Inovatif Kimya Dergisi Sayi 82

Page 1

Kimya Dergisi

İNOVATİF Kimya Dergisi YIL:8 SAYI:82 MAYIS 2020

HER VİRÜS TEHDİT DEĞİLDİR


EKİBİMİZ YAVUZ SELİM KART PELİN TANTOĞLU KART MERVE ÇÖPLÜ HACER DEMİR RABİYE BAŞTÜRK SİMGE KOSTİK RABİA ÖNEN MELİKE OYA KADER MUAZ TOĞUŞLU ELİF BERFİN KAVAK DİLARA KÜÇÜKAY TOLGAHAN ÖZER NUREVŞAN GÜNDOĞDU SELİNAY ÖZEL FATMA CEREN DOLAY KÜBRA YILDIZ SEVDA YILMAZ SİNEM ŞAHİN BÜŞRA EMETİ CENGİZ DİLANUR TOPLAK EMİNE BAYDERE FULYA BAŞARAN BURCU ÇAKMAK GÖZDE ÖNCEL NUR SEVİM SALÇIN NESLİHAN NUR ÜZÜM

DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE İnovatif Kimya Dergisi yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız. Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız. Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da işlerden dergi sorumlu değildir. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır. Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran, huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz. Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar. İNOVATİF KİMYA DERGİSİ

REKLAM VERMEK İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.

http://www.inovatifkimyadergisi.com https://www.facebook.com/InovatifKimyaDergisi https://twitter.com/InovatifKimya https://instagram.com/inovatifkimyadergisi https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/


REKLAM İÇİN REKLAM VERMEK İÇİN DOĞRU YERDESİNİZ reklam@inovatifkimyadergisi.com


ANTİVİRAL İLAÇLAR

6

MALTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE ULTRAVİYOLE IŞINLARIYLA KORONAVİRÜSÜ ÖLDÜREN 3 CİHAZ GELİŞTİRİLDİ

9

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİZ VE VİRÜSLER

11

TÜRK BİLİM İNSANI KORONAVİRÜSÜ İZOLE ETMEYİ BAŞARDI!

16

HER VİRÜS TEHDİT DEĞİLDİR

17

TÜRKİYE’DE CORONA VİRÜSÜ KALICI OLARAK TEMİZLEYEN ENDÜSTRİYEL ÜRÜN GELİŞTİRİLDİ

21

METAL KANSERİ

24


ABDİ İBRAHİM VİRÜS İLACI ÜRETİMİNE BAŞLADI

29

YAPISAL RENKLENDİRME

30

TÜRK BİLİM İNSANLARI KORONAVİRÜSÜN KODUNU ÇÖZDÜ

33

21. YÜZYILIN ANAHTARI PROTEOMİKS

35

ERCÜMENT OVALI, İKİ FARKLI COVİD-19 AŞISI ÜZERİNDE ÇALIŞTIKLARINI 39 AÇIKLADI


ANTİVİRAL İLAÇLAR Geçmişten günümüze insanlığın en önemli sorunlarından biri olan viral enfeksiyonlar , virüslerin sebep olduğu hastalıkların bütününe verien addır. Viral enfeksiyonların tedavisinde kullanılan ilaçlara ise “Antiviral ilaçlar” denmektedir. Konak olarak canlı bir hücrede yaşama gereksinimi olan virüsleri ortadan kaldırmak amaçlı üretilen antiviral ilaçların çoğu ön ilaçtır, yani aktif hale gelmeleri için fosforlanmaları gerekmektedir.[1]

Viral Enfeksiyonların Basamakları * Eklenme, bağlanma * Nüfuz etme * Soyma * Replikasyon * Viral protein sentezi * Birleşme * Salınma

Antiviral ilaçları üç kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlar; pirimidin analogları , purin analogları ve diğer ilaçlardır.

6


Viral enfeksiyonlar ile başa çıkmanın en efektif yolu enfeksiyonu ortadan kaldırmaktır. Bu işlem bağışıklık sistemini antikor üretmek üzere uyarma yoluyla gerçekleştirilir. Pasif veya aktif immünizasyon ile aşılar virüs tedavisi için etkin bir yöntemdir.[2] Oluşturulmuş veya yönetilmiş antikorlar (aşı veya

immunoglobulinler) virüslere bağlanır ve virüsün hücreyi ele geçirmesini önler.

Antiviral ilaçlar, insanlığın geçmişten beri virüslerle olan olan savaşında önemli role sahip farmakolojik ajanlardır. Biliminsanlarının antiviral ilaç ve aşı geliştirmek için yaptığı çalışmalar tarihte sonuç vermiştir.

görselleştirildi. 1954-1956 Poliomyelit için Salk ve Sabin aşılarının keşifleri. 1962-1970 Kabakulak, kızamık ve kızamıkçık aşıları lisans aldı. 1969 Retrovirüs ters transkriptazının tanımlanması 1980-1990 Birçok virüsün nükleik asit dizilimeri belirlendi [5]

Antivirallerin Tarihi Antiviral ilaçlar için ilk arayışlar 1950’lerin başlarında başlamıştır. Kimyagerler sülfonamidlerin türevlerinden yola çıkarak arayışarını sürdürdüler. Poksvirüslere karşı aktif tiyosemikarbazonların sentezinin bir adım olmasına karşın çiçek hastalığı ikinci dünya savaşı’ndan sonra hala insanlık için büyük bir tehdit teşkil etmekteydi. 1960 ve 1970’li yıllarda ise antiviral aktiviteye sahip kimyasalları bulabilmek adına “kör tarama” adı verilen program geliştirilmiştir. [4]

Viroloji Tarihinin Dönüm Noktaları 1976 Çiçek hastalığının aşısı bulundu. 1892 İlk kez bir virüs tanımlandı. (Tütün Mozaik Virüsü) 1901 İlk kez insanlarda görülen bir virüs tanımlandı. (Sarı humma virüsü) 1939 İlk kez elektron mikroskopunda virüslerin

Bağışıklık düzenleyici özelliği olan ilaç inozipleks’in yapısı :

Antiviral İlaçlara Yeni Yaklaşımlar Yüksek genetik çeşitlilik gösteren virüslere karşı kesin bir tedavi ve çözüm yöntemi günümüzde henüz bulunmamaktadır. Fakat gün geçtikçe farklı perspektiflerden farklı inovatif yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak , yakın zamanda keşfedilen “Düzenli aralıklarla bölünmüş palindromik tekrar kümeleri” yeni nesil genom düzenleme tekniği olarak bulunmuştur.[3] Bu tekniğin adı CRISPR yöntemidir.

7


Kaynaklar [1] http://www.authorstream.com/Presentation/doctorrao-1595499-antiviral-drugs/ [2] Wiltink E. , Janknegt R. , 1991 , “Antiviral Drugs.” , Researchgate. [3] Öksüz Z. , 2019 , Mayıs , “Antiviral ilaçlardaki gelişmeler ve değerlendirilmesi”, [4] https://www.virology.ws/wp-content/uploads/2012/03/020_W3310_16.pdf [5] http://www.chem.uzh.ch/zerbe/MedChem/MedChem10_Antiviral.pdf

Neslihan Nur Üzüm Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) neslihannuruzum@gmail.com

8


MALTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE ULTRAVİYOLE IŞINLARIYLA KORONAVİRÜSÜ ÖLDÜREN 3 CİHAZ GELİŞTİRİLDİ Maltepe Üniversitesi’nden bilim insanları, koronavirüse karşı ultraviyole ışın kullanan 3 cihaz geliştirdiler. Geliştirilen 3 cihaz, koronavirüse karşı mücadele eden sağlık çalışanları için kullanılacak.

ABD’de havaalanlarında kullanıldığını söyledi. Sıddıki, sağlık personellerine yönelik elde kullanıma uygun ve kabin tipi cihazların henüz olmadığını söyledi.

Maltepe Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Kuantum Optiği ve Elektroniği Teknolojileri Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. Afif Sıddıki ve ekibi, ultraviyole ışınları kullanarak koronavirüsü öldürecek 3 cihaz geliştirdi.

Koronavirüsü bulunduğu ortamda öldürebilecek üç cihazdan El Cihazı’nın 10-15 cm mesafeden 1-2 dakika uygulanması, uygulandığı alandaki virüslerin yüzde 90’ınından fazlasının ölmesini sağlıyor. HIV virüsünü 15 cm mesafeden 75 saniyede öldürebilen cihaz, koronavirüsü ise 75 saniyeden daha kısa bir zamanda yok edebiliyor.

Maltepe Üniversitesi’den yapılan açıklamada, “El Cihazı”, “Dezenfeksiyon Kapısı” ve “Dezenfeksiyon Kabini” olarak isimlendirilen cihazların ilk etapta sağlık çalışanları için kullanılacağı açıklandı. Cihazların geliştirilmesine liderlik eden Prof.Dr. Sıddıki, önceliklerinin sağlık çalışanlarını yüksek virüs yükünden kurtarmak olduğunu söyledi. İlerleyen dönemde ise cihazlar yoğun bakım servislerinde, karantina odalarında ve hastane girişlerinde kullanılmaya başlanacak.

Koronavirüsü Öldürmek için Elle Kullanılan Cihaz Prof.Dr. Afif Sıddıki, ultraviyole ışınları kullanan benzer sistemlerin Çin’de metro hatlarında ve

9


Koronavirüsü 75 Saniyeden Kısa Sürede Öldüren Cihaz

Dezenfeksiyon Kapısı olarak isimlendirilen cihaz ise, yoğun bakım üniteleri ve karantina servislerinin kapılarına yerleştirilecek şekilde tasarlandı. AVM’lerde bulunan X-ray cihazlarına benzer bir tasarıma sahip olan cihazda X ışınları yerine ultraviyole ışın kullanılıyor. HIV virüslerini 6 dakikada yok eden cihaz, koronavirüsü ise 15 saniyeden kısa bir sürede öldürüyor.

Özellikle sağlık çalışanlarına virüs bulaşma riskini düşürecek olan bu cihazların kullanılması için özel bir bilgi gerekiyor. Prof. Dr. Sıddıki, insan hücrelerinin de virüsler gibi ultraviyole ışınlardan zarar gördüğünü, bu nedenle bu cihazların kullanımında özel donanım ve bilgi birikimi gerektiğini belirtti.

Hasta yatakları, solunum cihazları, kıyafetler gibi virüs bulaşmış büyük nesnelerin dezenfekte edilmesinde kullanılacak Dezenfeksiyon Kabini de koronavirüs ve diğer virüslerin kısa bir sürede yok edilmesini sağlıyor.

Koronavirüsün öldürülmesini sağlayacak bu cihazların üretilmesi için İstanbul Kalkın Ajansı (İSTKA) ve TÜBİTAK’a başvuru hazırlıkları sürüyor. İSTKA ve TÜBİTAK’ın desteğinin ardından üç cihazın üretilmesine hızlı bir şekilde başlanacak.

10


BAĞIŞIKLIK SİSTEMİZ VE VİRÜSLER Bağışıklık sistemi vücudun kendi hücreleri dışında kalan enfeksiyonlara karşı hücre ve proteinler üreterek savaştığı karmaşık sisteme verilen isimdir. Bağışıklık sistemi mikroplara karşı bir hafızaya sahiptir yani vücuda giren her yabancı mikroba karşı daha önceden üretilmiş ve bazal miktarda vücutta bulunan savaşçı hücreler veya proteinler bulunur. Tekrar enfeksiyon gerçekleşmesi halinde bu hücre veya proteinlerin üretimi arttırılarak mikrop parçalanır ve vücudun enfeksiyon kapması önlenir. Bağışıklık sistemi farklı organlar, hücreler ve proteinler kullanarak mikroplarla savaşır demiştik bu yapılar başlıca; beyaz kan hücreleri, antikorlar, lenf sistemi, timüs, dalak ve kan iliğidir. Bu yapılar sayesinde vücudumuzda aktif olarak mikroplarla savaş vardır. B ve T lenfositleri mikrop tanıma

sisteminde hafızayı oluşturmaktadır. Bu hafıza sayesinde vücuda giren mikroplar çoğalmak için zaman bulamadan yok edilir. Buna rağmen sıklıkla grip veya soğuk algınlığı yaşarız. Grip ve soğuk algınlığına sebep olan virüsler birçok farklı çeşide sahiptir. 2 çeşit bağışıklık sistemi bulunmaktadır; 1) Doğuştan gelen (innate): Doğuştan gelen bağışıklık sistemi kişinin anne karnında anne kanıyla kazandığı bağışıklıktır. 2) Sonradan kazanılan (adaptive): Sonradan kazanılan bağışıklık vücudun daha sonradan tanıştığı patojenlere karşı oluşturduğu bağışıklıktır.

Mikroorganizmalar - Virüsler Mikroorganizmalar halk arasında mikrop olarak bilinen gözle görülemeyen mikroskobik canlılara verilen isimdir. Mikroorganizmalar mantar, bakteri, virüs, algler, arkea, protist, planarya ve amoeba

lar gibi grupları kapsamaktadır. Virüslerin bu gruba girip girmediği tartışmalıdır çünkü virüsler canlı kategorisi içerisinde incelenmemektedirler. Bu durumun en önemli sebebi tek başlarına çoğal

11


gösterememeleridir. Kapsid adı verilen protein yapı içindeki DNA veya RNA’larını herhangi bir hücreye enfekte eder ve bu hücrenin proteinlerini kullanarak kendini çoğaltır. İnsanlara patojen etki yapan virüsler virulans olarak adlandırılır. Grip, soğuk algınlığı, uçuk gibi hastalıklara sebebiyet vermelerinin yanında AİDS, ebola hastalığı, SARS-CoV-2, kuş gribi, MS ve kanser gibi hastalıklara da sebep olmaktadırlar. Virüslere karşı vücudumuzu ancak bağışıklık sistemimiz korumaktadır. Bazı antiviral ilaçların

kullanıldığı biliniyor. Bu ilaçlar virüslerin çoğalmasını engellemektedir. Aşılarsa ikincil (sonradan kazanılan) bağışıklık sistemini aktif hale getirir. Bu aşamada insana zarar vermeyecek ama ikincil bağışıklığı aktif hale getirecek seviyede virüs vücuda gönderilir. Bağışıklık sistemi bu virüse karşı aktif hale gelir ve antikor üretir. Üretilen antikor bazal seviyede vücutta kalacağından vücudun herhangi ikincil olarak virüsle karşılaşması durumunda gelerek virüslerin vücuda yayılmasını engeller.

Bağışıklık Sistemi Nasıl İşler? Bağışıklık sistemimiz vücudumuzun ordusu olarak tanımlanabilir. Bakterilere, mantarlara, toksik maddelere ve virüslere karşı vücudumuzu korurlar. Eğer bağışıklık sistemimiz olmasaydı veya herhangi bir şekilde zayıf olsaydı bir kâğıt kesiği veya soğuk algınlığı ölümcül olabilirdi. Beyaz kan hücreleri lökositler olarak adlandırılır. Lökositler kemik iliği tarafından üretilir. Lökositler üretildikten sonra kan ve lenf sistemine geçerler. Lenf sistemi toksinlerin ve atıkların uzaklaştırıldığı sistemdir. Kanımızda her mikrolitre başına ortalama 4.000 ile 11.000 arasında lökosit bulunmaktadır. Lökositler kanda, dokularda ve lenf sisteminde dolaşarak etrafı tıpkı bir bekçi gibi kolaçan ederler. Patojenlerin (hastalık yapıcı etmenler) üzerinde bulunan antijenleri tanırlar. Bu antijenler vücudun kendine ait hücrelerinde bulunmadığı için bağışıklık sistemi yabancı hücreleri kolayca ayırt edebilmektedir. Yabancı istilacıların lökositler

tarafından tespit edilmesinden sonra koruyucu bağışıklık sistemi hemen aktif hale gelir. Bu durum bize lökositlerin kolayca adapte olabilen hücreler olduğunu göstermektedir. Ayrıca farklı lökosit çeşitlerinin bağışıklık sistemimizin parçası olduğunu kanıtlamaktadır. Lökositler bu çeşitliliğe göre lenfosit ve fagositler olarak sınıflandırılırlar. Fagositler, makrofajları ve dendritik hücreleri kan dolaşımına göndererek bağışıklık sistemini aktifleştirir. Bu hücreler yabancı maddeleri yiyerek onları vücuttan atar. Ayrıca ikinci tip hücre olan lenfositlere sinyal gönderirler. Lenfositlerden biri olan T hücreleri enfeksiyon kapmış vücut hücrelerine gider ve onları yok eder. B hücreleri ve yardımcı T hücreleri antijenlerden gelen bilgiye bağlı olarak antikor adı verilen proteinleri üretirler. Her antikor antijene özel olarak üretilmektedir. Böylece istilacılar hızlıca yok edilebilmektedir.

12


Terleme, ateşin çıkması, kızarıklık oluşması bağışıklık sisteminin çoğalmasını zorlaştırır. Kısa ve uzun süreli bağışıklık kazanmamız bu hücrelere bağlıdır.

sistemi hücreleri kendi sağlıklı vücut hücrelerine saldırmaktadır. Bunun altında yatan sebep tam olarak bilinmemekle birlikte MS hastalığı ve tip 1 diyabet otoimmün hastalıklara örnek verilebilir.

Bağışıklık sistemimiz her zaman çok iyi bir şekilde çalışmayabilir. Otoimmün hastalıklarda bağışıklık

Bağışıklık Sistemi Hücreleri Bağışıklık sistemimizin çalışmasını anlatırken bazı bağışıklık sistemi hücrelerimizden bahsetmiştik. Şimdi bu hücreleri başlıklar altında inceleyelim; Beyaz Kan Hücreleri – Lökositler: 1)Fagositler: Etrafını sardıkları patojenleri parçalara ayırıp yiyerek yok ederler. a.Nötrofiller: Bakterilere karşı savaşırlar. b.Monositler: Kan dolaşımda bulunurlar ve aktif değillerdir. Dokulara yerleşip aktif hale geldiklerinde makrofaj adını alırlar. c. Makrofaj: Patojenleri tanırlar, dokulardaki atıkları toplarlar. d. Mast Hücreleri: Yaraların iyileşmesinde görev alır.

2) Lenfositler: Ana görevleri daha önceden vücudun tanıştığı istilacıları tekrar saldırdıklarında tanımak ve uygun antikor üretimini sağlamaktır. a) B lenfositleri: Antikor üretiminden ve T hücrelerinin uyarılmasında görev alırlar. Kemik iliğinde üretilirler. b) T lenfositler: Timüste olgun hale gelir, enfeksiyon kapmış hücrelerin yok edilmesinde görev alır. c) Doğal öldürücü hücreler: Antitümör olarak görev alır.

Bağışıklık Sistemi Yapıları Deri: Derimiz mikroplara karşı koyduğumuz ilk organımızdır. Anti-mikrobiyal proteinler üreterek vücudun içine alınmadan mikropları öldürmeye çalışır.

karşı birincil tepki sistemini oluştururlar.

Kemik İliği: Kök hücrelerin bulunduğu kemik iliği doğuştan gelen bağışıklık sistemi hücrelerini oluşturur. Bunlar; nötrofil, eozinofil, mast hücreleri, makrofaj ve dendritik hücrelerdir ve enfeksiyonlara

Lenf Sistemi: Ektraselüler sıvının taşındığı lenf sistemi bağışıklık sistemi hücrelerinin taşınmasından sorunludur. Ek olarak kan dolaşımı ve dokuların iletişimini sağlamaktadır.

Timüs: Göğüs kafesinin üst kısmında yer alan bu küçük organda T hücreleri olgunlaşmaktadır.

13


Dalak: Bu organ karnın hemen alt kısmında konumlanmıştır. Kan dolaşımından gelen bilgi ışığında bağışıklık hücrelerinin aktif hale gelmesini sağlamaktadır. Kanın filtrelenmesini sağlar.

Mukoza Dokusu: Yapışkan yapısı sayesinde patojenlerin yakalanıp vücut içine geçmesini engeller.

Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlendirilir? Bağışıklık sistemimiz vücudumuzun savunmasını üstlenmiştir bu sebeple olabildiğince güçlü bağışıklık sistemi bizim enfeksiyon kapma riskimizi azaltmaktadır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmenin bazı yollarından bahsedelim. Düzenli egzersiz, taze sebze ve meyve, kilonun korunması, kaliteli uyku, stresi azaltma, kişisel temizlik, sigara kullanmamak bağışıklık sistemimizi arttırabileceğiz birkaç yoldan bazılarıdır.

Bağışıklık sistemi beslenme düzeniyle ilişkilidir. Omega 3 ve 6 yağ asitleri lenfosit ve doğal öldürücü hücrelerin çalışmasını düzenlemektedir ve inflamasyonun azaltılmasında rol alır. Probiyotikler yani yararlı bakteriler makrofajların çalışmasını, immunoglobin ve sitokinin üretimini, doğal öldürücü hücrelerin aktivitesini arttırır. Çinko (DNA ve RNA için gerekli olan enzimlerde), demir (kanın oksijen tutmasında), selenyum (hücre zarının bütünlüğünün korunmasında) bağışıklık

14


sistemi enzimlerinin kofaktörleri olarak görev alırlar. Bu sebeple enzimin aktif hale gelebilmesi için bu elementlerin vücuda alınması gerekir. Antioksidan alımı bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli role sahiptir. Vücutta biriken oksidan maddelerin uzaklaştırılmasında görev alır. Vitaminlerin tüketilmesi de bağışıklık sistemi için oldukça önemlidir. Günlük C vitamini ve D vitamini alımı enzimlerin çalışmasında önemli role sahiptir. Brokoli: C vitamini ve sülforan adı verilen antioksidan içermektedir. Kefir: Probiyotik kaynağıdır, düzenli kullanımı enflamasyonu azaltırken antioksidan görevini de üstlenmektedir.

Zerdeçal: Kurkumin adı verilen molekül antioksidan ve antienflamatuar olarak görev alır. Ispanak: Flanovoid, karetonoid, C ve E vitamini içerir. Bitter çikolata: Teobrobin adı verilen antioksidan içerir. Badem: E vitamini, magnezyum ve manganez içermektedir. Bunun yanı sıra sarımsak, yeşil çay, ay çekirdeği, kırmızı dolmalık biber, portakal, zencefil gibi yiyecek ve baharatların bağışıklık sisteminde olumlu etkileri gözlenmiştir.

Kaynaklar 1) Immune system. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www.betterhealth.vic.gov.au/health/ conditionsandtreatments/immune-system 2) Immune system. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www.betterhealth.vic.gov.au/health/ conditionsandtreatments/immune-system 3) Bağışıklık Sistemi, İmmün Sistem. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://hastane.etu.edu.tr/ bulletin/42-bagisiklik-sistemi-immun-sistem 4) How does the immune system work? - Emma Bryce. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https:// ed.ted.com/lessons/how-does-the-immune-system-work-emma-bryce 5) Overview of the Immune System | NIH: National Institute of Allergy and Infectious Diseases. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www.niaid.nih.gov/research/immune-system-overview 6) Bağışıklık sistemi nasıl güçlenir?. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www.medicalpark.com. tr/bagisiklik-sistemi-nasil-guclenir/hg-2337 7) Doğal Öldürücü Hücreler. (2020). Retrieved 19 April 2020, from http://www.floradergisi.org/ getFileContent.aspx?op=html&ref_id=56&file_name=1997-2-2-138-145.htm&_pk=7fba34f2-c36c-42b9a997-b710b3597412 8) Society, M. (2020). Viruses | What is microbiology?. Retrieved 19 April 2020, from https:// microbiologysociety.org/why-microbiology-matters/what-is-microbiology/viruses.html 9) The Immune System: The Immune Response. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https:// oncologypro.esmo.org/education-library/essentials-for-clinicians/lymphomas/chapter-1-the-immune-system 10) Sheep, D. (2020). Cells of the Immune System | LAB-A-PORTER. Retrieved 19 April 2020, from https://lab-a-porter.com/2019/12/cells-of-the-immune-system/ 11) 16 Immunity-Boosting Foods a Nutritionist Recommends. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www.health.com/food/immunity-boosting-foods 12) An introduction to viruses. (2020). Retrieved 19 April 2020, from https://www. adirondackdailyenterprise.com/opinion/columns/field-and-forest-by-richard-gast/2020/03/an-introductionto viruses/https://www.adirondackdailyenterprise.com/opinion/columns/field-and-forest-by-richardgast/2020/03/an-introduction-to-viruses/

Dilanur Toplak Kimyager (Lisans Öğrencisi) dilanurtoplak@gmail.com

15


TÜRK BİLİM İNSANI KORONAVİRÜSÜ İZOLE ETMEYİ BAŞARDI! Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Viroloji Anabilim Dalı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Aykut Özkul, koronavirüse karşı (Covid-19) serum, aşı ve ilaç üretmenin ilk adımı olan SARS-COV-2 virüsünün izolasyonunu başardıklarını açıkladı.

karşı (Covid-19) serum, aşı ve ilaç üretmenin ilk adımı olan SARS-COV-2 virüsünün izolasyonunu başardıklarını açıkladı.

Koronavirüs dünyanın dört bir yanını etkilemeye devam ederken bilim insanları tarafından virüse karşı çalışmalar gerçekleştiriliyor. Bu konuda bir güzel haber de Ankara’dan geldi. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Viroloji Anabilim Dalı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Aykut Özkul, koronavirüse

Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi, “Son derece önemli ve sevindirici çalışmasından dolayı Sayın Hocamızı ve ekibini kutluyor, teşekkür ediyor, bundan sonraki süreçte başarılar diliyoruz” açıklamasında bulundu.

Türk Veteriner Hekimleri Birliği’nden Prof. Dr. Aykut Özkul için tebrik ve teşekkür mesajı paylaşıldı.

16


HER VİRÜS TEHDİT DEĞİLDİR GENOTERAPİDE AAV VİRÜSÜ Her bakterinin insan sağlığına potansiyel bir tehdit olmadığı ve aksine bir gereksinim olduğu gibi bazı virüslerin de bu bağlamda viral vektörler olarak kullanılması biyoteknolojide son derece önemlidir. Genetik kalıtımın ve hastalıkların biyomolekülü olarak DNA'nın incelikli keşfi, mutant, hasarlı genlerin insan sağlığının iyileştirilmesi için değiştirilebileceği tedavileri ortaya çıkardı. Son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan insan genetik kodlarının sergilenmesi bulgusu belirli hastalık durumlarını işaret edecek gen dizilimlerinin veya mutasyonlarının tanımlanabilmesine olanak sağladı. Anomali tespit edilmiş genin sabit, az veya çok aktif olmasına bakılmaksızın günümüz genoterapisinin geldiği nokta, mutanta müdahale ve değişiklik yapılmasını mümkün kılmış, en iyi durum senaryosunda potansiyel iyileşmeyi sağlamıştır. Özellikle monojenik (tek bir gen dizisinde görülen

mutasyon kaynaklı) hastalıkların tedavisinde 40 yılı aşkın süredir genoterapiye başvurulmaktadır. Bu yazıda Adeno-ilişkili virüsün (AAV), genoterapide DNA'yı hedef hücrelere iletmek üzere tasarlanabilen zarfsız bir virüs oluşu ve özellikle klinik aşamadaki deneysel stratejilerde sahada önemli ölçüde dikkat çekmiş oluşu incelenecektir. Herhangi bir zarar teşkil edecek viral gen içermeyen ve çeşitli terapötik uygulamalar için ilgilenilen DNA dizilerini taşıması sağlanabilen rekombinant AAV partikülleri üretme yeteneğinin, şimdiye kadar gen terapileri için en güvenli stratejilerden biri olduğu kanıtlanmıştır. Bu derleme, AAV 'nin gen terapisi için bir vektör olarak kullanılmasıyla edinilmiş bazı önemli bilgilere genel bir bakış sağlayacaktır. [1] Viral vektörler hücre içine genetik materyal ulaştırmak için moleküler biyologlar tarafından kullanılan araçlardır. Bu uygulamada kullanılan

17


virüsler enfekte edildikleri hücrelerin içine genomlarını en verimli şekilde taşımak için optimize moleküler mekanizmalarla özelleştirilmiştir. Viral vektörler, temel genetik araştırmaları, aşı geliştirmeleri ve gen terapisi uygulamalarında kullanılan araçlar olup bir virüs tarafından genlerin aktarımı transdüksiyon olarak, bu yolla enfekte

olmuş hücrelerin de transdüklenmiş olarak adlandırıldığı söylenebilir. Moleküler biyologlar bu mekanizmayı ilk defa 1970'lerde kontrol altına almayı becermiştir. Paul Berg, bakteriyofaj lambda DNA'sı içeren değiştirilmiş bir SV40 virüsü kullanarak kültürlenmiş maymun böbrek hücrelerini enfekte etmiştir.

Şekil 1: Rekombinant viral vektörlerin hazırlanması prensibini gösteren bir diyagram. Viral vektörler kendi spesifik uygulamaları için tasarlanmış olurlar ama genelde bazı esas ortak özelliklere sahiptirler, bunlar güvenlik, düşük toksisite, stabilite, hücre tipi spesifisitesidir. Ayrıca viral vektör tipleri Retrovirüs, Lentivirüs, Adenovirüs ve Adeno-ilişkili virüsler (AAV) olarak incelenir. Adeno-ilişkili virüs (AAV) insan ve bazı primat

türlerini enfekte edebilen oldukça küçük bir virüstür. AAV'nin bir hastalığa neden olduğuna dair bir bilgi yoktur ve dolayısıyla çok yadsınabilir bir immün tepkiye neden olur. AAV hem bölünebilen hem de bölünmeyen hücreleri enfekte edebilir ve genomunu konak hücre içine entegre edebilir. Bu özellikler AAV'yi gen terapisinde kullanılacak viral vektör üretimi için cazip bir aday kılmaktadır. [2][3]

18


Şekil 2: Adeno-ilişkili virüs (AAV) vektörünün hücreye girişi. AAV vektörü hücreye endositoz ile reseptör aracılı bir şekilde, klatrin kaplı çukurlardan girer. Endositozdan sonra, AAV vektörü endozomdan kaçmalı, çekirdeğe nükleer gözenek kompleksi içinden girmeli ve transgeni düzenlemelidir. Adeno-ilişkili virüs (AAV), genoterapi uygulamalarında çok spesifik bir işlevsellik için üzerinde çalışılabilen çok yönlü bir viral vektör teknolojisidir. Suni nanoparçacıkların yani nükleikasit kodlarının kapsüllenerek bozunmaya karşı korunaklı ve sözkonusu hücre zarından geçmek gibi uygun kimyasal formülasyona getirilmesi preklinik ve klinik başarı aşamalarını tamamlamıştır, etkili ve güvenli oluşu eşsiz biyokimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle

çok sayıda hastalıkta çeşitli tedavi uygulamalarında kullanılabilir durumdadır. Bugüne kadar AAV'nin klinik tedavi ortamlarında güvenli ve etkili olduğu gösterilmiş olup eşsiz biyokimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle çok sayıda hastalıkta, çok çeşitli tedavi uygulamalarında kullanılabilirliği görülmüştür. [1]

Şekil 3 : Luxturna, Spark Therapeutics tarafından geliştirilen belirli bir gendeki mutasyonların neden olduğu hastalığı hedeflemek için FDA tarafından ABD'de onaylanan ilk gen terapisidir.

19


KÖRLÜĞÜN TEDAVİSİ AAV-VİRÜSLERDE SAKLI HARVARD’DA GELİŞEN LUXTURNA FDA (Food and Drug Administration), kalıtsal bir genetik hastalığı hedeflemek için ABD'de ilk doğrudan uygulanan gen terapisini onayladı. Luxturna, görme kaybına yol açan ve bazı hastalarda tam körlüğe neden olabilen teyit edilmiş biallelic RPE65 mutasyonu ile ilişkili retinal distrofisi olan hastaların tedavisi için onaylanmış genoterapi ilacıdır. İlgili hastalıkta, RPE65 genindeki bir mutasyon nedeniyle normal göz gelişimi için gerekli bir enzim eksiktir ve ilgili gende sonradan gelişen bir mutasyon olması durumunda da görsel döngüyü bloke eder. Luxturna, fonksiyonel bir RPE65 genini doğrudan gözün retinasına iletmek için modifiye edilmiş bir AAV virüsü kullanır. Luxturna ile tedavi, her bir gözde ayrı günlerde, cerrahi prosedürlerle en az altı gün olmak üzere, subretinal enjeksiyon yoluyla uygulanır ve uzun vadede bir genetik restorasyon için çalışır. [4] [5]

Luxturna'nın güvenliği ve etkinliğinin klinik test programında, 4-44 yaşları arasında toplam 41 hasta ile çalışılmış, tüm katılımcıların biallelic RPE65 mutasyonlarını gösterdiği önce doğrulamıştır. Ve Luxturna'nın etkinliğinin ilk kanıtı, bir deneğin çeşitli ışık seviyelerinde gerçekleştirilen engeller parkurunda gezinme kabiliyetinde, bir yıl zarfında taban seviyeden artan ve tamamlanan başarısı olmuştur. Luxturna alan kontrol hasta grubunun, almayan hastalara kıyasla düşük ışık seviyelerinde, parkur tamamlama yeteneklerinde önemli fark belirlenmiştir. [4] [5] FDA komite üyesi Scott Gottlieb, “Bugünün Luxturna’ya onayı gen terapisi alanında bir ilk hem tedavinin çalışma şekli bakımından hem de kanser tedavisinin de ötesinde görme kaybı gibi temel ve kalıtılan bir sorunla baş etmesi bakımından, ayrıca bu atılım çeşitli zorlu hastalıkların tedavisine de genoterapi ile yaklaşım potansiyelini güçlendiriyor. Gen terapisinin, en yıkıcı ve tedavi edilemez hastalıklarımızın çoğunun tedavi süreçlerinde ve belki de tamamıyla iyileştirilmesinde bir dayanak haline geleceğine inanıyorum.” dedi. [5]

Kaynaklar [1] Naso MF, Tomkowicz B, Perry WL, Strohl WR (2017). Adeno-Associated Virus (AAV) as a Vector for Gene Therapy, National Center for Biotechnology Information. From: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/ articles/PMC5548848/ [2] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK19423/ National Center for Biotechnology Information [3] https://en.wikipedia.org/wiki/Viral_vector [4] http://sitn.hms.harvard.edu/flash/2018/viruses-not-all-are-bad-for-you/ [5] https://www.fda.gov/news-events/press-announcements/fda-approves-novel-gene-therapy-treatpatients-rare-form-inherited-vision-loss (U.S. Food and Drug Administration)

Elif Berfin Kavak Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) elifkavak99@gmail.com

20


TÜRKİYE’DE CORONA VİRÜSÜ KALICI OLARAK TEMİZLEYEN ENDÜSTRİYEL ÜRÜN GELİŞTİRİLDİ Türkiye’de sıcak su ve nano gümüş teknolojisi kullanılması yöntemiyle koronavirüsün yok olmasını sağlayan endüstriyel dezenfeksiyon cihazı üretildi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde bir süre önce kurulan, kimi sanayi firmalarıyla birlikte bilimsel çalışmalar yapılan ve yeni ürünler üretilen Teknokent’te, bütün dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadele için, özellikle kamu kuruluşları ve toplu alanlarda kullanıma uygun endüstriyel bir dezenfeksiyon cihazı geliştirildi. Teknokent Genel Müdürü Orhan Çömlek, cihazla ilgili açıklamalarda bulundu.

Plazma Tekniğiyle Enerji Elde Ediliyor Üreticim sürecini anlatan Çömlek, Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde bir süre önce kurulan Teknokent’te 26 adet firmayla Ar-Ge çalışmaları yaptıklarını ve bazı ürünler ürettiklerini belirterek, “Özellikle kitlerde Türkiye’nin başarılı firmaları, bizim Teknokent’imizde yer almış durumdalar. Sağlık bilimleri üzerine yazılım yapan firmalarımız da var. Bu firmalarımızdan biri de, aslında enerji alanında çalışmalar yapan Berkin Enerji adlı firma. Plazma tekniğiyle hidrojenleri sudan ayırıp, hidrojeni yakıp enerji elde ediyorlar. Ve yüksek tonajlı buharları

da sanayiye, endüstriye satıyorlar. Bu firma aynı zamanda Güney Kore’den de bir yatırım aldı.” dedi. Buhar elde eden firmanın hidrojeni plazma tekniğiyle ayrıştırıp yakarak doğa dostu bir enerji temin ettiğini ve onlarla bir araya gelerek, “büyük devasa sistemleri, daha ev tipine ya da endüstriyel sanayinin temizlikte kullanabileceği bir tipe dönüştürebilme” çalışması yaptıklarını kaydeden Çömlek, şöyle konuştu: “Bu çalışmaları yaparken, malum Kovid-19 virüsü (koronavirüs) ortaya çıktı. Onunla alakalı, bizim uzman hocalarımız, ‘ısıyla bu virüslerin yok edileceğini, buradaki ısı belli bir dereceye getirilebilirse bu virüslerin yok edebileceğini’ söyledi. Ve arkadaşlar da çalışmalarını başlatıp bu cihazı geliştirdiler. Üç günde ortaya çıkardıkları bir prototip cihaz oldu. Bundan sonra çok fazla talep almaya başladık. bu taleplere göre cihazın yeni uygulama versiyonlarını ortaya çıkaracaklar.”

Yüzeylerde Aylarca Koruma Sağlayacak Bir Ürün Araştırdık Cihazın seri üretiminin başladığını ve kendi aralarında amatör bir tanıtım videosu çektiklerini anlatan Çömlek, videonun çok hızlı bir şekilde dağıldığını,

21


belediyelerden, hastanelerden, kamu kuruluşlarından aramalar geldiğini ve kıramadıkları bu yerlere bu prototipin benzerlerinden verdiklerini kaydetti. Orhan Çömlek, çok basit bir sistemle çalışan cihazın şu anda bazı hastane ve kuruluşlarda çalıştırıldığını belirterek, cihazla ilgili de, şu bilgileri paylaştı: “Cihaz suyu, 12 bar atmosfer ve 200 derece bir ısıya çıkarıyor. Nozul üzerinden fışkıran ve karşı duvara vuran ısı 63 derece oluyor. Bu 63 derece ısıda aslında virüslerin yaşamaması bekleniyor. Tabii biz sadece ısıyla bir dezenfektasyon yapmayı hedeflemedik. Yine uzman hocalarla bir araya geldik. Farklı kimyasallar tavsiye edenler oldu. ‘Biraz daha doğa dostu, gıdaların üzerine sıçradığında, insanların üzerine de geldiğinde, kullandığında sağlığı etkilemeyecek ne olabilir’ düşüncesi ortaya geldi. ‘(Kolloidal gümüş) diye bilinen nano gümüş iyonlarının polarizasyonu yöntemiyle bir dezenfektan yapılırsa bunun, sprey ettiğiniz yüzeye göre aylarca koruma sağlayacağını’ ifade ettiler. Araştırdık, baktık, makaleleri inceledik, Dünya Sağlık Örgütünde yapılan çalışmalar, Türkiye’de literatürde yapılan çalışmalar, yapılan yayınlara baktığımızda gerçekten de son derece güvenilir bir ürün olduğunu keşfettik. Ve şu an aslında iki tip dezenfeksiyon yapıyoruz. Bir tanesi ısıyla yapılan anlık dezenfeksiyon, bir diğeri de koruma amaçlı nano gümüş iyonlarını serpiştirerek yapmış olduğumuz dezenfeksiyon.”

Direkt Virüsleri Öldürme Amaçlı Tasarlanan Bir Ürün Bu ürünün diğer ürünlerden farkını da anlatan ve piyasadaki ürünlerin aslında ilaçlama firmalarının kullandığı ürünler olduğuna dikkati çeken Çömlek, ürettikleri ürünün ise ilaçlama amaçlı bir ürün değil, aslında direkt virüsleri öldürme amaçlı tasarlanmış bir ürün olduğunu dile getirdi. Ürünün daha ileriki versiyonlarının “N95” maskeleri olduğunu ve bu maskelerle ilgili de şu an Amerika’daki FDA’nın yeni bir onay verdiğini anlatan Çömlek, sözlerini şöyle sürdürdü: “FDA, N95 maskelerinin yeniden kullanımı için dezenfeksiyonla alakalı bir firmaya onay verdi ve onlar da bunu yapıyorlar. 65 derece ısıda maskeleri hastanelerden topluyorlar, onları 2,5 saat hidrojen peroksite maruz bırakıp çıkarıyorlar ve tekrar hastanelere geri veriyorlar. Bu N95 maskelerin filtreleri dahil her tarafı dezenfekte ediliyor. Bu

firmayla şimdi bir sonraki projemiz o. Çok yakında onu da Türkiye’de kullanıma açmış olacağız.”

Dünyada Tek ve Bunu Yapan Başka Bir Cihaz Yok Çömlek, şöyle devam etti: “Kendi yaktığı hidrojeni ve plazma teknolojisi aynı zamanda patentli teknolojisi bu firmanın. Dünyada tek ve bunu yapan herhangi bir cihaz yok. Firma, bu teknolojiyi kullanarak 12 bar basınca ve 200 derece ısıya çıkıyor. Diğer teknoloji de herkesçe bilinen ama çok yüklü miktarda üretilip satışa geçemeyen ‘kolloidal’ gümüş, nano gümüş dediğimiz malzemenin üretilmesi. Firma kendi reaktörlerinde üretebiliyor bunu. Tonajlı üretebildiği için, muhtemelen cihazla nano gümüşü de birlikte isteyen kamu kuruluşlarına, isteyen özel sektöre veriyor olacağız.” Çömlek, ürünün evlerde de kullanılmasını istediklerini ancak şu anda Türkiye’de toplulukların gittiği cami, okul, restoranların kapalı olması nedeniyle kamu kurumlarına çok limitli satışlar yapılabildiğini aktaran Çömlek, birinci önceliklerinin kamu kurumları, halkın daha fazla gittiği okullar, üniversiteler, sağlık merkezleri, hastaneler ve toplu taşıma araçları olduğuna işaret etti. Çömlek, “Türkiye’de çok önemli bir beyaz eşya üreticisi bir girişimcimizle, sanayicimizle de bir araya geldik. Bu ürünü gösterip, ‘bunun ev tipini birlikte yapabilir miyiz’ dedik. O da, ‘seve seve bunu yapabileceğini’ söyledi. Onun da şu an ArGe çalışmaları, tasarım çalışmaları başladı.” değerlendirmesini yaptı.

2-3 Gün İçinde Satışlar Başlayacaktır Aslında cihazı bedavaya kamu kurumlarına vermeyi ve cihazın solüsyonlarını satmayı amaçladıklarını belirten Çömlek, “Gelen siparişlerin miktarına göre pazarlama stratejisi belirlenecektir. Muhtemelen de 2-3 gün içinde satışlar başlayacaktır.” bilgisini paylaştı.

Uzmanlar, ’63 Derece Su Virüsü Ortadan Kaldırır’ Dediler Dünyada virüslerle ilgili çok farklı ürünler, farklı

22


uygulama ve farklı kimyasallar bulunduğuna dikkati çeken Çömlek, sözlerini şöyle tamamladı: “Arzumuz, çok hızlı bir şekilde büyük alanları dezenfekte edecek ve çok ucuz olacak bir ürün geliştirmekti. Yani en ucuz şey de su. Sıcak suyla virüsleri yok edebilmek için uzmanlarla görüştük. 63 derece nozuldan bir sıcaklık verdiğimizi duyunca bunun virüsü ortadan kaldıracağını söylediler. Ama şu gündeme geldi; ‘Kalıcılığı nasıl sağlayacağız?

Her gün bu yüzeyleri buharla temizleyecek miyiz?’ O zaman da kolloidal gümüşün bu işi çözeceğini düşündük. Hocalarla da iletişime geçtik. Onlar da nano gümüşün yüzeylerde kalacağını ifade ettiler. Firmanın kendi reaktörleri de nano gümüşün tonları mertebesinde üretmeye müsait olduğu için firma, ‘bunu kolaylıkla yapabileceğini ve çok ucuza mal edebileceğini’ söyledi. En ucuz, en etkin ve en verimli çözümü bulmuş vaziyetteyiz diye düşünüyoruz.”

23


METAL KANSERİ Korozyon, metallerin elektrokimyasal ve kimyasal reaksiyon sonucu uğradıkları hasar olarak tanımlanabilir. Halk arasında metal kanseri olarak bilinir. Korozyon bir enerji farkından kaynaklanır. Tam olarak korozyonu oluşmaya iten güç ise doğadaki hallerine dönme isteğidir. Bu durumu engellemek için kesin bir çözüm yoktur. Ancak belirli bir seviyede kontrol altına alınması mümkündür. Her ne kadar yeterince bu konu üstünde durulmasa da önemli kayıplara sebep olan bir olaydır. Korozyon aslında sadece maddi anlamda kayıplar yaşatmamaktadır. Duruma farklı açılardan bakıldığında korozyona uğramış parça, ürünün kirliliğine, ürünün kaybedilmesine sebep olabilir. Ayrıca eğer değişimi gerektiren bir durum söz konusu ise üretimin durmasına yol açabilir. Metallerin korozyona uğrayarak kullanılamaz hale gelmesi mevcut bulunan metal rezervlerinin kullanılmasına ve bu sırada oluşacak çevre tahribatına yol açacaktır.

Genel olarak bütün metaller korozyona uğrar ancak noble metaller adı verilen doğada saf halde bulunabilen metaller daha az reaktiftirler ve korozyona dirençlidirler. Bu metaller;4 • Rutenyum • Rodyum • Palladyum • Gümüş • Osmiyum • İridyum • Platin • Altın

Güvenlik açısından bakıldığında tehlikeli boyutlara ulaşıp mal kaybı daha da önemlisi can kaybına yol açabilmektedir. Geçmişte kayıt altına alınmış korozyonun sebep olduğu kazalar mevcuttur.

24


Resim2: Noble metallerin periyodik tabloda gösterimi Birçok korozyon çeşidi vardır. Bunlar maddeler halinde yazılacak olursa; • Üniform Korozyon • Galvanik Korozyon • Çatlak Korozyonu • Filiform Korozyon • Çukur Korozyonu • Tanelerarası Korozyon

• Seçimli Korozyon • Erozyonlu Korozyon • Aşınmalı Korozyon • Stres Korozyon • Yorulmalı Korozyon • Mikrobiyolojik Korozyon • Yüksek Sıcaklık Korozyonu

KOROZYONUN ÇEVREYE GÖRE SINIFLANDIRILMASI Atmosferik Korozyon Çevremizde binalar otomobiller köprüler ve birçok yerde atmosferik korozyonun etkileri göze çarpar. Diğer çevresel korozyon türleri ile karşılaştırıldığında maddi ve kaybedilen malzeme bakımından daha

büyük bir pay kaplamaktadır. Atmosfer korozyonuna etki eden faktörler nem, sıcaklık, rüzgar hızı, yağış miktarı, kirleticiler olarak sıralanmaktadır.

Resim3: Atmosferik korozyon örneği

25


Su Altında Korozyon

2) Deniz Suyu İçinde Korozyon

Endüstride kullanılmış olan ekipmanlar suya maruz kalarak etkilenirler ve korozyon kaçınılmaz olur. Su altı korozyonunu incelenirken 2 başlık altında incelenmektedir.

Deniz suyu içinde korozyona etki eden faktörler arasında ph, çözünmüş oksijen konsantrasyonu, çözünmüş tuz konsantrasyonu, denilen deniz içinde yaşayan bitki ve hayvanların metal yüzeyindeki kabuğa yapışıp ilk önce korozyon hızını azaltmaları daha sonra metal üzerinde çürüyüp asidik bir ortam oluşturarak korozyon hızının artmasına sebep olan fouling etkisi, hızın etkisi diye bahsedildiğinde ise suyun veya ekipmanın hızının etkilemesi olarak sıralanabilir.

1) Tatlı Su İçinde Korozyon Çözünmüş oksijen konsantrasyonun, iletkenliğin fazla olması korozyonu hızlandırır, pH, sertlik, içerisinde bulunan bikarbonat ve klorür iyonlarının konsantrasyonları gibi faktörler belirli şartlarla birlikte korozyona etki etmektedir.

Resim4: Deniz suyu içinde korozyona uğramış gemi çapası

Zemin İçinde Korozyon Doğalgaz petrol hatları, köprü bina gibi yapıların çelik kazıkları, yeraltı akaryakıt tankları gibi metal yapılar zemin içinde bulunmaktadır. Ve bu metallerin korozyona uğramasına etki eden faktörler toprak

yapısı ve rutubeti, oksijen konsantrasyonu, redoks potansiyeli, pH değeri, zemin rezistivitesi ve mikroorganizmalar olarak sıralanmaktadır.

26


İlk önce korozyonun önemi kavranmalı ve ekipmanın kullanılacağı ortama göre uygun metal seçilmelidir. Aynı zaman da aralarındaki potansiyel farkı çok olan malzemelerin bir arada kullanılması korozyonu hızlandıran bir etken olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

İstenmeyen reaksiyonların oluşmaması için eğer mümkün ise suya maruz kalmaması için gerekli önlemler alınarak su ile teması olabildiğince en aza indirgenmeli.

Resim5: Korozyon örneği Katodik koruma yöntemi ile galvanik korozyon göz önüne alındığında istenmeyen anodik bölgenin katodik bölgeye çevrimi ile uygulanmaktadır.

Kaplama ise boya gibi metalin etrafını tamamen kaplayarak en iyi çözümü sunan bir yöntem olarak korozyona sebep olan etkenlerin direkt metal ile temasını engeller.

PASLANMAZ ÇELİK NEDEN PASLANMAZ? Paslanmaz çelikler içinde karbon, silisyum, nikel kükürt kobalt kalay kurşun bakır vb maddeler bulunur. Ancak paslanmamasını sağlayan asıl madde en az %10.5 oranında bulunan kromdur. Maddenin yüzeyinde oksitlenmesi sonucu Cr2O3 oluşur. Ve bu parlak olan tabaka bir kaplayıcı gibi metali kaplar ve havanın metale ulaşmasına engel olarak paslanmayı da engellemiş olur. Kaynaklar [1] https://www.intechopen.com/books/environmental-and-industrial-corrosion-practical-and-theoreticalaspects/corrosion-control-in-industry [2] http://www.materials.unsw.edu.au/tutorials/online-tutorials/1-what-corrosion [3]https://www.intechopen.com/books/corrosion-inhibitors/corrosion-inhibitors [4] https://www.twi-global.com/technical-knowledge/faqs/what-is-corrosion [5]https://www.thoughtco.com/what-is-corrosion-2339700 [6]https://www.thoughtco.com/list-of-noble-metals-608442 [7]https://eoncoat.com/corrosion-101-what-is-corrosion/

27


[8]http://acikerisim.pau.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11499/1361/Muhammet%20Ali%20Kaftan. pdf?sequence=1&isAllowed=y [9]http://www2.mtec.or.th/th/research/famd/corro/atmospheric.htm [10]http://web.hitit.edu.tr/dosyalar/duyurular/abdurrahmanasan@hititedutr231220166Q3C5L6O.pdf [11]https://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi179/d179_3540.pdf [12]http://www.burkut.com.tr/makale/korozyon.pdf [13]http://www.kmo.org.tr/resimler/ekler/f51288c412df764_ek.pdf [14 ]http://simgeirizalp.cbu.edu.tr/muhmlzB/bolum9.pdf

Emine Baydere Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) eminebaydere99@gmail.com

28


ABDİ İBRAHİM VİRÜS İLACI ÜRETİMİNE BAŞLADI

Türk ilaç firması Abdi İbrahim, Kovid-19 tedavisinde önerilen ilacının üretimine başlandığını duyurdu. Türk ilaç firması Abdi İbrahim, yapılan araştırmalarda korona virüse karşı olumlu netice verebildiği gözlemlenen bir ilacın ilk parti üretimini gerçekleştirerek Sağlık Bakanlığı’na teslim ettiğini duyurdu.

“Abdi İbrahim olarak, iyileştirme misyonumuz doğrultusunda, sorumluluklarımızın bilinciyle hareket ediyoruz. Ülkemizin maruz kaldığı virüs tehdidinin en kısa sürede sonlanması için tüm imkanlarımızı devreye soktuk. Değerini, ülkesine ve ülke insanlarına yaptığı katkılarla ölçen bir şirket olarak, dünyanın ve ülkemizin bu zorlu süreci en kısa zamanda ve az kayıpla atlatması en büyük temennimiz.”

Abdi İbrahim’den yapılan açıklamaya göre, şirket İstanbul Esenyurt’ta bulunan tesislerinde nisan ayı içinde üreteceği 1 milyon 600 bin tablet ile bu ilacın yıl sonuna kadar yapılacak tüm üretimini de bakanlığa bağışlayacak. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, Kovid-19’un tedavi protokolünde yer alan ilacın hâli hazırda Türkiye’deki tek yerli üreticisi olarak, tüm dünyada çok yüksek talep artışı ile karşı karşıya olan hammaddeyi Dışişleri Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığının sahada kendilerine verdiği destek ile derhal tedarik ederek ilk parti üretimini gerçekleştirdiklerini ve Sağlık Bakanlığına teslim ettiklerini ifade etti. Barut, Sağlık Bakanlığı tedavi protokolünde birincil tedavi önerileri içinde yer alan ilacın, diğer tedavilerle birlikte virüsle mücadelede güçlü bir katkı sunmasını beklediklerini belirterek, şunları kaydetti:

29


YAPISAL RENKLENDİRME Doğayı, Dünyayı, manzaraları bizlerin gözünde güzel kılan renkler sayesinde gün batımının keyfine varıp, güzel renkli çiçek bahçelerinde dolaşmanın huzuruna varabiliyoruz. Ya da bazı renkler bize kendimizi iyi hissettirirken bazısı acıktırabiliyor. Trafik lambalarından doğal güzelliklere kadar pek çok alanda renklerle iç içeyiz. Peki renk nedir nasıl oluşur? Nasıl farklı renkleri gözlerimiz algılar? Bu yazımızda sizlere bu ve benzeri soruların yanıtlarını sunacağım.

Renk Nedir ve Nasıl Ortaya Çıktı? İngiliz fizikçi Isaac Newton 1670′de güneş ışığını elmas bir prizmadan geçirerek, renkleri ayırmayı başarmıştır. Bir odayı kararttıktan sonra güneş ışığının ince bir delikten odaya girmesini sağlamış, bu ışığın önüne bir prizma koyarak ışığı farklı renklere yukarıdan aşağıya doğru ayırmıştır.

Resim 1: Beyaz ışığın prizmadan geçişiyle elde edilen renkler Bir beyaz ışık prizmadan geçirildiğinde, prizmadan çeşitlilik gösterir ki bunlar renk olarak tanımlanır. çıkan ışık farklı dalga boylarında bir renk yelpazesi Tüm dalga boyları birden aynı anda gözümüze oluşturur. Renk, ışığın gözün retinasına değişik ulaşırsa cismi beyaz, hiç ışık ulaşmazsa cismi siyah biçimde ulaşması ile meydana gelen bir algı olarak algılarız. İnsan gözü 380 nm ile 780 nm şeklidir. Bu algılama şekli, ışığın maddeler üzerine arasındaki dalgaboylarını algılayabilir, bu yüzden çarpması ve kısmen soğurulup kısmen yansıması elektromanyetik spektrumun bu bölümüne görünür ya da tamamen soğurulup yansıması nedeniyle bölge (Visible region) denir.

Resim 2: .Görünür Bölgede bulunan renklerin dalga boyu, Frekansı ve Foton Enerjisi

30


Elektron bir yörüngeden diğerine geçtiğinde farklı miktarda enerji alır ya da enerji verir. Bir fotonun enerjisi ışığın dalga boyuna dolayısıyla rengine bağlı olduğundan; her atom sadece belli renkleri soğurur ya da yansıtır. Her atomun soğurduğu ve yansıttığı renkler farklıdır. Bunu güncel olarak spektroskopi tekniğinde atomların cinslerini belirlerken kullanıyoruz. Kırmızı en uzun dalga boyuna mavi ve mor en kısa dalga boyuna karşılık gelir. Bu sıralama aynı zamanda enerji sıralamasını gösterir. Mavi en enerjisi en yüksek, kırmızı ise enerjisi en düşük olan renktir. Bütün renklerin belirli oranda karışımı beyaz rengi verir. Gözümüze kırmızı görünen cisim,

görünen spektrumdaki kırmızın dışındaki bütün dalga boylarını soğurmaktadır. Herhangi bir cismi yansıtmayan cisim ise siyah olarak görülür. Bu kadar fizik bilgisinden sonra yapısal renklendirme kavramının tanımını anlamak çok daha kolay olacaktır. Duvarınızı renklendirirken ya da ahşap boyama yaparken pigment ve boyalardan faydalanırız. Bu boyalar ve pigmentler ileri kimya bilgisi ile üretilebilen renklerdir. Bir diğer yandan doğaya baktığınızda çiçeklerin, kelebeklerin, böceklerin ve birçok farklı canlı ya da doğal malzemenin sahip olduğu canlı, yanar döner renkler kimyasal işlemler sonucu ortaya çıkmaz. Bu renklenme tamamen fizikseldir.

Resim 3: Yapısal renk için bazı örnekler Tavus kuşlarının kuyruklarındaki mavi ve böceklerin kabuklarındaki altın sarısı, Morfo kelebeğinin ve arı kuşlarının rengi yapısal renklere en güzel örneklerdendir. Bu renklerin oluşmasını sağlayan şey ışığın yansıdığı yüzeylerin fiziksel yapısıdır. Nanometre ölçeğindeki bu yapıların büyüklükleri görünür ışığın dalga boyuna yakın olduğu için ışıkla etkileşirler. Yüzeydeki yapıların büyüklüğü ve morfolojisi değiştikçe ortaya çıkan renkler de

değişir. Bu da yapıya yanar dönerlik katar. Yapısal renkler çiçek yapraklarında da görülebilir. Yaprağın iç kısmındaki hücreler büyürken yaprakların yüzeyinde buruşukluklar ortaya çıkar. Buruşukluklar arasındaki mesafeye bağlı olarak ortaya çıkan renk değişir. Bu örneklerden de anlaşılabileceği üzere yapısal renkler yüzeylerin fiziksel özelliklerine göre değişiklik gösterir.

Resim 4: Pollia Meyvesi Yapısal renklendirme ise son yıllarda bilim dünyasında çalışılmaya başlanan yenilikçi bir konu olma özelliğini taşır. Doğadan ilham alınarak oluşturulan kolorimetrik basınç sensörleri bu çalışmalara güzel bir örnektir. Yüzey morfolojisi değiştirilerek fiziksel anlamda farklı renkler elde edilmeye çalışılmaktadır. Genellikle silika

küresel taneleri kullanılarak üst üste ince filmler oluşturularak basınç uygulama, çekme gibi hareketlerle malzemeler yapısal olarak renklendirilebilmektedir.

31


Resim 5: Çekmeye mağruz bırakıldığında turuncudan maviye dönen ve çekme işlemi durduğunda tekrar eski rengine dönen kolormetrik basınç sensörü örneği. Sonuç olarak bu yazının sonunda bilimin ilham kaynağının yine doğa olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Hayatı yaşarken etrafımıza biraz daha sorgulayıcı gözlerle bakmamız sonucunda

tıpkı yukarıda bahsetmiş olduğum basınç sensörü gibi savunma alanından havacılığa kadar pek çok farklı alanda kullanılabilecek icatlar ortaya çıkarılabilmektedir.

Kaynaklar 1) Kinoshita, S., Structural colors in the realm of nature. World Scientific: 2008 2) Topçu, G.; Güner, T.; Demir, M. M., Non-iridescent structural colors from uniform-sized SiO2 colloids. Photonics and Nanostructures-Fundamentals and Applications 2018, 29, 22-29. 3) Parker, A. R., 515 million years of structural colour. Journal of Optics A: Pure and Applied Optics 2000, 2 (6), R15. 4) Sun, J.; Bhushan, B.; Tong, J., Structural coloration in nature. Rsc Advances 2013, 3 (35), 1486214889. 5) https://tr.qwe.wiki/wiki/Structural_coloration

Rabia Önen Kimyager (Yüksek Lisans Öğrencisi) onenrabia06@gmail.com

32


TÜRK BİLİM İNSANLARI KORONAVİRÜSÜN KODUNU ÇÖZDÜ Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç, yeni tip koronavirüsün izole edildiğini söyleyerek hastadan alınan virüsün parmak izinin çıkarıldığını ifade etti. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığınca yeni tip koronavirüsünün (Kovid-19) izolasyonu gerçekleştirdi. Bir hastadan numune alınıp virüsün tüm genom dizilimi ortaya çıkarıldı. Prof. Dr. Selçuk Kılıç, “Bu, virüsün parmak izidir. Bu araştırmalar için çok değerlidir.” dedi. Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç, Bakanlık bünyesinde hizmet veren bu laboratuvarların hem teknik donanım açısından üstün teknolojiye sahip olduğunu hem de alanda donanımlı sağlık profesyonellerinin görev yaptığını söyledi. Mikrobiyoloji referans laboratuvarlarının biyogüvenlik düzeyinin 3 seviyesinde olduğunu

belirten Kılıç, dünya genelinde yeni koronavirüs nedeniyle çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiğini anımsattı. Kılıç, İspanyol gribinden sonra söz konusu Kovid-19’un, bulaşıcılık seviyesi açısından dünyanın gördüğü en büyük salgın olduğunu vurguladı. Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda bilim insanının virüsün yapısının belirlenmesi ve buna göre ilaç ve aşı çalışmalarının hız kazanması için çalışmalar yürüttüğünü anlatan Kılıç, “Ekibimizle birlikte ocak ayının ilk haftasında başladık ve ilk olarak tanı kitlerini geliştirdik. İkinci olarak Türkiye’de vakaların görülmeye başlamasıyla birlikte virüsün izolasyonu üzerine yoğunlaştık.” bilgisini verdi.

39 Virüs Elde Edildi İzolasyonun, virüsün yapısının tanınması açısından anahtar rolünü üstlendiğini dile getiren Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Salgın esnasında klinik numunelerden virüs

33


izolasyonu çalışmaları başlatıldı. Yaklaşık bir ay öncesinde başlanılan çalışma sonucunda ilk aşamada 18 SARS-COV-2 virüs olmak üzere şu an 39 virüs elde edildi. Virüs izolasyonu aşı, anti-serum, ilaç ve vücut dışı tanı kitlerinin geliştirilmesi için antijen sağlayacak. Erciyes ve Ankara Üniversitelerinden hocalarımız da bu konuda çok önemli çalışmalar yaparak virüsün izolasyonunu sağladılar. Bu çalışmalar çok önemli. Biz de Mikrobiyoloji ve Referans Laboratuvarı Daire Başkanlığı olarak bundan sonrada farklı üniversitelerdeki değerli meslektaşlarımızın yürüttüğü çalışmaları gönülden destekliyor olacağız.” “Ekibimizle biz virüsü izole ettik ve sonrasında tanımlamaları gerçekleştirildi.” diyen Kılıç, ayrıca bir hastadan numune aldıklarını ve virüsün tüm genom dizilimini çıkardıklarını vurguladı. Bu genom dizilimini, yurt dışında bu verilerin toplandığı özel bir siteye yükledik.” diye konuştu. Türkiye’de izole edilen virüsün incelenmesi sonucunda bunun Güney Kore, Tayvan ve Kanada’daki virüslerle benzerlik gösterdiğinin tespit edildiğini aktaran Kılıç, “Bundan sonraki süreç aşı çalışmaları için önem taşıyor.” ifadelerini kullandı.

Tüm Genom Dizilimi Çalışmaları Başlatıldı Yeni nesil dizileme ile virüsün parmak izinin çıkartılması çalışmalarının da sürdüğünü aktaran Kılıç, şunları kaydetti: “Asya ve Avrupa’daki klinik tablo farklılığı, bilim insanlarınca virüsün mutasyon geçirdiği yönünde yorumlandı. Bu amaçla, pozitif olgulardan Ulusal Moleküler Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarı’nda tüm genom dizilimi çalışmalarını başlattık. Bu kapsamda ilk veri analiz edildi. Genetik kodu çıkarılmış olan virüs incelenerek, herhangi bir değişiklik olup olmadığına bakıldı ve sonrasında da mutasyona uğrayıp uğramadığını araştırıyoruz. Bu da tedavi planlamasında hayati öneme sahip bir durumdur. Aşı çalışmaları için virüsün epitel hücrelerine tutulmasına bir protein söz konusu. Ayrıca Türkiye’de bir ilk olarak virüsün hücreye bağlanmasını sağlayan yapıyı belirledik. Bu proteinin hücre içine girmesini sağlayan virüsün yüzeyinde bulunan spike protenlerinde r-kombinat olarak elde ettik.”

Kılıç, TÜBİTAK tarafından oluşturulan Koronavirüs Aşısı Geliştirme Platformu’nun da bu izolasyona ihtiyacı olduğunu belirterek, “Biz de bunu sağladık ve aşı geliştirmek isteyenlere bunu teslim edeceğiz. Ardından aşı için birlikte çalışmalar yapacağız.” bilgisini paylaştı.

34


21. YÜZYILIN ANAHTARI PROTEOMİKS Biyolojik alanlarda yapılan araştırmalarda son yıllarda yaklaşımlar değişmektedir. Bugüne kadar genom üzerine büyük gelişmeler yaşanmış ve bu

araştırmaların sonucunda proteinlerin önemli bir rolü olduğu belirlenmiştir.

Proteinler, amino asitlerden oluşan bir polimerdir. Çok karmaşık bir yapıya sahiptirler. Vücutta önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Bu fonksiyonlar; • Yapısal destek • Taşınma ve sinyal iletiminde • Savunma • Metabolik reaksiyonlar[1]

İnsan Genom Projesi tamamlanması ile genlerin fonksiyonları belirlenmesinin yanında aslında bu fonksiyonların proteinlere ait bilgi birikimi ile ilgili olduğu görülmüştür. Çünkü genler ile bilinen her şey tek başına yeterli değildir[1].

Protein fonksiyonlarının belirlenmesi, konumlandırılması, translasyon sonrası modifikasyonları kapsamaktadır. Bu çalışmalar kapsamında çevresel etmenler dahi genetik ve farmokolojik etkilerde dahil edilmiştir.

1994 yılında proteom kelimesi ilk defa Prof. Dr. MarcWilkins tarafından kullanılmıştır. Bu kelime ilk başlarda bir organizma veya doku tarafından sentezlenen bütün proteinlerin tanımlanması ve karakterizasyonu olarak ifade edilmiştir. Araştırmalar sonucunda tanımda gelişmiştir.

Proteomiks alanına yapılan çalışmalar dört aşamadan oluşmaktadır.

35


Proteomik başarılı protein ayırma ve saflaştırma teknikleri, kütle spektrometrisi analizi, biyoinformatik ve gen ve protein veritabanları birbirine bağlıdır. Başarılı bir proteomik projesinde örnek hazırlama en kritik ve en zorlu görevdir. Proteinlerin izolasyonu, hücre duvarını kırarak ve proteinleri fraksiyonlama ve analiz için bir tamponda çözündürerek proteinleri

serbest bırakmayı içerir. İzolasyon yöntemleri, basit çözünürlüklerden doku ve hücre tiplerine bağlı olarak daha karmaşık ekstraksiyonlara kadar değişebilir. Arıtma yöntemlerinde ve proteinin geri kazanılmasında rol oynayan zorluklar, özellikle membran proteini gibi düşük bolluklu proteinlerin karakterizasyon deneylerinin önündeki başlıca engellerdir[2].

Proteomiksin Tıp Alanındaki Uygulamaları Nelerdir? Proteomiks yöntemlerin kullanım alanının büyük bir kısmını klinik proteomiks oluşturmaktadır. Bu çalışmalar ile hedef;

Proteomik teknolojileri, hastalık yollarını, biyobelirteç keşfini ve ilaç geliştirmeyi ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalara katkıda bulunur. Bu teknolojilerdeki sürekli ilerleme, proteinlerin hızlı ve daha iyi analiz edilmesini vaat ederek, Alzheimer ve Parkinson gibi birçok önemli hastalıktaki işlevlerini ve rollerini anlıyor[3].

• Hastalıklara özgün yeni biyo belirteçlerin tanımlanması • Tedavi yöntemleri geliştirilmesi • Protein metabolizması ve hastalıklar arasındaki ilişkilerin belirlenmesi Proteomik, proteinler, genler ve hastalıklar arasındaki bağlantı nedeniyle ilaç keşfi ve teşhisi gibi tıbbi araştırmalarda önemli bir rol oynar. Protein fonksiyonlarını anlamak hastalıkları anlamaya yardımcı olur, mevcut ilaçların çoğu ya proteindir ya da vücuttaki spesifik proteinleri hedeflemektedir. Spesifik hastalıklarla ilişkili benzersiz protein ekspresyonunun tanımlanması çok önemlidir ve klinik proteomik alanında umut vaat eden almaktadır.

Proteomiks teknikleri kullanılarak onkoloji, immünoloji, mikrobiyoloji, biyokimya, farmakaoloji, genetik, biyoloji gibi tıp ve tıp alanı dışındaki pek çok disiplinde çok çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan bazıları; • Karşılaştırmalı proteom analizleri ile farklı koşullara karşı organizmanın proteomundaki değişikliklerin analiz edilmesi, • Anneye bebekten geçen proteinlerin belirlenmesi ile hastalıkların araştırılması,

Nöroproteomik, beyin bozukluklarının araştırılmasında yükselen bir uygulamadır. Beyin dokusunun proteomik analizi, nörobilim araştırmalarının önemli bir parçasıdır, ancak birçok zorlukla karşı karşıya kalsa da, en önemlisi, en az 30 ng protein gerektiren kütle spektrometrisi analizi için yeterli numune elde etmenin zordur. Genellikle proteinlerin% 30-40'ı numune hazırlama işlemi sırasında kaybolur, bu nedenle düşük bolluklu proteinler her zaman tespit edilmeyecektir. Hayvan modellerinin bulunması bazı durumlarda bu sorunları çözebilir[2].

• Konak ve virüs karşılıklı etkileşimlerindeki proteomların analiz edilmesi, mikroorganizmaların proteom yapılarının analiz edilerek tanımlanmasının yapılması • Farklı toplumlardaki proteom farklılıklarından yola çıkarak hastalıklara spesifik proteinlerin belirlenmesi, • Huntington, Down sendromu, kanser gibi pek çok hastalık için hastalık modellerinin belirlenmesi Gibi sayılabilir[5].

Proteomiksin Gıda Alanındaki Uygulamaları Nelerdir? Dünya çapında gıdaların güvenilirliği ve kalitesi çok önemlidir. Gıda alanında Proteomiks uygulamaları ise gıdaların kalitesi ve güvenirliliğinin belirlenmesinde ve alerjilere neden olan proteinlerin belirlenmesinde kullanılmaktadır. Bu uygulamaların yanında;

• Depolama sırasında işlemlerin etkisinin incelenmesi • Gıda hazırlanma sürecindeki işlemlerin etkilenmesi • Gıda üretiminde kullanılabilecek biomarkerların belirlenmesi Son yıllarda araştırmalar et ve süt üzerinde

36


yoğunlaşmıştır. İki besinde önemli protein kaynaklarıdır. İçerisinde çok fazla protein içermelerinde ilginin artmasında çok etkili olmaktadır.

Patojononik mikroorganizmaların belirlenmesi içinde biomarkerlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu biyomarkerlar ise protein ve metabolitmelerdir. Bütün bu soruların cevabı proteomikste gizlidir.

Yumurta içerisinde sağlık açısından değerli proteinler içermektedir. Aynı zamanda çoğu kişinin de alerjisi bulunmaktadır. Hem beslenme açısından hem de alerjik etkilerinin incelenmesinde Proteomiks vazgeçilmez bir yöntemdir.

Sağlıklı bir beslenme ve uzun yaşamın anahtarı ise biyoaktif bileşenlerin incelenmektedir. Her besin çok değerlidir ve belirli ihtiyaçları karşılamaktadır. Nutrisyonel proteomiskte gıdalardaki biyoaktif peptitleri belirlemekte ve sağlık üzerine etkilerini incelemektedir[5].

Alerjilerin büyük bir çoğunluğunun tedavisi bulunmamaktadır. Başta yumurta olmak üzere diğer alerji türleri içinde yapılan Proteomiks dalına ise allergomiks denmektedir.

Gelecekte proteomiks ve metabolomiks çalışmaları ile beraber diyet programlarının oluşturulması ve hastalıklara özel beslenme programlarının oluşturulması beklenmektedir.

Gıda bozulmaları sıkça karşılaşılan bir problemdir.

Proteomikste Analiz Yöntemleri Proteomiks çok çeşitli alanlarda kullanılabilmektedir. Çalışmaların temelinde iki önemli yöntem yer almaktadır. Bu yöntemler; •

İki boyutlu jel elektroforez

Kütle spektormetrisi

Proteomiksteki gelişmeler son 20 yıl içinde olmuştur. Yeni metotlar bulunması ile birlikte kütle spektrometrisi çok etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. En çok kullanılan sistemler ise MALDI, Time of Flight(TOF), Elektron sprey iyonlaşma time of flight (ESI-TOF) başlıca sayılabilir[1]. Matriks ile desteklenmiş lazer desorpsiyon/ iyonizasyon uçuş zamanı kütle spektrometresi (MALDI-TOF/MS-Matrix-Assisted Laser Desorption/

Ionization-Time of Flight/Mass Spectrometry) ile biyolojik numune içerisinde yer alan biyomolekülün (protein, polimer, dendrimer gibi) çok yönlü analizi yapılabilmektedir[4]. Günümüzde ise, disiplin olarak Proteomiksin büyümesi gelişmesiyle, analitik platformda MALDI metodu ve uygulamaları ile bir peptit karışımından peptit kütlelerinin belirlenmesine ve proteinin tanımlanmasında oldukça önemli bir role sahiptir.

MALDI CİHAZI Burada önemli olan nokta ise doğru matris seçimi ve numunenin hazırlanmasıdır. Elde edilen verilere protein parmak izi olarak da adlandırılmaktadır. Proteolitik enzimler yardımı ile de proteinlerin parçalanması ile elde edilen kütle verileri veritabanları ile kıyaslanarak protein tanımlanabilmektedir[4].

37


Elekrosprey iyonizasyon (ESI-MS-Electrospray Ionization tandem mass spectrometry-Mass Spectrometry) yöntemi en yumuşak iyonizasyon tekniğidir. Bu analiz yönteminde; örnek kütle spektrometrisi içerisine bir şırınga pompası ile püskürtülerek, oluşan damlacıklar buharlaşır ve bu buharlaşma esnasında yükler damlacıkların içinde bulunan moleküllere transfer olur, iyonlar oluşur. Ayırım kütle-yük oranı ile yapılır ve spektrum elde edilir ve yorumlanır[4].

çok soru omiks biliminin her dalı ve Proteomiks ile cevapları bulunabilecektir. Analiz yöntemleri ve numune hazırlama yöntemlerine her geçen gün yenileri eklenmektedir. Numune hazırlamanın en önemli basamak olduğu için en az protein kaybı ile hazırlayabilmek kritik bir konumda yer almaktadır. Aşağıdaki akış aşaması her şeyi en güzel şekilde özetlemektedir.[1].

PROTEOMİKS VE GELECEK Gelecekte başta nadir hastalıklar ve alerji olmak üzere çok sayıda hastalığın tedavisi mümkün olabilecektir. Günümüzde şu an cevaplamayan pek

Kaynaklar 1. https://acikders.ankara.edu.tr/course/view.php?id=1391 Son erişim tarihi: 17.04.2020 2. Simonian, M. (2016). Proteomics in Medicine. J Data Mining Genomics Proteomics, 7, e126. 3. Butcher J (2007) Neuroproteomics comes of age. Lancet Neurol 6: 850. 4. Gezici, S. (2017). Proteomics techniques and their applications in cancer research. Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi, 10(2), 54-61. 5. Çil, G. İ. (2012). Proteomiks ve Gıda Endüstrisinde Kullanım Alanları. GIDA, 37(5), 303-308.

Selinay Özel Kimya Mühendisi (Yüksek Lisans Öğrencisi) selinayozel95@gmail.com

38


ERCÜMENT OVALI, İKİ FARKLI COVİD-19 AŞISI ÜZERİNDE ÇALIŞTIKLARINI AÇIKLADI Koronavirüsle mücadele kapsamında, dünyanın hemen hemen her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmalardan birisini yöneten ve Twitter üzerinden yaptığı açıklamalarla gündem yaratan Prof. Dr. Ercüment Ovalı, yaptıkları çalışmalar sayesinde aşı geliştiren az sayıdaki ülkeler arasına girdiğimizi açıkladı. Yeni tip koronavirüsün neden olduğu Covid-19’a karşı ABD, Çin ve Avrupa’daki çeşitli ileri düzey laboratuvarlarda aşı çalışmaları devam ediyor. Hatta geçtiğimiz haftalarda dünyanın ilk Covid-19 aşısı için test gönüllüsü olan bir ABD vatandaşı da yaşadıklarını anlatmıştı. Bilimsel olarak pek çok basamaktan geçmesi gereken aşı ve ilaç çalışmaları için Türkiye’de de farklı laboratuvarlar, Sağlık Bakanlığı’nın desteği ile çalışmaları sürdürüyor. Söz konusu laboratuvarlardan birisi de İstanbul’da Prof. Dr. Ercüment Ovalı’nın yönetiminde bulunuyor. 28 kişilik ekiple çalıştığını belirten Ovalı, Twitter üzerinden çeşitli açıklamalarda bulunmaya devam ediyor. Hatta geçtiğimiz hafta yapmış olduğu açıklamada yabancı bir şirket tarafından geliştirilen

ilacın adını verdiği için gündem yaratmış, Sağlık Bakanı da bu açıklamasıyla ilgili sert uyarılarda bulunmuştu. Ercüment Ovalı 6 proje, 4 ürün, 3 bilimsel makale ve iki aşı üzerinde çalıştıklarını duyurdu. Ovalı’nın açıklamalarla tartışma yaratmasının nedeni, bilimsel makaleler yayınlanmadan önce sosyal medyadan duyurular yapması, bu duyurularda çeşitli ilaç isimlerine yer vermesiydi. Elde ettikleri sonuçları 23 Nisan’da duyuracağını söyleyen Ovalı, kutlama mesajıyla birlikte tüm gelişmeleri paylaştı. Ercüment Ovalı, elde ettikleri sonuçları bu akşam saat 17.30’da Habertürk’ün programına yapacağı canlı bağlantı ile açıklayacak. Ovalı ve ekibinin yürüttüğü çalışmalara ilişkin Sağlık Bakanlığı tarafından bir açıklama yapılmadı. Ancak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın düzenleyeceği ilk basın toplantısında Ovalı’nın yaptığı çalışmalarla ilgili sorular yöneltilecektir. Prof. Dr. Ercüment Ovalı ve ekibinin yaptığı

39


çalışmalara dair bilimsel bir yayın bulunmamaktadır. Söz konusu bilimsel yayınlar yapıldığında, aşı çalışmalarına dair daha net soru ve cevaplara

ulaşabileceğiz. Ovalı’nın çalışmalara ilişkin diğer açıklamaları

40


41


42


REKLAM İÇİN reklam@inovatifkimyadergisi.com

BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE REKLAM VERİN

BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN


20. yüzyılın ilk yarısında cam ve seramik üreticileri, uranyum bileşiklerini pigment olarak kullandılar. Bu radyoaktif bileşikler, bardak, kavanoz gibi çeşitli ev eşyalarına istenen yeşil ve sarı renk tonları vermek amacıyla da kullanıldı. Burada, uranyum cam ultraviyole ışığı altında parlak yeşil floresan kavanoz görüntülenmiştir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.