Kimya Dergisi
İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:7 SAYI:73 AĞUSTOS 2019
NİKOTİN
EKİBİMİZ YAVUZ SELİM KART PELİN TANTOĞLU KART HATİLE MOUMİNTSA ÖZGENUR GERİDÖNMEZ MERVE ÇÖPLÜ HACER DEMİR NURSELİ GÖRENER RABİYE BAŞTÜRK ELİF AYTAN ÖMER AKSU SİMGE KOSTİK PETEK AKSUNGUR RABİA ÖNEN İPEK AKHTAR MELİKE OYA KADER MUAZ TOĞUŞLU EDA AKIN ELİF BERFİN KAVAK HİLAL KÖK DİLARA KÜÇÜKAY TOLGAHAN ÖZER ELİF YAĞMUR TAŞ SİMAY BAYRAKTAR MELİKE YILDIRIM NUREVŞAN GÜNDOĞDU NESRİN AVCIOĞLU BURCU ORHAN EMİNE SELVA AYDOĞDU DİLARA YOLDEMİR
DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar. İNOVATİF KİMYA DERGİSİ
REKLAM VERMEK İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.
http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/
REKLAM İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com
BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE REKLAM VERİN
BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN
HİDROJEN ENERJİSİ
6
HİDROJEN ENERJİSİ İLE ANKARA İSTANBUL ARASI 5 LİRA
9
KİMYASAL SAVAŞ VE SİNİR GAZLARI
10
YUMUŞAK ÇUBUK KRAKER AROMASININ 14 KARMAŞIK SORUSUNU ÇÖZME
NİKOTİN
16
ANTİK PROTEİNLER GEÇMİŞE DAİR İPUÇLARI SUNUYOR
20
SAÇIN KİMYASI
21
OKALİPTÜS AĞACI KULLANILARAK ÜRETİLEN GRAFEN, MALİYETLERİ 200 KATA KADAR DÜŞÜREBİLİR
23
SÜPERKRİTİK AKIŞKAN TEKNOLOJİSİ
25
KOZMETİK ÜRÜNLERDE BÜYÜK KANSER TEHLİKESİ
28
HİDROJEN ENERJİSİ Hidrojen 1500’lü yıllarda keşfedilmiş, 1700’lü yıllarda yanabilme özelliğinin farkına varılmış, evrenin en basit ve en çok bulunan elementidir. Renksiz, kokusuz, havadan 14.4 kez daha hafif ve tamamen
zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır.
H2 gazı tipik olarak yaklaşık -253°C’de (-423°F veya 20 K) sıvılaştırılarak depolanmaktadır. Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700’ü kadardır. Yani daha yüksek miktarda hidrojen depolamak için sıvılaştırılmaktadır.. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir (Üst ısıl değeri 140.9 MJ/kg, alt ısıl değeri 120,7 MJ/kg). 1 kg H2; 2.1 kg doğalgaz veya
2.8 kg petrolun sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak birim enerji başına hacmi yüksektir. Fosil yakıtların çevreye ve ekosisteme verdiği zararın anlaşılmasıyla daha çevre dostu bir enerjnin arayışına giren kesimler Hidrojenin çevre dostu bir enerji kaynağı olarak yenilenemeyen enerji kaynaklarına iyi bir alternatif oluşturduğunu gözlemlemişlerdir.
6
Hidrojenin Fosil Yakıtlara göre Üstünlükleri
Muz ekstresinden faydalanarak Hidrojen Depolamak
• Yüksek alev hızı ve tutuşma yeteneği, • Düşük ateşleme enerjisi gerektirmesi, • Benzin ve dizel ile birlikte çeşitli karışım oranlarında çift yakıtlı motor olarak çalışabilme olanağına sahip olması, • Yüksek ısıl değer ve verim. • Sahip olduğu yüksek oktan sayısı nedeni ile vuruntuya karşı dirençli olması, • Az miktarda NOx dışında hiçbir emisyon üretmemesi dışarıya sadece su buharı salması.
Hidrojenin enerjisini daha da çevre dostu bir yaklaşımla kullanmak isteyen bilim insanları hidrojen depolamak için en önemli yapılardan biri olan PrCe2O7’ ı ( Lanthanide Cerate) muz ekstresinden elde 2 etmeye çalışıp hidrojen depolamada ki verimliliğini araştırmışlardır.Bu şekilde hem tehlikeli kimyasallar kullanmayıp hem de maliyeti düşürebilmişlerdir.
Hidrojen içeren kimyasal kaynaklarla muz ekstresini karıştırıp buharlaştırarak jelimsi bir yapı elde edip sonrasında bu yapıyı kalsinasyon ile kurutarak Pr2Ce2O7 yapısını elde edebildiklerini gözlemlemişlerdir. Farklı kalsinasyon sıcaklıklarında yapının mak-
simum verimini araştıran bilim insanları 400 C kalsinasyon sıcaklığında en iyi sonucun elde edildiğini gözlemlemişlerdir.
SEM görüntülerine göre a ve b yapıları 400 C’ de elde edilen yapılar olup oldukça minik, homojen yapılardır ve tam da bilim insanlarının istediği Pr2Ce2O7 yapısıdır. C ve d yapıları ise muz ekstresi kullanmadan yapılan bir çalışmanın sonucudur görüldüğü gibi burada elde edilen yapı bulk ve
homojen değildir.
Peki Neden Muz Ekstresi Muz ekstresinin içerisinde yüksek miktarda bulunan früktoz, sükroz ve glikoz topaklanmayı önler ve iyi
7
bir yüzey aktif maddedir. Bu yüzden bu çalışmada muz ekstresi kullanılarak yüksek verim elde edilmiştir. Sonuç olarak geleceğin enerjisi olarak Hidrojen yakıtlarını elde etmek kadar depolayabilmek de önemlidir. Bu bağlamda çevreci bir yakıt olan hidrojen yakıtını çevreci bir yöntem kullanarak depolayabilmek çevreye ve ekosisteme olan zararı asgari düzeye indirir. Bu sayede belki de küresel ısınma, mevsim değişiklikleri gibi çevresel sorunlar bir nebze yavaşlatılıp, nesillerin daha uzun ve sağlıklı ortamlarda yaşaması sağlanılabilir. Kaynaklar 1) Simple Fabrication of Pr2Ce2O7(Lanthanide Cerathe) nanostructures via a new and eco-friendly route: Potential Chemical Hydrogen Storage Material (Sahar Zinatloo- Ajabshir, Zahra Salehi, Omid Amiri, Masoud Salavati) 2) https://www.academia.edu/4260172/Hidrojen_Enerjisi_Nedir 3) https://hydrogeneurope.eu/hydrogen-storage 4) https://www.energy.gov/eere/fuelcells/hydrogen-storage
Rabia Önen Kimyager (Yüksek Lisans Öğrencisi) onenrabia06@gmail.com
8
HİDROJEN ENERJİSİ İLE ANKARA İSTANBUL ARASI 5 LİRA
Ankara’nın ilk teknoloji fuarı I-TECH’te sergilenen ve hidrojen enerjisi ile çalışan PARS isimli araç organizasyonda en dikkat çekici ürün oldu.
larında okuyan öğrencilerden oluşan Hidroket-Fizart tarafından geliştirilen araç, saatte 87 KM’ye kadar maksimum hız yapabilirken Ankara-İstanbul arası mesafeyi kat etmenin maliyeti yaklaşık olarak 5 lira.
Ankara Üniversitesi Hidromobil Takımı ve Ankara Üniversitesi bünyesinde yer alan mühendislik dal-
9
KİMYASAL SAVAŞ VE SİNİR GAZLARI
Bu yazımda sizlere savaş kimyasalları ve zehirli gazlardan bahsedeceğim. Öncelikle 1. Dünya Savaşı sırasında kullanılan bazı kimyasallardan söz edelim. Savaş süresi boyunca çeşitli kimyasallar silah olarak kullanıldı. İlk olarak Ağustos 1914’te Fransızlar, Alman ordusuna göz yaşartıcı gaz kullandığında başlamıştır. İçerisindeki ajan tam olarak bilinmemekle birlikte ksilil bromür veya bromoasetat olabileceği söyleniiyor. İkisi de renksiz sıvılardır, ilki hoş ve aromatik olarak tanımlanmış bir kokuya sahiptir diğerinin ise meyveli ve keskin bir kokusu vardır. Bu göz yaşartıcı gazlar öldürmek için tasarlanmamışlardır, düşmanı iş yapamaz ve gerekli pozisyonları savunamaz hale getirdiği söylenmektedir. Bunlar göz yaşartıcı ajanlardır, gözleri tahriş ederek ağlamaya neden olurlar. Ayrıca ağız, boğaz ve akciğerleri de tahriş ederek solunum zorluğuna neden olurlar. Daha yüksek dozlara maruz kalmak da geçici körlüğe neden olabilir. Ancak semptomlar, madde etkilenen bölgelerden uzaklaştıktan sonraki 30 dakika içerisinde kaybolmaktadır. Pratikte, savaş alanında göz yaşartıcı gaz kullanımı aşırı etkili değildi ancak diğer zararlı gazların kullanımına kapı açtı. Bunlardan ilki Nisan 1915’te Alman kuvvetleri tarafından kullanılan klordu. Klor havadan yaklaşık 2.5 kat daha yoğun, uçuk yeşil renge sahip, askerlerin ananas ve biber karışımı
olarak tanımladığı, güçlü, ağartıcı benzeri kokuta sahip diatomik bir gazdır. Akciğerlerdeki su ile hızlı bir şekilde reaksiyona girerek ölüme yol açabilen HCl oluşturur. Düşük konsantrasyonlarda kusma, öksürme ve gözlerde tahrişe yol açabilir. İlk kullanıldığında klor ölümcüldü. Henüz gaz maskesi olmayan askerlerde ciddi tahribata yol açtı. Ancak Alman kuvvetleri bunun ne kadar etkili olduğunu ispatlamak için hazırlıklı değildi ve düşman hatlarında oluşan boşluğa karşı baskıda geciktiklerinden dolayı çok toprak kazanamadılar. Ancak klorun etkinliği uzun sürmedi. Açıkça görülmesi ve şiddetli kokusu fark etmeyi kolaylaştırıyordu. Ayrıca klor suda çözündüğü için gaz maskesi olmayan askerler bile ıslak bezleri ağız ve burunlarının üzerine koyarak etkinliğini azaltabiliyorlardı. Bir sonraki kullanılan ana ajan ise fosgen’di. Yine ilk olarak Almanlar tarafından Aralık 1915’te kullanıldı. Fosgen, küflü samana benzer bir kokuya sahip renksiz bir gazdır. Bu kokunun saptanması için gerekli konsantrasyon milyonda 0.4 kısımdır. Bu da sağlığa zararlı etkilerinin beklendiği konsantrasyonun birkaç katıdır. Fosgen, akciğer alveollerindeki proteinlerle reaksiyona girme, boğulmaya neden olabilme ve kan-beyin bariyerini bozma etkilerinden dolayı oldukça toksiktir. Fosgen, klordan çok daha etkili ve ölümcüldü ancak etkisinin ortaya çıkması 48 saate
10
kadar sürebilmekteydi bu da dezavantajdı. Akut etkileri öksürük, solunum sistemi ve gözde tahriştir. İlerleyen dönemde ise akciğerlerde sıvı birikimine bağlı olarak ölüme yol açabilmektedir. 1. Dünya Savaşı’nda gaza bağlı ölümlerin %85’inin fosgen
veya difosgenin sonucu olduğu tahmin edilmektedir. Ancak net bir şey söylemek doğru değildir çünkü savaşın ilerleyen dönemlerinde gazlar kombinasyonları kullanılması yaygınlaştı.
(Fosgen) Klorla en çok kullanıldığı bilinen zehirli gaz ise hardal gazıdır. Kükürt hardalları aslında birkaç farklı bileşik içeren bir sınıftır. Saf formlarında renksiz sıvılardır ancak savaşta saf olmayan formları kullanılmıştır bunlar sarı-kahverengi renkte, sarımsak veya yaban turbuna benzer kokuya sahiptir. Hardal gazı tahriş edicidir ve deri kabarmasına neden olur. Cilde temaslarda kimyasal yanıklara neden olur ve sarı sıvı içeren büyük kabarcıklar oluşturur. İlk maruziyette semptomlar belirsizdir, cilt tahrişi başladığında ise müdahale için geçtir. Hardal gazının etkinliği, zayıflatıcı etkilerinden kaynaklanmaktadır. Ölüm oranı sadece %2-3 kadardır ancak yanıklar ve maruziyet kaynaklı solunum problemleri görülen askerler savaşa devam edememişlerdr çünkü yoğun bakıma ihtiyaçları vardır. İyileşenlerde ise kimyasalın
kanserojen etkisinden dolayı ileri dönemde kanser geliştirme riski yüksektir. Genel olarak zehirli gazların psikolojik faktörü çok kuvvetli olmasına rağmen savaştaki ölümlerin %1inden azını oluşturmaktaydı. 2. Dünya Savaşında kullanımlarından endişe duyulmuştu ancak 1. Dünya Savaşında olduğu gibi geniş ve sık ölçekte kullanılmamıştı. Ayrıca 1. Dünya Savaşına katılan ülkelerin çoğunun katıldığı Cenevre Protokolü tarafından zehirli gazların silah olarak kullanılması yasaklanmıştır. Bununla birlikte kullanılan bu kimyasalların günümüzde önemli bileşiklerin sentezlenmesinde kullanımı devam etmektedir.
The G Series Ele alacağımız bir diğer grup ise G serisi sinir gazlarıdır. İsimlendirmesi kökeninden gelmektedir. Almanya’da Gebhardt Schraeder isimli araştırmacının 1936’daki bir kaza sayesinde keşfedilmiştir. G serisi sinir gazlarının ilklerinden olan tabun’u sentezlediğinde aslında organofosfatlı pestisit olarak kullanımını araştırıyordu. Ancak 1938’de sarin keşfinde de rol aldı. G serisinin diğer üyelerinden olan soman ve siklosarin ise Alman ordusunun tabun ve sarinin farmakolojik etkisine yönelik araştırmalar sayesinde keşfedilmiştir. G serisi genel olarak gaz olarak adlandırılmalarına rağmen bu ajanlar oda sıcaklığında berrak, renksiz sıvılardır ve tamamen saf olduklarında tatsız ve kokusuzlardır. Kirlilikler sarı-kahverengi renklenmelere ve kötü kokulara neden olabilirler. Sıvıların buharlaşabileceğini de düşündüğümüzde
ölümcüllüklerini değerlendirmek için iki farklı yöntem kullanmamız gerekmekte: havada bulunduğundaki etkisi ve cilde temastaki etkisi. Deri
11
temasında LD50 değeri kullanılır. Bu değer, test popülasyonunun yarısını öldürmek için gerekli dozu ifade eder. Ancak bu değer hayvan testlerinden elde edilen kaba tahminlerdir ve insanlarda değişkenlik gösterebilmektedir. Kullanılan diğer yöntem ise gazlar için daha uygun olan LC50 değeridir. Metreküp başına miligram cinsinden ölçülür yani hem gazın konsantrasyonu hem de maruz kalma süresi hesaba katılır. G derisi gazlar, Birleşmiş Milletler tarafından kitle imha silahları olarak sınıflandırılırlar. Çünkü insanlar üzerinde ciddi etkileri vardır. Hepsi nörotransmitterlerin asetilkolinin parçalanmasını önleyerek etki gösterirler. Gaza maruziyetin ilk belirtileri oldukça sıradandır. Burun akıntısı, tükürük salgısı, terleme gibi belirtiler gözlenir. Ancak belirtiler hızlı bir şekil-
Zehirlerin uluslararası savaşlarda kullanılması yasaklanan antlaşmalar olmasına rağmen son yıllarda bile savaş hallerinde kullanımları görülmüştür. Örneğin Irak ile İran arasındaki 1980’lerde gerçekleşen savaşta Irak, hardal gazı ile beraber tabun ve sikosarin gibi kimyasal silahlar kullanmıştır. Savaş dışındaki kullanımlarını ele aldığımızda karşılaştığımız örneklerden biri 1995 yılında Tokyo metrosuna
de ilerler nefes almada güçlük, bulantı ve kusma gibi belirtiler gözlenir. Bu ilerleme sonunda vücut fonksiyon kaybı, solunum yetmezliği nedeniyle ölümle sonuçlanmadan önce spazm, kasılmalar veya koma görülebilir. Maruziyetin etkileri oldukça uzun sürer, hayatta kalanlarda da neredeyse her zaman bir nörolojik hasar kalır. Sinir ajanlarının antidotları vardır ancak çoğu zaman zehirlidirler. Asetilkolin reseptörlerini kloke eden bileşikler, sinir ajanı zehirlenmesini hafifletebilirler. Kimyasal olarak atropin genel olarak antifotların bileşiminde yer almaktadır. Bunun yanında oksimler adı berilen başka bir bileşik ailesinin üyesi atropinin yanında eklenebilmektedir. Asetikolinin çalışma süzenine parçalanmasına yardımcı enzimi geri yükleyerek çalışırlar.
sarin gazı ile yapılan terörist saldırısıdır. Ayrıca 2013 yılında Suriye’de gerçekleşen bazı saldırılarda sarin gazı kullanıldığı tespit edilmiştir. G serisi sinir ajanlarının üretimi ve depolanmasına karşı uluslararası düzenlemeler devam etmekte ve sentezinin kimyasal öncüleri kontrol altında tutulmaktadır.
12
Kaynaklar • “Chemical Warfare Agents – Toxicology & Treatment” – T C Marrs et al • Sarin: the deadly history – The Guardian • Chemical Warfare: Posion Gases in World War 1 -Compound Interest • Compound Interest: Chemical Warfare & Nerve Agents – Part I: The G Series
Özgenur Geridönmez Eczacı (Lisans Öğrencisi) ozgenurgeridonmez@gmail.com
13
YUMUŞAK ÇUBUK KRAKER AROMASININ KARMAŞIK SORUSUNU ÇÖZME
Sinemada veya bir alışveriş merkezinde yediğimiz, yumuşak çubuk krakerlerdeki baştan çıkarıcı aroma eşsizdir. Şimdi, araştırmacılar bu kıvrımlı krakerlere kendilerine özgü kokularını veren ana bileşikleri belirlediler. Sonuçlarını ACS’nin Agricultural and Food Chemistry dergisinde rapor ettiler. Tuzlu krakerlerin karakteristik tadı, dokusu ve kokusu; kısmen tuzlu kraker hamurunun sud kostik işleminden ve üstüne serpilen kaba tuzdan kaynaklanmaktadır. Diğer gıdalar gibi, çubuk krakerler onlarca uçucu bileşik yayarlar. Ancak beyinde bir aroma algısını tetiklemek için bu yağlardan hangisinin burundaki koku alıcıları ile etkileşime girdiğini belirlemek zor olabilir. Geçmişte, araştırmacılar buğday ekmeği, çavdar ekmeği ve bagetlerdeki temel koku bileşiklerini karakterize etmek için eğitimli duyusal
panelistleriyle birlikte analitik teknikleri kullandılar. Sebastian Schoenauer ve Peter Schieberle, aroması diğer unlu mamullerden farklı olan yumuşak krakerlerdeki uçucu bileşikleri belirlemek istediler. Ekip ilk önce, eğitimli duyusal panelistleri kullanarak, yumuşak krakerlerdeki eşsiz aromayı üzerindeki beyaz kırıntı değil de kahverengi kabuğunun ortaya çıkardığını belirledi. Daha sonra, araştırmacılar uçucu bileşikleri çubuk kraker kabuğundan çıkardılar ve bunları gaz kromatografisi ile ayırdılar. Burunları ile hangisinin kokusu olduğunu belirlediler ve bunları kütle spektrometrisi ile tanımladı. Panelistler ile yapılan ek deneyler sonunda; 4-hidroksi-2,5-dimetil3-(2H) furanon (karamel benzeri bir kokuya sahiptir) ve 2-asetil-1-pirrolinin (patlamış mısır benzeri bir koku) tuzlu krakerin aroma profiline önemli
14
derecede katkıda bulunduğunu ortaya koydular. Araştırmacılar daha sonra, ilk altı koku bileşenini birleştirerek laboratuvar ortamında tuzlu kraker
kokusuna yaklaştı. Her ne kadar aynı koku maddeleri diğer unlu mamullerde de bulunsada, bileşenler arasındaki toplam miktarlar ve oranlar farklıdır.
Haberi Çeviren : Elif Aytan Göze
15
NİKOTİN
Nikotini sadece sigara paketlerinden tanırız. Nikotin bağımlılığı da kulak aşinalığımız olan bir diğer terim. Peki Brezilya’dan dünyaya açılan, adını ‘Nicoti-
ana Tabacum’ ya da bildiğimiz adıyla tütünden alan nikotin, nasıl oluyor da yüz binlerce insanı kendine bağlıyor?
Zehirli Bir Alkaloit Tütün bitkisinin yapraklarından elde edilen renksiz ve havadaki O2 ile reaksiyona girerek renk değiştiren zehirli, çok zehirli bir alkaloittir. Rengi olmayan ve sıvı fazda olmasına karşın hava ile reaksiyona girerek kahverengine bürünür. Yoğun miktarda ve devamlı alınan nikotin insan vücuduna kolayca geçebilir. Vücuda alınış şekli burun, ağız, ciğerler ya da cilt tarafından olabilir. Sadece 10 saniye içerisinde kana karışarak insan beynine kadar ulaşır. Ciddi kalp ve solunum problemlerine yol açması bir yana, sigaranın içerisindeki diğer maddelerle beraber kanserojene dönüşür. Ayrıca epinefrin hormonunu da yükselterek, kalp hızını, kan basıncını, kan şekerini ve solunum sayısını da arttırır. Sigara içtikten sonra gelen rahatlama hissi ve bağımlılığın sebebi de budur. Uzun vadede ise kalp, stres altında kaldığından kalp krizi, felç ve damar hastalıklarına sebep olur.
Nikotin'in MSS (merkezi sinir sistemi) ve çevresel sinir sisteminde eşit derecede uyarıcı ve depresan etkileri bulunmaktadır. Nikotin alındıktan sonra , öfori, uyanıklık, hafıza ve dikkatin artması ve sıkıntıdan kurtulma gibi etkiler oluşur. Ama aynı zamanda nikotinin kendisi de gerginlik yaratmaktadır. Nikotinin etkilerine karşı tolerans gelişir ve ilk sigara kullanırken oluşan etkiler oluşmaz. Amerikan Kalp Derneği'ne göre nikotin bağımlılığı tarihsel olarak kırılması en zor bağımlılıklardan biri olup, nikotin bağımlılığını belirleyen farmakolojik ve davranışsal özellikler, eroin ve kokain bağımlılığını belirleyen özelliklere benzerdir.Nikotin kan damarlarında daralmaya neden olur,hassas endotelyal astarına zarar vererek kan akışını yavaşlatır.Bu etkisi ile kan damarı duvarında kalınlaşmaya yol açar ve trombosit yapışkanlığını artırır. Bu durum pıhtılaşmaya, kalp krizine ve felç geçirmeye sebep olabilir.
16
Nikotin molekülü sinir hücreleri arasındaki bağlantı noktalarında bir köprü oluşturur ve bu ilk önce bir sinyalin gönderiliş şiddetini yükseltir ancakbu bağlantı noktası sinyaller arasından hemen boşaltılmaz. Bir süre sonra iletim noktası tıkanır.Nikotinin
uyarıcı etkisi kaybolur ve özellikle kalpte olmak üzere kas faaliyeti yavaşlar. Bunun sonucunda kan dolaşımı da yavaşlar ve oksijen vücüde ve beyine daha yavaş bir tempoda iletilir. Bu da genel bir sakinleştirici etkiye yol açar.
Nikotin Nasıl Bağımlılık Yapıyor? Nikotinin en sık kullanım şekli sigaradır. Sigara dumanı akciğerlerden çok hızlı emilir ve her nefes beyine intravenöz uygulamadan daha hızlı ulaşan yoğun bir nikotin arteryel bolusu oluşturur. Nikotinin dağılım yarı ömrü 15-20 dakika, kandaki yarı ömrü ise 2 saattir. İçiciler her sigaradan sonra tekrarlayan ve geçici bir yüksek kan nikotin konsantrasyon paterni yaşar. Yüksek konsantrasyonları sabit tutmak için düzenli sigara gerekir. Geceleyin kan seviyeleri sigara içmeyenlerinkine yakın seviyelere düşer.
Nikotin, bir kimyasal nörotransmiter olan asetil kolini taklit ederek merkezi ve periferik sinir sistemini etkileyen bir maddedir. Nöronlar asetil kolin aracılığıyla haberleşir. Reseptöre bağlanan asetil kolin sinir hücresini aktive eden bir dizi değişikliğe yol açar. Nikotinin kimyasal taşıyıcı olarak etkisi söz konusu olduğunda etkilenen, gövdesi Ventral Tegmental Alan (VTA)’da bulunan ve lifleri nükleus akumbens’e (NAcc) uzanan hücrelerdir.
İçiciler sigaradan bir nefes çektiğinde alınan nikotin beyine taşındıktan sonra sinir hücreleri arasındaki boşluklara yerleşerek nikotinik-asetil kolin reseptörlerine tutunur. Bu, hücrelerden dopamin salınmasına neden olur ve sigara içiminin ödül sistemini yaratır.
Dopamin salgılanmasının hayvan ve insan davranışında önemli bir etkisi olduğu bulunmuştur. Bu ödül etkisini yaratanı bulmasını ve tekrarlamasını söyleyen bir sinyal yaratır.
Yoksunluk Belirtileri • Huzursuzluk • Anksiyete • Uyku bozukluğu • Konsantrasyon güçlüğü • Göz-el koordinasyon bozukluğu • İştah artışı
• Depresyon • Halsizlik • Aşırı sigara içme isteği • KVS hastalıkları • Kanser • Yaşam süresinde kısalma
17
Nikotinin neden olduğu sorunlardan sadece bazılarıdır.
18
Bağımlılıktan Kurtulmak için ‘Nikotin’ Dünyada tüketicilerinin yaklaşık yarısının ölümüne yol açan nikotin tüm bu hastalıkların yanısıra sigarayı bırakmak için tıbbi olarak da kullanılmaktadır. Doktor kontrolünde alınan düşük dozlarda nikotin sigaranın yoksunluk belirtilerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bu amaçla nikotin sakızları, nikotin bantları ve nikotinli burun spreyleri geliştirilmiştir. Bazı ülkelerde elektronik sigaralar'da bu amaçla doktor kontrolünde kullanılmaktadır. Bazı bilim adamları tarafından elektronik sigaraların, nikotin yoksunsunluğunu engellemesinin yanı sıra, sigaraya benzer şekilde kullanılması sebebi ile sigara bıraktırmada kullanılan en etkili tedavi şekillerinden biri olduğu kabul edilmektedir. Fakat karşıt düşüncede bulunan bazı bilim adamları, sigara benzeri bir kullanımı olduğu için sigara bağımlılığının yerini elektronik sigara
bağımlılığına çevireceğini, bu yüzden de elektronik sigaraların sigara bırakma tedavisi amacı ile kullanılmaması gerektiğini savunmaktadır.
Son olarak; 1800’lü yılların ortalarındaki afyon savaşlarına götüren olayları başlatan, insanların nikotine duydukları istekti. Bu çatışmaların sonuçları ise şimdi yüzyıllar boyunca Çinlilerin yaşamının temelini oluşturmuş bir toplumsal sistemin dönüşümünün başlangıcı olmuştur. Alkaloid moleküller tarih boyunca dünya ticaretini canladırmış , servetler yaratmış , savaşlara yol açmıştır. Hepsi de bir kimyasal tatmine yönelik bu hiç dinmeyen arzumuz yüzünden…
Kaynaklar Napolyonun Düğmeleri-Penny Le Couteur – Jay Burreson Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 4 : 1, 1988 SİGARANIN SAĞLIK ÜZERİNE ETİKİLERİ Kamile ERGİN www.psikiyatri.org.tr www.sigarabirakmadaogrenmezemini.org toraks.org.tr
Esra Kaya Kimya Öğretmeni (Yüksek Lisans Öğrencisi) esra_kaya.93@hotmail.com
19
ANTİK PROTEİNLER GEÇMİŞE DAİR İPUÇLARI SUNUYOR
Arkeologlar bir zamanlar geçmiş türler ve kültürler hakkında bilgi edinmek için sadece iskelet kalıntıları, fosiller ve çanak çömlek parçaları gibi eserlere güveniyorlardı. Amerikan Kimya Derneği’nin haftalık haber dergisi olan Chemical & Engineering News (C&EN)’ de yayınlanan bir makaleye göre; günümüz bilim adamları, arkeolojik alanlarda yaşayan insanların yetiştirdikleri ve yedikleri bitki ve hayvanların daha eksiksiz bir resmini çizmek için antik proteinleri de inceleyebilirler. Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, bilim adamları geçmişe ait insanlar ve diğer hayvanlar hakkındaki bilgiyi açığa çıkarmak için antik DNA’nın dizilimini yaptılar. Bununla birlikte Muhabir Celia Henry Arnaud, DNA uzun süre boyunca sağlam olarak kalamaz ve pek çok eski kalıntıdan geri kazanılamaz, diye ekleme yapıyor. Buna karşılık, proteinler daha sağlamdır: Örneğin, bilim adamları yaklaşık 1.77 milyon yıllık bir gergedan dişinden proteinleri ayrıştırdılar ve analiz ettiler. Çoğu araştırmacı antik proteinleri tanımlamak ve protein veri tabanlarını araştırmak için bu teknikten gelen verileri kullanar-
Haberi Çeviren : Elif Aytan Göze
ak kütle spektrometrisine güvenmektedir. Bununla birlikte; protein bozulması, örneklerin bugün ki proteinlerle kirlenmesi ve bugün ki bir protein veri tabanındaki bilgilere kütle spektral verilerini eşleştirme gibi zorluklarla karşı karşıyadırlar. Bu zorluklara rağmen, araştırmacılar geçmişe ait insanların yaşamları ve beslenmeleri hakkında ilgi çekici keşifler yaptılar. Örneğin; Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü’nden Jessica Hendy, Türkiye’de çıkartılan seramik kaplardan proteinleri ayırdı ve analiz etti. Bu çalışmayla bu kapların tahıl, bakliyat, süt ürünleri ve et hazırlamak için kullanıldığını ortaya çıkardı. Sütünü kullanmak amacıyla hayvan yetiştiriciliğinin tüm dünyaya nasıl yayıldığını incelemek için, yine Max Planck Enstitüsü’nden olan Christina Warinner, eski Moğolların diş plağındaki süt proteinlerini analiz etti. Bu çalışmayla laktoz toleransı için bilinen ilk genetik mutasyonlardan çok önce süt ürünlerini tükettiklerini ortaya çıkardı. Böylece, antik proteinlerin incelenmesi, yalnızca DNA’ya bakarak elde edilemeyen bilgiler sağlayabildiği görülmüştür.
20
SAÇIN KİMYASI Saç, İnsanları birbirinden ayırt eden karakteristik özellikler içinde en çok çeşitlilik gösteren yapıdır. Epitelyum hücrelerinin değişime uğrayarak meydana getirdiği oluşumun uzayan halidir ve canlı bir yapı değildir. Saç teli kütikül, Korteks ve Medulla olmak üzere üç tabakadan oluşur. Saçın yapısında ki , orta katmanı mekanik dayanıklılık ve suyu tutmanın ilk kaynağıdır. Korteks renk veren melanin içerir ve saç rengini belirler.
Saçın Morfolojisi Saçtaki protein ve nem dengesi , saçı parlak ve iyi durumda tutar. Saçın Protein seviyesi yaklaşık olarak % 85 - 90 seviyelerindedir. Bu protein a- Keratin ve diğer proteinlerdir. Nem seviyesi ise % 5 -8 olarak değişir. Diğer saç bileşenleri ise tuz ve şeker türevlerinden oluşur. Bu denge korunduğu sürece saç parlak ve sağlıklı görünecektir. Saç için en ideal pH seviyesi ise 5 – 5,5 dir. İnsan saç tellerinin kalınlığı yaşa ve ırka göre değişebilir. Saçın sertlik derecesi oldukça yüksektir. Saçdaki ilk 5 amino asit bileşenleri şu şekildedir; Alanin ,Arjinin, Glutamik asit ,Sistein ve prolindir.
Saçtaki Nemlilik Etkisi ve Bakımı Saç yapısı nedeniyle havadaki nemi absorbe eder . Absorblanan bu Nem , eğer saç önceden ısı ile şekillendirilmiş ise; b – keratinler , a-keratine dönüşür buda saç şeklinin bozulmasına neden olur. Nemli ve ıslak saç daha iyi görünse de kuru saça göre daha hassas ve kırılgandır. Saç bakım ürünleri saçın fiberlerinin yapısal sağlamlığını güçlendirir ve daha iyi gözükmesini sağlar. Saç kirinin temel temizlenme prensibi ; şampuanda ki yüzey aktif maddelerin suyun yüzey gerilimini düşürüp saç da birikmiş olan
kirin suya karışıp uzaklaşmasını sağlamak olarak açıklanabilir. Her saç tipinin farklı ihtiyaçları olduğu da ayrıca dikkate alınmalıdır. Dünya üzerindeki her 10 kadından 8 i saçlarının yıpranmış olmasından şikayet eder durumdadır; China 94% Brazil 85% India 83% Turkey 74% France 63% USA 57%
Saç Şampuanı ve Bakım Ürünlerinden Beklentiler Yeni Nesil Trendler Nelerdir ? Öncelikle Sebum ve çevresel kirleri saçdan ve saç derisinden arındırabilmelidir. Kuru ve ıslak taramada iyi bir etkiye sahip olmalıdır. Saçın sağlığı büyük oranda saç derisinin sağlığı ile orantılıdır. Bu nedenle ( scalp ) saç derisi bakımını da sağlayan ürünler gittikçe ilgi çekmekdedir . Saç derisi peeling i gibi ön yıkama ürünleri önümüzdeki günlerde gündemde olacaktır.
Saç üzerinde kalıntı bırakmayan ve ağırlık yaratmayan ürünler tercih edilmektedir . çünkü bu durum daha çok dökülmeye sebep olabilir. Şampuanlar ve saç bakım ürünleri Saçı yumuşatıcı ve geri yağlandırıcı ajanlar içermelidir. Günümüzde bu özellikleri nedeniyle doğal yağlar içeren ürünler oldukça tercih edilmektedir. Doğal yağlar saç da birikime ve ağırlaşmaya sebebiyet vermeyecektir.
21
Şampuanlar , da İyi köpürme saçın temizlenmesini destekleyeceği gibi pek çok köpüksüz yeni nesil şampuanlarda temizlemeyi başarı ile gerçekleştirebilir. Köpük bir performans göstergesi olmakla birlikte her zaman iyi bir saç bakımını ifade etmeyebilir.
Özellikle Afrika gibi kıvırcık saçların hakim olduğu bölgelerde köpürmeyen ,daha kremli bir içeriğe sahip ürünler popüler olmaya başlamış durumdadır. No – poo akımı da bunlardan biridir.
Betül Çelik Kimyager (Lisans Mezunu) betul@bilesimkimya.com
22
OKALİPTÜS AĞACI KULLANILARAK ÜRETİLEN GRAFEN, MALİYETLERİ 200 KATA KADAR DÜŞÜREBİLİR
Bilim insanları, mevcut grafen üretim maliyetlerini 200 kat aşağıya çekecek bir yöntem keşfetti. Okaliptüs ağacı özünün kullanıldı yeni yöntem aynı zamanda çevreci bir üretim süreci vadediyor. Grafen hâlihazırda kullanılan en ince ve güçlü malzeme olarak biliniyor. Aynı zamanda esnek ve geçirgen olan malzeme, ısı ve elektriği de bakıra kıyasla 10 kat kadar daha iyi iletiyor. Bu özellikler de grafeni esnek nanoelektronik malzemeler ve daha verimli yakıt hücreleri için önemli bir aday haline getiriyor. Ancak tüm bu olumlu özellikleri gölgeleyen faktörler de yok değil. Grafenin sahip olduğu yüksek üretim maliyeti ve işlemler sırasında kullanılan kimyasalların toksik olması olumsuzlukların başında geliyor. Avustralya’da bulunan RMIT Üniversitesi ile Hindis-
tan Ulusal Teknoloji Enstitüsü’nde görev yapan araştırmacılar grafenin üretim maliyetini düşürmek için ise yönlerin okaliptüs ağacı kabuğu özüne çevirmişler. Araştırmacılar, buldukları yöntem ile grafen maliyetini hem düşürmeyi başarmış hem de mevcut sentezleme yöntemlerine kıyasla daha sürdürülebilir bir üretim süreci geliştirmişler. RMIT Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Suresh Bhargava’ya göre yeni yöntem sayesinde bir gramı 100 dolara mal edilen grafenin maliyeti 0,5 dolara indirilebilecek. Bu maliyetlerin 200 kat daha aşağıya çekilmesi anlamına geliyor. Bhargava bu konuda yaptığı açıklamada, “Okaliptüs ağacı kabuğu özü daha önce grafen levhalarının sentezlenmesi işleminde kullanılmamıştı. İlk defa kullanılan bu maddenin işe yaradığını görmek çok heyecan verici. Ayrıca okaliptüs ağacı kabuğu özünü kullanmak hem
23
emniyet hem de maliyet açısından çok daha etkin bir yöntem olarak gözüküyor.” ifadelerini kullanmış.
Daha Çevreci Bir Kimyasal İndirgeme Yöntemi Grafenin sürdürülebilir manâda üretilebilmesinin önündeki engel ise grafen oksidin kimyasal indirgeme yöntemiyle sentezlenmesi olarak görülüyor. Grafenin düşük maliyetle ve bol miktarda üretilmesini sağlayan bu yöntem ne yazık ki insanlar ve doğa için tehlikeli olan katkı maddelerinin de açığa çıkmasına neden oluyor. Ancak araştırma ekibinin
okaliptüs ağacı kabuğu özünde bulunan katekol (bitter çikolata ve yeşil çay da bol miktarda içerir) gibi yağları kullanarak uyguladığı indirgeme yöntemi ile çok daha çevreci bir yol izlenebildiği belirtiliyor. Yukarıda bahsi geçen “yeşil” yöntemle üretilen süper kapasitörde kullanılan grafenin klasik yolla üretilen grafenle benzer performans gösterdiği ifade edilmiş. Araştırma ekibi son olarak maliyetlerin düşmesi ile birlikte çok daha verimli güneş panelleri ve daha güçlü bilgisayar yongaları gibi ürünler kullanmaya başlayacağımızı düşünüyor.
24
SÜPERKRİTİK AKIŞKAN TEKNOLOJİSİ Süperkritik akışkanlarla tanışmadan önce kritik nokta, kritik sıcaklık ve kritik basınç gibi bazı kavramlara değinmemiz gerekir. Kritik noktayı termodinamik açıdan, faz denge eğrisinin son noktası, bir maddenin sıvı- buhar dengesinde bulunduğu en yüksek sıcaklık ve basınç noktasıdır şeklinde tanımlayabiliriz. Kritik sıcaklık, bir gazın basınç uygulanarak sıvılaştırılabileceği en yüksek sıcaklıktır ve bu sıcaklık gazlar için karakteristik bir özelliktir. Bir gazı kritik sıcaklığında sıvılaştırmak için gerekli minimum basınç da kritik basınç olarak tanımlanır. Bu tanımlamalardan yola çıkarak bir maddenin kritik sıcaklık ve basıncının üzerinde gösterdiği hal “Süperkritik Hal” olarak tanımlanır. Süperkritik halde bulunan bir madde belirgin olarak sıvı ya da gaz özelliği göstermez.
Daha açık bir şekilde anlatmak gerekirse, bir madde için basınç- sıcaklık faz diyagramını göz önünde bulunduralım. Bu diyagramda, sıvı- buhar denge eğrisini ileri yönde hareket ettirecek olursak, maddenin sıcaklık ve basıncı artacaktır. Bu süreçte birtakım ısıl genleşmeler meydana gelir ve sıvı yoğunluğu azalırken, basıncın artması sebebiyle gaz yoğunluğun artar. Bu süreçte iki fazın yoğunlukları birbirine yaklaşır ve fazlar arasındaki ayrım kaybolur. Eğrinin ulaştığı bu kritik noktadaki madde “Süperkritik Akışkan” olarak tanımlanır.
Resim 1. Süperkritik Akışkanların Özellikleri
inde iken süperkritik hale ulaşır. Ancak, endüstriyel proses uygulamalarında güvenli ve finansal açıdan uygunluğu kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Örneğin, saf haldeki Xenon ve Sulphur hexafluoride düşük kritik değerlere sahip olmalarına rağmen, ticari kullanım açısından oldukça pahalıdır. Bunun yanı sıra, nitrous oxides ve ethane düşük kritik noktalara sahip olmasına rağmen, patlayıcı bir karışım meydana getirmeleri dolayısıyla güvenli değildirler. Aşağıdaki özellikler göz önünde bulundurularak, ticari açıdan en çok tercih edilebilir olan ve en yaygın kullanımı olan süperkritik akışkan “Süperkritik CO2” dir:
Resim 1’de de görüldüğü üzere Süperkritik Akışkanlar sıvı ve gaz fazı arasında bir fazdır. Süperkritik haldeki maddenin yoğunluğu sıvı haline yakın bir değerdedir. Gaz fazındaki bir maddeye göre daha yüksek yoğunlukta oldukları için, gazlara oranla daha fazla madde çözebilme kapasitesine sahiptirler. Diffüzivitesi ve viskozitesi gaz fazına daha yakındır. Bu durum süperkritik akışkanların bir madde içine kütle transferini ve penetrasyonunu artırır bu da yüksek ayırma verimliliğine sahip olduklarının kanıtıdır. Ek olarak, süperkritik akışkanlar büyük ölçüde sıkıştırılabilir özelliğe sahiptirler. Gaz fazındaki tüm maddeler, kritik noktaları üzer-
• Düşük kritik sıcaklık (31.2oC) ve basıncının olması (73.8 bar), • Tutuşmama (yanıcı olmama) özelliği,
25
• Zehirli olmaması, • Ekonomik olması, • Kimyasal açıdan inert olması, • Doğa dostu özellikte olması
emisyonuna neden olmazlar.
Düşük kritik sıcaklık ve basınçta olması, enerji verimliliği sağlar ve akışkanın zararlı organik solventler bırakmadan ılıman sıcaklık koşullarında kullanılmasına olanak sağlar. Tüm bu özelliklerinden dolayı Süperkritik CO2 “green solvent” olarak adlandırılır. Green solvent olması sayesinde, geleneksel malzeme proseslerinde kullanılan CCl4, benzene, chlorofluorocarbons (CFCs) gibi solventlerin yerini alması beklenmektedir. Bu solventler, kanserojen, çevre için zararlı ve uçucu bileşenlerden oluşmaktadır. CO2 sera gazı kategorisinde olmasına rağmen, süperkritik CO2 elde edilen kimyasal endüstri prosesleri sera gazı
Resim 2. CO2'nin faz diyagramı Son olarak teorik anlamda küçük bir alt yapı oluşturduğumuz bu sıradışı maddeleri nerelerde kullandığımıza bakalım. Süperkritik akışkanların kullanımına dayalı endüstriyel uygulamalardan bazıları aşağıda listelenmiştir: * Gıda Endüstrisi * Çay ve kahveden kafeinin giderilmesi * Sütün pastörizasyon ve sterilizasyonu * Tıbbi ve aromatik bitki ekstraksiyonu
Ayrıca, bu proseste kullanılan CO2 geri dönüştürülebilir ve süper kritik CO2 kullanımı çevreye yayılmadan önce endüstriyel emisyonları geri kazanmanın bir yolunu sunar. Süperkritik CO2 ; alkoller, esterler, aldehitler ve ketonlar gibi bazı orta polarlıktaki bileşenlerin ekstraksiyonu için iyi bir çözücü özelliği göstermezken (fazla CO2 kullanımı ile mümkün), hidrokarbonlar gibi apolar bileşenlerin ekstraksiyonu için iyi çözücü özelliklerine sahiptir. Resim 2’de CO2'nin faz diyagramı gösterilmiştir.
* Eczacılık * Tanecik tasarımı, yüksek basınç mikronizasyonu ve püskürtmeli kurutma * Doğal ürünlerden aktif bileşenlerin ekstraksiyonu * Çevresel uygulamalar * Topraktan ağır metallerin uzaklaştırılması * Tekstil Endüstrisi * Tekstil boyama (polietilen elyafları * Malzeme Endüstrisi * İmplant malzemelerin sterilizasyonu * Mikro- ve nanotaneciklerin sterilizasyonu
26
Kaynaklar [1] Sheth, P., Sandhu, H., Singhal, D., Malick, W., Shah, N., & Serpil Kislalioglu, M. (2012). Nanoparticles in the pharmaceutical industry and the use of supercritical fluid technologies for nanoparticle production. Current Drug Delivery, 9(3), 269-284. [2] Yasuji, T., Takeuchi, H., & Kawashima, Y. (2008). Particle design of poorly water-soluble drug substances using supercritical fluid technologies. Advanced drug delivery reviews, 60(3), 388-398. [3] Leitner, W. (2000). Green chemistry: designed to dissolve. Nature, 405(6783), 129. [4] DeSimone, J. M. (2002). Practical approaches to green solvents. Science, 297(5582), 799-803. [5] Zhang, X., Heinonen, S., & Levänen, E. (2014). Applications of supercritical carbon dioxide in materials processing and synthesis. Rsc Advances, 4(105), 61137-61152.
Nesrin Avcıoğlu Kimya Mühendisi (Lisans Mezunu) eng.nesrinavcioglu@gmail.com
27
KOZMETİK ÜRÜNLERDE BÜYÜK KANSER TEHLİKESİ
Kuaförlerde kullanılan kozmetik ürünlerin kansere neden olan çok sayıda kimyasal içerdiği vurgulanan araştırmada, sektör çalışanlarının risk altında olduğu vurgulandı. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı’ndan Ayça Aktaş Şüküroğlu ile Sema Burgaz’ın araştırması kuaför sektöründe çalışan yaklaşık 160 bin kişinin kansere neden olabilen kimyasal madde riski altında olduğunu ortaya koydu.
Uzun Süre Maruz Kalıyorlar Araştırmada, kuaför sektöründe çalışanların başta amino nitro fenoller olmak üzere, hidrojen peroksit, para-fenilendiamin, meta-toluidin, etanol, aseton, toluen, amonyak, terpenler, rezorsinol, hidrokinon, formaldehit gibi birçok kimyasala maruz kaldıklarına dikkat çekiliyor. Bu maddelere maruz kalan kişilerde oksidatif stres ve DNA hasarı olabileceği belirtilen araştırmada, kozmetik ürünlerinin yapımında 5 binin üzerinde kimyasal kullanıldığı vurgulanıyor.
Habere göre, araştırmada, kuaför çalışanlarının, saç ürünlerinin yanı sıra tırnak ve cilt bakımında kullanılan çok sayıda kozmetik ürüne maruz kaldıkları belirtilerek, “Bu ürünlerin mesleki olarak kullanımı esnasında başlıca deri ve solunum yolu ile çok sayıda tahriş edici, alerjik ve karsinojenik potansiyeli olan kimyasallara maruz kaldıkları söz konusu olup, bu mesleki maruziyetlerin kişisel maruziyetlere göre çok daha fazla ve uzun süreli olduğu bilinmektedir”denildi. Bazı saç boyası ve saç şekillendirici ürünlerde insan karsinojeni olarak sınıflandırılan orto-toluidin kimyasalının bulunduğu belirtilen araştırmada şu ifadelere yer verildi:
Saç Düzleştirmeye Dikkat “Saç düzleştirme çözeltileri içerisinde bulunan ‘formaldehit’in çalışma ortamında izin verilen limitlerin çok üstünde bulunduğu ortaya konulmuştur. Bunun yanı sıra diğer bazı kozmetik ürün içeriklerinin
28
oksidatif stres ve DNA hasar göstergelerinde, düzensizliklere neden olduğu deneysel sistemlerde gösterilmekte. Bu nedenle, bu tip kozmetik ürünleri profesyonel olarak kullanan bireylerin sağlık risklerinin değerlendirilmesi daha önemli hale gelmekte.”
Telomer Boyu Kısalıyor Araştırmada 3 yıl önce 295 kuaför ve 92 kuaför olmayan kadın üzerinde yapılan çalışmada, kanser ile ilişkili diğer DNA göstergelerinden biri olan telomer boyunun, kuaförlerin ve özellikle saç perması yapan genç çalışanların kan örneklerinde kuaför olmayan-
lara oranla daha kısa olduğu bilgisine yer verildi. Araştırmada; “Genel popülasyona göre kuaförlerin daha yüksek kanser riski (özellikle de akciğer, gırtlak kanseri, mesane kanseri ve multipl miyelom) taşıdığı belirlenmiş, kuaför salonlarında havalandırma sistemlerinin ve hijyenik önlemlerin alınması gerekliliği böylece de iş ortamında potansiyel karsinojenlere maruziyetin etkisinin azaltılabileceği sonucuna ulaşılmıştır” görüşlerine yer veriliyor. Kuaförlük mesleğinde çalışanların özellikle insan karsinojeni olarak sınıflandırılan orto-toluidin ve formaldehit kimyasallarının toksik etkilerine maruz kaldıkları da vurgulandı.
29
Bu elektrotlar bir maden işleminden elde edilmiştir ve sulu sodyum siyanür (NaCN) ve ezilmiş kaya parçacıklarından oluşan altın ile kaplıdır. Siyanür, normalde zehir kategorisinden bir bileşiktir. Burada NaCN, ezilmiş kaya içerisinde bulunan altın ile birlikte bir Na (Au(CN)2] kompleksi oluşturmuştur. Ardından çalışanlar, elektrokimyasal olarak kompleks içindeki Au+ 'yı metalik formuna geri döndürürler ve burada gördüğünüz gibi elektrotlara saçarlarlar. NaCN olmadan, kaya oluşumlarındaki altın parçacıklarının çok küçük ve verimli şekilde elde edilmesi için çok seyreltik ortam gerekmektedir.