İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İzmir Büyükşehir Belediyesi adına İmtiyaz Sahibi Aziz KOCAOĞLU Sorumlu Müdür Ayşegül SABUKTAY Yayın Koordinatörü Şervan ALPŞEN Yayına Hazırlayan Sarp KESKİNER Redaksiyon Hale ERYILMAZ İçerik Editörleri Burak DOĞU - Can İNCEKARA - Ayşegül Utku GÜNAYDIN - İbrahim Metin BALTACI Nursaç SARGON - Onur KOCAER - Ezgi Ceren KAYIRICI - Ali Kemal ERTEM - Ebru ATİLLA SAĞAY Özgür DEMİRCİ - Hale ERYILMAZ - Sarp KESKİNER İçerik Asistanı Gülseren AYDIN Grafik Tasarım ve Uygulama Emre DUYGU Katkıda Bulunanlar İzmir Akdeniz Akademisi Kültür Sanat Danışma Kurulu Toplantıları, Pla+forum ve İzmirKültür İletişim Toplantıları katılımcıları, Gizem AKKOYUNOĞLU, İlayda GÜNEŞ, Zeynep YAVUZCEZZAR. Yönetim Yeri İZMİR AKDENİZ AKADEMİSİ Mehmet Ali Akman Mah. Mithatpaşa Cad. No: 1087 PK: 35290, Konak, İZMİR Tel: +90 (232) 293 46 12 Faks: +90 (232) 293 46 10 kultursanat@izmeda.org www.izmeda.org Sertifika No: 22595 Basım Yeri SİSTEM OFSET BAS. YAY. SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ., Strazburg Caddesi No: 31/17 Sıhhiye ANKARA Tel: (312) 229 18 81 - 231 32 57 sistemofset06@gmail.com Sertifika No: 13255 Birinci Baskı: Aralık 2018. Baskı Adedi: 1000 ISSN 2536-4847 İzmirKültür Pla+formu Girişimi Yıllık 2018 İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Akdeniz Akademisi yayınıdır. Her hakkı saklıdır. Yazı, fotoğraf, çizim ve haritalar; yazılı izin alınmadan kullanılamaz. Bu yayın, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Satılamaz. © İzmir Büyükşehir Belediyesi
İ Ç İ N D E K İ L E R
İZMİR MODELİ VE İZMİRKÜLTÜR PLA+FORMU GİRİŞİMİ
İKTİSAT OYUNCULARI TİYATRO TOPLULUĞU Rabia Gül / Ece Şahin
116
İZMİR LİNDY HOP DERNEĞİ – Uğur Odabaşı
118
JAPONYA İZMİR KÜLTÜRLERARASI DOSTLUK DERNEĞİ (JİKAD) – Arzu Yücel
120
JUNKER – Bahar Sönmez
122
Kadriye İnal
124
KAPILAR
126
KARABAĞLAR KETA – Nail Özsoylu
128
KOZMİKA – Ahmet Semizer / Aslı Çiftçi
130
9
Melis Cantürk
131
“İzmir’de Müzik Üretimi” Forumu
11
Levent Ayata
132
“Kültür İçin Mekân” Forumu
19
Mert Çakır
134
Sinema Forumları
25
Mert Yavaşca
136
“Tiyatroda Seyirci ve Mekân” Forumu
31
Murat Emek Özkan
138
Bağımsız Yayın Forumu
37
Nejat Satı
140
Güncel Sanat Forumu
45
Nesli Özalp Tuncer
142
Aziz Kocaoğlu
3
İZMİR’İN KÜLTÜR VE TASARIM ALANINDA DÜNYA’DAKİ YERİ Dr. Ayşegül Sabuktay
5
YOLDA... Şervan Alpşen
P LA+ FO RU M
6
OYUN HAMURU – Burak Özbaykuş / Cenk Öztekin 144
“Kültür ve Sanatta Öğrenme Pratikleri İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
2
ve Alternatif Modeller” Forumu
52
ÖZGÜN BİR SANAT – Özgün Araz
146
“Açık Atölye” Forumu
63
UMAY FİLM – Berk Tuğcu
147
“Etkinlik Tasarımı” Forumu
72
Özgür Gürbüz
148
“Yaratıcı Göç” Forumu
79
PORSUK PUB – Mesut Bayram
150
Recep Tuna
152
SEFERİHİSAR DOĞA OKULU – YAVAŞ DÜKKÂN
154
87
SES KARDEŞİM – Murat Can Canbay
156
AKUSPAKUS
88
SUSMA – Onur Yıldırım
158
Alpin Arda Bağcık
90
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI (TOG)
160
ARTIMPROJECTS – Duygu Serin
92
ZİKZAK GRUP – Yusuf Çağlayan
162
Atay Gergin
94
Başak Beykoz
96
BİLEŞE N LE R
M O D E LLE R V E ST R AT E J İLE R
BÜYÜK SİYAH KAPI Hamdi Atay / Merve Güçlütürk / Esin İlmen Can Tanrıseven
98 100
EGEM BALE OKULU
165
AL MAWRED / Hanan Hajj Ali
166
Ferdinand Richard
169
Onur Atay
176
Aksana Yapıcılar / Gülşah Özbilgin
102
A CORNER IN THE WORLD / Fatih Gençkal
180
Ezgi Yakın
104
KÜLTÜR LTD – ATÖLYE / Emre Erbirer
184
Faik Kartelli
106
KARGART – KARGA MECMUA / Tayfun Polat
188
GALERİ A – Safiye Aksu
108
ADA MÜZİK / Bülent Forta
191
GOETHE INSTITUTE – Anna Weber
110
Gözde Yenipazarlı
112
İlyas Hayta
114
İzmirKültür İletişim Toplantıları Çağrı Metni
196
İzmir Modeli ve İzmirKültür Pla+formu Girişimi Katılımcı, demokratik bir yerel yönetimi oluşturmak ve dayanışma ruhu içinde birlikte yaşam kültürünü geliştirmek, “İzmir Modeli” olarak ifade ettiğimiz yönetim anlayışının en önemli düsturu. Yerel yönetimlerin temelinde, demokrasinin yattığını çok iyi biliyoruz. Tıpkı kent olmadığı; kentleri kalkındırmanın ve "yaşam kalitesini" artırmanın da yerel yönetimlerin asli görevi sayılması gerektiği gibi… İzmirKültür Pla+formu Girişimi de, İzmir Modeli’nde ifade edilen yönetim anlayışının somut sonuçlarından biridir örneğin.. Kültür yöneticileri, sanatçılar, mekan sahipleri, tasarımcılar ve akademisyenler, İzmir Kültür Pla+formu çatısı altında buluştular; ihtiyaçlardan yola çıkarak, demokratik katılımcılık, eşit söz sahipliği ve konsensüs ilkeleri çerçevesinde ortak projeler geliştirdiler ve yaşama geçirdiler. “Üretim ve öğrenmenin birlikteliğinin” en güzel örneklerini vererek.. Katkı koyan herkesin emeğine, yüreğine sağlık..
AZİZ KOCAOĞLU İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
3 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
yönetimlerinin artık sadece yol, su, altyapı, imar ve planlama gibi klasik hizmetlerle sınırlı
İZMİR’İN KÜLTÜR VE TASARIM ALANINDA DÜNYA’DAKİ YERİ
DR. AYŞ EGÜ L SA B U KTAY İzmir Akdeniz Akademisi Müdürü
Avrupa Pilot kenti İzmir programı kapsamında gerçekleşen Eş Öğrenme Ziyareti’nde, İzmir Tarih Projesi’nden, Port İzmir Trienali’ne; Abla Ağabey Kardeş Projesi’nden, Darağaç sanatçı inisiyatifine kadar, şehirde kültür alanında yapılan çalışmalardan örnekler, çoğu Avrupa kentlerinden gelen kültür uzmanlarıyla paylaşıldı. Avrupa Kültür Eylem Ağı ve Kültür İçin Gündem21 ve Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Kültür Komitesi’yle birlikte yürütülen bu programla, İzmir’in kültür alanında yürüttüğü çalışmalara ilişkin yöntemler değerlendirildi.1 İzmir Kültür Pla+formu Girişimi’nin de tanıtıldığı ve çalışma biçiminin bir seminerle paylaşılıp, değerlendirildiği bu programın final konferansını 2019 yılında gerçekleştireceğiz. Avrupa Pilot kenti İzmir programının en önemli kazanımlarından biri, İzmir’in özdeğerlendirme çalıştayından çıkan sonuçlar doğrultusunda, İzmir’de kültür alanında faaliyet gösteren kurum ve kuruluşları, kültür odaklı nitelikli öğrenim çerçevesinde bir araya getirmeyi amaçlayan kurumlar arası işbirliği ağı olan KültürLab İzmir’in oluşturulmasıydı. 2018 yılında kültür kurumları arasında işbirliğini geliştirmek amacıyla pilot nitelikte çalışmalar yapan KültürLab İzmir’in, halka açık ilk etkinliği Öğrenme Mekanı Olarak Kültür Kurumları Konferansı’ydı. KültürLab İzmir’in oluşmuş olması, bu yıl Amsterdam’dan İzmir’i tanımaya gelen kültür yöneticilerinin iletişim kuracakları bir muhatap bulmalarını da kolaylaştırdı. Bu yıl Dünya Tasarım Örgütü’yle işbirliği içinde gerçekleştirilen Dünya Tasarım Konuşmaları da İzmir’in kendi 1 Bu konuda Jordi Baltà Portolés’in değerlendirmesi için bkn.: Jordi Baltà Portolés, "Pilot City İzmir", Meltem İzmir Akdeniz Akademisi Dergisi, No.3, Yaz 2018, s.92-93., DOI 10.32325/iaad.2018.8.
sözüyle Dünya’daki tasarım gündeminde yer almasını sağlayan bir adım oldu. Dünya Tasarım Örgütü yönetim kurulu üyelerinin, örgütün Türkiye’deki ve İzmir’deki üyelerinin yanısıra İzmir’deki tasarım çevrelerinin de katıldığı Dünya Tasarım Konuşmalarının teması ‘birlikte yaşamak’tı.2 İzmir, bu önemli adımı, İzmir’de ve Manisa’da yer alan Dünya Tasarım Örgütü üyesi kurumların, Akdeniz Akademisi’nin koordinasyonuyla, İzmir’deki tasarım çevreleriyle birlikte çalışmasıyla attı. Bu uluslararası tasarım etkinliği bir anlamda, İzmir’deki tasarım çevrelerinin kamusal alanının gelişmesiyle mümkün oldu. Şehrin en geniş kapsamlı kamusal tasarım programı olan ve bu yıl ‘birarada’ temasıyla üçüncüsü gerçekleşen İyi Tasarım İzmir’in artık uluslararası bir etkinlik haline gelmeye hazırlandığını göz önüne alırsak, bundan sonra şehrin kültür ve tasarım alanında görünürlüğünün artacağını söyleyebiliriz. İzmir Akdeniz Akademisi’yle birlikte İzmir Kültür Platformu Girişimi çalışmalarının da İzmir’de 2009 yılından bu yana sürdürülen belediyecilik programının geliştirilerek geleceğe taşınması için üretilen İzmir Modeli İzmir İçin Demokratik Bir Belediyecilik Modeli Önerisi’nde yer alması; atılan bütün adımların temelde yaşam kalitesi perspektifinde, kamusal alanı genişletmekle anlam kazandığını; İzmir’in 2009 yılında yapılan Kültür Çalıştayı’nda kolektif olarak saptanan vizyonunun geliştirilerek hayata geçirilmesi olduğunu söylemek yanlış olmaz.3 2019 yılında atılan bu adımlara yenilerinin eklenmesi; İzmir’deki kamusal alanların artması, İzmir’in Dünya’daki kültür ve tasarım gündemlerinin bir parçası olması dileğiyle…
2
Bu etkinlikte Nilgün Toker Kılınç’in yaptığı çerçeve konuşma metni için bkn.: Nilgün Toker Kılınç, "Mekâna Yerleşmek, Yaşamı Paylaşmak: Bir Arada Yaşamak" Meltem İzmir Akdeniz Akademisi Dergisi, Yaz 2018, 84-85, DOI 10.32325/iaad.2018.6.
3 İzmir Modeli çalışmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi ve kitaplar için bkn.: izmirmodeli.com.
5 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
2018 yılı, bir yandan şehirdeki kültür ve tasarım alanında faaliyet gösteren kişi ve kurumlar arasındaki iletişimin yoğunlaştığı, kamusal alanların arttığı; diğer taraftan da başta Avrupa kentleri olmak üzere diğer kentler ve ulus üstü örgütlerle ilişkilerin geliştiği bir yıl oldu.
YOLDA...
Ş ERVA N A LP Ş EN İzmir Akdeniz Akademisi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
6
İzmirKültür Pla+formu Girişimi (İKPG), beşinci yılını dol-
İKPG bileşenlerini beraber düşünmeye, beraber proje
duruyor. İzmirli kültür sanat aktörlerinin görünürlüğünün
üretmeye, dahası beraber ve kolektif yaşamaya teşvik
artırılmasının yanı sıra, birbirleriyle iletişimlerinin güç-
eden, somut sonuçlarını kent kültür hayatında net bir
lenmesi ve ortak yapılan işlerin çoğalması bu beş yılda
biçimde gördüğümüz 2 İKPG Yaz Okulu düzenledik. ilki
ilk akla gelebilecek katkılar. Ayrıca İKPG'nin bu süreçte
Şirince / Tiyatro Medresesi, diğeri Sığacık / Teos Orman-
kentte bağımsız yapıların düzenlediği etkinliklerin çoğal-
cı Kampı'nda düzenlenen İKPG Yaz Okullarının temelini,
masına "görünmez" bir etkisi olduğu da gerçek.
üretim pratiği, kamusal alanda sanat, tasarım, dil, dökü-
İzmirli kültür sanat aktörlerinin buluştuğu İzmirKültür İletişim Toplantıları serisi, bu sürecin yapı taşını oluşturuyor. Bu toplantılarda yapılan sunumların Pla+form Bültenleri ve İKPG Yıllık'larda fihristlenmesi, bileşenlerimizin görünürlüğünü artırıp kentin kültürel anlamda çeşitliliğini ve niteliğini ortaya koyarken bir kültür sanat belleği oluşmasını da sağlıyor.
mantasyon, performans gibi alanlarda düzenlenen atölyeler oluşturdu. Atölyeler yapılandırılırken temel amacımız, moderasyonun "öğreten / eğiten" değil, sadece "kolaylaştırıcı" rol üstlenerek, olabildiğince atölye bileşeni katılımcıların tartışmasını, fikir üretmesini sağlamaktı. İlk yıl konferans mantığında tasarladığımız "Lab"leri, ikinci yıl bileşenlerden gelen talepler doğrultusunda hem teorik hem de pratik çalışmaların yapıldığı bir alana dönüştür-
Pla+forum serisi ilk yıl müzik, tiyatro, sinema ve bağımsız
dük. Yine ilk yıl, "Modeller ve Stratejiler" başlığında dü-
yayın gibi disipliner bir formatta ilerledi. Sonrasında "öğ-
zenlediğimiz konferans serimize, ikinci yıl da aynı format-
renme" başlığıyla kültür sanat alanında eğitim model ve
ta devam ettik.
stratejilerinin tartışıldığı forumların ardından, son olarak
Tüm bu organizasyonları, toplantılarda üretilen içeriği
İzmir'in aldığı yaratıcı göçe değinen, her biri yaklaşık 30 katılımcılı toplantılar düzenlendi. Bileşenlerle, kentin ortak problemlerine ortaklaşarak, beraber düşünerek ve tar-
ve fazlasını Pla+form Bültenleri, İKPG Yıllıklar, İKPG Yaz Okulu kitaplarında derledik. Ayrıca kentin kültür hayatının ayrılmaz parçası mekanları, merkezi idare, yerel
tışarak çözüm aradığımız, verimli bir toplantı serisi oldu.
yönetim, özel sektör, kamusal alan, bağımsız mekanlar
Tunus, Fas, Fransa, Lübnan, Romanya ve daha bir çok
başlıkları altında "İzmir Kültür Haritası: Kültür - Sanat
ülkeden; İstanbul, Ankara, Afyon gibi farklı şehirlerden konuklarıyla, İzmirli kültür sanat aktörlerine model teşkil edebilecek sunumların yapıldığı "Modeller ve Stratejiler" toplantı serisi düzenledik. Bu toplantılar, İzmir'de üreten insanların ulusal ve uluslararası bağlantılar kurmasına yardımcı olurken bileşenlerimizin kültür alanında farklı
Mekanları" özel sayısında işaretledik. Böylece, kentteki kültür mekanlarının, dolayısıyla etkinliklerin istatistiğine, kente nasıl ve ne oranda yayıldığı bilgisine ulaşabildik. Bu yayın, kentin kültür politikasıyla ilgilenenler için önemli bir kaynak oldu. Yukarıda bahsettiklerimiz, bu zaman diliminde somut olarak ortaya konulanlar.
stratejileri dinleyerek kent sathında uygulanabilirliğini
Tüm bunların dışında, İKPG sürekli vurgulanan fakat "bir
tartışmasına aracı oldu.
şekilde" hayata geçirilemeyen "yatay örgütlenme" mode-
İKPG'nin başardığı bir diğer durum; fikren genç, güncel, yeniliğe ve yaratıcılığa açık, bir iş yaparken yardımlaşan, kolektif çalışmanın ve kolektif düşünmenin bireysel çıkarların üzerinde olduğunu anlayan ve değerini bilen bir ekibin, çok düşünerek, çok çalışarak ve çok eğlenerek, çok şeyler üretilebileceğini göstermesi. Yazıyı geçirdiğimiz beş yılı somut ve soyut olarak kısaca raporladıktan sonra, biraz daha "duygusal" bitirmek niyetindeyiz. İKPG'nin yaptığı işi, kabaca ikiye ayırabiliriz; organizasyon ve yayın. Her iki iş alanı da izleyicisinin ve muhatabının süreçlere şahit olmadan sonuçlarıyla karşılaşıp bir yargıya vardığı, fikir edindiği alanlar. Fakat elbette tüm nihayetlenen işlerin arkasında emek, bazen stres ve heyecan var. Yayınların dağıtılmasından, toplantılarda çay ve kahvenin uygun zamanda hazır olmasına, matbaada titizlikle renk ve tonların istediğimiz gibi neticelenmesine çabalanmasından, idari bir takım işlerin yürümesine kadar ciddi bir özveri söz konusu. Bileşenlerimizin toplantılarda ve yaz okullarında katılımcı olmak için gösterdikleri heves ayrıca fikir ve önerileri önemli bir düşünsel zenginlik yaratıyor. İzmirKültür İle-
tişim Toplantısı ve Pla+tforumlar üzerine düşünen, İKPG Yaz Okulu öncesi, sırası ve sonrasında içeriği üreterek, organizasyonu planlayarak ve uygulayarak, büyük bir işin altından kalkan, yayınları en ince ayrıntısına kadar tartışan, fikir üreten ve nihayetinde üretimi somutlaştıran çekirdek ekip üyelerinin çabaları yadsınamaz. Tüm bu yukarıdaki toplam, İKPG'yi var ediyor. Beş yıl önce bir hayal vardı. O hayal şimdi elle tutulur, gözle görülür bir "madde". Yukarıda saydığımız insanların fikirleri, emekleri ve yaratıcılıkları olmasaydı, asla bir sonuca ulaşmazdı. Dolayısıyla tüm emeği geçenler, hepimizden bir teşekkürü fazlasıyla hak ediyor. Son olarak İKPG Yıllık 2018'i, bu yıl içinde düzenlediğimiz İKPG Yaz Okulu'nda ani ve beklenmedik bir şekilde kaybettiğimiz KlorakSanat İnisiyatifi kurucularından bileşenimiz, dostumuz, arkadaşımız Nazlı Kulan'a adıyoruz.
7 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
lini başardı. İlk yıl 4, ikinci yıl 8, üçüncü yıl 12 kişinin katkı koyduğu çekirdek ekip, nihayetinde yaklaşık 20 insanın katılımıyla genişledi, tartışan, direkt karar mekanizmasına katılan üye sayısı arttı. İzmirKültür İletişim Toplantısı sonlarında yapılan mini forumlar, Pla+forum Toplantıları, Yaz Okulu düzenlenirken ve sonrasında alınan geri bildirimler, dolayısıyla bileşenlerimizin görüş ve önerileri, alınan ve uygulanan kararların temelini oluşturuyor. Bu ayrıca bilginin kolektifleşmesi, kamusallaşması, şahsın kendisine ait bir "meta" olmaktan çıkması, tartışılan toplantının konusu haline gelmesi anlamında da önemli.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
8
BAKIŞ
PL A+FORUM
PLA+FORUM
Pla+forum Serisi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
10
İlk olarak 2016 yılında düzenlemeye başladığımız Pla+forum serisi, öncelikle aynı disiplinde çalışan İzmirli kültür sanat aktörlerini bir araya getirmeyi, ortak problemleri beraber aşmak için yeni yollar bulmayı ve dayanışma ağını güçlendirmeyi hedeflemişti. Sonrasında "öğrenme" temel başlığıyla, kültür sanat eğitimini tartışan forumlar düzenledik. Bu yıl, güncel bir husus olarak İzmir'in aldığı yaratıcı göç konusunu, İzmir'e kent dışından gelen kültür sanat aktörleriyle tartıştık. İKPG Yıllık 2018'de, daha önce gerçekleştirdiğimiz tüm forumların bir dökümünü sunuyoruz.
“İZMİR’DE MÜZİK ÜRETİMİ” FORUMU 6 Mart 2016 SARP KESKİNER FOTOĞRAFLAR AYŞEGÜL KAYCI
Katılımcılar
kültüründe kendine yer edinmiş pek çok müzisyenin İstanbul’a
NEDEN GÖÇÜYORUZ?
mi, nitelikli eğlence kültürü ve yenilikçi müzisyenleriyle ülkemiz için benzersiz bir insan kaynağı görevi görmüş. 90’lı yılların başında müzik endüstrisinin canlanmasıyla albüm kaydetmek, daha sık sahne almak ve daha çok deneyim elde edebilmek için
yerleştiğini biliyoruz. Her ne kadar bu akım gittikçe yavaşlasa
“Yaklaşık üç yıldan bu yana İstanbul’da bir evimiz var. İstanbul’un yaşamsal koşullarından bunalıp sıkça İzmir’e kaçıyoruz. Endüstderinden hisseden bir şehir. ri orada diye gittik; çünkü yapmak istediğimiz şeyleri burada Forumu düzenlemeden önce, oluşturduğumuz katılımcı lis- üstlenecek bir plak şirketi veya organizatör yok. Muhatap olman tesine bir açık çağrı yaptık ve kendilerinden gelen öneriler gereken bütün insanlar orada. İzmirli müzisyenlerin ortak sorunu, doğrultusunda göç, mekân, iletişim, nitelik, üretim ve tüketim sesini ve üretimlerini hakkıyla duyuramıyor olmak. Biz de pek çok başlıkları üzerinden ilerledik. Foruma katılan müzisyenlerin, İzmirli müzisyen gibi mecbur kaldık da öyle gittik İstanbul’a. Poda İzmir, bu alanda sürekli iç göç vermiş olmanın acısını hâlâ
11 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
bu şehirde doğup müziğe başlamış, sonrasında şehrin eğlence
prodüktörlerin, inisiyatif ve kolektif üyelerinin neredeyse tamamının müzikal hayatının hatırı sayılır bir dönemini İstanbul’da geçirmiş olmasının bakış açımıza geniş bir perspektif getirdiğini de eklemek gerekiyor. Dolayısıyla iki şehri birden hakkıyla deneyimlemiş katılımcıların teşhis, öneri ve tespitlerini çok değerli buluyoruz.
İzmir; neredeyse 2000’lerin başına dek zengin müzikal biriki-
PLA+FORUM
İlke Baltacı (Bandosol), İbrahim Metin Baltacı (Trockya Blues Seyirci Korosu), Cenk Bosnalı, Nariye Tur Bosnalı, Sami Hosseini & Halil İbrahim Şan & Mehmet Nihat Şan (Ahura Ritim Topluluğu), Murat Mengirkaon, Çağrı Öner (6.45 KK), Oğuz Ediz & Özgün Er (medyakulubu.com), Hakan Gencol, Emre Olkun (Boykot), Öznur Korkmaz, Altay Ozankan & Can Çetin & Emre Can Bulut (Apeiron Collective), Yavuz Deniz Darıde¬re, Tayfun Bilgin, Ateş Berker Öngören (Argo İz¬mir), Andreas Ege Wildermann (21. Peron), Ömür Gidel, Gökçe Başkaya, Kaan Çağlayangöl (Jazz dergisi), Soner Küçükergüler & Hasan Devrim Kınlı (Praksis Müzik Kolektifi), Ercüment Serpil (Karşı Sanat Merkezi), Evrim Özkaynak, Özgür Aydek (Sanatta Görünürlük Festivali), Yasemin Beydeş, Göksel Öncan (Tual grubu kurucuların¬dan), İlker Ayla, Seskontrol inisiyatifi.
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
12
püler müziğin içindeysen veya uğraştığın tür daha geniş kitlelere hitap ediyorsa, İstanbul müziğine görünürlük kazandırmak açısından hâlâ bir başka şehirle kıyaslanamayacak türden imkânlar sunuyor: Örneğin İzmir’de otururken İstanbul’a gittiğimde çıktığım televizyon programlarının hiçbirine çıkamadım. Televizyon çok önemli bir mecra ve o programlara çıkınca yaptığın işi anlatma, çok daha geniş kitlelere duyurma şansın oluyor.”
larımızın durumu da pek parlak değil; yakından takip ediyoruz. O hâl-de, bu göç etme eğilimini tetikleyen sebepler arasında daha çok para kazanmayı veya albüm yapmayı artık sayamayız. Bunun eskiden kalma bir alışkanlık, bir sanrı olduğunu düşünüyorum. İstanbul’a müzik yapmak için yerleşmeyi denemek albüm yapma işinin gerçekten plak şirketleri üzerinden yürüdüğü, tatmin edici kazançların elde edildiği zamanlara ait bir sanrı bence. Günümüzde albüm yapma biçimleri tamamen değişti. Artık herkes online yayınlanacak albümler yapıyor; kendi kaydediyor, kendi yüklüyor ve kendi yayıyor bu albümleri. Sosyal medya üzerinden de kendi tanıtımını dilediği gibi yapıyor. Kimsenin o plak şirketlerine ihtiyacı kalmadı.”
“İzmir müzik ve müzisyen üreten ama müzik tüketmeyen bir şehir olabilir mi çerçevesinden bakınca konuyu otomatikman İstanbul’a bağlamak gerekiyor. Bu iş kolunu ayakta tutan üç sacayağı var: Kayıt stüdyosu, plak şirketi ve konser mekânı. Bunlardan biri şehirde noksan olduğu zaman, müzisyenler adına süreç eksik kalıyor ve üretim profesyonelleşemiyor. İzmir’in sıkıntısı biraz da buymuş “Biz kendimizi nasıl konumluyorsak beklentilerimizi de ona göre ayarlamak yerinde olur. Nasıl ki bugün bir güzel sanatlar fakülgibi geliyor bana; çünkü bu ayaklardan biri zaten noksan. İzmir tesini bitiren, oyunculuk yapmak isteyen her mezun mutlaka ünlü merkezli bir plak şirketi yok. Konser salonları ve kayıt stüdyoları olmak istiyorsa ve bunlardan hiçbirinin öncelikli derdi Manisa’ya, şu veya bu şekilde var, onu da tartışırız ama kendi olanaklarıyla Uzunköprü’ye veya Mersin’in bir köyüne gidip tiyatro çalışmak albümünü kaydetmiş, sadece dijital yayınla yetinmek istemeyen müzisyenler ve gruplar bu kayıtları nasıl yayınlayacak? Tanık ol- değilse müzisyenleri de beklentileri için suçlamaktan vazgeçelim. Müzisyenler deniz kaplumbağaları gibidir; kıyıdan uzak doğarlar duğum kadarıyla bir kısım müzisyenin hayallerinin peşinden gidip İstanbul’a yerleşmesinin bir sebebi bu; kayıtlarını bir şekilde kamu- ama kumdan çıkınca içgüdüsel bir şekilde büyük denize yönelirler. Türkiye’de o deniz Bizans’tır, yani İstanbul’dur. Malatya’dan çıkan ya ulaştırmak. İnsanlar durup dururken doğup büyüdükleri şehri bir balerin veya Trabzon’dan çıkan bir ressam tanıyor muyuz? terk etmek istemez. Bu tespitlerim dizi sektörü için de geçerli. Artık İstanbul’un dışında farklı şehirlere plato kurmaya başladı sektör. Trabzonlu ressam da Malatyalı balerin de kendine İstanbul’da yer arıyor. Böyle bir dert var ama bunun karşısına da şunu koyabilirsiHerhâlde sıra İzmir ve çevresine de gelecektir. İzmir hâlihazırda niz: Aşık Veysel, ömrü boyunca Sivas’ta bir ağacın altında çalmış ‘kaçamak yapılan yer’ imajına sahip. Kaçamak yapılan değil de iş ama doğurduğu türkülerin uyarlamaları dünyanın dört bir yanınyapılan yer imajı güçlenirse bu göç meselesi hızla sona erebilir.” daki caz kulüplerinde, festivallerde çalınıyor.” “90’larda gerçekleşen iç göçü bir derece anlıyorum. Çünkü o yıllarda albüm yapmak, daha büyük kapasiteli mekânlarda birbirinden “İZMİR’DEKİ MÜZİKAL ÜRETİMİN NİTELİĞİYLE İZLEYİCİNİN NİCELİĞİ ARASINDA BİR İLİŞKİ KURABİLİR MİYİZ?” farklı kitlelere çalmayı deneyimlemek, üstelik haftada üç dört gece çalarak ciddi miktarda para kazanabilmek mümkündü. Göç verGeçen yıl boyunca düzenlediğimiz buluşma toplantılarının mek konusuna bugünden bakacak olursak, İstanbul’a gidip hemen daha en başında fark ettiğimiz üzere konserler, sürekli bar para kazanmaya başlamak artık mümkün değil; çünkü ülkenin deprogramları, festivaller derken şehirde pek çok şey olup bitiyor neyimlemek zorunda kaldığı muhtelif koşullar ve meydana gelen ama bir başka şehirden bakınca müzikal üretim ve icra yoğunolumsuz gelişmeler yüzünden metropollerin müzisyenlere sunabilluğu anlamında İzmir’in temposuna dair net bir görünürlük yok. diği şartlar neredeyse eşitlendi. İstanbul’un taşı toprağı altın gibi Şehirde sürekli program yapan kaç mekân var, bu mekânlarda bir durum da kalmadı ortada. Oradaki İzmirli müzisyen arkadaşne tür gruplar ne tarz müzik çalıyor sorularına sıkça muhatap
“İzmir’de yıllardır her türlü müzik üretiliyor ve icra ediliyor fakat sıkıntılar listesinde izleyicinin ilk sırada geldiğini söylemek yanlış “Dile getirilen sorunlara işletmelerin de gözünden bakmalıyız diye olur. İzleyicinin niceliğini ve niteliğini hep kapalı mekânları refedüşünüyorum. Yorum gruplarına öncelik tanınması, hafta içi ve rans alarak ölçüyoruz. Oysa meydan konserlerine on binlerce kişi hafta sonunda mekânının sürdürülebilirliğini gözeten işletmegeliyor. Yani şehirde böyle bir potansiyel var.” cinin tercihi olabilir ama dinleyici çerçevesinden bakınca, bu iş “Ben daha genel bir soru soracağım. İzmir’de herhangi bir müzis- tamamen arz talep meselesi. Aslında mekânlar müzikal anlamda yen sadece müzikten hayatını kazanabilir mi? Eskiden bir yerle izleyiciye ne vereceğini önceden tanımlasa ve müzikal politikalakontrat imzalayıp bir sene çalışırdık. Müzisyenler örgütlenip bu rını buna göre gözetse ona göre izleyici gelir. Sebep sonuç ilişkisi konuda bir direnç yaratabilirse epey faydasını görürler. Şimdiler- içinde kalacaksak izleyiciyle ilgili sorunu ön sıralara koymanın de böyle bir çalışma şekli yok. Çarşamba akşamı filanca bardayım, yanlış olduğunu düşünüyorum. Dinleyici az değil. Cumartesi gecehaydi enstrümanları taşı; Cumartesi başka yerdeyim, bir daha iş si Alsancak veya Bornova’daki herhangi bir mekâna ne tür müzik yok. Nasıl dönecek bu çark?” koyarsanız koyun, dinleyici gelir. Bu kitleye bir de o gece sahne alan grubun kendi dinleyicisini eklersek önemli rakamlardan bah“Herkes düğününde derneğinde davul zurna olsun istiyor ama kimsedebiliriz.” se çoluğu çocuğu müzisyen olsun istemiyor. Bir de bu var. Halk konseri, üniversite konseri veya bar konseri diyelim; iş alacaksınız “Biz ilk etkinliğimizi düzenlemeye karar verdiğimizde şöyle yola ve size para verecekler. İlk sordukları sorular ‘ünlü müsün?’, ‘kaç çıkmıştık: Gittik Kıbrıs Şehitleri’ne; mekân mekân gezdik. Hepsiyle tık aldın?’, ‘yeterince eğlenceli misin?’ ve ‘albümün var mı?’. Kapı- tek tek konuştuk. Biri hariç, hiçbir mekân bize geri dönmedi ve orya pencereye doğrama yapan adama ‘borcum ne?’ diye soruluyor ganizasyonlarımızı bize dönüş yapan mekânda yapmaya başladık. ama müzisyenim dediğin zaman, ‘e para mı alacaksınız bir de’ di- Şöyle bir şansımız var: Biz sadece bireysel olarak da kendimizi ait yor adam. Saat dokuzda başlayıp sabaha karşı üçe, dörde kadar hissettiğimiz alt kültürlerin içinde yer alan türlerde müzik üreten çalan müzisyenleri düşünün. Beş kişi çalıyorlar; adam başı 50’şer grupların konserlerini düzenliyoruz. Bu yüzden seyirci kitlemizle lira yevmiye alıyorlar. ‘Abi 60 olsun’ deyince de ‘e, bir de bira içtiniz organik ve direkt bir temasımız var. Bu organizasyonlar, açıkçası ya’ cevabı geliyor. Patronların kültürel seviyesine değinmek, tam maddi anlamda çok bir şey bırakmıyor ama en azından gruplar bida bu yüzden müzisyenlerin temel hakkıdır. Biz sokakta, daha si- letten kazanıyor; o mekân etkinlik yapmaya devam ediyor ve altervil bir yerde mi duracağız ve buna ne kadar dayanabiliriz? Yoksa natif müziklere İzmir’de yeni dinleyici kitleleri kazandırabiliyoruz.” endüstrinin içinde kalıp onun dayattığı koşullarla mı var olmayı “90’larda İzmir’de acayip bir müzik furyası yaşandı. Belli bir yaşın tercih edeceğiz? İşte buna karar vermek gerekiyor.” üzerinde olanlar o dönemi özlemle hatırlıyor. 90’lar biterken müzisyenler hızla İstanbul’a kaçarken o dinleyici kitlesi de aile kurma“İzmirli müzisyenler aslında bir şekilde şehirde var olmaya ve var
PLA+FORUM
Forumun bu kısmında mevcut mekânların durumunu, izleyicinin niteliğini ve niceliğini, yeni izleyici kitleleri yaratmanın sonuç getirecek bir çaba olup olmadığını, bu kitleleri yaratmamız gerekiyorsa ne tür yöntemler izlememiz gerektiğini tartıştık.
kalmaya devam ediyor ama müzikal üretimin niteliğine dair pek sık dile getirilmeyen şöyle bir problem var: Tür ve özgünlükle ilgili ciddi sıkıntılar söz konusu. İzmir’de canlı müzik icra edilen mekânların çok büyük çoğunluğunda ‘cover’ (yorum) grupları sahne alıyor. Bu eğilim ne şekilde gelişti; mekânların talebinden mi kaynaklanıyor veya müzisyenlerin mi kolayına geliyor, bilemiyorum. Örneğin bir mekâna gidiyorsunuz; grup sahnede Thin Lizzy’nin ‘Whiskey In The Jar’ını Metallica yorumuyla çalıyor. Yani yorumun yorumunu yorumluyor ve insanlar bu şarkılarla gayet güzel eğleniyor. O hâlde soralım: Buradaki problem dinleyici midir, müzisyen midir, mekân mıdır?”
13 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
olurken aynı soruları kendimize sorduğumuzda dahi net ve bütünlüklü cevaplar elde edemeyebiliyoruz. Diğer taraftan İzmir’e dönmek isteyen, İzmir’e yerleşmeye karar veren müzisyenlerin şöyle bir sorusu var: ‘Orada neler olup bitiyor; gelip yerleşsem nerede çalabilirim, kimlerle çalabilirim?’
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
14
ya, evlere çekilmeye başladı. Bir on yıl sonra da İzmir’in merkezin- getirdiğinizde daha önce bir araya gelmemiş iki dinleyici kitlesini birleştirmekle kalmıyorsunuz; her ekip diğerinin kitlesinden yeni den tamamen elini eteğini çekip Mavişehir’e, Urla’ya, Seferihisar’a yerleşti. Dinleyicinin grupların repertuarına müdahale ettiği, grup- dinleyiciler kazanıyor. Söz 90’lara gelmişken İzmir, Bursa gibi şehirlerde punk, hardcore, metal kitlelerini ortaklaştıran, geçişkenların repertuarlarında kendi albümlerinden parçalara yer verdiği ve dinleyicinin bu parçaları talep ettiği, cazla dans edilen ve eğle- liği artıran pek çok organizasyonun düzenlendiğini biliyoruz ama bu gibi pratikler zamanla unutuldu. Üstelik bu etkinlikleri düzennilebilen yıllardan bahsediyorum. Şimdi bütün bu anlamlar, başka bir noktaya kaydı. Eskiden ‘bu gece şurada çok iyi müzik var, din- leyenler bu işi İngiliz pop müzik tarihine bakıp akıl etmedi. Bu forlemeye gidelim’ diyordu dinleyici; şimdiyse ‘kalk eğlenmeye, dağıt- mülü kendiliğinden, tamamen içgüdüsel olarak uyguladılar. Oysa bugüne bakınca hep aynı tarz grupları beraber sahneye çıkarmak maya gidelim’ diyor millet. Çünkü iş gerçek müzikten çıktı, deşarj olmayı garanti eden yüksek tempo ve sound tarafına kaydı. Örne- gibi bir alışkanlığın geçerli olduğunu görüyoruz.” ğin, İzmir’de açılan bütün caz kulüplerine bakın; en fazla bir sezon “Lüleburgaz’da yaşarken köyde, taşrada ve kırsalda müzikle ilişki dayanabildiklerini görürsünüz. Dolayısıyla müzisyene para verekurmuş yeni bir İzmirli olarak, dinlediklerime katkı sunmak adına miyorlar. Nostalji üzerinden geliştirilmiş bir çözüm önerisi olarak bazı deneyim ve gözlemlerimi paylaşmak isterim: İzleyici seyri ne algılanmazsa, evine kaçmış dinleyicileri dışarı çıkarmanın yoluna için bu kadar önemli? Çünkü endüstriyel bir alanda bilet kesme ve kafa yormak bir çözüm olabilir gibi geliyor bana. Ekonomik açıdan para kazanma ticaretinin içinde durduğunuz zaman izleyici sayıvarsıl ve çocuklarına iyi müzik dinletmeyi kendine dert edinmiş bir sı önemli hâle gelir. İzleyici tarafından tercih edilen ve işletmenin kitleden bahsediyoruz. Onları geri kazanırsak ortamı biraz daha gözünden bakacak olursak çok bilet kesen bir müzik grubuysanız hareketlendirebiliriz diye düşünüyorum.” müzik kaliteniz de tartışılır. Ya kendi müziğinizde diretecek ve kon“Dinleyici yetiştirmek diye bir kavramdan bahsedebiliriz ve bahset- serinize kendi seyircinizi bekleyeceksiniz ya da genelgeçer izleyimeliyiz. Müzisyenlerle dinleyici 90’ların ortasında sohbet toplan- cinin talep ettiği müziği yapacaksınız. Bu bizim müzisyen olarak tısı veya dinleti gibi etkinliklerde buluşuyordu. Bu tür buluşmalar, kendimizi nasıl konumlandırdığımızla çok ilişkili bir şey. Yani halk ayaklanmış da bizden müzik istiyor, resim istiyor gibi konuşuyoruz. kültür üzerinden sosyalleşme ortamı yaratırken müzisyene de yeni dinleyiciler kazandırıyordu. Müziğin sadece eğlence olarak algı- Oysa halk böyle bir isyan hâlinde değil; öyle bir şey yok. Trakyaca söyleyecek olursak, ‘Te Be Or Not Te Be / Olsak da olur olmasak da’. lanmaya başlamasıyla işin kültürel ve sosyolojik boyutuna pek Eğer televizyon şovlarının, klip kanallarının ulusal müzik trendlekafa yoran kalmadı. Aynı problem İstanbul’da da var. Eksenine topluca eğlendirmeyi koymuş müziklerin haricinde kalan tüm mü- rini tayin ettiği o ‘mübarek’ alanda duracaksanız, müzikle kurduğunuz ilişkiyi başka bir biçimde tanımlayacaksınız. O alanda kalıp zikler, İstanbul’da da büyük bir hızla dinleyici kaybediyor.” ‘ben hem buradayım, hem de müzikal namusumu koruyacağım’ di“Anlaşılan o ki 90’larda bu şehirde güzel bir dönem geçmiş, ben çoyebilmek, belki sadece halk müziği yapanlar için mümkün olabilir. cuktum hatırlamam. O günlere geri dönmeye çabalamak mı doğruÇünkü o müzisyenler daha çocukluğumuzdan beri duyduğumuz dur; yoksa müzik üretimi ve medya yeni mecralara doğru evriliyorseslerle uğraştığı için biraz daha avantajlı. Bununla beraber, o alaken, müziğe ulaşım şekilleri, müziği yapma şekli gelişiyor ve hızla nın üst seviyelerine tırmandıkça piyasanın size dayattığı koşullara değişiyorken sektörün devamlılığını sağlamak adına genç kitleleri uyum sağlamaya mahkûm kalacağınızı kabullenmeniz gerekiyor. hedefleyen radikal yöntemler geliştirmek mi doğrudur?” Buna yanaşmı-yorsanız kafanızdakini yapacaksınız; Ödemiş’e “Müzik tarihine geri dönüp bakınca ana akımlara alternatif olarak veya Demirci’ye gidip çalacaksınız. Yani bu işi sokaklarda yapmak ortaya çıkmış her yeni tarzın izleyici yaratmak adına sıradışı yön- zorunda olacaksınız. Dolayısıyla birçok açıdan araya sıkışmış bir iş temler kullandığına rastlıyoruz. Örneğin, ön grup / alt grup yön- kolundan söz ediyoruz. Öte yandan söz konusu dinleyici yaratmak teminin ortaya çıkışındaki temel sebep, farklı dinleyici kitlelerini olunca bugün karşımıza başka parametreler çıkıyor: Meselâ bir döortaklaştırmak. Farklı müzikler yapan iki ekibi aynı gece bir araya nem müzik grupları için yeni dinleyicilere ulaşmak ve iyi kaşe ala-
PLA+FORUM
15 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Bu alanda nitelikli insan kaynağı olmayınca mekânlar ya kapanıp bilmek adına önemli fırsatlar sunan üniversite şenliklerine bakın; bambaşka bir profilin oluştuğunu göreceksiniz. Üniversitelerde gidiyor ya da sürekli el değiştiriyor ve gittikçe sürdürülebilir bir müsadece eğlenmek isteyen, zamanın çok hızlı geçtiğini ve yetişeme- zik politikası izlemeyi umursamaz hâle geliyor. İşletme kültürünün diği her şeyi kaçıracağını düşünen yepyeni bir dinleyici kitlesi var. yoksunluğuna, bireysel anlamda işletmecilerin kültürel birikimine Bundan altı yedi yıl öncesine kadar Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi, ilişkin devasa problemler var. Genellikle daha önce müzikle veya Baba Zula gibi grupların çıktığı üniversite şenliklerine şimdi ço- sanatın herhangi bir alanıyla uzaktan yakından ilişki kurmamış ğunlukla pop sanatçıları çağrılıyor. Bunun altını niteliksel anlam- ama mekâna belli bir ciro yaptırmayı garanti eden işletmeciler da değil; niceliksel anlamda çiziyorum. Çünkü bir etkinliğin başarı tercih ediliyor. Müzik direktörlüğü sistemi de bu yüzden çalışmıyor kriteri, artık herkes için ortaya toplanacak kitlenin ne kadar büyük veya bu tür mekânlara müzik direktörü dayanmıyor. İşte bunlar birolacağından ibaret. İzmir’e odaklanıp bakalım; Kıbrıs Şehitleri birini tetikleyen ve etkileyen, hep birbirini besleyen problemler… Ve Caddesi’ndeki sokaklara gelenlerin %95’i o bölgeye eğlenmek için bu problemler, hem İzmir’de yaşayan yurttaşın müzikle kurduğu geliyor. O kitlenin hatırı sayılır bir kısmını ‘vaktinde eve dönecek ilişki alanlarını hem de müzik yapan insanları kıraçlaştırıyor.” mi?’ diye telefonun başında bekleyen ebeveynlerin çocukları oluş“İşletmecilerin müzisyenlerle ilişki kurma biçimlerinde de büyük turuyor. Yani forum süresince sıkça bahsi geçen kırk yaş ve üzerinsıkıntı var. Bir görüşme yapmaya gidiyorsunuz; saatlerinizi harcıdeki kitleye mensup eski dinleyicinin çocuklarından bahsediyoruz. yorsunuz sonra işletmeci size geri dönmüyor bile. ‘Gel kapıya çal; Üstelik o kitlenin bugünün Türkiye’sinde çocuğunun eve sağ salim senin büyük bir kitlen var’ diyor, bunu reddedip kaşe talep ettiğidönüp dönemeyeceğine dair endişeleri var artık.” nizde bir daha telefonlarınıza çıkmıyor. Mekânlar, genellikle bütün “Bu foruma katılan müzisyenlerin neredeyse tamamı ya dayısından sorumluluğu müzisyenin veya organizatörün üzerine yıkıyor. Çok ya lisedeki tuhaf müzik öğretmeninden ya da alt katta akordeon ça- az mekân tanıtıma destek veriyor.” lan Necmi Abi’den falan yola çıkarak müzikle ilişki kurmuştur. Biri KONSERLERİ DAHA GENİŞ KİTLELERE bir şekilde vesile olmuştur müziğe başlamanıza. Hiç konuşmadığıDUYURMAK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ? mız bir konu bu. Çocuk şarkıları diye bir alan ortadan kalktı. Çocuk İKPG’nin 2015 yılı boyunca düzenlediği buluşma toplantılarınşarkısı bestelemek, koro kurmak; bunlar bitti. TRT’nin siyah beyaz olduğu zamanlarda Hikmet Şimşek’in bu alandaki fani çabalarını, da öncelikli olarak odaklandığı konulardan biri de etkinliklere kent sathında daha yoğun bir görünürlük kazandırmaktı. Konu TRT’deki çocuk şarkıları yarışmalarını yaşı yetenler hasbelkader hatırlayacaktır. Düşünebiliyor musunuz; sizin maruz kaldığınız bü- buraya gelip dayanınca, bileşenlerimizin bugüne dek ortaya koyduğu önerileri, fikirleri katılımcılarımıza sunduk; onlardan tün seslere benim dört yaşındaki çocuğum, sekiz yaşındaki kızım katkı rica ettik ve bir başlangıç yapmak adına, İzmir Akdeniz da maruz kalıyor. Mahallelerde, sokaklarda çocuklarla ilgili neler Akademisi Kültür Sanat Koordinatörü Serhan Ada’nın önerisini yapabiliriz; buna kafa yormak lâzım.” kendileriyle paylaştık: “Herkes ortak bir karar alıp birbirinin et“MÜZİSYEN ÇOK, MEKAN YOK, İŞLETMECİ TOK” kinliğini kişisel sosyal medya hesabından paylaşsa görünürlük Sürekli sahne alan ve düzenli program yapan müzisyenlerin hızla artar; mevcut kitleler de katlanarak büyür.” Doğruluk payı üzerine sınırsız konuşabileceği kavramlardan biri dinleyiciyse var; bu tür pay-laşımlar sadece tanıdıklarımızla ve yakın ilişkidiğeri de muhtemelen ‘mekân’dır. Bu iş kolunda mekân kelime- de olduğumuz müzisyenlerle sınırlı kalınca hep aynı kitlelere sinin bir çatı kavram olarak işlev gördüğünün de altını çizmek çaldığımızı fark ediyor muyuz? gerekir. Çünkü bu kavram, müziğin icra edildiği alana ilişkin “Editöryal bir filtreden geçirmek kaydıyla müzisyenlerin ve gruplapek çok olguyu birden kapsar: Sahne, ses teknisyeni, personel, rın etkinliklerini bizzat yükleyebileceği, tarz ayrımı yapılmaksızın işletmeci, izleyici, duyuru üniteleri... İKPG’nin bugüne dek gerİzmir’deki tüm konserlere ve müzik etkinliklerine yer verecek çok çekleştirdiği tüm buluşma toplantılarında ‘mekân’ın her sanat dilli bir dijital platform tasarlanamaz mı? Türkiye’nin farklı illerindisiplini için temel ve acil bir ihtiyaç olarak öne konduğuna den gelen yerli turistler ve yabancı ziyaretçiler hâliyle akşam dışarı tanık olduk. Bu buluşma toplantılarında sergilemeler, perforçıkmak istiyor ve şehrin müziğini, kültürünü deneyimlemek istiyor. manslar ve gösterimler için yeni ve alternatif mekânları nasıl Bu niyetle ilk olarak kaldığı otelin resepsiyonuna danışıyor. Ne kayaratabileceğimize dair epey yol katettik. Buna karşın, söz dar sağlıklı bir öneri alır; belli değil. Bir broşür veya kitapçık olsa, konusu müzik olunca işin içine yukarıda sıraladığımız pek çok en azından İngilizce içerikle desteklense işe yaramaz mı?” parametre giriyor. “Atina’da havaalanına indiğinde şehrin haritasını ve etkinlik tak“Müzisyenler en örgütsüz, en bir araya gelmez kesim. Bu örgütsüzvimini bedava dağıtıyorlar. Üstelik bu kitapçığın içerisinde belirli lük hâli, belki de uğraştıkları işin doğasında yatan bireysellikten noktalarda indirim sağlayan bir kart var. Saraybosna’da ise direkkaynaklanıyor. Bu gibi forumların, tartışmaların sürekli yapıldığı lere yapıştırılan etkinlik takvimleri ve ‘navigatör’ adını verdikleri bir çevreden geliyorum. Akademik eğitim almış arkadaşlar veya aylık kitapçıklar var.” profesyonel anlamda uzun yıllardır müzik yaparak hayatını kazanmaya çalışan arkadaşlar teşhislerinde sıkışıp kalınca yer kapmak, “Basılı olsun, dijital olsun; İzmir insanı şehriyle ilgili bir yayınla kariş almak ya da program yapmak için piyasaya giren yeni müzis- şılaşınca mutlakla onu alıp inceler, açar okur. Vapura bindiğinizde yenlerin ücretleri düşürdüğüne gelip dayanıyor. Ben bundan daha dikkat etmişsinizdir; herkes belediyenin yayınladığı bültenleri ilderin problemler olduğunu düşünüyorum ve onları öne sürmek giyle okuyor. Örneğin İzmir Kukla Günleri afişlerini ilgiyle inceleyen istiyorum: Mekânlar ciddi bir işletmeci probleminden muzdarip. insanlar görüyorum. Bu afişleri yaygınlaştırma meselesi üzerine
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
16
PLA+FORUM
kapsamında yıkım kararı alınmış bir otoparkın zemin katı kullanıldı. Ses sistemi ve teknik ihtiyaçlar imece usulü giderildi. Dokuz doğaçlama grubu sahne aldı. Girişte acıkanlar için vegan mutfak standı kuruldu; dileyenler bu stanttan çok cüzi bir bedel ödeyerek faydalandı. Bilet satışı yoktu; izleyiciler girişteki bağış kutusuna katkıda bulundu. Etkinliğe özel bir fanzin çıkartılmış; bu fanzin de bağış karşılığında okuruyla buluştu. Beş saat süren bu etkinliğe yaklaşık iki yüz dinleyici katıldı. İzleyici toplamak, işler bir model geliştirmek adına esin verici bir örnekle karşı karşıyayız. Bu formülü bulabildiğiniz her alana, mekâna uygulayabilirsiniz. İzmir’de bu formülün uygulanabileceği pek çok kapalı alan var ve alan tahsisi için yerel yönetimden bir beklenti içerisine girmeye gerek yok.”
“Geçen yılın Ocak ayında efsanevi Rumble Militia konser vermeye İzmir’e geldi. 90’lı yıllarda sadece İzmir bazında ciddi dinleyicisi olan bir gruptan bahsediyorum. Dinleyici geçen yıllar içerisinde daralmış olabilir, onu anlayabilirim veya kendi dinleyicilerini kaybetmiş olabilirler ama o konser az daha izleyicisizlikten yapılamayacaktı. Grup sahneye çıkmak için birileri gelsin diye bekledi. Demek ki duyuru açısından çok sıkıntılı bir durum var ortada. Bu kesinlikle insanların o konserden yeterince haberdar edilememesiyle ilgili. Bazen mutlaka izlemem gereken bir grubun İstanbul konserine gitmek için o çileye katlandığım oluyor; neden İzmir belli başlı gruplar için bir uluslararası üs olmasın? İnsanlar İzmir’den “Kolektif ve inisiyatiflerin kapalı mekânlarda imece usulü düzenuçağa atlayıp Atina’ya, Selanik’e konser izlemeye gidiyor. Bazı leyeceği etkinlikler bahar ayları için uygun olabilir. Diğer yandan, yeraltı gruplarının İstanbul konseri bile olmuyor, hâtta İstanbul İzmir’in kendine has bir ruhu var. Bu şehri ne İstanbul ne de Anyerine Türkiye’nin başka şehirlerinde çalmayı özellikle tercih eden kara ile karşılaştırabiliriz. Deniz kıyısında yaşayan, yazı çok uzun yabancı gruplar var. Bir de şu dikkatimi çekiyor; etkinlikleri duyusürdüğü için vaktinin büyük bir kısmını sahilde, sokakta geçiren bir ran mecralarda genellikle belli başlı müzik türleri öne çıkarılıyor. şehir burası. Sahillere kalıcı sahneler kurulsa, her sahnenin bir geOysa İzmir’e sadece İbrahim Maalouf gelmiyor; bir türkü bara nel sanat yönetmeni olsa ve kışın bu sahnelerin üstü kapanabilse Kırşehir’den çok önemli bir ozan geliyor veya Çiğli’deki falanca İzmirli müzisyenler için yeni bir alan açılmış olmaz mı? Yurtdışında mekâna Kâhtalı Mıçı geliyor. Sosyal medyadan duyurulmayan bu buna benzer konser noktalarına sıkça rastlayabilirsiniz. Böylece İztür programları ötekileştiriyor ve yok sayıyoruz gibime geliyor.” mirli olup caz, klasik müzik, rock, blues icra eden ve barlara hapsolmak zorunda kalan müzisyenlere sahne açılmış olur.” MODEL VE STRATEJİ ÖNERİLERİ Fikir paylaşımları devam ettikçe, bazı hususların adı konma- “Ahura Ritim Topluluğu olarak uyguladığımız modelden bahsetmek isterim: Öğrencilerimden oluşan bir grupla işe tamamen sıfırdan mış engeller olarak karşımıza çıktığına tanık olduk: Konser ve başladık. Öğrenciler üç aylık bir eğitimin sonucunda sahneye çıkadüzenli programların ağırlıklı olarak Alsancak ve Bornova’da merkezlenmiş mekânlara yığılması, müzisyenlerin sahne ola- bilir hale geliyor. Mevcut mekânlarda konser vermeyi hiçbir şekilde düşünmediğimiz için baştan salon konserleri seçeneğine odakrak kullanabileceği yeni mekânlar yaratmak konusunda bizzat lanmaya karar verdik. 2016’ya kadar dört konser gerçekleştirdik. inisiyatif almak yerine beklentilerini yerel yönetim birimlerine İlk konserimize beş yüz, son konserimize bin iki yüz izleyici geldi. ve mevcut mekânlara yöneltmekte ısrar etmesi, şehrin farklı noktalarına yayılabilecek türden seri etkinlikler yerine genel- Yirmi kişilik çekirdek ekip olarak afiş tasarımından davetiye satılikle festival formatının hayal ediliyor olması akla ilk gelen ki- şına kadar tüm organizasyonu kendimiz üstleniyoruz. Her öğrenci kendi çevresine konser davetiyesi satıyor. Bağlantıları kurmaya litlenme noktaları. başladıktan sonra ağ genişliyor. Önce yirmi kişisiniz; bir bakmışAcaba müzisyenler sürekli mevcut mekânlardan ve yerel yönesınız ki kırk, altmış olmuşsunuz. Tabii burada kolektif olmaktan timden konser beklemek yerine dayanışma ve imeceyle kendi kaynaklanan bir aidiyet durumu da var. Çalışma alanımızı da kenorganizasyon modellerini geliştirebilir mi? di şartlarımızla oluşturuyoruz. Üçüncü seneye girdik; atölyeler ve provalar için kullandığımız bir mekânımız var. Ayrıca şu anlamda “İstanbul’da faaliyet gösteren A.I.D. kolektifinin düzenlediği tek kafamız çok rahat; ‘şunu çalın’, ‘bunu çalın’, ‘şu kadar saat’, ‘bu günlük etkinlik serisi, dayanışma ve imeceyle ortaya bir model çıkarma fikrine ideal bir örnek olabilir. Dördüncü etkinlikten bah- kadar saat’ gibi dayatmalarla karşılaşmıyoruz. Bu model herkesin kendi çevresiyle uygulayabileceği bir model olabilir.” sedeceğim: Tophane’de tehlike arz etmeyen ama kentsel dönüşüm
17 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“İKPG toplantılarının birinde kısaca sözü geçmiş; ben de afiş kulelerine değinmek istiyorum. Yurtdışında sıklıkla rastladığımız ve o şehrin müzisyenlerine, müzik üretimi potansiyeline görünürlük kazandıran bir kent mobilyası olarak afiş kulesi fikrini sıkça gündeme getirmek gerekiyor. Gayet legal ve düzenli işleyen bu sistem şöyle çalışıyor: Yerel gruplar, müzisyenler ve mekânlar belirli bir meblağ karşılığında afişlerini önceden düzenlenmiş şartlara uyarak yaya yoğun arterlerde yer alan bu afiş kulelerine yapıştırıyor.”
PLA+FORUM
biraz çalışmak, düşünmek faydalı olabilir. Bir de festivaller birbiriyle çakışmamalı. İstanbul ve Ankara’da buna çok dikkat ediliyor. İstanbul’da bir festival düzenliyorsanız o tarihte sizinkiyle çakışan başka ne var diye bakarsınız; çünkü her şehirde kültürü belirli bir kesim tüketiyor. Bunların koordinasyonu üzerine düşünmek, etkinliklere belirli bir bütçe ayırabilen kitleleri bölmemek adına faydalı olabilir.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
18
“Ben de Praksis’in deneyimlerini sizle paylaşmak isterim: Praksis sadece bir müzik grubu değil; yaklaşık on beş kişilik bir müzik kolektifi. Prodüksiyon, duyuru, afişleme, organizasyon gibi işleri bu ekip üstleniyor ve dostlarımızdan destek alıyoruz. Aramızda uzun yıllardır müzik yapanlar olduğu gibi enstrüman çalmaya yeni başlamış arkadaşlar var. Praksis, toplumsal meselelere duyarlılığı hedef alan, sokakta olmayı kendine hedef koymuş bir yapılanma. O yüzden sokağın ya da sahnenin tanımı bizde farklı. Biz ışıklarla donatılmış, yüksek zeminli sahneler istemiyoruz. Bizim için her yer sahnedir şiarıyla hareket ediyoruz. Üç dört kanalda iş üretiyoruz. Dayanışma ve açık çağrıyla evrimi anlatan bir çocuk şarkıları albümü yaptık ve Şubadap Çocuk Korosu’nu kurduk. Bunun dışında Türkiye’deki ekolojik yıkıma karşı duran ve sanat kumpanyası şeklinde örgütlediğimiz ekibimizle iki Türkiye turu yaptık. Dayanışma ve kendi öz kaynaklarımızla ‘Üç Beş Ağaç Kervanı’ adını verdiğimiz turneler düzenliyoruz. Bu turneler kapsamında bütün Türkiye’yi dolaştık; ses sistemimizi antika minibüsümüze yükleyip iki yılda yaklaşık yirmi bin kilometre yol kat ettik. Kimi yerde çevre örgütleriyle dayanıştık; kimi yerde yatacak yer verdiler, kimi yerde para toplayıp yakıtımızı karşıladılar. Kimi yere kendimiz sahne kurduk ve yıkıma karşı pandomim, müzik, tiyatro etkinlikleri düzenleyerek insanların dikkatini çevre meselelerine çekmeye çalıştık. Bir buçuk yıldır başarıyla uyguladığımız bir finans sistemimiz var: Örneğin bir ekibi daha götürmesi veya en azından bu ekibi konsere gittiği ücretli bir konserden elde ettiğimiz gelirin yarısını bir havuzda biriktiriyoruz. Böylece bir halk mücadelesinde müziğe ihtiyaç var- mekâna teklif etmesi. Menajerlik kurumu, pop müzik alanı dışında da oldukça oturmuş durumda. Gruplar, menajerlerin beraber çalışsa öz kaynaklarımızla oraya gidebiliyoruz. Albümlerimizi de aynı yöntemle kendimiz finanse ediyoruz. Kolektif üyelerinin konaklama, masına da ön ayak olmalı.” barınma, beslenme ve temel sağlık meselelerini çözebilmek üzerin“Yerel grupların kendilerini ifade etmesi meselesini çok önemsiyoden meseleye asgari ölçülerde bakıyoruz. Bunlar dışındaki tüm rum. Yeni mekânlar yaratmayı kendine dert edinmiş kolektiflerin birikimimizi müziğe aktarıyoruz.” bir araya gelip nasıl işbirliği yapabileceğine ilişkin fikir değiş tokuşu yapması ortaya çok etkili sonuçlar çıkartabilir. Apeiron, “İstanbul’da çalışmalarını sürdüren Bağımsız Müzik Oluşumu’na Randevu ve Edit ekibi, Alsancak’taki Rokalemon stüdyosu, Fullkatkı sunan Peyk grubunun bir önerisi var: Müzisyenlerin kendi mekânları olmalı. Kolektif kullanıma açık, müzisyenlerin dayanış- moon kolektifi derken aslında İzmir’de de bazı hareketlenmelerin olduğunu söylemek mümkün. Başlangıç olarak hemen festivaller mayla ayakta tuttuğu mekânlar. Birkaç müzisyenin buna öncülük tasarlamaya kalkışmak yerine küçük modellerle yola çıkıp kolektifetmesi gerekiyor sanırım. Ayrıca İzmirli müzisyenlerin en azından ler arasındaki işbirliği olanaklarını test etmek gerekiyor. Bu küçük ülke çapında görünürlüğünü artırmak adına Sofar, Balcony TV, modeller beklenmedik başarılara imza atabiliyor. Örneğin birisi Groovypedia gibi canlı performans videosu yayınlayan oluşumları ‘benim evimin bahçesi var, burada şu gün şöyle bir şey yapacağız; İzmir’e çekmek işe yarayabilir.” buyrun gelin, giriş on lira’ dediğinde oraya o gün yüz kişi gidiyor. “Bağımsız Müzik Oluşumu, ayrıca on sekiz yaş altı kitleye konser Buna karşın aynı grup mevcut mekânlardan birinde konser yaptıverebilmek adına kültür merkezleri ve lise salonlarında konserler ğında yirmi bilet satıyor.” düzenlemek üzere bir proje üzerine çalışıyor. Kimi grupların çok ciddi bir on sekiz yaş altı kitlesi var ve bu kitle barlara giremiyor. “Neden konserlerde birbirimizin albümlerini satmıyoruz? Görünürlük yaratmak, birbirimize yeni dinleyiciler kazandırmak ve dayaBuradan şuna gelmek istiyorum: İzmir sathında bu gibi konserlere nışmak adına iyi çalışan bir model geliştirmenin ilk adımı olabilir. açık olan özel okulların, özel tiyatroların ve kültür merkezlerinin bir envanteri çıkarılabilir. Bu ağdan öncelikle İzmirli gruplar ve müzis- Mekân yokluğundan, yeterli izleyici bulamamaktan yakınmanın sonu yok.” yenler faydalanabilir.” “Genç kitlelerin ileride bizim dinleyici kitlelerimiz olacağını hiç unutmayalım. Bundan on küsur yıl önce müzik tarzlarını, çalgıları konu edinen seminerler düzenlenirdi. Öğrenciler, bu vesileyle daha önce tanışmadıkları müzikler ve çalgılarla tanışırdı. Özel okullara böyle organizasyonlar önerilebilir ve her organizasyon İzmirli bir grubun konseriyle tamam-lanabilir.” “Konser sayısını artırmak ve dayanışmayla yol almak adına bir model daha önerebilirim: Her ekibin bir konsere giderken beraberinde
“Eğer bu forumda konuşulanlar, ortaya çıkan öneriler lafta kalmazsa ve birkaç çalışma grubu kurulursa mutlaka zaman içerisinde diğer konularla ilgili mesafe kat etmek söz konusu olacaktır.”
“KÜLTÜR İÇİN MEKÂN” FORUMU 10 Nisan 2016 BORGA KANTÜRK FOTOĞRAFLAR AYŞEGÜL KAYCI
Katılımcılar Ese Ese (Sonsuz Sekiz Sanat ve Tasarım Atelyesi), Ali Kemal Ertem (K2 & Maquis Project), Ahmet Yıldırım (Cinatı), Nur Muşkara & Esra Okyay (Basmane Atölye), Yalçın Çıdamlı (ÇizgeliKedi Görsel Kültür Merkezi), Ercüment Serpil (Karşı Sanat Merkezi), Aygün Erkem & Sultan Gökdemir (3. Dalga), Nesim Bencoya (Hezarfen Film Galeri), Şafak Ersözlü & Bahar Nihal Ersözlü (Sanatta Görünürlük Festivali & BudalaSultan Kolektifi), Özgür Aydek (Sanatta Görünürlük Festivali), Doğuş Demir (Ghetto Paintball), Hande Bozbıyık, Mert Görkem Ayaz (Yaşasın Derneği), Oğuz Ediz (med¬yakulubu.com), Çağrı Öner (6.45 KK), Emrah Atik (izmirdesanat.org).
> İyi yolda olduğunuzu düşündüğünüz aktiviteler neler? > İzleyicinizi geliştirmek ve artırmak için sizce ne tür araçlar gerekiyor? > Kültür mekânları ve işletmecileri arasında bir dayanışma ağı söz konusu olursa neler yapılabilir? Bireysel veya kurumsal olarak, bu konuda ortaklaşarak başka neler yapabiliriz?
> Bu pekiştirmeyi sağlamak için ne tür stratejiler ve modeller öneriyoruz?
PLA+FORUM
> Düzenli olarak kültürel aktivite üreten mekânlar, kültür kurumları, sanatçı kolektifleri / inisiyatifleri olarak İzmir’de güncel, aktif, katılımcı ve sürdürülebilir bir faaliyet alanı oluşturmayı hedefliyor musunuz?
> Biz kültür üreticileri, yerel yönetimin altını çizdiği “kültür kenti” algısını pekiştirmek adına neyi gündeme getiriyoruz veya getirmeliyiz?
ZARURİ BİR İHTİYAÇ OLARAK MEKÂN
19
İKPG’nin Nisan 2015’ten bu yana düzenlediği iletişim toplantılarında sıkça karşımıza çıkan konulardan biri şuydu: İzmir’de yoğun bir kültürel üretim söz konusuyken bu üretimin çıktılarını sergilemek için gereken mekânların sayıca az ve çeşitten yoksun oluşu; buna bağlı olarak kültürel programların sürdürülebilir olmayışı. (Aynı konunun bir önceki “İzmir’de Müzik Üretimi” başlıklı forumda da karşımıza çıkması oldukça dikkat çekiciydi.) Toplantıların bir diğer önemli konusuysa mekânlarla etkinlik üretenlerin ve sanatçıların arasındaki iliş-
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Düzenlediğimiz ikinci disipliner forumda, davetimize olumlu yanıt veren kişi ve kurum temsilcileriyle İzmir’de kültür ve sanat ortamının sürdürülebilirliği adına “mekân” olgusunu tartıştık. Davetliler için hazırladığımız çağrı metninde yer alan bazı temel sorular şöyleydi:
kilerde yaşanan tıkanıklıklardı. Bütün bunların ışığında, İKPG olarak İzmir’de sergileme, üretim, paylaşım ve performans mekânlarına duyulan ihtiyacın sürekli tartışmaya değer bir alan olduğunu görüyoruz.
PLA+FORUM
Bu kritik konulara ilgi gösterme inceliğinde bulunan birkaç işletme sahibi dışında forumun katılımcıları çoğunlukla kendi mekânlarını üreten bağımsız sanatçılar oldu. Kâr amacı güden işletmelerin ve özel sektöre bağlı kültür kurumlarının foruma yeterli katılım göstermemesi, İzmir’deki kültür hayatının ancak bağımsız aktörlerin dayanışmasıyla ivmeleneceğine işaret ediyor olmalı. Aslında bir diğer ilgi çekici durum da şu: Kendi mekânını üreten sanatçıların izleyicisiyle diğer mekânların izleyicisi belli oranlarda kesişiyor. Bu yüzden, forumun temel amacının son kertede mekânlar, aktörler ve aktörler arasında destek temasını güçlendirecek yeni politikalara bakmak olduğunu söyleyebiliriz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
20
Önceleri, İzmir kültür sanat ortamı konu olduğunda İstanbul örneği üzerinden karşılaştırmalar öne çıkardı. Ülkenin kültür sanat endüstrisine ev sahipliği yapan İstanbul’un da İzmir’i “kültür aktörü kaynağı” olarak nitelendirdiğine tanık olduk. Şimdi bu durumun nispeten azaldığını söyleyebiliriz. İstanbul’un hâlihazırda kültür politikası üretme yolunda belirgin bir kriz yaşıyor olması, İzmir’deki durumdan daha çetrefilli, dezavantajlı ve muallak bir durum ortaya koyuyor. Ülke geneline bakınca sermayenin kültüre yatırım yapmaktan hızla uzaklaştığını, kültürel alanların neredeyse tamamında rantsal gerilimin zirve yaptığını, beklentiler büyüdükçe küçük ölçekli bağımsız yapıların devre dışına itildiğini gözlemliyoruz. İzmir için bu mertebede bir sektörleşme, rant ortamı henüz söz konusu olmadığı için bir bakıma küçük ölçekli çabaların alternatif üretimleri daha fazla gündeme getirebileceğini öne sürebiliriz. “İngilizce ‘self institution’ diye bir tabir var aslında. Yani ‘kendini mekânlaştırmak’. Bireysel kültür üreticisi olmaktan çıkıp bizzat mekânsal üreticiye dönüşüyorsun.” Kendine Ait Bir Oda Projesi, Karşı Sanat Merkezi, Maquis Pro-
ject, 3. Dalga gibi aktif sanatçı mekânlarıyla 2000’lerin başında faaliyete geçen K2, güncel sanat alanında karşılıklı destek temasının altını çizen ve bu alanda fikir üreten oluşumlar. Yanı sıra Seskontrol, Apeiron, Epic Fair gibi yerel müzik ortamında faaliyet gösteren kolektiflerin Fransız Kültür Merkezi, Kübana Gazinosu, Edit, 1888, 6.45, Cinatı, Raş gibi performans mekânlarıyla ortaklaşa gerçekleştirdiği konserler, iyi örnekler olarak göze çarpıyor. İzmir’in bağımsız ve yenilikçi tasarımcılarını, “maker”larını ve çizerlerini bir araya getiren ve her etkinlikte şehrin daha önce kullanılmayan noktalarını işaretlemeye gayret eden Randevu, Things atölyeleri, Drink & Draw, Pecha Kucha gibi etkinliklerin sürdürülebilirlik adına hatırı sayılır mesafeler katetmiş olması ayrıca ümit verici. Mayıs 2016’da İzmir Görünürlük Festivali ile mevcut ortama katkı sunmaya başlayan Budala Sultan Kolektifinin girişimiyle bu halkaya dâhil olan Ghetto Paintball ve Originn gibi mekânların ileride kültür sanat aktivitelerine ev sahipliği yapabilecek güçte etkinlik alanları olarak öne çıkması, bize umut veriyor. Düzenlediği şenlikli tasarımcı panayırlarıyla şehrin genç kültür üreticilerine, müzisyenlerine alan açan No: 42 ve sinemayı öne çıkartan İro Café, bu canlanmaya ön ayak olma yolunda akla gelen diğer mekânlar. MEKÂNLARA DAİR BİR YOKSUNLUK: SÜRDÜRÜLEBİLİR ETKİNLİK POLİTİKASI GELİŞTİRMEK Karşılıklı sorular ve cevaplarla ana konuyu deşmeye devam ederken yerel yönetime, özel sermayeye veya devlete ait kurumların haricinde sistem tarafından kültür üreten odaklar olarak tanımlanmayan kafelerin, tasarım dükkânlarının ve bistroların da izleyici kitlesi geliştirebilecek mekânlar olup olamayacağı üzerine kafa yorduk. Ayrıca bu tür mekânların kültür ve tasarım alanlarında şehrin üretim potansiyeline katkı sunması mümkün müdür?; ona bakmaya çalıştık. “Kültür sanata alan açan kafelerin ‘müşteri’ tanımını ‘kültür tüketicisi’ tanımıyla zenginleştirmek için neler yapabileceğine ve müdavim tanımının niteliğini nasıl geliştirebileceğine bakması gere-
PLA+FORUM
21 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
kiyor. İzmir’de kültür sanatla bir biçimde ilişkili olmak isteyen bu yetiyor. Bu yüzden bağımsız sanatçı niteliğinizi gittikçe yitirmeye klasmandaki mekânlar, genellikle müşteri tanımını kullanmakta başlıyor ve alanınızla ilgisiz başka uğraşlarla hayatınızı kazanmaısrar ediyor. Bu tür mekânlar ağırladıkları insanlara sadece kâr ya çalışıyorsunuz.” odaklı bakarak ilerlediğinde kültür alanına minimum düzeyde kat“Yerel yönetime ve özel sermayeye ait mekânlar açısından bakacak kı sunar hâle geliyor. Böylece, hem baştan belirledikleri hedeflerle olursak, görünürlük kazanmış ve istikrarlı iş çıkartan yetkin kültür çelişmeye başlıyorlar hem de izleyici, takipçi geliştirme konusunda aktörleriyle bu mekânlar arasında bir iletişimsizlik söz konusu. zamanla zar zor kurdukları diyalog kesintiye uğruyor. Oysa bir kafe Kültürel anlamda baskı unsuru yaratmak sadece şikâyet ve talep veya bistro, insanların oturup bir şey içerken yazı yazdığı, tasarım etmekten ibaret olmamalı; etkinlik tasarımcıları güçlü projeleri yaptığı veya eline bir kitap alıp okuduğu bir kültür mekânı hâline sergilemek adına bu mekânlarla sürekli iletişim halinde olmalı. gelebilir. Bu da sadece iyi müzik çalmakla veya sanatsal görünümBahsettiğim güçte projelerin içerik ve uygulamasını gayet güzel lü ortamlar yaratmakla olmuyor. Bu gibi mekânların temel amakotarabilecek herkes mevcut İzmir’de. Bu gibi mekânlarda dücının kültür adına güçlü durabilen, güçlü olduğu sürece takipçi zenlenen bir serginin yanına ona bağlı bir başka etkinlik koymaya yaratabilen gelenekler yaratmak olduğunu düşünüyorum. Zaman kafa yormak, böylece mekânın görünürlüğüne de katkı sağlamak alan, karşılıklı efor isteyen bir mesele bu. İşletmeciler olarak böyle ve izleyiciyi artırmak gerekiyor. Bazı mekânları bu tür etkinliklere bir çabaya giriştiğinizde kültür sanat üretimine dair takipçi, izlealıştırmaya çaba sarf etmek şart ki işletmecileri ya da yöneticileri yici profili oluşturma arayışına düşmüş oluyorsunuz ki bu hayırlı bu tür alternatif etkinliklerin orada yapılabiliyor olduğuna tanık bir şey.” olsun, inansın.” “Bir mekâna gidiyorsunuz ve orada üç konser izliyorsunuz. ‘İki de MEKÂNLAR ARASI İLETİŞİM AĞI KURMAYA YARAYACAK BİR sergi açılabilir burada’ diyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki seARAÇ: “KENTSEL KÜLTÜR HARİTASI” zon sonunda o mekân kapanıp gitmiş. Bu noktada etkinlik tasarımcıları olarak biz de kabahatliyiz. İlk başta çok büyük düşünüyoruz, Mekânların görünürlüğünü artırmak, sürekli çaba harcanması gereken alanlardan biri olarak karşımıza çıkmışken, bizim ilgi bir yıla bütün etkinlikleri sıralıyoruz. İkinci yılda yoruluyoruz ve alanımıza giren mekânların mümkün mertebe eksiksiz olarak etkinlik sayısı üç ayda bire düşüyor veya ‘kimi bulacağız?’, ‘kimi yer alacağı merkezi bir İzmir haritası üzerinde kimi, ne şekilde, getireceğiz?’ endişesine düşüyoruz.” neyin yanında işaretleyebiliriz? Biraz da bunu konuştuk. “Eli“Biz atölyeler düzenliyoruz. Sembolik rakamlar talep ediyoruz ki kamizdeki bütün verileri kolayca paylaşılabilir, yayılabilir hâle getitılımcılar atölyeyi sürdürebilsin. Mekânlarla ilişkiye geçtiğimizde rip, bir havuzda toparlayıp ilerleyen aylarda bir tür kültür haritası genellikle bir kullanım bedeli talep ediyorlar ki bu bedel genellikle yayınlamak düşüncesindeyiz” dedik. Sonra, katılımcılara soratölye gelirinin yarısı oluyor. Bu, biz İstanbul’dayken de böyleydi, duk: İşaretlenmenin önemi sizce nedir, böyle bir haritaya neler İzmir’de de böyle. İşte tam da burada, ortada adaletsiz bir durum eklenmelidir? olduğunu düşünüyoruz; çünkü siz bilginizi ve tecrübenizi getiriyorsunuz, katılımcıyı buluyorsunuz ve programı sürdüren tarafsı- “İstanbul’daki PİST sanat inisiyatifinin üstlendiği güncel sanat harinız. İşletme de size mekân açıyor, anlıyoruz; bu mekânın işletme tası, burada neler yapılabileceğine ilişkin başarılı bir örnek olabilir. masrafları var ama talepler daha insaflı olabilir. Meselâ mekân ge- Harita, önceleri sadece kâr amacı gütmeyen mekânlara yer verirlirin üçte birini talep etse, her iki tarafı da memnun edecektir. Aksi ken zamanla büyümeye devam ederek fonlandı ve ticari galeriler hâlde elde ettiğimiz gelir sadece yol paramıza ve yemek paramıza de bu haritaya işaretlendi. Diyelim ki bir Cumartesi tura çıkmaya
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
22
dijital formatta dokümantasyon yapıyoruz. Toplantılarımızın ses karar verdiniz, 35 x 50 boyutlarındaki bu matbu haritaya bakarak kayıtlarını alıyoruz, bu kayıtların çözümlemelerini yapıyoruz. Yeni hangi mekânın nerede olduğunu görüyorsunuz ve günün sonunda en azından dördünü gezmiş oluyorsunuz. Basılı haritalar şöyle işle- kurulmuşuz gibi görünse de bir yıl süren toplantılar silsilesi sonucunda inisiyatif olmaya karar verdik. Bu sürece dair her aşama kare de yarıyor: Herkes mekânında ortaklaşa tasarlanan o haritanın ozalitini barındırıyor ve etkinlikler oraya işleniyor. Böylece izleyici, yıt altında. Tarih yazıyoruz gibi bir duygu içindeyiz.” uğradığı her noktada aynı formatta bir haritanın karşısına çıkaca“Maquis Project olarak son altı aydır üzerine konuştuğumuz Berlin ğını biliyor, gidiyor ona bakıyor. Yıl sonu için her mekâna has bir merkezli bir proje var. ‘Berlin-Based’ festivali, sadece Berlin’de etkinlik dökümü de ortaya çıkmış oluyor. Bu döküm bile çok önemli, yaşayan sanatçılara yönelik bir organizasyon. Almanya’nın takip çünkü en azından şehirde neler üretildiğini ortaya koyuyor. Bu haettiği kültür politikası bu gibi projeleri öne koyan bir niteliğe sarita, ayrıca kentteki kültür takipçisi kitlelerin mekânlar arası geçiş hip. Sanatçı müzesi diye bir şey var meselâ. Buna benzer bir modeli yapabileceği alternatif rotaları, bilgileri ve verileri sunuyor.” İzmir’e getirebilir miyiz, ona bakıyoruz. Proje halen yazım aşama“Buca ile Karşıyaka’nın veya Alsancak ile Bornova’nın arasında kül- sında, yerel yönetimle de diyaloğa geçeceğiz. ‘İzmir-Based’ adlı bir türel tüketim ve üretim dinamikleri açısından geçişkenlik yok. Her- festival İzmir’de yaşayan, İzmir’de sanat üreten insanları ortak bir etkinlikle buluşturabilir; görünürlüğün artmasına katkı sunabilir kes kendi bölgesinde takılıyor gibi geliyor bana. Yani Karşıyakalı birisini Göztepe’deki sergi açılışına getirmek bile bir dert. Alsan- diye düşünüyoruz. Tamamen ‘İzmir’de ne oluyor, bitiyor’ sorusunun cevaplarına odaklı bir proje bu.” cak, Konak ve Basmane bölgesi herkesin daha kolay ulaşabildiği noktalar olduğu için buralarda düzenlenen aktiviteler, daha geniş MEKÂNSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN FON OLANAKLARI kitleleri kendine çekebiliyor. Harita, en azından bu bölgelerde yaKültür sanat alanına odaklanmış her mekânın birincil gündem şayan kültür sanat tüketicisinin bir diğer bölgede olup bitenle ilişki maddesi, doğal olarak sürdürülebilirliği sağlamak. Kâr amacı kurmasına yardımcı olabilir.” gütmüyorsanız veya ticari döngü yaratamıyorsanız bütçeyi ARŞİV VE BELLEK TUTMANIN ÖNEMİ denk tutmak ciddi bir sorun. Bağımsız mekân sahipleri bu ne90’lı yılların İzmir’inde kentteki kültürel aktiviteleri özenle to- denle bir süre sonra destekçilerin, hibelerin, fonların peşinde koşmaya başlıyor ve kaynak yaratmak, sürekli merkezde duran parlayıp aylık olarak broşürleştiren yapılar vardı. O dönemde afiş ve etkinlik broşürü biriktirenlerin de olduğunu biliyoruz. kocaman bir soru(n) olarak karşınıza çıkıyor. Arşiv tutmak, her alanda olduğu gibi bu alanda da kritik bir ekBu noktada fon konusuna iki farklı açıdan bakabiliriz: Mikro siklik olarak karşımıza çıkıyorken forum katılımcılarına sorduk: ölçek ve makro ölçek. Başka ülkelerde ve şehirlerde gelenekDüzenlediğiniz etkinlikleri matbu, dijital; görsel ve işitsel olaleşmiş fon mekanizmaları var. UNESCO ve ECF (Avrupa Kültür rak belgeliyor musunuz, bir arşiv tutuyor musunuz? Sorumuza Fonu) gibi uluslararası çapta fonlar veya İstanbul menşeli SPOT gelen cevapların gayet seyrek oluşuna bakarak, arşivlemenin ve SAHA gibi koleksiyoner - mesen ortaklığı üzerinden hareket ve bellek tutmanın pek çok İzmirli mekân ve sanatçı için hâlâ eden, uluslararası projeleri destekleyen çatı organizasyonlar öncelikli bir uğraş olmadığını söyleyebiliriz. henüz İzmir’de bulunmadığı için makro ölçekte kaynak sağlayabilecek yapılardan söz etmek, şimdilik zor. “3. Dalga olarak kendi etkinliklerimize, işleyişimize ilişkin matbu ve
Böyle bir girişim, İzmir için alternatif modeller yaratabilir.”
“Belki şöyle bir şey olabilir: Bir yerde film gösterimi yapılıyorsa onun kapanış partisi için bir başka mekân tercih edilebilir. Bu tür kitle değiş tokuşu fırsatları yaratmaya işletmecilerin de kafa yorması gerekiyor. Ayrıca, iş birliğine açık olmaları gerekiyor. Dayanışma ağı işe yarar mı? Yani bunun adımını atabilmek için bile öncelikle işletmecilerin ve mekân sahiplerinin karşılıklı ve koşulsuz yardımlaşmayı kabullenmesi gerekiyor. Örneğin, atölye formatı sıkça dile getiriliyor. Herkes atölye yapmaktan, düzenlediğinden bahsediyor. Gönüllü yapan da var, ücretli yapan da. Kafeler, sanat atölyeleri, “Avrupa’da çok sayıda, çok çeşitli türde ve miktarda fon olduğunu gündüz sınırlı müşteri kitlesine sahip mekânlar bu atölyelere kapı biliyoruz. Ancak İzmirli sanatçıların büyük bir çoğunluğu bu fonaçarak yeni kitleleri mekâna çekebilir. Bu tür girişimler hem şehirların takibi, sağladığı olanaklar, limitleri ve başvurusu hakkında deki kültürel üretimi hareketlendirecektir hem de zamanla herkes yeterli donanıma sahip değil. Bunlar zorlayıcı süreçler; deneyim birbirinin mekânına kendi kitlesini taşımaya başlayacaktır.” gerekiyor. En azından, başvuru formunu yazmayı bilmek bile bir mesele. İKPG, daha önce de önerildiği üzere bu alanlarda bileşen- “Zaten burada bir araya gelmenin bir amacı da ‘ben sizin deponuzda ne yapabilirim?’, ‘sizin mekânınızı sergim, film gösterimim için leri için kolaylaştırıcı atölyeler düzenleyebilir.” nasıl kullanabilirim?’ gibi sorulara cevap bulmak değil mi? ‘Siz “İKPG Yıllık 2015 edisyonunda ‘Modeller ve Stratejiler’ adında bir benden nasıl faydalanabilirsiniz?’; ‘ben sizden nasıl faydalanabibölüm var. Bu bölüm, İzmir dışından başarılı olmuş kimi modellelirim?’ gibi şeyler…” rin nasıl işlediğine ışık tutuyor; mekânsal sürdürülebilirlikle cebelleşen sanatçıların örnek alabileceği bazı projeler var. Önümüzdeki “İKPG toplantılarında bileşenlerin kendi arasındaki dayanışmayı dönemde ‘Modeller ve Stratejiler’ bölümü için şehre davet edilecek güçlendirmesi için birkaç kez dile getirilmiş bir öneri var: Bir ihtikişi ve yapıların karşısına odak çerçeve olarak bu konabilir belki.” yaç bankası oluşturmak ve aynı ağa dâhil olacak mekânlar arasın“Nur Muşkara’nın Basmane’deki sanatçı evi, bir başka model öneriyor: Sanatçı mekânın sahibi ve sadece rutin giderleri, bakımıyla ilgili masrafları karşılıyor. Muşkara, burada çeşitli etkinlikler düzenliyor ve mekânını sanat üreticilerine açıyor. Kısacası, mikro modellerin İzmir’de işlememesi için hiç bir neden yok. Üstelik hâlihazırda önümüzde birçok iyi örnek var. Gerisi efor harcamaya, motivasyonu kaybetmemeye ve program geliştirme yeteneğine bakıyor.”
23 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“Belki bu gibi destekçi kurumların kurucularını, yöneticilerini “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, sistematiğini yerel üniversiteİzmir’e çağırmak, buradaki sermayedar ve yerel destekçilerle bulerle ortak kurabileceği bir fonlama programı olsa güzel olmaz luşturmak, mentorluk yapmalarına olanak sunmak İzmirli sanatmı?Ayrıca bu üniversitelerde Kültür Yönetimi bölümlerinin açılmaçıların faydasına olabilir. Sempozyum düzenlemek bunun bir yolu sı, sanat ve tasarımla ilgili fakültelerle ortak programların gerçekolabilir mi?” leştirilmesi ön açıcı adımlar olabilir. Yerel yönetimin işlettiği kültür “Mikro ölçekteki fonlama sistemlerine 3. Dalga’nın benimsediği mo- mekânları bu bölümün mezunları için staj imkânı sunabilir. İzmir deli örnek verebiliriz. Kolektif üyelerinin sunacağı küçük meblağlı Akdeniz Akademisi de Kültür Yöneticisi programını sürdürmek için bireysel katkılarla yapının kendi kendini finanse etmesi mümkün merkez görevi görebilir. Bu program açıldıktan üç dört yıl sonra, en olabilir. Dokuz ortak ayda 100 TL verse ortaklaşa kullanılabilecek azından sanatçıların bu işleri nasıl yürütmesi gerektiğine dair yol nitelikte bir mekânı sürdürebilmek çok daha kolay olacaktır. Yani haritası çizebilecek, rehberlik yapacak personeli yetiştirir.” kilit nokta, hem sanatsal üretimi hem rutin giderleri öz kaynaklarla MEKÂNLAR BİRBİRİNE NE KADAR DESTEK OLUYOR? finanse etmeyi kabul edecek on kişiyi bir araya getirmek. Bundan sonrası o yapının nasıl güçlendirilebileceğine, aynı sokaktaki baş- Genel çerçeveye baktıktan sonra bazı temel sorular sormaya başladık: Kültür mekânları ve işletmecilerin bir dayanışma ağı ka mekânlarla ne tür ortaklıklar kurulabileceğine bakıyor.” kurması söz konusu olabilir mi? “Büyük sermayeye temas edemiyorsak, o dünyanın ilgi alanına giremiyorsak, küçük ölçekte ve çoklu desteklerle kendi koleksiyoner- “Böyle bir dayanışma ağı kurmak, neler yapabileceğimize bakarken lerimizi, mesenlerimizi yaratıp bunları bir ağ içinde toplayabiliriz. elimizi rahatlatacaktır.”
PLA+FORUM
Forum katılımcılarıyla biraz bu alandaki örneklere baktık. SPOT’un üretime yönelik sağladığı fon oldukça ilgi çekici: Sanatçılara üretim yapması için finansal destek sağlıyor. SAHA da benzeri bir modelle çalışıyor: Oya Eczacıbaşı’nın başını çektiği birtakım koleksiyonerleri kendi ağında toparlayan bu kurum, güncel sanatın prestijli etkinliklerine, Dokümenta ve Venedik Bienali gibi organizasyonlara ya da uluslararası davet programlarına katılabilmesi için sanatçılara burs ve atölye imkânı sağlıyor. Bu tür fonlar, elbette ki UNESCO’nun veya AB fonlarının sağladığı yüksek meblağlarla yarışabilecek mertebede değil ama en azından makro ölçekle mikro ölçek arasında geçiş olanağı sunuyor. Ayrıca Türkiyeli sanatçıların üretiminin devamlılığını gözetiyor. Mekân hibesi sağlamak, mekânın sürdürülebilirliği için burs vermek, proje ve etkinlikler için destek sunmak, akla gelen diğer işlevler.
PLA+FORUM
da hizmet takası yapmak. Meselâ buradan başlamak da iyi olabilir. ‘Şu akşam benim şöyle bir cihaza ihtiyacım var’ veya ‘ben şunları sağlayabilirim’ gibi… Böyle bir havuz oluşturmak işe yarayabilir mi?”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
24
tılar oluşturmanıza da izin veren yazılımlar bunlar. Kaç kişi gelmiş, kaç bilet satmışsınız, vs. Bu gibi güncel araçları denemek, öğrenmek ve zorlamak gerekiyor diye düşünüyorum”.
“Siz bir etkinlik yapmaya karar veriyorsunuz ama o gün içerisinde “Ortak mail grubu kurmak çok iyi bir çözüm ama zaten birbirimizden haberdar olabileceğimiz sayfalarımız var. Örneğin bu sayfaelli tane daha etkinlik oluyor. Hiç kimsenin birbirinden haberi yok; çünkü işletmecilerin, mekân direktörlerinin, etkinlik tasarımcıları- ları düzenli olarak ziyaret ederek aynı tarihte İzmir’de başka neler var diye bakabiliriz. Mekân sahibi ve kültür üreticileri olarak bunnın birbirinin ne yaptığından haberi yok. İzmir bir metropol olabilir lara düzenli bakmayı alışkanlık haline getirsek, takibi artırsak pek ama burası İstanbul değil. Bir milyon kültür severimiz yok. Zaten çok şey daha da kolaylaşır. Birbirimizin sayfalarını birbirine bağgittikçe daralan imkânlarınızı zorlayarak bir etkinlik yapıyorsunuz; bakıyorsunuz ki boş geçiyor, bir daha yapmak için elli kere düşü- lamak bile çözümdür ama elbette bütün etkinlikleri içerip kullanıcı için filtreleyecek bir uygulama geliştirmek harika bir çözüm olur.” nüyorsunuz. Daha popüler, tanıtıma daha çok bütçe ayırabilen mekânlar şehirdeki sınırlı kitleyi çekip götürüyor. Sergiler için de Bu foruma katılan çoğu oluşum kâr amacı gütmüyor; mekânları bu geçerli, eğer açılış günü hiç kimse gelmediyse ondan sonra zaadına sürdürebilirlik ve program geliştirme konusunda maddi ten hiç kimse gelmiyor. Bu yüzden bir konuda dayanışacaksak önce zorluklarla karşı karşıya. Etkinlik geliştirme, proje ve program birbirimizin etkinliklerini ezmeyi engelleyecek bir iletişim sistemi tasarlama, sanatçı tahsisi gibi konulardaysa oldukça deneyimkurmakla başlayabiliriz.” liler; kendi olanaklarını yaratabilmişler. İzmir’de sanata sponsor, yatırımcı olabilecek tarafların ortaya çıkmasını istiyorsak, “Portİzmir’de Finlandiyalı bir sanatçı Minna L. Henriksson’un işi bu şehirde kültür sanat alanında güçlü organizasyonların var vardı, ‘İzmir Map’. İstanbul haritası daha çetrefilliydi, İzmir’deki olduğunu söz konusu taraflara göstermemiz gerekiyor. Mevharita daha sarmal bir yapıya sahipti. Bu harita ortaya çıkınca mekânların ve işletmecilerin bir kısmının aslında birbiriyle pek an- cut çeşitliliği, güçlü işlerle İzmir’de gösterebilirsek şehre has bir kültür endüstrisi meydana çıkacak, taraflar da bize temas laşamadığı ortaya çıkmıştı.” etmeden yurt dışına yatırım yapmayacaktır. Bunların tümünün “Mekânlar birbirlerinin afişini asabileceği, el ilanlarına yer verebilegeçerli olabilmesi için yapısal anlamda bir devamlığın görünür ceği bir dayanışma ağıyla işe başlayabilir.” olması gerekiyor. Bu konularda yöntem ve strateji geliştirecek, “Hiç tanımadığımız mekânların, insanların etkinliklerini paylaşıyo- rehberlik ve danışmanlık sağlayacak ara birimlere, kanallara ruz biz. Benimkini de paylaşın. Biz Karataş’tayız, sen Alsancak’ta- ihtiyaç var. İzmir Akdeniz Akademisi ve İzmirKültür Pla+formu sın; neden paylaşmaktan çekiniyorsun ki? Ben Karşıyaka’daki, Girişimi gibi yapılar bu görevleri görmeye aday olabilir. Bu yaGöztepe’deki, Narlıdere’deki etkinlikleri tabii ki paylaşmalıyım pılar güzel sanatlar fakülteleri, yerel yönetimlerin ilgili birimlediye düşünüyorum.” ri, kamu kurumları arasında ortak programlar geliştirebilmek adına sağlam bir ilişki ağının kurulmasına ön ayak olabilir. “Mekân tanıtımı ve etkinlik duyurusu için Facebook sayfalarını veya ortak mail gruplarını kullanmak tabii ki iyi fikir. Bunlar herkesin deneyimli olduğu, bu yüzden kendini rahat hissettiği mecralar. Ancak bunların dışında size çok farklı türden faydalar sağlayacak bazı dijital araçlar var. Tamamen ücretsiz kullanabileceğiniz, mail hesabınızla giriş yapıp işlemlerinizi yürütebileceğiniz araçlardan bahsediyorum. Örneğin bu işe yarayan bir uygulamayla hepinizin telefonuna etkinlik bildirimi düşebilir. Etkinlikleriniz için aylık çık-
Bütün bunların işler hale gelebilmesi için de sermayenin yokluğuna alışmadan ortak bir farkındalık yaratmak, işlevsel dayanışma ağları kurmak, şehrin desteğini arkamıza almak ve ihtiyaç duyanların kolayca ulaşabileceği aracı yapılar kurmak şart görünüyor.
SİNEMA FORUMLARI 15 Mayıs 2016 CENKER EKEMEN FOTOĞRAFLAR AYŞEGÜL KAYCI
Katılımcılar
İKPG olarak böylesi bir ortamda, disipliner forumlarımızın üçüncüsünü sinema başlığı altında topladık. Davetimize icabet eden katılımcılarla İzmirli ve İzmir’de kalan sinemacıların temel sıkıntılarını, üretim olanaklarını, sektörün sorunlarına yönelik çözüm önerilerini tartıştık. Önce durumun genel bir fotoğrafını çektik; ardından film endüstrisini ne gibi yollar izleyerek şehrimize çekebileceğimizden, alternatif bir sinema anlayışı oluşturabilmenin yollarından, yerel yönetimlerin ve aktörlerin yapabileceği somut katkılardan söz ettik. Ayrıca, yoğunluk nedeniyle bizzat katılım gösteremeyen ancak mesaj yoluyla katkılarını, görüşlerini ileten sinemacılara müteşekkiriz. Tartışılacak başlıkları belirlemek için yaptığımız açık çağrıya gelen cevapları derlediğimizde, ilk forumda sekiz konuya odaklanmaya karar verdik: > Sinemanın kentimizin uluslararası bilinirliği açısından taşıdığı önemi nasıl tanımlayabiliriz?
25 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İzmir, yıllardır sayısız sinemacı yetiştirmiş bir kent. Ülkenin ilk sinema okuluna ev sahipliği yapmış bu şehir, bünyesinden ya da bünyesindeki okullardan pek çok senarist, yönetmen, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, yapımcı, oyuncu çıkarmış. Kendine has dokusu sebebiyle yıllardır birçok diziye ve sinema filmine ev sahipliği yapıyor. Ancak şehrin en temel problemi, belki bütün sanat disiplinlerinde karşımıza çıktığı üzere yetiştirdiği nitelikli insanları İstanbul’daki endüstriye kaptırması, öz kaynaklarını kullanarak kendi üretim mekanizmalarını geliştirememiş olması. Ancak son birkaç yıldır pek çok nitelikli sinemacı, İstanbul’daki sinema – dizi endüstrisinin yaşamaya başladığı sıkışmışlık ve doymuşluk, çalışma ve yaşam koşullarının gittikçe zorlaşması gibi sebeplerden ötürü İzmir’e geri dönüyor veya İstanbul dışında üretim, yaşam olanaklarını zorluyor. İzmir yavaş yavaş kendi öz kaynaklarıyla filmler çıkarmaya başlıyor, İzmirli yapım şirketleri ulusal kanallara dizi, vizyona sinema filmi çekiyor.
PLA+FORUM
Ali Rıza Çetinkaya (ÇAĞSİAD), Oktay Aktaş (senarist, belgeselci), Ayberk Olgay (Kronos Media Design – İzmir Sinema Dayanış¬ması), Ömer Can (Pusula Film), Sagutay Mustafa Çetin (prodüktör), Bahadır Apşin (senarist, yönetmen, yapımcı) Engin Bayrak (kompozitör, besteci), Gül Kaplan Ekemen (akademisyen), Mümin Güven (Yenikapı Sinema Kolektifi), Ercüment Serpil (Karşı Sanat Merkezi), Aziz İmamoğlu (kurgu direktörü, Yaşar Üniversitesi Öğretim Görevlisi), Osman Özkan (Senarist, metin yazarı), Onur Çobanoğlu (Moment Yapım), Funda Erkal Öztürk (İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Daire Başkanı), Dilek Alpgün&Gür¬kan Beyazgül (Pagus Ajans), Elçin Elgin.
rin sayısını artırmak işe yarar bir yöntem midir? > Şehre yeni festivaller kazandırılabilir mi, mevcut festivalleri güçlendirmek için izlenmesi gereken yollar nedir? > Beraberce örgütlenip bir dayanışma ağı kurabilir miyiz ve bu ağ işler mi? İş forum kısmına geçince bu zengin içerik, teslim etmemiz gerekir ki İzmirli sinemacıların ortak ihtiyaçları ve sorunlarını içeren yakıcı gündemden ötürü yer yer daralmaya uğradı. BİR ŞEHRİN GÖRÜNÜRLÜĞÜNÜ YAYGINLAŞTIRMA ARACI OLARAK SİNEMANIN İŞLEVİ
PLA+FORUM
“Dünya üzerinde herhangi bir şehrin görünürlüğünü artırmak adına sinemanın milyonların nezdinde ne kadar etkili bir araç olduğundan tekrar bahsetmek herhâlde yersiz olur. New York’a gitsek, Los Angeles’a gitsek veya İstanbul’a gitsek kaybolmayız; çünkü birçok metropolü, dünyaca meşhur mahalleyi izlediğimiz filmlerden, dizilerden tanıyoruz. Görünürlük, tam da bu yüzden sadece bir şehrin küresel anlamda bilinirliğini artırmakla kalmıyor; ekonomisinin gelişimine de katkı sağlıyor. İzmir, bu anlamda büyük olanaklara sahip çünkü oldukça fotojenik bir kent ama kendini görünür kılmaya şiddetle ihtiyacı var.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
26
“Yaklaşık altı yıldır İzmir’den bütçe çıkartıp, sponsor bulup film çekiyorum. Ne zaman film çekecek olsam ya Muğla ya Denizli destek teklif ediyor bana. Son filmimin neredeyse yarısı Fethiye’de > İzmir’e özel bir sinema endüstrisi, bağımsız bir sinema anlageçiyor. İlk filmim Halikarnas Balıkçısı ekseninde tiyatronun bu yışı ve üretim zemini yaratmak mümkün mü? Değilse mevcut topraklarda doğduğunu, tiyatronun savaşını anlatıyordu. Haliüretimi artırmak ve görünür kılmak için neler yapılabilir? karnas Balıkçısı’nın bildiğiniz üzere İzmir için, Ege için, Türkiye > Türkiye’de tüm yaratıcı sektörler, İzmir’i insan kaynağı için ve Akdeniz için ayrı ayrı önemi var ama gelin görün ki bu filme olarak kullanıyor. En üretken sinemacılarımızı, ekiplerimizi İzmir’den destek bulamadık.” İstanbul’a yolluyoruz ve endüstri neredeyse bu şehirden besNEDEN İSTANBUL’A GÖÇÜYORUZ? lenerek ayakta duruyor. Bu yaratıcı beyinler İzmir’de kalmayı tercih ettiği takdirde geçinebilmek için kendi alanları dışın- “İzmir olarak sürekli dışarıya göç vermenin önüne geçmek istiyorsak, bir an önce somut adım atılması için elimizden geleni yapmak da işlerle uğraşmak zorunda kalıyor. İzmir’de sadece sinema lâzım. Çocuklar para ve deneyim kazanmak için İstanbul’a gitmek yaparak ayakta kalmak, yaşamı idame ettirmek mümkün mü? zorunda. Burada yapacakları iş yok. Aç mı oturacaklar? Hepimiz Üretenleri desteklemek için ne tür kaynaklar yaratılabilir? biliyoruz ki film yönetmek isteyene, sinemayı öğrenmek isteyene, > Sinema salonları büyük dağıtım tekellerinin elinde, sineburadan çıkan ekiplere teknik alt yapıyı sağlamak adına belli bir ma kültürü kasten alışveriş merkezlerinin içine sıkıştırılmış yaşam standardı yaratmak gerekiyor. Bunun için de önce işleri durumda. Şehrin sembolleşmiş sinema salonları teker teker kolaylaştırmak gerekiyor. Bir yapımcı olarak şunu öneriyorum: kapanıyor veya kapanmak zorunda bırakılıyor. Tekellerin İstanbul’dan junior asistan getirsem maliyeti bana 900 lira. Judayatmalarını aşamayan yerli ve bağımsız filmlere ulaşmak nior asistanı İzmir’den alırsam bu işi 500 lirayla bitiririm. Film neredeyse imkânsız; bağımsız salonlar yok denecek kadar setlerindeki ekipler sürekli değiştiği için oluşacak sirkülasyonla az. Mevcut salonların ayakta kalabilmesi için izleyici yaratberaber kurgu için yeni ekipler ortaya çıkacaktır.” mak, doluluğu artırmak adına ne gibi yöntemler uygulanabilir? Gösterimler için önceden hiç düşünülmemiş, yepyeni alanlar “İzmir’de sinema bölümü olan birçok üniversite var. İstanbul’daki film ve dizi sektörüne fabrika gibi eleman yetiştiriyor bu şehir. açılabilir mi? Bünyesinde ülke sinemasına üst düzeyde katkı sağlayabilecek ye> İzmir’de birçok kısa film ve belgesel çekiliyor. Ne tür gösteterliliğe sahip pek çok üretken insan barındırıyor. Ancak sürekli iş rim mecraları tercih edilirse bu potansiyel büyür ve yaygınlaolanağı olmadığından ve üretimin sürekliliği sağlanamadığından şır? Bu gösterimler için hangi etkinlik formatları kullanılırsa neredeyse herkes İstanbul’a göçmek durumunda kalıyor. Burada programlar sürdürülebilir hâle gelir? Yerel aktörler ve kurumlar, kalanlarsa kendi yağında kavrulmaya çalışıyor. Herkes birbirini bu konuda iyileştirme amaçlı olarak ne gibi adımlar atabilir? az çok biliyor ama yatay ilişkiler açısından aramızda ciddi bir iletişimsizlik olduğu gerçek. Şu soruları kendimize samimi olarak > Sinema eğitimini toplumun tüm katmanları arasında eşit bir sormanın zamanı gelmedi mi?: Bu koşullarda İzmir’de film üretibiçimde yaygınlaştırmak ve bilinçli izleyici kitleleri yaratmak anlamında sinema atölyeleri büyük önem taşıyor. Bu atölyele- mi yapabilmek gerçekten olanaklı ve sürdürülebilir mi? Şehrin ve
27 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
riye alternatif olacak ‘yeni bir sinema’ oluşturmak mı? Stratejiyi “Esas olan, İzmir’in bu alanda kendi özgürlüğünü yakalayacak bu tercihe göre belirlemek lâzım. Zira endüstriyi İzmir’e getirmek adımları atması. İzmir, ortaya görünürlüğünü artırabilecek farklar için veya burada alternatif bir sinema oluşturmak için izlenecek koyabilirse yerel sektörü hareketlendirmek o derece kolay olacaktır.” yollar birbirinden çok farklı. Ben endüstrinin İzmir’e taşınmasını tercih ederim, çünkü işin ekonomik boyutuna bakıyorum. En va- “Biz harika koşullarda giden, mükemmelliğin doruğuna ulaşmış bir endüstriden de bahsetmiyoruz. Ben İstanbul’dan o kadar da sat dizinin prodüksiyon bütçesi iki yüz elli bin liradan açılır. Bu sıkılmamıştım, o kadar da bıkmamıştım. Bence hâlâ çok güzel rakamın içinden şehrin ekonomik döngüsüne sirayet edecek pay bir şehir ama benim İstanbul’dan kaçışıma neden olan etken, da haftalıktır. Birkaç sene sürecek bir dizinin üreteceği onlarca milyon dolarlık gelirin o dizinin çekildiği kente ne gibi girdiler sağ- İzmir’e dönen veya buraya yerleşme kararı alan herkes için bir nebze geçerlidir diye düşünüyorum: Ben bu işi en başından beri ladığına dair örnekleri hatırlayın; bunları çok yaşadık. İyi işler, o işin üretildiği şehre gelir getirir. Kesin bilgi. Yani o yüzden, endüst- severek yaptım. Sevdiği işi yapma lüksüne sahip çok az insan var hayatta. Ne zaman ki bu pastadan kendine pay kapmaya rinin bir kısmı bu şehre aksa yeter.”
PLA+FORUM
şehirdeki sinemacıların öz gücüyle bir şeyler üretmesi ne kadar İZMİR’E HAS ALTERNATİF BİR SİNEMA ANLAYIŞI mümkün? Koşulları iyileştirmek adına ne gibi alternatifler yaraYARATMAK MÜMKÜN MÜ? tabiliriz? Daha olmadı, endüstriyel üretimin bir kısmını İzmir’e “Adına alternatif veya bağımsız demeye gerek yok. Alternatif nitetaşıyabilir miyiz?” lemesini endüstrinin karşıtı olarak tartışmanın ortasına koymaya “Bu sektörde iş gücünü oluşturanların çoğu zaten İzmirli. Endüstri- da gerek yok; çünkü endüstri yoksa, eğitimli ve tecrübeli iş gücü o nin neresini bu şehre taşıyabiliriz diye soruyoruz ya, buradan ka- alanda şehrinizde mevcut değilse şehre has ‘alternatif bir sinema’ çanları geri getirsek zaten İstanbul’un önüne geçer İzmir. İnsanlar, ortaya çıkartamazsınız. Hiçbir şey bilmeyen bir ekiple ‘haydi bakaartık İstanbul’dan kaçmak istiyor. Bırakın yapımcılar İstanbul’da lım bağımsız film çekiyoruz’ dediğinizde ortaya kötü bir iş çıkacağı kalsın, kanallar İstanbul’da kalsın. Son bir hafta içerisinde sek- neredeyse kesindir. İşte o zaman İzmir Sineması diye bir şeyden törden üç arkadaşım İzmir’e yerleşmek üzere karar aldı. Bunalmış bahsedemeyiz. Bunlardan önce ‘bakın burada ne güzel filmler çedurumdalar İstanbul’dan. İstanbul’da hareket edemiyorsunuz kiliyor’, ‘insanlar bu şehirde sinema yaparak geçinebiliyor, yemek arkadaşlar, çekemiyorsunuz. İstanbul’da dizi çekilmiyor artık. yiyebiliyor, kirasını ödeyebiliyor’ diyebilmemiz gerekiyor. Herkes Çekilemiyor. Bir yerden bir yere ekibinizi taşımak en az üç saa- bu yüzden İstanbul’a kaçıyor. Biz bir şekilde endüstriyi buraya tinizi alıyor. Üstelik bu süreye değecek uzaklıkta bir mesafeden getiremezsek veya yeni yerleşenler bu konuda çekingen, hantal kabahsetmiyorum. Beykoz Kundura Fabrikası’nı yıkın; İstanbul’da lırsa gidişat aynen böyle devam edecek. Diziler tam da bu yüzden dizi çekemezsiniz. Başlangıçta insanlar buraya elbette ki geçici önemli. Diziler olmasa bu insanlar nereden ekmek yiyecek?” olarak gelecek ama senede sekiz dokuz ay iş bulmaya başladıklarında otelde konaklamak istemeyecekler ve şehre yerleşecekler. “İstanbul’da prodüksiyon maliyetleri yükselmeye devam ettikçe yapımcılar Anadolu’ya yöneliyor. Böylece maliyetleri %40’a yaAilesi burada olanlar eminim ki koşarak dönecek. Karar verilmesi kın oranda düşürebiliyorlar ama nedense İzmir’i görmüyorlar. gereken şu: Hedef sinema endüstrisini İzmir’e taşımak mı, yoksa İzmirli sinemacılar olarak İstanbul’da çökmeye başlayan endüst- İzmir’i görmelerini gerektirecek bir unsur yok çünkü.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
28
çalışan bazı yapımcılar türedi, işte onlar sektörün etik kuralları- kolayca temin edebiliyor, kadronuzu kurabiliyorsunuz. Yani o etik kirliliği buraya taşımak ya da aman endüstrileşelim derken şehre nı hızla aşındırarak çok severek yaptığım işimi elimden almaya has bir sektörel kirlilik üretmek bizi iyi bir yere taşımaz.” başladı. İzmir’de kendi dinamiğinde ilerleyen, alternatifler ortaya koyabilecek, daha etik, daha düzgün işleyen bir alan yaratmaya İZMİR’E PLATO KURMAK ÜRETİMİ ARTIRMAK ve bu alanı İzmir’e gelmek, yerleşmek isteyen her meslektaşımız ADINA BİR ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ? için cazip hale getirmeye çalışmalıyız. Meselâ ilk filmi için Kültür Bakanlığı’ndan destek alan yönetmenler için bu şehri bir üs hâline “Antalya’da kocaman platolar var, orada üç film çekildi şimdiye kadar. Çözüm müdür plato yapmak? İşe yarar bir girişim olacagetirmeliyiz. Burada kendisine yönetmen gibi davranılırsa, ayrıca ğını zannetmiyorum. Türk sineması ve plato, yan yana bakınca çok daha düşük maliyetlerle iyi bir iş çıkartabileceğine inandığı pek bağdaşık gelmiyor bana; biraz ütopik geliyor. Plato dediğiniz anda bu şehri tercih edebilir.” şeyin içini dolduracağınız dekor lazım. Dekor dediğiniz zaman da “Şimdi teorik bir tartışma gibi algılayabilirsiniz ama öyle olduğunu o iş finansmana bakıyor. Hem sonra plato getirseniz ne olacak, o zannetmiyorum: Sinemadan söz ediyorsak endüstri ve sanat hep kalifikasyona sahip kadrolar bu şehirde var mı?” yan yana durur. Bunu bir gerçeklik olarak kabul ediyoruz ama yine de tartışma konusu yapıyoruz. Diğer yandan, ‘endüstriyi “Plato tek başına ne kadro yaratır ne de film getirir. Reklâm platosu yaparsınız, mavi sonsuz fonu olur. Güzel; bunlar İstanbul’da kısmen de olsa İzmir’e taşıyalım’ fikrine yönelik olarak şahsen var zaten, oradaki sinema insanları sadece bunun için ne diye İstanbul’da kesifleşen o yozlaşma ve kirlenme hâlini bu şehre olduğu gibi getirecek bir girişimin parçası dâhi olmak istemem. İzmir’e gelsin? Fakat oluşturduğunuz plato 18. yüzyıl Osmanlı sokağı olursa veya 80’leri çalışmaya müsaitse işte onun bir alBenim de bu uyarıyı yapmama yetecek kadar uzun bir İstanbul ternatifi olmaz ve işe yarar. Bugün İzmir’de herhangi bir sokağa deneyimim var. İzmir’de birinin derdi vardır; film çekmek, bir şey yapmak ister ve o fikre, derdine sadık kalır. İstanbul’da derdini, girin, uydu antenlerinden dolayı dönem dizisi, filmi çalışamazfikrini film çekerek ifade etmek isteyen biri, hele sektördense önce- sınız. Diğer sokağa girersiniz, onda da 1960’ları çekemezsiniz; likle ‘nasıl para getirir, ne kadar getirir’ diye düşünerek yola çıkar. mevcut mimari doku müsaade etmez. Platonun olmazsa olmaz kısmı o devasa ekiplerin konaklayacağı tesisler. Bunlar kolay işler Daha yazma aşamasında ‘şu sponsor, bu yapımcı destekler mi?’ değil. Anladınız mı şimdi neden plato fikrinin ütopik göründüğüdiye çalışır kafası. Öyle bir kirlilik vardır ki bu işin doğasının bir nü? Eğer illâ plato yapılacaksa geri kalan prosesleri biz burada parçası olarak görülür. Bu kirlenme sektörün her hücresine öyle hallederiz. Prodüksiyon kolay, sıkıntı yok. O yüzden en akıllıcası bir sinmiştir ki artık ortada sanat diye bir şey kalmamıştır. İzmir’e plato kurdurmanın peşinde koşmak yerine kurgu, montaj gibi işdair şu fikri dile getirenleri de çok iyi anlıyorum: ‘Burada endüstlerin kotarılabileceği alanların, tesislerin inşa edilmesi için baskı ri, sektör gelişirse belki daha çok iş yapılır’. Hayır; İstanbul’da mekanizmaları kurmak. Meselâ yönetmen asistanı İzmir’e gelsin, endüstri bu noktaya geldi de sanata, sinemaya dair iyi işler o kurgusunu denetlesin. Bu tarz hizmetleri vermeye odaklanacak endüstriden mi çıkıyor? Bu soruyu herkes kendisine açıkça sorsun. yapılar kurmak öncelikli olmalı.” Evet; İzmir güçlü bir potansiyele sahip, yerel sinema endüstrisi İstanbul’daki kadar gelişmemiş ama ihtiyaç duyduğunuz ekipmanı “İzmir ve sinema kelimeleri ne zaman aynı cümlede geçse çok ya-
PLA+FORUM
29 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
yerel yönetimler, işi baştan sona o şehirde kotarırsan sana özel kında bir platonun kurulacağından, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde birçok avantaj, kolaylık sunuyor.” bir Sinemacılar Sokağı inşa edileceğinden bahsedilir. Bu gibi fenomenlerle vakit kaybetmek yerine, enerjimizi İzmir’i Akdeniz “Yerel yönetimlerde bizim alanımıza, ihtiyaçlarımıza ve iş yapma çerçevesine koyacak şekilde sinema üretmeye harcamak daha biçimlerimize vakıf muhatap bulamıyoruz. Merkezi yönetim ile akıllıca olmaz mı? Bu şehirde yaşıyorsak ve üretimimizi Akdeniz ilişkilerde de anlamsız tıkanıklıklar yaşıyoruz. Örneğin, valilikSineması çerçevesine yerleştirmek istiyorsak Akdeniz filmleri ten genel çekim izni istiyorum. Hepiniz biliyorsunuz; bu aslında çıkartmak zorundayız. Ekoloji, tarih, iklim, toplumsal ve kentsel bir nezaket iznidir. Örneğin trafik izni için gereken makamlara doku çok önemli. Zaten bir Akdeniz filmi çektiğiniz zaman gerek zaten başvurursunuz ama film çekmek için izin alınmaz. Oysa bu alt metin gerek sinematografi anlamında bunların hepsi filmin makam, hakikaten film çekmeye izin verdiğine inanıyor. Ben film içine giriyor. Akdeniz Film Festivali düzenlenecekti ve gerçekleşçekmek için izin almak durumunda veya zorunda değilim. Proseseydi kentin tanıtımı adına çok önemli bir hamle olacaktı. Plato dürlere ilişkin nüansların dahi farkında değiller. O yüzden sineyerine bu festival için ısrar etmek lâzım; İzmir Sineması diye bir macıların direkt muhatap olacağı, resmi her türlü başvuruyu tek kavramın ortaya çıkabilmesi için platform görevi görebilecek bu elden yoluna koyabilecek bağımsız bir aracı yapının kurulmasına festivali kesinlikle öneriyorum.” ön ayak olmamız lâzım.” Anlaşılan o ki foruma katılan herkes kendi sorunları üzerine “İzmir’de insanlar genellikle ilişkilerini kendine saklamaya gaykafa yormuş, kendince birçok çözüm yolu üretmiş. Yine anlaşıret gösterir. Kişisel ilişkilerin dışına çıkmak gerek. Savunuculuk, lıyor ki hedeflenen İzmir’de sinemasal üretimi artırmaksa bu kolaylaştırıcılık ve finansal kaynak yaratma peşinde koşacak işi başarmanın bir yolu da İstanbul merkezli yapımları hiç debağımsız bir sinema kurumu herkesin temel ihtiyacı. Bir kuruma ğilse kısmen şehre çekmek. Diğer bir yol, hem ahlaki hem de yüklenmekten veya bir resmi kurumun içinde birimleşmekten niteliksel kriz yaşayan bir endüstrinin tüm alışkanlıklarını olbahsetmiyorum. Çünkü resmi kurumların desteklediği bir yapı, o duğu gibi buraya taşımak yerine alternatif bir sinema anlayışı kurumda işler değişip rüzgâr tersine döndüğünde bütün ilişkileyaratmak. Diğer yandan, tüm katılımcıların dile getirdiği ortak rini kaybediyor. İzmir’de kendi iş modelini üretecek, kendi ayakbir sıkıntı var: Destek bulmak, ortak bir iletişim dili geliştirmek ları üzerinde durabilecek ve finansal kaynak yaratmaya muktedir ve maliyetleri düşürmek adına, İzmir’de kurumsal muhataplarözerk bir yapıya ihtiyacımız var. Bunu da ancak beraberce örgütla yaşanan sorunlar. lenerek hayata geçirebiliriz.” ÖRGÜTLENMEYİ VE KURUMSALLAŞMAYI “Bir tür ‘film ofisi’ gibi çalışacak bu bağımsız kurumsal yapı belki ŞART KOŞAN GEREKLİLİKLER yerel yönetimlerle, odalarla, kalkınma ajansıyla yerel sinema sek“Bürokratik engelleri mümkün mertebe sıfırlamadığınız sürece, si- törü arasında köprü görevi görebilir. Özel sektör de bu bağımsız nema sektörünün bir şehrin yaşam biçiminde belirleyici rol oyna- yapının sürdürülebilirliğine mümkün olabildiğince destek verir. Bütün dünyada örnekleri var aslında; yani gayet bilindik şeylermasına imkân yoktur. Yurt dışında sadece küresel ve yerel sinema den bahsediyorum. Bu yapı aynı zamanda meslek birlikleriyle sektörüne hizmet etmek üzere tasarlanmış şehirler var. Merkezi ve
bağlantıya geçip İzmir’deki potansiyele ve olanaklara ilişkin İstanbul’daki endüstriyi bilgilendirebilir.” “İstanbul’u İzmir’deki olanaklara ve potansiyele dair bilgilendirmek, endüstriyle organik bağlar kurmak çok hayati bir iş. Sözü edilen bağımsız yapı İstanbul’daki yapım şirketlerine şunun sözünü verebilmeli: ‘Buraya geldiğinizde her ihtiyacınız için bizi muhatap alabilirsiniz. Sizin adınıza yereldeki bütün bürokratik engelleri aşarız. Portföyümüzde bizimle anlaşmalı şöyle oteller var, şu catering firmaları var, şu araç kiralama firmaları var, vb. Detaylı analizleri yapılmış lokasyon haritalarımız var. Lüks bir villaya ihtiyacınız varsa biz hallederiz’.”
PLA+FORUM
“Bu tür bir yapı senaryo desteği de verebilmeli diye düşünüyorum. Örneğin her yıl açık çağrıya çıkıp on senariste İzmir’e dair yazmak üzerine fon verebilir. Bu on senaryonun İzmir’de çekilmesi de ön koşul olarak konur. Birçok senarist saçma sapan işlerle uğraşmaktan oturup senaryo yazacak vakti bulamıyor. İki üç ayını ayıramıyor bir senaryo yazmaya ama böyle bir finansal destek bulsa o süre içerisinde İzmir’e dair belki üç hikâye çıkarır. Bu üç hikâyeden ikisi filmleşse yanımıza ve şehre kâr kalır. Film ofisi fikri çok güzel bir fikir meselâ; bu işi nasıl çözebiliriz, ona kafa yoralım derim. Hiç değilse şu forum sonunda fonlama üzerine kafa yoracak, kanalları zorlayacak bir çalışma grubu oluşturalım.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
30
NASIL BİR ÖRGÜTLENME MODELİ İZLEYEBİLİRİZ? “En azından hepimizin birbiriyle bağlantısını sağlayacak bir iletişim ağı kuralım. En baştan kurumsallaşmayı öne koyan bir yapıdan çok sivil bir inisiyatif olarak yola çıkmanın daha yerinde olacağı kanaatindeyim. Bu inisiyatif bir kuruma bağlı olmamalı, ilk hedefi de bu şehirde sinema yapmak isteyenleri bir araya getirmek olmalı. İkinci aşamada mekânların arşivlendiği, oyuncu, prodüksiyon ekibi ve diğer donanımları toparlayacak dijital bir platform epeyi iş görecektir. Bu dijital iletişim platformu kimin ne gibi yeteneklere, donanımlara sahip olduğunu da listeler, künyeler. Post-prodüksiyonla ilgilenen birisini arıyorsa, senariste ihtiyacı varsa bu siteden ulaşabilmeli insanlar. İstanbul’da veya başka yerlerde yaşayan İzmirli oyuncuları, yönetmenleri, teknik ekipleri de bu künyeye dâhil edebiliriz. Sonuçta amaç bir ağ kurmak. İzmir’de iş yapmak isteyen herkes bu iletişim platformu üzerinden bize ulaşabilmeli. İzmir’deki camianın samimiyeti henüz kaybolmadı, İstanbul’daki sektörün cıvıklığı en azından şimdilik buraya ulaşmadı ve umarım hiçbir zaman ulaşmaz.” “Kendi aramızda örgütlenirsek en azından temel sorunların çözümünde hızla mesafe kat etmeye başlarız. Burada bu kadar insan bir araya gelmişiz, artık bundan sonrası için neler yapabileceğimizi konuşalım. Maliyetli işlerden bahsediyoruz. Çok iyi projeleri, çok iyi senaryoları olan arkadaşlar var ama iş maliyete gelip dayanınca bu projeler, senaryolar hayata geçemiyor. Maliyetleri ne kadar aşağı çekebiliriz; meselâ ona çalışalım. Yerel yönetimler konaklama ve diğer lojistik konularda imkân sağlayabilirse, bir başka yapı gönüllülük esasında veya yarı profesyonel katkılar sunarsa fark yaratabiliriz. Bence işin bu kısmına daha çok kafa patlatırsak daha kolay mesafe alırız.” İlk forumumuzdan çıkan en net sonuç, en kısa zamanda ikinci bir forum düzenlemek oldu.
Ortaya çıkan teşhis ve önerileri şöyle özetleyebiliriz: > İzmir’de sinema üretimine ilişkin oldukça fazla olanak var ancak şehir ve yurt dışından gelecek işlere de şiddetle ihtiyaç duyuluyor. > Taraflar hedef sıralaması yaparken önceliği buradaki ekiplerle yapılabilecek projelere vermeli. Büyük projelerle aşama kaydetmeye çalışmak yerine daha dar kapsamlı, öz kaynaklarla hayata geçirilebilecek işlere yoğunlaşmalı. > Kurulacak iletişim platformu, baştan inisiyatif olarak yola çıksa da şartlar olgunlaştığında sektörün ihtiyaçlarını giderebilen, bölgede sözü geçen, İzmir’i sinema alanında görünür kılacak nitelikte işlere imza atmaya yetkin bir kurumsal yapıya evrilmeli. Bu yapı, şehir dışından gelecek projelerin bürokratik işlemlerinde kolaylaştırıcı ve iş bitirici niteliğe sahip olmalı. Ayrıca yapımcılara şehri ve buradaki iş gücünü cazip kılmak için üretim maliyetlerini düşürecek çalışmalar yürütmeli; bu çalışmaların sonuçlarını endüstrinin önde gelen aktörlerine ve meslek birliklerine düzenli olarak raporlamalı. > Bu yapı, ileri aşamada senaryo yazımını destekleyen bir fonlama sistemi geliştirmeli veya en azından İzmir üzerine kurulacak hikâyeleri içeren bir senaryo yarışması düzenlenmeli. > Atölye çalışmalarına ağırlık verilmeli, bu çalışmalar yaygınlaştırılmalı ve böylece İzmir’in sinema alanında sahip olduğu insan kaynağının niteliği geliştirilmeli. 29 Mayıs 2016 İlk forumdaki katılımcılara eklenen Neşe Darıca (Kamera Sokak), Nesim Bencoya (Hazerfen Film Galeri), Tahsin İşbilen (Paradox Yapım), Erdinç Metin (İzmir Film Yapımcıları Derneği) ve Yusuf Saygı’nın (İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali ve Kare Film) sunduğu değerli katkılar sayesinde yukarıda sıralanan konuları daha detaylı bir şekilde ele aldık. Her şeyden önemlisi, İzmir Film Platformu’nun kuruluşuna karar verildi ve bu iş için dört kişilik bir çalışma grubu oluşturuldu. Böylece İKPG’nin düzenlediği disipliner forumlar, ilk defa yepyeni ve somut bir örgütlenmeye öncülük etmiş oldu.
“TİYATRODA SEYİRCİ VE MEKÂN” FORUMU 18 Haziran 2016 EBRU ATİLLA SAĞAY
FOTOĞRAFLAR AYŞEGÜL KAYCI
> Geçmiş yıllara da bakarak değerlendirecek olursak, şehirdeki seyirci sayısı hakkında neler söyleyebiliriz? Daha çok hangi kesimden insanlar tiyatroya gidiyor? > Tiyatrolar seyircilerini çoğaltmak için bireysel ve kolektif olarak neler yapıyor? Bundan sonra neler yapabilir?
> İzmirli müzisyenlerin birinci forumda dile getirdiği öneriye uygun olarak, tiyatro salonlarınızın konser benzeri aktiviteler için kullanılmasına açık mısınız? SEYİRCİ SAYISI Seyirci yokluğu, değişen seyirci niteliği ve seyirci geliştirme gibi konular, bundan önceki forumların ve İKPG’nin aylık olarak düzenlediği iletişim toplantılarının gündeminden hiç düşmedi. Disipliner bir çerçeveden bakınca, farklı tiyatro anlayışlarını benimsemiş bileşenler olarak seyircilerimizle ilişki biçimlerimizi sorgulamamızın ortak sorunların görünürlüğünü artırmaya yardımcı olacağı üzerinde hemfikir görünüyoruz.
“Sezonda üç farklı oyun çıkarıyoruz, dolayısıyla ulaştığımız seyirci sayısı yaklaşık iki bin civarıdır. En son verilere göre İzmir’deki yıllık seyirci sayısı 407.346; Türkiye genelindeyse 6.076.128 olarak be> Sahneye dönüştürülmüş veya “çok amaçlı salon” olarak nitelirlenmiş. Bu oranın yüzde kaçının kadın, yüzde kaçının erkek, yüzlendirilen mekânlar, beklentilerinizi ne ölçüde karşıladı? > Seyirci potansiyelini ve niteliğini geliştirmek için neler önerirsiniz?
31 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İzmirKültür Pla+formu Girişimi olarak düzenlediğimiz disipliner forumların dördüncüsü, yerel ve bölgesel tiyatro topluluklarıyla tiyatro organizasyonu düzenleyen oluşumları konuk etti. Bu yapılanmalara katılım için açık çağrı yaparak ortak sorunların nasıl çözümlenebileceğine, seyirci potansiyelinin nasıl artırılabileceğine dair yollar aradık. Katılımcıların tartıştığı başlıklardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
PLA+FORUM
Katılımcılar Kağan Uluca (Tiyatro 4), Zekeri¬ya Hocalar & Gamze Vardar (Karşıyaka Belediye Tiyatrosu), Mehmet Küçükgünaydın (Metin Altıok Kültür Sanat Evi), Ercüment Serpil (Karşı Sanat Merkezi), Selçuk Dinçer (Uluslararası İzmir Kukla Festivali), Melike Çerçioğlu Bilgiç (Ti-yatrohane), Medine Çam&Yunus Kara (Yenikapı Tiyatrosu), Vedat Kuşku (Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu ), Yasemin Sase&Meltem Üçer&Fırat Gürelli (TAKSAV), Jülide Derya&Batuhan Köksal (Tiyatro Terminal), Yasemin Tüzün (Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu), Başak Fındıkçıoğlu (Oyun Hamuru), Soner Akçay (Tiyatro Büyü), Hicran Çalı (Tarla Faresi Tiyatrosu), Günay Toprak (Tiyatro Viya), Pınar Sayın (Feminist Sanatçılar Platformu)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
32
PLA+FORUM
“Açıkça söylemek gerekirse kursiyerler, aile, akraba, arkadaş tarafından desteklenmiyorsa, profesyonel bir tiyatronun ortalama on oyunluk canı var.” “Bir oyunu ele alırken, yorumlarken öncelikle kime ulaşacağız, nasıl ulaşacağız gibi temel sorulara kafa yoruyoruz. Aslında meselemiz daha fazla seyirciye ulaşmanın yolu olmalı, öyle değil mi? İzmir’deki tiyatro sayısının yedi sekiz yılda arttığını görüyoruz. Çok farklı estetik anlayışları benimsemiş bu tiyatrolar sürekli yeni oyun çıkararak seyirciye ulaşmaya çalışıyor. İstanbul’a gitmiyorlar; bu kentte kalıp üretmeye devam ediyorlar. Üstelik geleneksel tiyatro seyircisine ulaşmaktan çok, yeni seyirciler yaratmayı dert edinmiş durumdalar. Oyunları çıkarırken de seçerken de yorumlarken de hedef seyirci kitlesine göre çalışma yürütüyorlar. O yüzden seyirci yaratma sürecinde temel mesele, bu kentte düzenli oyun oynayabilmek.” “Devamlı olarak oyun izleyen, para verip bilet alan, oyundan yarım saat önce gelip fuayede bekleyen, tiyatro etiğini ve kültürünü benimsemiş seyirci sayısı çok az. Bizim yürüttüğümüz eğitim faaliyetleriyle amacımız aslında biraz da seyirciyi yetiştirmek. Ekip olarak durduğumuz yer özellikle eğitim olduğu için işe üç - dört yaş aralığından itibaren başlıyoruz. Amaç çocuklara tiyatroyu oyunla sevdirmek ve ufak yaştan itibaren bu kültürü aşılamak.” “Sabit bir mekânda devamlı oynadığımız zaman ciddi sayıda seyirciye ulaşıyoruz. Gişe açtığımız oyunda mekâna ödediğimiz kiranın yanında teknik ekibin, dramaturgun, oyuncunun ücretini vermek zorundayız. İzmir sahneleri İzmir’deki tiyatrolara özel bedellerle kiralanabilse, kiralamada bize öncelik tanınsa, oyunlarımız yerel yönetimlerin duyuru kanallarında daha çok öne çıksa, önemli bir destek kazanırız.” ÜCRETSİZ OYUN SEYİRCİ KAZANDIRIR MI? Görünen o ki; forumdaki katılımcıların neredeyse tamamının ücretsiz veya çok düşük bedellerle oyun oynatılması üzerine çeşitli izlenimleri, deneyimleri var. Kalabalık toplamak adına davetli sayısında ipin ucunu kaçırmak, sadece İzmirli müzisyenlerin katıldığı birinci forumda, konser izleyicisinin engellenemeyen şekilde azalmasına yol açan en önemli sebeplerden biri olarak gösterilmişti. Yerel yönetimlerin ücretsiz oynatmak üzere satın aldığı oyunların izleyici yaratmaya ve geliştirmeye katkısı oluyor mu, düşük ücretle sergilenen kültürel aktivitelerin seyirci niteliğine etkisi var mı? Biraz da bu sorulara baktık. “İzmir’de yüksek bedelle bilet satan gruplardan birçoğu belediye oyunu satın alıp ücretsiz oynatacaksa vermiyor. Yüksek fiyata oynadığın oyunu iki kere ücretsiz verirsen ciddi bir imaj kaybın oluyor.” “Oyuna geç gelen, patlamış mısır yiyen seyircinin salona alınmamasından yanayım; çünkü insanlar ne yazık ki yaşayarak öğreniyor.
“Gençlerin, çocukların ayağına elinde iki çantayla oyun götüren tiyatrolar var. Televizyon gibi… O çocuk nerde öğrenecek o çok beklediğimiz tiyatro adabı denen şeyi?” “Seyirci akşam oyuna gitmekle iki sokak ötedeki barda arkadaşlarıyla buluşmak ya da balıkçıda muhabbete dalmak noktasında ikincisini seçiyor. Ben bir liraya oyun satılmasını çok zararlı buluyorum, sanatçının ihtiyaçlarının gerçekliğini değersizleştiren, ortadan kaldıran bir yöntem bu. Sanatçının yaşamsal ihtiyaçlarıyla o bir lira arasındaki farkı kim ödeyecek? Yıllardır bedava olsa da insanların gitmediği bazı belediye salonlarında ücretsiz oyun oynatıyoruz. Kent merkezindeki izleyici bilet parası neyse, kaç paraysa ödeyip oyuna geliyor. Artistik değeri yüksek olan işlerle düşük olan işleri seyirci zamanla ayıklıyor zaten.” “Tiyatroyla daha önce hiç karşılaşmamış izleyici kitlelerinin tiyatro izleme adabına sahip olmasını beklemek biraz yersiz kaçıyor. O kitlelerin artistik değerlerle derdi yok. Tiyatroyu da sistemin ona dayattığı niteliksiz eğlence kültürünün bir parçası zannediyor. Tıpkı evde oturup televizyonda izlediği diziler, filmler gibi algılıyor. Onun ihtiyacı kendi derdini anlatan tiyatro. O seyirciye kendisini ve hayatını anlatabiliyor muyuz? Seyirciyi çekecek olan, tiyatroda kendisini görmesidir. Bunu da ona göstermenin tek bir yolu var: Önce biz ayağına gideceğiz. Onun mahallesine, onun okuluna, onun sokağına, onun meydanına gidip diyeceğiz ki ‘bak biz senin derdini anlatıyoruz, gel izle. Bu oyunda kendini göreceksin, televizyondaki yalanı değil. Bizim oyunumuzda yalan yok, bizim oyunumuzda sen varsın’. Ancak o zaman ‘bizim seyircimiz’ olur. İzmir Büyükşehir Belediyesi, otuz yıl sonra ilk defa böyle bir proje yürütüyor. Bu çok kıymetli! Bir TIR var; hepimiz onun üzerinde mahalle mahalle, semt semt gezerek oyunlarımızı oynayabiliriz. Seyyar sahne olanağını belediyeden talep ederek, insanlara bu şekilde ulaşmaya çalışabiliriz.” “On beş kişilik de olsa, elli altmış kişilik de olsa şalteri kaldırdığınız anda masraflar başlıyor. Temizlik giderleri, salon kirası gibi harcama kalemleri azımsanmayacak düzeyde. Mekânın sabit giderlerini sadece oyun koyarak karşılamak zor olduğu için müsait günleri konser gibi etkinliklere açmak faydalı olabilir. Diğer sanat kolektifleriyle bu tür buluşmalar, karşılıklı etkileşimler yaratmak için fırsat sağlayabiliriz. Bu gibi aktiviteler, salona yeni kitleleri de çekecektir.” OYUNLARIN NİTELİĞİYLE SEYİRCİNİN NİTELİĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİ “Mesleğim gereği her yıl yurt dışında on, on iki festivale gidiyorum. İtalyan tarz çerçeve tiyatro ölüyor arkadaşlar… Başka şeyler geliyor onun yerine; başka hinlikler var seyirciyi çeken, içine alan,
PLA+FORUM
“Sosyalist bir tiyatro olduğumuz için sendikalar sayesinde belli bir seyirci kitlemiz var. Başlangıçta bizlerle sokakta tanışıp buluşan seyirciyi buralardan toparlayarak salonlara getirebildik.”
Seyirci geç kalırsa dışarıda bekleyeceğini, ancak ikinci perdeden önce salona girebileceğini bilmeli. Bu kültür ancak böyle yerleşecek. Bir zamanlar çok zarif ve bilinçli bir izleyici kitlesi vardı ve bedava oyun izleme alışkanlığı bunu tamamen yok etti. Bedava oyun izleyen adam mısır da yer, oyun sırasında yüksek sesle sohbet de eder. Üstelik başka oyunlara gittiğinde yine böyle davranabileceğini zanneder. Seyirci konusunda vaktinde gelmeyeni de alırız ve utandırarak bile olsa derdimizi anlatırız yaklaşımını kesinlikle reddediyorum.”
33 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
de kaçının çocuk olduğuysa belirlenmemiş. Bu resmi veriler 2014 yılındaki araştırmaya ait, yani güncellenmemiş veya detaylandırılmamış. Bir seyirciden bahsediyoruz ama muhatap olacağımız seyircinin sayısını bile bilmiyoruz.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
34
büyüleyen. Nitelikli seyirciyi çekmek istiyorsanız bunların peşine düşmekte fayda görüyorum. İzmir’de birkaç tip seyirci kitlesi var: Bunlardan ilki yüz liraya bilet alabilen, medya tarafından öne çıkartılan çoğunlukla İstanbul kökenli tiyatro topluluklarının oyunlarını takip eden seyirci. Bu seyirci sizin oyunlarınıza gelmez. Bir lira deseniz gene gelmez. İkinci tip seyirci kitlesi, dört buçuk milyonluk bir şehirde tiyatro adına neler yapıldığını düzenli olarak takip eden birkaç bin kişilik kitledir ki benim için istisnadır. İşte bu kitle sayıca düşük. İzmir’deki üretimlerin seyirci bulamamasında en temel etken üretilen işlerin çoğunun vasatın altında kalmasıdır. İşinize değer katmak, artık tek başına sizin elinizde olan bir şey değil. İstediğiniz kadar sanatsal değeri yüksek işler çıkarın, bunları seyirciye dayatın; yansımanın kutsandığı imaj çağında siz dünyanın en artistik işini çıkarsanız bile sadece kendi çabanızla işinize değer katamıyorsunuz. Kim katıyor sizin yaptığınız işe değeri? Televizyonlarda dönen kültür programlarının yapımcıları, şov programları, popüler köşe yazarları, sosyal medya yöneticileri ve kanaat önderleri katıyor. Bu şehirdeki belediye başkanlarından herhangi biri ücretli oynadığınız bir oyuna bizzat bilet alarak ya da sizden davetiye talep ederek geldi mi? Meselâ Berlin Filarmoni Orkestrası’nın yılbaşı konseri çok değerlidir; geçen yılbaşı değeri daha da arttı, çünkü Almanya Şansölyesi Angela Merkel bizzat bilet alarak ve 28. sıradan konseri izledi. Kültürel kanaat önderlerinin, siyasi liderlerin, yerel yöneticilerin izleyici yaratmak adına bu şehirdeki kültürel aktivitelere katılmasını çok önemli görüyorum.” SORUNLARI KRONİKLEŞMİŞ BİR ALAN: ÇOCUK TİYATROSU “Devasa bir seyirci kitlesi daha var: Çocuk seyirciler. İzmir’in en büyük seyirci kitlesidir ama en sorunlu alan burasıdır. Tamamen ticarete odaklanmış; pedagoji, estetik, içerik anlamında hiçbir kay-
gı gütmeyen çocuk tiyatroları bu alanı iyice yozlaştırdı. Küçücük çocukların seyrettiği oyundan nasıl etkileneceğini hiç düşünmeden, o oyunun hayatlarında ne tür marazlar bırakabileceğini öngöremeden sadece birkaç lira karşılığı oyun seyrettiren öğretmenleri ve o akşam ‘ne güzel, benim çocuğum bugün oyun seyretti’ diyen velileri eğitecek bir mekanizma oluşturmak gerekmiyor mu? Bugünün koşullarında ve Türkiye’nin en modern kenti İzmir’de bu işlevi ancak bağımsız bir tiyatro platformu üstlenebilir. Bu platform, gerekli kurumları da işin içine çekerek bir kontrol mekanizması, değilse bir öneri mekanizması kurabilir.” “Festival komitesi olarak medeni ülkelerden bir tiyatro grubunu konuk etmek için çağrı yaptığımızda gönderdikleri dökümanların içinden mutlaka pedagojik bir rapor çıkıyor. Bizde çocuk tiyatrosu işi öylesine zıvanadan çıktı ki en ucuzunu kim satıyorsa onun oyununu alıyorlar. En değerli olan eşittir en ucuz olan. Akıllara ziyan şeyler yapılıyor.” “Önerilen türden bir tiyatro platformunun yapabileceği en kıymetli iş, okullara gidip oyun oynayan gruplar için bir taban fiyat saptamak olacaktır. Çok yakın zamanda karşıma güzel bir örnek çıktı: Birkaç milyonluk nüfusa sahip Slovenya’da da bu sorun gündeme gelmiş. Kültür Bakanlığı ülkenin önde gelen kurumsal tiyatrolarıyla el ele verip bir seçici kurul oluşturmuş. Bu kurul bütün ülke sathında o yıl sahnelenecek oyunlardan ortaya bir seçki çıkarıyor; festival havasında sergilenen bu oyunlar kataloglaştırılıp okullara öneriliyor. İzmirli tiyatro insanlarını, psikologları, öğretmenleri ve pedagogları içerecek bir bağımsız tavsiye kurulu oluşturulabilir, neden olmasın? Bağlayıcı kararlar peşinde koşmayacak bu kurul, o yıl sahnelenecek çocuk oyunlarını izleyip niteliği ve içeriği müsaitse okullara önerebilir. Bizler bir şekilde karşımızdaki insanları,
Son yıllarda mütemadiyen yaşadığımız salon sorununa alternatif yaratmak adına, buluntu mekânları sahneleme için kullanmaya başladık. Bu mekânlar, kapasite açısından sınırlı olsa da her hâlükârda yatırıma gereksinim duyuyor. İkinci oturumda buluntu mekânların beklentilerin ne kadarını karşıladığına, teknik ihtiyaçlara ve üretebileceğimiz alternatif modellere baktık. Yanı sıra mevcut salonlarla inşa edilmesi planlanan salonların donanımına dair temel koşullar üzerine akıl yorduk.
“Eğer bir tiyatro salonu inşa edilecekse ekibin içinde tiyatroyla uğraşmış insanlar olmalı, mimar da teknisyen de tiyatrodan anlamalı. Bazı salonlarda tuvaletler kulise çok uzak; bazılarında kulis bile yok. Hâtta kimi salonlarda seyir yerleri, sebebini bilmediğimiz şekilde bembeyaza boyanmış.”
“Bu gibi alanlar, proje üretirken ve çalışırken teknik açıdan sıkıntılı oluyor. Ayrıca hep aynı rotalara, aynı bölgelere ayağını alıştırmış izleyiciyi yeni mekânlara çekmenin zorluğunu aşmak pek de kolay değil. Örneğin salon arka sokaklarda bir yerdeyse ve çıkış saati geçe kalırsa seyirci geriliyor veya gelmiyor. Mekânlar ufaksa havalandırma, oyunun detayları ve ışıklandırma için alternatif çözümler geliştirmemiz gerekiyor. Seyircilerin mekâna rahat bir şekilde yerleşmesi, oyuna konsantre, performansa hakim olabilmesi pek kolay olmuyor. İşte bu koşulları hakkıyla karşılayamadığınızda kimi seyirci oyunu çok rahat izlerken, kimi seyirci oyundan kopuyor ya da havasız kalıyor. Ayrıca ufak ve dezavantajlı mekânlarda çok uzun süreli oyunlar sergileyemiyorsunuz; süreyi de ona göre belirlememiz gerekiyor.”
“Şehirde tam teşekküllü, teknik açıdan oyun koymaya müsait üç beş salon var, buna karşın yüzü aşkın tiyatro topluluğu var. Dolayısıyla her tiyatro salon kiralamaya kalksa parasıyla bile mümkün olmuyor. Haziran ayındayken bir bakıyorsunuz ki Ekim ayına kadar cumartesi günleri dolu. Tiyatro seyircisi, genellikle kent merkezi bellediği bölgelerden pek uzaklaşmak istemiyor, alıştığı alanlarda zaman geçirmek istiyor. O yüzden merkezi noktalarda sadece tiyatrolara hizmet edecek donanımda sahnelerin inşa edilmesi gerekiyor. Bizim tavsiyemiz şuydu: Bir çocuk tiyatrosu sahnesi yapılsın; küçük koltuklar, küçük tuvaletler… Bu sahne tamamen çocukların ihtiyaçları gözetilerek tasarlansın. Fakat geri dönüş alamadık”.
“Yine rakamlara baktığımızda, Türkiye İstatistik Kurumu’nun
“Hiçbir tiyatro sadece kendi imkânlarını kullanarak orta ölçekte
PLA+FORUM
BULUNTU MEKÂNLAR SALON SORUNUNA ÇÖZÜM GETİRİR Mİ?
2014 tarihli araştırması ülke sathında altı yüz on bir sahne olduğunu söylüyor. Bunlardan elli altı adedi İzmir’deymiş, yani bu şehir kabaca toplam sahne sayısının %9’una ev sahipliği yapıyor ki bu ciddi bir rakam. Gerçi bu araştırmada çok amaçlı salonların da tiyatro sahnesi statüsünde değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Aslında mevcut tiyatro salonlarının çoğu başka amaçlar için kullanılsa daha verimli olur; çünkü tiyatro salonu dediğimizde akustiğinden kulisine, sahne arkasından seyircinin izleme olanaklarına kadar uzanan bir dizi değişmez koşul ortaya çıkıyor ki mevcut salonlarda bu kriterleri ara ki bulasın. Sonrasında ister nikâh kıyın, ister konser düzenleyin ama bu salonlar yeter ki öncelikli olarak tiyatro oyunu sahnelemeye uygun olsun.”
35 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
izleyiciyi bilinçlendiremezsek bu çöküntü böyle sürer gider. Diğer yandan bunun değerli bir çaba olduğunu ebeveynlere de anlatabilirsek, sonraki birkaç sene boyunca bu dertle mücadele etmeyi göze alırsak, eminim ki bir grup ebeveyn çocuğunun izleyeceği oyunu o katalogdan seçmek isteyecektir.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
36
bir salona sahip olamaz. Kültür Bakanlığı da gelip İzmir’e salon yapmaz. O yüzden iş mecburen yerel yönetimlere düşüyor. Herhangi bir şehirde yerel yönetime gidip ‘bize mükellef tiyatro salonları üretin, üstelik yeterli sayıda üretin’ deyin, o yöntem işlemez. O yüzden şikâyet etmek yerine yerel yönetimlere yol gösterecek, onların işlerini kolaylayacak alternatifler üretmemiz gerekiyor. Çok iyi tiyatro salonlarımız var; İzmir’in en iyi tiyatro salonu Özdemir Nutku Sahnesi’dir. Seyirci getiririm iddiasını taşıyan tiyatrolar gidip alabilir ama merkeze biraz uzak. Şehrin öbür ucunda Karşıyaka Opera ve Tiyatro Binası var. İnsanlar bu işi başka ülkelerde şöyle çözüyor: Truss* getirip demonte tasarımlarla okulların spor salonlarına geçici bir süre için mobil sahneler, seyircinin gayet güzel oyun izleyebileceği amfi-tiyatrolar kuruyorlar. Örneğin elli beş bin nüfuslu bir kasabada dünyanın en büyük kukla festivali düzenleniyor. Kasabanın üç yerleşik salonu, bir de tiyatro salonu var fakat festival için kırk sekiz ayrı geçici mekân oluşturuyorlar. Kentin bütün okullarını, spor salonlarını ve kiliseleri kullanıyorlar. Meseleyi çözebilecek ilgililere bu örnekler anlatılabilir. Salon, sahne derdi dünyanın her yerinde var. Paris’te de salon yetmiyor; sadece İzmir’e özgü bir sorun değil bu. Demonte, kolay taşınabilir, mobilize sistemlerden yararlanmak gerekiyor. Kente yeteri kadar tiyatro salonu tabii ki olsun ama daha çok gösteri mekânlarına ihtiyacımız var gibi geliyor bana.” “Kuruluşu bir yıl süren İzmir Tiyatrolar Platformu’na şu anki İzmir Devlet Tiyatrosu müdürümüz ön ayak oldu, bu girişim onun çağrısıyla gerçekleşti. Çok yüksek olanaklar beklemiyoruz; sofita**, ses sistemi, on beş yirmi adet spot ile donatılmış bir salonda çok iyi işler sahnelenebilir. İzmir Tiyatrolar Platformu, Mimarlar Odasıyla görüşüp işbirliği yaparak yerel yönetimlere öneri sunabilir.” SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ SAĞLAMAK ADINA ÖZEL SEKTÖRÜN VERECEĞİ DESTEĞİN ÖNEMİ “Yerel aktörleri bu işin içine katmakta mutlaka fayda var. Bu kentin ekonomisinden geçinen çok fazla kurum var. Platformlara onları da davet etmeliyiz. Evet; yerel yönetimlerin kentin kültür sanat aktivitelerini artırmak gibi bir zorunluluğu var ama bunları bir
şekilde desteklemesi gereken de yerel aktörler. Örneğin özel sektör temsilcilerine, iş dünyası örgütlerine yönelik sunumlar hazırlanabilir. Belki platformun içinden seçilecek üç dört kişilik bir temsilci grubu bu kurumlarla, ticari kuruluşlarla, şirketlerle bağlantı kurup sunum yapabilir. Bu şehirde İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi ve Ticaret Odası, Genç İşadamları Derneği gibi oluşumlar var. Bu kentin ekonomisini yaratan insanlar bir şekilde elini taşın altına koymalı artık. Böyle dertleri olmayabilir ancak durum tüm açıklığıyla ifade edilirse, uygulanabilir ve katkı sunacak projeler üretilirse iş birliği yapacak birileri mutlaka bulunur. Kentte bu sorunları çözümlemek üzere kimse adım atmazsa ekmek peşine düşen İzmirli sanatçılar da İstanbul’a gidip dizi sektörüne esir, köle olur.” Forum sonunda bir dizi karar alındı: > Yeni ve yeterince donanımlı tiyatro mekânlarının oluşturulması için yerel yönetimlere ve yerel aktörlere öneriler götürülecek. > Bilet satışlarıyla ilgili ortak bir gişe kurulmasına dair çalışma başlatılacak. > İzmir Tiyatrolar Platformu olarak oluşturulacak ortak bildiri medya kanalıyla kamuyla paylaşılacak. İzmir’deki tiyatrocuların birbirine kenetlenmesi engelleri aşmak adına en kritik adım olarak görünüyor.
*Tiyatro sahnesinde kullanılan modüler bir askı sistemi. ** Tiyatro salonlarında “kedi merdiveni” denen köprülerin olduğu ve ışıkların konumlandırıldığı yer. Sofita sayesinde seyirci ışıkları görmez ve oyundaki yabancılaşma efekti korunmuş olur. Bu kadar önemli bir işlevi olmasına rağmen Türkiye’deki pek çok tiyatro salonunda bulunmamaktadır.
BAĞIMSIZ YAYIN FORUMU 15 Ekim 2016 HALE ERYILMAZ - EMRE DUYGU FOTOĞRAFLAR FATİH DOĞAN KALEM
Katılımcılar
37 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
mına güncel bir bakış atalım, şehirde durum nedir onu görelim İKPG olarak düzenlediğimiz disipliner forumların beşincisini istedik. Foruma katılan yayınları ne tür klasmanlarda toplayabağımsız yayıncılığa ayırdık. İzmir’de bağımsız yayıncılığın genel durumuna, etki alanına bakarken katılımcılarla beraber, bileceğimizi tartışarak işe giriştik. Ardından, katılımcılarımız “okurun bağımsız yayınlara erişimini artırmak için dağıtımı yaygın- sorumlusu, editörü, yaratıcısı olduğu bağımsız yayınları bize laştırmayı da kapsayacak ne tür modeller ve stratejiler geliştirebili- tek tek tanıttı. riz” sorusuna cevap bulmaya çalıştık. Ortaya çıkan fikirleri bir“İzmir Ekonomi Üniversitesi, İletişim Bölümü’nde yardımcı doçent likte tartıştık ve bağımsız yayıncılar arasındaki yatay iletişimi, olarak çalışıyorum. Öğrencilerimizin haberciliği ve haber yayındayanışmayı artırmanın yollarını aradık. cılığını baştan sona tecrübe ettiği Ünivers adlı bir gazetemiz var. İzmir; tarihi boyunca muazzam boyutta bir yayıncılık faaliye- Görsel - işitsel malzemelerin üretilmesinden haber seçimine, yazımdan tasarıma kadar baştan sona bütün süreçlerden öğrencileritine ev sahipliği yapmakla kalmamış, farklı dillerde çıkardığı miz sorumlu. Basılı edisyonu İzmir’e ve Türkiye’nin farklı noktalagazete ve dergilerle, yetiştirdiği muhabir ve köşe yazarlarıyla rına dağıtılıyor. Yakın zamanda basılı edisyonu bir kenara bırakıp, Türkiye medyasını sürekli beslemiş. Bununla beraber, yerel bu tecrübeyi portal formatında internete taşıdık.” ve bölgesel gazeteciliğin sembolleşmiş şehirlerinden biri. Bu nitelendirmeyi edebiyat ve kent kültürü yayıncılığı için de ya“Fanzin Apartmanı hareketini İzmir’de başlattık. Tabii ki bu harepabiliriz. Buradan yola çıkarak, öncelikle bağımsız yayın kavra-
PLA+FORUM
Altuğ Akın (çevirmen - akademisyen), Özgür Gökmen ( yazar - çevirmen), Elif Şeyda Doğan & Efe Elmastaş & Muhammet Aldemir & Alp Ata Dibek & Mert Yiğit (Fanzin Apartmanı), Hülya Deniz Ünal & Halim Yazıcı (Caz Kedisi), Erkan Karakiraz (Yerüstü Kitap Dizisi), Emre Yıldız & Ziyacan Bayar & Tansel Özalp (İçerik Dergi), İbrahim Metin Baltacı (yazar - müzisyen), Duygu Özsüphandağ Yayman (gazeteci - metin yazarı), Bilsay Yıldırım (otuzbeslik.com), Umut Altıntaş & Toros Mutlu (Karton Kitap), Hakan Cezayirli (Stereo Mecmuası), Emrah Atik (izmirdesanat.org), ,Ese Ese (Sonsuz Sekiz Tasarım Atelyesi), Ahmet Akkuş (Karşı Sanat Merkezi), Emel Kayın (akademisyen - yazar), Derya Seyhan Kaya & Ayşegül Utku Günaydın & Arda Köprülüyan (TUDEM), Neşe Çetin (sanatçı), İlker İşgören, Başak Beykoz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
38
PLA+FORUM
“Karton Kitap olarak ‘foto kitap’ alanında çalışıyoruz. Foto kitap dendiğinde insanın aklına bir fotoğraf projesini veya fotoğraf serisini kitaplaştırmak geliyor ama işin aslı öyle değil. Kısaca tanımlamak gerekirse, fotoğraf dilinde yazılmış ve fotoğraf diliyle okunabilecek kitaplar basıyoruz. Foto kitabın maliyeti, normal bir kitabın maliyetini dörde beşe katlıyor. Dağıtım, bürokrasi gibi meseleler bizi çok yavaşlatıyor. Kitabın bir sanat nesnesi olarak ele alınmasına taraftarız. Basım maliyetini cebimizden karşılıyoruz
PLA+FORUM
39 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
ketin İzmir çıkışlı olmasının yarattığı avantajlar ve dezavantajlar ve bu bizi biraz üzüyor; zihinsel süreç, üretim süreci uzun sürse de var. Avantajlardan başlayacak olursak, İzmir yeni oluşumların bize büyük keyif veriyor. Son bir senedir öğrencilere yönelik atöldoğumuna elverişli bir şehir çünkü bunları boğacak kadar kirlen- yeler düzenliyoruz; bu da bizi besliyor. Katılımcılarla çıkardığımız işlerden yüzde yüz tatmin olmuş durumdayız. O yüzden belki bumedi. Fanzine has bazı hasletler var. İlki, kâr amacı gütmeyen bir basılı yayın olması. Fotokopiyle veya matbaa marifetiyle çoğaltı- radan ilerleyebiliriz diye düşünüyoruz.” lıyor, yani dijital formatlardan, edisyonlardan söz etmiyoruz ve “Kurucusu olduğum Otuzbeslik.com projesini geliştirdikçe görüyodoğası gereği edemeyiz. İkincisi, her ne pahasına olursa olsun, rum ki İzmir, sanatsal ve kültürel bakımdan devasa bir potansiyele içerik ve söylem anlamında bağımsızlığına sahip çıkması. İnsanlar sahip. Üretimin ne kadar görünür olduğu tartışılır ama çok fazla yazılarını, çizimlerini çok basit bir mizanpajla dijital ortamlarda üretici var. İzmir açık zihinli bir şehir ama kültür üreten, yayındüzenleyip basıyor. Ofset baskıya kalkışacak olursak inanılmaz cılıkla uğraşan insanların teknolojinin sağladığı olanaklardan bu fiyatlarla karşılaşıyoruz. O yüzden gittik, kendi baskı makinemizi kadar uzakta yaşıyor olması bana çok tuhaf geliyor. İnsanların aldık. Türkiye’nin dört bir yanında yayınlanan fanzinleri İzmirli kendisine fayda sağlayacak, çoğu bedava çalışan birçok teknolojik okura taşıyoruz. Pdf’lerini talep ediyoruz, imkânı olmayanların araçtan haberi bile yok. O hâlde neden Rönesans buradan başbaskı maliyetini, kargo masrafını üstlendiğimiz oluyor.” lamasın? Olur, olmaz bilmiyorum ama bunu tetikleyebilecek çok fazla pırıltı görüyorum çünkü kiminle tanışsam her muhabbetin “Stereo Mecmuası, internet üzerinden yayıncılık yapıyor. Sosyal içinden inanılmaz fikirler ve projeler çıkıyor.” medyayı olabildiğince etkin kullanmaya çalışıyoruz. Bizim için temel problem, sürdürülebilirliği sağlamak. Çok ciddi bir eko“TUDEM, İzmirli bir yayınevi. İzmir’de var olarak direnmek isnomik girdiniz olmadıkça iş yükünü taşıyacak kadroyu kurmakta tedik açıkçası. Burada kalarak da güzel şeyler yapılabileceğini zorlanıyorsunuz. Yeri geliyor; yedi kişilik kadro iki kişiye düşüyor. göstermek, ispat etmek istedik. Uzun yıllardır eğitim yayıncılığı Bu etken, doğal olarak yayın ve güncelleme periyodunu etkiliyor. yapıyoruz; bu alandan elde ettiğimiz kazancın bir kısmıyla edebi Kadroyu elden geldiğince geniş tutmaya çalışıyoruz. Küçülürse ve kültürel yayınlarımızı finanse ediyoruz. Her işi kendimiz yapmak uykudan fedakârlık edip işi sürdürmeye bakıyoruz. Telifli yazı dünzorundayız. Yayıncılık özelinde kalırsak, İzmir’in halledemediği en yasına ve tirajlara Andante, Opus gibi müzik dergilerinde yazdığım büyük sorun, düşük nitelikli iş gücü. Çalışanlarımızın çoğunluğudönemlerden hâkimim. Mevcut sistemin dayattığı koşullara bağlı nu İstanbul’dan, Ankara’dan İzmir’e gelenler oluşturuyor. Farklı kalarak matbu bir dergi bassak, nereye kadar gidebileceğimizi iyi dillerden çeviri yaptığımız için sürekli çevirmen sıkıntısı yaşıyobiliyorum. O yüzden 2007’den bu yana yurtdışındaki trendleri izruz. Kaliteyi, parlak fikri yakalayacak nitelikte tasarımcı, içeriği liyorum. Basın, dergicilik, fanzincilik nereye gidiyor derken, dijital hakkıyla çekip çevirecek donanımda editör bulmak büyük sorun. dönemin başlangıcıyla beraber, işi tamamen internete taşımanın Bunlara ek olarak, çeşitli mecralarda eş zamanlı olarak sesimizi daha makul, daha mantıklı olacağına karar verdik. On senedir duyurma meselesiyle cebelleşiyoruz. Hâlbuki bu şehirde çok deyayıncılıkla uğraşıyoruz. E- dergilerimizi yayınlamaya başladığığerli insanlar, çok ciddi üniversiteler var. Bu forumun sonunda mızda, çok spesifik bir alanda özel bir okur kitlesine yayın yapıyor olmamıza rağmen, kısa sürede on beş bin hit aldık. 2015 yılında tamamen plak koleksiyoncularına ve plakçalar kültürüne yönelik olarak hazırladığımız e-dergi, seksen bin kez indirildi. Artık sponsor desteği alıyoruz; yani diyeceğim o ki sebat ederseniz, ne yaptığınızın ve nereye gittiğinizin farkındaysanız, bağımsız yayın üreterek hatırı sayılır düzeyde reklâm geliri elde edebilirsiniz. Tanıtım, dağıtım ağı, baskı adedi, tiraj diyoruz da bazı formatlar için bunların hiçbir önemi yok, açıkçası. Yayın yaptığınız alan belli bir konuya odaklanmışsa, apayrı reklâm alanlarında dans etme imkânı yakalıyorsunuz. Tavrınız ve duruşunuz da önemli; örneğin web sitemizde ana akım firmaların elektronik ürünlerine kesinlikle yer vermiyoruz. Hiçbir yerde reklâmını görmeyeceğiniz sektörlerden reklâm alıyoruz: Müzik cihazı, plakçalar, vs… O yüzden, normal dergilere nazaran çok daha yüksek reklâm gelirlerine sahibiz. Yayınların spesifik alanlara odaklanmasının ideal gelir modelleri yaratmak açısından çok hayati olduğunu iddia ediyorum.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
40
oluşacak yeni tanışıklıkların sözünü ettiğim sıkıntıları giderecek katkılar üretmesini umuyoruz.” “İçerik Dergi’yi grafik ve tasarım alanında bir ifade platformu olarak tanımlamayı tercih ediyoruz. Kendi adına, bağımsız tanımının karşılığını hakkıyla veriyor. İçeriği platformda yer alan katılımcılar sağlıyor, baskıyı çekirdek kadro finanse ediyor. Ücretsiz dağıtıyoruz. Tek beklentimiz, derginin hedef kitlesiyle ve bu alana ilgi duyan insanlarla kolayca buluşabilmesi.” “Caz Kedisi; hiçbir iddiası olmayan, şiir ve müziğin nitelikli ifadelerine olabildiği kadar yer açan, küçük bir dergi. Nisan 2017’de ikinci yılımıza gireceğiz. Genç kalemlere özellikle yer veriyoruz.” KENT DERGİCİLİĞİNDE GÜNCEL DURUM “Ana akım medya, kent yayıncılığı alanında İzmir üzerinde ciddi bir hegemonya kurmuş durumda. Araya zaman zaman bağımsız dergiler giriyor, gazeteler çıkıyor. Gazeteciler Cemiyeti’nin çıkardığı Dokuz Eylül gazetesi veya yıllardır ayakta kalmak için mücadele veren İzmir LIFE, ilk akla gelen örnekler. İZ dergisini de unutmayalım; hâtta artık gazetesi var ve sosyal medya üzerinden gayet başarılı gidiyor. Sosyal medya ve internet üzerinden yeni yeni yayın yapmaya başlayan bazı e-dergiler, şehir portalleri ortaya çıktı. Israr eden edebiyat dergilerimiz var, meselâ Kurşun Kalem. Aslında İzmir’deki kitabevlerine bakın; o kadar çok yayın var ki raflarda… Baktıkça boğulabilirsiniz. İzmir’deki yayınların onca derginin arasından kendini öne çıkaracak farklar yaratmaya ihtiyacı var.” “İzmir İzmir, İzmir LIFE’tan çok daha eski bir kent kültürü dergisiydi. İzmir LIFE, daha aktüel bir içerik üzerinden ilerleyip kent gündemine, röportajlara ve dosyalara yer açarken İzmir İzmir, kültürel ve sanatsal içeriği, şehrin tarihini öne koyardı. İzmir LIFE’ın
yayıncısı çok dirayetli bir reklâmcı; dergi İzmir dışına dağıtılıyor, abone servisi veriyor. İzmir İzmir ise maalesef kitabevlerinin raflarında mahsur kaldı ve bir noktadan sonra baskı kalitesinden de ödün vermeye başlayınca bir yayınlanır, bir kaybolur hâle geldi. Bu açıdan, kent dergiciliğinde yayını sürekli besleyecek kaynaklar yaratabilmek, kendini güncel koşullara uyarlayabilmek çok önemli.” BAĞIMSIZ YAYINCILIĞIN KRONİK SORUNU: DAĞITIM Forumun en başında, tüm katılımcılar aynı derdin altını çizdi: Basılı yayını hakkıyla dağıtamamak, sesini yeterince duyuramamak ve bu yüzden okur kitlesine ulaşma çabasında biteviye sıkıntı çekiyor olmak. Vakti geldiğinde, detayları açmaya başladık. TUDEM temsilcisinin sarf ettiği cümle, dergicilik ve kitapçılık alanında faaliyet gösteriyor olup İzmir’de konumlanmış olmanın neler getirip götürdüğünü özetliyor: “Sektörün ve medyanın İzmirli yayınevlerine bakışı ve tavrı çok sorunlu.” Deneyimlerinden faydalanmak üzere, geçtiğimiz aylarda İKPG’nin İzmirKültür İletişim Toplantısı’na konuk ettiğimiz Doğan Kitap direktörü (Radikal gazetesinin son genel yayın yönetmeni) Cem Erciyes’in dediklerine bakalım: “İzmir’de yerleşik olup ulusal yayıncılık yapabilirsin; ulusal pazara kitap gönderebilirsin. Tek dezavantajı şu olur: Tüm dağıtım firmaları İstanbul’u kendine merkez edindiği için navlun giderin yükselir. Bununla mücadele edebilmenin tek yolu, iskontonu yüksek tutmaktır. Ancak bu şekilde ulusal pazara girebilirsin. Fakat ‘best seller’ yayıncılığı yapamazsın; Doğan Kitap benzeri bir yapı kuramazsın ya da İletişim Yayınevi gibi Türkiye solunun her kanadını kucaklayacak türden niş yayıncılık faaliyetleri yürütemezsin. Bununla beraber, sadece kendi ilgi alanına odaklanacak bir yayıncılık yaklaşımı
Sözü katılımcılarımıza verelim: “İdeal dağıtım noktası bulmak, fanzinciler için en büyük sorun. Cicili bicili dergiler yerli yerinde dururken, sizinkiler nasıl olsa tezgâh altında kaybolacak kağıt tomarları olarak muamele görüyor. Şimdi Türkiye sathında ideal dağıtım noktalarını işaretleyeceğimiz bir harita üzerinde çalışıyoruz. Bu haritalama çalışması, eminiz ki yereldeki arkadaşların hevesini iyice perçinleyecek.” “Dağıtım konusu, edebiyat dergilerinin de baş belası. İdari, ekonomik ve yasal bağımsızlığın yoksa bu belayı aşman zor görünüyor. Caz Kedisi olarak bunu bir ölçüde aştığımızı düşünüyorum. Dağıtım ağımızı genişletmek adına, bazı kentlerde temsilci edindik. Para gönderirlerse ne güzel; göndermezlerse göndermezler. Paranızı çöpe atmak için kendinize bir yol arıyorsanız dergi basın. Bu işle uğraşıyorsanız cebinizdeki paranın size geri dönmesini düşünmeyeceksiniz ve beklemeyeceksiniz. Çöpe atmışsınız da geri dönüşü yokmuş gibi düşüneceksiniz.”
“İçerik Dergi olarak başlarda biz de ciddi dağıtım sorunları yaşadık. Dördüncü sayıdan itibaren, her sayının konseptine uygun düşen etkinlikler düzenlemeye başladık. Bu etkinlik sergi, toplaşma veya yemek olabiliyor. Sosyal medyayı ve kişisel çevremizi kullanarak bu etkinlikleri ilgilenebilecek herkese duyurmaya başladık ve dergiyi bu yolla, etkinlik noktasında yerinde dağıttık. Böylece bir araya gelenlerin dergi üzerine konuşmasına da alan açmış olduk. Ayrıca dostlarımız destek çıkıyor, bir yere gideceklerse çantaya beş on kopya atıyorlar.” “Aslında bu tür yayınlar, kültürel bir habitatın içine doğar. Örneğin, o şehirde bir alt kültür grubu vardır, önünde sonunda o kitleye yönelik bir yayın ortaya çıkar. Mevcut sıkıntıların sebebini İzmir’in kültürel habitatına has tıkanıklıklarda ve merkezde kitlenip kalmışlığımızda mı arasak acaba? Dağıtım ağımızda yer almasını istediğimiz ilçeleri, noktaları net olarak belirleyemiyor oluşumuzun bir sebebi de yalıtılmışlık olabilir mi? Dağıtım meselesine biraz da buradan bakalım derim.” “Bahsettiğimiz sorunları bence ikiye ayırmalıyız: Türkiye’ye özgü sorunlar ve yayıncılığa özgü sorunlar. Fanzinlerin, bağımsız edebiyat, müzik, tiyatro ve kültür dergilerinin ana akım yayıncılık sisteminin altında ezilmesi Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Kültür tarihine bakın; ortaya çıkan her yeni akım, sisteme karşı duran her hareket baskı altında kalmış. Bu punk için de geçerli edebiyat için
PLA+FORUM
“Soruyu ‘dağıtımı nasıl yapacağız’ diye sormaya başladığınızda, endüstriyel yayıncılıktan söz etmeye başlamışsınız demektir. O zincirde her şey birbirine bağlıdır: Dağıtımcıyla cebelleşme, depolama, nakliye, iade, altı ayda bir zar zor tahsil edilen çekler derken kimyanız alt üst olur. Çizelgeler, Excel tabloları ortaya çıkar. ‘Keşke daha çok dağılsa’ derken bunları düşünüyor musunuz?”
41 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
geçerli olabilir. İzmir’de olduğun için battığını zannedebilirsin veya iddia edebilirsin ama ticari davranmayı bilemediğin için batmışsındır. Esas mesele, ne tür yayınlarla dağıtıma gireceğin konusunda en doğru kararı verebilmek. Herkesle rekabet edebilecek şekilde profesyonel yayıncılık yapma iddiasını güdüyorsan, buna yetecek stratejin, bilgin, becerin varsa bu işi İzmir’de yapabilirsin. Tabii bazı sıkıntılarla yüzleşmeyi de göze alacaksın. Örneğin yazar bulmak, senin için daimi bir sıkıntı olacak çünkü bütün yazarlar İstanbul’da yaşıyor. Sen o yazarlara kitap yazdırmak için herkesten beş kat daha fazla çaba harcayacaksın… Ya da bir Metis daha kurabilirsin; iyi çeviriler yayınlayarak yola devam edersin. Bunun için İstanbul’da olmak gerekmiyor ama dağıtımcılar orada, sürekli gidip geleceksin. Her şeye rağmen, hiçbir şey imkânsız değil. İzmir’i merkez alarak iş yürütmek, sadece daha zor.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
42
de. Fark etmiyor. Dağıtım ve okura ulaşma, tüm dünyada sıkıntı olarak kabul edilen bir konu. Bence her şeyi kendi kendimize çözmeye kalkışmak yerine biraz da insanlar dışarıda neler yapmış, yapıyor; ona bakalım. Acaba Amerika’dakiler, Avrupa’dakiler, Asya’dakiler dağıtım sorununu aşmak adına ne tür çözümler üretmiş diye kafa patlatmak, probleme çözüm getirmek adına bizi iki adım öteye taşıyabilir.” “’Biz bu yayınları çıkartırken kime ulaşmayı hedefliyoruz; ben bu yayını kime satacağım? Kime ulaştırmak istiyorum? Bu sorulara samimiyetle verilecek her cevap, sizin dağıtım mecralarınızı, satış noktalarınızı belirliyor. Üniversite kampüsü olabilir, kitabevi olabilir, alışveriş merkezlerindeki sinemaların önü olabilir… Yani dağıtımdan bahsederken hangi kitleyi hedefliyorsanız o kitleye yönelik dağıtım noktaları belirlemeniz gerekiyor. Mesela fanzinler Türkiye’de ilk ortaya çıktığında, punk konserlerine gelen dinleyiciye kapıda dağıtılırdı. Çünkü kitle birebir örtüşüyor. İşi baştan keşfetmek yerine tarihe bakmak yeterli. Farklı kolektiflerle işbirliği yapabilirsiniz; onların düzenlediği konserlerde her bilet alana, her kapıdan girene fanzin veya dergi hediye edebilirsiniz. İllâ ücret talep edecekseniz, fiyatı bilet tutarına dâhil edebilirsiniz.” “Yayıncı, yazar, çizer, müzisyen neden dağıtım ağını güçlendirmek, üretimini daha geniş kitlelere ulaştırmak için güdülenip durur? Bunun da adını koymak lazım. Diyelim ki fanzini on bin adet bastık. Öyle bir imkân doğdu. Ne yapacaksınız, sonra ne olacak? O on bin adedin tamamı dağıtıldıktan sonra izlenecek adım ne? Artık onun bağımsızlığından ne kadar bahsedebiliriz? Bunları hiç konuşmadığımızı fark ettim… Tam ters taraftan, işin başka bir boyutuna temas etmek isterim: Hep bir beklentisizlikten, amatörlükten bahsediliyor ve bu kabullenilmiş bir çaresizlik olarak dile getiriliyor sanki. Neden bir beklenti yok? Çıkardığınız dergi üzerinden geçiminizi
sağlayamayabilirsiniz ama o dergiyi cepten çıkarmak yerine alternatif finansman modelleri oluşturmak, böylece sürdürülebilirliğini garanti altına almak gibi temaları konuşuyor olmamızı beklerdim. Meselâ, neden Caz Kedisi kendi hâlindeliğinden bahsetmek yerine ellinci sayısına ulaşmaya ilişkin bir hedefi hevesle ortaya koymayı yeğlemiyor? Bunları merak ediyorum. Yani, diyeceğim şu ki acaba önümüze bir takım hedefler koymaktan kaçınıyor veya çekiniyor olmak, bu problemlerin başımıza dolanmasının temel sebebi olabilir mi?” “İçimden gelenleri dökeceğim: Fanzinimi elli adet değil de yüz adet basmak istememin tek sebebi, bana benzeyen ve benimle aynı ilgi alanlarına sahip insanlara ulaşmak, onlarla iletişim kurmak. Basarken, yazarken, dağıtırken yaşadığımız kişisel hazzı yaygınlaştırmak, başka insanlara ulaştırmak, onlarla bir şeyler paylaşmak, yeni dostluklar edinmek, yeni bağlantılar bulmak… Daha geniş kitlelere dağıtmak istiyorum derken bunu kastediyorum.” “Herhangi bir yazı yazdığım zaman o yazıyla ilgili herkese ulaşmak isterim. Konuya benim şahsi bakışım böyle. Peter Brötzmann’ın albümünü yazdığım zaman onu okuyacak kişi sayısı bu topraklarda otuz beş kişiyi geçmez; konserine de yirmi kişi gidiyor zaten. İşte ben o otuz beş kişinin her birine ulaşmak isterim. Miles Davis ile ilgili bir yazı yazmak istiyorsam, caz dinleyen elli bin kişiye ulaşmak isterim. Bu dürüstlüğe varmışsanız bence öyle veya böyle bir noktaya ilerlemeye başlarsınız.” “Bağımsız yayıncılık kavramını okurun ve yazarın zihinsel bağımsızlığından ayrı düşünemeyiz. Reklâm alma, reklâm kapma çabasına ortak olmadan ya da sansüre, baskıya meydan vermeden yazan biri için dağıtım ağının ne kadar sağlıklı işlediği ayrıca önemli. Çünkü bütün bu yazarlar ve çizerler, sonuçta birilerine değmek için
“Bir de ısrar etmek önemli. Bir kere deneyip olmayınca bıkıp bırakmak yerine ısrarla koşulları zorlamak lâzım. Caz Kedisi ısrarla kendini var etmeye, çıkmaya devam ediyor; İzmir LIFE da öyle. Birkaç kere deneyip vazgeçtiğinizde, burada konuştuğumuz pek çok şeyin ne kıymeti kalıyor, ne de gerçekleşme ihtimâli.” BASILI YAYIN / DİJİTAL YAYIN “Basılı yayını, dijitale nazaran her şekilde özel ve değerli buluyorum. Ortada el emeğiyle hazırlanmış bir ürün var. Raftan alıyorsunuz, elinizde tutuyorsunuz ve sayfalarını çevirebiliyorsunuz. Bu gelenekten gelen bir okur, o yayını dijital mecralardan okumayı ne kadar tercih eder; ben kestiremiyorum. Karton Kitap’ın yayınladığı foto kitapları elime almayı tercih ederim. Bir yerden pdf’sini indirip bakmak başkası için keyifli olabilir ama ben o yayınları arşivlemek, rafımda görmek isterim.” “Kitap, onu mahreminize götürmeye izin veren bir obje. Yatağınıza, koltuğunuza oturursunuz ve onunla baş başa kalırsınız. Romantik bir şeyden bahsetmiyorum, okurla bire bir ilişki içinde olmak basılı eserin doğasında var çünkü içerik ve biçim ilişkisini basılı olması üzerinden kuruyorsunuz. Dijitale kesinlikle karşı değilim ama bu mecralarda yayın yapanların kendine ait bir dil geliştirmeye, görsel ifadeye ayrıca kafa yorması gerekiyor.” “Birbirinden tamamen farklı dinamiklere sahip, iki ayrı taşıyıcı mecradan bahsediyoruz. Dijitalle basılı olanı konunun gelişine göre karşılaştırmak, bence işe baştan yanlış bakmamıza yol açıyor. Her iki mecranın da kendine has avantajları ve dezavantajları var. Okur kitlesi, tasarım dili, içerik ve yayılım yöntemleri ve öncelikler, birbirinden tamamen farklı. Bir tasarımcı – yayıncı olarak söyleyeyim; kâğıda basılmak üzere tasarlanmış bir içeriğin olduğu gibi e-dergiye, e-kitaba dönüştürülmesine sonuna kadar karşıyım.
kâğıda basılmasını gayet yanlış buluyorum. Bu yaklaşımı şuradan kuruyorum: Basılmak üzere hazırlanmış bir içerik, dokusal anlamda kağıtla ilişki kurmak zorunda. Burada bir bütünsellik arıyorum, ararım. Dijital mecrada yayınlanmak üzere hazırlanmış bir içerik de olduğu gibi baskıya girdiğinde her kâğıtta aynı etkiyi bırakmıyor. İş, bilhassa grafik ve tipografik anlamda kayba uğruyor. Eğer içeriği her iki mecrada birden yayınlamak istiyorsanız, mutlaka iki versiyon çalışmalısınız.” “Klasik, matbu dergicilikten gelenlerin dijital mecraları tamamen yadsıdığına veya ne yapacağını bilemediğine tanık oluyorum. Bu ikilemde kalmışlık hâli, yayıncıyı tıkıyor. Meselâ Caz Kedisi illâ kitabevlerine dağıtım yapmak zorunda değil. Caz festivallerinde, konserlerde açacağı standlar vasıtasıyla okura doğrudan ulaşabilir. Üstelik okurla yüz yüze ilişki kurma olanağını bulur. Diğer yandan, direkt hedef kitlesiyle örtüşen Stereo Mecmuası ile iş birliğine giderek dijital versiyonu yeni okur kitlelerine ulaştırabilir. Derginin
PLA+FORUM
“Bağımsız yayıncılık, üzerine konuşulabilir bir kavram mı acaba; öncelikle bağımsız ne demek? Bunlara biraz bakalım mı? Dağıtım ağını yaygınlaştırmak, yayıncılıktan para kazanmak, mümkün olduğunca büyük bir okur kitlesine ulaşmak dediğimizde bazı soruları sormak gerekiyor. Meselâ, bağımsız yayıncı dediğimiz kişi, henüz güçlenmediği için mi kendi alanında küçük bir iktidar kurup otoritesini ilân ediyor; yoksa hiçbir zaman o kadar güçlenmeyi istemiyor mu? Bizler dertleri olan insanlarız. Derdimiz olmasa yayıncılığa harcadığımız parayla tatil yapardık. Niye edebiyatla, dergicilikle, yayıncılıkla uğraşıyoruz? Bağımsız yayıncılık çok romantik bir şey aslında… Bu insanlar sistemin dışında duracak bir şey yapmak istiyor ve hayata, insana, ilgi alanlarına dair bitmek bilmeyen dertleri var. Ana akım kulelerin merdivenlerini çıktın mı zaten evcilleşiyorsun. O büyük paralar senin bütün cesaretini alıp götürüyor. Bizim bütün cesaretimiz yoksulluğumuzdandır. Onun için bağımsız yayıncılık adını verdiğimiz bu hikâye, kurtulmak istediğimiz bir şey değildir. Tam tersine, oraya doğru gitmemiz gerekiyor. Bizler bundan otuz küsur sene önce, yine İzmir’in bir yerinde aynı şeyleri konuşuyorduk. Elli yıl sonra bilin ki İnciraltı’nda bir toplantıda aynı konular konuşuluyor olacak. Yerinde saydığından değil; bu çaba hiç bitmeyecek.”
E-dergi olarak yayınlanmak üzere tasarlanmış bir içeriğin de direkt
43 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
yazıp çiziyor. Basılı işim yerde, tezgâh altında kalsın istemiyorum. Çünkü emek var; çünkü yazdıklarımla bir şeyleri değiştirmek istiyorum.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
44
akıbetini kitabevinin raf düzeninden sorumlu elemanın inisiyatifine terk ettiğinizde, o kitabevine gelen caz dinleyicisi - şiir meraklısı okura anında ulaşma şansınız bence yok. Çünkü çıkardığınız yayın, onlarca bağımsız yayın arasında kaybolup gidecektir.”
“Bence biraz daha sokağa bakmak, inmek lâzım. Bütün sorunlarına rağmen, yürüttüğümüz faaliyetlerin mahallede, sokakta, sıradan insanlar arasında bir karşılığı olduğunu unutmayalım ve işlerimizi sabırla sürdürelim.”
“BİRAZ DA OKURDAN BAHSEDELİM Mİ?”
İZMİR’DEKİ BAĞIMSIZ YAYINLARI KAPSAYACAK BİR DAYANIŞMA AĞI KURMAK MÜMKÜN MÜ?
“Okur konusunu da tartışmaya açmamız gerekmiyor mu? Bu kadar yayın çıkartılıyor; fanzinler, akademik yayınlar, dergiler… Kim okuyor bunları?”. Bu soru son derece kafa açıcıydı çünkü okur konusu formata, dağıtıma kafa patlatırken geriye düşen bir konu. “Yaratıcı işlerle uğraşanlar, öncelikle okuru veya izleyiciyi değil; kendisini tatmin etmek için masaya oturur. Hedef kitlesini tatmin etmek amacıyla masaya oturana sanatçı denemez bence. Eğer sanat değeri taşıyan nitelikli yayınlar ve eserler ortaya koyuyorsanız, bunlar bir şekilde kitlesiyle buluşur. Halkalar birbirine eklene eklene çoğalır ve yeni ürünlerin alıcısı ortaya çıkmaya başlar. Toplumun kültürel yapısı, siyasi iklim, yaşam kalitemiz hep bu itkiler doğrultusunda şekilleniyor. O yüzden okuru çoğaltmak ve okura kolayca ulaşmak, bence en temel meselelerimizden birisi olmalı.” “Fanzinci dediğin adam takipçi profili, okur profili demeye başladığı zaman olay kaçınılmaz olarak müşteri ve satıcı ilişkisine dönüşüyor. Mesele bu değil; mesele sizin sözünüzü raftan alacak okuyucuyu nasıl kazanabileceğiniz. İçeriğin ve tasarımın okurun anında ilgisini çekecek kalitede olması bu yüzden önemli. İster basılı olsun, ister pdf formatında yayınlansın; sonuçta iş gelip okura ulaşabilme meselesine dayanıyor. Malzemeden ve tasarımdan eminseniz, bunları kafaya takmadan devam ettiğiniz sürece okur kitleniz bir şekilde kendiliğinden oluşuyor.”
“Tüm bağımsız girişimlerin ve ürünlerin üniversitelerin içine girmek adına daha aktif davranmasını istiyorum. Diğer yayınların yanı sıra şehirde müzik, sinema, edebiyat alanında faaliyet gösteren diğer aktörlerle beraber çok odaklı etkinlikler tasarlanabilir. Farklı alanlardan gelip etkinlik alanında kesişecek kitleleri yan yana getirmek mantıklı bir çözüm olabilir. Buluşma zeminlerini artırmak gerekiyor.” “Kooperatif, özellikle bu ülkede yaşayan herkes için çok korkutucu bir kelime. Çünkü sadece inşaat sektörüyle anılıyor. Oysa kooperatif dediğimiz şey, aslında bileşenlerin işbirliği üzerine kurulu bir sistem. Dağıtıma, maliyetlere, baskıya dair sorunlara çözüm aramanın bir yolu kooperatifleşmeden geçiyor olabilir.”
GÜNCEL SANAT FORUMU 16 Ekim 2016 BORGA KANTÜRK - ZEYNEP GÖNEN FOTOĞRAFLAR FATİH DOĞAN KALEM
Katılımcılar
> Dünden bugüne bakınca, İzmir’deki güncel sanat üretimi ve potansiyeli hakkında ne düşünüyorsunuz? Zamanla ortaya çıkan avantajlar ve dezavantajlar neler? > Sergileme olanaklarını artırmak ve sergileme biçimlerini geliştirmek adına neleri tartışmaya açmalıyız? > Yurt dışı fonlarının iptal edildiği, sermayenin kültürü desteklemekten geri durduğu bu dönemde, İzmir nasıl bir pozisyon almalı? İzmir’in İstanbul’da devinen kültür sektörünün yaşadı-
ğı krizden uzak kalmışlığını özgün modeller geliştirmek adına avantaj sayabilir miyiz? > Önümüzdeki dönemde, İzmir’de güncel sanat üretimini tetikleyebilecek, sanatçıları örgütlenmeye teşvik edebilecek ne tür ortaklık zeminleri oluşturabiliriz? Küçük çoklukları örgütleyerek büyük etkinlikler yaratabilir miyiz? (‘Artwalk’, ‘artweekend’, ‘açık stüdyo günleri’, vb.) Bu stratejiyi en etkili biçimde destekleyecek etkinlik türleri neler olabilir? > İzmir’de güncel sanatın hayata müdahil olabilmesini sağlayacak şekilde kolay okunur, fonksiyonel, düşük bütçeli ve biriktirilebilir yayınlar üretebilir miyiz? (güncel sanat bültenleri, kolektiflerle ortaklaşa üretilecek fanzinler, dijital yayınlar, podcast ve videolar, vb.)
45 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İKPG’nin 2016 yılında düzenlediği disipliner (Pla+)forumların sonuncusunu ‘güncel sanat’ başlığına ayırdık. Ortaya attığımız sorular, sorunları deşmekten ziyade üretimi tetikleyecek olasılıkları ve ilişkileri açmaya odaklanıyordu:
PLA+FORUM
Hayal İncedoğan (akademisyen - sanatçı), Özgür Demirci (sanatçı), Şafak Ersözlü & Bahar Nihal Ersözlü (Açık Studio & budalasultan Sanat Kolektifi), Elif Şeyda Doğan & Muhammed Aldemir (Sıvadık Fanzin), Efe Elmastaş (Fanzin Apartmanı), Varol Topaç (heykeltraş doğa sanatları), Ramazan Bayrakoğlu (akademisyen - sanatçı ), Sema Sakarya & Gülderen Depas & Sultan Gökdemir (3. Dalga Sanat İnisiyatifi), Oktay Değirmenci (ressam), Cenkhan Aksoy (sanatçı), Esra Okyay (Kendine Ait Bir Oda), Arzu Oto (akademisyen - sanatçı), Emre Yıldız & Çiçek Tezer (nomadmind), Özgül Kılınçarslan (akademisyen - sanatçı), Hakan Kırdar (sanatçı), Ezgi Yakın (akademisyen - sanatçı), Nejat Satı (sanatçı), Gizem Akkoyunoğlu (sanatçı), Aziz İmamoğlu (sinemacı), Ebru Atilla Sağay (tiyatrocu), Cenker Ekemen (sinemacı), Sanem Gürbulut, Funda Karataş.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
46
PLA+FORUM
Bu forumu tasarlarken temel derdimiz, eylem üzerine düşündürmekti. Olası eylemlilik biçimlerini şekillendirebilmenin ön koşulu da duruma ilişkin en net fotoğrafı çekmekten geçiyor. O yüzden, katılımcılardan İzmir’deki güncel sanatın durumuna ve potansiyeline ilişkin gözlemlerini, tespitlerini bizlerle paylaşmasını talep ettik. Kurumsallaşamama Sorunu
Katılımcılar İzmir’e has bazı karamsarlıkların ve sorunların da altını çiziyor. Bu anlamda, sürdürülebilirlik meselesinin hemen her forumda olduğu gibi tekrar karşımıza çıktığını görüyoruz: “Bir dizi faaliyet var, bir şeyler yapılıyor ve sonrasında bir anda kesiliyor o faaliyetler. Sürekli olmadığı için yarattığı anlık ivme kışkırtmıyor, yeni bir şey ortaya çıkaramıyor. Bu koca şehirde birkaç galeri var ve o galerilerin programlarında dâhi bir süreklilik yok. Sergilerin sürekliliği yok, kurumların sürekliliği yok… İşlerin, yapıların kesintisiz olarak devam etmesini sağlayacak bir etkileşim zemini yaratılamamış, tarih boyunca. Bu durum izleyiciden mi, İzmir’in kültürel yapısından mı kaynaklanıyor derseniz, onu analiz etmek de zor.”
“Sanatın kurumsallaşması ve yönetimiyle daha yakından ilgilenmeye başlayan Türkiye’deki sermayenin güncel sanata duyduğu ilgi, 2005 gibi artmaya başladı. Bu hareketlenme, tabii ki İstanbul’u kendine merkez edindi. İstanbul; sermaye, yönetim ve ilişki ağları açısından bu alanda ağırlık merkeziyken bugün büyük krizlerle karşı karşıya kaldı. İzmir ölçeğine baktığımızda bireysel ve kurumsal ilişkilerin epeyi zayıf olduğu görünüyor. Bunun ötesinde, sanatçıların kolektifleşme, inisiyatif alma konusunda cesaretsiz “Sanatsal aktivitelerde, sanatçı gruplarında sürekliliği ve devamlılıolduğunu söyleyebiliriz. Sanatın kurumsallaşması adına problemli ğı sağlamak, bu ataleti kırmak adına yapılabilecek en gerekli hambir şehir İzmir. Buradaki üretimler her ne kadar aralıklı olarak gö- le. Ayrıca bu hamle, izleyici devamlılığını sağlayabilmenin ön korünürlük kazandıysa da şehir, uzun yıllar boyunca merkeze sanatçı şulu. Kurumsal bir takip mekanizması yaratılabilir, bu mekanizma yetiştiren bir pozisyonu benimsemeyi yeğledi. Böylece, bir potan- sayesinde kayda geçirilecek etkinlikler, hem izleyiciyi etkinlikleri siyeli olduğuna fakat o potansiyele bir türlü görünürlük kazandı- takip etmeye teşvik eder hem de üretime cesaret verir.” ramadığına ilişkin bizzat yarattığı algıyı hem içeride hem dışarıda Katılımcılara göre, İzmirli sanatçıları üretmeye heveslendirepekiştirdi. Bu yerleşik algı, kentin sanatsal potansiyelinin açığa cek ve İzmirli izleyiciyi motive edecek bir diğer etken, güçlü çıkmasını engelleyen en önemli etmen.” etkinliklerin şehri sıklıkla ziyaret etmesini sağlamak: “Bu şehir“2003’te faaliyete geçen K2 Güncel Sanat Merkezi, İzmir’deki gün- de yaşayan sanatçının da izleyicinin de bir heyecana ihtiyacı var. Ortada o heyecanı yaratacak bir şey görünmediğinde, yeni dinacel sanat üretimine görünürlük kazandırmak adına oldukça güçlü miklerin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek çok yersiz. Üstebir yapıydı. İyi deneyimler üretti; ayrıca sanatçıların inisiyatif ve pozisyon almasını sağladı. Bu birliktelik, şehrin güncel sanat ala- lik bu heyecan, izleyicide alışkanlık yaratmalı. İzmir’de bir festival düzenlendiğinde ya da bağımsız bir mekân açıldığında katkıda nındaki görünürlüğüne katkı sağladı. Ne var ki devamında yeni oluşumlar veya güçlü çatılar çıkaramadı. Son yıllarda bir hareket- bulunmak isteyen, beraber çalışma olanağı talep eden çok sayıda lenmenin başladığını görüyoruz ama bu hareketlenmeleri sürdü- sanatçı var. Güçlü organizasyonları farklı izleyici kitleleriyle ve destekçilerle buluşturmaksa işin en zorlu tarafı olarak görünüyor.” rülebilir kılmak oldukça zorlaştı. İyi çıkış yapan fakat kısa zaman sonra kapanan sanatçı mekânları, finansal sıkıntılarla boğuşan “İzleyicide bir alışkanlık yaratabiliyor muyuz? Yaratamıyoruz. O oluşumlar ve inisiyatiflerle bir yerlere ilerlemeye çalışıyor şehir. Bu yüzden bir gelip bir giden seyirci zamanla azaldı. Ortada heyecandurum da İzmir’deki güncel sanatçıların arasındaki iletişimi, etkilandıracak bir şey olmadığında izleyici devam etmiyor, üretici de leşimi kesintiye uğratıyor.” sabretmekten vazgeçiyor.” “İzmir’de güncel sanat ortamının heyecanı öldü diye düşünmek yanlış olur ancak kapanan mekânların ve sürdürülemeyen organizasyonların şehirdeki motivasyonu dibe çektiği yadsınamaz bir gerçek. Bu karamsar durum, ayrıca sanatçılar arasında belirgin bir iletişim kaybına yol açıyor. Bünyelerin birbirine verebileceği desteğe ilişkin problemleri yaşarken diğer alanlarla yeterince temas edemiyor olmak, bir başka sorun.” Umutsuzluk, Sürdürülebilirlik: Üretim ve İzleyici Herkes aynı fikirde ortaklaşıyor: Sadece İzmir’e has bir durum değil; bugünlerde Türkiye sanat dünyasında içinde bulunduğumuz atmosfere ilişkin kesif bir karamsarlık ve umutsuzluk hâli mevcut. “Türkiye’de kültür sanat dünyası bu derece karamsarken, İzmirli
Bağımsız sanat mekânı kalıcı olmayabilir; açılıp kapanabilir veya etkinliklerini bir başka mekâna taşıyabilir. Bu gibi yapıların şehirdeki varlığı söylence olarak kalmazsa, kayda geçirilirse yarınlar için geriye dönüp bakılabilecek bir bellek, deneyim havuzu oluşur. Bu bellek ve deneyim havuzu da yeni oluşumların ortaya çıkmasının önünü açar; sürdürülebilirlik konusunda kendilerinden önce var olmuş mekânların sorunları nasıl aşmış olduğuna dair başvuru kaynağı görevi görür. Tekrar tekrar geriye dönüp bakabilmek için bu opsiyonların tartışmaya açılması ve kayda geçirilmesi önemli görünüyor: “Kendine Ait Bir Oda veya Input Output, bir süre var olup işlevini tamamlayan mekânlara verilecek iki örnek. Ne var ki başlangıçlarından sönümlenişlerine dek başardıkları işler ve varoluş süreleri yeterli gibi geliyor bana.
PLA+FORUM
İZMİR’DE GÜNCEL SANATIN DURUMU
sanatçıların geleceğe ümitle bakması zor. Dünyaya ve yakın tarihe baktığımızda, psikolojik baskının ezici hâle geldiği bu gibi dönemlerde motive edici modellere rastlıyoruz ama biz o modellere uyabilir miyiz, asıl soru bu. Baskı, kafayı çalıştırır ve sanatçıyı üretim yapmaya doğru kışkırtır. Mesele bu kışkırmadan planlı bir organizasyon çıkarabilmek fakat onun gerçekleşmesi de bir sürü değişkene bağlı. Sanatçıların bireysel motivasyonu tek başına bir şey ifade etmiyor.”
47 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
> Kapsamlı bir organizasyonun (örneğin “İzmir Bienali”) eksikliğini hissediyor muyuz? Böyle bir organizasyon nasıl bir örgütlenme modeliyle hayata geçirilmeli? (vakıflar, dernekler, sanatçı kolektifleri, yerel yönetim, vb.)
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
48
Meselâ bir etkinliği defalarca veya bir kereliğine düzenleyebilirsiniz; bu organizasyonlar mutlaka bir şeye dokunacaktır. Mekânlar ve girişimler başka bir şeye dönüşebilir, başka bir bünyeye bürünebilir ve devamlılığını böylece sağlıyor olabilir.”
rahatça ulaşabiliyorsunuz. Sakinlik, üretmeniz için ortam sağlıyor. Bunları kullanabiliyorsanız, İzmir bu ülkede sanat üretmek için en elverişli şehir.”
Katılımcıların büyük çoğunluğu, İzmir’i güncel sanat için uygun bir üretim alanı olarak tarif ediyor: “Ekonomik olarak sanatçıların çok rahat hareket edebileceği bir şehir. Her türlü kaynağa
Yıkılan Alsancak Stadyumu’nu çevreleyen Umurbey Mahallesi’nde yer alan Darağaç semti, uzun yıllar Levanten nüfusu barındırmış, 90’larda Güzel Sanatlar Fakültesi’ne ev sahipliği yapmış,
“Şehre gelen giden, burada üretip dışarıya çıkan birçok sanatçı var Nomadmind ise konuya izleyicinin sürdürülebilirliği çerçeve- aslında. Burada yaşayıp, burada üretip, burada sergileyebilirsin sinden bakıyor: “İzmir; nüfusa oranla detay kabul edilecek sayı- ama burada üretip başka şehirlere, ülkelere de gidebilirsin. Buna da sanat izleyicisine ev sahipliği yapıyor. İnsanlar Karşıyaka’dan, engel yok, yeter ki meseleye böyle bak.” Buca’dan, Göztepe’den kalkıp Alsancak’taki, Bornova’daki, Ko- ALTERNATİF YARATMA YOLUNDA ÖRNEK PRATİKLER nak’taki sanat etkinliklerini görmeye gidiyor. Bu trafiğe rağmen izleyici, takipçi sıkıntısından bahsediyoruz. Bu sıkıntıyı nasıl gide- Bu forumu düzenlerken İzmir’deki güncel sanat üreticileri arasındaki yatay ilişkileri güçlendirmeyi, üretime yeni alan açacak rebiliriz sorusunun cevabını sadece merkeze yakın veya merkezden ve umutsuzluğu kıracak olumlu fikirleri ortaya çıkarmayı amaçbeslenen mekânlar üzerinden arıyoruz. Bunun yerine merkezin ladık. Hem üretimin görünürlüğünü artırmak hem de sürdürüdışına bakalım mı? İzmir’in çevre bölgelerinde yaşayan halklarla münasebete geçebilecek sanat mekânlarıyla daha çok uğraşmalı- lebilirliğe dair tıkanıklıkları gidermek adına, beraberce neler yız. Herkesin merkeze gelmesini, merkezde üretmesini veya tüket- yapabiliriz sorusuna da cevap aradık. Zira bunları konuşmakla kalmayıp harekete geçmenin vakti geldi de geçiyor diye düşümesini bekliyoruz ama buna alternatif yaratmaktan bahsetmiyonüyoruz. ruz. Yerelde, lokâlde kendiliğinden ortaya çıkmış mekânlara burun kıvırmayalım, onlara daha çok destek atalım.” “Güncel sanatın potansiyel destekçilerini buluşturacak bir platform kurulabilir. Bu platform, sergileme olanaklarını iyileştirebilir ve “İzmirli sanatçıların motivasyonu, sadece kendi çevreleriyle ilişkide geliştirebilirse sanatçıları üretmeye teşvik eder. Bu şehirde birden oldukları için çok çabuk düşüyor. Oysa daha önce dokunmadığınız fazla güzel sanat ve tasarım fakültesi varken, genç ve yaratıcı pobireylerin ve kitlelerin hayatına dokunmak, itici bir güç yaratır. Bu tansiyel yerli yerinde duruyorken, sanatçılar gelip giderken eldeki hissiyatı es geçmemek gerekli. Bu itici gücü artırmak adına muhamekânları daha işlevsel bir biçimde kullanmamız lâzım. Sözünü tap aldığımız kitleyi sanat çevresiyle ve izleyicisiyle sınırlamaktan ettiğim güncel sanat platformu, yepyeni bir ağ oluşturarak bu gökaçınmamız lâzım. Çevremizi genişletmek, herkese açık olmak, revi yerine getirebilir. Bu fikrin nasıl hayata geçirilebileceğine dair kapsayıcı bir dil geliştirmek ve mekânlarımızı buna göre yeniden en başarılı örnek, yıkılan Alsancak Stadı’nın çevresinde sanatçı yaratabilmek, düzenlemek şart görünüyor.” atölyelerinin ve mahallelilerin ortaklaşa gerçekleştirdiği bağımsız İZMİR, SANAT ÜRETMEK İÇİN ELVERİŞLİ BİR ŞEHİR Mİ? sergi: ‘Darağaç’.”
Durum şunu gösteriyor ki doğru etkinlikler düzenlenirse dayanışma potansiyeli ortaya çıkacak. O yüzden, üretici ve izleyici arasında dayanışma atmosferi yaratacak, motivasyonu güçlendirecek etkinlik biçimlerini incelemek gerekiyor. Alışıldık olmayan yolları tercih eden bir iletişim modeli geliştirmek de durumun iyileşmesine katkı sağlayacak. YEREL SERMAYEDEN DESTEK ALMANIN ARTISI VE EKSİSİ Gündemden inmeyen sürdürülebilirlik meselesi, eninde sonunda sermaye - sanat arasındaki ilişkiye ve sanata yapılan yatırımın düzeyine gelip dayanıyor: ““Bu şehirde köklü sermaye grupları var ancak sanata destek vermek anlamında çok aktif olduklarını söyleyemeyiz. İzmirKültür Pla+formu Girişimi, kültürel üretimlere ve örgütlenmeye alan açma, görünürlük kazandırma anlamında bir arayışın göstergesi. İki yıl önce ortaya çıkan bu yapı bu alanda ilerleme kaydetmek adına itici bir güç olabilir mi?”
“Bu etkinlik kapsamında yer alan her iş orada üretildi. Bir sanatçı sokakta çocukların portresini çizdi; beraberce boyama atölyesi yürüttüler. Böylece çocukların ebeveynleriyle kısa süreli de olsa diya- “Yerel sermayenin kültürel üretime ne boyutta destek verebileceğine ilişkin İzmir özelinde bir araştırma yapmak lâzım. Portİzmir üç log içine girdiler. Darağaç, bu açıdan sanatsal üretimi alışılageldik yılda bir düzenleniyor, şimdi dördüncüsüne hazırlanıyorlar ama merkezin dışına çıkartmakla kalmayıp bir serginin mahalleli için sonuçta dayanışmayla, kişisel çabalarla, sanatçıların özverisiyle ulaşılamaz, anlaşılamaz olabileceği yargısını yıktı.” ilerliyor. İzmir adına, Seferihisar Belediyesi’nin ortaya koyduğu mo“Sanat mekânı olarak işaretlenmemiş mekânları ve alanları sanatla deller, sürdürülebilirliğin nasıl sağlanabileceğine dair iyi örnekler.” işaretlemeyi bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. İzmir güncel sanat ortamına hükmetmeye başlamış umutsuzluğu ve durağanlığı an- “Eğer arkanızda güçlü bir sponsor desteği yoksa ve inisiyatif olarak cak böyle kırabiliriz. Sanatta Görünürlük Festivali, İzmir de bunu ilerlemeye karar vermişseniz, işin yasal kısmına bakmak, kurumbaşardı: Sergilerle, performanslarla küçük bir ağ kurup otonom sallaşma modellerini incelemek fayda sağlayabilir. Bu aşamada alanlar yarattı. İnterdisipliner bir yaklaşımla düzenlenen bu festi- o inisiyatife satış yönetiminden, kültür endüstrisinden, hukuktan val, İzmir sathına yaydığı yirmi iki etkinliği farklı mekânlara taşı- anlayan sanatsever bireyleri de dâhil etmeniz gerekiyor.”
PLA+FORUM
Bir grup sanatçı, üç yıl önce bir araya gelip bu bölgede bir atölye tutmuş. Hâlihazırda orada yaşıyorlar; kiralar düşük, üstelik şehir merkezine yürüyerek on dakikada ulaşabiliyorsunuz. Sanatçı atölyeleriyle mahalle sakinleri arasındaki iletişim zamanla gelişmiş ve ortaya bir paylaşım zemini çıkmış. Bu zemin Darağaç sergisine alan açmış. Dokuz sanatçı düzenledikleri sergi kapsamında atölyelerini, evlerini, tamirhaneleri, esnaf dükkânlarını ve sokağı kullanarak bir uzlaşı - ortak deneyim alanı yarattı. Böylece, üretimleriyle mahalleliye temas etti; beraber yaşama kültürüne katkı sağlarken öğrenme sürecini tetikledi. Darağaç sergisinin güncel dayanışma modellerinin ötesine geçmeyi başardığına şüphe yok. İzmir’deki güncel sanatın sivilleşmesi ve yaygınlaşması adına bu tür deneyimlere, karşılıklı özveriye ihtiyaç var.
yarak merkezileşmeye karşı bir alternatif ortaya koydu. Tamamen gönüllülük esası üzerinden sıfıra yakın bir bütçeyle gerçekleştirildikten sonra daha ilk senesinde içinden Açık Stüdyo’yu çıkardı. Ne oldu? Potansiyel talep, mekânı yarattı.”
49 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
çok katmanlı bir yerleşim alanı. 70’lerde ve 80’lerde bu katmanlar gayet belirginken semt zamanla banliyöleşmiş ve bellek katmanlarını yitirmiş. Darağaç, İzmir’in eski sanayi bölgelerinden biri; halen uzun yıllardır varlığını sürdüren pek çok kaporta atölyesine, demirciye, oto elektrikçisine ve büfe esnafına ev sahipliği yapıyor.
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
50
“Yerel sermayenin ve belediyenin desteğiyle bir güncel sanat müzesi kurulması sıkça gündeme gelir durur. Oysa bu yapı bağımsız, çok ortaklı bir müze olarak teşkilatlanabilir. Asıl ihtiyaç böyle bir müzenin şehre kazandırılmasıysa talebe görünürlük kazandıracak faaliyetler, organizasyonlar düzenlenebilir.” “Kanada’da yapılan 2015 tarihli bir araştırma, kültür sanat etkinliklerinin ülkeye spor etkinliklerinden dört kat fazla gelir getirdiğine işaret ediyor. Kültür sanat etkinliklerinin ulusal ekonomiye sağladığı katkı ne kadar görünür, bu katkı Türkiye’de ne kadar sağlıklı hesaplanıyor, onu bilemiyorum. İKSV’nin bu konuya dair gayet detaylı bir raporu var. Raporda kamudan alınan iki milyon dolar desteğe karşılık harcanan üç milyon dolarlık bir tutar var. Yani toplamda altı milyon dolarlık bir potansiyelden söz ediliyor.” YENİ ÖRGÜTLENME BİÇİMLERİ DENEMEK Sermayeye duyulan ihtiyaç, melek yatırımcılık ve mesenlik, güncel sanatın değişmez tartışma konuları olmakla beraber, bizi sanatsal üretimlerin gereksinim duyduğu finans kaynaklarını ararken sürdürülebilirliği öne koyan alternatif modellere bakmaya çağırıyor. Zira İstanbul’da sermayenin sanat alanından hızla çekilmeye başladığı, İzmir’de rant odaklı sanat yatırımlarının gittikçe arttığı bu dönemde, küçük bütçeli alternatif oluşumlar kurarak ilerlemenin önemi iyice belirgin hâle geliyor. İzmir’de güncel sanat üretimini desteklemek adına ne tür dayanışma biçimleri mümkün kılınabilir? Sanatçılar birleşip her ay küçük bir aidat ödeyerek bağımsız, kâr amacı gütmeyen atölyeler kiralayabilir mi? Ortaklaşa kullanabilecekleri bir sergileme - gösterim mekânı yaratabilirler mi? Alsancak’taki 3.dalga, Basmane’deki Kendine Ait Bir Oda ve Kemeraltı’ndaki Maquis Projects, bu modelleri işleterek varlığını sürdüren mekânlar. Bu tür mekânlar, hem İzmir’den hem şehir dışından hem de yurt dışından sanatçılara, tasarımcılara ve öğrencilere sergileme, üretme, tartışma alanı açıyor. Dayanışarak yürüdükleri açık ve belirgin bir görünürlükleri, düzenli
programları var. Üstelik iletişim kurma ve diyaloğu geliştirme konusunda ellerinde bir güç barındırıyorlar. Sanatçı inisiyatifleri ve kolektif mekânlar kâr amacı gütmüyor olabilir, ancak çoğunlukla cepten yiyerek ayakta kalmaya çalışıyor. Mekânı döndürecek destek mekanizmalarını yaratacak tecrübe, etkinlikler için ekstra kaynak bulacak dirayet ve fon araştırma alışkanlığı İzmir’de yok. O yüzden yapılar ve bireyler, masrafların tamamını öz kaynaklarıyla finanse etmeye kalkışıp bir yerde çöküyor. Avrupa’daki modellere baktığımızda kooperatif türü işleyen, galeri gibi davranıp sergideki işi satan ve alanın bir kısmını tasarım ürünlerine, yemeğe ve içmeye açarak kendi kendini finanse eden yapılar var. Şu alternatifi de tartışmaya açtık: İnisiyatifler ve kolektifler sergilerini, söyleşilerini, konserlerini, performanslarını gerçekleştirmek için geçici mekânsal ortaklıklara gidebilir. Bu şaşırtıcı ve karşılaşmaları sürprizli hâle getirebilecek bir alternatif. Mekân kapanınca veya o bölgeyi terk edince süreç tamamlandı gibi düşünmeyelim. Belki de vur kaç türü stratejiler geliştirmek lâzım. Bu tür stratejilerle ortaya çıkacak kalıcı veya geçici mekânlar, resmi kültür merkezleri ve çok amaçlı sergi salonlarının izlediği statik stratejiye alternatif sunacaktır. Böylece üretici daha kapsamlı sergiler yapmak adına büyük galerilerin peşinden koşmayı bırakır, kendisine tahsis edilmesini umduğu bina, kültür merkezi salonu veya müze beklentisinden uzaklaşarak üretimini çeşitlendirebilir, güçlendirebilir. Bu noktada etkinlik tasarımının ne kadar hayati olduğu ortaya çıkıyor: Öncelikle, bir mekânda düzenlenecek etkinlikleri birbiriyle etkileşim kuracak şekilde tasarlamak gerekiyor. Tekil ve kapalı bir yapı benimsemektense birbiriyle geçişebilen, paylaşımı öne koyan, sürdürülebilir türden etkinlikler tasarlamalıyız. Bu tasarımı yaparken eğitimi, farklı disiplinleri, farklı yaş gruplarını, farklı izleyici modellerini işin içine dâhil ederek ilerlemeliyiz. Güncel sanat, ancak bu şekilde hep yoksunluğunu çektiği izleyiciyle buluşabilir.
Diğer yandan, bir sergi ya da etkinlik yapmanın pedagojik yanı var. Mekânlar, etkinlik öncesine koyacağı sözlü atölyelerle biriktirdiği deneyimi genç sanatçı adaylarına, izleyiciye aktarabilir. Bu sebeple kimi inisiyatiflerin sözünü ettiğimiz türden deneyimlere fırsat verecek hayat okullarına dönüşmesi çok önemli.
“Güncel sanat üreticilerinin birleşip kooperatifleşmesi önerisini ciddiye alalım derim. Bu mantıkla beraber davranmayı becerebilecek kırk, elli ortak bir araya gelse, her ortak aylık bir aidat ödese şehirdeki sanatsal organizasyonlara fiziki ve zihinsel katkı yapacak bir oluşum ortaya çıkabilir.” “Kooperatif fikrini güncel sanat alanında uygulamaya geçirmenin şöyle dezavantajları olabilir: Geniş çaplı bir kooperatif, hızla hantallaşabilir ve süreci iyice yavaşlatabilir. Onun yerine küçük kolektifleri deneyimleyerek yola çıkmak daha verimli olabilir. Kolektiflerin birleşerek kooperatifleşmesi daha akılcı görünüyor.” “İnternet tabanlı bir organizasyon kurmak ve bir süre buradan ilerledikten sonra kooperatifleşmek başka bir seçenek olabilir. Ufak bir bütçeyle ve biraz yaratıcılıkla hayata geçirilebilecek bu dijital operasyon, ortak zeminde davranabilecek güncel sanat üreticilerini, kolektifleri, inisiyatifleri ve mekânları beraberce işaretleyen bir çatı görevi görebilir. Bu çatı, muhtemelen orta vadede içinden ortaklaşa kullanılabilecek bir mekân, ortak üretilecek yayınlar ve etkinlikler çıkaracaktır.” Katılımcıların dile getirdiği önerilerin yanı sıra İKPG olarak biz de bu forumdan bazı çıktılar elde ettik: ‘Artwalk’ tabir edilen, izleyiciyi şehrin belirli bir kısmında, belirlenmiş bir rota üzerinde etkinlik gezmeye davet eden sanatsal organizasyonlara öncelik tanımak gerekiyor. Bu tür organizasyonlar izleyicinin mahalleyi, sokağı, meydanı ve kamusal alanı mütevazı ama gerçekçi bir ölçekte deneyimlemesine imkân sunuyor. Ayrıca,
rota üzerinde konumlanmış esnafa ekonomik girdi sağlıyor ve atıl durumdaki tarihsel binaları geçici de olsa güncel sanat uygulamalarına açıyor. Çanakkale Bienali örneğinde olduğu gibi bu binalar, deneyim paylaşımına ev sahipliği yapan, izleyiciyi kentsel belleğe tekrar bakmaya teşvik eden buluşma noktaları olarak yeniden işaretleniyor. İKPG’nin yakın zamanda yayınlayacağı, İzmir’de etkinlik üreten ve sergileyen neredeyse tüm mekânları işaretleyip listeleyen Pla+form - Haritalama Özel Sayısı, ortaklaştırmaları artıracak bir başvuru mecrası olarak öne çıkacak.
51 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“Hem İzmir’i güncel sanat etkinlikleri için daha verimli kullanmak hem de küçük organizasyonları yalnız bırakmamak adına, bağımsız mekânları ve oluşumları buluşturacak zincir etkinlikler düzenlemeyi mutlaka denemeliyiz. Olaya kâr getirecek çerçeveden bakmadan, inisiyatifleri ve sanatçıları bir araya getirecek, iletişim ağını güçlendirecek bir fuar organize etmek iyi fikir olabilir. Stockholm’de bahsettiğime benzer bir organizasyon düzenleniyor; bu tür fuarların her yerde çok ciddi bir izleyici kitlesi var.”
PLA+FORUM
“Atölye çalışmalarını kesinlikle es geçmemek gerekiyor. Sadece sonuca ve sergileme pratiklerine odaklanmak, sürecin içerdiği deneyim ve keyif kısmını devre dışı bırakabiliyor. İzleyicinin de üretici rolüyle sürece dâhil edilmesi lâzım. Yeri geldiğinde, sanatçıyla izleyici süreci birlikte geçirmeli ve deneyimlemeli. Bu ilişki biçimi, yeni izleyici kazanmak ve karşılıklı empati üretmek adına çok fazla imkân sunuyor. İzleyici ‘ben bu ortamın havasını soluyorum’, ‘bu belleğin üretim sürecinin bir parçasıyım’ diye hissetmeye başladığında iş değişiyor. İzmir’de önceden sıkça denenmiş bir yaklaşımdan bahsetmiyoruz; oysa müzelerde, galerilerde ve inisiyatiflerin yürüttüğü mekânlarda gayet rahat uygulanabilecek bir yaklaşım bu. ‘Ben de üretiyorum, sadece işi izlemiyorum’ duygusunu uyandırdığınızda izleyici önceden size mesafeyle bakarken empati kurmaya başlıyor. Bu da aidiyeti ve dayanışmayı güçlendirirken üretenle tüketen ayrımını eritiyor.”
“KÜLTÜR VE SANATTA ÖĞRENME PRATİKLERİ VE ALTERNATİF MODELLER” FORUMU 9 Nisan 2017 ZEYNEP GÖNEN – İBRAHİM METİN BALTACI – ALTUĞ AKIN FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar
PLA+FORUM
Tayfun Belet (öğretim görevlisi – senarist – belgesel yönetmeni), Sinem Demirel Özer (akademisyen), Mehmet Sait Tunç (araştırmacı - belgesel yönetmeni), Kubilay Mutlu (Sokak Sanatçıları Derneği), Devrim Kınlı (Praksis Müzik Kolektifi - Şubadap Çocuk Korosu), Sinan Kılıç & Serkan Çolak (Mahzen Photos kolektifi), Yalçın Çıdamlı & Arzu Filiz Güngör (ÇizgeliKedi Görsel Kültür Merkezi), Yasin Sancak & Gülce Yelken (Başka Bir Okul Mümkün), Nesli Özalp (Bornova Belediyesi Dijital Film Atölyesi), Gülden Özyatağan & Seher Şen (İzmir Dayanışma Akademisi), Emel Kayın (araştırmacı – yazar – akademisyen), Orkun Kocabıyıkoğlu & Fulya Paksoy (Renkli Merdiven), Özgür Demirci (sanatçı), İbrahim Metin Baltacı & Altuğ Akın & Zeynep Gönen & Nursaç Sargon (İKPG)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
52
İKPG olarak geçtiğimiz yıl boyunca düzenlediğimiz aylık iletişim toplantılarında, “modeller ve stratejiler” başlığı altında şehir dışından ve yurt dışından davet ettiğimiz konukların sunumlarında ve disipliner forumlarda çeşitli meseleleri tartışmaya açmıştık. Tiyatroyu, müziği, bağımsız yayıncılığı, güncel sanatı ve sinemayı konu edinen forumların temel amacı, aynı alanda aktif biçimde faaliyet gösteren İzmirli aktörlerin ortak sorunları aşmak adına birlikte yeni yollar aramasına, üretimlerine kent sathında görünürlük kazandıracak stratejiler geliştirmesine ön ayak olmak, dayanışma ağımızı bu doğrultuda güçlendirmekti. 2017 yılında gerçekleştireceğimiz üç forumda sadece iki kavram üzerinde yoğunlaşmaya karar verdik: “Alternatif modeller” ve “öğrenme pratikleri”. İKPG olarak çok önemsediğimiz bu iki kavramı derinlikli bir şekilde konuşmak, tartışmak üzere yıl boyunca çeşitli eylemler üretiyor olacağız.
ALTERNATİF KAVRAMINI TARTIŞMAK Katılımcıların kendilerini, temsil ettiği yapıları ve uğraş alanlarını nasıl tarif ettiği, bizi öncelikli olarak alternatif kavramına bakmaya yöneltti: “Bu kavramı tanımlamak, beni küçük yaştan beri uğraştıran bir mesele. ‘Alternatif dediğimiz şey ne olabilir, alternatif öğrenme biçimleri hayatın içinde nasıl kendine yer bulabilir?’ sorusunu yıllardır kendime sorup duruyorum. Öğrenciyken çok mutsuzdum. Standart okul sistemi içinde kendimi hep mutsuz hatırlıyorum. O yüzden okul yıllarım, tatlı çocukluk anıları içermiyor. Daha on dokuz yaşımdayken fotoğrafa başladığım derneğin yönetimine seçildim ve böylelikle gereksiz bir bürokrasinin içine düştüm. Yönetimden ayrıldıktan sonra aynı dernekte yaklaşık on iki yıl gönüllü olarak çalıştım. ‘Bir şey nasıl öğretilir’ sorusuna çok kafa yordum. Şimdi içinde bulunduğum Çizgeli Kedi, bir şekilde birlikte üretmenin yollarını arıyor ve sanatın kendi tanımında yer alan mevcut olana başka türlü bakmak, mevcut yapıyı sallamak, altüst etmek, çalkalamak gibi amaçlarla hareket ediyor.”
Foruma, alanında fark yaratmakla yetinmeyen, alternatif pratiklerin ve modellerin peşinde koşan on sekiz katılımcıyı “Ben oyunculuk yapıyorum ve yazarlık okuyorum. Aynı zamanda konuk ettik. Buradan bakarsak, katılımcı profilinin çok yönRenkli Merdiven’in çatısı altında çocuklara yönelik atölyeler dülülük barındırdığını söyleyebiliriz. Her forumdan önce yapzenliyorum. Renkli Merdiven işe ‘çocuk ve kadın çalışmaları’ adı tığımız üzere, e-postayla davet ettiğimiz katılımcılara dört altında başladı; zamanla ‘alternatif bir yaşam ve bunun ilişkili soru yönelttik ve forumu bu sorular üzerinden kolaylaştırdık. olduğu diğer alanlar nelerdir’ sorusuna cevap aramaya koyularak mekân ve bedenle kurulan ilişkiye, öğrenme biçimlerine • Sanata bir öğrenim aracı olarak bakabilir miyiz? yoğunlaştı. Sürecin sonunda, alternatif eğitim modelleriyle ister • Alternatif pratiklere ve modellere neden ihtiyaç duyuyoruz? istemez ilgilenmeye başladı.” • Alternatif eğitim ve öğrenim modelleri, kültür-sanat ala“Mahzen Photos Kolektifi, sadece İzmir’de üslenmiş yerel bir nında nasıl uygulanabilir? oluşum değil; farklı şehirlerde yaşayan arkadaşlarımız var. Ba• Bu pratiklerin ve modellerin yaşatılabilirliği, aktarımı şından beri eğitime kafa yormuş bir kolektifiz; Kadifekale bölgesinde mülteci çocuklarla beş proje gerçekleştirdik. Bu projeleri mümkün mü? Mümkünse bunu nasıl sağlarız?
“On yıldır, genellikle üniversite birinci sınıfa yönelik olarak, tasarım stüdyolarında eğitimcilik yapıyorum. Bu deneyimin bana “Praksis Müzik Kolektifi, müziği tamamen sivil alana çekmekle uğraşan bir yapılanma. Çocuklar, dezavantajlı gruplar, göç- kazandırdığı şöyle bir şey var: Enerjimizin büyük bir kısmını ilk menler ve mülteciler, özel ilgi alanlarımız. Müziği doğrudan on- defa stüdyoya gelen öğrencilere o güne kadar öğrendikleri biların ayağına götürüyoruz. Bunu yaparken de kalıcı bir şeyler çimleri unutturmaya harcıyoruz. Böylece, sıkıntıları yakından öğretmeye çabalıyor, beraberce kayıt yapıyor, bu kayıtları ya- takip edebiliyoruz ve bazı klişeleri kırmaya çalışıyoruz. Öğrenyınlayıp yayıyoruz. Bize katılan herkesin özgüvenini yükselten, ciler, ‘şunu kesin, şunları bir araya getirin’ gibi komutlara çok hızlı tepki verirken daha açık uçlu sorulara cevap vermekte, kendisini birdenbire işin içinde bulmasını sağlayan, öğrenim sürecini çok da fazla uzatmayan, sonuca yönelik işler üretiyo- çözüm üretmekte büyük zorluk yaşıyor. Bu zorlanma hâlinin o güne kadar aldıkları eğitimle ilişkili olduğunu düşünüyorum.” ruz. Entelektüel süreçle oyalanmak yerine pratiğe konsantre olup, oldukça hızlı hareket ediyor ve işi hemen ortaya koymaya “Mali müşavirim ama işletme ve sosyoloji eğitimi aldım. Öncebakıyoruz.” den Mardin’de yaşıyordum; bir süredir İzmir’de yerleşik durum“Sokak Sanatçıları Derneği, bir üniversite projesi olarak kuruldu. dayım. Mardin’de gerçekleşen üç bienalin üçünde de çalıştım. Son bienale sanatçı olarak katıldım. Sine-Mardin ve Mardin Doğrudan yapmak, aracısız iletişim kurmak, temsili olmayan Sinema Derneği’nin kurucusuyum, festivallerimiz devam ediyor. bir sistemle - ki forum dediğimiz şey de biraz böyledir - yüzyüze Şu sıralar, ağırlıklı olarak sözlü tarih çalışmaları yapıyorum. konuşarak çalışıyoruz.” Yüz otuz civarında sözlü tarih kaydı yaptım. Daha ayrıntılı bilgi “Alternatif nedir meselesine eğitimci olmam ve farklı rollerim verdikleri için genellikle kadınlarla çalışıyorum.” gereği kafa yormaya başladım: Yeni pedagojik yaklaşımlar, alternatif eğitim modelleri, bu yaklaşımların ve modellerin “Başka Bir Okul Mümkün (BBOM), hepimizin sıkıntılı olduğu kent planlama ve kent kuramıyla ilişkisi… Şimdilerde alterna- eğitim sisteminden dertli olan ve kendi çocukları için alternatif tif pratiklerin varlıklarını nasıl değiştirerek devam ettirebile- çözümler üretmek isteyen bir grup velinin girişimiyle sekiz yıl önce kurulmuş bir dernek. ‘Alternatif eğitim modelleri üzerinceği üzerine çeşitli araştırmalar yapıyorum. İzmir Dayanışma Akademisi’nde de bu araştırmalardan yola çıkarak, çeşitli pra- den, bizler bir şey yapamaz mıyız?’, ‘teorik olarak değil ama tikler üretmeye çalışıyorum. Ayrıca bir anneyim; dolayısıyla ço- gerçekten, Türkiye’de başka tür okullar mümkün olamaz mı?’ BBOM, bu soruları sorup yola çıkmış bir hareket. Cevabı da cuk meseleleriyle yakından ilgiliyim.” ‘evet’; madem dünyada alternatif okullar, alternatif pedagoji“Mimarım; bir taraftan da deneysel edebiyat ve mekân edebiler uygulayan eğitim merkezleri var, o zaman neden olmasın? yatıyla uğraşıyorum. Bir konuyu bilimsel olarak araştırırken BBOM’un benimsediği eğitim yaklaşımı, dört temel eksene onu diğer araçlardan da yararlanarak kent gündemine nasıl oturuyor: Ekolojik duruş, demokratik yönetim (demokratik mal edebilirim diye kafa yoruyorum. Örneğin bir konuya, alaokullar geleneğinden besleniyoruz), alternatif eğitim ve özgür na bilimsel olarak yoğunlaştıktan sonra makaleler, kitaplar finansman. Temelde hayal ettiğimiz bir yaşam biçimini okul yazıyorum; sanatın farklı disiplinleri üzerinden çeşitli çıktılar üzerinden var etmeye çalışan ve çocuklara bu dört eksen üzeüretmeye, ortaya çıkardığım hikâyeyi toplumla bütünleştirmerinden eğitim imkânı sunmaya çalışan bir yapıyız. Bunu da kâr ye çalışıyorum. Bu süreçte herkesle iletişim kuruyorsunuz ama amacı gütmeden, eğitim kooperatifleri aracılığıyla yapıyoruz.
PLA+FORUM
organik olarak bir yerin parçası olamadığınızı deneyimliyorsunuz.”
53 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
sergiledik, kitaplaştırdık. Ayrıca fotoğrafa hobi olarak başlamış ama sonradan becerisini bir anlatım aracına dönüştürmeye niyetlenmiş yetişkinlere yönelik, konulu atölyeler düzenliyoruz.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
54
Dernek işin felsefesini, misyonunu ve eğitim politikasını gelişti- kullanıyorum ama bunun dışında, özellikle tiyatro ve oyun rirken, yerellerde bu fikre inanan velilerin örgütlenmesiyle ku- meselesi eğitim sürecine nasıl dâhil edilebilir, bunun yollarını rulan eğitim kooperatifleri, okul açmaya devam ediyor. Veliler öğrenmek istiyorum. Kendi çapımda oyunlar geliştirmeye çalıBodrum’da, Ankara’da, İzmir’de ve İstanbul’da bir araya gelip şıyorum. ‘Tabu’ oyunundan yola çıkarak ‘Kentsel Tabu’ gibi bir kendi okullarını açtı. Çocuklar, bu okullarda alternatif eğitim şey geliştirebilir miyiz, ona bakıyorum. Oyunu sınav aracı olapedagojilerine göre öğrenim görüyor. Ayrıca İzmir özelinde bir rak kullansam nasıl olur diye düşünürken aklıma bu fikir geldi.” Erken Çocuk Eğitim Merkezi’miz var; bu merkez günlük pratikle“‘Çocuk insandır’ düşüncesini ‘insan çocuktur’ düşüncesiyle birrinde sanata çok ciddi alan açıyor.” likte okumak gerekiyor. Oyun kavramı, tam da o kertede devre“BBOM’de çocuklara yönelik sanat projelerini sürdürüyorum. ye giriyor. Hepimizin oyun oynamaya ihtiyacı var.” Projeleri çocuklarla beraber hazırlıyoruz, böylece kendilerini ifade etmeyi öğreniyorlar. Aslında hep birlikte öğreniyoruz, bu “Daha çok dernekler ve topluluklar aracılığıyla yürüyen bizim süreçte. Erken Çocuk Eğitim Merkezi’nde, güzel sanatlar fakül- tarafta, fotoğrafçılık orta sınıfa yönelik hazların karşılanması telerinde kendimizi ifade etmek için öğrendiğimiz pratikleri öğ- için bir araç olarak algılanıyor. Bu algının yarattığı kısır döngünün farkına varınca, bir alternatif üretelim dedik. İzmir’i renim aracı olarak kullanıyoruz. Çocukların önüne malzemeyi merkez alan dört proje yaptık; Kadifekale’deki kentsel dönüşükoyup sınırlı boyama yaptırmak yerine farklı malzemelerle ilgilendikleri konularda proje üretmelerine önayak oluyoruz. mü, kömür işçilerini, midye toplayıcılarını ve mültecileri konu Böylece, ortaya çıkan sorular üzerinden ilerlemelerini istiyoruz.” olarak seçtik. Bu, 2013’e kadar böyle devam etti. 2013’te çerçevemizi biraz daha genişletmek istedik ve Mahzen Photos “İzlediğimiz yöntemleri alternatif olarak değerlendirme taraftarı Kolektifi olarak yeniden örgütlendik. Beş fotoğrafçıyla başladeğilim. Kadifekale’de, Basmane’de çocuklarla atölye yapıyodık. Son iki dönemde İzmir’e ait, yereli anlatan, yerelden yola ruz ama ortada bir üretim yok. O zaman şu soruyu soruyorum: çıkıp ülkeye ve dünyaya ait sözler söylemeye çalışan atölyeler, Kamusal anlamda ya da ilkesel anlamda bir üretim olmadığına belgesel fotoğraf programları düzenledik. Açık çağrıyla bizim göre ben neye dair bir alternatif üretiyorum? Bir alan var ve oragibi düşünen, fotoğrafıyla bir şeyler anlatmak isteyen, sözü da kendi bildiğim şeyleri çocuklarla paylaşıyorum. Buradan baolan insanlar varsa bir araya gelelim ve bir şeyler üretelim istekarsak, alternatif denilen şey her ne ise karşı tarafın eksiklerini dik. Bunlar gayet verimli çalışmalardı ve kendi alternatiflerimizi hissederek ortaya yeni bir şey tarif etmek mi acaba?” böyle yarattık. Çözümsüzlük içinde, kaosun içinden kendimize PRATİKLER, YÖNTEMLER VE ÖRNEKLER bir yol açtık. Sürdürülebilir olması adına artık atölyeleri ücretli yapıyoruz, böylece bir sonraki çalışmaya kaynak ayırabiliyoAlternatif pratiklere dair kafa açıcı örneklere bakmak, neyin alternatifi olduğunu tarif etmek ve anlamak açısından fay- ruz. Bizim pratiğimiz böyle işliyor. Fotoğraf camiasında hep şu dalı olabilir mi sorusunu sorduk; katılımcılara kulak verdik: soruyla karşılaşıyorsunuz: ‘Bu fotoğraf kime ait?’ Her ne kadar projeyi bizler üretiyor olsak da işin sonunda, sıra sergilemeye “Kentsel ekonomik gelişim üzerine çalışıyorum, sinema benim gelince fotoğrafların altında ismimiz yazmıyor çünkü esasen için önemli bir araç. Sinemayı kentle ilişkili derslerimde zaten
“Bir yandan öğrendiklerimi unutmaya çalışırken diğer yandan her şeyi baştan öğrendiğim bir süreç yaşıyorum ve bunu çocuklarla çalışmaya borçluyum. Şu sıralar, çocuklarla birlikte sanat eğitimine dair bazı alternatif yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz. Şöyle ilerliyoruz: Konular, çocukların ortak meraklarına göre belirleniyor. Meselâ, iç mekânda yaptığımız kum havuzunda oynarken pet şişelere kum doldurmaya başladılar ve ‘roketim havalanıyor’ adını verdikleri bu oyundan, kendiliğinden roket projesi çıktı. Bu proje, çocukların uzay merakını tetikledi. Uzay merakı üzerinden ‘uzaya yolculuk nasıl yapıldı, roketler nasıl çalışıyor, uzayda hangi gezegenler var, güneş sistemi nedir’ gibi konulara eğilmeye başladık. Öğrenme dediğimiz şey, önce merakla başlıyor; çocuklar gezegenleri, yaşadığımız dünyayı kendi merakları üzerinden güdülenerek öğreniyor. Eğer hepsini bir odaya koyup kuru kuruya bunlardan bahsetseydik, kavramlar soyut olduğu için belki de işi çözemeyeceklerdi fakat hepsini yaşayarak öğrendiler. Aslında bu gibi yöntemlerle Milli Eğitim Bakanlığı’nın bizden istediği, beklediği kazanımları da sağlamış oluyoruz.” “Bir örnek de ben vereyim: Kadriye Mahallesi’nde çocuklarla çalışmaya başladık ama bu çalışma bir süre sonra başka bir yöne “Geçen yıl Edirne’de bir belgesel çalışması yapmıştık. Roman mahallesinde yaşayan emektar bir güreşçi; kahvede atletle otu- evrildi ve ‘ekelim biçelim; saksıya şunu koyalım’ gibi fikirler öne ran, 60’lı yaşlarında, kendi hâlinde bir adam… Bir gün kendisi- sürmeye başladılar. O zaman ‘buradaki terasımızı değerlendirelim. Neye ihtiyacımız var? Güneşe toprağa’ deyip güneş ve ne bir meseleyi dert ediniyor ve diyor ki: ‘Burdaki kızlar on dört toprak ekibi kurduk. Bir kısmı güneşin hangi saat dilimlerinde yaşını görmeden nişanlanmaya, evlenmeye başlıyor ve benim nereye, ne kadar vurduğunu gözlemlerken diğerleri saksıda bu konuda bir şey yapmam gerekiyor.’ Nereden geldiyse böyle bir derde kapılmış ve ‘ne yapabilirim de onları bu yoldan çevi- ne tür bitkiler yetiştirebileceklerini araştırdı. Süreç böyle adım rebilirim’ diye düşünüyor. ‘Aileleriyle konuşsam çözüm değil’, adım ilerlerken, ‘acaba bir hava durumu köşesi mi yapsak’ düşüncesi oluştu. Çünkü fark ettik ki proje sayesinde hava dudiyor ve kendince bir sistem geliştiriyor: ‘Bildiğim iş ne benim? Eskiden güreş yapardım, müsabakalara çıkardım. Madem öyle rumlarını çok yakından takip eder hâle gelmişler. Onu yapalım, ben bu kızlara güreş öğreteyim.’ Toplum baştan kızların güreş bunu yapalım derken ihtiyaçlarımız hiç bitmiyor ya; saksı ihti-
PLA+FORUM
yapmasını, güreş meselesinin böyle bir mahalleden çıkmasını yadırgıyor. Sekiz ile on beş yaş aralığında on sekiz kız seçip işe koyuluyor fakat birçok anlamsız prosedürle karşı karşıya kalıyor: ‘Sen bunları müsabakalara çıkartamazsın, bir spor kulübü kurman lazım’, diyorlar. O da mahallenin kahvesini lokâl olarak gösterip kulübü kuruyor... Ve bu kızlara diyor ki ‘siz artık antremanlara geleceksiniz, sonra müsabakalarda güreşeceksiniz.’ Kızlar kabul ediyorlar. Neden? Çünkü bu kızlar hayatında arabaya binmemiş ve ‘arabaya binip bir yerlere gideceğiz, mahallemizden çıkıp farklı insanlar göreceğiz, ev işi yapmayıp ev işinden kaçacağız’ diye düşünüyor. Zaten çoğu okula gitmiyor, bir şekilde sosyalleşeceğiz düşüncesiyle böyle bir yolculuğa çıkmaya evet diyorlar. Bu kızların içinden Balkan şampiyonu çıkıyor, derken bu kızların arasından Türkiye şampiyonu çıkıyor. Çok garip bir şekilde, gitgide bir bilince erişiyorlar. Nedir bu bilinç? ‘Benim bu hayatta daha yapmam gereken çok şey var, ben boy boy çocuk doğurup onları büyütemem.’ Pekiyi; o zaman şunu sorayım: Bu ihtiyar güreşçi onlara ‘aman siz evlenmemelisiniz, daha yapmanız gereken şeyler var’ mı dedi de kızlar bu bilince erişti? Yoksa kızlara kendi bildiği doğruları güreş uğraşı üzerinden mi aktardı da bu sonuç oluştu?”
55 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
anlatılan hikâyenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Fotoğrafın kime ait olduğundan öte, anlatmak istediğimiz mesele nedir, oraya odaklanmalarını istiyoruz.”
yacımızı basit malzemelerle gidermek adına, mahalledeki pet şişeleri topladık. Önce şişeleri kesip müzik yaptık, ardından içlerine toprak doldurduk ve bir sürü saksımız oldu. Saksıların her birini elle süsledik. Hep çocukların taleplerinden ve fikirlerinden yola çıkıyoruz; bunu yaparken de süreci çok yakından gözlemleyen bir pozisyonu koruyoruz. Şimdi şunu soracağım: Toprak geldiği zaman her yer savaş alanına döndü, birbirleriyle toprak savaşı yaptılar ve çok eğlendiler. Kendimi salınca ben de çok eğlendim. Peki; o ortamda benim bir ağırlığımın olması gerektiğini söyleyen, sürekli bunu dayatan yaklaşımı ne yapacağız? Bizim kendi pratiklerimizi uygulayabileceğimiz alanlara ve bu pratikleri seslendirebileceğimiz platformlara ihtiyacımız var. Umarım bu forumdan öyle bir yere evriliriz.”
PLA+FORUM
“Renkli Merdiven’in berisine bakarak, Günışığı’ndan bu yana devam eden süreçte deneyimlediğimiz üzere, veli çalışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Burada ortaklaşacağımız şey kadın çalışmaları, baba çalışmaları olabilir. Ben erkek hakları hareketinin kadın haklarından bağımsız bir şekilde konuşulacağı bir ortamı çok merak ediyorum.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
56
“Sözlü tarih çalışmaları, Türkiye’de pek yaygın bir alan değil. Belirli bir yerdeki insanları dinlersiniz, onlar kendi tarihlerini yazarken siz de kaydettiklerinizi kitaplaştırırsınız fakat ben daha çok sıradan insanları dinlememiz, kaydetmemiz gerektiğine inanıyorum. Alıyorum kameramı gidiyorum; yeri geliyor bir ev kadınıyla görüşüyorum, yeri geliyor sokaktaki bir hamalla konusunu ve kurumsal kimliğin nasıl oluşturulması gerektiğini görüşüyorum. Sözlü tarih çalışmalarında önemli olan, dinlenil- konuşmaya başlayınca iyice kilitlendik.” meyenlerin tarihini kayıt altına almak. Onların anlatıları çoktur. Aslında Azrail’den erken davranıp toplayabildiğim kadar çok “Okul kavramı, daha en başından kurumsallığı ve sisteme bağlı bilgi toplamaya çalışıyorum çünkü insanlar vefat edip gittiğin- işleyişi dayatıyor. İzmir’e bakacak olursak, sanat eğitimi merkezileştirilmek isteniyor, yani merkezi kanallardan ilerlemesi de tüm anılarını beraberinde götürüyor.” beklenen düzenekler üretiyor. Hâlbuki sivil oluşumları tek tek YAPISAL SORUNLAR desteklemek lazım; çünkü alternatifler bu oluşumlardan çıkaKatılımcılar, uyguladıkları alternatif pratiklere ve modelle- cak. Yerel yönetimin her şeyi kendi başına örgütlemesi ve şehirdeki sanat etkinliklerinin çoğunu üretmesi söz konusu olmamare değindikçe, pek tabii ki kurdukları sistemin barındırdığı sorunları konuşmaya başladı: “Alternatiflerin çok tartışıl- lı; alternatifler oradan çıkmaz. Mevcut sistemin ürettiği arızalar, sistemin merkezileşmiş olmasından dolayı düzeltilemiyor.” madığı bir ortamda yaşadığımıza inanıyorum; kendi alanım ve akademi de buna dâhil. Akademik kurumlar, benim göz- “Kamusal alanlarda sürekli sahne kuruluyor, ortada bir görüntülemlediğim kadarıyla çok statükocu. Mevcut eğitim düzenine ler silsilesi var ama bu eylemlerin kentsel mekân ve sosyokülrağmen, toplumla sağlıklı iletişim kurabilmek bağlamında türel açıdan ürettiği sonuçlara bakacak olursak, kalıcı bir karalternatifler üretmek, hem kentimize hem ülkemize bakınca şılık göremiyoruz. İKPG’nin düzenlediği bu forumu şehrin yerel oldukça zor görünüyor. Sistem dışında durduğunu ilan ve iddia dinamiklerinin birbiriyle daha yakından ilişkilenmesi açısından eden kurumlar, dernekler de alternatif pratikler, yollar üretemiönemli buluyorum. Değişik odaklar, bir mekânın içinde buluşuyor çünkü dernek gibi yapılar, bana kalırsa orta sınıfa has hazyor ve birbirleriyle haberleşiyor; bültenler, yıllıklar yayınlanıyor. ları tatmin etmek üzerinden yürüyor. Bu yürüyüş de alternatif Böylece başka bir aktörle iş yapmak adına gerçek bir refleks düşünmeyi, alternatif pratikler üretecek eylemleri kışkırtmıyor. gösterdiğinizde, zemin kendiliğinden sağlanıyor. Bu model, deAyrıca alternatifi yaratırken yürütme ve yaşatma biçimini göneyim aktarmak açısından ‘iyi örnek’. Foruma bakınca kıyıda zetmek gerekiyor.” köşede duruyoruz gibi görünebilir ama ‘sahne’yi büyüttüğümüz “Mevcut sistem, olanak yaratmaktan çok olanaksızlık üretmeye dakikada alternatifi bulma yeteneğini kaybediyoruz. Üstelik başladı; o yüzden bizim sistemin karşısına ne koyabileceğimiz sahneyi büyüttüğümüz dakikada, o sahnede illâ birilerinin söz meselesine çok iyi odaklanmak lâzım. Dayanışma Akademileri sahibi olması ihtimâli beliriyor.” olarak benzer bir arayış içerisine girdik. Türkiye’de akademiyi ULAŞILABİLİRLİĞİ ARTIRMAK başka türlü biçimde, yeniden üretmek üzerine düşünmeye başladık. Bütün dayanışma akademilerini bir araya getiren bir top- Forumda paylaşılan fikirler ve tecrübeler gösteriyor ki kültür-sanat alanında farklı yöntemlere, bağımsız olana ulalantı düzenledik ve bunu başarmanın yollarını tartıştık. En çok şabilirliği artırmak için de alternatifler geliştirmek lâzım. nasıl kurumsallaştıracağımızı ararken zorlandık. Finansman
hiç birinin ‘alternatif eğitim’ alma imkânı yok. Belki yaşadığımız yerden kaynaklanıyor, nispeten küçük bir yer Çeşme ama devlet okullarını tamamen kaybedilmiş alanlar olarak tanımlayıp müdahale alanımızın dışına çıkarmak, bana yanlış geliyor. Biz elimizden gelen katkıyı koymaya çalışıyoruz; daha örgütlü olabilsek o alanda çok şeyi değiştirebiliriz.”
57 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“BBOM modeli, Türkiye’deki eğitim sistemini iyileştirmenin yollarını ararken ortaya kesin çözümü koymuyor. Böyle bir iddiası da yok. BBOM, çözüm üretmek adına elini taşın altına koymuş az sayıda ebeveynin yarattığı ayrıcalıklı bir yapı; bu doğru bir tespit. Ne var ki yola çıkarken hedeflediğimiz tam da buydu çünkü bir hayâlin gerçekleşebileceğini herkese göstermek istiyorduk. Bizim de uzun vadeli hedeflerimiz, Türkiye’deki eğitim sistemini değiştirmeye yönelik somut fikirlerimiz ve stratejilerimiz var. Örneğin, öğretmen köyü kurup ücretsiz eğitimler veriyoruz. Diyeceğim o ki bizler, birden çok alanda aynı anda ilerlemek zorundayız. Bir yandan büyük hedeflerimizi gözetirken diğer yandan kamusal politikalar geliştirmek ve üretmek gibi bir sorumluluk taşıyoruz. Aynı zamanda, kendi çocuklarıBununla beraber, sınıfsal ve toplumsal olarak marjinalleşmiş, mızın eğitimi için alternatif üretmek zorundayız. Üstelik bunlayoksun kalmış kesimlere herhangi bir faaliyeti nasıl ulaştırabirın tümünün başarılabilir olduğunu ispat etmek durumundayız. leceğimize alternatif bir çerçeveden bakmak gerekiyor. KonuşKonuş konuş, nereye kadar? Anlatıyorsun, ‘tamam güzel’ diyor tukça fark ettik ki alternatif olarak nitelendirilen yöntemler bile ama ‘o iş Türkiye’de olmaz, Hollanda’da olur’ diyenlere ‘işte bu kesimlere ulaşabilmek adına çeşitli kısıtlar içeriyor: “Parasız bak, biz yapıyoruz’ cevabını vermek gerekiyor.” eğitim hakkı, bilimsel eğitim hakkı, laik eğitim hakkı; hâtta sanatı yoğun olarak içeren bir eğitim modeline ulaşım hakkı… Kırk “Sürdürülebilir bir model bulabilirsiniz fakat bu modeli diğer pratikler ve modellerle ilişkiye geçebilecek şekilde tasarlamayıl öncesine bakınca, bunların tümü toplumsal konsensüsün parçasıydı, herkes tarafından kabul görüyordu. Şimdilerde, ‘se- dıysanız çerçeveniz hep dar kalır. Çok taraflı düşünüp, birden nin çocuğun hangi özel okula gidiyor’ gibi soruları sormak sıra- fazla alanda aynı anda nasıl var olabileceğinizi mutlaka gözetmeniz lâzım. Örneğin BBOM ile Kadifekale’dekiler arasında dan oldu. Evet; belki belirli lokâl örgütlenmelerle birkaç insanın yürüyen bir ilişki kurabilmek… Aslına bakarsanız, ihtiyaçlar pek kurtuluş bulduğunu varsayabiliriz, hâtta bu örgütlenmelerin ürettiği eylemler alternatif bir yaşam modeli sunuyor gibi görü- çok alanda ortaklaşıyor. Geliştirilecek pratiklere ve modellere ortaklaşan ihtiyaçlar temelinden bakabilirsek, dayanışmayı nebilir ama koca toplum, milyonlarca insan, karşımızda kaskatı duran sistemin içinde eğitim ve öğrenimine devam ediyor. ‘Okul’, hızla tahkim edebileceğimize inanıyorum”. bu sistemin içinde kendini yeniden üretmeye devam ediyor ve “İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde yarı zamanlı çalışıyorum. Üniinsanların topluma olan inancı gittikçe törpüleniyor. Artık kimse versiteden bir grup arkadaşımla ‘acaba yazın bir tasarım atölparasız eğitim hakkını gündeme getirmiyor. Bu yüzden, üretimyesi serisi düzenlenebilir mi’ diye konuştuk. Meselâ, Üçkuyular lerimizin ne kadar ulaşılabilir olduğunu ivedilikle tartışmaya açve Balçova’daki ortaokul, lise öğrencileri bu seriden faydalanamamız lâzım. Alternatif modeller ve pratikler geliştirmekte çok bilir. Ağırlıkla kültür-sanatı konuşuyoruz fakat tasarım, geniş deneyim biriktirmiş olabiliriz ama bu modeller kitleselleşmeye kitlelere ulaşabilmek adına daha elverişli bir alan olabilir. Kaldı açık mı veya kimlere ulaşabiliyor? Tüm toplumu kapsıyor mu?” ki eğitime çok katkı sunabilecek bir alan; soru sorma becerisini artırıyor, takım çalışmasına açık ve fonksiyonelliği öne koyan “Çeşme’de yaşıyorsanız, BBOM gibi bir modele ulaşmanız kolay değil. Ben de aktif bir biçimde oğlumun gittiği okulla ilgilenme- bir düşünme disiplini geliştirmeyi tetikliyor. Soruyu size biri sormuyor, soruyu bizzat üretmeniz gerekiyor. Edindiğiniz bilgiyi içye başladım. Son bir yıldır, haftada bir gün okula gidiyorum; selleştirip eldeki olanakları ve parametreleri analiz etmeniz geçeşitli etkinlikler yapıyoruz. Buradan yola çıkıp düşündüm ki rekiyor. Üstelik bunu yaparken birden çok cevaba ulaşıyorsunuz. akademisyen ve sanatçı arkadaşlarım da benimkine benzer bir yol izleyebilir, haftada bir günü rahatlıkla bu uğraşa ayırıp bil- Bu düşünme biçimine bence yetişkinlerden çok çocuklar yatkın. gilerini becerilerini çeşitli okullarla paylaşmak isteyebilir ama Şahsen tasarım alanına odaklanmış faaliyetlerin ciddi bir eneröyle olamıyor işte. Öte yandan, oğlumun sınıf arkadaşlarının ji ve sinerji üretilebileceğini düşünüyorum. Çevreme bakıyorum,
PLA+FORUM
“BBOM gibi modeller çok değerli ama o tip modellere bakınca kafamı kurcalayan bir mesele var: Bu modeller, aynı sosyal ve kültürel sınıfa ait bir grup ailenin çocuklarını kapalı devre bir sistem dâhilinde buluşturuyor gibi görünüyor. O yüzden, becerilerimizi başka yollardan nasıl daha etkin bir şekilde aktarabileceğimize yeniden bakmak gerekiyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
58
PLA+FORUM
ALTERNATİF MODELLERİN AKTARIMI VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK “Alternatif” kavramı, bizi verili sistemleri ve yapıları aşmaya, bu yapıların ürettiği sorunları çözmeye, verili sistemlerden bağımsızlaşmaya çağırıyor. Bu yüzden, alternatif pratiklerin ve modellerin mevcut yapılardan bağımsız olarak kurgulanması, sürdürülebilirliğe detaylı olarak bakma meselesini karşımıza getirip koydu: Bulunduğumuz alanlar ve yürüttüğümüz çalışmalar, kendi kadrolarını üretebiliyor mu; yoksa genel gidişatın içinde erimeye mi yüz tutuyor? Alternatif pratiklerin ve modellerin aktarımını, sürmesini nasıl sağlayabiliriz?
“Yoksul, sürekli göç alan mahallelerde çalışmak, bambaşka bir mesele çünkü kültür, alışkanlıklar ve toplumsal doku bizim alışageldiğimizden çok farklı. Örneğin Kadifekale-BasmaneYeşildere ekseninde devasa bir Mardinli kitle var. Bu bölge, Diyarbakır’dan da çok göç almış. Dil zaten problemken okul öncesi yaş grubuyla çalışma yürütmek, kendi içerisinde ne zaman karşınıza çıkacağı belli olmayan irili ufaklı engeller üretiyor. Biz, ‘oyunlaştırılmış tematik atölyeler’ üzerinden ilerledik. Temalar deyince de öyle atla deve şeylerden bahsetmiyoruz. ‘Farklılıklarımız neler’, ‘ekoloji nedir’, ‘doğa nedir’, ‘doğayla nasıl ilişki kuruyoruz’ gibi temalardan bahsediyorum. Mümkün olduğu kadar çocuklarla çalışıyoruz ama işin en önemli ayaklarından biri ebeveynler. Sekiz haftalık program süresince pek çok anne toplantısı yaptık, meselâ. Aynı konuları yetişkinlerle nasıl konuşabileceğimizi bulmaya çalıştık. ‘Paylaşmak dediğimiz şey ne demek’ ya da ‘farklılıklar dediğimiz şeyler neler’ gibi sorulara cevap aradık. İletişim alanı açılınca şöyle zeminler oluştu: “İşin sanat tarafına dönünce şunu görüyorum: İhtiyaç yokmuş gibi görünse dahi ihtiyaç yaratmak lazım. Meselâ, İzmir gibi Kadınlar kendi aralarındayken çok daha açık davranıyor, bir bir metropolde yaşayan bileşenler, bu foruma katılanlar neden anda bütün sıkıntılarını ortaya dökebiliyor. Örneğin, bir kadın sosyal medyayı en güçlü şekilde kullanarak sanat ihtiyacını göKürt olduğu için yaşadığı zorlukları anlatmaya başladı çünkü rünür kılmasın? Şehirdeki parklara bakalım; çoğu park neden o konuşmasa, gıyabında konuşuluyor olacak; bizzat orada bubu kadar çirkin? Parklardan başlayabiliriz meselâ, parkların lunmasına rağmen. Kürtler hakkında sürekli atılıp tutulduğu neden çocuk dostu olmadığından, neden sanat aktivitelerine ev için kadın patladı sonunda: ‘Ben Kürdüm; Mardin’den geldim sahipliği yapmadığından yola çıkarak işe koyulabiliriz.” ve senelerdir burada ayrımcılığı yaşıyorum ama siz yine beni sınırlandırıyorsunuz.’”
59 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
çoğu arkadaşım seve seve böyle bir enerjiyi, sinerjiyi yaratmak ve paylaşmak ister görünüyor ama bunu nerede, kiminle ve nasıl yapabileceğimizi bilemiyoruz.”
“Çark nasıl dönecek hikâyesi çok önemli; çark da genellikle şöyle dönmeye başlıyor: Öncü ekipler, o işe yürekten inananlar, modeli yaygınlaştırdıkça ‘sistemin büyükleri’ pastaya el atmaya başlıyor. Radikal pratikler ve modeller, her halükârda olduğu şekilde kalamadığı gibi zamanla dönüşmeye başlayan sistemin içerisinde barınamaz hâle geliyor. Böylece, bizzat yaratıp uygulamaya koyduğunuz alternatif pratikler ve modeller, pasta büyüdükçe başkalarının eline geçiveriyor. Belki de hepimizin en başarılı olduğu alan, öncü olmak ve ihtiyaç yaratmak. Meselâ ‘eğitimpedia’ diye bir site var, anne ve baba olanlarımızın kaçı bu siteden haberdar? Bir kaç gönüllünün bundan iki yıl önce kurduğu site sadece çeviriye yer veriyor olmasına rağmen toplumun eğitim algısında çok büyük farkındalıklar yarattı. Bizim yapmamız gereken öncelikli şey de bu, sanat eğitiminin toplumsal bir ihtiyaç olduğuna dair farkındalık yaratmak. Geçenlerde kısacık bir yazı çevirdik: ‘Çocukların sevgiye, gıdaya ve oyuna ihtiyacı olduğu kadar sanata, öyküye, şiire ve müziğe ihtiyacı vardır. Tıpkı sevgisiz kalmış bir çocuğun hâlini yıllar sonra fark edeceğimiz gibi sanatsız kalmış çocuğu da ancak yıllar sonra fark ederiz’ diyor. Sanatın çocuklar için ekmek, su kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu topluma hissettirmemiz lazım. Biz bu ihtiyacı nasıl hissettireceğiz? Çözüm bu soruya bulacağımız cevaplardan çıkacak bence.”
PLA+FORUM
“Alternatif pratikler ve modeller, ilk evrede odak alan için öncü ve yol açıcı bir işlev üstleniyor fakat zamanla yaygınlaştıkça ve kamusal alanla kesiştikçe, başka biçimlerde kullanıma girerek dönüşüyor. Bu dönüşüme negatif bir anlam yüklemiyorum; hâtta tam da bizim arzu ettiğimiz şey bence. Yüzyıllar boyunca köhne eğitim ve öğrenim sistemlerini benimsemiş Batı Avrupa ülkeleri radikal, öncü, yol açıcı pratikleri ve modelleri belli oranda içselleştirdi; bunlar artık sistemin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliyor. O yüzden alternatif pratiklerin ve modellerin popülizmle buluşması çok da kötü gelmiyor bana.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
60
“Örgütlenme meselesi temel sorun. Biz BBOM olarak koopera- adımların sonucunda ortaya çıkmış iyi örnekler, o yıllarda ‘alternatif’ olarak sunulmuştu. Zamanın ürettiği ‘alternatif’ler gitifler üzerinden örgütleniyoruz. Otuza yakın kooperatif türü derek gelenekselleşti. Şimdilik net bir kalıba oturtamıyor olsak var. Modern anlamda kooperatifçilik, kapitalizme karşı bir etki da bu forumda dile getirilen alternatif pedagojik yaklaşımlar, tepki denkleminde doğmuştur. Kooperatifi tanımlarken ‘ne kamu ne de özel sektöre girer; ayrı ve bağımsız kuruluşlardır’ ekolojik duruş, dayanışma ekonomileri, öz kaynak yaratma demişler. Eğitim ve kültür-sanat kooperatifleri düşünebiliriz. modelleri, ayrımcılığa karşı duruş ve yapılar arası dayanışma Dernekler daha çok sosyal yapılar olarak varolurken koopera- anlayışı, yarının gerçekleri olacak.” tifler ticari yapılar da kurabiliyor.” “Hep şu Finlandiya eğitim sisteminden bahsediyoruz ya, geçen yıl Finlandiya’ya gidip sistemi yerinde inceleme şansım oldu. ALTERNATİFLERİ TAHAYYÜL ETMEK Yedi yaşına gelen çocuk okula başlayınca çantasını kapıyor, ya Hem yapısal sorunları hem de bireysel deneyimleri konuyürüyerek ya bisikletine binerek okuluna gidiyor. Anne babanın şurken, aslında alternatif pratik ve modellerin yeşerebilmeçocuğu okula götürmesi yasak çünkü çocuğun özgüven kazanasinin, sürdürülebilmesinin çok daha sistemik bir değişimi bilmesi adına bu pratikler gerekli görülüyor. Sanki bizde doğru gerektirdiği açığa çıkıyor: “Yapılan tariflerin ‘alternatif’ ta- olan her şey orada yanlış, orada yanlış olan her şey bizde doğnımıyla sınırlandırılmasını doğru bulmuyorum. Kıyamet ka- ru olarak kabul edilmiş. Okullarda duvar yok. Öğrenciler resim dar alternatif yöntem, seçenek üretebiliriz, sisteme devasa bir dersi için okuldan çıkıp karşı taraftaki parka geçiyor, ağaçlara ‘alternatif seçenekler’ tablosu sunabiliriz; şüphesiz ki tahayyül bakıp resim yapıyor. Finlandiya’da çocuklar, on altı yaşına kaetmek, bizim en başarılı olduğumuz alan ama çizgiyi belki de dar herhangi bir sınava girmiyor; sınav yok, karne yok, kampşurdan hareket ederek çekmek gerekiyor: Gerçekten alternatif laştırma yok, rekabet yok. Resim festivalleri var ama yarışma bir dünya hayâlimiz var mı? Meselâ toplumsal cinsiyet mesele- yok. ‘Sen birinci oldun, sen ikinci oldun’ türü kıyaslamalar yok. sini radikal anlamda sorgulamayan, alternatif hayâller kurma- Onlar da 1970’lere kadar aynen bizimkine benzer bir eğitim yan bir toplumda eğitim öğretim sistemi içerisinde yöntemsel sistemi uyguluyormuş; biz anlattıkça ‘sizinki Amerikan sistemi’ farklılaşmalar yaratarak yol alabilir miyiz? Yani paradoksal bir diye diye dinlediler anlattıklarımızı. Yani şöyle bir şey olmamış; durum var ya da bir sınıf çelişkisi. Büyük hayâllerin, alternatif değişim otuz yılda gelmemiş. O zihniyete bir anda varmışlar. yöntemlerin bizi getirip bıraktığı yerden bakınca, büyüleyici Sağlam bir eğitim reformuna kalkışacak siyasi iradeye ve yetertahayyüller üzerinden işi başarma şansımız var mı? Bunlar li toplumsal talebe bakar. İşte o zaman Türkiye, anında bamkendime sıkça sorduğum sorular olduğu için size de rahatlıkla başka bir ülkeye döner.” soruyorum; çünkü bu sorulara şahsen rahat ve akıcı biçimde “Devletten izin alarak alternatif pratikler ve modeller yaratacevap üretemiyorum.” mazsınız, bu mümkün değil. Sisteme külliyen karşı durarak “Alternatifin sürekli değişen, gruplaşan, bir süre sonra da gele- mücadele etmek de bir yöntem, bütün açıkları kullanarak moneğe dönüşen bir şey olduğunu görüyoruz. Halen Milli Eğitim del inşa etmek de. O yüzden, belirleyeceğiniz strateji önemli. Bakanlığı’nın devlet okullarında uyguladığı sistem de tam ola- Neyi hayata geçirmek istiyorsanız sistemin bütün açıklarını rak bu süreci yaşadı. Bundan on sene, yirmi sene önce ilerici kullanabilirsiniz ki biz onu tercih ediyoruz. Çünkü Türkiye’de
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
61
PLA+FORUM
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
62
bunun tersi, okulsuz olma hâli. O da bir tercih. Bunlar birbirini reddeden değil, aksine destekleyen çözümler olarak algılanmalı bence. Yani okulsuzlaşmayla bizim hayata geçirdiğimiz sistem, birbirini besleyen çözümler yaratıyor. Herkesi okulsuz topluma ikna etmek durumunda değiliz, öyle bir hakkımız da yok ama isteyenleri destekleriz çünkü alternatif eğitim yaklaşımlarında çok çeşitli seçenekler var.” Görünen o ki alternatif pratikler ve modeller, büyük bir sahne içerisinde kendini bulmakta güçlük çekebilir ama iyi örneklerin, başarıya ulaşmış pratiklerin ve modellerin kendiliğinden bir araya gelmesi, değişime doğal yollarla öncülük etmesi mümkün. Yerel yönetimler, kim değişimi tetikleyebiliyorsa ona destek sunabilir. Büyük bir sahne kurmak yerine küçük sahneleri kurup birleştirmek, var olan alternatifleri desteklemek elzem görünüyor: “Bence tüm safları tahkim etmemiz gerekiyor. Forum, en azından bu işe yaramalı. Farklı birikimleri ve deneyimleri bundan sonra nasıl bir araya getireceğimize bakalım. İster Finlandiya modeli, ister Köy Enstitüleri; bunları hayata geçirmek sonuçta toplumsal iradenin ürünü olacak. Bizler de bu iradeyi zorlayacak bir zemini oluşturmalıyız.” Bir başka alternatif yaratma tahayyülü de “yeni bir ilişkilenme biçimi”nden yola çıkıyor: “İstediğimiz kadar alternatif olduğumuzu, alternatif yarattığımızı iddia edelim; bir yerinden paçamızı kaptırdığımız, karşısında sürekli tetikte olduğumuz, refleksler geliştirdiğimiz kimi durumlar var. Özellikle muhalif dediğimiz, alternatif oluşturmaya çabalayan çevrelerde tedavülde kalmaya devam eden iki kavram var. Sesli dile getirmekten zaman zaman çekinsek de bu iki kavram, hayalet gibi her yerde dolaşıyor: Biri ‘dayanışma’, diğeri ‘örgütlenme’. Biz kendi kolektifimiz içinde dahi bu ikisiyle dalaşır vaziyetteyiz, sürekli hır çıkıyor içimizde. Dayanışma meselesinin yalan yanlış anlaşılması yüzünden kendimizi tekleşmiş hissettiğimiz durumlarla karşılaşıyoruz. Örneğin bir etkinlik düzenlemek, albüm kaydetmek için dayanışma çağrısında bulunuyoruz; bu çabaya ilk gelen karşılık ‘ekonomi’ oluyor. Bir süre sonra, bundan feci şekilde sıkıldığımı-
zı fark ettik. Ben örgütlenmek veya dayanışmak istemiyorum meselâ; ilişkilenmek istiyorum. Bana göre, bize göre, ilişkilenmek örgütlenmekten çok daha faydalı. O şekilde hareket alanımızı genişletebiliyoruz. Bu perspektifi benimsemeye başladıktan sonra daha fazla iş yaptığımızı, daha çok yere gittiğimizi, daha çok proje ürettiğimizi fark ettik. Kendimize benzemeyen, aslında bizimle dayanışmayacak veya bizimle örgütlenmeyecek kimselerle, topluluklarla, projelerle bir şekilde yollarımız kesişivermeye başlıyor. Yola Praksis Müzik Kolektifi olarak çıkmışken şimdi Şubadap Çocuk Korosu var, Terane Film Müzikleri Orkestrası var, Deliler Teknesi diye bir başka grup var. Sayımız arttı; daha mobilize hale geldik, daha rahat hareket ediyoruz. Bunların hepsi, kendi kendimize dayattığımız dar kalıptan çıkmakla, kendi üzerimize yığdığımız yükten kurtulmakla oldu.” Son derece dinamik geçen, bol muhabbetli bu forumun ardından, geriye kalanlara bakalım: • Foruma katılan kültür-sanat aktörlerinin ve gerçekleştirdikleri faaliyetler dolayısıyla eğitimle bir şekilde yolları kesişen toplulukların mevcut eğitim - öğrenim çerçevesine sığmayan tahayyülleri var. • Her ne kadar farklı alanlarda faaliyet sürdürseler de katılımcıların dertleri ve tecrübe alanları birbiriyle sıkça kesişiyor. • Forumdan geriye kalan en değerli tortu şu olabilir: Faaliyet alanlarını korurken alternatif tahayyülleri canlı tutmak. • Mevcut sistemin ürettiği sorunları toptan bir hamleyle ortadan kaldırmak güç görünüyor çünkü alternatifleri mümkün kılmayan ya da yutuveren kimi yapılar söz konusu. Bu derdin devası da forumdan kalan ikinci değerli tortu olabilir: Elimizdeki irili ufaklı araçlarla sisteme sürekli müdahale etmeye devam etmek ve safları mümkün olduğu kadar sıkı bir biçimde güçlendirmek lâzım. Saflar kadar sahayı da hızla tahkim etmemiz gerekiyor ki tam da o süreci yaşıyoruz.
“AÇIK ATÖLYE” FORUMU 21 Mayıs 2017 BORGA KANTÜRK – CENKER EKEMEN – NURSAÇ SARGON – TANZER KANTIK FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar
Geçtiğimiz yıl düzenlediğimiz disipliner forumlar bir dizi soru üretmişti:
ÇALIŞMA ALANINA DAİR BAĞLAMLARI DEĞİŞTİRMEK
• “İzleyici geliştirmenin yolları neler olabilir; özgürleşen izleyici nedir?”
Mahzen Photos
• “Seyirciden kullanıcılığa geçiş mümkün mü?” • “Kullanıcı, sürecin aktörlerinden biri haline gelebilir mi ve üreticiyle beraber bir deneyim alanı inşa edilebilir mi?” “Açık Atölye” kavramını bu sorularla beraber düşünelim ama meydana yeni sorular sorarak çıkalım istedik: • Deneyim paylaşarak, beraber öğrenmeyi nasıl gerçekleştiriyoruz? • Hangi alternatifleri örnek alırsak konuya farklı açılardan bakabilme şansı buluruz? • Bağımsız mekânlarda ve sokaklarda yerel etkinlik tasarımcılarının, sanatçıların, kolektiflerin ve inisiyatiflerin dayanışmayla düzenlediği düşük bütçeli, kendi kaynağını üreten organizasyonların birbiriyle teması ne kadar mümkün? • İlerisi için yol gösterecek iyi örnekler üretebiliyor muyuz? • Bütün olasılıkları birer açık atölye gibi görebilir miyiz ve açık atölyeleri beraberce öğrenme pratiğine dâhil edebilir miyiz?
“Türkiye’de fotoğraf, 1980’den sonra orta sınıfın dernekler üzerinden kendi kendini tatmin aracı hâline geldi ve neredeyse sosyal bir hobiye dönüştü. Oysa fotoğraf, 1970’lerde toplumsal dinamiklere etki edebilen bir araçtı. Özellikle DİSK’in fotoğraf arşivi, oldukça ön plandaydı. Yetişkinlere yönelik atölyelerimize katılanlar, böyle bir birikimden ve beğeni kültüründen geliyor. Dolayısıyla yetişkin katılımcıların işin başında güzellik üzerinden kurduğu fotoğraf algısıyla karşılaştıkları belgesel gerçeklik arasında zorlanmalar, uyuşmazlıklar ortaya çıkıyor. Bu atölyelerde içeriden bakışı ön planda tutarak hareket ediyoruz. İçeriden bakış üzerinden, ‘kentin sahibi kimler’, ‘kültürünün nereye doğru biçimleneceğine ve yapılaşmaya kim karar veriyor’ gibi sorular sorup hikâyeler yaratmaya çalışıyoruz.” “Çocuklara yönelik atölye çalışmalarına beş yıl önce başladığımız zaman Kadifekale, Basmane ve Agora bölgesinde yaklaşık beş ay kapı kapı dolaştık. Önce ailelerle tanıştık; özellikle mülteci ailelerle yüz yüze görüştük çünkü o dönemde Suriye’deki savaşın yıkıcılığı zirveye ulaşmış durumdaydı ve göç olgusunun yarattığı efekt, şu ankinden çok daha büyüktü, yaralayıcıydı. Bu atölye dizisi yaklaşık iki yıl sürdü; süreç boyunca yüz
63 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İzmirKültür Pla+formu Girişimi olarak, İzmir Büyükşehir • Atölyeyi / etkinliği tamamladıktan sonra, o bölgede izleyici Belediyesi ve İzmir Akdeniz Akademisi’nin desteğiyle 23- kitlesi geliştirebiliyor muyuz? 29 Ağustos 2017 tarihleri arasında “Birlikte Öğrenmek / • Atölye / etkinlik sonrasında, bölgeden bizimle etkileşime Birlikte Üretmek” ana başlığıyla hayata geçirdiğimiz “Yaz geçip kendi başına bir şeyler üretmek, sergilemek, etkinlik Okulu 2017” için bir zemin oluşturabilmesi adına, yıl botasarlamak isteyenler oluyor mu? yunca eğitim-öğretim ilişkisi üzerine üç forum düzenlemeye karar vermiştik. Bunların ilki, “Kültür ve Sanatta Öğ- • Atölyelere / etkinliklere dâhil olmayan bireyler, o muhitte iş üreten sanatçılarla ne tür ilişkiler geliştiriyor; bu ilişkiler nasıl renme Pratikleri ve Alternatif Modeller” başlığı altında, 9 seyrediyor ve filizlenen diyaloglar üretimlere talep yaratıyor Nisan 2017’de gerçekleşmişti. İkinci forumda, “Açık Atölye” mu? Önyargı-talep ilişkisi nasıl seyrediyor? kavramı üzerine odaklandık.
PLA+FORUM
Ozan Sarı & Emel Alp Sarı (Drink &Draw), Cenkhan Aksoy (Sanatçı), Yalçın Çıdamlı (ÇizgeliKedi Görsel Kültür Merkezi), Yusuf Saygı (Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali), Sinan Kılıç (Mahzen Photos), Ayberk Olgay (Kronos Media Design), Onur Fındık (Sanatçı), Melike Çerçioğlu Bilgiç (Tiyatrohane), Halil Bülbül (Kırkmerdiven), Ayşe Tekeli (Kapılar), Kerem Güman (Akademisyen), Michael Edward Young (Mimar-Akademisyen), Tanzer Kantık & Cenker Ekemen & Borga Kantürk & Nursaç Sargon (İKPG)
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
64
elliye yakın çocukla çalışma fırsatı bulduk fakat bazı çocuklar, Kapılar Deneyimi ve Kadın Kapısı bir süre sonra Yunanistan’a veya başka ülkelere göç etmek için “Basmane’nin Kapılar bölgesinde, işgal evi mantığıyla kurulayrıldı ve kitap çalışmasını sadece yirmi çocukla tamamlayaduk. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca kadın toplantıları düzenbildik. O noktaya dek her şeyi cebimizden karşıladık. Çabamız ledik. Başlangıçta mahalleli kadınlarla bir türlü iletişim kurave çıktılar kentte görünür hale gelmeye başlayınca, Fransız mıyorduk. Bunu nasıl becerebileceğimizi düşünürken birlikte Kültür Merkezi beraber çalışma teklifi getirdi; kitabın üretimi film izlemeye, sonra da izlediğimiz filmler üzerine konuşmaya ve fotoğraf sergisinin prodüksiyonu gibi işlerde ekipleriyle bize başladık. Bu pratiği orada uzun süre devam ettiremeyince, destek oldu. Ardından Konak Belediyesi devreye girdi ve yap- birkaç kadın birleşip Konak’ta, İnönü Müze Evi’nin sokağında tığımız çalışmanın kitaplaşması için gönüllü oldu. Sonrasında, yer kiraladık. ‘Kadın Kapısı’ ismini verdiğimiz bu yerde Türkçe İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı çalışan İzmirTarih Tasa- dersi vermeye başladık; şimdi, karşılıklı iletişimi güçlendirmek rım Atölyesi’nden Çağlayan Deniz Kaplan bizimle temasa geçti adına, biz Arapça öğreniyoruz.” ve bir yıl sürecek, yeni bir atölye sürecine başladık.” “Kadınlarla çalışırken, özellikle konsantrasyonu ve karşılıklı “Bu bölgedeki insanlarla bağ ve iletişim kurmak çok anlamlı. etkileşimi gerektiren ders benzeri pratiklerde ortaya çıkan en Atölyeleri mülteci çocuklarla yapmak istedik çünkü savaşı ve büyük zorluk, çocukların anneleriyle beraber gelmek zorunda göç olgusunu görmezden gelmek, bizim için mümkün değildi. kalması. O çocuklara yönelik aktiviteler düşünmek şart; biriFotoğrafın görsel bir dil olarak ifade aracına dönüşmesini, ço- lerinin gönüllü olarak bu işi üstlenmesi gerekiyor. Şimdilerde cukların kendilerini özgürce ifade edebileceği alanlar oluştur- bu işle meşgulüz; ilk aktivite olarak çocuklarla kolaj yapmaya masını çok önemli buluyoruz. Yetişkinlerle de çalıştık; iki yıla başladık.” yakın süre boyunca iki atölye yürüttük. Her atölye bir belgesel İZMİR İÇİN YEPYENİ KÜLTÜREL üretti. Çektiğimiz fotoğraflardan ve aldığımız ses kayıtlarından ortaya çıkardığımız bu belgeseller İstanbul, Diyarbakır, Yuna- DENEYİM ALANLARI: KAFELER nistan ve Latin Amerika’da izleyiciyle buluştu. Katılımcıların Kırk Merdiven çoğu başlarda Basmane’yi, Kadifekale’yi tehlikeli buluyordu “Sanat ve kitapsever bir bilgisayar mühendisiyim. İnsanlarla fakat bölgede bizimle birkaç ay zaman geçirdikten sonra algı sosyalleşebileceğim ve sevdiğim şeyleri paylaşabileceğim bir değişti. Mülteci meselesi hep trajediler üzerinden anlatılır ya; ortam yaratmak adına, bu kafeyi işletmeye başladım. Kırk biz bu insanların artık iş güç sahibi olduğunu, eğitim aldığını, Merdiven’de yapmaya çalıştığım şey bilgili, becerikli, marifetli birçok sosyal alanda var olduğunu fotoğraflamaya çalıştık.” kültür üreticileri ve sanatçılarla mekânda konuk ettiğim insan“Kimisi atölye bittikten sonra belgesel fotoğraf üzerinden bizim- ları buluşturmak. Bu açıdan bakarsak, izleyici yarattığımızı söyleyebilirim. Meselâ mekânımız, kahve almaya gelen bir fole bağ kurmaya devam etti; kimisi fotoğrafı hobi olarak görüp toğrafçıya tasarladığı sergi için alternatif sunuyor. O fotoğraforadan yürüdü. Bir kaç ay önce, bizimle kurdukları bağı devam çı gelip işini sergiliyor, mekâna artı değer katıyor. Bu süreçte ettirmeyi seçenlerle beraber, Basmane’de ‘Yeni Yaşam’ adını kültür-sanat aktivitelerinden kâr etmek öncelikli amacımız verdiğimiz bir sergi düzenledik.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
65
PLA+FORUM
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
66
değil; her iki tarafın da birbirinden beklentisi yok çünkü Kırk “Katılımcı profilini doğru analiz etmek, atölyeleri veren eğitimciMerdiven, öncelikle bir kafe; bir işletme. Sanata değen kısmı da nin öncelikli işlerinden biri olmalı. Farklı profillere ve birikimleiçerideki kitaplar, resimler, etkinlikler. Bu unsurlar mekânda re sahip bireylerle yola çıkıyorsunuz; dolayısıyla işe başlarken bir promosyon veya dekorasyon ürünü olarak yer almıyor; o yerleşik alışkanlıkları ve rutin öğretim modellerini sorgulamakitaplar veya resimler, okuru ve izleyicisiyle o an, orada buluş- nız gerekiyor. Sağlıklı diyaloglar kurabiliyorsanız, bildiklerinizi mak için yerinde duruyor.” öğretmeye çalışırken alternatif olarak nitelendirdiğiniz olgulara ve pratiklere yeniden bakmayı öğreniyorsunuz.” “Karşılıklı beklenti meselesine özellikle değinmek istiyorum çünkü bizim gibi mekânların sayısı artıyor: Mekânda sergile- KARŞILIKLI ÖĞRENME DENEYİMLERİ me, performans, sunum yapan kişi, verdiği emeğin karşılığını ÜRETMEK: AÇIK SERGİ alamadığını düşünebilir. Bu bizce bir kayıp değil, bir deneyim. Darağaç Kişinin kendisi için de bir öğrenim olduğunu düşünüyorum.” “Yıkılan Alsancak Stadyumu’nun arka tarafında, eski adıyla SİNEMA SEKTÖRÜNDEN BAKINCA OKUL, Darağaç; yeni adıyla Umurbey Mahallesi’nde konumluyuz. Bu EĞİTİM VE DENEYİM mahalle, 6 - 7 Eylül olaylarının öncesinde Yahudi cemaatinin Cenker Ekemen bir kısmını ve kimi Levantenleri barındırmışken, yerel futbol tarihimizde derin izler bırakmışken, yirmi beş yıl boyunca D.E.Ü. “Ne yazık ki şehirdeki sinema eğitimine dair bir takım yetersizGüzel Sanatlar Fakültesi’ne ev sahipliği yapmışken, 1980’lerin likler, kritik eksikler var. Öncelikle, üniversitelerin ilgili bölümsonundan itibaren aşama aşama çöküntü bölgesine dönüşmüş. leriyle sektörel alan iç içe değil. Dolayısıyla bölümde okuyanYerleşik sakinleri genellikle manavlık, fırıncılık yapıyor; bölge lar, teknik altyapı hakkında yeterince bilgi sahibi olamadan eskiden beri oto tamirhaneleriyle dolu. Bir grup sanatçı olave prodüksiyona ilişkin süreçleri hakkıyla deneyimleyemeden rak, sadece uygun kiralardan ve merkeze yakınlığından dolayı mezun oluyor. Tersi bir durum var: Okullardan iyi senaryo çıkıDarağaç’ı tercih etmiştik fakat sonrasında başka sanatçılar da yor çünkü kuramsal altyapı çok güçlü. Bu iki ucu birleştirecek bölgeye geldi. Sokakta tuval taşıyan ya da bir takım malzemeara zeminlere ihtiyaç var. İzmir’deki sinema atölyeleri genelliklerle tuhaf şeyler yapmaya çalışan bu tiplerle mahalleli arasınle kuramsal kısmı veya izleme-okuma deneyimini öne koymayı daki diyalog zamanla gelişti.” yeğliyor ama bu atölyelerin öğrencilere deneyim kazandırmaya yönelik çalışması gerektiğini düşünüyorum. Atölyenin tatlı “Geçen yıl 10 Haziran’da oto sanayicilerinin, kaporta ve boya heyecanını atlatmış katılımcıların kendi oluşumlarını kurması- ustalarının, laboratuvar sahibi kimya mühendisi komşularımına, ekipleşerek proje üretmesine, hâtta ilerleyen zamanlarda zın bize sağladığı olanaklarla ‘Darağaç Burada’ adını verdiğiatölye düzenleyicisi olarak kendilerini donatmasına önayak miz ilk sokak sergimizi açtık. Sanatçıların, bölgeyi mahalleliyle olacak koşulları yaratmak lâzım. Uzun yıllardır atölye düzen- beraber nasıl kalkındırabileceğine ve dönüştürebileceğine dair liyorum; her şey bittikten sonra katılımcıların cesaretle deneyi- beyin fırtınası yaptık. Mahalleliyle her aşamada etkileşime geçmi birleştirmesine tanık olmak çok güzel.” meye çalıştık. Bu yıl 29 Eylül’deyse ikinci sergiyi düzenledik.”
zı davet etmiştik; otuz kişi gelmişti. Altıncı buluşmada yaklaşık seksen kişiye ulaştık. Şimdiye kadar kırk buluşma düzenledik, İzmir sathında binden fazla çizerle bir araya geldik. Çoğu amatördü, yeni başlayanlar, adaylar, vs... Amaç basit: Bir yerde bir şeyler içmek için buluşmak ve o esnada kesinlikle çizim, boyama yapmak. Bu üstü kapalı bir kural olarak işliyor; katılmak isteyen, çizmek zorunda.” “Çekirdek ekip yirmi beş kişiden oluşuyor. Facebook sayfamızın iki binden fazla üyesi var; güzel sanatlara yönelik lise ve fakülte sayısı artınca üye sayımız hızla çoğaldı. Kapalı mekânlarda yaklaşık otuz kişilik gruplarla toplanıyoruz, bu mekânlar seksen kişiyi kaldırmıyor. Çizerliği meslek olarak seçmiş katılımcıların yanı sıra çizerliğe hevesli pek çok meslekten insan var, aramızda. Tanışıyorlar, birlikte çiziyorlar.”
“Bizim gibi profesyonel çalışan çizerler, güzel sanatlardan meOKUL KAVRAMINA BAŞKA BİR YERDEN BAKMAK: zun olduktan sonra hızla içine kapanıyor ve yalnızlaşıyor. GSF DIŞARIYA AÇIK ATÖLYELER çok sosyal bir okuldur; sosyal hayatınız okula gelir gelmez bir Michael Young sıçrama yaşar ama mezuniyetten sonra iş hayatına girince tam aksi olur. Günde on altı saat çalıştığınız bir meslek, ortada “Kurucu bölüm başkanı Gülsüm Baydar’ın daveti üzerine geldisosyal hayat bırakmaz. Bu profesyonel çizerler adına evrensel ğim İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde öğretim bir durum; New York veya Londra fark etmiyor.” görevlisi olarak çalışıyorum; Amerikalı bir mimarım. Bir yan“Drink&Draw hareketi, öncelikle 2000’lerin ortasında, Ame- dan ders veriyorum, diğer yandan yurt dışında çeşitli projelerle uğraşıyorum. Baydar, mimarlık eğitimine dair yepyeni bir sisrika ve Kanada’da ortaya çıkmış. Bir grup çizer, ‘artık dışarı çıkmalıyız ve birbirimizle buluşmalıyız’ diyerek kendi arasın- tem kurmak istiyordu; alışılageldik, standart ve proje bazlı bir da organize olmuş. Hareket bir anda başka şehirlere yayılmış; eğitim sistemi uygulamak yerine öğrencilerin becerilerini geliştirebileceği, deneyim alanı yaratabilecek bir modelin peşinİstanbul’daki ilk buluşma 2012’de düzenlenmiş. Maalesef İstanbul’un kaotik hayatı yüzünden bu girişimin ömrü kısa sür- deydi. Bu bakışla, İzmir’de her sene düzenlenecek uluslararası müş. 2014’teki ilk İzmir buluşmamıza en yakın arkadaşlarımı- bir çalıştay fikrini gündeme getirdi. Yurt içinden ve dışından
PLA+FORUM
Drink&Draw
“Bir noktadan sonra, Drink&Draw öncesinde hep aynı şeyleri çizdiğimi fark etmiştim. Sosyalleşerek, başka çizerlerin neler ürettiğini görerek, farklı konularda sohbet ederek bilgimi artırdım; fikir sahibi oldum. Bu grubun çizdiğim şeylere çok büyük katkı sağladığını düşünüyorum.”
67 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
BİR ARAYA GELMEK, BİRLİKTE ÜRETMEK, BİRLİKTE TÜKETMEK
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
68
PLA+FORUM
alanında uzman, dünya çapında projelere ve başarılara imza atmış pek çok bilim insanı çalıştaya davet edildi, çoğu da bu davete icabet etti. Bu çalıştay / atölye serisi, sekiz sene boyunca devam etti. Misafir hocalar ve profesyoneller, öğrencilerle birlikte çalıştı ve her kesim, bu birliktelikten çok memnun kaldı.”
1- Pratik etmek 2- Müdavim yaratmak 3- Üretici sayısını artırmak 4- Cesaretlendirmek
“Katılımcılar, ücretsiz atölyelere genellikle deneyimledikleri üzerinden devam etmek istiyor. Belli bir hedef kitleye yönelmek yerine herkese yakın olmaya çalışmak, organizasyonu çeşitlendiriyor: Çocuklar, orta yaş grupları, yetişkinler, ev kadınları, beyaz / mavi yakalılar… Her kesim için ayrı formüller üretmek ve uygulamak zorundasınız.”
Forumun ikinci bölümünde bu değerlerin ışığında ürettiği“İzmir’deki tiyatroların ve gösteri sanatları alanında çalışan miz yeni sorularla ilerledik: arkadaşların en büyük ihtiyacı, etkinlik düzenleyebilecekleri, • “Açık atölye kavramının karşımıza koyduğu ortaklık, sahne alabilecekleri büyük kapasiteli, ortak kullanıma açık ortaklaştırma, birbirini tamamlama gibi olanakları nasıl mekânlar. Zaman sıkıntısından dolayı atölye yapmak, oyun değerlendirebiliriz?” sahnelemek, etkinlik gerçekleştirmek için mevcut salonları kiralayamıyorsunuz çünkü takvim buna müsaade etmiyor. Çatı • “’Atölyeler arası’ bir açıklık halini nasıl sağlayabiliriz?” mekân modeli bu daralmayı gidermek adına alternatif yara• “Bazısı yıllardır, bazısı yeni yeni var olan bağımsız yapıların tabilir; yüksek sayıda katılımcıyla düzenlenecek atölyelerin kurduğu ağlar birbiriyle yeterince temas edebiliyor mu?” yürütümüne olanak tanıyabilir. Üstelik bu tür mekânlar, ortak kullanım görgüsünü ve becerisini kazandırır; birbirini destek• “Ortak paylaşım havuzları yaratabilir miyiz veya deneyimleri, leyen içeriklerin ortaya çıkmasına fırsat verir. Aslında çok katönerileri içerecek kolektif yayınlar / kitaplar üretebilir miyiz?” manlı çatı mekânların tüm sanat dallarını birbiriyle iletişime • “Müdavim geliştirdiysek, onu kaybetmeden nasıl hareketli geçireceğini düşünüyoruz. Süreç içerisinde mekânın önündeki hale getirebiliriz?” kafe çizerlerin buluşma noktası haline gelecektir; bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapacaktır, vs…” • “Üreticiler kendi kendilerine kurabilecekleri çatıları çatmak için ilk adımları atmaya cesaret edebiliyor mu?” FİLM GÖSTERİMLERİ İÇİN ALTERNATİF MECRALAR YARATMAK AÇIK SAHNE-AÇIK ATÖLYE Tiyatrohane
Cenker Ekemen
“Eğer atölyeler ücretli olacaksa gelir getireceğini baştan bildi- “Michel Gondry’nin ‘Lütfen Başa Sarın’ diye bir filmi vardır. Viğimiz için tanıtımına para harcamakta sıkıntı yok. Ücretsiz deo kasetlerin kiralandığı dönemde, bir kasetçide çalışan iki atölyelerin temel sıkıntısı şu: Duyuruyu insanlara ulaştırmak arkadaş yanlışlıkla bütün filmleri yakar; dükkân sahibinden ve görünür kılmak için dahi para harcamak zorundasınız. Ka- korktukları için her filmi amatör bir şekilde baştan çekmeye tılımcıya yeterince ulaşamıyoruz; insanlar, atölyelerden genel- kalkışırlar ve bu teşebbüsten ortaya çıkan filmler, ilginç bir likle sona erdikten sonra haberdar oluyor. Bu sorunu matbu ve şekilde çok tutar. Bir yerde sürekli ısrar edince oluyor. Önemli dijital havuzlar kurarak çözüme ulaştırılabilir miyiz? Atölyeler olan o ısrarı taşıyacak doğru mecrayı, zemini bulmak.” arası teması, duyuru takibini artıracak mekanizmalar kurmak “Yıllarca şehirdeki izleyici sayısını nasıl artırabileceğimize çok hayati.” kafa patlattık. ‘İnsanlar evlerinden çıkmıyor, katılım göstermi“Sabit bir mekânınız varsa mekanizma beş yıl gibi bir sürede yor’ diye şikâyet edip durduk. Biz de buna alternatif bir zemin oturuyor, geri bildirim akışı anca görünür hale geliyor. Yıllan- yaratalım diye yola çıktık ve şehir için yeni, çevrimiçi bir film
PLA+FORUM
Katılımcıların “Açık Atölye” bağlamında aktardığı deneyimlere baktığımızda, dört artı değer çıkıyor karşımıza. Bunları sıralarsak:
dıkça, katılımcı profilini takip etme süreciniz de yerine oturmaya başlıyor. Karşılaştırmalar yapmak ve bellek oluşturmak için geri bildirimleri düzenli ve yazılı olarak raporlamak gerekiyor. Biz belirli standartlar kapsamında notlar alıyoruz; geri bildirimlerde ciddi bir artış var.”
69 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“Örneğin; üniversitenin kampüsünde bir tasarım binası var. Önde duruyor; prototip. Bir yarışma oluyor ve tüm gruplar ortaya fikir, öneri çıkarmaya çalışıyor. Ardından inşa süreci başlıyor. Peki; tasarım belli olmadan nasıl inşa edersin? Gözlemliyor ve biliyoruz ki öğrenciler kendini güçsüz, bilinçsiz, bilgisiz ve tecrübesiz hissediyor. İşte bu tür atölyeler, şehirle etkileşimi artırmayı, yaratıcılığı kışkırtacak uygulamaları hedef alıyor. Bireyi pasif konumdan aktif bir konuma taşımayı amaçlıyor. Öğrenciler aktive olunca bir grup yol gösterici eşliğinde üretici konumuna geçiyor ve güven kazanıyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
70
PLA+FORUM
bir grup çizer arkadaşımız birbirlerinin üretimlerini geliştirmek, eleştirmek adına kendi aralarında toplanmaya başlamış. Bu tür hareketler, ufak ufak etkileşimler yaratacaktır diye düşünüyoruz.” Post_Seyyah “Web projesiyiz; Diyarbakır, İstanbul, İzmir’e odaklanmış bir seçki sunuyoruz. Kimi zaman farklı şehirlerden projelere yer veriyoruz. Yazarlarla fotoğrafçılar sitede bir arada yer alıyor.”
“Festivalin web sitesinin kısa film camiasının Facebook’u gibi işlemesini hedefliyoruz. Bir dayanışma ağı görevi görebilmesi için blog sayfasını canlandırmak istiyoruz. Bu blog kimde neyin olduğuna, kimin nerede hangi olanakları sunabileceğine ilişkin bir platform görevi görsün istiyoruz. Web sitesi festival sonuçlandıktan sonra da açık kalacak. Tüm içerik, bir sene sonra, festivalin ikincisi yapılana kadar yerinde duracak.” BİR BULUŞMANIN SONUÇLARI NASIL ÇIKTIYA DÖNÜŞÜR? Drink&Draw “Bunca etkinlikten sonra tabii ki illüstrasyon sergileri düşünüyoruz ama ne kadar teşvik görseler de üyelerimiz bu konuda oldukça cesaretsiz. Süreç içerisinde birlikte eğlenmek, üretmek güzel ama iş çıktı üretmeye gelip dayandığında, profesyonel bir çerçeve gündeme geldiğinde, motivasyon hemen düşüyor. Çekirdek bir kadro var ama birilerinin buluşmalar için mekânı ayarlaması, organizasyonu üstlenmesi ve duyuru işini kotarması, sosyal medya hesapları için banner falan üretmesi lâzım. Çekirdek ekip bunların tümüne zar zor yetişebiliyor. Gruptan herhangi birisi ‘ben şurada Drink&Draw etkinliği düzenlemek istiyorum’ dese yapabilir aslında. Sorun belki de biraz burada; istediğiniz kadar kalabalık bir topluluk olun, bir organizasyonun sorumluluğunu üstlenmek isteyen kişi sayısı beşi, altıyı geçmiyor. O yüzden çıktı üretmek çok kolay değil. Karşıyaka’da
• Yeni modeller deneyimlemek, deneyim havuzları oluşturmak, deneyimi aktaracak kanalları güçlendirmek; • Farkındalığı ortaklaştırmak, tarafların birbirlerinden haberdar olabileceği formüller geliştirmek; • Üretenler ve atölye düzenleyenler olarak süreçle gereğinden fazla meşgul olmak yerine çıktıları görünür kılacak (dijital) alanlara yoğunlaşmak, internetin sağladığı mecralara ve olanaklara daha yakından bakmak; • Video ile sesi beraberce kullanabileceğimiz / sergileyebileceğimiz / arşivleyebileceğimiz ortak havuzlar oluşturmak ve üretimleri mutlaka bu havuzlara taşımak, hepimizin önceliği olabilir.
71 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
festivali tasarladık. ‘İnternetin kullanım biçimine dair pratikler sürekli değişiyor, yeni mecralar ve platformlar ortaya çıkıyor; en mantıklı fikirlerden biri bu olur’ diye düşündük. Festivaller yapılır, çok kıymetlidir ama ulaşabileceği kitle, nihayetinde salonun koltuk sayısıyla ve gösterim adediyle sınırlıdır. Konak “Fotoğrafçıyla yazarı buluşturan bir proje olarak, ilk etapta Belediyesi ile ‘Tarık Dursun K. Kısa Film Festivali’ni yaptık. Top- Türkiye’nin görsel belleğine katkı sunmaya çalışıyoruz. Herkese açık bir platformuz. Her hafta iki, üç dosya yayınlıyoruz. Şelam iki yüz altmış üç bin dakika izlenmiş; yüz otuz dokuz bin hirlerarası olma pozisyonumuzu çok önemsiyoruz çünkü temel kişi takip etmiş, yirmi altı bin beğeni almış. Web sitesini de on amacımız İzmir’i Diyarbakır’a, Diyarbakır’ı İzmir’e yaklaştıbir bin kişi elli altı bin kere ziyaret etmiş. Bütün bunlar, toplamrabilmek. Önce düşünsel anlamda ortaklaşırsak, ortak yaşam da bir buçuk ay gibi kısa bir zamanda gerçekleşmiş. İlginç deplatformları kurmak mümkün olabiliyor.” ğil mi? Bu çevrimiçi festival, yeni izleyici / takipçi / üretici profillerine ulaşabilmek adına oldukça etkili bir mecra yarattı bize. Açık atölye modeli, bir yandan alışılageldik öğretim / üreBir açık atölye olarak ele alırsanız, internet sonsuz imkânlar tim kalıplarını dönüştürmeye aday pratikler üretirken diğer sunuyor. Eğitim modelleri gibi festivaller de kimlik değiştiriyor. yandan herkesin aktif olabileceği, ortaklaşa üretebileceBugünün festivallerine bakın, atölyeler programda gittikçe ği, değer alabileceği sistemler kurmak adına olanaklar ve daha geniş alan kaplamaya başlıyor. Ayrıca bu sayede izleyici avantajlar sunuyor. Buradan bakınca, üzerinde ısrar etmegeliştirme meselesine dair bir orta yol bulmuş oluyoruz.” ye ve uğruna çabalamaya değer hedefler görüyoruz:
PLA+FORUM
“Zamanında kadrolu, sigortalı, belli bir maaş karşılığı çalışmış foto-muhabirlerinin, gazete yazarlarının güncel bir problemi var: Yazıp çizmeyi, fotoğraf üretmeyi hayatının merkezine koymuş bu insanlar, şimdilerde hâkim oldukları alanların dışına itilmiş durumda. Ellerinde bir sürü dosya, araştırma projesi var. İnternet yayıncılığı, işte bu noktada yeni mecralar yaratmak anlamında büyük önem kazanıyor.”
“ETKİNLİK TASARIMI” FORUMU 14 Ekim 2017 SARP KESKİNER - GİZEM AKKOYUNOĞLU - EBRU ATİLLA SAGAY FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar
PLA+FORUM
Mehmet Fatih Balkı – Efe Elmastaş (Fanzin Apartmanı), Halil Bülbül (Kırkmerdiven), Ayberk Olgay (Kronos Medya Design), Erkan Çakıner - Tuncay Baki Uğantaş (İZ Performance Hall), Nail Özlüsoylu (Karabağlar Belediyesi Kent Tasarım Atölyesi), Şafak Ersözlü- Bahar Nihal Ersözlü (Açık Stüdyo), Veysel Berikan (İzmit Şehir Tiyatrosu), Ercüment Serpil (NHKM Alsancak), Cansu Pelin İşbilen (İzmirTarih Tasarım Atölyesi), Ezgi Ceren Kayırıcı (LOKALL Kent Rehberi), Kaan Uluca (Tiyatro4), Sarp Keskiner & Gizem Akkoyunoğlu (İKPG)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
72
Geride bıraktığımız yıllar içerisinde, İKPG olarak düzenlediğimiz iletişim toplantılarında sunum yapan bileşenlerimiz, kültür-sanat aktivitelerinin tasarımıyla uygulamasına, duyuru yöntemlerine, seyirci geliştirmeye ve merkezde toplanan kültür mekânlarının şehrin geri kalanına hizmet sunamayışına ilişkin çeşitli hususlara değinmişti. Bu hususları bir dağarcıkta toplamak ve küratörlerden, etkinlik tasarımcılarından görüş almak adına, “Pla+forum” serimizin üçüncüsünü “etkinlik tasarımı” başlığı altında düzenlemeye karar verdik. Açıkçası, önceki buluşmalarda ve forumlarda üzerinde etraflıca konuştuğumuz yerel yönetimlerle yaşanan iletişim aksaklıklarını, mekânların birbiriyle içerik paslaşmasına dair model önerilerini kapsam dışında bıraktık ki tekrara düşmeyelim. Yola şu soruları sorarak çıktık: • Düzenlenen etkinlikler, farklı kitleleri çekebilmek adına merkezden dışarıya doğru yayılıyor ve komşu alanlara kolayca nüfuz edebiliyor mu? • Kitleler, yereldeki etkinliklere kolayca ulaşabiliyor mu? Ulaşamıyorsa buna engel olan etkenler neler? • Varoluşunu etkinlik düzenlemeye bağlamış mekânlar sürdürülebilir politikalar üretecek ve içerik geliştirecek donanımdan yoksunken, yerel etkinlik tasarımcılarıyla çalışmaktan neden kaçınıyor? • Ticari perspektifle yola çıkmış fakat kültür-sanat etkinliği düzenlemeyi samimiyetle arzulayan işletmeleri, kalıcı kültür mekânlarına nasıl dönüştürebiliriz? • Etkinlik duyuruları, yerelde yaşayan kitlelere kolayca ulaşıyor mu? • Düzenlediğiniz etkinliğin duyurusunda sizi hedefe ulaştıracak, izleyiciyi çekecek bir dil kurmayı başarabiliyor musunuz? Bunu becerebilmek adına, sosyal medyayı ne
kadar verimli kullanıyorsunuz ve tüketici alışkanlıklarına ne ölçüde vakıfsınız? • Geri bildirimleri ölçüyor musunuz, ölçüyorsanız hangi araçları kullanıp ne tür analizler yapıyorsunuz? • “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017” başlıklı haritalama çalışmasının sonucunda ortaya çıkan verilere göre, haritalanan on bir ilçede yer alan iki yüz altmış üç etkinlik mekânının % 60’ı Konak ilçesinde toplanıyor. Bu merkezleşmeyi göz önünde bulundurarak, kültür-sanat faaliyetlerini şehrin diğer bölgelerindeki mekânlara taşıyabilmek için ne tür çalışmalar yürütmek gerekiyor? • İzmirli kültür-sanat insanlarının verimli biçimde kullanılmadığını iddia ettiği kültür merkezlerini ve çok amaçlı kültür salonlarını daha etkin bir şekilde kullanmak için ne tür mekanizmalar geliştirilebilir? Bu soruları seslendirdikten sonra, sözü serbestçe katılımcılarımıza bıraktık. MERKEZDE OLMANIN AVANTAJLARI “Ağırlıklı olarak konser düzenleyen ama kapısını her disiplinden etkinliğe açan bir mekânın işletmecisi olarak altını çiziyorum ki merkezde olmak büyük bir avantaj. İZBAN hattına, metroya, tramvaya yakın olmak, kitlelerin size ulaşımı dert etmeden akmasına yol açıyor. Ayrıca tüm ilçelere eşit mesafedesiniz. Dolayısıyla bu merkezleşme meselesini çok sağlıksız görmüyorum.” “Biz de merkeze gayet yakın bir noktada konumluyuz. Karataş, özellikle son birkaç yıldır, hafta sonlarında on binlerce ziyaretçi ağırlamaya başladı. Alsancak mertebesinde bir yoğunluktan bahsetmiyoruz ama merkezin kıyısında olmak, kitleleri çekebilmek adına pek çok avantaj sunuyor. Bu kitleler semtinize akmaya başladıkça, mahallelinin de etkinlik düzenleyebileceği ya da izleyebileceği bir mekâna dönüşüyorsunuz. Bu durum, kültür-sanat etkinliklerini halkla temasa geçiriyor, buluşturuyor.
“Kabul edelim ki iki cazibe merkezi var: Alsancak ve Konak. Bu iki semtin cazibe merkezi haline gelmesine yol açan ana ne“İnsanlar etkinliğin öncesini ve sonrasını beraberce deneyimden, Kordon adını verdiğimiz, yüzlerce yıldır şehrin kültür ve lemekten hoşlanıyor. Aynı mahâlde olup beraber davranabileeğlence hayatına ev sahipliği yapmış sahil hattı. Dışarıdan cek mekânlara şöyle bir görev düşüyor: Konsere gelen yandaki gelen herkes, şehrin atmosferini solumak için önce Kordon’a, kitabevine uğrasın, aynı sokakta yemeğini yesin, başka bir sonra Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne uğrar. Etkinlik mekânlarının yerde önden içkisini alsın. Mekânlar arasında küçük dayanışsahil hattına komşu bölgelerde toplaşmış olmasını buna bağmalar kurmak, aynı sokaktaki her işletmeye yarayacaktır diye lamak lâzım çünkü yüz binlerce insan günü burada geçiriyor. düşünüyorum.” Hava ne kadar sıcak veya soğuk olursa olsun, çimlerden insan eksik olmuyor. Konak ve Büyükşehir Belediyesi de bu alışkan- BİRBİRİMİZİN SERGİSİNİ, KONSERİNİ, lığı pekiştirecek şekilde kitlesel etkinlikleri için o alanı tercih ATÖLYESİNİ GEZMEKTEN ÖTEYE GEÇİP, ediyor. Meselâ Gündoğdu Meydanı’na Şebnem Ferah’ı veya SOKAĞA NE KADAR BAKIYORUZ? Duman’ı getirdiğiniz zaman, tek hamlede yarım milyona yakın “Darağaç projesi, etkinliğin yerelde yaşayanlarla nasıl doğrubir kitleyi alana çekebiliyorsunuz. Üstelik bu kitlenin tamamı dan temasa geçebileceğine dair en başarılı örneklerden birini şehrin göbeğinde yaşamıyor; dört bir yandan ve yönden çıteşkil ediyor: Umurbey Mahallesi’nde sergilerden ve yerleştirkıp oraya birikiyor. Belediyeler, merkezi vitrin gibi kullanıyor; melerden oluşan proje, bir yandan kamusal alanı en sağlıklı bunu yadsıyamayız. O yüzden o konserler için kimse Buca'yı, şekilde kullanırken diğer yandan mahalleyle etkileşim içerisine Küçükyalı'yı veya İnciraltı’nı tercih etmiyor.” girerek oto tamirhanelerini, fırınları, bakkalları sergileme ala“Alsancak, İzmir’e dışarıdan gelenlerin ilk uğradığı noktaysa ve nına eviriyor. Sergide yer alan sanatçıların büyük çoğunluğubu şehrin vitriniyse başka bir derde dikkat çekmek istiyorum. nun bölgede atölyesi var. Sadece küratörün değil, sanatçılarla Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ni kesen, şehrin gece hayatını yöneten mahalle halkının beraberce inisiyatif kullandığı bir modelden üç sokak var: Muzaffer İzgü, Gazi Kadınlar ve Can Yücel. Fakat bahsediyoruz. Yıkılan Alsancak Stadı’nın arkasına konumlanuygulanan yanlış yönetim kararlarından, yanlış insanlara ve- mış, Halkapınar’a doğru uzanan, şehrin hafızasında derin izler
PLA+FORUM
Merkezleşme meselesi açılmışken, ortam ısınmışken, çalışmalarına mart ayı sonunda başladığımız ve aralık ayı başında baskıya verdiğimiz “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017”ye dair verileri katılımcılarla paylaştık ve bu verileri yorumlamalarını rica ettik.*
rilen yanlış ruhsatlardan dolayı çoğu İzmirli ayağını bu sokaklardan çekti. Dolayısıyla ne oldu? İnsanlar sahile, çimlere çekildi ve kitlesel etkinlikler sokaklardan çıkıp aynı meydanlara mahkûm oldu. Diğer bir arıza, meydanlarda düzenlenen konserlerin saati… Konserleri saat 21:00’de başlatırsanız, herkesi Gündoğdu Meydanı’na toplarsanız, sokak esnafına imkân tanımıyorsunuz demektir. Yüz bin kişi geliyor, oradan eve dağılıyor. Esnaf bu hareketlenmeden hakkıyla pay alamıyor. Onlarca sokakta kıt kanaat imkânlarla irili ufaklı etkinlikler düzenlemeye çalışan mekânları da baltalamış oluyorsunuz. Bunları yoluna koymanın zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum.”
73 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Hayatlarında hiç caz dinlememiş insanlar, sokakta düzenlediğimiz konseri balkonlardan dinledi ve üşenmeyip memnuniyetlerini bildirdi. Bu, bir mekân işletmecisi olarak benim için çok değerli bir deneyimdi.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
74
bırakmış, zamanında DEÜ GSF’ye ev sahipliği yapmış, kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilmiş, metruk fabrikaların ve gecekonduların bulunduğu bir bölgeden bahsediyoruz. İşiniz yoksa Umurbey’e uğramazsınız, gece kimse oraya girmez. Görüyorsunuz ki kimileri sürekli sorunlardan bahsederken birileri o sorunların nasıl aşılabileceğine dair model geliştiriyor. Darağaç ekibinin düzenlediği iki sergiyi mahallelilerle güncel sanatçılar beraberce gezdi. Böylece, bölgeye yüzlerce ziyaretçi taşıdılar. İşte size merkezleşmeyi kırabilecek ideal formül; kenarda duran bir ilçede, semtte, alanda küçük bir çerçeve yaratıp, yerel dinamiklerle el ele verip büyük bir etkinlik düzenlemek yerine alana yayılan bir format. İzmirliler olarak sürekli inanılmaz büyüklükte festivaller hayal ediyoruz ama İstanbul özentisi bu 'festivalizm'den hızla vazgeçmek gerekiyor. Etkinliğinizi o alanda yaşayanlarla, vakit geçirenlerle, çalışanlarla beraber tasarlayıp uygulamanız en sağlıklısı. Beraberinde istikrarı da getirecek bu model için ısrar etmek lâzım çünkü herhangi bir etkinliğin geri bildirimini onu en az birkaç sefer, aynı noktada tekrar ettiğinizde alabiliyorsunuz. İzleyici kitlesi de böyle oluşuyor. Etkinliğe çekmeyi hedeflediğiniz kitlelerin sahip olduğu zevkleri, oraya nasıl ulaşacağını, sorgularını, yaşam tarzını gözetmek zorundasınız. Sizin yaşam tarzınıza çok uygun görünen bir etkinliği varsayımlar üzerinden farklı bir sosyal dokunun içerisine yerleştirdiğinizde iş ters tepebiliyor. Hedefine zaten ulaşmıyor. Ne etkileşim ne izleyici oluşuyor. Oralara gidip iş çıkarmayı planlıyorsanız yereli yadsıyarak davranamazsınız.” “Hedef alanda yaşayanların sosyal dokusunu, alışkanlıklarını, hassasiyetlerini gözetmek hususuna sonuna kadar katılıyorum. Karaköy’de çıkan olayları biliyorsunuz. Mahalleli bir gün önceden hazırladığı dondurulmuş portakallarla galerilere saldırıp ziyaretçileri tehdit etmişti. O bölgeye yerleşip bin bir emekle, hayalle galeri, art space açan birçok arkadaşımız da çıkan olaylar sırasında hem fiziksel hem ruhsal olarak zarar görmüştü. O sırada Kıbrıs’ta hocalık yapıyordum; dünyanın farklı yerlerinden gelen uluslararası bir grupla danışmanlık yapmak üzere Karaköy’e gittik. Hepimizin kafasında şu soru vardı: ‘Sanat, yerleşmeye çalıştığı bölgeye ne vaat ediyor ve o bölgeyle nasıl iletişim kuruyor?’ Bu gibi tepkilerin ve direnç mekanizmalarının nasıl ve neden ortaya çıktığını anlamak istiyorduk. Az önceki soruyu dönüştürüp sorayım: İzmir'de mekânların nerelerde toplaştığına bakmaktan öte, sanatı bu şehirde hangi saiklere dayanarak yapıyoruz? Bunu etraflıca tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Deneyimler de bizi bu soruya cevap aramaya çağırıyor. Karaköy’deki örneklere bakalım; kültür-sanat girişimcileri, bölgede yerleşik kültürel yapıya aykırı düşeceği belli olan yapıları implant etmeye kalkıştı ve meseleye hep kendi felsefeleri üzerinden yaklaştı. Halk da buna tepki gösterdi. Elbette altta, dipten derinden ilerleyen ve iktidar tarafından inşa edilmiş, siyasi bir zemin vardı. Gittik mahalleliyle konuştuk ve gördük ki kendimize dışarıdan bakamıyoruz. Çünkü biz her yerde olmaya alışkınız; bir bölgeye kümelenip sergiyi konuşmayı, analiz etmeyi kendimize hak görüyoruz. Acaba on yıllardır galerinin karşısındaki evde oturan Ayşe Teyze, mutfağının penceresinden baktığında ne görüyor? En sonunda şöyle bir model çıktı ortaya: Galeriler, hafta sonlarında bölgedeki çocuklara ve gençlere yönelik tasarım, sanat atölyeleri dü-
zenlemeye başladı. Bir bölgeyle sağlıklı iletişim kurabilmenin anahtar kitlesidir çocuklar; Kent Tasarım Atölyesi olarak, Karabağlar’da ben de aynı yöntemi uyguluyorum. Kent Tasarım Atölyesi’ni, aslında üniversitelerle belediyeler arasında diyalog oluşturmak amacıyla kurmama rağmen yaz okulları, kış okulları, etkinlikler derken, hep çocuklar üzerinden ilerliyorum. Çünkü çocuk, akşam eve gittiğinde o gün orada ne yaşadığını aile bireylerine eksiksiz ve tarafsız olarak aktarıyor. Algıladığı kadarıyla sanatı tarif ediyor, tasarımın ne işe yaradığını anlatıyor. İzmir’de çok sıkı atölyeler düzenleniyor. İsimlerini hiç duymadığınız, sadece gecekondu bölgelerine yönelik çalışan, çok değerli insanların özverisiyle ayakta duran, bölgeye muazzam katkılar yapan bir sürü atölye, girişim, oluşum, kolektif var. Bunlar kendi başlarına, kendi belirledikleri yöntemler üzerinden ilerliyor ve yerel yönetimlerle doğrudan bağ kurmuyorlar veya kuramamışlar. Temele dair herhangi bir olguyu başından alıp sonuna dek konuşmuyoruz. Bir de çok açık yüreklilikle şunu söyleyeceğim: Ben sanat sergilerini küratörlerin düzenlemesinden ve kültürel faaliyetleri de etkinlik tasarımcılarının üstlenmesinden yanayım. Peki, İzmir’de kaç küratör ve etkinlik tasarımcısı var? Niye daha fazlası çıkmıyor? Çünkü çok azı sergilenecek sanatı, tasarımı; icra edilecek performansı mekânı veya alanı göz önünde bulundurarak tasarlıyor. Açık söyleyelim ve kabul edelim ki çoğu yerel yönetim, yerelde faaliyet gösteren ve bu işlere kafa yoran sanatçılarla, küratörlerle veya etkinlik tasarımcılarıyla bağ kurabileceği iletişim mekanizmalarından yoksun. İzmir’in en büyük nüfusuna sahip ikinci ilçesi olan Karabağlar’dan bakarak bunu çok net görüyorum çünkü o belediyede müdürüm. Hem bürokrasinin içerisindeyim hem tasarım alanında çalışan bir akademisyenim. Karabağlar’da on iki farklı toplum var; nüfusun % 85’i Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu’dan İzmir’e göçmüş insanlardan oluşuyor. Siz sadece kendi varsayımlarınız üzerinden ilerlerseniz, sanatınızı ve etkinliklerinizi bu insanlara nasıl götüreceksiniz ya da neden götürmek istiyorsunuz? Bu sorulara cevap arıyor musunuz? Arıyorsanız ayağı yere basan cevaplar verebiliyor musunuz? Şahsen elimdeki imkânlarla kamusal alanda sanata olabildiğince alan açmaya çalışıyorum ama belediye bürokrasisiyle sanatçı arasındaki kopukluk yüzünden bunu pek başaramıyorum. Burada ilçe belediyelerindeki insan kaynağının sanata ne kadar yakın olduğuna bakmak lâzım; tüm Türkiye için bu genellemeyi yapabiliriz ki bize yakın zihniyetteki bürokratlar, genellikle merkez ilçelerde veya büyükşehir belediyelerinde toplanmış. Bizim gibi bürokratlarsa daha geri planda kalmış ilçe belediyelerde engelleri yıkmak adına sürekli savaş veriyor. Kent Tasarım Atölyesi’ni ‘İyi Tasarım İzmir_1’in başladığı gün kurdum. En büyük destekçim İzmir Akdeniz Akademisi ve TAK Kadıköy. On iki yıllık bir deneyime sahip TAK Kadıköy geldi, felsefesini anlattı ve Karabağlar’ı adım adım gezdi. Ardından oturup bir gelecek vizyonu çizdik. Sanırım İzmir’e önce kentli olma bilincini yerleştirmemiz gerekiyor. İzmirli olarak en temel problemimiz şu: Kenti tam olarak algılayamıyoruz ve bir kaç merkezden, meydandan ibaret sanıyoruz. Bir örnek daha vereyim: Tate Modern’in neden Kuzey Londra’da kurulduğuna ve galerilerin neden o bölgede toplaştığına bir bakın. Meselâ galeri Türk ve Laz mahallelerine komşudur; sanat ve
PLA+FORUM
75 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
kültür her zaman yerelin dinamiklerinden, o bölgede yerleşik alt rine çalışmaya karar verip bizim kulübe kayıt olmuş. Sokakta düzenlenen her etkinlik mutlaka birilerine nüfuz ediyor, sen de kültürlerden beslenir. Ben burjuvanın ya da aristokrasinin bir sanat akımı üretebileceğine inanmıyorum. Üretemedi de şim- onlarla etkileşime geçiyorsun. Birbirimizin sergisini, konserini, atölyesini gezmekten öteye geçip, sokağa ne kadar bakıyoruz? diye kadar. İster Rönenans’a, ister başka bir akıma bakın; öyle bir örnek bulamazsınız. O yüzden İzmir'i bütüncül olarak algı- Bakınca ne anlıyoruz?” lamamız gerekiyor. On iki bin yıllık geçmişin üstünde oturan bir “Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzmirTarih Tasarım Atölyesi olakentten bahsediyoruz. Bununla beraber, o geçmişi tarumar ede- rak, çeşitli etkinlikler yapıyoruz. Buradaki görevimden arta kacek şekilde, modernleşmek adına bitmek bilmeyen bir dönüşüm lan zamanlarda, farklı kesimlerden aktörleri bir araya getiren harekâtının peşine düşmüş durumdayız. Soruyorum, bir şeylere etkinlikler düzenliyorum; evlerde 'jam session'lar düzenliyorum. dönüşüyoruz ama neye dönüşüyoruz? Şık binalar, şık meydan- Bu etkinlikler vasıtasıyla çevremdeki insanları birbiriyle tanışlar, şık etkinlikler... Amaç ne, onu tartışmamız gerekiyor.” tırmayı ve ortak üretimlere alan açmayı amaçlıyorum. ‘Pilot Kent İzmir’ programı kapsamında ortaya çıkan KÜLTÜRLAB ağı, “Düzenlediğiniz etkinlik çok parlak olabilir ama oraya kitleleri nasıl çekeceğinize dair parlak fikirler de üretmeniz gerekir. yıl boyunca kamu kurumlarından ve yerel yönetimlerden kültür yöneticilerini bir araya getirdi. Bu organizasyon, herhâlde İzDünyada hip hop aldı başını gidiyor; bu altkültür, yıllardır çok eleştirel bir dille ‘aşağıdan yukarıya’ kroşe patlatıp duruyor. İz- mir adına bir ilkti. Kültüre yönelik çalışan özel sektör kurumlamirli hip hop sanatçısı Gazapizm’in milyonlarca takipçisi var. rından ve bağımsız yapılardan temsilciler de ağın bir parçasıydı. Kaynaşmaların ve karşılıklı kurumsal ziyaretlerin ardından, Etkinlik tasarımcıları, bence ezberledikleri formatlardan ve kendi adıma küçük ama kıymetli bir fırsat yakaladım: Şehrin konfor alanlarından çıkıp kodları kıracak türden tasarımlara kültür-sanat hayatına müthiş katkı sunduğuna kanaat getirdigitmeli. Gültepe’deki hip hopçu bir arkadaşla sergi yapmayı ğim İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür-Sanat Daire Başkanı ile niye kimse düşünemiyor?” tanışma şansına eriştim. İBB, her yaz şehrin farklı noktaların“Sıfıra yakın bütçeyle sürdürülebilir, büyük etkiler yarata- da açık hava sineması kuruyor. Bu etkinliği ilçelere de taşımaya bilecek nice iş yapmak mümkün. 2015 yılında Dokuz Eylül başladı ama dikkat ettim ki kültür-sanat hayatının kalbi olarak Üniversitesi’nin Fantastik Bilim Kurgu Kulübü’nün başkanıy- nitelendirilen Konak, listede yok. Benim çalıştığım Kadifekaledım. Bir sosyal sorumluluk projesi yapmaya karar verdik ve Agora-Basmane aksında neredeyse hiç etkinlik düzenlenmiyor. atölyeleri, sanat galerilerini gezdirmek yerine perde tutup, ço- Hayatında bir konsere gitmeyi, film izlemeyi düşünmemiş bincuklara anime izlettik. Başlarda dublajları bizzat üstlendiğimiz lerce insanın yaşadığı bir bölge burası. Trajikomik bir şekilde, bu etkinliği düzenli olarak tekrar etmeye başladık. Önce çok bu bölgede yaşayan insanlar, Konak nüfusunun %80’ini oluşacayip karşılandı ama o kadar büyük ilgi gördü ki şaşkınlıkla turuyor. Ben de daire başkanına sorayım dedim: ‘Açık hava sikarşıladık. Seriyi daha soyut bir dil benimseyen Miyazaki izlet- neması gösterimlerinin bir kısmını bizim bölgemize taşıyabilir meye kadar götürdük ki çocuklar bu gösterimleri de gayet ko- misiniz?’ Tarih Tasarım Atölyesi’nin yakınına perde kuruldu; ilk lay algıladı. Toplam yirmi dört gösterim yaptık; sinema perde- gösterime çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere elliye yakın miz yoktu, evden getirdik. Ayşe Teyze de geldi, İbrahim Amca izleyici geldi. Mahalledeki her kapıyı çalıp, insanları bizzat gösda oradaydı. Çay demlediler, oturduk filmleri beraber izledik. terime davet ettim. Beraber film izleyip, çiğdem çitledik. Bunu O çocuklardan biri halen güzel sanatlarda okuyor. Anime üze- deneyimlemek benim için çok önemliydi çünkü o insanları her
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
76
gün işe giderken, gıda veya yakacak peşinde koşarken görüyo- var? Atölye formatının pek çok kapıyı açabilecek altın anahtar rum. Neredeyse hepsiyle iletişim halindeyim ama kendi adıma olduğuna inanıyorum. İğneyi batırma kısmına gelince, ellerinonca etkinlik düzenlerken, onlar için bir şey organize edemiyo- de bu kadar kültür merkezi, çok amaçlı salon olmasına rağmen rum. Üç yıla yakın bir zamandır bölgede çalışıyorum; ilk defa ilçe belediyelerinin çoğunda İzmirli kültür-sanat aktörlerinin bu kadar çok insanı açık alanda, bir arada üç saat otururken kapasitesine, üretimlerine dair müthiş bir meraksızlık var. Bu gördüm… Bu sabah yine atölyedeydim; çocuklarla beraber so- meraksızlık, konunun çözümüne ilişkin bir politika oluşturmakaktaki telleri dokuduğumuz bir atölye yapıyoruz. Resim öğret- larını da engelliyor. Kültür-sanat üretenlerin büyük çoğunluğu menleriyle gelmişler, sohbet ederken sordum: ‘Resim yapmayı Konak’ta, Karşıyaka’da, Bornova’da, Alaçatı’da, Urla’da aynı seviyor musunuz?’; ‘Seviyoruz ama beceremiyoruz’ diye cevap- mekânlarda aynı kitlelere iş sunmaktan bıkmış durumda. İnladılar. Dedim ki ‘çizdiklerinizi beğenmeseniz de lütfen resim sanlar Dedebaşı’nda, Eşrefpaşa’da, Altındağ’da, Örnekköy'de, yapmaya devam edin.’ İzmirTarih Tasarım Atölyesi olarak, Sarnıç’ta bir şeyler yapmak istiyor artık… Bu talebi karşılayacak düzenlediğimiz atölyelere neden yeterince katılımcı çekeme- mekanizmaları nasıl kurabiliriz? Hakkıyla kullanılmayan salondiğimize, etkinlikleri neden hakkıyla duyuramadığımıza kafa lara, tanımında olmasına rağmen hiç sergi açmamış ve film yorduk ve şöyle bir işe kalkıştık: İzmir’deki STK’ları, öğrenci göstermemiş çok amaçlı kültür merkezlerine nasıl sızabiliriz?” kulüplerini, üniversitelerin ilgili bölümlerini tek tek listeledik ve tamamıyla iletişime geçmek üzere bir iş planı çıkardık. Bence “Evet, bu bir süreç gerektiriyor ama gidişat, oraya doğru evriliuğraşlarımızı sürdürülebilir kılmak istiyorsak ve bunu başar- yor gibi geliyor bana. Bunun yanına o bölgelerdeki atölyelerle, marangozhanelerle, matbaalarla, demircilerle veya tekstilcimak için desteğe ihtiyacımız varsa çocuklar, üniversiteliler ve lerle ortaklaşa çalışmamızı sağlayabilecek girişimleri de koyasivil toplum doğru adres.” bilir miyiz? Geçen gün Kentimiz İzmir Derneği’ndeydik; sohbet ÇOK AMAÇLI KÜLTÜR SALONLARINA sırasında bazı zanaatkârların çırak aradığından bahsettiler. VE ATIL KÜLTÜR MERKEZLERİNE SIZMAK Atölye kiralayamadığı için üretim yapamayan genç sanatçılarla zanaatkârlar mekânı ortaklaşa kullanabilir. Hâtta bu girişim, “İzmirli sanatçıların, küratörlerin ve etkinlik tasarımcıların kaçı kendi mahallesindeki kültür merkezini ziyaret edip, yıllık etkin- ekonomiye dokunan bir model de üretebilir.” lik programını incelemiştir? Tespit yapmaya, bu soruyu sorarak KÜRATÖR KİM, ETKİNLİK TASARIMCISI KİM? ve çuvaldızı kendimize batırarak başlayalım. Dolayısıyla, her ne kadar eleştirisinde haklı olsa da sanatçıların, küratörlerin “Küratörün görevini bir örnek üzerinden tanımlamak istiyorum: Bir sanatçı grubu olduğunuzu varsayalım. Karma sergi düzenve etkinlik tasarımcıların önce kendi semtindeki, ilçesindeki lemeye karar vermişsiniz ve kendi içinizde görev bölümü yapkültür merkezini tanıması lâzım ki o mahalleyle sağlıklı temas kurabilsinler. İkinci adım olarak, diğer semtlerdeki kültür mer- mışsınız. Küratör, ekipte yer alan sanatçıların işleri üzerinden kezleriyle ve salonlarla temasa geçmeliler. Beklentiler neler, serginin vurgusunu, alanla kurduğu ilişkiyi tanımlar; kavramsal bütünlüğe bakar ve organizasyonu, alanın yerelle ilişkisini bölge halkı o mekânı nasıl kullanıyor? Ne tür projelere ihtiyaç
“Ben küratör değilim; işletmeciyim. Etkinlik tasarımcısı istihdam “Etkinlik tasarımcısı da tek tip değil; sosyal sorumluluk üzerin- etme olanağım da yok. Mekânım var; buyurun gelin etkinliğiniden ilerleyen etkinlikler, bütçesiz etkinlikler, yerel yönetimlerle zi yapın. Kitle toplayabilirseniz ne mutlu size; olmuyorsa da olberaber kotarılması gereken etkinlikler, altkültür gruplarına muyordur. Biraz doğal seleksiyon… Böyle bakınca herkes kendiyönelik etkinlikler, çocuklara yönelik etkinlikler, karma kitle- ni daha rahat ve özgür hissediyor. Bizimkisi de başka bir model.” lere yönelik etkinlikler derken, etkinlik tasarımcısının da para Bu noktada foruma ara verdik ve ikinci oturumda neyi, nakazanmak adına her alanda at koşturmaya kalkışmaması sıl, ne kadar duyurabiliyoruz meselesine odaklandık. gerekiyor. Aksi halde, sanatçıların gittikçe istikrarsız işler çıkarmaya başlayan bir etkinlik tasarımcısına güveni azalıyor. NEYİ, NASIL, NE KADAR DUYURABİLİYORUZ? İşletmecilerse etkinlik tasarımcılarının ve organizatörlerin “Her mekânın bir karakteri var ve bu karakteri ulaşmak istediği mekânın dinamiklerini doğru okuyamadığından şikâyet edihedef kitleye göre biçimlendiriyor. O halde, mekânın bu karakyor. Dolayısıyla risk almaktan kaçınıp ezberledikleri bayat teri yansıtan bir iletişim dili benimsemesi gerekiyor. Tüm etkinpolitikalara ve içeriklere yaslanmayı yeğliyorlar. İş sonunda likleri için kullandığı bir şablon olmalı; dil ve tasarım, tutarlılığı ‘kaç kişi getirirsin, kaç bira satarım, biletten ne kadar alacakdesteklemeli. Etkinlik yapacak sanatçılardan ulaşan metinler sın’ sorusuna kısılıp kalıyor. Ne oluyor? İzleyici aynı şeylerle de bu dile uyarlanmalı. Yani mekân etkinliği anlatma iddiasına
77 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
kurarak organize eder. Bazen de alan çalışmasını yaptıktan sonra orada ne tür bir serginin yapılabileceğini tayin eden kişidir. İzmir’de bu görev tanımları iç içe geçmiş durumda; bu iç içelik, kuramsal kısımla organizasyonel angaryayı bileşik kılıyor ve işler bir türlü derinleşmiyor. Sanatçı yalan yanlış imlâ bilgisiyle metinler kaleme alıyor; o metinleri seçtiği küratöre dahi danışmadan Facebook’ta etkinlik açmak için kullanıyor. Duyuru için X kişisiyle konuşuyor, ortada o sergiye en doğru kitleyi çekecek bir medya planı yok. Küratör ise o esnada marangozla veya kültür merkezinin teknik sorumlusuyla didişiyor. Oysa bu değerli enerjinin nereye harcanacağına dair bir uzmanlaşma kültürü, iş bölümü becerisi yaratmak şart. Küratörün etkinlik organizatörü rolüne soyunduğu, etkinlik organizatörünün kavramsal işlerle uğraştığı yerden doğru iş çıkmaz.”
“Etkinlik tasarımı alanında uzmanlaşmayı seçmiş bir İzmirliyim. Örnek vaka olarak gösterebileceğim bir sergi düzenledik: ‘Amfibiyen’. Ortağı olduğum LOKALL Kent Rehberi olarak bu etkinliği tasarlarken, elimizdeki verilerden yola çıktık. Mekân olarak, Kemeraltı’nın tarihi avlularından birini, Abacıoğlu Han’ı seçtik ki bu mekânın alışılageldik bir uğrak noktası olduğunu iddia edemeyiz. Han, uzun süredir orada iş yapan esnafların yanı sıra TARKEM ofisini barındırıyor. Öncelikle esnafla iletişime geçip onlardan onay ve fikir aldık. İki küratör olarak tasarladığımız serginin prodüksiyonunu LOKALL Kent Rehberi ekibi üstlendi. Kavramı, kapsamı, sanatçıları önceden belirlemiştik; yani tasarım daha masada hazırdı. Sanatçıların alacağı kaşeler de belliydi; mekânlardan buna yönelik destek ararken bir sponsorluk bulduk ve handaki işletmelerle anlaşıp içki satışından elde edilecek geliri talep ettik. Baştan satış yapamamaktan korktular ama işin sonunda baktılar ki yaptıkları satış, bizimkini katlamış. Hiç görmedikleri bir yoğunluğa maruz kaldılar ve eminiz ki geceyi orada geçiren pek çok kişi, sonraki günlerde hana tekrar uğrayacak. Hiçbir ücret ödemeden, üstüne deli gibi ciro yapıp adlarını duyurdular. İki yüz katılımcı hedeflemiştik, üç yüzü gördük. Daha önce güncel sanat çevresinde rastlamadığımız insanlarla karşılaştık, herkes kalabalıktan afallamış vaziyetteydi ve bu afallama sona erer ermez, ziyaretçiler birbiriyle diyaloğa girdi; eserin önünde eseri tartışmaya, masalarda birbirine iş ve proje önermeye başladı. Projelendirme dediğin bence tüm etkenleri hesap ederek işi masada bitirmektir. Gerisi sahaya, sizin iletişim becerinize ve esnekliğinize kalır.”
PLA+FORUM
eğlenmekten bıkıp başka arayışlara giriyor veya külliyen eve çekiliyor. Etkinlik tasarımcıları ve organizatörler, bir yandan küratör gibi düşünüp yerel dinamikleri ve beklentileri okurken diğer yandan mekânın dinamiklerine bakmak zorunda. Ekipsizlik de işi baltalıyor; bu işler kendi çevrenden bir iki arkadaşla kotarılacak işler değil. Sonuçta sürece ait her türlü aksaklığın ceremesini sanatçı çekiyor. Bir yandan işi üretmeye çalışıyor, diğer yandan etkinliği duyurmaya ve organizasyonun açıklarını kapatmaya uğraşıyor. Üstüne gerçeklerden uzak maddi beklentiler eklenince, her şey yarım yamalak gerçekleşiyor. İşte bu kertede, zurnanın zırt dediği yere geliyoruz: İzmir’de kültür yöneticisi yok.”
PLA+FORUM
kapılarak metni kendi kaleme almamalı. Bu hataya sıkça düşülüyor ve genellikle metin, etkinliğin ne olduğunu anlatamıyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
78
ikisi haber yaptı. İzmir’den gelen yoktu. Şimdi durumların değişmeye başladığını gözlemliyorum.”
“Katılımcının o etkinlikten ne bekleyeceği, ne alabileceği net ifa- “Nitelikli kültür eleştirmeni kalmadı. Övgüde veya yergide bir de edilmeli. Ayrıca, sanatçının, atölyeyi düzenleyen kişinin öz- standart yok. Ortada eleştirmenliğe dair bilgi birikimi de olmadığı için yazarların çoğu, günlük kaleme alır gibi yazıyor. geçmişine yer verilmeli. Katılacağız ama düzenleyen, yer alan Eğlenmiş olmayı eleştirel bir kriter olarak belirliyor. ‘Eğlendim, ismi tanımıyoruz. Nasıl ikna olacağız? Gerçi, kimse bu bilgilerin çoğunu sonuna kadar okumuyor. O yüzden, kültür-sanat etkin- haz aldım, çok keyifliydi, koptuk’... Teknik, biçim, içerik üzerine liği düzenleyen mekânlar, sadece Facebook’ta etkinlik açmakla, tek laf yok ortada.” Instagram’da fotoğraf paylaşmakla yetinmeyip bir blog açma“Aslında birbirimize hizmet edecek bir yöntem üretebiliriz: Sen izlı diye düşünüyorum. Artık herkes biliyor ki o takipçi sayıları lediğin konseri yazsan, ben izlediğim tiyatroyu yazsam, bu bile kolayca şişirilebiliyor. Duyuru için bütçe ayırmanız lazım. Bu işe yarar. Belki klasik eleştirmen diline yaklaşamayız ama en bütçeyi beher etkinlikten elde edeceğiniz net kârın %2’sini bir azından magazin yazarından daha nitelikli içerik çıkartırız; o kekenara koyarak elde edebilirsiniz. Biz Açık Stüdyo olarak küçük sin. Oturup ayda bir yazı çıkarmaya zaman ayırsak, en azından bütçelerle tanıtım adına ne yaptıysak, sosyal medya üzerinden damarlardaki kanı pompalamak açısından faydası olur mu?” yaptık. İlk senemiz fonsuz, kaynaksız geçti ama mekâna çeke“Bazen bir eleştirim oluyor ama çekiniyorum yapmaya çünkü bildiğimiz kadarı, çok kıymetliydi bizim için.” ‘ben kimim ki eleştireyim’ diyorum. Demeye çalıştığım, bir eleş“Ne mutlu ki beş yıl öncesinden farklı olarak benzer alanda tirim var ama o konuda yeterli bilgiye sahip olmadığım için etkinlik üreten, birbiriyle dayanışma niyeti taşıyan, bunun paylaşmamayı tercih ediyorum. Öncelikle eleştirinin ne olduyollarını arayan bağımsız mekânlar ortaya çıktı. Hâtta ğunu bilmiyoruz. İnsanlar zannediyor ki eleştiri hep negatif KÜLTÜRLAB oluşumu, kamu kurumlarına ve yerel yönetimlere olur, yıkıcı bir söyleme dayanır. Oysa neyin nasıl işlenebileceait mekânların idarecilerini buluşturmaya başladı ki tüm bu ğine dair somut öneriler de getirir eleştiri.” çabalar, bir olasılığı işaret ediyor: Mekânlar duyuruda, içerikte paslaşabilir ve ortaklaşabilir. Kitlelerini birbiri içerisine “Eleştiri yazamıyorsan izlenim yazabilirsin.” geçirebilir. Bir mekândan mutlu ayrılan katılımcı, dinleyici, “İzleyiciyi eleştirmen pozisyonuna koyabiliriz. Neticede her etizleyici o mekânın dayanıştığı diğer mekânı merak edecektir. kinlik sosyal bir alanda gerçekleşiyor. Öncesinde oradayız ama Etkinliklerin de birbiriyle etkileşebileceğini düşünüyorum. oyun, performans biter bitmez dağılıyoruz. İzleyiciden eleştiri, Kompartman tipi, bir mekânda başlayıp öbürlerinde devam bilgi, fikir alabilecekken bu imkândan yeterince faydalanmıyoeden etkinlikler, kitleyi birden fazla noktayı ziyaret etmeye ruz. Bunu kırmak için oyun bittikten sonra sahneden inmemeçağıracaktır. Etkinliklerin tek elden duyurulabileceği bir havuz ye karar verdik. İzleyiciyle doğrudan sohbete başlıyoruz, kaholuşturmak da katkı sağlayabilir.” vemizi çayımızı orada beraberce içiyoruz.” “Daha önce, büyük sahnelerde oynadığımız dönemlerde, afişlemeye ağırlık veriyorduk ama afişler bir gün yerinde kalıyor, * “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017” haritalama ertesi gün sökülüp atılıyor. Çoğumuz, sosyal medyadan geri çalışmasına ait detaylı verileri ve değerlendirme raporunu ilgili bildirim alma, veri toplayıp analiz etme konusunda yetersiziz. sayfalarda bulabilirsiniz. Dolayısıyla reklâma çıksak bile geri dönüş etkisini nasıl ölçeceğimizi bilemiyoruz. Belki birkaç mekân ortaklaşıp bu konuda danışmanlık alabiliriz.” “Basında görünürlük kısmına da eğilmek lâzım. İzmir'deki yerel basını takip eden kitle, hâlâ küçümsenemeyecek kadar büyük. İlân girmek de işe yarıyor. Bilmem kaç adet afiş basmaya harcayacağınız parayı ilan girmek üzere biriktirebilirsiniz.” “Biz de önemsediğimiz etkinlikleri öne çıkarmak için yerel basını kullanıyoruz ve az da olsa geri dönüş alıyoruz. Sosyal medyadan aldığımız geri dönüşe denk sayılır. LOKALL Kent Rehberi’ne verdiğimiz ilân da beklentimizin ötesinde sonuç verdi. Hayat dijitalleştikçe her teşebbüsü oraya taşımaya çalışıyoruz ama duyuru bombardımanından bıkanlar matbu duyuru araçlarını tercih edebiliyor. Özellikle bizim kitlelerin takip ettiği internet gazetelerinden de faydalanmanızı öneririm.” NİTELİKLİ ELEŞTİRİNİN DUYURUYA KATKISI “2013 yılından bir örnek vereceğim: İstanbul’a gidecek oyunumuz için, on iki gazeteye mail attık, dokuz kültür-sanat editörü veya muhabiri geri döndü. Bunlardan dördü gelip oyunu izledi,
“YARATICI GÖÇ” FORUMU 9 Haziran 2018 İBRAHİM METİN BALTACI – TANZER KANTIK – AYŞEGÜL UTKU GÜNAYDIN – SARP KESKİNER – DUYGU SERİN
Katılımcılar Tolga Kaynar (işletmeci), Ahmetcan Hızlı (öğretmen – Artimprojects ekip üyesi), Mert Çakır (fotoğrafçı), Songül Karan (bilgisayar programcısı), Batuhan Erol (ihracat uzmanı), Nida Akagündüz (öğretmen), Veysel Berikan (tiyatrocu), Gülru Höyük (tasarımcı – müzisyen), Ali Kemal Ertem (kültür yöneticisi - İKPG çekirdek ekip üyesi), Tanzer Kantık (tasarımcı - İKPG çekirdek ekip üyesi), Ayşegül Utku Günaydın (yayın yönetmeni - İKPG çekirdek ekip üyesi), İbrahim Metin Baltacı (edebiyatçı - İKPG çekirdek ekip üyesi),
da bulunuyor, sizi üretmeye teşvik ediyor mu? Ediyorsa hangi yönlerden teşvik ediyor? • Şehirden beklentileriniz nedir; İzmir’e yönelik hayalleriniz, hedefleriniz var mı? Varsa bu hayaller yaşadığınız bölgeye mi has, yoksa kentin bütününe mi dair? • Gündelik yaşamınızda kenti nasıl ve ne kadar kullanıyorsunuz? Kentin günlük yaşamına ve farklı bölgelerine ne kadar temas ediyorsunuz? • İstanbul ve İzmir’in kültürel yaşamı arasında ne gibi farklar görüyorsunuz? • İzmir bu yoğunlukta göç almaya devam ettiği takdirde, orta vadede İstanbul’un yüz yüze kaldığı sonuçlarla karşılaşır mı? Gidişat öyle bir noktaya varacak olursa, bu şehirden de göç etmeyi düşünür müsünüz?
Duygu Serin, kurucusu olduğu Artimprojects’i şöyle tarifliyor: “Görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine çalışan, Katılımcılar, ilk olarak, neden İzmir’e göçme kararı aldıkbu alanlarda proje üretmeyi amaçlayan bir kurumuz. Öncelikli hedefimiz, farklı disiplinlerle çalışan yaratıcı bireyleri buluş- larını, kendilerini bu kararı almaya iten etkenleri paylaştı: turmak, bu bireylerin üretimlerini başkalarıyla paylaşabilece- “Doğma büyüme İstanbulluyum; üniversiteyi Bolu’da okuyup ği bir zemin yaratmak. Bu zemini yaratabilmek adına atölyeler, İstanbul’a döndüm. Aradan zaman geçince, şehirleri bıraktığınız gibi bulamamaya başlıyorsunuz. Döndüğümde İstanbul’un kurslar, etkinlikler ve buluşmalar düzenliyoruz. ‘İstanbul’dan dokusu bozulmaya başlamıştı; toplum daha kozmopolitti, Göçenler’ başlıklı aylık toplantılarımız, aslında benim yeni yaşam daha kaotikti. Kentsel dönüşüm adı altında yürütülen insanları tanıma fantezime dayanan bir proje. Ben de İzmir’e soylulaştırma operasyonlarıyla inşa edilen sitelerin sayısı iyice yeni yerleşenlerdenim; şehre ilk geldiğimde çok sıkıldım, yeni arkadaşlar edinmeye karar verdim ve bir buluşma düzenleye- çoğalmış, terör olaylarının artmasıyla beraber güvenilir doku rek kendi hikâyelerini diğerleriyle paylaşsınlar istedim. Bu- ve sosyal huzur ortadan kalkmıştı. Bence İstanbul’un ruhu öldü. luşmalar ilerledikçe, aynı sorunlardan muzdarip olduğumuzu, O gökkuşağı gibi olan İstanbul’dan eser yok artık. İzmir’e yeraynı şeylere heyecan duyduğumuzu ve beraber bir şeyler yap- leşmeden önce, iki yıl Anadolu yakasında yaşadım. Oradan da sıkılmaya başlamıştım; iş hayatı ve ulaşımdan kaynaklı olarak mak istediğimizi fark ettim. Buluşmaların sayısı on üçü geçti.” nefes alma alanlarımla beraber kendime ayırdığım zaman Yola şu soruları sorarak çıktık: azalmıştı. Bir gün İzmir’e yerleşmek, benim çocukluk hayalim• İzmir’e göçme kararınızın temel nedenleri nelerdir? di. Şimdi kendime daha fazla zaman ayırabiliyorum.” • Şehir, üretiminize ve meslek yaşamınıza pozitif katkı- “Ben çoktan beridir İzmir’e dönmeyi düşünüyordum. Kızımın,
79 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İzmir, son birkaç yıldır türlü sebeplerden dolayı İstanbul’dan aldığı göçü konuşuyor. İKPG kurucularının ve çekirdek ekibinin büyük çoğunluğu ya uzun yıllar İstanbul’da yaşayıp geri dönenlerden ya da dönem dönem İstanbul’da yaşayıp üretenlerden oluşuyor. Neredeyse hepimiz, her ay şehre kesin dönüş yapmış bir arkadaşımızla, yeni yerleşmiş bir İstanbullu ile karşılaşıyoruz; bir yandan da İzmir’e yerleşmeye niyetlenip zemin yoklayan arkadaşlarımıza akıl fikir veriyoruz. İKPG olarak, bu göç dalgasını bir nebze olsun irdeleyebilmek adına, ne zamandır bir forum düzenlemek istiyorduk. Davet edebileceğimiz kişilerin kimler olabileceği üzerine çalışırken, forumu bir süredir İzmir’e yeni göçenleri aylık toplantılarla buluşturan İKPG bileşenlerinden Artimprojects ile beraber düzenlemeye karar verdik.
PLA+FORUM
Sarp Keskiner (kültür yöneticisi - İKPG çekirdek ekip üyesi), Emre Erbirer (kültür yöneticisi – konuk gözlemci)
genç kızlığa Kocaeli gibi bir şehirde adım atmasını istemedim. O duyguyu iyi biliyorum çünkü tam onun yaşlarındayken İzmir’e gelmiştim. İzmir’i çok seviyorum; burada doğru sanat oluşumlarına dâhil olacağımı ve nice tiyatro ürünü çıkarabileceğimi biliyorum.”
Sohbet tadında ilerlemeye başlayan foruma şehrin, katılımcıların üretimlerine ne tür katkılar yaptığını, katılımcıları üretmeye motive edip etmediğini sorarak devam ettik. Duygu Serin, üretim kavramını ele alırken sadece mesleki olarak yaklaşmamamız gerektiğini, sevdiğimiz şeyi bir an bile gerçekleştirmenin de üretim olarak tanımlanması gerektiğini vurguladı.
PLA+FORUM
“İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve İzmir’e üniversite eğitimim için gelmek istedim. Orada harcayacak enerjim kalmamıştı. Burada üretim adına pek çok şey yapabileceğimi düşünüyo- “Açıkçası konforlu bir şehir; bu konfor üretimime katkı yapıyor olabilir ama İstanbul’da kendim ve işimle ilgili geliştirdiklerum.” rimden daha çok faydalanıyorum. İzmir’in mesleğime katkısı “Muğlalıyım; çeşitli şehirleri dolaştıktan sonra, bir süre olduğunu düşünmüyorum. Gerçi şimdiden somut katkılar bekİstanbul’da yaşadım. Arkadaş çevremin bir kısmı buradaydı; lemek yanlış olur çünkü henüz burada yerleşik sanat ağlarıyla sırt çantamla geldim, sekiz yıldır İzmirliyim.” temas edebilmiş değilim. Yaptığım işin ne kadar sanat olduğu “Açıkçası öncesinde İzmir’de yaşamak hiç aklımda yoktu çünkü tartışılır. Bir fotoğrafçı olarak daha çok savaş bölgelerinde çaİzmir, yaşamayı hayal ettiğim bir yer değildi. İstanbul’dan üni- lışıyorum ve haber ajanslarına hizmet veriyorum. İstanbul’da versite eğitimim için Balıkesir’e gittim. Sonraları, denize kıyısı yapılacak bir etkinliğe çok kolay davet alabilirim ama İzmir’de olan bir şehre yerleşme isteği ağır bastı ve ‘ileride İzmir’de bir bu pek mümkün olmuyor çünkü kimseyle tanışmıyorum. Dolahayat kurmayı planlıyorum’, demeye başladım. Sonunda yer- yısıyla motivasyonum İzmir kaynaklı değil ama burada yaşaleşmeyi başardım, dokuz aydır İzmir’deyim.” mak güzel.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
80
“Bir buçuk senedir İzmir’deyim. Otuz senem İstanbul’da geçti. “Toplumsal bir davranış şekli var. İnsanlar bir yere doğru haTrafiği, koşuşturmacası yormaya başlamıştı artık. İzmir’de reket ettiği zaman, sen de oraya doğru hareket ediyorsun. her yer birbirine yakın, ilk bir senem turist gibi geçti. Şehrin İzmir’deki rehavetin birçok kişinin üretim sürecini negatif güncel hayatı bazen sıkıcı gelse de genel olarak hayatımdan anlamda etkilediğine inanıyorum ama bu biraz da meseleye memnunum.” nereden yaklaştığınızla bağlantılı. Benim üretimimi olumsuz etkilemiyor çünkü o rehavetin hayatımı etkilemesine izin ver“1996’da üniversitede okumak için Manisa’dan İzmir’e geldim. miyorum.” Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumaya başladım. Heykel, okulu bitirince memleketime dö- “Ben 2012’de taşındım. Kentin yaşamımı olumlu yönde etkinüp uğraşabileceğim bir meslek dalı değildi. 1996’da gelip, bir lediğini söyleyebilirim. Yalıtılmışlıktan kaynaklı olarak, ilk daha dönmedim.” başta kültür üreticilerinden uzak bir yerde konumlamışım kendimi. Sonrasında bir atölye aracılığıyla motive edici bir unsur “Ben İzmir’den başka yere gidemiyorum. İstanbul’a en fazla yakaladım ve bu, beni yazmaya teşvik etti. Böylece üretimim gezmeye gidip hemen geri dönüyorum.”
Foruma hazırlanırken, rehavet kavramından yola çıkarak, şehrin sağladığı serbest zamanın üretime olumlu anlamda etki edip etmediğini sormaya ve göçenlerin şehre sunduğu katkıları öne çıkarmaya karar vermiştik. Kültür - sanat üretimi, daha en baştan üst başlıkta yer alıyordu. Kültür üretimi, her zaman fiziki koşullar arar; İzmir’deki sahnelerin, sergi salonlarının yeterli sayıda olup olmadığını geride kalan yıllarda pek çok kez tartışmıştık. Buradan hareketle İzmir’i kabaca “İstanbullular gelsin üretim yapsın” diyerek konumlandırmanın, fiziki mekân sayılarını karşılaştırmanın hata olabileceği izlenimine varmıştık çünkü yaratıcı sektörler adına, İstanbul sayısız fiziki ortam ve maddi olanak sağlıyor. O yüzden, şehrin sunduğu katkıların yanında, gelenlerin bu şehre yapabileceği katkıları konuşmak istedik.
“Bizim burada kurduğumuz bir kolektif var. Şimdilerde ajansa dönüşse de uzun süredir bu şehirde bir şeyler üretiyoruz. Bunlar daha ziyade uluslararası işler. Ne var ki aynı kategoride iş üreten diğer kurumlar, bizimle asla iletişime geçmiyor. İzmir, sivil toplumun bağımsız sanat üretme pratiklerine, hâtta bağımsız davranabilmeye hâlâ mesafeyle yaklaşan bir şehir. İhti- “İstanbul neredeyse on sekiz milyonluk bir kent. Bir kenti ilk yacı olan ya belediyeye ya valiliğe dayanmaya çalışıyor.” düşündüğünüzde aklınıza gelen çekirdek bölgeler vardır. İz“Her ne kadar mensubu olduğum eğitim sektörünün İzmir’de ol- mir’deki çekirdek bölgelerse Konak ve Alsancak’tır. Şehrin dukça hareketlendiğini kabul etsem de karar mekanizmaların- 1922 öncesinde daha kozmopolit bir kültür yapısı vardı. Dönem ne olursa olsun; ister nitelikli kültürel endüstri ister mafda son sözü hâlâ İstanbul söylüyor. Bu şehirdeki arkadaşlarım yatik endüstri, bir şekilde hep çekirdekte toplanır. Dolayısıyla da doğal olarak kendilerini ve içinde bulundukları koşulları Buca’da ‘Heykel’ adını taşıyan bir meydanın olması, o semtin İstanbul ile kıyaslıyor. Meselâ uzun soluklu eğitimlerin hepsi veya ilçenin kültürel üretim anlamında ne kadar üretken olduİstanbul’da düzenleniyor. Geldim geleli iki sene oldu, henüz ğuna dair bir şey ifade etmez. On sekiz milyonluk bir kentin bir mesleki gelişim eğitimine gidemedim. İzmir, bu açıdan çok yoksun. Artan eğitim yatırımlarının sonucunda İstanbul piya- çekirdek bölgelerinde oluşmuş kültür alanlarını insanların yerleşik alışkanlıkları tayin ediyor. Eğer bir etkinlik ya da kültürel sası İzmir’e yöneldiğinden beri hem nitelikli öğretmen arayışı proje Alsancak’ta değilse şehirde yokmuş gibi görünüyor. Buhem rekabet arttı. İşe alım süreçleri değişti. Benim sektörüm rada, şehrin dinamiklerine etki etmiş kimi kavramlara henüz açısından bakınca, İzmir’in en büyük eksikliği, kurumsallığın oturmamış olması. İstanbul’da kurumsallaşma çok güçlü; değinmedik. Meselâ iç ve dış savaşların sonucunda oluşan göç, kavramsal anlamda göç, yani gitme arzusu… Kaçma, kendine burada daha çok ikili ilişkiler ön planda. Oysa kurumsallığı güçlendirmek, iş odaklı davranmak gerekiyor. Ayrıca İstan- alan bulma, alan açma var; biraz geriye gittiğimizde… Kültür bul, çok katmanlı yapısından dolayı üretim ve yaratıcılık için endüstrisi ve ticaret burjuvazisi, bunların hemen ardından geilham veriyor, organizasyon yapma konusunda daha yaratıcı liyor. 1800’lerin son çeyreğinde, Tevfik Fikret ve arkadaşları
PLA+FORUM
“Bir ağa dâhil olduğunuzda hem aktivizminiz hem üretiminiz artıyor. İstanbul’un aksine, şehir içinde bir yerden diğerine varmaya çalışırken zaman kaybetmiyoruz. Şehir beni motive ediyor çünkü diğer metropollere göre daha akışkan ve rahat bir temposu var. Yine İstanbul’dan farklı olarak, şehri nasıl kullanabileceğimize ilişkin tercih yapabiliyoruz. Rehavet meselesine buralardan da bakabiliriz; kişisel olarak, İzmir beni üretmeye teşvik ediyor.”
ve pratik çözümler sunuyor. Üretime geçmek, biraz da bulunduğunuz alanı, mekânı, semti, şehri tanımakla paralel gidiyor. Bu açıdan geri olduğunu düşünmekle beraber, şehri tanıdıkça, tarihine hâkim oldukça, üretimim artar diye düşünüyorum.”
81 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
arttı. İKPG ile birlikte kültür – sanat üreticilerine yakın olmanın, bana benzeyen ve benzer alanlarda çalışan insanlarla bir araya gelmenin zenginleştirici yanına tanık oldum ve bu halka giderek büyüdü. Kültür üreticilerinin birbirlerine vereceği destekle pek çok iş yapılabilir.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
82
İstanbul’da otururken, Manisa’ya gidip komün hayatı kurmayı yakın zamanlara kadar durum böyleydi. Son senelerde ağırlık, planlamış. Aradan bir asrı aşkın zaman geçtikten sonra Fey- yine bir başka merkeze, Kadıköy’e kaydı. İzmir’in önündeki en büyük bariyer, bana kalırsa da rehavet. Önemli olan bu bariza Hepçilingirler, 1980’de darbe olduğunda, ‘Ayvalık’tan bir yeri kaldırmaya teşebbüs etmek. Asıl, İstanbul’daki insanların ada alalım ve orada huzur içinde yaşayalım’, demişti. Bugün buraya bireysel bariyerlerini nasıl bırakıp gelebileceğini kokonuştuğumuz göç, bir kargaşanın içinden daha ‘iyi’ olduğu nuşmak lazım.” tahmin edilen bir başka kargaşanın içine doğru yapılmış bir hareket olarak görünüyor. Falanca yerli olmaktan doğan aidi- “Aslına bakarsanız, İstanbul kocaman bir İç Anadolu’dan ve yet duygusunu en fazla mutfakta hissedersiniz. Bence mutfak büyücek bir Karadeniz’den oluşuyor artık. Kafası açık, kültür dışında o yere ait olmanın kişiye yüklediği karakteristik bir şey sanat hayatıyla geçinen bir şehir değil. O yüzden İstanbul için yoktur. İzmirli ya da İstanbullu olmanın bir şey ifade ettiğini bir milyon kişi gayet makul bir rakam.” düşünmüyorum ama İzmir’in rehaveti meselesine katılıyorum.” “İzmirlilerin bir kısmı, İstanbul’dan gelenlerin beraberinde ge“İzmir, değişim geçirmesi gerektiğinin gayet farkında ama deği- tirebileceği bariyerlerden, acımasız rekabet alışkanlıklarından şim için ivmelenmeyi kolayca kabullenecek bir kent değil. Re- ve bu alışkanlıkların insan ilişkilerinde yarattığı tansiyonlarhavet, niyet edip harekete geçmenin de önünü kesiyor.” dan ciddi şekilde çekiniyor. Şehrin rekabetten uzak yaşam tarzının deforme olacağından korkuyorlar.” “Gelenler üretimi zorladığı takdirde, bir şeyler yapmaya çalıştığı sürece ve kültür - sanat endüstrisinin aktörleri şehre geldikçe “Her göç dalgası, şehrin kültürüne renk katar. Buraya göçen üretim hız kazanacaktır. Gelenlerin lejyoner ruhuyla davran- insanlar, İzmir’i seküler yaşam tarzı yüzünden tercih ediyor. İnsanlar nefes almak istiyor. Bu kafadaki insanlar İzmir’de bir ması gerekiyor.” araya geldikçe bir şeyler gelişir diye düşünüyorum. Sekiz yılda Forumun bu noktasında, düzenlediğimiz Modeller ve Strakendi adıma heyecan verici bir gelişme görmedim ama özelliktejiler adlı sunum serisi kapsamında ertesi gün İKPG bilele İstanbul’dan başlayan göç süreci beni heyecanlandırmaya şenlerine seslenecek konuğumuz, Emre Erbirer devreye başladı.” girdi: “İstanbul’dan bakınca, meseleyi çok farklı görmüyorum. Yedi sene boyunca Türkiye’nin kültür alanını tutan İstanbul Kül- Forumun bu aşamasında, katılımcıların şehre dair kurduğu hayalleri ve belirledikleri hedefleri konuşmaya başladık. tür Sanat Vakfı’nda çalıştım. Yaptığımız bir araştırma gösterdi Bu hayaller ve hedefler belirli bir bölgeye mi yönelikti, yokki ne yaparsak yapalım, İstanbul’da en fazla bir milyon bireye sa kentin bütününe mi ilişkindi? değebiliyoruz. Her sergide, konserde, oyunda aynı insanları görüyoruz. Görsel sanatların, plastik sanatların ve güncel “Yıllardır İzmir’in sanat üretmek için elverişli bir şehir olup sanatın kendine has bir kitlesi var gibi ama bundan emin de olmadığını, şehrin kültürel anlamda üretim şehri mi endüstri olamıyorsunuz. Dolayısıyla gerek etkinliklerin belli merkezle- şehri mi olması gerektiğini tartışıyoruz. Kanımca burası bir re toplanmış olması gerekse kültür izleyicisi sayısı açısından üretim merkezi haline gelmeli; kültürel endüstrileşme yaratİzmir’i farklı bir yerden bakarak değerlendiremiyorum. Kültür- mak adına İstanbul’a özenmemeliyiz. İzmir, kendine has örgütsanat hayatı uzun yıllar boyunca Beyoğlu’nu mesken tutmuştu; lenme modellerini ve üretim mekanizmalarını zamanla ortaya
çıkaracaktır diye düşünüyorum. Birden fazla kentsel çekirdeğe sahip olmak, İzmir’i ayağa kaldıracaktır. Çekirdek bölgeler ne kadar artarsa merkezileşme dağılacak, her bölge gerek kültür izleyicisi gerekse üreticisi açısından cazip hale gelecektir.”
“Şehre kesin dönüş yapan İzmirlileri tekrar hayata katmak kolay da yeni yerleşenleri mutlaka üretime dâhil etmek gerekiyor. Urla’ya ya da Seferihisar’a yeteri sayıda kültür – sanat mekânı açılmamış olmasının sebebi, mesafe… Buralarda yerleşik kitleyi ve hâtta yeni yerleşenleri ilgi sahibi yapmak lâzım. Bunu da empozisyon yapmadan, etkileşime geçerek başarmak şart görünüyor.”
sahipsizlik hissi var. Örneğin bu şehirden çıkan firmalar, büyüdükten sonra İstanbul’a göçüyor. Eğitimin ve insan kaynaklarının yeterince iyi yönetilemediğini düşünüyorum; yıllar boyunca İstanbul’a verilen göçün sebebi bu olabilir. İzmir, genç jenerasyona mensup bir kesime yetmiyor; o kesim illa İstanbul’u deneyimlemek istiyor. Kültür sanat alanında yapılan işlerin yeterince duyurulamaması, görünür olmaması şehri sönük gösteriyor. Yine şehrin ve çevresinin barındırdığı arkeolojik potansiyel, yeterince değerlendirilmiyor. Buna karşın, ‘bisiklet şehri’ kimliğinin halkın her kesimince benimsenmiş olması gibi gelişmeleri büyük bir artı olarak yazabiliriz.”
“On dört yıl önce Danimarka’ya turneye gitmiştik. Etrafımda“Benim çalıştığım firma, İstanbul’daki diğer yayınevlerini örkilere yakınlarda oyun izleyebileceğim bir tiyatro olup olmanek almak yerine, kendi modellediği üretim yapısını uyguluyor. dığını sordum ve onlar da olmadığını söyledi. Aradan bir kaç Eğitim ve kültür alanında hizmet veren dört farklı markamız gün geçti, şehri gezmeye başlar başlamaz tiyatroya rastladım. var. Vereceğimiz ilanın tasarımından, çevirmenlerimizle yapaYerleşik Türkler, tiyatronun orada olduğunu görmemiş bile. İki cağımız sözleşmelere kadar, kendi üretim modellerimize uygun yıl önce, İstanbul’da tiyatrocu arkadaşlarımla konuşuyorduk. şekilde çalışıyoruz. Şimdi görüyoruz ki İstanbul bizi tanıdıkça, İzmir’de tiyatro yapılamayacağını İstanbul’da ise tiyatro yapnasıl bir üretim modeli kurduğumuzu, bu modeli nasıl planmaya zaman olmadığını söylediler. Belki ‘merkez Alsancak’ layıp çalıştırdığımızı merak eder oldu. İzmir’de üretim yapan demekten vaz geçerek, İzmir’i İstanbul ya da Eskişehir ile karkişilerin ve kurumların kendi üretim modellerini yaratmasının şılaştırmayarak kendi başına ele alıp, buraya özgü bir işletme çok önemli olduğuna inanıyorum.” modelini benimsemeliyiz. Bir şehir ki bu kadar yaratıcı beyin ve nitelikli izleyici göçü alıyor, bundan daha iyi bir avantaj var “İstanbul, her bakımdan Türkiye’nin bir özeti; şehirde yerleşik her birey ve toplum, kendi kültürlerini diğer toplumlara birebir mıdır bilmiyorum…” yansıtarak yaşıyor. Dolayısıyla kültür madenciliği yapmaya “İzmir’in üretim noktası olması fikri, bana heyecan veriyor. gerek kalmıyor. Buna karşın, İzmir’de yaşayıp üretiyorsanız, Umarım ilerleyen dönemlerde biz İstanbul’a öykünmeyiz de farklı kesimlere hitap edebilmek ve onlara özgü dinamikleİstanbul bize öykünür.” ri anlayabilmek için kültür madenciliği yapmanız gerekiyor. Sıra şehirden beklentileri ve dahası, insan ölçeğinin sını- Örneğin, Levanten mutfağı hakkında çalışma yapacaksanız, rında duran İzmir’in nüfusu artmaya devam ederse yaşa- şehrin ilgili bölgelerini dolaşarak, kimi ailelerle görüşerek çalışmanız lâzım. Kültür - sanat tüketicisiyseniz yine aynı durum mın nereye doğru gideceğini konuşmaya geldi: “İzmir’de bir
83 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“Kültür ve sanat üzerine konuşurken, ‘şehirler için insan ölçeği’ kavramını atlıyoruz. İnsan ölçeği, çalıştığınız yerin, yaşadığınız yerin ve sosyalleştiğiniz yerlerin ne kadar ulaşılabilir konumda olduğuna dair bir kavramdır. İstanbul, bu anlamda insan ölçeğini çoktan aşmış bir şehir. Doğan Kuban, son röportajında, ‘İstanbul artık planlanabilirliğin de ötesine geçti’ diyor. Gidişat, şehir planlama biliminin müdahale edebileceği noktayı da aşmış durumda. İzmir ise şimdilik ölçeğin sınırında duruyor. Doğuya doğru genişleyemiyor çünkü yapılaşma engeli ve dağlar var; şehrin sınırı dar. Batıda deniz, körfez hattı var. Şehir sadece kuzey- güney aksında genişleyebilir ki öyle ilerliyor. Dört yöne doğru yatay bir şekilde genişleyerek periferisindeki yerleşim merkezlerini yutan İstanbul’un aksine, dikey genişlemek, İzmir’in avantajına olabilir.”
PLA+FORUM
“Halen görev yaptığım okulda İstanbul’dan göçmüş bir öğrenci var. Bazı öğrenciler, okulda gerçekleştirdiğimiz ‘Yaşanacak Şehir’ adlı atölyenin isminden tedirgin oldu. ‘Biz burada böyle mutluyuz, daha fazla insan gelmesin’ diyorlar. Bence İzmir’i desteklemek adına, eğitim sektöründen yola çıkmak gerekiyor. Biz çocukları sanat faaliyetlerinde buluşturalım ki alternatifleri, bağımsız şekilde sanat üretebilecekleri alanların var olduğunu görsünler. Kültür ve sanata ulaşımın zor olduğu algısını kırmak gerekiyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
84
PLA+FORUM
“İzmir, İstanbul’dan kente göçenleri tehdit olarak görüyor; bu doğru bir tespit. Tehdit olarak görüyor çünkü İzmir’de büyük bir tembellik hali var. Şehir dışından gelen birçok firmanın veya yaratıcı bireylerin İzmir’deki rakiplerine, muadillerine tehdit oluşturduğu rahatça söylenebilir ama daha farklı bir yerden bakmak faydalı olmaz mı? Rakiplerinle etkileşim halinde olmak seni geliştirmez mi, daha yaratıcı kılmaz mı? Yapamadığımız ne var diye birbirimize sorduğumuzda, kendimizi şehirden yeteri miktarda nitelikli işin çıkmadığını konuşurken buluyoruz. İzmir’in, İzmir insanının bu tembelliği hak etmediği açık…” “Arkeolojide şöyle bir kural vardır: ‘Bakamayacaksan, koruyamayacaksan çıkartma!’ Haklı bir kuraldır çünkü veriler ve buluntular olduğu gibi kalırsa daha iyi korunacaktır. O yüzden gün içerisinde nüfusu yirmi iki milyona çıkabilen bir Marmara metropolüyle dört buçuk milyonluk bir Ege şehrini karşılaştırmak çok yanlış. Evet; İzmir tembel bir şehir ama zaten en başından beri sayfiye modunda yaşıyormuş; onu unutmayalım.” Bu noktada, Emre Erbirer katkısını sundu: “Kültür Ltd sitesi olarak, Türkiye odaklı çalışıyoruz ve ülkenin her noktasından
85 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
“İstanbul ve İzmir arasındaki kıyaslamaya ve ‘burada çok fazla şey yapılmıyor’ ezberine, tembelliğe veya disiplinsizliğe takılıp kalırsak, hiçbir şey üretemeyiz. İzmir, benim gibi yeni yerlegeçerli; daha önce uğramadığınız bir bölgeye adeta turist gibi şenler için bembeyaz bir sayfa ve kültürel olarak çok zengin. gidiyorsunuz. Etkinliklerin görünür olmadığına ben de katılı- İstanbul ise tamamen tüketim toplumuna dönüşmüş vaziyette. yorum, İzmir’de baktığınız her yerde afiş göremiyorsunuz ama Ne yapabiliriz, ne tür projelerle bir arada iş yapabiliriz, kentin İstanbul’da durum farklı; sokaklara bakarak kentte olup biten kültürel ve sanatsal dokusunu nasıl zenginleştirebiliriz, ona aktiviteleri hızla öğrenebiliyorsunuz. Meselâ Asmalımescit’te- bakalım.” ki bütün mekânların kültür sanat etkinlikleri bir duvarda görünüyor. Buradaysa tek tip bir kültür var, yaratıcılığı tahrik etmi- Verimli üç saat geçirdik, iyi bir hatıra ürettik. Sorunlarla beraber, çözüm önerilerini konuştuk. Bu karşılaşmalarımızın yor. Yaratıcılığın temelinde problem çözme vardır. İstanbul’da verimli birlikteliklere, ortak çalışmalara zemin oluşturmasıproblem çok olunca çözüm üretmeye yönelik tetikleyici unsurnı dileyerek ayrıldık. lar çoğalıyor.”
PLA+FORUM
kültürel haberlere, duyurulara yer veriyoruz. İki seneyi doldurduğumuzda bir araştırma yapmaya karar verdik ve en sık hangi illerden basın bülteni aldığımıza, haber girdiğimize baktık. Geçen yıl Diyarbakır, İstanbul’dan sonra ikinci sıradaydı. Eminim bu sene İzmir ikinciliğe oynuyor. İKPG’nin yayınladığı yıllığa bakarken fark ettim ki adı geçen isimlerin birçoğunu tanıyorum. Demek ki iletişim problemini karşılıklı olarak yaşıyoruz. Bu gibi forumlar çok önemli; sorunları ve dezavantajları dile getirip durmaktansa çözümleri konuşmak ve belli bir metodoloji izlemek gerekli.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
86
PLA+FORUM
BİLEŞENLER
BİLEŞENLER
AKUSPAKUS
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
88
! akuspakusband Grup, Berkcan Şimşek (davul), Zümrüt Şahin (vokal), Metehan Erdoğan (elektro gitar) ve Aykut Çerezcioğlu’ndan (bas gitar) oluşuyor. Hepimizin farklı meslekleri var: Zümrüt mimarlık yapıyor, Metehan müzik bilimleri bölümünde öğrenci, Berkcan profesyonel müzisyen, ben müzik bilimleri bölümünde öğretim üyesiyim. 2014 yılından beri farklı formatlarda, çeşitli mekânlarda çalmaya devam ediyoruz. Grubu topladığımızda, akustik müzik çalmayı hedefliyorduk ama bir süre sonra büyük sahnelerde, festivallerde çalmaya başlayınca, elektrikli formata geçtik. Son iki yıldır kendi şarkılarımızı yapmaya başladık. Şimdilik beş bestemiz var; hâtta birini kaydettik. Bizim için çok mühim bir hikâyeyi anlatan “Hayalet Şarkı”yı bütün dijital mecralardan dinleyebilirsiniz. Diğer şarkıların kayıtlarıysa devam ediyor.
İzmir’de ve diğer şehirlerde grup kuran, müzik yapanlar, sanki yaptıkları müziğin türü ve grupları biricikmiş gibi caka satıyor ama biz o aşamaya bir türlü geçemedik. Sürekli öğrenmeye, kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Meselâ Metehan, hâlâ caz armonisi üzerine ders almaya devam ediyor, Mertcan aynı şekilde caz ve davul dersi alıyor. Ben bıkmadan bas gitar çalışıyorum. Zümrüt piyano dersi alıyor, bir şeyleri geliştirmeye çalışıyor. Çaldığımız yan gruplar ve uğraştığımız projeler de gelişimimize katkı sunuyor. Metehan ile Mertcan’ın bir rock grubu var. Ben bir süredir farklı gruplarla denemeler yapıyorum. Zümrüt, bizden ayrı olarak kendi şarkılarını yazıyor ve kaydediyor. Performanslara devam ediyoruz; bizi Kepler Social Club ve Tato’da izleyebilirsiniz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
89
BİLEŞENLER
Alpin Arda Bağcık
BİLEŞENLER
alpinardabagcik@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
90
1988, İzmir doğumluyum. 2007’de Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne girdim. Resime ve sanata bakışım, 2010 - 2011 yıllarında olgunlaşmaya başladı. O zamandan itibaren resim, çizim ve fotoğraflarımla güncel sanat hareketleri içerisinde yer almaya çalışıyorum. 2011’de başlayan süreç boyunca çalışmalarımın merkezine klinik şizofreniyi koymuşken, 2013 itibariyle Gezi olaylarıyla birlikte dönüşen toplumsal atmosfer üzerine yoğunlaşmaya karar verdim ve sosyo-politik düzlemde şizofreniyi çalışmaya başladım. O dönem ele almaya çalıştığım görüntü, gaz maskesinin gerçeklik üzerindeki dönüşümünü görmek, göstermek üzerineydi ama tahmin edeceğiniz üzere, Gezi Parkı olayları bu maskenin ifade ettiği anlamı hepimizin gözünde kalıcı biçimde dönüşüme uğrattı. 2011 yılında 15. Avrupalı ve Akdenizli Genç Sanatçılar Bienali’ne katıldım. Bu vesileyle Selim Birsel, Erdağ Aksel ve Aslı Çetinkaya ile tanışma ve çalışmalarım hakkında onlardan kritik alma şansına eriştim. Sonrasında, Aslı Çetinkaya eş-küratörlüğünde düzenlenen Sinopale4 Bienali’nden davet aldım. 2014’te, belki bir kısmınızın da görmüş olabileceği, Sasa Nabergoj’un küratörlüğünü üstlendiği Portizmir3 Trienali’ne katıldım. 2013 yılında, Zilberman Galeri’nin düzenlediği “GYF” sergisinde Moiz Zilberman ve Burçak Bingöl ile tanıştım. Bu tanışıklık, temsilimi yaklaşık bir
buçuk yıl sonrasında bu galeriye vermemle sonuçlandı ki ilişkimiz sürüyor. 2015 yılında, İstanbul’da ilk kişisel sergimi, “Ambivalans”ı açtım. Bu sergide medyanın ve tarihin sunduğu fotoğraf arşivinin gerçekliğiyle bu arşivin temsilleri üzerine çalıştım. “Arşiv, gerçekliği nasıl yansıtır”; “oluş, kavramı yaratılabilir mi” benzeri soruları tartışmaya açtığım bir sergiydi. Yöntemsel olarak arşiv gerçekliği üzerine ilerlediğim için, arşivlerden elde ettiğim fotoğrafların üzerindeki bilgiyle gerçekliğin nasıl sorgulanabileceğine baktım. 2016’da Berlin’de devam ettiğim iki aylık rezidans programı boyunca mobil üretimler gerçekleştirmeyi, stüdyoda kapalı kalıp üretmeye tercih ettim. Bu iki aylık süreç, bir açık stüdyo etkinliğiyle nihayetlendi. 2017 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Bölümü’nde yüksek lisansa başladım. Aynı yılın kasım ayında, Zilberman Galeri’deki ikinci kişisel sergimi, “Kırmızı Reçete”yi açtım. Bu kez, bilginin bozulabilirliği ve hakikat – sonrası (post - truth) kavramlarını merkeze koydum. Son dönemdeki çalışmalarımın klinik şizofreniden tamamen çıkıp sosyo-politik bir düzleme oturduğunu söyleyebilirim. Halen, Berlin’de gerçekleşecek üçüncü kişisel sergime hazırlanıyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
91
BİLEŞENLER
ARTIMPROJECTS Duygu Serin
www.artimprojects.com
BİLEŞENLER
Artimprojects’in kurucusuyum; tasarımcı ve oyuncuyum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde grafik tasarım okudum; ardından Haliç Üniversitesi’nde oyunculuk üzerine master yaptım. Aslında İzmirliyim ama on iki yıldır İstanbul, İzmir, Amerika arasında gidip gelen bir hayatım var. İzmir’de yaratıcı bireylerle buluşmaktan zevk alabileceğim, insanların çekinmeden üretebileceği bir alan yaratmaya karar verince, Artimprojects’in hikâyesi başlamış oldu.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
92
Neler yaptığımızı başlıklar halinde anlatmaya çalışacağım: Alanında uzmanlar tarafından tasarlanan ve düzenlenen ücretsiz atölyelerimiz, katılımcıların çekinmeden gelip çalışabileceği, bilgiyi karşılıklı olarak paylaşabileceği bir ortam yaratıyor. İstediğiniz zaman mekâna gelip, kahvenizi alıp, süregiden bir atölyeye katılabilirsiniz. Açık atölye formatını çok önemsiyorum; insanlar katıldığı atölyede özgürce üretsin istiyorum. Bir nevi, ileri dönüşüm kavramından yola çıktım; böylece sürekli almak yerine geri de verebilelim. Bu yaklaşım doğrultusunda, Çöpdelisi ile “upcylcling” üzerine çeşitli etkinlikler düzenledik. En sonunda kapsamı genişletmeye karar verip, “Almanya’da şöyle bir büro var bu konuyla ilgilenen, şurada da şu var; bu yapılarla neler yapabiliriz” sorusunu sormaya kadar götürdük işi. En yüksek ilgiyi “Tuval Boyama” ve “Nasıl Çizilir?” başlıklı atölyelerimiz görüyor. Artimprojects olarak, Joseph Beuys’un “herkes sanatçı olabilir” sözünü mottomuz olarak belirledik. İzmir’de insanlar, gözlemlediğim kadarıyla sanatla ilgili konuları tartışırken kendini kapatıyor. Birbirimizi bile anlamıyoruz ama anlıyormuş gibi davranıyoruz ya da başkalarının bizi anlamasını istemiyoruz. Bir iletişim eksikliği var. O yüzden her bireyin korkmadan fikrini, görüşünü açıklayabileceği, mekâna gelip “ben böyle bir sanat ürünü, üretimi gerçekleştiriyorum” diyerek katkı sunabileceği bir yer olsun istedik. Bence insanın kendisi, başlı başına bir sanat ürünü; o yüzden her türlü üretimi ve ürünü ayrım yapmadan eser mertebesine koyuyorum. Çizim atölyelerine yüklenmemizin yegâne sebebi budur. En çok zevk aldığım, katılımcıların inanılmaz işler çıkardığı suluboya illüstrasyon atölyemiz de aynı yaklaşımla ilerliyor: İnsanlar istediği şeyi istediği gibi deniyor, deneyimliyor. Hülya Adak’ın “İşte Böyle Güzelim” kitabında yer alan, kadınların cinsellik hikâyelerini sahneye taşıyan bir okuma tiyatrosu etkinliği düzenledik. Bu deneyim benim için çok kıymetliydi çünkü kitabın İstanbul’da düzenlenen okumalarını ayıla bayıla izlemiş, formatı İzmir’e taşımayı çok istemiştim. Sağ olsun hem yazarı izin verdi hem de Selen Çatalyürekli, etkinliği yönetmek üzere ta
İstanbul’dan kalkıp geldi. Zaman zaman seminerler de düzenliyoruz. “Yunus Balık Değildir” başlıklı seminer sayesinde denizler hakkında bilmediğimiz bir sürü şey öğrendik. En popüler etkinliğimizse, İngilizce konuşma geceleri… Sezmiş olacağınız üzere, birçok etkinlik kendimle ilintili aslında. Meselâ İngilizceyi çok zor öğrendiğim için, çoğunluğun aynı zorluktan muzdarip olduğunu fark edince, bu seriyi düzenlemeye karar verdim. Dili bir şekilde öğreniyorsun ama konuşmaya bir yerden başlamak, ilk adımı atmak lâzım. Bu seriyi tasarlarken, aynı zamanda ekip üyemiz olarak çalışan Ahmetcan Hızlı’dan büyük destek aldım. İngilizce konuşma gecelerine bu dil hakkında hiçbir şey bilmeyenler de katılabiliyor; seviye meselesini önemli görmüyoruz. Önemli olan, o ilk adımı atmaya cesaretlenmek. İnanılmaz kalabalık geçiyor, çok şaşkın ve mutluyum katılımın yüksekliğinden dolayı. İzmir’e döndüğümde ilgimi çekecek bir üretim ağının olmadığına ya da yapılabileceklere dair ilginin az olduğuna kanaat getirmiştim. Ayrıca bu şehre göçüp benimle aynı hissiyatı paylaşan çok sayıda insan olduğunu gördüm. Bitmek bilmeyen bir akım var; İzmir’e doğru akan. Buradan yola çıkarak, İstanbul başta olmak üzere, farklı şehirlerden İzmir’e yerleşenleri buluşturacağımız bir toplantı serisi düzenlemeye karar verdim. Seri, halen devam ediyor; bugüne dek çok güzel insanları hayatıma kattım. İstanbul’dan bu civarlara yerleşmiş herkesi buluşmalarımıza bekleriz. Bir de ekipçe katıldığımız uluslararası performans projesi var. Bu proje kapsamında, farklı başlıklar altında, benzer dokuda yaşanan acılara dair tanıklık hikâyeleri toplandı; katılan sanatçılar, bu hikâyeler üzerinden performans üretti. Ben de New York’ta, elli kişinin hayatını kaybettiği Orlando Katliamı’na ait hikâyeyi oynadım. Güzel bir deneyimdi benim için. Artık etkinliklere katılamıyorum çünkü Washington’a taşındım ama içim gidiyor. Düzenlemek istediğiniz bir etkinliğiniz varsa gelin, ekibimizle görüşün. Kapımız herkese açık, yeter ki merakımız ve heyecanımız canlı kalsın.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
93
BİLEŞENLER
Atay Gergin
www.ataygergin.com
BİLEŞENLER
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nde akademisyenim. Büyürken ailemin, akrabalarımın ve özellikle bazı yakınlarımın desteğiyle birçok sanatsal çalışmaya tanıklık veya ortaklık etme şansına sahip olmuş insanlardan biriyim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
94
GSF’deki öğrenciliğime her ne kadar 1994 yılında başlamış olsam da sanat üzerine eğitim almaya daha çocukken karar vermiştim. Buna karşın, hangi konuda ve disiplinde eğitim almak veya çalışmak istediğimi bilmiyordum. Tabiri caizse, “ilk gençliğinde sanat sepetle ilişki kurmuş” birçok birey gibi ben de çizerek başladım yolculuğuma. Fakat yalnızca çizmek, iki boyutta üretmek yetmeyince, üç boyutlu üretimler yapmaya başladım. Malzeme sıkıntısı, beni en kolay ulaşabildiğim üretim aracına, yani kâğıda yönlendirdi. Birçok malzemeye kolayca ulaşabilseniz bile, o malzemeleri şekillendirecek teknik gereçleriniz ve rahatça çalışabileceğiniz bir atölye ortamınız yoksa şekillendirme ve uygulama aşaması, büyük problem yaratır. Kâğıt ve karton, her dönemimde en kolay ulaşabildiğim, şekillendirebildiğim ve kendimi hâkim hissettiğim malzemeler olageldi. Sanat üretimi yolculuğumda, bu iki temel malzemeyle kurduğum vefalı ilişkiyi sürdürmeye devam ediyorum. Zamanla sinemada set tasarımına merak salınca sanat yönetmenliği üzerine eğitim almaya yeltendim fakat o dönemde yaptığım araştırmaların sonucunda, ülkemizde bu alana özel eğitim veren bir kurumun olmadığını gördüm. Bugün itibariyle bazı özel üniversitelerde alana dair, ismi afili birtakım dersler var ama bilhassa sanat yönetmenliği ve set tasarımına yönelik eğitim veren bir kurum hâlâ yok. Dolayısıyla beklentilerime en yakın düşecek eğitimi Tiyatro Sahne Tasarımı bölümünde alacağıma kanaat getirip, Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı sınavlarına girdim. Hocalarıma ilk söylediğim cümle, “ben tiyatro sevmem” oldu. Bu cümle, haliyle soğuk rüzgârlar estirdi, görüntüyü dondurdu; adeta Western filmlerdeki gibi çalılar yuvarlandı ortamda çünkü çocukluğumdan o yaşa kadar Devlet Tiyatrolar’ında, Devlet Opera Balesi’nde izlediğim örnekler, beni tiyatrodan soğutmuştu. Doğal olarak, eğitimimin başında bir süre bocaladım. Sonra enteresan bir şey oldu: Belki biraz klişe tınlayacak, biliyorum ama tiyatronun zenginliği veya büyüsü girdi bir yerden içeri diyelim. Sonrasında bu alanda çalışmaktan ve üretmekten büyük keyif alır hale geldim. Sinemada sanat yönetmenliği yapmaya dair tutkumda bir eksilme olmadı; fırsat buldukça işe bir yerinden bulaşmaya çalışıyorum ya da yaptığım çalışmaları bu alanla bağlantılı hale getirmeye gayret ediyorum ama bu kimlikle o işi yapıyor olmak, şimdilik daha çok keyif veriyor bana. Sözün özü, tiyatroda sahne tasarımı maceram böyle başladı.
Mezun olduktan sonra, bir süre İstanbul’da sinema - TV setlerinde ışık şefi olarak çalışan abimin yanında takıldım; piyasa denen şeyin nasıl bir şey olduğunu anlayınca İzmir’e döndüm. Akabinde, 2004 gibi üniversiteden çok sevdiğim bir hocam, akademisyen ihtiyacından bahsetti. Halen devam etmekte olan akademisyenlik maceram böylece başladı. O süreçte üzerinde çalıştığım master projesi, “Sahne Tasarımında Işıklama Tasarımı ve Işıklama Tasarımının Sinematografik Bağlamda Sahne Üzerindeki Etkisi” başlığını taşıyordu. Ardından, doktora süreci için araştırma yapmaya başladığım sırada, okulumuzun kuruluşundan beri düzenlenen 27 Mart Tiyatro Haftası etkinlikleri kapsamında, Peter Turrini’nin “Verimsizler” adlı oyununa çalışmaya başladık ki bu oyun, benim için bir yenilik kapısı açtı. Yüksek lisans tezimde çalıştığım ışıklama yöntemlerini kullanarak, maketler üzerinde ışık deneyleri yapmaya başladım. Bu deneyler, doktora konum olan “Sahne Sanatlarında Dijital Dekor Uygulamaları Ve Bu Uygulamaların Anlatım Olanakları” alanına dalmama sebep oldu. Buradan, çocukluğumdan beri oyuncaklı bir şeyler yapma dürtüsüyle ilgilendiğim maket yapma uğraşıma geçmek istiyorum. Tiyatro, “-mış” gibi yaparken kulis perdeleri arkasındaki koşuşturmaları ve türlü dekor hilesini saklayıp, bir hikâye anlatmaya çalışır. Arkadaşlarım çok güzel söyledi; “seyirci duyuyor ve görüyor”. Yani seyirci, aslında kandırıldığının farkındadır ve bu kanma olayına gönüllüdür. “Neden her şeyi gizlemeye çalışıyoruz” sorusuna cevap aramayı hiç bırakmadığım için sahneyi her zaman bir maket veya heykel gibi ele aldım. Heykeltıraş, atölyesinde çalışırken üzerine çalıştığı heykeli göstermekten beis duymaz ya, “sahnede çalışırken dekorun teknik etmenlerini, sahnenin gerisini ve oyuncunun arkadaki koşturmasını neden göstermeyeyim” dedim. “Zevkle kurguladığım o oyuncaklı yapıdan neden seyirci de keyif almasın ki” diye düşündüm. O yüzden, sahne tasarımı yaparken genellikle fon ve kulis perdelerini ortadan kaldırmaya çalışırım. Işıklarla spotlar açıktadır ve herkes bir şekilde her şeyi görür hale gelir çünkü olay, biraz önce de bahsedildiği üzere, seyirciyi kandırmak değildir. Amaç, seyirciyi o anın, durumun atmosferine inandırmaktır. Seyirci, zaten ortada “-mış” gibi yapılan bir şeyin döndüğünün farkındadır. Kâğıtla, kartonla ve türlü malzemelerle ürettiğim oyuncaklı nesnelerin oluşturduğu maket dünyası, sahne tasarımcısı kimliğimde hiçbir zaman peşimi bırakmadıysa sebebi bu bakışa sadık kalmaktır. Bu şekilde tasarım yapmaktan her zaman büyük keyif aldım. “Verimsizler” oyunu, bir çelik fabrikasında geçiyordu. Banliyöde bir ev, evin tren yoluna bakan penceresinden sızan ışık… Banliyö treni geçerken o ışık titriyor ve duvarda bir sarsıntı hissediyoruz... Kahramanımız, oyunun finalinde çelik kazanına atlayıp intihar
atmosferler yaratabiliyoruz. Şimdilerde, bu meseleyi bilimsel zemine taşımaya çalışıyorum ama maket algısını hiçbir şekilde kaybetmemeye çalışıyorum.
BİLEŞENLER
Hızlıca heykel maceramdan bahsedeyim: Kâğıtla ilişkili ilk figüratif işlerim, tekniği keşfetme aşamasında bana çok yardımcı oldu. Bu eserlerden ikisi, Ege Üniversitesi Kâğıt Sanatları Müzesi’nde sergileniyor. Asıl macera sonra başladı: “Kendimi nasıl ifade etmek istiyorum? Paylaşmak, anlatmak istediğim şey ne” gibi sorularla haşır neşirken, “Nature-morte” adını verdiğim ilk kişisel sergimi oluşturan seriyi ortaya çıkardım. Seri, kâğıt başta olmak üzere, ahşap, taş, cam, ayna gibi organik malzemeleri ilişkilendirerek kurguladığım eserleri içerirken ölüm - yaşam - doğa üçgeninde kurmaya çalıştığım evreni yansıtıyordu. Maceralar bu şekilde devam ediyor…
95 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
ediyordu ve yönetmen, bunu açıkça göstermek istedi. O sıralarda doktora çalışmasına yeni başlamıştım ve sinematografik anlatım takıntılarımdan yola çıkarak şöyle sorular soruyordum kendime: “Kütlesel dekorlar, büyük konstrüksiyonlar kullanmak yerine, tasarımı sinematografik anlatıma uygun şekilde, akışkan bir dille nasıl yansıtabilirim?”. Tam da bu süreçte, bir arkadaşımın tesadüfen gönderdiği Youtube görüntüsünü izledikten sonra, soruma cevap olabilecek bir yöntemi keşfettim: “3D Mapping Projection” diye bir gösteri teknolojisi var. Bu teknolojiyi, özetle estetik bir dijital anlatım yöntemi olarak tanımlayabilirim. Üç boyutlu modellenmiş ve anime edilmiş görüntüler, üç boyutlu yüzeylere projeksiyon makineleri yardımıyla yansıtılıyor. Böylece, üç boyutlu bir illüzyon yaratılıyor. Bu tekniği sahnede uyguladığımızda, dekor değişimini inanılmaz bir süratle çözmüş oluyoruz. Üstelik akışkan bir dekor elde edebiliyoruz ve dramatik aksiyona destek olacak, bambaşka
Başak Beykoz
BİLEŞENLER
" espigaaa ! basakbykz
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
96
Doğuştan gelen göz problemlerim, irili ufaklı hikâyelerden oluşan hayatıma eşlik etmeye devam ediyor. Okumayı öğrenebileceğim şüpheliyken, önde gelen okulları kazanıp yüksek lisans seviyesine dek ilerledim. Buna ek olarak, küçüklüğümden beri kitap kurduydum. Anlayacağınız üzere, hep gözüme zarar ziyan verecek uğraşlar seçmişim. Keza resim, elim kalem tuttuğundan bu yana kendimi en iyi ifade ettiğim alandı. Resimle arkadaşlığımı üniversiteden mezun olana dek sürdürdüm. Kampüs, bu tür uğraşlara sağlanan olanaklar açısından çok zengindi; kulüpler, amatör üstü bir performans sergiliyordu. Renkli ve besleyici bir döneme denk gelmiştik. O süreçte, Güzel Sanatlar Kulübü başkanlığı yaptım.
sorunları nedeniyle bir süreliğine raporluydu. Aslında stajyer olmam gerekirken asli muhabirlik bana kaldı. Bu kısacık süren görev, benim için çok eğitici oldu; edindiğim deneyimler, sonraki yıllarda yaptığım çalışmalara büyük katkılar sağladı. Yeri gelmişken, George Orwell’in “gazetecilik birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir” sözünü hatırlatmak isterim. Zira kültür sanat yayıncılığı, yanlış bir şekilde halkla ilişkiler klasmanında değerlendiriliyor. Tam tersine; çok hassas bir zeminde, adeta bulutun üstünde yürürmüşçesine ilerlemeniz gerekiyor ve sınırları görünmez bir alanda çalıştığınız için, ekstra özen ve sağlam duruş istiyor.
Okur yanımdan ve resim merakımdan, gezginlik hikâyelerimle sivil toplum deneyimlerime geçeyim: Kanarya Adaları’nda bir öğrenci kampındaki seramik atölyesine katılmak üzere başlayan gezginliğim, yaklaşık yirmi ülkeye çıktığım içerik ve etkinlik odaklı seyahatlerle devam etti. Kenya, Japonya, Brezilya, Singapur, Avusturalya, Mısır bu ülkelerden bazıları… Fırsat buldukça, yurt içinde ve dışında keşif seyahatlerine çıkıyorum.
Kurumsal kariyerime son verdikten sonra, basılı ve internetten yayın yapan çeşitli platformlara kitap eleştirileri, kültür sanat yazıları hazırladım; söyleşiler yaptım. Çocukluktan beri süregiden edebiyata ilgim, böylece farklı bir boyut kazandı. Kurgu alanında daha çıraklık seviyesindeyim. Birkaç öyküm yayımlandı ama öykücülük, ustalaşmak için çok geniş bir alan.
Özel sektörde çalıştığım on yıl boyunca gönüllülük ve sivil toplum çalışmalarıma ara vermeden devam ettim. National Geographic kâşifi Çağan Şekercioğlu’nun öncülük ettiği çevrimiçi bir eko turizm projesinde iki yıl boyunca gönüllü olarak çalıştım; dokümantasyon, çeviri ihtiyaçlarını karşıladım. Bu vesileyle dünya çapında bilim insanlarına, ornitologlara mihmandarlık yaptım. Son olarak, İzmir’de kurulan, Avrupa Parlamentosu’nun Yaya Hakları Bildirgesi’ni esas alan ve kent yaşantısının yaya öncelikli olarak düzenlenmesini hedefleyen Yaya Derneği’ne destek veriyorum. Derneğin web sayfasını ve sosyal medya hesaplarını inceleyin; sizi de aramızda gönüllü veya destekçi olarak görmekten mutluluk duyarız. Yazı dünyasıyla temasım, yüksek lisanstan sonra, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’ndan aldığım burslu gazetecilik eğitimi sayesinde başladı. Kısa adı UM:AG olan vakıf, bursu yılda sadece beş kişiye veriyor ve çok ciddi bir eleme süreci yürütüyor. Bir yıla yakın eğitimin sonunda, performansınıza ve bitirme dosyanıza bakıyorlar; başarılı bulmuşlarsa mezun oluyorsunuz. Mezuniyetimi takiben, Sedat Ergin’in Ankara temsilcisi, Faruk Bildirici’nin haber müdürü olduğu dönemde, Hürriyet Gazetesi’nin Ankara ofisinde eğitim muhabirliği yaptım. O dönemki muhabir, sağlık
Radyo, beşikten beri arkadaşımdı; radyoculuk da nicedir girişmek istediğim alanlar arasındaydı. Geçen yıl kapanmadan önce, çevrimiçi radyosunu test yayınına geçiren İro Café’den gelen talep üzerine, “Lokma” adını koyduğum bir program tasarladım. İki demosunu hazır ettiğim program, şimdilik radyosunu bekliyor. Adını İzmir lokmasından alıyor olsa da yaptığı çağrışımın aksine yemeği veya mutfağı konu almıyor. Konu yemeğe gelmişken, sanat atölyesi muamelesi yaptığım mutfağım, benim konfor alanım. Buzdolabını açıp elde olan malzemeyle ne yapabilirim diye bakıyorum. İsraf etmeden, malzemelerin sapından çöpünden doğaçlama tarifler üretiyorum. Çokça seyahat ettiğimden, dünya mutfaklarından esinleniyorum. Radyo ve yemek merakımı paylaştığım Sarp Keskiner ile sohbetlerimizde mutfağa, malzemeye yaklaşımımızın benzer olduğunu fark edince, tezgâh başına geçmeye karar verdik ve Ayşegül Utku Günaydın’ı aramıza alarak 3+üç isimli bir diyalog serisi tasarladık. Üçümüz ayda bir gün mutfağa kapanıyoruz; donattığımız sofrada farklı alanlardan gelen üç konuğu ağırlıyoruz. Uzun vadede podcast veya radyo programı olarak değerlendirmeyi düşündüğümüz sohbet kayıtlarını, önümüzdeki yıl sosyal medyadan paylaşmaya başlayacağız.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
97
BİLEŞENLER
BÜYÜK SİYAH KAPI Hamdi Atay - Merve Güçlütürk - Esin İlmen
BİLEŞENLER
buyuksiyahkapi@gmail.com ! buyuksiyahkapi " buyuksiyahkapi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
98
Hamdi Atay: 1993, Gaziantep doğumluyum. 2011’de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde eğitime başlayıp, 2015 yılında mezun oldum. Yüksek lisansımı aynı okul ve bölümde yapmaya devam ediyorum.
gelmesin diye hanın ikinci katına büyük siyah bir kapı yaptırmış.
Merve Güçlütürk: 1993, İzmir doğumluyum. 2013’de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğaraf Bölümü’ne başladım. Öğrenciliğime devam ediyorum.
çalışmaya başladık. Üçümüz yıllardır fotoğraf çekiyorduk fakat o
Esin İlmen: 1992, İzmir doğumluyum. 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ne başladım ve 2017’de mezun oldum.
dair belirsizlikleri aştıktan sonra projeyi ortaya çıkardık. Süreci ko-
Her ne kadar lisans döneminden arkadaş olsak da 2018 başlarında şans eseri tekrar bir araya geldiğimizde fark ettik ki üçümüz de kendine ait bir oda açmanın hayâlini kuruyormuşuz. Darağaç benzeri kolektif yapıların cesaretlendirmesiyle harekete geçtik ve uzunca süren mekân arayışının sonucunda, unutulmaya yüz tuttuğu için depo olarak kullanılan iki katlı Çerçioğlu Hanı’nda Büyük Siyah Kapı’yı açtık. Bu mekânı hayata geçirirken başlıca amacımız, proje üretebileceğimiz, fotoğraf pratiklerimizi geliştirebileceğimiz, kendimize ve sanatçı dostlarımıza alan açabileceğimiz, sakin bir üsse sahip olmaktı.
döndü. İlgi de gayet yoğundu.
Önceden Kemeraltı’nda bir sokak kitapçısının deposu olarak kullanılan mekân, devraldığımızda aşırı derecede bakımsız ve kirliydi. Kemeraltı’nda sokak kitapçılığı yapan önceki kiracının asıl niyeti kütüphane açmakmış fakat işleri yolunda gitmeyince cezaevine girmiş. Mülk sahibi de kiracısıyla yaşadığı sorundan mütevellit, içeride yığılı duran kütüphane düzenine ve sayısız kitaba zeval
İsmimiz, buradan geliyor. Bir zaman sonra, koridoru sergileme alanı olarak kullanma fikri ortaya çıktı ve ilk sergimiz “Sözde Belirsiz: Pseudo/Ambiguous” için güne dek herhangi bir sergileme yapmamıştık. Sergilemek istediğimiz birçok fotoğrafı nasıl seçeceğimize, ne söylemek istediğimize ridora yerleştirdiğimiz go-pro kameralarla belgeledik. Eş zamanlı olarak, Mert Akkuş bir müzik performansı gerçekleştirdi. Sonunda dolunaya denk gelen 31 Ocak’taki açılışımız, iyiden iyiye partiye Bu gibi fikirlerin bağımsız bir şekilde üremesini seviyoruz. Gelir kaynağımız kısıtlı olduğu için süreklilik sağlamak üzerinden planlar yapmıyoruz. Sonuçta bağımsız bir fotoğraf inisiyatifiyiz. Kâr amacı gütmüyoruz; ticari işlere yer vermiyoruz. Temel fotoğraf eğitimi vermek gibi pratiklerle de ilgilenmiyoruz. Ayrıca, geleneksel fotoğraf anlayışından çok uzakta duruyoruz. Sergilenen işleri Büyük Siyah Kapı’ya mal ediyoruz. Bundan dolayı, fotoğrafların altına isim koymuyoruz. Dileğimiz, ortak bir dil geliştirmek; bu yüzden kolektif işlere sonuna kadar açığız. Alanımızı ana disiplini fotoğraf olmayan sanatçılara açma fikri, bizi çok heyecanlandırıyor. 29 Mayıs’ta “The Time Is Out of Joint / Zaman Çığrından Çıktı” sergimizi açtık; 9 Kasım’da Etem Şahin ile “NIN’” adını verdiğimiz, ortaklaşa bir sergi yaptık. Bu sergi, mekânı ilk defa açık alana dönüştürmüş olmamız açısından, bize yepyeni sürprizler vaat ediyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
99
BİLEŞENLER
Can Tanrıseven
" can_tnrsvn
flickr.com/photos/cantanriseven
BİLEŞENLER
Fotoğrafçıyım; polaroid, karanlık oda gibi farklı teknikleri kullanıyorum. Ayrıca fotozin formatında yayınlar üretiyorum. Mahzen Photos kolektifinin en yeni üyesiyim. Kardıçalı Han’daki atölyemi moda çekimleri yapan bir arkadaşımla paylaşıyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
100
Polaroid filmler üzerine yaptığım boyama ve resim çalışmalarından oluşan “dadaizmir” adlı projem, Galata kulesini Karaköy tarafından, instax/polaroid makineyle fotoğraflamam üzerine başladı. Galata kulesi kart üzerinde belirmedi, ortaya bembeyaz bir gökyüzü çıktı. Akabinde, kuleyi kart üzerine kalemle çizdim. Daha sonra, aynı şekilde, instax/polaroid kartlara çektiğim fotoğrafların üzerine spontane, doğaçlama bir mantıkla çizim yapmaya devam ettim. Bu yaklaşımı fotoğrafla boyanın buluşması olarak tanımlı-
yorum. Seriye dönüşen bu işim, 2016 yılında Fotoistanbul festivali kapsamında Ortaköy Yetimhanesi’nde, 2017'de Dünya Sanat Günü kapsamında Ahmet Adnan Saygun Kültür Sanat Merkezi'nde sergilendi. Failbooks serisi, 2017 yılında fotozin formatında, yüz adet yayımlandı. Bu seri, Paris Fotoğraf Festivali başta olmak üzere kimi festivallerin foto-kitap bölümünde sergilendi. Şu sıralar, ahşaptan ürettiğim “pin hole” kameramla çalışıyorum. Agrandizörle çekip kartlara bastığım, banyosunu karanlık odada yaptığım çekimleri baskı esnasında manipüle ediyorum. Bu çekimlerden oluşturduğum “Sin” isimli serimi yakın zamanda kitaplaştırmayı düşünüyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
101
BİLEŞENLER
BİLEŞENLER
EGEM BALE OKULU Aksana Yapıcılar – Gülşah Özbilgin
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
102
www.egembale.com Özel Egem Bale ve Sanat Kursu olarak 2015’ten bu yana faaliyet göstermekteyiz. Bünyemizde eğitim gören yüzü aşkın öğrenciye öncelikli olarak sanatı tanıtmayı, sevdirmeyi ve öğretmeyi amaçlıyoruz. Kurumumuzda klasik bale eğitiminin yanı sıra modern dans, dönem ve dünya dansları, konservatuvara hazırlık ve klasik müzik üzerine eğitim veriyoruz. Sahne deneyimini geliştirmek adına resitaller düzenliyor, öğrencilerimizin uluslararası bale yarışmalarına ve festivallerine katılımını sağlıyoruz.
dan edindiği deneyimi Sofya Üniversitesi ve Moskova Koreografi Akademisi’nden aldığı pedagojik formasyonla harmanlamış, on iki yıldır İzmir’de uluslararası düzeyde eğitim veren, önemli bir isim. Hazırladığı öğrenciler, bugüne dek Strazburg, Viyana ve Moskova’daki uluslararası bale yarışmalarından derecelerle dönerek İzmir’i onurlandırdı. Aldığımız yurt dışı başarılar sayesinde okulumuz, ekim ayındaki Roma Dünya Dans Şampiyonası’na davet edildi.
Uyguladığımız Rus bale disiplini doğrultusunda sağlıklı, aktif, koordinasyon duygusu gelişmiş, duyarlı sanatçı adayları yetiştirmeyi hedefliyoruz. Rusya Devlet Konservatuvarı’nda bale eğitimini tamamladıktan sonra Rus Devlet Tiyatrosu’nda solist balerin olarak çalışmış bale bölüm kurucumuz Marina Yılmaz, sahne hayatın-
2019 yılında Edinburg’daki uluslararası bale yarışmasına gitmeyi hedefliyoruz. Yakın gelecekte düzenlemeyi planladığımız yaz kamplarına, atölyelere, masterklaslara ve yarışmalara uluslararası okullardan eğitmenleri konuk ederek sanatın evrensel bir değer olduğunun altını çizmeyi hedefliyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
103
BİLEŞENLER
Ezgi Yakın
lokall.online/author/ezgi-yakin
BİLEŞENLER
Sanatçı ve akademisyenim. Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü’nde görev yapıyorum. 2010 yılında mezun olduğum bu bölümde, sanatta yeterlilik programına devam ediyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
104
Lisans eğitimimi sürdürürken fotoğrafı resim yapmak için bir aracı, referans olmaktan çok, sanatsal bir mecra olarak ele alıyordum. 2010 yılında, henüz dördüncü sınıftayken hayata geçirdiğim “Saklı”ya bir resim projesi olarak başlamıştım ama proje, kısa zamanda seriye dönüştü. Üçkuyular Pazaryeri ile Eşrefpaşa Pazaryeri’ndeki yığınları konu alan fotoğraflarla bir tipoloji yaratmayı hedeflemiştim. Bir bakıma, şehrin belleğini farklı bir açıdan ele alan fotoğraflardı çünkü bir rutini, ritmi barındırıyorlardı. Üstelik, şehrin merkezinde birikmiş olmalarına rağmen, bu yığınların gayet gerçeküstü bir görüntüsü var. Bir nevi oyun alanı gibi görünüyorlar. Aslında şehri bir deneyim alanı olarak ele almaya karşı ilgi duyuyorum ve sürekli değişen, dönüşen, gündelik hayata dair nüveleri barındıran şeyleri yakalamaya çalışıyorum. Bir nevi flanörlük yapıyorum diyebilirim. 2012’ye ait bir çalışmamda, Pasaport’ta yer alan, yıkılacak bir kurumun duvarındaki rölyefin sökümünden geriye kalmış izleri fotoğraflamıştım. Böyle izleri devamlı olarak takip ediyorum; sadece İzmir’dekilerle yetinmiyorum. Bu seriyi farklı şehirlerde çektiğim fotoğraflarla zenginleştiriyorum. Atıl bırakılmış, kenarda köşede kalmış detayları fotoğraflarımın merkezine taşıyorum. Benzer şekilde, 2013 yılında hayata geçirdiğim “Yaşam Mimarı” projesi de gündelik yaşamın izlerini taşıyan özel alanlardan, dış yüzeylerden, iç mekânlardan ve fiziksel olarak uygulanmamış mimari tasarım öğelerini buluşturma fikrinden doğmuştu. Tasarım öğeleriyle atıl, yaşanmışlık barındıran görüntülerin tezatlığı üzerinden çeşitli kolajlar üretmiştim. “Kendi Evine Varamamak” ismini taşıyan çalışmamsa adını Demir Özlü’nün bir öykü kitabının başlığından alıyordu. Bu seriyi oluştururken, altı ay Dersim’de yaşadım. Bu süreç, bana merkez dışında olma halini deneyimleme imkânı tanırken, getirdiği aidiyetsizlik duygusuyla beraber, mekâna dair öznel bir bakış geliştirme şansı
tanımıştı. Dersim gibi toplumsal ve siyasal anlamda farklı temsiliyetleri barındıran bir coğrafyanın ortaya koyduğu özgün mimari yapı ve kentsel düzen, şaşırtıcı şekilde sözünü ettiğim temsillerden uzaktı; mevcut kültürel dokuları tam karşılayamayan bir anonimlik söz konusuydu. Bu döneme ait fotoğraf serimde, zamanın bir yerde asılı kaldığı duygusu öne çıkıyor ve dar gelirli ailelerin günlük yaşam döngülerinin izleri görünür hale geliyor. Seri hakkında yazan Sevgi Aka, bana şöyle bir tanımlama yapmıştı: “Siyah beyaz fotoğraflar sanki buluntu; sana miras gelen… Renkli fotoğraflarsa senin gidip, görüp, deneyimleyip kendin için hatırlatıcı olacak topladığın kareler.” Fotoğraf ve resim, üretimlerimde birbirini besleyen iki alan; resimlerim, fotoğraf çalışmalarımda ilgilendiğim doğa - mimari ilişkisinin ve kent deneyiminin çeşitli unsurlarını barındırıyor olsa da imgeler daha öznel biçimde, başkalaşım halinde ve nesnel gerçeklikten uzaklaşan bir şekilde biçimleniyor. 2009 - 2012 yıllarına ait çalışmalarım, bir yandan hafriyat alanından kimi parçaların veya atıl olanın doğayla buluşmasından yola çıkıyorken, diğer yandan birbirinin anlamını değiştirebilecek bir etkileşimle, çeşitli mekânsal çağrışımları barındırıyordu. Son dönem çalışmalarımda daha soyut ve indirgemeci bir ifadenin geçerlilik kazanmaya başladığını söyleyebilirim. Boş bir uzam içinde, iskânı belli olmayan, yersiz yurtsuz, dolaşım halindeki imgeler; bir nevi organik ve mimari formların melez yorumu… Çalışmalarımda uzlaşılmış olanın üzerinde durmak yerine, alternatif bakışı gerçeküstü unsurlar içeren şiirsel bir dille yansıtmayı yeğliyorum. “Ufuk Beklentisi”, yaklaşık yirmi beş resimden oluşuyor. Fantastik sıfatıyla niteleyebileceğimiz, ütopik bir dürtüyle ortaya çıkmış çalışmalar bunlar. 2017’den beri sürdürdüğüm “Tuhaf Zaman / Şeylerin Hikâyesi” ise yansıttığı imge dünyası anlamında, kolektif bilinçdışıyla etkileşim halinde görünüyor ve benliğe dair unsurları araştıran bir süreçten yola çıkıyor. Resimler, güncel dertlerin ve rasyonel bakışın dayattığı bu ümitsizlik ikliminde, dış dünyanın yansıması olmak yerine, bu süreçle dolaylı bir ilişki kurma niyetinde.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
105
BİLEŞENLER
Faik Kartelli
BİLEŞENLER
faik.kartelli@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
106
60’lı yılların ortalarında, İzmir’de doğdum. Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra, 1984 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Radyo - Sinema – TV okumak üzere sınava girdim fakat kazanmama rağmen, sonradan D.E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dönüşecek Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde lisans, yüksek lisans ve doktora yapmayı seçtim. Bu yıl, meslekte otuz beşinci senemi kutluyorum. Türkiye’nin en büyük güzel sanatlar fakültesinde okumuş olmak, aynı fakültede altı yıl idarecilik yapmak çok ayrıcalıklı ve gurur verici bir durum. Sinema bölümü içerisinde kurduğumuz Animasyon Ana Sanat Dalı’nı zamanla iyice öne çıkarmayı başardık; aramıza katılan Avusturyalı bir öğretim görevlisi arkadaşımız sayesinde, yaklaşık dört yıl önce sanal gerçekliğin farklı alanlarda nasıl uygulanabileceği üzerine çalışmaya başladık. İlk başlarda hedefimiz, “Avatar” tarzı animasyon filmler yapmak, çizgi filmler üretmekti ama VR/ AR alanı alıp başını gidince gelecekte neler olabileceğine daha yoğun şekilde kafa yormaya karar verdik. Yurt içinde ve dışında sanal gerçeklik - artırılmış gerçeklik üzerine yaptığımız araştırmalar, enerjimizi bu alana kanalize etme kararımızın ne kadar yerinde olduğunu kanıtladı. Hâlihazırda, TÜBİTAK’ın desteğiyle ilerleyen sanal gerçeklikle sigarayı bıraktırma projesinin yanı sıra BAP tarafından desteklenen, alzheimer ve şizofreni hastalarında derecelendirmeyle tedaviye yönelik bir projenin üzerinde çalışıyoruz. Bu ikisine koşut olarak, bakanlık desteğiyle ilerletmeyi planladığımız üçüncü projeyse sanal gerçeklik - artırılmış gerçeklik yoluyla obeziteyle mücadeleye katkı sunacak. Şimdilerde, tekstil ve seramik bölümleriyle işbirliği halinde, sanal gerçekliğin sanat eğitiminde nasıl kullanılabileceğine çalışıyoruz. Çok acayip bir hızla öyle bir geleceğe doğru gidiyoruz ki… Bilmiyorum; bu konuyla özellikle ilgilenenler var mı ama başta Hollanda
ve A.B.D. olmak üzere çoğu ülke, müthiş bir hızla bu alana yatırım yapıyor. Gidişata göre, beş sene sonra cep telefonuna veya mobilyaya ihtiyaç duymaz hale geleceğiz. Duvarlara vidaladığımız LED ya da plazma televizyonlar tamamen tarih olacak. Bunların hepsi, geleceğe dair öngörüler fakat şimdiye dönecek olursak, sanal gerçeklik - artırılmış gerçeklik, bilhassa mühendislik alanında kalıcı öğrenimi neredeyse yedi buçuk kat hızlandırabiliyor. Güncel eğitim programına göre motoru parçalıyorsunuz, sonra söküp takıyorsunuz ya da aksamları tahtaya çizerek anlatmaya çalışıyorsunuz. Oysa bu teknolojiler sayesinde yerinizden kıpırdamadan, sadece gözlüğü takarak, yedi buçuk kat hızlı şekilde, kalıcı bir mühendislik eğitimi alıyorsunuz. Avrupa’daki yaygınlığı şimdilik %40’larda seyrediyor fakat Avrupalı eğitim kurumları, önümüzdeki beş yıl içerisinde ders programlarının içeriğini büyük oranda sanal gerçekliğe uyumlamaya karar vermiş durumda. Belki haberdarsınızdır; yaşadığımız şehir, Avrupa’nın en büyük ve en donanımlı iki genetik araştırma merkezinden birine ev sahipliği yapıyor: İzmir Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü (İBG). Merkezin içerisinde yer alan enstitüde, dünyanın dört bir yanından gelmiş yüksek lisans ve doktora öğrencilerine sanal gerçeklik - artırılmış gerçeklik üzerine çeşitli eğitimler vermeyi planlıyoruz. İki yıllık bir sürece dayanan çok boyutlu bu proje tam anlamıyla hayata geçtiğinde, hasta alımları başlayacak; eğitimlerde tamamen bu teknolojiler kullanılacak. Heykel, tekstil, seramik, animasyon, tasarım ve aklınıza gelebilecek her türlü yaratıcı sektör, size hacimleri üç boyutlu yaratma olanağı sağlayan, hâtta içine dâhil olup mücadele ve müdahale edebileceğiniz bu alana kayacak gibi görünüyor. Geleceğin ta kendisi…
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
107
BİLEŞENLER
GALERİ A Safiye Aksu
BİLEŞENLER
www.galeri-a.com.tr # @galeri_a_izmir " @galeri_a_izmir ! Asanatgalerisi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
108
Galeri A, İzmir’de kültürel ve sanatsal açıdan farkındalık alanları oluşturmak amacıyla yola çıkan Ayşegül Kurtel ve Arzu Özkural tarafından Aralık 2014’te kuruldu. Kente yeni bir soluk getirmeyi amaçlıyoruz. Temel ilkemiz, sanat eserlerini izleyicisiyle buluşturan statik bir mekân olmaktan öteye geçmek ve üretim sürecine dâhil olarak sanat üreten bir kuruma dönüşmek.
gibi birçok disiplinle ilgiliyiz çünkü kentin kültürel ve sanatsal değerlerini geniş anlamda ele alıyoruz. Sanatçıyla izleyiciyi nasıl buluşturabileceğimize, işlerin ve mekânın görünürlüğünü nasıl arttırabileceğimize kafa yoruyoruz. Kentin kültürel ve sanatsal gelişimine katkı sağlamak için, yaptığımız işlerde en yüksek performansa ulaşmaya gayret ediyoruz.
Alsancak Mahallesi, Enver Dündar Başar Sokak’ta (1481 Sokak) konumluyuz. İzmir’in en işlek arterlerinden biri olan Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ni Alsancak Vapur İskelesi’ne bağlayan bu sokak, günün her saatinde kesintisiz bir akışa ev sahipliği yapıyor. Tarihi Punta bölgesindeki mimari yapılaşmanın geleneksel niteliklerini taşıyan, iyi korunmuş, eski bir Rum evinde yerleşik durumdayız. Dört katlı bu yapının iki katını sergileme alanı olarak kullanıyoruz. Binanın tarihsel niteliği ve fiziksel yapısı, görünürlük açısından bize önemli avantajlar sağlıyor. Zira sokaktan geçenler, “ne güzel bir yapı” diyerek içeri adım atıyor ve içeride bir sergi varsa sanatçıyla, işleriyle karşı karşıya geliyor. İzleyicimizin bu doğrudan karşılaşmadan oldukça memnun ayrıldığını gözlemliyoruz.
İlkokul, ortaokul ve liseler, özen gösterdiğimiz bir diğer çalışma – işbirliği alanı. Okullara önceden hazırladığımız sergi dosyalarıyla davet çıkartıyoruz çünkü izleyici yaratmak ve şehrin kültürel kapasitesini artırmak açısından alışkanlık kazandırmanın, farkındalık mekanizması oluşturmanın gereğine inanıyoruz. Bu doğrultuda, eğitim kurumlarından gelen grupları herhangi bir ücret talep etmeden ağırlayıp, öğrencilerin küçük yaşta sanat eserleriyle temas etmesini sağlıyoruz. Sergilemeler dışında kitap söyleşilerine, çeşitli performanslara ve sanatçı konuşmalarına alan açıyoruz.
2014’ten bu yana, kırka yakın kişisel ve karma sergiye ev sahipliği yaptık. Resimle heykelin yanı sıra baskı sanatları, cam, seramik, illüstrasyon, yeni medya, tekstil, video, yerleştirme, grafik tasarım
Üretmeye devam eden genç sanatçıların mezuniyet sonrası İzmir’de sergileme alanı bulabilmesi çok zor. Genç sanatçıları sanat sektörüyle ve sanatseverlerle buluşturmak, önceliklerimiz arasında. Bu açıdan, aktif çalışan, esnek davranabilen ve uzun vadeli düşünen bir buluşma noktası haline gelmeyi gözetiyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
109
BİLEŞENLER
GOETHE INSTITUTE Anna Weber
BİLEŞENLER
info@izmir.goethe.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
110
Altı yıldır Göztepe’de yerleşik olsak da altmış yılı aşkın süredir İzmir’deyiz. Temel görevimiz, uluslararası alışverişlere katkı sunmak, alan açmak. Kültürel alışveriş, bir yerinden mutlaka Almanya ve Türkiye arasındaki diplomasiye dokunuyor. Altmış yıl öncesinin İzmir’inde daha çok vitrinel projelerle uğraşırken, şimdilerde yeni iletişim ve işbirliği kanalları açmaya veya mevcut kanalları güçlendirmeye çalışıyoruz. Yerelde partnerlik kurmaya mutlaka özen gösteriyoruz. Almanya’dan bir dans grubu veya görsel sanatçı keşfettiğimizde, onu alıp direkt buraya getirmek yerine, İzmir’den bir partnerle beraber neler yapabileceğine, ne tür işbirlikleri geliştirebileceğine bakıyoruz. Elbette fikir birliğine varmak, bu tür ortaklıkların kurucu unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Bir örnek vermek isterim: İki yıl önce, Bremen ve İzmir arasında bir fotoğrafçı değişim projesi gerçekleştirdik. Kardeş şehir projesi değildi; Goethe Enstitüsü'nün Bremen’deki şehir galerisiyle beraber geliştirdiği bir fikrin ürünüydü. Açık çağrıya çıktık; Bremenli ve İzmirli fotoğrafçılar, motivasyon mektubu ve özgeçmişle birlikte bize portföylerini sundu. Otuz beş fotoğrafçıdan oluşan bir jüri kurduk. Jüri, başvuruların sonucunda her şehirden on sanatçı seçti. Çapraz direktörlük sistemiyle ilerleyerek, seçtiğimiz on Türkiyeli fotoğrafçının portföylerini ve öz geçmişlerini Almanya’ya gönderdik. Onlar da bize gönderdi. Ardından, karşılıklı olarak sayıyı üçe indirdik. Böylece Türkiyeli fotoğrafçılar Bremen’e gönderildi; Alman fotoğrafçılar İzmir'e geldi. Projenin temasını “Yabancı Bakış” olarak belirledik. Beklenen, yabancı bir sanatçının yabancı bir kentte yaşarken günlük detayları sanatsal gözle yakalayıp fotoğraflamasıydı. Fotoğrafçılar, her iki şehirde dört ilâ altı hafta boyunca yaşama şansı buldu. Finalinde,
Çeviri: Özlem Günerli Fotoğraflar: Sabri Görkem Etçi
www.goethe.de/izmir Alman bir küratörün üretilen fotoğraflardan derlediği seçkiyi önce Bremen’de, sonra Hamza Rüstem Fotoğraf Evi'nde gösterdik. Kültür sanatın yanı sıra ekonomi, teknoloji, sosyal iletişim, eğitim gibi alanlarda faaliyet gösteriyoruz. Almanca eğitim veren üniversiteler ve okullarla işbirliğini çok önemsiyoruz. Bu sene düzenlediğimiz “Mucitler Ülkesi Almanya” başlıklı interaktif sergi, her yaştan ve kesimden büyük ilgi gördü. Mimar Sinan İlkokulu ile beraber tasarladığımız dezavantajlı çocuklara yönelik kukla ve fotoğraf atölyemiz, üçüncü yılına girdi. Mehmet Can Özer’in direktörlüğünü üstlendiği Dijital Sanatlar Festivali, dördüncü yılına vardı. K2 Güncel Sanat Merkezi ile uzun yıllara dayanan, köklü bir ilişkimiz var ve her yıl farklı projeler yürütüyoruz. Çalışmalarımıza ara vermeden devam ediyoruz. Kültüre ayrılan bütçemiz kısıtlı olduğu için İzmir’de faaliyet gösteren diğer kültür enstitüleriyle işbirliği içindeyiz. Fransız Kültür Merkezi, birinci sırada geliyor. İşbirliğine bakış ve beraber hareket edebilme anlamında, altmış yıl öncesine göre büyük farklar var; artık rakip değiliz, ortağız. Amacımız bu şehrin kültür sanat, ticaret ve eğitim hayatını birlikte ileriyle taşımak. Fransızların aksine, mekânımızın yetersiz olmasından ötürü binamızda kültürel faaliyetler düzenleyemiyoruz. Onun yerine Adnan Saygun Sanat Merkezi’ni, Havagazı Fabrikası’nı ya da Fransız Kültür’ün sinema salonunu kullanıyoruz. Dikkatli olmak adına, kültürel bütçemizin sınırlı olduğunu söyledim ama iki toplum arasındaki ilişkilere katkı sağlayacak, ayağı yere basan, toplumsal fayda yaratacak projelere Alman vakıflarından ekstra kaynak yaratabiliyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
111
BİLEŞENLER
Gözde Yenipazarlı
BİLEŞENLER
www.gozdeyenipazarli.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
112
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde akademisyenim. Bölümden 2002 yılında mezun oldum, yaklaşık on beş yıldır fakültede görev yapıyorum. Fotoğrafa duyduğum tutku, sinemaya olan merakımla başladı. Niyetim, Sinema TV Bölümü’nde okuyup görüntü yönetmeni olmaktı fakat dönemin kredili sistem mağduru öğrencilerden biri olduğum için, fotoğraf bölümünü seçtim. İyi ki de öyle olmuş çünkü sonraları, bireysel bir sanat dalı olması itibariyle fotoğrafın bana daha uygun düştüğüne kanaat getirdim. Çok keyif alarak okuduğum bu bölümü birincilikle tamamladım.
resim ve fotoğraf gibi farklı disiplinlerden gelmiş bir grup sanatçı olarak, temayı ortaklaşa belirledik; sergilenecek eserleri de temaya bağlı kalarak ürettik. Beni sakinleştirdiğini düşündüğüm altı mekâna ve ana ait fotoğrafları projeksiyonla bedenime yansıttım; bu şekilde dokuz oto-portre ürettim. Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkan, “Türkiye’de Fotoğrafa Modern Ve Çağdaş Yaklaşımlar” adını taşıyan, Engin Özendes’in derlediği kitapta, “Transform” adlı işimle yer aldım. Bu fotoğraf, Dünya Sanat Günü Sergisi kapsamında, Adnan Saygun Kültür Sanat Merkezi’nde de sergilendi. 2014 ve 2016 yıllarında, çeşitli fotoğraflarımla İstanbul Tasarım Bienali’ne katıldım.
İşlerimi iki ana kategoride değerlendirebilirim: Birinci kategoriyi sanatın ve estetik kavramların yaşam içerisinde nereye konumlandığına yönelik, kavramsal fotoğraflar; ikinci kategoriyi keşif ve yer değiştirme dürtüleriyle çıktığım seyahatlerde çektiğim fotoğraflar oluşturuyor. Son kişisel sergim “Walking Anyhere”, geride kalan dört yıl içerisinde farklı zaman aralıklarında çıktığım İngiltere seyahatlerimde ürettiğim fotoğraflardan oluşuyor. Bir önceki sergim “Fotografik Günlük”ün içeriği de kişisel belleğime ve çıktığım yolculuklara ait hikâyelere dayanıyordu. Sergi, aslında 2010 yılından beri yayımladığım blog üzerinden devam eden bir projenin çıktısıydı. Yaklaşık yirmi beş senedir günlük tutuyorum. Her şeyin çok hızlı aktığı, sayısız miktarda görüntüye maruz kaldığımız bir dünyada fotoğraf üretiyor olmamdan yola çıkarak, günlük olarak çektiğim fotoğrafı fotografikgunluk.blogspot.com üzerinden paylaşmaya başlamıştım. Projenin sergiyle nihayetlenme süreci bir yılı buldu; K2 Güncel Sanat Merkezi’ndeki sergi bir ay açık kaldı. Çok olumlu tepkiler aldım. Yüz on bir fotoğrafın sunumunu, sinematografik bir anlatım sağlamak amacıyla panoramik şekilde, mekânın tamamını kaplayacak biçimde hazırlamıştım. Şunu hatırlatmak isterim ki o dönemde anlık fotoğraf paylaşımı yapabileceğiniz Instagram benzeri sosyal platformlar yoktu. O yüzden, öncü ve yenilikçi bir sergileme biçimiydi. Mart ayında katıldığım bir foto-kitap atölyesi sayesinde bu içeriği matbu olarak yayımlama şansı buldum. Bloğa artık günlük olarak fotoğraf yüklemiyorum ama bu uğraşa ara sıra devam ediyorum.
“Contemplative / 1” ve “Contemplative / 2” adlı serilerim, günümüzde sanat eserinin değerini niteliğinden çok nerede, nasıl sergilendiğinin, izleyicisinin kim olduğunun ve hâtta kim tarafından satın alındığının belirlediğine vurgu yapıyor. Bu iki seri, Avrupa’daki modern sanat müzelerinde ve galerilerinde sergilenen çağdaş sanat eserlerinin izleyiciler tarafından çekilmiş fotoğraflarından oluşuyor. 12x12 cm. boyutuyla çalıştığım serileri, son dönemlerde sanat piyasasına hâkim olan karmaşıklığa ve “körler sağırlar birbirini ağırlar” durumuna ithaf ettim. Sadece yan yana duran iki fotoğrafı satışa çıkardım; birinin etiketi 1 TL, diğerinin etiketi 1.000 TL idi. Bu ikilinin toplam 1001 TL’den satılması beni hem şaşırttı hem de memnun etti. Görüyoruz ki sanat eserinin değerini belirleyen şey, onun içine koyduğumuz ve onu içine yerleştirdiğimiz şey aslında… Ve şunu fark ettim: İçtenlikle dert ettiğiniz bir meseleye ait işler, esas izleyicisine ve alıcısına rahatlıkla ulaşıyor.
Diğer kavramsal işlerimden bahsetmek gerekirse, 2013 yılında Alman Kültür Merkezi’nde, Alman sanatçılarla beraber, “Beruhigt (Sakinleşmiş)” temasıyla bir sergi gerçekleştirdik. Heykel, seramik,
Fotoğraf bölüm başkanımız Prof. Simber Atay’ın liderliğinde, Portizmir4 için “Quatuor Elemente / Dört Element” adlı bir okuma performansı ürettik. Fotoğraf dışında bu gibi alternatif alanlara eğilmekten hoşlanıyorum. Bir yıl içinde, ekinoks dönemlerinde Kültürpark, Agora, İnciraltı, Göztepe sahili gibi mekânlarda yedi performans yaptık. Okuyacağımız metinleri tamamen doğadan esinlenen, bizi derinden etkileyen yazarların kitaplarından seçtik ve performanslar sırasında çekilen fotoğraflarla okuduğumuz metinlerden oluşan bir foto-kitabı geriye çıktı olarak bıraktık. Son olarak, mayıs ayında Shelter Run Space’de Şerife Aslan ile ortaklaşa tasarladığımız “BAŞKA / HETERO” adında bir sergi açtık.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
113
BİLEŞENLER
BİLEŞENLER
İlyas Hayta
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
114
ilyashayta@yandex.com 2012’den bu yana, Dijital Kedi adı altında belgesel ve görsel video üretiyorum. Aynı yıl, K2 Çağdaş Sanat Derneği tarafından projelendirilen “Bir Tütün Öyküsü” adlı belgeselin yardımcı yönetmenliğini ve görüntü yönetmenliğini üstlendim. 2014’te TRT Belgesel kanalı için çekilen “İzmir Agorası” adlı belgeselin yönetmenliğini yaptım. Ardından, 2015’te Türk şehitliklerini konu alan belgesel serisinin Doğu Avrupa ve Azerbaycan ayaklarında yapılan çekimleri yönettim. TRT HD için hazırlanan “Kayıp Hazinelerin İzinde”
adlı belgesel serisinin Ege Bölgesi bölümlerinin görüntü yönetmeniydim. İstanbul Fashion Film Festivali’nin açılış filminin görüntü yönetmenliği de bana ait. Son olarak, Portizmir 4 Uluslararası Sanat Trienali’nde dokümantasyon koordinatörü olarak görev yaptım. Halen, başta Portizmir4 ve K2-Una’nın gerçekleştirdiği projelerin dokümantasyonuyla uğraşıyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
115
BİLEŞENLER
İKTİSAT OYUNCULARI TİYATRO TOPLULUĞU Rabia Gül – Ece Şahin
www.iktisatoyunculari.com ! / " / # @deuiott
BİLEŞENLER
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin ilk üniversite tiyatrosuyuz. İOTT, aslında 1981 yılında, Ege Üniversitesi’nde kurulmuş fakat 1982 yılında, yeni kurulan Dokuz Eylül Üniversitesi’nin bünyesine dâhil olmuş. İlk günden bu yana üniversite öğrencilerinin yaşama aktif katılımını destekleyen topluluğumuz bilimsel, deneysel ve araştırmacı bir anlayışla ilerliyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
116
Her sene, üniversitenin açılmasıyla birlikte kurduğumuz kayıt stantlarımızda topluluğumuz hakkında bilgi veriyor, çalışmalarımızdan bahsediyoruz. Yeni üyelerin aramıza katılımıyla birlikte temel oyunculuk, sahne, diksiyon ve ses çalışmalarına dayanan, Stanislavski, Meyerhold, Grotovski gibi kuramcılardan yararlandığımız, teorik ve pratik bilgileri sahne üstü uygulamalarla harmanlayıp desteklediğimiz, iki buçuk aylık bir eğitim programıyla sezona başlıyoruz. Sonrasında, bu eğitim programının verimliliğini ölçmek amacıyla tirat sunumu aşamasına geçiyoruz ve atılan tiratları eğitimlerimizde belirlediğimiz kriterlere göre değerlendiriyoruz. Bu sunumlarda verimlilik barajını geçemeyenlere “haydi görüşürüz; buraya kadarmış” demiyoruz; tabii ki. Amacımız, insan kazanmak. Tiyatroyu bir araç olarak kullanıyoruz çünkü İktisat Oyuncuları olarak geride bıraktığımız süreçlerden şunu öğrendik: Önce ekip. Ardından, ikinci tirat sunumu geliyor. Eski üyelerimiz, bu aşamada topluluğun çalışma sisteminde önemli yer tutan birimlerdeki görevlerine devam ediyor. Yeni üyeler, eğitim çalışmalarını takiben bu birimlere katılarak teori ve pratik üzerine yoğunlaşıyor. Yeni üyelere, ikinci “dönem oyunu - şenlik oyunu” adını verdiğimiz organizasyonda mutlaka öncelik tanıyoruz. Bunun yanı sıra, yeni üyeyken İktisat Oyuncuları'nda ilk sahne deneyimini yaşamış arkadaşlarımız, sonraki senenin ilk döneminde sahnelenmek üzere bir oyun hazırlıyor. Bu oyunu hem oyunculuk anlamında gelişimi sürdürmek hem eğitim çalışmalarımızda anlattıklarımızın sahne üstünde nasıl uygulandığına bakmak hem de aramıza yeni katılan arkadaşlarımıza örnek olabilmek amacıyla sahneliyoruz. Tirat sürecinden sonra ilk dönemi bitirmeden, ikinci dönem oyunumuzu seçmek için teklifleri almaya başlıyoruz. “Hangi oyunu oynayalım”, “neden o oyunu oynayalım”, “oyun hem İktisat oyuncularına hem de birey olarak bize ne katacak”, “bu oyun grup yapımıza uygun mu; reji ve teknik açıdan bizi bir üst basamağa nasıl çıkaracak”, “yaratacağı algı bizi ileriye nasıl taşıyacak” benzeri başlıkları tartışmaya açıyoruz. Sonuçta, teklifleri bu sorulara verilen cevapları ve mevcut koşulları göz önünde bulundurarak inceleyip, oyluyoruz. Oyunu belirledikten sonra, okuma provalarına koşut olarak yazara ve döneme dair araştırmalara girişiyoruz. Bu yıl
için seçtiğimiz Bertolt Brecht'in eseri, “Kafkas Tebeşir Dairesi”nin prömiyerini 11 Nisan'da, Sabancı Kültür Sarayı'nda yaptık. Oyunu İzmir’ in çeşitli sahnelerinde oynamaya devam ediyoruz, hepinizi bekleriz. Bu sene 12 - 18 Mayıs tarihleri arasında 16.sını düzenlediğimiz Üniversiteler Arası Tiyatro Şenliği’nde Türkiye'nin dört bir yanından üniversite tiyatro topluluklarını kampüsümüzde ağırladık. Bu şenliğin çok değerli bir amacı daha var: Oynanan oyunları katılımcı topluluklarla beraberce değerlendirmeye açıyoruz. Böylece diğer şehirlerdeki ve üniversitelerdeki tiyatroya bakış açısı, üniversite tiyatrosu olgusunun nasıl işlendiği, nasıl geliştiği üzerine konuşup tartışabiliyoruz. Şenliğin manifestosunda altını çizdiğimiz üzere, “önyargısız ve yeniliklere açık bir ortamda, tiyatral ve teknik anlamda bilgi alışverişi yapabilmeyi” önemsiyoruz. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Dokuzçeşmeler Kampüsü’nde düzenlediğimiz şenliğimizde çeşitli panellere, söyleşilere de yer veriyoruz. Üniversitelerarası Tiyatro Şenlikleri ile bugüne dek üç kez düzenlediğimiz Kısa Oyun Günleri’ni, üretimleri ortaklaştırmak adına önemli zeminler olarak görüyoruz. Şenliği, “uyum çalışmaları” adını verdiğimiz süreç takip ediyor. Bu süreçte metin yazımını ve teknik işlemleri (kostüm, makyaj, dekor, ışık, müzik, efekt, vd.) bizzat üstlendiğimiz minik oyunlara yoğunlaşıyoruz. Bu noktada ya tiyatro türlerine ya da belirlediğimiz temaya, anahtar kelimelere göre gruplara ayrılıp çalışıyoruz. Uyum çalışmaları, bir sonraki sene toplulukta kalmaya ve aktif şekilde sorumluluk almaya karar veren arkadaşlarımız için geçiş aşamasını teşkil ediyor. Organizasyon şemamız yönetim kurulu ve genel kurul olmak üzere, ikili bir yapıdan oluşuyor. Topluluk başkanımız, aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olarak görev yapıyor ve genel kurulu yönetiyor. Genel kurul toplantılarında, topluluğun gündeminde ne varsa tamamını tarafsız şekilde masaya yatırıyoruz ve gündem önerileriyle çözüm önerilerini tüm üyelerle paylaşıyoruz. Topluluğun aldığı kararlarda ve gerçekleştireceği projelerde hepimizin eşit oy hakkı var. Bunun dışında, topluluk içindeki işleyişin sağlıklı ilerlemesi adına, birimlere ayrılarak çalışıyoruz. Bu birimler eğitim birimi, kütüphane birimi, basın-yayın ve arşiv birimi, halkla ilişkiler ve şenlik birimi, teknik birim şeklinde sıralanıyor. Teknik birim kendi içinde dekor birimi, kostüm birimi, ışık-müzik-efekt birimi ve makyaj birimi olmak üzere alt dallara ayrılıyor. Herkes kendi ilgi alanına,
BİLEŞENLER
Günümüz şartlarında eğitim alan üniversite öğrencileri olarak, üniversitelerde tiyatro veya şenlik yapmak, oyun için tanıtım standı açmak, salon bulmak hiç de kolay değil; okul yönetiminden belediyelere uzanan bürokratik silsile içerisinde, çeşitli zorluklarla karşılaşabiliyoruz ama hiçbir zaman pes etmiyoruz çünkü zorlukları aşmak, gerçek hayatın bir parçası. Sahip olduğumuz hakları biz-
den öncekiler kolayca elde etmemiş; dolayısıyla bu haklara sonuna kadar sahip çıkmaya kararlıyız. Topluluğumuza uzun yıllar emek vermiş, bu zorlu yolu omuz omuza yürümüş, mezun olmuş ama bizlerle gönül bağlarını koparmamış İktisat Oyuncuları ile hâlâ iletişim halindeyiz. Günlük hayatın yoğun temposuna rağmen, hayatlarında tiyatroya yer açmış bazı mezunlarımız, geçtiğimiz yaz Hangar Sanat Atölyesi’ni hayata geçirdi. Bu sayede, çalışmalarımızı sürdürmek için ikinci bir durağa sahip olduk. Bu birliktelik ve dayanışma, İktisat Oyuncuları Ailesi’ni ayakta tutmaya devam ediyor ve edecek.
117 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
topluluk içinde kendini yetiştirmek istediği alana göre birimlere dağılıyor ve bu birimlerde önceden görev almış arkadaşlarımızın tuttuğu arşiv sayesinde, neyin nasıl yapılacağı net biçimde ortaya konuyor. Bir topluluğun otuz yedi yıl boyunca ayakta kalması, faaliyetlerini devam ettirmesi başka türlü mümkün olamazdı zaten.
İZMİR LİNDY HOP DERNEĞİ Uğur Odabaşı
BİLEŞENLER
! izmirlindyhop
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
118
picdeer.com/izmirlindyhoppers
1920’li ve 1930’lu yıllarda Amerika’da ortaya çıkan, swing klasmanında sayılan, Afro - Amerikan kökenli bir dans olan Lindy Hop, günümüzde en popüler doğaçlama dans stillerinden biri olarak kabul ediliyor. Kökenleri two-step, breakaway ve charleston gibi danslara dayanan bu stil, rock’n roll ve boogie woogie stillerinin öncüsü olarak kabul ediliyor. İsmini 1927’de New York’tan Paris’e hiç durmadan uçmuş Charles “Lindy” Lindbergh’ten alıyor. Dansı yapanlar, bir röportaj sırasında “Lindy gibi hopluyoruz” deyince, ismi Lindy Hop olarak kalmış. “Lindy gibi uçmak” terimi de zamanla stile dair virtüöziteyi tarif eder hale gelmiş. Her hareketi doğaçlamaya dayanan Lindy Hop’un sosyal, özgürlükçü ve cinsiyet açısından eşitlikçi bir karakteri var. 26 Mayıs, Lindy Hop’un en ikonik ismi Frankie Manning'in doğum günü olması itibariyle, “Dünya Lindy Hop Günü” olarak kutlanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu stilin üzerine ölü toprağı serpilmiş ve savaş sonrasında tekrar canlanacağı varsayılmış. Ne var ki değişen sosyolojiyle popülerleşen yeni tarzların ortaya çıkmasıyla, Lindy Hop iyiden iyiye unutulmuş. Kafayı dönem filmlerine takan İsveçliler, bu stile gittikçe merak salmış ve en sonunda, New York’a gidip posta memuru olarak çalışan Frankie Manning'i bulmuşlar. Frankie ve Norma Miller’a İsveç’e gelip insanlara bu dansı öğretmeyi teklif etmişler. Frankie’nin teklife olumlu cevap vermesiyle Lindy Hop, İskandinav coğrafyasında ikinci altın dönemini yaşamaya başlamış ve 1970’lerden itibaren, tüm Avrupa’da yaygınlaşmış. Türkiye, Lindy Hop ile on bir yıl önce, İstanbul’da kurulan bir topluluk sayesinde tanışıyor fakat İzmir’de bu stile ilgi duyan sekiz kişi tarafından 2014 yılında kurulan derneğimiz, kurumsal temsil açısından ilk örneği teşkil ediyor. Kurulur kurulmaz çeşitli aktiviteler düzenlemeye başladık. İlk etapta, İstanbul'dan profesyonel dansçılar davet edip atölyeler düzenleyerek kitleyi büyüttük. Sıkça açık hava etkinlikleri organize ediyoruz. Yaz aylarında, Alsancak vapur iskelesinin önündeki mermerli zeminde “Lindy Port” adını verdiğimiz çeşitli aktivitelerimiz oluyor. Fuar içinde “Bahara Hoşgeldiniz” başlıklı piknikler tertip ediyoruz. 2015 yılında düzenlenen “kültürparktayız” etkinliği sayesinde çok geniş kitlelere ulaşma şansı yakaladık. Özel günlerde konsept partiler düzenliyoruz. Bunun dışında, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV) düzenlemiş
olduğu İzmir Avrupa Caz Festivali’nde, her yaş grubuna yönelik tanıtım atölyeleri gerçekleştirdik. “Bu dansı yapan ya da izleyen insanları ortaklaştıran nedir” diye soracak olursanız, sizi “tebessüm etmek” diye cevaplarım. 1929'daki büyük buhran sırasında insanların önemli bir bölümü işsiz kalmış; yıkıma uğramış. Toplumun her kesiminin üstüne ağır bir depresyon çökmüş. Müzik ve dansın öncüleri Afro-Amerikalılar, başta efsanevi Savoy olmak üzere, caz kulüplerinde dans etmeye başlamış ve zamanla kara bulutları dağıtmayı başarmışlar. Zira dans etmek ve şarkı söylemek, karamsarlığın en büyük ilacı… Bugün, benzer bir halet-i ruhiyenin Türkiye’nin üzerine çöktüğünü görüyoruz. Aslında dünya, 2000’lerin ortalarından bu yana etkisi gittikçe güçlenen bir huzursuzluktan muzdarip durumda. İnsanlar mutsuz; medya sürekli olumsuz haberler pompalıyor. Lindy hop, bir kaçış yolu gösteriyor; ilgi boşuna artmıyor. Bütün ülkelerde bu dans stiline yönelik ciddi bir yönelim var. İsveç'te Frankie Manning’in ülkeye gelişiyle başlayan, her yaz beş hafta boyunca düzenlenen Herrang Dans Kampı, halen dünyanın en büyük Lindy Hop organizasyonu olarak kabul ediliyor. Elbette, her ülkede benzer konsepte sahip, sayısız festival düzenleniyor. Biz de kuruluşumuzdan yedi ay sonra, Çeşme'de bir festival düzenledik. Fransa'dan ve İstanbul'dan hocaları ağırladığımız bu festival süresince, döneme ait filmler ve belgeseller gösterdik. Üçüncü yılımızda, Alsancak'ta altı farklı noktada dans ettiğimiz bir maratona çıktık. Festivalimizin üçüncüsünü 2017’de, Gümüldür'de “Yaza Merhaba” konseptiyle hayata geçirdik. Üç gün boyunca dünyadan soyutlandık ve doğayla iç içe kalarak cazın, Lindy Hop’un coşkusuna teslim ettik kendimizi. Bu organizasyon için İsrail'den ve Ukrayna'dan hocalar, İstanbul'dan swing grupları getirttik. Bu sene 26 - 29 Ekim tarihinde Hilton otelinde dördüncüsünü düzenlediğimiz “Sun, Sea and Swing” festivalimize Rusya, Ukrayna ve İspanya'dan hocalar geldi. En büyük hayalimiz, İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle Havagazı Fabrikası’nda geniş katılımlı bir etkinlik yapmak. Derneğimiz, dört yüz kişilik kocaman bir aileye çatı olmuş durumda. Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz, Lindy Hop’u yakından tanımak isterseniz stüdyomuza bekleriz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
119
BİLEŞENLER
JAPONYA İZMİR KÜLTÜRLERARASI DOSTLUK DERNEĞİ (JİKAD) Arzu Yücel
BİLEŞENLER
bizimlejaponya@gmail.com www.jikad.org.tr
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
120
JİKAD’ı Japonya’da mesleki eğitim alanlar, Japon Dili Edebiyatı Bölümü mezunları ve Japon kültürüne meraklı arkadaşlarımızla, 2010 yılında, Türkiye’de “Japonya Yılı” ilan edilmişken kurduk. 2017 yılında, Japonya ile çeşitli ülkeler arasında dostluk, güven ilişkisinin gelişmesinde faaliyet gösterenlere verilen Japonya Dışişleri Bakanlığı Ödülü’ne layık görüldük. Konak, Kardıçalı Han’da faaliyet gösteren derneğimizin halen yüz on aktif üyesi, altı bine bine yakın takipçisi var.
lerini, deneyimlerini paylaşacak. Ardından, İstanbul’da yaşayan Mangaka Raku San’dan üç yıllık Türkiye macerasını dinleyeceğiz. Bunların dışında, Japonya’dan gelen misafirlerimizi İzmir’deki gönüllü ailelerin yanında bir hafta konuk ediyoruz. Organizasyonunu Japonya’da faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşuyla beraber gerçekleştirdiğimiz bu diyalog projesi kapsamında, konuklarımız günlük hayatı paylaşıyor, Türk ve Japon mutfağını deneyimliyor; ayrıca İzmir’in tarihi ve turistik yerlerini geziyor.
Temel amacımız, Japonya ile Japon kültürüne meraklı hemşerilerimiz arasında, gönüllülük esasına dayanan, kalıcı köprüler kurmak. Etkinliklerimizi İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, ilçe belediyelerinin ve STK’ların işbirliği sayesinde, ücretsiz olarak gerçekleştiriyoruz. Bugüne dek Otomobilsiz Kent Günü, İEF 83 ve 86, Heykel Çalıştayı başta olmak üzere, pek çok etkinliğe katkı sunduk. Altı yıldır, kesintisiz olarak, “JAL Vakfı Dünya Çocukları Haiku Yarışması”nın Türkiye ayağını düzenliyoruz. Böylece, Japon şiir sanatı “haiku”yu okullarda düzenlediğimiz atölye çalışmaları üzerinden geniş kesimlere tanıtmış oluyoruz. Bu yılki temamız “canlılar”dı; Ekim 2019’da düzenlenecek yedinci yarışmanın teması olarak “spor”u seçtik. Şubat 2019’da, yine altıncısını düzenleyeceğimiz “Penceremden Japonya” yarışmasındaysa, Japonya ve Japonca üzerine çalışan İzmirli bireyleri buluşturacağız. Japonya’dan da üç konuk ağırlayacağız: Teknesiyle dünya turuna çıkmış, Türkiye’ye de uğramış Masuda Bey ile bisikletiyle dünyayı turladıktan sonra İzmir’e yerleşmiş Kaji Bey, bizlerle izlenim-
İzmir, İstanbul Başkonsolosluğu’nun görev bölgesinde; etkinliklerimize ağırlıklı olarak materyal ve içerik bazında katkı sunuyorlar. Örneğin her yıl İzmir Sanat Merkezi’nde düzenlediğimiz “Sakura Esintileri” etkinliğimizde yer alan filmler, konsolosluk tarafından karşılanırken, Japonya Başkonsolosu, Japonca konuşma yarışmamızın jürisinde bizzat yer alıyor. Son iki yıldır, İzmir Enternasyonal Fuarı’na katılıyoruz. Bir diğer etkinliğimiz, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ile beraber düzenlediğimiz “Geleneksel Tıbbın Yeniden Keşfi” semineriydi. Bu seminerde, akupunktur konusunda uzmanlaşmış iki Japon hekimi ağırladık. Japonya’nın ulusal müzik çalgısı olarak kabul edilen kotoyu ülkemizde yaşayan kadın sanatçı Atsuko Suetomi’nin verdiği konserlerle tanıtmaya çalışıyoruz. Genellikle Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleştirdiğimiz bu konserlere kimi zaman neyzenler ve kanuniler de eşlik ediyor. Origami atölyelerimizi de unutmayalım.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
121
BİLEŞENLER
JUNKER Bahar Sönmez
BİLEŞENLER
! junkeralsancak
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
122
Açılalı iki yıl oldu. Mekânı baştan kafe olarak tasarlamıştık ama çerçeve, zamanla bambaşka yönlere doğru evrildi. Dükkânı açarken dekorasyon meselesini para harcamadan, evdeki eşyalarla çözmeye karar verdik. Geçmiş takıntısı olan insanlarız; geçmişe ait eşyalarla adeta aşk yaşıyoruz. Analog bir telefon görünce elimizin ayağımızın titrediği anlar oluyor. Yurt içinden, yurt dışından, çöplerden sürekli eski obje topluyoruz; bunları bazen dönüştürüyor bazen de kendi haline bırakıyoruz. Dükkânı açarken tanımladığımız üzere, Junker eski eşyaların cenneti. Kalabalıklaşmaya başlayınca farklı, keyifli projelere alan açalım dedik. Fanzin Apartmanı ile başladık; dükkânın içinde bir raf düzeneği kurdular, ardından düzenli olarak burada buluşmaya, fanzin üretmeye başladılar. Böylece, yeraltı edebiyatını destekleyen önemli bir odak haline gelmeye başladık. Birbiriyle başka yerde rastlaşamayacak bir sürü insan gidip gelmeye başladı Junker’a.
İstanbul’dan gelen bir arkadaşımızın öncülüğünde mezat düzenlemeye devam ediyoruz. Kendi ürünlerimizi satmıyoruz ama otuz civarında antikacıyı dükkâna topluyoruz. Böylelikle geçmiş, insanlar arasında el değiştiriyor. Butik bira tadımı etkinliğimiz büyük ilgi gördü. “Kendin Yap” etkileşimlerinde para harcamadan yılbaşı hediyesi yapmayı öğrendik, kullanılmayan ürünleri, atıkları dönüştürdük. Eski şarkılara, antikaya duyduğumuz tutkuyla plak geceleri düzenliyoruz. Çalmadan önce şarkıların hikâyelerini anlatıyoruz. Katılımcılar bu etkinlikten çok hoşlanıyor. Anlayacağınız gibi, proje mekânına dönüşmüş vaziyetteyiz. Müdavimleri, Junker’i evi gibi görmeye başladı. Teklif edeceğiniz projelere sadece mekânı açabiliyoruz, manevi destek verebiliyoruz. Hepinizi bekleriz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
123
BİLEŞENLER
Kadriye İnal
BİLEŞENLER
kadriyeinal@gmail.com " kadriyeinall
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
124
1980, İzmir doğumluyum. Buca Kız Meslek Lisesi Resim Bölümü’nden mezun olduktan sonra, 1998 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’ne girdim. Heykele dair herhangi fikrim yoktu; öğrencilik hayatımın tamamı, heykelin dilini çözmeye çalışarak geçti. Hiçbir zaman bir malzemeye angaje olmadım. Geleneksel heykel sanatının biçime dayalı yapısında özgünleşmeye, kendime has bir biçim dili oluşturmaya çabaladım. Yüksek lisansımı da aynı bölümde yaptım. Lisans ve yüksek lisans sürecinde kurguladığım heykellerin çoğu, açık alanda var olmaya müsait, mekâna yayılan, zaman zaman da mekânı içinde barındıran eserlerdi. Buradan yola çıkarak, dış alan projelerine yoğunlaştım: Heykel sempozyumları, kamusal alan heykeli üretmek için imkân sağlayan organizasyonlar. Gerçi, bugün itibariyle geldiği noktadan bakınca, yerelde düzenlenen sempozyumların Türkiye’de kamusal alan heykelciliğinin gelişimine ne kadar katkı sağladığı soru işaretinden ibaret… Dolayısıyla bağımsız bir sanatçı olarak, bu gibi organizasyonların içinde yer almak, beraberinde bir sürü soruyu ve sorunu getiriyor. Sempozyumların açtığı alanı özgürce üretmek için kullanıyorum. Bugüne dek Türkiye ve yurt dışında kamusal alanlar için birçok proje gerçekleştirdim. Heykellerimin galeri ve müze gibi sınırlandırılmış alanların dışında var olabilmesini çok önemsiyorum. Açık alanda uyguladığım projelerin ortak teması genç nesil; cesaret, umut, özgürlük ve yaşama sevincini çıkış noktalarım olarak tanımlıyorum.
Taş işlerimin yanında, iç mekânda sergilenebilir işlerim var. Üretimlerimde kullandığım malzemeler genellikle birbiriyle örtüşmüyor ama benzer içerikler, karakterler üzerinden ilerliyorum. Yüksek lisans yaparken, heykelin üzerine iki boyutlu fotoğrafı kapladığım bir deneme yapmıştım. Kendi öz benliğimizle dışarıda başkalarıyla paylaştığımız sosyal benliğimizin ne kadar örtüştüğünü ve iki benliğin birbiriyle ilişkisini irdelemiştim. Tüm duyguyu heykelin biçimi üzerinden vermeyi çok önemsiyorum. “Patchwork” olarak da adlandırabileceğim foto-kolajlar, yüzeyde deriyi andıran bir yer buluyor kendine. Geleneği arkasına almış bir heykeltıraş olarak, foto-kolajı uygulamaya başladığım anda bir sınır ihlali başlıyor diyebilirim. Kullandığım imajların gücü ve odağı yüzeye çekmesinden ötürü gücünü biçiminden alan heykel, bir anda kendi sınırlarının dışına çıkıp iletişime zorlanıyor. Resim, fotoğraf ve heykelin iç dinamikleri bir araya gelmeye başladığında, disiplinlerarası bir iç içe geçmişliğin oyununu oynamak, çok keyifli hale geliyor. Ortaya çıkan tuhaflık ya da melezlik hali, genel anlamda sınır kavramına yöneltilmiş tepkiyi ifade ediyor. İzleyende “bu heykel midir, resim midir, yoksa üç boyutlu fotoğraf mıdır” sorusu beliriveriyor. Bu soru, bir başka soruya yolu açıyor: “Kimliğin sığındığı bir yer mi, yoksa sizi sınırlayarak öz benliğinizden mahrum bırakan bir hapishane mi?” Dışarıda görünen yüzeyi aştığınızda içeride keşfedeceğiniz “şey“lerin yarattığı merak, çalışmalarımın temel motivasyon kaynağı…
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
125
BİLEŞENLER
KAPILAR
BİLEŞENLER
" kapilarcollective
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
126
Metruk bir yapıyı temizleyerek kentsel mekâna çeviren bir grup hayalperest tarafından 2015 yılının sonunda kurulan Kapılar, Basmane semti sakinleri için zaman zaman sosyal merkez, zaman zamansa bilgilendirme noktası gibi çalışan, katılımcılarının kendilerini özgürce ifade edebildiği bir alan. Kendimizi “umut mekânı” olarak da tanımlıyoruz. Plansız programsız, gayet esnek fakat etkin çalışan bir yapıyız. Herhangi bir tüzel kişiliğe sahip değiliz. Sıkça zannedildiği üzere sadece mültecilerle dayanışma etkinlikleri düzenlemiyoruz. Bugüne kadar yüzden daha fazla bireye dil dersi verdik; mahalleli gençler ve kadınlara yönelik eğitim programları düzenledik, yakından ya da uzaklardan gelen topluluklarla mutfak etkinlikleri tertip ettik. Mahalleli çocuklarla ve genç işçilerle haftalık futbol maçları organize ettik. Film gösterimlerine, konserlere, atölyelere, bilgisayar kurslarına ev sahipliği yaptık. Çocuk haklarına, kadın haklarına, LGBTİ+ haklarına, işçi haklarına, hayvan haklarına ve doğa haklarına dair hassasiyetlerimize duyarlı herkes gelip bizde atölye düzenleyebilir. Düzenlenecek atölyeler bir onay mekanizmasından geçmiyor, ayrıca. Kapılar olarak en son dâhil olduğumuz kapsamlı etkinlik, Göç Hikâyeleri Festivali’ydi. İlk yılın acemiliğinden ötürü tanıtımı eksik kaldı; dolayısıyla katılım biraz sönük oldu ama önümüzdeki yıllarda bu festivali çeşitli bileşenlerle birlikte sürdürmek istiyoruz. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliğimizi ilk kez bu yıl Kapılar
! izmirkapilar civarındaki kadınlar organize etti. Aynı hafta içinde, yine Kapılar civarındaki erkeklerin katılımıyla “Erkeklik Atölyesi” düzenledik. LGBTİ+ gönüllüsü bir katılımcımız tarafından düzenlenen bu atölye, enteresan yüzleşmelere sahne oldu. Sığınmacı krizinden sonra ilk faaliyete geçen mekânlardan biri olduğumuz için çorba ve gıda yardımıyla başladık. “Ahali Mutfağı” adını verdiğimiz etkinliği uzun zaman sonra, sonbaharda tekrar düzenledik. Bu etkinlikte mahalleliyle beraber çeşitli semt pazarlarından topladığımız, atık olarak nitelendirilen gıda malzemelerini yine mahallelinin katılımıyla pişiriyoruz ve pişirdiklerimizi beraberce tüketiyoruz. Kadın odamızda her hafta mahalleli kadınlarla toplanıp sohbet ediyoruz; karşılıklı olarak ihtiyaç tespiti yapıyoruz. Mahallede yaşayan tüm kesimlere ve kimliklere eşit mesafede duruyoruz: Kürtler, Romanlar, iç göçle gelip şehre yerleşmiş Konyalılar, Kütahyalılar… Aynı mahallede faaliyet gösteren Sokak Çorbacıları isimli dernekle işbirliği halindeyiz. Başlarda seyyar şekilde dağıtım yaparken, geçtiğimiz kış hemen yanımızdaki binada bir kat tuttular. Üst iki kata da Kent Konseyi ve Mülteci Meclisi yerleşti. Dolayısıyla bina, gün boyunca envai çeşit çocuğa ev sahipliği yapıyor. Bağlama üreterek geçimini sağlayan, atölyeler düzenleyen Hüseyin Ustamız da bu hareketliliğe katkı sunuyor. Bizim, Sokak Çorbacıları'nın ve Kent Konseyi'nin anahtarı Hüseyin Usta’da duruyor; ancak yüzünüze aşinaysa anahtarı size veriyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
127
BİLEŞENLER
KARABAĞLAR KETA Nail Özsoylu
nailozlusoylu@gmail.com
BİLEŞENLER
Akademisyen olarak çeşitli üniversitelerde on dört yıl boyunca görsel iletişim ve tasarım üzerine ders verdim. İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Yaşar Üniversitesi’nde derslerime devam ederken, Karabağlar Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak çalışmaya başladım. Akademik ortamdan siyasi ortama geçmemde öncelikli sebep, yürüttüğüm siyasi bir kampanyanın kazanıldıktan sonraki rasyonel sonuçlarını, üniversitelerde verdiğimiz eğitimin toplumsal yaşamdaki etkilerini gözlemlemekti.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
128
Kent atölyeleri, kent hakkının farklı perspektifler içerisinde sıkça tartışma konusu olmaya başladığı son yıllarda, sivil toplum ölçeğinde nispeten yeniyi temsil eden bir kurum tipi olarak dikkat çekiyor. Gerek yerel yönetimlerin gerekse sivil inisiyatiflerin öncülüğünü üstlendiği bu kurumlar, son dönemin en güçlü sloganlarından birini bükerek özetlemek gerekirse, “benim kentim; benim kararım” diyen insanları örgütlüyor, kent belleğini kazmaya girişiyor ve yurttaşların karar mekanizmaları içerisindeki rolünü sorgulamasına önayak oluyor. Bu durum, bir yandan sivil toplumu motive ederken diğer yandan “kamu” kısaltmasıyla nitelediğimiz yerel ve merkezi yönetimlerin dikkatini çekiyor. Örnek ve katılımcı bir anlayışla yapılacak tasarımların, yaşadığımız kent için hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla en başta bunu halka çok iyi anlatıp, halkı bu sürece dâhil etmemiz gerekiyor çünkü her tasarım bir ihtiyaçtan doğuyor. Bu yönüyle baktığımızda, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Herkes tasarım yapabilir ve kendisi için gerekli olanı en iyi halk bilir. Kent tasarımında yolların, binaların ve ortak alanların nasıl tasarlanıp uygulanacağı, mutlaka orada yaşayan halka sorulmalıdır. Yaklaşık yarım milyonluk nüfusuyla İzmir’in ikinci büyük ilçesi olarak öne çıkan Karabağlar, gelişmekte olan bir bölge. Yaptığımız ihtiyaç analizinde, kentsel dokunun oluşumunda estetiğin ve sürdürülebilirlik kavramının ne kadar gerekli olduğunu ortaya çıkardık. Bu bağlamda, hemşerilerimizi küçük yaştan başlayarak kent tasarımı üzerine düşünmeye, üretmeye teşvik edecek KETA’yı kurmayı önceliğimize aldık. Kadıköy TAK’ı model olarak alarak kurduğumuz KETA, zamanla bölgede tasarım yoluyla iletişimi arttıran güçlü bir odağa dönüştü ve sadece iki yılda, farklı yaş ve meslek gruplarından altı bin kişiyi mekânında ağırlamakla kalmayıp, bölgenin kılcal damarlarına kadar sızmayı başardı. Belediyenin bürokratik yapısı içerisinde sivil düşünceye alan açtı, bölgenin mekânsal sorunlarına yönelik tasarımsal stratejiler geliştirdi, uluslararası projelerde paydaş oldu. Belediyenin Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetlerine devam eden KETA’nın kuruluş sürecinde emeği geçen Nihat Efe Aksan, Olcay Ertürk, İdil Öztamur, Altun Yıl-
maz, Duygu Kurtar, Gözde Albayrak, İbrahim Fidandal, Filiz Gündoğdu ve Servinaz Ömür’e minnettarız. KETA, kentsel sorunlara çözüm bulmak amacıyla mahalleliyi, tasarımcıları, gönüllüleri, öğrencileri ve destekçileri buluşturan bir yenilik ve yaratıcılık mekânı. Fikir ve ürün üretirken ulusal ve uluslararası işbirlikleri kurmayı gözetiyor, çıktıları kamuoyuyla paylaşmaktan geri durmuyor. Projelerini yerelin ihtiyaçlarından yola çıkarak tasarlıyor; gönüllülük esası üzerinden, farklı disiplin alanlarından gelen tasarımcıları örgütlüyor. Kentsel sorunları tasarım, araştırma, katılım yoluyla ele alıyor, sosyal değişime duyarlı tasarım süreçleri kurguluyor. Tasarımın gücüyle yenilikçi çözümler üretme iddiasında olan KETA, kenti ortak akıl ve bilimsel verilere dayanarak tasarlamanın bir gereklilik olduğunu savunuyor. Fikir ve önerileriyle proje süreçlerine katılıp, yaşam alanlarını geliştirmek için tasarım stratejileri geliştirmek isteyen herkese açığız. Yürüttüğümüz programları üç ana başlık altında topluyoruz: Sırası ile sayarsak “Sosyal Diyalog Atölyesi”, “Ortak Akıl ve Üretim Atölyesi”, “Kent Tarihini Araştırma ve Kentlilik Bilinci Atölyesi”. Görüş üretme, tartışmaya açma, danışma ve bilgiyi paylaşma anlamında farklı kültürleri ve uzmanlık alanlarını buluşturmayı gözetiyoruz. Bu doğrultuda, sosyal uzlaşmayı sağlamak öncelikli hedefimiz. Probleme dair ortak çözümlere odaklanıyoruz. Karabağlar’ın kentsel ve toplumsal mirasını, yakın tarihini belgeler üzerinden gün ışığına çıkarmayı ve böylece kentlilik bilincini geliştirmeyi amaçlıyoruz. Bugüne dek iletişim, sosyoloji, toplumsal uzlaşma, felsefe, edebiyat, siyaset, proje üretimi ve sürekliliği, medya okuma, hikâye anlatıcılığı, fotoğraf, kısa film ve belgesel üretimi, deneysel sanat, teknolojik tasarım, doğa deneyimleri, geri dönüşüm, kentsel dönüşüm, herkes için tasarım başlıkları altında pek çok atölye düzenledik. Bu atölyelerden elde edilen çıktıları analiz ettiğimizde, tasarımın artık üç boyutlu olmaktan çıktığını, nesneye ya da mekâna odaklanmanın ötesine geçtiğini, fikir ve toplumsal düşünce birliğinin tasarımsal süreçlere ciddi şekilde etki ettiğini gözlemliyoruz. Bu gözlemleri, somut bir proje kapsamında sahaya yansıtmaya karar verdik. 2019 yılında daha ziyade fikir tasarım atölyelerine yoğunlaşacağımızı görüyorum. “Herkese Açık ve Herkes İçin Tasarım” sloganıyla sürdürdüğümüz projelere de devam edeceğiz. Sonuç olarak KETA, bölgede tasarım yoluyla iletişimi artıran bir odağa dönüştü. Bu açıdan üniversitelerle, özel sektörle, esnafla ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliğiyle ilerlemek adına, kamu kurumları nezdinde İzmir’de ilkiz, Türkiye’deki sayılı iyi örnekten biriyiz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
129
BİLEŞENLER
KOZMİKA Ahmet Semizer – Aslı Çiftçi
! kozmika
soundcloud.com/kozmika
BİLEŞENLER
Ortak üretime Kozmika adıyla, üç yıl önce başladık. Şarkı yazımı ve düzenleme süreci kesintisiz olarak devam ediyor. Bugüne dek İzmir’de çok çeşitli mekânlarda, organizasyonlarda sahne aldık fakat 2018 kışı boyunca çalmaya ara verip şarkı yazmaya yoğunlaştık. Bu süreci beklentilerimiz doğrultusunda tamamlarsak, 2019’da yeniden sahneye çıkarız diye düşünüyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
130
Egemen Keleş, pek çok şarkımızı videolaştırdı; bu kliplerimize sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde, elektronikaya ağırlık vermiş durumdayız. Eskiye nazaran, vokalsiz kompozisyonlar üzerinde çalışıyoruz ki bu işlerin sayısı gittikçe artacak gibi görünüyor. Belki ileride bu üretimlerin tamamını bir albümde toplarız.
Melis Cantürk
meeliscntrk@gmail.com
BİLEŞENLER
Anlık etki yaratan malzemeler bana çok cazip geliyor. Müdahaleden sonra oluşacak etkiye ulaşma çabam, malzeme seçimlerimi
doğrudan etkiliyor. Manipüle edilmiş̧ fotoğraflarımda görüntünün deformasyonunu ve anlatının belirsizleşmesini ön planda tutuyorum; kimyasal ve inorganik malzemelerle fotoğrafın özüne müdahale ediyorum. Aynı zamanda fotoğrafı klasik izlenimden uzaklaştırarak alternatif sunum ve biçimlerle nasıl izleyeceğime, sergileme yöntemlerini belirli sınırlardan nasıl uzaklaştırabileceğime kafa yoruyorum. Varmayı istediğim sonuç, fotoğraf özünden uzaklaştıkça ve yeni malzemelerle birleştikçe beni buluyor ki bunu yıkımla özdeşleştiriyorum.
131 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
1993, İstanbul doğumluyum. Lisansımı Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde tamamladım; ardından, aynı fakültede Sanat ve Tasarım üzerine yüksek lisansa başladım. Fotoğrafın deformasyonu, biçim oluşturma ve mevcut görüntünün üzerinde yeni bir dil geliştirme çabası, üretim pratiklerime temel teşkil ediyor. Deneysel süreçlerde oluşan tavır üzerinde özellikle durmayı tercih ediyorum.
" meeliscntrk
Levent Ayata
BİLEŞENLER
ayata.levent@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
132
1981, Ankara doğumluyum. İzmir’e 1996’da geldim; 2003 - 2007 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde aldığım lisans eğitimimi birincilikle tamamladım. Ardından, bu başarının getirdiği motivasyonla “kariyerime yurt dışında devam edeyim bari” diyerek, bir buçuk sene Amerika’da yaşadım. 2008 ekonomik krizi patlayınca İzmir’e döndüm. Aynı yıl, kendi bölümümde yüksek lisansa başvurdum ve Narlıdere’de tuttuğum ufak bir atölyede belediyelere anıt heykeller yapmaya başladım. 2013 yılında heykel bölümünde akademisyen olarak başladığım görevime devam ediyorum. Üretimlerimde yaşadığım coğrafya ve zamana tanıklık etmeyi, malzemenin karakteristik yapısını ve özgün biçim dilini kullanmayı gözetiyorum. 2016 civarında, ağırlıklı olarak kum torbalarıyla üretim yapmaya başladım. Kum torbaları, bildiğimiz kullanım alanının dışında, birinci ve ikinci dünya savaşları sırasında Avrupa’daki müzelerde sergilenen sanat eserlerini korumak için kullanılmış. Bu fikrin günümüze nasıl uygulanabileceğine baktım. Yine aynı yıl, Elgiz Müzesi’nin düzenlediği teras sergilerine katıldım. Bu sergilerde iki metrelik bir heykel figürünü kum torbalarıyla kapattım. Bu iş, dış mekâna uygun olmamakla beraber, yaşadığımız coğrafyadaki savaş riskine, ekonomik risklere işaret ederken, yaşanagelen travmaların somut halini sembolize ediyordu. Sığınabileceğiniz bir rahim formunu andıran “Kişisel Sığınak” adlı işimi alüminyum döküm tekniğiyle ürettim.
" elevente
2017’de Elgiz Müzesi’nden tekrar davet alınca ilk işin aksine, daha eğlenceli bir şeyler yapmak istedim. Ayrıca sergi dış mekânda olduğu için dayanıklı bir malzeme kullanmak gerekiyordu. Kendi portremden yola çıkarak ürettiğim, iki metrelik “Sıkıldım”, hissiyatımı en yalın ve etkili şekilde anlatan işti. Halen, Sanat ve Tasarım Bölümü’nde Sanatta Yeterlik Programı’na devam ediyorum. Aldığım derslerle paralel gidecek bir iş serisini sergilemeyi düşünüyordum ki o sıralarda faaliyete geçen Shelter Artist Run Space, bana bir sergi düzenleme teklifinde bulundu. Shelter, oldukça ufak ama etkili bir mekân; izleyici, kum torbalarıyla çalıştığım sürece ait “Duvar 18-01” ile karşılaştığında kendini bir tarafa koymak durumunda kalıyor. Bu zoraki konumlanma tercihi, aynı zamanda taraf seçme durumunu sembolize ediyor. Bir cepheyi ve duvarı anımsatan, göndermeler yapan, soğuk ve trajik bir hali var bu işin. “İçeriden Dışarı, Dışardan İçeri Ben” adını verdiğim seriyse dört parçadan oluşuyor. Kimlikle ilgili göndermeler içeren bu seri, sıkıştırılmış haldeki çerçevelerin içine yerleştirdiğim fotoğraflarımdan oluşuyor. İçinden geçmek zorunda bırakıldığımız travmatik dönemi somutlaştırmak istediğim “Yirmi Dörtte Bir” adlı işimse “OHAL” kısaltmasını oluşturan harflerin yeri değiştirildiğinde ortaya çıkan yirmi dört varyasyonu içeriyor. Bir nevi, çekmecenin içinde saklanan kelimeleri içeren bir hafıza çekmecesi…
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
133
BİLEŞENLER
Mert Çakır
BİLEŞENLER
mertcakirphotos@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
134
" mertacakir
Koda Fotoğraf Ajansı’nın kurucularındanım. Ayrıca; Redux Picture, Reuters ve EPA ile sözleşmem var. Bu ajanslar sayesinde, bugüne kadar Time, New York Times, National Geographic ve Le Monde gibi dergi ve gazetelerle çalışma şansı buldum.
göstermek için illâ zulmü fotoğraflamanız gerekmiyor; tuzun kısmen eritmiş olduğu bu fotoğraflar, A noktası ve B noktası arasında yaşanan acı dolu bir yolculuğun hikâyesini gayet net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Eskiden, ağırlıklı olarak kent ve hafıza üzerine çalışıyordum. Örneğin, Manisa’nın Salihli ilçesinde yer alan, Sefaradlardan (Sefaradlar’dan) kalma tarım okulunun harabe durumunu işlediğim “Or Yehuda’nın Hayaletleri” projesinde, okula ait eski fotoğrafları, çektiğim fotoğraflarla üst üste montajlamıştım. Mekânın içerisinde gezindiğimde dönemin ruhunu hissedebildiğim için hayalet kavramından yola çıkmıştım. Aslında gerçeklik kavramının ve tanıklığın peşine düştüğüm bir dönemdi.
Doğrudan tanıklığı çok önemsiyorum, zira tanıklığı medyanın eline bıraktığınızda hakikatin hızla dönüştürüldüğüne, çarpıtıldığına tanık oluyorsunuz veya ajans, fotoğrafınızın altına öyle bir metin koyuyor ki yansıtmaya çalıştığınız çıplak gerçeklik gölgeleniyor, çarpıtılıyor. Bu bakıştan yola çıkarak, göreve gittiğim her bölgede foto-hikâyeler üretmeye gayet ediyorum. Güneydoğu’da süregiden savaş, bilhassa üzerine eğildiğim konulardan biri. Örneğin, Tahir Elçi’nin öldürüldüğü gün Diyarbakır’daki süreci baştan sona fotoğrafladım. 2012 yılından beri Suriye meselesiyle ilgileniyorum. Bu proje kapsamında Avrupa’ya uzanıp mülteci çocukları takip ettim. En son Arnavutluk’a gidip mülteci çocukları fotoğrafladım. Şu sıralar, işlerimi multimedya araçları üzerinden yaygınlaştırmaya yoğunlaşmış durumdayım.
2000 yılından beri serbest foto muhabir olarak çalışıyorum ve son dört, beş yılımı savaş bölgelerinde geçirdim. Aslında çoğu fotoğrafçı klasik bakış açısından çağdaş bakış açısına ilerlerken, ben tam ters yönde gittim çünkü gerçeğe erişmek, benim için gittikçe önem kazanan bir mesele haline gelmeye başladı. Bazen farklı malzemelerle çalışıyorum. Örneğin denizde bulduğum, mülteci bir aileye ait fotoğraf albümünü stüdyoda tekrar fotoğrafladım. Savaşın etkisini
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
135
BİLEŞENLER
Mert Yavaşca
BİLEŞENLER
mertyavasca.wordpress.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
136
Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü’nde araştırma görevlisiyim. Lisansımı Eskişehir Anadolu Üniversitesi Baskı Sanatları’nda, yüksek lisansımı ise Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde, sanat tarihi üzerine yaptım. İzmir’e 2014 yılında göç ettik. Açıkçası İzmir’e atanacağım belli olunca, o güne dek küçük ve sakin şehirlerde yaşamış biri olarak, bir miktar kaygılanmıştım çünkü şehrin büyüklüğünden, kalabalığından endişe etmiştim. Mekân ve aidiyet üzerine yaptığım sorgulamaların temeli böylece ortaya çıkmış olmalı… Zamanın işleyişi çerçevesinde, kişisel belleğin ya da toplumsal belleğin mekânı ya da mekânın belleğini değiştirebileceğine inanıyorum. Çalışmalarım da genel olarak bu inancın üzerinde temelleniyor ve gelişiyor. Lisans eğitimimi takiben, Levent Cantek ile İletişim Yayınları’nda, Mine Soysal ile Günışığı Yayınları’nda çocuk resimleri ve çizgi roman üzerine çalıştım. “Deli Gücük”, “Dumankara” gibi Türkiye’nin çizgi roman tarihinde kendine yer edinmeyi başarmış kimi yayınlara katkı sunma şansım oldu. Fakat bu çalışmalar, sonuçta sipariş işler olduğu için bende endişe ve kaygı yaratmaya başladı. 2011 yılında başladığım “Doğal Felaketler” isimli serinin bendeki yeri, sanat disiplinimi kendisi için var olan üretimler üzerinde temellendirme olanağını yaratması açısından başkadır. Anatomik kaygılar taşıyan bu figüratif kolajları üretirken, kişisel belleğimden yola çıktım; fotoğraf arşivimden beslendim. O dönem birlikte çalışmaya başladığım İstanbullu bir galeriyle 2013 yılında, 8. Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’na katıldım. Fuarın ortamı, ortada dönen ticari ilişkilerin yapısı ve işleyişi beni sıkıntıya düşürdü, boğdu. Galerinin eserlerime müdahale etme potansiyelini de öngörmemle beraber, figürün çalışmalarımda ne kadar gerekli olduğunu sorgulayarak, yeni bir seriye başladım. William Blake'in “The Lamb” ve “Tyger Tyger” isimli iki şiiri vardır; her iki şiir de inancı sorgulayan güçlü bir kontrast üzerine kuruludur. Bu seriyle, figür ve mekân ilişkisini yeniden boyutlandırmaya başladım. Hemen ardından tamamladığım, “Köprüler” adını verdiğim seride bilinç ve mekân üzerine eğildim. Altı parçadan oluşan bu seri, şimdiye kadar hiçbir yerde sergilenmedi, hâlâ arşivimde duruyor. Çalışmalarımı uzun süre saklamayı tercih edebiliyorum. Bir sergi ya da proje için eser üretmektense, ardımda bırakmaya yönelik işler yapmak beni tatmin ediyor. 2015 yılında, buluntu görsellere müdahale ederek alternatif psişik
bir uzamda karşılaştığım yapıları kurguladığım otuz üç parçadan oluşan, “Resilience” adlı ikinci kişisel sergimi açtım. Zamanla bu çalışmaların arkeolojik bir tını taşımaya başladığını söyleyebilirim. Kendimi başka, alternatif bir mekânda kurgulamaya başlamıştım ve bu seriyle birlikte, galeriyle olan bağım tamamen koptu çünkü galeri, benden figür resimleri yapmaya devam etmemi bekliyordu. Doğru yolda olduğumu da o zaman anladım çünkü sanatçı olarak, üzerinizde hâkimiyet kuran bir yapıya ihtiyacınız yok. 2016’da “Karanlık Haritalar”a başladığımda, şu sorudan yola çıktım: “Kendimi keşfettiğim bir uzamda konumlandırmaya çalışsam, nelere ihtiyacım olurdu?” Cevaben, yarattığım uzamda kaybolmamak ve aidiyetimi o uzamda bir yere konumlandırabilmek adına, haritalar üretmeye başladım. Ardından, seriyi farklı coğrafyalarda üretme fikri beni meşgûl etmeye başladı. Bu haritalar, başka bir coğrafyada üretildiğinde neye dönüşecekti? Berlin’e yaptığımız kısa bir seyahat esnasında kaldığımız hostel odasında, eşimle birlikte, küçük bir atölye çalışması yaptık. Üretimlerimi hostelin koridorlarında, yönetimden izin almadan, bir saat boyunca, tamamen kaçak şekilde sergiledim. Bu deneyim, psişik uzama ait yüzeyleri, parçaları, yerel coğrafyada nasıl konumlandırabileceğime dair bana imkân tanımış oldu. Zira bir mekânı kendinize ait kılmanın ana şartının orada üretmek olduğuna inanıyorum. 2017’de “Noumenon” adını verdiğim bir başka seriye başladım. Kodlarını kendi yazdığım psişik bir coğrafyada geçen bu seri de belleğimdeki imgelerin arkeolojik buluntuları andıran bir görsellikle kurgulanmasına dayanıyordu. Elli bir parçadan oluşturduğum serinin her parçasını, el yapımı geri dönüştürülmüş kâğıtların üzerine çalıştım. “Noumenon”, 2018 yılının şubat - mart döneminde İstanbul’daki REM Art Space’in açtığı grup sergisinde yer aldı. Aynı yılın aralık ayında, eşim Şerife Aslan ile sanatçı atölyemizi, Shelter adını verdiğimiz, alternatif bir sergi mekânına çevirdik. Shelter Artists Run Space olarak, sadece mayıs ve aralık aylarında, kısa süreli etkinlikler düzenliyoruz. “Fernweh” isimli açılış sergimizin ardından, Mayıs 2018’de Levent Ayata’nın “Rutin”, Betül Uslu Özkan’ın “Vitality” ve Gözde Yenipazarlı ile Şerife Aslan’ın “Başka” isimli sergilerine ev sahipliği yaptık. Şimdilerde 2019’da neler yapabileceğimize bakıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
137
BİLEŞENLER
Murat Emek Özkan
BİLEŞENLER
muratemek_ozkan@hotmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
138
1987, Mersin doğumluyum. Mühendislik okurken okulu bırakıp Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçtim. “Sanatı hobi olarak yap” diyen bir aileden geliyorum. 2010 yılından beri sinema sektöründeyim; profesyonel meslek hayatıma reji ve kurgu alanlarında devam ediyorum. Şiirle de uğraşıyorum; “Gökyüzü Tenden Kara” adlı kitap projem, karamsarlık ve insanın var olmakla varoluş arasında kalışını işlediğim şiirleri içeriyor. Film çekerken benimsediğim alegorik anlatımı sesler ve renkler üzerinden aktarmaya çalışıyorum. Otoritenin ve karşısındaki kitlelerin varoluş tavrını, ağırlıklı olarak kırmızı ve mavi renklerle ifade ediyorum; karamsarlık, bastırılmış nevroz, nefret ve öfke, ağırlıklı olarak ele aldığım temalar. Saklı gerçekleri çıplakça yansıtmak, bu çıplaklığın yaşanmışlığa katılışını işlemek gibi niyetler üzerinden yola çıkıyorum. 2011 tarihli ilk kısa filmim “Kum Zamanı”, film çekme hayallerini gerçekleştirmek isteyen üç gencin hikâyesini anlatan, eleştirel bir filmdi. O dönem yoğun olarak tartışılan kürtaj hakkına bireysel ve içten bir yerden bakmayı istemiştim. O gün bugündür, deneyerek film çekmeye devam ediyorum. On altı yıldır rahatça konuşamıyoruz. Gezi de rahatça konuşamıyor olmanın getirdiği bir birikimin patlamasıydı. Umuttan nefret ediyorum; bence umut etmekten çok iradeye ve kendimizi anlamaya ihtiyacımız var. Duvarların arkasında zihnimize ve rüyalarımıza gizlediğimiz her şey gerçek. Hayat sokakta değil aslında, hayat rüyalarımızın yansıdığı sokaklarda. İnsanlar kaçtıkları gerçeklerle iç dünyalarında yüzleşmeli; sinemayı da bu gerçekliğe ayna tutmak
" dijitalkafka
için kullanıyorum. Kampüste çimlerde otururken polisin aniden başımıza dikildiği bir dönemde okudum. Bu dönemi yaşamış olmak, “Ceviz Ağacı: Şok Soruşturma” adlı, Charlie Chaplin tadında, kara mizah kullandığımız bir film projesine yol açtı. Flanör mantığı üzerinden ilerlediğim, kendi ahlakıyla çelişmesine rağmen özgürlüğü sürekli bir tarafta tutan, diğer tarafta özgürlüğünü sonuna kadar yaşamasına rağmen o özgürlükle ne yapacağını bilmeyen iki karakterin karşılaşıp sohbet etmesini konu alan “Şanslı Hiç” ise profesyonel ekipmanlar kullandığım ilk filmimdi. Şimdilerde, “Farmakon”u çekiyorum. Farmakon, Yunanca bir kelime; hem zehir hem ilaç anlamına geliyor. Bugünün gençliğinin neden hareket etmediğini beş genç karakter üzerinden işleyeceğim. Son altı aydır ekip olarak çalışıyor, durmadan fikir ve proje üretiyoruz. Senaryo ekibimiz, “Yekta” ismini verdiği bir metnin üzerinde çalışıyor. Çaresizliğe inanmış aydın insanın kapanmış, kısılıp kalmış halini işleyeceğimiz, Kafkaesk bir proje. “Eflatun Bey ve Onun Aşırı Sıkıcı Hayatı”nı yedi bölümlük internet dizisi olarak kurguladık. Bağımsız sinemanın en büyük sıkıntısı finansal kaynak bulmak; bu projeye yatırımcı arıyoruz. Adını “Maviden Siyaha” koyduğumuz, üniversitede okuyup eskortluk yapan kadınların hayatını işlediğimiz bir projemiz daha var. Sabah bölümde felsefe okurken akşamı, parayı bastıran kamyoncunun yatağında geçiren bir karakterin hikâyesini işleyeceğiz. On karakterli lise dizisi projemiz de bunlara koşut olarak ilerliyor. Bu dizide ergenlikle beraber kabaran merakın toplum tarafından nasıl baskılandığını anlatacağız.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
139
BİLEŞENLER
Nejat Satı
BİLEŞENLER
" nejatsati
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
140
Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü’nden 2004 yılında mezun oldum. Uzunca bir süre resimle uğraşmadım. 2009’da pentür resmine dönme kararı aldıktan sonra Kardıçalı İş Hanı’nın birinci katında, Agora adını verdiğim bir stüdyo tuttum. Bu stüdyoda kendi çalışmalarıma devam ederken, müzikle ve çağdaş sanatla uğraşan arkadaşlarımı ağırladım. Bir yıl içerisinde düzenlediğim dört sergi, davet ettiğim sanatçıların tebeşir tahtası üzerine yazdığı yazıları bir ay boyunca, sokaktan görülebilecek şekilde, kamusal alana açıyordu.
patlatmıştı. Cam kırılmamış ama örümcek ağı gibi açılmıştı. Öfkeyi bu şekilde betimleyebilirim dedim ve kırılan camlardan oluşan bir seri üzerine çalışmaya karar verdim. Kısacası resim, benim için bireyi soyut anlamda etki altına alabileceğim, bireyin içgüdülerini dürtülere doğru bırakışını ifade ettiğim bir anlam kazandı.
İzmir’e kesin dönüş yapınca Seferihisar’a yerleştim. Halen Seferihisar’da yaşamaya ve üretmeye devam ediyorum. Döndükten sonra tamamen minimal abstractla uğraşmaya başladım ama hazır nesneleri işin içine katmak hep aklımdaydı. Eczacılar ilaç ku2010’da İstanbul’a yerleştim. Aynı yıl, ağırlıklı olarak ecza mal- tularının üzerine kullanma talimatı yazar ya, oradan yola çıkarak bir seri üretmeyi kararlaştırdım ve çeşitli ilaç kutularının üzerine zemelerini kullandığım, “Dilaltı” adını verdiğim ilk kişisel sergimi ibareler yazmaya koyuldum: Xanax’a “iyi geceler”, Ritalin’e “konaçtım. Kullandığım nesnelerin ve figürlerin tamamı hap, kapsül gibi malzemelerden oluşuyordu çünkü annem eczacıydı; bu mal- santre ol”… “Fakir viagrası” dedikleri bir ilaç var, onun da üzerine zemelere gayet vakıf durumdaydım. İstanbul’da kaldığım beş yıl “en az üç” ibaresini layık gördüm. Bu ibareler, içinde yaşadığım topluma dair söylemler, göndermeler ve kodlar; sonuçta. Anneminki boyunca, bu izleği takip ederek birçok sergi açtım. Yeni Deniz Eczanesi’ydi; ben de seriye “Yeni Nejat Eczanesi” adıÇalışmalarıma başlarken nasıl yola çıktığıma örnek olarak, “Crack” nı koydum. Bu seriye hayatımın sonuna kadar devam edeceğimi serimi verebilirim: 2012 yılının mayıs ayıydı; İstiklâl Caddesi yine biliyorum. İlk iki sergisini İstanbul’da yaptım; üçüncüsü İzmir’de yasaklıydı. Biriken öfkeyi sezmemek mümkün değildi. Öfkeyi soyut olacak ama şimdilik beklemedeyim. biçimde nasıl anlatabileceğime kafa yorarken, olaylı 1 Mayıs geldi çattı. Protestoculardan biri, kaldırım taşıyla bir bankanın camını
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
141
BİLEŞENLER
Nesli Özalp Tuncer
www.nesliozalp.com www.izmirfilmofisi.com www.mahalledegacovar.com
BİLEŞENLER
İzmir’de doğdum, İzmir’de yaşıyorum. Ege Üniversitesi Radyo TV Sinema bölümünden mezun oldum; Dokuz Eylül Üniversitesi Film Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisansımı tamamladım. Başlıca çalışma alanlarım film yapımı, fotoğraf, efekt ve makyaj. Yaklaşık beş yıldır Bornova Belediyesi’ne bağlı Dijital Film Atölyesi’nde eğitmen ve koordinatör olarak çalışıyorum. Aynı zamanda bağımsız olarak yönetmenlik ve yapımcılık yapmaktayım. Belgesel sinema, özel ilgi alanım.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
142
Fotoğraf çalışmalarıma 2010 yılında başladım. Romanya’da gerçekleşen bir Avrupa Birliği Gençlik Değişim Programı sayesinde, fotoğraf ve video belgesel alanında üretimler yapma fırsatı yakaladım. Halen, bireysel olarak veya AB projeleriyle dünyanın farklı yerlerini gezerek fotoğraf, video ve öykü yazımıyla ilgili projelerde yer alıyorum. Ekim 2017’de tamamladığım “Dönüş” isimli belgeselim, yurt içi ve yurt dışında yaklaşık kırk festival gezdi ve gezmeye devam ediyor. Büyük ninemin ve büyük dedemin Denizli’deki mezarlarından aldığımız toprağı bir daha hiç geri dönemedikleri memleketleri Kavala’ya götürme çabamızı anlatan bu belgeselde, anneannemle kendim üzerinden, izleyiciye ailemin mübadele anılarını aktarıyorum. Film, bugüne kadar pek çok ödül kazandı. Bunlardan bazılarını saymak isterim: KısaKes Kısa Film Festivali – Pitching Platformu - “Yapım Desteği Ödülü” (2016), Festival Cinema Zero – “Seyirci Ödülü” - (2017), 7. Atıf Yılmaz Kısa Film Festivali – “Belgesel Dalı Birincisi” (2018), 38. İFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması – “Belgesel Dalında En İyi Film Ödülü” (2018), Toronto Documentary Short Film Festival – “En İyi Performans Ödülü” (2018), Asian Competition at the Alpavirama Short & Documentary Film Festival – “Silver Comma Ödülü” (2018). Devam eden film projelerim arasında insan, hayvan ve bitki bağlamına oturttuğum, kişisel kentsel dönüşüm hikâyem var. Yaklaşık iki yıldır çekimlerine devam ediyorum. Bu sunumu hazırlarken, çekeceğim filmlerin konusunu seçerken genellikle kendi hayatımdan yola çıktığımı fark ettim ve bu fark ediş, bende neden kişisel konuları tercih ettiğime dair bir sorgulamaya yol açtı. Konuları yakınımda aradığım bir dönemdeyim sanırım… Başladığım projeleri tamamladıktan sonra kurmaca türünde filmler üretmek istiyorum. Bir diğer belgesel film projem, İzmir Film Ofisi, Belgesel Sinemacılar Birliği ve “Kültür İçin Alan” fonu tarafından desteklenen
“Mahallede Gaco Var!”, kasım ayında ilk gösterimini yaptı. Filmin eş yönetmeni Yunus Tuncer ile birlikte, Tepecik’teki Tenekeli Mahalle’de beş yıl boyunca yürüttüğümüz alan çalışmasının çıktısı olan bu film, iki gaconun (yabancının) Roman kültürüne karşı beslediği önyargıların nasıl değişime uğradığını konu alıyor. Gözlemci konumdan çıkan gacolar, kamerayı mahalleliye veriyor ve onlardan kendi mahallelerini fotoğraflamalarını istiyor. Tenekeli Mahalle’nin kız çocukları ve anneleri, bu sayede fotoğraf sanatıyla tanışıp birlikte üretiyor. Nesli ve Yunus olarak, kendi üzerimizden anlattığımız bir hikâye… Dijital Film Atölyesi’nde beş yılımı doldurdum. Farklı yaş gruplarından bireylere nasıl film üretebileceklerine dair eğitim veriyoruz. Filmin fikir aşamasından başlıyoruz, izleyiciyle buluşturma aşamasına kadar alıp götürüyoruz süreci. Katılımcılar, tüm evreleri teorik ve pratik olarak birebir deneyimliyor. Ayrıca, yaz döneminde çocuklarla kısa film çalışmaları yapıyoruz. Yine Dijital Film Atölyesi kapsamında, gösterim ve çözümleme etkinlikleri düzenliyoruz. İki yüz elli kişilik salonumuzda düzenlediğimiz bu etkinliklere bazen çeşitli üniversitelerden akademisyen arkadaşlarımızı konuk konuşmacı olarak çağırıyoruz. Üç yıl önceki ilk çözümleme etkinliğine on kişi gelmişti; sonradan bu sayı yirmiye ulaştı ve derken, bugün itibariyle salonu tamamen doldurabiliyoruz. Kısa film çalışmalarımızı ve etkinlik videolarımızı Dijital Film Atölyesi’nin Youtube kanalından takip edebilirsiniz. Gruplara veya bireylere film yapımı ve kurgu eğitimi de veriyorum. İki yıl önce Bağımsız Kadın İnisiyatifi ile çalıştım. Bu sene bir öğrencime özel eğitim veriyorum; ikimiz tek kişilik bir film üzerine çalışıyoruz. Efekt - makyaj konusuna gelecek olursak, 2011 - 2012 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu Meslek Edindirme Kursları’na katılarak sahne makyajı üzerine eğitim aldım. Ardından, aynı dönemde, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nün düzenlediği makyaj ve vücut boyama atölyesine devam ettim. Bu atölyeye devam ederken, yüksek lisans tezimi 2000 sonrası Türk korku sinemasında efekt ve makyaj üzerine yazmaya karar verdim. Şimdilerde, “Korku Sinemasında Makyaj: Dünya ve Türk Sineması’ndan Örnekler” adıyla kitaplaştırdığım bu tezi basacak bir yayınevi arıyorum. Türkiye’de üzerine yeterince çalışılmamış bu alana dair uygulamalarıma ve akademik çalışmalarıma kesintisiz olarak devam ediyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
143
BİLEŞENLER
OYUN HAMURU Burak Özbaykuş - Cenk Öztekin
oyunhamurutiyatrosu@gmail.com Oyun Hamuru Tiyatrosu’nu 2009 yılının soğuk bir mart akşamında, metinli oyun geleneğinden gelen dört arkadaş olarak kurduk. Ertesi ay ilk oyunumuzu oynadık ve hamurumuz kabarmaya başladı. İzmir’de doğaçlama tiyatroya öncülük etme hedefiyle ilerleyen bir topluluğuz.
BİLEŞENLER
Bildiğiniz üzere, Mahşer-i Cümbüş ile başlayan furya zamanla televizyon kanallarına taşındı ve gittikçe yaygınlaştı, popülerleşti. Televizyona kalınca doğaçlama olarak söylemek istediklerinizin ancak bir kısmını söyleyebiliyorsunuz. Sonunda iş sadece eğlendirmeye yönelik bir formata sıkışmaya başlıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
144
50’lerde Kanada’da ortaya çıkan bu tarz, zamanla Avrupa’ya, ardından dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Formatı gereğince, sizi seyirci yönlendiriyor. Seyirci, sahnede izlemek istediği hikâyeyi belirliyor, sizler de çizilen çerçeveye göre oyunu kurup, sergilemeye başlıyorsunuz. Bu yaklaşım üzerinden şekillenmiş birden fazla format var aslında ama biz üçünü kullanıyoruz. Bunlardan ilki, kısa turlar üzerinde ilerleyen “açık sahne”, yaklaşık beş dakikalık performansları içeriyor. Bu turların kendine has kuralları var; o kuralların dışına çıkmıyoruz. İkincisi, “long form”; seyirci bize bir çıkış noktası veriyor, meselâ bir oyun ismi uyduruyor veya ana karakteri tanımlıyor. Biz de arkadaşlarımızdan birini ortaya davet ediyoruz; seyirciye bu karakterin kaç yılında, nerede ne iş yapıyor olabileceğini soruyoruz. Aldığımız bilgiler doğrultusunda, yaklaşık doksan dakikalık bir doğaçlama oyun sergiliyoruz. Sergilenen oyunun, doğal olarak tekrarı yok; o ana ve o mekâna özgü. Her şey anındalık ve o andalık üzerine kurulu. Böyle üç sene debelendikten sonra, televizyona taşınan formatın dışına nasıl çıkabileceğimizi deneyimlemek adına, bir festival düzenlemeye karar verdik. Hâtta dedik ki yurt dışından insanları da çağıralım ve uluslararası bir nitelik kazansın. Birçok grup gelsin, yeni tanışacağımız tiyatrocularla birlikte doğaçlama bir performans sergileyelim. Tiyatroyu bilirsiniz; aylarca prova yapılır, bir gösteri sergilenir ve o gösteri çoğunlukla ilk sergilendiği şekliyle hayatına devam eder. Festivali becerdik ve hiç tanımadığımız otuz kişiyle beraber, çok güzel bir oyun çıkardık. Bunun üzerine dedik ki “biz bu festivali devam ettirelim”. Geçen sene, İzmir Doğaçlama Tiyatro Festivali’nin yedincisini düzenledik. Her yıl üç eğitmenle dans atölyeleri, ritim atölyeleri ya da değişik formatlarda oyunculuk atölyeleri düzenliyoruz. Bugüne kadar yaklaşık iki bin beş yüz
oyun oynadık. Turneleri de sayarsak, toplamda otuz bin izleyiciye ulaştık. İlk senemiz çok keyifli geçti çünkü Ege Üniversitesi ağırlamaya, konaklamaya sponsor oldu. Bir daha böyle bir konforumuz olmadı; yıllardır sponsor bulmak için çabalayıp duruyoruz. Sonuçta, konuk olarak çağırdıklarımıza “gelin, her şeyiniz sizden” demeye başladık ve geldiler; sağ olsunlar… Kemikleşmiş izleyicilere ve kadrolara oynadıkları için, doğaçlamanın özünü teşkil eden yeni birilerine temas etme fırsatını kaçırmak istemediler. Son olarak altmış kişi sahne aldık. Bugün benim diyen ödenekli bir tiyatronun altmış kişilik kadroyla oyun sergilemesi çok zor. Tabii artılarımız var: Devasa dekorlarımız yok, her şey aksesuar odaklı ilerliyor. Muhteşem ışık oyunlarımız yok, iş tamamen oyuncuların performansına dayanıyor. Oyuncunun bıraktığı yerden, seyirci tamamlıyor oyunu. Hani tiyatronun özünde vardır ya, “siz neye inanırsanız seyirci de ona inanır” derler; biz de oradan yola çıkıyoruz. Tamamen çıplak, yalın bir oyunculuğun üzerinden ilerlemeye çalışıyoruz. Oyuncu ne verirse versin, seyirci şunu biliyor: Ortada köşk dekoru yok, uşak içeri giriyor ve soruyor; “efendim, bugün ne alırsınız.” Demek ki malikânedeyiz. Eksik kaldığımız nokta, festivali görünür ve duyulur kılmak. Bu çok kolay değil zira içeriği ve biçimi duyuru diline yansıtabilmek açısından, başka festivallere benzemiyor. Bir yandan geniş kitleleri doğaçlama tiyatroyla tanıştırmaya uğraşırken diğer yandan seyirciye oyunun içine girebileceğini ve bize müdahale edebileceğini, böylece oyunun seyrini değiştirebileceğini anlatmaya uğraşıyoruz. Her oyun, bu açıdan hem bizim hem izleyici için atölye çalışması gibi geçiyor. Yavaş yavaş ısınıyorlar; üçüncü oyuna geldiklerinde el kaldırıp oyuna müdahale edebiliyorlar. Bir diğer amacımız, Türkiye’de ama özellikle İzmir’de doğaçlama tiyatronun gelişimine önayak olmak ve bunu yaparken, oyuncuları farklı alanlarla tanıştırmaya çalışmak. Atölyeler, bu açıdan dinamo görevi görüyor. Her şeyi üstlenmek gibi bir küstahlığımız yok; alanında uzman eğitmeni bulup festivalin amacından, içeriğinden bahsediyoruz ve atölyeleri işinin ehline bırakıyoruz. Günün sonunda bu maceranın varmasını istediğimiz bir yer var: Ülke çapında doğaçlama tiyatro ligi kurmak.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
145
BİLEŞENLER
BİLEŞENLER
ÖZGÜN BİR SANAT Özgün Araz
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
146
ozgnarz@gmail.com $ Özgün Araz 1991, İzmir doğumluyum; radyo televizyon bölümü mezunuyum. İzmir'de sanatsal aktiviteleri duyuran bir iletişim aracının olmadığını keşfettikten sonra, bir grup gönüllü arkadaşımla şehrimiz için bir şeyler yapmaya niyetlendik ve altı ay önce bir Youtube kanalı kurduk. Sanat faaliyetlerinin ancak paylaştıkça ve paylaşıldıkça çoğalacağına inanıyoruz. Amacımız sanatla ilgilenen her izleyiciye dokunmak. Kanalımızdan sosyal medya aracılığıyla ulaştığımız kültür sanat üreticileriyle yaptığımız mülakatların yanı sıra işaret dilini kullanarak çektiğimiz müzik kliplerini, İzmir'de gerçekleşen festivallerden ürettiğimiz kısa videoları paylaşıyoruz. Girişimcilerin faaliyetleriyle de ilgileniyoruz. Sezon sezon ilerliyoruz; sanat etkinliklerinin azaldığı yaz dönemlerinde sağlık, spor, teknoloji, bilim konulu içe-
riklere ağırlık vermeyi planlıyoruz. İnternet mecrasında arzu ettiğimiz pozisyona geldikten sonra bir dergi yayımlamaya niyetliyiz. Neyin peşindeyiz? Kültürel etkinliklerden özgün bir sanat anlayışı damıtmak istiyoruz. Bunu tam anlamıyla başarabilmek için de sanatçılarla, derneklerle, belediyelerle, girişimcilerle, iş insanlarıyla çalışmayı amaçlıyoruz. Geçtiğimiz yılın kasım ayında Kerem Görsev, Betül Arım gibi ünlü isimler başta olmak üzere, on üç kişiyle video röportaj yaptık; İzmir'de yaşayan çeşitli oyuncuları, ressamları, müzisyenleri kayda aldık. İmkânlarımız ve vizyonumuz dâhilinde İzmir'e sunabileceğimiz tek katkı buydu; sanatın her kesime dokunabilmesi adına, Özgün Bir Sanat oluşumunu var kılmaya devam edeceğiz.
Anadolu Üniversitesi Sinema Bölümü’nden mezun olduktan sonra Prag’da bir okulda görüntü yönetmenliği eğitimi aldım. Ardından, İstanbul’a yerleşip önce görüntü yönetmeni asistanı, sonra görüntü yönetmeni olarak çalıştım. Bir İzmirli olarak, İstanbul’da yaşamayı epeyi sıkıntılı bulduğum için, 2012’de İzmir’e döndükten sonra arkadaşlarımla Umay Film’i kurdum. Son dört yıldır, İzmir Ekonomi Üniversitesi Sinema ve Dijital Medya Bölümü’nde, Görsel İletişim Tasarımı, Radyo ve Televizyon Programcılığı ve Medya ve İletişim alanında öğretim görevlisi olarak görev yapıyorum. Çoğunlukla şehre çekime gelen yabancı ekiplere hizmet veriyoruz. İş telaşımızın yarıya yakınını oluşturan bu hizmetler, bizi İzmir’deki diğer firmalardan ayrı bir yere koyuyor. Ekip, malzeme, oyuncu sağlıyoruz, içerik danışmanlığı yapıyoruz, gerekli izinleri alıyoruz, çekim yapılacak mekânları seçiyoruz. Bazen anahtar teslim işler üretiyoruz. Üretimlerimizin neredeyse üçte birini, çeşitli firmalar için hazırladığımız reklâm ve tanıtım filmleri oluşturuyor. Geriye kalan yüzde yirmiyse ortak yapımlardan oluşuyor ki bu alandaki üretimlerimizi artırmayı hedefliyoruz. Filmlere, dizilere, belgesel-
lere ağırlık verme gayreti içindeyiz. Bugüne dek İzmir’de faaliyet gösteren Katarsis Film ile birlikte, B sınıfı klasmanında, gösterime yüz yirmi beş kopyayla giren bir korku filmi çektik. TRT Belgesel kanalı için nöro-psikoloji ve psiko-patoloji konulu dört belgesel ürettik. Şimdi beşincisiyle uğraşıyoruz. İzmir’deki sinema piyasasına bakacak olursak en büyük sorun, üretimin düzensiz olması; yapım ekipleri şehre geldiğinde buradaki ekiplerle sürdürülebilir nitelikte bir ilişki kuramıyor çünkü düzenli istihdam yok. Umay Film olarak bu sorunu bir nebze olsun gidermeye çalışıyoruz. Ne kadar düşük bütçeli olursa olsun, yapımların devam etmesi gerekiyor. Satış kanallarıyla bağlantı kuracak, ortak yapımlara yol açacak aracı yapılara ve tanıtım gruplarına ihtiyaç var. Şehrin adıyla özdeşleşecek bir film festivalinden hâlâ mahrum olmak, korkunç bir şey. Bu eksikliği gidermek adına, İzmir Ekonomi Üniversitesi’yle beraber bir film marketini nasıl hayata geçirebileceğimize kafa yoruyoruz. Bakalım ileride neler olacak…
147 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
umayfilm.com
BİLEŞENLER
UMAY FİLM Berk Tuğcu
Özgür Gürbüz
BİLEŞENLER
! / " theprozit
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
148
! / " sinadika
! / " ebrentrio
! kalachakraduo
Ege Üniversitesi Konservatuvar Çalgı Yapım Bölümü mezunuyum. Okuldaki uzmanlık sazım kanunu, arp ve flamenko gitar tekniklerini harmanlayarak oluşturduğum, kendime has on parmak tekniğiyle çalıyorum. Onun dışında, Tuva – Moğolistan bölgesine ait, bir tür çelloya benzeyen morinhoor ve aynı bölgeye has, gırtlaktan söylenen “kargyraa” tekniğiyle ilgileniyorum.
leri tarafından reddedilmiş halk müziği parçalarından oluşuyor. Başka bir deyişle, bugün bir fasıl repertuvarına benzer şekilde, sözünü ettiğim dönemin eğlence repertuvarına ağırlık veriyoruz. Prozit adı, Almanca’da bizdeki “şerefe”nin yerine kullanılan “prost” nidasından geliyor. Yüzyıl kadar önce, İstanbul’da “şerefe” yerine “prozit” diyerek kadeh kaldırırlarmış. Her iki grupla dönemin icra anlayışına sadık kalmaya çalışıyoruz.
Kanun, ud ve neyden oluşan Ebren Trio’da sanat müziğini klasikleşmiş anlayışın dışına çıkarak, doğu batı ayrımı yapmadan, bazen işin içine uydurduğumuz makamları katarak yeniden yorumluyoruz. İkili olarak başladığımız bu proje, bir süredir üçlü olarak devam ediyor.
Bazen sahneye küçük skeçler, provokatif konuşmalar yaparak çıktığımız, toplu doğaçlamaya dayanan, disiplinlerarası Terapötik İlişkiler’i proje olarak tanımlayabilirim. Müzikle terapiyi beraberce sahneye taşıdığımız bu projede, seyirciyi interaktif bir şekilde müziğe katıyor, ortaya çıkan duygu devinimleri üzerinden ilerliyor ve ortak yaralarımızı hatırlayıp, “bunları hep beraber iyileştirebiliriz; yalnız değiliz” diyoruz.
Adını eski bir Rum mahallesinden alan Şinadika, daha ziyade şehrin müzikal hafızasıyla ilgilenen, hatırlamaya ve hatırlatmaya yönelik, dört kişilik bir İzmir müzikleri grubu. Yüz yıl öncesinin kozmopolit İzmir’inde dillere düşmüş şarkıları yeniden yorumluyoruz. Aslında “Yunan halk ezgileri” veya “Rum müziği” şeklinde adlandırılan bu janra ait şarkıların sözlerini ne Yunanlılar ne de Türkler anlayabiliyormuş. O yüzden Yunanlılar, bu tarzı “Symrneika” olarak adlandırmış. Dönemin repertuvarı, bizim sayemizde çıktığı topraklarla tekrar buluşuyor. Prozit’in repertuvarıysa taş plaklardan derlediğimiz, 1800’lerin sonuyla 1900’lerin başına ait, zamanında sanat müziği çevre-
Son olarak, ud, klasik kemençe, gitar çalan Fırat Doğan ile kurduğumuz Kalachakra Duo’dan bahsedeyim. “Kalachakra”, “zamanın çarkı” anlamına geliyor. Bu projede gırtlak müziği yapıyorum; kanun, igil ve erhu çalıyorum. Herhangi bir sınır ya da stil kaygısı olmaksızın, tarzlara bağlı kalmadan, zamandan bağımsız yaptığımız doğaçlamalarla dinleyiciyi transa sokmaya ya da transtan çıkarmaya çalışıyoruz. Konserlerimize bekleriz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
149
BİLEŞENLER
PORSUK PUB Mesut Bayram
BİLEŞENLER
" / # porsukpub
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
150
Porsuk Pub’ı Kasım 2017’de açtık. Caz dinleyicisi olduğumuz için bu tarza yönelik bir mekân olsun istedik. Belli bir ritim, belli bir şarkı listesi olduğunda, canlı müzik yapan grubun repertuarını bildiğinizde, hele ki o mekân düzgünse, eğlenmeye gittiğiniz o yerde keyifli vakit geçirme ihtimalinizin düşük olma şansı yok. Porsuk, bu anlamda bir yandan şehrin caz mekânı olma hedefini korurken, diğer yandan müdavimlerine müzikler arasındaki karmaşadan uzak, güvenli ve konforlu bir alan sunuyor. Barların yoğunlaştığı sokakların bir arka arterinde konumlu olmamız itibariyle, Alsancak’ın kaotik ortamından uzaktayız. Her ne kadar maddi imkânlarımızın sınırlı olması sebebiyle bu sokağı tercih etmiş olsak da clubbing dünyasının uzağında kalmak, bu çizgide bir mekânı sürdürmek açısından hayati önem taşıyor. Müzikal çizgimizde ısrarlıyız çünkü caza farklı türler dâhil olduğunda bir tahribatın ortaya çıktığına inanıyoruz. Küçük bir sahnemiz var; genellikle Ömür Gidel’in ve İlker Ayla’nın yetiştirdiği genç cazcılara alan açıyoruz. Yaşar Üniversitesi’nin caz bölümünde okuyan öğrencilerle düzenli olarak jam session’lar tertip ediyoruz. Zaman zaman Latin caza yer veriyoruz. Bağcan Güneş ve Sibel Emek gibi şehrin, bizce ülkenin önde gelen vokalistleri, bizde sık sık sahne alıyor. Sarp Keskiner, Orhun Keskinbıçak ve Türker Özer’den kurulu Buca Blues Trio dışında blues gruplarına sahne açmadık. Onlar da 30’larla 40’lar arasına ait, son derece otantik bir repertuar çalıyor. Zaten Türkiye’de blues yapan müzisyen sayısız çok az…
Ara sıra atölyelere, caz tarihinin belirli dönemlerine dair söyleşilere ev sahipliği yapıyoruz. Jazz dergisi eski yazarı Kaan Çağlayangöl, Türkiye’de cazın tarihi üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Barlas Kızılöz ile perküsyon atölyemizi Latin caz konseri eşliğinde gerçekleştirdik. Zaman zaman The Gap ikilisi, plakçalardan old school soul, funk tarzında setler çalıyor. Artık Türkiye’de sayılı kulüp yer açsa da biz hâlâ Acid caz ve Nu caz gibi tarzlara yer veriyoruz. İzmir Lindy Hop Derneği de mekâna sıkça gidip gelen ekiplerden. Müzikal alanın dışında, Akdeniz Akademisi’nin de ilgisini çeken bir konu var: Karaot Derneği ile bir arkadaşlığımız oluştu. Bu dernek hibritsiz, F1’siz, GDO’suz, asırlık yerel tohumları bulup köylüye dağıtıyor, işin içine organik meselesini karıştırmadan, doğal yollarla üretimi teşvik ediyor. Avusturalya’da ödül almış bir belgeselleri var: “Dünyayı Kurtarmaya Çalışanlar”; mutlaka izleyin. “Tattoo ve Caz Gecesi” de oldukça ilginç bir etkinliğimizdi. Süleyman Üre, ürettiği caz figürlerini mekânda bir kaç kişiye uyguladı; bir yandan beraberce müzik dinlemiş olduk. Son olarak, birkaç arkadaşımızla beraber, İzmir’deki caz ortamını konu alacak bir belgesel çekmeyi planlıyoruz. Bildiğiniz üzere, Batu Akyol’un çektiği “Türkiye’de Caz” belgeselinin İzmir ayağı neredeyse yok gibi. Şimdilik amatör düzeyde ilerliyor işler ama zaman içerisinde doğru insanlarla tanışırsak, işi profesyonel bir zemine taşıyabileceğimize inanıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
151
BİLEŞENLER
Recep Tuna
allatuna.com
BİLEŞENLER
Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde okurken katıldığım ARI Hareketi ile profesyonel iş hayatına atıldım. Bu harekette, gençlerle birlikte hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve etik değerler gibi katılımcı demokrasinin temel ilkeleri üzerine çalıştım. Ardından, Birleşmiş Milletler Özel Danışmanlık statü-sü de bulunan, bireysel silahsızlanma konusunda çalışan Umut Vakfı’nın uluslararası ilişkilerini üstlendim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
152
2005’te İstanbul’daki Hollanda Başkonsolosluğu’nun basın, kültür ve toplumsal dönüşüm fonları sorumlu-su olarak diplomasiye adım attım. 2007’de dönemin Hollanda Kraliçesi, Majesteleri Beatrix, Türkiye’ye bir devlet ziyareti gerçekleştirdi. Basın programını oluşturduğumuz bu ziyaret, iki ülke ilişkilerine ciddi bir ivme kazandırdı. İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi, 2012’de Hollanda ile Türkiye arasın-daki diplomatik ilişkilerin dört yüzüncü yılına ulaşması gibi dinamikler, her iki ülkede karşılıklı olarak düzen-lenen kültür sanat etkinliklerine epeyi ivme kazandırdı. Hollanda Başkonsolosluğu’ndaki görevim süresince, birçok resmi ziyaret programına, akademi ve sivil toplum arasında kurulan işbirliği projelerine, insan haklarıyla sanatsal özgürlükleri konu alan faaliyetlere ve irili ufaklı, sayısız kültür sanat projesine dâhil oldum. 2017’de, bu görevimi bıraktıktan sonra İzmir’e yerleştim. On altı yıllık sivil toplum, diplomasi, bürokrasi tecrübemin yanı sıra İstanbul eğlence hayatına dair deneyimlerimi beraberimde getirip, Kemeraltı’nda kur-duğum Alla Tuna Concept Kültür, Sanat, Eğlence, Danışmanlık ve Organizasyon çatısı altında topladım. O sırada, Alman Kültür Merkezi’nin öncülüğünde Hollanda, Fransa, İsveç’in katılımıyla, Anadolu Kültür ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı ortaklığında İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’te hayata geçirilecek Kültür İçin Alan projesi başladı. Önce gönüllü destekçi, sonra yarı zamanlı çalışan derken, projenin Ege Bölgesi’nden sorumlu yerel koordinatörü oldum. Kültür İçin Alan’ın temel amacını şöyle tanımlayabilirim: İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’i kültürel işbirliğine sokarak merkeze yaklaştırmak, bu üç şehirde kültür sanat faaliyetleriyle uğraşan sanatçıları, girişimleri ve girişimcileri Avrupalı muadilleriyle iletişime, işbirliğine teşvik edecek yöntemler üretmek. Bu izlek doğrultu-sunda, bilgi ve etkinlik alışverişini artırmak suretiyle karşılıklı öğrenmenin ve birlikte gelişmenin peşindeyiz. Projenin üç ana bileşeni var: Mikro-finansman programı, kapasite geliştirme ve hareketlilik. Mikro-finansman programı için
kulturicinalan.com ocak ayında çıktığımız açık çağrıyı hem kişisel iletişim ağlarımız üzerinden hem de İzmir Kültür Pla+formu Girişimi’nin desteğiyle yaygınlaştırdık. İzmir’den yirmi üç başvuru almış olmamız, bu şehrin kültürel ve sanatsal potansiyelini ortaya koyuyor. Mikrofinansman desteği için ayrılan bütçenin kısıtlı olması yüzünden, ilk yılında sadece on iki projeye katkıda bulunabildik. Diğer proje tekliflerini, daha sonra oluşması muhtemel çeşitli bütçesel imkânlardan faydalandırmak üzere arşivledik. İKSV, projenin ikinci bileşeni olan “Kapasite Geliştirme” programı kapsamında, ekim ayında, üç şehirden davet edilen kültür yöneticilerini bir hafta süren, yoğun bir eğitime aldı. “Kültür Yönetimi Eğitim Programı”na İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’ten katılanlar, Türkiye’den ve Avrupa’dan programa konuk olan uzmanların sunumlarını dinledi; kültür politikaları, kültür yönetimi, tasarım odaklı düşünme, performans sanatları, bütçeleme, güncel sanatta prodüksiyon, içerik programlama, pazarlama ve iletişim, kaynak geliş-tirme, eğitim ve çocuk konularına yoğunlaştı. Programın üçüncü bileşeni “Hareketlilik” kapsamında, kasım ayı ortasında Berlin ve Amsterdam’a iki hafta süren bir çalışma seyahati düzenledik. Bu çalışma seyahatine yine İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’ten seçilen güncel sanat ve kültür girişimcileri davet edildi. Bu seyahatin temel amacı, davetlilere hedef izleyici kitlesi, izleyici ile etkileşim, izleyici sadakati üzerine deneyim kazandırmaktı. Bu sorunu gidermeye yönelik olarak Avrupa’da üretilen çözümlere beraberce bakma şansımız oldu. Kültür İçin Alan’ın elzem bulduğu ilkelerden biri, katılımcı kitlesini çeşitlendirmekti. Bu çeşitliği sağlamak adına farklı birey, girişim ve kurumların projenin bileşenlerinden mümkün olduğunca faydalanmasını sağ-lamaya çalıştık. Görünen o ki projenin sonunda, üç bileşenden yirmi bir İzmirli birey veya girişime yarar sağlamış olacağız. Kültür alanındaki faaliyetlerin çarpan etkisini de hesaba katarsak, durumumuz gayet iyi görünüyor. Son olarak, aralık ayı başında, her üç ilde üretilmiş faaliyetlerden örneklerin sergileneceği bir turnemiz olacak. Ardından, ay ortası gibi, seçilen örnek işleri İstanbul’daki kapanış konferansında buluşturacağız. Kültür İçin Alan’ın İzmir’de katkıda bulunmaya gayret ettiği işbirliği kültürünün çeşitlenerek gelişmesini diliyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
153
BİLEŞENLER
SEFERİHİSAR DOĞA OKULU – YAVAŞ DÜKKÂN
www.dogadernegi.org
www.dogaaskina.org
BİLEŞENLER
Seferihisar Doğa Okulu’nu çeşitli bireylerin ve kurumların oluşturduğu bir imece ağı olarak tanımlayabiliriz. Bu ağın ana kollarını bizim dışımızda Seferihisar Belediyesi, Orhanlı Köyü Derneği, Orhanlı ve Seferihisar halkı, Anadolu’nun farklı yerlerinde doğayla iç içe yaşayan Alakır Nehri Kardeşliği gibi topluluklar, sanatçılar, araştırmacılar, düşünürler ve gönüllüler oluşturuyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
154
Hepimiz doğanın öğrencileriyiz. Doğa Okulu için öğrenme, insan ve diğer canlılar, birey ve diğer insanlar, geçmiş ve gelecek zamanlar, çağlar ve coğrafyalar, teori ve pratik, çalışma ve eğlenme arasında bağlar kurabilmek anlamına geliyor. Öğrenmenin en uzağında duran eylem biçimiyse, bilgiyi duyarak hafızaya kaydetmek olsa gerek. Bu nedenle, hazır bilgilerin tüketildiği bir mekân olmaktan çok, yeni bilgilerin üretildiği bir öğrenme yeri olmayı amaçlıyoruz. Ana fikrimiz gereğince, bu okuldaki dersleri sıradan öğretmen – öğrenci ilişkisi ekseninde yürütmek mümkün değil. Aramıza dâhil olan hiç bir öğrenciyi üzerine bilgiler yazılacak boş bir sayfa olarak görmüyoruz. Okulumuz, her öğrencinin kendi kültürünü ve deneyimini beraberinde getirdiğine inanıyor ve benimsediği değerler doğrultusunda, öğrenciden de öğrenmeyi gözetiyor. Böylece, öğrenci ve öğretmen ayrımı siliniyor. Bilgi üretimine katılan her öğrenciyle birlikte okulun bütünü öğreniyor, gelişiyor ve değişiyor. Okul, üzerinde çalıştığı konularda bilgi üretirken, usta çırak geleneğini sürdürüyor. Seferihisar Doğa Okulu’nun sınırları, mekânı ve zamanı aşan doğanın kendisi. Bugüne kadar insan tarafından korunmuş ve zenginleştirilmiş her yer bizim sınıfımız, bahçemiz, koridorumuz ve uygulama alanımız. Derelere, zeytinliklere, makilere, köylere, mahallelere böyle bakıyoruz. Binlerce yıldır Anadolu’nun ve dünyanın hemen her köşesinde doğayı incitmeden yaşamış, yaşamaya devam eden toplumları temel ilham kaynağımız olarak görüyoruz. Bu toplumlar, bize rekabet yerine işbirliğine ve adil paylaşıma dayalı, merkezsiz bir yaşamın mümkün olduğunu anlatıyor. Seferihisar Doğa Okulu olarak onların izini sürüyor ve sürdürüyor, “başka bir insan mümkün” şiarını takip ediyoruz. Sağlıklı gıdaya ulaşımın ve doğal üretimin yeryüzündeki tüm canlıların temel hakkı olduğuna inanıyoruz. Üzümü yerken ba-
www.yavasdukkan.net
ğını sormamızın vakti geldi de geçiyor. Sağlıklı ve yerel ürünlere ulaşımı sağlayan bir ağ oluşumu olarak tarif edebileceğimiz Yavaş Dükkân, işte bu inancın mütevazı bir zemini olarak varlığını sürdürüyor. Bugün dünyanın ve Anadolu’nun farklı yerlerinde pek çok üretici, son derece sağlıklı yerel ürünler üretmesine karşın, pazar bulamadığı için üretim döngülerini sonlandırıyor. Öte yandan, pek çok kullanıcı bu değerli ürünlere ulaşamadığı için aracıların sunduğu sağlıksız ürünlerle yetiniyor. Yavaş Dükkân, aradaki bu uçurumu kapatma fikrinden yola çıkıyor; güncel satış mecralarının benimsediği sanal ve imaj yaratmaya dayalı yaklaşımların aksine giderek, üreticiyle tüketicinin birbirini mümkün olduğunca yakından tanımasına imkân tanıyor. Paylaşılan ürünlerin üretim sürecinin şeffaf olmasına dikkat ediyor; böylece kullanıcılar, ürünün oluşum sürecini baştan sona takip edebiliyor. Gerek Doğa Okulu ekibiyle yapacağınız görüşmeler üzerinden gerekse internet sitesinde bulunan fotoğraf, video ve yazılar aracılığıyla ürünler hakkında bilgi alabiliyorsunuz. Üretici olmasanız bile üretim sürecine dâhil olabiliyorsunuz. Yavaş Dükkân, ilkesel olarak doğadaki tüm varlıkların haklarına saygı duymayı gözetiyor. Yavaş Dükkân ağında satışa sunulan ürünler, üretildiği yerdeki canlıların, üreticilerin ve nihayetinde kullanıcıların sağlığına zarar vermiyor. Üretim, doğal döngülerin bir parçası olarak sürdürülüyor ve uzak mesafelerden su veya enerji taşınmıyor. İnsan sağlığına zarar veren herhangi bir girdi kullanılmıyor. Üretimin her aşaması, iyiliğe dayalı ilişkilere dayanıyor. Kadim üretim biçimlerini yaşatırken, geçmiş ve gelecek arasındaki bağların korunmasına ve becerilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasına özen gösteriliyor. Üretmenin ilmini bilen yerel üreticiler, tam da bu nedenle Yavaş Dükkân fikrinin omurgasını oluşturuyor. Seferihisar Doğa Okulu, Yavaş Dükkân sayesinde hem inandığı doğa kültürünü yaşatıyor hem de bağımsız bir ekonomik model üzerinden, ücretsiz kurslar düzenleyebilmek için gereken mütevazı giderlere kaynak yaratmış oluyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
155
BİLEŞENLER
SES KARDEŞİM Murat Can Canbay
pechakucha.org/presentations/ses-kardesim
BİLEŞENLER
Yaklaşık otuz yıl spikerlik yaptıktan sonra TRT’den emekli oldum. On yıldır, İzmir Ekonomi Üniversitesi Medya ve İletişim Fakültesi’nde hocalık yapıyorum. Bir o kadar zamandır görme özürlüler faydasına kitap seslendiriyorum. Eşim uzun yıllar mimarlıkla uğraştı; şimdi blogger ve seyahat yazarlığı yapıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
156
Gezmeyi çok seven bir aileyiz; gezerken çektiğimiz fotoğrafları, videoları ve yazdığımız yazıları düzenli olarak paylaşırken, hakiki bir şeylere dokunalım istedik ve bu projeyi başlattık. Köy okulları için çıkılan kitap toplama çağrıları bir fikir doğurdu; toplayacağımız kitapları arabaya atalım ve köy okullarına elden teslim edelim dedik. Fark ettik ki toplanan kitapların çoğu yerine bile ulaşmıyormuş. Birden aklıma Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı (TÜRGÖK) stüdyolarında seslendirdiğim kitaplar geldi. Kitap seslendirmeye böyle başladık. Bunun için kiraladığımız minibüsü pembe renkle giydirdik, içini de sesleri sağlıklı şekilde kayda alabilmek için güzelce izole ettik. Pembeyi dişi, sıcak bir etki bıraktığı ve umudu temsil ettiği için tercih ettik. Yola çıkma zamanı geldiğinde nereye gidelim, ne yapalım bilemedik. Çocuklarla iletişim kurabilmek adına en doğru istikametin Seferihisar olduğuna kanaat getirdik çünkü Seferihisar Çocuk Belediyesi, çocukları 23 Nisan törenlerinde koltuğa oturtmaktan çok öteye geçen bir anlayışla çalışıyor. Çocuk belediyesi mensupları, belediye başkanı Tunç Soyer ile bizzat irtibat halinde ve karar alma mekanizmalarına dâhil durumda. Belediyeye gidip projemizi anlatınca havalara uçtular ve “biz sonuna kadar varız” dediler. Yanımıza profesyonel kameramanlar aldık; üç kamera, bir drone ile yola çıktık. İlk uygulamayı Ulamış’ta yaptık. Önceden, okuması düzgün çocukların gelmesini rica ettik. On beş çocuk seçtiler, hepsi de pırıl pırıldı. Okuduğumuz “Her Güne Bir Masal” adlı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı TÜRGÖK belirledi. Sevgili Tunç Soyer de bize katıldı; onunla da röportaj yaptık. Çocuk Belediyesi Başkanı Selin Ada, Seferihisar’ın
Turgut köyünde yaşıyor. Sekizinci sınıf öğrencisi arkadaşımıza başkanlık telaşının okul hayatını nasıl etkilediğini sordum; okul birincisi olduğunu söyledi. Brüksel’e gidip Seferihisar’ı temsil ediyor, Ankara’ya gidip çocuk hakları konusunda konferanslara katılıyor. Sonra yanımızdan ayrılmak için izin istedi; köyde yapması gereken işleri varmış… Böylesi güzel çocuklarla karşılaşıyoruz… Üç çeşit getirisi var bu uğraşın aslında: Çocukları okumaya teşvik ediyoruz, çocuktan çocuğa bir ses köprüsü kuruyoruz ve TÜRGÖK, yaptığımız kayıtları yaklaşık altı bin görmeyen çocuğa ulaştırıyor. Çocuklar, kime yardım yaptığını bilmeden seslendiriyor kitapları. Her çocuğa armağan etmek üzere “ses kardeşim” rozetleri yaptırdık. Rozeti alınca çok mutlu oldular; ailelerinden çok güzel geri bildirimler aldık. Ses toplama işini yoluna koyacak bir yöntem bulduk: Bir yere vardığımızda, “bize yörenizdeki masal anlatıcısı teyzeleri bulun” diye haber salıyoruz. Teyze geliyor, başlıyor yöresel ağızla bize masal anlatmaya. Artvin’de yaşayan görme özürlü bir çocuğa Seferihisar’daki teyzenin sesini, masalını taşıyoruz. Şimdiye kadar Seferihisar dışında Denizli’de çalıştık. Sanatçılardan da destek almaya başladık. Sevgili Zeynep Casalini, Ulamış’a geldi; çocuklarla birlikte kitap okudu. Sevgili Leman Sam, Babadağ’da bize katıldı. Babadağ’a bizi Denizli Genç İş Adamları Derneği Başkanı ve Babadağ Sanayici İş Adamları Derneği davet etti. Sağ olsunlar, sponsorluğumuzu üstlendiler; onlar sayesinde yörenin çocuklarını ağımıza katmış olduk. Ayrıca, ziyaret ettiğimiz yöreleri tanıtmaya yönelik sesli bloglar yayınlamaya başladık. Meselâ iki çocuk bize katılıp yaşadığı bölgeyi kendi gözünden anlatıyor. Her türlü desteğinize talibiz. Lütfen yaptıklarımızı paylaşın, paylaştırın ve duyurun.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
157
BİLEŞENLER
SUSMA Onur Yıldırım
BİLEŞENLER
susma24.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
158
Çalışmalarına 2016’da, P24 çatısı altında başlayan Susma Platformu, sanat ve medya alanlarında faaliyet gösteren topluluk ve bireylerin karşılaştığı sansür, oto-sansür, yalnızlaştırma, karalamacılık, manevi linç gibi ifade özgürlüğü kısıtlamalarıyla mücadele etmek için kuruldu. Türkiye’de ifade özgürlüğü tehdit altında olan ve habere, bilgilenme hakkına, sanata, edebiyata, kısaca ifadeye değer veren herkesi sansürle mücadele konusunda güçlendirmeyi hedefleyen bir platformuz. İstanbul merkezli platform Ankara, İzmir ve Diyarbakır’daki temsilcileriyle birlikte sansür vakalarını belgeleyip raporlamanın yanı sıra ifade özgürlüğü hakkına dair çeşitli röportajlar, yazılar yayınlıyor; sansür uygulamaları üzerine kampanyalar düzenliyor. Hak temelli bir platformuz; ifade özgürlüğünü, kaynağını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bulan içtihadın öngördüğü geniş sınırlarla tarif ediyoruz. Din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken ayrımı yapmıyoruz; kâr amacı gütmüyoruz. Ülke genelinde oluşturduğumuz dayanışma ağını büyütmek ve merkezden uzakta yaşanan ifade özgürlüğü ihlâllerini tanıklıklar üzerinden gözlemlemek için çeşitli kültürel, hukuki etkinlikler düzenliyoruz. Keyfi yasak ve kısıtlamalara birlikte karşı koymak ve yasalara dayandırılan sansürle hukuk aracılığıyla mücadele etmek için şimdiye kadar Diyarbakır, İzmir, Batman, Eskişehir, Artvin, Ankara, Mardin, Bursa ve Van’da etkinlikler düzenledik. Kurmaya çalıştığımız ağ, bağımsız medya oluşumlarından, yayınevlerinden, derneklerden, vakıflardan, yazar örgütlerinden, gazetecilerden, hukukçulardan, yazarlardan ve sanatçılardan oluşuyor. Bu alanda toplumsal bilincin geliştirilmesi ve kısıtlayıcı yasaların, uygulamaların ortadan kaldırılması amacıyla hem savunuculuk yapıyoruz hem de bireyleri ve ağları sansüre, oto-sansüre karşı hukukî zeminde direnmeye çağırıyoruz. Platform, bu ba-
kışla özellikle OHAL sürecinde yerel sanatçılara ve gazetecilere destek verdi. Ülke genelinde oluşturduğumuz dayanışma ağında medya, yayınevi, sivil tolum ve yazar örgütlerinden temsilcilerin dışında gazeteciler, hukukçular, yazarlar ve sanatçılar yer alıyor. Hayata geçirdiğimiz kampanyaları şöyle sıralayabiliriz: 29 Nisan 2017’den bu yana Türkiye’den erişimin yasak olduğu Wikipedia’ya uygulanan ifade özgürlüğü ihlâlini Susma Platformu Hukuk Birimi olarak AYM’ye taşıdık; Wikipedia sansürünü sosyal medyada düzenli olarak gündemde tuttuk. Barış Atay’ın “Sadece Diktatör” oyununa getirilen sahne yasağı Kadıköy Tiyatroları Platformu tarafından sosyal medya kampanyasına dönüştürüldüğünde, haber ve röportaj yaparak destek verdik. Ayrıca, protesto eylemini Twitter’da yaygınlaştırdık. Özgürlükçü Demokrasi gazetesi ve Gün Matbaa’nın polis tarafından basılıp kayyum atanmasının ardından, Kürtçe dili üzerindeki fiili yasağa karşı ses çıkarmak için Özgürlükçü Demokrasi’de köşe yazıları yayımlanan sinemacı, festival direktörü Necati Sönmez’in yazılarına sitemizi açtık. Türkiye genelinde yasaklanan Onur Haftası kapsamında, mekânımızı LGBTİ+ sergisine açtık. Çeşitli sanatçı davalarını üstlendik, takip ettik ve belgeledik. Kurduğumuz mail ağı üzerinden sansür vakalarının daha hızlı ve etkin şekilde duyurulmasına çalıştık. Sansür ve oto-sansürün yöntemleriyle sonuçları hakkında farkındalık yaratmaya, ifadeyi kısıtlayıcı uygulamaları durdurmak için ulusal düzeyde savunuculuk faaliyetleri yürütmeye, sansür örneklerini ve sansüre karşı başarılı olmuş yasal süreçleri bu konuya özel olarak kurduğumuz web sitesinde belgelemeye, keyfi biçimde sansürlenen işler ve eserlerin topluma sunulması için alternatifler yaratmaya, sansürle hukuk yoluyla mücadele edenlere destek sunmaya devam edeceğiz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
159
BİLEŞENLER
BİLEŞENLER
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI (TOG)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
160
www.tog.org.tr Toplum Gönüllüleri Vakfı, kurulduğu Aralık 2002’den bu yana, gençlerin öncülüğünde ve yetişkinlerin rehberliğinde toplumsal barışı, dayanışmayı ve değişimi amaçlıyor. “Toplum Gönüllüsü” sıfatını kazanan gençler, Türkiye’nin seksen bir ilindeki üniversitelerde faaliyet gösteren yüz otuz üç öğrenci kulübünde, topluluğunda veya grubunda bir araya gelip, belirledikleri ihtiyaçlara göre sürdürülebilir sosyal sorumluluk projelerini hayata geçiriyor. Gençler bu projeleri mutlaka vakfın farklılıklara saygı, şeffaflık ve hesap verebilirlik, yerel katılım, ekip çalışması, yaşam boyu öğrenme ve sosyal girişimcilik ilkesine bağlı kalarak uyguluyor.
Vakıf, tüm çalışmalarıyla çevresindeki sorunlara çözüm üretebilen, kendine güvenen, girişimci ve duyarlı bir gençliğin oluşumuna katkıda bulunmayı hedefliyor. 2017 yılında, Türkiye’nin dört bir yanından 74.613 gencin katılımıyla 1.839 yerel, ulusal ve uluslararası sosyal sorumluluk projesi, etkinliği veya kampanyası gerçekleştiren TOG, yürüttüğü her projede yerel kaynakları harekete geçirmeyi, yerelden katılımı özendirmeyi gözetiyor. Geçtiğimiz yıl akran eğitimi alan ve bu eğitimlerle güçlenen 872 genç, toplamda 825.920 kişiye temas etmeyi başardı.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
161
BİLEŞENLER
ZİKZAK GRUP Yusuf Çağlayan
BİLEŞENLER
zikzakgrup.com izmiregitimkoop.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
162
Sınıf öğretmenliği eğitimi aldıktan sonra kamu yönetimi alanında çalıştım. Şimdilerde, marka iletişimi üzerine çalışıyorum. Öğretmenim; ancak en çok keyif aldığım rolüm öğrencilik. Yıllardır yaratıcı drama ve oryantiring ile uğraşıyorum. Zamana karşı yarışa dayalı oryantiringi haritada işaretli hedeflere ulaşmayı amaçlayan bir doğa sporu olarak nitelendirebiliriz. Federasyonda çeşitli pozisyonlarda çalıştım; 2012 – 2015 yılları arasında İzmir Oryantiring Günleri’nin organizasyon temsilciliğini yaptım. 2015 yılında faaliyete geçen Sistem Düşüncesi Derneği’nin kurucularından biriyim. Ayrıca, İzmir'de eğitime dair ortak bir akıl üretmek adına gönüllü eğitmenlerle, öğretmenlerle, velilerle, şirketlerle ve derneklerle beraber kurduğumuz İzmir Eğitim Kooperatifi'ndeki görevime keyifle devam etmekteyim. 2013 yılında, çeşitli eğitim programları kurgulamak amacıyla Zikzak Grup’u kurduk. Geçtiğimiz beş yıl içinde onlarca okulda, bini aşkın öğretmen ve on bini aşkın öğrenciyle muhtelif çalışmalar yaptık. Zikzak Grup bünyesinde, birden fazla alanda çalışıyoruz. “Kitaplık”, 4 - 17 yaş grubuna mensup çocuklarla veli, öğretmen ve kütüphanecileri etkili, verimli ve kaliteli kitaplar üzerinden buluşturan, yaratıcı ve inovatif bir kitabevi çözümü. Çocuk ve gençlik edebiyatını yakından takip ediyor ve iletişimde olduğu otuzdan fazla yayıneviyle çeşitli alanlarda iş birlikleri yapıyor. Karşıyaka'daki keyifli çalışma alanı, bireylere ve gruplara özel tasarım ve üretim alanı, imkânı sunuyor. Çocuk ve bisiklet dostu bir oluşum.
egitimdesistemdusuncesi.org
timcilerin mesleki ve kişisel deneyimlerini paylaşarak çoğalttığı, farkındalık yaratan, sosyal bir öğrenme ortamı. Dört yıldır her cuma günü, 18.30 - 21.30 saatleri arasında gerçekleştirilen, gönüllülük esası üzerinden ilerleyen buluşmalar düzenliyor. Öğretmenlerle eğitimcilerin birbiriyle zaman geçirebildiği, mesleki ve kişisel deneyimlerini paylaştığı, ortak akılla geliştirilecek etkinlikler için motive olduğu bu buluşmalara şimdiye kadar altı yüze yakın öğretmen katıldı, seksenden fazla uzman ya da kurum temsilcisi davet edildi. İki yüz civarında konu başlığının tartışmaya açıldığını ekleyelim. Sistem Düşüncesi Derneği, öğrencilerin düşünme becerilerini geliştirmesine, büyük resmi görerek çözüm yolları bulmasına destek olmayı amaçlayan bir kurum. “Sistem düşüncesi” terimini dinamik karmaşıklığı haritalamamıza ve keşfetmemize yardımcı olan bir araç seti, nedensel döngü, stok - akış diyagramları ve simülasyon modelleri anlamında kullanıyoruz. İstersek, bütünün ve bütünü oluşturan parçaların birbirleriyle nasıl karşılıklı ilişkide olduğunun farkına varmamızı sağlayan bir bakış açısı olarak da tanımlayabiliriz. “Sistem düşüncesi”, diğer bir deyişle dinamik karmaşıklıkla ilgili anladıklarımızı ifade etmemizi sağlayan, özel bir söz dağarcığıdır. Örneğin, sistem düşünürleri, bu kavramı genellikle dünyayı pekiştiren veya dengeleyen süreçlerle, sınırlarla, gecikmelerle, zaman boyuna yayılmış davranış örüntüleriyle açıklar.
“Dükkân”, özellikle okuma ve yazma becerilerinin gelişiminde rol oynayan, dikkat çekici materyallerle dolu. Bu el yapımı, eşsiz materyaller, öğrenci ve öğretmenler için kolaylaştırıcı görevi görürken, üst düzey düşünmeyi destekliyor.
Yaşadığımız çağ, bir yandan sunduğu teknolojik gelişmelerle merak uyandırıp heyecan yaratırken diğer yandan birçok belirsizliği beraberinde getiren hızlı değişimlere uyum sağlayabilmemizi şart koşuyor. Hepimiz, “eğitim şart” çağrısında hemfikiriz. “Peki; kimler için, nerede ve nasıl bir eğitimden bahsediyoruz?”; “Hayalimizde kurduğumuz yaşam boyu öğrenme ekosistemine kavuşmak için işe nereden başlamalıyız?”; “Bunu hayata geçirmek için bir kooperatif kursak çalışır mı?” Bu sorulara somut yanıtlar bulmak ve İzmir'de ortak akıl üretmek adına, gönüllü eğitmenleri, öğretmenleri, velileri, şirketleri ve dernekleri aynı çatı altında toplamak üzere, İzmir Eğitim Kooperatifi’ni (İZEK) kurduk. Yapı, tarım, tüketim veya taksi, dolmuş kooperatifleri nesillerdir varlığını sürdürürken, “eğitim kooperatifi” kavramı, ülkemizde henüz emekleme aşamasını yaşıyor. Eğitim kooperatifleri denince akla özel okul açmak gelse de meseleye daha geniş bir perspektiften bakmak üzere, bizler şu soruyu sorarak yola çıktık: “yaşadığımız şehirde yaşam boyu öğrenmeyi sürdürülebilir kılmak amacıyla bir eğitim kooperatifi kursak, neleri başarabiliriz ve şehre ne tür katkılar sunabiliriz?”
“Öğretmen Kulübü”, yaşam boyu öğrenme merakını koruyan eği-
Vizyonumuz: Yaşam boyu öğrenme bilincini güçlendirmek, her yaş
Aynı yaş grubuna mensup çocuklara yönelik olarak düzenlenen “Hayal Bilgisi Atölyeleri”, akademik süreçleri destekleyen, sosyal, sanatsal, sportif, kültürel, bilimsel ve dil gelişimi konulu etkinliklerden oluşuyor. Her atölye, katılımcıların istek ve yaş gelişim özelliklerine uygun olarak seçilmiş bir kitapla ilişkilendiriliyor. Atölye sürecinde yürütülen çalışmalarla, katılımcılara farklı alanlarda yaşayarak öğrenme deneyimi sunuluyor. Alanında uzman ve deneyimli eğitimciler tarafından kurgulanıp uygulanan bu atölyelerde, kültürü tanımaya ve tanımlamaya, hayal gücünü kullanarak tasarlamaya, yaratmaya, eleştirel düşünmeye, resmin tamamını görebilmeye ve problem çözmeye yönelik becerilerin geliştirilmesi hedefleniyor.
grubundan bireylerin güncele ve geleceğe dair temel eğitim ihtiyaçlarını işbirliği yaparak karşılamak, toplumun yaşam becerilerini geliştirmek.
Kendi dönüşümlerini gerçekleştirecek bilinçli bireyleri hedeflemek; Eğitim ve öğretim alanında, tüm dünyadaki çalışmaları yakından takip etmek;
Misyonumuz:
Ulusal ve uluslararası kapsamda, nitelikli projelere paydaş olmak;
Oluşturduğumuz kurumsal yapıyı “öğrenen bir organizasyon” modeliyle sürekli kendini geliştiren, güncelleyen, sürdürülebilir bir sisteme dönüştürmek; Yaptığımız ihtiyaç analizlerine bağlı olarak, kaliteli eğitim ürünleri oluşturmak; Ortakların bu ürünler üzerinden ekonomik fayda elde etmesini
Yerelde ve hâtta mahalle, sokak ölçeğinde düzenleyeceğimiz etkinliklerle, kaliteli ürünlerimizi her kesime ulaştırmak; Kurum kültürümüzü benimseyecek, kurumsal sistemimize uyum sağlayacak, yeni ortaklar kazanmak; İnsan, toplum ve çevre için sürekli fayda üretmek.
sağlamak;
2 3 4 5 6 7 8 9 10 11
163 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
1
BİLEŞENLER
11
MODELLER v e S T R AT E J Ä° L E R
AL MAWRED / Hanan Hajj Ali
MODELLER VE STRATEJİLER
mawred.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
166
Beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Kısa bir süre önce İstanbul’da “A Corner in the World (Dünyada Bir Köşe)” adlı festivale katıldım ve Türkiye’de çok canlı bir sanat ortamı olduğunu gördüm. Bir yandan karşınıza yeterince hazırlıklı gelemediğim için özür dilemek istiyorum; diğer yandan fazlasıyla hazırım. Sunumumda size “artivizim (sanat eylemciliği)” alanında yürüttüğümüz çalışmalarımızdan ve benim bu çalışmalara nasıl yaklaştığımdan bahsetmek istiyorum.
Lübnan’ın güneyinden geliyorum. Güney Lübnan, coğrafi ve kültürel açıdan Filistin’in doğal bir uzantısıdır. Filistinlilerle birlikte, savaş ve yerinden edilmenin tarihini paylaşıyoruz. Kültürel ve dini açıdan Arabım; yani kökleri çok gerilere giden, zengin bir uygarlığa aitim. Bu kadim ve zengin uygarlık, görüntüsünü görüntüleri çarpıtan iki aynada buluyor. Bu aynalardan biri batıysa diğeri yobazlık ve fanatizm…
Ülkemdeki savaşlar ve yerinden edilmeler boyunca âşık olRoland Barthes, “yazarların kendisinden değil de dilinden, üs- dum, evlendim, dört çocuk yaptım; nice savaşta çok sevdilubundan bahsedin” der; ben yine de söze kendimden bah- ğim arkadaşlarımı ve akrabalarımı kaybettim. Bu savaşlar sederek başlayacağım: Özde bir oyuncuyum; dışarıdan ba- “sayesinde” oyuncu olmaya karar verdim. Bir tiyatro topkıldığında başörtülü bir Müslümanım. Bunun bir paradoks luluğu kurduk ve grup içerisindeki çalışmalar sonucunda oluşturduğu düşünülebilir. Ben örtü yerine “tarha” demeyi kendimi, büyükannemi ve kimliğimi keşfettim. Bir yandan tercih ediyorum; “saklayan” değil de “gösteren” anlamın- toplum da kadın oyuncuların, kötü üne sahip, gayri makbûl da… Bir tiyatro oyuncusu olarak, bana benimsediğim kim- insanlar olmadığını anlamaya başladı. Lübnan’da iç savaş liği bir kenara bırakıp, rolünü yaptığım karakterin kimliği- resmi olarak son bulmuş durumda olsa da şimdi bizler, bane bürünmem gerektiği öğretildi. Kimliğimi sahneden ne rış halinin arkasında yatan gizli savaşın hayatımıza dayatkadar uzak tutarsam o kadar iyi bir oyuncu olabileceğim tığı zorlukların savaşın ortaya koyduğu zorluklardan daha söylendi hep. Tiyatro, belki de bir kimlik arayışıdır. Kendi ağır olduğunu keşfetmekle meşgulüz. Savaşın en kötü yanı kişisel tarihimi, halkımın ortak belleğiyle uyumlayacak şe- getirdiği kitlesel ölümler veya yıkımlar değil; insanların kilde yorumlamama fırsat verir, belki. hayatında açtığı büyük boşluklar… Bu boşluk ya da delik fikrine daha sonra geri döneceğim. İç savaş bitti ama onu Lübnan’dan geliyorum. Bildiğiniz üzere Lübnan, dönemin başka savaşlar takip etti. Hiç kimse, 2006’da İsrail’in işiki süper gücünün, Britanya ve Fransa’nın 1916 tarihinde tasarladığı Sykes - Picot antlaşmasının bir ürünü. Dolayı- galiyle karşılaşacağımızı tahmin etmiyordu. Hiç kimse Mısır, Tunus ve diğer Arap ülkelerinin Arap Baharı denilen o sıyla, benim ulusal kimliğim, ülkemdeki farklı kesimlerin ve komşu ülkelerin yorumlarına tabi bir kimlik. Ayrıca, özgürlük hareketiyle karşı karşıya kalacağını tahmin etmi-
Boşluk, yarılmalar, delikler, görülmez boşluklar, gecikmeler; bunların hepsi bizim için aynı anlama geliyor. Boşluklar, bizim birazdan sayacağım şeylerle aramızda kurduğumuz bağı dönüştürmeye yahut daha ziyade, bu bağı aşmaya çalışmamıza yol açtı. “Ve” bağlacı, bunlardan biridir; bu “ve” şu arasında; burada olan “ve” başka yerde olan arasında… Konuşmamın geri kalan kısmında boşluk kelimesini, burada olan ve başka yerde olan arasındaki mekâna, uzama karşılık gelecek şekilde anlamlandıracağım. Yani, eleştirel bakışla birtakım tartışma zeminleri üretmek, çeşitli yerlerde küçük agoralar ve demokrasi platformları yaratmak adına metafor olarak kullanacağım. Eğer bu boşluklar ortalıkta yoksa onları bizim yaratmamız gerekiyor çünkü her yekpare parçanın parçalanmasına ihtiyacımız var. Boşlukları da iletime izin veren, gözenekli sınırlara sahip biçimde tasavvur etmek gerekiyor. Gözenekler mutlaka sınırlarla birlikte olmalı çünkü gözenek, bir tür deliktir. Konuşmama bir başlık verecek olsaydım, “kültürel sinapslar” terimini seçerdim. Sinir sistemindeki sinapslardan bahsediyorum. Biyoloji eğitimi aldım ve genetik alanında doktora yaptım. Babam doktor olmamı çok istiyordu ama ben ne olmak istediğimi keşfederek oraya doğru ilerledim. Sinapslara geri dönecek olursak, bunlar merkezi sinir sitemi içerisinde bir nöronun yanındaki nörona sinyal iletmesini sağlayan, küçük boşluklardır ve sinir hücrelerinin başka sinir hücreleriyle bağlantı kurmasını sağlar. milyarlarca sinaps, beyinin üstlendiği işlevlerin yürütümü, özellikle bellek açısından
Meseleyi böylece sanatsal aktivizme ve bu alandaki deneyimlerime bağlayacağım: Al Mawred, 2004 yılında Arap ülkeleri arasında kurulan bir kültür sanat platformu. Platformun ismi üzerine biraz uzunca duracağım çünkü yürüttüğümüz programlar açısından unvanlar, isimler ve başlıklar, bizim nezdimizde önem taşıyor. Al Mawred, genç sanatçıları, kültür eylemcilerini desteklemek üzerine çeşitli araçlar sunuyor. Özellikle kültürel değişime odaklanan genç kurumların projelerine hibe desteği sağlıyor, kapasitelerini artırmayı hedefliyor. Mawred’in de sinapslar metaforuma uygun düşecek bir şekilde çalıştığını düşünüyorum. Sanatçılar, kültür operatörleri arasında kurulan sinapsların yanına kent plancıları, tasarımcılar ve belediye çalışanları arasındaki sinapsları rahatlıkla koyabilirim. Bu sinapslar, toplumun marjinal kesimleri, mülteciler, kıyıda kalmış uç topluluklar arasında bağlantı kurmayı hedefliyor. Bireylerin, girişim ve kurumların festivallerde, çalıştaylarda bir şekilde temsil edilmesini ve ayrıca kendi arasında bağlantıya geçmesini teşvik ediyoruz. Bireysel seviyede bütün Arap ülkelerindeki sanatçılar ve kültür operatörleri arasında bağlantı kurmayı; grup seviyesindeyse sivil toplum örgütleri, sanatçı grupları, kurumlar ve dernekler arasında aktif
MODELLER VE STRATEJİLER
kilit önemdedir. Bir sinyalin sonraki hücreye geçebilmesi için bir nörotransmiterin sinir iletimini tetiklemesi gerekir. Nörotransmiter de bu uyaranı bir sonraki nöronun sinapsına doğru ilerletir.
167 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
yordu. Hiç kimse, o hareketin bu kadar büyük felaketlerle sonuçlanacağını tahmin etmiyordu. Lübnan, çok küçük bir ülke olmasına rağmen bugün itibariyle üç milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Tabii, aradan geçen yıllar, bizim ülkeye, işimize bakışımızı temelden değiştirdi. Öz eleştirimize felsefi ve sosyolojik açıdan adaptasyonun gerekliliği fikri eşlik eder hale geldi. Farklı topluluklar içinde yaptığımız çalışmaların sonucunda, birtakım boşluklara yönelik anlayışımız değişti. Bu çerçevede, yaşadığımız dramatik dönüşüm ve bir dizi felaket, bize büyük katkı sağladı.
MODELLER VE STRATEJİLER
den hem dünyanın çeşitli yerlerinden gelen insanlar kültür sanatla ilgili stratejileri konuştu, yukarıda aktardığım birtakım konuları tartıştı. Etraflıca düşünülmüş bir stratejinin sonucunda, Umut Manzaraları, çok çeşitli yerlerde oluşmuş küçük küçük inisiyatifleri, umut alanlarını bir araya getirmek için çaba sarf etmeye devam edecek.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
168
çalışacak ağlar oluşturmayı hedefliyoruz. Arap dünyasındaki sivil toplum zeminleri bizim birincil hedef kitlemiz ve bu hedef kitleyi oluşturan kurumların önemli bir kısmıyla bağlantı halindeyiz. Bütün bu çalkantılar, savaşlar, yerinden edilmeler dolayısıyla yalnızca sivil toplum kuruluşlarıyla değil; kamu kurumlarıyla ve uluslararası kuruluşlarla da iletişimdeyiz. Lübnan ve Suriye’de oldukça etkin bir grup olan Umut İçin Eylem’den bahsetmek istiyorum. Benim gibi Mawred’in kurucularından olan Basma El Hüseyin, aynı zamanda Umut İçin Eylem’in kurucusu ve geçenlerde, Gündem 21’in meşhur kültür sanat ödülüne layık görüldü. Mexico City’de gerçekleşen ödül töreninde fark ettik ki biz, kendi yerel bağlantılarımıza ve Avrupa’daki bağlantılarımıza fazla odaklanmışız. Hâlbuki, Latin Amerika’da muazzam işler dönüyor. Örneğin, Meksika’da geçenlerde kültür sanat alanında yayımlanan bir beyanname, ilk kez bizi yakından ilgilendiren bazı konuların doğrudan anayasaya dâhil edilmesini talep ediyordu. Berlin’de geçen sene demosunu yaptığımız Umut Manzaraları adlı oluşumun yürütme komitesi, bu yıl 27 Ekim’de oldukça geniş bir toplantı organize etti. Hem Arap ülkelerin-
Şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: Kültür politikalarında tam bir paradoksla karşı karşıyayız. Bu öyle bir paradoks ki kültür sanatla sadece kültür sanatı sevmeyenler ilgileniyor. Bir tarafta ilgisizlik ve ihmâl var; öbür tarafta bu alan, sadece tiranların ilgisini çeker hale geldi. Aradan geçen süreç içerisinde pek çok şey öğrendik ama sektörlere sıkışıp kalmanın ne kadar büyük bir hata olduğuna aymak, bunların içinde en önemlisiydi. Diyeceğim o ki bundan sonrasında işbirliği yapmaktan çok sektörlerin ötesine geçen, organik stratejilerle sektörleri çapraz kesen ve sektörleri bir arada düşünmemizi sağlayacak çalışmalara yoğunlaşmalıyız. Ezelden beri devam eden büyük harfle yazılmış tarihe, hakikate, belleğe yönelik anlatıları yapıbozuma uğratmamız, sömürge olmaktan çıkmayı yeniden kavramsallaştırmamız, çoğulluk üzerinden alternatif anlatılar oluşturmamız gerekiyor. Üstelik boşlukları, “ne” değil de “nasıl” sorusunu sorarak doldurmamız şart görünüyor.
Ferdinand Richard
lafriche.org/en
Sizden davet gelince, resmi bir konferans olacağını düşünerek, konuşmamı buraya gelmeden önce kaleme aldım. Dolayısıyla tonu size biraz sıkıcı gelebilir; müsamahalı davranmanızı, cesaret göstermenizi ve sonuna kadar gözlerinizi açık tutmanızı rica edeceğim. Başlayalım… Güney Akdeniz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde kültürü, kalkınmanın bir vektörü olarak düşünebilmemiz için akademik ve diplomatik dünyaların ötesinde duran, işin mutfağında olan birisi olarak, karşımıza çıkan beş önemli hususu hatırlatmak isterim. Birincisi; şu sıralarda kültür ve sanatın ayrı ayrı şekilde yeniden millileştirilmesi adına yoğun çabaların harcandığına tanık oluyoruz. Zira kültür ve sanat, şimdilerde ulusal egemenlikler için nihai bir amaç, akıllı şehirler için markalama aracı ve kitlesel turizm içinse iletişim aracı olarak düşünülüyor, kullanılıyor. Bunun sonucunda kültür giderek festivalleşiyor; eleştirel anlatılar ve deneyimler aynı ölçüde azalıyor. Batı Avrupalı sanatçıları da içerecek şekilde söylersem, oto-sansür dünyada gittikçe yaygınlaşıyor. Hepsinden öte, bağımsız üreticiler, yapımcılar ve sanatçılar, egemen stratejilere uymaya zorlanan ve ancak hızla unutulan projelerle ayakta kalmaya gayret eden taşeronlar gibi görülüyor. Kurtuluşumuz için milliyetçiliğin, diktatörlüğün ötesine gitmemiz ve yollarımızı ortak siyasi alanda yeniden çizmemiz gerekiyor. İkinci olarak, şu gerçekle de yüzleşelim: Karşımıza çıkan ve gittikçe belirginleşen siyasi ayrımlar, aslında tarihin tahri-
Üçüncü olarak, kendimizi geleceğe yansıtmalıyız. “Hemen şu anda bir şeyler olsun” baskısını reddetmeli ve uzun vadeli, çok katmanlı çözümler aramalıyız. Güney Akdeniz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerine has kısa vadeli çözümlerin uzun vadeli sorunlara dönüşebileceğini tecrübe edip öğrenmişken, bu coğrafyalarda yaşayan ve üretenlerin gereğinden fazla bedel ödediğini unutmayalım. Dördüncüsü; “kamu yararı” nosyonunun geniş, yatay, bütüncül ve esnek bir şey olduğunun farkına varmalıyız. Kamu yararının ne olduğu ya da ne olması gerektiğine dair bir dogma mevcut değil; bu nosyon, devam eden bir yapım sürecinin içerisinde formunu buluyor. Adından da anlaşılacağı gibi, kamu yararı tek bir kişiye ya da belli bir zümreye ait olamaz; tam tersine, yurttaşların tamamına aittir. Beşinci sırada ise şu var: Sayıca birden çok olup, idari anlamda birbiriyle çakışan, kimi zaman hâkimiyet kurmak için birbiriyle çarpışan mekânlarda ve alanlarda hareket ediyoruz. Meselâ, idari anlamda birbiriyle çakışan Avro-Akdeniz alanı, klasik yeni sömürgeci yaklaşımlara yanıt vermiyor. Örneğin, Arap kültür dünyası, teşkil ettiği ağırlık ve ürettiği içerik itibariyle Akdeniz’den çok daha büyük görünüyor ki bu dünyayı Ortadoğu’nun tamamından izole ederek düşünmek mümkün değil. Bugün Suudi Arabistan’da, İran’da, Türkiye’de, Kürdistan’da ve başka yerlerde süregiden üretimler, ortaya çıkan hareketler, bu iddiama kanıt teşkil ediyor. Bu beş noktadan yola çıkarak ekonomik, siyasi ve insani alanda bazı orta ve uzun vadeli eğilimlerden bahsetmek istiyorum. Önce ekonomi… Çevik, esnek, yatay, çok fonksiyonlu, hafif içerikli sektörler, merkezi ve düşey olarak organize olmuş ağır sektörlere her anlamda alternatif olacak. İçerik sektörü dediğimiz zaman multimedya, internet, iletişim, boş zaman, kültür ve çevrimiçi eğitimi anlıyoruz ki çevrimiçi eğitim, son dönemde çok hızlı büyüyor. Pek çok uzmana göre içerik sektörleri, önümüzdeki elli yılda fosil yakıt kullanımının yaşayacağı düşüşle beraber, küresel anlamda birincil
MODELLER VE STRATEJİLER
batından kaynaklanıyor. Bu tahribat, dünyanın her bölgesi için geçerli; medya, tahribatı başlatmak, sürdürmek ve güçlendirmek adına kritik bir rol üstleniyor. Gerçeğin ta kendisine ulaşmak artık hiçbir zaman mümkün olmasa da sanat, gerçeğin tanığı olarak bu gidişatta büyük bir önem arz ediyor.
169 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
İki bin yıl kadar önce Foça’dan gelen kolonilerin kurmuş olduğu Marsilya’dan geliyorum; yani bir anlamda, komşunuz sayılırım. Türkiye’ye ilk kez Bilgi Üniversitesi tarafından, Santral binasıyla ilgili yapılacak çalışmalar sebebiyle davet edilmiştim. O dönemde, Marsilya’da uzun yıllar boyunca tütün fabrikası olarak işlev gören, sonradan kültür merkezine çevirdiğimiz La Friche’de çalışıyordum. Serhan Ada ve Asu Aksoy, bir şekilde benim bu türden mekânsal dönüşüm projelerinde uzman olduğumu düşünmüş olmalılar ki birkaç ay önce, bu kez Roberto Cimetta Fund’un başkanı olarak İstanbul’a tekrar geldim. Sürgündeki Arap sanatçılara destek veren bir program sürdürüyoruz; Suriyeli ve Iraklı genç sanatçıların hayatta kalması, sanat üretebilmesi için mücadele ediyoruz. Bu bakışla, “Sanat Burada, İstanbul’da” adlı bir girişimi destekliyoruz. Türkiye ile münasebetim, şimdilik bu çerçevede ilerliyor.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
170
racak çünkü modern teknoloji sayesinde hızla palazlanan ekonomik varlık haline gelebilir. Gidişatı doğru okuyan bazı ve hafif sanayilere dayanan bu agresif ağlar, dünyanın her petrol devletlerinin bu bakış açısı doğrultusunda şimdiden çeşitli girişimlerde bulunduğunu söyleyeyim. Meselâ, Abu- yerinden çalışabilme yeteneğine sahip olacak. Bu tür ağlara ilişkin yapılan tanımlar arasında en çok, “merkezin yöndabi’deki Le Louvre yatırımı tam da bu yüzden hızını almış lendirmediği iletişim şekli” tanımını seviyorum. durumda. Küresel yatırım fonları, bu alana ciddi miktarda para akıtmaya başladı. Başka bir örnek vermek gerekirse, Kitlesel tüketimin Akdeniz ağında en görünür olduğu zemin, ABD’den Providence Capital Funding, önümüzdeki dönemkitlesel turizm. Kitlesel tüketimin niteliği ve maksimum de küresel medya, çevrimiçi eğitim ve kültür alanlarına elli verim üretme zorunluluğu, bireyleri farklı kategorilere ayımilyar dolar yatırım yapılacağını duyurdu. Karşılaştırma rıyor. Öylesine ayırıyor ki artık insani ilişkileri sürdürmek yapacak olursak, bütçe büyüklüğü açısından Avrupa’nın bile zorlaşıyor. Kuşak farkı, pazarlama tüketiminin doğruen zengin bakanlıklarından biri olduğu ileri sürülen Fransız dan bir sonucu; şehir planlamaysa doğrudan şehir güzelleşKültür Bakanlığı’nın 2018 yılı bütçesi, bir milyar dolar bile tirmeyle ilişkili. Kadınlar, hâlâ insani haklarını korumakta etmiyor. Anlaşılacağı üzere küresel oyuncular, ileriki yıllar- zorluk yaşıyor. Kitlesel tüketim sadece ekolojiye karşı tehda globalde ve lokalde oynanacak oyunlara dair senaryola- dit arz etmiyor, aynı zamanda kültürler arası diyalog için rın ana kurallarını şimdiden belirliyor ama bu durum, ilginç doğrudan tehdit oluşturuyor. Bundan dolayı kültüre, bir şekilde “kültür işinde daha fazla para yok” yönündeki yaygın “diyalog platformu” olarak eskisinden daha çok ihtiyaç dudüşünceye ters düşüyor; değil mi? Tam aksine; kültüre ayrı- yuyor olacağız. lan bütçelerde büyük bir artış olacak ancak bu fonlara erişim ve bunların şekillenişi tamamen değişecek. Bu yüzden, Ekonomiyle ilgili olarak dile getirmek istediğim üçüncü husus da şu: Etik kapitalizm, dinler ve laikliğin kesiştiği nokhafif içerik sektörlerinin oluşturacağı çevik ve hiperaktif tada konumlanmış vaziyette ama kâr maksimizasyonu söz ağlar, bu yeni niş pazarlarda kendilerini güçlendirebilmek konusu olduğunda hemen bu alanın dışarısına pozisyonlaiçin yeni stratejiler yaratmak zorunda kalacak çünkü benim nıyor. Ekonomi üzerine yürütülen güncel küresel müzake“endüstriyel kültürel imparatorluk” adını verdiğim yapı, aksi yönde ilerlemeye devam eden ağları yeterince ilginç bul- releri düşündüğümüzde, etik kapitalizm, hâlâ entelektüel mayacak. Hafif içerik sektörleri Ar-Ge, yenilikçilik ve yara- bir spekülasyon konusu olmaktan öteye gidemiyor. Kârın maksimizasyonu için harcanan çabada etiğin kendine yer tıcılık alanında liderliklerini sürdürebilir ancak kendilerini bağlantılı oldukları ağır sanayilerden bir an önce bağımsız- bulamıyor olması, din meselesini doğrudan etkiliyor ve karşımıza çok şiddetli çatışmalar çıkıyor. Artık sansür sadece laştırmaları gerekiyor. Tam da bundan ötürü; kültür sektörü siyasi kisveye bürünmüş şekilde karşımıza çıkmıyor; bazı vasıflı, bağımsız müzakerecilere daha çok ihtiyaç duyacak. ekonomik koşullar da beraberinde sansürü getiriyor. Ağır sanayilerin aksine, küçük sanayilerin oluşturduğu, tek taraflı çalışacak, anında oluşan ve hızla genleşebilen, ya- Biraz da işin siyasi veçhesine bakalım: Kültürel alanların tayda örgütlenen ağlar, kültürler arası diyaloğu kolaylaştı- yarattığı etkiler, iyisiyle kötüsüyle ve yavaş yavaş ulusal
Uzak Asya’nın, Afrika, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya karşı ilgisi hızlı biçimde artıyor. Dünyanın merkezi daha önceleri Akdeniz’den Atlantik’e kaymıştı; şimdi Atlantik’ten Pasifik’e kayıyor. İlginç olan şu ki bizler, yani Araplar, Avrupalılar, Ortadoğulular şunun farkında değiliz: Çinliler, bize baktığında ortak mirasa, ortak dini köklere ve ortak genetik özelliklere sahip, yekpare bir kültürel varlık görüyor. Şimdi melezleşme, entegrasyon ve asimilasyondan bahsedelim… Barselona ve Glasgow üniversitelerinin ortaklaşa yürüttüğü “Kültürel Baz” isimli harika araştırmayı okumanızı tavsiye ediyorum. Bu araştırmada sorulan, hâlâ cevaplayamadığımız soru şu: “Kim kimi entegre ediyor; kim kimi asimile ediyor ve melezleşme, kültürel çeşitlilikle ne ölçüde uyumlu?” Şimdi Galus Argus örneğini vermek istiyorum
MODELLER VE STRATEJİLER
sizlere: Fransa’da birçok köy adının sonu “–arg” ile biter. Örneğin Galarg; küçük bir kasaba… Peki, bu kasabanın ismi nereden geliyor? Galus Argus’tan geliyor. “Galus” askerin özel ismi, “argus” da ölçü demek. Yani “Asker Galus’un ölçüsü”... Ordusunun yüzyıllar önce Güney Fransa’yı fethetmesinden sonra Roma idaresi, eski askerlerine emeklilik maaşı olarak bir birim, yani bir argus toprak bağışlarmış. Bu toprak parçasının beraberinde, bir miktar tarım aletiyle birazcık nakit sağlarmış. Şu da çok ilginç ki bu askerler, imparatorluğun dört bir yanından gelirmiş ve çok azı gerçek Romalıymış. Gal ve Cermen ülkesinden, Orta Avrupa’dan, Nordik’ten, Kelt kabilelerinden ya da Anadolu’dan gelen bu askerlerin hepsi Roma ordusunun kurallarına tabiymiş. O zamanlar Roma İmparatorluğu çok kültürlü bir yapıya sahip; meselâ Osmanlı İmparatorluğu için de çok benzer bir yapılanma söz konusu ve hâtta Osmanlı, görevini tamamlayan yüksek rütbelilere ve yerel yöneticilere aynı şekilde toprak bağışlarmış. Askerler, ana yolun bakımıyla ilgilenmek ve yerelden gelebilecek saldırılara karşı koyabilmek amacıyla ele geçirilen bölgelere yerleştirilirmiş. Bir anlamda, uyuyan ajanlar bırakıyorlar geride. Emekli askerler, meslekten gelen tecrübenin ışığında öncelikle küçük çiftliklerini güvenlik altına alıp, sağlam bir savunma hattı kurarmış. Nihayetinde o küçük çiftlik büyümeye başlarmış ve benim, “kültürün getirilen unsurları” olarak tanımladığım teknoloji, yöntem bilim, rahatlık ve güvenlik gibi girdiler vasıtasıyla bu topraklar çekicilik kazanırmış. Büyüyen çiftliklerin yavaş yavaş köylere dönüştüğünü, eski askerin nihayetinde yerli bir kadınla evlenip aile kurduğunu, genişleyen ailenin çağlar içinde yerel, soylu hanedanlara dönüştüğünü tahmin edersiniz. Fransız Krallığı asillerinin temeli böyle oluşmuş ki ben buna melezleşme diyorum. Şimdi, yirmi yüzyıl sonra, Galarg’ın Kuzey Fransa’da küçük bir kasaba haline dönüştüğünü, bu melezleşme sürecinin hâlâ devam ettiğini görüyoruz ve yerli halk, yeni gelenlerle diyalog kurmayı bir türlü beceremiyor. Aslında, tarihi açıdan baktığımızda, Galarglı-
171 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
sınırların ötesine geçmeye başladı. Eski moda, “bloğa karşı blok” stratejisi, artık miadını doldurdu. Bunun içine sıkışıp kalmış uluslararası düzeydeki geleneksel rekabetin yerini, kültürel farklılıkların araçsallaşması aldı. Bir uygarlıklar şokundan bahsediliyor ki maalesef bu şokun öncül emarelerinin şiddetlendiğini ve bu şokun varlığını savunanların güçlendiğini görüyorum. Oysa bu, milliyetçiliğin yüzüne sürdüğü yeni bir makyajdan başka bir şey değil. Ortadoğu’ya veya Kuzey Afrika Bölgesi’ne (MENA) baktığımız zaman, kolonyal güç odaklarının çöküşüne tanık oluyoruz. Yeni yeni ortaya çıkan bazı bölgesel ve dini sıklet merkezleri, boşalan sandalyeleri kapmaya çalışıyor. Giderek daha agresifleşiyor, daha radikal hale geliyorlar ve böylece nüfuz kazanmaya çalışıyorlar. Bir yandan da ABD, Rusya ve AB’den gelen bitmek bilmez baskının yeni şekillere bürünerek devam ettiğini görüyoruz. Bu bölgesel güçler, kültürler arası diyaloğu barış için elzem bir araç olarak görüyor mu acaba? Acaba bir numaralı hedefleri barış mı? Yoksa sadece daha fazla genişlemek mi istiyorlar? Kültür olmazsa diyalog olmaz; diyalog olmazsa barış olmaz; barış olmazsa iş olmaz. Savaş, karşımıza iş olarak çıkıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Dünyanın neredeyse her yerinde, yeni kodamanların iktidarlara gelmesinden bu yana, küresel yönetişimin iyice zemin kaybettiğini görüyoruz. Gelecek kuşakların, dünyayı tekrar rayına sokabilmek için öncelikle küresel yönetişim alanında reform yapması gerekecek; buna yürekten inanıyorum çünkü hiçbir devlet, bir başına bugün karşı karşıya olduğumuz küresel sorunlara çözüm getiremez. Uzun bir sürece dayanacağı için, bu küresel yönetişim reformuna belki bizler tanık olamayacağız ama reformu başlatmak, bizim sorumluluğumuz. Gelecek kuşakların siyasete duyacağı ilginin sadece yerel kalkınma, Avrupa’nın kalkınması ve küresel kalkınma arasında düzgün ve adil bir eklem oluşturma arayışı çerçevesinde şekilleneceğine inanıyorum. İster sanal ister fiziksel hareketlilik olsun; denkler arası, yatay, evrensel yaklaşım, tek yönlü ve dönüşü olmayan, sadece ileriye bakan bir nosyona uymuyor.
MODELLER VE STRATEJİLER
172
hâtta maalesef ki Avrupa Parlamentosu’ndan bile kuvvetli. Üye devletleri temsil eden organların Avrupa’yı büyük bir uyuşmazlık alanına sürüklemeye başladığına tanık oluyoruz. Bu organların her biri, lobilerin de desteğiyle yapılan yatırımlardan daha fazla menfaat sağlamak istiyor; buna karşın, daha az görev ve daha fazla kâr talep ediyor. Süregelen uyuşmazlıklar, Avrupa’daki entegrasyon sürecini iyice zayıflatıyor. Dahası, süregelen uyuşmazlıkların şimdilerde iyiden iyiye farkına vardığımız üzere bizatihi Avrupa’nın varlığını ve buna bağlı olarak, küresel yönetişim üzerindeki demokratik etkisini tehlikeye atıyor.
ların bu kadar milliyetçi olması son derece saçma bir şey… Göçmenler de dâhil olmak üzere, gelecek kuşakların Avrupa’sı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) ile bugün kurduğu ilişkilerin üzerinde biçimlenecek ve bu biçimlenme, ilişkileri temelden etkileyecek. Bugün tanık olduğumuz şey, aslında Avrupa düşünün geri çekilmesi değil; daha ziyade bu düşün olumluya doğru dönüşümünde yaşanan acılı başlangıç… Bu olumlu dönüşüm neticesinde Avrupa’da yaşayan her birey, dünyanın geri kalanına karşı tutumunu yeniden tanımlamak durumunda kalacak. Bu çerçevede, kuzey-güney, taşra-merkez arasında ortaya çıkan ve Avrupa’yı içeriden, derinden etkileyen adaletsiz durumun mutlaka dengelenmesi gerekiyor çünkü bu adaletsiz durumun devamı, domino etkisi yaratarak Avrupa ve MENA bölgesi arasındaki ilişkileri zayıflatıyor. Ortadoğu - Kuzey Afrika Bölgesi’nin yaratıcı genç kuşakları, gelecekteki ortaklarının Avrupa’nın her yerine dağılmış olduğunu bilmeli… Bir diğer husus da şu: Ciddi bir yönetişim sorunuyla karşı karşıyayız. Komşularımızla adil ve daha demokratik dengeler kurabilmek adına, güçlü bir Avrupa’ya ihtiyacımız var. Avrupa’nın güçlenmesi için de öncelikli olarak kurumların bir dizi reformu hayata geçirmesi gerekiyor. Bugün üye devletleri temsil eden organlar, diğer Avrupa organlarından,
Sanat ve kültürün altın üçgeni, yani Londra, Amsterdam, Paris’in oluşturduğu üçgen, günümüzde sadece imparatorluğun coğrafi temellerini oluşturmuyor; aynı zamanda kültürel gücün tüm araçlarını bir arada tutuyor. Bu altın üçgen, taşralı gençler için mıknatıs görevi gördükçe merkeze doğru akan beyin göçü durmayacak. Yerel topluluklar nihayetinde bu gençlerin kapasitesini artırmak için pahalı yatırımlar yapıyor ancak nerede merkeze doğru yoğun bir beyin göçü varsa oradaki yatırımların geriye dönüşü olmuyor çünkü o gençler, ait oldukları topluluk ve toplumların kalkınmasına, yeniden inşa edilmesine katkıda bulunamıyor. Bu travma-
Şimdi La Friche’in hikâyesine gelebiliriz. Aranızda bu hikâyeyi özellikle merak edenler olduğunu biliyorum… Önce oldukça ilginç olduğunu düşündüğüm tarihsel bağlamı vereyim: Marsilya, İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalarla imha edilmemiş yegâne liman şehri çünkü Atlantik kıyısında konumlu tüm limanlar, savaş boyunca bombalarla imha edilmişti. Marsilya’daki endüstriyel altyapı, savaş sırasında bombalardan zarar görmediği için 19. yüzyıla dayanan köklerini korumayı başarmış. Şehir, savaştan hemen sonra büyük bir canlılık yaşıyor çünkü Fransız kolonilerinden getirilen, ülkeyi tekrar inşa etmek için kullanılacak ekipmanlar limandan ülkeye giriş yapıyor. Marsilya, buna bağlı olarak, 60’lara kadar işsizlik sorunu yaşamıyor çünkü şehir, ülkenin dört bir yanından iş bulmak için gelenlerin akınına uğruyor. Limana gelen gemilerin yüklerini boşaltabilmek için kimi zaman iki hafta beklemek zorunda
MODELLER VE STRATEJİLER
Küresel yönetişim meselesine geri dönecek olursak yerel kalkınma, adaletli bir uluslararası ilişkinin temel şartıdır. Kalkınmanın motoru olan birey, bunu ancak küresel ve ekonomik varlığıyla sağlayabilir. Hareketlilik, öncelikle yerel kalkınmanın meselesidir. Bunu havaalanlarında yaşayan, az sayıda kültür insanından oluşan gruplara indirgeyemeyiz ve bırakamayız. Öncelikle seyahatinizde elde ettiğiniz faydaları memleketinize, evinize geri döndüğünüzde kendi toplumunuzla paylaşabilmelisiniz. Ben inanıyorum ki gelecekte dünyada birden fazla taşranın oluşturduğu organik bir ağ ortaya çıkacak çünkü taşralar, çoklu bilgi kaynaklarını temsil ediyor. Bilgi nerede olursa olsun; ister Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika; birkaç zengin bilimsel merkezin ayrıcalığı sürdürülebilir değil. Zira bilgi taşralara da ait kılınırken kültür, yerel kalkınmanın merkezinde olmalıdır. Yerel kalkınmaysa, küresel yönetişimde yapılacak yeniliklerin merkezine konumlanmalıdır.
İlk bölümü bitirmeden önce, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesinden alıntı yapmak istiyorum çünkü ikinci ya da üçüncü maddeden çok, birinci madde diğer maddeleri özetliyor: “Tüm insanlar özgürlük, onur ve sahip oldukları haklar bakımından eşit doğar.” Dikkat ettiyseniz, onur sözcüğü haklar sözcüğünden önce geliyor. Benim buradan anladığım şu: Onur bakımından eşitsek, hâkim bir kültürden bahsedemeyiz. Fransızlar, “kültürü insanlara götürmek”ten bahseder durur ama bence bu bilimsel olarak dâhi mümkün değildir. İsterse okuryazar olmasın; dünya üzerinde yaşayan her bireyin kendi kültürü vardır. UNESCO da insan haklarına böyle yaklaşır. Bu yüzden Marsilya’da bir banliyöye gidip, “sizin kültürünüz yok; ben size kültür getirdim” diyemezsiniz. Bu agresyon, şiddet anlamına gelir ve karşı şiddet, toplumsal yarılma üretmekten başka işe yaramaz. Kültür politikasıyla ilgilenen insanlar, kendi kültürlerini geliştirmeye ayrıca öncelik vermeli.
173 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
tik durum, çok da uzun olmayan bir vadede adaletsizliğe yol açmakla beraber, dengesizliği artıran sonuçlar doğuracak. Üstüne üstlük, içeride Avrupa karşıtlığını, dışarıda yabancı düşmanlığını beslemeye devam edecek. Brexit’i onaylayanların büyük çoğunluğu taşralıydı; hatırlarsanız taşra ve büyükşehir sonuçları arasında çok büyük bir fark vardı. Beyin göçünün sadece siyasi değil, ekonomik sonuçları olduğunu düşünüyorum. Taşra ve büyükşehir arasındaki farkın bu kadar açılmasının arkasında yaratıcı nüfusun taşrayı bırakıp büyükşehirlere gelmesi yatıyor. Geride sadece yaşlılar ve işsizler kalıyor ki benim ülkemde de durum farklı değil. Gelecek hakkında fikri olanlar büyükşehirlere göçüyor ve hemen hemen dünyanın her yerine baktığımızda, çeşitli altın üçgenlerin ürettiği sendromun güçlendiğini görüyoruz. Bu da toplum içinde ayrışmalara sebep oluyor. Modern, küresel siyasetin bir sonucudur, bu durum.
MODELLER VE STRATEJİLER
çıkarıyor. Ülke, bu strateji sayesinde uluslararası arenada iyice görünürlük kazanıyor. Bakanlığı ilk Kültür Bakanı Malraux’nun sanata olan sevgisinden kurduğu sanılır ama master planın arkasındaki isim General de Gaulle’dür. Mesela Fransız Enstitüsü’nün (FKM) bütçesinin yüzde yetmiş beşi Dışişleri Bakanlığı’ndan gelir; Kültür Bakanlığı’ndan değil. Yani, kültür sanat alanına yoğunlaşan diplomatik yol haritamızı bugün dâhi muhafaza ediyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
174
kaldığı türden bir yoğunluktan bahsediyoruz. 60’larda ve 70’lerin başında meydana gelen iki olay, gidişatı tamamen değiştiriyor: Sömürgeci imparatorluğun sona erişi ve Kültür Bakanlığı’nın kuruluşu. Tütün fabrikası, 60’ların başına kadar kendi alanında Fransa’nın en büyük işleme tesisi; ayrıca üç bin beş yüz işçiye ev sahipliği yapıyor. Sömürgelerden gelen ham tütün, fabrikada Gauloises ve Gitanes sigaralarına dönüşüyor ve üretilen sigaralar, sadece Fransa pazarına değil, tüm sömürgelere satılıyor. General de Gaulle, 1961 yılında “sömürgeci politikanın sonuna geldik” açıklamasını yapınca, dominyonlar birer birer bağımsızlığını kazandıkça, ekonomi büyük bir çöküntü içerisine giriyor. De Gaulle, aynı dönemde siyasi sebeplerden dolayı Fransa’yı NATO’dan ayırma kararı alıyor ve hemen ardından, Kültür Bakanlığı’nın kuruluşunu ilan ediyor. Öncesinde, Fransa’da kültür bakanlığı yok; onun yerine, Eğitim Bakanlığı çerçevesinde çalışan bir güzel sanatlar delegasyonu var çünkü takip edilen politikalar gereğince sanat ve kültür, eğitim sisteminin ayrılmaz parçası olarak addediliyor. General de Gaulle, ulusal görünürlük sağlamak ve eski kolonilerle bağı bir anlamda devam ettirebilmek için bu bakanlığın kurulmasına karar veriyor. Başlangıç döneminde son derece başarılı sonuçlar üreten bu strateji, Fransa’yı güçlü bir kültür ülkesi olarak ortaya
Tütün Fabrikası’nın hikâyesine geri dönelim: Kültür Bakanlığı’nın kuruluşuyla birlikte, Fransız kültür politikasının bir ifadesi olarak, ülkenin her yerinde müzeler, kültür merkezleri, tiyatrolar açılıyor. Birçok sanatçı, bu hamle kapsamında iş bulma imkânı yakalıyor fakat eş zamanlı olarak, yoksul kesimlerde boş sahalar, çöküntü bölgeleri oluşuyor. Akıllı, kültürlü insanlarla işçi sınıfı arasında bir ayrım oluşmaya başlıyor. Benim kuşağım, yani 68 kuşağı, yaygın eğitimi sosyal uyumu sağlayacak başat etmenlerden biri olarak düşünüyordu. 70’lerin başında yaşanan petrol kriziyle Marsilya’da sanayi çökünce sanatçılar, boş fabrikalara bir şekilde işlev yüklemek istedi çünkü kültür sanat vasıtasıyla yerelde yaşayan halklarla kurulan ilişkinin sağaltılabileceğine, süregiden ayrımın silineceğine inanıyorlardı. Tütün fabrikasının dönüştürülmesi fikrinin temelinde o dönem Fransa, Almanya ve İtalya’ da sanatçılar arasında yaygın olarak kabul gören bir yaklaşım yatar: “Kültür sanat aktivistleri bir araya gelip özerk yerler yaratmalıdır.” 1992 yılında, birine benim de üye olduğum yaklaşık bir düzine bağımsız sanat kuruluşu olarak bir araya geldik ve belediyeyle, tütün fabrikasının sahibiyle temasa geçtik. Tütün sektörü henüz özelleştirilmemişti, kamuya aitti. O dönemde arazi, gayrimenkul fiyatları oldukça düşüktü; La Friche’i boş tutmak onlara çok pahalıya mâl oluyordu. Bizler de normal şartlarda hayata geçiremediğimiz kültürel aktiviteleri buraya taşımaya niyetleydik. Yaptığımız görüşmede fabrikayı birkaç yıllığına, geçici olarak kullanmak istediğimizi belirttik; teklifimiz kabul gördü ama daha başlangıcında yerel halkla sorun yaşamaya başladık. Fabrika, Marsilya’nın en yoksul banliyölerinden birinde konumluydu ve yaşayan-
2000’e kadar çok başarılı bir süreç yürüttüğümüzü düşünüyorum; çünkü Marsilya’nın kuzeyindeki yoksul banliyölerde kültürel hayatı canlandırmayı başardık. Ancak, o yıl belediyedeki yönetim değişince Jean ayrıldı ve kamusal sübvansiyonlar büyük ölçüde azalınca çok ciddi mali sıkıntılar yaşamaya başladık. Bunun üzerine, belediye fabrikayı satın alma yoluna giderek yeni bir tüzel yapı oluşturdu. Ben de La Friche’in baş yapımcısı haline geldim; bağımsız sanatçılarsa yapım merkezinin taşeronlarına dönüştü. Ez-
Marsilya, 2013 yılında Avrupa Kültür Başkenti olunca belediye bu dalganın üzerinde yükselip devasa kapsamlı etkinlikler düzenledi; böylece geniş kitlelere oynamaya başladı. O güne dek yaptığımız tüm çalışmalar ikinci planda kalınca yönetimden ayrıldım. Şimdilerde kültürel yayınların yüzde doksanı La Friche’de gerçekleşiyor ama merkezi kuruluşla bir türlü anlaşamıyoruz. La Friche, Avrupa’nın her yerinde iyi örnek olarak ünlendi fakat kurduğumuz modele ve başardığımız işlere böyle yaklaşmayı hem doğru bulmuyorum hem de oldukça güç bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Şimdiki direktör, basına yaptığı açıklamalarda sık sık şu veriyi paylaşıyor: “Geçen yıl üç yüz elli bin ziyaretçi aldık.” En önem verdikleri şey ziyaretçi sayısı haline geldi. Son yıllarda, fabrikada faaliyet gösteren küçük ve orta ölçekli nice bağımsız kuruluş kamusal sübvansiyonlardan mahrum kalmaya başladı ama merkezi kuruma verdikleri finansal desteği artırdılar. Son döneme kadar bölgede kültür ve turizmden aynı kişi sorumluydu. Bunlar çok sakıncalı durumlar çünkü yaratıcılığın getireceği özgürlüklerle ilgilenmiyorlar. Kendi adıma, yirmi yedi yıl önce giriştiğim bu projeyle gurur duyuyorum. Böyle bir teşebbüse atılacak olursanız onu kontrol altında tutabilmek ve siyasete, turizme, soylulaştırmaya, kitleselleştirmeye alet etmemek çok önemli. Şimdilerde, üniversitelerde verdiğim derslerde sıkça şunu ifade ediyorum: Aranızda sanatçılar, yayıncılar olabilir ama yetenekli müzakerecilerden veya hukuk uzmanlarından mahrum durumdaysanız vakit varken bu eksiğinizi giderin.
MODELLER VE STRATEJİLER
cümle, başta aklımızda olan modelin tam tersine giden bir yöne sapmış olduk. Artık merkezi yapının direktörü belediye tarafından atanıyor, yasal çerçeve belediye tarafından kontrol ediliyor.
175 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
ların yüzde kırk üçü, vergilerini ödeyemiyordu. Fabrika altı yıl öncesinde, 1986’da kapatılırken bu karara karşı çıkan, kapanışa direnen işçilerle çatışmalar yaşanmış; tesis, son işçi gönderildikten sonra tamamen devre dışı kalmıştı. Fabrika onlar için bu denli önemliyken çağdaş dansla uğraşan uzun saçlı bir grubun elinde gitarlarıyla çıkageldiğini görünce, çok sinirlendiler. İlk zamanlar çok zorlu geçti; el ele verip bizi oradan atmamaları için ortaklaşa bir şeyler yapmalıydık. “Halka nasıl kaynaşabileceğiz, zeminimizi nasıl güçlendireceğiz” derken “tanınmış, güçlü birini başkan yapalım; o da projemizi savunsun” dedik ve ünlü mimar arkadaşım Jean Nouvel ile temasa geçtim. Jean, aynı zamanda şehir plancısı ve siyasetçidir. Teklifimizi kabul etmeyeceğini düşünüyordum ama kabul etti ve işin başına geçti; ben de başkan yardımcısı oldum. Altı yıl birlikte çalıştık; kendisinden çok şey öğrendim. Bağımsız sanat kuruluşları, Jean’ın başkan, benim başkan yardımcısı olduğum bir konsorsiyum oluşturdu. Böylelikle etkinlikler, bağımsız sanat kuruluşları ve merkezi kuruluş iş birliğinde ortaklaşa düzenlenmeye başladı. Merkezi kuruluş teknik gereksinimleri ve iletişimi sağlarken, bağımsız sanat kuruluşları yapımla ilgili aşamalardan sorumlu oldu. Konsorsiyum içerisinde yer alan bağımsız sanatçıların merkezi kuruluşu düzenli olarak kontrol etmesi çok önemliydi çünkü benim gibi yönetimde yer alan fakat bağımsız bir sanat kuruluşunun parçası olanlar için sağlıklı bir model geliştirmek gerekiyordu. Bu arada, La Friche çok büyük bir tesis; bugün itibariyle düzenli olarak çalışan dört yüz kişiyi istihdam etmekle beraber, yılda yaklaşık yetmiş kültürel faaliyet gerçekleşiyor.
Onur Atay
MODELLER VE STRATEJİLER
takortak.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
176
www.kadikoy.bel.tr/genel/idea-kadikoy-2017
Mimarım; aynı zamanda kent tarihi üzerine çalışıyorum. 2013 - 2018 yılları arasında Kadıköy Belediyesi’nde katılımcı kentsel projeler üzerine çalışırken, Tasarım Atölyesi Kadıköy’ün yürütücülüğünü ve 2017 – 2018 döneminde paylaşımlı çalışma alanı olarak tanımlanan, İDEA Kadıköy’ün koordinasyonunu üstlendim. Sunumumda, ağırlıklı olarak bu yapıların nasıl kurulduğundan ve işlediğinden bahsedeceğim. Ardından da kentsel müdahaleye dair profesyonel girişimlerimize değineceğim. Rasimpaşa Mahallesi’nde konumlu olup uzun yıllar boyunca semte sinema olarak hizmet vermiş Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK), belediyenin 2012 - 2013 yıllarında Çevre Kültür Varlıklarını Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ile birlikte yürüttüğü “mahalle canlandırma projesi” kapsamında işlevlendirilen binalardan birisi. Kuruluş aşaması ÇEKÜL, Kentsel Strateji ve Kadıköy Belediyesi işbirliği sonucunda, kamu - sivil - özel ortaklığıyla hayata geçmiş, üç paydaşlı bir kültür - tasarım mekânı. TAK, uzun zaman boyunca bir mimar, bir grafik tasarımcı, bir iç mimar ve iki ürün tasarımcısından oluşan bir ekibin yürütümünde, açık çağrıya dayalı programlar üzerinden ilerledi. Açık çağrılar mahallede, kentte, belediye sınırları içerisinde göze çarpan veya göze çarpması gereken, yenilenmeye açık alanlar üzerineydi. Bir nevi buluşmalar üzerinden ortaya çıkan katılımcı fikirleri tasarımsal çerçeveye büründürüp belediyelere ulaştırıyorduk. Dolayısıyla endüstriyel tasarım ve mimarlık okuyan öğrencilerin yanı sıra güzel sanatlar öğrencilerinin katılımına açık bir süreçti. TAK, benim içeride olduğum dönemde sayısız sosyal etkinliğe de ev sahipliği yaptı. Mahalleyi kullananlarla ortak buluşmalar düzenleyerek, farklı tanışmalara alan açtık. Mimarları ağırladık; gençleri önemli isimlerle buluşturduk ki Anadolu yakasında bu türden buluşmaları örgütlemek hiç de kolay değildir. Zaman zaman ağırladığımız sivil inisiyatiflerin, düzenlediğimiz Fanzin Festivali’nin sayesinde farklı kitlelere ulaşabildik. Öğrenci jürileri düzenledik; belediyeden aktörleri mimarlık öğrencileriyle bir araya getirdik. TAK, bu anlamda tasarımla, mimarlıkla, kentle, kültürle ilgilenen herkesi kamuda çalışan aktörlerle buluşturan bir açık alan, ara yüz oldu. Kamu-sivil-özel ortaklığı açısından Türkiye’de legal olarak tanımlanmış bir zemine oturmasa da karar alma mekanizmaları nispeten özerkti. Yani, bir yandan ekipçe karar alabilirken dışarıdan gelen kararları da uygulamak durumundaydık.
2017 yılında, belediyeye Moda’daki eski bir restoranını yeniden işlevlendirmeyi teklif ettik. Aslında, bu teklifi yaparken Kadıköy’ün neye ihtiyaç duyduğuna dair bir detaylı bir çalışma yapmıştık: Mahalle forumlarını taramaya başlayınca insanların bir buluşma, çalışma ve üretim mekânına ihtiyaç duyduğuna kanaat getirdik. Gittikçe trend olan, paylaşımlı çalışma alanı (co-working space) formatını kamuyla işbirliği yaparak hayata geçirebileceğimizi düşündük. Zira paylaşımlı çalışma alanları, İstanbul özelinde düşük metrekareleri daha verimli kullanabilmek açısından işlevsel görülen bir araç haline geldi çünkü şehir, muazzam bir rant savaşına özne olmuş durumda. Bu türden mekânlar, örnekleriyle sabit ki cezbettikleri kitleler itibariyle açıldıkları mahalleleri sosyolojik ve demografik açıdan hızla dönüştürüyor. Gayrimenkul fiyatları artmaya başlıyor ve hizmet ettiği kitlelerin hoşuna gitse de mahalle dokusunu yok ediyor; dönüştürüyor. Biz buna “organik soylulaştırma” adını veriyoruz. Tüm bunların ışığında, bir senaryo hazırladık ve restoranı kamusal açıdan regüle etmenin yöntemlerine baktık. Fiyatları nasıl aşağıda tutabileceğimize, verilecek hizmetin nasıl çeşitlenebileceğine kafa yorduk. İsmini “İşlik”, “Derslik”, “Etkinlik”, “Aşlık” bölümlerinden alan İDEA’nın konsepti, bu arama bulma sürecinin sonucunda ortaya çıktı. “İşlik”, profesyonellerin ücret karşılığında faydalanabileceği bir alan olarak kurgulandı; “Derslik”, dileyen herkesin gelip çalışabileceği, ücretsiz bir alan olarak tasarlandı. Bir tür kitapsız kütüphane diyebiliriz… “Etkinlik” bölümünü, derslik içerisinde yer alan alanların raylı panellerle birbirinden ayrılabildiği, modüler birimler şeklinde yapılandırdık. “Aşlık”, mekânın eskiden restoran olarak hizmet vermiş olmasına referansla mutfak atölyesi olarak işlevlendirildi. İDEA, Moda’nın popüler olmayan, sessiz kısmında kalmış, deniz manzaralı bir mekan. TAK gibi belediyeye bağlı olarak hizmet veriyor. Aynı anda yetmişe yakın insanı ağırlayabiliyor. İçeridekilerin yolu ve telaşı birbiriyle çakışmıyor. En azından, açıldıktan sonraki altı aylık dönemde böyle bir çakışma durumu yaşamadık. Café alanındakiler, dışarıdan yemek söyleyip yiyebiliyor; dolayısıyla orada satılan yiyecek ve içeceklere mahkûm kalmıyorlar. Randevulu çalışan iki toplantı odası var. Mekân, haftanın yedi günü, sabah 8:00 23:00 arası açık. 23:00 sonrasında mesuliyeti mekânda kalanlara yüklüyoruz. İDEA, girişimcilerin veya girişim odaklı çalışan sivil toplum aktörlerinin çalışabilmesine, toplantı ve sunum yapabilmesine yönelik olarak açık çağrıya da
çıkıyor. İhtiyaç belirince, mekâna çalışmaya gelen ailelere hizmet vermeye yönelik olarak, çocuklara özel bir alan kurguladık. Üç ila altı yaş arasındaki çocuklar, bu alanda eğitmenler eşliğinde vakit geçiriyor. Zamanla bahçesinde küçük festivaller, pazarlar düzenler hale geldik. İDEA’yı ve TAK’ı sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz. Biraz da kentsel katılımcı müdahalelerin nasıl yapılabileceğine dair konuşalım. Bu kapsamda, TAK olarak çıktığımız açık çağrıların sonucunda hayata geçirdiğimiz kimi projelerle söze devam etmek istiyorum. Serbest çalışan bir mimar olarak “kente sızma”, “kolektif müdahale” olarak adlandırabileceğimiz türden işleri vatandaşla, sivil sektörle birlikte hayata geçirmeye, özel sektörün bu formata sempatisini artıracak modeller üretmeye özel önem veriyorum. Bu amaçla okullarla, üniversitelerle, belediyelerle, derneklerle ve yurt dışından çeşitli yapılanmalarla işbirliği halindeyim. Projemin adını “Kente Sızma ve Kolektif Müdahaleler” koydum çünkü “sızma” kelimesi mimarların, tasarımcıların, öğrencilerin yaptığı bu tip noktasal projeleri çok güzel karşılıyor. Yavaş yavaş artmak, çıkmak, değiştirmek, dönüştürmek gibi anlamlara da bürünebiliyor. Mikro müdahale kavramı, bizim sektörde “katılımcı mimarlık” olarak anlam buluyor. Katılımcı mimarlık, kamusal ya da yarı kamusal alanlarda hayata geçirdiğimiz projeleri
Yerelde türdeş ve ayrışık; geneldeyse değişken ve sabit kullanıcı grupları ortaya çıkıyor. Yerelde türdeş kullanıcı gruplarına örnek olarak, kahvenin bahçesinde oturan amcaları verebiliriz. Türdeşler ve ayrışık değiller, bu mekânı çok benzer deneyimlere dayanarak kullanıyorlar. Ayrışıklar içinse yerelde köy meydanını farklı amaçlar için kullanan bireyleri örnek verebiliriz. Genel için saat kulesi meydanı, uygun bir örnek olur. Dört kullanıcı grubunun farklı taleplerini baştan kategorize etmek gerekiyor. Yani ürünün fiziksel çıktısı yüzde kırk dokuza tekabül ediyorsa kullanıcı grupları, yüzde elli biri temsil ediyor. Elbette, yüzde elli birin fiziksel çıktıyı ne kadar sahipleneceği son derece önemli… Projeyi hayata geçirirken kolektiviteye çok önem veriyorum; çoğulculuk, sosyal iletişim, katkıda bulunanlarla kurulacak diyalog zeminleri kritik önem taşıyor. İstanbul’daki öğrenci gruplarının birçoğu, bu tip projeler yapmayı istiyor fakat araştırma sürecinde sarf edilen çabalar, basit anketlerden öteye gidemiyor. Anlık noktasal dokunuşlar, akşam çöp kamyonunun hunharca müdahalesiyle sonlanıyor. O yüzden, işin sosyal kısmını hafife almamak lâzım. Üretimi, öğrenim ve paylaşım sürecine çevirmek gerekiyor. Bir tasarımcının veya mimarın yerelde yaşayanlarla paylaşabileceği çok şey olduğu gibi onlardan öğrenebileceği sayısız şey var. Yurttaşlarla birlikte iş yapmak, birlikte tasarlamayla bağdaşık. Birlikte tasarlanıp uygulanan her şeyin ömrü uzuyor, geleceğe etkisi yoğun oluyor. Projenize dair
MODELLER VE STRATEJİLER
177 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
ifade ediyor. Ücret ödemeden kullandığımız her yeri kamusal ya da yarı kamusal alan olarak adlandırmamız mümkün. Kentsel pratik deneyimi yüksek bireyler olarak, gayrimenkul sektörünün başa oynadığı bir dönemde, kamusal alanların nasıl da hızla daraldığına tanık oluyoruz. Dolayısıyla temel amacım, yerelde ve genelde yurttaşların daha verimli kullanabileceği iyi örnekler yaratmak. Mikro müdahale bazında genele vuracak olursak, yerelde köy meydanı, kasabada bir köşe, mahalledeki okulun bahçesi diyebileceğimiz türden bir yerellikten bahsediyorum.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
178
Dayanıklılık ve sürdürebilirlik babında, işinizi başına her afişi nasıl tasarladığınız, o afişin bakana ne söylediği veya şeyin gelebileceğini düşünerek tasarlamanız gerekiyor. Örnereye asıldığı dâhi son derece önemli… Profesyonellerle gönüllülerin beraber iş yapmasını hızlı müdahaleleri kota- neğin, hurdacılar söküp götürebilir… 72 Hour Urban Action rabilmek açısından hayati görüyorum. Aniden beliren bir ile 2014’te İstanbul Tasarım Bienali için yaptığımız proje, ilk uluslararası işbirliğimizdi. Açık çağrıya çıktığımız güruhun bir hafta içinde soruna müdahale etmesi, çözüm getiren ürünlerle ortaya çıkarması, vatandaşı cidden mutlu “Kadıköy’den Bul, Kadıköy’de Buluştur -How To Do Too Kadıköy” adlı bu projenin amacı, dönüştürülebilir malzemeediyor. Bunu, doğrudan demokrasiye katkı sunma çabası lerden kent mobilyası üretmekti. “Bu kez tasarımı başkaları olarak da değerlendirebiliriz. yapsın, uygulamayı beraber çözelim” dedik ve 72 Hour UrSomut birkaç örnek vereyim: Kadıköy’de bir gecekondu ban Action ekibiyle şöyle bir süreç tasarladık: “Katılımcılar mahallesinde, merdivenden oluşan bir sokağın üzerinde Kadıköy’de belirlediğimiz beş buluşma noktasına yönelik tasabir sürü niteliksiz yapı vardı. Stajyer grubumuzla birlikte bu rımlar üretip bize iletsin. Prototipleri sergileyelim ve hangisinin mahalleye çalışmaya karar verdik ve eski seçim sandıkları üretilip uygulanacağına mahalleliyle beraber karar verelim ki edinip sahaya çıktık. Vatandaş, “öncelikle oturacak yere ve ürünler kalıcı olsun.” Kırık rögar kapaklarından bisiklet parkı güzel saksılara ihtiyacımız var” dedi. Kaldırımı boyadık; saküretme fikrini gecikmeden TAK’ın önünde hayata geçirdik. sı birimlerine, oturma alanlarına dokunuşlar yaptık. İki gün Atık otomobil lastiklerinin üzerine yerleştirdiğimiz suntageçince, komşu sokaklarda yaşayanlar “biz de istiyoruz” talardan oluşan oturma birimini, Gezi sonrasına denk düştülebiyle çıkageldi. İnsanların müdahale talebinde bulunması ğü için, polisler bir gecede depoya kaldırdı. Bu üretimlere çok güzel bir şey; belediye birimi olmadığımızı bildikleri ait videolarıysa İstanbul Tasarım Bienali’nde gösterdik. için bizimle rahatça diyalog kurabildiler.
Bence sonuçtan ziyade süreç önemli ve gençlerin tasarıma el atması, halkın üretim sürecine katılım göstermesi, hemen hemen her belediyeye sıcak gelen bir yaklaşım. Şimdilerde Bergama’da benzer bir projeyi hayata geçirmeye çalışıyoruz ki burada daha hızlı ilerleyebildiğimizi tahmin edersiniz.
MODELLER VE STRATEJİLER
TAK’ta hayata geçirdiğim son proje kapsamında, 2016’da, TANDEM Türkiye’nin açık çağrısı üzerinden Madrid’den bir ekiple eşleştik. Amacımız, Türkiye’de sosyal mimarlık üzerine çalışanlarla Madrid’de sivil toplum alanında kentsel müdahaleler yapanları bir araya getirmekti. Önce bir dizi buluşma tertip ettik; ardından Kanarya Adaları’nda gerçekleşen Kolektif Mimarlık Festivali’ne iki kişi gönderdik. Sonunda, bu festivalden öğrenilenleri hayata taşımak üzere, gönüllülerle beraber, kolektif bir işe giriştik: Altıyol’daki Boğa heykelinin karşısında yer alan çeyrek dairelik par-
kı gözümüze kestirip ağacın altında konumlanan çiçekçi ve ayakkabı boyacısıyla görüştük. Bir yandan da Kadıköy Belediyesi’ne dilekçe yazdık. Gelen cevapta, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin maalesef alanı ellerinden aldığını ve hâlihazırda buraya yönelik bir proje hazırladığını öğrendik. KHK’lı akademisyenlerin buluşma alanı haline geldiği için oturma düzeneklerini tamamen yok etmeye karar vermişler. Projeyi görünce işi iyice zorlamaya karar verdik. Parkın arkasındaki Rum kilisesinin kapalı duran bir mezarlığı var ve Anıtlar Kurulu, burayı sorumluluk alanına dâhil etmiş; üstelik İstanbul Büyükşehir Belediyesi, sürecin farkında değilmiş. Sit alanı olduğu haberini alınca, belediyeden bir dilekçe alıp polise gittik. Sonuçta, tasarladığımız oturma ünitelerini Madridli arkadaşlarımızla beraber, üretim aşamalarında halkın testine de sunarak parkın dış duvarına monte ettik.
179 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
TAK, şimdilerde yerinden edilmiş banliyö tren hattının hemen bitişiğinde yer alıyor. Demiryollarına ait bu atıl alanla devlete ait olduğu için kimse ilgilenmiyordu. Sokak hayvanlarına ev sahipliği yapan alan, ortaya dökülen yemek atıklarından dolayı iyiden iyiye çöplüğe dönüşmüştü. Biz de şikâyetleri topladık ve belediyeyle temasa geçtik. Rulo çimi ve çiçekleri temin ettiler; depomuzdan bulduğumuz malzemelerle ve araba lastikleriyle bizim ekipten üç dört kişi, açık çağrıyla gelen beş gönüllü, hızlıca çalışarak alanı baştan tasarladık. Lastiklerden oturma birimleri ve saksılar ürettik. Mahalleli de yardım edince, dokuz saatte yoluna koyduk. Bir kısım mahalleli burayı zamanla madde bağımlılarının işgal edeceğini söyledi. Sonuçta, sahiplenilmezse her yer atıllaşır.
A CORNER IN THE WORLD / Fatih Gençkal
MODELLER VE STRATEJİLER
acornerintheworld.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
180
Bu sunumu hazırlarken kendimi ve ekibimi ayrı ayrı ifade etmek için, elimdeki metinlerden yola çıkmayı düşündüm çünkü geçmişten bu yana yaptıklarımı ifade edişime bakmak, onları nasıl anlamlandırdığım ve “meşrulaştırma gereği duyduğum” üzerine düşünmeme yol açıyor. On yılı aşkın süredir eğitmenlik yapan biri olarak, özellikle son zamanlarda şunu söylüyorum öğrencilerime: “Oyuncu ya da dansçı olacaksanız ve gösteri sanatları alanında iş yapacaksanız, çalışmak istediğiniz alanları yaratmanız gerekiyor.” Lisans eğitimimi İstanbul’da siyaset bilimi üzerine yaptım ve New York’ta oyunculuk yüksek lisansı yapıp Türkiye’ye döndüm. Çağdaş dans üzerine ikinci yüksek lisansımı da İstanbul’da tamamladım. Zaman içerisinde oyunculuk, yönetmenlik, organizatörlük, küratörlük gibi farklı alanlarda çalıştım. Bu çalışmaların hepsi de kişisel ihtiyaçlarım ve çevremde gördüğüm ihtiyaçlar üzerine ortaya çıkan itkilerimin, meraklarımın sonucuydu; yoksa, birisi on sene önce küratör olacağımı bana söyleseydi, “hadi oradan” derdim. Önce kendim için, sonra etrafımdaki insanlar için yaratmak istediğim koşulları oluşturma çabası, beni bu yollara sürükledi. Çalışmalarımın odak noktasına oturan, kurucuları arasında yer aldığım “A Corner in the World” de bu çabanın doğrultusunda, oluşum olarak yola çıkmış bir festival. Kendimizi, “çağdaş gösteri sanatları ve ilişkili alanlarda çalışan bağımsız bir kürasyon ekibi” olarak tanımlıyoruz. Buraya nasıl geldiğimizi, kendimizi anlatmak için kaleme aldığımız metinden alıntı yaparak anlatmaya çalışacağım: “Farklı disiplinlerin, arka planların ve kültürlerin işbirliğine ve etkileşimine inanıyoruz. Çalışmalarımız farklı mekânlarda, çeşitli aktörlerin ve ortakların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Yaratımların önünü açmayı; sanatçıların, şehirlerin, toplumların kültürel ve sanatsal gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Türkiye’deki çalışmalarımız yerel işlerin üretilmesini, disiplinlerarası etkileşimlerin artırılmasını, toplumların yaratım sürecinde katılımcı olmasını teşvik ediyor. Aynı zamanda, sanatsal üretimin yerelleşmesine; büyük şehirler, konvansiyonel mekânlar ve standart seyirci algılarının ötesindeki olasılıklara işaret etmeyi amaçlıyoruz. Uluslararası alandaki çalışmalarımız, coğrafi yakınlığımıza rağmen buluşma platformlarımızın kısıtlı olduğu Türkiye ve yakın coğrafyası arasında daha fazla işbirliğini teşvik etmeye odaklanıyor.” Süreç, ekibim Studio 4 İstanbul’un başka ortaklarla birlikte istediği işleri yapabileceği, rahatça çalışabileceği bir alanın peşine düşmesiyle başladı. O sıralarda İstanbul’da,
2010 yılından bu yana hızlanan bir trend vardı: Üniversiteden mezun olup bir şekilde tiyatro yapmaya çalışanlar, odadan hallice alanları kendi ceplerinden ödeyerek kiralıyor ve bu alanları provaları, gösterileri için kullanıyordu. Aradan bir zaman geçince, kiralar ödenemeyince, başka ekipleri ağırlamaya başladılar ve bu küçük alanlar, tiyatro mekânına dönüşür oldu. Bizim de ekip olarak niyetimiz, başta film ve müzik olmak üzere, farklı disiplinlerden bireylerle işbirliği halinde projeler üretmekti. İstanbul’daki alan eksikliğinden biz de mustariptik; sonunda küçük bir mekân kiraladık ve “Köşe” adını verdiğimiz bu mekânda provalarımızı almaya, oyunlarımızı çıkarmaya başladık. “Köşe”, kısa süre sonra farklı çevrelerden kültür sanat insanlarını ağırlamaya başladı. Kendimizi anlatmak için şöyle cümleler kurmuşuz: “Performans ve çağdaş sahne sanatlarının her alanında yerel, ulusal, uluslararası ve yenilikçi, sıra dışı çalışmaların İstanbul seyircisiyle buluşacağı köşe performans mekânı. Farklı disiplinlerden yenilikçi çalışmaları desteklemek; Taksim ve çevresindeki performans sanatlarına alternatif oluşturmak; yerel, ulusal ve uluslararası bir buluşma noktası olarak Yeldeğirmeni’nin, İstanbul’un, Türkiye’nin kültürel ve sanatsal a corner ın the world performıng arts festıval
14- 28 EKİm 2015
kargart İKLİMgaraj çatı/tal club quartıer yeldeğİRmenİ sanat kadıköy termİnal kadıköy theatron moda aramyan derneğİ atölye hangart
a cORNER ıN tHE WORLD. com
ana sponsor
fİnansal destek
proje ortakları
MODELLER VE STRATEJİLER
gereksinimlerine alternatif bir üretim alanı yaratmak…” Gördüğünüz gibi az önceki alıntıda yer alan cümlelerden farklı cümleler kurmamışız… “Farklı alanlarda üretim yapan, desteğe ve görünürlüğe ihtiyaç duyan sanatçıları desteklemek” derken, aslında bizim gibi iş yapmaya çalışanlara yönelik işlev görecek bir mekânı yaratma vizyonumuzu ortaya koymuşuz.
“Köşe”nin kapanmasına yakın -bir üst komşumuzun şikayetleri dolayısıyla kapandı- mekânda meydana gelmiş buluşmaları ve yaratılan heyecanı uluslararası boyuta taşımak amacıyla bir festival düzenlemeye karar verdik. İşlerimizi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Dans gösterilerine ve hâtta sergilere ev sahipliği yapan mekânımız bir sene yaşadı ve beklemediğimiz ölçüde ilgi gördü. Özellikle, o dönemde diğer sahnelerde kendine yer bulamayan dans performansları için çekim merkezi olmaya başlamıştı ki bu ivmenin ortaya çıkışına yedi, sekiz yıl boyunca çağdaş dans projelerine hizmet etmiş, kıymetli bir merkez olarak öne çıkan garajistanbul’un o yıllarda el değiştirmesi, müzik mekanına dönüşmesi etki etmiş olabilir. İnsanlara rezidans programı adı altında “gelin prova alanı verelim size, burada gösteri yapın” diyorduk. “Köşe”, cebimizden artırdıklarımızla, bilet geliriyle finanse etmeye çalıştığımız bir alandı. Elle tutulur bir program sunduğumuzda bu gibi işleri arayan izleyicinin aslında sayıca ne kadar fazla olduğuna tanık olduk. Zamanla beklediğimizin ötesinde buluşmalara ev sahipliği yapmaya başladık. Mesela, İstanbul’da yaşayan Suriyeli sanatçılarla etkileşim içerisindeydik; bize gelip gösteri yapmaya, sergi açmaya başladılar. Yeldeğirmeni’ndeki diğer atölye ve mekânlarla ilişki kurmaya başladık. Galeriler gelip ufak sergiler düzenlemeye girişti. O dönemde genç sanatçıların Yeldeğirmeni’nde konumlanmaya başlamasıyla çok farklı türden kesişmeler vuku bulmaya başladı.
181
yıllardır çeşitli festivallerde sergileyen bir ekip olarak, uluslararası ağımızı gittikçe genişletmiştik. Festival fikriyse aslen Türkiye’de görmediğimiz türden işleri bir araya getirme ihtiyacından ve merakından ortaya çıktı. İKSV’nin düzenlediği tiyatro festivalini kendi tarihim açısından çok önemli bulurum çünkü tiyatro ve gösteri sanatlarına dair algımı ilk gençlik yıllarımdan bu yana o festivaldeki işleri izleyerek oluşturdum. Sonraları fark ettim ki festivalde izlediğim işlerin hemen hemen hepsi batıdan gelen, büyük öl-
MODELLER VE STRATEJİLER
re baktık. Avrupa’da yaşayan bölge kökenli sanatçılar içinse Avrupa fonlarına yöneldik. İkinci festivalin programında ağırlığı farklı yerlerde, farklı festivallerde izleyip seçtiğimiz işlere verdik ki bu yaklaşım bize önemli bir avantaj sağladı: Türkiye’yi merak edip burada bir şeyler yapmayı çok istedikleri için, davetliler sunduğumuz sınırlı koşulları kabullenerek geldi. Bu kez festivalin önemine ve varoluş fikrine inanan katılımcılarla karşı karşıyaydık.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
182
çekli prodüksiyonlardı ama Suriye’den, İran’dan bir gösteri yoktu. Orta Doğu’dan gelip buraya yerleşmiş arkadaşlarım da Türkiye’de işlerini gösteremediklerinden, kendi ülkelerindeyse Türkiye’den iş görmediklerinden yakınıyordu. Bu eksikliği tespit etmiş olmak, festivalin çerçevesini çizmemize yardımcı oldu. Özellikle son on yıl içerisinde Suriye’de olanlar, öncesinde vuku bulan Arap Baharı ve Yunanistan’daki ekonomik çöküş gösteriyor ki küresel anlamda çok büyük siyasi ve sosyal dönüşümlerin içerisinden geçiyoruz. Bizse, dibimizde olan bu süreçleri sadece televizyondan seyrediyoruz. Aslında, genel önyargılarımız üzerinden algıladığımız, dünyanın bir köşesi burası. Biz de buraya özgü, buradan sanatçıları bir araya getirecek bir festivalle yola çıkmak istedik; adını da “Dünyada Bir Köşe” koyduk. Dünya yuvarlak ve merkezi, bakış açımıza göre herhangi bir noktası olabilir. Biz de “dünyaya bu köşeden bakıyoruz” dedik ve ilk festivale Türkiye’ye gelmek isteyip gelemeyen Ortadoğulu arkadaşlarımızı, görünürlüğü olan Kürtçe tiyatroları ve dans performanslarını, Ermeni sanatçıları davet ettik. Kendimizce, bu coğrafyaya dair iyi şeyler yapmak istiyorduk. İki hafta süren festival boyunca, on üç mekânda on beş farklı gösteri izledik. Küçük bir ekip olduğumuzdan her gün sadece bir etkinliğin üstesinden gelebiliyorduk. İlk festival oldukça ilgi görünce, tekrarını yapabilmek için bir yıl boyunca çalışacak ekibi finanse edebilmek amacıyla fonlara başvurduk. Fon bulmak kolay değildir; programda Avrupalı sanatçılara ağırlık vermediğimiz için işimiz iki kat zorlaştı. Bunun üzerine, Arap sanatçıların hareketliliğine destek veren hibele-
Pozitif grubu, ikinci festivali yakından takip etmiş; bomontiada’daki ALT adlı mekânının yıllık programını oluşturmak üzere bizi görüşmeye davet etti. Daha doğrusu, onlar mekânı salt sanat galerisinden interdisipliner bir kültür alanına nasıl dönüştürebileceklerine kafa yorarken, yollarımız kesişti. Vizyonumuzu sunduğumuzda, ancak bağımsızlığımızı koruyarak ilerleyebileceğimizi vurguladığımızda, bizimle çalışmak istediklerini belirttiler. “A Corner in the World / bomontiada ALT” konsepti, böylece ortaya çıktı. Türkiye’de örneğine kolayca rastlayamayacağımız, iyi anlamda şaşırtıcı ve bizim için inanılmaz heyecan verici bu teklif sayesinde, “Köşe” zamanından beri yapmak istediklerimizi daha profesyonel bir zeminde hayata geçirebilme şansını yakaladık, hayâllerimizin boyutunu büyütmeye koyulduk. ALT, tarihi Bomonti bira fabrikasının mahzeni olarak görev görmüş, yedi farklı odadan oluşuyor. Gösteri sanatları, sahne sanatları, görsel sanatlar ve diğer yaratıcı alanlarda çalışanlar için buluşma alanı olarak tasarladığımız mekânı zamanla dönüştürmeye başladık. Böylece takipçi kitlesi çeşitlenmeye, büyümeye başladı ki bomontiada’nın hemen karşısında konumlu Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki öğrenciler için işlerini sergileyip farklı işler izleyebilecekleri, çalışabilecekleri, ilham alabilecekleri bir uğrak yeri haline geldik. Aylık programı kurgularken de bu işlevsellikten yola çıktık: Meselâ, “ALT + misafir sanatçı programı”, stüdyo ve prodüksiyon olanağı sağladığı sanatçıların yeni işler üretmesine imkân tanıdı. Bu programın bir benzerini, mentör eşliğinde olmak kaydıyla, yeni mezun sanatçıların ilk işlerini üretmesine olanak tanıyacak şekilde “ALT001” adıyla hayata geçirdik. Performans programımızda, İstanbul’dan, bazen diğer şehirler ve ülkelerden davet ettiğimiz işleri ağırladık; hedefimiz iyice alternatif işlere alan açmaktı. Ayda bir düzenlediğimiz “29’59’’” etkinliğimizde, otuz dakikanın altındaki kısa filmlere, videolara yer verdik ki bu seri inanılmaz ilgi gördü. Mimar Sinan Üniversitesi’nden Tuğçe Tuna’nın küratörlüğünde, “Türkiye’de çağdaş dans tarihi” üzerine bir panel dizisi kurguladık. Çağdaş dans alanına genç yaşta giren sanatçılar, yoğun bir yaratma isteği ve enerjisiyle yola çıkıyor ve çoğu zaman, hayatı sürdürebilme kaygısıyla alandan uzaklaşabiliyor. Bu durumda devamlılık ortadan kalkıyor; her jenerasyon kendine yeniden, sıfırdan alanlar yaratmaya çalışıyor çünkü önceki jenerasyonlarla kurdukları bağlantı hem eksik hem güçsüz. O yüzden farklı jenerasyonlara ait kuramcıların, koreografların ve sanatçıların deneyimlerini paylaşması gençleri motive ediyor. Şehirde üretim yapan diğer aktörlere de yer açtık: Örneğin, “Yeni Metinler ve Diğer Şeyler” isimli oyun okumaları serisini GalataPerform ile beraber tasarladık. Koreograf
“Dünya Düz?” temalı üçüncü festivalimizi mayıs ayında hayata geçirdik. Kapsamı aynı coğrafi alanla sınırladık fakat bu sefer, sadece kadın ve kuir sanatçıların işlerine yer verdik. Feminist teorisyen Andrea Dworkin’in şu alıntısından yola çıkarak belirledik temayı: “Biz kadınlara dünyanın düz olduğu ve çok fazla ileri gidersek düşebileceğimiz öğretildi ama bazılarımız çok fazla ileri gitti ve hiçbirimiz düşmedik. Benim inancım odur ki hiçbir zaman düşmeyeceğiz.” Biz de “fazla ileri giden işlere ve bakış açılarına” yer açtık. Festivale özel olarak, Zeynep Günsür’ün Hareket Atölyesi’ne ve Leman Sevda Darıcıoğlu’na yeni performanslar sipariş ettik. “29’59’’” etkinliğini, festivalin temasına uygun düşecek şekilde, özel bir seçkiyle yapılandırdık. Bir de “Walk Around the Corner”ın Bomonti versiyonunu yaptık. “Walk Around the Corner”, seçtiğimiz mahallenin farklı mekânlarını kullanarak yaptığımız bir performans yürüyüşü. İzleyiciyi mahallenin sokaklarında yürürken mekâna özgü performanslarla karşılaştırıyor. Meselâ halı sahada, huzurevi olarak çalışan Fransız Fakirhanesi’nde gösteriler yaptık. Bu yürüyüşü farklı şehirlere ve mahallelere de taşıyoruz; hâtta
MODELLER VE STRATEJİLER
183
Mayıs 2019’da İzmir’de yürüyeceğiz. Yine festival kapsamında, temamızla bağlantılı olarak, “Flanöz” adını verdiğimiz bir sergi düzenledik. Bu sergi kapsamında, yabancı konuklarımızın farklı yerlerde atölye düzenlemesini sağladık; böylece akademinin ve görsel sanatlar alanına yeni katılan sanatçıların etkileşimine alan açmaya çalıştık. Türkiye’deki sanatçıları uluslararası alanda görünür kılmayı ve uluslararası tartışmaların parçası haline getirmeyi hedeflediğimiz “Corner Pro” programımızda, çeşitli ülkelerden kültür yöneticilerini ve prodüktörleri ağırladık. Mayıs 2017’den itibaren küratörlüğünü üstlendiğimiz bomontiada ALT ile anlaşmamız, 31 Aralık itibariyle sona eriyor. Biz, öncesinde ve orada biriktirdiğimiz deneyimlerle olasılıkları kucaklayıp, yeni bir forma bürünerek yola devam edeceğiz. İsmimize hakkını verecek şekilde, farklı mekânlarda, şehirlerde kuracağımız ortaklıklarla yola devam edeceğiz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Gizem Aksu, “Hisler Arşivi” başlıklı seri kapsamında, ALT’a gelen sanatçılarla hisleri üzerine röportajlar yaptı. Bu röportajlar Soundcloud’a yüklendi. İnsanların mekânda daha uzun zaman geçirmesini sağlamak ve sosyalleşmeyi teşvik etmek için, “Plak & Play” adlı “plağını getir çal” etkinliğini tasarladık. “Müzik Sessions” adını verdiğimiz program boyunca, her ay müziğin farklı alanlarından gelen bir küratöre haftalık bir seçkiler derlettik. Bunun dışında atölyelere ve film gösterilerine yer verdik, avluda konserler yaptık, Tiyatro Festivali ve !f Film Festivali etkinliklerini ağırladık ve onlara paralel programlar ürettik. Farklı üniversitelerden etkinlikleri konuk ettik; uluslararası proje ortaklıklarımızı ağırladık. İstanbul’da yaşayan Suriyeli sanatçılara rezidans desteği veren AMARRE programının ortaklarından biri olduk. İran ortaklığıyla yürüttüğümüz TANDEM Turkey projemizse sürüyor.
KÜLTÜR LTD – ATÖLYE / Emre Erbirer
kulturlimited.com atölye.io
MODELLER VE STRATEJİLER
Kurucusu olduğum kültür.limited’in neden ve nasıl ortaya çıktığını, hayatını nasıl idame ettirdiğini kişisel hikâyem üzerinden anlatmaya çalışacağım. “Slash workers”, yeni tanıştığım ve çok sık kullanmaya başladığım bir kavram. Ben de sunumuma yakın zaman önce yapılan bir araştırma sonucunda ortaya atılan bu kavramdan yola çıkarak başlayacağım.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
184
Hepimizin aynı anda yaptığı birçok iş var. Bu işlerin her birinin arasında “slash”lar var. Oysa jenerasyonlar arasındaki farka bakınca, bizden önceki kuşağın aynı anda bir işle uğraştığını görüyoruz. Uğraştıkları iş de hayatları boyunca belki iki kez değişiyor. Ondan bir önceki kuşaksa hayatı boyunca hep aynı işi yapmış. Y jenerasyonuysa, kendinden öncekilerin tamamından farklı olarak, aynı anda birkaç iş yapıyor. Yaptıkları işi de bir önceki jenerasyonlara göre çok kısa süreler için yapıyor. Dolayısıyla, “slash workers” kavramıyla gelecekte çok daha sık karşılaşacağımızı düşünüyorum. Bundan sonrasında, bu kavramdan haberdar olmadan önce, on senedir hayatıma nasıl “slash”lar eklediğimi anlatacağım. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okudum. Bölüme girerken amacım, bienal, festival ve sergi düzenlemekti. Sanatçı kimliğim yok; yeteneğim yok; ben de işin mutfağında olmak istedim. Üniversitede okurken kaynak araştırmaya yoğunlaşmıştım. Türkiye’deki kültür sanat ortamını yakından takip etmeye çalıştıkça mecraların gayet sınırlı olduğunu fark etmiştim. Bir yandan,
yurt dışında neler olup bittiğini de merak ediyordum; Guardian Culture Professionals Network adlı dev internet sitesi, en yakından takip ettiğim haber platformuydu. Ne yazık ki 2016’da bütçesel sebeplerle kapatılan bu platformun diğer kültür sanat sitelerinden en büyük farkı, kültür profesyonellerine yönelik içerik üretmesiydi ve çok geniş bir skala barındırıyordu. Arts Professional ve Creative Industries de o dönemden beri takip ettiğim siteler arasındadır. Bu siteler sadece yayından değil, yaptıkları etkinliklerden ve ürettikleri içerikten de para kazanıyor. O dönem üniversitede aldığım bir derste, hicivle gündelik hayat eleştirisi yapmayı konuşuyorduk. Bu ders kapsamında “Sahte Ev Dekorunda Şen Kahkahalar ve Timsal Gözyaşları” başlığını taşıyan, Seda Sayan üzerinden sabah programlarını inceleyen ve eleştiren bir yazı kale aldım. Hocam yazıyı çok beğendi ve bir yerlerde yayımlanması için büyük çaba sarf etti fakat sonunda yazı yayımlanamadı. Bunun üzerine, yazının ders arşivlerinde kalmasının yazık olacağını söyleyip, daha çok kişiyle buluşması için bir blog açmamı önerdi. Böylece, hiç aklımda yokken, 2008 yılında “Saray Soytarısı” adlı bir blog açtım ve iki buçuk sene boyunca burada yazmayı sürdürdüm. O sıralarda, İstanbul’daki kültür sanat etkinliklerini yayımlayan Zero ile yolum kesişti ve bu dergiye seçtiğim kültür sanat etkinliklerini yazmaya başladım. Sonra, Zero’dan ayrılan bir ekip olarak, iki ayda bir yayımlanan Size adında bir dergi kurduk ancak o da bir yıl dayandı. Kültür endüstrisi eleştirisi diyebileceğimiz taraf-
Ne var ki kültür sanatla ilgili yazma isteğim bir türlü durulmuyordu. Sonunda, sektöre yönelik içerik üretecek bir platform kurma fikrimi hayata geçirmeye karar verip, gözümü kararttım. Bir hafta gibi kısa bir sürede Türkiye’den ve yurt dışından yeni haberleri tarayıp çeşitli yazıları çevirdim ve taslak bir tasarımla siteyi yayına soktum. Açıldığı günden itibaren beklemediğim derecede ilgi ve destek gören kültür. limited, kulaktan kulağa yayılarak bir anda büyüdü. Bir süre sonra İKSV’de beraber çalıştığım arkadaşım Lara Eram ortak olmayı teklif etti. Bilgi Üniversitesi’nden eski hocam Serhan Ada, bizim bölümde okuyan bir öğrencisini staj yapması için bizim ekibe yönlendirdi. Ekip bu şekilde giderek büyürken, Art International sanat fuarından aldığım proje koordinatörlüğü teklifini kabul ettim. Bir ay sonra yönetim, hem Avrupa’daki hem de İstanbul’daki terör saldırıları ve ekonomik sorunlar nedeniyle fuarı ertelediklerini ve TürDört buçuk sene tam zamanlı çalıştıktan sonra, kültür sek- kiye ofisini kapatacaklarını bildirdi. Yine işsiz kalmıştım. Bu süreçte finansal kaynak yaratmaya odaklanıp, dört ay töründe yeni bir şeyler denemek istediğime karar verip vakıftan ayrıldım. Altı ay boyunca iş arayıp bulamayınca, boyunca yalnızca kültür.limited için çalıştım. İstanbul’daki birçok kültür kurumuyla görüştüm, dünyadan örnekler bağımsız olarak farklı farklı işler yapmaya başladım. Doğuş Yayın Grubu’na bağlı dergilerden GQ Türkiye, her yıl verdi- getirdim, içerikler ürettim fakat kurumlardan beklediğim geri dönüşü alamayınca yol kat edemedim. Tam o sırada ği “Yılın Erkekleri” ödül töreni için yurt dışından gelecek Istanbul Art News, her ay çıkardığı, sektörel içerik üreten konukların ağırlanmasını üstlenecek birisini arıyordu. Bu etkinlik için iki hafta boyunca, konuk ağırlama operasyo- “piyasa” ekine yazmamı talep etti ve bu şekilde, dijitalden basılı yayına geri dönmüş oldum. Üç yıldan fazla bir süredir, nunda Pazarlama ve Projeler Direktörü ile çalıştım. Etkinlik her ay Istanbul Art News “piyasa” eki için sektörel içerikler bittikten sonra pazarlama müdürünün işten ayrıldığını, bu
MODELLER VE STRATEJİLER
pozisyon için görüşebileceğimizi söylediler ancak görüşmeyi yapmamıza rağmen başka birisiyle çalışma kararı aldılar ve bana Doğuş Yayın Grubu’nda Dergiler Grup Başkanı ve Vogue Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Seda Domaniç’in asistanlığını teklif ettiler. Böylece, bir yıldan fazla bir süre boyunca Vogue dergisinde ve DYG bünyesindeki birçok uluslararası dergide yayıncılığın farklı süreçlerine dâhil olma şansına eriştim.
185 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
ta editörlük ve yazarlık yaptığım bu dönemde, yine bütün bu yazı çizi işinin yanında, “Sosyal Medyanın Yaratıcı Endüstrilerde İletişim ve Pazarlama Aracı Olarak Kullanılması” başlıklı lisans tezime giriştim. Facebook ve Twitter gibi mecralar, ben üniversitede okurken ortaya çıkmaya başladı ve bütün kültür kurumları, bu mecraları yavaş yavaş kullanmaya başladı. Sosyal medya üzerine çalışmalarım olduğunu bilen İKSV, 2010’da bana bir teklifle geldi. Öncesinde herhangi bir kurumda tam zamanlı çalışma tecrübem yokken, İKSV’nin sosyal medya hesaplarını açtım ve dört buçuk sene boyunca giderek büyüyen bir içerikle bu hesapları yönettim. Sosyal medya dijitale evrilince, Biletix ile olan ilişkilerden yeni web sitelerinin açılmasına, mobil uygulamadan yayınların dijitale aktarılmasına uzanacak şekilde İKSV’nin dijital stratejisini oluşturup uyguladım ve kurumun dijitaldeki tüm medya - pazarlama süreçlerini yönetir hale geldim. Aynı zamanda üniversiteden hocam olan İKSV’nin genel müdürü Görgün Taner, o dönemde İstanbul Modern’in yönetim kurulundaydı ve benden İstanbul Modern’in sosyal medya stratejisinin oluşturulması konusunda destek istedi. İstanbul Modern ile altı ay boyunca bu stratejiyi nasıl geliştirebileceğimizin üzerinde çalıştık. Eş zamanlı olarak, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde pazarlama iletişimi üzerine yüksek lisans programına başladım.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
186
ğimiz için bu bölümde dijital edisyonu olmayan Istanbul Art News’ta çıkan yazılarımıza yer veriyoruz ve böylece yazıların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlıyoruz. Küratörlerin, sanatçıların haberdar olması gereken her türlü açık çağrı, rezidans programı, ödül başvurusu, yarışma ve burs, “Yarışma” bölümünde kendine yer buluyor. Bu bölüm, halen “Kariyer”den sonra en çok ilgi çeken bölüm olarak karşımıza çıkıyor. “Etkinlik”te, sektörde çalışanların takip etmek isteyebileceği forum, konferans, panel, atölye gibi etkinliklere yer veriyoruz. “Eğitim” bölümündeyse, alandaki eğitimleri haberleştiriyoruz. Bir haftalık yaz okulu, iki günlük bir müzik atölyesi veya dijital mecralardan verilen eğitimler; çok üretiyorum. Kültür.limited’e finansal anlamda geri dönüş fark etmiyor. “Röportaj”, muhtemelen zamansızlıktan dolaolmayacağına kanaat getirince, yeniden iş aramaya başlayı en az ilgilenebildiğimiz bölüm. Çok emek istiyor çünkü dım ve ATÖLYE’de iletişim yöneticisi olarak işe başladım. sektörel taraftan bakan nitelikte sorular sorabilmek gereİki senedir bu kurumdayım; bir yandan da kültür.limited’i kiyor. yaşatmaya çalışıp diğer yandan basılı dergilere yazmaya devam ediyorum. 2016 yılı, bizim için dönüm noktası oldu çünkü kurumlarla Kültür.limited’in içeriği, birden fazla bölümden oluşuyor: Sitenin kurulma nedenini teşkil eden “Sektör” bölümünde çeşitli analizler ve raporlar yayımlıyoruz; ayrıca kültür sektöründe çalışanlar ve kurumlarla ilgili güncel bilgilere yer veriyoruz. “Kariyer”, siteyi açarken üzerinde en çok durduğum bölümdü. İlk açıldığında kimse bize iş ilânı vermez diye düşünüp, kültür kurumlarının kendi sitelerinde yayımladığı ilânlara kendilerinden izin alarak yer vermeye başlamıştım. Bir süre sonra bu ilânların ne kadar çok paylaşıldığına ve yarattığı etkinin boyutuna tanık olduk. Üzerinde biraz çalıştıktan sonra, aldığımız iş ilânları sayesinde kültür.limited’in ilk gelir modelini oluşturmayı başardık. Böylece site, 2017 yılında ilk defa gelir elde eder hale geldi. Bu düzenli bir gelir kapısı çünkü sürekli iş aranıyor ve ilân veriliyor. “Dünyadan” bölümünde, Türkiye’deki kültür sektörü profesyonellerinin ilgi göstereceği, faydalı bulacağı haberlere, çeviri makalelere ve yayınlara yer veriyoruz. “Yorum”, en ikircikli bölümlerimizden birisi; telif veremedi-
beraber içerik üretmeye başladık. Örneğin, “Yazı Karakteri” programının onuncu sürümü için SALT ile birlikte ürettiğimiz içerik sonucunda, ikinci gelir modelimizi yarattık. Bildiğiniz üzere SALT’ın bir logosu yok; dönemsel olarak kullandığı bir yazı karakteri var. “Yazı Karakteri” programının nereden çıktığına değinen ve marka, logo, tipografi kavramlarının dünyada nereye gittiğine dair sorular soran, olaya farklı bir perspektiften bakmaya çalışan bu içerik, kültür.limited, SALT ve kültür sanat, tasarım, pazarlama alanlarından birçok kişi tarafından paylaşıldı. Ekim 2016’da “SALT’ın Gözardı Etmediği Konu: İletişim” başlıklı bir makale yazdım. Bu makale, kurumun üç sergisi üzerinden iletişim dediğimiz alana nasıl baktığına ilişkin bir incelemeydi. SALT’ın benimsediği ve hayata geçirdiği iletişim stratejisinin arkasında güzel bir yaklaşım ve bolca emek var; ben de bunu görünür kılmak istedim. SALT’ın basılı mecralarda ve dijitalde iletişimi nasıl ele aldığına ve dili nasıl kurduğuna bakmaya çalıştım. SALT ile üçüncü içerik
MODELLER VE STRATEJİLER
çalışmamız, “Kültür Sanat Alanında Yeni Bir Destek Anlayışı” başlığını taşıyor. Bu makaleyse SALT’ın sponsorluk veya büyük resimde “destek” olarak adlandırdığımız kavrama yönelik ortaya koyduğu bakış açısını irdeliyor. “Destek” kavramını da SALT’ın uzun süreli işbirliği yaptığı iki kurum üzerinden ele aldım. Ayrıca, “sponsorluk” meselesine geniş bir perspektiften bakmaya çalışarak, uzun vadeli değer yaratma sürecini inceledim. Bunları takiben, Sakıp Sabancı Müzesi (SSM ) ile bir içerik çalışması gerçekleştirdik. SSM, 2016 yılında, iki sergi arasında yani müzede sergi olmayan bir dönemde dijital arşivlerinin iletişimini nasıl bir stratejiyle yapacağına kafa yoruyordu. Biz de onlara ışık tutmak amacıyla dijital arşivlerinin farklı tipteki kullanıcılar tarafından hangi amaçlarla kullanılabileceği üzerine bir içerik
ürettik. Kültür sektöründe bu tür kurumlarla beraber içerik üretmek, yeni iletişim kanallarının doğmasına yol açtığı gibi izleyici geliştirmeye katkı sağlıyor. Sözümün sonuna gelirken, şunu belirtmek isterim: Kültür sektöründe bir kurumun veya etkinliğin sürdürülebilir olmamasının temel sebebi, kesintisiz olarak ürün ve hizmet üretemiyor olması. O yüzden ben “ürün” demekten kaçınmıyorum. Yakından ilişkiye geçtiğim kurumların göz ardı edilen içeriklerini haber yapmak, bu haberlerden yepyeni içerikler üretmek en büyük kaygım ve kültür.limited’de buraya doğru gitmeye çalışıyoruz. Amacımız, “Kariyer” bölümümüz için geliştirdiğimiz ürünümüzle düzenli bir gelir modeline sahip olmak; bir yandan da farklı hizmetler geliştirebilmek ve nitelikli, ilgi çekici içerikler üretmek.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
187
KARGART – KARGA MECMUA / Tayfun Polat
MODELLER VE STRATEJİLER
kargamecmua.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
188
Yaklaşık yirmi beş yıldır yayıncılık, müzik, kültür sanat, sergileme alanlarında çalıştım; pek çok festivalde, organizasyonda ve sergide görev aldım. Bunlarla beraber, kariyerimin önemli bir kısmı, sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığım çalışmalardan oluşuyor. Önce ÇEKÜL Vakfı’nda çalıştım, sonra Tarih Vakfı’nda yöneticilik yaptım. Son on bir yıldır, Kadıköy’ün sembolleşmiş mekânlarından Karga Bar’ın kültür merkezini, sahnesini ve dergisini yönetiyorum. Bugün sizlere bağımsız yayıncılık özelinde, on bir senedir çıkardığımız, yakın zamana kadar dört şehre ücretsiz olarak dağıttığımız, şimdilerde hayatına çevrimiçi olarak devam eden kargamecmua isimli dergimizden bahsedeceğim fakat söze yayıncılıkla ilgili kişisel deneyimlerimi aktararak başlamak istiyorum. Fanzin kültürünü severim; 1990’ların başından itibaren bugüne dek birtakım fanzinlere yazdım. 1992 - 1993’te müzik yazılarım, şiirlerim yayımlanmaya başladı. Esas mevzu, 1998’de üç, 1999’da iki şiir kitabımın Liman Yapımevi Yayınları tarafından yayımlanmasıdır ki bu kitaplar, kısa sürede ikinci ve üçüncü baskılarını yapmıştı. Kısa süre sonra yayın yönetmenliğini üstlendiğim Liman Yapımevi, bu departmanı 2001 kriziyle beraber kapatma kararı aldı. Tarih Vakfı’nda çalışmaya ara verdiğim bir senelik dönem-
de, çok meraklısı olduğum ve bilgi biriktirdiğim bir konu olan solaklık üzerine bir dergi yayımlamaya karar verdim. Dergiyi, yüksek sayılabilecek bir tiraja ulaşmasına rağmen, tahsilattan kaynaklanan sorunlar yüzünden ancak iki sayı çıkarabildim; hâtta üçüncü sayısı matbaada mahsur kaldı. Sonra bu işlerden sıdkım sıyrıldı. Karga’nın müdavimleri çok enteresan insanlardır; her biri kendine hastır, ayrı bir dünya barındırır. Mahalleye ve Kadıköy’e sadakatleri çok baskındır. Dolayısıyla 1996’da açılan mekân, daha ilk günden itibaren müdavimler üzerinden yürümüştür. Tabelası dâhi yoktur. 2001 yılında en üst katı ressam, yazar, çizer, güncel sanatçı müdavimlerin sergileri için değerlendirmeye karar verince hemen harekete geçip programı belirledik. Dergi çıkarma fikri, 2005 yılında gündeme geldi fakat Karga, büyük gros tonlu gemiler gibidir; biraz yavaş hareket eder, uzun vadeli işlerde karar alma süreci birkaç sene ister. Önceki deneyimlerime dayanarak dergicilik girişime sıcak bakmadım, hâtta düzenlenen dergi toplantılarına her seferinde çağrılmama rağmen gitmedim. Ne var ki ben kaçtıkça iş ciddiye bindi. O sıralarda Milliyet Sanat’a yazıyordum ve ses tasarımı - kayıt kültürü dergisi REC’te “Gürültü” başlıklı bölümden sorumluydum. Ayrıca, XXI (Yirmi bir) isimli tasarım mimarlık dergisinde reklâm müdürlüğü yaptığım kısacık dönemde, bağımsız dergilerin neden reklâm alamadığına dair epeyi deneyim biriktirmiştim. Sonuçta, işletme dergiyi çıkartacak ekipte olmamda ısrar edip iyice bastırınca, geri kaçamadım. İlk sayı fasikül gibiydi ve pek çok açıdan zayıf duruyordu. Üstelik derginin neden yayınlanıyor olduğuna dair soruya cevap vermiyordu. Bunun üzerine, ortaya atılıp, derginin bir editörü olması gerektiğini savundum ve bu işi dönüşümlü olmak kaydıyla üstlenmeyi teklif ettim. Sonraki sayı kimse öne çıkmayınca iş benim üzerime kaldı ve o gün bugündür, kargamecmua’nın genel yayın yönetmenliğini yapıyorum. Başlangıç aşamasında nasıl bir dergi oluşturacağımızı çoğulcu bir şekilde tartışamadık ancak birtakım ilkeler belirlemeyi başardık: Dergiye isim ve indeks koymayacaktık; içerik, bölümleme olmaksızın akacaktı. Akademik dilden ziyade, sokak dilini kullanacaktık. Karga ile ilgili çok az haber yer alacak ve bar dergisi olmayacaktı. Eklektik ve karakteristik müzikal çizgimizle öne çıktığımız için, aslan payını müziğe ayıracaktık. Bar ortamında gündelik hayatla ilgili konuştuklarımıza, tartıştıklarımıza mutlaka dergide yer açacaktık. İlk birkaç sayıdan sonra, dikkat çekici kapaklar yapmaya
MODELLER VE STRATEJİLER
başladık fakat belirli bir dosya konusu veya tema olmadığı için, her telden içerik toplar hale geldik. KargArt’ta açılacak iki sergiyi dosya konusu yaptıktan sonra içeriği nasıl toparlayabileceğimize dair bazı ışıklar yanmaya başladı. Başlarda kapak fotoğrafını belirlemekle kalmayıp derginin neredeyse yarısını, farklı isimler altında ben yazıyordum. Böyle gitmeyeceği aşikâr olunca, kalemine güvendiğim insanları yazmaya, çizmeye davet ettim. Sivil itaatsizlik eylemlerinin yükselmeye başladığı, sokak sanatının gündemde yeni yeni görünürlük kazandığı zamanlardı. Etrafta sitüasyonizm üzerine sergiler açılıyordu ve bu atmosfer, hem bizim neye odaklanacağımıza hem de okur kitlemizin kimler olabileceğine dair aydınlık bir alan yarattı. Konu ne olursa olsun; yazarlardan taraflı yazılar yazmalarını, cesur davranmalarını, ahkâm kesmelerini istedim. Birinci senenin sonunda içerik kadrosu hem kalabalıklaştı hem çeşitlendi. Okurlardan aktif olarak içerik desteği vermek isteyenler çıktı, hâtta bunların bir kısmı sonradan düzenli olarak bize yazmaya, çizmeye başladı. Tasarımcımızı değiştirdikten sonra editöryal ekibi yeniledik ve bir anda bambaşka bir frekansa geçtik. Ortaya çıkan sinerji sayesinde her şeyi en ufak detayına ka-
dar oturup tartışmaya, konuşmaya başladık. Aylık temalar belirlemeye, ayda bir kez içerik toplantısı yapmaya başlamamız bu döneme rastlar. Böylece buluşmalarda masaların etrafında toplanan birbirinden habersiz insanlardan, kocaman bir arkadaş grubuna dönüştük. Dergi haricinde, sosyal hayatımız da iç içe geçmeye başladı. Hâtta bir arkadaşımız, derginin yüzüncü sayısında mecmuaya o güne kadar katkıda bulunmuş insanların ilişki ağını kodlayarak haritaladı. Her şey bir yandan gayet güzel giderken, ülkede bir şeyler değişmeye başladı. 2010’a geldiğimizde, dayanma noktasını işaret etmek amacıyla politik rahatsızlıkları dile getirdiğimiz bir istinat duvarı yaptık. Ülkenin politik ve sosyal atmosferi gerildikçe söylemimiz politikleşmeye, ruh halimiz değişmeye başladı. Sigara ve içki yasakları derken, alageldiğimiz birkaç sektörel reklâmı da kaybettik. Dergiyi iki editör, bir tasarımcı götürüyorduk ama pazarlamacımız veya reklâm müdürümüz yoktu. Sahaya çıkıp reklâm peşinde koşmak da bizim becerebileceğimiz bir iş değildi. 2008’e kadar bar bizi finanse etti. Önce beş bine ulaşmış tirajımızı üç bine düşürdük; sonra dağıtımı sınırladık. Bir ara ücretli yapalım fikri ortaya çıktıysa da herkes içeriğe
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
189
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
190
gönüllü olarak katkıda bulunduğu için bu fikre itiraz ettim. 2008 yılında Kristal Elma’da, “En İyi Kültür Sanat Sitesi” dalında, Altın Örümcek ödülünü aldık. Ayrıca, “Namus” temalı sayımızın kapağı, Grafikerler Meslek Kuruluşu tarafından “En İyi Dergi Kapağı” ödülüne layık bulundu. Kulağımıza geldiği kadarıyla kapak yüzünden şişme kadınların fiyatı artmış; oysa tasarımcımız Peri Demirtaş, “namus dediğin şeyin içi boştur” demek istiyordu. Bir yayın heyulası içerisinde okur tarafından fark edilmeniz için iyi kapaklar seçmeniz, cazip tasarımlar yapmanız gerekiyor. Matbu dönemini tamamlarken derginin prestiji öylesine yükselmişti ki Burak Şentürk, Ethem Onur Bilgiç, Sedat Girgin, Yıldıray Çınar gibi beraber çalışmayı hayâl edemeyeceğimiz illüstratörlerle çalışır hale gelmiştik. “Demek ki bir şeyleri iyi yapıyoruz” hissiyatıyla ilerlerken, konjonktür değişti ve ister istemez, siyasi tonumuz koyulaştı. Böylece iş, eğlenceden çıkmaya başladı. Çözülme sürecinde, pek çok alanda olduğu gibi okuyucunun ilgisini kaybetmeye başladık. Dosya konularımız kimi düzenli ya-
zarlarımızı zorlamaya başladı, yazılar uzadıkça uzadı ve bu yüzden, dijital dünyada okunmamaya başladık. Sonunda, elde kalan son kurşunu atmaya karar verip, bize özel kod yazacak ciddi bir yazılım firmasıyla benzeri olmayan bir web sitesi yaptık. Tek derdimiz, biriktirdiğimiz okurun dergi okuru hissiyatını kaybetmeyeceği bir arayüz üretmekti. Okuma deneyimini dijitalde sürdürmek adına, kendi mizanpajını yapan bir yazılımı benimsedik. Ne var ki bu atak da beklediğimiz karşılığı vermedi. Ekipte sosyal medyacı olmadığından, dergi yeterince görünür olamadı. Okuyucu yazar profilinde bir dağılma gözlemleyince, dosya konusunu kaldırmayı düşündük ancak yazarlar, “motivasyonumuz ortadan kalkar” diyerek bu teklifi kabul etmedi. Ezcümle; mecmuayı yüz yirmi yedinci sayısıyla sonlandırmaya, daha doğrusu başkalaştırmaya karar verdik. Bu haliyle ayda yedi bin lira masrafı var ve sürdürülebilir durumda değil. Bundan sonra mecmua, senede sadece iki sayı çıkacak. “Hodri meydan; madem okumuyorsunuz, biz daha da zorunu yapıyoruz” diyoruz. Detaylı albüm kritiklerine, sinemaya, edebiyata, güncel sanata ve plastik sanatlara ağırlık vereceğimiz, sosyal bilimlere de dokunacak inceleme ve araştırmalara alan açacağımız, sadece meraklısına özel bir formata geçiyoruz. Gündemden iyice bağımsızlaşacağız. Bu süreç akıp giderken, 2011 gibi yayınevi kimliğine bürünüp, kargamecmua’da çıkmış müzik yazılarını derlediğimiz bir kitap yayımlamıştık. İki bin bastık, iki yüzü satıldı; gerisi depoda duruyor. Majör bir yayınevi değilseniz ne ilan alabiliyorsunuz ne kitabınızı dağıtabiliyorsunuz. On bir sene sonunda, kolektif üretimin harikulade bir şey olduğunu görmek ve öğrenmekle birlikte, bağımsız yayıncılığın başına gelenleri kendi kendimize çözemeyecek haldeyiz. Mottomuz olarak benimsediğimiz “yapmaya devam” sloganından hiç vazgeçmedik. Yapabildiğimiz için dergi çıkarmaya başladık; basmaya devam edebildiğimiz sürece de bastık, dağıttık. Yayıncılığımız devam edecek ama belli ki inatla, fonla veya hibeyle devam edebilecek.
ADA MÜZİK / Bülent Forta
İşin kültürel kısmıyla da ilgileniyorum; uzun zamandır Bilgi Üniversitesi’nde, kültür endüstrileri üzerine ders veriyorum. UNESCO’nun kültürel ifadelerin çeşitliliği komitesinde epeyi çaba sarf ettim. Ayrıca, plak şirketlerinin ve müzik yapımcılarının haklarını koruyan, takip eden ve endüstrinin problemleriyle cebelleşen MÜYAP adlı meslek birliğinin genel koordinatörüyüm. Bir yandan da dünya plak şirketlerinin Avrupa bölümü komitesine üyeyim. Sunumumda, Ada Müzik’in öyküsü üzerinden, Türkiye’deki müzik sektörünün gidişatına, bu gidişatı sürükleyen dijitalleşmenin kültüre etkilerine değineceğim. Öncelikle, geçmişten bugüne, sanatın ve estetiğin nasıl boyutlandığına bakalım: Aristo ve Kant’tan beri biliyoruz ki estetik, yaratıcının kişisel beğenisi üzerine temellendirilen bir kavram olagelmiş. Sanat eserinin değeri, esas olarak yaratıcısının sahip olduğu niteliklerden kaynaklanıyor ve bu da yüksek sanata karşılık geliyor. Felsefe tarihine baktığımızda, estetiğe dair teorilerin genel olarak bu çerçevede ifade edildiğini görüyoruz. Ne zaman ki sanat yapıtları biricik olmaktan çıkıp çoğaltılabilir hale geliyor ve böylece teknikten bağımsızlaşıyor; o andan itibaren metalaşma problemiyle karşılaşıyoruz. Sonuç olarak, sanat ürününün değeri, büyük oranda yaratıcısının ona atfettiği estetik kaygılardan çok, piyasa tarafından belirlenir hale geliyor. Çoğaltma çağındaki sanatın ne anlama geldiğine dair Frankfurt Okulu’ndan, Adorno’ya, Benjamin’e uzanan kallavi bir literatür var. Sanat eserlerinin metalaşma sürecine kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte girdiğini söyleyebiliyoruz. Yani bizler, sanatın çoktan metalaşmış olduğu bir dönemde bu işlerle ilgileniyoruz. Popüler kültür, halen içinde yaşadığımız gerçekliğin en temel öğesi haline gelmiş durumdayken, ilgilendiğimiz işlerle ortaya çıkardığımız ürünler ne kadar çizgi dışında duruyor olsa da günün sonunda, kültür içinde piyasa kurallarını zorlamaya çalışan ama ister istemez onunla uyumlu ilerleyen bir müzik sektöründen bahsediyoruz.
1986 yılında kurulan Ada Müzik, 12 Eylül sonrasında Özal dönemine denk düşen kültürel ortamın dinamiklerinden ve karakteristiklerinden alabildiğine etkilenmiş bir yapım şirketi. Kuruluşuna bizzat katkımız yok; şirketi 1992 yılında, ticari anlamda iflas noktasına sürüklendiğinde devraldık ve böylece müzik yapımcılığına adım attık. Esas mesleğim müzik yapımcılığı değildi; ODTÜ’de eğitim aldım ama kültür sanatla uğraşmak, yüreğimin bir tarafından hiç eksilmedi. Devraldığımızda şirket, neredeyse tamamen “protest müzik” olarak ifade edilen tarzda yapımlar üretip yayımlıyordu; bizler de o protest özü koruyarak, şirketi eklektik bir yöne ittirdik. Özal liberalizminin kültürel olarak toplumun içerisinde değer kazanmaya başladığı, kültür sektörünün endüstrileşmeye doğru evrildiği, büyük sermayenin kültür ve medyaya yatırım yaparak özel televizyon kanalları kurduğu bir dönemde farklı bir hamle yapmayı seçtik. Türk pop müziği, kültürel açıdan kendini yeniden yaratma emareleri gösteriyordu; belli ki Serdar Ortaçları, Ebru Gündeşleri ortaya çıkaran bu furya, toplumun kültürel çerçevesini külliyen değiştirecekti. Biz de içeriksizleşeceği baştan belli bir müzik akımı karşısında Ada Müzik’i nereye konumlandıracağımızı tartışmaya başladık. Küreselleşmenin var gücüyle dünyayı etkisi altına alırken önünde duran her şeyi kültürel anlamda bir örnekleştiriyor, karşıtında yerel olana ilgi artıyordu. Dünyanın her tarafında insanlar aynı giyinmeye, aynı müzikleri dinlemeye başlamıştı. Bu ikili sürecin
191 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Yerli müzik sektöründe birden fazla alanla ilgilenen sayılı isimlerden biriyim. Esasen, farklı tarzlarda müzik üreten sanatçı ve gruplarla çalıştığımız Ada Müzik adlı plak şirketiyle ilgileniyorum. Repertuvarımız oldukça geniş; Fazıl Say, Bülent Ortaçgil, Zuhal Olcay, Ceylan Ertem, Jehan Barbur, Birsen Tezer gibi sanatçıların yanı sıra Bulutsuzluk Özlemi gibi klasik rock gruplarıyla çalışıyoruz. Başta Ruhi Su olmak üzere, Türkiye müzik tarihinin sembolleşmiş isimlerinin kataloglarını yönetiyoruz.
MODELLER VE STRATEJİLER
adamuzikyapim.blogspot.com
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
192
yan yana gittiği dönemde, ses getiren ilk albümümüzü yayınladık: Ezginin Günlüğü, “Oyun” albümü öncesinde genellikle üniversitelerde ve kimi politik çevrelerde tanınmış bir grupken, biz işin içine kültürel meydan okumayı koyduk ve böylece grubun müziğini toplumun geneline hitap edecek bir yöne çevirdik. Albüm ciddi bir satış rakamı yakaladı; formül de şuydu: İyi müziği şiirsel duyarlılıkla harmanlayarak dinleyiciye sunmak. İkinci keşfimiz Yavuz Bingöl oldu. Bingöl, bugünkü politik konumlanışı bir yana, küreselleşmeye karşı yereli ortaya çıkaran ve savunan biriydi; üstelik Ada Müzik olarak öne sürdüğümüz türkünün sadece sazla değil, şehirli formlarla iç içe yürümesi yaklaşımına örnek teşkil ediyordu. Şaşırtıcı ölçüde başarılı olan ve yüksek satış rakamlarına ulaşan Bingöl’ün albümünün ardından, Ada Müzik modeline uygun düşecek yeni arayışların içerisine girdik ve şunu peşinen kabul ettik: “Esas işimiz müzik prodüktörlüğü değil; biz plak şirketi sahibiyiz. Hangi prodüktörle çalışacağımıza, bu prodüktöre ısmarladığımız projenin toplum sosyolojisine nasıl hizmet edeceğine, müzikal iddiasına bakarız.” Birinci etabı böylece geçip ikinci etaba geldiğimizde, 1990’lardaki pop patlamasına koşut olarak alttan alta bir rock çevresinin oluştuğunu fark ettik. Bu çevre, unutulmuş görünen Anadolu rock gruplarının veya kendine gelmeye çalışan üst jenerasyon rock gruplarının aksine, liselerden özel kolejlerden mayalanmaya başlamıştı. Bir şeyi daha fark etmiştik; İstanbul’da Beyoğlu’na çıktığınızda ya da Ankara’da Sakarya Caddesi’ne gittiğinizde, iki tür sosyolojiyle karşılaşıyordunuz: Roxy veya Manhattan gibi rock barları dolduran yeni dinleyiciyle gündüzleri saatlerce halaya duran türkü bar kitlesi. Bir yanda, rock müziğin küreselleşmeye tekabül eden yanı; diğer yanda, patlama yapan türkü barların yerel direnişi… Bu iki akımın genel perspektifimize ve oluşturmaya çalıştığımız içerik modeline ters düşmediğini değerlendirdik. Onun için, müzik terminolojisine göre söylersek, “sanatçı ve repertuvar avcılığı” yapmak için liseleri, üniversiteleri taramaya başladık ve çok enteresan
gruplar çıkardık. Bunlardan biri, Alman Lisesi’nde indie rock çalan gencecik çocuklardan oluşan Mor ve Ötesi idi. Diğerini, Tuna Kiremitçi’nin Kumdan Kaleler’iniyse Galatasaray Lisesi’nde keşfettik. Bu gibi gruplar, biz onlara imkân tanıdıkça ve sahip çıktıkça müzik endüstrisinde ana akımı zorlar bir noktaya geldi. Aynı dönemde, blues’dan deneysel caza, kent ozanlarından elektronikaya uzanan, alabildiğine geniş bir çerçevede, hızla ortaya çıkan özgün işleri art arda yayımlamaya başladık. Hâtta Beyoğlu’nda açtığımız Ada Kültür’ün altındaki sahnede düzenlediğimiz iki festivalde, özellikle bu gruplara görünürlük kazandırmaya çalıştık. Baba Zula, Lodos, Nekropsi, İstanbul Blues Kumpanyası, Replikas, Grizu albümleri ve “Sesimizi Yükseltiyoruz” toplaması, bu döneme bize yepyeni dinleyiciler kazandırdı. Sonrasında maceramız, Zuhal Olcaylarla, Bülent Ortaçgillerle devam etti. Özellikle Ortaçgil, bir kimlik haline dönüşmüştü. Kendi şarkısında söylediği gibi, “Ortaçgil’i sever misiniz?” lafı, kimliğinizi belirleyen bir şey haline gelmişti artık. Ortaçgil için bir saygı albümü tasarladık. Nükhet Ruacan, Candan Erçetin, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Mirkelam gibi isimler, Ortaçgil şarkılarını yorumladı. Türkiye’de yapılan ilk “tribute” albümdü ve ortaya muazzam bir iş çıktı. O güne kadar kısıtlı tirajlarda kalmış Ortaçgil, saygı albümüyle birlikte kırk binlik tirajlardan iki yüz binlik tirajlara geldi. Bu hamle, Türkiye’deki müzik endüstrisine yaptığımız en önemli katkılardan biriydi. Yine o yıllarda panellere dâhi konu edilen “Türkçe rock yapılmaz” iddiasına karşı desteklediğimiz Bulutsuzluk Özlemi, sonrasında Mangalara, Dumanlara öncülük etti. Müzik endüstrisinde daha önce denenmemiş ne varsa ona el atarak firma bilinirliğimizi yükselttik. İnsanlar, artık albümü hangi firmanın yayımladığına bakmaya, kapakta Ada Müzik logosunu gördüğü her albümü satın almaya başladı. Bir yanıyla sevindirici olan bu durum, diğer yanıyla hata yapma ihtimalimizi artırır hale gelmişti ve kimi deneylerin sonucunda
Sözü dijitalleşmenin kültüre ve sektöre etkisine getirmek istiyorum: Bir noktaya kadar benimsediğimiz çizgiyi kuvvetlendirmek üzerinden ilerlemiştik ama dünyada ve Türkiye’de müzik dijitalleştikçe, mecralar sanallaştıkça, işler bambaşka yerlere gitmeye başladı. Sonuç olarak, herkes şarkı söyleyebilir, şarkılarını yayımlayabilir hale geldi ve yapım şirketlerinin aracılık mekanizması, aniden sarsıntıya uğradı. Bir anda on binlerce şarkıdan ve onların yorumlarından oluşan Myspace, Soundcloud, Youtube gibi uzaylarla karşıya kaldık. Bu uzayları iTunes ve Spotify takip etti. Bu mecralar bir yandan müzisyenlerin kendini göstermesi ve topluma sunabilmesi açısından çok meşhur benzetmeyle söylersek, “fırsat sunarken” diğer yandan iyi müziği görünmez kılmaya başladı. Konvansiyonel müzik yayımcılığı yapmak, artık mümkün değil. Konvansiyonelden de kastım şu: Stüdyoya girecekseniz, albüm çıkaracaksınız; biz bunu “hard copy” olarak basacağız ve bastığımız albümü hakkıyla dağıtıp ekonomi yaratmaya çalışacağız… Bu tür yapımcılık sürdürülebilir değil; müzik endüstrisi de bu türden yapımcılığı taşıyamaz noktaya geldi. Sadece müzik için konuşuyorum ama dijitalleşme sinemayı, yayımcılığı, görsel sanatları da geri dönülmez şekilde etkiledi. Müzik, bir nevi dijital harekâtlarda koçbaşı görevi gördü. Buna benzer krizli dönemler elbette ki önceden de yaşanmıştı. Ticari olarak kalıcılığını ispatlamış, üç ana formattan bahsedebiliriz: Plak, kaset ve CD. Ara formatların tutunaması, aslında müzik endüstrisi açısından iyi bir şeydi çünkü üretimi üç formata toplamak, ortaya çıkan ürünleri üç kuşağa pazarlama ihtimalini içinde barındırıyor. Kendimden örnek vereyim: Beatles albümlerinin plaklarını da CD’lerini de kasetlerini de almışım. Dolayısıyla endüstri, yakın zamanlara kadar karşısına çıkan krizleri aynı içeriği üç ayrı formatta satarak aşabiliyordu fakat müzik tüketimi tamamen dijital mecralara kayınca, nitelik ve konsept, iyiden
Dijitalleşmenin ilk zamanlarında “müzik metalaşmayacak” deniyordu ve tartışmalar öne sürülen iki teorinin etrafın-
MODELLER VE STRATEJİLER
Tespit ettiğimiz başka bir şey daha vardı: Türkiye’de kadınlar, müzik dünyasına kendi sözleri ve şarkılarıyla katılmaya başlamıştı ancak o sıralarda kıyıya itilen, henüz dikkate alınmayan bir gelişmeydi bu. Alanında ileri, güçlü ve beğenilen kadın sanatçılarla beraber çalışmaya öncelik verdik. “Kadın Ozanlar” üst başlığımız bize Jehan Barburları, Birsen Tezerleri, Ceylan Ertemleri getirdi. Çalışacağımız isimlerin kendi sözünü yazabilmesini önemsedik, kadınlık halini ve toplumsal duyarlılığını albümlere cesurca yansıtabilmesine öncelik verdik ve müzikaliteyi yüksek tuttuk. Altı albümünü yaptığımız Fazıl Say, bizim için başka bir damarı sağlamlaştırdı. Türkiye’nin sosyolojik anlamda geçirmeye başladığı değişimlerle beraber, biz de değişmeye, dönüşmeye başladık. Türkiye’nin sosyo-politik nabzına uyumlanmış, kültürel nabzı yükseltecek bir yayın politikası benimsedik. Örneğin, Gezi Olayları sırasında üreyen on şarkıdan en az altısı, Ada Müzik’ten yayımlandı.
iyiye görünmez oldu. Format cazibesi ortadan kalktı; ciddi bir paradigma değişikliği yaşadık. Eskiden müziği tek bir formata kaydediyorduk ve onu çalan taşıyıcı aletler vardı. Böylece, yapım şirketi olarak bu taşıyıcının kitlesel satışından elde edilen “mekanik” gelirlerle geçinip gidiyorduk. Taşıyıcının neredeyse tamamen ortadan kalktığı bu dönemse kendine has bazı avantajlar ve dezavantajlar yaratıyor. Örneğin, albümü Mp3 formatında, sıkıştırılmış olarak dinliyoruz. Sonik kalite anlamında, kulaklar dijital sese alıştı ve böylece, yapım sürecinde grubun veya prodüktörün saatlerce kafa patlattığı sonik kalite kaygısı ortadan kalktı; zira siz orijinal çözünürlüğü ne kadar yüksek tutarsanız tutun, dinleyici ürünün düşük çözünürlüklü halini tercih ediyor, satın alıyor. Bir nesil sonra, kimse analog kaydı duymamış olacak. Bu insanlık için kötü bir durum ama başka türlü avantajları var: Örneğin, Türkiye’de şarkınızı yapıyorsunuz ve iTunes’a koyduktan on beş saniye sonra, bütün dünya sizi dinleyebiliyor.
193 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
sert eleştirilerle karşılaştık. “Grup daha olmamış; siz böyle bir albümü nasıl çıkartırsınız” ya da “şarkı bu haliyle yanlış olmuş” gibi tepkiler, bizi dinleyicisiyle interaktif etkileşim içerisine girebilen bir plak şirketi konumuna yerleştirdi.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
194
da dönüyordu: Birinci teoriyi savunanlar, “müzik artık hava gibi olacak; kimse müziğe para vermeyecek” derken; ikinci teoriyi savunanlar, “müzik su gibi olacak; satın aldığın veya dinlediğin kadarını ödeyeceksin” diyordu. Akarsuya benzetecek olursak, abonelik sistemine dayanan Spotify gibi mecralar sayesinde dünyada üretilen bütün müziklere sahip olabiliyorsunuz. Yani sadece akarsudan dolduracağınız her kova su için para ödüyorsunuz. Müziğe bedavadan ulaşabileceğiniz sayısız mecra var ama bunun yanında, dilerseniz daha steril olan şişe suyu var. Albümlerin plak baskıları, “boxed set”ler, vs. Sadece ses dosyaları içeren fiziksel baskılardan ibaret olmayan, içinden grubun t-shirt’ü, posteri veya başka yerde yayınlanmamış konser DVD’si çıkan arzu nesneleri… Müzik endüstrisi, dijital P2P (person to person – kişiden kişiye) paylaşım mecraları, müzikal komünite siteleri ortaya çıktıktan sonra baş aşağı gitmeye başladı ve oldukça kaygan bir zemine oturdu demiştik. Ardından, yeni iş modelleri ortaya çıktı; abonelik sistemi yaygınlaşmaya başladı ve “streaming”e alınan reklâmlardan pay alımı derken, zemin yavaş yavaş da olsa sabitleniyor. Sektörün yaşadığı bu hikâyenin sonucunda şu soru, sıkça sorulur hale geldi: “Plak şirketine hâlâ ihtiyacımız var mı?” Evet, var çünkü plak şirketleri milyonlarca şarkıyla çoğullaşmış bir müzik uzayının içerisinde sizin şarkılarınızı doğru mecralara yüklemeyi, tanıtımınızı yapmayı vaat ediyor. Ne var ki plak şirketleri de yapısal değişimler geçiriyor; hâtta yeni dönemin mottosu, “a record company is not a record company (plak şirketi bir plak şirketi değildir).” Artık operasyonları onlarca bilgisayarla ve alanına uzmanlaşmış prodüktörlerle beraber yürüten, yani ekosistem kurabilmiş plak şirketleri anlam ifade ediyor. Bildiğimiz o hantal plak şirketlerinin yerini, teknoloji şirketleriyle ortaklaşa çalışma yönünü kuvvetlendirmiş, inovatif, esnek ve dinamik şirketler aldı. Eskiden Ada Müzik’te basın ve halkla ilişkiler uzmanı istihdam ederdik;
şimdi dört sosyal medyacıyla çalışıyoruz. Yazılı basında yer bulmayı pek de önemsemiyoruz. Eskiden artist avcılarımız barları gezerdi, şimdi masa başında oturup yüklenen videoları tarıyorlar. Plak şirketlerini majörler ve bağımsızlar olarak iki grupta topluyoruz: Majör plak şirketlerinin sayısı Türkiye’de üçe düştü ama tek tek şarkı yayınlayarak ilerleyen bağımsızların sayısı gittikçe artıyor. Biz, başından beri bağımsız bir iddiayla var olduk ve öyle var olmaya devam edeceğiz. Öz sermayemizi koyduk; müzik politikamızı sürdürürken ilkelerimizden şaşmadık ve çok zor ekonomik koşullardan geçmemize, Universal ile Sony ile Doğan Music ile rekabet etmemize rağmen, tutumumuzda ısrarcı olduk. Bu kolay bir şey değil; yaşanan dönüşümün sonucunda, Türkiye’de faaliyet gösteren irili ufaklı onlarca plak şirketi iflas etti. Hâlihazırda müzik endüstrimizde düzenli olarak yapım yayımlayan on beş kadar şirket var. Bağımsızlar ve majörler arasında sadece çatışma olduğunu söylemek yanlış olur. Bağımsızlar, majörlere sanatçı taşır. Meselâ Mor ve Ötesi gibi küçük bütçeler ayırıp ilk albümlerini yaptığımız gruplar, bir aşamaya varınca Doğan Müzik’e ya da Sony’ye transfer olabiliyor. Yani bizim gibi şirketler, majör yapım şirketlerini besleyen bir rol üstleniyor. İngiltere’de punk akımın başlarında bağımsız şirketler, majör plak şirketlerinin milyon dolarlar harcayarak ulaşamayacağı kitlelere ulaştı. Türkiye’de benzer bir durumu rap müzikte yaşıyoruz. Ezhel, Ceza, Fuat gibi isimler, kendi prodüksiyonlarıyla parladı ve o prodüksiyonlar için bir midi klavye, bir mikrofon, bir PC, bir de yetenekli prodüktör yetiyor. Oysa benzer sayıda dinleyiciye ulaşan Tarkan gibi isimlerin prodüksiyonlarına bir milyon dolar harcanabiliyor. Bugünlerde ana akımlardan biri haline gelen K-Pop kitlesel başarıya ulaşır ulaşmaz, Universal tarafından satın alındı. Majörlerin bulduğu hiçbir şeyin devam etme ihtimali yok. Müzik endüstrisi krize girince majörler, sanatçının etinden,
Bunların da ötesinde, sanatçılarımızla elde edilecek gelirleri eşitçe bölüşeceğimiz bir sözleşme modelinin üzerinde çalışıyoruz. Bu model, saydamlığı ve organik ilişkileri geri çağırmak açısından çok önemli çünkü dijital dünyanın yarattığı en büyük problemlerden biri, saydamlığı ortadan kaldırması. Bir diğeri de şu: UNESCO’da üstüne çalıştığımız üzere, acaba dijitalleşme kültürel çeşitliliği besliyor mu öldürüyor mu? Kültürel çeşitlilik derken sadece farklı etnisitelerin içerilmesini kast etmiyoruz; örneğin dijital dünya, kadın müzisyenlere özgürlük alanı açıyor mu? Etnik müzikler için çoğullaşma imkânı yaratıyor mu? Küresel ser-
mayenin güdümünde giden dijitalleşme, müthiş bir kültürel hegemonya yaratıyor. iTunes, Youtube bizim için büyük kolaylık sağlıyor gibi görünebilir fakat bu mecraların aynı zamanda kültürel dominasyon araçları olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Bu dominasyondan kaynaklanan kültürel çatışmaların dünyada muazzam bir bloklaşmaya yol açtığını söyleyebiliriz. Çin ve Rusya, tam da bu yüzden kendi arama motorlarını üretip yaygınlaştırmaya çalışıyor. Kültür sanatı küresel politik çatışmaların arka planda ürettiği kültürel çatışmalardan bağımsız olarak düşünemeyiz. Müzik de bu projeksiyonun en önemli araçlarından biri olarak kullanılıyor. Kitlesel anlamda benimsenmesi açısından, yüzde yüz dille örtüşen bir olgu olmamasına rağmen, Türkiye’de farklı dillerde seslendirilen müziklere karşı enteresan bir direnç var. Sinemada da durum farklı değil; yerli filmler, yabancı filmlerden kat be kat fazla izleyiciye ulaşıyor. Bu meseleye dair ölçümler yaptığımızda görüyoruz ki yerelde üretilen müzik %85’e %15’lik bir üstünlüğe sahip. Dijital dünya, bize bu gibi ölçümlemeleri yapabilmek adına sonsuz imkânlar tanıyor. Muazzam bir data birikiyor; şu anda kim, nerede, hangi müziği dinliyorsa görebiliyor, analiz edebiliyoruz. Elbette bu data akışını kötücül amaçlar için de kullanmak mümkün fakat bu verilerle kültürel bir direniş de örgütleyebilirsiniz. Biz, Ada Müzik olarak bu direnişi nasıl örgütleyebileceğimizin peşinde koşuyoruz. Kendi adamızı korumak ve kollamak için politikamızı düzenli olarak yenilemek ve yeni dönemlere göre uyarlamak zorundayız.
195 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Dijital hayat, artık sanatçıyla sürekli ilişki içinde olmanızı gerektiriyor. Konvansiyonel dönemde ilişkiler başka türlüydü; albümü yapıyordunuz, üç ay sonra promosyonu bitiyordu ve sanatçı, kendi kanatlarıyla nereye isterse oraya uçuyordu. En fazla, bir buçuk sene sonra gelip, “bir albüm daha yapmak istiyoruz” diyordu. Şimdi müzisyenle plak şirketi hayatı dijitalde paylaşıyor çünkü müzisyenin dijitaldeki, sosyal medyadaki her hareketi bizi bağlıyor. Biz de şirket politikamızı bu gerçekliğe uygun şekilde düzenledik. “Burada Müzik Var” sloganıyla düzenlediğimiz dokuz günlük etkinlik, bu düzenlemenin somut çıktılarından biriydi. İçeriği üretirken çalıştığımız müzisyen ve gruplarla iş birliği yaptık; sahne için özel bir konsept tasarlamalarını istedik. İstedik ki izleyici nezdinde o deneyimin tekrarı olmasın. Moğollar ile Ezhel, Aylin Aslım ile Birsen Tezer, Gürol Ağırbaş ile Güvenç Dağüstün eşleşti. Fazıl Say hayatında ilk defa bir caz kulübünde çaldı. Mozaik, 1992’den sonra ilk defa orijinal kadrosuyla sahne aldı. Nekropsi, on seneden sonra ilk kadrosuyla konser verdi. Biz de bir yandan Ada Müzik’in takipçileri ne yer, ne içer, nasıl giyinir; onu gözlemledik. Bütün bu metalaşma karşısında, bir plak şirketi olmanın aslında hâlâ zevkli bir şey olduğu kanaatine vardık; ilk dönemlerimizin yarattığı sinerjiyi anımsadık. Kendimizi tazeledik ve yerel müzik endüstrisinin gittiği yere karşın, bu organizasyonu her yıl yinelemeye karar verdik. Şirketle sanatçı arasındaki kayda bağlı ilişkiyi yabancılaşmadan kurtaracağız. Bu buluşmaların sunduğu özgün içerik yaratma avantajını da sonuna kadar kullanacağız. Mobil stüdyomuzla her konseri kaydettik; kırk iki sanatçının sahne aldığı bu organizasyondan, her şey yolunda giderse yirmi dört civarında albüm elde etmiş olacağız. Yeni dönemi ancak böyle göğüsleyebileceğimizi düşünüyoruz.
MODELLER VE STRATEJİLER
sütünden faydalanabilecek yeni bir teori uydurdular: 360 derece. Yani yatırım yaptığınız sanatçının konserlerinden, oynadığı film ve dizilere, adına üretilmiş promosyon ürünlerden oynadığı reklâm filmine kadar elde edilen her gelirden pay alırsınız. Ana tarz, yani “mainstream” budur ve dayandığı sistem, yapım şirketlerine kölelik mukaveleleriyle bağlanmış sanatçılar üzerinden yürür. Bizimse beraber çalıştığımız hiçbir müzisyene, emek vermediğimiz bir konserin gelirinden hak alma teklifiyle gitmemiz mümkün değildir. Hem olaya yaklaşımımız buna imkân tanımıyor hem de konser geliriyle zar zor yaşayan bir topluluğun kazancına göz dikmeyi doğru bulmuyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
196
İZMİRKÜLTÜR İLETİŞİM TOPLANTILARI ÇAĞRI METNİ
İZMİRKÜLTÜR PLA+FORMU GİRİŞİMİ Çalışmalarını üç yıldır sürdüren İKPG, bir yandan şehirdeki kültür üreticilerini / mekânlarını / kurumlarını bir araya getiren, diğer yandan bu aktörleri Akdeniz kıyı şehirlerinin kültürel ve sanatsal girişimleriyle buluşturan bir çatı yapılanması olmayı amaçlıyor. Öncelikli hedeflerimiz; İzmirli kültür üreticilerini kayıt altına almak ve bu vasıtayla kentte kültür-sanat alanında var olmaya devam eden aktörleri birbirlerine bağlamak, tüm bu yapıları akademinin temel politikası gereği, Akdeniz’in diğer kültür ve sanat aktörleriyle bir ağ üzerinde buluşturarak görünürlüğü artıracak mekanizmalar oluşturmak. İzmir Akdeniz Akademisi’nde gerçekleştirdiğimiz toplantılarda farklı mecralarda çalışan sanatçıları, kurumları, akademisyenleri ve bağımsız oluşumları bir araya getirmeyi, böylece her katılımcının kendisi (ve/veya) grubu hakkında bilgi paylaşımında bulunmasını, birbiriyle tanışmasını amaçlıyoruz. Toplantılar sırasında yaptığımız ses ve video kaydı vasıtasıyla İzmir’deki kültür ve sanat aktörlerinin mülakat arşivini tutmayı ve bu verileri sizlerin yazılı onayını almak kaydıyla dijital mecralarla birlikte, bülten ve yıllık gibi basılı yayınlarda bir araya getirmeyi planlıyoruz. Bu çabayı ayrıca bizleri Akdeniz’e bağlayacak geniş bir ağın temelini atmak adına bir ilk adım olarak görüyoruz. Bizlerle paylaşmak isteyeceğiniz üretimlerinize ilişkin yazılı veya görsel materyaller, oluşturmaya çalıştığımız veri tabanına yardımcı olacaktır.
TOPLANTI FORMATI
Sizden maksimum on dakika süreli bir sunum talep ediyoruz. Sunum formatı konusundaki tercihi size bırakıyoruz (power point / ses-video destekli / fotoğraflı). Sözlü olarak da sunum yapabilirsiniz. Talep ettiğimiz sunumun içeriğini şöyle özetleyebiliriz: > Faaliyet alanlarınız > Çalışma alanlarınız (İzmir / başka bir şehir veya ülke) > Üretim mecralarınız ve yöntemleriniz > Bugüne dek hayata geçirdiğiniz projelere dair kısa bir özet > Halen yürüttüğünüz projelere dair kısa bir özet > Yakın gelecek için tasarladığınız projeleriniz > Ortaklaşa çalıştığınız ağlar (networking / imece ve dayanışma ağları / çözüm ortakları) Forum Sunumların ardından kısa bir ara verip, forum formatına geçiyoruz. Forum kısmında birlikte öğrenmeye, deneyim paylaşımına ve ortak iletişim ağı oluşmasına ilişkin mekanizmaları nasıl kurabileceğimizi arıyoruz. İzlek Bugüne dek İzmir’de kültür-sanat alanında karşılaştığımız engel ve sorunlara odaklanmaktan kaçınarak var olan üretimin boyut, çeşit ve niteliğinin altını çizmeyi, ortaya çıkan sorulara beraberce cevap aramayı, sinerji yaratmaya dair önerileri öne çıkartıyoruz. Mevcut sorunlara takılmadan "beklemek yerine yapmak, eleştirmek yerine üretmek, kapanmak yerine açılmak” perspektifiyle yeni modeller ve yöntemler arıyor, kentte kültür-sanatın nasıl geliştirilebileceğine dair önerilerimizi paylaşıyoruz. Görüşmek umuduyla…
197 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
Sunumlar
! % & ikpgplatform issuu.com/izmirkulturplatformugirisimi7
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 8
2