5 minute read
ŞEKER
Basit Şekerler
Doğada en bol bulunan organik moleküller karbonhidratlardır. Karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan (CH 2 O) n ampirik formülüne sahip karbonhidratlar; çoğu canlı organizmanın diyetinde enerjinin önemli bir kısmını sağlamak, vücutta enerji depolamak ve bazı hücreler arası iletişim formlarına aracılık eden hücre zarı bileşenleri olarak hizmet etmek gibi geniş bir fonksiyon yelpazesine sahiptirler.[1] Altı karbonlu monosakkaritlerin en önemli üyeleri olan glikoz, fruktoz ve galaktoz birbirlerinin izomeridir ve solunum olaylarında ham madde görevi görürler. Çift şeker adı verilen disakkaritler ise; arpa şekeri olarak bilinen maltoz, çay şekeri olarak bilinen sükroz ve süt şekeri olarak bilinen laktozdan oluşur. Polisakkaritlere nişasta, glikojen,selüloz ve kitin örnek verilebilir.
Advertisement
Bütün Şekerler Aynı Değildir
Monosakkaritlerin insan vücuduna etkileri eşdeğer değildir. Aralarındaki temel fark vücudun onları nasıl metabolize ettiğine dayanır. Bunun yanı sıra, yapay tatlandırıcılar da doğal şekerden farklı etkilere sahiptirler. Tatlandırıcı olarak gittikçe popüler hale gelen ksilitol, gliserol, sorbitol, maltitol, mannitol gibi şeker alkolleri ince bağırsak tarafından tam olarak emilemediğinden şekerden daha az kalorili olmakla birlikte şişkinlik, ishal ve gaz sorunlarını doğururlar.[2] Agave şurubu ise yüksek şekilde işlenen ve yüzde 80 fruktoz içeren bir tatlandırıdır. Bunların yanı sıra sağlığa faydalı olan bal, yüzde 53 fruktoz içermesine karşın ham haliyle yüksek miktarda antioksidan içeren bir gıda iken; stevia Güney Amerika stevia bitkisinin yaprağından elde edilen doğal bir tatlandırıcıdır. [3] Meyvelerde bulunan fruktoz ile paketli gıdalarda bulunan fruktozu aynı kulvarda kıyaslamamak gerekir, zira meyvelerde fruktoz ile birlikte bulunan antioksidanlar, yüksek lif oranı, vitaminler ve potasyumun vücuda yararları ağır basar. Ayrıca, örneğin bir şeftalideki fruktoz oranı %1 iken, yüksek fruktozlu mısır şurubunun yarısı fruktozdan oluşur.[4]
Şekerin Vücuda Etkileri
Şeker türlerinden özellikle ilave şeker olarak sükroz ve yüksek fruktozlu mısır şurubunun insan vücuduna negatif etkileri azımsanamayacak kadar çoktur. Sofra şekeri olarak bilinen sükroz, vücutta iki monomere ayrılır: glikoz ve fruktoz. Bu monomerlerin ikisi de karaciğere gider. Glikoz hızlı enerji kaynağı olarak kullanılır veya daha sonra kullanılmak üzere depolanır. Fakat fruktoz için işler farklıdır. Fruktoz doğada nadir bulunan bir şeker türü olduğundan, karaciğerin evrimsel gelişimi nihayetinde fruktozu düzenleme fonksiyonu yoktur. Dolayısıyla fruktoz gereğine bakılmaksızın kan dolaşımına püskürtülür ve vücutta halihazırda yeterince enerji kaynağı depolanmışsa, fruktoz yağa dönüştürülür. Bu yağın
bir kısmı karaciğerde kalarak diyabet riski ve insulin direncine temel oluşturacaktır. Ayrıca karaciğerdeki bu yağ trigliserit olarak kan dolaşımına gönderilir ve bu da aşırı kilo, kalp hastalıkları ve damar tıkanıklığı gibi sağlık sorunlarını beraberinde getirir. İlave şeker ya da rafine şeker olarak fruktoz; özellikle metabolik sendrom, hipertansiyon, lipogenez, insülin direnci, diyabet ve ilişkili retinopati, böbrek hastalığı ve iltihaplanma ile ilişkilendirilir.[5] Şeker Bağlantılı Hastalıklar Aşırı şeker tüketiminin kardiyovasküler hastalıklara ve tip 2 diyabete direkt veya indirekt olarak neden olduğunu belirten çeşitli kanıtlar bulunmaktadır. Direkt yolun karaciğerde lipid birikimi, dislipidemi, azalmılş insulin duyarlılığı ve artan ürik asit seviyelerine sebep olduğu ve fruktoz içeren şeker, sükroz, yüksek fruktozlu mısır şurubu tüketimi ile ilişkili olduğu epidemiyolojik verilerle gösterilmiştir. İlave şeker tüketimi, kilo alımı ve total enerji alımından bağımsız olarak karaciğer yağlanması, dislipidemi, insulin direnci, hiperürisemi, tip2 diyabet ile ilişkilidir. Aşırı şeker tüketimi vücuda indirekt
Rafine şeker alındığında stabil düzeyde seyretmesi gereken kan şekeri düzeyi anlık olarak çok fazla yükselir ve insülin salgılanması sonucunda yaklaşık 20 dakika gibi kısa bir süre sonra kan şekeri normal seviyenin altına düşerek tekrar şeker tüketmemiz
gerektiği hissi yaratılmış olur. olarak da etki edebilir. Bu durumda kardiyovasküler hastalık ve tip2 diyabet kilo ve yağ alımına neden olur. Mekanik olarak, fruktoz tüketiminin leptin üretimini teşvik etme başarısızlığına yol açması sonucunda enerji alımını arttırması ve enerji tüketimini azaltması beklenir.
Beynin manyetik rezonans görüntülemesi (fMRI) glikoz ve aspartam ile karşılaştırıldığında beynin fruktoz ve fruktoz içeren şekerlere farklı tepki verdiğini gösterir.[6]
Yale Üniversitesi fotoğrafı
Beyin glikoza ve fruktoza çok farklı tepkiler verir. Glikoz beyindeki iştahı ve ödüllendirme mekanizmasını kontrol eden bölgedeki kan akışını ve aktiviteyi azaltırken (soldaki görsel), fruktoz
Ülkelere Göre Şeker Tüketimi
Rafine şeker tüketiminde Dünya birincisi olan ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Ortalama olarak Amerikalılar günde 126,4 gram (yaklaşık 32 çay
alımından sonra bu bölgeler aktif kalmaya devam eder ancak duyusal algıdaki ve hafızadaki aktivite baskılanır (sağdaki görsel). [7]
kaşığı) şeker tüketiyor. Bu, en düşük tavsiyenin 10 katından fazlasını temsil ediyor.[8]
Yıllara göre dünya bazındaki şeker tüketimi ise yükselişini sürdürüyor. Yaygın olarak bulunan ve Türkiye’de Şeker Tüketimi Türkiye 2017-2018 üretim döneminde 21 milyon 150 bin ton şeker pancarı üreterek Rusya, Fransa, Almanya ve ABD’nin ardından 5. sırada yer almıştır. [10] Türkiye, 80 milyonluk nüfusu ile ve kişi başına düşen
ucuz olan şekerin küresel tüketimi son on yılda 130
milyondan 178 milyona çıktı.[9] 30 kilogramlık tahmini şeker tüketimi ile önem teşkil eden bir şeker tüketicisi konumunda olup Türkiye’nin yıllık şeker tüketimi 2.3 ile 2.7 mmt arasında değişmektedir.[11]
[1] https://www.researchgate.net/publication/321937894_Chemistry_of_Carbohydrates [2],[3] https://pdfs.semanticscholar.org/6de2/409492658ebee60806fc7a86fb0e302588e1.pdf [4] https://www.researchgate.net/publication/325500715_Impact_of_sugar_on_the_body_brain_and_ behavior [5] https://www.researchgate.net/publication/325500715_Impact_of_sugar_on_the_body_brain_and_ behavior [6]https://practicalfarmers.org/wp-content/uploads/2018/10/Stanhope-2015-CRCLS-review-sugar.pdf [7]https://ncats.nih.gov/pubs/features/understanding-brains-response [8]https://www.worldatlas.com/articles/top-sugar-consuming-nations-in-the-world.html [9] https://www.wcrf.org/sites/default/files/Curbing-Global-Sugar-Consumption.pdf [10] https://arastirma.tarimorman.gov.tr/tepge/Belgeler/PDF%20Tarım%20Ürünleri%20Piyasaları [11] https://apps.fas.usda.gov/newgainapi/api/report/downloadreportbyfilename?filename=Sugar%20 Annual_Ankara_Turkey_4-13-2018.pdf
Neslihan Nur Üzüm Kimya Mühendisi (Lisans Öğrencisi) neslihannuruzum@gmail.com
BURSA'DA SARS COV-2’YE KARŞI NANO-SOLÜSYON ÇALIŞMASI SONUÇ VERDİ
Bursa Çekirge Devlet Hastanesinde görevli Op. Dr. Ahmet Ümit Sabancı tarafından geliştirilen nanosolüsyonların, yapılan çalışmalar sonucu bakteri ile virüslerin üremesi ve çoğalmasını durdurduğu belirlendi.
Bursa Uludağ Üniversitesinden (BUÜ) yapılan yazılı açıklamaya göre, Op. Dr. Ahmet Ümit Sabancı, nanoteknoloji ile viral ve bakteriyel enfeksiyonlardan korunma amacıyla nano-solüsyonlar geliştirdi.
Geliştirilen solüsyonların antimikrobiyal ve antivirütik etkileri ise BUÜ ve Çukurova Üniversitesinden akademisyenlerin iş birliğiyle gösterildi. Çalışmada, solüsyonların bakteri ile virüslerin üremesi ve çoğalmasını durdurduğu tespit edildi.
BUÜ Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cüneyt Özakın tarafından bakterilerde, Translasyonel Tıp, Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şehime Gülsün Temel ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Agantem Genetik Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atıl Bişkin tarafından ise Kovid-19 ile mücadele kapsamında yapılan "in vitro" çalışmalar doğrultusunda, bu nanosolüsyonun SARS COV2 virüsünün replikasyonunu (kopya edilme sürecini) normal dokuya zarar vermeden durdurduğu gösterildi.
Kovid-19 ile mücadele kapsamında çalışan araştırma ekibi, bunu projelendirerek, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığının hastalıkların önlenmesi, erken tanı ve tedavisi, destek ve izlemesinde kullanılabilecek ve hastaların mağduriyetini azaltacak her türlü tıbbi cihaz ve biyomalzemenin geliştirilmesine yönelik açtığı çağrıya başvurdu.
Akademisyenler, projenin değerlendirme sürecinin devam ettiğini bildirdi.
Bu cam beher 60 °C suda parafin mumu ile dolu kabarcıklar içermektedir. Kabarcıklar, grafen oksit sayesinde hızla kaybolmak yerine şekillerini koruyorlar. Grafen oksit özel bir kimyasal yapıya sahiptir; taban düzlemi hidrofobiktir ve balmumunu çekmektedir, ancak aynı zamanda hidrofilik olan ve suya çeken fonksiyonel gruplara sahiptir. Bu yapı, grafen oksidi, deterjan moleküllerine benzer bir yüzey aktif madde yapmaktadır. Grafen oksit molekülleri balmumu kabarcıklarının yüzeylerine adsorbe olurlar ve su kabında dengelenirler. North Carolina State Üniversitesi'ndeki Yixin Liu, uygulamaları henüz saptanamayan grafen oksit ve mum karışımını kimyasal olarak değiştirerek deneyler yapmaktadır.