilave edilir. Çözelti homojenizatör ile 3600 rpm altında 5 dakika karıştırılır. 5 dakika sonra sabunlu su çözeltisinden 50 ml alınarak dereceli silindire konur. 1 sabun için 3 dereceli silindir hazırlanır. Her bir dereceli
silindir tıpa ile kilitlenir. Silindirler, dijital mekanik karıştırıcı ile 30 saniye karıştırılır ve ilk köpüklenme seviyesi not edilir. 15 dakika ve 30 dakika sonra, köpüklenme seviyesi tekrar not edilir. Sonuç olarak her sabun için yapılan 3 ölçümün 30. dakikasında kaydedilen köpüklenme seviyesinin ortalamalası alınır.
Sonuç Katı sabun bazına farklı oranlarda CaCO3, Talk ve Silika katılarak pelte ve köpük performansları karşılaştırılmıştır. Sonuçlar Tablo 1 ve Tablo 2’de verilmiştir. Numune Detayı Katı sabun bazı Katı sabun bazı + %3,3 CaCO3 Katı sabun bazı + %6,6 CaCO3 Katı sabun bazı + %13,2 CaCO3 Katı sabun bazı + %3,3 Talk Katı sabun bazı + %6,6 Talk Katı sabun bazı + %13,2 Talk Katı sabun bazı + %3,3 Silika Katı sabun bazı + %6,6 Silika Katı sabun bazı + %13,2 Silika
Pelte Performansı (%) 28,12 21,15 19,89 14,32 28,65 26,49 24,73 25,64 24,68 18,45 Tablo 1. Pelte Performansı
8
Numune Detayı Katı sabun bazı Katı sabun bazı + %3,3 CaCO3 Katı sabun bazı + %6,6 CaCO3 Katı sabun bazı + %13,2 CaCO3 Katı sabun bazı + %3,3 Talk Katı sabun bazı + %6,6 Talk Katı sabun bazı + %13,2 Talk Katı sabun bazı + %3,3 Silika Katı sabun bazı + %6,6 Silika Katı sabun bazı + %13,2 Silika
Köpük Performansı 1,12 1,08 1,07 1,06 1,03 1,05 1,15 1,15 1,08 1,11 Tablo 2. Köpük Performansı
Dolgu maddesi kullanılan sabunlarda, sabun bazının kendisi, kullanılan dolgu maddesinin çeşidi ve miktarı pelteleşmede direkt etkilidir. Dolgu maddesi ilavesi arttıkça, suda çözünen sabun miktarı azalacağı için teorik olarak pelte miktarının da azalması beklenir. Ancak dolgu maddesi suda çözünen bir madde ise, tam tersi durum ile karşılaşmak da mümkündür. Bu durumun istisnaları da olabilir. Örneğin silikat türevleri suda çözünmesine rağmen camsı yapıya sahip oldukları için, sabunu sertleştirdiğinden pelte miktarını azaltır. Tablo 1’de görüldüğü üzere CaCO3 kullanımı arttıkça sabunun pelte performansında azalma yani iyileşme gözlenmiştir. Pelteleşme istenmeyen bir durumdur, bu nedenle test sonucu ölçümlenen değerin düşük olması, pelte performansının daha iyi
olduğunu gösterir. Talk kullanımında artan dolgu maddesine göre pelteleşme azalmış, ancak CaCO3 kullanımında olduğu kadar pelte performansına olumlu etkisi gözlenmemiştir. Silika kullanımında sadece %13,2 oranında kullanım durumunda pelte performansında anlamlı bir iyileşme gözlenmiştir. Tablo 2’de görüldüğü üzere CaCO3, talk veya silika kullanımının sabunun köpük performansına anlamlı bir etkisi olmadığı gözlenmiştir. Genel olarak dolgu maddeleri kullanıldıkları ürünü daha ucuz hale getirir, ürünün hacmini artırarak ton başına maliyeti düşürür. Ancak çok fazla kullanımı, ürünün iyi özelliklerini kaybetmenize neden olur ve kaliteden ödün verir. Bu nedenle optimum seviyede kullanımı önerilir.
Kaynaklar 1.Kaolin vs Calcium Carbonate, Son erişim tarihi: 29.11.2020. https://kaolin.co.za/articles/kaolin-vs-calcium-carbonate.html 2.Luzenac. Internal publication, 2002. 3.Arseguel, D. The gentle touch. Soap, Perfumery & Cosmetics 2003, 76, 39–40. 4.Hollstein, M.; L. Spitz. Manufacture and properties of synthetic toilet soaps. J. Am. Oil Chem. Soc. 1982, 59, 442. 5.Kacher, M.K.; J.E. Taneri; D.G. Schmidt; M.W. Evans; C.S. Koczwara; S.K. Hedges; T.F. Leslie. Int. Patent WO 93/19158 (1993a). 6.Kacher, M.K.; J.E. Taneri; D.G. Schmidt; D.J. Quiram; M.W. Evans. Int. Patent WO 93/19154 (1993b), U.S. Patent 5,262,079 (1993b). 7.Kacher, M.K.; J.E. Taneri; D.G. Schmidt; T.K. Wong. Int. Patent WO 93/19159, WO 93/19157 (1993c). 8.Fillers & Additives used in soap manufacturing, Son erişim tarihi: 29.11.2020. http://www.soapworld.biz/fillers-soap-production.html#:~:text=Fillers%20are%20used%20in%20 Laundry,can%20better%20wash%20the%20clothes.
Çağla Bektaş Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Öğrencisi) cabektas@evyap.com.tr
9
LÖSEMİ TEDAVİSİNDE KULLANILACAK YERLİ ENZİM ÜRETİLECEK
Gebze Teknik Üniversitesi bünyesindeki enzim tanıma laboratuvarında görev yapan araştırmacılar, lösemi hastaları için yurt dışından temin edilen asparaginaz enziminin Türkiye'de üretilmesi için kolları sıvadı. Çocukluk çağında en sık görülen kanser türü olan Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) hastalığının tedavisinde kullanılan ve yurt dışından ithal edilen ilacın etken maddesi asparaginaz enziminin Türkiye'de üretilmesi için çalışmalara başlandı.
Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) bünyesinde faaliyet gösteren Binay Enzim Tanıma Merkezi Laboratuvarlarında (BERC), kimya, ilaç, deri, kağıt, gıda, tekstil gibi sektörlerde yaygın olarak kullanılan ve yurt dışından temin edilen enzimlerin yerli olarak elde edilmesi için bilimsel araştırmalar yapılıyor. Daha önce ithal edilen pek çok enzimi endüstrinin hizmetine sunan laboratuvar çalışanları, ALL hastalığının tedavisinde kullanılan ve yurt dışından ithal edilen ilacın etken maddesi asparaginaz enziminin Türkiye'de üretilmesi için harekete geçti. Bilim ve Teknolojide Avrupa İşbirliği (COST) Programı kapsamında TÜBİTAK tarafından destek almaya hak kazanan uluslararası projeyle söz konusu ilacın 3 yıl içerisinde üretilerek piyasaya sürülmesi
hedefleniyor.
Daha Önce Ürettiğimiz Birçok Enzimi Endüstrinin Hizmetine Sunduk GTÜ Biyomühendislik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Barış Binay, AA muhabirine, üniversite çatısı altında faaliyet gösteren enzim tanıma laboratuvarında enzimlerin klonlanmasından modellenmesine ve üretime kadar birçok çalışmayı bütüncül olarak gerçekleştirdiklerini söyledi. Laboratuvarda daha önce ürettikleri birçok enzimi endüstrinin hizmetine sunduklarını belirten Binay, son olarak ALL hastalığının tedavisinde kullanılan asparaginaz enziminin üretilmesi için hazırladıkları projenin COST programı kapsamında TÜBİTAK tarafından destek almaya hak kazandığını kaydetti. Binay, çok farklı dönemlerden geçen ilaç sektöründe özellikle 1970'lerde geliştirilen rekombinant DNA teknolojisiyle biyoteknolojik ilaca kayma olduğuna dikkati çekerek, biyoteknolojik ilaçların çevreyle barışık süreçlerde yüksek saflıkta elde edildiğini ifade etti.
10
Bu İlaçların Ülkemize Maliyeti Oldukça Yüksek Özellikle kanser gibi bazı özel hastalık gruplarında tasarlanan ilaçların DNA'nın çoğalmasını durdurarak hücrenin büyümesini engellediğini anlatan Binay, "Burada enzimler tam da böyle bir ilacı karşılar hale geliyor. Enzimler, ilaç etken maddesini düşük maliyetle ve çevreyle barışık proseslerde üretmek istediğiniz zaman çözüm sunabilmektedir." diye konuştu. Doç. Dr. Binay, bazı enzimlerin direkt hücrede ilaç etken maddesi olarak kullanıldığını vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ülkemizde enzim bazlı olarak tabir edilen önemli ilaçlardan 8'inin yurt dışından tedarik edilmek suretiyle tıbbın hizmetine sunulduğunu görüyoruz. Birçok enzim bazlı ilaç ithal edilmekte ama bunlardan 8'i ön plana çıkmakta. Bunların öne çıkması, nadir görülen hastalıklarda kullanılıyor olmasından kaynaklanıyor. Bundan dolayı da bu ilaçların ülkemize maliyeti oldukça yüksek. Bunlardan biri de asparaginaz etken maddeli olan, genellikle Japonya, Kanada ve 2 Avrupa ülkesinden tedarik edilen ilaç." Üzerinde çalıştıkları projede asparaginaz enzimine odaklandıklarını anlatan Binay, "Bu enzim çocuklarda görülen ve ALL olarak bilinen akut lenfoblastik lösemi tedavisinde kullanılıyor. ALL tedavisinde kullanılan bu ilacın hem Sağlık Bakanlığına hem de hasta yakınlarına çok yüksek maliyetleri olmaktadır. Biz buradan hareketle bu enzimi laboratuvarımızda üretilmek için harekete geçtik." ifadelerini kullandı.
Prototipi 3 Yılın Sonunda Firmaya Teslim Etmeyi Planlıyoruz Binay, Yunanistan ve Finlandiya ortaklı çalışmalar sonucunda enzim elde edildikten sonra ilaç formuna taşınması ve ticarileşmesi noktasında Türkiye'deki bir ilaç firmasıyla iş birliklerinin olacağını aktararak, "Son aşamada biyoproseste optimize ettiğimiz enzimi bu ilaç firmasına teslim etmeyi ve piyasaya sürülmesini hedefliyoruz." diye belirtti. Projenin süresinin 3 yıl olduğu bilgisini veren Binay, "Bu sürede çok sayıda asparaginaz enzimini doğadaki organizmalardan alıp klonlayacağız. Elimizde çok fazla asparaginaz enzimi olacak. Bunlar içerisinde seçeceğimiz uygun asparaginaz adayını enzim mühendisliği teknikleriyle bilgisayar ortamında modelleyip daha sonra piyasadakilerden çok daha fonksiyonel ve kararlı olan bir enzim elde edeceğiz. 3 yıllık sürenin sonunda üreteceğimiz prototipi iş birliği yaptığımız ilaç firmasına teslim edeceğiz." diye konuştu. Doç. Dr. Binay, bu ilaçların birim maliyetlerinin 800 avrodan başlayıp 8 bin avroya kadar çıktığına işaret ederek, "Yaptığımız hesaplamalara göre yerli olarak üreteceğimiz ilacın maliyetini sekizde bire kadar indireceğimizi öngörüyoruz." dedi.
11
RADYASYON KOROZYONU ENGELLİYOR MU? Radyasyonun, canlı dokuların ve malzemelerin yapısını bozduğunu veya bozulmalarını hızlandırdığını biliyoruz. Nükleer reaktörlerde, yüksek radyasyona maruz kalan malzemelerin zamanla korozyona uğraması arızaya ve muhtemel feci sonuçlara neden olabilir. MIT ve Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı'ndaki araştırmacılar, korozyonun farklı radyasyon seviyeleri altındaki etkilerini incelemek için bir araştırma yaptılar fakat buldukları sonuç şaşırtıcıydı. Radyasyonun, malzemenin direncini artırdığını ve potansiyel olarak malzemenin yararlılığını ikiye katladığını keşfettiler [2]. Nükleer bilim insanlarını şaşırtan bulgu, Nature Communications dergisinde MIT profesörü Michael Short, yüksek lisans öğrencisi Weiyue Zhou, MIT'de ve Lawrence Berkeley'de beş kişinin yazdığı bir makalede bildirildi [3]. Makalede, proton ışınlamasının 650 °C’de erimiş florür tuzundaki Ni-Cr alaşımlarının taneler arası korozyonunu yavaşlattığı belirtildi. Cr’ un tuza sızmasından kaynaklanan taneler arası boşlukların derinliğinin sadece proton ışınlanmasıyla azaldığı gözlendi. Sonuçlar ışınlamanın malzeme performansı üzerinde olumlu bir etkiye sahip olabileceğini gösteriyor ve radyasyon hasarının genellikle olumsuz etkilere yol açtığı görüşüne meydan okuyor [4].
Deneylerin yapılması oldukça zordu çünkü soğutma sıvısı olarak kullanılan erimiş tuz ile metal alaşımlı yüzey arasındaki ara yüzeyin sıcaklığı oldukça yüksek olduğu için doğrudan ölçmek imkansızdı. Bu sebeple araştırma ekibi malzemeyi bir sensör bataryası ile çevreleyerek koşulları dolaylı olarak bulmak zorunda kaldı [5]. 650 °C’de florür tuzuna maruz bırakılan Ni-20 Cr'nin ince folyo örneklerine proton demeti gönderildi. Her numunenin merkezi bölgesi hem protonlara hem de erimiş tuza maruz bırakılırken, her numunenin dış bölgesi yalnızca erimiş tuza maruz bırakıldı [4]. Daha sonra değişimi görebilmek için transmisyon elektron mikroskobu kullanarak incelendi. Işınlanmamış bölgenin ışınlanan kısma kıyasla ciddi anlamda korozyona uğradığı gözlendi. Araştırmacılara göre bunun sebebi; radyasyonun alaşımın yapısında meydana getirdiği küçük kusurların metal atomlarının daha kolay dağılmasına izin vermesi ve dağılan metal atomlarının, aşındırıcı tuzun yarattığı boşlukları hızla doldurmak için içeri akmalarıdır. Bir bakıma radyasyon, alaşımın kendi kendini iyileştirmesine yardımcı olmaktadır [5].
12
Şekil 2. İki örnek bölgenin nasıl oluşturulduğunu gösteren deneysel kurulum [4].
Şekil 3. Çeşitli ışın akımı yoğunlukları altında 650 °C'de 4 saat sonra Ni-20 Cr folyoların ışına bakan tarafının optik ve temsili SEM görüntüleri [4].
13
Ekibin deneylerinde simüle ettiği reaktör ortamı türü; erimiş sodyum, lityum ve potasyum tuzunun hem bir fisyon reaktöründeki nükleer yakıt çubukları için hem de gelecekteki bir füzyon reaktöründe aşırı sıcak bir plazmayı çevreleyen vakum kabı için soğutucu olarak kullanılmasını içeriyor. Sıcak erimiş tuzun metal ile temas halinde olduğu yerlerde korozyon hızla meydana gelebilir ancak bu nikel-krom alaşımları bir proton hızlandırıcıdan radyasyonla yıkandığında korozyonun iki kat daha uzun sürede gerçekleşeceği belirtiliyor. Short, "Bunu farklı koşullarda onlarca kez tekrarladık ve her seferinde aynı sonuçları aldık. " diyor [3]. Michael Short’ a göre aslında elde edilen sonuçlar çok da şaşırtıcı değil. Short ,”Yarım yüzyıl önce deneysel tuz soğutmalı fisyon reaktörüyle yapılan deneylerin malzemeleri beklenenden daha düşük korozyon gösterdiğinde böyle bir etkinin ipuçları
vardı ancak bunun nedenleri bu yeni çalışmaya kadar bir sır olarak kaldı.” diyor [5]. Bu keşif çok çeşitli yeni tasarımlar için kullanılabilir veya mevcut tasarımları daha güvenli ve daha verimli hale getirebilir. Tuzla soğutulan fisyon reaktörleri için, MIT'nin Nükleer Bilim ve Mühendislik Bölümü'nde baş araştırma bilimcisi olan Charles Forsberg liderliğindeki bir ekip tarafından yapılan tasarım da dahil olmak üzere çeşitli tasarımlar önerildi. Michael Short ve ekibinin bulguları, sera gazı emisyonu içermeyen ve çok daha az radyoaktif atık ile elektrik üretimini amaçlayan yeni tür füzyon reaktör tasarımları için de kullanışlı olabilir. Short, bulgularının herhangi bir tasarıma özgü olmadığını da ekliyor [3].
Kaynaklar 1. https://tr.depositphotos.com/49365599/stock-photo-ionizing-radiation-symbol.html 2. https://newatlas.com/materials/radiation-metal-alloys-self-heal/ 3. https://scitechdaily.com/beneficial-radiation-engineers-surprised-to-find-that-radiation-can-slow-corrosion/ 4. https://www.nature.com/articles/s41467-020-17244-y 5. https://news.mit.edu/2020/radiation-slow-corrosion-materials-0709
Aslı Ece Gümüşkaya Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) asliecegumuskaya@gmail.com
14
TÜBİTAK DESTEĞİYLE ANTEP FISTIĞI KABUĞUNDAN SÜPER KAPASİTÖR YAPMAYI HEDEFLİYOR Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi'nde görevli Dr. Öğr. Üyesi Müslüm Demir, hazırladığı projeyle Antep fıstığı kabuklarının atıklarından hızlı şarj olabilen ve enerjiyi verimli kullanabilecek bir süper kapasitör yapmayı hedefliyor. OKÜ Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Müslüm Demir, ekip arkadaşlarıyla hazırladığı "Fıstık kabuğu atığından gözenekli karbon üretimi ve süper kapasitörlerde uygulanması" konulu projeyle TÜBİTAK'tan hibe desteği almayı başardı.
Süper kapasitörlerin elektrot kısmı için gereken gözenekli karbon alışımını, Antep fıstığı kabuğu atıklarından elde etmeyi planladıklarını belirten Demir, "Bunun için fıstık kabuğu alınarak basit kimyasallarla karıştırılıp yüksek sıcaklıkta inert yani hareketsiz hale getireceğiz. Sonuç olarak meydana gelen ürün asitle yıkanarak elektrotlarda kullanılacak." ifadesini kullandı.
Demir, şarj edilebilir enerji kaynaklarının otomotiv ve diğer sektörlere de girmesiyle kapasitörlerin öneminin giderek arttığını ve tüm dünyada bunun üzerine çalışmalar yürütüldüğünü söyledi. Bu kapasitörlerin elektronik cihazlarda, uçaklarda ve son olarak da elektrikli otomobillerde kullanıldığını dile getiren Demir, şunları kaydetti: "Ülkemizde lityum ve süper kapasitör üreticisi bir firma yok. Biz de bu konuda ne yapabiliriz diye düşündük ve bir proje hazırlamaya karar verdik.
Daha sonra bu projeyle TÜBİTAK’a başvurduk ve yaklaşık 3 bin 500 projeden ilk 144 proje arasına girmeyi başardık. Bireysel Genç Girişimci Projesi'nden 200 bin liralık hibe desteği aldık. Projemiz yaklaşık bir yıl sürecek. Proje sonunda hedefimiz, süper kapasitör enerji depolama sisteminin bir prototipini yapmaktır."
Ekip olarak proje üzerinde çalışmalarının bir sebebinin de yerli otomobil TOGG'un bataryalarının hızlı şarj olabilmesi için süper kapasitöre ihtiyaç duyulması olduğunu aktaran Demir, "Ekip olarak yerli ve milli aracımızın daha hızlı şarj olması için fıstık kabuğundan karbon üretip bunu süper kapasitörlerde uygulayarak bir sistem tasarladık. Bu sistemi geliştirerek yerli ve milliliği sağlamayı
15
planlıyoruz." diye konuştu. Yapacakları süper kapasitörü yerli sanayide kullanmak istediklerini, bu sayede yurt dışından süper kapasitör getirmek zorunda kalınmayacağını vurgulayan Demir, şöyle devam etti:
"Projemizde yerlilik esasına dayanarak Antep fıstığının kabuğunu kullanmayı tercih ettik. Ülkemizde süper kapasitörlere büyük talep olmasına rağmen, üretici firma bulunmamaktadır. Ülkemizin kaynaklarını kullanarak süper kapasitörleri daha ucuza mal etmek ve temin süresini en aza indirmek amacıyla bu projeyi önemsiyoruz."
16
KOZMETİKTE KULLANILAN ANTİBAKTERİYEL ESANSİYEL YAĞLARDAN ÇAY AĞACI YAĞI VE KEKİK YAĞI BİLEŞENLERİNİN ELDESİ VE DEPOLAMA KOŞULLARI Su bazlı kişisel bakım ürünlerinde mikrobiyal üremeye rastlanabilir. Mikrobiyal üremenin engellenmesi için su aktivitesinin kontrol edilmesi gerekir. Ayrıca organik bileşenler mikroorganizmalar tarafından kolayca parçalanabilir. Bu amaçla da ürünlere koruyucuları eklemek gerekir. Biyouyumluluk arayışı ve kozmetik formülasyonlarla ilgili düzenlemelerin ortaya çıkması ile yaygın olarak kullanılan sentetik koruyucular (parabenler, fenolikler, formaldehit ayırıcılar, izotiyazolinonlar, fenoksi alkoller, kuaterner amonyum bileşikleri ve organik asitler) yerini doğal antiseptik ve koruyucu maddelere bırakmıştır. Bitki bazlı antimikrobiyal maddeler, tüketiciler tarafından daha çevreci ürünlere yönelik artan talebi karşıladıkları için pazarda önemli bir değere sahip olabileceği düşünülmektedir. Bitkiler ve daha spesifik olarak uçucu yağları, doğal koruyucuların ana kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Bu maddeler, tipik olarak monoterpenler, terpenler, terpenoidler ve düşük moleküler ağırlıklı aromatik veya alifatik bileşiklerden oluşan uçucu yağlardır [1]. Antibakteriyel, antifungal, antiviral ve antioksidan dahil olmak üzere birçok biyolojik aktiviteye sahiptir. Ancak doğal yağların bileşenleri nedeniyle sahip olduğu bu özelliklerin korunabilmesi için depolama koşulları ve oksidasyona yol açmadan saklanması önemli parametrelerdir. Özellikle çay ağacı yağı ve kekik yağı antibakteriyel, antifungal, antiviral aktivite gösterdiği için oldukça ön plana çıkan esansiyel yağlardır.
terpinen-4-ol içeriği nedeniyle antimikrobiyal aktiviteye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Avustralya Çay Ağacu Yağı Araştırma Enstitüsü tarafından yağın standardizasyonu için başlangıçta bileşimdeki iki ana madde esas alınmış ve yağın antimikrobiyal aktivitesinden sorumlu tutulan terpinen-4-ol miktarının minimum %30 olması istenirken, 1,8 p-Simen miktarı tahriş edici özelliğinden dolayı maximum %15 ile sınırlandırılmıştır [2]. Çay Ağacı Yağı, hava ve ısıya maruz kaldığında oksidasyona meyillidir. Yağın bileşimi, atmosferik oksijen varlığında ve yağın ışığa ve daha yüksek sıcaklıklara maruz kalmasıyla değişir. α-Terpinen, γ-Terpinen ve α-Terpinolen seviyeleri azalırken, p-Simen seviyesi on kata kadar yükselir. Yapılan incelemelerde, 9 ay güneş ışığı altında saklanan çay ağacı yağında, endoperoksit askaridol ve 1,2,4-trihidroksimentan oluştuğu görülmüştür (Şekil 2.). Oksidasyon süreçleri, peroksitlerin, endoperoksitlerin ve epoksitlerin oluşumuna yol açar. Ana hidrolitik ve oksidatif bozunma yolları Şekil 1.’de gösterilmiştir [3].
Çay ağacı yağı Avusturalya’da doğal olarak yetişen Melaleuca alternifolia (Myrtaceae)’nın yapraklarından buhar distilasyonu ile elde edilen uçucu bir yağdır. Bitkilerin çiçekli dönemde toplanan taze yaprakları ve dal uçları uçucu yağ eldesi için kullanılmaktadır. Buhar distilasyonu ile elde edilen yağın verimi taze bitki üzerinden hesaplanmak üzere %1-2’dir. Bitkinin hasat zamanı, hasattan sonra bekletilme süresi, distilasyon süresi yağ kalitesini ve yağın bileşimini etkilemektedir. Yapılan araştırmalarla çay ağacı yağının yüksek
17
Şekil 1. Çay Ağacı Yağı bileşenlerinin hidrolizi ve oksidasyonunun son ürünleri
Şekil 2. Oksidasyon ürünleri askaridol ve 1,2,4-trihidroimantan
Kekik bitkisinin antibakteriyel, antiviral, antioksidan, antilipidemik, antifungal etkilere sahip olduğu bilinmektedir. Bu aktiviteler esas olarak ana bileşenleri olan fenol monoterpenler timol (%12-61) ve izomeri (%0,4-20,6) karvakrol ile ilişkilendirilir. Terpenik bir madde olan timol antiseptik, antibakteriyel, antispazmodik, antiastmatik, ekspektoran ve fungusit etki göstermektedir, fenollere göre 30 kat daha fazla antiseptik etkisi ve 4 kat daha az toksik etkisi bulunmaktadır [4]. Yapılan çalışmalarda kekik ve uçucu yağında bulunan timol ve karvakrol biyoaktif monoterpenleri ve karanfil uçucu yağında bulunan öjenol fenilpropanoidler, hem gram-pozitif hem de gramnegatif bakterilere karşı önemli antimikrobiyal aktiviteler göstermiştir. Antibakteriyel ve antioksidan ajanlar olarak timol, karvakrol ve öjenol türevlerinin bakterilere karşı duyarlılık testlerinde 100-1000 μg / mL MIC değeri elde edilir ve bu seviye antimikrobiyal ilaçlar (MIC değeri 0,01-10 μg / mL aralığında) tarafından sergilenene kıyasla orta düzeyde kabul edilebilir [5]. Çoğu bitki taze haldeki yüksek su içeriğinden dolayı, mikrobiyal büyüme ve biyokimyasal reaksiyonların yol açtığı ciddi bozulmalara nedeniyle kurutulur. Dehidrasyon yoluyla suyun uzaklaştırılması, mikrobiyal büyüme eşiğinin altındaki su değerlerine
düşmesi nedeniyle bitkileri mikrobiyolojik olarak stabilize eder. Sıcak havayla kurutma en yaygın ticari işlemdir, ancak termal hasara neden olabilir ve bitkilerin uçucu bileşimini ve rengini değiştirebilir. Bazı uçucu bileşikler kurutma sırasında buharlaşırken bazı oksidasyon ürünleri kurutma sırasında ortaya çıkar. Uçucu bileşiklerin kaybı genellikle kurutma sıcaklığı ve süresi ile ilişkilidir. Kurutma sıcaklığı 50°C veya altında olduğunda uçucu maddelerdeki azalma en aza indirilebilir. Bununla birlikte, uçuculardaki değişiklikler sadece yapılan işleme bağlı değildir, aynı zamanda türüne göre de değişkenlik gösterebilir. Kekik yağının bir yıllık saklama süresi boyunca yağ bileşimi üzerindeki etkisi ve yağ bileşiminin en iyi şekilde korunmasını sağlamak için stabilize etme tekniği incelendiğinde hava ile kurutma yerine dondurma yöntemi ile kurutmanın, kekik esansiyel yağının bileşimini en iyi şekilde koruduğu görülmüştür. Havayla kurutulmuş ve dondurularak kurutulmuş bitkilerin uygun şekilde paketlenmesi, bir yıla kadar depolamada ihmal edilebilir kalite kaybına neden olmuştur. Dondurulmuş ve depolanmış kekik örnekleri, timolün yanı sıra γ-terpinen ve karvakrolün en iyi korunan bileşikler olduğunu göstermiştir [6]. Kurutmanın yanı sıra kekiğin farklı toplama
18
dönemlerindeki uçucu yağ bileşenlerinin oranı da farklılıklar gösterir. Yayla kekiği üzerinde yapılan bir çalışmada farklı dönemlerde toplanan uçucu yağ oranı incelenmiş ve %1,7-4,9 arasında değişiklik gösterirken, en yüksek yağ içeriğinin çiçeklenme başı devresinde (20 Ağustos) toplanan bitkilerden, en düşük yağ oranının ise olgunlaşma devresinde (29 Eylül) toplanan bitkilerden elde edildiği görülmüştür. İçeriğindeki karvakrol miktarının çiçeklenme döneminde artışa geçtiği, çiçeklenme sonunda en yüksek değerine ulaştığı ve olgunlaşmayla birlikte önemli bir azalış gösterdiği gözlenmiştir [7].
önlenmesine yönelik kullanıldığı çalışmalar vardır. Lipitlerin oksidasyonu ile besin kayıpları, istenmeyen tat ve renk oluşumları gerçekleşir. Timol ve karvakrol’un deniz ürünlerinde antioksidan enzim aktivitelerini artırdığı ve lipid oksidasyonunu geciktirdiği bilinmektedir [8]. Yağ içinde su emülsiyonları şeklindeki ürünler oksidatif bozulmaya karşı çok hassastır, toksik bileşiklerin gelişmesine neden olurlar [9]. Bu nedenle gıdanın yanı sıra kozmetik sektöründe de bu doğal bileşenlerin kullanılması oksidasyonun önlenmesi açısından etkili olacaktır.
Kekik yağının gıdada lipid oksidasyonunun Kaynaklar 1. Campalani, C., Chioggia, F., Amadio, E., Gallo, M., Rizzolio, F., Supercritical CO2 extraction of natural antibacterials from low value weeds and agro-waste, Journal of CO₂ Utilization 40 (2020) 101198. 2. Çakır, N., Kaleağası, S., Kökdil, G. (2005). Tea Tree Oil: As A Promising Antimicrobial Agent. Ankara Ecz. Fak. Dergisi. 34(4), Pages 315- 327. 3. Scientific Committee on Consumer Products SCCP (2008). Opinion on Tea Tree Oil. SCCP/1155/08. 4. Martelli, G., Giacomini, D., Antibacterial and antioxidant activities for natural and synthetic dualactive compounds, European Journal of Medicinal Chemistry, 158 (2018), Pages 91-105 5. Dheer, J.D., Singh, D., Kumar, G., Karnatak, M., Chandra, S., Verma, V.P., Shankar, R., Thymol Chemistry: A Medicinal Toolbox, Current Bioactive Compounds 2019, 15, Pages 454-474. 6. Usai, M., Marchetti, M., Foddai, M., Caro, A.D., Desogus, R., Sanna, I., Piga, A., Influence of different stabilizing operations and storage time on the composition of essential oil of thyme (Thymus officinalis L.) and rosemary (Rosmarinus officinalis L.), LWT - Food Science and Technology, 44(2011), 244-249 7. Baydar, H., Yayla Kekiği (Origanum Minutiflorum O. Schwarz Et. P. H. Davis)'nde Farklı Toplama Zamanlarının Uçucu Yağ İçeriği Ve Uçucu Yağ Bileşenleri Üzerine Etkisi, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 18(2), 175-178. 8. Obeid, T., Yehia, H.M., Sakkas, H., Lambrianidi, L., Tsiraki, M.I., Savvaidis, I.N., Shelf-life of smoked eel fillets treated with chitosan or thyme oil, International Journal of Biological Macromolecules, 114(2018), 578-583 9. Baykut, E.D., Gunes, G., Decker, E. A., Impact of shortwave ultraviolet (UV-C) radiation on the antioxidant activity of thyme (Thymus vulgaris L.), Food Chemistry, 157(2014), 167-173.
Duygu Şahin Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Öğrencisi) dozfidan@evyap.com.tr
19
KİMYA SEKTÖRÜNÜN EKİM AYI İHRACATI 1,7 MİLYAR DOLAR İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) verilerine göre, kimya sektörü ihracatı ekim ayında 1,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği'nden (İKMİB) yapılan açıklamaya göre, sektör, bu yıl ilk 10 ayda 14,8 milyar dolarlık kimyevi maddeler ve mamulleri ihracatı gerçekleştirdi. Ekim ayında en çok ülke ve bölgeye ihracat yapan sektörler arasında kimya sektörü 207 ülke ve bölgeye yaptığı ihracat ile birinci sırada yer aldı. Açıklamada görüşlerine yer verilen İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, küresel olarak değişim ve dönüşümün yaşandığı, pandemi ve deprem gibi olağanüstü durumları deneyimledikleri bir süreçten geçtiklerini belirtti.
Ekim Ayı Kimya Sektörü İhracatımız 1,7 Milyar Dolar Ülkenin ve sektörün tüm olumsuz süreçlerden en az şekilde etkilenmesi ve güçlü bir şekilde ayakta kalabilmesi için var güçleriyle çalıştıklarını ifade eden
Pelister, şunları kaydetti: "Bu yıl ekim ayı kimya sektörü ihracatımız 1,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. Geçtiğimiz eylül ayına göre yüzde 5’in üzerinde bir artış oldu. Ekim ayında 207 ülke ve bölgeye yaptığımız kimyevi maddeler ve mamulleri ihracatı ile en çok ülke ve bölgeye ihracat yapan sektör olduk. Özellikle en çok ülke ve bölgeye ihracat yapan sektörler arasında ekim ayının yanı sıra geçen ay ve diğer aylarda da genel olarak sektörümüz birinci sırada yer alıyor. 16 alt sektörüyle diğer tüm sektörlere ham madde ve yarı mamul veren kimya sektörü olarak pazar çeşitliliğini önemsiyoruz. On aylık sektör ihracatımız ise 14,8 milyar doları aştı. İKMİB olarak pandemi sürecinde tüm faaliyetlerimizi dijitale taşıyarak öncü çalışmalara imza attık. Böylece ihracatçılarımızı potansiyel alıcılar ile buluşturduk. Kimya sektörümüzün ihtiyacı olarak tespit ettiğimiz, içinde akredite edilmiş alt sektörel laboratuvarların olduğu, dijital kütüphanelerle, sektörel start-up merkezlerin olduğu İKMİB Kimya Teknoloji Merkezi kurma çalışmalarımız devam ediyor." Pelister, kimya sektöründe petrokimya, ilaç sektörü başta olmak üzere yeni yatırımlara ihtiyaç olduğunu her fırsatta dile getirdiklerini belirterek, "Bu konuda İKMİB olarak bir çalışma başlattık. 50 milyon
20
dolar ve üzerinde ithalatı yapılan, Türkiye’mizde üretilmeyen veya çok az üretilen kimyasalların, ham madde veya yarı mamullerin üretimine yönelik bir araştırma çalışması yürütüyoruz. Bu çalışmamızın
yatırım yapmak isteyenlere de yol gösterici olmasını hedefliyoruz. Sektörümüzün ve ülkemizin ihracatının artmasına ve cari açığın kapatılmasına katkı sağlayacağına inanıyoruz" ifadelerini kullandı.
21
KÜRESEL SALGINDA (PANDEMİNDEN) KORUMA KALKANI : DEZENFEKTANLAR El hijyeni, öksürük ve hapşırıklardan kaynaklanan havadaki mikroorganizma damlacıklarıyla doğrudan temastan kolayca kontamine olabileceğinden son derece önemlidir. Özellikle pandemi gibi salgın durumlarda, uygun el dezenfektanının uygulanması virüsün bulaşma riskini ortadan kaldırmaktadır. El sterilizasyonunun başarısı, yalnızca antimikrobiyal sabunlar, su bazlı veya alkol bazlı el dezenfektanı gibi çeşitli tip ve formlarda formüle edilmiş etkili el dezenfektan ajanlarının kullanımına bağlıdır. Bugüne kadar, etkili el dezenfektanı ürünlerinin çoğu, mikropların proteinlerini denatüre edebildiği ve virüsleri etkisiz hale getirebildiği için % 62- 95 alkol içeren alkol bazlı formülasyonlardan oluşmaktadır [1]. Standart hijyen koşullarının sürdürülmesinde ve enfeksiyon riski oluşturabilecek patojen mikroorganizmaların ortadan kaldırılmasında kullanılan antimikrobiyal ajan olarak kullanılan dezenfektanlar, ilk olarak Gardner ve Seddon (1946), Gardner (1948) ve Story (I952) tarafından cilt üzerinde kurumaya bırakılmış organizmaların
% 99,9'u veya daha fazlasının simüle ettikleri yüzeysel veya "geçici" floradan kaynaklanan etkilerini azaltmak için alkol çözeltisi içerisinde %1’lik iyot kullanarak sanal dezenfeksiyon üretimi ile gerçekleştirmişlerdir. Daha sonraki yapılan çalışmalarda dezenfektan içerikleri değiştirilip etki mekanizmasının arttırılması sağlanmıştır. İyi bir dezenfaktan üretiminde gerekli olan koşulları; mikroorganizmaların etkilenme dereceleri, etki mekanizmaları, kimyasal yapıları ve kullanım alanları oluşturmaktadır. Mikroorganizmaların uzaklaştırılması için kullanılan dezenfektanların uygulandığı yüzey üzerinde etkili ve zararsız, etki süresinin uzun ve kısa sürede etkili, dayanıklı bir kimyasal yapıya ve geniş bir antimikrobiyal etkiye sahip ve ekonomik olması gerekmektedir [2]. COVID-19 (Koronavirüs Hastalığı-2019) salgınının şiddetli akut solunum sendromunun neden olduğu bulaşıcı bir hastalık olarak ortaya çıkışı, küresel halk sağlığını ciddi bir şekilde etkilemiştir ve bu durum el dezenfektanlarının kullanımını yaygınlaştırmıştır. 7 Mayıs 2020 itibariyle dünya çapında 200'den
22
fazla ülkeyi etkileyen toplam 3,8 milyon vaka açıklanmıştır. COVID-19, Koronavirüs 2 (SARSCoV-2), yüzeylerde 9 güne kadar kalıcı olabilmekte ve bulaşıcı olmaktadır. Yapılan son çalışmalar, SARSCoV-2'nin aerosol ve fomit şeklinde bulaşmasının mümkün olduğunu ve aşı dökülmesine bağlı olarak virüsün aerosollerde saatlerce ve yüzeylerde günlere kadar canlı ve bulaşıcı kalabileceğini ortaya
koymuştur. El dezenfektanları, çoğunlukla hastane ortamlarında kullanılan antimikrobiyal sabunlar, su bazlı veya alkol bazlı el dezenfektanları gibi çeşitli tip ve formlarda ticari olarak bulunmaktadır (örneğin ovma, köpük veya ıslak mendil (Şekil-1).
Şekil-1. Farklı tip ve formlarda dezenfektanlar Dünya Sağlık Örgütü (WHO), bakteri ve virüslere karşı koruma sağlayan geniş mikrop öldürücü ve hızlı aktivitelerinden ötürü alkol bazlı el dezenfektanlarının kullanımını önermişlerdir. Bununla birlikte, zarfsız virüslere karşı etkinliği ise hala tartışmalı ve şüphelidir. Bugüne kadar en etkili el dezenfektanı ürünleri, mikropların proteinlerini denatüre edip virüsleri etkisiz hale getirebildiği için % 62- 95 alkol içeren alkol bazlı formülasyonlardır. Ancak içerdikleri yüksek alkol oranları, yangın tehlikeleri ve cilt toksisitesi açısından olumsuz etkiler doğurmaktadır. Mevcut el dezenfektanlarının çeşitliliğini ve bunların insan koronavirüsüne karşı
etkinliğini ve ayrıca mevcut el dezenfektanlarının formülasyonunu iyileştirmek için formülasyon yönlerini, olumsuz etkilerini ve önerileri neler olabileceğini detaylı bir şekilde açıklamaya çalışalım. El dezenfektanı genellikle iki gruba ayrılmaktadır: alkol bazlı veya alkolsüz (Şekil-2). Bir ABHS (Alkol bazlı el dezenfektanı), mikropları yok etmek ve büyümelerini geçici olarak bastırmak diğer yardımcı malzemeler ve nemlendiricilerle birlikte veya bunlar olmaksızın bir veya daha fazla alkol türü içerebilmektedir.
Şekil 2. Alkol ve alkol içermeyen el dezenfektan bileşimleri Alkol içermeyen el dezenfektanı, antimikrobiyal etkileri uygulamak için antiseptik özelliklere sahip kimyasalları kullanmaktadır. Bu kimyasallar, kimyasal fonksiyonel gruplarına göre farklı bir etki tarzına ve fonksiyona sahiptir (Tablo-1). Yanıcı
olmadıklarından ve genellikle düşük derişimlerde kullanıldıklarından, ABHS'ye kıyasla çocuklar arasında kullanımı nispeten daha güvenlidir. ABHS, jel, sıvı ve köpük gibi farklı dozaj formlarında mevcuttur [3].
23
Kimyasal Grup Alkol
Örnekler Etanol (C2H6) Izopropil alkol (C3H8O) Hipoklorit (ClO-) Klor dioksit (ClO2) Kloroamin-t- trihidrat (C7H7ClNNaO2S) İyot içeren Polivinil prolidin
Klor içeren bileşikler
İyot içeren bileşikler
Quartener amonyum içeren bileşikler
Peroksitler
Benzenalkonyum klorür, alkil dimetil benzil amonyum klorür (C22H40N+) Benzil dimetil oktil amonyum klorür (C17H30ClN) Didesil dimetil amonyum klorür (C22H48ClN) Hidrojen peroksit (H2O2) Perasetik asit (C2H4O3)
(Bis) fenoller
Triklosan
Bi guanitler
Klor heksidin
Etki mekanizmaları Plazma membranındaki proteinlerin yapısını bozmaktadır. Hücresel proteinlerin halojenleşme/oksidasyonunu gerçekleştirmektedir. İyot, patojenlerin hücre zarından kolayca geçebilir, ardından hayati proteinlere, nükleotidlere ve hücrenin yağ asitlerine saldırır. Daha düşük yüzey gerilimi ile enzimlerin inaktive edilmesi sonucu hücre proteinlerinin yapısını bozmaktadır.
Temel hücre bileşenlerinin serbest radikal oksidasyonu gerçekleştirmektedir Sitoplazmik çift tabakaya nüfuz etmektedir. İyonik etkileşim ile hücre zarını bozmaktadır.
Tablo-1. El dezenfektanlarında yaygın olarak kullanılan dezenfektanların kimyasal sınıflandırması ve antimikrobiyal etki mekanizmaları.
Alkol ve Sabunlar Elleri temiz tutmak, mikropların başkalarına bulaşmasını sınırlarken hastalanmaktan kaçınmak için temel ve gerekli bir adımdır. CDC (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi), cilt yüzeyindeki her tür mikrop ve kir miktarını önemli ölçüde azalttığı için
ellerin sabun ve suyla yıkanmasını önermektedir. Hem sabunlar hem de alkol bazlı dezenfektanlar, mikropların lipit zarlarını çözerek çalışır ve böylece onları etkisiz hale getirir (Şekil-3).
Şekil-3. Alkollerin antiviral mekanizmasının gösterimi.
24
Sabununun bulunmadığı durumlarda ise mikrop öldürücü etki göstermesi için önerilen minimum % 60 alkol içeriğine ihtiyaç vardır. Ancak alkol bazlı dezenfektanların sabunlar kadar etkili olmadığı görülmüştür. El hijyeninde ilk basamağı sabunlar almaktadır. Çoğu insan dezenfektanları işe yaradıklarında kullanmayı tercih ederken dezenfektanların mikropları öldürmede sabun kadar etkili olmadıkları görülmüştür. Sıvı, ellerin her yerine eşit şekilde sürülmeden önce buharlaşmaktadır, bu nedenle dezenfektanların etkinliğini tehlikeye atmaktadır, ayrıca dezenfektan eller aşırı derecede kirliyse veya zararlı kimyasallarla kirlenmişse iyi etki
göstermemektedir. El dezenfektanları bazı durumlarda sabunlardan daha az etkili olsalar da, sağlık hizmetlerinde tercih edilen el hijyeni şekli oldukları inkar edilemez.Alkol bazlı dezenfektan kullanımı, sağlık çalışanlarının el hijyeni uygulamalarına uyumlarını artırabilir çünkü bunlar kolayca erişilebilir ve kullanımı daha az zaman alır. Dezenfektanın etkinliğini en üst düzeye çıkarmak için yaklaşık 2,5-3 mL sıvı (bir dağıtıcıdan iki pompaya eşdeğer) avuç içinde biriktirilir ve 25-30 saniye boyunca her iki elin tüm yüzeylerine sürülür [3].
Farmasötik İçerikler ve İşlevleri ABHS, etanol, izopropanol veya n-propanol içerir. Hacimce % 60- 95 alkol konsantrasyonunun optimum bakteri öldürücü aktivite sergilediği söylenmektedir. Alkollerin antimikrobiyal etkileri, mikropların lipid zarlarını parçalayarak proteinleri denatüre etmesi ile görülmektedir. Alkoller, bitkisel bakteri türlerinin (Mycobacterium tuberculosis dahil), mantarların ve zarflı virüslerin (insan immün yetmezlik virüsü [HIV] ve herpes simpleks virüsü) karşı geniş spektrumlu antimikrobiyal aktiviteye sahiptirler. Bununla birlikte, en yaygın olarak ETKEN MADDELER Alkol Hidrojen Peroksit
ham maddelerde bulunan bakteri sporlarına karşı etkisizdirler. Hidrojen peroksit (%3) ilavesi bu soruna bir çözüm olabilir, ancak korozif doğası nedeniyle üretim sırasında dikkatle kullanılması gerekir. Alkolsüz ürünler için, çeşitli antiseptikler ana aktif bileşen olarak alkolün yerini almıştır. Alkollerin ve alkol olmayan bileşiklerin etki mekanizması Tablo2’de özetlenmiştir [3].
FONKSİYONLAR ALKOL BAZLI Mikroorganizmaların protein ve lipid zarını denatüre etmektedir. Yardımcı maddeler ve çözücüler ile birlikte sporları yok etmektedir.
YORUM Optimum derişim %60-95 aralığındadır. Derişimi % 3’e kadar düşüktür. Renklendiriciyi soldurabilir. Doğası gereği aşındırıcıdır.
ALKOL İÇERMEYEN Klorheksidin Glukonat
Kloroksilenol
İyot/ İyodoforlar
Yüksek aktivite Gram pozitif bakteriler Zarflı virüsler Düşük aktivite Gram negatif bakteriler Mantarlar Zarfsız virüsler Yüksek aktivite Gram pozitif bakteriler Gram negatif bakteriler Zarflı virüsler Düşük aktivite Pseudomonas aeruginosa Canlı dokular üzerindeki mikroor- Gram pozitif bakteriler ganizmaları yok etmektedir. Gram negatif bakteriler Mantarlar Zarflı virüsler Spor oluşturan bakteriler
25
Kuartener Amonyum Bileşikler
Yüksek aktivite Gram pozitif bakteriler Zarflı virüsler Düşük aktivite Gram negatif bakteriler Mikobakteriler Mantar Yüksek aktivite Gram pozitif bakteriler Mikobakteriler Candida spp. Düşük aktivite Filamentli mantarlar
Triklosan
Gliserol
Esansiyel Yağlar
Ksantan zamkı, poliakrilik asit ve polietilen glikol Koku ve Renklendirici
YARDIMCI MADDELER Cildin nemini koruyan bir nemlendirici görevi görmektedir.
Formülasyonun yapışkanlığını azaltmak için daha düşük derişim kabul edilmektedir.
Antibakteriyel, antiviral, antimikrobiyal ve antiseptik özellikler göstermektedir. Kıvam arttırıcı Estetik açıdan destek sağlamaktadır.
Ürünlerin viskozitesini artırmak için kullanılmaktadır. Alerjik reaksiyonlara neden olabilmektedir.
El Derisinin Yapısı Deri üç ana katmandan oluşur: yüzeysel epidermis (50–100 µm), orta dermis (≈2 mm) ve en içteki hipodermis (1–2 mm). İstilacı mikroorganizmalara karşı ilk savunma hattını oluşturan deri tabakası, mekanik darbelere karşı koruma sağlayıp vücuttaki aşırı su kaybını önlemektedir. Derinin yaşamsal bariyer işlevi, esas olarak en üst epidermal katman olan stratum corneum (SC) 'de bulunur. SC, terminal olarak farklılaşmış korneosit katmanları içerir. Epidermisin bazal tabakasını oluşturan keratinositlerden komşu korneositler, SC'nin kohezyonunu artırmak için korneodezmozom adı verilen membran bağlantıları
ile birbirine bağlanmaktadır. Keratinositlerin terminal farklılaşması sırasında lamelli cisimlerin ekzositozundan elde edilen lipidler, deri bariyer fonksiyonunun sürdürülmesinde korneositler arasındaki hücreler arası boşlukları doldurarak ve rol oynamaktadır. SC'nin altındaki katman, keratinize tabakalı epidermis olarak bilinir. Cilde rengini veren ve cildi ultraviyole ışınlarından koruyan bir cilt pigmenti olan melanin üreten melanositlerden oluşur. Bunun dışında, immün yanıtta rol alan Langerhan hücreleri ve hafif dokunma hissinden sorumlu Merkel hücreleri de bu katmanda bulunmaktadır (Şekil-4).
Şekil-4. Derinin fizyolojik yapısı
26
Deri, kişiyi zararlı mikroorganizmalara karşı koruyan bir bariyer görevi görse de, Staphylococcus epidermis, Staphylococcus aureus, Corynebacterium spp. Micrococcus spp., Propionibacterium spp gibi çok çeşitli yararlı bakterileri barındırır. Bu bakteriler, besinler için rekabet ederek veya cildin savunma sistemini uyararak patojenik mikropların kolonizasyonunu önlemeye yardımcı olmaktadırlar. Normal koşullar altında düşük patojenite sergilerler. Ancak, örneğin topikal antibiyotiklerin uzun süreli kullanımı veya sık el yıkama nedeniyle deri florası
dağılımı bozulduğunda, öldürücü hale gelebilirler. Enfeksiyon etkisini azaltmak için mikrobiyal denge cilt yenilenmesi yoluyla sürekli korunur. Bazal epitelin mitotik bölünmesinden, deri soyulmasına kadar geçen süre yaklaşık 28 gündür. SC'deki ölü keratinositler soyulduğunda, cilt yüzeyinde kolonileşen mikropları uzaklaştırır. Bu sürekli süreç, mikrobiyal popülasyonlar arasında dengeli bir büyüme sağlarken bakteri istilasını önemli ölçüde sınırlar [3].
Alkol Bazlı El Dezenfektanının Koronavirüse Karşı Etkinliği SARS-CoV-2 virüsü, SARS Koronavirüse (SARSCoV) genom dizilimi benzerliğinden dolayı adlandırılır. CoV'ler aynı tür beta koronavirüse aittir ve zarflı, pozitif tek sarmallı RNA virüsleri ile benzer morfolojiyi paylaşmaktadırlar. Bu virüsler, klorheksidin hariç, etanol, eter (% 75), klor içeren dezenfektanlar ve kloroform gibi belirli lipit çözücüler tarafından etkisiz hale getirilebilirler. Etil alkol,% 60-80 derişimlerde, tüm lipofilik virüsleri (örn. İnfluenza, herpes ve vaccinia virüsü) ve birçok
hidrofilik virüsü (örn. Adenovirüs, enterovirüs, rinovirüs ve rotavirüsleri, ancak hepatiti değil) inaktive eden güçlü bir virisidal ajandır. 2015 WHO Temel Model Listesi, "Dezenfektan: Alkol bazlı el ovma" kategorisi altında % 80 (v/v) etanol ve % 75 (v/v) izopropil alkol önermiştir. Etanol (% 60-85), izopropanol (% 60- 80) ve n-propanol (% 60- 80) ile karşılaştırıldığında virüslere karşı en etkili olduğu görülmektedir [3].
Alkol Bazlı Dezenfektan veya Elde Yıkama Sabunlarının Olumsuz Etkileri ABHS kullanımı ile en sık bildirilen deri reaksiyonları, tahriş edici kontakt dermatit (ICD) ve alerjik kontakt dermatittir (ACD). ICD'nin semptomları, kuruluk, kaşıntı, kızarıklık ve şiddetli ise kanama gibi belirtilerdir. AKD'ye gelince, semptomlar hafif ve lokalize veya şiddetli ve genel olabilir, en şiddetli AKD formları solunum sıkıntısı veya diğer anafilaktik semptomlar olarak kendini göstermektedir. Bazen semptomların örtüşmesi ve benzerlikleri nedeniyle ICD ve AKD'yi ayırt etmek zor olabilir. Dezenfektan ve sabunlar gibi el hijyeni ürünleri stratum korneum proteinlerinin denatürasyonu, hücreler arası lipidlerin değiştirilmesi, korneosit kohezyonunda azalma ve stratum corneum su bağlama kapasitesinin azalması gibi çeşitli mekanizmalar yoluyla cilde zarar verebilmektedir. Yarattığı en büyük endişe, özellikle lipid emülsifiye edici deterjanlara ve lipid çözücü alkollere tekrar tekrar maruz kalındığında, cilt katmanlarına daha derin nüfuz edip cilt florasını değiştirerek bakteriler tarafından daha sık kolonizasyona neden olabileceği için lipid bariyerinin tükenmesine neden olmasıdır. El yıkama sabunları dahil ICD'nin azalan sıklığı sırasıyla iyodoforlar, klorheksidin, kloroksilenol, triklosan ve alkol bazlı ürünlerdir. Alkol bazlı formülasyonlar arasında etanol cildi en az tahriş ediciye sahiptir.
Bununla birlikte, ek yumuşatıcıların kullanılmaması, eldivenlerin giyilmesi ve çıkarılmasına bağlı sürtünme ve düşük bağıl nem gibi ICD riskini artıran başka katkıda bulunan faktörler vardır. ABHS ayrıca eller üzerinde cildin çatlamasına veya soyulmasına neden olabilecek bir kurutma etkisine sahiptir. Derideki olumsuz etkileri minimuma indirmek için yapılması gerekenler: * Daha az tahriş edici maddeye sahip ürünlerin seçilmesi, * El temizliğinden sonra cildin nemlendirilmesine katkı sağlaması, * Cilt tahrişine neden olabilecek veya şiddetlendirebilecek alışkanlıklardan kaçınılması ile sağlanabilir. Aynı zamanda sıcaklık ve nem, dermatitin risk faktörlerini önemli derecede etkilemektedir. Soğuk, kuru ortamlara kıyasla tropikal ülkelerde ve bağıl nemin daha yüksek olduğu yerlerde cilt neminin tutulması daha uzundur. Bu özellik, coğrafi konumlara göre ilgili çevresel koşullar ve iklimlerle ilgili olarak değişen bir yumuşatıcı ihtiyacını gerektirmektedir [3].
27
Sonuç Doğru el hijyeni, mikroorganizmaların doğrudan veya dolaylı bulaşma olasılığını inkar edilemez şekilde azaltabileceği için temel enfeksiyon kontrol stratejilerinden biridir. ABHS'nin kullanımı, mikroorganizmaları öldürmedeki hızlı hareketleri ve etkinlikleri nedeniyle, özellikle de sabun ve su kullanarak el yıkamanın pratik veya uygun olmadığı durumlarda daha yaygın hale gelmektedir. Bununla
birlikte, ABHS'nin eller görünür şekilde kirli veya lekeli olduğunda daha az etkili olduğu ve belirli patojen türlerini kapatamadığı için el yıkamanın tercih edildiği bazı durumlar olduğu görülmektedir. Tüm mikroorganizmaların etkili bir şekilde öldürülmesini sağlamak için, uygun miktarda alkol içeren ABHS'yi seçmek ve elleri temizlerken doğru el hijyeni tekniğini uygulamak çok önemli olmaktadır.
Kaynaklar 1.Jane Lee Jia Jing., Thong Pei Yi., Rajendran J. C. Bose., Jason R. McCarthy., Nagendran Tharmalingam and Thiagarajan Madheswaran. ‘Hand Sanitizers: A Review on Formulation Aspects, Adverse Effects, and Regulations’. (2020), International Journal of Environmental Research and Public Health, 17: 3326, (Review). 2.E. J. L. Lowbury, M.A., D.M. H. A. Lılly, F.I.M.L.T. And J. P. Bull, M.A., M.D. ‘Disinfection Of Tie Skin Of Operatıon Sites’. (1960), Brıtısh Medıcal Journal. 3.Prof. Dr. Ufuk ABBASOĞLU. ‘Dezenfektanlar: Sınıflama ve Amaca Uygun Kullanım Alanları’. (2009). 6. Ulusal Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi, 2009.
Canan Altunbaş Kimyager (Doktora Mezunu) cananaltunbas@yahoo.com
28
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ'NİN GELİŞTİRDİĞİ COVID-19 AŞISI İLK KEZ BİR GÖNÜLLÜYE UYGULANDI Erciyes Üniversitesi tarafından geliştirilen COVID-19 aşı adayı ilk kez bir gönüllüye uygulandı. Ocak ayının başlarına kadar sürecek Faz 1 çalışmaları boyunca aşı adayı 44 gönüllüye uygulanacak. Erciyes Üniversitesi (ERÜ) tarafından yapılan açıklamalara göre Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma ve Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde (ERAGEM) geliştirilen ve Sağlık Bakanlığınca da desteklenen ERUCOV-VAC adlı COVID-19 aşı adayının Ar-Ge çalışmaları tamamlandı. Etik kuruldan izin alınması ve Sağlık Bakanlığı’nın da onaylamasıyla birlikte ERUCOV-VAC inaktif aşı adayı, Erciyes Üniversitesi İyi Klinik Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde (İKUM) ilk kez bir gönüllüye uygulandı ve Faz 1 çalışmalarına başlandı. COVID-19 aşı adayı için ilk gönüllü Nazif Durna oldu.Konuyla ilgili olarak “İnşallah insanlara umut olurum” ifadelerini kullanan Nazif Durna, aşı çalışmalarının bir parçası olduğu için mutlu olduğunu ifade ederken, akademisyenlere de çalışmalarından dolayı teşekkür etti. ERÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Çalış ise aşı adayının periklinik çalışmalarının tamamlandığını,
Faz 1 çalışmalarının da ocak ayının başlarında tamamlanmasının planlandığını belirtti. Prof. Dr. Çalış, aşının ilk kez bir gönüllüye uygulanmasıyla ilgili olarak, “Böylece aşı çalışmamızda Faz 1 çalışmasına geçmiş bulunmaktayız. Faz 1 çalışması yaklaşık iki ay sürecektir. İnşallah önümüzdeki yıl ocak ayının başlarında bitirmeyi planlamaktayız. Faz 1 çalışmalarının başarılı olması halinde ise üniversitemizde diğer faz çalışmalarına geçilmesi planlanmaktadır. Üniversitemiz tarafından geliştirilen aday aşımız ve ülkemizdeki diğer aşı merkezler tarafından geliştirilen aşılar inşallah COVID-19'a karşı vatandaşlarımıza sunulmuş milli aşılarımız olacaktır. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.” ifadelerini kullandı. Yapılan açıklamalara göre ERUCOV-VAC inaktif aşı adayı, Faz 1 aşaması boyunca yaşları 18 ila 55 arasında değişen sağlıklı ve daha önce COVID-19 hastalığına geçirmemiş 44 gönüllüye uygulanacak. Aşı, gönüllülere üçer hafta arayla iki kez uygulanacak. Elde edilen verilere göre ise diğer safhalara geçiş yapılacak.
29
ELASTAN LİFLER Geçmişte kauçuktan yapılan elastan lifler yaygın olarak kullanılmakta iken 1930'lı yılların sonunda Otto Bayer ve arkadaşlarının yaptığı keşif ile günümüz poliüretan elastomerlerin temeli atılmıştır. 1950’li yılların sonlarından itibaren ticari alanda kullanılmaya başlanan elastan lifleri, tekstil dahil birçok sektör açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Elastan lifleri kullanıldıkları ürüne nitelik kazandırdığı için o tarihten itibaren bu liflerin kullanım alanı ve üretimi hızla yaygınlaşmıştır. Yapılan çalışmada elastan liflerin yapısı, üretim prosesi ve çeşitli uygulama alanlarını incelemek amaçlanmıştır. Herhangi bir kuvvetle çekildiklerinde belli bir derecede uzama gösteren, uzamaya sebep olan kuvvet yok oldugunda ise tekrar eski haline dönme özelliğine sahip olan poliüretan-elastomer liflerinden yapılan ipliklere elastan denilmektedir. Bir zamanlar, kauçuktan yapılan lifler baskın elastomerik lif türü idi, ancak birkaç farklı polimerik türden üretilen elastomerler büyük ölçüde bunların yerini almıştır. Ticari terimler açısından en önemlisi, kütlece% 85 veya daha fazla segemented (bölümlenmiş) poliüretan içeren elastanlardır. Otto Bayer ve meslektaşları 1930'ların sonlarına doğru Almanya'daki I.G.Farbenindustrie laboratuvarlarında poli-izosiyanat ve poliolden poliüretanların sentezi için poliaddisyonu keşfedip günümüz poliüretanının üretilmesinde yol gösterici olmuştur. O zamandan beri, yüksek performanslı poliüretan elastomerler dahil zorlu uygulamalarda tercih edilen malzemeler haline gelen her türlü
poliüretan malzemelerin birçok farklı şekilde gelişimi devam etmiştir [1]. Elastan lif ilk olarak 1959 yılında Du Pont kimyageri Joseph Shivers tarafından bulunmustur. 1962 yılında “Lycra” tescilli marka adını almıstır ve ticarilestirilmistir. Bugün Invista’nın ticari markası olarak kullanılmaktadır [2]. Poliüretanlar, her bir kurucu zincirin uzunluğu boyunca üretan grupları içeren ‘-NH – CO – O–‘ polimerlerdir. Bu liflerin % 99 elastik geri kazanım özelliğine sahip oldukları bilinmektedir. Ayrıca yüksek esnetilebilirliğe (% 500'e kadar) sahiptirler, esnetilebilirliğin gerçek değeri elastan polimerik zincirlerin bileşimi ve bunları üretmek için kullanılan yöntem ile belirlenir. Avrupa'da, bu lifler genellikle Lycra lifleri olarak bilinir (ancak Roica ve Dorlastan gibi diğer markalar ayrıca var) ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ise Spandex olarak bilinmektedirler [3]. Termoplastik poliüretan elastomerler; oda sıcaklığında çapraz bağlı elastomerler gibi davranan, ancak geleneksel elastomerlerin aksine, çok sayıda endüstriyel işlemle ısıtıldığında işlenebilen, şekillendirilebilen ve biçimlendirilebilen çok yönlü malzemelerdir. Poliüretan elastomerler, yumuşak segment adı verilen göreceli olarak esnek bileşenden türetilen bir makrodiyolden oluşan ve sert segment adı verilen ve nispeten sert bir diizosiyanat ve zincir genişleticiden türetilen lineer bölümlenmiş (segmented) kopolimerlerdir. Poliüretanlar sert ve
30
yumuşak segmentler ve onların kombinasyonlarının yapısına bağlı karmaşık bir morfoloji ile karakterize edilir. Genel olarak mikrofaz ayrımı tam değildir. Yani var olan mikrofazlar saf değildir, sert ve yumuşak segment birimlerinin karışımından oluşur. Mikrofazlar içinde bölümler arası karışımın varlığı malzemelerin hem morfolojisini hem de mekanik özelliklerini etkiler. Yumuşak mikrofaz içindeki segmentlere sert segmentlerin dahil olması, yumuşak mikrofazın camsı geçiş sıcaklığının kayda değer şekilde yükselmesine neden olabilir ki bu da malzemenin uygulanabilirliğini sınırlar. Diğer taraftan sert mikrofazdaki segmentlere yumuşak
segmentlerin dahil edilmesi, sert mikrofazın camsı geçiş sıcaklığını düşürür. Kayda değer sert segment kristalliğinin yokluğunda, genellikle bozulma sıcaklığı düşer ki malzemenin daha kolay bozulmasına yol açar. Moleküler yapının doğru tasarımı, mekanik özellikleri sağladığı için oldukça kritiktir [4]. Gevşemiş durumda, yumuşak segment yapıları gevşek bir şekilde düzenlenmiştir ancak fiber uzatıldığında, segmentler çözülür ve fiber ekseni ile daha uyumlu hale gelir. Gerilimin serbest kalması üzerine, segmentler orijinal durumlarına geri döner.
Şekil 1. Elastan polimer zincirindeki sert ve yumuşak segmentler Sert segmentler, sert aromatik yapılar içerir. Her bir sert segment, genellikle hidrojen bağı yoluyla bitişik polimerik zincirlerdeki sert segmentlerle etkileşime girebilir. Böylece, bitişik zincirler arasında lif ve kayma engellenir ve elastomerik yapı boyunca güçlü bir ağ sağlanır. Her zincirdeki sert ve yumuşak segmentler üretan bağlantıları yoluyla birbirine bağlanır. Yumuşak ve sert segmentlerin oranı arasındaki denge lifin özellikleri belirlemek için
önemlidir. Polimerik zincirler arasındaki etkileşim çok büyükse, fiber yeterli derecede esneyemez. Etkileşim çok küçükse, zincirler bir diğerine doğru kayacaktır ve lif gerildikten sonra düzgün bir şekilde geri eski haline gelmeyecektir. Her segmentin uzunluğu ve sert-yumuşak segmentlerin oranı mekanik özelliklerin kontrol edilebilmesini sağlamaktadır [3].
Poliüretan Polimerinin Oluşumu Prepolimer, her bir ucunda reaktif izosiyanat gruplarına sahip esnek bir moleküler poliol zinciri "omurga" veya "yumuşak segment" içerir. Bu zincir, poliolün Şekil 2'de gösterilen şemaya göre bir diizosiyanat ile reaksiyona girmesiyle üretilir. Sadece
birkaç bin moleküler ağırlığa sahip olduğu için "prepolimer" olarak adlandırılır ancak polimerizasyon reaksiyonu tamamlandığında elastomerin sahip olduğu nihai yapının "şablonunun (blueprint)" çoğunu içerir [1].
31
Şekil 2. Poliüretan prepolimerin oluşumu
Şekil 3. Poliüretan polimerinin zincir uzamasının gösterimi
Elastan Liflerinin Yapısı Elastan lifleri yuvarlak veya kare kesitlere sahiptir. Doğrusal yoğunluk fiberlerin gerekli olduğu uygulamaya bağlı olarak 20 ila 6000 dtex arasında değişebilir. Dtex, bir kalınlık ölçüsüdür ve 10000 metre lastiğin/ipliğin denk geldiği gram cinsinden ağırlığı belirtir.
kombinasyon halinde kullanılabilir. Bazı durumlarda, elastan filamentler, kaplı bir ipliğin iç çekirdeğini oluşturur. Bu kaplanmış ipliklerde elastan çekirdekler Şekil 4'de gösterildiği gibi her biri ayrı ayrı başka bir elyaf türünden iplikle kaplanmıştır. Kaplama ipliği ayrıca elastan filamentin uzaması için daha fazla kontrol sağlar [3].
Elastan filamentler, diğer lif türlerinden ipliklerle
Şekil 4. Kaplı elastan ipliğin şematik gösterimi
32
Elastan lifleri eriyik ekstrüzyon, reaksiyon eğirme, çözelti kuru eğirme ve çözelti yaş eğirme dahil dört farklı şekilde üretilir. Bu yöntemlerin her biri, bir ön polimer üretmek için monomerlerin reaksiyona sokulmasının ilk aşamasını içerir. Daha sonra ön polimer, çeşitli şekillerde reaksiyona girer ve uzun
bir lif üretmek için çekilir. Çözelti kuru eğirme, dünyadaki spandeks liflerinin % 90'ından fazlasını üretmek için kullanıldığından genellikle üretim prosesi olarak çözelti kuru eğirme yönteminden bahsedilir [5].
Kuru Eğirme Elastan Üretim Yöntemi 1) Polimer Reaksiyonu 1-Spandeks üretiminde ilk adım, prepolimerin üretimidir. Bu, bir makroglikolün bir diizosiyanat monomer ile karıştırılmasıyla yapılır. Bileşikler bir reaksiyon kabında karıştırılır ve uygun koşullar altında bir ön polimer oluşturmak için reaksiyona girer. Bileşen malzemelerin oranı farklı karakteristiğe sahip lifler ürettiğinden, sıkı bir şekilde kontrol edilir. Tipik bir glikol / diizosiyanat oranı 1: 2 olabilir.
2-Kuru eğirme üretiminde, ön polimer ayrıca eşit miktarda diamin ile reaksiyona girer. Bu, zincir uzatma reaksiyonu olarak bilinir. Elde edilen çözelti, eğirme çözeltisini üretmek için bir çözücü ile seyreltilir. Çözücü, çözeltinin daha ince ve daha kolay işlenmesine yardımcı olur. Daha sonra elyaf üretim hücresine pompalanabilir.
2) Fiber Üretme 3-Eğirme çözeltisi, kürlendiği ve liflere dönüştürüldüğü silindirik bir eğirme hücresine pompalanır. Bu hücrede, polimer çözeltisi, baştan aşağı küçük deliklere sahip olan düze adı verilen metal bir plakadan geçirilir. Bu, çözeltinin sıvı polimer şeritlerinde hizalanmasına neden olur. İplikler hücreden geçerken bir nitrojen ve solvent gazı varlığında ısıtılır. Bu koşullar, sıvı polimerin kimyasal olarak reaksiyona girmesine ve katı iplikler oluşturmasına neden olur.
4-Lifler hücreden çıktıkça, belirli miktarda katı iplikler, istenen kalınlığı üretmek için bir araya toplanır. Bu, lifleri birlikte büken bir basınçlı hava cihazı ile yapılır. Gerçekte, her bir elastan lifi, yüzeylerinin doğal yapışkanlığından dolayı birbirine yapışan çok sayıda daha küçük tek tek liflerden oluşur.
3) Final Proses 5-Elyaflar daha sonra bir bitirme maddesi ile muamele edilir. Bu, magnezyum stearat veya poli dimetil-siloksan olacağı gibi başka bir polimer de olabilir. Bu bitirme malzemeleri, elyafların birbirine yapışmasını önler. Bu işlemden sonra, lifler bir dizi silindir aracılığıyla bir makaraya (spool) aktarılır.
Tüm sürecin kapanma hızı, liflerin kalınlığına bağlı olarak dakikada 300-500 mil (482,7-804,5 km) arasında olabilir. Makaralar elyafla doldurulduğunda son paketlemeye konularak müşterilere sevk edilir [5].
Şekil 5. Kuru eğirme yöntemi [5]
33
Esneme ve iyileşme yeteneğine sahip Spandex, ilk olarak kadın iç çamaşırlarının üretiminde kullanılırken, günümüzde tüm giyim alanlarında kullanılmaktadır. Erkek takımlarından çocuk
giyimine, ayakkabıdan bebek bezlerine kadar çok farklı sektörde spandeks kullanılmakta ve spandex kullanımı inanılmaz bir hızla büyümektedir [6].
Sonuç Bu çalışmada elastan liflerin kullanıldığı ürünlerde vücuda uyum, hareket kolaylığı, konfor gibi çok çeşitli beklentileri en etkili bir şekilde karşılayan önemli bir malzeme olduğu görülmüştür. Ürünlere kattığı nitelik sayesinde çok farklı sektörde kullanılarak hızlı bir şekilde kullanımı yaygınlaşmıştır. Elastan liflerinin eriyik ekstrüzyon, reaksiyon eğirme, çözelti kuru eğirme ve çözelti yaş eğirme
olmak üzere dört farklı şekilde üretim yöntemi olduğu bu yöntemler arasında en yaygın olanın kuru eğirme yöntemi olduğu çalışma kapsamında yapılan araştırmalarda edinilmiştir. Yine araştırmalar kapsamında edinilen bilgiler doğrultusunda elastan liflerin öneminin daha da artarak, kullanımının her geçen gün daha çok yaygınlaşacağı öngörülmektedir.
Kaynaklar 1. Fuest, R., W., 2001, Polyurethane Elastomers, Rubber Technology: Compounding and Testing for Performance, First Edition, Chapter 9 2. Elmalı, H., 2008, Elastan İplik Kullanımının Kumaş Özelliklerine Etkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 3. Mather, R., R., 2014, Synthetic Textile Fibres:Polyolefin, Elastomeric and Acrylic Fibres, Textiles and Fashion Materials, Design and Technology, Chapter 6 4. Eceiza, A., Martin, M., D., Caba, K., Kortaberria, G., Gabilondo, N., Corcuera, M.,A., Mondragon I., 2008, Thermoplastic Polyurethane Elastomers Based on Polycarbonate Diols With Different Soft Segment Molecular Weight and Chemical Structure: Mechanical and Thermal Properties, Polymer Engineering and Science, Wiley 5. Jerde, J., 1992, Spandex, Encyclopedia of Textiles, First Edition 6. Bhata, G., Chanda, S., Yakopson, S., 2001, Thermal properties of elastic fibers, Thermochimica Acta 367-368, Elsevier
Ezgi Sayınkaplan Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Mezunu) esayinkaplan@evyap.com.tr
Recep Şaban Doğan Kimyager (Lisans Mezunu) rdogan@evyap.com.tr
34
PCR TESTLERİNDEKİ ÖLÇÜM KALİTESİNİ ARTIRMAK AMACIYLA YERLİ RNA TABANLI REFERANS MALZEME ÜRETİLDİ Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, "TÜBİTAK bünyesinde faaliyet yürüten UME, Türkiye'de Kovid-19 tanısı için kullanılan PCR testlerindeki ölçüm kalitesini artırmak amacıyla RNA tabanlı referans malzemeler üretti." ifadelerini kullandı.
değerlendirmesinde bulundu.
Kovid-19 Tanı Kitlerinde Yeni Dönem
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) tespitinde kullanılan PCR testlerinden daha kaliteli sonuç alınması amacıyla TÜBİTAK Ulusal Metroloji Enstitüsünce (UME) RNA tabanlı referans malzemeler üretildiğini belirterek, "Böylece, PCR testlerinin doğruluk oranı yükselecek. Ayrıca üretilen malzemeler PCR kitlerinin iç kalite kontrolünde de kullanılacak." ifadesini kullandı. Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre Varank, Kovid-19 virüsünün tespitinde kullanılan PCR testlerinin artık daha kaliteli sonuç vereceğini bildirdi. "PCR testlerinden daha kaliteli sonuç alınması amacıyla TÜBİTAK UME tarafından RNA tabanlı referans malzemeler üretildiğine" işaret eden Varank, "Böylece, PCR testlerinin doğruluk oranı yükselecek. Ayrıca üretilen malzemeler PCR kitlerinin iç kalite kontrolünde de kullanılacak."
Bakan Varank, muadil enstitülerden karşılaştırma yapmak amacıyla bu referans malzemeleri istediklerini aktararak, şunları kaydetti: "Ancak sudan bahaneler öne sürdüler. Bu da tabii araştırmacılarımızı daha fazla motive etti. Ülkemiz laboratuvarları ve kit üreticilerinin kullanımı için bu referans malzemeleri kendimiz üretmek için proje başlattık. Üç ay gibi kısa bir sürede çalışmalarımızı tamamladık. Bize karşılaştırma için bile verilmeyen RNA tabanlı referans malzemelerden farklı olarak da daha inovatif formda toz ve sıcaklığa dayanıklı yerli ve milli malzemelerimizi ürettik."
PCR Testi Nasıl Çalışıyor Kovid-19 virüsünü tespit etmek için tüm dünyada yaygın olarak kullanılan PCR testlerinde ölçüm iki farklı basamaktan oluşuyor. Birinci aşamada bir enzim aracılığıyla virüsün RNA'sı, cDNA'ya çevriliyor.
35
İkinci basamakta da çevrilen cDNA (eşlenik DNA) başka bir enzim ile çoğaltılarak PCR testinde pozitif sinyal oluşuyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının ilgili kuruluşu TÜBİTAK bünyesinde faaliyet yürüten UME, Türkiye'de Kovid-19 tanısı için kullanılan PCR testlerindeki ölçüm kalitesini artırmak amacıyla yeni bir referans malzeme geliştirdi. Bu yeni RNA tabanlı referans malzemeler PCR testinde yer alan her iki basamağın da kontrolünü mümkün kıldığından ölçümlerin kalitesi güvence altına alınıyor.
bir altyapı oluşmasını ve teknik deneyim elde edilmesini de sağladı. Laboratuvarlar, Kovid-19 virüsünün mutasyona uğraması veya başka bir virüsün ortaya çıkması durumunda yeni RNA referans malzemelerinin üretimini çok kısa bir sürede gerçekleştirebilecek kabiliyete ulaştı.
Doğu Marmara Kalkınma Ajansı Destekledi
TÜBİTAK UME tarafından üretilen RNA tabanlı referans malzemeler, laboratuvarlarda yapılan ölçümlerde her iki enzim basamağının kontrolü için iç kalite kontrol malzemesi olarak kullanılabilecek. Ayrıca, üreticiler bu malzemeyi, PCR kitlerine RNA tabanlı pozitif kalite kontrol malzemesi olarak ekleyerek kitlerinin güvenilirliğini de sağlayabilecek.
Referans malzemeler, "COVID-19 ile Mücadele ve Dayanıklılık Programı" kapsamında "TR42/20/ COVID/0035: 2019-nCoV Virüsünün Hızlı ve Güvenilir Şekilde Teşhisine Yönelik Tanı Kiti Referans Malzemesi Üretilmesi" başlıklı projeyle Doğu Marmara Kalkınma Ajansından destek aldı. Üç aylık proje sürecinin ardından "donuk" ve "liyofilize" olarak 2 farklı formda bin 250 referans malzeme üretildi.
Soğutma İşlemine İhtiyaç Duymuyor
RNA tabanlı referans malzemelerle ilgili bilgi ve sipariş formlarına, "https://rm.ume.tubitak.gov.tr/ urun_grup.aspx?p=4" bağlantısından ulaşılabiliyor.
Açıklamada ifadelerine yer verilen TÜBİTAK UME Müdürü Dr. Mustafa Çetintaş da yerli ve milli imkanlarla üretilen referans malzemelerle yapılan PCR testlerinin kalitesini teminat altına aldıklarına dikkati çekerek, "Bu malzemenin en önemli katkısı, herhangi bir soğutma işlemine ihtiyaç duymaması. Malzemenin ülke içindeki paydaşlara dağıtımını soğutma işlemine maruz bırakmadan rahatlıkla yapabiliriz." değerlendirmesinde bulundu. TÜBİTAK UME laboratuvarlarında yapılan çalışmalar,
36
KİMYASALLARLA GÜÇLENDİRİLMİŞ NANOMALZEMELERİN PETROL GERİ KAZANIMINDAKİ UYGULAMALARI “Nano” terimi, bir şeyin bir milyarda biri anlamında kullanılmaktadır. Nanoteknoloji, nanobilim gibi başında “nano” öneki bulunan terimler, nanometre teriminden gelmektedir. Bir metrede 1.000.000.000 nanometre bulunur, yani bir nanometre, bir metreden bir milyar daha küçüktür. Bir nanometre yaklaşık olarak orta-boyutta bir molekülün, örneğin 60 karbon atomu içeren bir molekül boyutundadır. [2]
Petrol, hidrokarbonların karışımından meydana gelmiştir ve sabit kimyasal bileşimi yoktur. Doğal akaryakıt olan ham petrol bulunduğu yere göre değişen bileşimlerde bulunmaktadır. Örneğin, Amerika'da özellikle Pensilvanya bölgesinde çıkarılan petroller genellikle hidrokarbon sınıfından olan bileşikleri, Rusya petrolleri, kötü kokulu naften sınıfından bileşikleri, Romanya petrolleri ise bu ikisinin karışımını içerir.
Petrol, neft ya da yer yağı, hidrokarbonlardan oluşmuş, sudan yoğun kıvamda, koyu renkli, arıtılmamış, kendisine özgü kokusu olan, yer altından çıkarılmış doğal yanıcı mineral yağıdır. Latincede taş anlamına gelen "petra" ile yağ anlamına gelen "oleum" sözcüklerinden oluşmuştur (Petra oleum = Petrol).
Çeşitli tipteki petrollerin kendine has ağırlıkları 0,800,96; alevlenme noktaları 15-120 °C ve ortalama ısıtma kuvvetleri 10,500 kcal/kg'dır. Ortalama elementel bileşimleri ise; karbon %84, hidrojen %12, oksijen %1 olup çok az miktarda da kükürt bulunur. [3]
Petrol halk arasında, belirli bir yakıt türünü içeren (benzin, gazyağı, dizel - motorin, motor yağı, fuel oil) bir madde olarak bilinmesine rağmen aslında petrol kelimesi doğal halde bulunan ve yeraltından çıkarılan işlenmemiş ham petrol anlamına gelmektedir.
ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) verilerine göre yılda on binden fazla yağ dökülmektedir. Genel olarak biyolojik, dağıtıcı ve jelleştirici ajanlar, petrol sızıntılarını gidermek amacıyla kullanılır. Bu yöntemler yıllardır kullanılmasına rağmen, hiçbiri kayıp yağı etkili miktarda geri getiremedi. Bununla birlikte nanoteller yalnızca petrol sızıntılarını hızlı bir şekilde temizlemekle kalmaz aynı zamanda
37
mümkün olduğunca çok petrolü de geri kazanabilir. Bu nanoteller, su itici kaplamasıyla suyu iterken, ağırlığının 24 katı kadar hidrofobik sıvıları emen bir ağ oluşturur. Potasyum manganez oksit yüksek sıcaklıklarda bile çok kararlı olduğu için yağ nanotellerde kaynatılabilir böylece hem yağ hem de nanoteller daha sonra yeniden kullanılabilir.
2005 yılında Katrina Kasırgası 30’dan fazla petrol platformuna ve dokuz rafineriyi tahrip etti. Interface Science Corporation, hasarlı petrol platformları ve rafineriler tarafından dökülen petrolü temizlemek için su itici nanotelleri kullanan yeni bir petrol iyileştirme ve geri kazanım uygulamasını başlattı. [4]
Şekil 2. Farklı maddelerin nano ölçekte gösterimi Petrolün geri kazanımında farklı kimyasal yöntemlerin kullanılır. Hareketlilik kontrolü, sıvıdan sıvıya ve sıvıdan kaya yüzeyine etkileşim gibi etkiler gözlemlenir. Gözenekli ortamdaki baz, kritik parametrelerin değiştirebilmesi nedeniyle hidrokarbon geri kazanımını kolaylaştırır. Onlarca yıldır yüzey aktif maddelerin kullanımı ve polimer taşması üçüncül geri kazanım yöntemleri olarak kullanılmıştır. Mevcut araştırmalarda nanomalzemelerle yağın enjeksiyon sıvılarından geri kazanımı ve başka kimyasallarla güçlendirilerek kullanımı büyük ilgi görmüştür. Bu yazıda nanosıvıların kimyasal olarak geliştirilerek petrol geri kazanımında uygulanabilirliği üzerinde durulmaktadır. Sorumlu mekanizmalar enjeksiyon sıvısının viskozitesinde artışa, yağ viskozitesinde ise azalmaya neden olur. Ara yüzey ve yüzey geriliminde azalma ve kaya oluşumunda ıslanabilirliğin değişmesinden kaynaklanmaktadır. Hidrokarbon insanlık için birincil enerji kaynağıdır ve yakın gelecekte birincil enerji kaynağı olarak kullanılacağı düşünülmektedir. Toplam petrolün yaklaşık % 60 ile % 70'inin rezervuarda
kaldığı tahmin edildiği için petrol sahaları düşüş aşamasındadır. HCS'nin (hidrakarbon geri kazanım teknikleri) geri kazanımını sürdürmek ve artan enerji talebiyle başa çıkmak için yeni rezervuarlardan yararlanmak oldukça önemlidir. Bu nedenle, HCS kurtarma tekniklerinin kullanılmalıdır. Petrol Geri Kazanımında (EOR), termal, kimyasal ve gaz enjeksiyonu gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemler arasında daha yüksek verimliliği, daha düşük sermaye masrafları ve tekno-ekonomik fizibilitesi nedeniyle polimer taşması yöntemi, petrol geri kazanımı (CEOR) yöntemlerinden en çok ilgi gören yöntem olmuştur. CEOR'da, HCS'yi arttırmak için farklı katkı maddeleri kullanılır. Özellikle polimer taşmalarındaki uygulamalarda farklı polimerler (doğal ve sentetik polimerler) önerilmiştir. Sentetik polimerler arasında poliakrilamidlerin türevleri bulunmaktadır. CEOR'da kullanılan en yaygın polimer, maliyeti, kullanılabilirliği ve kolay kullanımı nedeniyle HPAM'dir (kısmen hidrolize poliakrilamid). HPAM performansı, hidroliz derecesine (DOH) ve moleküler ağırlığa (MW) dayanmaktadır. Hidroliz sırasında,
38
(CONH2) amid grupları (COO-) karboksil grubuna dönüşür. Yetersiz rezervuar verileri veya polimer sistemle ilgili belirsiz problemler nedeniyle geçmişte çok sayıda proje başarısızlıkla sonuçlandı ancak son yıllarda yeni polimerlerin sentezi büyük ilgi gördü. Bunun sonucunda kapsamlı laboratuvar ve saha testleri yapıldı. Bunun yanı sıra, kimyasal bozunma, termal değişim ve polimer reolojisinin kimyasal davranışı gibi mevcut polimerlerle ilgili sınırlamalar çözüm
bekleyen zorluklardır. En yaygın polimer olan HPAM, yüksek sıcaklıklara ve yüksek tuzlu ortamlara da eğilimlidir. HPAM, pratik uygulamalarda kayma bozulmasına ve sıcaklık direncine eğilimlidir. CEOR uygulamasında ve tuzlu koşullarda HPAM 70 °C'ye kadar kullanılabilir. Polimer taşmasının performansını iyileştirmek için çeşitli yaklaşımlar sunulmasına rağmen, nanomalzemelerin EOR'da polimer sulu çözeltinin reolojik özelliklerinin geliştirilmesinde uygulanması halen devam eden bir konudur. [5]
Şekil 3. a) 7 ve b) 14 gün boyunca 70 °C'de bozunmadan sonra HPAM ve polimerik nanoakışkanın reolojik davranışı
Nanopartiküllerin EOR Süreçlerinde Performansını Etkileyen Faktörler Nanopartikül(NP) davranışı ve performansı, boyut Sıcaklık seçimi, NP konsantrasyonu ve kullanıldığı ortam gibi farklı faktörlere bağlıdır. Aşağıdaki parametreler NP performansında önemli bir rol oynar.
Sıcaklığın etkisi belirsizdir ve açıklanması zordur, farklı değişkenler içermektedir. [5]
Nanopartikül konsantrasyonu
Yazıda bahsi geçen deneysel çalışmada, nano partiküllerin polimer ile birleştirilmesine rağmen, EOR formlarında potansiyel rakipleri olduğu görülmüştür bu nedenle saha uygulamalarında kullanımı sınırlıdır. Bu yenilik pratik alanda uygulanmadan önce bazı zorlukların çözülmesi gerekir. Bu zorluklar çözülürse petrol geri kazanımı konusunda kolaylık sağlanacaktır. Hayatımızın her anlamda daha da kolaylaştığı günlere ulaşmak dileğiyle… Bilimle kalın, bizimle kalın…
NP konsantrasyonu, EOR sürecinde kritik bir rol oynar. NP konsantrasyonunu artırıldığında, iç basıncç artma eğilimindedir ve artan itme kuvvetlerine yol açar.
Tuzluluk Tuzluluğu göstermenin birçok yolu vardır ve bunlar genellikle TDS (toplam çözünmüş katı) olarak ifade edilir. Tuzlu suda bulunan en yaygın tuz NaCl olduğundan, tuzluluk olarak genellikle NaCl'nin kütle içeriği alınır (ağırlıkça % veya x 10-6 olarak temsil edilir). NP dispersiyonun stabilitesi rezervuar sıvılarındaki tuzluluktan önemli ölçüde etkilenir.
39
Kaynaklar 1. https://images.app.goo.gl/mauxyj5xzMDyVa7v6 2. http://uib.org.tr/tr/kbfile/nanoteknoloji-ve-nanotekstiller-raporu 3. https://tr.wikipedia.org/wiki/Petrol 4. https://tr.qaz.wiki/wiki/Green_nanotechnology 5. Najeebullah, Lashari. Tarek, Ganat.’’ Emerging applications of nanomaterials in chemical enhanced oil recovery: Progress and perspective’’. Chinese Journal of Chemical Engineering, Volume 28, Issue 8, August 2020, Pages:1995-2009. https://doi.org/10.1016/j.cjche.2020.05.019
Rabiye Baştürk Kimya Mühendisi (Lisans Mezunu) odtulurabiya@hotmail.com
40
ABD'DE KLİNİK DENEYLERİ DEVAM EDEN TML KOVİD-19 İLACI UMUT VADEDİYOR Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında vaka ve ölü sayısı açısından dünyada en fazla etkilenen ülke olan ABD’de salgına karşı ilaç geliştirme çalışmaları devam ediyor. Rhode Island eyaletindeki araştırma merkezi Beech Tree Labs (BTL) firmasının, Kovid-19'a karşı deneylerini sürdürdüğü TML adı verilen ilacın Türkiye ve Orta Doğu Temsilcisi Dr. Ali Koçak, ilaç hakkında bilgi verdi. Koçak, TML ilacının şu an faz-2 aşamasında olduğunu ve klinik deneylerinin devam ettiğini söyledi. ABD’de 35 yıldır yaşayan, kimya ve biyofizik üzerine postdoktora çalışmaları bulunan New York Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Koçak, "Şu anda Türkiye'deki klinik çalışmaları burayla beraber koordine ediyoruz. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde inşallah yakın zamanda başlatacağız. Klinik çalışması için yaklaşık 40 hasta gerekiyor. Eğer bu çalışma bitirse Sağlık Bakanlığı yönetmeliğine göre erken erişim programına müracaat edeceğiz, eğer Bakanlık onaylarsa hastalarda kullanılacak.” dedi.
İlaç Hücre içi ve Hücreler Arası İletişimi Sağlıyor Koçak, 1993’te kurulan BTL firmasının yaklaşık 20 yıldan fazladır farmakoloji ve rezonans moleküler sinyalleme kullanarak, değişik viral hastalıklar konusunda araştırmalar yürüttüğünü belirtti. Kovid-19 salgınının patlak vermesiyle çalışmalarını bu virüse karşı yoğunlaştırdıklarını anlatan Koçak, virüsün, vücudun bağışıklık sistemine saldırdığını ve normal dışı bir savunma mekanizması geliştirdiğini anlattı. Koçak, bu sürecin de bilimsel olarak sitokin fırtınası denilen tıkanma ve nefes alamama gibi ölümcül sonuçlara neden olduğunu kaydetti. TML ilacının nasıl çalıştığı hakkında bilgi veren Koçak, şunları anlattı: "İlaç 'rezonans moleküler sinyalleme' dediğimiz bir mekanizmaya dayanarak çalışıyor. Ne yapıyor? Hücrelerin kendi içinde ve diğer hücrelerle iletişimini sağlıyor. Böylece saldırı birden olmuyor ve sitokin fırtınası oluşmuyor, böylece nefes alımı rahat oluyor. İkinci etkisi ise bu virüsün hücre içinde çoğalmasını
41
engelliyor, çoğalma azalınca virüs etkisiz hale geliyor."
bizim ilaç aynen bu iletişimi sağlıyor. Hücreler arasında sinyal olmazsa insanda sağlık olmaz."
48 Saat İçinde Bütün Semptomlar Kayboldu
Koçak, ilacın, şimdiye kadar olumsuz bir yan etkisinin de tespit edilmediğini belirterek, şunları kaydetti:
Koçak, TML ilacının 100’e yakın hasta tarafından denendiğini ifade ederek, "48 saat içinde bütün semptomlar kayboldu bunu deneyenlerde. Aslında ilaç çok basit, damla halinde dil altına alınıyor. İlk saat içinde her 15 dakikada bir, daha sonra her saat başında bir damla şeklinde. İlk yaptığınızda hemen etkisini gösteriyor." diye konuştu.
"Aslında çok güvenli bir ilaç, içinde thimerosal, etil civa dediğimiz bir madde bulunuyor. Milyonlarca insanda yıllarca aşılarda bu koruyucu madde olarak kullanılmıştır. Biz onu çok az bir miktarda kullanıyoruz, yani aşılarda kullanılan miktarın 250’de biri gibi düşük bir oran. Tabii bazı insanlar bunu yanlış anlıyor. Etil ve metil diye iki farklı civa var, mesela balıklardaki metil civa daha zararlı. Etil civanın yapısı ise farklı, zararsız."
ABD Gıda ve İlaç Dairesinin (FDA) ilacın faz-2 aşaması deneylerine onay verdiğini aktaran Koçak, aynı şekilde Türkiye’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ile de bu alanda ortak çalışma yürüttüklerini vurguladı. Koçak, Faz-2 aşamasında 40 hasta üzerinde deneme istendiğini, bunun kısa zamanda biteceğini ve daha sonra Sağlık Bakanlığının uygun görmesi halinde ilacın 'erken erişim programı' ile hastanelerde kullanılabileceğini aktardı. TML ilacının aşı ile karıştırılmaması gerektiğine de dikkat çeken Koçak, şöyle devam etti: "Bizimkisi önleyici değil, iyileştirici bir ilaç. Hücreler arası elektrik sinyalini organize ediyor. Mesela bir sokağa hırsız girdi, eğer komşular birbiriyle iletişim halinde değilse hepsi birden sokağa çıkıyor ve sokağı tıkıyor. Halbuki bir iletişim olursa ona göre bir ayarlama oluyor, polis araçlarının geçmesini sağlıyor,
İlacın Üretimini Türkiye'de Yapmak İstiyoruz Klinik deneyleri geçtikten sonra ilacın üretiminin Türkiye’de yapılmasını düşündüklerini dile getiren Koçak, sözlerini şöyle noktaladı: "Bunun Türkiye'de yapılmasını istedik, güzel bir şey ülkemiz için. Hatta şirketle görüşüyorum eğer 2'nci aşama biterse, o bölge için üretimini de Türkiye'de yapmak istiyoruz. Hem ülkemiz için bir iş imkanı açmış oluruz, aynı zamanda da (ilacın) ülkemiz insanına faydası olur. Ben bu ilacın gerçekten faydalı olacağına gönülden inanıyorum."
42
BİYOSİDAL ÜRÜNLERE GENEL BİR BAKIŞ TİP-1 İNSAN HİJYENİ İLE İLGİLİ BİYOSİDAL ÜRÜNLER COVID-19’un 2019 yılının son dönemlerinde bir anda ortaya çıkması ile temizlik ve hijyen anlayışı oldukça değişmiştir. Bu değişim çok hızlı bir şekilde gerçekleşmiş ve alışkanlıklarımızı farklı bir noktaya getirmiştir. Özellikle el hijyenine verilen önemin yüksek miktarda artması ile birlikte kolonya, dezenfektan, hijyen sıvısı, antibakteriyel sıvı sabun vb. ürünlerin günlük hayatta kullanımı yüksek miktarda artmıştır. Dolayısı ile bu ürünlerin doğru seçimi ve bilinçli kullanımı insan sağlığı açısından oldukça önemlidir. Biyosidal ürünler, içeriğinde bulunan aktif madde ya da maddeler sayesinde zararlı olarak kabul edilen bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmalar, hamam böceği, kene, karasinek, sivrisinek gibi böcekler, fare ve sıçan gibi kemirgenler üzerinde kimyasal veya biyolojik etki gösteren ürünlerdir. Günlük hayatta kişisel hijyen amacı ile kullanılan antibakteriyel, antimikrobiyal, dezenfektan ibaresi bulunan tüm ürünler de Biyosidal Ürün Yönetmeliği’ne göre üretilmektedir. Bu ürünlerin denetimi ve ruhsatlandırması T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır [1]. Ürünlerde kullanılabilecek antibakteriyel – antimikrobiyal aktifler de bu yönetmelikte belirtilmiştir [2]. Bir ürün ancak bu şartları sağlıyorsa ve T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından verilmiş bir ruhsatı varsa güvenli olarak tanımlanabilir.
standartta belirlenen değerin altına indiren ürünler “antibakteriyel” olarak sınıflandırılmaktadır [3]. TS EN 1276:2010 Testine ek olarak TS EN 1650:2008+A1:2013 testinde yer alan 2 fungus (Candida albicans ATCC 10231; Aspergillus brasiliensis ATCC 16404) üzerinde de etkili olan ve bakterilerin yanı sıra fungusları da belirlenen limit değerlerin altına indiren ürünler “antimikrobiyal” olarak sınıflandırılmaktadır [3]. TS EN 14476:2013 numaralı bu etkinlik testi ürünün insan sağlığı açısından oldukça tehlikeli olan üç virüse (Poliovirus Tip 1, LSc-2ab; Adenovirus Tip 5, Adenoid 75 suşu, ATCC VR-5; Murine norovirus, S99 Berlin suşu) karşı olan etkinliğini gösterir. Ayrıca bu testte başarılı olan ürünler de “antiviral” olarak adlandırılır [3]. Kısaca Şekil 1.’de farklı amaçlarla kullanılan temizlik malzemesi ve biyosidal ürünlerin özellikleri anlatılmıştır.
Son günlerde raflarda sıklıkla görülen ve üzerlerinde ruhsat numarası bulunan antibakteriyel/ antimikrobiyal sıvı sabunlar, el jelleri, el spreyleri ve dezenfektanlar Biyosidal Ürün Yönetmeliği’ne uygun olarak üretilmektedir. Bu ürünlerin etkinliğini kanıtlamak amacı ile TS EN 1276:2010 (Bakterisidal Aktivite) ve TS EN 1650:2008+A1:2013 (Fungus-Mantar Aktivite) testleri yapılır ve hedef organizmalar üzerindeki etkinlikler test edilir. TS EN 1276:2010 Testinde yer alan 4 bakteri (Staphylococcus aureus ATCC 6538; Pseudomonas aeruginosa ATCC 15442; Escherichia coli ATCC 10536; Enterococcus hirae ATCC 10541) üzerinde etkili olan bu bakterilerin sayılarını
43
Şekil 1. Farklı biyosidal ürünlerin farkları Dezenfektanlar yüzeylerde bulunan canlı ve cansız patojenleri ortamdan uzaklaştırmak/öldürmek veya sayılarını azaltmak için kullanılan ürünlerdir. Patojenleri ortamdan uzaklaştırmak dışında onları önlemeye de yardımcı olurlar. Bir ürüne dezenfektan iddiasını verebilmek için yukarda belirtilen testlere ek olarak virüsidal aktivite testi yapılması gerekmektedir. Yani dezenfektanlar hem antibakteriyel, hem antimikrobiyal hem de antiviral özellik taşımaktadırlar. Dezenfektanlar cansız nesnelerde ve çevrede kullanılırken, antiseptikler insan derisinde topikal olarak kullanılır. Genel olarak antiseptikler bakteriyostatik iken dezenfektanlar bakterisidaldir. Yani antiseptikler bakterileri inhibe ederler ama dezenfektanlar tamamen öldürür. Alkoller (antiseptik olarak da kullanılır), hidrojen peroksit, aldehitler, ağartıcılar, iyot ve potasyum permanganat çözeltisi gibi çok çeşitli kimyasal maddeler dezenfektan olarak kullanılmaktadır (Sandle, 2006). Hastanelerde, veterinerlik ve diğer sağlık merkezlerinde kullanılırlar. Yaygın olarak kullanılan antiseptikler arasında alkol, hidrojen peroksit, iyot, fenol bileşikleri, klorohekzadin, sodyum klorür, sodyum hipoklorit ve kalsiyum hipoklorit bulunur. Dezenfektanlar için etki modu, antibiyotiklerin (belirli hedeflere karşı etkisi olan) aksine, dezenfektanların birden fazla hücre bölgesinde etki edebileceği şekildedir. Bununla birlikte, bireysel dezenfektan veya antiseptikler mikroplar üzerinde belirli bir etki tarzına sahip olabilir. Bunlar dış zar, plazma zarı ve hücrelerin enerji metabolizmasında olabilir; bunların tümü plazma membranının yırtılmasına, geçirgenliğin kaybına ve / veya sitoplazmanın pıhtılaşmasına
neden olabilir. Ana aktif bileşen olarak klorokslenol, klorhekzadin ve benzalkonyum klorür; cildin, ekipmanların ve çevresel yüzeylerin dezenfeksiyonu gibi çeşitli nedenlerle çoğu evde ve sağlık hizmeti tesisinde popüler olarak kullanılan antiseptiklerden biridir. Ürün tiplerine göre kullanılan aktif maddeler değişiklik göstermektedir. Kullanılan her aktifin bakanlık tarafından yayınlanan yönetmelikte yer alması gerekmektedir. Ürün tiplerinden bazıları aşağıda verilmiştir. 1. Ürün Tipi: İnsan hijyeni ile ilgili biyosidal ürünler, 2. Ürün Tipi: Kişisel alanlarda ve umumi alanlarda kullanılan dezenfektanlar ve biyosidal ürünler, 3. Ürün Tipi: Veteriner hijyenine yönelik biyosidal, 4. Ürün Tipi: Gıda ve yem alanlarında kullanılan dezenfektanlar, 5. Ürün tipi: İçme suyu dezenfektanları [1]. Dezenfektanlar içerik olarak genelde alkol bazlıdır. %70 etil alkol çözeltisi saf etanolden daha etkilidir, çünkü saf etanol mikropları öldürmeden inaktif hale getirebilir fakat belirli bir oranda su ile birlikte kullanıldığında hücre zarının ozmotik dengesini bozar ve dehidrasyona sebep olur, suyunu kaybeden hücre yaşamını sürdüremez. Farklı alkol oranlarında dezenfektanın hücre zarına etkisi daha farklı olabilir. Örneğin hücre proteinlerini denatüre edebilir ve hücre zarındaki lipidi çözebilir [5]. Etil alkol tek başına antibakteriyel, antimikrobiyal etkinlik göstermek için yeterliyken antiviral etki göstermek için her zaman tek başına yeterli olamayabilir. Piyasada da görüldüğü gibi çoğu antiviral iddialı ürünün içerisinde birden çok biyosidal aktif
44
bulunmaktadır. Alkol kullanımının yanı sıra Tip-1 ürünler için çoğunlukla insan sağlığı üzerinde düşük oranda kullanıldığında olumsuz etkisi bulunmayan aktifler tercih edilir. Bu aktifler genelde organik asitler, amonyum tuzları, etil alkol vb. kimyasallardır. Bununla birlikte, el jellerinde, el spreylerinde ve dezenfektanlarda çoğunlukla etil alkol, izopropil alkol gibi maddeler tercih edilmektedir. Belirli bir oranda kullanıldığında antibakteriyel/antimikrobiyal etki gösteren bu alkoller birlikte kullanıldıklarında ya da farklı başka maddeler ile birlikte kullanıldığında dezenfektan etkisi gösterebilmektedir. Alkol ve diğer aktif maddelerin birlikte kullanıldığı ürünlere örnek olarak sıvı sabunlar biyosidal ürünlerde oldukça talep görmüştür. Bu tip yıkanan ürünlerde aktif madde ve yüzey aktif sisteminin uyumu önemlidir. Didesil dimetil amonyum klorür ve benzalkonyum klorür gibi dördüncül amonyum tuzları katyonik aktif maddeler olarak formülasyonlarda yer alırken anyonik sistemlerde laktik asit, salisilik asit gibi organik asitler sıklıkla tercih edilir. Katyonik yapıdaki ürünlerde yüzey aktif maddelere örnek olarak lauraminoksit, kokoaminoksit gösterilirken anyonik yapıdaki ürünlerde genellikle sodyum lauret sülfat ve kokoamidopropil betain kullanılır. Bu sistemlerin temizleme prensipleri aynı olsa da yüzey aktif yapıları büyük farklılık gösterir. Bu sebeple seçilen antibakteriyel ajanın formül yapısına uygun olması ve üründeki diğer maddelerle sinerjik etki oluşturması oldukça önemlidir. Bu kimyasalların kullanım oranlarının belirlenmesi ve formülasyonlara uygulanması ciddi bir literatür bilgisi gerektirmektedir. Ayrıca, bu kimyasallarınhammaddelerin kullanılabileceği maksimum oranlar yönetmelikte belirtilmiştir. Sıvı sabunlar ve duş jelleri içerinde kullanılan yüzey aktif sistemlerce misel yapı oluşturup yağı ve kiri temizlerken, temas süresine bağlı olarak kullanılan aktifler de bakterileri/ mantarları öldürmektedir. Ayrıca antibakteriyel/ antimikrobiyal sabun kullanıldıktan sonra bakterilere ve mantarlara karşı koruma bir süre daha devam etmektedir [4].
Biyosidal ürünler ve dezenfektanlar insan sağlığının tehlikeye atılmaması için çok geniş kapsamlı bir yönetmelik dahilinde üretilmektedir. Markette bulunan her ürün bu yönetmelik içerisinde değerlendirilemez. Bu sebeple alınan ve kullanılan her ürünün etiket bilgilerini kontrol etmek insan sağlığı açısından çok büyük önem taşımaktadır. Ruhsatlı olan her ürünün kullanım miktarı, süresi ve kullanım amacı etiket üzerinde yer almak zorundadır. Bu bilgilere uyulduğu taktirde bahse konu olan testlerde yer alan mikroorganizmalardan korunmak mümkündür. Tüketici olarak detaylı olarak anlatılan kullanım şekline uyulmaması ürünün hatalı kullanımına yol açabileceği gibi zehirlenme gibi durumlara kadar zarar verici boyutta olabilir. Herhangi bir zehirlenme durumunda tüketiciler Ulusal Zehir Danışma Merkezi (Uzem)’in 114 No’lu telefonunu aramalıdır. Ürünlerle alakalı şikâyet olması durumları için Alo 184 Sağlık Bakanlığı iletişim Merkezi (SABiM)’ne ulaşılmalıdır. Biyosidal ürünler gıda maddelerinden uzak tutulmalı, diğer dezenfektan ve kimyasallar ile asla karıştırılmamalıdır. Uygulama dozu ve şekli göz önünde bulundurulmalıdır. Kilit altında ve çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza edilmeli ve kirli boş ambalajlar tekrar kullanılmamalıdır. Tüketicilerin güvenli biyosidal ürünleri tercih etmesi için T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Müdürlüğü internet sayfasındaki izinli biyosidal ürünlerin listesi önemli bir referans olabilir.
İdeal bir dezenfektan ise mikroorganizmalara kolaylıkla penetre olmalıdır, toksik olmamalıdır. Kullanıldığı nesne ve yüzeylere zarar vermeden geniş spektrumlara etki etmelidir. Stabil bir formülü olmalı ve kolayca hazırlanıp kullanılabilmelidir. Bu yüzden aktif maddelerin tüm formül ile etkin çalışması çok önemlidir.
45
Kaynaklar 1. T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü (2020) Biyosidal Ürün Olarak Dezenfektanlar [alıntı: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/cevresagligi-biyosidal/dezenfektanlar-ve-genel-biyosidal%C3%BCr%C3%BCnler-birimi/biyosidal-%C3%BCr%C3%BCn-olarak-dezenfektanlar.html] 2. T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü (2020) Aktif Maddelere Ait Listeler [alıntı: https:// hsgm.saglik.gov.tr/tr/cevresagligi-biyosidal/ab-uygulamalar%C4%B1,-mevzuat,-organizasyon,-koruyucularve-di%C4%9Fer-biyosidal-%C3%BCr%C3%BCnler-birimi/aktif-maddelere-ait-listeler-guncel.html] 3. T.C. Sağlık Bakanlığı Biyosidal Yönetmeliği Ek 18 4. https://www.cleanipedia.com/za/family/antibacterial-soap-use.html 5. Salvage, R., Hull, C. M., Kelly, D. E., & Kelly, S. L. (2014). Use of 70% alcohol for the routine removal of microbial hard surface bioburden in life science cleanrooms. Future Microbiology, 9(10): 1123-1130.
Esra Duygu Aracıer Balıkçı Kimyager (Yüksek Lisans Mezunu) earacier@evyap.com.tr
46
BORDAN ÜRETİLEN 10 ÜRÜNDEN 4'Ü PİYASAYA SUNULDU
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mükerrem Şahin, "Geliştirdiğimiz sağlıkta kullanılan 10 ürün bulunuyor. Bunlardan 4'ü sanayi kuruluşlarımız tarafından üretilerek kullanıma sunuldu." dedi.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (AYBÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mükerrem Şahin, bor kullanarak geliştirdikleri 10 üründen 4'ünün kullanıma sunulduğunu belirterek, "Diğer geliştirdiğimiz ürünlerin hayvanlar üzerindeki deneyleri devam ediyor." dedi. Ankara Kalkınma Ajansı ve KOSGEB desteğiyle Merkez Araştırma Laboratuvarında bor madeni üzerine araştırmalar yapan Şahin, bor madeninden yeterince yararlanılmadığını, özellikle Almanya'da borun sağlık sektöründe kullanıldığını öğrendikten sonra bu alanda çalışma yapmaya karar verdiklerini söyledi. Milli bir kaynak olan bor madeninin bor bileşiklerini sentezleyip kristallendirdiklerini, bitkilerden elde ettikleri ekstreleri harmanlayarak uygun bor bileşikleri ile değişik karışımlar haline getirdiklerini anlattı. Dünyada boru zerdeçal ve polen ile karıştıran bir
başka ürün bulunmadığını belirten Şahin, şöyle devam etti: "Bor propolis' isimi verdiğimiz bu ürünle hem borun antiviral etkisini ortaya çıkardık hem bitkilerden gelen sağlığı hem de propolisten gelen antienflamatuar etkiyi harmanlamış olduk. Doğada bildiğimiz ne varsa onları borla birleştirip insanların kullanımına sunduk. Bunları kendimize ait formüllerle bir araya getiriyoruz. Tabii bize ait bir teknoloji de kullanıyoruz ve ürünlerimizin patentlerini alıyoruz. Dünya çapında buna eşdeğer bir ürün yok." Borun enfeksiyonlarda da kullanılabildiğini dile getiren Şahin, şöyle devam etti: "Yaptığımız başka bir bor bileşeni ise prostat tedavisinde destekçi olarak kullanılabiliyor. Geliştirdiğimiz sağlıkta kullanılan 10 ürün bulunuyor. Bunlardan 4'ü sanayi kuruluşlarımız tarafından üretilerek kullanıma sunuldu. Diğer geliştirdiğimiz ürünlerin hayvanlar üzerindeki deneyleri devam ediyor. Deneylerde edilen sonuçlara göre onlar da yakın zamanda piyasaya sunulacak. Firmalar tarafından üretilen 4 ürünümüze iç piyasada özellikle son günlerde beklenilenden daha fazla talep gelmeye başladı. Bunları gördükçe milli kaynaklarımızla ve insan sağlığı açısından çok daha faydalı olduğu tespit
47
edilen ürünler üretmek, insanlara faydalı olmak bizleri mutlu ediyor."
kullandı.
Halkımıza Milli Varlığımızdan Elde Ettiğimiz Sonuçlarla Bir Ürün Sunuyoruz Şahin, bor madeninin sağlık alanının çoğu yerinde destek tedavilerinde kullanılabildiğini ancak 3 binin üzerinde bileşen ihtiva etmesi nedeniyle çeşitli işlemlerden geçirilmeden kullanılmasının çok tehlikeli olduğuna dikkati çekerek, "Şuna da dikkat edilmeli. Her bor, tıbbi değildir. Öncelikle temizlenmesi, kristallendirilmesi ve saflığının tıbbi seviyede olmasına dikkat edilmesi gerekiyor." ifadesini
Milli varlıklardan en iyi şekilde faydalanılması gerektiğini vurgulayan Şahin, "Halkımıza milli varlığımızdan elde ettiğimiz sonuçlarla bir ürün sunuyoruz. Bunda da çok başarılıyız. Üniversite ve sanayi iş birliği kapsamında elde edilen ürünleri ticari forma çevirip piyasaya arz ediyoruz. Klinik deney boyutuna getirdiğimiz, hayvan deneyi için fazda olan ürünlerimiz var. Sonuçta bor ve sağlık alanında mücadele içerisinde ve öncüyüz. Ülke genelinde olduğu gibi yurt dışından da talepler gelmeye başladı. Özellikle Rusya'dan ürünler için talepler geldi. Ürettiğimiz ürünlerden göndereceğiz ancak onların istediği, orada ürünlerin üretimi için bir tesis kurmak. Bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor." değerlendirmesinde bulundu.
48
KUANTUM MEKANİĞİNİN POSTÜLATLARI Kuantum mekaniğinin postülatlarına girmeden önce postülatın ne demek olduğunu iyi anlamamız gerekir. Zannedilenin aksine aksiyom ile tamamen aynı anlamı taşımamaktadır. Aksiyom, doğrulu açık olan önerme anlamına gelmektedir. Ana önerme olarak da bilinir, diğer önermeler bakımından temel kabul edilir. Postülat ise ispata gerek duyulmadan, herhangi bir önermeye götürülemeyen, kısaca kanıtsız doğru olarak kabul gören önerme demektir. Aksiyom ile postülat arasındaki temel fark ise aksiyom bir hüküm veya karar belirtirken, postülat tanım içerir. [1][2] Atom ve atom-altı tanecik dünyasında, klasik mekaniğin, parçacıkların gündelik boyutlarda ve hızlarda nasıl hareket ettiğini tanımlayan denklemlerinin çoğu, işe yaramaz hale gelir. Basit bir anlatım yapacak olursak: Klasik mekanikte nesneler belirli bir zamanda belirli bir yerde bulunur. Bununla
birlikte, kuantum mekaniğinde, nesneler belirli bir olasılık yoğunluğunda bulunurlar; A noktasında olmak için belirli bir şansları, B noktasında olmak için başka bir şansları vardır ve bu böyle devam eder. Kuantum mekaniği, klasik mekaniğin matematiğinin açıklayamadığı deneylerin tartışmalı matematiksel açıklamalarından başlayarak on yıllar boyunca gelişmiştir. 20. yüzyıl başlarında, Albert Einstein, fizikte parçacıkların yüksek hızlarda hareketini tanımlayan ayrı bir matematiksel devrim olan görelilik teorisini yayınlamasıyla aynı dönemde baş göstermiştir. Göreliliğin aksine, kuantum mekaniği'nin kökenleri herhangi bir bilim insanına atfedilemez. Birçok bilim insanı, 1900 ile 1930 arasında aşamalı olarak kabul ve deneysel doğrulama kazanan ilkelerin temellerini atmıştır. [3]
49
Klasik mekanikte cisimlerin sadece konum ve momentumları kullanılarak hareketlerinin incelenmesi, kara cisim ışıması, fotoelektrik etki gibi olayları açıklamada da yetersizdir. Kuantum mekaniği burada devreye girerek madde ve ışığı ve bunları meydana getiren elektron, proton, nötron,
kuark gibi parçacıkların davranışlarını ele alır. Bunun için kuantum mekaniğinde parçacıklar, kendilerine ait olan tüm bilgileri barındıran dalga fonksiyonu ile tanımlanırlar. Dalga fonksiyonu da kuantum postülatlarından biri ile tanımlanır.
Postülat 1 Fiziksel bir sistemin her durumuna, durumu tanımlayan ve atfedilen bir işlev vardır. Bu kuantum mekaniğinde bir sistemin özelliklerini belirleyen dalga fonksiyonudur. Dalga fonksiyonu Schrödinger Denklemi'ni gerçekleştiren ve parçacığın momentumu, enerjisi gibi bütün bilgileri içeren ayrıca sistem hakkında bilinebilecek her şeyi belirtebilen bir fonksiyondur.[4] ,sistemin uzaysal koordinatlarına (r) ve zamana (t) bağlıdır. Yani; bulunma olasılığını veren fonksiyondur. Max Born, dalga fonksiyonunun anlamını olasılık genliği olarak açıklamıştır. Parçacığı bulmanın gerçek olasılığı, dalga fonksiyonunun
kompleks eşleniğiyle çarpımı ile verilir. Parçacığı bir yerde bulmak için olasılığın 1 olması gerekir, bu dalga fonksiyonunun normalizasyon şartıdır. Bu integral ile ifade edilir. Herhangi bir fiziksel gözlemlenebilirin değerini belirlemek için Schrödinger denkleminden hesaplanan dalga fonksiyonunu kullanmak için tüm uzay üzerinde entegre edilmiş olasılık bire eşit olacak şekilde normalize edilmelidir. Ayrıca dalga fonksiyonu tek değerli, sürekli ve sonlu olmalıdır. [5]
Postülat 2 Parçacığın her gözlemlenebilir özelliğine karşılık gelen bir Hermitian operatörü vardır. Bu operatörlerin seçimi klasik fizik tarafından yönlendirilebilir, ancak nihayetinde deneyle doğrulanırlar. Bir gözlemlenebilir özellik, deneysel bir prosedür ile ölçülebilen herhangi bir fiziksel niceliktir, örneğin; konum, momentum, açısal momentum, enerji, vb. Kuantum mekaniğinde, fonksiyonlarımız dalga fonksiyonlarıdır, yani operatörler bir fonksiyonu Hilbert uzayından (soyut vektör uzayı) başka bir fonksiyona eşleyecektir. Bir operatörün fiziksel eşdeğeri, bir parçacığın durumunda herhangi bir şeyi değiştiren bir işarettir.
ℬ bir gözlemlenebilir, B karşılık gelen operatör ve Hilbert uzayından
Eğer
bir sayı olan b ile
şeklinde yazılabiliyorsa;
Bu denklem B operatörünün özdeğer denklemidir, özfonksiyon ve b, B'nin özdeğeridir. B ve f sabitler ve
iki vektör durumu olsun;
iki dalga fonksiyonu
olsun. Aşağıdaki durumlarda B doğrusal bir operatördür ve sadece doğrusal operatörler ele alınır. Doğrusal operatörler teorisi, Kuantum mekaniğinin matematiksel bir aygıtıdır.[6]
50
Postülat 3 Ω operatörü ile ilişkili gözlemlenebilirin ölçümünde değerler Ω'nın özdeğerlerinden ile sonuçlanacaktır. Yani değerler sadece özdeğer denklemine uyan gözlemlenen özdeğerleri olacaktır.
Bu postülat, ölçümlerin tekrarlanabilirliğini sağlar. Parçacık başlangıçta durumunda değilse, ölçüm sonucu tahmin edilebilir değildir. Buna istinaden ölçüm sonucunun anlamlı olabilmesi için sonraki bir ölçümün sonucunun tahmin edilebilir olması gerekir. Ölçümlerin her zaman bir özdeğer vermesi gerekmesine rağmen, durum başlangıçta Ω'nın öz durumunda olmak zorunda değildir.
Bu denklemde n sonsuza gidebilir, böyle bir durumda yalnızca Ω’nın ölçümünün değerlerinden birini vereceği bilinmektedir ama hangisini vereceği bilinmemektedir. Ancak, özdeğerinin oluşma olasılığı bilinmektedir – bu olasılık sabitinin mutlak değerinin karesidir yani |Ci |2. Bu durum bizi dördüncü postülata götürür. Üçüncü postülatın önemli olan bir diğer yarısı şudur: 'nın ölçümü bazı özdeğerleri verdikten sonra dalga fonksiyonu hemen ’ya karşılık gelen öz duruma çöker. Ardından 'nin dejenere olması durumunda , dejenere alt uzay üzerindeki izdüşüm olur.[7] [8]
Schrödinger Denklemi
Bu ifadeyi Schrödinger denklemine uygularsak, Hamiltonian operatörünün özdeğeri sistemin toplam enerjisi E’ye eşittir ve özfonksiyondur diyebiliriz. Klasik fizikte bir sistemin toplam enerjisi kinetik enerji ile potansiyel enerjinin toplamıdır. Bu durumda toplam enerjinin göreceli olmadığı açıktır. Kendi kendine eş operatörleri koordinatlara göre türevleri olan momentum ve potansiyel enerjiye
bakalım. Momentumun kendi operatörleri vardır, peki ya potansiyel enerji? Potansiyel enerji, parçacığın veya sistemin koordinatlarına bağlıdır, bu nedenle, potansiyel enerjiye karşılık gelen operatörün, pozisyon operatörüne çok benzer bir şekilde çarpımsal operatör olduğu açıktır. Bu yüzden toplam enerji operatörü, klasik büyüklükleri kuantuma karşılık gelen operatörlerle değiştirilerek bulunacaktır.
51
,Laplace operatörü veya Laplacean'dır ve U, potansiyel enerjiye karşılık gelen çarpımsal operatördür. Klasik mekanikten, bir sistemin toplam enerjisinin sadece Hamilton'un işlemcisi olduğunu biliyoruz, dolayısıyla H'ye Hamiltonian denilir. H zamana bağlı olabilir veya olmayabilir.
Bu, kuantum mekaniğinin temel denklemidir ve Schrödinger denklemi olarak adlandırılır. Ancak denklemin bu versiyonu zamandan bağımsızdır. Diğer bir deyişle, durağan (sabit) Schrödinger denklemidir.
Bu denklem, bir sistem ilk anda E enerjisine sahipse, sonraki herhangi bir zamanda da aynı enerjide olacağını söyleyen enerji özdeğer denklemidir. Durağan Schrödinger denklemi, mikroskobik dünyanın belirli enerjilerle temel denklemi olmuştur.
Postülat 4
Örneğin; moleküller, atomlar, parçacıklar, çekirdekler vb. Potansiyel enerjiyi U(x,y,z) kabul ederek, durağan Schrödinger denklemi entegre edilirse bir sistemin enerji özdeğerleri ve özfonksiyonları bulunabilir. [8]
Bir sistem normalize dalga fonksiyonu , , ile tanımlanan bir durumda ise, Ω'ya karşılık gelen gözlemlenebilirin ortalama değeri aşağıdaki şekilde ifade edilir. [9]
Bir parçacık aynı başlangıç durumunda , (t0), tekrar tekrar hazırlanırsa ve ölçüm gerçekleştirilirse, sonuç her seferinde genel olarak farklı olacaktır. (Bu durumun Ω'nin bir özdurumu olmadığını varsayarsak; her seferinde sonuca karşılık gelen olacaktır.) Yalnızca sonuçların dağılımı tahmin edilebilir. Yani yeni hazırlanmış partiküller üzerinde tekrarlanan ölçümler ile aynı partikül üzerinde tekrarlanan ölçümler arasındaki farka dikkat edilecek olursa; bu, her seferinde aynı 'yi verecektir.[10]
Postülat 5 Bir sistemin dalga fonksiyonu veya durum fonksiyonu, zamana bağlı Schrödinger denklemine göre zaman içinde gelişir ve değişir. durumunun zaman gelişimi ile verilir. Burada ,Hamiltonian operatörüdür. Çoğu durumda, Hamiltonian sadece enerjidir. (Bazı durumlarda farklılık gösterebilirler- Kibble ve Berkshire gibi klasik mekanikle ilgili metinlere bakılmalıdır.) [9][10]
52
Postülat 6 Toplam dalga fonksiyonu, bir fermiyonun (belirtilen zamanda sadece bir kuantum durumuna karşılık gelebilen parçacıklardır) tüm koordinatlarının diğerleriyle antisimetrik olmasıdır. Elektronik spin bu koordinat setine dahil edilerek ele alınır. Pauli dışlama ilkesi, bu antisimetri varsayımının direkt bir sonucudur. İki veya daha fazla parçacıklı bir sistem için Hilbert uzayı bir çarpım alanıdır. Bu, parçacıkların etkileşime girip girmediğine bakılmaksızın doğrudur, yani eğer durumları bir parçacığın alanını kapsıyorsa, durumları iki parçacığın alanını kapsayacaktır. Yine de aralarında etkileşim olursa, Hamiltonian özdurumları bu tür durumların doğrusal kuantum süperpozisyonları olacaktır. Kuantum süperpozisyonu, kuantum mekaniğinin bir prensibidir. Herhangi iki kuantum halinin birbirine eklenebileceğini ve sonucun başka bir geçerli kuantum hali olacağını belirtir; veya tersine, her kuantum durumu, iki veya daha fazla farklı durumun toplamı olarak temsil edilebileceği anlamına gelir.[9][10] Kaynaklar 1. https://www.etymonline.com/word/axiom 2. http://akifaltundal.net/tur/content/view/52/345/1/2/ 3. https://www.livescience.com/33816-quantum-mechanics-explanation.html 4. http://labman.phys.utk.edu/phys222core/modules/m10/wave_functions.html 5. http://hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/quantum/qm.html 6. https://arxiv.org/ftp/physics/papers/0602/0602145.pdf 7. http://vergil.chemistry.gatech.edu/notes/quantrev/node20.html 8. http://vergil.chemistry.gatech.edu/notes/intro_estruc/node4.html#:~:text=The%20total%20 wavefunction%20must%20be,result%20of%20this%20antisymmetry%20principle. 9. https://www.sydney.edu.au/science/chemistry/~mjtj/CHEM3117/Resources/postulates.pdf 10. https://theory.physics.manchester.ac.uk/~judith/AQMI/PHYS30201se1.xhtml 11. https://en.wikipedia.org/wiki/Hamiltonian_(quantum_mechanics)
Yasemin Özel Kimyager (Lisans Öğrencisi) ysmnozel.07@gmail.com
53
GENVEON İLAÇ, NOVARTİS’İN GEBZE’DEKİ TESİSİNİ SATIN ALDI İlaç sektörünün önemli oyuncuları arasında yer alan Genveon İlaç, Novartis’in Gebze’deki tesisini satın aldı. Türkiye'deki ilaç sektörünün önemli oyuncuları arasında yer alan hem akut hem de kronik pazarlarda orijinal, eşdeğer ve OTC ilaçlardan oluşan geniş ürün portföyü ile insanların hayatına dokunan
Genveon İlaç, büyüme hedefleri doğrultusunda Novartis’in Gebze’deki üretim tesisini satın aldı 300 çalışanı ile 123 ülkeye üretim yapmak için GMP ruhsatı olan ve 83 ülkeye aktif üretim yapan tesisi satın alan Genveon İlaç, ulusal ve uluslararası pazar payını artırarak dünyanın gelişmiş ülkelerinin de içinde yer aldığı birçok ülkeye ilaç tedarik edecek.
54
PEROVSKİT YAPILI GÜNEŞ HÜCRELERİ AVANTAJLI MI? Perovskit, oksit mineraller kategorisinde yer alan, kristal yapısı ABX3 olan bir mineraldir. İç içe geçmiş sekiz yüzlü kübik kafes katmanlı yapılara sahiptir. Güneş hücrelerinde kullanılan perovskit malzemeleri, Şekil 1’de görülebileceği gibi Grup A içinde (metilamonyum, veya formamidinyum, kübik kafesin orta yüzünün tepe noktasına ve metal katyon B (Pb2+, Sn2+, vb.) ve halojen anyonu X olarak yerleştirilen, sırasıyla çekirdek ve tepesini saran perovskit yapılar ile birlikte bir tür organik-inorganik metal halojenür bileşiğidir. En yaygın örneği kalsiyum titanattır (CaTiO3) [1,4].
Perovskit 1839 yılında Gustav Rose tarafından Rusya’nın Ural Dağlarında keşfedilmiştir. Adını ise Rus mineralog Lev Perovski’den almıştır. 1945’te Helen Dick Megaw tarafından yapılan baryum titanat X ışını kırınımı çalışmasındaki verilere dayanarak kristal yapı yayımlanmıştır [1]. Perovskitler özellik olarak, metaller gibi parlaktır. Kırılgan mukavemete, benzersiz optik, termal ve elektromanyetik özelliklere sahiptir. Siyah, kahverengi, gri, turuncu ile sarı arasında renkleri barındırır [1,4].
Şekil 1: Perovskit doğadaki şekli ve kübik kafes molekül yapısı [2,1,4].
55
Günümüzde Perovskit Malzemelerin Kullanımı Perovskit malzeme yapısı, son 50 yılda yüksek sıcaklık süper iletkenlerindeki uygulamalardan piezoelektrik sensörlere kadar, katı hal fiziğinin ve malzeme biliminin çok çeşitli teknoloji alanlarında kullanılmıştır. Hibrit metal-halojenür perovskitler, yüksek taşıyıcı hareketliliği ve cihaz verimliliği dahil olmak üzere galyum arsenit (GaAs) ve silikon (Si)
gibi geleneksel yarı iletkenlerin temel özelliklerini organik yarı iletkenlerin düşük maliyetli biriktirme teknikleri gibi avantajlı özellikleri ile birleştiren optoelektronik uygulamalarda kullanılan bir malzeme sınıfıdır. Bununla birlikte, uzun süreli kararlılık gibi zorluklarla da karşılaşmaktadırlar [3].
Güneş Hücrelerinde Perovskit Kullanımı ve Perovskitin Diğer Malzemeler ile Karşılaştırılması Güneş hücrelerin verimliliği galyum arsenür kullanılarak %40’a kadar çıkartılabilir ancak fazlasıyla maliyetli bir yöntem olduğu için günümüzde yalnızca uzay teknolojilerinde kullanılmaktadır. Yaygın bir yöntem olan silisyum temelli güneş hücreleri %20 verime sahiptir fakat maliyetinden dolayı istenilen yaygınlığa ulaşamamıştır. Perovskit güneş hücreleri verimliliği %20 olup maliyeti daha uygundur. Perovskit yapılı hücreler farklı dalga boylarındaki ışıklara tepki gösterirler böylece aynı güneş ışığından daha fazla elektrik üretilmesine olanak sağlar. Esneklik, yarı şeffaflık, hafiflik gibi avantajlara sahiptir [3].
edici tabaka olarak değil aynı zamanda yüksek sönüm katsayısı, yüksek yük geçirgenliği, uzun taşıyıcı difüzyon aralığı gibi avantajlara sahip elektron taşıyıcı tabakalardır [4]. Dezavantaj olarak, kurşun içerdikleri için sağlık alanında olumsuz etkiler yarattığından dolayı kullanım alanına kısıtlama getirilmiştir [3]. Buna karşılık, diğer yaşam döngüsü değerlendirmeleri, kurşunun toksik etkisi, hücredeki diğer materyallere (katot gibi) kıyasla önemsiz olarak düşünülmektedir[7].
Ayrıca perovskit malzemeler, sadece ışığı absorbe
Şekil 2: Perovskit güneş hücresi yapısı [3].
56
Tablo 1: Perovskit Yapılı Güneş Hücrelerinin Diğer Malzeme Yapıları (Kadmiyum telür- Bakır indiyum galyum selenid- kristal silikon) ile Karşılaştırılması [3]. Fotoelektrik perovskite güneş pillerinin güç dönüşüm verimliliği 2009'da % 3,8'den 2016'da % 22,1'e yükselmiştir [4].
Şekil 3: NREL tarafından onaylanmış en iyi verimlilikteki perovskit güneş hücreleri [4].
57
Perovskit Güneş Hücreleri ile İlgili Yapılan Çalışmalar Zhou ve arkadaşlarının 2018’de yayınladıkları bir çalışmada, perovskit güneş hücrelerinin gelişimini ve mekanizmasını tanıtmışlar, her katmanın belirli işlevini tanımlamışlardır. Perovskit güneş hücrelerinin temel yapıları ile ilgili üretim
tekniklerinde perovskit ışık absorbe tabakanın çözelti biriktirme yöntemi, buhar biriktirme yöntemi, ve buhar destekli çözelti yöntemi gibi yöntemler tartışılmıştır.
Şekil 4: Perovskit tabakası için farklı biriktirme yöntemlerinin şeması : (a) çözelti esaslı tek aşamalı yöntem, (b) çözelti esaslı iki aşamalı yöntem, (c) çift kaynaklı buhar biriktirme yöntemi, (d) sıralı buhar biriktirme yöntemi ve (e) buhar destekli çözelti yöntemi [4]. Organik kurşun halojenür perovskitin kararlılığı, nem, sıcaklık ve ultraviyole radyasyon gibi dış çevresel faktörlerden büyük ölçüde etkilenmiştir, bu durum cihazların düşük stabilitesine neden olmaktadır. Yüksek stabiliteye sahip bir cihaz geliştirilmesine; ışık absorbe katmanı, elektron/ boşluk taşıyıcı katmanı, elektrot malzemeler ve basit ve etkili bir cihaz paketleme yönteminin dâhil edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Çalışma özetinde; perovskit güneş hücresinde kullanılan boşluk taşıyıcı malzeme Spiro-OMeTAD’ın pahalı olduğu ve proses sürecinin karışık olduğu sonucuna varılmıştır. Perovskit filmin geniş yüzeyini geleneksel yöntemlerle biriktirmenin zorluğu, kurşun elementinin yüksek toksik olmasının zararı ve perovskit güneş hücrelerinin mikroskobik fizik mekanizmasının net anlaşılamaması gelişimini sınırlamakta olduğunu göstermiştir [4].
Ekim 2020'de Saule şirketi, perovskite güneş pilleriyle donatılmış güneş kırıcı lamelleri piyasaya sürmüştür. Ürünün yakında Avrupa bölgesinde pazarlanması ve bundan sonra potansiyel olarak küresel hale gelmesi planlanıyor [2]. Ağustos 2020'de Çin'den gelen raporlar, doğu Çin'in Zhejiang Eyaleti, Quzhou'da bir perovskit fotovoltaik hücre üretim hattının üretime girdiğini ileri sürdü. 40 hektarlık fabrikanın Microquanta Semiconductor tarafından finanse edildiği ve 2020'nin sonundan önce 200.000 metrekareden fazla fotovoltaik cam üretmesinin beklendiği bildirildi [2]. Eylül 2020'de, Oxford PV'den Profesör Henry Snaith, Şirketin perovskite tabanlı güneş pillerinin önümüzdeki yıl, muhtemelen 2021 ortasına kadar satışa sunulmasının planlandığını belirtti. Standart silikon güneş pilleriyle entegre perovskit güneş pilleri olacağı bildirildi [2].
58
Hollanda'daki Eindhoven Teknoloji Üniversitesi liderliğindeki araştırmacılar, üç perovskit katmanı üretimine izin veren bir süreç geliştirmişler ve bu katmanları % 16,8 dönüşüm verimliliğine ulaşan bir cihazda birleştirmişlerdir. Tandem hücreler yoğun araştırmanın odak noktası olsa da, birkaç aktif katmanı tek bir hücrede birleştirmek daha az araştırılmaktadır. Üç-beş malzemelerle % 40’a yakın verimlilik elde edilmiştir, ancak tüm perovskite cihazları için verimlilik rekoru daha önceden % 6.7 idi [5]. Araştırma grubu, öncü çözümde değişiklikler yaparak, 1,23 elektron-voltta (eV) tamamlayıcı
bant aralığı dar, 1,57 eV'de orta ve 1,73 eV'de genişlikte üç farklı perovskit malzemesi imal edebilmiştir. Geniş ve dar perovskitlerden oluşan bir tandem hücre, % 19,5 verimlilik elde etmiştir. Bununla birlikte, geniş bant aralığı perovskitinde, bir iyileştirme ihtiyacı belirlediler. Araştırmacılar, tüm perovskit üçlü bağlantılı güneş hücrelerinin PCE (güç dönüşüm verimliliği) 'sini daha da iyileştirmek, her bir soğurucu katmanında daha dengeli bir ışık emilimi sağlayan verimli bir ~ 2 eV geniş bant aralıklı perovskit gerektireceğini söylemişlerdir. Ancak, düşük açık devre voltaj açığı olan bu kadar geniş bant aralıklı PSC (organik-inorganik hibrit perovskit güneş hücreleri)'ler bugüne kadar rapor edilmemiştir [5].
Şekil 5: 3 katmanlı perovskit üretimi Küresel iş danışmanlığı şirketi Frost & Sullivan'da TechVision Kıdemli Araştırma Analisti olan Abhigyan Tathagat, ileride perovskit malzemelerin kolayca sentezlenebilir olduğunu bu durumun da verimli ve düşük maliyetli fotovoltaik üretmek için gelecek vaat eden bir fütüristik güneş hücresi teknolojisi haline getireceğini belirtmiştir. Rapor, uzun vadeli büyüme için, alandaki kişilerin teknik uzmanlıklarını akıllı tasarım, izleme ve kontrol şirketleriyle özümsemeleri gerektiğini belirtmekte, aynı zamanda güneş enerjisi hizmetlerine ve sistemlerine ihtiyaç duyan tüketicilere açık erişimi kolaylaştırmak için kurulumcular, sistem entegratörleri ve yardımcı programlarla birlikte çalışmayı önermektedir. Analistler ayrıca şirketlerin ve araştırma konsorsiyumlarının, teknolojik gelişmeleri ticari olarak desteklemek için Ar-Ge destekli işbirlikleri
geliştirmek ve kurmak için ittifaklar kurması gerektiğini düşünmektedir. Kasım 2020’de, Ekonomi Bakanlığı Almanya'nın Brandenburg eyaleti, yüksek verimli silikon perovskit güneş hücreleri ürettiği işletme tesisini genişletme amacıyla Oxford Photovoltaics Germany GmbH için 8,8 milyon Euro (10 milyon $) finansman miktarı ile pilot üretim hattını kurulduğunu açıklamıştır. Oxford Üniversitesi yan kuruluşu Oxford PV'nin Alman kolu, 2021'de silikon ve perovskitlere dayalı tandem güneş pillerinin endüstriyel üretimine başlamayı planlamaktadır [6].
59
Kaynaklar 1. https://malzemebilimi.net/perovskit-nedir-perovskit-gunes-pilleri.html 2. https://www.perovskite-info.com/perovskite-solar 3. Frohna, K.,Stranks,S.D., “Hybrid perovskites for device applications”,Science Direct, 211-256, 2019, https://doi.org/10.1016/B978-0-08-102284-9.00007-3Get rights and content. 4. Zhou, D., Zhou, T., Tian,Y., Zhu, X., Tu,Y., “Perovskite-Based Solar Cells: Materials, Methods and Future Perspectives”, School of Physics & Information Engineering, Jianghan University,Wuhan 430056, China, 2018. 5. https://www.perovskite-info.com/researchers-reach-168-efficiency-triple-junction-perovskite-cell 6. http://taiyangnews.info/business/frost-sullivan-report-hails-perovskite-solar-cells/ 7. https://www.ossila.com/pages/perovskites-and-perovskite-solar-cells-an-introduction#What%20are%20 perovskites
Fulya Başaran Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Mezunu) fulbasaran@hotmail.com
60
KEARNEY: HİDROJEN ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNDE BAŞROLE ADAY Uluslararası danışmanlık şirketi Kearney'in yan kuruluşu Kearney Enerji Dönüşümü Enstitüsü, geleceğin enerji kaynağı olarak gösterilen hidrojenle ilgili bir raporunda hidrojenin enerji dönüşümünde başrole aday olduğu belirtildi. Kearney Enerji Dönüşümü Enstitüsü raporunda, küresel karbon emisyonundaki hızlı artışın sürdüğü uyarısına yer verilirken, insanlığın buna yönelik çözüm arayışlarına dikkat çekildi ve seçenekler arasında hidrojenin giderek daha çok öne çıktığına vurgu yapıldı.
İklim Değişikliğinde Kritik Rol Hidrojenin yüksek yoğunluklu bir enerji kaynağı olarak çok çeşitli formatlarda taşınıp depolanabildiğine dikkat çeken Kearney uzmanlarına göre bu kaynak, enerji dönüşümü ve iklim değişikliğinin durdurulmasında kritik rol oynayabilir. Küresel sera gazı salımının yüzde 65'inden sorumlu tutulan sektörlerin enerji ihtiyacının ağırlıklı bir bölümü hidrojen ile karşılanabilir. Kimya, demirçelik, elektrik üretimi ve mobilite, hidrojenin gelecekte yoğun şekilde kullanılacağı alanlardan ilk akla gelenler.
Emisyonu Yarıya Düşürüyor
Kearney raporunda, hidrojen ve hidrojen teknolojilerinin gelecekte otobüs, ağır kamyon ve forkliftlerde de yaygın şekilde kullanılacağının altı çiziliyor. Sera gazı salımının büyük kısmının enerjinin üretimi ve taşınması ile sanayi, inşaat ve ulaştırmadan geldiğini belirten Kearney uzmanları, hidrojenin bu sektörlerde emisyonların yarı yarıya azaltılmasını sağlayabileceğini ifade ediyor.
Küresel Talep 70 Milyon Ton Kearney Enerji Dönüşümü Enstitüsü, hidrojenin yüksek gravimetrik enerji yoğunluğu, gaz, sıvı şeklinde depolanabilme veya başka moleküllere çevrilebilme gibi benzersiz kimyasal özelliklerinin bulunduğuna dikkat çekiyor. Küresel hidrojen talebinin şu anda 70 milyon ton olduğu bilgisini veren Enstitü, bu rakamın 2050 yılına kadar 540 milyon tona çıkabileceğini öngördü. Bu arada hidrojen şu anda ağırlıklı olarak petrol rafinajında, amonyak ve gübre üretiminde kullanılıyor.
Çoğu Fosil Yakıttan Üretiliyor Kearney Enerji Dönüşümü Enstitüsü uzmanlarına göre mevcut hidrojen üretiminin büyük kısmı
61
fosil yakıtlardan sağlanıyor. Fosil yakıtlardan kaynaklardan üretilen kahverengi hidrojen, yenilenebilir kaynaklardan üretilen yeşil hidrojen veya karbon filtreli fosil kaynaklardan elde edilen mavi hidrojenden daha ucuz. Halen kahverengi hidrojenin maliyeti kilogram başına 90 cent ile 2.1 dolar arasında değişirken bu tutar, mavi hidrojende 1.5-2.5 dolara, yeşil hidrojende ise 2.5-9.5 dolara yükseliyor. Ancak farklı kaynaklardan elde edilen hidrojen maliyetleri arasındaki farkın 2030 yılına kadar kapanacağı öngörülüyor.
Ulaştırmaya Hidrojen Desteği Birçok ülke özellikle ulaştırmada hidrojen kullanımın yaygınlaştırılmasına yönelik önlemler almış durumda. Avrupa Birliği (AB), hidrojene yönelik yasal engellerin ortadan kaldırılması için "Hidrojen Avrupa" insiyatifini oluşturdu. Birliğin amacı, enerji santralleri, ısınma, mobilite ve sanayide hidrojen kullanımının yaygınlaştırılması. ABD'de de federal ve eyaletler düzeyinde hidrojenin yaygınlaştırılmasına yönelik 280 farklı teşvik programı yürütülüyor. Kearney uzmanlarına göre, hidrojen teknolojilerinin geliştirilmesine yönelik devlet destekleri de sürmeli.
Türkiye: Hidrojen-Doğalgaz Bileşimi Hidrojen kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışma yürütülen ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Kearney Türkiye Direktörü Onur Okutur, doğalgaza belli oranda hidrojen karıştırılmasına yönelik test çalışmalarının devam ettiğini belirterek, "Bu çalışmalar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun gözetim ve desteğiyle, Türkiye Doğalgaz Dağıtıcıları Birliği (GAZBİR) tarafından yürütülüyor. İlk etapta şebeke gazına yüzde 5 oranında hidrojen katılması söz konusu. GAZBİR Başkanı Yaşar Arslan, bu oranın yüzde 10'a yükseltileceğini söylüyor. Doğalgaza yüzde 10 hidrojen katılması halinde bu yıllık gaz talebinin yaklaşık 5 milyar metreküp azalmasın anlamına gelir. Türkiye'deki bu çalışmaların sonuçları, ülke dışından, özellikle Avrupa'daki enerji otoriteleri tarafından da merakla bekleniyor" dedi.
62
SITMA HASTALIĞI VE SİNEK İLAÇLARINDAKİ KRİSTAL YAPILAR İLE MÜCADELESİ ÜZERİNE Tarih boyunca insanoğlu, birçok kitlesel problemler ile mücadele etmek zorunda kalmış. Kimisinde doğa üstün olurken, genellikle doğayı kontrole alma ya da mücadele sonunda tekrar entegre olabilme adına
çalışmalar yapmış, başarılı olmuşlardır. Bu yazıda Antik Mısır’dan beri rapor edilen, yer yer kitlesel ölümlere neden olan bir mücadeleyi inceleyeceğiz; sıtma.
Sıtma Hastalığının Tarihçesi Tarih sahnesine ilk defa Antik Mısırlılar ile çıkan sıtma hastalığı, MÖ 460-370 yıllarında Hipokrat tarafından şöyle bir not düşülmüştür; bataklık bölgelerde, tekrarlayan ateş ve dalak büyüklüğüyle seyreden bir hastalığın mevcudiyetini olarak gözlemlemiş. Bu hastalığının etkeni bulunmadan önce, daha çok bataklık ve sulak alanlarda görülmesi nedeniyle, hastalığın akşamdan sonra bataklıklardan salınan zehirli gazların / kokuların solunması ile oluştuğu sanılır ve geceleri evlerini kapatanlara bu hastalığın bulaşmayacağına inanılırdı. Bu nedenle de, İtalyan Hekim Francesco Torti hastalığa İtalyanca’daki Mal (kötü) Aria (hava) kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş olan malaria adını vermiştir.[1] Daha sonra sıtmaya neden olan plazsmodium bakterisi olduğu anlaşılınca ve bunun da insandan
insana sivrisineklerle taşındığı tespit edilince isminin malaria adı olarak devam edilmiş.Sıtma, çok eski yıllardan beri bilinen ve birçok düşünür tarafından insanlıkla birlikte var olduğuna inanılan bir hastalık olup, tıbbın tanımladığı ilk hastalıklardandır [2] Antik Mısır, Çin ve Hindistan’ın el yazmalarının birçoğunda bu hastalıktan bahsedildiği görülmektedir [3]. Daha sonra askeri bir hekim olarak görev yapan Ronald Ross, Hindistanda sıtma parazitinin dişi sivrisineklerdeki ookist şeklinde oluştuğunu göstererek ve sivrisineklerden taşındığını bulması üzerine hastalık daha bilinen bir hale gelmekle beraber, Ross’a 1902 yılında Nobel Ödülünü kazandırdı.
63
Veriler Doğrultusunda Sıtma Sıtma, düşük ve orta gelirli ülkelerde en ciddi halk sağlığı sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Endemik bölgelerde kontrol ve yok etme öncelikli eylem planlarındandır. Dünya Malaria Raporuna göre, dünya çapında tahminen 212 milyon yeni sıtma vakası ve 429.000 sıtma ölümü 2015 yılında Afrika bölgesinde sırasıyla% 90 ve% 92 olmak üzere meydana geliyor. Özellikle bu oranı 5 yaşın altındaki çocuklarda ciddi bir alan teşkil etmekte çünkü sıtma bulaşmasının yüksek olduğu bölgelerde bu çocuklar enfeksiyona özellikle duyarlı bir yapıdadırlar. Tüm sıtma ölümlerinin% 70'inden fazlası bu yaş grubunda
meydana geliyor. 2000 yılından bu yana, sıtmaya karşı ciddi bir kampanya olan Roll Back Malaria, Sahra Altı Afrika'da (SSA) benzeri görülmemiş düzeylerde müdahale kapsamına ve etkili tedavilerin ölçeğinin artmasına neden oldu. Bununla beraber, şu anda Dünya Sağlık Örgütü (WHO), küresel sıtma salgınının ve ölüm oranlarını en az% 90 azaltmanın yanı sıra en az 35 endemik ülkede hastalığın ortadan kaldırılmasını içeren 2030 yılına kadar küresel sıtmanın azaltılması için yeni hedefler belirlemiştir. [4]
Sıtma Hastalığının Belirtileri Sıtma; kuluçka süresi ortalama 7 gün olan akut ateşli bir hastalıktır. Semptomlar sıtma-endemik bölgeye gidildikten en erken 7 gün sonra (genellikle 7-30 gün içinde) görülmekle beraber, sıtma-endemik bölgeden ayrıldıktan birkaç ay (nadiren bir yıla kadar ) sonrasında da görülebilir. Bu yüzden, muhtemel bir sinek ısırığını takip eden ilk bir hafta içindeki ateşli hastalık büyük olasılıkla sıtma değildir.
halsizlik, neşesizlik, iştahsızlık, başağrısı, sırt ve bacak ağrıları olur. Nöbet, şiddetli titremeyle yükselen ateşle başlar, terlemeyle sona erer. Fakat ateşsiz vakalar da olabilir. Tersiyana ve quartanada titreme çok fazladır. Hastanın bütün vücudu sarsılır, çeneleri birbirine çarpar. Nabız hızlanır, başağrısı, sinirlilik, kollarda ve bacaklarda ağrılar olur.Uzun süren durumlarda karaciğer ve dalak büyür, sarılık ve kansızlık gelişebilir.
Sıtmanın özelliği belirtilerin nöbetler halinde gelmesidir. Nöbet başlamadan birkaç gün önce
Sıtma’dan Korunma Stratejisi Olarak Sinek İlaçları Sıtma ile mücadele noktasında en önemli basamak sivrisinekler ile mücadedirç Bu noktada bir çok kimyasal ve metot denenmiş. Bunun için de en kıymetli yol anofel türlerini yok etmektir. Bu hususta dünyada geniş çaplı ilk çalışma 20. yüzyıl başlarında Küba ve Panama bölgesinde başlatılmıştır. Bu eradikasyon (kökünü kazıma) neticesinde Küba’da 1899’da binde 999 olan hasta oranı 1908’de binde
19’a düşürülmüştür. 1939’da DDT’nin kullanılmaya başlanması başarıyı daha da arttırmıştır.Fakat DDT’nin zararları ve anofellerin direnç kazanmaları bilim insanlarını yeni alternatiflerin çalışmasına yönlendirmiştir. Bunlarla beraber bütün su birikintilerinin, bataklıkların kurutulması, nehirlerin, akarsuların düzenlenmesi gerekmektedir.
Sinek İlaçlarındaki Yeni Kristal Yapı ve Mücadele Alternatifi Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan makalede, sivrisinekler arasında artan mücadelelere direniş için alternatifler arama ışığında, ilaçlardaki kristal yapılar kullanılması yeni bir etkili mücadele yöntemi olabilir. Bart Kahr, ‘Böcek öldürücülerin daha aktif kristal formlarının kullanılması, sıtma kontrolü için ticari olarak mevcut bileşikleri iyileştirmek için basit ve güçlü bir stratejidir, sivrisinek kaynaklı hastalıklarla devam eden mücadelede yeni ürünler geliştirme ihtiyacını ortadan kaldırır.’ Şeklinde söylemi aslında bu
metodun önemini de gösteriyor. Kristal yapılardaki böcek ilaçları, bulaş etkisini artıran sivrisineklerin temas ettiği yüzeylerde bulunarak o yüzeylerden sivrsineklerin ayaklarına yapışması ile başlıyor mücadele. Daha sonra ayaklarına yapışan kristaller vücut tarafından emilerek sivriseklerin sistemlerine girmiş oluyor ve öldürüyor. Kristal oluşumu ve büyümesi üzerine yaptıkları
64
araştırmanın bir parçası olarak Kahr ve çalışma arkadaşları, böcek ilacı kristallerini inceleyip manipüle ederek alternatif formlarını keşfediyorlar. Araştırmacılar, PNAS çalışmalarında, ticari olarak temin edilebilen deltametrini birkaç dakika boyunca 110 °C ‘ye kadar ısıtıp ve oda sıcaklığına soğumaya bırakılıyor; bu durum sayesinde tek bir noktadan yayılan uzun, küçük liflerden oluşan yeni bir kristalize deltametrin formu elde edildi.[5]
ve Aedes aegypti sivrisinekleri ve meyve sinekleri üzerinde test edildiğinde, deltametrinin yeni kristal formu mevcut formdan 12 kat daha hızlı çalıştı. Hızlı etkili böcek öldürücüler, sivrisinekleri hastalıkları çoğaltmadan veya yaymaya devam etmeden önce hızla kontrol etmek için önemli bir yöntem olarak görülüyor. Hatta yeni form, en az üç ay boyunca stabil kalabildi ve sivrisinekleri hızla öldürebildi not ediliyor.
Her ikisi de sıtma ileten Anopheles quadrimaculatus
Sonuç Olarak Böcek ilaçları, mücadeleye direnç noktasında ciddi bir tehlike altında ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıyadır. Bu yeni kristal deltametrinin basit hazırlanması, kararlılığı ve belirgin şekilde daha yüksek etkinliği ile birleştiğinde, bize yeni formun
olduğunu gösteriyor. sıtma ve diğer sivrisinek kaynaklı hastalıkları kontrol altına almak için güçlü ve uygun fiyatlı bir araç olarak gündemimizde yer edinecektir.
Kaynaklar 1. Sıtma Ve Sıtma Salgınları Tarihi, Prof.Dr. Recep Akdur, Ankara Üniversitesi TF Halk Sağlığı AD Başkanı 2. Bruce-ChwattL.J.: Essental Malariology ( Secont Edition) , William Heinemann Medical Books London 1985 3. History of Malaria, http://www.malariasite.com/malaria/hisytory.htm 4. WHO . Global technical strategy for malaria 2016–2030. Geneva: World Health Organization; 2015. 5. Jingxiang Yang, Bryan Erriah, Chunhua T. Hu, Ethan Reiter, Xiaolong Zhu, Vilmalí López-Mejías, Isis Paola Carmona-Sepúlveda, Michael D. Ward, and Bart Kahr. A deltamethrin crystal polymorph for more effective malaria control. PNAS, 2020 DOI: 10.1073/pnas.2013390117
Muaz Toğuşlu Kimyager (Lisans Öğrencisi) mutazzam@gmail.com
65
DÜNYANIN İLK HİDROJEN YAKITLI FERİBOTU TUZLA'DA SUYLA BULUŞTU Dünyanın ilk hidrojen yakıtlı feribotu 'NB14-Hydra' törenle suya indirildi. Feribot, 80 araba ve 299 yolcu taşıma kapasitesine sahip. Norse Grup Şirketleri, Norveç merkezli Westcon Tersanesi'yle ortak yürütülen proje kapsamında inşa ettiği, dünyanın ilk hidrojenle çalışan feribotu “NB14Hydra”yı teslim etmeye hazırlanıyor. İki eş gemiyi kapsayan proje dahilindeki ilk feribot olan ‘Nesvik’in inşasına 2019’un ekim ayında başlanmıştı. 23 Temmuz 2020 tarihinde suyla buluşan ilk feribot, elektrikli olmasının yanı sıra hidrojenle çalışacak tüm donanıma da sahip olarak üretilmişti. 82 metre boy, 17 metre genişlikle 80 araba ve 299 yolcu taşıma kapasitesine sahip olan proje kapsamındaki ikinci feribot olan 'Hydra' ise bugün düzenlenen törenle suyla buluştu. Denize iniş törenine denizcilik sektörünün önemli temsilcileri katıldı. Projenin detay tasarımları, üç boyutlu modellemeleri ve üretim resimleri de grup şirketi olan Norse Dizayn tarafından hazırlandı.
Türkiye-Norveç Yakınlaşması Sektöre Katkılar Sağladı Norse Grup Şirketleri Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Süngü, yaptığı konuşmada, projelerin
sektöre önemli katkılar sunduğunu dile getirerek, “Son yıllarda gemi inşa alanında hız kazanan TürkiyeNorveç yakınlaşması şüphesiz sektörümüze önemli katkılar sağladı. Bizler de bu süreçte Türk-Norveç ortaklığıyla kurulan Norse markamızın temellerini attık. Kısa sürede önemli projelere imza atarak iki ülke arasındaki ilişkinin gelişmesine de katkılarda bulunduk. Serüvenimiz Norveçli balık çiftlikleri için çok maksatlı servis botları inşa ederek başladı” dedi.
Yüzde 100 Çevreci Çözüm Hydra’nın denize inmesinden dolayı heyecan duyduklarını dile getiren Süngü, projeyle ilgili detayları şöyle paylaştı: “Feribotumuz dünyanın ilk hidrojenle çalışan feribotu olma özelliği taşıyor. Bu projeler iki eş projeden oluşmaktaydı. İlki tamamen elektrikle çalışan fakat hidrojen sistemine hazır olarak inşa edilen bir feribottu. Onu da burada inşa ettik ve 2 ay önce Norveç’e yolculadık. Norveç’te hidrojen teknolojisi tamamlandığında bu projeler dünyanın ilk hidrojenle çalışan feribotları olacak. Feribotlarımız 80 araç taşıma kapasitesine sahip aynı zamanda da 299 yolcu taşıyor. İnşa süreci yaklaşık 11 ay sürdü. Tüm ekibime ve tedarikçilerime teşekkür ediyorum. 2014
66
yılında yine Norveç’in öncülüğünde ilk elektrikle çalışan feribot inşa edilerek Norveç iç sularında seyre başladı. O feribottan sonra hızlı bir şekilde yenilenebilir enerji olarak görülen baterili feribotların üretimine devam edildi. Buradaki teknoloji biraz daha farklı çünkü hidrojen sistemi yüzde 100 çevreci bir çözümdür. Baterili sistemlerde bir süre sonra bir atık oluşabiliyor. Hidrojenle bu gibi problemlerin önüne geçmeye çalışılıyor.”
Norveç’in İhracatımızdaki Payı Yüzde 25 Civarında Törene katılan Gemi, Yat ve Hizmetleri İhracatçıları Birliği Başkanı Cem Seven ise, Hydra’nın denize inmesinden gurur duyduğunu belirtti.
Seven, “Ülkemiz özel yapı gemi ve yat ihracatı konusunda dünyada ilk 10 ülke arasında yer almaktadır. Feribot, fabrika balıkçı gemileri, mega yat inşasında Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkeye önemli teslimler gerçekleştirerek adından sıkça söz ettirmektedir. Türkiye’nin yapmış olduğu ihracatın kilo fiyatı yaklaşık 1.3 dolardır. Özel maksatlı özel yapım gemi ihracat rakamına baktığımızda mutlaka 10 dolar kilo ihracat birim fiyatı üzerine çıktığını görüyoruz. Hem inovatif ürünler inşa ediyoruz hem de katma değeri yüksek ürünler ortaya koyuyoruz. Birliğimize kayıtlı bin 200’den fazla firma 2020 yılının ilk 10 ayında 963 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirmiştir. Bu ihracat tutarı 2019 yılının aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 25’lik bir artışı ifade ediyor. Norveç’in ihracatımızdaki payı ise yaklaşık yüzde 25 civarındadır” diye konuştu.
67
Princeton Üniversitesi mezunu Robert Pipal, bakır asetat katalizörü [Cu(CH3CO2)2] kullanarak, fenil imidazol molekülü oluşturmak için Chan-Lam birleştirme reaksiyonunu gerçekleştirdi. Çözeltiyi buharlaştırdıktan sonra kalan karışımın bir kısmını kristalleştirerek mavi çökeltiyi elde etti. Robert Pipal, sunumunu daha eğlenceli kılmak adına balonun ortasına plastik bir göz yapıştırdı ve sunumdan önce bu görüntüyü aldı.