İ Z M İ R K Ü LT Ü R PL A+FORMU GİRİŞİMİ
YILLIK 2017
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İzmir Büyükşehir Belediyesi adına İmtiyaz Sahibi Aziz KOCAOĞLU Sorumlu Müdür Ayşegül SABUKTAY Yayın Koordinatörü Şervan ALPŞEN Yayına Hazırlayan Sarp KESKİNER Redaksiyon Hale ERYILMAZ İçerik Editörleri Altuğ AKIN - Gizem AKKOYUNOĞLU - Tanzer KANTIK - İbrahim Metin BALTACI Nursaç SARGON - Borga KANTÜRK - Cenker EKEMEN - Zeynep GÖNEN - Ebru ATİLLA SAGAY Gökçe SÜVARİ - Hale ERYILMAZ - Sarp KESKİNER İçerik Asistanları Serenay OĞUZ N. Ecem ERİM Grafik Tasarım ve Uygulama Emre DUYGU Katkıda Bulunanlar İzmir Akdeniz Akademisi Kültür Sanat Danışma Kurulu Toplantıları, Pla+forum ve İzmirKültür İletişim Toplantıları katılımcıları, Serhan ADA, Tuğçe ONBAŞI, Erman YILMAZ (Tasarımcı / "Oddee" yazı karakteri). Yönetim Yeri İZMİR AKDENİZ AKADEMİSİ Mehmet Ali Akman Mah. Mithatpaşa Cad. No: 1087 PK: 35290, Konak, İZMİR Tel: +90 (232) 293 46 12 Faks: +90 (232) 293 46 10 kultursanat@izmeda.org www.izmeda.org Sertifika No: 22595 Basım Yeri GELİŞİM OFSET / Ramazan TORAMAN, Kâzım Karabekir Caddesi No: 45/A Bornova İZMİR Tel: (232) 373 95 62 - 342 18 81 Sertifika No: 32380 Birinci Baskı: Aralık 2017. Baskı Adedi: 1000 ISSN 2536-4847 İzmirKültür Pla+formu Girişimi Yıllık 2017 İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Akdeniz Akademisi yayınıdır. Her hakkı saklıdır. Yazı, fotoğraf, çizim ve haritalar; yazılı izin alınmadan kullanılamaz. Bu yayın, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Satılamaz. © İzmir Büyükşehir Belediyesi
İÇİNDEKİLER “Akdeniz'in Kültür Başkenti" Hedefine Adım Adım Aziz Kocaoğlu 3
No42 - Nehir Nişancı
İkpg Dördüncü; İzmir Akdeniz Akademisi Altıncı Yaşını Kutluyor Dr. Ayşegül Sabuktay
5
PL A +FORU M
7
“Kültür ve Sanatta Öğrenme Pratikleri ve Alternatif Modeller” Forumu
9
“Açık Atölye” Forumu
21
“Etkinlik Tasarımı” Forumu
31
B İL EŞ EN L ER
39
Onur Fındık
81
Ozan Çılgın
82
Özgür Tiyatro
83
Özlem Altınbilek
84
Polat Canpolat
85
PÜBLİKO - Fatih Uysal
86
Renkli Merdiven - Orkun Kocabıyıkoğlu
87
Salih Korkut Peker
88
Seferihisar Sanat Bahçesi - Ekrem Gün
89
SAT-SU-MA - Özge Horasan
90
Ali Kanal
41
Şeniz Turan
92
Arzu Oto
42
Suat Vergili
93
ATÖLYE 21/1 - Meltem Özden / Tolga Uzel
43
Serenay Oğuz
94
Şubadap Çocuk
96
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD - ASAM) - Ayşenur Sarı / Pelin Doğan 44
Tabu Film Yapım - Tayfun Belet
97
Bahar Öztömek
46
Süslü Kadınlar Bisiklet Turu - Sema Gür
98
Başak Özkutlu
47
Bilim Sanat Etkinlik Vadisi
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
80
40
Az Bilinen Antik Kentler Turu
2
Açık İnovasyon Derneği / Open Campus / Hacknbreak Murat Küçükgirgin 78
Edit / Epic Fair - Tamer Varis
100
Tarık Dursun K. Yazar Evi
102
(BİLİMSEV) - Mahir Işın
48
tHEBROaRT - Fatih Şimşek
103
Burak Alanyalı
49
Teos Kültür Sanat Derneği
104
çatı1972 - Gürkan Baltacılar
50
Taraftar Hakları Derneği - Burkal Efe
106
Cemil Emre Altan
52
Tiyatro Kalemi
108
Cenkhan Aksoy
53
Ufuk Sinkil
109
Crıtıcal Mass - Tanzer Kantık
54
URBANTANK - Tuba Doğu / Melis Varkal
110
Doğa Kılcıoğlu
55
VOL5 - Gizem Tataroğlu
112
Eğlenceli Bilim - Ayşe Naçar
56
Eşpedal - Saldıray Altındağ
57
Yavaş Yaşamı Destekleme Derneği Bülent Köstem
114
Etem Şahin
58
Zekiye Buğurcu
116
Fergün Urgancıoğlu
59
God Mode - Erdinç Öztan / Tayfun Deniz
60
Hakan Ergin
61
Halkevleri - Uğur Göçmüş
62
İzmir Bisikletli Kadınlar - Ebru Umuç
63
İ KP G YA Z O KU LU 20 1 7 Geleceğe Bileşenlerle Beraber Yürümek
İ Z M İ R KÜ LT Ü R H A R İ TA SI İzmir Kültür-Sanat Mekânlarını Haritalamak
M O DE L L E R V E STR AT E Jİ L E R
Kilizman Yayınevi / Sahaf İlhankitap /
119 121
127 129
141
Akademi Kemeraltı - İlhan Pınar
64
Ek Dergi - Ali Gradiva Şimşek
142
İro Cafe / İro Sanat - Candemir Basan
66
Sanatatak - Ayşegül Sönmez
148
Kerem Işık
68
Urbanobscura - Ayşin Zoe Güneş
151
Kloraksanat İnisiyatifi Deniz Ataman / Nazlı Kulan
Intercult / Chris Torch
154
69
Didem Yazıcı
158
Kırkmerdiven - Halil Bülbül
70
Nerdworking - Erdem Dilbaz
162
Kule Sakinleri - Alper Baran Sözmen
72
Haben und Brauchen - Julia Lazarus
168
Lokall İzmir Kent Rehberi Ezgi Ceren Kayırıcı / Özgür Aydek
73
Hacettepe Üniversitesi Kent Araştırmaları Uyg. ve Arş. Mrk. – JeoIT - Özlem Sert
171
Lütfü Dağtaş
74
Mavi Sanat - Ahmet Akdeniz
75
Timişoara – Avrupa Kültür Başkenti 2021 Simona Neumann
178
Mehmet Sait Tunç
76
Nomadmind - Çiçek Tezer / Emre Yıldız
182
Michael Edward Young
77
İzmirKültür İletişim Toplantıları Çağrı Metni
184
“Akdeniz'in Kültür Başkenti" Hedefine Adım Adım Kentimizin kültür aktörleri ve sanatçılarıyla birlikte, İzmir’i ‘Akdeniz’in Kültür Başkenti’ hedefine taşıyabilmek amacıyla kurduğumuz "İzmir Akdeniz Akademisi" olarak, 2017 yılı boyunca önemli adımlar attık. İzmirKültür Pla+formu Girişimi (İKPG), sanatçıları ve kültür öğrenmek / birlikte üretmek” başlığıyla ilk kez düzenlenen 'İzmirKültür Pla+formu Girişimi Yaz Okulu 2017' sayesinde, İKPG bileşenleri ile kültür üreticileri ve yöneticileri arasındaki diyaloğu güçlendirdik. Hazırlanan “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları” çalışması ile kentin kültür-sanat alanlarını belgeledik. İzmir'in kültürel altyapısını büyük dünya kentleriyle yarışacak bir düzeye getirme hedefiyle yola çıkmıştık. Bugüne kadar yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki, İzmir’in adını bir kültürsanat kenti olarak dünyaya tanıtıp kabul ettirmeye bir adım daha yaklaştık. İzmirKültür Pla+formu Girişimi Yıllık 2017’nin hazırlanmasında katkısı olan çalışma arkadaşlarıma, bizimle bir araya gelen sanatçılara ve kültür üreticilerine teşekkür ediyorum.
AZİZ KOCAOĞLU İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
3 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
üreticilerini bir araya getirmeye devam etti; işbirliklerini daha da güçlendirerek... “Birlikte
İKPG DÖRDÜNCÜ; İZMİR AKDENİZ AKADEMİSİ ALTINCI YAŞINI KUTLUYOR
DR. AYŞ EGÜ L SA B U KTAY İzmir Akdeniz Akademisi Müdürü
Gerek akademiyi hayata geçirirken gerekse İKPG'nin kuruluşunda, yeni yapıların oluşturulmasının ve anlaşılmasının getirdiği güçlüklere istinaden, toplum olarak daha önce karşılaşmadığımız biçimde heyecan verici süreçler yaşadık. Her iki yapının kendini inşası, kolektif bir yaratıcı eylem gerektiren süreçlerin sonunda tamamlandı. İzmir Akdeniz Akademisi, bugün İzmirlilerle doğrudan iletişim halinde kalarak, şehrin yenilikçi vizyon üretimine ve entelektüel ihtiyacına cevap veriyor. İKPG ise kendi içindeki süreçleri sürekli yeni adımlar atarak geliştiriyor. Her iki yapının kuruluşunda karşılaştığı anlaşılma güçlüğünü çoktan geride bırakmış durumdayız. Üstelik geride bıraktığımız
yıllar süresince oluşturulan temellerin üzerine pek çok yapı inşa ettik; eklemeler yaptık. İzmir Akdeniz Akademisi çerçevesinden bakınca İyi Tasarım İzmir etkinliği, KültürLab ağının hayata geçişi, Tarih Araştırma Seminerleri ve yayın hayatına başlayan Meltem dergisi, bu inşaat sürecinin somut ürünleri oldu. İKPG ise “Pla+forum” serisi, “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları – 2017” yayını ve yine özel bir yayınla sonuçlanan Yaz Okulu 2017 organizasyonuyla kuruluşunda önüne koyduğu hedefleri tam zamanında hayata geçirmeyi başararak bugünlere vardı. Bütün bu süreçler, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 2009 yılında düzenlediği Kültür Çalıştayı'nda çizilen vizyona sahip çıkacak adımları atmasıyla, üstelik belediyeye karşı operasyonların yürütüldüğü zor bir dönemde İzmir Akdeniz Akademisi'nin kuruluşunu gerçekleştirmesiyle mümkün hale geldi. Her iki yapı da kenti Akdeniz'e ve dünyaya açmak için gereken süreçleri kendi içinde, adeta kozasındaki bir kelebek gibi, sakin adımlarla yürüttü. Bugün itibariyle İzmirli kültür üreticilerinin, sanatçıların ve tasarımcıların üzerine tartıştığı, çalıştığı pek çok başlık var. İKPG'nin dördüncü, İzmir Akdeniz Akademisi'nin altıncı yılını kutlarken şehrin yaratıcı sektörlerini, kültür ve sanat hayatını dönüştürmeye devam eden bu yapıların gelecek günlerde neler getireceğini heyecanla bekliyoruz.
5 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Yeni yapıların ortaya çıkması, heyecan verici olduğu kadar, bilinmezlere adım atmanın zorluklarını gündeme getirir. İzmir Akdeniz Akademisi yönetmeliğinin İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nde kabulünden bu yana, yaklaşık altı yıl geçmiş. İKPG'nin, İzmir Akdeniz Akademisi'nin Kültür Sanat Danışma Kurulu'nda bir fikir olarak gündeme gelişi, sanki dün kadar yakın. Oysa İKPG de dördüncü yılını tamamlamış. İlk toplantılar için tarih seçimi, gündeme taşınacak başlıkların belirlenmesi, envanterin ve ileride platformun parçası olacak kültür üreticilerine yönelik bilgilerin derlenmesi, iletişim toplantılarına davet edilecek kültür-sanat aktörlerinin en baştan “bileşen” olarak nitelendirilmesi, kuruluş sürecine ilişkin temel adımların bir parçası…
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
6
BAKIŞ
PLA+FORUM
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
8
PLA+FORUM
“KÜLTÜR VE SANATTA ÖĞRENME PRATİKLERİ VE ALTERNATİF MODELLER” FORUMU 9 Nisan 2017 ZEYNEP GÖNEN – İBRAHİM METİN BALTACI – ALTUĞ AKIN FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar
2017 yılında gerçekleştireceğimiz üç forumda sadece iki kavram üzerinde yoğunlaşmaya karar verdik: “Alternatif modeller” ve “öğrenme pratikleri”. İKPG olarak çok önemsediğimiz bu iki kavramı derinlikli bir şekilde konuşmak, tartışmak üzere yıl boyunca çeşitli eylemler üretiyor olacağız.
ALTERNATİF KAVRAMINI TARTIŞMAK Katılımcıların kendilerini, temsil ettiği yapıları ve uğraş alanlarını nasıl tarif ettiği, bizi öncelikli olarak alternatif kavramına bakmaya yöneltti: “Bu kavramı tanımlamak, beni küçük yaştan beri uğraştıran bir mesele. ‘Alternatif dediğimiz şey ne olabilir, alternatif öğrenme biçimleri hayatın içinde nasıl kendine yer bulabilir?’ sorusunu yıllardır kendime sorup duruyorum. Öğrenciyken çok mutsuzdum. Standart okul sistemi içinde kendimi hep mutsuz hatırlıyorum. O yüzden okul yıllarım, tatlı çocukluk anıları içermiyor. Daha on dokuz yaşımdayken fotoğrafa başladığım derneğin yönetimine seçildim ve böylelikle gereksiz bir bürokrasinin içine düştüm. Yönetimden ayrıldıktan sonra aynı dernekte yaklaşık on iki yıl gönüllü olarak çalıştım. ‘Bir şey nasıl öğretilir’ sorusuna çok kafa yordum. Şimdi içinde bulunduğum Çizgeli Kedi, bir şekilde birlikte üretmenin yollarını arıyor ve sanatın kendi tanımında yer alan mevcut olana başka türlü bakmak, mevcut yapıyı sallamak, altüst etmek, çalkalamak gibi amaçlarla hareket ediyor.”
Foruma, alanında fark yaratmakla yetinmeyen, alternatif pratiklerin ve modellerin peşinde koşan on sekiz katılımcıyı “Ben oyunculuk yapıyorum ve yazarlık okuyorum. Aynı zamanda konuk ettik. Buradan bakarsak, katılımcı profilinin çok yönRenkli Merdiven’in çatısı altında çocuklara yönelik atölyeler dülülük barındırdığını söyleyebiliriz. Her forumdan önce yapzenliyorum. Renkli Merdiven işe ‘çocuk ve kadın çalışmaları’ adı tığımız üzere, e-postayla davet ettiğimiz katılımcılara dört altında başladı; zamanla ‘alternatif bir yaşam ve bunun ilişkili soru yönelttik ve forumu bu sorular üzerinden kolaylaştırdık. olduğu diğer alanlar nelerdir’ sorusuna cevap aramaya koyularak mekân ve bedenle kurulan ilişkiye, öğrenme biçimlerine • Sanata bir öğrenim aracı olarak bakabilir miyiz? yoğunlaştı. Sürecin sonunda, alternatif eğitim modelleriyle ister • Alternatif pratiklere ve modellere neden ihtiyaç duyuyoruz? istemez ilgilenmeye başladı.” • Alternatif eğitim ve öğrenim modelleri, kültür-sanat ala“Mahzen Photos Kolektifi, sadece İzmir’de üslenmiş yerel bir nında nasıl uygulanabilir? oluşum değil; farklı şehirlerde yaşayan arkadaşlarımız var. Ba• Bu pratiklerin ve modellerin yaşatılabilirliği, aktarımı şından beri eğitime kafa yormuş bir kolektifiz; Kadifekale bölgesinde mülteci çocuklarla beş proje gerçekleştirdik. Bu projeleri mümkün mü? Mümkünse bunu nasıl sağlarız?
9 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İKPG olarak geçtiğimiz yıl boyunca düzenlediğimiz aylık iletişim toplantılarında, “modeller ve stratejiler” başlığı altında şehir dışından ve yurt dışından davet ettiğimiz konukların sunumlarında ve disipliner forumlarda çeşitli meseleleri tartışmaya açmıştık. Tiyatroyu, müziği, bağımsız yayıncılığı, güncel sanatı ve sinemayı konu edinen forumların temel amacı, aynı alanda aktif biçimde faaliyet gösteren İzmirli aktörlerin ortak sorunları aşmak adına birlikte yeni yollar aramasına, üretimlerine kent sathında görünürlük kazandıracak stratejiler geliştirmesine ön ayak olmak, dayanışma ağımızı bu doğrultuda güçlendirmekti.
PLA+FORUM
Tayfun Belet (öğretim görevlisi – senarist – belgesel yönetmeni), Sinem Demirel Özer (akademisyen), Mehmet Sait Tunç (araştırmacı - belgesel yönetmeni), Kubilay Mutlu (Sokak Sanatçıları Derneği), Devrim Kınlı (Praksis Müzik Kolektifi - Şubadap Çocuk Korosu), Sinan Kılıç & Serkan Çolak (Mahzen Photos kolektifi), Yalçın Çıdamlı & Arzu Filiz Güngör (ÇizgeliKedi Görsel Kültür Merkezi), Yasin Sancak & Gülce Yelken (Başka Bir Okul Mümkün), Nesli Özalp (Bornova Belediyesi Dijital Film Atölyesi), Gülden Özyatağan & Seher Şen (İzmir Dayanışma Akademisi), Emel Kayın (araştırmacı – yazar – akademisyen), Orkun Kocabıyıkoğlu & Fulya Paksoy (Renkli Merdiven), Özgür Demirci (sanatçı), İbrahim Metin Baltacı & Altuğ Akın & Zeynep Gönen & Nursaç Sargon (İKPG)
PLA+FORUM
sergiledik, kitaplaştırdık. Ayrıca fotoğrafa hobi olarak başlamış ama sonradan becerisini bir anlatım aracına dönüştürmeye niyetlenmiş yetişkinlere yönelik, konulu atölyeler düzenliyoruz.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
10
organik olarak bir yerin parçası olamadığınızı deneyimliyorsunuz.”
“On yıldır, genellikle üniversite birinci sınıfa yönelik olarak, tasarım stüdyolarında eğitimcilik yapıyorum. Bu deneyimin bana “Praksis Müzik Kolektifi, müziği tamamen sivil alana çekmekle uğraşan bir yapılanma. Çocuklar, dezavantajlı gruplar, göç- kazandırdığı şöyle bir şey var: Enerjimizin büyük bir kısmını ilk menler ve mülteciler, özel ilgi alanlarımız. Müziği doğrudan on- defa stüdyoya gelen öğrencilere o güne kadar öğrendikleri biların ayağına götürüyoruz. Bunu yaparken de kalıcı bir şeyler çimleri unutturmaya harcıyoruz. Böylece, sıkıntıları yakından öğretmeye çabalıyor, beraberce kayıt yapıyor, bu kayıtları ya- takip edebiliyoruz ve bazı klişeleri kırmaya çalışıyoruz. Öğrenyınlayıp yayıyoruz. Bize katılan herkesin özgüvenini yükselten, ciler, ‘şunu kesin, şunları bir araya getirin’ gibi komutlara çok hızlı tepki verirken daha açık uçlu sorulara cevap vermekte, kendisini birdenbire işin içinde bulmasını sağlayan, öğrenim sürecini çok da fazla uzatmayan, sonuca yönelik işler üretiyo- çözüm üretmekte büyük zorluk yaşıyor. Bu zorlanma hâlinin o güne kadar aldıkları eğitimle ilişkili olduğunu düşünüyorum.” ruz. Entelektüel süreçle oyalanmak yerine pratiğe konsantre olup, oldukça hızlı hareket ediyor ve işi hemen ortaya koymaya “Mali müşavirim ama işletme ve sosyoloji eğitimi aldım. Öncebakıyoruz.” den Mardin’de yaşıyordum; bir süredir İzmir’de yerleşik durum“Sokak Sanatçıları Derneği, bir üniversite projesi olarak kuruldu. dayım. Mardin’de gerçekleşen üç bienalin üçünde de çalıştım. Son bienale sanatçı olarak katıldım. Sine-Mardin ve Mardin Doğrudan yapmak, aracısız iletişim kurmak, temsili olmayan Sinema Derneği’nin kurucusuyum, festivallerimiz devam ediyor. bir sistemle - ki forum dediğimiz şey de biraz böyledir - yüzyüze Şu sıralar, ağırlıklı olarak sözlü tarih çalışmaları yapıyorum. konuşarak çalışıyoruz.” Yüz otuz civarında sözlü tarih kaydı yaptım. Daha ayrıntılı bilgi “Alternatif nedir meselesine eğitimci olmam ve farklı rollerim verdikleri için genellikle kadınlarla çalışıyorum.” gereği kafa yormaya başladım: Yeni pedagojik yaklaşımlar, alternatif eğitim modelleri, bu yaklaşımların ve modellerin “Başka Bir Okul Mümkün (BBOM), hepimizin sıkıntılı olduğu kent planlama ve kent kuramıyla ilişkisi… Şimdilerde alterna- eğitim sisteminden dertli olan ve kendi çocukları için alternatif tif pratiklerin varlıklarını nasıl değiştirerek devam ettirebile- çözümler üretmek isteyen bir grup velinin girişimiyle sekiz yıl önce kurulmuş bir dernek. ‘Alternatif eğitim modelleri üzerinceği üzerine çeşitli araştırmalar yapıyorum. İzmir Dayanışma Akademisi’nde de bu araştırmalardan yola çıkarak, çeşitli pra- den, bizler bir şey yapamaz mıyız?’, ‘teorik olarak değil ama tikler üretmeye çalışıyorum. Ayrıca bir anneyim; dolayısıyla ço- gerçekten, Türkiye’de başka tür okullar mümkün olamaz mı?’ BBOM, bu soruları sorup yola çıkmış bir hareket. Cevabı da cuk meseleleriyle yakından ilgiliyim.” ‘evet’; madem dünyada alternatif okullar, alternatif pedagoji“Mimarım; bir taraftan da deneysel edebiyat ve mekân edebiler uygulayan eğitim merkezleri var, o zaman neden olmasın? yatıyla uğraşıyorum. Bir konuyu bilimsel olarak araştırırken BBOM’un benimsediği eğitim yaklaşımı, dört temel eksene onu diğer araçlardan da yararlanarak kent gündemine nasıl oturuyor: Ekolojik duruş, demokratik yönetim (demokratik mal edebilirim diye kafa yoruyorum. Örneğin bir konuya, alaokullar geleneğinden besleniyoruz), alternatif eğitim ve özgür na bilimsel olarak yoğunlaştıktan sonra makaleler, kitaplar finansman. Temelde hayal ettiğimiz bir yaşam biçimini okul yazıyorum; sanatın farklı disiplinleri üzerinden çeşitli çıktılar üzerinden var etmeye çalışan ve çocuklara bu dört eksen üzeüretmeye, ortaya çıkardığım hikâyeyi toplumla bütünleştirmerinden eğitim imkânı sunmaya çalışan bir yapıyız. Bunu da kâr ye çalışıyorum. Bu süreçte herkesle iletişim kuruyorsunuz ama amacı gütmeden, eğitim kooperatifleri aracılığıyla yapıyoruz.
PLA+FORUM
11 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dernek işin felsefesini, misyonunu ve eğitim politikasını gelişti- kullanıyorum ama bunun dışında, özellikle tiyatro ve oyun rirken, yerellerde bu fikre inanan velilerin örgütlenmesiyle ku- meselesi eğitim sürecine nasıl dâhil edilebilir, bunun yollarını rulan eğitim kooperatifleri, okul açmaya devam ediyor. Veliler öğrenmek istiyorum. Kendi çapımda oyunlar geliştirmeye çalıBodrum’da, Ankara’da, İzmir’de ve İstanbul’da bir araya gelip şıyorum. ‘Tabu’ oyunundan yola çıkarak ‘Kentsel Tabu’ gibi bir kendi okullarını açtı. Çocuklar, bu okullarda alternatif eğitim şey geliştirebilir miyiz, ona bakıyorum. Oyunu sınav aracı olapedagojilerine göre öğrenim görüyor. Ayrıca İzmir özelinde bir rak kullansam nasıl olur diye düşünürken aklıma bu fikir geldi.” Erken Çocuk Eğitim Merkezi’miz var; bu merkez günlük pratikle“‘Çocuk insandır’ düşüncesini ‘insan çocuktur’ düşüncesiyle birrinde sanata çok ciddi alan açıyor.” likte okumak gerekiyor. Oyun kavramı, tam da o kertede devre“BBOM’de çocuklara yönelik sanat projelerini sürdürüyorum. ye giriyor. Hepimizin oyun oynamaya ihtiyacı var.” Projeleri çocuklarla beraber hazırlıyoruz, böylece kendilerini ifade etmeyi öğreniyorlar. Aslında hep birlikte öğreniyoruz, bu “Daha çok dernekler ve topluluklar aracılığıyla yürüyen bizim süreçte. Erken Çocuk Eğitim Merkezi’nde, güzel sanatlar fakül- tarafta, fotoğrafçılık orta sınıfa yönelik hazların karşılanması telerinde kendimizi ifade etmek için öğrendiğimiz pratikleri öğ- için bir araç olarak algılanıyor. Bu algının yarattığı kısır döngünün farkına varınca, bir alternatif üretelim dedik. İzmir’i renim aracı olarak kullanıyoruz. Çocukların önüne malzemeyi merkez alan dört proje yaptık; Kadifekale’deki kentsel dönüşükoyup sınırlı boyama yaptırmak yerine farklı malzemelerle ilgilendikleri konularda proje üretmelerine önayak oluyoruz. mü, kömür işçilerini, midye toplayıcılarını ve mültecileri konu Böylece, ortaya çıkan sorular üzerinden ilerlemelerini istiyoruz.” olarak seçtik. Bu, 2013’e kadar böyle devam etti. 2013’te çerçevemizi biraz daha genişletmek istedik ve Mahzen Photos “İzlediğimiz yöntemleri alternatif olarak değerlendirme taraftarı Kolektifi olarak yeniden örgütlendik. Beş fotoğrafçıyla başladeğilim. Kadifekale’de, Basmane’de çocuklarla atölye yapıyodık. Son iki dönemde İzmir’e ait, yereli anlatan, yerelden yola ruz ama ortada bir üretim yok. O zaman şu soruyu soruyorum: çıkıp ülkeye ve dünyaya ait sözler söylemeye çalışan atölyeler, Kamusal anlamda ya da ilkesel anlamda bir üretim olmadığına belgesel fotoğraf programları düzenledik. Açık çağrıyla bizim göre ben neye dair bir alternatif üretiyorum? Bir alan var ve oragibi düşünen, fotoğrafıyla bir şeyler anlatmak isteyen, sözü da kendi bildiğim şeyleri çocuklarla paylaşıyorum. Buradan baolan insanlar varsa bir araya gelelim ve bir şeyler üretelim istekarsak, alternatif denilen şey her ne ise karşı tarafın eksiklerini dik. Bunlar gayet verimli çalışmalardı ve kendi alternatiflerimizi hissederek ortaya yeni bir şey tarif etmek mi acaba?” böyle yarattık. Çözümsüzlük içinde, kaosun içinden kendimize PRATİKLER, YÖNTEMLER VE ÖRNEKLER bir yol açtık. Sürdürülebilir olması adına artık atölyeleri ücretli yapıyoruz, böylece bir sonraki çalışmaya kaynak ayırabiliyoAlternatif pratiklere dair kafa açıcı örneklere bakmak, neyin alternatifi olduğunu tarif etmek ve anlamak açısından fay- ruz. Bizim pratiğimiz böyle işliyor. Fotoğraf camiasında hep şu dalı olabilir mi sorusunu sorduk; katılımcılara kulak verdik: soruyla karşılaşıyorsunuz: ‘Bu fotoğraf kime ait?’ Her ne kadar projeyi bizler üretiyor olsak da işin sonunda, sıra sergilemeye “Kentsel ekonomik gelişim üzerine çalışıyorum, sinema benim gelince fotoğrafların altında ismimiz yazmıyor çünkü esasen için önemli bir araç. Sinemayı kentle ilişkili derslerimde zaten
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
12
anlatılan hikâyenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Fotoğrafın kime ait olduğundan öte, anlatmak istediğimiz mesele nedir, oraya odaklanmalarını istiyoruz.”
yapmasını, güreş meselesinin böyle bir mahalleden çıkmasını yadırgıyor. Sekiz ile on beş yaş aralığında on sekiz kız seçip işe koyuluyor fakat birçok anlamsız prosedürle karşı karşıya kalıyor: ‘Sen bunları müsabakalara çıkartamazsın, bir spor kulübü kurman lazım’, diyorlar. O da mahallenin kahvesini lokâl olarak gösterip kulübü kuruyor... Ve bu kızlara diyor ki ‘siz artık antremanlara geleceksiniz, sonra müsabakalarda güreşeceksiniz.’ Kızlar kabul ediyorlar. Neden? Çünkü bu kızlar hayatında arabaya binmemiş ve ‘arabaya binip bir yerlere gideceğiz, mahallemizden çıkıp farklı insanlar göreceğiz, ev işi yapmayıp ev işinden kaçacağız’ diye düşünüyor. Zaten çoğu okula gitmiyor, bir şekilde sosyalleşeceğiz düşüncesiyle böyle bir yolculuğa çıkmaya evet diyorlar. Bu kızların içinden Balkan şampiyonu çıkıyor, derken bu kızların arasından Türkiye şampiyonu çıkıyor. Çok garip bir şekilde, gitgide bir bilince erişiyorlar. Nedir bu bilinç? ‘Benim bu hayatta daha yapmam gereken çok şey var, ben boy boy çocuk doğurup onları büyütemem.’ Pekiyi; o zaman şunu sorayım: Bu ihtiyar güreşçi onlara ‘aman siz evlenmemelisiniz, daha yapmanız gereken şeyler var’ mı dedi de kızlar bu bilince erişti? Yoksa kızlara kendi bildiği doğruları güreş uğraşı üzerinden mi aktardı da bu sonuç oluştu?”
“Bir yandan öğrendiklerimi unutmaya çalışırken diğer yandan her şeyi baştan öğrendiğim bir süreç yaşıyorum ve bunu çocuklarla çalışmaya borçluyum. Şu sıralar, çocuklarla birlikte sanat eğitimine dair bazı alternatif yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz. Şöyle ilerliyoruz: Konular, çocukların ortak meraklarına göre belirleniyor. Meselâ, iç mekânda yaptığımız kum havuzunda oynarken pet şişelere kum doldurmaya başladılar ve ‘roketim havalanıyor’ adını verdikleri bu oyundan, kendiliğinden roket projesi çıktı. Bu proje, çocukların uzay merakını tetikledi. Uzay merakı üzerinden ‘uzaya yolculuk nasıl yapıldı, roketler nasıl çalışıyor, uzayda hangi gezegenler var, güneş sistemi nedir’ gibi konulara eğilmeye başladık. Öğrenme dediğimiz şey, önce merakla başlıyor; çocuklar gezegenleri, yaşadığımız dünyayı kendi merakları üzerinden güdülenerek öğreniyor. Eğer hepsini bir odaya koyup kuru kuruya bunlardan bahsetseydik, kavramlar soyut olduğu için belki de işi çözemeyeceklerdi fakat hepsini yaşayarak öğrendiler. Aslında bu gibi yöntemlerle Milli Eğitim Bakanlığı’nın bizden istediği, beklediği kazanımları da sağlamış oluyoruz.” “Bir örnek de ben vereyim: Kadriye Mahallesi’nde çocuklarla çalışmaya başladık ama bu çalışma bir süre sonra başka bir yöne “Geçen yıl Edirne’de bir belgesel çalışması yapmıştık. Roman mahallesinde yaşayan emektar bir güreşçi; kahvede atletle otu- evrildi ve ‘ekelim biçelim; saksıya şunu koyalım’ gibi fikirler öne ran, 60’lı yaşlarında, kendi hâlinde bir adam… Bir gün kendisi- sürmeye başladılar. O zaman ‘buradaki terasımızı değerlendirelim. Neye ihtiyacımız var? Güneşe toprağa’ deyip güneş ve ne bir meseleyi dert ediniyor ve diyor ki: ‘Burdaki kızlar on dört toprak ekibi kurduk. Bir kısmı güneşin hangi saat dilimlerinde yaşını görmeden nişanlanmaya, evlenmeye başlıyor ve benim nereye, ne kadar vurduğunu gözlemlerken diğerleri saksıda bu konuda bir şey yapmam gerekiyor.’ Nereden geldiyse böyle bir derde kapılmış ve ‘ne yapabilirim de onları bu yoldan çevi- ne tür bitkiler yetiştirebileceklerini araştırdı. Süreç böyle adım rebilirim’ diye düşünüyor. ‘Aileleriyle konuşsam çözüm değil’, adım ilerlerken, ‘acaba bir hava durumu köşesi mi yapsak’ düşüncesi oluştu. Çünkü fark ettik ki proje sayesinde hava dudiyor ve kendince bir sistem geliştiriyor: ‘Bildiğim iş ne benim? Eskiden güreş yapardım, müsabakalara çıkardım. Madem öyle rumlarını çok yakından takip eder hâle gelmişler. Onu yapalım, ben bu kızlara güreş öğreteyim.’ Toplum baştan kızların güreş bunu yapalım derken ihtiyaçlarımız hiç bitmiyor ya; saksı ihti-
yacımızı basit malzemelerle gidermek adına, mahalledeki pet şişeleri topladık. Önce şişeleri kesip müzik yaptık, ardından içlerine toprak doldurduk ve bir sürü saksımız oldu. Saksıların her birini elle süsledik. Hep çocukların taleplerinden ve fikirlerinden yola çıkıyoruz; bunu yaparken de süreci çok yakından gözlemleyen bir pozisyonu koruyoruz. Şimdi şunu soracağım: Toprak geldiği zaman her yer savaş alanına döndü, birbirleriyle toprak savaşı yaptılar ve çok eğlendiler. Kendimi salınca ben de çok eğlendim. Peki; o ortamda benim bir ağırlığımın olması gerektiğini söyleyen, sürekli bunu dayatan yaklaşımı ne yapacağız? Bizim kendi pratiklerimizi uygulayabileceğimiz alanlara ve bu pratikleri seslendirebileceğimiz platformlara ihtiyacımız var. Umarım bu forumdan öyle bir yere evriliriz.”
13 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
“Sözlü tarih çalışmaları, Türkiye’de pek yaygın bir alan değil. Belirli bir yerdeki insanları dinlersiniz, onlar kendi tarihlerini yazarken siz de kaydettiklerinizi kitaplaştırırsınız fakat ben daha çok sıradan insanları dinlememiz, kaydetmemiz gerektiğine inanıyorum. Alıyorum kameramı gidiyorum; yeri geliyor bir ev kadınıyla görüşüyorum, yeri geliyor sokaktaki bir hamalla konusunu ve kurumsal kimliğin nasıl oluşturulması gerektiğini görüşüyorum. Sözlü tarih çalışmalarında önemli olan, dinlenil- konuşmaya başlayınca iyice kilitlendik.” meyenlerin tarihini kayıt altına almak. Onların anlatıları çoktur. Aslında Azrail’den erken davranıp toplayabildiğim kadar çok “Okul kavramı, daha en başından kurumsallığı ve sisteme bağlı bilgi toplamaya çalışıyorum çünkü insanlar vefat edip gittiğin- işleyişi dayatıyor. İzmir’e bakacak olursak, sanat eğitimi merkezileştirilmek isteniyor, yani merkezi kanallardan ilerlemesi de tüm anılarını beraberinde götürüyor.” beklenen düzenekler üretiyor. Hâlbuki sivil oluşumları tek tek YAPISAL SORUNLAR desteklemek lazım; çünkü alternatifler bu oluşumlardan çıkaKatılımcılar, uyguladıkları alternatif pratiklere ve modelle- cak. Yerel yönetimin her şeyi kendi başına örgütlemesi ve şehirdeki sanat etkinliklerinin çoğunu üretmesi söz konusu olmamare değindikçe, pek tabii ki kurdukları sistemin barındırdığı sorunları konuşmaya başladı: “Alternatiflerin çok tartışıl- lı; alternatifler oradan çıkmaz. Mevcut sistemin ürettiği arızalar, sistemin merkezileşmiş olmasından dolayı düzeltilemiyor.” madığı bir ortamda yaşadığımıza inanıyorum; kendi alanım ve akademi de buna dâhil. Akademik kurumlar, benim göz- “Kamusal alanlarda sürekli sahne kuruluyor, ortada bir görüntülemlediğim kadarıyla çok statükocu. Mevcut eğitim düzenine ler silsilesi var ama bu eylemlerin kentsel mekân ve sosyokülrağmen, toplumla sağlıklı iletişim kurabilmek bağlamında türel açıdan ürettiği sonuçlara bakacak olursak, kalıcı bir karalternatifler üretmek, hem kentimize hem ülkemize bakınca şılık göremiyoruz. İKPG’nin düzenlediği bu forumu şehrin yerel oldukça zor görünüyor. Sistem dışında durduğunu ilan ve iddia dinamiklerinin birbiriyle daha yakından ilişkilenmesi açısından eden kurumlar, dernekler de alternatif pratikler, yollar üretemiönemli buluyorum. Değişik odaklar, bir mekânın içinde buluşuyor çünkü dernek gibi yapılar, bana kalırsa orta sınıfa has hazyor ve birbirleriyle haberleşiyor; bültenler, yıllıklar yayınlanıyor. ları tatmin etmek üzerinden yürüyor. Bu yürüyüş de alternatif Böylece başka bir aktörle iş yapmak adına gerçek bir refleks düşünmeyi, alternatif pratikler üretecek eylemleri kışkırtmıyor. gösterdiğinizde, zemin kendiliğinden sağlanıyor. Bu model, deAyrıca alternatifi yaratırken yürütme ve yaşatma biçimini göneyim aktarmak açısından ‘iyi örnek’. Foruma bakınca kıyıda zetmek gerekiyor.” köşede duruyoruz gibi görünebilir ama ‘sahne’yi büyüttüğümüz “Mevcut sistem, olanak yaratmaktan çok olanaksızlık üretmeye dakikada alternatifi bulma yeteneğini kaybediyoruz. Üstelik başladı; o yüzden bizim sistemin karşısına ne koyabileceğimiz sahneyi büyüttüğümüz dakikada, o sahnede illâ birilerinin söz meselesine çok iyi odaklanmak lâzım. Dayanışma Akademileri sahibi olması ihtimâli beliriyor.” olarak benzer bir arayış içerisine girdik. Türkiye’de akademiyi ULAŞILABİLİRLİĞİ ARTIRMAK başka türlü biçimde, yeniden üretmek üzerine düşünmeye başladık. Bütün dayanışma akademilerini bir araya getiren bir top- Forumda paylaşılan fikirler ve tecrübeler gösteriyor ki kültür-sanat alanında farklı yöntemlere, bağımsız olana ulalantı düzenledik ve bunu başarmanın yollarını tartıştık. En çok şabilirliği artırmak için de alternatifler geliştirmek lâzım. nasıl kurumsallaştıracağımızı ararken zorlandık. Finansman
PLA+FORUM
“Renkli Merdiven’in berisine bakarak, Günışığı’ndan bu yana devam eden süreçte deneyimlediğimiz üzere, veli çalışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Burada ortaklaşacağımız şey kadın çalışmaları, baba çalışmaları olabilir. Ben erkek hakları hareketinin kadın haklarından bağımsız bir şekilde konuşulacağı bir ortamı çok merak ediyorum.”
hiç birinin ‘alternatif eğitim’ alma imkânı yok. Belki yaşadığımız yerden kaynaklanıyor, nispeten küçük bir yer Çeşme ama devlet okullarını tamamen kaybedilmiş alanlar olarak tanımlayıp müdahale alanımızın dışına çıkarmak, bana yanlış geliyor. Biz elimizden gelen katkıyı koymaya çalışıyoruz; daha örgütlü olabilsek o alanda çok şeyi değiştirebiliriz.”
PLA+FORUM
“BBOM gibi modeller çok değerli ama o tip modellere bakınca kafamı kurcalayan bir mesele var: Bu modeller, aynı sosyal ve kültürel sınıfa ait bir grup ailenin çocuklarını kapalı devre bir sistem dâhilinde buluşturuyor gibi görünüyor. O yüzden, becerilerimizi başka yollardan nasıl daha etkin bir şekilde aktarabileceğimize yeniden bakmak gerekiyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
14
“BBOM modeli, Türkiye’deki eğitim sistemini iyileştirmenin yollarını ararken ortaya kesin çözümü koymuyor. Böyle bir iddiası da yok. BBOM, çözüm üretmek adına elini taşın altına koymuş az sayıda ebeveynin yarattığı ayrıcalıklı bir yapı; bu doğru bir tespit. Ne var ki yola çıkarken hedeflediğimiz tam da buydu çünkü bir hayâlin gerçekleşebileceğini herkese göstermek istiyorduk. Bizim de uzun vadeli hedeflerimiz, Türkiye’deki eğitim sistemini değiştirmeye yönelik somut fikirlerimiz ve stratejilerimiz var. Örneğin, öğretmen köyü kurup ücretsiz eğitimler veriyoruz. Diyeceğim o ki bizler, birden çok alanda aynı anda ilerlemek zorundayız. Bir yandan büyük hedeflerimizi gözetirken diğer yandan kamusal politikalar geliştirmek ve üretmek gibi bir sorumluluk taşıyoruz. Aynı zamanda, kendi çocuklarıBununla beraber, sınıfsal ve toplumsal olarak marjinalleşmiş, mızın eğitimi için alternatif üretmek zorundayız. Üstelik bunlayoksun kalmış kesimlere herhangi bir faaliyeti nasıl ulaştırabirın tümünün başarılabilir olduğunu ispat etmek durumundayız. leceğimize alternatif bir çerçeveden bakmak gerekiyor. KonuşKonuş konuş, nereye kadar? Anlatıyorsun, ‘tamam güzel’ diyor tukça fark ettik ki alternatif olarak nitelendirilen yöntemler bile ama ‘o iş Türkiye’de olmaz, Hollanda’da olur’ diyenlere ‘işte bu kesimlere ulaşabilmek adına çeşitli kısıtlar içeriyor: “Parasız bak, biz yapıyoruz’ cevabını vermek gerekiyor.” eğitim hakkı, bilimsel eğitim hakkı, laik eğitim hakkı; hâtta sanatı yoğun olarak içeren bir eğitim modeline ulaşım hakkı… Kırk “Sürdürülebilir bir model bulabilirsiniz fakat bu modeli diğer pratikler ve modellerle ilişkiye geçebilecek şekilde tasarlamayıl öncesine bakınca, bunların tümü toplumsal konsensüsün parçasıydı, herkes tarafından kabul görüyordu. Şimdilerde, ‘se- dıysanız çerçeveniz hep dar kalır. Çok taraflı düşünüp, birden nin çocuğun hangi özel okula gidiyor’ gibi soruları sormak sıra- fazla alanda aynı anda nasıl var olabileceğinizi mutlaka gözetmeniz lâzım. Örneğin BBOM ile Kadifekale’dekiler arasında dan oldu. Evet; belki belirli lokâl örgütlenmelerle birkaç insanın yürüyen bir ilişki kurabilmek… Aslına bakarsanız, ihtiyaçlar pek kurtuluş bulduğunu varsayabiliriz, hâtta bu örgütlenmelerin ürettiği eylemler alternatif bir yaşam modeli sunuyor gibi görü- çok alanda ortaklaşıyor. Geliştirilecek pratiklere ve modellere ortaklaşan ihtiyaçlar temelinden bakabilirsek, dayanışmayı nebilir ama koca toplum, milyonlarca insan, karşımızda kaskatı duran sistemin içinde eğitim ve öğrenimine devam ediyor. ‘Okul’, hızla tahkim edebileceğimize inanıyorum”. bu sistemin içinde kendini yeniden üretmeye devam ediyor ve “İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde yarı zamanlı çalışıyorum. Üniinsanların topluma olan inancı gittikçe törpüleniyor. Artık kimse versiteden bir grup arkadaşımla ‘acaba yazın bir tasarım atölparasız eğitim hakkını gündeme getirmiyor. Bu yüzden, üretimyesi serisi düzenlenebilir mi’ diye konuştuk. Meselâ, Üçkuyular lerimizin ne kadar ulaşılabilir olduğunu ivedilikle tartışmaya açve Balçova’daki ortaokul, lise öğrencileri bu seriden faydalanamamız lâzım. Alternatif modeller ve pratikler geliştirmekte çok bilir. Ağırlıkla kültür-sanatı konuşuyoruz fakat tasarım, geniş deneyim biriktirmiş olabiliriz ama bu modeller kitleselleşmeye kitlelere ulaşabilmek adına daha elverişli bir alan olabilir. Kaldı açık mı veya kimlere ulaşabiliyor? Tüm toplumu kapsıyor mu?” ki eğitime çok katkı sunabilecek bir alan; soru sorma becerisini artırıyor, takım çalışmasına açık ve fonksiyonelliği öne koyan “Çeşme’de yaşıyorsanız, BBOM gibi bir modele ulaşmanız kolay değil. Ben de aktif bir biçimde oğlumun gittiği okulla ilgilenme- bir düşünme disiplini geliştirmeyi tetikliyor. Soruyu size biri sormuyor, soruyu bizzat üretmeniz gerekiyor. Edindiğiniz bilgiyi içye başladım. Son bir yıldır, haftada bir gün okula gidiyorum; selleştirip eldeki olanakları ve parametreleri analiz etmeniz geçeşitli etkinlikler yapıyoruz. Buradan yola çıkıp düşündüm ki rekiyor. Üstelik bunu yaparken birden çok cevaba ulaşıyorsunuz. akademisyen ve sanatçı arkadaşlarım da benimkine benzer bir yol izleyebilir, haftada bir günü rahatlıkla bu uğraşa ayırıp bil- Bu düşünme biçimine bence yetişkinlerden çok çocuklar yatkın. gilerini becerilerini çeşitli okullarla paylaşmak isteyebilir ama Şahsen tasarım alanına odaklanmış faaliyetlerin ciddi bir eneröyle olamıyor işte. Öte yandan, oğlumun sınıf arkadaşlarının ji ve sinerji üretilebileceğini düşünüyorum. Çevreme bakıyorum,
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
15
PLA+FORUM
ALTERNATİF MODELLERİN AKTARIMI VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK “Alternatif” kavramı, bizi verili sistemleri ve yapıları aşmaya, bu yapıların ürettiği sorunları çözmeye, verili sistemlerden bağımsızlaşmaya çağırıyor. Bu yüzden, alternatif pratiklerin ve modellerin mevcut yapılardan bağımsız olarak kurgulanması, sürdürülebilirliğe detaylı olarak bakma meselesini karşımıza getirip koydu: Bulunduğumuz alanlar ve yürüttüğümüz çalışmalar, kendi kadrolarını üretebiliyor mu; yoksa genel gidişatın içinde erimeye mi yüz tutuyor? Alternatif pratiklerin ve modellerin aktarımını, sürmesini nasıl sağlayabiliriz?
PLA+FORUM
“Alternatif pratikler ve modeller, ilk evrede odak alan için öncü ve yol açıcı bir işlev üstleniyor fakat zamanla yaygınlaştıkça ve kamusal alanla kesiştikçe, başka biçimlerde kullanıma girerek dönüşüyor. Bu dönüşüme negatif bir anlam yüklemiyorum; hâtta tam da bizim arzu ettiğimiz şey bence. Yüzyıllar boyunca köhne eğitim ve öğrenim sistemlerini benimsemiş Batı Avrupa ülkeleri radikal, öncü, yol açıcı pratikleri ve modelleri belli oranda içselleştirdi; bunlar artık sistemin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliyor. O yüzden alternatif pratiklerin ve modellerin popülizmle buluşması çok da kötü gelmiyor bana.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
16
çoğu arkadaşım seve seve böyle bir enerjiyi, sinerjiyi yaratmak ve paylaşmak ister görünüyor ama bunu nerede, kiminle ve nasıl yapabileceğimizi bilemiyoruz.”
“Çark nasıl dönecek hikâyesi çok önemli; çark da genellikle şöyle dönmeye başlıyor: Öncü ekipler, o işe yürekten inananlar, modeli yaygınlaştırdıkça ‘sistemin büyükleri’ pastaya el atmaya başlıyor. Radikal pratikler ve modeller, her halükârda olduğu şekilde kalamadığı gibi zamanla dönüşmeye başlayan sistemin içerisinde barınamaz hâle geliyor. Böylece, bizzat yaratıp uygulamaya koyduğunuz alternatif pratikler ve modeller, pasta büyüdükçe başkalarının eline geçiveriyor. Belki de hepimizin en başarılı olduğu alan, öncü olmak ve ihtiyaç yaratmak. Meselâ ‘eğitimpedia’ diye bir site var, anne ve baba olanlarımızın kaçı bu siteden haberdar? Bir kaç gönüllünün bundan iki yıl önce kurduğu site sadece çeviriye yer veriyor olmasına rağmen toplumun eğitim algısında çok büyük farkındalıklar yarattı. Bizim yapmamız gereken öncelikli şey de bu, sanat eğitiminin toplumsal bir ihtiyaç olduğuna dair farkındalık yaratmak. Geçenlerde kısacık bir yazı çevirdik: ‘Çocukların sevgiye, gıdaya ve oyuna ihtiyacı olduğu kadar sanata, öyküye, şiire ve müziğe ihtiyacı vardır. Tıpkı sevgisiz kalmış bir çocuğun hâlini yıllar sonra fark edeceğimiz gibi sanatsız kalmış çocuğu da ancak yıllar sonra fark ederiz’ diyor. Sanatın çocuklar için ekmek, su kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu topluma hissettirmemiz lazım. Biz bu ihtiyacı nasıl hissettireceğiz? Çözüm bu soruya bulacağımız cevaplardan çıkacak bence.”
“Yoksul, sürekli göç alan mahallelerde çalışmak, bambaşka bir mesele çünkü kültür, alışkanlıklar ve toplumsal doku bizim alışageldiğimizden çok farklı. Örneğin Kadifekale-BasmaneYeşildere ekseninde devasa bir Mardinli kitle var. Bu bölge, Diyarbakır’dan da çok göç almış. Dil zaten problemken okul öncesi yaş grubuyla çalışma yürütmek, kendi içerisinde ne zaman karşınıza çıkacağı belli olmayan irili ufaklı engeller üretiyor. Biz, ‘oyunlaştırılmış tematik atölyeler’ üzerinden ilerledik. Temalar deyince de öyle atla deve şeylerden bahsetmiyoruz. ‘Farklılıklarımız neler’, ‘ekoloji nedir’, ‘doğa nedir’, ‘doğayla nasıl ilişki kuruyoruz’ gibi temalardan bahsediyorum. Mümkün olduğu kadar çocuklarla çalışıyoruz ama işin en önemli ayaklarından biri ebeveynler. Sekiz haftalık program süresince pek çok anne toplantısı yaptık, meselâ. Aynı konuları yetişkinlerle nasıl konuşabileceğimizi bulmaya çalıştık. ‘Paylaşmak dediğimiz şey ne demek’ ya da ‘farklılıklar dediğimiz şeyler neler’ gibi sorulara cevap aradık. İletişim alanı açılınca şöyle zeminler oluştu: “İşin sanat tarafına dönünce şunu görüyorum: İhtiyaç yokmuş gibi görünse dahi ihtiyaç yaratmak lazım. Meselâ, İzmir gibi Kadınlar kendi aralarındayken çok daha açık davranıyor, bir bir metropolde yaşayan bileşenler, bu foruma katılanlar neden anda bütün sıkıntılarını ortaya dökebiliyor. Örneğin, bir kadın sosyal medyayı en güçlü şekilde kullanarak sanat ihtiyacını göKürt olduğu için yaşadığı zorlukları anlatmaya başladı çünkü rünür kılmasın? Şehirdeki parklara bakalım; çoğu park neden o konuşmasa, gıyabında konuşuluyor olacak; bizzat orada bubu kadar çirkin? Parklardan başlayabiliriz meselâ, parkların lunmasına rağmen. Kürtler hakkında sürekli atılıp tutulduğu neden çocuk dostu olmadığından, neden sanat aktivitelerine ev için kadın patladı sonunda: ‘Ben Kürdüm; Mardin’den geldim sahipliği yapmadığından yola çıkarak işe koyulabiliriz.” ve senelerdir burada ayrımcılığı yaşıyorum ama siz yine beni sınırlandırıyorsunuz.’”
PLA+FORUM
17 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
“Örgütlenme meselesi temel sorun. Biz BBOM olarak koopera- adımların sonucunda ortaya çıkmış iyi örnekler, o yıllarda ‘alternatif’ olarak sunulmuştu. Zamanın ürettiği ‘alternatif’ler gitifler üzerinden örgütleniyoruz. Otuza yakın kooperatif türü derek gelenekselleşti. Şimdilik net bir kalıba oturtamıyor olsak var. Modern anlamda kooperatifçilik, kapitalizme karşı bir etki da bu forumda dile getirilen alternatif pedagojik yaklaşımlar, tepki denkleminde doğmuştur. Kooperatifi tanımlarken ‘ne kamu ne de özel sektöre girer; ayrı ve bağımsız kuruluşlardır’ ekolojik duruş, dayanışma ekonomileri, öz kaynak yaratma demişler. Eğitim ve kültür-sanat kooperatifleri düşünebiliriz. modelleri, ayrımcılığa karşı duruş ve yapılar arası dayanışma Dernekler daha çok sosyal yapılar olarak varolurken koopera- anlayışı, yarının gerçekleri olacak.” tifler ticari yapılar da kurabiliyor.” “Hep şu Finlandiya eğitim sisteminden bahsediyoruz ya, geçen yıl Finlandiya’ya gidip sistemi yerinde inceleme şansım oldu. ALTERNATİFLERİ TAHAYYÜL ETMEK Yedi yaşına gelen çocuk okula başlayınca çantasını kapıyor, ya Hem yapısal sorunları hem de bireysel deneyimleri konuyürüyerek ya bisikletine binerek okuluna gidiyor. Anne babanın şurken, aslında alternatif pratik ve modellerin yeşerebilmeçocuğu okula götürmesi yasak çünkü çocuğun özgüven kazanasinin, sürdürülebilmesinin çok daha sistemik bir değişimi bilmesi adına bu pratikler gerekli görülüyor. Sanki bizde doğru gerektirdiği açığa çıkıyor: “Yapılan tariflerin ‘alternatif’ ta- olan her şey orada yanlış, orada yanlış olan her şey bizde doğnımıyla sınırlandırılmasını doğru bulmuyorum. Kıyamet ka- ru olarak kabul edilmiş. Okullarda duvar yok. Öğrenciler resim dar alternatif yöntem, seçenek üretebiliriz, sisteme devasa bir dersi için okuldan çıkıp karşı taraftaki parka geçiyor, ağaçlara ‘alternatif seçenekler’ tablosu sunabiliriz; şüphesiz ki tahayyül bakıp resim yapıyor. Finlandiya’da çocuklar, on altı yaşına kaetmek, bizim en başarılı olduğumuz alan ama çizgiyi belki de dar herhangi bir sınava girmiyor; sınav yok, karne yok, kampşurdan hareket ederek çekmek gerekiyor: Gerçekten alternatif laştırma yok, rekabet yok. Resim festivalleri var ama yarışma bir dünya hayâlimiz var mı? Meselâ toplumsal cinsiyet mesele- yok. ‘Sen birinci oldun, sen ikinci oldun’ türü kıyaslamalar yok. sini radikal anlamda sorgulamayan, alternatif hayâller kurma- Onlar da 1970’lere kadar aynen bizimkine benzer bir eğitim yan bir toplumda eğitim öğretim sistemi içerisinde yöntemsel sistemi uyguluyormuş; biz anlattıkça ‘sizinki Amerikan sistemi’ farklılaşmalar yaratarak yol alabilir miyiz? Yani paradoksal bir diye diye dinlediler anlattıklarımızı. Yani şöyle bir şey olmamış; durum var ya da bir sınıf çelişkisi. Büyük hayâllerin, alternatif değişim otuz yılda gelmemiş. O zihniyete bir anda varmışlar. yöntemlerin bizi getirip bıraktığı yerden bakınca, büyüleyici Sağlam bir eğitim reformuna kalkışacak siyasi iradeye ve yetertahayyüller üzerinden işi başarma şansımız var mı? Bunlar li toplumsal talebe bakar. İşte o zaman Türkiye, anında bamkendime sıkça sorduğum sorular olduğu için size de rahatlıkla başka bir ülkeye döner.” soruyorum; çünkü bu sorulara şahsen rahat ve akıcı biçimde “Devletten izin alarak alternatif pratikler ve modeller yaratacevap üretemiyorum.” mazsınız, bu mümkün değil. Sisteme külliyen karşı durarak “Alternatifin sürekli değişen, gruplaşan, bir süre sonra da gele- mücadele etmek de bir yöntem, bütün açıkları kullanarak moneğe dönüşen bir şey olduğunu görüyoruz. Halen Milli Eğitim del inşa etmek de. O yüzden, belirleyeceğiniz strateji önemli. Bakanlığı’nın devlet okullarında uyguladığı sistem de tam ola- Neyi hayata geçirmek istiyorsanız sistemin bütün açıklarını rak bu süreci yaşadı. Bundan on sene, yirmi sene önce ilerici kullanabilirsiniz ki biz onu tercih ediyoruz. Çünkü Türkiye’de
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
18
PLA+FORUM
Görünen o ki alternatif pratikler ve modeller, büyük bir sahne içerisinde kendini bulmakta güçlük çekebilir ama iyi örneklerin, başarıya ulaşmış pratiklerin ve modellerin kendiliğinden bir araya gelmesi, değişime doğal yollarla öncülük etmesi mümkün. Yerel yönetimler, kim değişimi tetikleyebiliyorsa ona destek sunabilir. Büyük bir sahne kurmak yerine küçük sahneleri kurup birleştirmek, var olan alternatifleri desteklemek elzem görünüyor: “Bence tüm safları tahkim etmemiz gerekiyor. Forum, en azından bu işe yaramalı. Farklı birikimleri ve deneyimleri bundan sonra nasıl bir araya getireceğimize bakalım. İster Finlandiya modeli, ister Köy Enstitüleri; bunları hayata geçirmek sonuçta toplumsal iradenin ürünü olacak. Bizler de bu iradeyi zorlayacak bir zemini oluşturmalıyız.” Bir başka alternatif yaratma tahayyülü de “yeni bir ilişkilenme biçimi”nden yola çıkıyor: “İstediğimiz kadar alternatif olduğumuzu, alternatif yarattığımızı iddia edelim; bir yerinden paçamızı kaptırdığımız, karşısında sürekli tetikte olduğumuz, refleksler geliştirdiğimiz kimi durumlar var. Özellikle muhalif dediğimiz, alternatif oluşturmaya çabalayan çevrelerde tedavülde kalmaya devam eden iki kavram var. Sesli dile getirmekten zaman zaman çekinsek de bu iki kavram, hayalet gibi her yerde dolaşıyor: Biri ‘dayanışma’, diğeri ‘örgütlenme’. Biz kendi kolektifimiz içinde dahi bu ikisiyle dalaşır vaziyetteyiz, sürekli hır çıkıyor içimizde. Dayanışma meselesinin yalan yanlış anlaşılması yüzünden kendimizi tekleşmiş hissettiğimiz durumlarla karşılaşıyoruz. Örneğin bir etkinlik düzenlemek, albüm kaydetmek için dayanışma çağrısında bulunuyoruz; bu çabaya ilk gelen karşılık ‘ekonomi’ oluyor. Bir süre sonra, bundan feci şekilde sıkıldığımı-
Son derece dinamik geçen, bol muhabbetli bu forumun ardından, geriye kalanlara bakalım: • Foruma katılan kültür-sanat aktörlerinin ve gerçekleştirdikleri faaliyetler dolayısıyla eğitimle bir şekilde yolları kesişen toplulukların mevcut eğitim - öğrenim çerçevesine sığmayan tahayyülleri var. • Her ne kadar farklı alanlarda faaliyet sürdürseler de katılımcıların dertleri ve tecrübe alanları birbiriyle sıkça kesişiyor. • Forumdan geriye kalan en değerli tortu şu olabilir: Faaliyet alanlarını korurken alternatif tahayyülleri canlı tutmak. • Mevcut sistemin ürettiği sorunları toptan bir hamleyle ortadan kaldırmak güç görünüyor çünkü alternatifleri mümkün kılmayan ya da yutuveren kimi yapılar söz konusu. Bu derdin devası da forumdan kalan ikinci değerli tortu olabilir: Elimizdeki irili ufaklı araçlarla sisteme sürekli müdahale etmeye devam etmek ve safları mümkün olduğu kadar sıkı bir biçimde güçlendirmek lâzım. Saflar kadar sahayı da hızla tahkim etmemiz gerekiyor ki tam da o süreci yaşıyoruz.
PLA+FORUM
zı fark ettik. Ben örgütlenmek veya dayanışmak istemiyorum meselâ; ilişkilenmek istiyorum. Bana göre, bize göre, ilişkilenmek örgütlenmekten çok daha faydalı. O şekilde hareket alanımızı genişletebiliyoruz. Bu perspektifi benimsemeye başladıktan sonra daha fazla iş yaptığımızı, daha çok yere gittiğimizi, daha çok proje ürettiğimizi fark ettik. Kendimize benzemeyen, aslında bizimle dayanışmayacak veya bizimle örgütlenmeyecek kimselerle, topluluklarla, projelerle bir şekilde yollarımız kesişivermeye başlıyor. Yola Praksis Müzik Kolektifi olarak çıkmışken şimdi Şubadap Çocuk Korosu var, Terane Film Müzikleri Orkestrası var, Deliler Teknesi diye bir başka grup var. Sayımız arttı; daha mobilize hale geldik, daha rahat hareket ediyoruz. Bunların hepsi, kendi kendimize dayattığımız dar kalıptan çıkmakla, kendi üzerimize yığdığımız yükten kurtulmakla oldu.”
19 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
bunun tersi, okulsuz olma hâli. O da bir tercih. Bunlar birbirini reddeden değil, aksine destekleyen çözümler olarak algılanmalı bence. Yani okulsuzlaşmayla bizim hayata geçirdiğimiz sistem, birbirini besleyen çözümler yaratıyor. Herkesi okulsuz topluma ikna etmek durumunda değiliz, öyle bir hakkımız da yok ama isteyenleri destekleriz çünkü alternatif eğitim yaklaşımlarında çok çeşitli seçenekler var.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
20
PLA+FORUM
“AÇIK ATÖLYE” FORUMU 21 Mayıs 2017 BORGA KANTÜRK – CENKER EKEMEN – NURSAÇ SARGON – TANZER KANTIK FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar
Geçtiğimiz yıl düzenlediğimiz disipliner forumlar bir dizi soru üretmişti:
ÇALIŞMA ALANINA DAİR BAĞLAMLARI DEĞİŞTİRMEK
• “İzleyici geliştirmenin yolları neler olabilir; özgürleşen izleyici nedir?”
Mahzen Photos
• “Seyirciden kullanıcılığa geçiş mümkün mü?” • “Kullanıcı, sürecin aktörlerinden biri haline gelebilir mi ve üreticiyle beraber bir deneyim alanı inşa edilebilir mi?” “Açık Atölye” kavramını bu sorularla beraber düşünelim ama meydana yeni sorular sorarak çıkalım istedik: • Deneyim paylaşarak, beraber öğrenmeyi nasıl gerçekleştiriyoruz? • Hangi alternatifleri örnek alırsak konuya farklı açılardan bakabilme şansı buluruz? • Bağımsız mekânlarda ve sokaklarda yerel etkinlik tasarımcılarının, sanatçıların, kolektiflerin ve inisiyatiflerin dayanışmayla düzenlediği düşük bütçeli, kendi kaynağını üreten organizasyonların birbiriyle teması ne kadar mümkün? • İlerisi için yol gösterecek iyi örnekler üretebiliyor muyuz? • Bütün olasılıkları birer açık atölye gibi görebilir miyiz ve açık atölyeleri beraberce öğrenme pratiğine dâhil edebilir miyiz?
“Türkiye’de fotoğraf, 1980’den sonra orta sınıfın dernekler üzerinden kendi kendini tatmin aracı hâline geldi ve neredeyse sosyal bir hobiye dönüştü. Oysa fotoğraf, 1970’lerde toplumsal dinamiklere etki edebilen bir araçtı. Özellikle DİSK’in fotoğraf arşivi, oldukça ön plandaydı. Yetişkinlere yönelik atölyelerimize katılanlar, böyle bir birikimden ve beğeni kültüründen geliyor. Dolayısıyla yetişkin katılımcıların işin başında güzellik üzerinden kurduğu fotoğraf algısıyla karşılaştıkları belgesel gerçeklik arasında zorlanmalar, uyuşmazlıklar ortaya çıkıyor. Bu atölyelerde içeriden bakışı ön planda tutarak hareket ediyoruz. İçeriden bakış üzerinden, ‘kentin sahibi kimler’, ‘kültürünün nereye doğru biçimleneceğine ve yapılaşmaya kim karar veriyor’ gibi sorular sorup hikâyeler yaratmaya çalışıyoruz.” “Çocuklara yönelik atölye çalışmalarına beş yıl önce başladığımız zaman Kadifekale, Basmane ve Agora bölgesinde yaklaşık beş ay kapı kapı dolaştık. Önce ailelerle tanıştık; özellikle mülteci ailelerle yüz yüze görüştük çünkü o dönemde Suriye’deki savaşın yıkıcılığı zirveye ulaşmış durumdaydı ve göç olgusunun yarattığı efekt, şu ankinden çok daha büyüktü, yaralayıcıydı. Bu atölye dizisi yaklaşık iki yıl sürdü; süreç boyunca yüz
21 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İzmirKültür Pla+formu Girişimi olarak, İzmir Büyükşehir • Atölyeyi / etkinliği tamamladıktan sonra, o bölgede izleyici Belediyesi ve İzmir Akdeniz Akademisi’nin desteğiyle 23- kitlesi geliştirebiliyor muyuz? 29 Ağustos 2017 tarihleri arasında “Birlikte Öğrenmek / • Atölye / etkinlik sonrasında, bölgeden bizimle etkileşime Birlikte Üretmek” ana başlığıyla hayata geçirdiğimiz “Yaz geçip kendi başına bir şeyler üretmek, sergilemek, etkinlik Okulu 2017” için bir zemin oluşturabilmesi adına, yıl botasarlamak isteyenler oluyor mu? yunca eğitim-öğretim ilişkisi üzerine üç forum düzenlemeye karar vermiştik. Bunların ilki, “Kültür ve Sanatta Öğ- • Atölyelere / etkinliklere dâhil olmayan bireyler, o muhitte iş üreten sanatçılarla ne tür ilişkiler geliştiriyor; bu ilişkiler nasıl renme Pratikleri ve Alternatif Modeller” başlığı altında, 9 seyrediyor ve filizlenen diyaloglar üretimlere talep yaratıyor Nisan 2017’de gerçekleşmişti. İkinci forumda, “Açık Atölye” mu? Önyargı-talep ilişkisi nasıl seyrediyor? kavramı üzerine odaklandık.
PLA+FORUM
Ozan Sarı & Emel Alp Sarı (Drink &Draw), Cenkhan Aksoy (Sanatçı), Yalçın Çıdamlı (ÇizgeliKedi Görsel Kültür Merkezi), Yusuf Saygı (Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali), Sinan Kılıç (Mahzen Photos), Ayberk Olgay (Kronos Media Design), Onur Fındık (Sanatçı), Melike Çerçioğlu Bilgiç (Tiyatrohane), Halil Bülbül (Kırkmerdiven), Ayşe Tekeli (Kapılar), Kerem Güman (Akademisyen), Michael Edward Young (Mimar-Akademisyen), Tanzer Kantık & Cenker Ekemen & Borga Kantürk & Nursaç Sargon (İKPG)
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
22
elliye yakın çocukla çalışma fırsatı bulduk fakat bazı çocuklar, Kapılar Deneyimi ve Kadın Kapısı bir süre sonra Yunanistan’a veya başka ülkelere göç etmek için “Basmane’nin Kapılar bölgesinde, işgal evi mantığıyla kurulayrıldı ve kitap çalışmasını sadece yirmi çocukla tamamlayaduk. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca kadın toplantıları düzenbildik. O noktaya dek her şeyi cebimizden karşıladık. Çabamız ledik. Başlangıçta mahalleli kadınlarla bir türlü iletişim kurave çıktılar kentte görünür hale gelmeye başlayınca, Fransız mıyorduk. Bunu nasıl becerebileceğimizi düşünürken birlikte Kültür Merkezi beraber çalışma teklifi getirdi; kitabın üretimi film izlemeye, sonra da izlediğimiz filmler üzerine konuşmaya ve fotoğraf sergisinin prodüksiyonu gibi işlerde ekipleriyle bize başladık. Bu pratiği orada uzun süre devam ettiremeyince, destek oldu. Ardından Konak Belediyesi devreye girdi ve yap- birkaç kadın birleşip Konak’ta, İnönü Müze Evi’nin sokağında tığımız çalışmanın kitaplaşması için gönüllü oldu. Sonrasında, yer kiraladık. ‘Kadın Kapısı’ ismini verdiğimiz bu yerde Türkçe İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı çalışan İzmir Tarih Tasa- dersi vermeye başladık; şimdi, karşılıklı iletişimi güçlendirmek rım Atölyesi’nden Çağlayan Deniz Kaplan bizimle temasa geçti adına, biz Arapça öğreniyoruz.” ve bir yıl sürecek, yeni bir atölye sürecine başladık.” “Kadınlarla çalışırken, özellikle konsantrasyonu ve karşılıklı “Bu bölgedeki insanlarla bağ ve iletişim kurmak çok anlamlı. etkileşimi gerektiren ders benzeri pratiklerde ortaya çıkan en Atölyeleri mülteci çocuklarla yapmak istedik çünkü savaşı ve büyük zorluk, çocukların anneleriyle beraber gelmek zorunda göç olgusunu görmezden gelmek, bizim için mümkün değildi. kalması. O çocuklara yönelik aktiviteler düşünmek şart; biriFotoğrafın görsel bir dil olarak ifade aracına dönüşmesini, ço- lerinin gönüllü olarak bu işi üstlenmesi gerekiyor. Şimdilerde cukların kendilerini özgürce ifade edebileceği alanlar oluştur- bu işle meşgulüz; ilk aktivite olarak çocuklarla kolaj yapmaya masını çok önemli buluyoruz. Yetişkinlerle de çalıştık; iki yıla başladık.” yakın süre boyunca iki atölye yürüttük. Her atölye bir belgesel İZMİR İÇİN YEPYENİ KÜLTÜREL üretti. Çektiğimiz fotoğraflardan ve aldığımız ses kayıtlarından ortaya çıkardığımız bu belgeseller İstanbul, Diyarbakır, Yuna- DENEYİM ALANLARI: KAFELER nistan ve Latin Amerika’da izleyiciyle buluştu. Katılımcıların Kırk Merdiven çoğu başlarda Basmane’yi, Kadifekale’yi tehlikeli buluyordu “Sanat ve kitapsever bir bilgisayar mühendisiyim. İnsanlarla fakat bölgede bizimle birkaç ay zaman geçirdikten sonra algı sosyalleşebileceğim ve sevdiğim şeyleri paylaşabileceğim bir değişti. Mülteci meselesi hep trajediler üzerinden anlatılır ya; ortam yaratmak adına, bu kafeyi işletmeye başladım. Kırk biz bu insanların artık iş güç sahibi olduğunu, eğitim aldığını, Merdiven’de yapmaya çalıştığım şey bilgili, becerikli, marifetli birçok sosyal alanda var olduğunu fotoğraflamaya çalıştık.” kültür üreticileri ve sanatçılarla mekânda konuk ettiğim insan“Kimisi atölye bittikten sonra belgesel fotoğraf üzerinden bizim- ları buluşturmak. Bu açıdan bakarsak, izleyici yarattığımızı söyleyebilirim. Meselâ mekânımız, kahve almaya gelen bir fole bağ kurmaya devam etti; kimisi fotoğrafı hobi olarak görüp toğrafçıya tasarladığı sergi için alternatif sunuyor. O fotoğraforadan yürüdü. Bir kaç ay önce, bizimle kurdukları bağı devam çı gelip işini sergiliyor, mekâna artı değer katıyor. Bu süreçte ettirmeyi seçenlerle beraber, Basmane’de ‘Yeni Yaşam’ adını kültür-sanat aktivitelerinden kâr etmek öncelikli amacımız verdiğimiz bir sergi düzenledik.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
23
PLA+FORUM
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
24
değil; her iki tarafın da birbirinden beklentisi yok çünkü Kırk “Katılımcı profilini doğru analiz etmek, atölyeleri veren eğitimciMerdiven, öncelikle bir kafe; bir işletme. Sanata değen kısmı da nin öncelikli işlerinden biri olmalı. Farklı profillere ve birikimleiçerideki kitaplar, resimler, etkinlikler. Bu unsurlar mekânda re sahip bireylerle yola çıkıyorsunuz; dolayısıyla işe başlarken bir promosyon veya dekorasyon ürünü olarak yer almıyor; o yerleşik alışkanlıkları ve rutin öğretim modellerini sorgulamakitaplar veya resimler, okuru ve izleyicisiyle o an, orada buluş- nız gerekiyor. Sağlıklı diyaloglar kurabiliyorsanız, bildiklerinizi mak için yerinde duruyor.” öğretmeye çalışırken alternatif olarak nitelendirdiğiniz olgulara ve pratiklere yeniden bakmayı öğreniyorsunuz.” “Karşılıklı beklenti meselesine özellikle değinmek istiyorum çünkü bizim gibi mekânların sayısı artıyor: Mekânda sergile- KARŞILIKLI ÖĞRENME DENEYİMLERİ me, performans, sunum yapan kişi, verdiği emeğin karşılığını ÜRETMEK: AÇIK SERGİ alamadığını düşünebilir. Bu bizce bir kayıp değil, bir deneyim. Darağaç Kişinin kendisi için de bir öğrenim olduğunu düşünüyorum.” “Yıkılan Alsancak Stadyumu’nun arka tarafında, eski adıyla SİNEMA SEKTÖRÜNDEN BAKINCA OKUL, Darağaç; yeni adıyla Umurbey Mahallesi’nde konumluyuz. Bu EĞİTİM VE DENEYİM mahalle, 6 - 7 Eylül olaylarının öncesinde Yahudi cemaatinin Cenker Ekemen bir kısmını ve kimi Levantenleri barındırmışken, yerel futbol tarihimizde derin izler bırakmışken, yirmi beş yıl boyunca D.E.Ü. “Ne yazık ki şehirdeki sinema eğitimine dair bir takım yetersizGüzel Sanatlar Fakültesi’ne ev sahipliği yapmışken, 1980’lerin likler, kritik eksikler var. Öncelikle, üniversitelerin ilgili bölümsonundan itibaren aşama aşama çöküntü bölgesine dönüşmüş. leriyle sektörel alan iç içe değil. Dolayısıyla bölümde okuyanYerleşik sakinleri genellikle manavlık, fırıncılık yapıyor; bölge lar, teknik altyapı hakkında yeterince bilgi sahibi olamadan eskiden beri oto tamirhaneleriyle dolu. Bir grup sanatçı olave prodüksiyona ilişkin süreçleri hakkıyla deneyimleyemeden rak, sadece uygun kiralardan ve merkeze yakınlığından dolayı mezun oluyor. Tersi bir durum var: Okullardan iyi senaryo çıkıDarağaç’ı tercih etmiştik fakat sonrasında başka sanatçılar da yor çünkü kuramsal altyapı çok güçlü. Bu iki ucu birleştirecek bölgeye geldi. Sokakta tuval taşıyan ya da bir takım malzemeara zeminlere ihtiyaç var. İzmir’deki sinema atölyeleri genelliklerle tuhaf şeyler yapmaya çalışan bu tiplerle mahalleli arasınle kuramsal kısmı veya izleme-okuma deneyimini öne koymayı daki diyalog zamanla gelişti.” yeğliyor ama bu atölyelerin öğrencilere deneyim kazandırmaya yönelik çalışması gerektiğini düşünüyorum. Atölyenin tatlı “Geçen yıl 10 Haziran’da oto sanayicilerinin, kaporta ve boya heyecanını atlatmış katılımcıların kendi oluşumlarını kurması- ustalarının, laboratuvar sahibi kimya mühendisi komşularımına, ekipleşerek proje üretmesine, hâtta ilerleyen zamanlarda zın bize sağladığı olanaklarla ‘Darağaç Burada’ adını verdiğiatölye düzenleyicisi olarak kendilerini donatmasına önayak miz ilk sokak sergimizi açtık. Sanatçıların, bölgeyi mahalleliyle olacak koşulları yaratmak lâzım. Uzun yıllardır atölye düzen- beraber nasıl kalkındırabileceğine ve dönüştürebileceğine dair liyorum; her şey bittikten sonra katılımcıların cesaretle deneyi- beyin fırtınası yaptık. Mahalleliyle her aşamada etkileşime geçmi birleştirmesine tanık olmak çok güzel.” meye çalıştık. Bu yıl 29 Eylül’deyse ikinci sergiyi düzenledik.”
zı davet etmiştik; otuz kişi gelmişti. Altıncı buluşmada yaklaşık seksen kişiye ulaştık. Şimdiye kadar kırk buluşma düzenledik, İzmir sathında binden fazla çizerle bir araya geldik. Çoğu amatördü, yeni başlayanlar, adaylar, vs... Amaç basit: Bir yerde bir şeyler içmek için buluşmak ve o esnada kesinlikle çizim, boyama yapmak. Bu üstü kapalı bir kural olarak işliyor; katılmak isteyen, çizmek zorunda.” “Çekirdek ekip yirmi beş kişiden oluşuyor. Facebook sayfamızın iki binden fazla üyesi var; güzel sanatlara yönelik lise ve fakülte sayısı artınca üye sayımız hızla çoğaldı. Kapalı mekânlarda yaklaşık otuz kişilik gruplarla toplanıyoruz, bu mekânlar seksen kişiyi kaldırmıyor. Çizerliği meslek olarak seçmiş katılımcıların yanı sıra çizerliğe hevesli pek çok meslekten insan var, aramızda. Tanışıyorlar, birlikte çiziyorlar.”
“Bizim gibi profesyonel çalışan çizerler, güzel sanatlardan meOKUL KAVRAMINA BAŞKA BİR YERDEN BAKMAK: zun olduktan sonra hızla içine kapanıyor ve yalnızlaşıyor. GSF DIŞARIYA AÇIK ATÖLYELER çok sosyal bir okuldur; sosyal hayatınız okula gelir gelmez bir Michael Young sıçrama yaşar ama mezuniyetten sonra iş hayatına girince tam aksi olur. Günde on altı saat çalıştığınız bir meslek, ortada “Kurucu bölüm başkanı Gülsüm Baydar’ın daveti üzerine geldisosyal hayat bırakmaz. Bu profesyonel çizerler adına evrensel ğim İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde öğretim bir durum; New York veya Londra fark etmiyor.” görevlisi olarak çalışıyorum; Amerikalı bir mimarım. Bir yan“Drink&Draw hareketi, öncelikle 2000’lerin ortasında, Ame- dan ders veriyorum, diğer yandan yurt dışında çeşitli projelerle uğraşıyorum. Baydar, mimarlık eğitimine dair yepyeni bir sisrika ve Kanada’da ortaya çıkmış. Bir grup çizer, ‘artık dışarı çıkmalıyız ve birbirimizle buluşmalıyız’ diyerek kendi arasın- tem kurmak istiyordu; alışılageldik, standart ve proje bazlı bir da organize olmuş. Hareket bir anda başka şehirlere yayılmış; eğitim sistemi uygulamak yerine öğrencilerin becerilerini geliştirebileceği, deneyim alanı yaratabilecek bir modelin peşinİstanbul’daki ilk buluşma 2012’de düzenlenmiş. Maalesef İstanbul’un kaotik hayatı yüzünden bu girişimin ömrü kısa sür- deydi. Bu bakışla, İzmir’de her sene düzenlenecek uluslararası müş. 2014’teki ilk İzmir buluşmamıza en yakın arkadaşlarımı- bir çalıştay fikrini gündeme getirdi. Yurt içinden ve dışından
PLA+FORUM
Drink&Draw
“Bir noktadan sonra, Drink&Draw öncesinde hep aynı şeyleri çizdiğimi fark etmiştim. Sosyalleşerek, başka çizerlerin neler ürettiğini görerek, farklı konularda sohbet ederek bilgimi artırdım; fikir sahibi oldum. Bu grubun çizdiğim şeylere çok büyük katkı sağladığını düşünüyorum.”
25 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
BİR ARAYA GELMEK, BİRLİKTE ÜRETMEK, BİRLİKTE TÜKETMEK
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
26
PLA+FORUM
alanında uzman, dünya çapında projelere ve başarılara imza atmış pek çok bilim insanı çalıştaya davet edildi, çoğu da bu davete icabet etti. Bu çalıştay / atölye serisi, sekiz sene boyunca devam etti. Misafir hocalar ve profesyoneller, öğrencilerle birlikte çalıştı ve her kesim, bu birliktelikten çok memnun kaldı.”
1- Pratik etmek 2- Müdavim yaratmak 3- Üretici sayısını artırmak 4- Cesaretlendirmek
“Katılımcılar, ücretsiz atölyelere genellikle deneyimledikleri üzerinden devam etmek istiyor. Belli bir hedef kitleye yönelmek yerine herkese yakın olmaya çalışmak, organizasyonu çeşitlendiriyor: Çocuklar, orta yaş grupları, yetişkinler, ev kadınları, beyaz / mavi yakalılar… Her kesim için ayrı formüller üretmek ve uygulamak zorundasınız.”
Forumun ikinci bölümünde bu değerlerin ışığında ürettiği“İzmir’deki tiyatroların ve gösteri sanatları alanında çalışan miz yeni sorularla ilerledik: arkadaşların en büyük ihtiyacı, etkinlik düzenleyebilecekleri, • “Açık atölye kavramının karşımıza koyduğu ortaklık, sahne alabilecekleri büyük kapasiteli, ortak kullanıma açık ortaklaştırma, birbirini tamamlama gibi olanakları nasıl mekânlar. Zaman sıkıntısından dolayı atölye yapmak, oyun değerlendirebiliriz?” sahnelemek, etkinlik gerçekleştirmek için mevcut salonları kiralayamıyorsunuz çünkü takvim buna müsaade etmiyor. Çatı • “’Atölyeler arası’ bir açıklık halini nasıl sağlayabiliriz?” mekân modeli bu daralmayı gidermek adına alternatif yara• “Bazısı yıllardır, bazısı yeni yeni var olan bağımsız yapıların tabilir; yüksek sayıda katılımcıyla düzenlenecek atölyelerin kurduğu ağlar birbiriyle yeterince temas edebiliyor mu?” yürütümüne olanak tanıyabilir. Üstelik bu tür mekânlar, ortak kullanım görgüsünü ve becerisini kazandırır; birbirini destek• “Ortak paylaşım havuzları yaratabilir miyiz veya deneyimleri, leyen içeriklerin ortaya çıkmasına fırsat verir. Aslında çok katönerileri içerecek kolektif yayınlar / kitaplar üretebilir miyiz?” manlı çatı mekânların tüm sanat dallarını birbiriyle iletişime • “Müdavim geliştirdiysek, onu kaybetmeden nasıl hareketli geçireceğini düşünüyoruz. Süreç içerisinde mekânın önündeki hale getirebiliriz?” kafe çizerlerin buluşma noktası haline gelecektir; bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapacaktır, vs…” • “Üreticiler kendi kendilerine kurabilecekleri çatıları çatmak için ilk adımları atmaya cesaret edebiliyor mu?” FİLM GÖSTERİMLERİ İÇİN ALTERNATİF MECRALAR YARATMAK AÇIK SAHNE-AÇIK ATÖLYE Tiyatrohane
Cenker Ekemen
“Eğer atölyeler ücretli olacaksa gelir getireceğini baştan bildi- “Michel Gondry’nin ‘Lütfen Başa Sarın’ diye bir filmi vardır. Video kasetlerin kiralandığı dönemde, bir kasetçide çalışan iki ğimiz için tanıtımına para harcamakta sıkıntı yok. Ücretsiz arkadaş yanlışlıkla bütün filmleri yakar; dükkân sahibinden atölyelerin temel sıkıntısı şu: Duyuruyu insanlara ulaştırmak ve görünür kılmak için dahi para harcamak zorundasınız. Ka- korktukları için her filmi amatör bir şekilde baştan çekmeye tılımcıya yeterince ulaşamıyoruz; insanlar, atölyelerden genel- kalkışırlar ve bu teşebbüsten ortaya çıkan filmler, ilginç bir şekilde çok tutar. Bir yerde sürekli ısrar edince oluyor. Önemli likle sona erdikten sonra haberdar oluyor. Bu sorunu matbu ve olan o ısrarı taşıyacak doğru mecrayı, zemini bulmak.” dijital havuzlar kurarak çözüme ulaştırılabilir miyiz? Atölyeler arası teması, duyuru takibini artıracak mekanizmalar kurmak “Yıllarca şehirdeki izleyici sayısını nasıl artırabileceğimize çok hayati.” kafa patlattık. ‘İnsanlar evlerinden çıkmıyor, katılım göstermi“Sabit bir mekânınız varsa mekanizma beş yıl gibi bir sürede yor’ diye şikâyet edip durduk. Biz de buna alternatif bir zemin oturuyor, geri bildirim akışı anca görünür hale geliyor. Yıllan- yaratalım diye yola çıktık ve şehir için yeni, çevrimiçi bir film
PLA+FORUM
Katılımcıların “Açık Atölye” bağlamında aktardığı deneyimlere baktığımızda, dört artı değer çıkıyor karşımıza. Bunları sıralarsak:
dıkça, katılımcı profilini takip etme süreciniz de yerine oturmaya başlıyor. Karşılaştırmalar yapmak ve bellek oluşturmak için geri bildirimleri düzenli ve yazılı olarak raporlamak gerekiyor. Biz belirli standartlar kapsamında notlar alıyoruz; geri bildirimlerde ciddi bir artış var.”
27 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
“Örneğin; üniversitenin kampüsünde bir tasarım binası var. Önde duruyor; prototip. Bir yarışma oluyor ve tüm gruplar ortaya fikir, öneri çıkarmaya çalışıyor. Ardından inşa süreci başlıyor. Peki; tasarım belli olmadan nasıl inşa edersin? Gözlemliyor ve biliyoruz ki öğrenciler kendini güçsüz, bilinçsiz, bilgisiz ve tecrübesiz hissediyor. İşte bu tür atölyeler, şehirle etkileşimi artırmayı, yaratıcılığı kışkırtacak uygulamaları hedef alıyor. Bireyi pasif konumdan aktif bir konuma taşımayı amaçlıyor. Öğrenciler aktive olunca bir grup yol gösterici eşliğinde üretici konumuna geçiyor ve güven kazanıyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
28
PLA+FORUM
bir grup çizer arkadaşımız birbirlerinin üretimlerini geliştirmek, eleştirmek adına kendi aralarında toplanmaya başlamış. Bu tür hareketler, ufak ufak etkileşimler yaratacaktır diye düşünüyoruz.” Post_Seyyah “Web projesiyiz; Diyarbakır, İstanbul, İzmir’e odaklanmış bir seçki sunuyoruz. Kimi zaman farklı şehirlerden projelere yer veriyoruz. Yazarlarla fotoğrafçılar sitede bir arada yer alıyor.”
“Festivalin web sitesinin kısa film camiasının Facebook’u gibi işlemesini hedefliyoruz. Bir dayanışma ağı görevi görebilmesi için blog sayfasını canlandırmak istiyoruz. Bu blog kimde neyin olduğuna, kimin nerede hangi olanakları sunabileceğine ilişkin bir platform görevi görsün istiyoruz. Web sitesi festival sonuçlandıktan sonra da açık kalacak. Tüm içerik, bir sene sonra, festivalin ikincisi yapılana kadar yerinde duracak.” BİR BULUŞMANIN SONUÇLARI NASIL ÇIKTIYA DÖNÜŞÜR? Drink&Draw “Bunca etkinlikten sonra tabii ki illüstrasyon sergileri düşünüyoruz ama ne kadar teşvik görseler de üyelerimiz bu konuda oldukça cesaretsiz. Süreç içerisinde birlikte eğlenmek, üretmek güzel ama iş çıktı üretmeye gelip dayandığında, profesyonel bir çerçeve gündeme geldiğinde, motivasyon hemen düşüyor. Çekirdek bir kadro var ama birilerinin buluşmalar için mekânı ayarlaması, organizasyonu üstlenmesi ve duyuru işini kotarması, sosyal medya hesapları için banner falan üretmesi lâzım. Çekirdek ekip bunların tümüne zar zor yetişebiliyor. Gruptan herhangi birisi ‘ben şurada Drink&Draw etkinliği düzenlemek istiyorum’ dese yapabilir aslında. Sorun belki de biraz burada; istediğiniz kadar kalabalık bir topluluk olun, bir organizasyonun sorumluluğunu üstlenmek isteyen kişi sayısı beşi, altıyı geçmiyor. O yüzden çıktı üretmek çok kolay değil. Karşıyaka’da
• Yeni modeller deneyimlemek, deneyim havuzları oluşturmak, deneyimi aktaracak kanalları güçlendirmek; • Farkındalığı ortaklaştırmak, tarafların birbirlerinden haberdar olabileceği formüller geliştirmek; • Üretenler ve atölye düzenleyenler olarak süreçle gereğinden fazla meşgul olmak yerine çıktıları görünür kılacak (dijital) alanlara yoğunlaşmak, internetin sağladığı mecralara ve olanaklara daha yakından bakmak; • Video ile sesi beraberce kullanabileceğimiz / sergileyebileceğimiz / arşivleyebileceğimiz ortak havuzlar oluşturmak ve üretimleri mutlaka bu havuzlara taşımak, hepimizin önceliği olabilir.
29 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
festivali tasarladık. ‘İnternetin kullanım biçimine dair pratikler sürekli değişiyor, yeni mecralar ve platformlar ortaya çıkıyor; en mantıklı fikirlerden biri bu olur’ diye düşündük. Festivaller yapılır, çok kıymetlidir ama ulaşabileceği kitle, nihayetinde salonun koltuk sayısıyla ve gösterim adediyle sınırlıdır. Konak “Fotoğrafçıyla yazarı buluşturan bir proje olarak, ilk etapta Belediyesi ile ‘Tarık Dursun K. Kısa Film Festivali’ni yaptık. Top- Türkiye’nin görsel belleğine katkı sunmaya çalışıyoruz. Herkese açık bir platformuz. Her hafta iki, üç dosya yayınlıyoruz. Şelam iki yüz altmış üç bin dakika izlenmiş; yüz otuz dokuz bin hirlerarası olma pozisyonumuzu çok önemsiyoruz çünkü temel kişi takip etmiş, yirmi altı bin beğeni almış. Web sitesini de on amacımız İzmir’i Diyarbakır’a, Diyarbakır’ı İzmir’e yaklaştıbir bin kişi elli altı bin kere ziyaret etmiş. Bütün bunlar, toplamrabilmek. Önce düşünsel anlamda ortaklaşırsak, ortak yaşam da bir buçuk ay gibi kısa bir zamanda gerçekleşmiş. İlginç deplatformları kurmak mümkün olabiliyor.” ğil mi? Bu çevrimiçi festival, yeni izleyici / takipçi / üretici profillerine ulaşabilmek adına oldukça etkili bir mecra yarattı bize. Açık atölye modeli, bir yandan alışılageldik öğretim / üreBir açık atölye olarak ele alırsanız, internet sonsuz imkânlar tim kalıplarını dönüştürmeye aday pratikler üretirken diğer sunuyor. Eğitim modelleri gibi festivaller de kimlik değiştiriyor. yandan herkesin aktif olabileceği, ortaklaşa üretebileceBugünün festivallerine bakın, atölyeler programda gittikçe ği, değer alabileceği sistemler kurmak adına olanaklar ve daha geniş alan kaplamaya başlıyor. Ayrıca bu sayede izleyici avantajlar sunuyor. Buradan bakınca, üzerinde ısrar etmegeliştirme meselesine dair bir orta yol bulmuş oluyoruz.” ye ve uğruna çabalamaya değer hedefler görüyoruz:
PLA+FORUM
“Zamanında kadrolu, sigortalı, belli bir maaş karşılığı çalışmış foto-muhabirlerinin, gazete yazarlarının güncel bir problemi var: Yazıp çizmeyi, fotoğraf üretmeyi hayatının merkezine koymuş bu insanlar, şimdilerde hâkim oldukları alanların dışına itilmiş durumda. Ellerinde bir sürü dosya, araştırma projesi var. İnternet yayıncılığı, işte bu noktada yeni mecralar yaratmak anlamında büyük önem kazanıyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
30
PLA+FORUM
“ETKİNLİK TASARIMI” FORUMU 14 Ekim 2017 SARP KESKİNER - GİZEM AKKOYUNOĞLU - EBRU ATİLLA SAGAY FOTOĞRAFLAR CEM UĞUR
Katılımcılar Mehmet Fatih Balkı – Efe Elmastaş (Fanzin Apartmanı), Halil Bülbül (Kırkmerdiven), Ayberk Olgay (Kronos Medya Design), Erkan Çakıner - Tuncay Baki Uğantaş (İZ Performance Hall), Nail Özlüsoylu (Karabağlar Belediyesi Kent Tasarım Atölyesi), Şafak Ersözlü- Bahar Nihal Ersözlü (Açık Stüdyo), Veysel Berikan (İzmit Şehir Tiyatrosu), Ercüment Serpil (NHKM Alsancak), Cansu Pelin İşbilen (İzmir Tarih Tasarım Atölyesi), Ezgi Ceren Kayırıcı (LOKALL Kent Rehberi), Kaan Uluca (Tiyatro4), Sarp Keskiner & Gizem Akkoyunoğlu (İKPG)
Yola şu soruları sorarak çıktık: • Düzenlenen etkinlikler, farklı kitleleri çekebilmek adına merkezden dışarıya doğru yayılıyor ve komşu alanlara kolayca nüfuz edebiliyor mu? • Kitleler, yereldeki etkinliklere kolayca ulaşabiliyor mu? Ulaşamıyorsa buna engel olan etkenler neler? • Varoluşunu etkinlik düzenlemeye bağlamış mekânlar sürdürülebilir politikalar üretecek ve içerik geliştirecek donanımdan yoksunken, yerel etkinlik tasarımcılarıyla çalışmaktan neden kaçınıyor? • Ticari perspektifle yola çıkmış fakat kültür-sanat etkinliği düzenlemeyi samimiyetle arzulayan işletmeleri, kalıcı kültür mekânlarına nasıl dönüştürebiliriz? • Etkinlik duyuruları, yerelde yaşayan kitlelere kolayca ulaşıyor mu? • Düzenlediğiniz etkinliğin duyurusunda sizi hedefe ulaştıracak, izleyiciyi çekecek bir dil kurmayı başarabiliyor musunuz? Bunu becerebilmek adına, sosyal medyayı ne
• Geri bildirimleri ölçüyor musunuz, ölçüyorsanız hangi araçları kullanıp ne tür analizler yapıyorsunuz? • “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017” başlıklı haritalama çalışmasının sonucunda ortaya çıkan verilere göre, haritalanan on bir ilçede yer alan iki yüz altmış üç etkinlik mekânının % 60’ı Konak ilçesinde toplanıyor. Bu merkezleşmeyi göz önünde bulundurarak, kültür-sanat faaliyetlerini şehrin diğer bölgelerindeki mekânlara taşıyabilmek için ne tür çalışmalar yürütmek gerekiyor? • İzmirli kültür-sanat insanlarının verimli biçimde kullanılmadığını iddia ettiği kültür merkezlerini ve çok amaçlı kültür salonlarını daha etkin bir şekilde kullanmak için ne tür mekanizmalar geliştirilebilir? Bu soruları seslendirdikten sonra, sözü serbestçe katılımcılarımıza bıraktık. MERKEZDE OLMANIN AVANTAJLARI “Ağırlıklı olarak konser düzenleyen ama kapısını her disiplinden etkinliğe açan bir mekânın işletmecisi olarak altını çiziyorum ki merkezde olmak büyük bir avantaj. İZBAN hattına, metroya, tramvaya yakın olmak, kitlelerin size ulaşımı dert etmeden akmasına yol açıyor. Ayrıca tüm ilçelere eşit mesafedesiniz. Dolayısıyla bu merkezleşme meselesini çok sağlıksız görmüyorum.” “Biz de merkeze gayet yakın bir noktada konumluyuz. Karataş, özellikle son birkaç yıldır, hafta sonlarında on binlerce ziyaretçi ağırlamaya başladı. Alsancak mertebesinde bir yoğunluktan bahsetmiyoruz ama merkezin kıyısında olmak, kitleleri çekebilmek adına pek çok avantaj sunuyor. Bu kitleler semtinize akmaya başladıkça, mahallelinin de etkinlik düzenleyebileceği ya da izleyebileceği bir mekâna dönüşüyorsunuz. Bu durum, kültür-sanat etkinliklerini halkla temasa geçiriyor, buluşturuyor.
PLA+FORUM
kadar verimli kullanıyorsunuz ve tüketici alışkanlıklarına ne ölçüde vakıfsınız?
31 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Geride bıraktığımız yıllar içerisinde, İKPG olarak düzenlediğimiz iletişim toplantılarında sunum yapan bileşenlerimiz, kültür-sanat aktivitelerinin tasarımıyla uygulamasına, duyuru yöntemlerine, seyirci geliştirmeye ve merkezde toplanan kültür mekânlarının şehrin geri kalanına hizmet sunamayışına ilişkin çeşitli hususlara değinmişti. Bu hususları bir dağarcıkta toplamak ve küratörlerden, etkinlik tasarımcılarından görüş almak adına, “Pla+forum” serimizin üçüncüsünü “etkinlik tasarımı” başlığı altında düzenlemeye karar verdik. Açıkçası, önceki buluşmalarda ve forumlarda üzerinde etraflıca konuştuğumuz yerel yönetimlerle yaşanan iletişim aksaklıklarını, mekânların birbiriyle içerik paslaşmasına dair model önerilerini kapsam dışında bıraktık ki tekrara düşmeyelim.
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
32
Hayatlarında hiç caz dinlememiş insanlar, sokakta düzenlediğimiz konseri balkonlardan dinledi ve üşenmeyip memnuniyetlerini bildirdi. Bu, bir mekân işletmecisi olarak benim için çok değerli bir deneyimdi.” Merkezleşme meselesi açılmışken, ortam ısınmışken, çalışmalarına mart ayı sonunda başladığımız ve aralık ayı başında baskıya verdiğimiz “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017”ye dair verileri katılımcılarla paylaştık ve bu verileri yorumlamalarını rica ettik.*
rilen yanlış ruhsatlardan dolayı çoğu İzmirli ayağını bu sokaklardan çekti. Dolayısıyla ne oldu? İnsanlar sahile, çimlere çekildi ve kitlesel etkinlikler sokaklardan çıkıp aynı meydanlara mahkûm oldu. Diğer bir arıza, meydanlarda düzenlenen konserlerin saati… Konserleri saat 21:00’de başlatırsanız, herkesi Gündoğdu Meydanı’na toplarsanız, sokak esnafına imkân tanımıyorsunuz demektir. Yüz bin kişi geliyor, oradan eve dağılıyor. Esnaf bu hareketlenmeden hakkıyla pay alamıyor. Onlarca sokakta kıt kanaat imkânlarla irili ufaklı etkinlikler düzenlemeye çalışan mekânları da baltalamış oluyorsunuz. Bunları yoluna koymanın zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum.”
“Kabul edelim ki iki cazibe merkezi var: Alsancak ve Konak. Bu iki semtin cazibe merkezi haline gelmesine yol açan ana ne“İnsanlar etkinliğin öncesini ve sonrasını beraberce deneyimden, Kordon adını verdiğimiz, yüzlerce yıldır şehrin kültür ve lemekten hoşlanıyor. Aynı mahâlde olup beraber davranabileeğlence hayatına ev sahipliği yapmış sahil hattı. Dışarıdan cek mekânlara şöyle bir görev düşüyor: Konsere gelen yandaki gelen herkes, şehrin atmosferini solumak için önce Kordon’a, kitabevine uğrasın, aynı sokakta yemeğini yesin, başka bir sonra Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne uğrar. Etkinlik mekânlarının yerde önden içkisini alsın. Mekânlar arasında küçük dayanışsahil hattına komşu bölgelerde toplaşmış olmasını buna bağmalar kurmak, aynı sokaktaki her işletmeye yarayacaktır diye lamak lâzım çünkü yüz binlerce insan günü burada geçiriyor. düşünüyorum.” Hava ne kadar sıcak veya soğuk olursa olsun, çimlerden insan eksik olmuyor. Konak ve Büyükşehir Belediyesi de bu alışkan- BİRBİRİMİZİN SERGİSİNİ, KONSERİNİ, lığı pekiştirecek şekilde kitlesel etkinlikleri için o alanı tercih ATÖLYESİNİ GEZMEKTEN ÖTEYE GEÇİP, ediyor. Meselâ Gündoğdu Meydanı’na Şebnem Ferah’ı veya SOKAĞA NE KADAR BAKIYORUZ? Duman’ı getirdiğiniz zaman, tek hamlede yarım milyona yakın “Darağaç projesi, etkinliğin yerelde yaşayanlarla nasıl doğrubir kitleyi alana çekebiliyorsunuz. Üstelik bu kitlenin tamamı dan temasa geçebileceğine dair en başarılı örneklerden birini şehrin göbeğinde yaşamıyor; dört bir yandan ve yönden çıteşkil ediyor: Umurbey Mahallesi’nde sergilerden ve yerleştirkıp oraya birikiyor. Belediyeler, merkezi vitrin gibi kullanıyor; melerden oluşan proje, bir yandan kamusal alanı en sağlıklı bunu yadsıyamayız. O yüzden o konserler için kimse Buca'yı, şekilde kullanırken diğer yandan mahalleyle etkileşim içerisine Küçükyalı'yı veya İnciraltı’nı tercih etmiyor.” girerek oto tamirhanelerini, fırınları, bakkalları sergileme ala“Alsancak, İzmir’e dışarıdan gelenlerin ilk uğradığı noktaysa ve nına eviriyor. Sergide yer alan sanatçıların büyük çoğunluğubu şehrin vitriniyse başka bir derde dikkat çekmek istiyorum. nun bölgede atölyesi var. Sadece küratörün değil, sanatçılarla Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ni kesen, şehrin gece hayatını yöneten mahalle halkının beraberce inisiyatif kullandığı bir modelden üç sokak var: Muzaffer İzgü, Gazi Kadınlar ve Can Yücel. Fakat bahsediyoruz. Yıkılan Alsancak Stadı’nın arkasına konumlanuygulanan yanlış yönetim kararlarından, yanlış insanlara ve- mış, Halkapınar’a doğru uzanan, şehrin hafızasında derin izler
PLA+FORUM
“Hedef alanda yaşayanların sosyal dokusunu, alışkanlıklarını, hassasiyetlerini gözetmek hususuna sonuna kadar katılıyorum. Karaköy’de çıkan olayları biliyorsunuz. Mahalleli bir gün önceden hazırladığı dondurulmuş portakallarla galerilere saldırıp ziyaretçileri tehdit etmişti. O bölgeye yerleşip bin bir emekle, hayalle galeri, art space açan birçok arkadaşımız da çıkan olaylar sırasında hem fiziksel hem ruhsal olarak zarar görmüştü. O sırada Kıbrıs’ta hocalık yapıyordum; dünyanın farklı yerlerinden gelen uluslararası bir grupla danışmanlık yapmak üzere Karaköy’e gittik. Hepimizin kafasında şu soru vardı: ‘Sanat, yerleşmeye çalıştığı bölgeye ne vaat ediyor ve o bölgeyle nasıl iletişim kuruyor?’ Bu gibi tepkilerin ve direnç mekanizmalarının nasıl ve neden ortaya çıktığını anlamak istiyorduk. Az önceki soruyu dönüştürüp sorayım: İzmir'de mekânların nerelerde toplaştığına bakmaktan öte, sanatı bu şehirde hangi saiklere dayanarak yapıyoruz? Bunu etraflıca tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Deneyimler de bizi bu soruya cevap aramaya çağırıyor. Karaköy’deki örneklere bakalım; kültür-sanat girişimcileri, bölgede yerleşik kültürel yapıya aykırı düşeceği belli olan yapıları implant etmeye kalkıştı ve meseleye hep kendi felsefeleri üzerinden yaklaştı. Halk da buna tepki gösterdi. Elbette altta, dipten derinden ilerleyen ve iktidar tarafından inşa edilmiş, siyasi bir zemin vardı. Gittik mahalleliyle konuştuk ve gördük ki kendimize dışarıdan bakamıyoruz. Çünkü biz her yerde olmaya alışkınız; bir bölgeye kümelenip sergiyi konuşmayı, analiz etmeyi kendimize hak görüyoruz. Acaba on yıllardır galerinin karşısındaki evde oturan Ayşe Teyze, mutfağının penceresinden baktığında ne görüyor? En sonunda şöyle bir model çıktı ortaya: Galeriler, hafta sonlarında bölgedeki çocuklara ve gençlere yönelik tasarım, sanat atölyeleri dü-
zenlemeye başladı. Bir bölgeyle sağlıklı iletişim kurabilmenin anahtar kitlesidir çocuklar; Kent Tasarım Atölyesi olarak, Karabağlar’da ben de aynı yöntemi uyguluyorum. Kent Tasarım Atölyesi’ni, aslında üniversitelerle belediyeler arasında diyalog oluşturmak amacıyla kurmama rağmen yaz okulları, kış okulları, etkinlikler derken, hep çocuklar üzerinden ilerliyorum. Çünkü çocuk, akşam eve gittiğinde o gün orada ne yaşadığını aile bireylerine eksiksiz ve tarafsız olarak aktarıyor. Algıladığı kadarıyla sanatı tarif ediyor, tasarımın ne işe yaradığını anlatıyor. İzmir’de çok sıkı atölyeler düzenleniyor. İsimlerini hiç duymadığınız, sadece gecekondu bölgelerine yönelik çalışan, çok değerli insanların özverisiyle ayakta duran, bölgeye muazzam katkılar yapan bir sürü atölye, girişim, oluşum, kolektif var. Bunlar kendi başlarına, kendi belirledikleri yöntemler üzerinden ilerliyor ve yerel yönetimlerle doğrudan bağ kurmuyorlar veya kuramamışlar. Temele dair herhangi bir olguyu başından alıp sonuna dek konuşmuyoruz. Bir de çok açık yüreklilikle şunu söyleyeceğim: Ben sanat sergilerini küratörlerin düzenlemesinden ve kültürel faaliyetleri de etkinlik tasarımcılarının üstlenmesinden yanayım. Peki, İzmir’de kaç küratör ve etkinlik tasarımcısı var? Niye daha fazlası çıkmıyor? Çünkü çok azı sergilenecek sanatı, tasarımı; icra edilecek performansı mekânı veya alanı göz önünde bulundurarak tasarlıyor. Açık söyleyelim ve kabul edelim ki çoğu yerel yönetim, yerelde faaliyet gösteren ve bu işlere kafa yoran sanatçılarla, küratörlerle veya etkinlik tasarımcılarıyla bağ kurabileceği iletişim mekanizmalarından yoksun. İzmir’in en büyük nüfusuna sahip ikinci ilçesi olan Karabağlar’dan bakarak bunu çok net görüyorum çünkü o belediyede müdürüm. Hem bürokrasinin içerisindeyim hem tasarım alanında çalışan bir akademisyenim. Karabağlar’da on iki farklı toplum var; nüfusun % 85’i Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu’dan İzmir’e göçmüş insanlardan oluşuyor. Siz sadece kendi varsayımlarınız üzerinden ilerlerseniz, sanatınızı ve etkinliklerinizi bu insanlara nasıl götüreceksiniz ya da neden götürmek istiyorsunuz? Bu sorulara cevap arıyor musunuz? Arıyorsanız ayağı yere basan cevaplar verebiliyor musunuz? Şahsen elimdeki imkânlarla kamusal alanda sanata olabildiğince alan açmaya çalışıyorum ama belediye bürokrasisiyle sanatçı arasındaki kopukluk yüzünden bunu pek başaramıyorum. Burada ilçe belediyelerindeki insan kaynağının sanata ne kadar yakın olduğuna bakmak lâzım; tüm Türkiye için bu genellemeyi yapabiliriz ki bize yakın zihniyetteki bürokratlar, genellikle merkez ilçelerde veya büyükşehir belediyelerinde toplanmış. Bizim gibi bürokratlarsa daha geri planda kalmış ilçe belediyelerde engelleri yıkmak adına sürekli savaş veriyor. Kent Tasarım Atölyesi’ni ‘İyi Tasarım İzmir_1’in başladığı gün kurdum. En büyük destekçim İzmir Akdeniz Akademisi ve TAK Kadıköy. On iki yıllık bir deneyime sahip TAK Kadıköy geldi, felsefesini anlattı ve Karabağlar’ı adım adım gezdi. Ardından oturup bir gelecek vizyonu çizdik. Sanırım İzmir’e önce kentli olma bilincini yerleştirmemiz gerekiyor. İzmirli olarak en temel problemimiz şu: Kenti tam olarak algılayamıyoruz ve bir kaç merkezden, meydandan ibaret sanıyoruz. Bir örnek daha vereyim: Tate Modern’in neden Kuzey Londra’da kurulduğuna ve galerilerin neden o bölgede toplaştığına bir bakın. Meselâ galeri Türk ve Laz mahallelerine komşudur; sanat ve
33 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
bırakmış, zamanında DEÜ GSF’ye ev sahipliği yapmış, kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilmiş, metruk fabrikaların ve gecekonduların bulunduğu bir bölgeden bahsediyoruz. İşiniz yoksa Umurbey’e uğramazsınız, gece kimse oraya girmez. Görüyorsunuz ki kimileri sürekli sorunlardan bahsederken birileri o sorunların nasıl aşılabileceğine dair model geliştiriyor. Darağaç ekibinin düzenlediği iki sergiyi mahallelilerle güncel sanatçılar beraberce gezdi. Böylece, bölgeye yüzlerce ziyaretçi taşıdılar. İşte size merkezleşmeyi kırabilecek ideal formül; kenarda duran bir ilçede, semtte, alanda küçük bir çerçeve yaratıp, yerel dinamiklerle el ele verip büyük bir etkinlik düzenlemek yerine alana yayılan bir format. İzmirliler olarak sürekli inanılmaz büyüklükte festivaller hayal ediyoruz ama İstanbul özentisi bu 'festivalizm'den hızla vazgeçmek gerekiyor. Etkinliğinizi o alanda yaşayanlarla, vakit geçirenlerle, çalışanlarla beraber tasarlayıp uygulamanız en sağlıklısı. Beraberinde istikrarı da getirecek bu model için ısrar etmek lâzım çünkü herhangi bir etkinliğin geri bildirimini onu en az birkaç sefer, aynı noktada tekrar ettiğinizde alabiliyorsunuz. İzleyici kitlesi de böyle oluşuyor. Etkinliğe çekmeyi hedeflediğiniz kitlelerin sahip olduğu zevkleri, oraya nasıl ulaşacağını, sorgularını, yaşam tarzını gözetmek zorundasınız. Sizin yaşam tarzınıza çok uygun görünen bir etkinliği varsayımlar üzerinden farklı bir sosyal dokunun içerisine yerleştirdiğinizde iş ters tepebiliyor. Hedefine zaten ulaşmıyor. Ne etkileşim ne izleyici oluşuyor. Oralara gidip iş çıkarmayı planlıyorsanız yereli yadsıyarak davranamazsınız.”
PLA+FORUM İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
34
kültür her zaman yerelin dinamiklerinden, o bölgede yerleşik alt rine çalışmaya karar verip bizim kulübe kayıt olmuş. Sokakta düzenlenen her etkinlik mutlaka birilerine nüfuz ediyor, sen de kültürlerden beslenir. Ben burjuvanın ya da aristokrasinin bir sanat akımı üretebileceğine inanmıyorum. Üretemedi de şim- onlarla etkileşime geçiyorsun. Birbirimizin sergisini, konserini, atölyesini gezmekten öteye geçip, sokağa ne kadar bakıyoruz? diye kadar. İster Rönenans’a, ister başka bir akıma bakın; öyle bir örnek bulamazsınız. O yüzden İzmir'i bütüncül olarak algı- Bakınca ne anlıyoruz?” lamamız gerekiyor. On iki bin yıllık geçmişin üstünde oturan bir “Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzmir Tarih Tasarım Atölyesi kentten bahsediyoruz. Bununla beraber, o geçmişi tarumar ede- olarak, çeşitli etkinlikler yapıyoruz. Buradaki görevimden arta cek şekilde, modernleşmek adına bitmek bilmeyen bir dönüşüm kalan zamanlarda, farklı kesimlerden aktörleri bir araya getiharekâtının peşine düşmüş durumdayız. Soruyorum, bir şeylere ren etkinlikler düzenliyorum; evlerde 'jam session'lar düzenlidönüşüyoruz ama neye dönüşüyoruz? Şık binalar, şık meydan- yorum. Bu etkinlikler vasıtasıyla çevremdeki insanları birbiriylar, şık etkinlikler... Amaç ne, onu tartışmamız gerekiyor.” le tanıştırmayı ve ortak üretimlere alan açmayı amaçlıyorum. ‘Pilot Kent İzmir’ programı kapsamında ortaya çıkan KÜLTÜR“Düzenlediğiniz etkinlik çok parlak olabilir ama oraya kitleleri nasıl çekeceğinize dair parlak fikirler de üretmeniz gerekir. LAB ağı, yıl boyunca kamu kurumlarından ve yerel yönetimlerden kültür yöneticilerini bir araya getirdi. Bu organizasyon, Dünyada hip hop aldı başını gidiyor; bu altkültür, yıllardır çok eleştirel bir dille ‘aşağıdan yukarıya’ kroşe patlatıp duruyor. İz- herhâlde İzmir adına bir ilkti. Kültüre yönelik çalışan özel sekmirli hip hop sanatçısı Gazapizm’in milyonlarca takipçisi var. tör kurumlarından ve bağımsız yapılardan temsilciler de ağın bir parçasıydı. Kaynaşmaların ve karşılıklı kurumsal ziyaretleEtkinlik tasarımcıları, bence ezberledikleri formatlardan ve rin ardından, kendi adıma küçük ama kıymetli bir fırsat yakalakonfor alanlarından çıkıp kodları kıracak türden tasarımlara dım: Şehrin kültür-sanat hayatına müthiş katkı sunduğuna kagitmeli. Gültepe’deki hip hopçu bir arkadaşla sergi yapmayı naat getirdiğim İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür-Sanat Daire niye kimse düşünemiyor?” Başkanı ile tanışma şansına eriştim. İBB, her yaz şehrin farklı “Sıfıra yakın bütçeyle sürdürülebilir, büyük etkiler yarata- noktalarında açık hava sineması kuruyor. Bu etkinliği ilçelere bilecek nice iş yapmak mümkün. 2015 yılında Dokuz Eylül de taşımaya başladı ama dikkat ettim ki kültür-sanat hayatının Üniversitesi’nin Fantastik Bilim Kurgu Kulübü’nün başkanıy- kalbi olarak nitelendirilen Konak, listede yok. Benim çalıştığım dım. Bir sosyal sorumluluk projesi yapmaya karar verdik ve Kadifekale-Agora-Basmane aksında neredeyse hiç etkinlik düatölyeleri, sanat galerilerini gezdirmek yerine perde tutup, ço- zenlenmiyor. Hayatında bir konsere gitmeyi, film izlemeyi dücuklara anime izlettik. Başlarda dublajları bizzat üstlendiğimiz şünmemiş binlerce insanın yaşadığı bir bölge burası. Trajikobu etkinliği düzenli olarak tekrar etmeye başladık. Önce çok mik bir şekilde, bu bölgede yaşayan insanlar, Konak nüfusunun acayip karşılandı ama o kadar büyük ilgi gördü ki şaşkınlıkla %80’ini oluşturuyor. Ben de daire başkanına sorayım dedim: karşıladık. Seriyi daha soyut bir dil benimseyen Miyazaki izlet- ‘Açık hava sineması gösterimlerinin bir kısmını bizim bölgemize meye kadar götürdük ki çocuklar bu gösterimleri de gayet ko- taşıyabilir misiniz?’ Tarih Tasarım Atölyesi’nin yakınına perde lay algıladı. Toplam yirmi dört gösterim yaptık; sinema perde- kuruldu; ilk gösterime çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere miz yoktu, evden getirdik. Ayşe Teyze de geldi, İbrahim Amca elliye yakın izleyici geldi. Mahalledeki her kapıyı çalıp, insanda oradaydı. Çay demlediler, oturduk filmleri beraber izledik. ları bizzat gösterime davet ettim. Beraber film izleyip, çiğdem O çocuklardan biri halen güzel sanatlarda okuyor. Anime üze- çitledik. Bunu deneyimlemek benim için çok önemliydi çünkü
PLA+FORUM
35 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
o insanları her gün işe giderken, gıda veya yakacak peşinde var? Atölye formatının pek çok kapıyı açabilecek altın anahtar koşarken görüyorum. Neredeyse hepsiyle iletişim halindeyim olduğuna inanıyorum. İğneyi batırma kısmına gelince, ellerinama kendi adıma onca etkinlik düzenlerken, onlar için bir şey de bu kadar kültür merkezi, çok amaçlı salon olmasına rağmen organize edemiyorum. Üç yıla yakın bir zamandır bölgede ilçe belediyelerinin çoğunda İzmirli kültür-sanat aktörlerinin çalışıyorum; ilk defa bu kadar çok insanı açık alanda, bir ara- kapasitesine, üretimlerine dair müthiş bir meraksızlık var. Bu da üç saat otururken gördüm… Bu sabah yine atölyedeydim; meraksızlık, konunun çözümüne ilişkin bir politika oluşturmaçocuklarla beraber sokaktaki telleri dokuduğumuz bir atölye larını da engelliyor. Kültür-sanat üretenlerin büyük çoğunluğu yapıyoruz. Resim öğretmenleriyle gelmişler, sohbet ederken Konak’ta, Karşıyaka’da, Bornova’da, Alaçatı’da, Urla’da aynı sordum: ‘Resim yapmayı seviyor musunuz?’; ‘Seviyoruz ama mekânlarda aynı kitlelere iş sunmaktan bıkmış durumda. İnbeceremiyoruz’ diye cevapladılar. Dedim ki ‘çizdiklerinizi be- sanlar Dedebaşı’nda, Eşrefpaşa’da, Altındağ’da, Örnekköy'de, ğenmeseniz de lütfen resim yapmaya devam edin.’ İzmir Tarih Sarnıç’ta bir şeyler yapmak istiyor artık… Bu talebi karşılayacak Tasarım Atölyesi olarak, düzenlediğimiz atölyelere neden ye- mekanizmaları nasıl kurabiliriz? Hakkıyla kullanılmayan salonterince katılımcı çekemediğimize, etkinlikleri neden hakkıyla lara, tanımında olmasına rağmen hiç sergi açmamış ve film duyuramadığımıza kafa yorduk ve şöyle bir işe kalkıştık: İz- göstermemiş çok amaçlı kültür merkezlerine nasıl sızabiliriz?” mir’deki STK’ları, öğrenci kulüplerini, üniversitelerin ilgili bölümlerini tek tek listeledik ve tamamıyla iletişime geçmek üzere “Evet, bu bir süreç gerektiriyor ama gidişat, oraya doğru evriliyor gibi geliyor bana. Bunun yanına o bölgelerdeki atölyelerle, bir iş planı çıkardık. Bence uğraşlarımızı sürdürülebilir kılmak istiyorsak ve bunu başarmak için desteğe ihtiyacımız varsa ço- marangozhanelerle, matbaalarla, demircilerle veya tekstilcilerle ortaklaşa çalışmamızı sağlayabilecek girişimleri de koyacuklar, üniversiteliler ve sivil toplum doğru adres.” bilir miyiz? Geçen gün Kentimiz İzmir Derneği’ndeydik; sohbet ÇOK AMAÇLI KÜLTÜR SALONLARINA sırasında bazı zanaatkârların çırak aradığından bahsettiler. VE ATIL KÜLTÜR MERKEZLERİNE SIZMAK Atölye kiralayamadığı için üretim yapamayan genç sanatçılarla zanaatkârlar mekânı ortaklaşa kullanabilir. Hâtta bu girişim, “İzmirli sanatçıların, küratörlerin ve etkinlik tasarımcıların kaçı kendi mahallesindeki kültür merkezini ziyaret edip, yıllık etkin- ekonomiye dokunan bir model de üretebilir.” lik programını incelemiştir? Tespit yapmaya, bu soruyu sorarak KÜRATÖR KİM, ETKİNLİK TASARIMCISI KİM? ve çuvaldızı kendimize batırarak başlayalım. Dolayısıyla, her ne kadar eleştirisinde haklı olsa da sanatçıların, küratörlerin “Küratörün görevini bir örnek üzerinden tanımlamak istiyorum: Bir sanatçı grubu olduğunuzu varsayalım. Karma sergi düzenve etkinlik tasarımcıların önce kendi semtindeki, ilçesindeki lemeye karar vermişsiniz ve kendi içinizde görev bölümü yapkültür merkezini tanıması lâzım ki o mahalleyle sağlıklı temas kurabilsinler. İkinci adım olarak, diğer semtlerdeki kültür mer- mışsınız. Küratör, ekipte yer alan sanatçıların işleri üzerinden kezleriyle ve salonlarla temasa geçmeliler. Beklentiler neler, serginin vurgusunu, alanla kurduğu ilişkiyi tanımlar; kavramsal bütünlüğe bakar ve organizasyonu, alanın yerelle ilişkisini bölge halkı o mekânı nasıl kullanıyor? Ne tür projelere ihtiyaç
PLA+FORUM
eğlenmekten bıkıp başka arayışlara giriyor veya külliyen eve çekiliyor. Etkinlik tasarımcıları ve organizatörler, bir yandan küratör gibi düşünüp yerel dinamikleri ve beklentileri okurken diğer yandan mekânın dinamiklerine bakmak zorunda. Ekipsizlik de işi baltalıyor; bu işler kendi çevrenden bir iki arkadaşla kotarılacak işler değil. Sonuçta sürece ait her türlü aksaklığın ceremesini sanatçı çekiyor. Bir yandan işi üretmeye çalışıyor, diğer yandan etkinliği duyurmaya ve organizasyonun açıklarını kapatmaya uğraşıyor. Üstüne gerçeklerden uzak maddi beklentiler eklenince, her şey yarım yamalak gerçekleşiyor. İşte bu kertede, zurnanın zırt dediği yere geliyoruz: İzmir’de kültür yöneticisi yok.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
36
kurarak organize eder. Bazen de alan çalışmasını yaptıktan sonra orada ne tür bir serginin yapılabileceğini tayin eden kişidir. İzmir’de bu görev tanımları iç içe geçmiş durumda; bu iç içelik, kuramsal kısımla organizasyonel angaryayı bileşik kılıyor ve işler bir türlü derinleşmiyor. Sanatçı yalan yanlış imlâ bilgisiyle metinler kaleme alıyor; o metinleri seçtiği küratöre dahi danışmadan Facebook’ta etkinlik açmak için kullanıyor. Duyuru için X kişisiyle konuşuyor, ortada o sergiye en doğru kitleyi çekecek bir medya planı yok. Küratör ise o esnada marangozla veya kültür merkezinin teknik sorumlusuyla didişiyor. Oysa bu değerli enerjinin nereye harcanacağına dair bir uzmanlaşma kültürü, iş bölümü becerisi yaratmak şart. Küratörün etkinlik organizatörü rolüne soyunduğu, etkinlik organizatörünün kavramsal işlerle uğraştığı yerden doğru iş çıkmaz.”
“Etkinlik tasarımı alanında uzmanlaşmayı seçmiş bir İzmirliyim. Örnek vaka olarak gösterebileceğim bir sergi düzenledik: ‘Amfibiyen’. Ortağı olduğum LOKALL Kent Rehberi olarak bu etkinliği tasarlarken, elimizdeki verilerden yola çıktık. Mekân olarak, Kemeraltı’nın tarihi avlularından birini, Abacıoğlu Han’ı seçtik ki bu mekânın alışılageldik bir uğrak noktası olduğunu iddia edemeyiz. Han, uzun süredir orada iş yapan esnafların yanı sıra TARKEM ofisini barındırıyor. Öncelikle esnafla iletişime geçip onlardan onay ve fikir aldık. İki küratör olarak tasarladığımız serginin prodüksiyonunu LOKALL Kent Rehberi ekibi üstlendi. Kavramı, kapsamı, sanatçıları önceden belirlemiştik; yani tasarım daha masada hazırdı. Sanatçıların alacağı kaşeler de belliydi; mekânlardan buna yönelik destek ararken bir sponsorluk bulduk ve handaki işletmelerle anlaşıp içki satışından elde edilecek geliri talep ettik. Baştan satış yapamamaktan korktular ama işin sonunda baktılar ki yaptıkları satış, bizimkini katlamış. Hiç görmedikleri bir yoğunluğa maruz kaldılar ve eminiz ki geceyi orada geçiren pek çok kişi, sonraki günlerde hana tekrar uğrayacak. Hiçbir ücret ödemeden, üstüne deli gibi ciro yapıp adlarını duyurdular. İki yüz katılımcı hedeflemiştik, üç yüzü gördük. Daha önce güncel sanat çevresinde rastlamadığımız insanlarla karşılaştık, herkes kalabalıktan afallamış vaziyetteydi ve bu afallama sona erer ermez, ziyaretçiler birbiriyle diyaloğa girdi; eserin önünde eseri tartışmaya, masalarda birbirine iş ve proje önermeye başladı. Projelendirme dediğin bence tüm etkenleri hesap ederek işi masada bitirmektir. Gerisi sahaya, sizin iletişim becerinize ve esnekliğinize kalır.”
“Ben küratör değilim; işletmeciyim. Etkinlik tasarımcısı istihdam “Etkinlik tasarımcısı da tek tip değil; sosyal sorumluluk üzerin- etme olanağım da yok. Mekânım var; buyurun gelin etkinliğiniden ilerleyen etkinlikler, bütçesiz etkinlikler, yerel yönetimlerle zi yapın. Kitle toplayabilirseniz ne mutlu size; olmuyorsa da olberaber kotarılması gereken etkinlikler, altkültür gruplarına muyordur. Biraz doğal seleksiyon… Böyle bakınca herkes kendiyönelik etkinlikler, çocuklara yönelik etkinlikler, karma kitle- ni daha rahat ve özgür hissediyor. Bizimkisi de başka bir model.” lere yönelik etkinlikler derken, etkinlik tasarımcısının da para Bu noktada foruma ara verdik ve ikinci oturumda neyi, nakazanmak adına her alanda at koşturmaya kalkışmaması sıl, ne kadar duyurabiliyoruz meselesine odaklandık. gerekiyor. Aksi halde, sanatçıların gittikçe istikrarsız işler çıkarmaya başlayan bir etkinlik tasarımcısına güveni azalıyor. NEYİ, NASIL, NE KADAR DUYURABİLİYORUZ? İşletmecilerse etkinlik tasarımcılarının ve organizatörlerin “Her mekânın bir karakteri var ve bu karakteri ulaşmak istediği mekânın dinamiklerini doğru okuyamadığından şikâyet edihedef kitleye göre biçimlendiriyor. O halde, mekânın bu karakyor. Dolayısıyla risk almaktan kaçınıp ezberledikleri bayat teri yansıtan bir iletişim dili benimsemesi gerekiyor. Tüm etkinpolitikalara ve içeriklere yaslanmayı yeğliyorlar. İş sonunda likleri için kullandığı bir şablon olmalı; dil ve tasarım, tutarlılığı ‘kaç kişi getirirsin, kaç bira satarım, biletten ne kadar alacakdesteklemeli. Etkinlik yapacak sanatçılardan ulaşan metinler sın’ sorusuna kısılıp kalıyor. Ne oluyor? İzleyici aynı şeylerle de bu dile uyarlanmalı. Yani mekân etkinliği anlatma iddiasına
“Katılımcının o etkinlikten ne bekleyeceği, ne alabileceği net ifa- “Nitelikli kültür eleştirmeni kalmadı. Övgüde veya yergide bir de edilmeli. Ayrıca, sanatçının, atölyeyi düzenleyen kişinin öz- standart yok. Ortada eleştirmenliğe dair bilgi birikimi de olmadığı için yazarların çoğu, günlük kaleme alır gibi yazıyor. geçmişine yer verilmeli. Katılacağız ama düzenleyen, yer alan Eğlenmiş olmayı eleştirel bir kriter olarak belirliyor. ‘Eğlendim, ismi tanımıyoruz. Nasıl ikna olacağız? Gerçi, kimse bu bilgilerin çoğunu sonuna kadar okumuyor. O yüzden, kültür-sanat etkin- haz aldım, çok keyifliydi, koptuk’... Teknik, biçim, içerik üzerine liği düzenleyen mekânlar, sadece Facebook’ta etkinlik açmakla, tek laf yok ortada.” Instagram’da fotoğraf paylaşmakla yetinmeyip bir blog açma“Aslında birbirimize hizmet edecek bir yöntem üretebiliriz: Sen izlı diye düşünüyorum. Artık herkes biliyor ki o takipçi sayıları lediğin konseri yazsan, ben izlediğim tiyatroyu yazsam, bu bile kolayca şişirilebiliyor. Duyuru için bütçe ayırmanız lazım. Bu işe yarar. Belki klasik eleştirmen diline yaklaşamayız ama en bütçeyi beher etkinlikten elde edeceğiniz net kârın %2’sini bir azından magazin yazarından daha nitelikli içerik çıkartırız; o kekenara koyarak elde edebilirsiniz. Biz Açık Stüdyo olarak küçük sin. Oturup ayda bir yazı çıkarmaya zaman ayırsak, en azından bütçelerle tanıtım adına ne yaptıysak, sosyal medya üzerinden damarlardaki kanı pompalamak açısından faydası olur mu?” yaptık. İlk senemiz fonsuz, kaynaksız geçti ama mekâna çeke“Bazen bir eleştirim oluyor ama çekiniyorum yapmaya çünkü bildiğimiz kadarı, çok kıymetliydi bizim için.” ‘ben kimim ki eleştireyim’ diyorum. Demeye çalıştığım, bir eleş“Ne mutlu ki beş yıl öncesinden farklı olarak benzer alanda tirim var ama o konuda yeterli bilgiye sahip olmadığım için etkinlik üreten, birbiriyle dayanışma niyeti taşıyan, bunun paylaşmamayı tercih ediyorum. Öncelikle eleştirinin ne olduyollarını arayan bağımsız mekânlar ortaya çıktı. Hâtta ğunu bilmiyoruz. İnsanlar zannediyor ki eleştiri hep negatif KÜLTÜRLAB oluşumu, kamu kurumlarına ve yerel yönetimlere olur, yıkıcı bir söyleme dayanır. Oysa neyin nasıl işlenebileceait mekânların idarecilerini buluşturmaya başladı ki tüm bu ğine dair somut öneriler de getirir eleştiri.” çabalar, bir olasılığı işaret ediyor: Mekânlar duyuruda, içerikte paslaşabilir ve ortaklaşabilir. Kitlelerini birbiri içerisine “Eleştiri yazamıyorsan izlenim yazabilirsin.” geçirebilir. Bir mekândan mutlu ayrılan katılımcı, dinleyici, “İzleyiciyi eleştirmen pozisyonuna koyabiliriz. Neticede her etizleyici o mekânın dayanıştığı diğer mekânı merak edecektir. kinlik sosyal bir alanda gerçekleşiyor. Öncesinde oradayız ama Etkinliklerin de birbiriyle etkileşebileceğini düşünüyorum. oyun, performans biter bitmez dağılıyoruz. İzleyiciden eleştiri, Kompartman tipi, bir mekânda başlayıp öbürlerinde devam bilgi, fikir alabilecekken bu imkândan yeterince faydalanmıyoeden etkinlikler, kitleyi birden fazla noktayı ziyaret etmeye ruz. Bunu kırmak için oyun bittikten sonra sahneden inmemeçağıracaktır. Etkinliklerin tek elden duyurulabileceği bir havuz ye karar verdik. İzleyiciyle doğrudan sohbete başlıyoruz, kaholuşturmak da katkı sağlayabilir.” vemizi çayımızı orada beraberce içiyoruz.” “Daha önce, büyük sahnelerde oynadığımız dönemlerde, afişlemeye ağırlık veriyorduk ama afişler bir gün yerinde kalıyor, * “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları-2017” haritalama ertesi gün sökülüp atılıyor. Çoğumuz, sosyal medyadan geri çalışmasına ait detaylı verileri ve değerlendirme raporunu ilgili bildirim alma, veri toplayıp analiz etme konusunda yetersiziz. sayfalarda bulabilirsiniz. Dolayısıyla reklâma çıksak bile geri dönüş etkisini nasıl ölçeceğimizi bilemiyoruz. Belki birkaç mekân ortaklaşıp bu konuda danışmanlık alabiliriz.” “Basında görünürlük kısmına da eğilmek lâzım. İzmir'deki yerel basını takip eden kitle, hâlâ küçümsenemeyecek kadar büyük. İlân girmek de işe yarıyor. Bilmem kaç adet afiş basmaya harcayacağınız parayı ilan girmek üzere biriktirebilirsiniz.” “Biz de önemsediğimiz etkinlikleri öne çıkarmak için yerel basını kullanıyoruz ve az da olsa geri dönüş alıyoruz. Sosyal medyadan aldığımız geri dönüşe denk sayılır. LOKALL Kent Rehberi’ne verdiğimiz ilân da beklentimizin ötesinde sonuç verdi. Hayat dijitalleştikçe her teşebbüsü oraya taşımaya çalışıyoruz ama duyuru bombardımanından bıkanlar matbu duyuru araçlarını tercih edebiliyor. Özellikle bizim kitlelerin takip ettiği internet gazetelerinden de faydalanmanızı öneririm.” NİTELİKLİ ELEŞTİRİNİN DUYURUYA KATKISI “2013 yılından bir örnek vereceğim: İstanbul’a gidecek oyunumuz için, on iki gazeteye mail attık, dokuz kültür-sanat editörü veya muhabiri geri döndü. Bunlardan dördü gelip oyunu izledi,
PLA+FORUM
ikisi haber yaptı. İzmir’den gelen yoktu. Şimdi durumların değişmeye başladığını gözlemliyorum.”
37 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
kapılarak metni kendi kaleme almamalı. Bu hataya sıkça düşülüyor ve genellikle metin, etkinliğin ne olduğunu anlatamıyor.”
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
38
PLA+FORUM
BİLEŞENLER
Az Bilinen Antik Kentler Turu
azbilinenantikkentlerturu.org
BİLEŞENLER
Turu, 2012 yılından beri aksatmadan düzenliyoruz; bu yıl altıncısını gerçekleştirdik. Dört gün boyunca İzmir ve çevresindeki antik kentleri bisikletle turluyor, yükümüzü sırtlanıp çadırlarda konaklıyoruz. Turun temel amacı, İzmir ve çevresinin antik dönemlerden bu yana pek çok medeniyete ev sahipliği yaptığını, bu medeniyetlerin felsefe, sanat, bilim ve kültür alanında öncü roller üstlendiğini katılımcılarımıza hatırlatmak.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
40
Hatırlama ve hatırlatma meselesini önemsiyoruz çünkü insanoğlu, doğayla mücadelesinden edindiği bedensel pratikleri, becerileri ve deneyimleri nesilden nesile aktara aktara bugünlere varmış. Her zorluğu aşacak bir çözüm yolunu mutlaka bulmuş. Buradan bakınca, bisikletin şehirde maruz kaldığımız çoğu zorluğu aşmaya yarayacak bir araç olduğuna, bilgiyi ve deneyimi sonraki nesillere bisiklet üzerinden aktarabileceğimize inanıyoruz. Antik kentleri ve bisiklet kültürünü de bu bağlamda örtüştürüyoruz. Sadece bisiklet ve tarih bilincini değil, doğa sevgisini de güçlendirmeyi hedefliyoruz. Turun herhangi bir sponsoru yok; kâr amacı gütmüyoruz. Her tura yüz ila yüz elli katılımcıyla çıkıyoruz; ihtiyaçlar için kendi aramızda örgütleniyoruz. Yemek, konaklama gibi maliyetleri hesaplayıp kişi başına bölüyoruz. Katılımcılar, tur masraflarını eşit şekilde bölüşerek turun sponsorluğunu üstlenmiş oluyor. Organizasyonda görev alanlar da aynı miktarı ödüyor. Kendimizi sivil bir inisiyatif olarak tanımlıyoruz. Tur öncesinde ve sırasında kolaylaştırıcı olmaya çalışıyoruz ama bu çaba elbette karşılıklı olmalı. Aynı kolaylaştırıcılığı tura katılanlardan da bekliyoruz. Yerel yönetimlerle paydaşlık kurmayı, bisiklet meselesini yerel yönetimlerin gündeminde tutmayı çok önemsiyoruz.
Belediye başkanlarımızla birlikte pedal çevirmek, yerel halkla kaynaşarak uğradığımız yerlere bisiklet kültürünü aşılamak, önceliklerimiz arasında. Bisikletli yaşamı hayatın her alanında görünür kılmak için hem şehirdeki hem şehir dışındaki etkinliklere destek oluyoruz. Rotalarımızı belli projelerin hazırlık aşamasına katkı sunabilecek şekilde tasarlamayı da gözetiyoruz. Örneğin, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Tarihi Yarımada Kalkınma Projesi kapsamına aldığı Efes-Mimas bisiklet rotalarının çıkartılmasına gönüllü olarak katkı verdik. Turun bağımsızlığını ve kendi kendimize organize olabilme becerimizi korumak adına, idari amirlerden veya kolluk kuvvetlerinden destek talep etmiyoruz. Turun yönetimini genellikle tecrübeli arkadaşlarımıza bırakıyoruz. Turun maksimum yüz elli katılımcıyla sınırlı olması neredeyse bir istisna; Türkiye'de benzer anlamda onlarca tur var fakat hemen hepsi “isteyen gelsin” mottosuyla hareket ediyor. Öyle hareket edince de yemek, tuvalet sıraları çok uzun sürüyor; katılımcılar bu sıkışmadan olumsuz etkileniyor ya da turu düzenleyenlerle tanışmadan alandan ayrılıyor. Herkes birbirine dokunsun, bu tura kendinden bir şeyler katsın istiyoruz. Bu yüzden iki sene üst üste katılanı üçüncü sene tura kabul etmiyoruz ki yeni insanlarla tanışabilelim. Başka ilkelerimiz de var: Tur tarihini mutlaka 23 Nisan’ın önüne veya arkasına denk getiriyoruz ki Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı bir köy ilkokulunda, o köyün çocuklarıyla birlikte kutlayalım. Katılım ücretine eklediğimiz küçük tutarlarla okulun bir ihtiyacını gideriyoruz. Tur rotası üzerindeki yerel üreticilere de elimizden geldiğince destek olmaya çalışıyoruz. Bu doğrultuda, turun ihtiyaçlarını olabildiğince yerel üreticilerden karşılıyoruz.
Ali Kanal
Enstalasyonun mekân üzerinde yaratacağı problemleri gözlemlemek ve izleyici için nasıl bir etkileşim alanı oluşturacağını anlamak adına, 2014 yılında, Etem Şahin ile Cenkhan Aksoy’un beraber yürüttüğü “Sütüdyo” isimli proje kapsamında kurguladığım bir enstalasyon çalışmasını anlatarak başlamak isterim: Mekânı yedi yüz elli ayakkabı kutusuyla doldurmuştum; bu kutuları iki hafta boyunca her akşam Kemeraltı'na gidip toplamıştım. Ayakkabı kutularının içine yerleştirdiğim saatler sadece otuz üç dakika boyunca işliyordu ve topluca çok güçlü bir ses üretiyordu. Alarm zilinin çalmasını takiben, süreç yeniden başlıyordu. Yani mekânı izleyici için olabildiğince yoğun, zorlayıcı, bunaltıcı bir hâle getirmeye çalışmıştım. Sonraki dönemde insanların sağa sola attığı, değersiz gördüğü nesneleri sanat eserine çevirmeye, heykel adına form araştırmaları yapmaya ağırlık verdim.
“DEM” isimli çalışmamdaysa balonu iki ucundan kıvırarak inorganik yapının genleşip büzüşerek yarattığı gerginliği sorgulamaya çalıştım. Bu kapsamda çalıştığım seri, sonrasında “SRK” ismini verdiğim başka bir seriye evrildi. “SRK”de likralı kumaşlar içerisine yerleştirdiğim nesneleri yüksek bir mevkiden aşağıya sarkıttım. Formun sarkan nesnelerle alacağı biçim ilgimi çekiyordu. Hacim ve kütle ilişkisini kullanarak yüzeyde hissedilen gerginlik arayışına ait çalışmalarımı Brezilyalı sanatçı Ernesto Neto’nun üretimlerini fark edince yarıda bıraktım. Neto, benim irdelemek istediğim problemleri ve çözümlemeleri çoktan halletmekle kalmamıştı; daha ötesiyle uğraşıyordu. Ardından atık kauçuk şeritler kullanarak figüratif soyutlamalar yapmaya başladım. Hali hazırda bu seri üzerine çalışıyorum. Daha primitif formlar, iyiden iyiye organik bir yapı ve düzensiz, rastlantısal bir üretim süreci… “SAK” ismini verdiğim bu yeni seride, evrimin ilk halkasında sayılan canlılara ait formları insana ait biçimsel ortaklıklar ve farklılıklar üzerinden sentezlemeyi amaçlıyorum. Oluşan bu yeni formal dili, anatomik yapı ve onun getirisi olan hareketsel ortaklıklar üzerine inşa ediyorum.
41 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde heykel üzerine eğitim aldım; 2015 yılında mezun oldum. İlk dönemlerde, ağırlıklı olarak çağdaş sanatta heykelin yerini öğrenmek amacıyla eser ürettim. Şimdilerde, heykelin yanı sıra enstalasyon ve videoyla uğraşıyorum.
BİLEŞENLER
alikanal88@gmail.com cargocollective.com/alikanal ! alikanall
Arzu Oto
BİLEŞENLER
arzuoto82@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
42
Sanatçı ve akademisyenim. Lisans ve yüksek lisans eğitimimi Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü’nde tamamladım. Halen, aynı bölümde sanatta yeterlilik programına devam ediyorum.
projeler, ilk akla gelenler. Hemen ardından, üniversiteye asistan olarak atandım. Geçen yıl Berlin’de, Apartman Projesi’nde üç aylığına Erasmus stajı yaptım. Hem Apartman Projesi hem kent, birçok şeye bakışımı kökten değiştirdi.
Yüksek lisans dönemimde çoğunlukla orta ölçekli, monokrom tual resimleri yaptım. Uzun süre romantik ve sembolik geleneğe dayanan, “janr resmi” olarak tarif edeceğim figürlere, portrelere ve Akdeniz peyzajlarına çalıştım. O dönemde doğaya, bilinçdışına ve ruhsal konulara yakınlık duyuyordum; gerek resimlerimi gerek tezimin içeriğini bu konuların etkisinde kalarak oluşturdum. Yüksek lisans tezimi de romantizm üzerine yaptım.
Üç yıldır devam ettiğim bir psiko-drama grubum var. Psiko-drama, psikoloji ve dramayı birleştiren, melez bir çalışma alanı. Aile, soy bağları, kuşaktan kuşağa yapılan aktarımlar, psikolojik ve toplumsal kategoriler üzerine grup olarak çalışmak, çok verimli bir yöntem.
Eş zamanlı olarak, İstanbul’da birkaç grup sergisine ve yarışmalı sergiye katıldım. Bunların arasında, genç sanatçılara öncelik tanıyan “Akbank Günümüz Sanatçıları Yarışması” sergisinin bende ayrı bir yeri vardır. Sanat çevresiyle yeni yeni tanışmaya başladığım, yoğun ve güzel bir döneme rast gelmişti bu sergi; kendi kuşağımdan beğendiğim ve takip ettiğim sanatçılarla yolum kesişmeye başlamıştı. Leyla Gediz’in de içinde olduğu bazı sergilere ve organizasyonlara katıldım. Karşı Sanat’ta açılan “Uyuyan İd” sergisi ve kısa süreliğine sanatçısı olduğum Galeri Splendid’deki
Bu iki alandan elde ettiğim deneyimlerin sonucunda kurduğum ortaklıkları, yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğüm bazı projelere şekil verdiği için bir arada anlatmayı tercih ediyorum. Bu iki alan, bana yerine göre kolektif ve otonom hareket etmenin önemini öğretti; önüme yeni özgürlük alanları açtı. İzmir’de yaşıyor olmak ve üniversitede çalışmak da atölye sanatçısı gibi hareket etmenin dezavantajlarından şikâyetçi olduğum noktalarda önüme büyük özgürlük alanları açıyor. Bu alanlar sayesinde inisiyatif almaya, spontanlığa, kolektif akla, takım ruhuna dair temas etme ve diyalog kurma becerilerim gelişiyor. Tüm bunların bir bileşkesi olarak, kolektif çalışmalarda daha sık yer almak istiyorum.
ATÖLYE 21/1 Meltem Özden - Tolga Uzel
" Atolye21taksim1
Atölye 21/1’e geldiğinizde neler görüp, neler duyabilirsiniz? Eğer devam eden bir sergi veya -organizasyon yoksa sanatçı atölyelerini gezebilirsiniz. Çayımızı, kahvemizi içebilirsiniz; ilk elden sanat eseri satın alabilirsiniz. Eğer bir sergi varsa kesinlikle resim, heykel ya da seramik üzerinedir çünkü bu üç alanın sanatın bel kemiği olduğuna, hak ettikleri değeri görmediğine kanaat getirmiş durumdayız. Günümüzde, özellikle bizimki gibi kâr amacı gütmeyen mekânlarda, çoğunlukla güncel sanat işlerinin sergilendiğini görüyoruz. Resim, heykel ve seramik; demode, gereksiz, köhne ve en hafif tabirle naif görülüyor. Bu yaklaşıma karşı durmakla beraber, kullanılan materyal ne olursa olsun; çağdaş, yenilikçi ve özgün oldukça ortaya çıkacak işlerin güçlü bir anlatıma sahip olacağına inanıyoruz. Ayrıca, İzmir’de çağdaş sanatçıların adı geçen alanlardaki üretimlerini görebileceğimiz galeri sayısı çok az. Biz de bu alanlara yoğunlaşmak istiyoruz. Bu yaklaşım doğrultusunda, 2016’da ilk sergimizi düzenledik. Meltem Özden olarak, ilk kişisel sergimdi. Aracı kurumlar ya da kişiler olmadığı için resimlere makul fiyatlar belirledik. Makul fiyat meselesini önemsiyoruz çünkü orijinal sanat eserinin böylece daha kolay dolaşıma girebileceğine, alıcısının çoğalabileceğine inanıyoruz. Karşılığını da aldık; açıkçası beklediğimizin üzerinde bir miktarda satış yaptık. Bunu gerçekleştirebildiğimizi görmek, heyecan verici olduğu kadar teş-
Bizi ziyarete gelen müzisyenlerle "jam session" yapıyoruz. Bunlar çoğunlukla spontane buluşmalar ama yaklaşımlarımızın uyduğunu düşündüğümüz müzisyenlerle organize, kalıcı projeler de üretiyoruz. Bu projeler, çoğunlukla giriş katımızdaki performans alanında dinleyicisiyle buluşuyor. Örneğin bu buluşmaların birinde kurulan ekip, Meltem’in sergisinde çalmıştı. Sergi gecesi biz ikinci kattaki stüdyoda çalarken, Apeiron Collective aynı anda bir üst kattaki küçük balkonda DJ setiyle sahne almıştı. Geçtiğimiz ay ortaya çıkan Benshi projesiyse ilk konserini mekânda verdikten sonra Karşıyaka Jazz Festivali’nde sahne aldı. Farklı organizasyonların birbirinin alanına girmeden, birbirini işgal etmeden binada var olabilmesi hoşumuza gidiyor. Bundan sonra ne yapmak istiyoruz? Burası, her şeyden önce bir atölye; o yüzden kişisel ve kolektif üretimlerimize devam edeceğiz. Bununla birlikte, mekânı bir üretim merkezi olarak hareketlendirip daha fazla katılımcıya açmayı hedefliyoruz. Planlarımızın arasında günübirlik atölyeler düzenlemek var. Umuyoruz ki zamanla daha fazla görünür olacağız.
BİLEŞENLER
Atölye 21/1, Bornova Sokak’a bakan, dört katlı bir bina. Aslında resim atölyeleri için tek katlı, tek düzlemli mekânlar makbul kabul edilir ama binanın bizi baştan cezbeden tarafı, çok katlı olmasıydı. Böylece, çeşitli amaçlarımıza aynı anda hizmet edebilecekti. Giriş katını sergileme, toplanma ve performans alanı olarak kullanıma açtık. İkinci katı atölyelerimize ve bizimle beraber daimi olarak çalışacak sanatçılara ayırdık. Son katıysa kısa süreliğine ikamet etmeyi planlayan sanatçılara tahsis ediyoruz. Binanın geri kalanından bağımsız bir mimariye sahip son kat, konaklayan sanatçıya özerk bir alan sağlıyor.
vik ediciydi. Sergilenecek işleri belirleyen bir seçici kurul veya karar verici merci yok; insanlar atölyeye geliyor ve sohbet esnasında bizim izlediğimiz yolun kendilerine uygun olup olmadığına karar veriyor. Benzer bakış açılarına sahipsek, işler kendiliğinden ilerleyip gidiyor. Tabii bizim de teklif götürdüğümüz sanatçılar oluyor.
43 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Adımız neden Atölye 21/1? İsmi duyunca akla hemen “binanın kapı numarası mı” sorusu geliyor ama bizi bulmak isterseniz, orada değiliz. Başlangıçta, Tolga’nın müzik çalışmalarını yürütebileceği benim de rahatça resim yapabileceğim, büyükçe bir atölye mekânı arıyorduk. Şimdiki atölyemize adını veren yan binadaki ilk adresimiz, taşındıktan sonraki birkaç sene içerisinde farklı disiplinlerden ve yaklaşımlardan sayısız ismin uğrak noktası haline gelince gerek Atölye 21/1 çatısı altında gerekse dışarıda üretilmiş çalışmaların da sergilenebileceği bir mekânı hayal eder olduk. Altı yıl önce şimdiki yerimize geçtik.
SIĞINMACILAR VE GÖÇMENLERLE DAYANIŞMA DERNEĞİ (SGDD ASAM) Ayşenur Sarı – Pelin Doğan
BİLEŞENLER
www.sgdd.org.tr
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
44
1995 yılında Ankara merkezli olarak kurulan, sığınmacıların ve mültecilerin insani ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla hak temelli çalışmalar da yürüten Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD), faaliyetlerini kırk altı şehirde, seksen saha ofisiyle sürdürüyor. Derneğimiz, kamu ve sivil toplum düzeyinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Birleşmiş Milletler Çocuklarla Yardımlaşma Fonu (UNICEF), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadınların Güçlendirilmesi Birimi (UNWOMEN) gibi uluslararası kurumların yanı sıra İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve muhtelif belediyelerle pek çok alanda ve projede işbirliği yapıyor. Biz, İzmir’deki çok yönlü destek merkezini yürüten ekibin içindeyiz. İzmir ile sınırlı kalmayan, ilçelerin yanı sıra yakın şehirlerde de danışmanlık hizmeti sunan mobil ekiplerimiz, korunmaya muhtaç sığınmacı ve mültecileri merkezimize yönlendiriyor. Karabağlar’da hizmet veren Göçmen Sağlığı Eğitim Merkezi’nde Suriye uyruklu doktorları ve hemşireleri altı haftalık bir eğitim programına tabi tutuyoruz. Eğitimini tamamlayanlar, Türkiye geneline yayılmış
göçmen sağlığı merkezlerimize atanıyor. Böylece, kendilerine mesleklerini Türkiye'de sürdürebilme imkânı tanıyoruz. Yeni kurulan engellilere yönelik çok yönlü derneğimizdeyse eğitimcileri, engelli uzmanlarını ve fizyoterapistleri istihdam ediyoruz. İzmir, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Çanakkale, Aydın ve Muğla’daki ofislerimiz başta olmak üzere, SGDD olarak amacımız, Türkiye’den Avrupa’ya düzensiz sınır geçişleriyle paralel olarak artan sorunları aşmaya yönelik çözümler geliştirmek, düzensiz göç sırasında tespit edilen veya kurtarılan kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamasına destek olmak, sığınma hakkına erişim konusunda danışmanlık vermek. Ayrıca, eğitim ve öğretime katılımı teşvik etmek amacıyla çocukların temel ihtiyaç malzemelerini karşılıyoruz; alışveriş kartı ve kırtasiye setleri gibi yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyoruz. Uyumu artırmak ve önyargıları kırmak adına, mülteci ve sığınmacılarla beraber, vatandaşlarımızın da katılabildiği etkinlikler yapıyoruz. Kadın komiteleri kuruyor, çocuk atölyeleri düzenliyoruz. Sığınmacı ve mülteci çocuklar için koruma ve beslenme uzmanlarını, gençlik çalışanlarını istihdam ettiğimiz bir destek merkezimiz var. Bu merkez, yetişkinlere yönelik merkezlerimizle aynı standartları sunarak, sadece çocuklara yönelik hizmet sunuyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
45
BİLEŞENLER
Bahar Öztömek
www.baharoztomek.com baharoztomek.blogspot.com Anadolu Üniversitesi'nde opera okurken, çift ana dal yapıp moda tasarımı okudum. Son yılımı Mimar Sinan Üniversitesi'nde bitirdim. Okurken, tiyatrocu arkadaşlarımın da desteğiyle kostüm tasarlamaya, üretmeye başladım. Mimar Sinan'daki son yılımda lif sanatı dersini veren Kemal Can Hocam sayesinde bu dalla ilgilenmeye başladım. İlgim arttıkça, sanat objeleri üretmeye giriştim.
BİLEŞENLER
Kendi markamı kurmaya daha okurken karar vermiştim. Çalışmalarımı, “Bahar Öztömek Atelier” markasıyla Bostanlı’daki atölyemde sürdürüyorum. Yaratılışım dönüştürmek üzerine kurulu;
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
46
ancak dönüştürdüğüm zaman var olduğumu hissettiğim için işlerimde kendi desenlerimi kullanmayı tercih ediyorum. Atölyemde farklı tekniklerde baskı kursları da veriyorum. Özellikle şablon baskıyı, boyayla içi içe olmayı çok seviyorum. Şimdilerde metal malzemelerle aksesuar tasarlayıp üretmeye yoğunlaştım. Ayrıca sekiz yıllık bir eğitimcilik geçmişim var. Üç yıldır Nişantaşı Üniversitesi'nde aksesuar tasarımı ve sunum teknikleri dersi veriyorum.
Başak Özkutlu
basakozkutlu.blogspot.com
İlk kişisel sergimi 2006’da, Atatürk Kültür Merkezi’nde açtıktan sonra dört yıl resme ara verdim. Aslında, resimle ara ara uğraşmaya devam ettim ama daha çok videoya ve özel ders vermeye yöneldim diyebilirim. İlk videom İsviçre'de bir festivalde gösterildi. 2010 yılında çok büyük boyutlu resimler yapmaya başladım. İstanbul'daki Outlet İhracat Fazlası Sanat ve Merkür galerilerinde, İzmir’de “Kendine Ait Bir Oda" sergisinde resimlerimi sergiledim. Ardından sipariş üzerine akrilik boyayla küçük resimler yapmaya koyuldum. Bu sürece ait üç ürünü Zeynep Beler ve Merve Şenli ile beraber Alaçatı’daki Kırmızı Ardıçkuşu'nda sergiledik. Resimlerimi ve ürettiğim video işleri blogumdan izleyebilirsiniz. BİLEŞENLER
İlk serim, 2003 tarihli “Gölge Miyim, Neyim?” idi. Öğrenci işiydi. 2004 yılında mezun olduktan sonra hocam Ramazan Bayrakoğlu’nun Kardiçalı Han’daki atölyesini devralıp “Çimlerin Üstünde” serisine çalışmaya başladım. Halen, aynı hanın önemli bir kısmında faaliyet gösteren K2 Güncel Sanat Merkezi’nin ilk hali olarak tarif edebileceğim K2 Güncel Sanat İnisiyatifi ile ilişkilerim gelişince proje odasını yönettim; bağlantıya geçtiğim Tufan Baltalar, Hanife Eroğlu, Merve Şendil gibi isimleri sergilere konuk ettim. Yine o dönemde K2 Güncel Sanat Merkezi'nde düzenli olarak “Open Studio (Açık Stüdyo)” sergileri yaptık. Bu sergilerde, handaki herkes
atölyesini toparlıyor ve izleyicilerin ziyaretine açıyordu.
47 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
1982 doğumluyum. 2000 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde lisans eğitimi almaya hak kazandım. Resim yapıyorum.
BİLİM SANAT ETKİNLİK VADİSİ (BİLİMSEV) Mahir Işın
www.bilimsev.com Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı bir çocuk kulübüyüz. Kendimizi farkındalık kazanma merkezi olarak tanımlıyoruz. Alanında uzman ve deneyimli atölye liderleriyle temel bilimler başta olmak üzere astronomi, teknoloji, sanat ve paleontoloji gibi alanlarda öğrencilere yönelik uygulama atölyeleri düzenliyoruz. Amacımız, öğrencilerin hayatında bilim ve teknolojiye yer açmak; üretkenliklerini, yaratıcılıklarını artırmak; merak-analiz-sonuç dizgesini kurmasına yardımcı olmak ve problem çözme yeteneklerini geliştirmek. Öğrenmenin ancak dokunarak, deneyimleyerek, BİLEŞENLER
eğlenerek, paylaşarak kalıcı olacağına inanıyoruz. Paleontolog
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
48
kimdir; astronom uzayı nasıl algılar; marangoz ahşaba nasıl şekil
verir gibi sorular üzerinden ilerleyerek, çocukları farklı mesleklerle tanıştırıyor, o meslekleri en doğrudan şekilde tanımalarına fırsat yaratıyoruz. Faaliyetlerimizi yürüttüğümüz Urla, Seferihisar yolu üzerindeki elli dönümlük arazi, birçok departman ve tesisten oluşuyor. Çocuklar masal evlerimizde ve özel olarak tasarladığımız drama atölyelerimizde drama çalışırken sebze meyve bahçelerimizde hasat yapmayı deneyimliyor; kırsal yaşamı tanıma atölyemizde maket ineklerimizden süt sağabiliyor ve evcil hayvanları beslemeyi öğreniyor. Yaz ve kış okullarımıza bekliyoruz.
Burak Alanyalı
alanyaliburak@gmail.com # burakalanyali
İzmir’e döndükten sonra çok güzel insanlarla tanıştım. Okuldan bir arkadaşımın çalıştığı fotoğraf ve film stüdyosuyla temasa geç-
Şimdilerde, tanıtım filmlerine ve video üretimine yoğunlaştım. İzmir'de bu alanların hâlâ bakir olduğuna inanıyorum. Burada yerleşik olup başka şehirlerle, ülkelerle iş yapmanın sonu, sınırı yok çünkü teknoloji o sınırları ortadan kaldırdı. İzmir'in İstanbul'dan en büyük farkı, kendi kendini besleyebilmesi ve şehrin yaratıcı enerjiyi yok etmeye kalkışmaması. Eskimiş ve enfekte olmuş enerjisi, İstanbul’u yavaş yavaş öldürüyor ki sadece hırçınlara, vahşilere yaşam hakkı tanıyan her şehrin varacağı nokta o. Ancak İzmir'in İstanbul’dan fersah fersah geride olduğu bir konu var: Kurumsal bilinç eksikliği. Kurumsal bilincin zayıf olması, iş yapma biçimini ve ahlâkını zedeliyor. Diğer yandan, kurumsal bilinçlenmenin kolektiviteyi öldürmemesi gerekiyor. Yıkıcı bir endüstrileşmeden bahsetmiyorum; birbirine destek olacak kooperatiflerin öreceği bir çatı yapı hayal ediyorum. İzmir göç almaya başlamışken, İzmirliler şehre kesin dönüş yapmaya koyulmuşken, burada iş kurmaya çalışan gençlerin elinden tutmamız lazım. Bu şehir, kendini üretim fabrikası olarak konumlamalı. Bu doğrultuda ilerlemeyi kendine ilke edinmiş her yapıya, projeye gönülden destek verdiğimi ve vereceğimi bildirmek isterim.
BİLEŞENLER
Hayatım boyunca üretim temelli işlerin peşinde koştum. Hayatımı, hayal ettiklerimi gerçek kılarak kazanmanın gayretine düştüm. Acısıyla, tatlısıyla yedi yıl süren lisans eğitimim süresince kuramsal açıdan çok güçlü bir eğitim aldım; çok donanımlı akademisyenlerle çalıştım. Ragıp Taranç’a saygılarımı sunarım; bize hep derdi ki “İzmir'de de bir şeyler yapılabilir. Burası kültürel anlamda çok köklü bir şehir ve kalıp bir şeyler başarmak gerekiyor.” Hayat nereye sürüklerse sürüklesin, bizim jenerasyonun bilinçaltında İzmir için bir şeyler yapmak vardır çünkü öyle eğitildik.
tim, birkaç arkadaşım kendi oluşumlarını başlatmıştı. Çabamda yalnız olmadığımı, olmayacağımı fark ettim. İzmir'de insanlar kolektif bir şekilde üretmeyi seviyor ve iş çıkartırken paylaşımı önemsiyor, arkadaşlığın erdemlerini gözetiyor.
49 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü mezunuyum. İzmir'de Asfalt Film adını verdiğimiz ufak çaplı, yeraltı işler yapan oluşumumuzla müzik klipleri, tanıtım filmleri çekiyorduk. Ardından, 2011 yılında İstanbul'a yerleştim. Bir yandan işlerime devam ettim; diğer yandan sinema ve reklâm sektöründe tecrübe edinmeye çalıştım. Televizyon programlarında sokak röportajları, kameramanlık yaptım. Belgesellerde çalıştım; kurguculuk yaptım. Bu sürecin bana en büyük faydası şu oldu: Küçük bütçelerle kreatif ekipler kurmayı, nitelikli işler çıkarmayı öğrendim. Bir süre sonra İstanbul'un enerjisinin beni kötümserleştirdiğini ve kirlettiğini fark edip, İzmir’e döndüm.
çatı1972 Gürkan Baltacılar
" cati1972 " cati1972.improvisation www.cati1972.com
BİLEŞENLER
1956, İzmir doğumluyum; İzmir’de yaşıyorum. Türkiye'nin öncü doğaçlama grubu, çatı1972 Improvisation’ın kurucu üyesiyim ve kırk beş yıldır bu müzikte ısrar ediyorum. Doğaçlama yerine “improvisation” kelimesini tercih ediyorum çünkü evrensel bir terim. Meselâ, “rock müzik” yerine “taş müzik” tanımını kullanmıyoruz, değil mi?
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
50
Doğaçlama, insanoğlunun yeryüzünde belirdiği andan itibaren yapageldiği içgüdüsel bir müzik türü. Yaptığımız şeyin “free improvisation”* olduğunu çok sonra öğrendik; böyle bir türün varlığından haberdar değildik, açıkçası. O yıllarda bu gibi işleri takip edebileceğimiz, dünyada ne olup bittiğini öğrenebileceğimiz iletişim araçları yoktu. O bakımdan, bu iş bizim tarafta kendiliğinden oldu diyebiliriz. Bu işe 1972’de başlamış olmamız, aksi iddia edilmedikçe, bizi Türkiye’de öncü konumuna taşıyor. Bugünden bakınca, çok küçük gruplar arasında başlayan, 70’lerde kitleselleşen ve genç kuşakları etkilemeye devam eden kültürün başlangıcını gayet net hatırlıyorum. 60’ların ortasında Beatles, Rolling Stones ve The Monkees dinlediğim yıllarda, eve aldığımız Hayat Mecmuası “Ressamlar Ansiklopedisi” adıyla haftalık fasiküller yayınlardı. Bu fasiküllerde Van Gogh, Pissarro, Picasso gibi sanatçıların hayatlarını okuyunca, ressam olmaya karar verdim ve 1968'de evdeki enamel boyalarla resim yapmaya başladım. Enameli yağlıboya, fasiküllerde lafı geçen tuvali de resim sehpası sanıyordum. Sonra, 1968-69 yılıydı galiba; mahalleden birisi elinde gitarıyla sokağa çıkageldi ve enstrümanı elime alır almaz tarifi zor bir şekilde büyülendiğimi hissettim. Yeğenim ve okul arkadaşlarıyla bir grup kurup, müziğe balıklama daldık. Tabii kimse bir şey çalmayı bilmiyor, ortada enstrüman da yok. Evlerden çıkan iki mandolinle bir kavala plastik bidonu, oyuncakları, tefleri ilave edip çalmaya başladık. Bu müzik hadisesi ayağımı öyle bir yerden kesti ki ilk toplantıdan sonraki hafta sonunu iple çektim. Hafta arasında sürekli yeni şeyler düşünüp çanları, tenekeleri, kazanları, tahta bavulları kullanarak enstrüman uyduruyorduk. Bu sıra dışı aletler, farkında olmasak da yaratıcılığımızı geliştiriyor, ne olduğunu bilmediğimiz türden bir müzik yapmamıza neden oluyordu. Bir zaman sonra büyüklerimizi ikna edip Romen malı üç öğrenci gitarı aldık. Sonra, büyüklerin ısrarıyla yaşlı bir klasik gitarcıdan ders almaya gittim. Fakat gördüm ki adamın Jimi Hendrix, The Doors benzeri şeylerden haberi yok. Bitmeyen bir eziyete dönüşen ilk dersin sonunda, müzikal eğitimime başladığı gün son verip, günde altı saat süren çalışmalarla kendi yolumu
bulmaya giriştim. O devirde yokluktan kullandığımız kovaların, tenekelerin, kazanların bugün emprovize müziğin temel aksesuarları arasında sayıldığını biliyoruz ve müziğe bu malzemelerle başladığım için kendimi şanslı görüyorum. Rüzgârın nereden eseceğini kimse bilemez. 1969 yılında haftada üç gün deneme yayınına başlayan TRT’de İsveç’ten tatile gelmiş Okay Temiz’in Mongezi Feza ve Johnny Dyani ile verdiği stüdyo konserine denk geldim. On üç yaşındaydım ve dinlediğim müzik aklımı uçurmuştu. Çaldıkları çok sıra dışı bir müzikti. Okay Temiz, o günden beri benim idolümdür. Bu gibi tesadüfler, size nerede olduğunuzu, nereye gitmeniz gerektiğini hissettiren işaretler gibidir. Hayatım boyunca içgüdülerimle yol aldım. Çok zor zamanlardan geçtim ama müziği hiç bırakmadım. Ege Üniversitesi’ni bitirdim, evlendim; çocuklarım oldu, büyüdüler, zaman zaman hiç istemediğim işlerde çalıştım fakat hayata tutunmama neden olan iki şey vardı: Resim ve müzik. Grubun isminin nereden geldiğini de anlatmak isterim: Mecburen, uzun yıllar boyunca, babamın misafir gelen akrabalarımızın konaklayabilmesi için evin terasına yaptırdığı küçük odada müzik yaptık çünkü yaptığımız müziğin o günlerde geçerli olan düğün pavyon müziğine nazaran kolay kabul edilebilir bir formu yoktu. Çalabileceğimiz bir sahne veya bar da yoktu. İyi kötü, İzmir’deki müzisyen çevresine girmiştik ama bu çevreden çatıya gelenler de “böyle bir şey yok, öyle akor basılmaz, çalamıyorsunuz” gibi şeyler geveleyip giderdi. Günün birinde Woodstock’da Jimi Hendrix'i izlemiş birisi, “siz emprovize çalıyorsunuz yahu” deyince o kelimeyi ilk defa duymuş oldum. İlerleyen yıllarda, bu müziği gitarla bar benzeri yerlerde çalamayacağımın farkına varınca, resim yaparken konsantre olmak amacıyla bir eleğe gerdiğim hayvan derisinden ürettiğim çalgıyı geliştirdim ve kendi kendime caz davulu öğrenmeye koyuldum. 1995 yılında Jazz5 grubunu kurup etrafta çalmaya başladım çünkü caz gibi nispeten formal bir müzikte davul çalmak, gitar çalmaya oranla beni daha özgür bırakıyordu. çatı1972 ile ancak 2009 yılında, Hüseyin Uğur’un Hayalbaz'ında sahneye çıkabildik. Bu müzik 2000’li yıllarda yeni kuşakların ilgisini çekmeye başladı ve Türkiye’de yeni gruplar, oluşumlar ortaya çıktı. Alman besteci, orkestra şefi ve saksafoncu Norbert Stammberger, Youtube’daki thecati1972 sayfasındaki bir videomuzu izleyip 2012 yılında Ufuk Ömürgönülşen ile beni Almanya’ya davet etti; bir festivalde onun grubuyla konser verdik. Almanya'daki o konserden sonra Avrupa'nın neredeyse her ülkesinden festival daveti
Hep anlık, yeni ve taze olanın peşindeyim çünkü “an”ın büyüsüne inanıyorum. Başlangıçta resim üzerine yoğunlaşmam nedeniyle müziği bir tür görsel ses yığını olarak algılıyorum ve bu
* serbest doğaçlama
BİLEŞENLER
izleğe göre icra ediyorum. Altmış yaşındayım; müzik yapmayı ilk günkü heyecanımı koruyarak sürdürüyorum ve yaşadığım sürece bu işi devam ettirmek istiyorum.
51 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
alıyoruz. Birlikte kırk beş yıldır yaptığımız müziği çalıyoruz. Avrupalılar, bakış açısından ve yerleşik kültürel kodlardan dolayı bu müziğe bizden daha meraklı.
Cemil Emre Altan
BİLEŞENLER
www.ealtan.com www.romanticdolls.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
52
1972 İstanbul doğumluyum; İstanbul Devlet Konservatuarı’nda keman, Bilkent Üniversitesi’nde işletme eğitimi aldım. Uzun yıllar boyunca reklâm, pazarlama ve emlâk sektörlerinde çalıştım. İstanbul’da şartlar gittikçe zorlaştığından dolayı, var olabilmek adına, 2013’te İzmir'e taşındım. Halen beste üretiyorum, aranje ve prodüksiyon işleriyle uğraşıyorum.
konserler verdik. Albümdeki parçalar Türkiye, İrlanda ve Amerika’daki radyo istasyonlarında yayınlandı; hâtta “User” adlı parçamız İrlanda’da listeye girdi. Ardından, Almanya’dan Lola Records, yayınladığı toplama albümde “Ottoman Funk” adlı parçamıza yer verdi. Aynı yıl, ilk solo albümüm “Turkish Coffee and Mint Liqueur”ü yayınladım.
2002’de İstanbul'da tanıştığım İzmirli Ceyda Caba ile oluşturduğumuz Mr & Misfits ikilisi, yeni katılımlarla 2015’te Romantic Dolls grubuna dönüştü. Bu süreçte hazırladığımız demolar sayesinde İrlandalı plak şirketi Dynamik Records’un dikkatini çektik ve ilk albümümüz “User”ı yayınladık. İstanbul, Çeşme ve İzmir’de çeşitli
Çok geziyorum ve gözlemlerim beni hep aynı tespiti yapmaya götürüyor: Türkiyeli bir sanatçı olarak evrensel kalitede işler üretmek istiyorsanız, mütevazı adımlardan mutlu olmanız lâzım. Gittikçe gelişebilmeniz için de elinizi ürettiğinizden hiç çekmemeniz gerekiyor.
Cenkhan Aksoy
Bugün uğraştığım ne varsa çoğunun geçmişi, 2012-2014 yılları arasında Etem Şahin’in Büyük Kardiçalı Han’daki atölye - galerisinde yerleşik, “sütüdyo_devam” kolektifine dayanıyor. Kolektif olarak kullandığımız on sekiz metrekarelik, yüksek tavanlı bu odanın yan duvarlarını tuval beziyle kaplamıştım ve açılışta, kamerayla kaydettiğim yedi saatlik süreçten kurguladığım videoyu oynatmıştım. Zemini de yan yüzeyleri çizerken ve boyarken kullandığım malzemelerle donatmıştım. Daha sonraları, çalıştığım mecraları çeşitlendirdikçe, genel sanat literatürü ve çağdaş sanat üzerine eğildikçe, içeriği ve kendimi anlatmanın arayışlarını çözümlemeye yöneldim. Sınırlarımı çok zorladığım bu dönemin sonucunda ortaya “Kendi Kendine” adlı projem çıktı. Bu projede, çektiğim polaroid fotoğrafları kullanarak, sekiz ay boyunca oto portrem üzerine çalıştım. Ardından oto portremin sulu boya, yağlı boya eskizlerini yaptım. 2013 yılında, Ankara’daki Torun kolektifinin açık çağrısına cevap verip, mekânda bu projeyi sergilemeyi önerdim ve böylece, ilk defa İzmir dışındaki bir ortamla diyalog kurma şansını yakaladım. Sergi açıldıktan sonra bir “happening” düzenleyip oto portremi mekânın en büyük duvarına boyadım. Ayrıca, üç boyutlu bir çamur büst çalıştım. O dönemde, üç dört sanatçı arkadaşımla üretim pratiklerine, sergileme alanının nasıl kurgulanması gerektiğine ilişkin tartışmalar yapıyorduk. Evlerimizin ve atölyelerimizin bulunduğu Umurbey Mahâllesi’nde (eski adıyla Darağaç) bir sergi düzenleme fikri böylece ortaya çıktı. Geçen sene, haziran ayında ilkini düzenledik. Darağaç’ın kozmopolit geçmişinden sıkça bahsettik; o kısmı es geçersek, birçok sanatçı depoların, oto tamirhanelerinin yer aldığı bu bölgeye atölyelerini taşımaya başlamıştı. Bu atölyelerde resim yapan, minyatürle, müzikle uğraşan, farklı disiplinlerden gelen arkadaşlarımıza ek olarak çağırdığımız sanatçıların katılımıyla mekâna özgü bir sergi serisi düzenleme fikrini ortaya attık. Gerçi Umurbey Mahâllesi, önceden medya kuruluşlarına, DEÜ GSF ve Mimarlık Bölümü’ne ev sahipliği yapmış bir bölgeydi. Böylece o sokaklar, sokağa yabancı olmayan materyallerle yeniden dönüşmeye başladı. Arkadaşlarımın çoğu, atölyelerinin yüzeylerini kullanarak enstalasyonlar üretti. Bölgede faaliyet gösteren Cem Kimya adlı şirketin Türk sanat musikisi korosuna ait video klipleri kurgulayıp atölyelerinde gösterdik. Minyatür ve geleneksel Türk sanatları üzerine çalışan arkadaşımız, atölyesinin girişine stencil tekniğiyle ürettiği
bir hayrat çeşmesi yaptı; penceresinin etrafına da koltuk motifleri boyadı. Terk edilmiş bir VW aracın üzerine, hicivli bir şekilde “Alem Cut-Out Olmuş” ibaresini yazdık. Fatih Altan, seçtiği duvara soyut bir resim çalıştı. Önceden mahallede atölyesi olan Ayşegül arkadaşımızsa sergiden önceki süreçte ürettiği eskizlerinden bir pano yaptı ve bu panoyu metruk bir evin parmaklıklarının arkasına yerleştirdi. Mahalleye yeni taşınan Nazım ve Inese, “Blue Cow” adını verdikleri labirenti atölyelerinin dış yüzeyine boyadı. Mahallenin arka kısmında yaşayan Aycan ve Ali Cem, “Allah ve Beton” adlı bir heykel üretti. Bu heykel, stadyum yıkıldıktan sonra alanın maruz bırakılmak istendiği kentsel dönüşüm hamlesini simgeliyordu. Rezidans ve AVM inşaatı rivayetlerine atfen, ikiz kuleler inşa ettiler. Fotoğraf bölümü mezunu Burak Dikilitaş, Rum mimarisine dayalı eski bir binanın alt katındaki deposunda çektiği ve kurguladığı bilim-kurgu romanından bir kesiti sergiledi ki bu iş, mekânla çok iyi bütünleşti. Ali Kanal ise bir önceki işinde kullandığı çok uzun bir kumaş parçasıyla yıkılmakta olan bir binaya “güçlendirme çalışması” yaptı. İzleyiciler, sanayidekiler ve mahalleliler, sergi süresince birbiriyle temas etme şansı buldu. İkinci sergiyi 29 Eylül-3 Ekim tarihlerinde düzenledik. Bu sefer esnafın dükkânlarına, atölyelerine girdik. İleriye yönelik deneyim üretmeye devam edeceğiz.
53 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ nden mezunum. Ağırlıklı olarak form arayışı ve iki boyutlu tuvale dair klasikleşmiş algının farklı perspektiflerle yorumu üzerine seriler üretiyorum. Kendi yarattığım boyaları ve malzemeleri, çeşitli araçları, çektiğim fotoğrafları tuval üzerinde birleştirmek gibi bir arayışım var.
BİLEŞENLER
cenkhan.aksoy@gmail.com ! cenkvehan " CenkhanAks
CRITICAL MASS Tanzer Kantık
criticalmassizmir@yandex.com.tr
" cmizmir
BİLEŞENLER
“Critical Mass (Kritik Çoğunluk)”, 25 Ekim 1992'de, San Francisco'da başlamış bir bisiklet eylemi. İlk günden bu yana, hızla dünya şehirlerine yayılmış. Şimdilerde üç yüz otuz civarında şehirde düzenleniyor. Bisikletliler her ayın son cuma günü, saat 19:00'da yaşadıkları şehrin merkezi bir meydanında toplanıp trafiğe çıkıyor. Biz 2010’dan beri aktif durumdayız. Toplanma noktası olarak kendimize Konak Meydanı’nı seçtik; kasten trafiğin en yoğun olduğu rotayı takip ederek Çankaya, Talât Paşa Bulvarı, Cumhuriyet Meydanı gibi arterlerde, sağ şeridi işgal ederek ilerliyoruz. Böylece kanuni hakkımız olan seyir alanını motorlu taşıtlardan geri alıyoruz. Bir de sloganımız var: “Trafiği Biz Tıkamıyoruz, Trafik Biziz”.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
54
Critical Mass, bisikletin trafikte işgal ettiği alana ve diğer araçlarla ilişkisine dair kavramsal bir duruş ortaya koyuyor. Bir nesne veya özne, tek başına bir organizmanın ya da bir organizasyonun içerisinde bulunduğu zaman göz ardı edilebilir ama bu nesneler veya özneler, bir araya gelip çoğalırsa, yani hacim kazanırsa o kalabalığı mutlaka muhatap almak zorunda kalırsınız. Üç beş bisikletli olarak örgütlendiğinizde elde edemeyeceğiniz sonucu iki yüz bisikletliyi örgütlerseniz elde edersiniz. Bazı Critical Mass buluşmalarında bir temayı öne çıkartabiliyoruz. Meselâ mart ayındaki buluşmayı trafik kazasında hayatını kaybeden iki İzmirli bisiklet kullanıcısına adadık ve “Bisikletli Ölümlerine Dur De” sloganıyla pedal çevirdik. Herhangi bir liderimiz, organizatörümüz, derneğimiz veya komisyonumuz yok. Sürekli değişen gönüllüler, Facebook sayfamızdan buluşma tarihini ve yerini arkadaşlarımıza hatırlatıyor. Kimi zaman afiş benzeri matbu tanıtım malzemeleri kullanıyoruz.
$ @cm_izmir
! criticalmassizmir
Demokratik ulaşım hakkı perspektifinden baktığımızda, otomobille bisiklet arasında müthiş bir eşitsizlik olduğunu görüyoruz. Sürücüler olarak aynı ülkenin vatandaşısınız, aynı haklara sahipsiniz, aynı kanunlara tabisiniz ama araç sahipleri şehirde sizden daha fazla yer kaplıyor. İzmir ve Türkiye özelinden bakarsak, Karayolları Trafik Kanunu, bisikleti “motorsuz ulaşım aracı” olarak tanımlıyor ve bisiklet yolunun olmadığı yerlerde pedal çevirenlere sağ şeridi kullanma hakkını tanıyor. Hâtta kanun, yine sağ şeritte seyretmek kaydıyla iki bisikletlinin yan yana sürmesine imkân tanıyor. Elbette kanunların bisikletlilere tanıdığı haklar, dünyanın çoğu şehrinde çalışmıyor. O yüzden etkinlik günü buluşup kritik çoğunluğumuzu sahaya sürüyoruz.
Doğa Kılcıoğlu
dogakilcioglu@gmail.com vimeo.com/72402696 vimeo.com/94992571
“Kamerayla İzdivaç”, Prizren’deki Dokufest Belgesel Festivali'nde “İzleyici Ödülü” aldı. Daha sonra kardeşimin yönetmenliğini, be-
Şimdilerde çocuklarla çalışıyorum. Özel bir kolejde 7-12 yaş arası çocuklara medya okuryazarlığı üzerine ders veriyorum. Sinema tarihinin başyapıtlarını izliyoruz; imgeleri anlamlandırma, analiz etme üzerine çalışıyoruz. Öğrencilerime sinema aşkını ve eleştiri becerisini kazandırmaya çalışıyorum. Animasyon atölyeleri de düzenliyorum, meselâ birlikte Miyazaki’nin “Totoro”sunu izleyip üzerine konuşuyoruz; ardından onlara kendi Totoro’larını çizdiriyorum. Çizgi filmle görselleştirdiğim bir konu üzerinden, kendi eserlerini üretmeleri için onları teşvik ediyorum. Resim tarihine de eğiliyoruz; Van Gogh, Edward Hopper gibi ressamlara bakıyoruz. Basit animasyon tekniklerini kullanarak kurgu yapmayı, kendi filmlerini nasıl üretebileceklerini öğretiyorum. Ortaokul öğrencilerineyse reklâm analizi yaptırıyorum. Bu sayede tüketici pozisyonundan çıkıp gördüklerini süzmeyi, analiz etmeyi öğreniyorlar. Değişime, gelişime birinci elden tanık olabilmek muhteşem bir şey…
BİLEŞENLER
Üniversiteden mezun olunca, Fransız hükümetinin verdiği bursla Sorbonne Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım. Konum, “Belgesel Sinemada Çocukları Filme Almak” idi. Okuldan sonra başlayan dizi asistanlığı dönemimde televizyon dünyasının gerçekliğini sorgular oldum. Bunun üzerine, kardeşim Can ile beraber “Kamerayla İzdivaç” belgeselini çektik. “Esra Erol’la İzdivaç” adlı programın perde arkasını yansıtan bu belgesel, “televizyon dünyası nasıl bir gerçeklik sunuyor?”; “Bu insanlar stüdyo koridorlarında ve kamera önünde gerçekten neyi arıyor?” gibi sorulara cevap veriyordu. Çok ilginç şeyler yaşadık… İlk görüşmeye gittiğimizde bizi tribüne oturttular. “Seyirci eksiğimiz var, buyurun” deyip kart çıkarttılar, biz de her gün çekim yapmaya başladık. Bir aşama geliyor ki o ortama alışmaya başlıyorsunuz ve dış gözünüzü kaybediyorsunuz. Örneğin, kendimizi çok uzakta konuşan bir çifte "zoom in" yapmaya çalışırken yakaladığımızda, bizim kameramızla onların kamerasının birbirine karışabilme ihtimâlini fark ettik. O andan itibaren iki günde bir çekim yapmayı kendimize kural koyduk. Yönetmen, Esra Erol, aday, kast ajansından gelmiş profesyonel izleyici ve Esra Erol’un asistanı şeklinde beş ana karakter üzerine kurduğumuz bu film, bana önyargılara dair çok şey öğretti. Beş karakterin pozisyonu benim için denkti ve meseleye hepsinin gözünden eşitçe bakmaya çalışmıştım ama insanların olan biteni bu derece açık biçimde görmek istemediğini, bireye saldırmanın sistemi eleştirmekten daha kolay geldiğini gördüm. İzleyicinin ne kadar önyargılı olduğunu da filmin gösterimi sırasında keşfettim. Bence buna öfkelenmek ve saldırmak en kolay yol, izleyicimizi daha iyi anlamak ve analiz etmek için ona yaklaşmak, onu dinlemek zorundayız.
nim yapımcılığını üstlendiğim “Karnaval” adlı uzun metrajlı filmi çektik. Tülin Özen ve Serdar Orçin’in rol aldığı bu film, üç hafta vizyonda kaldı. Bunu gururla söylüyorum çünkü bağımsız bir filmin bugünün koşullarında üç hafta vizyonda kalabilmesi büyük bir başarı. “Karnaval” macerasından sonra kızım doğdu ve onu huzurlu bir şehirde büyütmek istediğimiz için İzmir’e taşındık. Yaklaşık iki yıldır İzmir’deyiz.
55 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Bornova Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde lisans eğitimi aldım. Üniversitedeyken okul dergisine röportaj yapmak için gittiğim Altı Nokta Körler Derneği’nde görme engellileri yakından tanıma fırsatı buldum. Bu deneyim, engellilere bakışımı sorgulamama sebep oldu ve yaklaşık üç yıl onlarla beraber vakit geçirdikten sonra, bu konuya dokunacak belgesel bir film üretmeye karar verdim. 2003 yılında çektiğim, on üç dakikalık “Üç Kulaklı” adlı belgeselimle Altın Portakal’da ödül aldım. Filmde, özellikle kalıtımsal körlüğü olmayan, kör bir anne baba arıyordum ama çocukları görüyor olacaktı. Bu fikir, Altı Nokta Körler Derneği’ndeyken üç yaşındaki bir çocuğun annesini merdivenlerden çıkardığını gördüğüm anda oluşmuştu. Özellikle aile arıyor olmamın sebebi de şuydu: Aslında hepimizin birbirimize ihtiyacı var. Ancak bir arada, bu şekilde, birbirimizi tamamlayarak var olabileceğimize inanıyorum.
EĞLENCELİ BİLİM Ayşe Naçar
www.eglencelibilim.com
BİLEŞENLER
7-15 yaş kitlesine doğa ve fen bilimlerini, ekolojiyi, geri dönüşümü sevdirmeyi amaçlayan deney içerikleri üretiyoruz. İçerikleri yaş gruplarına göre şekillendiriyoruz. Alanında uzman eğitimcilerle, fen ve teknoloji öğretmenleriyle çalışıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
56
Milli Eğitim müfredatına uygun, dört bini aşkın içerik geliştirmiş durumdayız. Kırk beş dakika süren uygulamalarda, çocukların her aşamaya bizzat dâhil olabilmesine çok önem veriyoruz. Ortam da buna göre kuruluyor; masalar diziliyor, çocuklar tüm malzemelere doğrudan temas ederek çalışıyor. İlk başta malzemeleri ellemekten çekiniyorlar çünkü eğitim sistemimiz korku üzerine kurulu. Okullarda önlerine iki mikroskop koyup “aman çocuğum sakın kırma, arkadaşın da baksın” telkinleriyle deneyim üretmeyi
hedefleyen bir sistemden bahsediyoruz. Biz diyoruz ki, “istersen parçalarına ayır, önemli değil.” Ağırlıklı olarak okullarla çalışıyoruz ama STK’lerle beraber pek çok sosyal sorumluluk faaliyeti yürütüyoruz. Meselâ, yaklaşık dört yıldır TEGEV'e fen bilimleri alanında içerik sağlıyoruz; ESİAD ile bir başka projeyi sürdürüyoruz. Üç yıldır “Eğlenceli Bilim Ege Köylerinde” adını verdiğimiz seri kapsamında, Ege'nin tütüncü köylerinde ekicilerin çocuklarına yönelik yaz kampları düzenliyoruz. Bugüne dek altı yüz elli çocuğa ulaştık. Çocuklar, ikişer hafta süren bu kamplarda fen bilimlerinin dışında ritim, spor, dans, sanat, ileri dönüşüm ve stop motion gibi alanlarda eğitim görüyor.
EŞPEDAL Saldıray Altındağ
Yarışı, Çanakkale Bisiklet Turu, Eskişehir Bisiklet Festivali, Eşpedal Kuzey Ege Tandem Turu, Avrupa Hareketlilik Haftası Sürdürülebilir Ulaşım Sempozyumu, Dünya Beyaz Baston Günü Doğa Yürüyüşü, Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali (İstanbul), Hürpedal Ortaca Bisiklet Festivali, Çeşme Granfondo Yarışı gibi organizasyonlara da katılıyoruz.
Maalesef şehirler, erişilebilirlik anlamında her kesime fırsat sunacak şekilde yapılandırılmıyor. Sürekli yıkıp baştan yapmaya dayanan şehircilik anlayışı, engelli bireylerin bağımsız hareket edemediği sayısız sorunlu alan yaratıyor. Biz de bu gerçekten yola çıkarak ve tandem bisikleti aracı kılarak, yaşadığı şehri daha iyi kullanabilmeleri, kültürel değerlerimizi tanıyabilmeleri, şehirler arası yolculuk yapmaları, sosyal hayata aktif biçimde katılmaları için engelli bireylere alan açmaya çalışıyoruz. Toplumsal sorumluluk açısından bakarsak, engellilik üzerine bilinç yaratmaya, önyargıları tanışmalar üzerinden kırmaya gayret ediyoruz.
Bunun yanı sıra, Görme Engelliler Spor Federasyonu bünyesinde tandem bisiklet branşının açılması için girişimlerde bulunduk. Amacımız, bu sporun ülkemizde yaygınlaşmasını sağlamak ve uluslararası paralimpik olimpiyatlarına sporcu göndermek. Bağlantıda olduğumuz görme engelliler okullarından ulaştığımız bisiklete ilgi duyan çocukları küçük yaştan itibaren tandem bisiklet sporcusu olarak yetiştirmek üzere yürüttüğümüz altyapı çalışmaları devam ediyor.
Bisiklet sürme yeterliliğine sahip herkes aramıza katılabilir. Senenin belli dönemlerinde düzenlediğimiz “Tandem Bisiklet ile Tanışma Etkinliği” bisikletlileri, engelli dostlarımızla buluşturmayı amaçlıyor. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Farkındalık Turu, 1. Ulusal Eşpedal Çalıştayı (Eskişehir), Kuzey Kıbrıs Granfondo
Eşpedal’ın sadece görme engellilerle değil; işitme, bedensel ve zihinsel engellilerle çalışmak üzere uzmanlaşması gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan bakınca farkındalık yaratan, topluma katma değer sunmaya çalışan bir oluşum olduğumuzun altını çizmek isteriz.
57 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
2015 yılında kurulan Eşpedal, sürüş kabiliyeti yüksek ve sorumluluk sahibi bisikletçi dostlarımızla görme engelli arkadaşlarımızı aynı platformda buluşturan bir sivil toplum kuruluşu. Derneğimize ait tandem bisikletlerle şehir içine ve şehir dışına turlar düzenliyoruz. Bazen kamplı turlar organize ediyor, doğayı birlikte deneyimliyoruz.
BİLEŞENLER
www.espedal.org " espedaldernegi
Etem Şahin
sutudyodevam.org
BİLEŞENLER
Türkiyeli bir sanatçıyım. İzmir’de yaşıyorum ve üretiyorum. Sinema ve sanat psikanalizi üzerine eğitim gördüm ve sanatta yeni medya üzerine çalıştım.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
58
2012’de, uzun yıllar yaşadığım Fransa’dan İzmir’e döndüğümde, Büyük Kardiçalı Han’ın ilk katında küçücük bir atölye kiraladım ve bir süre sonra bu alanı işlerini alternatif bir mekânda göstermeyi arzulayan sanatçılara tahsis etmeye karar verdim. Kâr amacı gütmeyen, “sütüdyo” adını verdiğim bu bağımsız sergi alanının oluşum sürecinde bana katılan Cenkhan Aksoy ile birlikte, odanın mimarisini gözeterek çeşitli sergiler ve performanslar düzenledik. 2013 yılında sütüdyo’yu terk ettik; “sütüdyo devam” adıyla, İzmir’deki başka mekânlarda sergi düzenlemeye başladık. Mekânları, serginin tasarımını ve sanatçıların beklentilerini dikkate alarak seçiyorduk. Son bir yıldır edisyona yöneldik; sanatçı kitapları üretiyoruz. İlk projemiz, Cenkhan Aksoy’un “Automaton” kitabı, Birgit Dalum’un CNG ile düzenlediği Metropol II adlı sanatçı kitapları sergisinde gösterildi. sütüdyo devam ile yürüttüğüm çalışmalara paralel giden bir sergi hazırlığı içerisindeyim. Esasen, Eylül 2017’de gerçekleştirilen “bkz. darağaç” sergisi için başladığım bir seriye devam ediyorum. bkz. darağaç’a hazırlanırken serginin kurulduğu Umurbey Mahallesi’nin, eski adıyla Darağaç’ın geçmişinin peşine düşmeye karar verdim. İşgal döneminden önce mahallede Rum Ortodoks nüfusun ağırlıkta oluğunu, eski Sümerbank fabrikası ve çevresindeki tek katlı evlerde işçi ailelerinin yaşadığını, yıkılan Alsancak Stadyumu’nun bulunduğu arazinin eskiden Rum Ortodoks mezarlığı olduğunu öğrendim.
Kısıtlı kaynaklardan ulaştığım bu bilgiler, bende mahallenin eski sakinleriyle tanışma isteği uyandırdı. Ben de ailesi burada yaşamış bir kadını hayal ettim. Onu 1922 yangınından sonra ailesiyle birlikte şehri terk etmiş, gittiği ülkede güzel sanatlar tahsili görmüş ve şehre geri dönmüş bir ressam olarak düşledim. Niyetim, resimleri üzerinden İzmir’de, hâtta Türkiye’de aktif olduğu 1940 - 1984 yılları arasındaki siyasi atmosferin ve sanat hayatının arkeolojisini yapmaktı. Yaşadığı yıllarda kullanılan malzemeyle, benimsemiş olabileceğini varsaydığım üslupla bizzat ürettiğim bu resimleri Umurbey Mahallesi’nde bir evin duvarlarına astım. Bu eserler, Vivienne Noir adını verdiğim karakterin yaşamından kesitleri dolaylı olarak görünür kılıyor. Vivienne Noir, ayrıca Aytamir Deciç’in kaleminde hayat buluyor. Deciç; Noir’ın yaşadığı dönemi, o dönemde görüşmüş olabileceği insanları, katılmış olabileceği sergileri, defterlerini, mektuplarını yazıyor. Bense onun rehberliğinde Vivienne’in personasına bürünüp, yaşadığı kentlere ve zamana seyahat ediyorum. bkz. darağaç’taki serginin mevcut koşullarında yerleştirmeye hak ettiği özeni gösterememiş olsam da Vedia Karaoğlu ya da kendine verdiği isimle Vivienne Noir’ın eserleri, böylece ilk kez izleyicisiyle buluştu. Sunum sadece bir başlangıçtı; Vivienne ve eserleri, 2018 yılı boyunca başka vesilelerle tekrar gündeme gelecek; retrospektif sergisini kurmak üzere kendisiyle İzmir’de buluşacağız.
Fergün Urgancıoğlu
90’ların sonundan 2000’lerin ortasına dek Odradek, Üpsülon, Toy Boy Porno adı altında, bir kısmı toplama albümlerde yayınlanan parçalar ürettim. 2006-2008 döneminde İzmirli prodüksiyon şirketi Soundworks’ün çatısı altında farklı kurumlar için sesli edebiyat projeleri ürettik ve yayınladık. Aynı dönemde, Kronovox Archives’ın kuruluşunda Sarp Keskiner ile çalıştım. Beraberce tiyatro müzikleri yaptık; küratörü olduğu Noksan ile çeşitli albümler kaydettik ve konserler verdik. Hemen ardından, İstanbul’a yerleştim. Fono Film şirketinde sayısız filmin sesini yaptım. Gelen malzemeleri kurgu veya renk ayrımı sürecine benzer şekilde işlediğim, birleştirdiğim bir prosesten bahsediyorum. Fono Film’den ayrıldıktan sonra TV kanallarıyla çalışmaya başladım fakat 15 Temmuz'u takiben TRT'deki bağlantılarım garip bir şekilde buharlaşınca, işe devam edemez hale geldim. Bu yıl itibariyle tekrar İzmir'e yerleştim. Sinema işlerimi, müzisyen olmama rağmen müzikten ayrı tutuyorum çünkü ikisiyle aynı anda uğraşmak, müthiş bir kafa karı-
şıklığına yol açıyor. Post-prodüksiyon, hayatı hızla çürüten bir iş alanı. Paçanızı kaptırdığınız an, içinde kaybolup gidiyorsunuz. Uzun yıllar önce temellerini attığım, profesyonel hayatın dayattığı koşullar yüzünden yeterince ilgilenemediğim Düşük Banket adlı kültür etkinliğimi İzmir’e dönüşümü vesile bilerek tekrar canlandırmaya karar verdim. Şimdilik kültür etkinliği olarak nitelendiriyorum çünkü henüz yayınlanmış bir ürün yok. Düşük Banket’i orta vadede plak şirketi ve yayınevi olarak kimliklendirmeyi planlıyorum. Bu çerçevede, ileriye hazırlık olarak çok ilgi çekmeyecek bir takım eserleri, simya metinlerini, Pisagor'un kimi yazılarının yorumlarını çevirmeye uğraşıyorum. Bir yandan, uzun yıllardır yaptığım kayıtları toplu halde yayınlamayı düşünüyorum. Bir kısmı yurt dışında dijital formatta yayınlanacak; diğer kısmını fanzin formatında, kopyalanabilir CD veya DVD olarak bizzat yayınlayacağım. İstanbul’da kurduğum tam teşekküllü stüdyoyu İzmir’e taşıdım. Önümdeki birkaç filmi tamamlar tamamlamaz, kendime ait bir alana yerleşip müzik çalışmalarıma ağırlık vereceğim.
59 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Grafik Bölümü’nde eğitim aldım. Yirmi yılı aşkın bir süredir mekanik, tasarım, müzik, metin ve sinemayla ilgileniyorum.
BİLEŞENLER
www.dusukbanket.international/contact
GOD MODE Erdinç Öztan - Tayfun Deniz
BİLEŞENLER
% godmodeband
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
60
İzmirli bir “death metal” grubuyuz. Death metal, 90'lı yılların başında ortaya çıkan “extreme metal” akımının alt klasmanlarından biri. İzmir'deki geçmişi de aynı yıllara dayanıyor. Bizim “metal scene” olarak tabir ettiğimiz camianın üyeleri, distroların* sayesinde birbirleriyle müzik alışverişi yapmaya başlıyor ve sürecin bir noktasında metal grupları kuruluyor. Bu altkültürün ürünleri, jargonu ve alışkanlıkları, zamanla sonraki jenerasyonlara aktarılıyor. Biz camiaya 2004 civarında girdik; yaklaşık on dört yıldır bu işin içindeyiz.
2013 ve 2015 yılında iki albüm yayınladık. Albümlerden sonra kırk civarında konser verdik. İzmir haricinde Zeytinli RockFest, Bodrum RockFest gibi büyük organizasyonlarda sahne aldık. Konsere gelen dinleyicinin keyif alması, eğlenmesi bizim için çok önemli ve bunu sağlayabilmek adına elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Müzik, günümüzde çok hızlı tüketilen bir meta haline gelmiş olsa da bizim müziğimiz kolay tüketilebilir değil. Biz de bu işi ne kadar eğlenceli yaparsak o kadar uzun ömürlü olacağına inanıyoruz.
God Mode’dan önce başka gruplarımız vardı. Tayfun, grubu 2013 yılında kurmuş; ben 2015'te dâhil oldum. Bu işi meslek olarak yapmıyoruz; hepimizin başka işleri var. Zira, Türkiye’de metal müzik yaparak para kazanmak gibi bir fikriniz varsa bunu baştan unutmanızda fayda var ama birbirine çok bağlı bir camiadır; dinleyicisi çok sadıktır. Biri size "ben metalciyim" dediyse bilin ki yıllar sonra bile metalciliğinden vazgeçmez.
Konserlerimize bekleriz; gelin hep beraber eğlenelim. * Genellikle bir altkültüre mensup bireyler tarafından organize edilen, çoğunlukla ürün takasına dayanan, bağımsız dağıtım operasyonları.
Hakan Ergin
# hakansergin/showreel
BİLEŞENLER
2016’dan beri Dokuz Eylül Üniversitesi Film Tasarımı Bölümü’ nde, sayısal canlandırma teknikleri ve yapım sonrası aşamaları kapsayan çeşitli dersler veriyorum. Özel olarak fotoğraf ve fotogrametri teknikleriyle ilgileniyorum. İşlerimi Vimeo adresimden izleyebilirsiniz.
61 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Bilkent Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği okuduktan sonra, Syracuse Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema - TV üzerine yüksek lisans yaptım. İstanbul’da okuduğum dönemde Türkiye Basketbol Federasyonu’nda video editörü, Robotika Films’de dikey kurgu (compositing) operatörü olarak çalıştım. 2014’ten bu yana, İzmir’de faaliyet gösteren yapım şirketi Ajans FTV’de yapım sonrası (post-production) aşamalarından sorumluyum.
HALKEVLERİ Uğur Göçmüş
www.halkevleri.org.tr/yaz-okullari Türkiye'nin birçok ilçesinde, Halkevi şubelerinin olduğu her yerde, hâtta köylerde faaliyet gösteriyoruz. On bir yıldır programını pedagojik bilgilere ve alternatif eğitim modellerine dayandırdığımız yaz okulları düzenliyoruz. Eğitimin parasız, eşitlikçi, demokratik, bilimsel ve laik olması gerektiğini savunuyoruz.
BİLEŞENLER
İki yönlü bir çalışma modelimiz var. Yaz okullarında eğitime devam ederken, açık çağrımıza karşılık veren gönüllü eğitimcilerle
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
62
ileriye yönelik çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Halkevleri, ayrıca içeriği yaz okullarına katılan çocukların fikir ve önerileriyle şekillenen ‘Uçurtma’ isimli bir çocuk dergisi yayınlıyor. Başta Şubadap Çocuk, Renkli Merdiven, Toplumcu Psikologlar, Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Yenikapı Tiyatrosu olmak üzere, İzmir’de pek çok oluşumla dayanışma halindeyiz.”
İZMİR BİSİKLETLİ KADINLAR Ebru Umuç
% İzmir Bisikletli Kadınlar
Temel amacımız, bisikleti kadınların hayatının merkezine koymak. Bisikletle sokağa yalnız başına çıkamayan, buna cesareti olmayan kadınları aramıza kazandırmaya gayret ediyoruz. Kendine zaman ayıramayan annelerin, bisikleti vesile kılarak çocuklarıyla birlikte daha fazla vakit geçirebileceğini öne sürüyoruz. Bunu başarabilmelerine yardımcı olmak için eğitimler veriyoruz;
Her ne kadar altyapıyı iyileştirme adına büyük mesafe kat edilmiş olsa da en önemli sorun, kesintisiz bisiklet yolunun hâlâ tamamlanamamış olması. Her şeyden önce, İzmir’de bisikletliyseniz, sahile çıkana kadar trafiğin içinde sürmek zorundasınız. Bisiklet yolu şehrin ana arterlerine bağlanırsa, sadece sahile mahkûm kalmazsak, şehirdeki bisiklet kullanıcısı sayısının katlanarak büyüdüğünü göreceğiz. Bu büyüme, trafiği ve hava kirliliğini azaltacak; daha mutlu ve sağlıklı bir hayat süreceğiz. İkinci sorunsa taşıt sürücülerinin bilinçsizliği ve umarsızlığı. Bisiklet, taşıt sürücüleri tarafından trafiği yok yere işgal eden bir ulaşım aracı olarak görülüyor. Sürücülerin bilmesi gerekiyor ki bisiklet yolunun olmadığı her yerde araç yolundan gitmek, bizim yasal hakkımız. Yerel yönetimlerden sürücüleri bilinçlendirecek kampanyalar üretmesini bekliyoruz. Bunların yanında, metro istasyonlarında asansör kullanımına dair sorun yaşıyoruz. Bisikletle ve çocukla merdivenleri kullanmamız imkânsız; asansörü kullanmamız yasak. Yetkililerden acilen çözüm bekliyoruz.
BİLEŞENLER
Katılımlar arttıkça, “çekirdek bir ekip oluşturalım, sosyal projelere katılalım”, “daha fazla üyeyi aktif bisiklet kullanıcısı yapalım” şeklinde fikirler geliştirmeye başladık. Bu fikirleri hayata geçirebilmek için de her hafta buluşmaya karar verdik. Ayda bir kez büyük toplantımızı yapıyoruz. Daha çok kadına ulaşabilmek, sesimizi geniş kitlelere duyurabilmek için sürekli etkinlik düzenliyoruz. Çevreye örnek olmak için çarşıya, pazara, arkadaşlarımızla buluşmaya, sinemaya, kreşe, parka, işe hep bisikletle gidiyoruz. Her ayın son cuma günü düzenlenen Critical Mass'i destekliyoruz. Trafikte fark edilmek ve ulaşımda bisiklet kullanımını artırmak en büyük isteğimiz çünkü bisiklet bizim için spor veya gezinti aracı olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Bisikletin rahatlığına ve yaşattığı keyfe bir kez alıştıktan sonra arabayla şehir trafiğini çekmek ya da toplu taşımada o karmaşanın içine girmek istemiyoruz.
çocuklara yönelik bilinçlendirme ve sürüş çalışmaları yürütüyoruz. Teknik bilgilendirme seminerlerimizde küçük arızaların üstesinden nasıl gelebileceğimize, güvenli sürüş yöntemlerine, kaza anında ne yapmamız gerektiğine değiniyoruz. Karşıyaka Bisiklet Derneği ise profesyonel sürüş eğitimi veriyor. Aslında işin en güzel ayağı bu eğitimler çünkü kadınlar bisikleti sadece bisiklet yollarında ve sınırlı zamanlarda kullanıyor. Biz, şehirde her yere bisikletle gidip gelebiliyor olmanın bir medeniyet ölçütü olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca bisikletin en çevreci ulaşım aracı olduğunu düşünüyoruz.
63 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
“İzmir Bisikletli Kadınlar” ve “İzmir Bisikletli Anneler” adlı sosyal medya gruplarının kurucusu, Selda Erbay. Erbay, çocuğuyla beraber bisikletle dolaşmaya çıktığı bir gün, rastladığı bisikletli annelerin örgütlenebileceği fikrini geliştirmiş ve bu fikri geçen yılın eylül ayında hayata geçirmiş. Bu girişim beklediğinden fazla ilgi görmüş, üye sayısı kısa zamanda bini aşmış.
KİLİZMAN YAYINEVİ / SAHAF İLHANKİTAP / AKADEMİ KEMERALTI İlhan Pınar
BİLEŞENLER
920 Sok. No: 35/A, Piyaleoğlu Çarşısı, Kemeraltı, Konak ipinarkilizman@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
64
Kendime misyon edindim, ağırlıklı olarak yurt dışında İzmir üzerine yapılmış yayınlar üzerine çalışıyorum. Temel derdim, şehrin kuruluşundan bugüne dek birikmiş belleği bütünsel bir şekilde ortaya koymak. Ne Bizans'ı ne beylikleri ne Roma'yı ne de Helenistik dönemi dışlıyorum çünkü bu şehrin tarihinin belli bir süreklilik içinde aktığına inanıyorum. Hem mekânsal hem zihinsel anlamda sahip çıkmamız gereken şey, bana göre bu akışın bütünü. Bellek böyle kurulur; belli bir döneme kadar gidip belleği oradan itibaren inşa etmeye kalkışmak kadar abuk bir şey yoktur. Çalışmalarıma yaklaşık 1985 yılında, Berlin’de başladım. O dönemde Bornova’da, Emrehan Küey’in kurup yönettiği Akademi Yayınevi vardı. Birlikte hazırladığımız beş kitaplık “Gezginlerin Gözüyle İzmir” serisinin yanında, “19. Yüzyıl’da Anadolu Şehirleri” çalışmasını çevirip derledim ve “Kıbrıslızade Binbaşı Osman Bey’in Hatıraları” kitabını hazırladım. İkincisi, 19. Yüzyıl’da İngilizlerle Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri anlatan, çok çarpıcı bir hatırattır ve yazıldıktan yüz yirmi sene sonra ilk defa Türkçe’de yayınlanmıştır. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer ile Teos’u çalıştık, dört kitap yaptık. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir’in bir ticaret limanı olarak parlamaya başladığı 17. yüzyıl başlarından itibaren Batı Avrupa’dan İzmir’e gelen seyyahların buraya özgü metinlerini, kimi gravürleri ve çizimleri içeren “Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir 1608 - 1918” kitabını yayımladık. 1870’li yıllarda İzmir’de Avusturya - Macaristan İmparatorluğu konsolosu olarak görev yapmış Karl Scherzer’in İzmir monografisi İzmir Büyükşehir Belediyesi için hazırladığım bir diğer kitaptır ki yazıldıktan yüz otuz yıl sonra Türkçeye çevrilmiştir. Biliyorsunuz; Tepekule’de Eski Smyrna var. Eski Smyrna, ilk defa 1824 - 25 yıllarında Avusturyalı diplomat Baron Anton Prokesch von Osten tarafından tanımlanmıştır. Baronun 19. yüzyıldaki Eski Smyrna incelemelerini içeren kitabı, o bu tanımı yaptıktan dokuz yıl sonra, 1834 yılında Viyana’da yayınlanan “Edebiyat Yıllığı” dergisinde kendine yer bulmuştur. Almanların İzmir ile kurduğu ilişkinin çerçevesi pek bilinmez ama oldukça kapsamlıdır. “İzmir’de Alman İzleri: 1752-1922” adlı kitabım, bu ilişkileri ticari ve kültürel açıdan etraflıca irdeler. Bir diğer isme geçelim: Georg Weber, 19. yüzyılda arkeoloji otoritesi olarak kabul edilen bir isim olup İzmir üzerine birçok çalışma yapmıştır. Dönemin su yollarını konu alan çalışması,
çok önemli ve biriciktir. Bu çalışma, antik dönemden Weber’in yaşadığı 1910 yılına kadar, İzmir’in su ihtiyacını nasıl karşıladığını konu edinir. Bu çerçevede yayımladığım kitaplardan bir örnek daha verip bu bahsi sonlandırayım: “Des Voyages Monieur de Monconys”, 17. yüzyıldan itibaren İzmir’e gelen araştırmacıların arasında tiyatroya ilgisiyle öne çıkan Balthasar de Monconys adlı Fransız diplomatın 1648 tarihli Roma Tiyatrosu’na ilişkin saha tespitlerini içerir. İzmir’deki Roma Tiyatrosu’na dair bilinen tek kaynaktır. Kenti konu alan bazı çalışmalarımı da kitaplaştırdım: “İzmir Yazıları 1-2-3” serisini ve son çıkardığım, “İZMİR - Bir Güzel Kentin Serencamı”nı bu çabama örnek olarak sayabilirim. Almanya’dayken Selim Özdoğan’ın “Demirci’nin Kızı” ve “Minareler Şehrinin Kadınları” adlı kitaplarını çevirmiştim. Bunlar benim ilk yaptığım çevirilerdi ki “Minareler Şehrinin Kadınları”nı sonradan yayımladım. Yayımladığım bir diğer kitap, “Troas’ta Yolculuk” ise Heinrich Schliemann’ın Troya kazılarını tamamlayıp defineyi bulduktan sonra İda Dağı’nın çevresinde bir daire çizerek güneye doğru yaptığı turu anlatır. “Yaşamın İçinden Denemeler”, “Amatör Bahçe Bakımları” ve “Tarihe Not Düşmek” gibi kitapların editörlüğünü yaptım. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kent turu otobüslerinde kullandığı işitsel rehberlerin metinlerini kaleme aldım. Çeşitli sempozyumlara katıldım: Ahmet Piriştina’nın başkan olduğu dönemde, 2000 yılında düzenlenen “21. Yüzyıl Eşiğinde İzmir”, 2010 yılında APİKAM’ın düzenlediği “İzmirli Olmak”, “Körfez’de Zaman” ile Ege Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “İzmir’in Sağlık Tarihi Kongresi”, katkı sunduğum ve katkı aldığım sempozyumlardı. Ayrıca; Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih, Kebikeç ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin beş sayı yayınladığı İzmir gibi dergilerde sayısız yazım yayınlandı. Piriştina'nın kent belleğini kazıp ortaya çıkarma ve arşivleme girişimiyle başlattığı yayın atağı ve bugünkü APİKAM’ın öncülü olarak teşkilatlandırdığı İKEMA, İzmir için çok önemli kazanımlardı. Yüzü aşkın yayının yapıldığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu yayınlar, sadece İzmirlilerin şehre yönelik merakını tetiklemedi, dünyanın İzmir’e duyduğu merakı da canlandırdı. Oktay Gökdemir APİKAM'da müdürken bir kent ansiklopedisi yapma fikriyle gelmişti. “Sağlıklı bilgileri toparlayacak bir kaynakça olsun, hiç olmazsa meraklısı gelsin” derdi. Öngörülen, on ciltlik bir çalışmaydı. Ben de üçüncü cildi olan “İzmir'de İdari
İlk zamanlarımda, Almanya'dayken şöyle bir cümle düşmüştü aklıma: “Yaşadıkları şehrin tarihini bilmeyenler, onu sadece tüketecektir.” Bu cümle, ben paylaştıkça çevre tarafından kabul gördü. Eğer tarihini ve coğrafyanı bilmiyorsan, bunları bilgi karşılığında giderecek merakın yoksa, yaşadığın şehri sadece tüketirsin.
BİLEŞENLER
Son olarak “Seyyahların Gözüyle Tarih İçinde Bergama” kitabım yayınlandı. Yakın vade için çalışmalar son hızıyla sürüyor: Önce, “Seyyahların İzinde Aliağa ve Çevresi” kitabım çıkacak. “Gravürlerde Yaşayan İzmir” ise yılbaşında yayınlanacak. Onu “İzmir Yazıları - 3” takip edecek. “Eski Liman’dan Çarşı’ya Kemeraltı”, baskıyı bekliyor. “Tarih İçinde İzmir’in Planları ve Körfez Haritaları”, 2018 sonuna hazırladığım bir proje. “histographysmyrna 8500” ise tarihle grafiği birleştiren bir çalışma. Uzun vade için planladığım projeleri şöyle sıralayabilirim: İzmir’in ilk 1/5000’lik planını yapan ve 1857 tarihli “İzmir Rehberi” kitabını yazan mühendis Luigi Storari üzerine bir proje yürütüyorum. Bu rehberi çevirmek niyetindeyim. Yine
çok sevdiğim, hâtta “İzmir Yazıları-2” kitabımı ithaf ettiğim İzmirli epigraf Aristoteles Marie Fontrier’in “Lembos Manastırı” çalışmasını basmaya çalışacağım. Bunu “İzmir’de Kadın Olmak” kitabı ve ünlü İngiliz arkeolog Richard Chandler’in seyahatnamesi takip edecek. Seyahatnamenin sadece İzmir bölümünü çevireceğim ve yayınlayacağım. Bir de bizde hemen hemen hiç çalışılmayan Yunan isyanı üzerine bir romanı basmak var, planımda: “İsyan Döneminde Aşk”.
65 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ve Mahalli Yer Adları”nın koordinatörlüğünü ve yazarlığını üstlenmiştim. 2013'ün baharında ilk üç cildi çıktı: “Tarih”, “Mimarlık”, “İdari ve Mahalli Yer Adları”.
İRO CAFE / İRO SANAT Candemir Basan
irocafe_bostanli@gmail.com " irocafeandart $ @irocafebostanli ! @irocafe_bostanli
BİLEŞENLER
İşe Ağustos 2015’te kahve satmak için başladık. Hâlâ kahve satıyoruz ama İro bir kültür, üretim ve paylaşım odağına dönüşünce işin boyutu değişti.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
66
Geçen yıl, yaz başında kafenin bir kısmını grafik tasarım işlerim için ofis olarak düzenlemeye karar vermişken, ortağım Atlas Çakar ile başka neler yapabileceğimize dair kafa yormaya başladık. İkimiz de Bostanlılıyız; ayrıca Atlas’ın mekân işlettiği günlerden bugüne kalan geniş bir semt çevresi var. Semtten ortak arkadaşlarımızın önerisi üzerine, her perşembeyi sinema gecesi ilan ettik ve “Kahverengi Film Geceleri” ismini verdiğimiz bu seriye eski, kült filmlerle başladık. İşler baştan eğlence amaçlı gitti ama seçtiğimiz filmler kısa zamanda eşin dostun yakın ilgisini çekmeye başladı. İzleyiciler sonraki hafta için film teklif etmeye, genç yönetmenler uğramaya başlayınca “5 Kısa” adını verdiğimiz bir etkinlik düzenledik. Süreç bu şekilde devam ederken, Ağustos 2016’da Sarp Keskiner ile tanıştık ve mekânı nasıl daha verimli kullanabileceğimizin üzerinde çalışmaya başladık. Keskiner, kentsel ve toplumsal bellek konusuna çok duyarlı; bu duyarlılık üzerinden birbirine koşut ilerleyecek iki yol çizdi ve böylece, her pazartesi İzmirli yönetmenlerin şehre dair çektiği belgeselleri, kısa filmleri göstermeye başladık. Yönetmenin gösterime katılımını da şart koştuk. Bu format, yönetmenle temas etmeyi tercih eden izleyici kitlesinin yanı sıra kent üzerine kafa yoran herkesi gösterimlere çekmeye başladı. Apartman komşumuzla özel tarihçi, matematik öğretmeniyle video art sanatçısı yan yana gelip yönetmenle söyleşti. Her gösterimin sonunda düzenlediğimiz bu forumları ilkinden itibaren kaydetmeye koyulduk. Böylece elimizde muazzam bir külliyat birikmeye başladı. Kısa bir zaman sonra, küçük sahnemizi şehirdeki müzik gruplarına, tiyatro projelerine açmaya karar verdik ve daha nitelikli hizmet verebilmek adına, küçük bir ses sistemi edindik. Bu stratejinin en kritik kısmı, etkinlikleri sürdürebilir kılacak bütünlüklü bir politika üretmekti. Her pazartesi gecesi, geride kalan haftanın kritiğini yapmaya başladık ve Ekim 2016’dan itibaren programı aylık olarak yayınlamaya başladık. Konserler öylesine keyifli geçmeye başladı ki bunları da kayıt altına almaya karar verdik. 2017’nin ortalarına geldiğimizde sahnemiz Yank, Selim Saraçoğlu, Berke Can Özcan, Özün Usta, Umut Çağlar, Teoman Kumbaracıbaşı, Jone Takamaki, Vassiliki
Papageorgiou gibi, şehir veya ülke dışından gelen konukları ağırlamaya başladı. İzmir’de yerleşik olup deneysel doğaçlama yapan veya şehrin müzikal belleği üzerine çalışan hemen herkes bizde sahne aldı; şimdi bu kayıtların bir kısmını albümleştireceğiz. Neredeyse her hafta sonu bir atölye var; katılımcılar bu atölyelerde deneyim paylaşıyor, yeni beceriler ediniyor. Mart ayından bu yana, farklı alanlarda örgütlenmiş topluluklara alan açıyoruz. “Hemzeminler” adını verdiğimiz bu aylık seri kapsamında, sivil toplum örgütleriyle kendi kitlemizi karşılıklı olarak iletişime geçirmeye gayret ediyoruz. Bugüne dek İzmirli bisiklet topluluklarını, Caz Kedisi’ni, Fanzin Apartmanı’nı, Rom Blue projesini, Taraftar Hakları Derneği’ni, Yavaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni, GETO’yu, BBOM’u, LGBTİ gruplarını ve Jose Marti Küba Dostluk Derneği’ni ağırladık. “Hemzeminler” serisinin küratörlüğünü mümkün mertebe o alanda aktif olarak çalışan girişimlere teslim ediyoruz ve içeriğe kesinlikle müdahale etmiyoruz. Her buluşmayı, forumu, etkinliği işitsel ve görsel olarak kayda almaya devam ediyoruz çünkü semtin ve şehrin hafızasına katkıda bulunmayı ilkesel bir mesele olarak kabul ediyoruz. Bostanlı bölgesi, köklü semt kültürüne, İzmir’in kültür-sanat. hayatına kazandırdığı sembol isimlere rağmen adeta bir sayfiye yeri gibi davranır. Sanat mekânı yok denecek kadar azdır; kültürel aktivite açısından çok çoraktır. Semtin insanları rahat etmeyi, yemeyi içmeyi, yayılarak saatlerce muhabbet etmeyi ve mekânda uzun zaman geçirmeyi seviyor. İro’nun ortamı da herhangi bir evin salonundan pek farklı değil. Bostanlı Deresi’nin kenarındayız; ana arter üzerinde olmadığımız için sakin, izole ortamları tercih edenler gündüz boyunca bizde buluşuyor. Mekânda sürekli vakit geçirmeye başlayanlar, zaman içerisinde birbiriyle diyalog kurmaya başladı ve ortam sürekli proje üretir hale geldi. Sinemacının müzikle alakalı bir sıkıntısı varsa burada gideriyor; müzisyen bir gazeteciyle tanışıyor; dramaturg aradığı oyuncuya rastlıyor vs... Eylül ayında internet üzerinden yayın yapan Radio İro’yu hayata geçirdik; şimdilik test yayınındayız. Kış 2018 itibariyle sözel programlara ve konser kayıtlarına yer veren, tam teşekkülü bir radyo istasyonu olarak işe son şekli vereceğiz. Sonraki hedefimiz, elimizde biriken kayıt külliyatını bir yayında toplamak.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
67
BİLEŞENLER
Kerem Işık
BİLEŞENLER
keremium@gmail.com $ @keremium www.tekkisilikazinlik.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
68
Aslında kimya yüksek mühendisiyim; yüksek lisansımı da fizik alanında yaptım. Dünyanın ve hayatın bilimsel artalanı hep ilgimi çekse de asıl ağır basan, edebiyat oldu benim için. 2002 yılında yurt dışından döndükten sonra yazmaya yöneldim. Hayatımı sürdürebilmek için bir süreliğine mesleğimi yapmakta direndim ama Türkiye’deki çalışma şartları ve ortamı, bana uygun gelmedi.
gerekiyor” hissine kapılıyor. Roman ve edebiyat çevirisini bırakmam da yarışma sonrasına rastlıyor çünkü fark ettim ki çevirdiğim eserler, yazdıklarıma ve üslubuma etki ediyor. Hâtta beş, altı aylık bir çeviri sürecinde, Salman Rushdie’nin kitabının üzerinde çalışırken, onun sesiyle öykü yazmaya başladığımı fark ettim. O dönemde yazdıklarımı kullanamadım.
Dille küçük yaştan beri ilgiliyim. Amerikan Koleji mezunuyum; lise eğitimimden gelen sağlam bir dil altyapısı var. Ayrıca, üniversite öğrenimim boyunca İngilizce’den çeviri yaptım. Epeyi bir süre yayınevleriyle çalıştım; romanlar, çocuk kitapları, belgeseller başta olmak üzere, elliye yakın kitap çevirdim. Serbest çalıştığım bu dönemi takiben, çeşitli firmalardan gelen talepler üzerine, 2010 yılında bir çeviri bürosu açtım. Büromuz faaliyetlerine devam ediyor; Pasaport’ta bir ofisimiz var. Hayatımı buradan idame ettiriyorum çünkü sadece edebiyat yaparak Türkiye’de yaşam sürdürmek neredeyse imkânsız.
Üçüncü kitabım “Iskalı Karnaval”, 2015’te yayınlandı. Evliyim ve bir kızım var. Kızıma anlattığım öykülerden yola çıkarak, “Özgür Çocuklar” serisine başladım. Bu serinin ilk kitabı, TUDEM etiketiyle yayınlandı; hâlihazırda ikinci kitabın üzerinde çalışıyorum. Bir yandan da epeydir üzerinde uğraş verdiğim, yirmi sekiz ilâ otuz bölümden oluşacak şekilde kurguladığım romanımla uğraşıyorum. Roman yazmak çok besleyici bir süreç, fakat zaman zaman bunaltıcı olabiliyor. Sürekli onun üzerine düşünüyorum, romandaki karakterlerle yaşıyorum. Oysa öykü yazarken insan küçük mutluluklar yakalayabiliyor. Bitiriyorsunuz, bir yerde yayınlanıyor, okurlar iyi veya kötü yorumluyor. Öykü daha rafine bir tür; dil işçiliğine dayanıyor ama romanın karakter zenginliği, kurgusu ve genişliği beni büyülüyor açıkçası.
2005 - 2010 yılları arasında ağırlıklı olarak öykü yazıyordum ve bu öyküleri çeşitli dergilere gönderiyordum. 2010’da bir dosya hazırlayıp Yapı Kredi Yayınları’yla görüştüm ve ilk kitabım “Cennet de Yok”, böylece yayınlandı. 2012’de çıkan ve Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülen ikinci kitabım “Toplum Böceği”, mizahi tarafı ağır basmakla beraber, kurumsal geçmişime değindiğim öyküleri içeriyordu. Böyle bir övünç yaşadıktan sonra insan tabii ki “doğru şeyler yapıyorum, bu yönde daha çok çalışmam
Ege Üniversitesi’nde felsefe doktorasına başladım. Orada tanıştığım bir arkadaşımla yayınevi kurmak niyetindeyiz. “Neden Türkçede yok?” dediğimiz romanları çevirip yayımlamayı planlıyoruz. Hedefimiz, 2018 süresince beş kitap yayımlamak. Görünen o ki bu girişim, beni yeniden roman çevirmeye yönlendirecek.
KLORAKSANAT İNİSİYATİFİ Deniz Ataman - Nazlı Kulan
kloraksanat@gmail.com " kloraksanat ! kloraksanat
İzmir, hem sanatsever hem sanatçı potansiyeli olarak gelecek vaat eden bir şehir. Bugüne dek Alsancak, Bornova ve Mavişehir’de on beşe yakın mezat yaptık. Mezat formatı dışında etkinlikler de düzenlemeye başladık: Roots’un Container Hall’da düzenlediği Adana Twins DJ performansında bize ayırdıkları alanda kolektif bir resim çalışması düzenledik. Yere kocaman bir tuval bezi serdik ve herkesi resim yapmaya davet ettik. İZ Performance Hall’da doğaçlama tiyatro üzerine bir dizi organizasyon yaptık. İzmir ArtWalks, üzerine çalıştığımız bir diğer proje. İlkini Alsancak'ta düzenlemeyi planladığımız bu rota etkinliği kapsamında, tura katılacak kimseleri, sayısı gittikçe çoğalan, çoğu İzmirlinin haberdar olmadığı, ara sokaklardaki sanatçı atölyelerine, kültür-sanat mekânlarına, vintage dükkânlara götüreceğiz. Tüm uğraş alanlarımız için belirlediğimiz temel ilke, İzmirli sanatçılara aracı ve destek olmak. Hedefimiz ise yenilikçi, genç ve aktif bir sanat girişimi olarak kalmak.
BİLEŞENLER
Eserleri açık artırma yöntemiyle herkesin satın alabileceği fiyatlar belirleyerek satışa sunuyoruz. Sanatçılarla sanatseverleri aynı ortamda bir araya getiriyor olmamız, işin herkesin hoşuna giden kısmı oldu. Böylece alıcı, satın aldığı sanat eserinin yaratıcısıyla tanışabiliyor; sanatçı, eserini satın alanla birebir temas kurabiliyor ve etkinliğin izleyicisi, her iki tarafla beraber açık artırmadaki çekişmelere doğrudan tanık oluyor. Bu formatın sanatçıları üretmeye, eserleri üzerinden gelir elde etmeye motive ettiğine inanıyoruz. Sıcak, samimi bir ortam yaratmayı çok önemsiyoruz çünkü niyetimiz, bu işi galerilerin, müzelerin, mezatların ciddiyetinden çıkarmak. Amacımız, sanat alışverişini insanların yiyip içtiği, sosyalleştiği alanlara taşımak. İnsanlar, mobilya mağazalarından, yapı marketlerinden satın alacağı replika tablolar yerine sanat öğrencilerinin raflarda bekleyen eskizlerini satın alsın ve bunu bir alışkanlık haline getirsin istiyoruz. Kabul edemeyeceğimiz kadar çok sanatçı başvurusu alıyoruz çünkü galerilerden çok daha düşük
bir komisyon oranıyla çalışıyoruz: % 10. Açılış fiyatımız yirmi; üst sınır iki yüz lira. Koleksiyonerlik gibi çok yüksek maliyetli görülen, lüks kabul edilen bir işi herkesin yapabileceği mertebeye taşıyoruz.
69 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İstanbul Bilgi Üniversites Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’ nden mezunuz; ikimiz de İzmirliyiz. Mezun olduktan sonra, İzmir’de sanat sektörünü canlandıracak bir girişimde bulunmak istedik ve etrafımızdakilerin “bu işler İstanbul’da olur” uyarısına kulak asmadan, KlorakSanat İnisiyatifi'ni hayata geçirdik.
KIRKMERDİVEN Halil Bülbül
BİLEŞENLER
305 Sok. No: 59A, Karataş, Konak / Korutürk Mah. Lider Sok. No: 11, Balçova (232) 999 58 59 / (232) 482 00 73 " kirkmerdiven
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
70
Karataş’ta yer alan Kırkmerdiven’i barındıran bina, aslında benim evim. Bina, kayıtlara göre 1900 yılında inşa edilmiş; ilkin Yahudi bir aileye aitmiş. Sonradan sahibi olan aile, uzun seneler bu evde yaşamış ve tıpkı bizim yaptığımız gibi binanın bodrum katını iş yeri olarak kullanmış. Satın aldığımızda kısmen yaşanabilir durumdaydı, uzun bir bürokratik sürecin sonunda temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak hale getirebildik. Fakat baktık ki ev kısmı çok geniş ve biz sadece küçük bir bölümünü kullanabiliyoruz; var olan projelerimizi kalan kısımlarda hayata geçirelim dedik. Gelenin gidenin kendini rahat hissedebileceği, bir iki güzel lezzeti paylaşabileceği, kendi halinde, küçük bir kafe açmaya karar verdik. Kırkmerdiven, Nisan 2015’te böylece faaliyete başladı. Kafe olarak kullandığımız kısım, binanın sokağa açılan yarı bodrum katı. Giriş katındaki alansa evimizin bir parçası; ortak kullanıma açtığımız etkinlik alanı. Yapmaya çalıştığımız şey bilgili, becerikli, marifetli kültür üreticileri ve sanatçılarla, mekânda konuk ettiğimiz insanları buluşturmak. Bu açıdan bakarsak, izleyici yarattığımızı söyleyebilirim. Meselâ mekânımız, kahve almaya gelen bir fotoğrafçıya tasarladığı sergi için alternatif sunuyor. O fotoğrafçı gelip işini sergiliyor, mekâna artı değer katıyor. Kültür-sanat aktivitelerinden kâr etmek öncelikli amacımız değil; her iki tarafın da birbirinden beklentisi yok çünkü Kırkmerdiven, öncelikle bir işletme. Sanata değen kısmı da içerideki kitaplar, resimler, etkinlikler. Bu unsurlar mekânda bir promosyon veya dekorasyon ürünü olarak yer almıyor; o kitaplar veya resimler, okuru ve izleyicisiyle o an, orada buluşmak için yerli yerinde duruyor. Karşılıklı beklenti meselesine özellikle değinmek istiyorum çünkü şehirde bizim gibi mekânların sayısı gittikçe artıyor: Sergileme, performans, sunum yapan kişi, verdiği emeğin karşılığını alamadığını düşünebilir. Bu bizce bir kayıp değil, bir deneyim. Kişinin kendisi için de bir öğrenim olduğunu düşünüyorum. Etkinlik yapanlardan kira bedeli almıyoruz, reklâm veya sponsor kabul etmiyoruz. Öncelikli hedefimiz, beraberce iyi vakit geçirmek. Bu koşullar, elbette bazı olumsuzlukları da beraberinde getiriyor: Mekânın mimarisi ve düzeni ne kadar uygunsa, çalışanlarımız ne kadar müsaitse o kadar destek olabiliyoruz. Ekipman temini gibi hizmetlerimiz yok. Bununla beraber, etkinliklere açık paylaşım ilkemizin gereği olarak, bazı temel kriterler dışında bir eleme veya önceliklendirme mekanizması işletmiyoruz. Dolayısıyla, “Kırkmerdiven şu tarz bir yerdir”; “burada şu tip etkinlikler olur” benzeri değerlendir-
meler yapmak mümkün değil. Komşu teyzelerle, tez çalışması yapan öğrenciler aynı mekânda bir arada vakit geçiriyor veya Arjantin’den gelip arkadaşlarının tavsiyesiyle Kırkmerdiven’e uğramış bir müzisyenin dinletisine tanık oluyorsunuz. Bu kendiliğindenlik, çok ilginç deneyimler üretebiliyor: Olur mu olmaz mı diye düşünürken, A Capella Gramofon grubunun dinletisinde yirmi kişilik koro ile otuz dinleyiciyi aynı anda ağırladık. Kapasitemiz epeyi zorlandı ama ortam bir o kadar keyifliydi. Sokağa taştığımız günler de oluyor: İzmirli Na Manouche grubunun konseri, sokakta dans edenlerle birlikte, yaklaşık iki yüz kişilik mini bir şenliğe dönüştü. Zaman zaman film gösterimleri gerçekleştiriyoruz. Bu gösterimlerden bir gelir sağlamasak da telif konusunda hassasız. Örneğin Ken Loach’un filmlerini, ücretsiz olarak internet üzerinden paylaşıma açtığına dair açıklamasını takiben gösterdik. Aynı şekilde, 16. İzmir Kısa Film Festivali’ne katılan filmlerden oluşan seçkiyi ancak gerekli izinler alındıktan sonra, üç hafta boyunca misafirlerimize izlettik. Yazar ve şairlerle okurları buluşturan kimi etkinliklere de ev sahipliği yapıyoruz. Bir okuru olarak, benim için en anlamlı buluşma, şüphesiz ki Süreyya Berfe ile tanışmamdı. Kültürel ve tarihsel açıdan İzmir’in en özel semtlerinden birinde yerleşik durumdayız. İçinde yaşadığımız mekânı, mahalleyi ve semt belleğini korumak, canlı tutmak adına harcanan her çaba bizim için çok değerli. Bu bağlamda, bölge için büyük gayret sarf eden araştırmacı yazar Abdülkadir Hazman’ı Karataş tarihi ve eski sakinlerini konu alan sunumu için mekânımızda ağırladık. Ardından bizzat organize ettiği, civar semtleri de odağına alan karma bir fotoğraf sergisine alan açtık. Alan açma meselesini önemsiyoruz demiştim. Düzenli olarak çalıştığımız tek oluşum, “Kendine Ait Bir Oda / Bir Sanat Atölyesi Projesi”. Basmane’de sabit bir mekânları olmakla birlikte, etkinlikleri için Kırkmerdiven’i mekân olarak kullanıyorlar. Sayelerinde biz de farklı etkinliklere ev sahipliği yapmış oluyoruz. Örneğin, “Ambelofilozofya Konuşmaları” başlığı altında İzmir’i ve Ege’yi konu alan kaynaklı tarih-kültür söyleşileri serisi gerçekleştirdik. “Ambelo” bağ demekmiş; “filozofia” da adı üstünde; Felsefe. Yani bağda yapılan felsefe ki Türkçedeki karşılığı geyik muhabbeti. Kasım ayında yine Kendine Ait Bir Oda organizasyonuyla beş hafta süreli, buluntu görüntüyle remiks video yapımını konu alan bir atölye yaptık. Sonrasında katılımcıların eserlerini izleme fırsatı da bulacağız. Yakında, Kendine Ait Bir Oda’nın Kırkmerdiven’de gerçekten kendine
BİLEŞENLER
Bu şekilde, çok keyifli üç yıl geçirdik. Diğer yandan Kırkmerdiven’i bir iş modeli ve paylaşım aracı olarak yedeklememiz, kalıcılığını sağlamamız gerekiyor. Bu düşünceyle iki ay önce, Kırkmerdiven Teleferik’i açtık. Temel çalışma prensipleri açısından Karataş şubesiyle benzerlikler olsa da Kırkmerdiven Teleferik, yakın zamanda kendine özgü bir mekân haline geleceğinin işaretlerini daha şimdiden vermeye başladı.
Benzer bir çalışma modeliyle Kırkmerdiven’i İzmir’de farklı semtlerde çoğaltmayı planlıyorum ama şu anki önceliğim, bir yurt dışı bağlantısı oluşturmak ve böylece Kırkmerdiven ile farklı mekânlar arasında etkinlik, üretici ve izleyici transferini kolaylaştıracak çözümler üretmek. Yerel lezzetlerin paylaşımını da bu kapsamda bir unsur olarak değerlendiriyorum.
71 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ait bir odası olacak çünkü bir odamızı daimi sergi alanı olarak yapılandırmaya karar verdik.
KULE SAKİNLERİ Alper Baran Sözmen
hermes@kulesakinleri.org mahzendergi.com
BİLEŞENLER
Tam adıyla söyleyecek olursak, üyesi bulunduğum Kule Sakinleri Rol Yapma ve Strateji Oyunları Derneği, Alaybey'deki dernek binasında oyun oynayan, bu oyunların tanıtımlarını yapan ve çeşitli organizasyonlar düzenleyen bir topluluk. Seksen kadar üyemiz var; 2008 yılından beri faal durumdayız.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
72
Etkinliklerimizi beş başlık altında toplayabiliriz: Bunlardan ilki, FRP adı verilen rol yapma oyunları. Rol yapma üzerine oyun günleri ve tanıtımlar düzenliyoruz. En geniş kapsamlısını geçtiğimiz 2016 baharında, Dokuz Eylül, Ege ve İzmir Ekonomi üniversitelerinin katkısıyla gerçekleştirdik. Yirmi altı oyun oynandı ve yaklaşık iki yüz kişinin katıldığı keyifli bir etkinlik oldu. Sonbaharda bu organizasyonu Tiyatrohane’yi de yanımıza alarak, daha kalabalık bir ekiple gerçekleştirdik. Erdem Erem Hocamızın rehberliğinde, yeni bir format yaratabilmek adına, Tiyatro Medresesi ile çalıştaylar düzenlemeye başladık. Rol yapma oyunlarının doğaçlama tiyatroyla paralel yürüyen bir yapısı var. Biz de beraberce bu iki alanın hangi paydada birleşebileceğine, beraberce neler yapabileceğimize, çıktıları nasıl sergileyebileceğimize yönelik fikir egzersizleri yapıyoruz. İkinci etkinlik başlığımız, minyatür savaş oyunları. Modelciliğe yakın düşen pratiklerle minyatürleri teker teker birleştirip, boyayıp farklı firmaların yayınladığı farklı sistemleri takip ederek oyunlar oynuyoruz. Bu oyunlar, genelde tarihsel savaş oyunları; biz de buradan hareketle liselere gitmeye karar verdik ve bir savaş sahnesini masada askerlerle canlandırarak anlattık. Önümüzdeki yıllarda bu tür saha çalışmalarına devam etmek istiyoruz. Ayrıca minyatür boyama üzerine atölyeler düzenliyoruz. Bu atölyelere katılıp, boyadığınız minyatürleri evinize götürebiliyorsunuz. Katılımcılardan malzeme beklentimiz de olmuyor. Ol-
" kulesakinleri
dukça ilgi gören bir uğraş alanı bu; ETC Avrupa Şampiyonası’na katılan Türkiye takımına oyuncu verdik. Üçüncü etkinlik başlığımız, oyun tanıtım günleri. Bu günlerde stratejik kart oyunları oynuyoruz. Salı akşamları yetişkinler, çarşamba günleri öğle saatlerinde çocuklar için kutu oyunu günleri organize ediyoruz. Bunları şenlendirmek adına çeşitli atölyeler, film gösterimleri, ufak tefek yemek partileri organize ettiğimiz de oluyor. Bu alanda İstanbul’da düzenlenen Türkiye şampiyonasına ve dünyanın çeşitli yerlerindeki turnuvalara derneğimizden oyuncu gönderiyoruz. Düzenlediğimiz en büyük etkinlikse her yıl bahar aylarında, gelenek olduğu üzere Bayraklı’daki Tepekule Kongre Merkezi’nde gerçekleşen “İzmirCon”. Sonuncusunda, iki gün boyunca yaklaşık üç bin kişiyi ağırladık; organizasyonu kotarmak için altmış kişilik gönüllü ekibiyle çalıştık. Yaklaşık elli firma kurduğu stantlarla alanı renklendirdi ve etkinlik bir festival havasına büründü. Her sene büyüyor, İzmirCon; katılmak isterseniz sizleri de bekleriz. Bunun dışında “Mahzen” adını verdiğimiz bir e-dergi çıkarıyorduk. Şu an blog ve fanzin formatında devam ettiriyoruz. Çalışmalarımıza ve bu yayına yukarıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz.
LOKALL İZMİR KENT REHBERİ Ezgi Ceren Kayırıcı – Özgür Aydek
bilgi@lokall.online lokallizmir@gmail.com " lokallonline ! lokallonline
Halen dolaşımdaki dördüncü sayımız, Kasım-Aralık 2017 dönemini içeriyor. Sayıların kapağını, İzmir'de üretmeye devam eden farklı sanatçıların işlerine açıyoruz. Böylece, her sayıya koleksiyon değeri kazandırmayı hedefliyoruz. LOKALL’in çok katlı bir formatı var; bir yüzünde etkinlik takvimine yer veriyoruz. Bu takvimdeki etkinlikler kronolojik olarak sıralanıyor ve her etkinlik, türüne göre etiketleniyor. Aynı yüzde, “Köşe Bucak” adını verdiğimiz bir mekân tanıtımı bölümü var. Diğer yüzün orta bölümünü ise seçki alanımız olarak belirledik. Bu bölümde söyleşi, proje tanıtımı gibi içeriklerin yanı sıra görünürlüğünü artırmak istediğimiz etkinliklerin görsellerine yer veriyoruz. Yayım tarihimize yetişemeyen etkinlikleri sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz. Dijital içeriğin ağırlık kazandığı bu çağda neden basılı formata yöneldiğimiz sorusuyla sık sık karşılaşıyoruz. İzmir'deki etkinlikleri içeren, internet tabanlı pek çok rehber site olsa da sürekli internete bağlı olmanın, oraya buraya bakıp içerik takip etmenin bir zorluk oluşturmaya başladığını gözlemledik. Cepte taşınabilen, çantaya kolayca sığabilecek, basılı bir yayının daha pratik olduğuna kanaat getirdik ve bu formatı biraz da dergi geleneğiyle bağdaştırıp yola çıktık. Dergi çağında yetişmiş
Çekirdekte altı kişi olsak da kurumsal kimlik çalışmalarımızı üstlenen stratejik çözüm ortağımız “İyibirşey”den aramıza katılanları da sayarsak, sekiz kişilik bir ekibiz. Yayını ağırlıklı olarak kültür-sanat ve yeme içme mekânlarına dağıtıyoruz fakat üniversitelerle otellere de ulaştırıyoruz. Dağıtım ağımız, her sayıda genişliyor. Ekip olarak ilk defa bir araya geldiğimizde gördük ki ortak ilgi alanlarımız ve benzer görüşlerimiz var. Dahası hepimiz, kendi ilgi alanlarımız içerisinde çeşitli üretimler yapıyoruz ve bunları devam ettirmek istiyoruz. Yeteneklerimiz çok çeşitli; o yüzden LOKALL’i matbu bir yayından ibaret düşünmek zorunda değiliz. Bu yayın üzerinden çatı görevi görebilecek, çeşitli işbirliklerini tetikleyecek kalıcı bir platform yaratabileceğimize inanıyoruz. Bu bakıştan yola çıkarak, eylül ayında, Kemeraltı’ndaki tarihi Abacıoğlu Han’da “Amfibiyen” adını verdiğimiz kolektif bir sergi düzenledik. Böyle bir sergi düzenleme fikri, aynı zamanda projenin isim babalığını üstlenen K2 Güncel Sanat Merkezi’nden Ali Kemal Ertem ile gerçekleştirdiğimiz bir dizi toplantının sonucunda ortaya çıktı. Serginin tasarımını da birlikte üstlendik. Dış mekâna yayılan ama iç mekânlara da sızan, tek günlük bir etkinlikti ve İzmir sanat çevresinin neredeyse tamamını bir araya getirdi. Ardından İro Cafe’de ayda bir ev partileri organize etmeye başladık. Şimdilerde, Açık Stüdyo-Budalasultan ekibiyle birlikte, “Sanatta Görünürlük Festivali-İzmir/2018”in organizasyonu üzerinde çalışıyoruz. Basılıyız ama internette daha aktif olacağız; çözüm ortağımızla dijital içeriğin kapsamı ve sunabileceği olasılıklar üzerine tartışmaya devam ediyoruz. LOKALL’de yer almak isterseniz her zaman iletişime açığız.
BİLEŞENLER
Bir araya gelme sürecimiz, Özgür'ün ortaya attığı bir soruyla başladı: “İzmir'deki etkinlik kalabalığını kullanıcının tercihlerine yönelik olarak sınıflandıracak ne tür mekanizmalara ihtiyaç var ve bu mekanizmalar bir yandan görünürlüğü artırırken diğer yandan nasıl kalıcı bir platforma dönüşebilir?” Özgür, beni projeye davet etmeden önce tasarım işlerimizi üstlenen Osman Alkaç ile zaten iletişim halindeydi. Açık Stüdyo'da Bahar Nihal Ersözlü ve Sarp Keskiner ile yaptığımız toplantıların yanı sıra İzmirKültür Pla+formu Girişimi'nin düzenlediği iletişim toplantılarında ve forumlarda dile getirilen fikirlerin, LOKALL’in ortaya çıkış sürecine çok büyük katkı sunduğunu söyleyebiliriz.
iki girişimci olarak, kültür-sanat yayıncılığı konusunda biraz eski kafalı olduğumuzu teslim edelim.
73 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
LOKALL’i kısaca iki aylık bir etkinlik rehberi olarak tarif edebiliriz. Rehber fikri, öncelikle kendi ihtiyaçlarımızı gidermeye yönelik olarak ortaya çıktı çünkü İzmir, aynı anda çok fazla etkinliğe ev sahipliği yapar hale geldi ama neler olup bittiğini takip etmek, o ölçüde zorlaştı. Şehirdeki aktiviteleri listeleyip yayınlayan internet temelli kimi platformlar olsa da bu yayınlara bakınca, karmaşık bir içerik kalabalığı görüyoruz. LOKALL olarak, basım tarihimize uygun düşmek kaydıyla şehrin kültür-sanat hayatına katkı sağlayacağını düşündüğümüz etkinliklere öncelik tanıyoruz. Her türlü etkinliği içermek, her şeyi duyurmak gibi bir iddiamız yok.
Lütfü Dağtaş
lutfudagtas@gmail.com
BİLEŞENLER
Halen sürdürdüğüm gazeteciliğe 1973 yılında, İzmir’de başladım. Gazetecilik ve yazarlık dışında, fotoğraf sanatıyla ilgileniyorum. Halen, İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği (İFOD) Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
74
Dizi formatındaki ilk belgesel çalışmam “Ulusal Parklar”ı, 1976’da Orman Bakanlığı’nın siparişiyle TRT için çekmiştim. Tekstille birlikte, Anadolu’nun ilk çağlara uzanan en önemli zanaatlarından biri olan, bizim debagat, sepicilik, tabaklık adıyla bildiğimiz deri işleme sanatını konu alan 2012 tarihli son belgeselimse “Anadolu’nun Son Karatabağı: Bergamalı İsmail Araç” adını taşıyor. Bu çalışmamdan dolayı, Araç ile beraber 2015 yılında “İzmir Büyükşehir Belediyesi Yerel Tarihe Saygı Ödülü”ne layık görüldük. 90’lı yıllarda ekonomik gelişmenin getirdiği ivmeyle zanaat olmaktan çıkıp hızla endüstrileşen deri işleme mesleği üzerine uzun yıllardır çalışıyorum. Deriyi el becerisi ve beden gücüyle, makina kullanmadan işleyen son debbağları, karatabakları belgeleyen kimi fotoğraf serileri ürettim ve bir dizi kitap yayımladım. 2007 tarihli “Anadolu'da Dericilik” ve zanaatın Selçuklu - Osmanlı döneminde zirveye çıkışını konu alan, müze ve özel koleksiyonlardan örnekler içeren “Müze ve Koleksiyonlardan Deri Eserler” kitabımla takiben yayınlanan, Kahramanmaraş'tan Bergama'ya kadar uzanan topraklardaki karatabakları toplayan “Anadolu'nun Son Kara Tabakları” albümümü bu alanda yaptığım çalışmaların somut çıktıları olarak gösterebilirim.
1976 yılında sözünü ettiğim televizyon dizisini çekerken, Yozgat'ta yaşayan yazar Abbas Sayar ile tanıştım. Sayar ile başlayan süreç, yazınsal alandaki çalışmalarımın yanına fotoğraf alanında yürüteceğim belgesel çalışmaları koydu. Böylece, kültür insanlarımızı fotoğrafladığım bir belgesel serisine başladım. Çekimler hâlâ devam ediyor; bugüne kadar değişik disiplinlerden üç yüzü aşkın kültür insanımızı fotoğrafladım. Ahmet Erhan, Attilâ İlhan, Avni Erbaş, Aziz Nesin, Can Yücel, Demirtaş Ceyhun, Genco Erkal, Ömer Lütfi Akad, Melih Cevdet Anday ilk aklıma gelen isimler. Serinin devamında, 2016 yılında, çılgın projem olarak nitelendirdiğim bir işe giriştim: İkiçeşmelik'te geçmişi Cumhuriyet öncesine dayanan bir Yahudihane (cortejo) buldum. Bu Yahudihane, günümüzde Manisa Akhisar Oteli adıyla gidecek yeri olmayan kişilere hizmet vermeyi sürdürüyor. Pek çok mimarlık projesine, belgesele konu olmuş, bu özel ve dokunaklı mekâna bir buçuk yıl boyunca yine farklı disiplinlerden gelen yetmiş iki kültür insanını davet ettim. Çektiğim portreleri, hem Manisa Akhisar Oteli’nde hem Bergama’da sergiledim. Farklı konularda belgesel kitaplar da kaleme aldım: “Gözbebeğim Deltam Çiğli” ve 2004 tarihli “1800’lerden 1970’lere: İzmir Gazinoları”. Bunların yanında, “Günün En Güzel Saatleri” ve “Can Baba’ya Çocukça Şiirler” isimli iki şiir kitabım var. Gerek yazın gerek fotoğraf alanında çalışıyor olmak, bana büyük heyecan veriyor.
MAVİ SANAT Ahmet Akdeniz
www.mavisanat.org
Çocuklara, kadınlara ve mültecilere yönelik sosyal sorumluk projeleri üretiyoruz. Bu projeleri herhangi bir sponsorun veya resmi kurumun desteğini almadan, tamamen Mavi Sanat’ın finansmanıyla hayata geçiriyoruz. Üç farklı müzik grubunun menajerliğini ve sanat yönetmenliğini üstlenmiş vaziyetteyiz. Kıstasımız, müziğin özgün ve yenilikçi arayışları içinde barındırması. Bu gruplara belirsiz aralıklarla konser düzenliyoruz ve albüm çalışmaları için bütçe topluyoruz. Buluntu mekânlarda disiplinlerarası projeler gerçekleştirdik; “Keloğlan Senfoni’de” ve “Karagöz Senfoni’de” adını verdiğimiz iki projeye imza attık. Bu projelerde, tam kadro sahne alan senfoni orkestrası eşliğinde bir çocuk tiyatrosu sahneledik. Daha
Seslendirme işleri yaptığımız bir stüdyomuz var. Ayrıca Mavi Sanat film ekibiyle bugüne kadar beş film çektik. Dört filmimiz toplamda otuz ödüle layık görüldü ki bu ödüllerin on dördünü yurt dışından aldık. Geçen sene başlattığımız İzmir Çocuk Tiyatroları Festivali, yolculuğuna devam ediyor. Ayrıca İzmir Tek Kişilik Oyunlar Festivali’ne hazırlanıyoruz. Daha birçok şey sayabiliriz fakat bunlar sadece yaptığımız temel çalışmaların özeti. Bugüne kadar binin üzerinde sahne performansı gerçekleştirdik. Özel bir kurum için küçümsenmeyecek bir sayı bu. Özel bir işletmenin patronları değil eşlikçileriyiz. Birçok alanda çalışıyoruz çünkü düşlerini ancak kazancıyla gerçekleştirebilecek bir yapıyız. Üstelik sadece bizim düşlerimiz yok, çalıştığımız birçok sanatçının düşlerini hayata geçirmesine olanak yaratmaya gayret ediyoruz. Hedefimiz özgür, esnek, bağımsız bir sanat kurumu modelini hayata geçirmek. Bu anlamda Mavi Sanat, bizim için sadece bir araç. O yüzden bu işletmeye kurumsal marka kimliği kazandırma derdinde değiliz. Tek derdimiz, üretim alanlarını çoğaltmak ve birlikte hareket edebilmenin zeminini yaratmak. Bu anlayış içinde Mavi Sanat bizim için bir kolektif üretim alanı. Yarın kapanır, gider başka bir alanı çoğaltmaya kalkışırız. Bu bağlamda, bir sponsora veya resmi bir kurumun desteğine yaslanmadan neler yapabileceğimizi sınıyoruz.
BİLEŞENLER
Farklı alanlarda eş zamanlı projeler yürütüyoruz. Üç yıldır sahne sanatları dışında çağdaş dansı, müziği ve masal anlatıcılığını barındıran, disiplinlerarası çocuk etkinlikleri düzenliyoruz. Çocuk animasyonu ve çocuk tiyatrosunun yanı sıra kukla alanında bazı girişimlerimiz var. On bir yıldır AKM’de çeşitli sanat atölyeleri düzenliyoruz. Güzel sanatlar fakültesine aday öğrencileri özel yetenek sınavlarına hazırlıyoruz. Çağdaş dans ve modern dans üzerine çalışan genç bir grubumuz var.
sonra, plastik sanatlarla tiyatroyu nasıl birleştirebileceğimize dair kafa yorduk. Sanatta Görünürlük Festivali-3’e içerik ürettik.
75 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Mavi Sanat’ı 2004 yılında, İzmir’de, Alper Akdeniz ile beraber kurduk. Asıl branşımız tiyatro; Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nden mezunuz.
Mehmet Sait Tunç
BİLEŞENLER
mehmetsaittunc@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
76
1964 Mardin doğumluyum; İzmir’de yaşıyorum. İşletme ve sosyoloji alanında lisans eğitimi aldım. Sine - Mardin Festivali’nin ve halen başkan yardımcılığını sürdürdüğüm Mardin Sinema Derneği’nin kurucularından biriyim. Ayrıca, İzmir’de faaliyet gösteren “Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği” ile İzmir Mardinliler Federasyonu’nda yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyorum. Yanı sıra, İzmir Kültür ve Tarih Araştırmaları Derneği’nin üyesiyim.
kurarım. Tüm görüşmelere ilk olarak tarihi, bulunduğum yeri, görüşme yapılan kişinin ad ve soyadını not etmekle başlarım. Kısa, net ve hedefe odaklı sorular sorarım. Ağırlıklı olarak yaş ortalaması yetmişin üzerindeki bireylerle görüşmeyi tercih ediyorum. Mümkünse kadınları tercih ediyorum çünkü yaşadıklarına dair verdikleri bilgiler hem daha ayrıntılı hem daha çarpıcı. Kürtçe, Arapça ve Türkçe olmak üzere, üç dilde yaptığım bu çalışmalarda etnik köken, kişi ve cinsiyet ayırt etmiyorum.
Çalışma alanım sözlü tarih; bugüne dek Mardin ili ve ilçelerinde yüz otuz civarında sözlü tarih çalışması yaptım. Seçilen kişinin bir meseleye dair anılarını, tanık olduğu olayları görsel, işitsel ve yazılı olarak kayıt altına aldığınız sözlü tarih, özellikle seçtiğiniz konuya kaynak teşkil eden belgelerin yetersiz olduğu durumlarda oldukça işe yarayan, son yıllarda gittikçe önem kazanan, toplumsal belleğin arkeolojisini kazarken sıkça kullanılan bir yöntem. Ben sözlü tarihi, “dinlenilmeyenlerin ve göz ardı edilenlerin tarihi” olarak adlandırıyorum. Öncelikle, kaynak kişiye referansla gidiyorum; ön görüşmeyi yaparken doğal akışın kesilmesine baştan engel olmak adına, mekândaki iletişim araçlarını kapattırıyorum ve üçüncü kişileri dışarı davet ediyorum. Tüm görüşmelerimi sabit bir pozisyona konumlandırdığım kameramla kaydediyorum. Mimik ve jestleri kayıt altına almayı çok önemsiyorum. Görüştüğüm kişiye fiziksel mesafemi korurum; mutlaka göz teması
İzmir’de yaşayan Mardinliler ile de çeşitli çalışmalar yapıyorum. Yönetmenliğini Uğraş Salman ile beraber üstlendiğim “Anlat Bana: Dövmeler, Ağıtlar, Hikâyeler” isimli belgesel filmimiz, 2012 yılında düzenlenen 65. Cannes Film Festivali kapsamında basılan ve Türk Sineması’nı tanıtan kataloğa girdi. Bu film Kürtçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere üç dilde Ezidi, Alevi, Süryani, Kürt ve Arap kadınların aktardığı hikâyelere dayanıyordu. Ardından, kısa zaman önce aramızdan ayrılan Narsa Teyze’yi konu alan belgeselin yönetmenliğini yaptım. 3. Mardin Bienali’ne iki çalışmamla katıldım. Uysal Yenipınar ile birlikte hazırladığım “Güneydoğu Anadolu Geleneksel Dövme Sanatı Beden Yazıtları” isimli bir kitabım var. Mardin Valiliği tarafından yayımlanan kültür-sanat dergisinin yayın kurulundayım; bu dergiye düzenli olarak yazıyorum.
Michael Edward Young
katıldık. Havadar bir kimlik kazandırmak üzere, binanın üçte birinin kamu kullanımına açılmasını önermiştik ama yarışmayı kazanamadık. Bu projenin bize çok değerli deneyimler kazandıran bir deneme olduğuna inanıyorum.
Mimarlık sürecinde yarışmalara girmek önemli bir yer tutar. 2005 yılında, üç arkadaşımla beraber hazırladığımız paylaşımlı mekân projesiyle katıldığımız yarışmada birinci geldik. Bu yarışmaya “Habitat for Humanity” ismiyle katılmıştık ve proje, alt ekonomik sınıfa mensup ailelerin kullanımına yönelik ücretsiz evlerin inşa edilmesini öneriyordu. Bu proje için toplu konut yerine çoklu konut tanımını kullanmış, dış mekâna daha yoğun olarak odaklanmış ve maaş - mekân analizimize koşut olarak, paylaşımlı mekân konseptini öne sürmüştük. Örneğin mutfaklar direkt olarak avluya bakıyordu ve avlu çocuklara aitti.
Genelde mimarlar “binayı yaptım” der. Ben bina yaptım demiyorum. Bunu dersem, o binanın tamamlanması için emek sarf etmiş yüzlerce çalışana haksızlık etmiş olurum. O zaman şu soruyu soralım: Mimar ne yapar? Mimar çizerek, maket yaparak, yapının geleceğini tahmini olarak göstermeye çalışır. Buna “gelecek önerir” de diyebiliriz fakat ben artık önermek yerine onarmak kelimesini kullanmak istiyorum çünkü çevreye, doğaya, şehirlere çok büyük zararlar verdik ve bunları hızla düzeltmemiz gerekiyor.
Bu yarışmadan sonra üzerine çalıştığım tüm projelerde paylaşımlı mekân konseptini öne çıkarmaya karar verdim. Örneğin, doğup büyüdüğüm New Orleans'ın maruz kaldığı korkunç kasırga felaketi sonrasında, hasar görmüş bir bölge üzerine çalıştım. İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nin binasını tasarlarken de benzeri bir yaklaşımdan yola çıktım. GSTF binamız, bugün eksiksiz bir tasarım okulu olarak nitelendiriliyor. Aldığım geri bildirimlerden gayet memnunum. 2015 yılında ekip olarak, İzmir Hükümet Binası için düzenlenen proje yarışmasına
Şu sıralar, Portizmir4 Güncel Sanat Trienali kapsamında Urla Kuşçular’da hayata geçireceğimiz “K2 Nefes Alanı”nın üzerinde çalışıyoruz. İtalyan, Fransız, Şilili ve Türkiyeli mimarlardan oluşan bir ekibin başındayım. Kısaca tarif etmek gerekirse, kırk beş dönümlük ormanlık bir araziye sanat rezidansı kuruyoruz ama proje, kendisini “enstalasyon eser” olarak da gösteriyor. İnşa sürecini bir buçuk yılda tamamlamayı öngörüyoruz. Kuramsal süreci takiben, tasarım sürecini tamamlamış bulunuyoruz. Dışarıdan bakınca, mimari bir proje gibi görünmüyor çünkü doğanın döngüsüne koşut giden bir iş takvimi izliyor, sayısız parametreyi göz önünde bulunduruyoruz.
77 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Amerikalıyım ve mimarım. Yaklaşık on iki yıl boyunca, Amerika'daki kamusal binalar üzerine çalıştım ve bu alanda uzmanlaştım. Halen, İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeki görevime devam ediyorum ve serbest danışmanlık hizmeti veriyorum.
BİLEŞENLER
michael.young@ieu.edu.tr people.ieu.edu.tr/en/michaeledwardyoung
AÇIK İNOVASYON DERNEĞİ / OPEN CAMPUS / HACKNBREAK Murat Küçükgirgin
acikinovasyon.org hacknbreak.com
BİLEŞENLER
İzmir, Bergamalıyım. Gazi Üniversitesi'nde Fransızca okurken bu dalı bırakıp Mimar Sinan Üniversitesi’nde tarih okudum ve enformatikte master yaptım. O sıralarda Türkiye’de yazılımcı kıtlığı olduğuna kanaat getirip bu alana geçtim. Alaylı bir yazılımcıyım. Ağırlık olarak kullanılabilirlik ve fizibilite üzerine çalışıyorum. On yıl önce İstanbul'da kurduğum şirket Urla'da, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde bir şube açınca tekrar İzmirli oldum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
78
İzmir Yüksek Teknoloji'de çalışırken, boş zamanlarda İstanbul'da vakit bulamadığımız şeyleri düşünmeye ve yapmaya başladık. “Acaba sosyal bir hareketlilik, bir mobilite yaratabilir miyiz” diye düşünürken, 2015'te “HacknBreak” ismini verdiğimiz, kamp formatında bir etkinlik düzenledik. İçeriği sosyal ve kültürel etkinliklerle zenginleştirdiğimiz, sektörlerinde uzmanlaşmış iki yüze yakın konuşmacı, eğitmen ve mentorla beraber bin katılımcıyı ağırladığımız bu ücretsiz etkinlik, gelecek için bizi çok umutlandırdı. Tamamen katılımcılığı öne çıkartan, gün içerisinde gelişen koşullara göre esneyen bir format yarattık. İkincisinde yeterli bir sponsor desteği alamadığımız için katılımcılardan minik bir katkı talep ettik. Dört yüz kırk kişi, bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde HacknBreak’i destekledi. Bu katkılar olmasaydı organizasyonu gerçekleştirmek çok zor olacaktı. HacknBreak’e her yıl belli konularda uzman ya da uzmanlaşma potansiyeli taşıyan iki bin kişi başvuruyor, ekibimiz bu başvuruları değerlendirdikten sonra bin iki yüz civarında katılımcı adayına konfirmasyon gönderiyor. Yaklaşık dört yüz elli katılımcı, sekiz gün boyunca çadırda konaklıyor. Sekiz gün boyunca, neredeyse her saat bir şeyler oluyor. Sabahın dördünde insanları gruplar halinde bir oyun üzerinde çalışırken veya birbirinin alanlarına, geleceğe dair konuşurken görebilirsiniz.
düzenleyeceğiz. OpenCampus’ü üretim odaklı bir turizm modeli olarak geliştirmek istiyoruz. Ayrıca orta vadede daha uzun süreli akademik programlara ev sahipliği yapmasını arzuluyoruz. Açıklık, bizim için çok önemli ve kritik bir kavram. Açık kaynaktan açık fikirli olmaya, açık veriden açık topluma uzanan silsileye bakacak olursak, açıklığın son dönemin en trend kavramlarından biri olduğunu görüyoruz. Diğer yandan açıklık, insanlık tarihinin en dönüştürücü kavramlarından biri. Açık fikirli olmayan insanlarla bir şey üretileceğine inanmadığımız için OpenCampus projesini önceleri yazılım endüstrisiyle gündeme gelen, sonradan modern ve demokratik bir toplum yaratmak adına kaçınılmaz bir çerçeve çizen açık olma ilkesine dayandırıyoruz. İzmir, bu yürüyüşü başlatmak için en ideal şehir; biz de Türkiye’deki sayısız yenilikçi, özgürlükçü, açık fikirli bireyi ve girişimciyi buraya çekmeyi hedefliyoruz. OpenCampus, hangi seviyeden olursa olsun; bilim, teknoloji ve tasarımla ilgilenen herkese açık olacak çünkü bu profile sahip insanların, birbirinden farklı alanlarda, farklı dallarda ilerleyen girişimcilerin ve mucitlerin bir araya geldiğinde muazzam bir patlama yaratabileceğini hem gözlemledik hem birebir deneyimledik. Öyle güçlü bir sinerji oluşuyor ki her toplaşma, kendi içinden defalarca kolektif üretebiliyor. Peki, adında niye kampüs var? Türkiye'de akademik dünya çok zor zamanlardan geçiyor; farklı çözümler yaratmak için elimizi taşın altına koymanın zamanı geldi.
Görünen o ki tamamen İzmir çıkışlı bir organizasyon olarak kendi karakterini yaratan HacknBreak’i yakın zamanda başka coğrafyalara taşıyacağız çünkü Azerbaycan, Hollanda, Güney Afrika gibi bölgelerden sıkça talep alıyoruz. Bu gibi paydaşlarla geleceğe bakacak noktaya gelmek, hem bizim için hem İzmir için hem Türkiye için çok gurur verici.
OpenCampus'ü aslında bürokrasiden bağımsız bir akademik alan olarak görüyoruz. Bir yandan köy enstitüleri modelini incelerken diğer yandan Matematik Köyü, Gümüşlük Akademisi, Tiyatro Medresesi gibi değerli deneyimlere bakıyoruz. Global örnekleriyse çok uzun süredir etüt ediyoruz. Yaz dönemi, akademi için tatil ya da uyku dönemi; tatil kavramı hepimizi bir tüketim moduna sokuyor, sistem bizi öyle güdülemeye çalışıyor. Biz de yaz aylarını disiplinler arası etkinliklerle, kamplarla, yenilikçi buluşmalarla değerlendirmeyi öneriyoruz. Burada düzenleyeceğimiz tüm etkinliklerde İYTE, Bahçeşehir Üniversitesi, İTÜ, ODTÜ, Özyeğin Üniversitesi gibi köklü üniversiteler bizim paydaşımız olarak yer alacak.
Yaklaşık iki yıldır, “OpenCampus” adını verdiğimiz, Urla’da kırk dönümü aşkın bir alana yayılan, uzun erimli bir projeyle meşgulüz. İnşaatı ve peyzaj çalışmaları henüz devam ediyor olsa da 2018’de bilim, teknoloji ve tasarım üzerine üç ila sekiz günlük giriş seviyesindeki katılımcıları ağırlayacak kamplar
OpenCampus’te, Ted-X, Pecha Kucha, FuckUp Nights, Sofar gibi seriler de düzenlemeyi planlıyoruz. 16-17 Mayıs tarihlerinde İZKA ve bir takım yerel unsurlarla birlikte düzenlediğimiz “Hack4Energy” etkinliği, OpenCampus’ün gelecekte nasıl var olup ilerleyebileceğine dair minimal bir test sürüşü imkânı
üretip tüketeceğiz. Lüks peşinde olmayacağız; konukların da böyle bir beklenti içerisinde olmayacağını umuyoruz.
BİLEŞENLER
Bu projelerin tamamını Açık İnovasyon Derneği çatısı altında geliştiriyoruz. Açık İnovasyon Derneği, OpenCampus ve HacknBreak girişimleri, İzmir’deki yerel paydaşlarımızın, STK’ların, yerel yönetimlerin ve İKPG gibi değerli inisiyatiflerin desteğiyle ileriye yönelik daha sağlam adımlar atacak.
79 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
sağladı. Yaklaşık bin çadırlık bir alanımız ve bu kapasiteye hizmet verebilecek altyapımız var. Bunun yanına, İskandinav tipi iki veya üç kişinin rahatça konaklayabileceği türden hijyenik, huzurlu mikro evler inşa etmeyi, proje grupları ve STK’lerin odaklanarak çalışabileceği, keyifle kullanacağı sosyal alanlar eklemeyi hedefliyoruz. Tesis, içinde “YAPLAB” isminde bir ünite barındıracak ve bu ünite, sözünü ettiğim evlerin üretimi için atölye, laboratuvar görevi görecek. Sadece yenilenebilir enerji
No42 Nehir Nişancı
" no42alsancak " nedirbu42 Endüstriyel tasarımcıyım, ilk başlarda özel tasarımlı ürünler yapıyorduk fakat İzmir'de buna yönelik bir pazar olmadığının farkına varınca, yatırımcı bulup kafe açmaya karar verdik. No42’de gözünüze çarpan her detayı bizzat tasarladık. Genelde tütün fabrikasından çıkma ahşapları, gemi sökümünden çıkma eşyaları tercih ettik ve kısa zamanda, şehrin yaratıcı kesimi için önemli bir uğrak noktası olduk. Her ne kadar keyifli lezzetleri keşfedebileceğiniz bir kahve dükkânı konseptiyle yola çıktıysak da işin seyri zamanla değişBİLEŞENLER
süredir atölyelere kiralıyoruz. Çok güzel ve ferah bir bahçemiz
80
yordu fakat bu operasyon, beklentileri karşılamadı. Şimdilerde
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ti. Başlarda ofis olarak işlev görmesini umduğumuz üç alanı bir
aynı oda, beraber çalıştığımız tasarımcıların ürünlerinin yanı sıra
var; genelde dört mevsimi bahçede geçiriyoruz. Girişin hemen solundaki oda, uzun süre “plak odası” olarak hizmet verdi; içeride plaklarla beraber konuyla ilgili müzik malzemeleri satılı-
kendi ürünlerimize ev sahipliği yapıyor. Tasarımcıların yürüttüğü hobi atölyeleri için de bu odayı kullanıyoruz. Yaklaşık iki yıldır, her ay tasarım panayırı düzenliyoruz. Panayır kapsamında, tasarımcılara kendi ürünlerini satma imkânı tanıyoruz. Parti tadında geçen bu etkinliğin içeriğini gastronomik dokunuşlar ve dinletilerle zenginleştiriyoruz. Bir duvarımızı İzmirli sanatçılara ayırdık, duvar sergimiz her ay yenileniyor. Kloraksanat İnisiyatifi, Sanatta Görünürlük Festivali-İzmir gibi yerel çıkışlı organizasyonlara mutlaka alan açıyoruz. Sürekli devinim içindeyiz; devamlı bir şeylerin yeri değişiyor. Gidişatı bazen akışına bırakıyor, bazen de bizi takip eden kitlenin isteğine göre şekillendiriyoruz. Yemek partilerimizi kaçırmayın çünkü ekmeğinden köftesine her şeyi bizzat üretiyoruz. İçeriğe katkı sunabilecek her türlü fikre de sonuna kadar açığız. Bizi izlemeye devam edin!
Onur Fındık
onurfndkk@gmail.com
Herhangi bir kategorinin ötesinde, bu malzemeyle deneyim üretmeyi insanlığın en doğal ve kadim eylemlerinden biri olarak görüyorum. Bu pratiğin kendi içinde dört eylem biçimini barındırdığını görüyoruz: İlki, toplu eylem hali; kerpiçle çalışırken doğadaki üç farklı türün, yani kuşlar, karıncalar ve insanların aynı toplu eylem halini gösterdiğine tanık oluyorsunuz. İkincisi, üreten ve izleyici arasındaki sınırları ortadan kaldıran itki ki bu kısmı benim için ayrıca önemli. İnsanları ürünü sürekli tüketir halden çıkartıp sürecin içine dâhil etmeyi tercih ediyorum. Üçüncüsü, kültürel anlamda ortak değerler yaratmak; dördüncüsü, üretilen yapıları yaşamın içine doğrudan dâhil etmek. Örneğin, 1907'de Mali'de kerpiçle inşa edilmiş Djenne Camii, Afrika'nın geleneksel mimari öğelerini taşıyan, muazzam bir yapı. Halk, her yıl yağmurlar başlar başlamaz
Bu bilgileri sizlerle paylaştıktan sonra, kısaca kendi uygulamalarımdan bahsetmek istiyorum. Bağlı olduğum fakültenin kampüsünde bulunan atıl arazide bir dizi çalışma yaptım. Kerpici kararken gerekecek toprağı da okulun arazisinden elde ettim. Farklı disiplinlerden gelen arkadaşlarım üretim sürecinin neredeyse tamamına destek verdi. Bu yolla toplu eylem yaratma amacım da gerçekleşmiş oldu. Daha sonra ilk ürettiğimiz yapıyı yıktık ve elde kalan tuğlaları ikinci projede kullandık. Bu projede, tasarladığımız silindirik formları bir düzen içerisinde yerleştirerek, daha primitif bir yapı kurmaya çalıştık. Bu iş, zamanla birbirine eklemlenip duran yeni form üretimleriyle yapboz oyununa dönüştü. Görmek isteyenler için yapıların bir kısmı hâlâ arazide duruyor. Elde ettiğimiz deneyimlerle ilgilenen olursa her türlü paylaşıma açığız. Çalışma Ekibi: Berke Saraçoğlu, Caner Aşçıer, Hüseyin Gürgöze, İlayda Erdemirli, Melike Özden, Mert Hüseyin Doğan, Nadir Yiğit Karabıyık, Onur Fındık, Sema Sakar, Uğur Say Fotoğraf ve Video: Ertaç Er, Melikşah Yazıcı, Özgür Yücetin, Serdar Ömer Atmaca, Ümit Ayaz, Zekiye Buğurcu
BİLEŞENLER
Kerpiç malzemeyle istediğiniz her yerde bir şeyler inşa edebilirsiniz. Bu yapı tekniğinde toprak, en basit şekliyle su, saman veya lifli bitkisel atıklarla karılıyor; ortaya çıkan harç, ahşap kalıplara dökülüyor. Elde ettiğiniz tuğlalarla inşa edeceğiniz yapının konumlandığı yerin toprağıyla beden bulması, ekolojik döngü açısından çok değerli. Günümüzde ekolojik mimarinin en çok rağbet ve saygı gören unsurlarından biri olarak kabul edilen kerpiçle çalışmayı malzemenin doğayla kurduğu güçlü etkileşim yüzünden seçtim.
bir araya gelip yapıyı balçıkla sıvıyor. Bu bir ritüel haline gelmiş ve bahsettiğim toplu eylem haline iyi bir örnek. İkinci örnek olarak, Burkina Faso’nun Tiebele Köyü'ndeki çamur evleri verebilirim. Bu evlerin dış yüzeylerinde bulunan desenlerin ve şekillerin her birinin ayrı anlamı var. Köydeki kadınlar ve erkekler, evleri birlikte çalışarak oluşturuyor ki yapıların estetik değeri oldukça yüksek.
81 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik ve Cam Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisiyim. 2014 yılından bu yana kerpiç malzemelerle çalışıyorum.
Ozan Çılgın
BİLEŞENLER
ozanclgn@gmail.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
82
www.160incikilometre.com/urun/ozan-cilgin
İstanbul'daki yaşam koşullarının artık katlanılmaz vaziyete gelmesi ve pervasız bir inşaat çetesinin hayatlarımıza dadanması üzerine, geçen sene haziran ayında Urla'ya göçtük ancak İzmir ile bağlantım eskilere dayanıyor. 2000-2002 yılları arasında burada yaşadım; Meslek Yüksekokulu Makina Bölümü'nde öğrenciydim. Şehre okumaya gelmiştim ama okulla pek bir ilgim yoktu. Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum; yüksek lisans eğitimime de orada devam ettim. Yine aynı üniversitedeki doktora eğitimimin son aşamasındayım. İstanbul'daki yaşamım boyunca bölümde asistan olarak çalıştım. Güncel koşullar, akademiye dönük motivasyonu yavaş yavaş yok ediyor. Türkiye’nin akademik dünyası, tarihinin en kötü dönemini yaşıyor ve böylesi bir ortamda doktorayı bitirip akademide kendime yer bulma fikri gittikçe anlamsızlaşıyor. Yine de mücadeleden vazgeçecek değiliz. Felsefe dışında şiir, edebiyat ve siyaset teorisi gibi alanlarda çalışıyorum. Burada yaşadığım dönemde yakından takip ettiğim “Arkadaş Zekai Özger Şiir Yarışması”, İzmir merkezlidir ve oldukça etkili bir platformdur. Türk şiirine nice nitelikli ve yetenekli
şair kazandırmıştır. 2002 yılında bu yarışmaya katılıp “Jüri Özel Ödülü”nü aldım. Ödülü alan dosyam “Kötü Zamanlar Tragedyası”, 2003’te aynı isimle Mayıs Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. İkinci şiir kitabım “Prepost”, 2014 yılında 160. Km Yayınları tarafından basıldı. Şimdi üçüncü dosyamı hazırlıyorum. Eren Barış öncülüğünde yayınlanan şiir ve eleştiri dergisi Şerhh’in şiir kurulundayım. “İştiraki” adlı politik bir platformun internet bloğunda ve aynı isimle basılan dergisinde güncel siyaset ve siyaset teorisi üzerine yazıyorum; ayrıca ekibe teknik anlamda yardımcı oluyorum. Onun dışında Bilsay Yıldırım’ın öncülük ettiği otuzbeşlik. com portalında gönüllü yazarım. Şu sıralar, İzmir merkezli bir edebiyat dergisi projesi üzerinde çalışıyorum. İzmir'de birçok edebiyat dergisi yayınlanıyor ama bu yayınlar yerel sınırları pek aşamıyor. İzmir'in, yerel sınırlarını aşabilecek bir edebiyat dergisi çıkarmasını gayet olanaklı buluyorum ve buna kafa yoruyorum.
ÖZGÜR TİYATRO
" Özgür Tiyatro
Ankara Amatör Tiyatrolar Birliği, Anadolu Amatör Tiyatrolar Birliği, Ankara Tiyatro Platformu ve Amatör Tiyatrolar Üretim Ve
Genel Sanat Yönetmenimiz Özgür Başkaya’nın Academy İzmir’in eğitim koordinatörlüğünü üstlenmesiyle, Özgür Tiyatro’nun bir şubesini İzmir’e açtık. Öğrenci çalışmaları yapan grubumuz, “Sevgili Doktor”, “Köyde Oyun”, “Tiyatro Tarihinden Yansımalar” ve “Oyun Nasıl Oynanmalı” isimli çalışmaları sahneledi. Bu çalışmalardan yetişen kimi öğrencilerin temel kadroyu oluşturmasıyla, iki yıl önce “Gökkuşağının Altında” isimli çocuk oyununu çıkardık ve bu yıl, tarihsel süreç içinde kadınların çeşitli sorunlarına değinen “2. Cins” adını verdiğimiz, kısa kadın oyunlarından oluşan bir kolajı sahneye taşıdık. Yine bu yıl, doğum gününde “Nâzım Hikmet’e Armağan”, ölüm yıldönümündeyse “Nâzım Hikmet Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor Hâlâ…” isimli şiir dinletilerini gerçekleştirdik. Güzelim Cafe’de “Kadın Oyunları” isimli okuma oyununu sergiledik; Konak’taki sanat merkezimizde “Yaşayan Tiyatro” ve “Tiyatronun Hayata Dokunuşları” konulu iki toplantı tertip ettik. İzmir Tiyatroları Derneği üyesi tiyatromuz, tüm heyecanıyla çalışmalarına devam ediyor.
BİLEŞENLER
“Lefty’i Beklerken”, “Aşkın Vatanı Yoktur”, “Umut Mektupları”, “Sevgili Doktor”, “Zengin Mutfağı”, “Şair ile Postacı”, “Savaş Oyunu” ve “Jokond ile SiYaU” oyunlarını yeniden yorumladık. “Hakikât”, “Gece O Kadar Kirliydi Ki İkisi De Kayboldu” başta olmak üzere, Ankara’da on bir büyük oyun sahneledik. “Gökkuşağının Altında”, “Bir De Bizden Dinleyin Çocuklar” ve “Burnunu Kaybeden Palyaço” adlı üç çocuk oyunu çıkardık. “Herkes Mutlu, Herkes Huzurlu” ile “Ve Ölümü Üfledi Nükleer” isimli sokak oyunlarımızın yanı sıra “Kadın Oyunları Okumaları” başlığıyla okuma tiyatrosu üzerine çalışmalar yaptık. Bunlara ek olarak, Ankara’daki Genç Oyuncular Sahnesi ile “Koca Ayak”; Tiyatro A ile “Polisler” isimli projelerde ortaklaştık. Dört tiyatronun ortak imzasıyla Tiyatro Yaşam’ı kurduk ve “Bir İnsan Başı Üzerine…” isimli Aziz Nesin oyununu hem ülkemizde hem yurt dışında sahneledik.
Yayın Kooperatifi (ATÜK) gibi örgütlerin içinde kurucu üye olarak yer aldık. Bu anlamda, tiyatroların örgütlenmesi için yoğun çaba harcadık ve harcamaya devam ediyoruz.
83 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
1994 yılında başlayıp 2017 yılına ulaşan Özgür Tiyatro serüveni boyunca, bugünlere gelmemize katkı sağlamış, emek vermiş tüm arkadaşlarımızla beraber, birçok üretime imza attık. Tiyatronun piyasayı ve dayattığı ilişkileri reddetmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu bağlamda, tiyatro sanatının işçilerin, emekçilerin, dünyanın lanetlilerinin yanında olması için tavır geliştirmeye devam ediyoruz.
Özlem Altınbilek
ozlemaltinbilek@gmail.com ucanpelerin@gmail.com
BİLEŞENLER
1979 yılında İzmir'de doğdum. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nden mezun olduktan sonra aynı alanda yüksek lisans yapmaya başladım. Lisans yıllarımdan itibaren, özel tiyatrolara ve Devlet Tiyatrosu’na dekor, kostüm, kukla, maske, aksesuar tasarladım; sahne makyajı alanında uygulamalar yaptım. 2008 yılından beri kişisel atölyemde hem çocuklara hem yetişkinlere yönelik kukla, maske ve sahne makyajı eğitimi veriyorum. Yakın zamanda, birbirine pek çok açıdan bağlı ilgi alanlarıma protez makyajı ve vücut boyama sanatını ekledim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
84
Ege Üniversitesi Diş Protez Laboratuarı bünyesinde çene ve yüz hastalıkları için üretilen protezlerin ve kullanılan malzemelerin sahne sanatlarına yönelik üretilen protezler ve kullanılan malzemelerle benzerlik gösterdiğini keşfettikten sonra, alanında önemli bir isim olarak gördüğüm Fatoş Akkuş ile protez üretimi üzerine çalıştım. 2010 yılından beri World Bodypainting Association'ın (Dünya Vücut Boyama Derneği) tek Türk üyesiyim. İlk çalışmamı Niko Guido ile beraber, kendi stüdyosunda yaptım. Ülkemizde yeterince hayat bulamayan vücut boyama sanatının en büyük sıkıntısı, malzemelerin çok pahalı olması. Model bulmak ve profesyonel çekim yapmak da kolay değil. Sağ olsun; su altı fotoğrafçılığı yapan arkadaşım Mutlu Kurtbaş, bana bu konuda hep destek oldu. Sahne makyajı alanında bugüne dek yüzden fazla öğrenciye eğitim verdim. Bir kısmıyla hâlâ görüşüyor ve çalışıyorum. Her yıl düzenlenen Ulusal Nöroloji Kongresi kapsamında, “Nöronlar Yarışıyor” etkinliğinde, kongrede sunum yapan bir Prof. Dr.’u seçip tanınmış bir sanatçıya dönüştürüyorum. İlk yıl Nuri Alço’yu, sonraki yıl Selami Şahin’i model olarak seçmiştim; bu etkinlikten büyük keyif alıyorum. 2008’den 2013’e kadar, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde görev yaptım. İlk üç yıl boyunca etkinlik-organizasyon sorumlusu ve sahne makyajı-uygulamalı tiyatro eğitmeni olarak çalıştım. Son iki yıl Yenişehir’deki Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde kukla ve maske yapımı üzerine eğitmenlik yaptım. Çalıştığım çocukların zorluklarla dolu hayatında küçük de olsa bir pencere aralayabildiğime tanık oldum. Zaman geçtikçe işimle hayallerimin farklı yönlere gittiğini gördüm ve istifa edip hayallerimin peşinden gitmeye karar verdim. Kukla sanatıyla lisans son sınıf öğrencisi olduğum yıl, öğretim görevlisi Ayten Öğütçü sayesinde tanışmış, ilk kez bir kukla oyununda çalışma fırsatı bulmuştum. Metnin yazımından kuklaların üretimine, dekorun hazırlanmasından müziğin yapımına, her aşamada işin içindeydik. O dönemde hamile olmama rağmen, okullarda gösterilere çıktım ve aldığım keyif dolayısıyla lisans tezimi kukla üzerine yaptım. Yüksek lisans tezimiyse özel ilgi
alanım maske üzerine yapacaktım; hâtta başlığı bile seçmiştim: “Tiyatro’da Maskenin İşlevi ve Evrimi”. En büyük hayallerimden birini gerçekleştirip kukla tiyatromu kurunca, tezin başlığı “Çağdaş Kukla Tiyatrosu’nda Beden Kuklası ve Fiziksel Tiyatro ile İlişkisi” olarak değişti. Böylece tez konumla hayata geçirdiğim projeler örtüşmeye, mesleki anlamda birbirini desteklemeye ve beslemeye başladı. Tasarımcıysanız, sınırlarınızı hayalleriniz çizer. Kukla tiyatrosunun ufku da hayallerinizle sınırlıdır, yani size sınırsızlığı tadabileceğiniz alanlar açar. 2016 yılında kurduğum Uçan Pelerin Kukla Tiyatrosu’nun ilk oyunu için Joseph Gali’ye ait bir masalı uyarladım: “Ateş Böcekleri Nasıl Doğdu?” Kuklaların ve dekorun tasarım aşamasında kızım Tutku Akı’nın bana çok yardımı dokundu. Şarkı sözlerini yazdığım oyunun müziklerini, düzenlemesini, seslendirmelerini multi-enstrümanist ve ressam, Tonguç Gökalp üstlendi. 2017 yılı itibariyle ekibim genişledi; benimle aynı fakülteden, oyunculuk bölümünden mezun Murat Barış Kavrukkoca ile dramatik yazarlık bölümünde yüksek lisans yapan Burak M. Geçimli aramıza katıldı. Böylece profesyonel bir ekip haline geldik. Bu sezon için hazırladığımız oyunu da Geçimli kaleme aldı: “Bilgenin Öğüdü”. Kuklanın çocuklarla iletişim kurmak açısından çok değerli bir araç olduğuna inanıyorum. Bu sebeple yaptığım oyunların tasarımına, kullandığım formlara ve renklere çok özen gösteriyorum. Bu gibi konularda kızımdan çok destek alıyorum. Aynı şekilde Tonguç Gökalp, müziklere benzersiz bir özen ve hassasiyet gösteriyor. Ancak kukla, ülkemizde sadece çocuklara yönelik bir alan olarak algılanıyor. Bu algıyı değiştirmeye niyetliyim, o yüzden yetişkinlere yönelik bir proje hazırlıyorum. Hâtta bunu hakkıyla yerine getirebilmek, doğru anlatım yöntemlerine vakıf olabilmek adına eğitim almaya başladım. Üzerine çalıştığım projenin müziklerini, bilgi birikimine hayranlık duyduğum Tonguç Gökalp üstlenecek. Sağlam adımlarla ilerlemeyi, bu alanda iyi bir isim yapmayı istiyorum.
Polat Canpolat
antidepresanat.com " polatmask
Sahne Sanatları Bölümü oyunculuk, dramatik yazarlık ve sahne tasarımı olarak, üç ana daldan oluşur. Lisans eğitimi süresince herkes kendi alanında deneyim kazanmaya yönelir. Oyunculuk okuyanlar kısa ve büyük oyunlarda oynar; yazarlar oyunlarını yazar, sahne tasarımcıları da sahneyi tasarlayıp üretir. Bu üretim aşamasının temel amacı, atölyelerin nasıl işlediğine dair bize deneyim kazandırmaktır. Yoksa, sahne tasarımcısının dekor yapma, kostüm dikme, ışıkları ayarlama gibi yükleri aynı anda taşımasına imkân ve ihtimâl yoktur. Fakat okuldayken tasarımcıyı bu işlere koştururken gören herkes, meslek hayatında bizden her alanda aynı anda üretim bekler. Devlet Tiyatrosu’nun Ankara'daki atölyelerinde işleyen sistem en iyisidir; bu komplekste neredeyse küçük birer köy boyutunda birçok atölye yer alır. Bornova Belediyesi sağ olsun; şantiyeleri rahatlıkla kullanabiliyor olsam da burada üreteceğim malzemeler, sahne için çok uygunsuz ve ağır. Ant Aksan’ın yönettiği “Fizikçiler” oyunuyla bir-
“Marat-Sade”ın ardından, Onur Erdoğan’ın yönettiği “Oyunun Oyunu” için dekor tasarımı yaptım. Bu kez döner sahne kullandık. Sahne mimarisi anlamında ülkece yetersiz olduğumuz için, mekânların sahip olduğu mimari dezavantajlar, tasarımı derinden etkiliyor. Sonrasında, yine Onur’un yönettiği “Cadı Kazanı”nın kostümlerini tasarladım. Son olarak, Hakan Taner Yıldırım’ın yönettiği “Savaş Baba” oyunu için maske tasarlayıp ürettim. Bu oyunla “Bedia Muvahhit 2017 En İyi Kostüm Ödülü”nü aldım. Yıllardır maske tiyatrosu üzerine yoğunlaşmak istiyorum fakat oyuncular yüzlerini kapatmak istemediği için bu hayalimi erteleyip duruyorum, ne yazık ki. Çizimlerimi içeren beş kişisel sergi açtım; birçok karma sergiye katıldım. Ayrıca iki sene boyunca İstanbul'da kimono üzerine sanatçı işlerinin basıldığı ve sergilendiği bir projede çalıştım. Projenin çekimleri ve defilelerde kullanılan maskeler de bana ait. Alsancak'ta açtığımız galeri ve etkinlik alanı Antidepresanat’ı devrettik ama dergimiz hayatına devam ediyor, web sitemizden takip edebilirsiniz.
BİLEŞENLER
Mezun olduğum dönemde, kukla üzerine çalıştım. İzmir'de Devlet Tiyatrosu haricinde çalışmalarına ödenekli olarak devam eden tek kurumda, İzmir Sanat Çocuk Tiyatrosu’nda dört yıl görev yaptım. Daha sonra belediye dışarıdan oyun almaya başlayınca “Joker Kukla Tiyatrosu”nu kurup yola devam ettim. Ankara Folklor Derneği ile düzenlediğimiz Uluslararası Dev Kukla Atölyesi'nde eğitmenliği üstlendim. 2006 itibariyle Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda çalışmaya başladım ve halen bu kurumdaki görevime devam ediyorum.
likte, dekor için ödenek almaya başladık ve Devlet Tiyatrosu’nun ustalarıyla çalıştık. Fakat kostüm ödeneği alamamıştık. Hakan Taner Yıldırım’ın yönettiği “Yedi Kocalı Hürmüz”de bu ödeneğe kavuştuk; bu sefer de ödenek dekoru üretmeye yetmedi. Yine Ant Aksan’ın yönettiği “Marat-Sade”, bu açıdan bakınca mesleğimi tam anlamıyla yapabilmeye başladığım ilk oyundur. Baştan sona profesyonel atölyelerle çalıştık; yeterli ödeneğe kavuştuk ve tasarım sürecinde alabildiğine özgürdük. Fransız İhtilali’ni anlatan bu müzikal oyun için yedi yıl önce üretilen kostümler revize edildi ve “İyibirşey” adlı organizasyon firması, hâlâ bunları kullanıyor. En son Neyse grubunun bu yıl çekilen video klibinde gözüme çarptı o kostümler.
85 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Tasarımı Bölümü’nden 2005 yılında mezun oldum. Lisans eğitimimiz dekor, kostüm, aksesuar, kukla, maske, makyaj, ışık tasarımı gibi farklı alanları kapsar fakat çalışmaya başlayınca, herkes seçtiği alanı bir şekilde derinleştirir.
PÜBLİKO Fatih Uysal
www.publiko.net " publiko.net ! publikopr Pübliko’yu yaratıcı etkinlik, marka ve iletişim ajansı olarak tanımlayabiliriz. Tamer Varış ile beraber hayata geçirdiğimiz bu ajans şehrin kültür-sanat hayatına, sosyalleşme biçimlerine ve alan açmaya kafa yoruyor. Şehirde yeni sosyal alanları nasıl yaratabiliriz, yaratıcı alanlarda iş yapan kimleri tanıyoruz ve yeni insanlara nasıl ulaşabiliriz gibi sorular üzerinden yola çıktık.
BİLEŞENLER
Birkaç şapkamız var: Müzik, tasarım, gastronomi, sinema alanlarına yönelik deneyim etkinlikleri ve festivaller düzenliyoruz. Ayrıca marka danışmanlığı hizmeti sunuyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
86
Publik Market, sözünü ettiğim sorulara sahada cevap bulmak üzere kurguladığımız, dinamik bir etkinlik. Ağırlıklı olarak İzmir’deki genç ve yenilikçi tasarımcıları, zanaatkârları bir araya getiriyor. Üreticiler mekâna kurduğumuz stantlarda gün boyu işlerini sergileyip satıyor; ziyaretçiler de yereldeki tasarım potansiyeline tanık oluyor. İki ayda bir düzenlediğimiz bu etkinlik serisine şimdiye kadar ellinin üzerinde tasarımcı katıldı. Her etkinliğin içeriğini atölyeler, konserlerle çeşitlendiriyoruz. Publik Market’i geçtiğimiz aylarda yurt dışına taşıdık; mini seçkimizle Milano ve Roma’daki benzer etkinliklere katıldık. Müzik alanında iki ayrı etkinlik düzenliyoruz: Bağımsız müzik festivalimiz Epic Fair ve Publik Park. 2017’de ikincisini düzenlediğimiz, yaklaşık bin beş yüz izleyiciyi ağırladığımız Epic Fair kapsamında alternatif müzik sahnesinin önemli isimlerini Kültürpark’taki Kübana Gazinosu’nda ağırlıyoruz. 2018 için iki hedefimiz var: Kübana Gazinosu’na ek olarak, Ada Gazinosu’nu festival mekânı
haline getirmek; böylece iki sahnede daha çok sayıda grup ağırlayabilmek ve festivalin programını yurt dışından katılacak isimlerle zenginleştirmek. Publik Park da ikinci yılını tamamladı. Bu etkinlikte müzik, tasarım, gastronomi ve deneyimi bir arada sunuyoruz. Konser verecek grupları çoğunlukla yurt dışından getiriyoruz; ülkenin önde gelen tasarım markalarını ağırlıyoruz ve katılımcıları farklı mutfaklardan lezzetlerle tanıştırıyoruz. Amacımız her iki organizasyon üzerinden İzmir’deki çıtayı yükseltmek, festival kavramının hakkını vermek ve şehre sadece periferiden değil, yurt dışından da ziyaretçi çekmek. Marka danışmanlığı alanında başta Edit olmak üzere farklı kurumlara destek veriyoruz. Kimliğini interaktif bir restoran - bar olarak tanımlayan Edit, şehrin ilk miksoloji barı; ayrıca süreli sergilere, performanslara, söyleşilere hâtta kısa film gösterimlerine ev sahipliği yapıyor. Pübliko olarak, birçok etkinliğimizi Edit’te hayata geçiriyoruz. Katılımcıları farklı lezzetleri denemeye davet eden Pop - Up Restaurant, bu etkinliklerden biri. İsveç Konsolosluğu ile hayata geçirdiğimiz İsveç Film Günleri, Pozitif ile beraber tasarladığımız Babylon Soundgarden Randevu Tasarım Alanı ve Sahnesi, Fransız Kültür Merkezi için tasarlayıp uyguladığımız Müzik Bazaar, bu alanda yürüttüğümüz çalışmalardan bazıları. Yaz boyunca doğası ve konsepti itibariyle Çeşme’nin fark yaratan mekânlarından Çeşmeköy’e danışmanlık hizmeti verdik. Pübliko olarak gelecekte düzenleyeceğimiz etkinliklerde şehre yenilikçi içerikler sunmaya devam edeceğiz.
RENKLİ MERDİVEN Orkun Kocabıyıkoğlu
Şubadap Çocuk ve Bizim Çocuklar ekibi, bir mekâna gereksinim duyunca ortaklaşa bir alan açmaya karar verdik. Aslında o ana kadar hep sokaktaydık. Kendimizi, “toplumsal içerikli çocuk çalışmaları yapan kişi ve ekiplerin ortak mekânı” olarak nitelendiriyoruz. Mekânın tüm masrafları ve ihtiyaçları, gönüllüler tarafından karşılanıyor. Oluşumun adına Renkli Merdiven dememizdeki sebep, rengârenk oluşumuz: Birbirinden başka olup, farklı disiplinlerden ve pratiklerden gelip, beraber bir şey yapma kaygısı sonucunda ortaya çıkan bu oluşumu şimdi biz temsil ediyoruz ama bundan sonra gelecekler, hareketi üst basamaklara taşıyacak. Sarmalların ve çemberlerin içinde bulunduğumuz bu yaşamda, sürekli sonraki basamağı tırmanabilmenin peşindeyiz. Bazen inerek, bazen çıkarak, çok az durup hiç yorulmayarak, çok sevip bıkmayarak, kocaman bir dünyada oyun oynayalım mı sorusunu soruyoruz. Çocuklarla toplumsal cinsiyet üzerine bir atölye yaptık. İlk önce oyuncakları birbirinden ayırdık ve hangi oyuncağın neden birbirinden ayrıldığı üzerinden bir tasnif yaptık. Çocuklar hep mekâna dair bir şeyler yapıyor, oyuncakları düzenliyor. Öbür taraftan, oyuncaklara bakıp neden birbirimizden farklı olduğumuzu, bu farklılıkları sürekli birbirimizin gözüne sokarsak kutuplaşacağımızı anlattık. Çocuklarla hepimizin temelde taşıdığı kaygıları konuşmak çok özel bir deneyimdi. Oyunlaştırma atölyesiyse çocuk algısı üzerinden hareket eden, pedagojik yaklaşımları izlediğimiz, alternatif eğitim pratikleri üretmeye yarayan bir çalışmaydı. Ritmi de bir araç olarak kullanıyoruz; çocuklar, sanatın öğretici gücü kendiliğinden aktığı takdirde çoğu kez bir yetişkine veya öğretmene ihtiyaç duymadan eğlenip öğrenebiliyor. Bu bağlamda Montesorri, Waldorf ve Reggio Emilia ekollerini uyguluyoruz. Hâtta zaman zaman, yürüttüğümüz çalışmaları eğitim olarak nitelendirip nitelendiremeyeceğimizi tartışıyoruz. Her bireyin yaşamsal ve temel ihtiyacı olan sürdürülebilirlik meselesiyle de yakından ilgiliyiz. Anne - çocuk çalışmalarına özel önem veriyoruz. Çocukların nitelikli zaman geçirebileceği, sanat atölyeleri yoluyla yaratıcılıklarını geliştirebileceği kalıcı bir alan yaratmanın peşindeyiz.
Bu kalıcı mekânı alternatif eğitim kitaplığı ve çocuk kütüphanesi ile zenginleştirmeyi hedefliyoruz. Parçası olduğumuz doğaya ve içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluklarımızın farkında olarak güzeli ve iyiyi bulmak umuduyla düştük yollara... İşe bir eğitim programı oluşturmakla başladık çünkü sanatın eğitim sürecinde önemli bir araç olabileceğine inanıyoruz. Aslında çocuklar, çoğu kez arkadaşlık edeceği, deneyimi birlikte öğrenirken büyütebileceği insanlara ihtiyaç duyuyor. Bu yaklaşımı kamusal alana yayarak, milli eğitim sisteminin ürettiği pratiklere alternatif olabilecek yöntemler üretmeye çalışıyoruz. “Çocuklar geleceğimizdir ve gelecek bugünden kurulur” sloganıyla düşünü kurduğumuz dünyayı var etmek için arayışını sürdüren herkesle bilgi ve deneyim paylaşmak, öğrenirken öğretmek istiyoruz. Gönüllü destek verebilecek herkesi sorunlara beraberce çözüm arayabileceğimiz bir ortamı yaratmaya çağırıyoruz. Renkli Merdiven, bu alanda çalışan herkesin katkı sunabileceği bir yapı; neşeyle ve dayanışmayla her zaman her yerde beraber yürüyebiliriz.
BİLEŞENLER
2017 başında kurulan ve çocuk, kadın ve erkek çalışmalarını kendine merkez edinen Renkli Merdiven’in çıkış noktası, sarmalların ve çemberlerin içinde bulunduğumuz şu yaşamda farklı disiplinlerden gelen rengârenk insanların beraberce bir şeyler üretebilmesi için gereken zemini, koşulları sağlamak.
" renklimerdivenizmir
87 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
renklimerdiven@gmail.com
Salih Korkut Peker
BİLEŞENLER
& korkutpeker
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
88
" pekerkorkut
1979 yılında doğdum. Müziğe klarnetle başladıysam da lise yıllarında gitara yöneldim. 1998'de memleketim Ayvalık'ta sahne hayatına adım attım. 2001'de İstanbul’a yerleştim; 2003'ten 2008'e kadar indie rock'tan folk müziğe uzanan geniş bir skalanın içinde gezinerek, farklı gruplarla İstanbul'daki mekânlarda ve festivallerde sahne aldım. 2008'de pop-rock grubu Rüya'ya dahil oldum ve grubun “Masal Kitabı” adlı albümüne besteci, söz yazarı, aranjör ve gitarist olarak katkıda bulundum. 2009'da Nazım Hikmet Akademisi, Perdesiz Gitar Bölümü'ne girdim, Erkan Oğur ile perdesiz gitar ve Türk Müziği; Emin İgüs, Alkan Akıncı, Ayşe Özbekligil, Murat Opus ile temel müzik teorisi, makam ve armoni çalıştım. 2009'da Barbaros Akbulut ile birlikte İstanbul Arabesque Project'i (IAP) kurduk. 2017'de yolumuz ayrılana kadar, IAP
" dublesalih
" yasakhelva
ile Türkiye'de ve dünyanın farklı yerlerinde gitarist, cümbüşçü ve geri vokalist olarak yüzlerce konsere çıktım. Grubun yayınladığı dört albüm ve bir tekliye gitarist, bas gitarist, geri vokalist, söz yazarı, besteci ve aranjör olarak katkı sundum. Sahne müzisyenliği haricinde reklâm müzikleri besteliyorum; dizi, film ve reklâm müziklerinde stüdyo müzisyenliği yapıyorum. Yirmiden fazla dizide cümbüş, sazbüş, elektrik, akustik, perdesiz gitar ve bas çaldım. 2017 itibariyle türkü yorumlarından ve kendi şarkılarımdan oluşan tek kişilik projeme ağırlık verdim. Yanı sıra Salih Nazım Peker ile Anadolu ve Balkan ezgilerini yorumladığımız “Duble Salih” projesine ve enstrümantal folk icra eden Yasak Helva grubuma yoğunlaşmış durumdayım. Müzikal çalışmalarımdan örnekleri, yukarıdaki linklerde bulabilirsiniz.
SEFERİHİSAR SANAT BAHÇESİ Ekrem Gün
dogasanatfelsefe.com
BİLEŞENLER
Başlarda tamamen kendi camiamıza yönelik olarak kurduğumuz Doğa Sanat Felsefe Derneği’ne ev sahipliği yapan Seferihisar Sanat Bahçesi’ni iç göçle aramıza katılan yeni Seferihisarlı-
ların kültür-sanat etkinliği arayışını karşılayabilmek amacıyla büyüttük. Etkinliklerimizi çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Şairler, yazarlar başta olmak üzere pek çok alandan konuk ağırlıyoruz. Sunumlara, sergilere ev sahipliği yapmaya başladıktan sonra, doğaseverler ve bisikletçiler de gelmeye başladı. Bahçemiz, yavaş yaşamı arzulayan insanların toplandığı bir merkez haline dönüştü. Derken bu oluşum, bizi Kent Konseyi’ne taşıdı. Herkesi aramıza bekleriz.
89 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Biliyorsunuz ki son zamanlarda İzmir’in sahilleri, özellikle Tarihi Yarımada ciddi miktarda iç göç alıyor. Seferihisar, geldiği şehirde ekonomik ve kültürel anlamda belli bir seviyeye ulaşmış insanların “sahil kasabasına yerleşeyim, orada hayatımın geri kalanını geçireyim” hayâlini karşılayan ilçelerden biri.
SAT-SU-MA Özge Horasan
BİLEŞENLER
www.sat-su-ma.com
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
90
Hacettepe Üniversitesi'nde biyoloji okudum; hızımı alamayıp botanik üzerine master yaptım. Hâtta doktoraya başlamıştım ama yeter deyip orada durdum. 2013 yılında Ankara’dan gelip Seferihisar'a yerleştim. Seferihisar'a yerleşmek planlanmış bir sürecin sonucu değildi; kendimi bir şekilde orada buldum. Seferihisar beni terbiye etti, değiştirdi ve yaratıcı alanlarda çalışmaya sevk etti. Botanik okuduğum için, bana bitkilerle dilediğim gibi haşir neşir olabilme şansı tanıdı. Etrafta yürüyüşe çıktıkça, rastladığım bitkileri kurcalamaya başladım. Topladığım, kuruttuğum, bazılarını pazarlardan avladığım bitkileri kaynatarak aylarca deney yaptım. En sonunda, muhtelif renkler elde etmeye başladım ve elde ettiğim renkleri pamuk gibi bitkisel, yün gibi hayvansal malzemelerden dokunmuş kumaşlara uygulamaya koyuldum. Doğal tekstil malzemelerini kullanıyor olmak, bu pratiğin olmazsa olmaz koşulu. İşleme ve üretime dair tüm süreçleri sıfırdan, kendi kendime öğrendim. Türkiye, geleneksel zanaatlar açısından çok zengin bir ülke olsa da maalesef uygulama tekniklerine, deneyim paylaşımına ilişkin derli toplu yayınlar yok veya neyin nerede üretildiğine dair bir haritalama çalışması yapılmamış. Dolayısıyla, her aşamayı deneye yanıla tecrübe ettim. Bu işlemler için evimde ayırdığım küçük bir alanda parmaklarım şişinceye kadar çalıştım. Basit şeyler dikerek yola çıktım; kıyafet tasarımlarımı gittikçe geliştirdim ve 2015’te ilk koleksiyonumu oluşturdum. Sonunda evdeki köşe bana yetmez oldu ve insanları davet edebileceğim, diktiklerimi sergileyebileceğim, deneyimlerimi paylaşabileceğim daha geniş bir alana ihtiyaç duymaya başladım. Damlacık Mahâllesi’ndeki maceram böyle başladı. Damlacık, Konak Tüneli’nin hemen üstünde konumlu, tarihi geçmişi açısından İzmir'in en değerli noktalarından biri. İki katlı, küçük
bir taş ev tuttum ve araştırmaya, üretmeye burada devam ettim. 2016’da, sat-su-ma’nın ikinci koleksiyonunu hazırladım. Bu mekân şu an aktif değil ama damlacikno9.com adresinden o dönemime bakabilirsiniz. Güzelbahçe’ye taşınmamla beraber, üretim sürecimi yeniden, baştan sona tasarladım. O döneme kadar her şeyi elde üretiyordum ve ürünlere paha biçmek beni çok zorluyordu. Bir şeye ürün diyebilmeniz için ona paha biçebilmeniz lâzım. Sözün kısası, sektörün içindeki yerimi bulabilmek için epeyi debelendim ve sonunda şöyle bir yol buldum: İzmir'de anlaştığım bir tekstil üreticisinden aldığım organik kumaşlardan üretilmiş kıyafetleri atölyemde boyuyorum. Ayrıca, yenilikçi ve geliştirilmeye açık bir yöntem kullanmaya başladım: Renkleri belli organik polimerlerle kumaşa bağladığım soğuk boyama tekniğini uyguluyorum, yani üretim sürecini uzatan kaynatma işleminden tamamen vaz geçtim. Bu yöntemi alternatif bir çözüm olarak konuyla ilgili herkese öneriyorum. Birkaç ay önce Japonya'ya gerçekleştirdiğim ziyarette, orman içinde konumlu bir zen tapınağında kaldım. Tapınaktaki düzen, bir manastırdaki kadar sıkı değildi ama belli bir disiplin vardı; bana çeşitli görevler atadılar. Gitmeden önce mail atıp, oraya vardığımda kumaş boyamak istediğimi ifade etmiştim. Zen felsefesinde kendinizi doğa ve sanat üzerinden ifade etmek çok değerli. Bulunduğum bölgede alışık olduğumdan farklı bir bitki örtüsü olduğu için birçok deneme yapma şansı buldum ve çevrede yaşayanların katıldığı bir uygulama atölyesi düzenledim. Sadece tapınağın bahçesindeki bitkileri kullandık ve hayal edebileceğimin çok ötesinde sonuçlar elde ettik. Bu sonbahar itibariyle Datça’ya yerleştim. 2018 yılının gidişatı, henüz bir soru işareti benim için. Yeni deneyimler beni bekliyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
91
BİLEŞENLER
Şeniz Turan
senizturan@gmail.com
BİLEŞENLER
Ağırlıklı olarak çocuklarla, kadınlarla ve mültecilerle yaratıcı drama üzerine çalışıyorum. Türkiye’de çok az bilinen ikinci alanımsa “playback tiyatro”. Hâtta ülkemizde şimdilik sadece İzmir’de uygulanıyor çünkü bu alanda benden başka çalışan birine henüz rastlamadım.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
92
Kadınlarla çalışırken ağırlıklı olarak süreçsel drama tekniğini kullanıyorum. Küçük bir doneden, meselâ bir fotoğraftan yola çıkıp kendi öykülerini oluşturmalarını istiyorum. Örneğin, Türkiye’nin ilk kadın ressamı Mihri Müşfik’in öyküsünün içerisine giriyoruz, karakterleri oluşturuyoruz, kurguyu çatarken toplumsal sorunları konuşuyoruz. Kadınlar, bu süreç boyunca aslında kendilerini, içinde yer aldıkları habitatı, toplumu konuşuyor ve böylece ön yargılarını yıkmak için çeşitli fırsatlarla karşılaşıyor. Kadınların çoğu bir şeyler anlatmak, bir şeyleri sorgulamak istiyor. Olabildiği kadar kendilerini tanımalarına, bu toplumdaki sorunlara farklı açıdan bakabilmelerine yardımcı olmaya çalışıyorum. Reji aşamasını takiben, çalışmayı sahneye taşıyoruz. Belediyelerle beraber pek çok proje yürütüyorum. Anlattığım kadar kolay olmuyor çünkü yerel yönetimlerle proje bazında çalışmanın kendine has dinamikleri var. Küçük görünen engelleri, sorunları aşmak dahi zaman alabiliyor. Hizmet alanım hem kültür işlerini hem sosyal hizmetleri kapsadığı için bir oraya bir buraya savrulup duruyorum ve her işe yetişmeye çalışıyorum. Kendine özgü ve sosyal değişimi olumlu yönde tetikleyebilen bir çalışma olduğu için, her şeye rağmen üzerinde ısrar ediyorum. Playback tiyatroyu, interaktif doğaçlamayı merkez alan bir uygulama disiplini olarak tarif edebiliriz. Bu disiplinle yurt dışında, yaratıcısı Jonathan Fox’un bir eğitiminde tanıştım. Kendisiyle beraber çalışma şansına da eriştim. Şimdilerde, edindiğim bilgi
birikimini ve deneyimleri elimden geldiğince sahaya taşımaya uğraşıyorum. İzleyiciler kişisel hikâyesini anlatıyor, biz de bu hikâyeleri canlandırıyoruz. Genelde küçük mekânları, düz sahneleri ve değişik mesleklerden katılımı tercih ediyoruz çünkü hikâyeye hemzeminde değişik görüş açılarından bakabilecek bireylere ihtiyacımız var. Farklı teknikleri kullanmak ve grup formatında çalışmak, olmazsa olmazlarımız arasında. Bu teknikler, duygulara ve durumlara katmanlar üzerinden, farklı açılardan bakmaya olanak sağlıyor. Doğaçlama tiyatroyu çoğunlukla komedi formatıyla özdeşleştiriyoruz ama çok dilli çalışmalar yapmaya da imkân tanıyan playback tiyatro daha farklı bir yerde duruyor; içerdiği derinlik sayesinde hayatın içerisinde ne varsa sahneye taşıyabiliyoruz. Dünyadaki playback tiyatro grupları birbirini yakından takip ediyor ve aralarındaki iletişim çok güçlü. Aynı teknikleri uyguladıkları için, aynı dili konuşmasalar da bir arada oynayabiliyorlar. Dünyada savaştan, zulümden, fakirlikten kaçan, yersiz yurtsuz milyonlarca insan var. Türkiye, bu trafikten en çok etkilenen ülkelerden biri haline gelmiş durumda. O yüzden geleceğe bakmak adına, sosyal değişime ve bütünleşmeye hız verecek projelere öncelik tanımak lâzım. Playback tiyatrocuları olarak, çok kültürlü ve çok dilli çalışma konusunda tecrübeli olduğumuz için mültecilerle rahatça çalışabiliyoruz. Bu vesileyle iç barışın tesisine katkıda bulunmak adına, Lübnan’daki bir tanışmaya-çalışmaya davet edildim. Ağırlıklı olarak Suriyeli mültecilerle çalıştık. Ardından, Gaziantep ve Kilis’te çeşitli çalışmalar yaptım. Halen, “Yankı Playback” adlı grubun sanat yönetmenliğini yapıyorum. Ayrıca atölyeler düzenliyorum ki insanın insana temasını artıran, bizi öykülerimiz üzerinden birleştiren bu disiplini daha çok kişi ve kurum tanısın.
Suat Vergili
kisi.deu.edu.tr/suat.vergili " powerdrunkmusic
Birbiriyle ilintili alanlarda akademik çalışmalarla meşgulüm: Kapalı alanlarda ses yayılımı, malzemelerin akustik özellikleri, Türk müziği çalgılarının mikrofonlama teknikleriyle ilgili literatürdeki eksiklikler ve video oyunu sektöründe ses tasarımının yeri, ilk aklıma gelen başlıklar. Ayrıca, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ile beraber, hecelerin dikotik algılanması üzerine bir araştırma yürütüyoruz. Post-prodüksiyon sürecinde işin, görsel materyal üzerine seslendirme, belgeseller ve tiyatro oyunları için özgün müzik üretimi, çizgi film seslendirmesi kısmıyla ilgiliyim.
Üçüncü şapkam, müzisyenlik; on bir yaşından beri gitar çalan ve kendi şarkılarını kaydeden biri olarak, İzmir’deki müzik ortamı ve akademik hayatım el verdiğince, çalmaya kaydetmeye devam ediyorum. 2002 yılından beri farklı gruplarla çalıyorum. Ralph Battle ile beraber kurduğum Powerdrunk ile 2015 yılında, “Hindu Lunch Box” isimli bir albüm çıkardık. Sarp Keskiner, Ufuk Sinkil ve Öykü Çelik ile beraber kurduğumuz, “Almost Rock & Roll” sloganıyla yola çıkan The Underdogz, rock tarihinin altmış yılını seslendiriyor. SOUS ise tamamen kolektif bestelemeye dayanan bir elektronik müzik projesi. Orta vadede, şehrin kendine has seslerini kayıt altına almayı ve arşivlemeyi amaçlayan akademik projemize mesafe kazandırmayı hedefliyorum. Bu arşiv, hem post prodüksiyon sektörüne hizmet etsin hem de şehrin kimliğine ait bir bellek oluştursun niyetindeyim. Diğer yandan, ses manzaraları ve ses ekolojisi üzerine yaptığım çalışmaları iyice olgunlaştırmayı istiyorum.
BİLEŞENLER
Yüksek lisans tezim, “akustik fenomenler başta olmak üzere, süreğen titreşimler ve efektler, insan beyni tarafından nasıl algılanıyor?” sorusuna cevap arıyordu ve bir fonksiyonel MR görüntüleme çalışmasıydı. Doktora tezimse Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi - Acil Servis Birimi’ndeki ortam gürültüsünün nasıl kontrol altına alınabileceğine yönelik akustik tasarım önerilerini içeriyordu. İlerleyen zamanlarda, farklı hacimlerin akustik özelliklerine ve konuşma anlaşılırlığı üzerine makaleler kaleme aldım.
Geçmişi daha öncelere dayansa da ağırlıklı olarak 70’lerde güncellik kazanan ses manzarası dalı, açık alanlardan elde edilen seslerin müzikal kompozisyonlarda nasıl kullanılabileceğiyle ilgileniyor. Bu çalışmalar, daha sonra “ses ekolojisi” adı verilen bir başka kavramı doğuruyor. Gürültüyü konu edinen çalışmaların vardığı sonuçlar gösteriyor ki sesler özellikle doğal yaşamı, ekolojik dengeyi doğrudan etkiliyor. Bu konu, en çok kafa yorduğum meselelerden biri haline geldi.
93 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Üç şapkam var. İlk şapkam, akademisyenlik; Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bilimleri Bölümü'nde yardımcı doçent olarak görev yapıyorum. Ses manzaraları, şehrin ses envanteri, mekân-akustik ilişkisi ve ses ekolojisi üzerine çalışıyorum. İkinci şapkam, ses mühendisliği; kayıt sektörüne yönelik bitmek tükenmek bilmeyen ilgimin sonucunda lisans düzeyinde mikrofonlama teknikleri, sinyal akışı ve elektrogitar; lisansüstü düzeydeyse kayıt yazılımları ve kayıt teknikleri üzerine ders veriyorum.
Serenay Oğuz
oguzserenay@gmail.com
BİLEŞENLER
Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Müzik ve Sahne Sanatları-Çağdaş Dans Bölümü mezunuyum. Bağımsız çağdaş dans sanatçısıyım. İstanbul'da doğup büyüdüm; Eylül 2016’da İzmir'e yerleştim. Sanatta Görünürlük Festivaliİzmir’in yürütücülerinden biriyim; ayrıca Budalasultan kolektifinin ve Açık Stüdyo girişiminin üyesiyim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
94
Kadir Has Üniversitesi'nin drama yüksek lisans programında yürütülen ve misafir olarak katıldığım çalışmalarla tiyatro-hareket ilişkisini inceleme fırsatı buldum ve son zamanlarda bu alana yoğunlaştım. Bugüne dek beden ve hareket odaklı işler yürüten birçok sanatçıyla çalıştım ve kendimi bu alanda geliştirmeye devam ediyorum. İçinde bulunduğumuz dijital çağın gereğine uygun olarak, bedeni ve dijital dünyayı bir araya getirecek projeler üretmek ya da böyle projelerde yer almak, öncelikli hedeflerim arasında yer alıyor.
" oguzserenay
samında, “Kristal Bedenler” adlı bir projeye dâhil oldum. Engel kavramına yoğunlaştığımız bu projede, sanat ve teknolojinin iç içe geçtiği, disiplinlerarası bir çalışma yürüttük. Bu deneyimin hayatımda çok önemli bir yeri var çünkü değişen dünyanın sağladığı yenilikçi hareket alanlarını keşfetmeme yardımcı oldu. Şimdilerde en büyük hayallerimden biri, dijital ortamlarla bedeni bir araya getirebileceğim projeler üretmek. 2017, ekip çalışmalarına yoğunlaştığım bir yıl oldu. TANDEM Türkiye kapsamında, İzmir’den Açık Stüdyo-budalasultan kolektifi, Wroclaw’dan Studio Matejka’nın işbirliğiyle, İzmir’de ön sunumu yapılan Polonya’da gösterimi gerçekleşen “Palimpsests of Space: Reconstruction” projesinde performansçı olarak yer aldım. Şu sıralar farklı mekânlarda sergilemek üzere kurguladığım “Boşlukları Doldur’” isimli solo performansım üzerinde çalışıyorum.
Öncelikle tasarımını ve koreografisini üstlendiğim üç performanstan bahsetmek istiyorum: Dört performansçıyla ortaya çıkardığım, Sanatta Görünürlük Festivali-İstanbul ve Sahne Kadir Has’ta sergilediğim ilk projem “Yükleniyor…”; aile, arkadaşlık, komşuluk, aşk gibi parçası olduğumuz ilişkileri toplumsal normlar üzerinden irdeleyen, bu normlara dair karşı duruşumu ortaya koyan bir performanstı. Ardından, Sanatta Görünürlük Festivali-İstanbul’un ikincisi için “Ne, Ne Zaman Biter?” adını verdiğim, zaman ve bakış kavramlarını sorgulayan bir solo performans ürettim. Son olarak, gündelik isyan alanları yaratan karakterler üzerinden tasarladığım, üç performansçı içeren “Üniformaların ve Sirenlerin Uzağında” projemi çeşitli alternatif sahnelerde sergiledim.
Daha çok beden odaklı çalışmalar üzerine yoğunlaştığım atölyelerime de değinmek isterim: Bu alanda Ayşe Orhon, Leyla Postalcıoğlu, Zeynep Günsür Yüceil, Matej Matejka, Aakash Odedra, Kathryn Hamilton, Bernd Knappe gibi isimlerle çalıştım. Katılımcılarla bilgimi ve deneyimimi paylaştığım dört atölyem var: “Performans Tasarımı”, “Viewpoints Teknikleri”, “Kontakt Doğaçlama”, “Beden ve Hareket Farkındalığı”. İlk ikisi oyuncu, performansçı ve dansçılara nasıl üretebileceklerine dair teknik yöntemleri sunarken “Kontakt Doğaçlama” ile “Beden ve Hareket Farkındalığı”, katılımcılarında bir hareket ve dans geçmişi aramaz. Eğitimini aldığım disiplinden de kopmuş değilim; 2012 yılından bu yana çağdaş dans teknikleri üzerine özel ders vermeye devam ediyorum.
Kolektif yapılara ve ekip çalışmalarına da katkı sundum: Kentsel dönüşüme dikkat çekmeyi hedefleyen kolektifimizle, 2014 yılında “Yıkılan Bellek Evleri” ismiyle bazen izinli, çoğu zaman gizlice girdiğimiz yıkılacak binalarda farklı disiplinlerden sanatçılarla işler ürettik; bu işleri kaydedip sosyal medya üzerinden paylaştık. İnşaat sektörünün gitgide vahşileşen bir hal almasıyla pratikte yaşanan sıkıntılar yüzünden bu projeyi devam ettiremedik. Şu sıralar, İzmir’in de benzer sıkıntılarla başbaşa olduğunu görüyorum. Benzer bir kolektif yapı kurup projeyi burada devam ettirmeyi isterim. 2015 yılında, AmberFest kap-
Performans odaklı çalışmalara İzmir’de daha çok alan açılmasını çok önemsiyorum. Bu bağlamda, 2018’de üçüncüsü düzenlenecek olan Sanatta Görünürlük Festivali-İzmir’in yaratıcı-yürütücü ekibinde yer alıyorum. Birlikte üretmenin, paylaşmanın gücüne inananlardanım. Sanatsal üretimlerimde de aynı ilkeyi benimsiyorum ve disiplinlerarası işler ortaya koymak için çabalıyorum. Beden ve hareketi kapsamına alan projeler gerçekleştirmek isteyen her disiplinden sanatçıyla çalışmaya açık olduğumu özellikle belirtmek isterim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
95
BİLEŞENLER
ŞUBADAP ÇOCUK
" subadapcocuk www.subadapcocuk.org
BİLEŞENLER
Şubadap Çocuk, pratiğine konuşmayı değil yapmayı koymuş, toplumsal yaşamı dönüştürmek için mücadele eden ve şarkılar üreten Praksis Müzik Kolektifi’nin çocuklara yönelik bir çalışma grubu. Uzun yıllardır yoksul işçi mahallelerinde, kolayca sanata ulaşamayan bölgelerde, ücretsiz ve gönüllü çalışmalar yürütüyor, şenlikler düzenliyoruz. Halkevleri ve Renkli Merdiven başta olmak üzere, çeşitli derneklerle ve inisiyatiflerle ortaklaşa çalışmalar yapıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
96
Öncelikle, “neden çocuk şarkıları yapıyorsunuz” sorusunun cevabını vermek isteriz: Aslında Praksis, devrimci bir kolektif. Şubadap meselesi, ilk defa Tarsus'un Boğazpınar köyünde, kendi aramızda yaptığımız bir değerlendirme sohbetinde ortaya çıktı. HES karşıtı mücadeleye müziğimizle destek olmak için davet edilmiştik. Köyde kaldığımız süre içinde bolca boş vaktimiz oldu ve etraftaki çocuklarla zaman geçirmeye başladık. Fark ettik ki o HES projesinden en büyük zararı onlar görecek. Beraber ürettiğimiz bir parçayı şenliğin finalinde, çocuklarla seslendirdik. Şarkı, suç unsuru olarak görüldü ve Tarsus Adliyesi'nde yargılandık.
Şarkıyı mahkeme önünde çocuklarla beraber tekrar söyledik ve o şarkının aslında, geleceğimizi sahiplendiğimiz bir mücadele şarkısı olduğunu gösterdik. İşte bu deneyim bizim kafamızı çok açtı. Devletin ve egemen sınıfın doğrudan müdahale ettiği alanların karşısında durup başka bir şey üretme gereği hissettik. Eğitim sistemi, gün be gün çocukları tahakküm altına alıyor, çocuk şarkıları da bu çabadan bağımsız kalamıyor. Örneğin, sermaye çocuklar daha fazla tüketsin diye, gericilerse hayattan çekilsinler diye şarkı üretiyor. Bunlara kayıtsız kalmak yerine sürekli üretime geçmeye karar verdik ve bir karşı hegemonya alanı kurmak adına, Şubadap Çocuk hareketini başlattık. Bugüne dek üç albüm kaydettik. İlki, “Bilmiş Çocuğun Şarkıları”, çocukların temel hakları üzerinden giden bir albümdü. İkincisi, “Dino'nun Şarkıları”, evrim meselesini merkeze alıyordu. Üçüncü albüm “Gökyüzü Kimin?” ise doğal kaynakların tahribatını konu ediniyor. Üç albümümüzü de halk sponsorluğuyla kaydettik. Ücretsiz olarak indirilebilir, dilediğiniz gibi yayabilirsiniz.
TABU FİLM YAPIM Tayfun Belet
Alaylı olarak girdiğim sinema sektörüne ışık asistanlığı yaparak adım attım. Akademik eğitimimle koşut olarak, ışık ve görüntü yönetmenliği alanına geçtim. İstanbul’da dizi setlerinde yönetmenlik yaptım; büyük firmalar için reklâm filmleri çektim. Ardından İzmir’e döndüm ve Yaşar Üniversitesi’ndeki görevime başladım. İlk belgeselim “Anılarla Atatürk”ü 2006 yılında çektim. Ardından, belgesel alanında uzmanlaşmaya karar verdim. Bugüne kadar TRT Belgesel, RTL, CNC, Al Jazeera, Escales kanalları için çeşitli filmler ürettim. 2009 yılında, yirmi iki bölümden oluşan “Kalay” ve “Kahve” isimli iki serinin yapımcılığını, yönetmenliğini üstlendim. 2011’deki “İfrat” ve 2013’deki “Sterliçya”nın ardından, 2013 yılında, UNESCO Dünya Mirası Adaylığı sürecinde Bergama’nın tanıtımında önemli rol oynayan “Yüksek Yerin Halkı” filmini çektim. Bu süreçte, parşömenin dünyadaki son ustası, son karatabak İsmail Araç ve kadın çırağı Demet Sağlam ile tanıştım. Bu konuyu meslek, insan ve mekân bağlamında işlediğim “Çırak” belgeseli, Uluslararası TRT Belgesel Ödülü’nü
aldı ve iki yıl boyunca TRT’nin farklı kanallarında yayınlandı. Bunu takiben, 2014 yılında, Ege Mahallesi’nde kentsel dönüşüme direnen bir baba - kızın ilişkisini konu alan “Havin” belgeseli geldi. 2015 tarihli, Türkiye’de kalan son yazlık sinemayı ayakta tutmaya çalışan bir grup arkadaşın öyküsünü anlattığım “Çekirdek ve Makara” belgeselini, 2016 yılında çektiğim, Datça - Bozburun hattında çalışan teknelere gelin giden kadın balıkçıların hikâyesini anlatan “Akvaryumda Sessiz Sakin” izledi. Genellikle kadın, çocuk ve umut temalarını işlediğim bu belgeseller, otuz altı ülkede gösterildi; çoğu uluslararası olmak üzere yirmiden fazla ödüle layık görüldü. Birçok film festivalinde jüri üyeliği yaptım ve ustalık sınıflarını yönettim. En büyük amacım, belgeseli biçimsel anlamda sinemaya alabildiğine yakınlaştırmak ve insan hikâyeleriyle mekânları özdeşleştirmek. Mekânı ve insanı birbirinden bağımsız olarak düşünemiyorum. Müziği de bu yaklaşımı destekleyen önemli bir unsur olarak kabul ettiğim için, bugüne dek Erkin Koray, Hüsnü Şenlendirici, Cengiz Onural, Mehmet Can Özer, Jah Wobble, İncesaz ve Ömer Oral gibi isimlerle çalışmayı seçtim. “Film İcabı” isimli son belgeselimi tamamlamak üzereyim. Ardından, önümüzdeki kış, senaryosunu da üstlendiğim, Türk Amerikan ortak yapımı bir uzun metrajlı sinema filmi çekeceğim.
BİLEŞENLER
İzmir’de doğdum, büyüdüm. Belgesel yapımcısı ve yönetmeniyim; Tabu Film Yapım isimli şirketin sahibiyim. Yanı sıra, Yaşar Üniversitesi Film Tasarım Bölümü'nde yönetmenlik üzerine ders veriyorum.
" TABUFILM
97 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
tayfunbelet@gmail.com
SÜSLÜ KADINLAR BİSİKLET TURU Sema Gür
www.suslukadinlarbisikletturu.com
" ! süslü kadınlar bisiklet turu $ suslukadinlar
BİLEŞENLER
1997 yılından beri İzmir Amerikan Koleji'nde tarih öğretmenliği yapıyorum. Aslen Bandırmalıyım ama artık İzmirli sayılırım. Organizatörü olduğum “Süslü Kadınlar Bisiklet Turu”nu yılda bir kez düzenlediğimiz farkındalık etkinliği olarak tarif edebilirim. Grup, dernek veya kulüp değiliz; herhangi bir sponsorla çalışmıyoruz. Daha çok kadının bisiklete binmesine önayak olmaya çalışıyoruz. 2013 yılında bir araya geldik; gönüllülük esasıyla ilerleyen bir taban hareketiyiz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
98
eylem hiç değil. Altında derin felsefeler veya politik bir duruş arayanları hayal kırıklığına uğratmaktan korkmuyoruz. Mülteciler de aramıza katıldı nihayet ve ortaya çıkan bileşimin tüm renklerinden razıyım. Birbirini tanımayan kadınlar, hayat görüşleri ne olursa olsun, birlikte pedallıyor çünkü bisiklet dil, din, ırk, sınıf, inanç ayrımı yapmaz. Farklı şehirlerde sayısız tura katıldım, kimse kimsenin duruşunu, kariyerini, yaşamını sorgulamıyor.
Bisiklete binmeyi çok geç öğrendim; altmış sekiz yaşındaki ba- Peki, bunların sonucunda ne oldu? Mutlu olduk, güldük; yetmez mi yahu? Bisiklete binmeyi öğrenen kadın sayısı arttı; gelebam ısrar etti de öyle cesaret edebildim. İzmir'e dönünce de arkadaşlarıma sürpriz yaptım, “bakın bisiklete biniyorum” diye. ceğin bisikletçileriyle tanıştık. Tur sayesinde kız çocuklarının eğitime katılması için gayret eden sivil toplum kuruluşlarına Perşembe Akşamı Bisikletçileri beni aralarına davet etti; sürüş kaynak yaratmaya başladık. Balkonlarda çürüyen bisikletleri becerimi onlarla çıktığım turlarda geliştirdim. Sonra dediler ki nihayet sokağa çıkardık. Sonra o bisikletler kadınlara yetmez “bu yetmez, hadi bakalım dağlara çıkıyorsun”. Dünyaya bambaşka oldu, gidip yenisini aldılar. Bisiklet sektörüne de ufak bir katkıbir açıdan bakmayı öğrendim, ilk defa doğayla iç içe olduğumu mız olmuştur, sanırım. hissettim. Bir ara, “bu dağ turlarını biraz hafifletseniz” diyecek oldum; erkekler “gelebilen gelsin” diye cevap verince işi inada Kısa zamanda tüm dünyanın ilgisini çekmeye başladık. İsveç, bindirip, kadın bisikletlileri örgütlemeye karar verdim. Gruptaki Almanya, Amerika, İtalya başta olmak üzere global medyanın erkeklere de “bir tur yapacağım ama siz gelemeyeceksiniz” dedim. önde gelen kuruluşları bizimle tanışmak ve söyleşmek için Bir süre arkadaşlarla bu başkaldırım üzerine güldük, eğlendik. İzmir’e gelir oldu. Herkes ülke bu haldeyken nasıl başardığımızı “Sema, bir etkinlik açsana” diye işi ciddiye bindirdiklerinde dedim soruyor. Diyorum ki “bu ülke dışarıdan görünen kesimden ibaret ki “açayım ama beş kişi anca gelir”. Baktım ki diretmeye devam değil. Daha eşit, daha keyifli bir hayatın mümkün olduğuna inanan ediyorlar, “kaslı bisikletçi abilere nispet olsun, açacağım etkinliği; milyonlarca insan var.” adını da Süslü Kadınlar koyacağım” diyerek kolları sıvadım. Bir arkadaşım “böyle olmaz; sadece çıkalım gezelim diyemezsin. Ba- Ben de değiştim bu süreçte… Bisiklet bana birçok şeyi aynı anda öğretti: “Dur, nefes al, bekle, kendini dinle ve yola öyle devam et”. sına davet çıkarman lâzım” diye beni uyarınca “kadınlar sokağa Eylemli olmayı, deneyimlerimi geniş kitlelerle paylaşmayı tecçıkarsa dünya değişir” ve “egzoz kokusuna karşı parfüm kokusu” sloganlarıyla meydanlara indik. Çok fena inmişiz, beş kişi bek- rübe ettim. Bu yaştan sonra kendimle barıştım; insan kendiyle barışmazsa dünyaya anca çirkef yayıyor. lerken iki yüz kadın omuz omuza pedal çevirdik. Beş yüz derken üç bin bisikletli olduk ve bu sene 24 Eylül'de düzenlediğimiz Her yere bisikletle ulaşabileceğimi hayal bile edemezdim. Doturu elli şehre yaydık. Süslü kelimesini buluşmaya dikkat çek- ğayla iç içe olmak çok iyi geldi. Bisiklet size yolda olma halinin mek için tercih etmiştim ama günlük hayata da karşılık geliyor: bir yere varmaktan çok daha değerli olduğunu öğretiyor. ÖzgürBisiklete süslenip binebiliyorsan, günlük kıyafetle her yere gide- lük ve umut da benim yolum oldu. bilirsin. Zamanla aramıza erkekler de karıştı. Bize saygı duymayı öğrendiler ve formalarıyla gelmeyi bıraktılar ve beraberce mey- “Yok öyle umutları yitirip karanlıklara savrulmak. Unutma, danları, yolları işgal etmeye başladık. Aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.” Kadınlara birey olarak gelin diyorum. Bir simge taşımasınlar, sadece kendilerini taşısınlar istiyorum. Erkekler gelebilir mi sorusu, başımızın belası oldu. Biz gelmeyin dedikçe daha çok geliyorlar. Bu erkek karşıtı bir taban hareketi değil, feminist bir
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
99
BİLEŞENLER
EDIT – EPIC FAIR Tamer Varis
BİLEŞENLER
" Editandchill
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
100
" epicfairlive
İzmir ve Çeşme’de şubeleri olan Edit adlı interaktif mekânın işletmecisiyim; ayrıca Pübliko’nun ortağıyım. İlk profesyonel tecrübemi, 2005 yılında koordinatörlüğünü üstlendiğim İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali’nde edindim. Planım, alışılageldik formatın dışına çıkıp konser, parti gibi etkinliklerle festivali sokağa taşırmaktı. Bu plan başarıya ulaşınca ve etkinlikler büyük ilgi görünce, farklı mekân işletmecilerinden müzik direktörlüğü ve konser organizatörlüğü teklifleri gelmeye başladı.
etkinlik skalamızı çeşitlendirmeye yaradı. Yerelde üreten öğrenci ya da mezun tasarımcıları geniş kitlelerle buluşturmaya yönelik düzenlediğimiz Randevu etkinliğimiz, bu çeşitlendirme yaklaşımı doğrultusunda ortaya çıktı. Bir zaman sonra Randevu’nun içeriğini yeniledik ve yola Public Market adıyla devam etmeye başladık. 2016’da Çeşme, Yıldızburnu’nda Edit’in ikinci şubesini açtım. İki yazdır caz gruplarına ev sahipliği yapıyoruz; kısa film gösterimleri, sergiler ve söyleşiler düzenliyoruz.
2007 yılında Gazi Kadınlar Sokağı’nda faaliyet gösteren Tapas’ı devralıp adını Boombox olarak değiştirdim ve mekânın üst katında konserler, sergiler düzenlemeye başladım; alt katı da çeşitli DJ performanslarına açtım. O dönem şehirde sanatla yakından ilgilenen, yeni tür etkinliklerin ve deneyimlerin peşinde koşan, sıkça İstanbul’a gidip konser takip eden, çok canlı bir kitle vardı. Boombox’ta izlediğim strateji, bu kitlenin beklentilerine hızla cevap verdi ve Nekropsi, Gevende başta olmak üzere, İzmir’e sıkça uğramayan gruplara ev sahipliği yapmaya başladık. Abarjazz gibi avangart müzikle haşir neşir olan yerli isimlere de sahne açtık. İzmir Kısa Film Festivali ile eş zamanlı olarak, 2006’da ilki düzenlenen Mardin Film Festivali için koşturuyordum.
Ayrıca, Pübliko adlı ajansın ortağıyım. 2015’te İsveç Konsolosluğu’nun teklifi üzerine, tahsis edilen çok düşük bir bütçeyle Film Fika adını verdiğimiz film günlerini düzenledik. Mevcut bütçeyle salon kiralamak mümkün olmadığı için Fransız Kültür Merkezi, Mimarlık Merkezi, Aziz Vukolos Kilisesi ve K2 Güncel Sanat Merkezi ile ilişkilerimizi kullanarak, salon kirası ödemeden, kataloğunu da eksik bırakmadan güzel bir projeye imza attık. Edit’te etkinliklerimize devam ederken, 2000 yılından beri hayal ettiğim bir projeyi nasıl hayata geçirebileceğimize dair kafa yormaya başladık.
2010’da Boombox’tan ayrıldım ve ortaklarımla beraber, İzmir’in gece hayatına kalıcı izler bırakacak 1888’i devraldık. Merkezi konumuyla, ferah bahçesiyle ve Rum mimarisinin getirdiği avantajlarıyla 1888, kısa zamanda bana ve bu işin duayenlerine göre Türkiye’nin, hâtta Avrupa’nın en “cool”, en gözde gece kulüplerinden birisi haline geldi. Elektronik müziği merkeze koyup, yepyeni bir eğlence anlayışı yarattık. Müzik direktörlüğünü de üstlendiğim 1888’de, 2010 - 2014 yılları arasında kendi setlerini, parçalarını üreten pek çok önemli prodüktör DJ’i ağırladık. 2013 yılında Meksika Sokağı’nda Edit’i açtık ve mekân, vitrine yerleştirdiğimiz radyo stüdyosu sayesinde birden ilgi odağı haline geldi. İnternet üzerinden kısa bir süre müzik yayını yaptığımız, konukları anlık olarak yayına aldığımız radyoyu vitrine konumlandırmakla, mekân-müşteri ilişkisine farklı bir yerden yaklaştığımızı vurguluyorduk. Radyoyu, düzenlemeyi planladığımız etkinlikleri duyurabileceğimiz bir mecra olarak da işlevlendirmiştik fakat yayıncılığı kesintisiz olarak sürdürebilmek çok zor ve zaman isteyen bir şey; türlü sebeplerden dolayı bu projeyi rafa kaldırmak zorunda kaldık. Edit’in devreye girmesi,
İlkini 2016’da gerçekleştirdiğimiz Epic Fair, bağımsız bir müzik festivali ve çıkış noktası, İzmir’i müzik alanında hak ettiği uluslararası konuma taşımak. Şehrin bunu başarmak için her türlü imkânı ve malzemesi var. Epic Fair’i tasarlarken Kültürpark’ı merkeze koymuştum; hem kafamdaki atmosfere çok uygun düşüyordu hem de hak ettiği şekilde kullanılmadığına kanaat getirdiğim bu alana büyük kalabalıkları çekmek istiyordum. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile görüşmeler baştan çok pozitif ilerlediyse de sonradan festivale alan tahsis edilemeyeceği cevabıyla karşılaştım. İnat ettim; alandaki tarihi gazinolarla nasıl çalışabileceğime kafa yormaya başladım. Kübana Gazinosu ile anlaştık ve festivalin daha ilk yılında, öngöremediğimiz büyüklükte bir kalabalığı alana çekmeyi başardık. Epic Fair, popüler gruplardan çok alternatif, yenilikçi ve İzmir’de sahne tecrübesi edinme şansı bulamamış gruplara sahne açıyor. Fuarın dışına çıkmayı kesinlikle düşünmüyoruz çünkü etkinliğin öyle veya böyle Kültürpark ile özdeşleşmesini istiyoruz. 2018 için ayrıca Kübana’nın komşusu Ada Gazinosu ile anlaştık. 21 Nisan 2018’de, üç sahnede dört bin kişi ağırlamayı hedefliyoruz. Sonbaharda bu etkinliğin yanına bir de film festivali koymayı hayal ediyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
101
BİLEŞENLER
TARIK DURSUN K. YAZAR EVİ
www.konak.bel.tr/haber/izmirin-ilk-yazar-evi-245404
BİLEŞENLER
Konak Belediyesi olarak, Karataş’taki bir Rum evini renove edip hizmete soktuğumuz Tarık Dursun K. Yazar Evi’ni misafir sanatçı mekânı olarak tanımlayabiliriz. Yazar evimizin koordinatörlüğünü öykü ve sinema dünyasına aşina olanların yakından tanıdığı, Ahmet Büke yapıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
102
Biliyorsunuz; Tarık Dursun K., çok çeşitli alanlarda aynı anda üreten bir isimdi. Sinemacı tarafı nedense pek bilinmez ama yönetmenlik yapmış, senaryo yazmış, iki tiyatro oyunu çıkarmış. Fotoğrafçılıkla ve resim sanatıyla da uğraşmış. Bu anlamda, Tarık Dursun K.'nın dokunduğu alanlarda faaliyet gösteren sanatçıları konuk edebiliriz diye düşünüyoruz ve ona göre hareket ediyoruz. Konuk edilecek isimleri biz belirliyoruz ama yapılan başvuruları ve projeleri de dikkate alıyoruz. Bugüne dek, Handan İpekçi ve Mahir Ünsal Eriş ile beraber, toplam on üç konuk ağırladık. Edebiyatçılar, sinemacılar ve fotoğrafçılar, bu mekânda bir ay konaklayıp eser üretiyor; sürecin çıktıları genellikle senaryo, ki-
tap olarak somutlaşıyor. Ayrıca, her konuk belediye gazetemizde yayınlanmak üzere bir makale kaleme alıyor. Sadece şehir dışından değil, İzmir'den de konuklarımız oluyor. Gezi direnişi döneminde sembolleşmiş sayısız fotoğrafı çeken Serra Kadıgil; Basmaneli, Agoralı mülteci ve göçmen çocuklarla çalıştı. Çok başarılı çıktılar üretti bu atölye; seçilen fotoğrafları kitaplaştırdık ve Kartal Belediyesi ile Maltepe Belediyesi'nin katkılarıyla İstanbul’da sergiledik. Tahsisatın süresi on dört ile yirmi beş gün arasında değişebiliyor. Mekân iki günde bir temizleniyor, düzenleniyor. Konuklarımıza günlük harcırah ödüyoruz; buna karşın, ürettikleri eserlere telif ödemiyoruz. Çok samimi bir mahalle ortamı var; yazarların çoğu mahalleliyle komşuluk edip, birçok arkadaş edinip ayrılıyor. Gün içinde yazar severleri, öykü severleri, dostları da misafir ediyorlar. Gelmişken atölye düzenlemek isteyen konuklar, alt kattaki büyük salonu kullanıyor. Model kabaca böyle işliyor.
tHEBROaRT Fatih Şimşek
thebroart.com/tr
Atölyemiz, 1460 (Saint Joseph) Sokak’ın bir paralelinde yer alıyor. Bu sokak, halen otuzdan fazla atölyeye ev sahipliği yapıyor ki bu yoğunlaşmayı çok önemli, dikkate değer buluyoruz. Kendiliğinden meydana gelen bu merkezleşme, şehrin sanatsal üretim dinamikleri açısından çok ciddi bir yenilik. O bölgede yepyeni bir konsept, güçlü bir devinim ortaya çıktı. Aynı bina fotoğrafçıyı, tiyatrocuyu barındırır oldu. Eğitimdeki yozlaşmaya, kariyeristliğe dikkat çekmek istiyoruz. Herkes üretmek, sanatçı olmak yerine akademisyen olmanın derdine düşmüş durumda. Türkiye’de seramik adına yedi, sekiz sempozyum düzenleniyor ki Eskişehir ve Ankara’dakiler hemen öne çıkıyor. İzmir’in çalıştaylara, sempozyumlara ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.
BİLEŞENLER
Dört alanda faaliyet yürütüyoruz. Bu alanlardan ilki, sergi organizasyonu: Ege Görsel Sanatlar ve Plastik Sanatlar Derneği’nin başkanı Serdar Yörük ile çalışıyoruz. Ayda en az bir sergimiz var. İkinci alanımız, kent mimarisine yaptığımız giydirmeler. Otellere, restoranlara, belediyelere, kaymakamlıklara duvar panosu, heykel üretiyoruz. Seramik ve mozaik, dünyanın her yerinde geçerli, göze güzel görünen mimari unsurlar. Bu açıdan, kent estetiğine katkı sağlamayı öne koyan yerel yönetimlerle çalışmayı önemsiyoruz. Üçüncü alanımız, danışmanlık: Dört seramik, bir cam atölyesinin sanat danışmanlığını yürütüyoruz.
Dördüncü alanımızsa atölyeler; haftada iki gün seramik eğitimi veriyoruz.
103 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Lisansımı seramik, yüksek lisansımı cam seramik üzerine yaptım. Altı sanat ödülü aldım, iki kişisel sergi açtım. Dört yıl Londra’da yaşadım. On yıl kişisel atölyelerimde çalışmalarımı sürdürdükten sonra dört yıldan bu yana, ortağımla beraber devletin sanatçılara sağladığı vergiden muafiyet belgesiyle yola devam ediyoruz.
TEOS KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ
BİLEŞENLER
" Teos Kültür Sanat Derneği
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
104
Kasım 2016’da Simge Kültür Sanat Derneği adıyla kurulan, Mayıs 2017’de tüzüğünü ve ismini yenileyen Teos Kültür Sanat Derneği, çalışmalarını Seferihisar Belediyesi’nin desteğiyle Sığacık, Akkum Koyu’nda konumlu Teos Yazar Evi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde yürütüyor. Yönetim kurulumuz, ülkenin kültür-sanat dünyasına, yerel yönetimlerine ve akademik hayatına kalıcı izler bırakmış, alanında uzman isimlerden oluşuyor.
sanatlar, müzik, edebiyat başta olmak üzere, toplu deneyim-
Kendini tanımlamak ve tanımlarla sınırlamak yerine, sürekli dönüşen eylem alanlarının temsilcisi olmaya soyunmuş bir derneğiz. “Yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir” ilkesinden yola çıkarak yöre halkıyla buluşmayı öne koyuyoruz. Merkezle ve uluslararası ağlarla ideal dünya fikrimizi paylaşmayı, sanatsal ve düşünsel kazılarla kimliğini bir bellek mekânı olarak yeniden yapılandıran Seferihisar coğrafyasına yayılan İon kültürünü insanlık değerleri arasında görünür kılmayı, düzenlediğimiz etkinliklerle Seferihisar’ın Cittaslow-Yavaş Kentler ağında oynadığı öncü rolü desteklemeyi, sanat ve siyaset felsefesinin buluştuğu noktada ekolojik, feminist, evrenselci bir dünya fikri geliştirmeyi amaçlıyoruz.
ulaştık; ses getiren otuza yakın etkinliğe imza attık.
Teos Kültür Sanat Derneği olarak, yukarıda ifade edilen ilkeler doğrultusunda kent kültürü, tarihsel ve kültürel miras bilincini yaygınlaştırmayı; kültür-sanat ve düşün hayatımıza katkıda bulunan aktörlerle kent sakinlerini buluşturmayı; kültürler arası diyalog ve çeşitliliği sağlayacak şekilde Ege’nin iki yakasından aktörlere alan açmayı; disiplinlerarası bir yaklaşımla kolektif üretim pratiklerini desteklemeyi; her türlü ayrımcılıktan uzak durarak hak ve fırsat eşitliğini gözetmeyi; kültürsanatı hayat boyu öğrenmenin parçası haline getirmeyi; bu amaç doğrultusunda yerel yönetimlerle ve kamu kurumlarıyla işbirliği modelleri geliştirmeyi ve yerel yönetimlerin yerinde, doğrudan, demokratik uygulama alanlarına yönelik pratiklerini desteklemeyi kendimize misyon ediniyoruz.
ler ve akademisyenlerle ilişkilerimizi güçlendirmeyi; 2017’de
Kültür-sanata bütünsel biçimde yaklaşıyoruz. Bu doğrultuda felsefe, mitoloji ve arkeoloji seminerlerinin yanında plastik
lere imkân sağlayan pek çok buluşma ve atölye düzenledik. Faaliyete geçtiğimiz günden bu yana, sınırlarımızı Teos Yazar Evi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin dışına taşıyarak çalışmalarını yerelde yürüten kültür-sanat dernekleri ve özel sektör kurumlarıyla sıkça ortaklaştık. Başarıyla uyguladığımız bu işbirliği modelleri sayesinde binlerce izleyiciye ve dinleyiciye 2018 ve sonrasında hayata geçirmek üzere, bir dizi hedef belirledik. Uluslararası işbirlikleri ve yenilikçi pratiklerle coğrafyanın birikimini ve deneyimini denizlerin ötesine taşımayı, öncü projelere imza atmayı amaçlıyoruz. “Bir Başka Türlüsü Mümkün” sloganıyla yola çıkarak hayata geçireceğimiz yol haritamız doğrultusunda yürüttüğümüz ortaklıkları güçlendirmeyi; İzmir’in kültür-sanat hayatında dinamo görevi gören kültür kurumlarını, inisiyatifleri, kolektifleri ve sanat insanlarını ilçeye çekerek yaratacağımız sinerjiye ortak etmeyi; araştırma ve uygulama merkezi kimliğimizi pekiştirecek şekilde üniversiteöğrencilere yönelik olarak yerelde uygulamaya geçirdiğimiz beceri ve deneyim atölyelerini çeşitlendirip kalıcı hale getirmeyi; etkinliklerimizi İzmir’in merkezine doğru yayarak şehrin her kesimiyle kucaklaşmayı; böylece Seferihisar’ı kültür, sanat, felsefe, ekoloji, tarih, arkeoloji ve bellek anlamında uluslararası bir merkez haline getirmeyi istiyoruz. Ayrıca, gerçekleştirdiğimiz projelerin basılı, işitsel ve görsel çıktılarıyla toplumsal, kültürel ve sanatsal belleğimize kalıcı katkılar bırakacağız. Özetle, altını çizerek ve ısrarla belirtmek isteriz ki katılımcılık kavramını lafta bırakmayıp uygulamaya geçireceğiz; hiyerarşik yapılardan uzak duracağız ve kapımızı ilkelerimize uyacak herkese açık tutacağız.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
105
BİLEŞENLER
TARAFTAR HAKLARI DERNEĞİ Burkal Efe
burkalefe@hotmail.com www.taraftarhaklari.org
BİLEŞENLER
Taraftar Hakları Derneği, 2012 yılında İzmir'de kuruldu. Alsancak Stadı’nın yıkımı, organizasyonumuzun örgütlenmesinde mihenk taşı görevi gördü.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
106
Alana AVM ve rezidans inşa edileceğine dair haberler İzmir’in gündemine bomba gibi düşünce, Taraftar Hakları Derneği olarak stadın, şehrin toplumsal hafızası ve futbol belleğini taşıyan bir anıt yapı olduğundan yola çıkarak, daha geniş bir alanda mücadele etmek üzere Alsancak Stadını Yaşatma ve Koruma Platformu’nu örgütledik. Kırkı aşkın sivil toplum örgütünden ve taraftar grubundan oluşan bir çatı yapı olarak harekete geçen bu platform, düzenlediği imza kampanyaları ve panellerle farkındalık yaratmaya çalıştı. İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeki öğrencilerin çektiği “Alsancak Stadı Tarihtir, Yok Edilemez” adlı belgeselin yapımcılığını üstlendi. Beş yılı aşkın zorlu bir sürecin sonunda, alana yeniden stat yapılmasına yönelik bir bilinç yaratmayı başardık. Yerel ve küresel çapta, futbolun sosyolojik, kentsel, kültürel ve toplumsal boyutuyla yakından ilgili bir derneğiz. Taraftarların, başta futbol olmak üzere tüm spor dallarında yönetimlere müdahil olması gerektiğini savunuyoruz ve bu savunumuzu hayata geçirmeye yönelik çalışmalar yürütüyoruz. 2011 yılında İzmir’de açtığımız davanın sonucunda, yönetimlerin Kayseri’de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında davulların ve pankartların yasaklanmasına yönelik aldırdığı kararı iptâl ettirdik. Taraftarları stadyum dışına süren, bir bankayı ihya etmekten başkaca amaç gütmeyen Passolig tekeline sonuna kadar karşıyız. Bu uygulamanın iptâline yönelik olarak, Ankara’daki Taraf-Der ile ortaklaşa dava açtık. İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde binlerce taraftarın katılımıyla bir sokak yürüyüşü düzenledik. Ne yazık ki davayı kaybettik ancak en azından bu konuya ilişkin farkındalık yaratmayı başardık. Özgecan Aslan’ın katledilmesinden sonra kadın kollarımız, “tribünde kadına yönelik şiddete sessiz kalma, ortak olma, tribünde küfre ve şiddete hayır” temalı bir yürüyüş organize etti. Bu yürüyüşe tüm kulüplerden taraftar temsilcileri de katıldı. Kadına yönelik şiddeti besleyen dilin bilhassa tribünlerde kendisine yaşam alanı bulduğuna inanıyoruz.
Beşiktaş taraftar grubu Çarşı'nın darbecilikle suçlandığı davanın yakın takipçilerinden biriydik. Çağlayan’daki duruşmalara avukat desteği verdik. Neyse ki dava beraatla sonuçlandı. İzmir yerelinde, taraftarlara yönelik polis şiddetine karşı hukuki süreçler işlettik. Her 1 Mayıs’ta meydanlara çıkıyoruz çünkü taraftarları, tribün emekçisi olarak görüyoruz. Rock-A festivalinin çağrıcı paydaşlarından biriydik; her organizasyona katıldık ve paneller, forumlar, söyleşiler düzenledik. Türkiye Futbol Federasyonu tarafından eşcinsel olduğu gerekçesiyle görevine son verilen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ı bir dostluk maçına davet ettik ve Türkiye Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davaya müdahil olduk. Dinçdağ, hukuk mücadelesini kazanarak hakem kurulu başkanlığına adaylığını açıkladı. Üniversitelerde sayısız panele ve söyleşiye katıldık. ODTÜ’de düzenlenen “Genişleyen Avrupa’da Futbol Araştırmaları” ve 2014 yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” başlıklı paneller, ilk akla gelenler. Üyesi ve organizasyon partneri olduğumuz 11:23 Futbol Supports’un Maltepe’de düzenlediği “Uluslararası Taraftar Sempozyumu”, kırk sekiz Avrupa ülkesinden yaklaşık yedi yüz taraftar grubunun üyesini ağırladı. 11:23 Futbol Supports, elde ettiği temsiliyet gücü sayesinde UEFA tarafından taraftarlarla ilgili konularda resmi diyalog partneri kabul ediliyor. Kadın futbolu alanında İzmir’i temsil eden çok başarılı bir kulüp var: Konak Belediyespor. Yerel yönetimlerin futbolu kullanarak kadınlara yönelik müthiş işler başarabileceğine dair harika bir örnek teşkil eden bu takımın maçlarını düzenli olarak takip ediyoruz. “Mücadeleniz Mücadelemizdir” sloganıyla başlattığımız imza kampanyasıyla kadın futboluna dair Türkiye çapında farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Sloganı taşıyan pankartın her harfi, kampanyaya imzasıyla destek olmuş kişilerin isimlerinden oluşuyor. Bu pankartı her maça taşıyoruz. Üyesi olduğumuz Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi’ne bir spor çalışma grubu kurulması konusunda teklif vermiştik; şimdilerde hazırladığımız altı aylık çalışma planı kapsamında Suriyeli kadınları ve mültecileri maçlara götürüyoruz.
BİLEŞENLER
yaptığımız spor çalışmalarını anlattık. İKPG Yaz Okulu 2017’de atölye grubu olarak ortaya çıkıp kalıcı bir çalışma ekibine dönüşen dokümantasyon ekibiyle beraber, Foto Dursun projesi ve “Rakıspor-Şarapspor” belgeseli üzerinde çalışıyoruz. 2018’de ve ötesinde mücadeleye devam edeceğiz ve erişebildiğimiz her yere katkı sunacağız.
107 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Mayıs ayında Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin İstanbul’da düzenlediği panele katılıp tribünlerde küfrün nasıl bitirilebileceğine dair bir konuşma yaptık. Devamında, temmuz ayında, Belçika’nın Gent ve Lokeren şehirlerinde düzenlenen “Avrupa Futbol Taraftarları Kongresi”ne katıldık. Bu kongreyi, geçen sene İzmir’de biz düzenlemiştik. Eylül ayında Olympiakos Futbol Kulübü ve Harvard Üniversitesi’nin desteğiyle Atina’da düzenlenen bir sempozyumda, İzmir’de mültecilere yönelik
TİYATRO KALEMİ
tiyatrokalemi.com
" tiyatrokalemi $ tiyatrokalemi ! tiyatrokalemi & tiyatrokalemi
sız ve özgün metinlere öncelik veriyoruz. Ekipçe aynı bakış açısını yakalamak ve ortak bir dil bulmak adına , her projeye atölye çalışmalarıyla başlıyoruz. Halihazırda dört proje üzerinde çalışıyoruz: Bunlardan ilki, Kamer Yıldız Ok’un “kara müzikâl” mottosuyla yeniden kaleme aldığı, her yerin ve hiç İstanbul sürecimizi üç oyun, iki film üzerinden anlatmak istebir yerin hikâyesini anlatan “Kıpti Kumpanya”. Diğer projemiz riz: Kurulur kurulmaz, öteki kavramının sınırlarını zorlamak “Bazı Kadınlar” ise biri ressam, biri CEO, biri ev kadını olmak adına barlarda oynamaya başladık. Kamer Yıldız Ok'un üçüncü üzere, üç karakterin öyküsünü sahneye taşıyor. Tiyatro olarak sayfa haberlerinden yola çıkarak yazdığı, uyuşturucu bağımlıdesteklediğimiz öğrenci projesi, Sevim Burak metni “İşte Baş, lığını, seks işçilerini ve travestileri konu alan “Karaktersizler” İşte Gövde, İşte Kanatlar”ın provaları devam ediyor. Yanı sıra oyunuyla başladığımız bu yolculuğa Haymatlos Bar’da sahneçocuk tiyatrosu alanında yaş baremini biraz yükseltmeye karar lediğimiz, eğlencesi ve argosu bol, Çingenelerin geçmiş gerçeverdik; “Dedektifin Rüyası” adını verdiğimiz, ortaokul öğrenciğini kara mizahla harmanlayan “Kıpti” ile devam ettik. Sonraki lerine yönelik bir oyun yazıyoruz. sezonda, Umut Demirci’nin evlilik üzerine sıra dışı bir kurmacasını, “İkircikli Kalbim”i sahneye taşıdık. “Sabır“ ve “Panta- İzmir’de sürdürdüğümüz çalışmalar sayesinde oyunlarımıza can-ı gönülden katkıda bulunan, keyifli bir ekip oluşturduk. lonunuzu İndirir Misiniz?” adlı kısa metrajlı iki film çektik. Bu Sahnelediğimiz veya provasını sürdürdüğümüz dokuz ayrı filmler, 2012 yılında Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği Vicdan projeye emek veren herkesi farklı ve eşit olarak kabul ediyoruz. Filmleri’nin halk oylaması sonucunda birinciliğe ve ikinciliğe layık bulundu.
BİLEŞENLER
2010’da kurulan, faaliyetlerini 2015’e kadar İstanbul’da sürdüren topluluğumuz, geçen yıl itibariyle İzmir’de perde açmaya başladı. Tiyatro alanı dışında kısa film üretiyoruz; senaryo yazımıyla ve temel tiyatral eğitimlerle uğraşıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
108
2016-2017 sezonuna, Kamer Yıldız Ok’un yazdığı “Haydi Masallara” adlı çocuk oyunuyla, İzmir’de perde açarak girdik. Sezonu, Yusuf Unay’ın “Kırmızı Başlıklı Kurt” ve Tolga Demir’in “Gökkuşağı Ormanı” adlı çocuk oyunlarıyla tamamladık. Bu oyunlara 2017-2018 sezonunda devam edeceğiz. Çetin Ok ve Kamer Yıldız Ok’un uyarlayıp yönettiği absürd komedimiz “Ionesco’nun Sıkıntısı”nı, Shakespeare’in “Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası”nı ve Ionesco'nun “Kel Şarkıcı”sını 2017-2018 sezonunda sahneleyeceğiz. Repertuar seçerken yenilikçi bir sahneleme anlayışı öneren, oyuncuya alan açan, deneyselliğe mesafesiz duran, bağım-
Ufuk Sinkil
ufuksinkil@gmail.com soundcloud.com/grooveprov
Bas gitar, elektrikli gitar, davul, piyano, synthesizer çalıyorum. Stüdyomda yazılım olarak Ableton Live 9 Suite ile çalışmayı tercih ediyorum ki bu yazılımı canlı performanslarda da kullanıyorum. Kayıt ve miks yaparken vazgeçilmez yazılımım, AVID Protools. Mimari akustik simülasyonlar için Odeon yazılımını kullanıyorum. Ses üretimi ve tasarımı yaparken çeşitli vst’leri ve plug-in’leri Roland Juno 6 ile beraber kullanmayı seviyorum. Birkaç grupla çalışıyorum. Sarp Keskiner, Suat Vergili ve Öykü Çelik ile kurduğumuz The Underdogz, “Almost Rock’n Roll” sloganıyla 1960'ların başından günümüze uzanan bir çerçevede, rock tarihinden nadide örnekler sunuyor. Diğer grubum Tilt ise epeyidir uykuda; 2006'dan beri gerekli koşullar oluşmadığı için bir araya gelemiyoruz. Yaptığımız kayıtlar hâlâ bir yerlerde duruyor ve ortaya çıkan fikirleri değerlendirmek için fırsat kolluyoruz. İki kişilik Gypsydelic's adlı psytrance grubuna üretimlerinde destek oluyorum. Groove’mprove adını verdiğim bir solo elektronik projem var. Glitch temelli bu projede, bilgisayar ortamında ürettiğim sesleri sentezliyorum. Ayrıca; Suat Vergili, Öykü Çelik ve Seda Balcı ile kurduğumuz elektronika grubu SO/US ile çeşitli programlar yapıyoruz.
Önümüzdeki yıl fırsat bulabilirsem, prodüktörlüğünü üstlendiğim projeleri ve ses tasarımlarımı SNKL adı altında yayınlamayı umuyorum. En büyük hayalimse kamusal alanlar, bilhassa parklar için enstrüman tasarlamak. Bunların yanında, izlediğiniz klibin müziğine veya sahnelerine müdahale edebileceğiniz “interaktif müzik klibi” fikrimi hayata geçirmek için çeşitli araştırmalar yapıyorum. Sanırım önümüzdeki yıl şubat ayına kadar epeyi yol kat etmiş olacağım. Elektronik müziği çok seviyorum. Farklı müzisyenlerle beraber, deneysel seslere de yer vereceğimiz cemlere katılmayı çok isterim.
BİLEŞENLER
Ses ve akustik mühendisiyim. Uzmanlık alanım “FOH (Front Of House) Engineering”; konserlerde miks ve monitör mühendisi olarak görev yapıyorum. İkinci alanım stüdyo ortamında kayıt ve miks teknisyenliği. Ayrıca ses ölçümü ve akustik analiz, mimari akustik tasarım gibi alanlarda çalışıyorum. Sinemada ses tasarımı ve post prodüksiyonla da ilgiliyim. Şu sıralarda İzmir, İstanbul, Denizli, Bodrum, Marmaris, Fethiye ve Bolu’da çeşitli projeler yürütüyorum.
“Ayata Anatolian Shamanic Gathering” adlı açık hava müzik festivalinin prodüksiyon menajeriyim. Dört günlük bu festivalde, dünyanın birçok yerinden gelen, kırktan fazla DJ’i ve müzisyeni ağırlıyoruz. Yakın zamanda Bülent Üstün'ün çektiği animasyon filmi “Kötü Kedi Şerafettin” için bir dizi müzik hazırlamıştım; bu müzikler yurt içinde gerçekleşen gösterimlerinde kullanılmadı fakat duydum ki İngiltere gösterimlerinde yerini bulmuş.
109 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
1982'de İzmir'de doğdum, Denizli'de büyüdüm. İlk, orta ve lise eğitimimi Denizli’de tamamladıktan sonra, 1999 yılında eğitim için Kırgızistan'a gittim; burada bazı bağımsız müzik ve sanat akademilerinde çalıştım. Kırgızistan, Kazakistan ve Uygur Bölgesi başta olmak üzere Orta Asya coğrafyasını, halklarını ve kültürünü yakından tanıma fırsatı buldum. Ülkenin içine düştüğü politik çıkmazlardan dolayı eğitimimi yarıda bırakıp Türkiye’ye dönmek zorunda kalınca maNga grubunun prodüksiyon amirliğini ve sahne menajerliğini üstlendim. Grupla beraber beş yıl boyunca, yurt içinde ve yurt dışında festivallere katıldık, sayısız kez turneye çıktık. İzmir'e yerleştikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavlarına girip Müzik Teknolojileri Bölümü’nde eğitim almaya hak kazandım. Halen aynı üniversitede yüksek lisans eğitimime devam ediyorum.
" ufuksinkil
URBANTANK Tuba Doğu - Melis Varkal
BİLEŞENLER
www.urban-tank.org
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
110
UrbanTank platformunu katılımcı kentsel çevreler için insan odaklı araştırmalar ve projeler geliştirmek amacıyla, 2013 yılında kurduk. Toplumsal hafıza-mekân ilişkisi, toplumsal katılım ve katılımcı tasarım süreçleri üzerine çalışıyoruz. Yerel yönetimler ayağını dışarıda tutarak, kent ve kentli ilişkisine odaklanıyoruz. Temel derdimiz, kente duyulan aidiyetin kopuş sürecini sorgulamak ve bu kopuşu engelleyebilecek bir takım fiziksel, dijital ortamlar, arayüzler üretmek. Genellikle kamusal alanlarda çalışmayı yeğliyoruz ve bu çalışmalar esnasında sadece fiziksel arayüzler kurmakla ilgilenmiyoruz; arka planda yatan dinamikleri de inceliyor ve irdeliyoruz. Projelerimizi yürütürken üniversitelerle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve belediyelerle ortaklıklar kuruyoruz. Her proje için yeni yöntemler bulmaya, farklı araçlar geliştirmeye çalışıyoruz. Şimdiye dek anketler düzenledik, sözlü tarih çalışmaları yaptık ve haritalar çıkardık. Atölyeleri ve enstalasyonları kullanarak, kente müdahale ediyoruz. Her projenin bitiminde süreçleri inceleyip derinlemesine analizler yapıyoruz. Tuba, UrbanTank öncesinde katılım üzerine enformal yerleşkeler üzerine çalışmıştı; ben de kent içinde köklü yerleşkelerde katılım konusunda araştırmalar yapmıştım. İşin başında, ikimiz de yerel yönetimlere gayet eleştirel yaklaşıyorduk ancak süreç içinde fark ettik ki asıl mesele yerel yönetimler değil. Şehrin sakinleri, günümüzde kentle arasına büyük bir duvar koyuyor; adeta kenti metalaştırıp kendinden yabancılaştırıyor. Biz de kent ve kentli ilişkisinin çekirdeğine odaklanmaya, insanların yaşadıkları yerle ne tür ilişkiler kurduğuna bakmaya karar verdik ve başlangıç için yerel yönetimler ayağını kısmen dışarıda bıraktık. Kamusal alandaki projelerimizin ilkini, 2013 yılında, köklü bir mahalle kültürüne sahip olan Güzelyalı’da gerçekleştirdik. Bu projeye başlarken iki soru sormuştuk: “Yaşadığımız yerde ne kadar söz sahibiyiz?”, “Yaşadığımız yerde söz sahibi olmak, bizim için ne kadar önemli?” Güzelyalı Parkı’nda iplerle bir örgü yaptık ve renkli leğenlerin içine üzerinde “mahalle(m)” yazan kâğıtları ve mandalları bıraktık. İnsanlar başlarda meraklı gözlerle olan biteni izledi, alandan geçip gitti ama bir süre sonra sürece dâhil olup, mahallelerine dair herhangi bir şeyi kağıtlara yazmaya başladı. Temel kaygımız, kâğıtlara ne yazdıkları değildi çünkü biz bu proje özelinde süreci gözlemlemeyi, insanların mahalleleriyle ilgili söz söyleme isteminin etkisini incelemeye
karar vermiştik. Kamusal alandaki müdahale kısmı sonlandıktan sonra yaptığımız uzun planlı çekimler üzerinden insanların sürece katılımını analiz ettik ve çalışmanın özetini bir konferansta sunduk. Küçükpark bugün görünmez ve tanınmaz halde. Oysa mevzubahis Küçükpark ise her Bornovalının söyleyecek bir sözü, fikri vardır. Park gibi, fikirler de görünmez durumdaydı. Biz de buradan yola çıkıp fikirlerin görünür kılınacağı, yükselip bir buluta dönüşeceği “Kümülüs”ü kurguladık. Bu projede, Güzelyalı’daki “Mahalle(m)” projesine benzer bir yöntemle ilerledik. Süreç yine önemli bir rol oynuyordu ama sonucunun görünür olması öncelikti çünkü işin sonunda Küçükpark değişime uğrayacaktı. Parkın dönüşüm sürecine Bornova Belediyesi’nin daveti üzerine müdahil olmuştuk. Birbirine koşut gidecek etkinliklerin ve atölyelerin dijital ve fiziksel ortamlarda kurulacak işbirlikleri üzerinden ilerlemesini hedefleyen, detaylı bir eylem planı sunduk. “Kümülüs” ise bütün süreci mobilize edecek ilk adım olacaktı. Bir günde yaklaşık bin kişinin katılımıyla oluşan bulut, katılımcıların “keşke” ve “iyi ki” başlıkları altına not ettiği Küçükpark’a dair her fikri içerir hale geldi. Bütün verileri analiz edip belediyeye sunduk. Toplumsal katılımcılıktan bahsediyorsak, Küçükpark’ın dönüşüm süreci “Kümülüs” ile sınırlı kalmamalıydı. Önerdiğimiz etkinliklerden ve atölyelerden oluşan eylem planı, ne yazık ki bürokratik nedenlerden ötürü gerçekleşmedi. Sonuçta belediye “Kümülüs”ü bir vitrin yaratmak, ikna yöntemi sergilemek için kullanmış oldu. Nitekim Küçükpark dönüştü ve “betonpark” oldu. Yakın zamanda gerçekleştirdiğimiz “Hafıza Kutusu” ise dernekleştikten sonra fon alarak yaptığımız ilk projeydi. “Mahalle(m)” projesini kurgularken, birlikte çalıştığımız güzelleştirme derneğiyle Güzelyalı Kültür Merkezi'nde buluşuyorduk. Oradaki akıştan, yerleşik kültürden ne kadar etkilendiğimizi hatırlayıp, tekrar bölgeye dönme kararı aldık. Semtte yaşayanlara mekânın hikâyesini sorduğumuzda, eskiden sinema olarak hizmet verdiğini, mahallelinin girişimi üzerine kültür merkezine dönüştürüldüğünü öğrendik. Süreç çok ilgimizi çekti ve bu sivil inisiyatifi görünür kılmanın çok değerli olacağına kanaat getirdik. Projeye şu üç soruyu sorarak başladık: “Geçmişin inşası, pasif mevcudiyetinden arınıp mobil bir araçla nasıl canlanabilir?”, “Bu inşa, hangi araçlarla kolektif isteğin bir ürünü haline gelir?”, “Belleğin küratörlüğü mümkün müdür; eğer mümkünse, bu süreç nasıl
yaptığımız açık çağrıya yanıt veren gönüllülerle birlikte ahşap bir kabin ürettik ve bu kabinin ismini “Hafıza Kutusu” koyduk. Kabini kamusal alana yerleştirip çektiğimiz videoları yansıtmaya başladık. Amacımız bu dönüşüm hikâyesini yerel bellek üzerinden görünür kılmak, aynı zamanda kabinin dış yüzeyini sürekli devinen bir kayıt ortamı haline getirmekti.
Neredeyiz? Alsancak'tayız; bizi ziyaret etmek isteyenleri her zaman bekleriz. Yeni fikirlere ve işbirliklerine açığız; tasarladığımız ne varsa tek başımıza yapmak yerine beraberce hayata geçirmeyi yeğleriz.
BİLEŞENLER
insanları filme alarak sözlü tarih çalışmaları yaptık. Ardından,
Aslında “Hafıza Kutusu” bizi yepyeni bir çalışmaya götürdü. Altı yüz kişi içinden seçilen elli fikir sahibi olarak Madrid'de buluştuk ve bir eğitimden geçtik. Umarız ikinci aşamayı geçip yeni bir projeyle geleceğiz.
111 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
mobil ve kamusal bir performansa dönüşür?” Süreci hatırlayan
VOL5 Gizem Tataroğlu
BİLEŞENLER
" vol5tiyatro
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
112
Aslında çok yeniyiz; 2016’da kurulmuş İzmirli bir tiyatro oluşumuyuz. Oyunlarımız genellikle yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan fiziksel tiyatro üzerine; aynı alanda atölyeler de düzenliyoruz. Alternatif ve yenilikçi bir anlayışı benimseyerek çıkardığımız çocuk oyunlarımız var; alışılageldik dekorların, kostümlerin ve klasik tiyatro anlayışının uzağında durmaya çalışarak hareket komiğini öne çıkaran, kısa metinlere dayanan, interaktif oyunlar üretiyoruz. Çekirdek kadromuz, farklı ekollerden gelen üç kişiden oluşuyor. Dolayısıyla İstanbul konservatuarı ekolü, Ankara konservatuvarı ekolü ve güzel sanatlar fakültesi ekolü çalışmalarımızda iç içe geçiyor. Kendi atölyemiz veya salonumuz yok. Şimdilik, tiyatro eğitimi verdiğimiz Boyoz Akademi'nin salonunu ve sahnesini kullanıyoruz. Uluslararası işbirlikleri kurmayı, İzmirli bir tiyatro olarak çok önemsiyoruz. Çocuk oyunlarımızı genellikle İskandinavya’dan seçiyoruz. İki projemiz uluslararası katılımla devam ediyor. Polonya, Yeni Zelanda ve Yunanistan’dan kurduğumuz ortaklıklar sayesinde hem bu ülkelerden gelen oyuncuları konuk ettik hem de fiziksel tiyatro alanında yepyeni deneyimler kazandık. Halihazırda bir “bellek üçlemesi” üzerine çalışıyoruz. İlk projemiz, “Medea Belleği”ni hayata geçirirken, Grotowski Enstitüsü’nden Studio Matejka üyeleriyle çalıştık. İkinci projemiz “Otel Kırık Bellek”i Edip Cansever'in şiirlerinden hareketle tasarladık. İllâ klasik metinler üzerine çalışmıyoruz; herhangi bir şiir, müzik ya da resim de bizi harekete geçirebiliyor. Farklı metinleri kolajlamak da ilgi alanımıza giriyor. Son oyu-
numuz, üçlemenin üçüncüsü “Hiç Kimse” ise bir Ferit Edgü çalışması. Bu üçleme çalışmasını, “Neden Bellek Üçlemesi?” başlıklı, on sayfalık bir açıklama yaparak nihayetlendireceğiz. Bu bir manifesto veya sunum olmayacak; sadece bu işe neden kalkıştığımızı anlatmak ve geleceğe aktarmak istiyoruz. Yanı sıra, 2014'te İstanbul'da başlayan “Oda ve Bellek” adlı bir fiziksel tiyatro atölyesi yürütüyoruz. Yılda bir veya iki kez düzenlediğimiz bu atölyeyi önümüzdeki seneden itibaren daha sık düzenleyeceğiz. Gelecek projemize “Hiç Kimse” adını verdik. Her projeye dikkat ve özenle hazırlanıyoruz çünkü bir işe başlarken fizibilitesini ve lojistiğini oturtamamışsanız, oyun ne kadar iyi olursa olsun; mutlaka duvara çarparsınız. Meselenin iktisadi yanını göz ardı edemeyiz, en ufak kazançlardan yararlanmayı becerebilmek, bize sürdürülebilirliğin birinci kuralı olarak görünüyor. “Hiç Kimse”nin ardından, çocuk oyunumuz “Kayıp Burun”u çıkaracağız. Diğer yandan, Eski Doğanbey Köyü’nü merkez alarak haziranağustos döneminde bir hafta sürecek, fiziksel tiyatroyu odağa koyacak, yenilikçi tiyatro araştırmalarına alan açacak bir buluşma organize etmeyi planlıyoruz. Eski Doğanbey’i tercih etme sebebimiz, köyün dokusu ve yapısı. Bir de bu projeyle beraberce ilerleyecek, “Beckett'in İzinden” adlı bir fotoğraf atölyesi düşünüyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
113
BİLEŞENLER
YAVAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ Bülent Köstem
info@yayade.org www.yavasyasam.org yavasyasa.com
BİLEŞENLER
2011 yılında, Seferihisar'da kurulduk. Hayatı durup bir nefes alarak, çevremize bakarak, sahip olduğumuz değerlerin ve erdemlerin farkına vararak ve bunlardan zevk alarak yaşamamız gerektiğine inanıyoruz. İlk başlarda, bu değerleri korumaya ve düzeltmeye odaklanmıştık fakat sonradan fark ettik ki asıl sorun, insanların benimsediği yaşam tarzı. Buradan hareketle kentsel ölçekte çalışmaya başladık ve kentlilerin yaşam tarzına ilişkin algısını değiştirmeye, ezberlerini bozmaya yöneldik.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
114
Yavaş yaşam nedir? Şöyle örnek vereyim: Arabaya bindiniz, Marmaris'e gideceksiniz. Son derece hızlı bir şekilde gidip hedefe varabilirsiniz, tabii amacınız sadece varmaksa… Ya da bu yolculuğu etrafı izleyerek, bir köy kahvesine uğrayarak, insanlarla konuşarak, ağacın altındaki çeşmeden su içerek tamamlayabilirsiniz. Aslında hayat da böyle; biz hayatı biraz durup nefes alarak, çevremize bakarak, çevremizde sahip olduğumuz değerlerin farkına vararak ve tüm bunlardan zevk alarak yaşamak gerektiğine inanıyoruz. Sığacık'ta, Teos Antik Kenti'nin içinde bir sulak alan var. Bu sulak alan, Türkiye’nin en önemli ramsar alanlarından biriydi ve tehdit altındaydı. Burayı nasıl koruyabileceğimize dair çalışmaya karar verip, bir yıl boyunca alandaki canlıların envanterini çıkardık. Ardından, çevreye türleri açıklayan tabelalar koyduk. İnsanlar, burayı yaşam alanı olarak bellemiş her canlıyı tanısın, bilsin ve korusun istedik. Ardından, Seferihisar'da gelir durumu iyi olmayan mahallelere yöneldik ve kadınların, pazarda satabileceği ürünleri pişireceği, içinde gün boyu sosyalleşeceği, çocuk odası barındıran bir mutfak yaptık. Kooperatifleşmeyle neticelenen bu sürecin sonunda, kadınlar mutfakta pişirdikleri yemekleri pazarda satmaya ve bununla yetinmeyip, mutfak atölyeleri düzenlemeye başladı. Hem gelirlerini artırmaya çalıştık hem sosyalleşerek dayanışmalarını sağladık. Sonra bakış açımızda şöyle bir değişim oldu: Evet, bu tip sorunları yerelde çözmek için mekanizmalar geliştirebilirsiniz fakat aslında sadece pansuman yapıyorsunuz. Asıl sorun, yaşam tarzında ve zihniyette. O sulak alanı koruyabilirsiniz ama bir diğerini koruyamayacaksınız; o kadınlara alan açtınız, ya diğer mahallelerde yaşayan kadınlar ne yapacak? Böylece, kent odaklı çalışmaya başladık. İnsanların algısını, zihniyetini değiştirecek projeler üretmeye karar verdik. Bu bakışla, en büyük düşmanımız olan tüketime karşı bir kampanya başlattık. Tüketimin sonu yok ve böyle yaşamak, beraberimizdeki
her şeyi tüketiyor. Tüketim dediğimizde akla ilkin para, kapital gibi kavramlar geliyor ama üretim aşaması için elzem kaynaklar tükeniyor, hava kirleniyor, su kirleniyor, şehirler sona eriyor. İnsanlara “bunu gerçekten satın alman gerekiyor mu?” sorusunu soran, tüketim-hane bütçesi arasındaki ilişkiye dikkat çeken, retro tasarımlı bir billboard kampanyası başlattık. Sosyal medyada müthiş ilgi gördü çünkü verdiğimiz mesaj çok net ve güçlüydü ama üslup, bir o kadar sempatikti. Örneğin “Şimdi alma, seneye de ödeme” sloganını taşıyan dev posterleri Yapı Kredi ve İş Bankası şubelerinin önünde sergiledik. Bu mesajı sert bir şekilde verseydik farklı tepkiler alabilirdik ve insanların sempatisini, ilgilisi kaybedebilirdik. Günlük telaşın içerisinde yuvarlanıp giderken, içinde yaşadığımız kentlerin birçok bölgesini pas geçiyor, komşu kültürlerle ve toplumlarla temas etmeden yaşayıp gidiyoruz. Bu temas etmeme hali, kendimize benzemeyen kim varsa onları kodlayıp bir kenara koymamıza yol açıyor. Oysa bakmak, anlamaya ve tanımaya çalışmak, temas etmeye zaman ayırmak da yavaş yaşamanın önemli parçalarından biri. Bu yılın başında, Örnekköy'de bazı Roman müzisyenlerle tanıştık. Romanlarla ilgili yaygın algı oldukça problemli; biz de bunun üzerine toplumun Romanlara dair benimsediği bir klişeyi yerle bir etmek üzerinden gitmeye karar verdik. Ekip olarak, nicedir Türkiye’de çalışmak isteyen, caz ve dünya müziği duayeni, Amerikalı eğitimci Adam Rudolph ile temasa geçtik ve İstanbul'dan Berke Can Özcan ile Özün Usta’nın, Karşıyaka'dan Sarp Keskiner’in ve Örnekköy’den üç Roman müzisyenin katılımıyla Mayıs’ın ilk iki haftasında “Rom Blue” projesini hayata geçirdik. Ekip, Amerikan Büyükelçiliği ve Karşıyaka Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleşen bu pro-
BİLEŞENLER
Bundan sonrasında kent, medya ve bellek merkezli çalışmalar
yürütmeyi planlıyoruz. Araştırmacı gazeteciliğe gönderme yapan, “Sakin Medya” adını verdiğimiz bir girişimimiz var. Özgün içerik üretimi pratiklerinin üretim hattından neredeyse tamamen çıktığı bugünlerde, medya dediğimiz şey, hazır içeriği dev alanlardan müthiş bir hızla ve olabildiğince sığ bir üslupla dayatıyor. Sunum şekli kadar dil de problemli. Medyanın yavaşı, daha doğrusu sakini nasıl olmalı sorusuna cevap bulmaya yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Yavaşlığın tanımının iyice üzerine gitmek istiyoruz. Zaten bir yavaş akımı mevcut; “yavaş şehir”, “yavaş yemek”, “yavaş mimari”, “yavaş para”; öncelikle bu kavram hakkında söyleyecek sözü olan insanlarla görüşmeyi, ardından yavaş olarak tanımlanmayan ama yavaş olarak nitelendirilmeyi hak eden başka yaşam biçimlerini seçmiş insanlarla fikir alışverişinde bulunmayı hedefliyoruz. Sofra ve kimlik meselesiyle de yakından ilgiliyiz. Semt belleklerini sözlü tarih çalışmalarıyla nasıl gün yüzüne çıkarabileceğimize ilişkin kafa yoruyoruz. Tabii ki tüm bunları kendi tempomuzda, yavaş yavaş, sindire sindire yapmak niyetindeyiz.
115 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
je kapsamında Atakent’te üç gün prova yaptı, birlikte vakit geçirdi, sohbet etti. Ardından, dördüncü günde, prova için kullandıkları Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nin sahnesinde, Dokuz Eylül Üniversitesi Müzik Bilimleri Bölümü’nden Suat Vergili’nin nezaretinde, doğaçlamaların ağırlıkta olduğu bir albüm kaydetti. Ertesi gün, Suat Taşer Bostanlı Açık Hava Tiyatrosu’nda halka açık, ücretsiz bir konser verdiler. Bu deneyim, albümün ve konserin yanı sıra belgesel, iki atölye ve fotoğraf kitabı şeklinde üç çıktı daha üretti. Müzik direktörlüğünü Keskiner’in üstlendiği bu projeyi, birbirinden tamamen farklı müzisyenleri yavaş bir bağlamda bir araya getirmek, tanıştırmak ve beraberce üretime sevk etmek için hayata geçirdik. Ortaya çıkan müziği izleyiciyle buluşturmanın hayırlara vesile olacağını biliyorduk çünkü doğru karşılaşmalar örgütlemeyi çok önemsiyoruz. Rudolph ile yavaş müzik kavramı üzerine uzun uzun söyleştik; malûm, müziğin üretimine ve tüketimine sirayet etmiş hız meselesi, tüketim çağının başımıza sardığı bir bela.
Zekiye Buğurcu
" zeze.bugu
BİLEŞENLER
1983, İzmir doğumluyum. Yaklaşık on beş yıldır radyoloji teknisyeni olarak çeşitli hastanelerde görev yapmaktayım. Kamuda çalıştığım süreçte bir yıl kadar Manisa, Soma'da bulundum; onun dışında bütün hayatım İzmir'de geçti. 2011 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü'ne girmeye hak kazandım. Tercihim multimedya üzerine çalışmaktan yanaydı ama lisans eğitimimi Buca Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü'nde tamamladım. 2017 başında girdiğim Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sanat ve Tasarım Yüksek Lisans Programı’nda eğitimime devam ediyorum.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
116
Üretimlerimde hiçbir zaman tek bir disiplinle sınırlı kalmadım; “temsilin konuya uygunluğu” prensibine odaklandım. Lisans eğitimi boyunca bütün sıkıcı sunum ödevlerimizi absürt filmlerle yaptığımız bir grubumuz vardı. Derslere olan katılımın artmasıyla, hocalarımız bize desteğini giderek arttırdı. Bunun yanında, aynı grupla kısa film ve video denemeleri yapmaya başlamıştık. Başlarda çekimlerimizi babamın kamerasıyla ya da ödünç bulduğumuz herhangi bir kamerayla yapıyorduk. Bu süreçte, aynı zamanda heykeltıraş olan Ekin Erman'ın Kaklıç'taki atölyesinde asistanlık yaptım. 2013 yılında Erinç Açıkgöz, Özgür Ayaz ve kardeşim Hanife Buğurcu ile birlikte çektiğimiz iki dakikalık stop motion projesi “Eldiven”in senaryosunu yazdım. Filmin figür, kurgu ve müzik kayıtlarını Ekin Erman'ın desteğiyle, onun atölyesinde tamamladık. Bu filmle katıldığımız Sağlık Bakanlığı Kısa Film Yarışması'ndan bir ödül aldık. Aldığımız ödülden payıma düşen miktarla son filmimde kullandığım kamerayı satın aldım. 2014 yılında, Prof. Simber Atay'ın yan sanat fotoğraf derslerine girmek üzere okulumuza gelmesiyle, video sanatı ve sinema üzerine yoğunluğum iyice arttı. Yeni ve çağdaş bir ifade biçimi olarak nitelendirdiğim videonun üzerine daha fazla düşünür ve araştırır oldum. Bu odaklanma, belli bir süre sonra beni çeşitli denemeler yapmaya, odaklandığım noktalar üzerine üretmeye itti. 2015 yılından itibaren de güncel sanat sergilerinde disiplinlerarası projelerim ve video düzenlemelerimle yer almaya başladım. Yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığımız kısa filmim “Dülgerin Ağacı”nı yakın zamanda tamamladık; şimdilerde gösterimlerine devam ediyoruz. Sait Faik'in “Dülger Balığının Ölümü” öyküsünden yola çıkan, süpervizörlüğünü Simber Atay’ın üstlendiği, dokuz buçuk dakikalık “Dülgerin Ağacı”nı deneysel montaj sineması olarak nitelendiriyorum. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan bu filmin arzu meselesi, özgürlük hissinin sürdürülemezliği, insanın
" yuksekoda ehlileşmesi üzerine yaptığım okumalar sonucunda vücut bulduğunu söyleyebilirim. Tuhafın çekiciliğine, bilgelik ağacına, ehlileşmenin sancılarına bir gönderme ayrıca… Sait Faik; ölmeden önce yazdığı son öyküsünde yalnızlığını, arzu meselesini, ehlileşmesini ve yaşadığı yabancılık hissini balıkçı kahvesinin önündeki akasya ağacına asılmış, bir türlü ölemeyen dülger balığıyla betimler. Dülger, İncil’de azizin eline alıp ehlileştirdiği, denizlerin asi balığıdır. Azizin başparmağıyla bastığı yer de dülgerin yarasıdır. İçeriğini özetlemem gerekirse, K2 Güncel Sanat Merkezi'ndeki bina boşluğuna bakan atölyemin duvarlarına kömür füzeniyle yaptığım bir çizim performansının yanında boşluğa bakan diğer atölyelerdeki süreçleri yansıtıyor. Filmi, yüzeyde devam eden resme paralel kurguyla yerde devam ettiğim ikinci resmin, insert görüntülerin ve bolca metaforun beslediği, mekân dışı özdecikliğin drone kameralarla beslendiği bir montaj sineması ürünü olarak tanımlayabilirim. Resim yaparken füzen kullanmamın temel sebebi, karanın bilinmezliği ve bulaşıcılığı adına bana en uygun malzeme olması. Filmin ses kuşağında baskın çıkan enstrüman klarnet. Bu çalgı, Lacan'ın bahsettiği “arzu nesnesini kaybetme ve dönüştüğün kendinle karşılaşma hali”nin arabesk temsilini bize sunarken bir yandan da hayatın geçiciliğini caza yakın duran öğelerle yansıtıyor. Filmi, gönüllülerden oluşan kolektif bir ekiple çektik. Sinemaya amatör bir ruhla bakıyorum. Burada amatörlük kavramını yaptığım işle kurduğum duygusal bağı tanımlamak için kullanıyorum. Bu kavramın benim için heyecanı sürekli yukarıda tutmak, yapabileceklerime dair çocuksu ve masum bir iç itki taşımak anlamına geldiğini söyleyebilirim. O yüzden, başlangıçta kaygılarla heyecan koşut gitti. Ekip oluşturmaya ve kafamda dönen “acaba filmi ekranda izleyebilecek miyim” sorusuna dair endişeleri de ekleyeyim. Ardından hocam Prof. Simber Atay'ın süpervizörlüğü kabul etmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü'ndeki hocalarımın henüz öğrenci olmama rağmen kapılarını her daim bana açık tutması, bu kaygıları ve kafa karışıklığımı büyük ölçüde giderdi. Sanatta tesadüflerin değerlendirilmesi koşulunu hep aklımın bir kenarında tutarım. Olumsuz anlamda “ideale küskün gerçek” diye nitelendirebileceğim bir sonucun ortaya çıkması, değil benim, kimsenin karşılaşmak isteyeceği bir durum değil. Başlangıçta, filmde yer alan resim performansım sebebiyle kamera bende olmayacaktı ve en büyük derdim, doğru görüntü
yönetmenini bulmaktı. Üretim sürecinde birçok uzmanlık alanı barındıran sinemada her şeyin tek bir kişinin elinde toplanması, elbette mümkün değil. Hele filmde bizzat performansınızla yer alıyorsanız… Bireysel performansların yer aldığı filmlerde böyle bir yan var. Kameranın önünde yer aldığınızda sizi en çok düşündüren şey, kameranın arkası oluyor ancak Mete Okumuş ile kafamdaki görüntülere çok yaklaşabileceğimi, aynı algılama biçimine sahip olduğumuzu fark ettiğimde iyice rahatladım. Işık kurmadık; pencereden odanın aldığı ışığın açısını, şiddetini hesaplamak durumunda kaldık çünkü gölgeleri de kullanmak istiyordum. Bu yaklaşım, teknik anlamda bazı zorlukları beraberinde getirdi, tabii ki. Çekimleri ve resim performansını hava kararmadan tamamlamak zorunda olmamız bizi biraz gerdiyse de H. Olcay Ormankıran'ın yüksek enerjisi ve harika zaman yönetimiyle akışı doğru biçimde tamamladık.
atölyeme taşındım. “Dülgerin Ağacı” adlı filmimin ilk gösteri-
Sesi Tayfun Bilgin'in yapmasını istiyordum. Bütün yaz İzmir dışında olacağını bildiğimiz için foleyleri İzmir'e gelene kadar hazır etmemiz gerekiyordu. İki günlüğüne İzmir'e geldiği zamanlarda miksi tamamladı. M. Esat Gül'ün müziği de filme çok yakıştı. Kısacası, başlangıçta kafamda seyrettiğim filme yakın bir sonuç elde ettiğimi düşünüyorum. Ekipteki herkese özverisi ve titizliği için minnettarım.
ve projeye dönüşmesini arzu ettiğim bütün imajlar, aslında
köşe yazarı arkadaşım Yılmaz Murat Bilican ile birlikte “Yüksek Oda” adını verdiğimiz, farklı disiplinlerin bir arada yürüyeceği bir atölye serisine başladık. Çok da büyük olmayan bu yüksek tavanlı odaya birçok şeyi sığdırmak niyetindeyiz. Hem kendi üretimlerimizin şekilleneceği hem de başka üretimlere ev sahipliği yapabilecek, değişken yapılı bir alan / plan oluşturmaya çalışıyoruz. Ayrıca, İzmir'in pastanelerinde geçen bir film projem var, önümüzdeki yıl ona yoğunlaşmak istiyorum. Bu proje için okumalarıma, mekân arayışına ve senaryo hazırlıklarına başladım. Ayrıca bazı video enstalasyonları üzerinde çalışıyorum. Genelde görüntüyle meşgulüm ancak edebiyat, edebi metinler de üzerimde çok fazla etki bırakıyor. Birbirine eklemlediğim okuduklarımın, yazdıklarımın ve hâtta dinlediklerimin görsel yansımaları. Kolektif biçimde uyum içinde çalıştığımız, ruh birliğiyle ilerlediğimiz ekip arkadaşlarımla gelecekteki projelerimde de çalışmayı istiyorum. Bence sizinle aynı fikirde olan, sürece samimiyetle odaklanan insanları yanınızda bulmak çok şekilde yapıyoruz, hepimiz birbirimize koşuyoruz. Sonuç da hepimizin sonucu oluyor.
BİLEŞENLER
önemli; tatmin edici sonuçlar ancak böyle elde ediliyor. Biz bu
117 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Filmi tamamladıktan sonra, K2 Güncel Sanat Merkezi'ndeki atölyemden Alsancak K2 Rezidans Binası’nın girişindeki yeni
mini de burada yaptık. Yeni mekânımızda felsefe öğretmeni ve
Ä°KPG YAZ OKULU 2017
GELECEĞE BİLEŞENLERLE BERABER YÜRÜMEK
Organizasyon Modeli
se tüm süreci belgeselleştiren bir video üretmeyi tercih etti. LAB: Kuramsal çalışmalara yönelik sunumları ve forumları içeren bu modül kapsamında “Sahneleme” başlığı altında Derya Efe Uluca, Cansu Ergin, Ebru Atilla Sagay, Polat Canpolat; “Bellek ve Hikâyeleştirme” başlığı altında Tahsin İşbilen, Asuman Susam, Özgül Kılınçarslan, Sinan Kılıç, Serkan Çolak; “Sergileme ve Sunum” başlığı altında Metehan Özcan, Nezaket Tekin, Vasıf Kortun ve Güven İncirlioğlu, üretim pratiklerine dair deneyimlerini diğer bileşenlerle paylaştı.
Hiyerarşiyi kıran, sınırları eriten, beraberce deneyimlemeyi somut üretimlerle sonuçlandıran bir model üzerinden MODELLER VE STRATEJİLER: “Sanatçı Hakları ve Sansürhayata geçirdiğimiz okul süresince günlük pratiklerde iş le Mücadele” başlığı altında Asena Günal ve Saliha Yavuz; bölümü yapan bileşenler, ilk günden son güne kadar organi- “Kaynak Yaratımı ve İzleyici Geliştirme” başlığı altında Görzasyonun her aşamasına müdahil oldu; ortak bir yaşam ala- gün Taner ve Özlem Ece; “Örgütsel Yapı ve Sürdürülebilirlik” nı inşa etti. Yaz Okulu 2017, bir yandan İKPG’yi merkezden başlığı altında Fikret Adaman ve Gökçe Dervişoğlu, kendi uzaklaştırıp İzmir’in güney sınırına taşırken diğer yandan alanlarından esin verici örnekler sunarak katılımcılara alkatılımcıları günlük hayatın boğucu rutinlerinden uzaklaş- ternatif yolları işaret etti. tırdı. Böylece henüz birbiriyle tanışmamış olanlar tanıştı, PERFORMANS: Organizasyonun farklı gecelerinde sahne yeni fikirler üretti; tanışık olanlar birlikte sosyalleşmek için alan, üyeleri İKPG bileşenlerini içeren Terane Film Müzaman ve imkân buldu. zikleri Orkestrası, The Underdogz, Gazapizm, Noksan ve Program Apeiron Collective; hip hoptan özgür doğaçlamaya, klasik İKPG Yaz Okulu 2017’nin programı, birbiriyle bağlantılı ça- rocktan eklektik elektronikaya uzanan geniş bir çerçevede, bileşenlerin katkısına açık performanslar sergiledi. lışacak şekilde tasarlanmış beş modül içeriyordu: AÇIK ATÖLYELER: “Kamusal Alanda Sanat”, “Performans”, “Hak Temelli Çalışmalar”, “Alternatif Medya”, “Görselleştirme”, “Yaratıcı Tasarım”, “Dokümantasyon” ve “Dil” başlıkları altında gönüllü seçimle kümelenen bileşenler, İKPG çekirdek ekibi üyelerinden seçilen moderatörlerin eşliğinde ortaklaşa belirledikleri bir konu üzerinde çalışmaya başladı. Kesişen talepler doğrultusunda “Hak Temelli Çalışmalar” ve “Alternatif Medya” başlıklı atölyeleri seçenler, diğer atölye gruplarına dağıldı. Bu transfer sayesinde dinamizm kazanan “Dokümantasyon”, “Görselleştirme” ve “Performans” başlıklı atölyeler, Yaz Okulu sonrasında kalıcı olarak yapılanma kararı alarak, üç platform üretti. “Dil” atölyesiy-
İZMİR KÜLTÜR POLİTİKASI ÇALIŞTAYI VE İKPG’NİN GELECEĞİ: Çalıştayın öncelikli amacı, Yaz Okulu’nun çıktılarının sıcağı sıcağına değerlendirmesini yapmak, sonraki aşamalarda yürütülecek çalışmaların hangi alanlara odaklanması gerektiğine ilişkin bilgi derlemekti. Rotasyon sistemiyle çalışan ve bileşenleri içeren karma gruplar, bir yandan eğilim derlemesi yaptı; diğer yandan kentte kültür alanında hâlihazırda yürütülen çalışmalarla geleceğe yönelik planlar üzerine serbestçe fikir üretti. Karma gruplar, yukarıdan aşağı kurulmuş, uzmanlığı öne koyan yerel kültür politikalarına karşıt olarak, kültür -sanatın farklı alanlarında etkin aktörlerin ve sanatçıların deneyimlerini,
121 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İKPG olarak, bileşenlerimiz arasındaki diyaloğu güçlendirmek adına, uzun zamandır üzerine çalıştığımız önemli bir aşamayı tamamladık. 23-28 Ağustos 2017 tarihleri arasında Şirince, Tiyatro Medresesi’nde “birlikte öğrenmek / birlikte üretmek” ana başlığı altında gerçekleştirdiğimiz İKPG Yaz Okulu 2017 süresince, yerel - evrensel anlamda kültürün üretimine, sürdürülebilirliğine yönelik alternatifleri aradık ve tartıştık.
MODELLER VE STRATEJİLER
SARP KESKİNER - BORGA KANTÜRK
İKPG YAZ OKULU 2017
edici özelliklerini vermiş kültürel miras perspektifinden bakınca, geçmiş övgüsüne saplanmadan neler yapabiliriz? Kenti, önümüze çıkardığı engelleri ve bize sunduğu özgün değerleri çalışmalarımıza girdi olarak nasıl dâhil edebiliriz?
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
122
ihtiyaçlarını temel alacak katılımcı bir kültür politikasının nasıl kurulabileceğine yoğunlaştı. Üyeleri İKPG tarafından belirlenen altı karma grup, ilk oturum süresince aşağıda sıralanan başlıkların içerdiği sorular üzerinden, kentin kendine özgü kültürel dinamiklerini nasıl geliştirilebileceğini tartıştı: A. Uluslararası İşbirliği: İzmir’de yaptıklarımızı sınırların ötesine nasıl taşırız? Şehir dışında olup, yürüttüğümüz çalışmaları bağlayacak ne tür mekanizmalar geliştirebiliriz? İzmir’deki kültürel etkinliklerin Akdeniz’deki kültürel hareketlilikle buluşabilmesi adına neler yapmalıyız; bu yolda ilerlerken potansiyel paydaşlarımız kimler olabilir? Bu paydaşlarla hangi konularda işbirliği yapabiliriz? Akdeniz havzasındaki kültürel ağlarla yerel ağları nasıl birbirine bağlayabiliriz? B. İçerik Geliştirme ve Miras: Üretimlerimizi periyodik olarak gözden geçiriyor muyuz? Tüm komşu disiplinlerle alışveriş içinde miyiz? Projelerimizi hazırlarken araştırmaya ne kadar kaynak ve zaman ayırıyoruz? İzmir’in geleceğini kurmak bakımından büyük önem taşıyan, kente ayırt
C. Yenilikçi Yapılar Geliştirmek: Bağımsız kültür-sanat çalışmalarının temel yaklaşımına uygun düşecek şekilde konvansiyonel olmayan, yenilikçi yapılar yaratmak konusunda neler yapabiliriz? Yerelde faaliyet gösteren kolektif, inisiyatif, dernek, kâr amacı gütmeyen kuruluş ve benzeri yapıların değişen koşullarda gelişerek varlığını sürdürebilmesi için ne tür bilgilere, desteğe ihtiyaç duyuyoruz? Mevcut yapılar arasındaki bilgi alışverişini ve deneyim paylaşımını artırmak için ne gibi yollar izleyebiliriz? Başka hangi alanlardaki benzer arayışlardan, uygulamalardan nasıl haberdar olabiliriz ve bunlardan nasıl yararlanabiliriz? Başarılı bulduğumuz yerel, ulusal, uluslararası yapılar ve ağlar hangileri? D. Erişilebilirlik, İçerme, Eğitim ve Görünürlük: Üretime başlamadan önce ne tür hazırlıklar yapmalıyız? Toplumsal bakımdan hızla değişen ve dönüşen İzmir’in dinamiklerini, dışlanmış kesimleri içerecek şekilde nasıl tazeleyebiliriz? Bu dinamikleri tazelemek adına ne tür projeler ve uygulamalar öngörebiliriz? Bir yandan yaratır ve üretirken, “sanat ve kültür eğitimi” misyonunu yerine getirmek için neler yapabiliriz? Örgün sanat eğitiminin kronik sorunlarını ve eksikliklerini göz önünde bulundurarak ne tür alternatif eğitim çalışmaları yürütebiliriz? Bu alandaki iyi örnekler hangileridir? Kültür-sanat etkinliklerinin görünürlüğü, sürdürülebilirliğin garantisi olduğuna göre, bunu sağlamak için ne tür yaklaşımları benimseyebiliriz? E. Paydaş Yaratmak ve İlişki Geliştirmek: Kültür -sanat üretiminin ve sanat disiplinlerinin, geçişkenliği kapalı geleneksel kalıplarını nasıl kırabiliriz? Ekoloji, spor, hak savunuculuğu, alternatif eğitim benzeri alanlarda faaliyet gösteren
F.İletişim ve İzleyici Geliştirme: Çalışmalarımızı ve etkinliklerimizi verimli, sürdürülebilir kılacak yeni iletişim kanalları ve mecraları neler olabilir? Bu iletişim kanallarını ve mecralarını daha etkin biçimde kullanabilmemize yardımcı olacak aktörler kimler olabilir? Geleneksel hedef kitlemizi yatayda genişletmek ve dikeyde çeşitlendirmek için ne tür yöntemlere başvurabiliriz? İzleyici geliştirme çalışmalarımız için hangi alanlarda desteğe ihtiyaç duyuyoruz? Gruplar, bu çalışmanın ardından iyi örnekleri listeledi ve mevcut kaynakların geliştirilmesi doğrultusunda izlenebilecek rotaları belirledi. Her grup, son olarak, sürdürülebilir öneriler demetini içeren bir sunum yaptı. Ardından, ikinci oturum için yeniden karılan gruplar, gelinen aşama itibariyle İKPG’nin bundan sonra izleyeceği yolu, benimseyeceği misyonu, bu misyonun içerebileceği alanları, başta yerel yönetimler olmak üzere kentteki diğer kurumlarla, sektörlerle ve aktörlerle rol paylaşımına dayanan etkin bir ilişki ağını nasıl kurabileceğini tartıştı. Bu tartışmalardan ortaya çıkan beklentiler demeti, seri sunumlarla paylaşıma açıldı ve belgelendi. İzlenimler Şehre döndüğümüzde, eylül ayı, Yaz Okulu’nun katılımcısı çoğu bileşen için okul, iş ve kültür hayatına dair yeni sezonun başlangıcını işaret ediyordu. Her anını üretimle, paylaşımla, fikir değiş tokuşuyla ve eğlenceyle bezediğimiz bu zaman aralığından sonra İzmir’deki mesleki rollere, işlere geri dönmek, bizi ilginç bir adaptasyon süreciyle baş başa
Bu karşılıklı diyalog sürecinin özellikle eylül ayının ilk haftasında, Kemeraltı’nın önemli tarihi yerleşimlerinden biri olan Abacıoğlu Han’da gerçekleştirilen “Amfibiyen” başlıklı güncel sanat sergisinin açılışında ilgi çekici bir hale büründüğünü gözlemledik. Açılış çok kalabalıktı; kalabalığı oluşturanlar eskisinden farklı olarak birbirinden kopuk bir şekilde ortada dolaşmak ve izleyici rolüne bürünmek yerine birbirine selam veriyor, birbiriyle kaynaşıyor ve beraberliğin keyfini sürüyordu. Açılışa gelenlerin çoğu, bir kaç hafta önce İKPG Yaz Okulu bünyesinde beraberce bulaşık yıkamış, birlikte temizlik yapmış, atölyelere katılmış ve her
İKPG YAZ OKULU 2017
bıraktı. Bu adaptasyon sürecinin önemli bir kısmını Yaz Okulu’na dair söylencelerle ve hikâyelerle geçirdik; sosyalleştiğimiz her ortamda karşılaştıklarımıza okulda edindiğimiz deneyimleri, ortaya çıkan fikirleri aktarmaya çalıştık. Bu açıdan bakınca, Yaz Okulu’nun büyük bir motivasyon ve sinerji yarattığını söyleyebiliriz. Ortaya çıkan her fikir ve gözlem, tekrar tekrar tartışmaya açıldı. Haliyle gelecek yaza dair talepler ortaya döküldü; duyduklarından isteklenen yeni figürler ve potansiyel bileşenler belirmeye başladı.
123 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
STK’larla çapraz işbirliği yapmak için önerebileceğimiz çalışma yöntemleri neler olabilir? İzmir’in kültür politikasını geleceğe yönelik olarak şekillendirirken, katkılarından yararlanabileceğimiz potansiyel paydaşlar kimler olabilir? Bu paydaşların yaygın bir platformda, ortak ilkeler etrafında birlikte çalışması mümkün müdür?
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
124 İKPG YAZ OKULU 2017
Her şeyden önce, bu enerji İzmir’in yereline çok iyi geldi. Küçük topluluklar, istekli ve talepkâr yapılar üretmeye doğru yol alıyor. Özellikle “Görselleştirme”, “Performans” ve “Dokümantasyon” atölyelerinde oluşan dostane ortaklıkların yakın vadede ilk meyvelerini vereceğini görüyoruz. Bu aşamada, Yaz Okulu’nun ikincisini planlama zamanı yaklaşırken, önümüzdeki sorulara bakabiliriz: Gittikçe yayılan bu pozitif söylencenin yeni aktörleri kimler olacak? Aidiyet hissini nasıl güçlendireceğiz ve bileşen tarifimiz ne şekilde genişleyecek? Katılımcı profilimize bakınca, hangi alanlarda eksiklik görüyoruz? Birlikte öğrenme süreci, üretime ve devamlılığa yönelebilecek mi? İKPG, her yıl İzmir’in farklı ilçelerine konumlandırmayı ve gelecekte uluslararası nitelik kazandırmayı planladığı Yaz Okulu’nun ilkini yeni etkinlik modelleri yaratma ve koşullara anında adapte olma adına, benzersiz deneyimlerle tamamladı. Bazı modüllerin içeriğine ilişkin öz eleştirilerimizi de yeni motivasyon kanalları olarak değerlendirmek gerekiyor: İlk yaz okulundan arta kalan deneyimlere ve öz eleştirilerin odaklandığı noktalara bakınca, biri dizi öneriyle karşı karşıyayız:
• Açık atölyelerin sayısını azaltıp, içerik başlıklarını daha net bir şekilde tanımlamak; • Programda bileşenlerin eksikli oldukları alanlardaki gereksinimleri ve talepleri karşılayacak, net çözümler üretecek modüllere ağırlık vermek. Bunları başarmanın ilk adımı, şüphesiz ki bileşenler arasında kendiliğinden oluşan diyaloğu ve irtibatı güçlü tutmaktan, önümüzdeki yıla daha organize girmekten geçiyor. Odağa koymamız gereken bir diğer meseleyse Akdeniz havzasıyla iletişimi güçlendirecek işbirliklerine gitmek. Yaz Okulu’na yurt dışından partner, paydaş kazandırmak, yukarıda sıraladığımız önerilerin içini doldurabilmek adına şart görünüyor. Bileşenlerimizin Akdenizli partnerlerle, bünyelerle ortaklık kurmasına yönelik bir sınır ötesi harekâta gerek var. Akdenizli Genç Sanatçılar Trienali veya Manifesta gibi gezici sanat bienallerine bakmak, sonraki yaz okullarında bu meseleyi nasıl çözebileceğimize ilişkin adımları bize gösterebilir. Bu adımlar, İKPG Yaz Okulu’nu ileriki yıllarda Akdeniz havzasındaki ülkelere, kentlere, kıyılara taşıyacak nüveleri de oluşturacaktır.
İKPG YAZ OKULU 2017
“Amfibiyen”i takip eden haftalarda gerçekleştirilen grup sergileri, Umurbey Mahallesi’nde başlayan “bkz.darağaç” sergisi ve ekim ayında Kültürpark’ı eski günlerine döndüren, kültür aktiviteleri için mesken tutan “İyi Tasarım İzmir_2” etkinliği, sözünü ettiğimiz sinerjinin ve enerjinin eksilmeden devam ettiğini bize ispat etti. Bu etkinliklerin bileşenler arası dirsek temasını ve destek arayışını sağlam bir şekilde güçlendirdiğini, İzmir’de uzun yıllardır dillere pelesenk olmuş “şehirde çok şey oluyor ancak hiçbiri kendi çevresinin dışına çıkamıyor; etkileşim yaratmıyor” cümlesinde ifade edilen önyargıyı kıran adımlar olduğunu söyleyebiliriz. • 2018 ve sonrasında düzenlenecek her yaz okulu için spesifik bir tema belirlemek; Geleceğe Bakmak: İKPG Yaz Okulu 2018
125 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
fırsatta birbirini tanımaya çalışmış insanlardan oluşuyordu. O gün, kişisel eğlenme halinin ötesinde, bir topluluk olarak ne kadar güçlü bir enerjiye büründüğümüze tanık olduk.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
126 MODELLER VE STRATEJİLER
İ Z M İ R K Ü LT Ü R HAR İTASI
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
127
MODELLER VE STRATEJİLER
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
128 MODELLER VE STRATEJİLER
İZMİR’İN KÜLTÜR-SANAT MEKÂNLARINI HARİTALAMAK
görmeliyiz. Hazırlık aşamasından yayımına kadar geçen süre içerisinde bir çok mekânın kapanmış veya adres değiştirmiş olması, bir o kadarının açılması veya hizmete girmesi, üstesinden gelmeye çalıştığımız işin ne derece değişken bir zemine oturduğunu gösteriyor. Kapsam ve Yayılım Hazırlık aşamasının başlangıcında, içeriğin sınırlarını ve izleyeceğimiz yöntemleri sağlıklı biçimde belirleyebilmek adına, Mart 2016’da bir dizi arama - bulma toplantısı yaptık. İçeriğin kapsamını, niteliğini ve şehre yayılımını belirleyen kriterler, bu kılı kırk kez yardığımız toplantıların sonucunda ortaya çıktı.
İzmirKültür Pla+formu Girişimi (İKPG), kurulduğu günden Kasım 2017 başına dek 20 iletişim toplantısı düzenledi; 151 bileşeni ağına dahil etti. Zamanla gördük ki aylık düzenlediğimiz toplantılara katılan kültür-sanat aktörleri, bir- İlk sayı için kapsama alanımızı İzmir Körfezi’ni kuzeybatıbirine zıt iki yaklaşım öne sürüyordu: Bir yaklaşıma göre, dan doğuya, doğudan güneye ve güneybatıya doğru çevreleİzmir’de kültür-sanat adına hiçbir şey olmuyordu; diğer yen, “merkez” olarak nitelendirilen on bir ilçeyle sınırlamayaklaşıma göreyse üretim çok yoğundu ama sergilemeler- ya karar verdik. Yön sırasına göre sıralayacak olursak Çiğli, le performanslar için bu yoğunluğu göz önüne taşıyacak Karşıyaka, Bayraklı, Bornova, Buca, Karabağlar, Gaziemir, sayıda ve donanımda mekân yoktu. Aradan aylar geçtikçe, Konak, Balçova, Narlıdere ve Güzelbahçe’ye ilişkin verileri her iki yaklaşımın ışığında çeşitlenen konuların ucu, kent “kamuya ait mekânlar”, “yerel yönetimlere bağlı mekânlar”, sathına yayılmış kültür-sanat faaliyetlerinin görünürlük dü- “özel sektöre ait mekânlar”, “bağımsız mekânlar”** ve “külzeyinin ne kadar düşük olduğuna geldi dayandı ve şehrin tür ve sanat aktiviteleri için düzenli olarak kullanılan açık izleyici geliştirme çabalarını sekteye uğratan deneyim ek- alanlar” şeklinde, beş havuzda topladık. sikliği, iyice görünür oldu. “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları - 2017”; İzmir adına kendi alanında ilk örneği teşkil etmekle beraber*, iyi niyetli bir çabanın ürünü olarak karşımızda duruyor. Ülke koşullarına, yerel yönetimlerin değerli çabalarına, kültür ve sanat aktiviteleri için düzenli ve düzensiz olarak kullanılan açık alanların işlevselliğine ilişkin dönüşüp duran toplumsal algıya, şehrin güncel dinamiklerine ve tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak, parametreleri sürekli değişen bir zemini işaretlemeye çalıştık. Buradan bakarsak, hatasız ve eksiksiz bir çalışma olduğunu iddia edemeyiz. Dahası, bu yayını tüm İzmirlilerin katkısına açık olmaya, her yıl yenilenmeye, gittikçe zenginleşmeye muhtaç bir ürün olarak
* “2014 - 2023 İzmir Bölge Planı Hazırlık Çalışmaları” kapsamında, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Şebnem Gökçen Dündar tarafından İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA), Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nin işbirliğiyle hayata geçirilen “İzmir Kültür Ekonomisi Envanteri ve Gelişme Stratejisi Projesi”, sadece resmi olarak kayıtlı kültür-sanat mekânlarını içermekle beraber, alanında ön açan bir çalışmaydı. Bu kapsamda düzenlenen İzmir Kültür Ekonomisi Çalıştayı ise kentin kültürel zenginliklerinin arttırılması ve ekonomiye yansıtılması adına bir yol haritası üretmişti. ** Kendi imkânlarıyla etkinlik düzenleyen ticari mekânları, çeşitli ülkelerin temsilciliğini yürüten kültür merkezlerini, kâr amacı gütmeyen sanat kolektiflerinin ve kültürel inisiyatiflerin desteğiyle kültür-sanata alan açan mekânları bu başlık altında değerlendirdik.
129 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Yaklaşık üç yıl önce, İKPG’nin ilk arama - bulma toplantısında bir araya geldiğimizde, şaşkınlıkla şunu fark etmiştik: İzmir’de kültür ve sanat üreten merkezi - yerel yönetimlere bağlı veya bağımsız mekânlara dair genel bir fikrimiz vardı; fakat bu mekânların şehrin hangi bölgelerine yayıldığına, kaç senedir faaliyet yürüttüğüne, ne tür etkinlikler düzenlediğine ilişkin bir çırpıda özetleyebileceğimiz bilgi toplamına sahip değildik. İlk toplantımızın sonucunda haritalama, künyeleme ve fihristleme kavramlarını tam da bu yüzden odağa koymaya karar vermiştik.
MODELLER VE STRATEJİLER
İKPG adına SARP KESKİNER
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
Diğer İlçeler Kapsam Alanı
Diğer İlçeler Kapsam Alanı
%31
%37 %63
%69
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
130 Haritalanan İlçelerin Şehrin Toplam Nüfusuna Oranı Diğer İlçelerin Şehrin Toplam Nüfusuna Oranı
Haritalanan İlçelerin Şehrin Toplam Nüfusuna Oranı Diğer İlçelerin Şehrin Toplam Nüfusuna Oranı
Diğer İlçeler Kapsam Alanı
On Bir İlçenin İzmir’in Nüfusuna Göre Dağılım Oranları İLÇE
İLÇE NÜFUSU
ERKEK NÜFUSU
KADIN NÜFUSU
NÜFUS YÜZDESİ
Çiğli
186.717
93.548
93.169
% 4,42
Karşıyaka
338.485
159.700
178.785
% 8,01
Bayraklı
314.008
156.425
157.583
% 7,43
Bornova
438.549
218.410
220.139
% 10,38
Buca
482.337
241.384
240.953
% 11,42
Karabağlar
480.253
237.489
242.764
% 11,37
Gaziemir
132.566
66.505
66.061
% 3,14
Konak
370.662
181.407
189.255
% 8,78
Haritalanan İlçelerin Şehrin Toplam Nüfusuna Oranı BalçovaDiğer İlçelerin Şehrin Toplam 78.086 38.192 Nüfusuna Oranı
39.894
% 1,85
Narlıdere
64.800
32.187
32.613
% 1,53
Güzelbahçe
29.835
14.699
15.136
% 0,71
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) İzmir Bölge Müdürlüğü; Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları’na göre, Türkiye nüfusunun yüzde 5,3'ünün ikamet ettiği İzmir'in toplam nüfusu, 4 milyon 223 bin 545 kişi olarak ölçülmüştür. Haritalanan on bir ilçenin toplam nüfusu ise 2.916.298 kişidir.
Bu oranlara bakınca, şehrin toplam nüfusunun % 69’unu konu alan “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları 2017”nin oldukça geniş bir kitleye hitap ettiğini söyleyebiliriz.
• Maker, çizer, tasarımcı, koleksiyoner, bağımsız yayıncı kitleler için toplaşma noktası görevi gören mekânları;
Kapsama Dair Kriterler
• Kursiyerleri dışında katılıma açık gastrokültürel etkinlikler düzenleyen mekânları özellikle kapsama dahil ettik; çünkü bu türden çabaların kent kültürüne sıradışı katkılar sağladığına inanıyoruz.
• Birden çok disiplinde etkinliğe ev sahipliği yapması; • İzleyici geliştirmek adına takip ettiği stratejileri sürekli güncelliyor olması; • Ev sahipliği yaptığı etkinliklerin sadece kendi kitlesine değil, halkın her kesimine açık olması; • İzmirli kültür-sanat aktörlerini yeni etkinlikler üretmeye, performansa, arşivlemeye, öğrenmeye, dayanışmaya ve sergilemeye teşvik ediyor olması; • Arşivciler için buluşma noktası görevi görüyor olması; • Ürün ve deneyim biriktirme çabasına öncülük etmesi. Bu kriterlere göre: • Salt beceri kazandırmaya yönelik kurs düzenleyen sanat merkezlerini; • Konser yerine düzenli müzik programı yapmayı tercih eden mekânları; • Bugüne dek hiç etkinlik düzenlememiş kitabevlerini ve sahafları şimdilik kapsam dışı bıraktık.
Toplam Dağılım
Yöntem MERKEZİ İDAREYE VE YEREL YÖNETİMLERE BAĞLI MEKÂNLAR Listeleme işlemine resmi çevrimiçi sayfaları tarayarak başladık. Takiben, belediyelerin kültür-sanat sayfalarını, ulusal ve bölgesel gazetelerin çevrimiçi sayfalarındaki etkinlik haberlerini, İzmir’de faaliyet gösteren portalları ve sosyal medya hesaplarını geriye de dönük olacak şekilde taradık. Böylece, 2015’ten bu yana etkinliklere ev sahipliği yapmış tüm mekânları bir araya getirdik. Ortaya çıkan bileşik listenin yerel yönetimlerle ilgili kısmını on bir belediyenin kültür ve sanat birimlerine teyit ettirdik. Son aşamada, yayının hazırlığı sırasında inşası tamamlanıp hizmete açılan kültür merkezlerini ekleyerek, listeyi güncelledik. ÖZEL SEKTÖRE AİT MEKÂNLAR Bu mekânları listelemek için düzenli olarak etkinliklere ev sahipliği yapan vakıflara, eğitim kurumlarına, şirketlere, ticari örgütlenmelere ait mekânlara yönelik bir tarama çalışması gerçekleştirdik.
131
70,0
İlçelere Göre Dağılım
60,0
33
50,0
24
40,0
55 30,0
127
23
20,0
10,0
0,0
Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar Özel Sektöre Ait Mekânlar Bağımsız Mekânlar Kültür ve Sanat Aktiviteleri İçin Düzenli Olarak Kullanılan Açık Alanlar
Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 24 (% 9,1) Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 55 (%20,9) Özel Sektöre Ait Mekânlar: 23 (% 8,7) Bağımsız Mekânlar: 127 (% 48,3) Kültür Ve Sanat Aktiviteleri İçin Düzenli Olarak Kullanılan Açık Alanlar: 33 (%12,5)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
• Mekânın düzenli olarak kültürel, sanatsal faaliyet üretiyor ve bu çabasında diretiyor olması; diğer bir deyişle etkinlik üretiminde sürdürülebilirliği sağlamış olması;
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İşaretlemek istediğimiz mekânları seçerken gözettiğimiz kriterleri şöyle sıralayabiliriz:
• Arşivlemeyi özel olarak odağına koymuş mekânları;
Çiğli Bornova Gaziemir Narlıdere
Karşıyaka Buca Konak Güzelbahçe
Çiğli: % 2,2 Karşıyaka: % 10 Bayraklı: % 3,9 Bornova: % 13 Buca: % 2,6 Karabağlar: % 0,9
Bayraklı Karabağlar Balçova
Gaziemir: % 1,7 Konak: % 60,4 Balçova: % 1,7 Narlıdere: % 1,3 Güzelbahçe: % 1,7
* Kültür ve sanat aktiviteleri için düzenli olarak kullanılan 33 açık alan, yukarıdaki oranlar hesaplanırken dikkate alınmamıştır.
KÜLTÜR VE SANAT AKTİVİTELERİ İÇİN DÜZENLİ OLARAK KULLANILAN AÇIK ALANLAR
BAĞIMSIZ MEKÂNLAR
Dört kişilik saha ekibimiz, merkezi ve yerel yönetimlere bağlı mekânlarla özel sektöre ait mekânlara yönelik liste- İklimsel özellikler ve köklü yaşam alışkanlıkları itibariyle yılın önemli bir kısmını sokakta leme çalışmasında uyguladığımız yöntemin bir benzerini Çiğli geçiren İzmir’in merkez ilçeleri, bir kısmı onlarca yıldır kullanılan, bir kısmı yeni hizbağımsız mekânları listelemek için kullandı. Listedeki olası eksikleri giderebilmek adına kültür yöneticilerinden, mete açılmış pek çok kamusal alan barındırıyor. Meydanlardan, rekreasyon alanlarından, pazar yerlerinden, kent sanatçılardan, arşivcilerden, akademisyenlerden, etkinlik ormanlarından, kimi sokak ve caddelerden oluşan, sokağın tasarımcılarından oluşan 100 isimlik bir listeye açık çağrı yaptık; yayının hazırlık sürecinde kapanan, adres değişti- dinamiklerini şehrin kültür-sanat hayatıyla buluşturan karen veya yeni açılan mekânlara göre listeyi sürekli güncel- musal alanların tümünü ayrı bir listede topladık. ledik. 5 Ekim 2017 itibariyle son halini aldığında, listedeki “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları - 2017”, on bir mekânların iletişim bilgilerini doğrulama aşamasına geçtik. ilçede düzenli olarak kültür-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan 263 mekânı / alanı işaretleyip fihristliyor.
Türlere Göre Dağılım
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar
ÇİĞLİ
5
KARŞIYAKA
23 karşıyaka
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
Çiğli
bayraklı
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
132
Yerel yönetime bağlı mekânlar Yerel yönetime bağlı mekânlar: 9 (% 39) Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız Özel sektöre aitmekânlar mekânlar: 1 (% 4) Bağımsız mekânlar: 13 (% 56)
Yerel yönetime mekânlar Yerel yönetime bağlıbağlı mekânlar: 2 (% 40) Özel sektöre ait mekânlar Özel sektöre aitmekânlar mekânlar: 1 (% 40) Bağımsız Bağımsız mekânlar: 2 (% 20) karşıyaka
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar
BAYRAKLI
9
BORNOVA
30 bornova
bayraklı
%23
%33
%27
%44
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar
%22
Yerel yönetime mekânlar Yerel yönetime bağlıbağlı mekânlar: 4 (% 44,4) Özel sektöre ait mekânlar Özel sektöre aitmekânlar mekânlar: 2 (% 22,2) Bağımsız Bağımsız mekânlar: 3 (% 33,3) bornova
%37
%13
Yerel yönetime bağlı mekânlar Merkezi idareye bağlı mekânlar: 7 (% 23,3) Özel sektöre ait mekânlar Bağımsızbağlı mekânlar Yerel yönetime mekânlar: 8 (% 26,6) Merkezi idareye bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar: 4 (% 13,3) Bağımsız mekânlar: 11 (% 36,6)
Yerel yönetime bağlı mekânlar Bağımsız mekânlar
BUCA
6
KARABAĞLAR
2 karabağlar
buca
gaziemir
%17 %100 %83
Yerel yönetime bağlı mekânlar Yerel yönetime bağlı mekânlar: 5 (% 83,3) Bağımsız mekânlar Bağımsız mekânlar: 1 (% 16,7)
Yerel yönetime bağlı mekânlar Yerel yönetime bağlı mekânlar: 2 (% 100)
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar
karabağlar
GAZİEMİR
4
KONAK
139
%25
%13
Balçova
%9
%50 %25
%66
133
Yerel yönetime bağlı mekânlar
Yerel yönetime bağlı mekânlar Merkezi idareye bağlı mekânlar: 16 (% 11,5) Özel sektöre ait mekânlar Bağımsızbağlı mekânlar Yerel yönetime mekânlar: 18 (% 12,9) Merkezi idareye bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar: 13 (% 9,3) Bağımsız mekânlar: 92 (% 66)
Yerel yönetime bağlı mekânlar Yerel yönetime bağlı mekânlar: 2 (% 50) Özel sektöre ait mekânlar Özel sektöre aitmekânlar mekânlar: 1 (% 25) Bağımsız Bağımsız mekânlar: 1 (% 25) konak
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar
BALÇOVA
5
NARLIDERE
3 narlıdere
Balçova
%40
%40
Yerel yönetime bağlı mekânlar Özel sektöre ait mekânlar Bağımsız mekânlar Merkezi idareye bağlı mekânlar
%20
Yerel yönetime mekânlar Yerel yönetime bağlıbağlı mekânlar: 2 (% 40) Özel sektöre ait mekânlar Özel sektöre aitmekânlar mekânlar: 1 (% 20) Bağımsız Bağımsız mekânlar: 2 (% 40) narlıdere
%33
%33
%33
Yerel yönetime bağlı mekânlar Merkezi idareye bağlı mekânlar: 1 (% 33,3) Özel sektöre ait mekânlar Bağımsızbağlı mekânlar Yerel yönetime mekânlar: 1 (% 33,3) Bağımsız mekânlar: 1 (% 33,3)
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
%12
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
konak
gaziemir
GÜZELBAHÇE
4 güzelbahçe
Dağılıma Dair Değerlendirmeler Değerlendirmemizin ilk aşamasında iki parametre öne çıkıyor: A) Barındırdıkları nüfusa göre ilçelerin sahip olduğu kültürsanat için kullanılan mekânların ve açık alanların sayısı
%50
%50
B) On bir ilçe üzerinden, kültür-sanat mekânlarının hangi bölgelerde yoğunlaştığı. Dağılımdaki Dengesizlikler Bize Ne Söylüyor? Rakamlar ve yüzdeler, kritik bir durumu ortaya koyuyor:
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
Yerel yönetime bağlı mekânlar Yerel yönetime bağlı mekânlar: 2 (% 50) Bağımsız mekânlar Bağımsız mekânlar: 2 (% 50)
* Kültür ve sanat aktiviteleri için düzenli olarak kullanılan 33 açık alan, yukarıdaki oranlar hesaplanırken dikkate alınmamıştır.
Kültür ve Sanat Aktiviteleri İçin Düzenli Olarak Kullanılan Açık Alanların İlçelere Göre Dağılımı
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
134
%2 %6
%3
%6
%15 %6 %9
%30
%3
Karşıyaka Karabağlar Narlıdere
Çiğli 1 (% 3) Karşıyaka 5 (% 15) Bayraklı 2 (% 6) Bornova 3 (% 9) Buca 4 (% 12)
Bayraklı Gaziemir Güzelbahçe
• Benzer bir duruma hızla göç alan, yeniden yapılaşan, organize sanayi bölgesinin ve üniversite yerleşkelerinin etkisiyle demografisi son on yılda büyük ölçüde değişime uğramış Çiğli’de rastlıyoruz. Çiğli ilçesindeki kitlesel kültür-sanat üretiminin tüm ağırlığını yerel yönetimin üstlendiğini görüyoruz. Nüfusları diğer ilçelere göre çok daha düşük olsa da Gaziemir, Balçova, Narlıdere ve Güzelbahçe için de aynı koşulların geçerli olduğunu söyleyebiliriz: Tasarım, moda ve güzel sanatlar üzerine eğitim alan yerleşik ve genç nüfusa, yoğun trafik üreten üniversite kampüslerine, şehrin en eski AVM’lerine ve kültür-sanatı yaşamın parçası olarak içselleştirmiş sakinlerine rağmen, bu dört ilçenin ev sahipliği yaptığı kültür-sanat mekânı sayısı toplamda 16. 16 mekânın sadece 5’i bağımsız olarak etkinlik düzenliyor; üstelik bu 5 mekândan sadece 2’si güncel sanat ve tasarımla kendini ilişkilendiriyor. Tıpkı Çiğli gibi Karabağlar, Buca, Gaziemir, Balçova, Narlıdere ve Güzelbahçe’deki kültür-sanat faaliyetlerinin neredeyse tamamının yerel yönetimlerce tasarlanıp uygulandığını söylemek mümkün. Aksi yönde bir dengesizliği yoğunlaşma noktalarında görüyoruz:
%12 %9
Çiğli Buca Balçova
• Her biri yarım milyona yaklaşan nüfuslarına rağmen, İzmir’in en kalabalık iki ilçesi Karabağlar ve Buca’daki kültür-sanat mekânı sayısı, toplamda 8’i geçmiyor. 8 mekândan sadece 1’i bağımsız olarak faaliyet yürütüyor; diğer 7’si ise yerel yönetimlerin idaresinde etkinlik üretiyor.
Bornova Konak
Karabağlar 3 (% 9) Gaziemir 1 (% 3) Konak 10 (% 30) Balçova 2 (% 6) Narlıdere 2 (% 6)
• “İzmir’in kültür-sanat merkezi” ve “şehrin kalbi” olarak nitelendirilen Konak ilçesi, 10 açık alan hariç, işaretlediğimiz 230 kültür-sanat mekânının 139’una, başka bir deyişle %60’ına ev sahipliği yapıyor. Farklı bir okuma yaparsak, 11 ilçede yer alan merkezi idareye bağlı 24 mekânın 16’sı Konak ilçe sınırları içerisinde yer alıyor. • Balçova, Bayraklı, Buca, Çiğli, Gaziemir, Güzelbahçe, Narlıdere, Karabağlar ve Karşıyaka’da merkezi idareye bağlı kültür-sanat kurumu bulunmuyor. Oysa bu 9 ilçenin barındırdığı toplam nüfus, 2 milyonu aşıyor. • Yoğunlaşma açısından, Konak ilçesini sırasıyla Bornova ve Karşıyaka takip ediyor. Bornova, türlere göre dağılımın nispeten dengeli olduğu tek ilçe olarak göze çarpıyor. 11 ilçede yerel yönetimlere ait kültür-sanat mekânı sayısı, aktiviteler için düzenli olarak kullanılan 33 açık alanı dışarıda bırakırsak, toplam sayının % 21,3’ünü oluşturuyor.
11 ilçede kültür-sanat aktiviteleri için düzenli olarak kullanılan 33 açık alan bulunuyor. Bu alanların ilçelere göre dağılımına bakınca, başı yine 10 açık alanla Konak’ın çektiğini görüyoruz. Karşıyaka dahi ancak 5 açık alanı kullanabiliyor ki bu rakam Konak’ın yarısına tekabül ediyor. Bununla beraber, ilginç bir not olarak, Karabağlar’daki yerel yönetimin düzenlediği etkinliklerin neredeyse tamamını açık alanlara taşımayı tercih ettiğini söyleyebiliriz.
Bu bağlamda, şöyle bir soru akla geliyor: Balçova, Bayraklı, Buca, Çiğli, Gaziemir, Güzelbahçe, Karabağlar veya Narlıdere’deki kültür-sanat mekânlarının sayısı bunca kısıtlıyken, kenti kullanmak adına; Bornova, Karşıyaka veya Konak’ta yaşayan kültür-sanat tüketicileri için bu ilçelerin ne gibi bir cazibesi olabilir? Şehrin Kültür Hayatının Jeneratörleri: Bağımsız Mekânlar Açık alanları dışarıda bıraktığımızda, 127 bağımsız mekânın merkezi idareye ve yerel yönetimlere bağlı 79 kültür-sanat mekânına rakamsal açıdan üstün geldiğini görüyoruz. Bu durum, bağımsız mekânlarının İzmir’in kültür hayatına en az resmi mekânlar kadar katkı sunduğunu gösteriyor.
Nitelik olarak panayıra yakın durmakla beraber, “şenlik” ve “İzmir’de bir şey olmuyor” algısının nasıl ortaya çıktığına “festival” sıfatı altında düzenlenen, genellikle her kesime iki veri üzerinden bakabiliriz: Merkezi idareye ve yerel hitap etmeye yönelik tasarlanmış, etkisi geçici etkinliklere yönetimlere bağlı mekânların şehrin kültür-sanat hayatını ev sahipliği yapan açık alanların aslında şehrin kültür-sanat sürüklediğine ilişkin yerleşik kanı, bu mekânlarda düzenpotansiyelinin tüm veçhelerini yansıtabilecek alanlar olarak lenen etkinliklerin kent sathında kolayca görünür olmasıntekrar tarif edilmesi mümkün. Bu alanlar, İzmirli kültür akdan kaynaklanıyor. Ne var ki bu mekânların genel toplam törlerinin ve sanatçıların son yıllarda ısrarla gündeme taşıiçindeki oranı % 30’u geçmiyor. Bu da derinlemesine bir dığı üzere, kamusal alanda sanat üretmeye ve izleyici gelişanalizi zorunlu kılıyor. Nitel anlamda çeşitliliği ve yaratıtirmeye yönelik sayısız avantaj barındırıyor. Özellikle Buca, cılığı öne koyan bağımsız mekânlarda süregiden faaliyetGaziemir, Güzelbahçe, Karabağlar ve Narlıdere gibi ilçelerde lerse kronik bir görünürlük sorunundan muzdarip. O halde aktiviteler için açık alanların tercih edildiği görülüyor. Yerel düzenledikleri etkinlikleri görünür kılacak sıra dışı araçlar yönetimlerin bu alanları farklı disiplinlerden, farklı kesimüretmek, işlevsel modeller ve yöntemler geliştirmek, balerden gelen sanatçılara açabileceği modeller geliştirmesi, ğımsız mekânların sürdürülebirliği sağlamak açısından merkeze sıkışıp kalmakla eleştirilen İzmirli sanatçıların önceliğine koyması gereken bir konu. Bağımsız mekânların halkın farklı kesimlerine doğrudan temas etmesine olanak amaca ulaşmaya yönelik modeller ve yöntemler geliştirirtanıyabilir. ken kültür-sanat alanında çalışan sivil inisiyatiflerin, semt Ulaşım Koşullarının ve Merkezileşmenin Sonucu: halkının, farklı alanlardan toplulukların desteğini alacak İzleyici Kaybı şekilde akıl yürütmesinin izleyici geliştirme çabasına büİzmirli etkinlik tasarımcılarının, bağımsız mekân işletmeci- yük katkı sunacağını düşünüyoruz. lerinin ve sanatçıların son birkaç yıldır altını çizdiği üzere, şehrin farklı noktalarında yaşayan izleyici, artan trafik ve değişen toplu ulaşım örgüsü nedeniyle barındığı bölgelerin dışındaki kültür-sanat aktivitelerine katılmaktan geri duruyor. Diğer yandan sanatçıların önemli bir kısmı, sergileme ve performans için şehrin diğer ilçelerindeki tesisleri yeterince kullanamamaktan yakınıyor. Bu iki tespite bakınca, kentin kültür-sanat faaliyetlerinin Konak-Bornova-Karşıyaka ilçelerinde yoğunlaşmasının diğer ilçelerde yaşayanlar için gittikçe kritikleşen bir ulaşım engeli yarattığını söyleyebiliriz. Günlük hayat telaşının
Özel Sektörün Şehrin Kültür-Sanat Hayatına Verdiği Destek Büyük sermaye sahipleri tarafından kurulup işletilen tesislerin, eğitim kurumlarının, galerilerin ve kültür-sanat salonlarının toplam içerisindeki payının sadece % 9’dan ibaret olması, özel sektörün İzmir’in kültür-sanat hayatına sağladığı katkının seviyesini net bir şekilde ortaya koyuyor. Dezavantajları ortadan kaldırmaya katkı sunabilecek öneriler: a) Konak, Bornova ve Karşıyaka dışında kalan ilçelerdeki yerel yönetimler, diğer bölgelerde yaşayan kitlelere cazip gelebilecek,
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
Kurtarıcı Mecralar: Açık Alanların İlçelere Göre Dağılımı
sona erdiği saatlerdeki trafik yoğunluğundan, birden fazla toplu taşıt kullanımını öneren sistemden bunalan izleyici, zaman içerisinde barındığı bölgeden uzak noktalarda düzenlenen etkinliklere katılmaktan kaçınıyor ve İstanbul’da sıkça rastlandığı üzere, mümkün mertebe kendi bölgesinden ayrılmadan kültür-sanat ihtiyacını gidermeye yöneliyor. Karabağlar’da, Buca’da yaşayan kitlelerin Karşıyaka veya Bornova’daki bir etkinliğe veya Karşıyaka’da yaşayan kitlelerin Güzelbahçe’deki bir etkinliğe ulaşımı gün geçtikçe imkânsızlaşıyor.
135 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Bu oranı ve ürettiği etkinlik potansiyelini azımsamak yersiz olur fakat İzmirli kültür aktörleri ve sanat insanları, yerel yönetimleri mümkün olan her fırsatta tesislerin daha aktif kullanılabilmesine dair yaratıcı ve katılımcı çözümler üretmeye çağırıyor. Bu çağrıya göre aktörler, yerel yönetimlerden sadece kendi ilçelerinden değil, diğer ilçelerden de izleyici çekebilecek nitelikte aktiviteler üretmesini talep ediyor ve hâtta içeriğin doğrudan bağımsız oluşumlardan temin edilebileceği tarafsız mekanizmaların geliştirilmesini öneriyor. Bu tür mekanizmaların farklı alanlardan üreyen deneyimlerin karşılıklı paylaşımına olanak tanıyacağını, mekân sıkıntısını sıkça gündeme getiren ve üretimlerini alışkın oldukları bölgelerin dışına taşımayı hedefleyen İzmirli sanatçıların önünü açabileceğini değerlendiriyoruz.
çıktı üreten, yeni deneyimler vaad eden, özgün içerikli etkinliklere daha sık alan açabilir. b) Yerel yönetimler, idare ettikleri (çok amaçlı) kültür merkezlerinin programlarını belirlerken diğer bölgelerde yaşayan ve üreten İzmirli sanatçılara yönelik kontenjanlar belirleyebilir. c) Bağımsız mekânlar, duyuru ve tanıtım politikalarını yapılandırırken sadece yerleşik kitlenin katılımından medet ummak yerine, kolayca ulaşabilecekleri komşu kitleleri gözetebilir. d) Benzer etkinlik politikaları güden ve farklı bölgelerde faaliyet gösteren bağımsız mekânlar, birbiriyle içerik paylaşabilir; duyuru ve tanıtım faaliyetlerinde dayanışabilir.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
e) Yereldeki etkinlik tasarımcıları ve sanatçılar, sergilemeleri ve performansları için alışageldikleri mekânlarda ısrar etmek yerine, farklı bölgelerdeki mekânlarla, tesislerle, yönetimlerle iletişime geçerek yeni kitlelerle temas etmeyi kendine öncelik edinebilir.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
136
f) Yerele yönelik yayın yapan matbu ve dijital rehberler, şehrin kullanımını teşvik etmek adına kitlelerin gün içerisinde takip edeceği, birden fazla mekâna izleyici-dinleyici-müşteri taşıyacak rotalar lanse edebilir; turlar önerebilir veya düzenleyebilir. Etkinlik Dağılımına Dair Değerlendirmeler 263 noktanın ağırlıklı olarak hangi tür etkinliklere ev sahipliği yaptığına sayılar ve yüzdeler üzerinden bakalım: SİNEMALAR HARİCİNDE FİLM GÖSTERİMİ YAPAN MEKÂNLAR * (% 18,6) Bağımsız Mekânlar: 17 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 1 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 3 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 24 Açık Alanlar: 4 TOPLAM: 49 * Sinemaların listesi için bkz.: “İzmir Kültür Haritası: Kültür-Sanat Mekânları - 2017”, sf. 72
Endüstrileşmenin bağımsız sinemamıza getirdiği kısıtlara ve sinema salonu zincirlerinin, içeriğin üzerinde kurduğu tahakküme rağmen İzmir, sinema izleme alışkanlığını farklı mekânlarda deneyimlemekten vazgeçmiş görünmüyor. % 18,6’lık oran gösteriyor ki kültür merkezleri başta olmak üzere irili ufaklı pek çok bağımsız mekân, gösterimleri sürdürülebilir kılmaya gayret ediyor. Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, yerel yönetimlerin sinemayı kamusal alanlara taşıma çabası sayesinde, her yıl onbinlerce İzmirli, hiçbir ücret ödemeksizin sinema keyfiyle buluşabiliyor. Dikkate değer bir not olarak, bağımsız mekânlarla yerel yönetimlere ait mekânların ve açık alanların yükü eşitçe paylaştığını söyleyebiliriz.
KONSER DÜZENLEYEN MEKÂNLAR (% 58,5) Bağımsız Mekânlar: 72 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 9 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 9 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 40 Açık Alanlar: 24 TOPLAM: 154 Bar, klüp, bistro ve restoranlarda icra edilen haftalık ve günlük programları dışarıda bırakarak baktığımızda, İzmir’de 154 noktada düzenli olarak konser düzenleniyor ki bu sayı toplam içerisinde neredeyse % 59’a tekabül ediyor. 72 bağımsız mekân, çoğunlukla niş müzik tarzlarına sahne açarken 2016’dan bu yana etkinlik alanı olarak işlevsellik kazanan kimi meskenlerin salonları, bizi sahne kavramını yeniden düşünmeye çağırıyor. Yerel yönetimler, kendilerine bağlı 24 açık alanı ve 40 mekânı, genel beğeniye hitap edecek müzikleri İzmirlilerle buluşturmak amacıyla kullanıyor. Merkezi idareye bağlı 9 mekân, bu skalayı zenginleştiriyor. Bu verilere bakınca, İzmir’de yerleşik müzisyenlerin sürekli olarak konser verecek mekân bulamamaktan yakınmasının arkasında yatan nedenleri, şehre konser vermek üzere konuk olan, davet edilen isimlerin yoğunluğu ile karşılaştırmak kaydıyla, iyice irdelemek gerektiğine inanıyoruz. TİYATRO MEKÂNLARI (% 30) Bağımsız Mekânlar: 24 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 11 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 5 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 32 Açık Alanlar: 7 TOPLAM: 79 * Birden çok sahne veya salon içerenler, tek mekân olarak değerlendirilmiştir
Son yıllarda şehirdeki özel tiyatroların yoğun bir üretim içerisinde olduğunun altını çizerek başlarsak, sahne yaratmak anlamında, yerel yönetimlerin İzmir’deki tiyatro faaliyetlerine oldukça geniş imkânlar tanıdığını söyleyebiliriz. 24 bağımsız mekânın yanında yerel yönetimlere bağlı 32 sahne var. Son birkaç yıldır şehirn farklı noktalarındaki kafelerin ve barların sahnesini bağımsız tiyatrolara açması, mekânsal çeşitlilik açısından göz dolduruyor ve bu gibi girişimler, izleyici geliştirme çabasına önemli katkılar sunuyor. Buna karşın, şehirde yerleşik bağımsız tiyatro ekiplerinin 79 mekâna rağmen sahne bulamıyor olmaktan yakınmaya devam etmesinin ardında yatan temel nedenleri de incelemeye değer buluyoruz. ÇAĞDAŞ DANSA, GÖSTERİ VE SOKAK SANATLARINA ALAN AÇAN MEKÂNLAR (% 10,3) Bağımsız Mekânlar: 7 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 3 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 2
Verilere bakınca, bağımsız girişimlere ve özel sektöre ait toplam 10 mekân, dans ve gösteri sanatları alanında düzenli olarak aktivite üretirken yerel yönetimler, bu tür gösterilere özellikle kamusal alanlarda düzenledikleri şenliklerde, festivallerde yer vermeyi yeğliyor. Buna karşın, yerel yönetimlerin kendilerine bağlı kültür-sanat merkezlerinde bu disiplinlere dahil edebileceğimiz etkinliklere neredeyse hiç alan açmadığını söyleyebiliriz. İzmir, sokak sanatlarını gündelik hayata içtenlikle dahil etmiş sayılı şehirden biri ve çeşitli girişimlerin, toplulukların kamusal alanlarda sürekli olarak performans sergilediğine tanık oluyoruz. 13 açık alanda bu gibi etkinliklere sıkça yer veriliyor olmasına rağmen kukla, mim, sokak tiyatrosu gibi etkinliklerin yıl boyunca şehrin farklı noktalarına yayılabilmesini gözetmek, yerinde bir hamle olabilir. KONFERANS, PANEL, SÖYLEŞİ, SEMPOZYUM, SEMİNER VE FORUM MEKÂNLARI (% 35,4) Bağımsız Mekânlar: 42 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 7 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 9 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 33 Açık Alanlar: 2 TOPLAM: 93 Hemşehrilerin farklı platformlarda bir araya gelerek özgürce tartışabilmesi, deneyim paylaşabilmesi, birbirini bilgilendirmesi ve beraberce düşünebilmesi, şüphesiz ki şehrin demokratik düzeyini ortaya koyuyor. İzmir; panel, sempozyum, söyleşi, konferans, seminer, sunum ve foruma açık 93 mekâna sahip ki bu sayı, toplamda % 35 gibi bir oran teşkil ediyor. Bununla beraber, 93 mekândan sadece 2’sinin kamuya açık alan olduğunun altını çizelim. Yerel yönetimlerin idaresindeki mekânların sayısıyla bağımsız mekânların sayısının birbirine sayıca yakın olması, dikkate değer bir durumu ortaya koyuyor. Buna göre, İzmir’deki yerel yönetimlerin demokratik, katılımcı ve içerici bir yaklaşımı öne koyduğunu, bağımsız mekânların da felsefe, edebiyat, kültür, sanat, tasarım gibi alanlarda önemli bir birikim ürettiğini değerlendiriyoruz. ATÖLYE DÜZENLEYEN MEKÂNLAR (% 27,3) Bağımsız Mekânlar: 46 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 5 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 0 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 19 Açık Alanlar: 2 TOPLAM: 72 İzmir, bilhassa son dönemde atölye formatını hayatın her alanına merakla entegre etmeye gayret eden bir şehir olarak öne çıkıyor. Beceri ve deneyim kazandırmaya yönelik profesyonel kursları dışarıda bırakacak olursak, atölyelere
GASTROKÜLTÜREL ETKİNLİK ÜRETEN MEKÂNLAR (% 6,4) Bağımsız Mekânlar: 15 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 1 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 0 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 1 Açık Alanlar: 0 TOPLAM: 17 Veriler, 11 ilçede halkın katılımına açık gastrokültürel etkinlikler düzenlenen 15’i bağımsız, toplam 17 mekân olduğunu söylüyor. Burada özel bir durumun altını çizmek lâzım: Çeşme, Karaburun, Seferihisar, Tire ve Urla ilçeleri gastronomiyi, sürdürülebilir tarımı ve gurme ürünleri merkeze koyan festivallerle merkez ilçelerde yaşayan kitleleri cezbediyor. Buna karşın kozmopolit yeme - içme kültürünün zenginliğiyle haklı olarak övünen İzmir’in merkezinde yer alan gastronomik inisiyatiflerin de yakın gelecekte etkinliklik düzenledikleri mekânların sayısını artırmasını umuyoruz. Süregiden haritalama faaliyetleri, rota ve envanter çalışmalarıyla gastronomik yayınları, şüphesiz ki bu çabaya katkı sunacak. SERGİLEMELER VE YERLEŞTİRMELER İÇİN KULLANILAN MEKÂNLAR (% 46,7) Bağımsız Mekânlar: 45 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 15 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 14 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 40 Açık Alanlar: 9 TOPLAM: 123 Mümkün olan her fırsatta dile getirilen “sergileme mekânı yetersizliği” eleştirisine karşın, şehirde 45 bağımsız sergi mekânı, 15 özel sektöre ait müze ve sergi salonu, 14 merkezi yönetime bağlı sergi salonu ve müze bulunuyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ve 11 ilçedeki yerel yönetimlere ait sergileme mekânı sayısı ise 40. Mekânsal yetersizliğe yönelik eleştiriler, üç husustan kaynaklanıyor gibi görünüyor: A) Mekân sayısı, yüksek üretim potansiyelini karşılamıyor. B) Çoğu mekân, sanatçılar tarafından yapısal özellikleri sebebiyle sergilemeler için uygun veya yeterli bulunmuyor. C) Sanatçılarla mekânları buluşturacak mekanizmalar yeterince verimli çalışmıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
TOPLAM: 27
ev sahipliği yapan mekân sayısı, bu teşhisin altını dolduruyor: 46 bağımsız mekân sürekli olarak atölye tasarlayıp uygularken 19 mekânla bu ivmeye katkı sunan yerel yönetimler, özellikle kadınları, çocukları ve dezavantajlı kesimleri merkeze koyan sayısız miktarda atölye düzenliyor. Merkezi yönetime bağlı mekânların bu alana hiç katkı sunmuyor olmasını, üzerine düşünmeye değer buluyoruz. 11 ilçede sadece 2 açık alanın atölyelere ev sahipliği yaptığını, bu atölyelerin de genellikle çocuklara yönelik eğlenceli içeriklere dayandığını ayrıca vurgulayalım.
137 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 2 Açık Alanlar: 13
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
138
Bağımsız Mekânlar: 26 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 0 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 0 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 2 Açık Alanlar: 0 TOPLAM: 28 Müziği, kolajı, fanzinleri, çizimleri ve güncel sanata ilişkin matbu yayınları arşivleyen, sergileyen, bu alanlara ilişkin üretim pratiklerini örgütleyen kitlelerin buluşması için imkânlarını seferber eden bağımsız mekân sayısı, 28. Önceki yıllarda bu gibi mekânların sayısı 10’u geçmezken, teşkilâtlanan bağımsız yayıncılar ve müzik kolektifleri sayesinde bu tür etkinliklere kucak açan mekân sayısının giderek arttığını gözlemliyoruz.
% 35 % 30
% 27
30,0
20,0
% 19 % 10
10,0
% 11
%6
%5
%3 ARŞİV
Müzik Dans / Performans / Gösteri Sözel Faaliyetler Gastrokültür Bağımsız Tasarım
BAĞIMSIZ TASARIM
GASTROKÜLTÜR
ATÖLYE
SÖZEL FAALİYETLER
Sinema Sahne Sanatları Sokak Sanatları Atölye Sergileme / Yerleştirme Arşiv
SOKAK SANATLARI
0,0
SERGİLEME / YERLEŞTİRME
İ Z M İ R K Ü LT Ü R H A R İ T A S I
ARŞİV BİRİKTİREN MEKÂNLAR (% 10,6)
40,0
DANS / PERFORMANS / GÖSTERİ
Bağımsız tasarımcılara alan açan, düzenledikleri panayır ve şenliklerle bu disiplinle ilgili üretimleri İzmirlilerle buluşturan bağımsız mekân sayısı halen 7 olmakla beraber, sahadaki güncel gelişmeler umut verici görünüyor. Sayısı her geçen gün çoğalan bağımsız tasarım atölyeleri ve “tasarım kenti İzmir” sloganının hakkını veren “İyi Tasarım İzmir” benzeri organizasyonlar, bu alanda çalışan aktörlerin geleceğe iyimser bakmasını sağlıyor.
% 47
50,0
SAHNE SANATLARI
TOPLAM: 7
% 59
60,0
MÜZİK
Bağımsız Mekânlar: 5 Özel Sektöre Ait Mekânlar: 1 Merkezi İdareye Bağlı Mekânlar: 0 Yerel Yönetimlere Bağlı Mekânlar: 1 Açık Alanlar: 0
Disiplinlerin Mekânlara Göre Dağılımı 70,0
SİNEMA
BAĞIMSIZ TASARIMCILARA ALAN AÇAN MEKÂNLAR (% 2,6)
Grafik, bize İzmir’deki kültür-sanat mekânlarının ve yerel yönetime bağlı açık alanların ağırlıklı olarak müziğe, tiyatroya, sözel faaliyetlere ve atölyelere alan açmayı yeğlediğini söylüyor. Şehrin nispeten güçsüz olduğu alanlar arasında ise dans, bağımsız tasarım ve sinema öne çıkıyor. Bu alanlara yönelik etkinliklerin artırılmasına ve yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmaların sosyal içermeyi güçlendireceğine, dezavantajlı kesimlerin, genç ve yaratıcı nüfusun potansiyelini ortaya çıkaracağına, yenilikçi tasarım anlamında İzmir’i Akdeniz havzasında bir cazibe merkezi haline getireceğine inanıyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
139
MODELLER VE STRATEJİLER
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
140 MODELLER VE STRATEJİLER
MODELLER ve STR ATEJİLER
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
141
MODELLER VE STRATEJİLER
EK DERGİ / Ali Gradiva Şimşek
ekdergi.com
MODELLER VE STRATEJİLER
Gazeteciyim, öğretim görevlisiyim, küratörlük yapıyorum ama güncel sanat eşleştirmeni olarak karşınızdayım. Bir ayağım İzmir'de; kızım burada okuyup yaşadığı için şehre sık sık geliyorum. İKPG çok önemli bir girişim, İstanbul'dan bakınca gerçekten kıskanılacak bir örgütlenmeye imza atmışsınız.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
142
Çok eskilere gitmeyeceğim: Ben sanat dünyasını dalgalara ayırmayı tercih ediyorum. Zamansal sınırını ’80 sonrası olarak belirlediğim birinci dalga, pentür ve konvansiyonel ağırlıklı. Kentin Nişantaşı bölgesinde yoğunlaşmış bir dalgadan bahsediyorum. İkinci dalga dediğimde, 90'lı yılların sonundan itibaren daha çok Beyoğlu-Tophane-Dolapdere-Galata aksında süregitmiş bir yoğunlaşmadan bahsediyorum ki bana hâlâ ikinci dalganın içindeyiz gibi geliyor. Peki, üçüncü dalga ne olabilir? Ne olduğuna dair tartışmalar devam ediyor. Çağdaş görsel sanatlar dediğimizde mutlaka bir merkezden bahsediyoruz. Profesyonel anlamda İstanbul, merkez olma konumunu koruyor. Profesyonel anlamda diyorum çünkü yoğun bir para alışverişine konu olan çağdaş görsel sanatlar piyasası, bu açıdan diğer sanat dallarından ayrı duruyor. Koleksiyoner ve galeri piyasasını yaratmış, çok acımasız bir rekabetin süregittiği, genç sanatçıların yırtma baskısıyla kendini var etmeye çalıştığı dar ama paralı bir alan bu. Bu alan güncel sanat, endüstri, klikler, dost ahbap ilişkisi üzerinden bir biçimde kendi özgün koşullarını yaratarak devam ediyor. Örneğin, yerel yönetimlere alan açılmıyor ya da yerel yönetimler alan açmaya kalkışmıyor. İzmir'in bu konuda fark yaratmaya başladığını gözlemliyor ve bu dinamiği çok önemsiyorum. Belediye, inisyatiflerle doğrudan temasa geçmiş vaziyette, kanallar açık. Salt yapıt almak düzleminde ilerlemiyor ilişkiler; bu iyi ve değerli.
çok sosyal medya mecrası var. Yani, Erzurum'da yaşayıp video art üretiyorsan, tüm dünyaya açık durumdasın. Bir de gitgide daralan bir sanat endüstrisi var. Daralmanın dayattığı sıkışma, herhalde yeni arayışları doğuracak. Müthiş bir enerjiyle alttan akan o akış, daralan alana sığamaz hale gelince bir şeyler çözülecek. Belki gerçek avangart böyle çıkıp gelecek ama burada jestüel avangarttan bahsetmiyoruz. Sanatta avangart meselesi oldum olası abartılır, hâtta ananastı gözlüktü derken, bunu jestüel hale getiren çağdaş sanattır. 1870 sonrasında ortaya çıkan gerçek avangartsa 1920'lerde yerini iyice netleştirmiş, Sovyetler Birliği'nde pişmiş, oradan Bauhaus'a varmış, sonrada ananas bırakılan masaya gelmiştir. Üstelik bir İKEA mobilyası olarak… Sistem tarafından dışlanan çok; bazıları yırtmaya çalışırken kaza yapabiliyor. Meselâ İzmirli genç bir sanatçı, yapıtı aynen alıp Mamut Art Project'e katıldı ve ortalık sallandı. Buna neden olan sistemin dayattığı acımasız yırtma baskısı. Yazık tabii, üzülüyor insan çünkü Mamut Art gibi alanlar, özellikle İstanbul dışında yaşayıp sanat üretenlere görünürlük kazandırmak adına çok önemli işler yapıyor. O İzmirli arkadaş, bilinçli bir intihâl yapmış; belki intihâl değil de “bilinçli bir şekilde aynısını üretme” olarak tanımlanabilir çabası. Burada merak konusu şu: Sosyal bilimler, intihâl yapmaya çok müsait bir alandır ve çoğu girişim tespit edilemez. Birbirlerinin tezini çalıp kendini var etmeye kalkışan sayısız isimlerle doludur bu alan. Peki, arkadaş bu bilinçli hareketinin yaratacağı sonuçları düşünememiş mi? Demek ki düşünememiş ama internet var işte, peşine düşen çıkarsa yakalanabilirsin. Meselâ geçen sene jürideydim; bana rast gelse büyük ihtimâlle ıskalardım. Şöyle deseydi başka bir yerde dururdu: “Sizi yadırgatmak ve düşündürmek için kasıtlı olarak yaptım.” Sitüasyonist, Dadaist olduğunu iddia ederek sıyırabilirdi çünkü çağdaş sanat, kavram ağırlıklı çalışır. Önce kılıf sonra minare mantığı işler.
Üçüncü dalga ne olabilir konusuna geri döneceğim: Önce emarelerin yeşerdiği aksa bakalım diyorum. Beyoğlu-Galata-Karaköy aksında biriken yoğunlaşma, geride kısmi ÇAĞDAŞ MI GÜNCEL Mİ DİYELİM TARTIŞMASI bir canlılık bıraksa da Tophane olaylarından sonra hızla Bomonti’ye akmaya başladı. Bu akış, içerisinde ikinci dal- Ön takıyı konuşalım istiyorum: Adına çağdaş mı diyelim, güncel mi diyelim? “Contemporary”, İngilizce anlamına ganın bazı yapılarını da barındırıyor ama görünen o ki çok seçkin, niş ve dar bir pazar olarak kendini yapılandırdı. İs- bakarsak çağdaş kavramına karşılık geliyor ama bu kavram, Türkiye'de modernizmi kodluyor olması bakımından tanbul’daki profesyonel galeri sayısı bir düzineyi zar zor eksik görev görüyor gibi. Çağdaş denince benim aklıma geçse de bunların ağına sızdığınız zaman, koleksiyonerlere ve popüler küratörlere anında ulaşabilir hale geliyorsunuz. hemen sekülerlik, Kemalizm falan geliyor. Oysa “conOysa, alttan alta müthiş bir akış var. Güzel sanatlar ve ta- temporary”, post-modern… Meselâ, Kemalizm eleştirisi, sarım üzerine eğitim veren bir sürü fakülte var; kişisel ser- “contemporary”nin en temel konularından biridir. Buna nasıl çağdaş diyeceksin? O anlamda, Vasıf Kortun’un haklı bir gileme ve doğrudan iletişim-pazarlama alanı olarak birden
90’lı yıllar boyunca daha ziyade genç inisiyatifler üzerinden palazlanan ikinci dalga, “Genç Etkinlik” benzeri organizasyonlarla yükselmeye başlayınca, butik galeriler ortaya çıkmaya başladı. 2000’lerin başında “contemporary” görünür hale gelince hazır nesnelerle yapılan işler, galerilerde kendine yer bulabilmeye başladı. İstanbul Bienali'nin verdiği ivmeyle yükselen bu dalga, burjuvazinin ilgisine mazhar olunca piyasa Teşvikiye'den Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı hattına kaydı, mevcut aktörleri dışlayıp, tuhaf bir şekilde kutuplaşma üretmeye başladı. Bu kutuplaşmadan en çok 68 ve 78 kuşağından gelen ressamlar nasibini aldı. Bodrum’a, Datça'ya çekilip kendilerini alkole, piyasaya küfretmeye verdiler. Haklı acılarına bizzat tanığım; bu kuşak, ustalığını yaşayamadan izole edildi. İkinci dalganın “contemporary” dünyası, işi biraz da Türkiye'ye has biçimde yordamlara ve formüllere indirgedi. Bakışlar hızla kavramsallaştı, yaklaşımlar alabildiğine kapsülleşti. Sanatçı “bunun içine tank koyayım, şuraya bir parça tül iliştireyim” diyerek reklâmcılıktaki formülleri andıran, grafiğe geniş alanlar açan jenerik işlerin peşine düştü. Bu yaklaşımın arkasında kötü niyet veya indirgemecilik aramıyorum; meseleye daha trajik bir yerden bakıyorum: Benzer yordamların baskısı. Türkiye güncel sanat camiası, 90'lı yıllardan itibaren post-yapısalcılık etkisiyle kendine bir tartışma düzlemi yarattı ve bu düzleme post-modernizm gelip oturdu. Tartışmalar önce akademiye sonra da sanata ve politikaya sirayet etti. Kültür, kimlik, ötekilik, fark, melezlik, transparanlık, simülasyon gibi kavramların ortada fink atmaya başladığı bir dönemdir bu. Meselâ İzmir'den Oğuz Adanır’ın çevirilerinin, Ayrıntı ve Metis gibi yayınevleriyle beraber topa giren kimi muhafazakâr yayınların sayesinde bu süreç uzadıkça uzadı. Oğuz Adanır, post-modernizmi simülasyon olarak niteler: “Gerçeğin simulasyonu, modernizmin simülasyonu…” Bu, dünyada süregiden büyük bir tartışma ve kısmen haklı nedenlere dayanıyor. Sosyalizmin geri çekilmesini etken sayanlar olmakla beraber, karmakarışık ilerleyen bir çevreden bahsediyoruz. Dünyaya bakınca, post-modernizmin belli bir bağlamının hegemonya kurmak adına yeni muhafazakârlar tarafından iyice araçsallaştırıldığını görüyoruz. Mevcut iktidara bakın, bu topraklarda aynı yolu izlemedi mi? Tabii, tartışma içinde suda balık olunca bilemiyor olabilirsin; Hegel üzerinden izah edersek, “Minerva’nın Baykuşu”nun uçması gerekiyor, o döneme bakmak için. Derrida, Deleuze… Şimdi baktığımızda görebiliyoruz. Bugün sanatı da küratöryel yapıyı da büyük ölçüde post-
SOYLULAŞTIRMAYI SİLAH OLARAK KULLANMAK Her şey iç içe işliyor aslında. Sermaye grupları “contemporary” alanına dâhil oluyor, hedefe koydukları bölgeyi sanat üzerinden soylulaştırıp sahipleniyor. Bakınız Yeldeğirmeni; bakınız Bomonti veya Karaköy ya da Tophane… Soylulaştırma hamlesi peşinden kafeleri, rezidansları sürükler ve sonunda bölgede yaşayanlar orada barınamaz olur. Zamanla oraya ilk biriken sanatçıları da sürer bu sistem, mahalleliden sonra sıra onlara gelir. İzmir'de benzer tehlike sinyallerini vermeye başlamış bölgeler olduğunu görüyorum. “Nefis bir yer, şuraya da bir galeri mi açsak?” Galeriyi açıyor, peşinden arkadaşının kafesiyle müteahhit bacanağının rezidansı geliyor.
MODELLER VE STRATEJİLER
İKİNCİ DALGANIN YÜKSELİŞİ
yapısalcı temalar belirliyor. Gerçi dalgaya alınan bir durum haline geldi bu; aşağı Deleuze yukarı Deleuze diye neon işler yapılıyor, değil mi? Çünkü acenta kafalar yüzünden içi boşaltıldı, formüllere indirgendi ve sıkıcı hale geldi. Metin, yukarı çıktıkça her şeyin üzerinde kavramsal hegemonya kurmaya başladı. İroni de metinle birlikte yukarı tırmandı. “Dünya contemporary’si” malzemeye ağırlık vermişken, pentürü de dışlamazken “Türkiye contemporary'si” kavramsal ağırlıklı oluverdi. Yurt dışındaki sanatçılar Türkiye’ye baktıkça hazır nesnenin bu kadar merkezde durmasına şaşırıyor. Genco Gülan, şimdilerde buradan kocaman bir literatür üretiyor. Yordamların egemenliği bazen dalgaya da alınıyor. Jeff Koons'un köpeği, Hirst'in köpekbalığı… Biz de işler Superman kıyafeti giymek üzerinden ilerledi gibi görünebilir. Stoper işler bunlar; biraz mizah dergilerinden beslenen, meselâ ex-Leman'dan yordamlar bulup sanata sokan… Çünkü Türkiye'deki mizah anlayışı, “contemporary” olana çok yakın duruyor.
143 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
şekilde önerdiği üzere “güncel” demek daha doğru sanki. İkinci dalga dediğim, pentürü ve konvasiyonel alanları dışladı. Böyle bir yarılma oluştu sanatta. Bu yarılmanın sıkıntılarını hâlâ çekiyoruz. En çok ben çekiyorum çünkü benim bir ayağım birinci dalgada duruyor. Meselâ resim, bienallere girmemeye başladı, vs. Çok yanlış şeyler oldu ama bunların tümü dönemin siyasal süreçleriyle yakından alâkalı.
MODELLER VE STRATEJİLER
O kitle Beşiktaş’a, Karaköy’e, Kadıköy'e, Moda’ya ve Yeldeğirmeni’ne kaydı. 19. yüzyılda seçkinlerin tercihi Yeldeğirmeni, eskiden ucuz olduğu için tercih edilen, ücra bir semtti. Önce sanatçılar, öğrenciler ve Erasmusçular geldi; şimdi her sokakta en az on kafe var. Karaköy’ü soylulaştıranlar şimdi Yeldeğirmeni’ni kalkındırmaya ve cazibe merkezi haline getirmeye çalışıyor. Dikkat edin; İstanbul’da mimari açıdan tarihsel dokusu yoğun, güçlü semt kültürüne sahip, alt-kültürlerin toplaşma noktası haline gelmiş neresi varsa aynı gruplar oraları ele geçirip birbirine benzetiyor. Hele bölgede tarihi fabrika varsa hiç kaçırmıyorlar; meselâ Bomonti…
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
144
Nişantaşı hala seri satmaya devam ediyor. “Contemporary” tayfası “hobi resmi” diye küçümsüyor ama takır takır satıyor işte. Medyatik anlamda pırıltısı olmayan herhangi bir şeyi ilgilenmeye değer bulmuyorlar. İkinci dalganın başlarında Türkiye'nin en büyük koleksiyonerlerinden biri sayılan Muhsin Bilge'nin duruşu bir örnektir. Çok iyi kazanan bir avukattı; evinde Yüksel Arslan da, Bedri Rahmi de genç sanatçıların işleri de kendine yer bulabilirdi. Çünkü alanın tamamını seviyordu Bilge; Sait Faik tutkunuydu. Bu tip koleksiyonerler kalmadı artık.
Galeriler bir şehirde herhangi bir bölgede keyfe keder şekilde yoğunlaşmaz çünkü işin sınıfsal bir boyutu var. İzmir'de Alsancak’ta yoğunlaşır ama Karşıyaka'da ilgilenen çıkmaz. Taksim'deki yoğunlaşma, bölgenin 90’lı yıllarda yaşadığı kültürel dönüşümle bağlantılı bir gelişmeydi. İstiklâl Caddesi trafiğe kapatıldı ve bölge yeni palazlanmaya başlamış orta sınıfa eğlence, yeme içme, dünya kültürüyle temas etme alanı olarak tahsis edildi. Kültürel çöküntü alanı olarak tanımlanan Beyoğlu'ndaki kültürel merkezleşme yayın, kültür ve sanat dünyası adına çok heyecan verici bir gelişmeydi. Kuzguncuk ve Ortaköy, Beyoğlu’ndan önce benzeri operasyonların hedefi olmuş ve hızla dönüşüme uğramıştı. Beyoğlu’ndaki odaklar, zamanla Asmalımescit'e kaydı. Oysa o Asmalımescit, 80’lerin sonunda geceleri kolaylıkla giremeyeceğiniz semtlerden biriydi. Sermayenin hedefi haline gelir gelmez hızla soylulaştırıldı. Hatırlarsanız, Gezi'ye giden sürecin ilk adımı, Asmalımescit'eki ortamın yerle bir edilmesiydi. İktidar ilk darbeyi oradan vurdu. Niye oradan vurdu? Çünkü bölgede öyle güçlü bir kamusal enerji birikmişti ki muktedirin gözü korktu. Sokaklar öğrenci dolu, masalar almış başını gidiyor... İstanbul, Köprüaltı macerasından sonra ilk kez böylesine bir kitleselleşmeye tanık oldu. Arkadan, o kitlenin ürettiği enerji Emek Sineması mücadelesinde başat rolü oynadı. Beyoğlu, bugün Arap yarımadasından bin bir milletin tadını çıkardığı nargilecilerle, tatlıcılarla dolu. Bir daha eski günlerine dönemeyecek şekilde dönüştürülüyor ve bu dönüşüm son derece planlı bir harekâtla yönetiliyor. Zamanında kültürel odaklaşmalara ev sahipliği yapmış tüm mekânlar sırayla kepenk kapatıp bölgeyi, hâtta sektörü, ülkeyi terk ediyor. Uzun dönemde büyük ihtimalle her şeyini kaybedecek Beyoğlu.
Kriz derinleşiyor. Bir yerde kriz derinleşiyorsa oradan mutlaka yeni bir şey doğar. Dünya şimdilerde resmin, romantizmin ya da ekspresyonizmin geri döneceğine dair gittikçe belirginleşen emareleri konuşuyor. Bazı sanatçı arkadaşlarımın bunu sezerek ileriye bakmaya başladığının gayet farkındayım. Bir bakıyorum; geçen yıl cinsiyet, feminizm derken bu yıl epeyi romantik manzaralar boyuyor. Tabii, romantizmin gelişi de tarihsel kırılmalarla alâkalı, değil mi? Yani romantizm çok verimli bir dönemdi; trajedi, kan, vs. Böylesine bir sahaya dönüş yaşanırsa ironi, pis bir sırıtış gibi görünebilir, hâtta gittikçe terbiyesizlik olarak algılanabilir. GEZİ’YE BUGÜNDEN BAKMAK Gezi, ülkenin güncel sanat dünyasında büyük sarsıntılar yarattı ve çok uzun süre, sayısız tartışmanın öznesi oldu. Niye? Çünkü sanatçılar o kendiliğindenliği, hayatın kendisinin tepeden tırnağa sanat kesilmesini çok kıskandı. Gezi, dünya tarihine geçmiş bir isyandır. Temelini ironi teşkil etmiştir, sinizm olumlu işlemiştir. Bu açıdan henüz bir örneği yoktur. O yüzden, tanığı ve parçası olduğumuz için çok şanslıyız. Pembe dozer tüm haşmetiyle orada dururken öylesine güçlüydü ki kimse kalkıp kavramsal veya estetik açıdan ona bakmaya kalkışmadı. Çok ilginçtir; “contemporary” 90’lı yıllarda Vasıf Kortun ile net bir hatta girdiğinde en temel eleştiri alanları Kemalizm ve Cumhuriyet idi. Gezi'den sonra bu eleştiriler bıçak gibi kesildi çünkü gündemdeki anlamlarını ansızın kaybetti. O anlamda Gezi, meseleyi episteme kaydırdı. Bence sol liberalizmi fena halde çuvallattı, Radikal’i batırdı ama sekiz binlerde gezinen Birgün, bir haftada elli bini görüp on beş bin bandına oturdu. Sanat eleştirmeni kim? Nereden geliyor? İşin sosyolojisine baktığınızda ikinci dalganın sanat eleştirmenleri, birinci dalganın Tarkovski’yi, Proust’u, Yüksel Arslan’ı beraberce
MODELLER VE STRATEJİLER
145 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
yazabilen sanat eleştirmenlerinin aksine, belli üniversi- Beyoğlu’nun içinde de soylu bir mutfak akademisi vardı. telerin sosyoloji veya sanat tarihi bölümlerinden çıkıyor. Butik hamburgerciler, dinlendirilmiş biftek satan lokantalar Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü bunları ürete- derken bugün bu pazarda keyifle tüketen hevesli orta sınıf, bilirken İstanbul Edebiyat Fakültesi’nden kimse çıkmıyor. yarın açıkta kalacak çünkü kazancı bu mekânlara ulaşmaya Oysa sanat tarihi dediğin, devasa bir alan; o anlamda eleş- yetmeyecek. Bunlar hep birbirleriyle ilişkili şeyler… Ama tirmenlik, zamanla belli zümrelerin kurduğu hegemonyalar “contemporary” bu krizin içine sürüklenmişken, dışlananların öncülüğünde büyük bir infial ortaya çıkacak. 80'lerden arasında el değiştirmiş bir meslek olmuş. itibaren konuşageldiğimiz krizleri hayatın kendisi çözecek Binlerce defa paylaşılan “Sanatçı Burjuva Olur Mu?” başyani. Hayatın bir aşaması gelecek, meseleyi bam diye delıklı yazımda şimdinin sanatçısı kim sorusunu sormuştum. ğiştiriverecek. Sanatçı dediğin daha çok alt-orta sınıftan çıkar. Modernizmi taşıyan meselelerden biri de bu sosyolojik olgudur. Yaklaşık 2013'ten itibaren şiddetli bir değişim içindeyiz, Bu kesim kendine bir ifade aracı arar ve o aracı hızla po- hani yaşadıklarımıza baksanız sadece uzaylılarla karşılaşmadık. Aklın kötümserliği versus iradenin iyimserliği… litikleştirir. Şimdilerde, tuhaf bir şekilde, sanat dünyasına egemenlik yapmaya girişenlerin ekseriyetle üst-orta sınıf- Bundan sonra hayat çok zor olacak. Bugün bayıldığımız modernizm aralığına bakın, 1870-1914: Birinci Dünya Satan çıktığına tanık oluyoruz. Galerici ve koleksiyoncuları vaşı. Guillaume Apollinaire, kafasında şarapnel parçasıyla saymıyorum; eleştirmenlere bakınca bu değişimi gayet net dolaşıyordu. Alman ekspresyonistlerinin neredeyse tamaolarak görüyoruz. Nedir bu? Klientalizm. Alt-orta sınıftan gelen çocuklar resim, heykel, figüratif ve ekspresif çalışı- mı delirmişti. Trajedi: Birinci Dünya Savaşı’nın cepheleri… Sonra Hitler çıktı geldi ve sonrası katlanarak büyüyen acıyor; yukarı bakınca çerçeve monokroma, pop art’a, video art’a, hazır nesneye falan kayıyor. İstanbul’un sanat dün- nın getirdiği daha büyük trajediler… Dünya, muhtemelen tarihindeki en büyük mülteci akışlarından birini yaşıyor. O yasına bakınca şahikasını görüyoruz. Bu seçkin kitle, kendi içinde dahi alt sınıflar üretmeye başladı. Soylulaştıkça soy- yüzden gelecekte merkezler olmayacak. Parisli bir çocuk lulaştırmaya çalışıyor, uymayanı çerçevenin dışına ittiriyor. bile gelip Galata’da atölye tutmayı düşünüyor. Daraldıkça alt sınıflar üretiyor, alt sınıf ürettikçe daralıyor. Dayanışmak, alternatif alanlar yaratmak hep söylencede Büyük ihtimalle bu müthiş seçkinleşmeye dair metin üreten kalan kavramlar oldu, belki doğru girişimlerle şimdi gerçek birileri çıkacaktır yakında. aralığına oturuyor. İşsiz kalınca dayanışmayı öğreniyor inGıdaya bakınca, yaklaşık on yıldır benzer bir gidişat görü- san. Seçkinleşerek yayılan bu alan, çok kişiyi dışlayacak ve işsiz bırakacak. O yüzden yerel yönetimler kooperatifleşmeyoruz: Nusr-Et gibi grotesk bir tip çıkarttı. Organik gıda ve iyi et, itinayla köylünün para verip yiyemeyeceği bir mer- yi teşvik edecek mekanizmalar kurmalı. Dünyaya bakınca, bu işlerin üstesinden gelmeye rehber olabilecek çok model tebeye taşındı. Etini Macro zincirine satan köylü, alış veriş etmek için BİM'e gidiyor. Bakın bu önemli. Kapatılan SALT var: Sanatçılara ucuza atölye tahsis etmek, sürdürülebilir
presif bir işe azıcık monokrom sürdüğüm zaman da “contemporary” olur. Kasıtlı “kitch” stratejileri izlersem, “camp” stratejilerini tercih edersem veya hazır nesne kullanırsam veya kavramsal şeyler yaparsam yine “contemporary”den sayılır. İyi ama sanat bunlardan ibaret değil ve olmayacak. Resmi ve heykeli beş yüz yıl sonraya taşı, yine durduğu yerde olanca ağırlığıyla duracaktır. Bunu biliyor olmak, sanatçının üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ve bu baskı medyayla sanat eleştirmenleri üzerinden itekleniyor.
MODELLER VE STRATEJİLER
kılmak için iyi örnekleri sübvanse etmek, şehrin belli bölgelerinde açılacak atölyeler için vergi indirimleri uygulamak, yapıt satın alarak sanat parkları kurmak, kent müzesi olarak eser sipariş etmek, vs.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
146
Gravür türü, serigrafiye dayanan eser üretim biçimleri de yaygınlaşabilir gibi geliyor bana. Tuhaftır; ikinci dalga yükselirken gravür baskı, kâğıt işler epeyi azalmıştı çünkü herkes büyük tuvale yönelmişti. Kâğıda iş yapmak küçümsenen bir uğraştı. Oysa kâğıt ucuzdur ve kolayca paylaşırsınız. Daha çok insanın evine ulaşır. Bu tür ekonomik alternatifler geri dönecek. SANAT YAYINCILIĞININ GEÇMİŞİ ve GELECEKTEKİ İŞLEVİ Türkiye'de sanat yayıncılığının belkemiği dergilerdir. Gerçi edebiyat için de bu böyledir; dergiler gerilla taktikleriyle ilerler, çoğalır, yayılır ve fetheder. Gazetelerin kültür-sanat sayfalarını dışarıda bırakırsak, sanat dergiciliğinin 80'li yıllarda müthiş bir atak yaptığını söyleyebiliriz. RH+, Genç Sanat hâlâ hayatta; Türkiye'de Sanat ve Artist gibi dergilerse tarih oldu. Peki, bu dergiler neden ortaya çıktı? Burjuvazi, Özal palazlandıkça resim satın almaya başladı. Vakko’nun düzenlediği yarışmaları anımsayalım. Hâtta bu dönemin kimi sanatçılarını “Vakko Kuşağı” adı altında toplamaya kalkanlar oldu. Bu derece para etmezden önce, istisnalar hariç; ressamların çoğu akademisyendi. Nuri İyem’i öncü sayabiliriz. 80'li yılların sonlarına doğru oluşmaya başlayan sanat piyasası, Sabancı ve Koç cephesi başta olmak üzere, hem sermayeyi sanata yatırım yapmaya çağırdı hem de üst-orta sınıf koleksiyonerleri ortaya çıkardı. Sanat piyasasında yaşanan en ciddi kırılmalardan biri şu oldu: İyi kazanan, Nazım okumuş, kendine göre entelektüel bir tarafı olan birisi kolayca resim alabilirken şimdi piyasa tamamen Bobo kuşağına mensup, “contemporary alıcısı” üst-orta sınıftan, borsacılardan falan oluşuyor. Bu durum, ayrı ama önemli bir tartışmayı beraberinde getiriyor: Alıcılar, hâlâ pentürü, konvansiyoneli tercih ediyor. Elbette sanat dediğimiz güncelden ibaret değil; zira Türkiye'de böyle bir algı oluşmaya başladı. Bir ara ne günceldir konulu, yirmi maddelik bir liste yapmıştım. “Medusa'nın Salı”nı ne yapacağım, değil mi? “Contemporary” sayılmanın koşulları var. Meselâ resmin üzerine folyo kağıt kaplarsam, “contemporary” olur. Eks-
Yerli burjuvazinin 80'li yıllardaki müthiş atağına geri dönecek olursak, sanatçıların belli bir kısmının eli para görmeye başlıyor. Piyasa da sanat dünyası için hâlâ önemini koruyan Nişantaşı-Teşvikiye hattına öbekleniyor. Bazı galerilerin dergi çıkarmaya başladığını görüyoruz. Edebiyatı ve felsefeyi sanatla harmanlayan Argos ile Gergedan, o dönemi taşıyan yayınlardır. Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri gibi aynı yayın grubuna bağlı olup bu canlanmadan kendine görev çıkarmış, yola iyi başlamış dergileri de unutmayalım. 90'lara kadar gayet zengin içeriklerle devam ediyor bu dergiler; neredeyse tamamında edebiyat ve şiirden gelen “eleştirmenler” kalem oynatıyor. Sanat eleştirisinin en büyük problemlerinden biri de budur: Deneme formu, bu topraklarda hep güdük kalmıştır çünkü kapalı devreler destek olmak adına bu yayınlarda kimi yazarları, şairleri istihdam etmeyi yeğlemiştir. İkinci dalgaya bakınca edebiyatçı, şair, ressam, heykeltıraş bağının külliyen kopmuş olduğunu görüyoruz. Bunu “Bohemin Sonu” adını verdiğim, çok tartışılan bir yazıma konu etmiştim. Eskiden aynı masada oturup takılan müzisyenlerin, ressamların, heykeltıraşların ve şairlerin ilişkisindeki bu kopuş, çok açılı bakabilme yeteneğini ortadan kaldırmış, deneme formunu güdük bırakmıştır. Sanatçılar artık edebiyatçılardan çok post-yapısalcı sosyologlarla ya da felsefecilerle temas halinde. Bu ilişki hattının gündeminde Kant yok meselâ ki bu da bir başka kopmayı işaret ediyor. 80'li yılların sanat dergileri, birçok tartışmaya zemin yarattıkları için ayrıca önemlidir. Ne var ki kavramın bu tartışmalarda pek yeri olmamıştır. En büyük kayıplardan biri sanatta lirizmin kaybolmasıdır. Kavramsal olan liriği öldürür zaten, ironi de liriği öldürür. Bunu ben söylemiyorum, Hegel söylüyor. Lirik üslup en temel duyguları taşır: Trajik, epik, lirik, komedi… İroni de zamanla sinizme dönüştü. Bu dergilerle beraber, sahaflardan Yeni Düşün toplardık. Biraz paralamışsak Argos, Gergedan arardık. Neden? Edebiyat, şiir, deneme, resim, heykel, sinema bu yayınlarda bir arada yer bulabiliyordu. Kaya Özsezgin, Abdulkadir Günyaz, Ferit Edgü… Bu gibi isimleri okuyarak yetişti bizim kuşak; aynı aralıkta sosyalist gerçekçi akımın Türkiye'deki ayaklarıyla yaşanan tartışmaları saymazsak, büyük kutuplaşmalara veya dev çatışmalara rastlayamayız. 2000’lerde üç aylık sanat dergisi formatı adeta patlama yaşamış, bu dergilerin gündeme taşıdığı tartışmalarsa akademi başta olmak üzere, sanatın her alanında verim üretmeye başlamıştı. 2000'lerin ortasından sonrasına bakıyoruz, or-
Sanat blogları ve portallar bir derece işi taşımaya devam ediyor. Meselâ Sanatatak reklâm almıyor, alamıyor ama çok ciddi sayıda takipçisi var. Birinci dalganın pentür ağırlıklı, teorik dergilerinin ömrü tükendiğinde, pazar az çok oturduğunda, bir yayın gereksinimi ortaya çıkmıştı ki o yayın, gecikmeli olarak karşımıza çıktı: İstanbul Art News. Sahibi bir galerici; birinci dalgadaki bazı galericilerin çok hızlı bir biçimde ikinci dalgaya uyum sağladığını gördük. İstanbul Art News da bu hızı yakaladı ve “contemporary”nin yayını haline geldi. İçerik niteliğini öne koymadan söylersek, sanat eleştirisi ve dijital sanat yayıncılığı, sosyal medyada kendine büyük alanlar açtı fakat önünde sonunda çok dar bir çevre; hemen birbirlerine bulaşmaya başlıyorlar. Çığ gibi trol türüyor bu çevreden. Takma isimlerin arkasına saklanarak ateş etme imkânı, konfor alanları üretti. Bu da eleştirmeni ya da kültür-sanat yazarını ele gelir bir şeyler demekten alıkoydu, sert bir şey söyleyemez hale getirdi. Sanat eleştirmeninin basın bülteni, tanıtım metni üretir hale gelmesinin baş sebebi budur. Söyleşi yapmak, tam da bu yüzden rağbet görür oldu çünkü format arkasına saklanabileceğiniz alanlar yaratmaya müsait. Eleştiri nedir arkadaşlar? Eleştiri, öncelikle risk almaktır. İyi eleştirmen risk alır; eşi dostu üzmeyi göze almış demektir. İyi bir eleştiri tek bir yapıt yerine ilişkiler, bağlamlar üzerinden kurulur. Yani monokrom resme bakarken, monokromun neden yükseldiğini sormak gerekir. Eğer dâhil olduğun ağlardan dışlanmaktan, küratörü küstürmekten, galericiyi üzmekten korkuyorsan bir yazımda tanımladığım gibi “onurlandırılmış güçsüzlük” ile taçlanmışsın demektir. Eleştiri dergisi yoksunluğu var. Kendi adıma elimi taşın altına koyup Ek Dergi girişimini başlattım. Matbu başlayıp dijitale döndük. Meltem Tüzün, Genco Gülan gibi meseleye çok doğru yerlerden bakan isimler ortaya çıkmaya başladı. Koleksiyonerlerin de yakından takip ettiği İstanbul Art News, PR yapmak için en ciddi mecra, şu anda. Konuşmamın başında söyledim, güncel sanat demek artık para demek. Diğer yandan 80’li, 90’lı yıllarda dolaşıma girmemiş önemli metinler, şimdi yayınlanır hale geldi. John Ruskin, meselâ; Ruskin’siz 19. yüzyılı, Proust’u, Oscar Wilde’ı veya ön-Raphaelcileri, Art and Craft’i düşünemezsiniz. Mesela Bauhaus'un kökenine dair metinler… Girmemiş Türkçeye,
Telifli yazmaya dair modellerin de yerli yerine oturmasını umuyorum. Üç yılda dokuz yüz sayfa yazmışım; altı yüz sayfasını kitaplaştırmışım. Telifli yazınca işe daha disiplinli yaklaşıyorsun, az veya çok; o parayla geçiniyorsun. Gelir, her zaman motivasyonu yükseltir. Bedavaya reklâm vermek veya almaksa bir yerden sonra kendini ve işini ipotek etmeye götürüyor.
MODELLER VE STRATEJİLER
Peki, internet kâğıdı öldürdü mü? Gazete bayilerine bakın, ortalama yirmi bin tirajı yakalamış, içine popüler kültürün öne sürdüğü her türlü ismi koymuş onlarca dergi var. Patetik dergiler bunlar; ağdalı yazılarla kaybetmeyi yücelten, tutunamayan olmanın sömürüsüne yaslanarak ekmek yiyen, “yukarı kültür / aşağı kültür” ayrımını sekteye uğratarak seçkincilik üreten bir dergicilik anlayışının ürünleri. Kapağa Yeşilçam’dan veya edebiyat dünyasından bir duayen koy, sömürüye başla. Gezi’de ortaya çıkan neşenin aksine, çöküntüyü büyüterek var olmaya çalışıyor bu dergiler.
vakit olmamış. Kült Yayınevi, fanzinden hallice bir formatta, nefis şeyler yayınlıyor. Norgunk, temel metinleri alımlı tasarımlarla yayınlıyor. Bu yayınlar, 90 ve sonrasında doğmuş kuşak üzerinde çok ciddi etkiler bırakacak. Bu anlamda, sanat yayıncılığı açısından güzel bir zaman aralığındayız ki interneti saymıyorum bile. Ali Artun'un nefis makaleleri de cabası... Şu an yayıncılıkta gidişat butik olandan yana ilerliyor. Butik güzeldir. Gerçi kapitalizm bu butikleşme meselesini gayet güzel kullansa da mevzubahis yayıneviyse her alanda at koşturmaya lüzum yok. Yapısını esneklik ve pratiklik üzerine kuran butik yayınevleri ileride çok daha önemli hale gelecek çünkü büyük yayınevleri gittikçe hantallaşıyor, hareket imkânını kaybediyor.
147 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
tada dergi falan kalmamış. Tabii bu değişimde devreye giren internetin müthiş dönüştürücü gücünü yadsımamak lâzım.
SANATATAK / Ayşegül Sönmez
sanatatak@gmail.com www.sanatatak.com
! $ sanatatak
MODELLER VE STRATEJİLER
Yazarım, tanığım; bugün kendimi böyle nitelendiriyorum. Zamanında kültür emekçisi olarak nitelendiriyordum, hâlâ öyle olduğumu düşünüyorum ama süreç sizi kendinize dair yeni tanımlar yapmaya sürükleyebiliyor. Çok kategorize etmeden, tutkunuzun belirlediği alanları başka tutkular üretecek şekilde bölmekten bahsediyorum. Aslında bütün sanatçılar özünde bunu düşlemiyor mu?
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
148
! benaysegulsonmez $ aysegulsonmezpr
dört yıl dayandı ve bence o dönem için çok avangart bir duruşu vardı. Negatif’ten bahsetme ihtiyacını hissettim çünkü Sanatatak’ı kurarken bu döneme dair deneyimlerin bıraktığı izlerden esinlendim. Bizim yayın çizgimiz de benzer bir şekilde ilerliyor; bienali yakından takip ediyoruz ama özgürce eleştiriyoruz. Yıl 1995; Negatif, “Bienal Sendromu” diye bir başlık atmıştı ve bir şehrin bienalden ne bekleyebileceğini tartışmaya açmıştı.
Sağ olsun Ahmet Nesin, “birazcık kadın hareketine gir; sadece sanatla olmaz” diyerek beni Duygu Asena ile tanıştırmak Ardından Milliyet’in kültür-sanat bölümüne transfer oldum. için randevu ayarlamıştı. Yıl 1993; görüşmeye gittiğimde İlk yaptığım söyleşiyi hiç unutmuyorum: Paulo Coelho, son derece ukâla bir şekilde, “sadece sanat yazarım yalnız” “Simyacı”yı yeni yazmıştı; henüz “bestseller” yazarı değildi demiştim ki gittiğim yer bir kadın araştırma merkeziydi; ve doğu-batı meselesi üzerine epeyi sohbet etmiştik. Şimfeminizm üzerine bir laboratuvar gibi çalışıyordu. Son- di masal gibi geliyor ama Milliyet Sanat gibi bir derginin raları bu merkezin ayrılmaz bir parçası, en genç üyesi ol- merkez medyanın göbeğinde durabildiği, gazetenin küldum. KADINCA hareketi, 80’lerin iktidarının izin verdiği tür-sanata iki tam sayfa ayırdığı yıllardan bahsediyoruz. O bir özgürleşme alanıydı. O dönem “ev reisleri” cezaevinde, zamanlar “çağdaş sanat” terimini kullanıyordum ama kısa çocuklarla annelerse dışarıda ve dergilerde çalışıyordu. zaman sonra çağdaş yerine güncel kelimesini kullanmakDuygu Asena, adeta dergiyi zemin olarak kullanıp bütün ta ısrar eden bir muhalefet hareketine öncülük edecektim. kadınların birbiriyle koşulsuzca dayanıştığı bir komün Milliyet gazetesiyle Milliyet Sanat dergisinde güncel sanat yaratmıştı. Yeri geldiğinde geçenlerde kaybettiğimiz Kate misyoneri gibi çalıştığım bu yıllar, herkesin kendi alanınMillett’i ağırladığımız, yeri geldiğinde Anja Meulenbelt ile da küçük kaleler inşa ettiği, hükümranlığını kurduğu bir saatlerce sohbet ettiğimiz bir zemindi bu. Seksüalitemizin dönemdi. Zeynep Oral’ın sabit köşesi vardı, Alin Taşçıyan nereden geldiğini cinselliğimizi merkeze alarak tartıştı- düzenli olarak yazıyordu, dergi on beş günde bir çıkıyordu. ğımız, cinselliğimizi nasıl yaşadığımızı kurcaladığımız, Bir yandan bölümdeki görevime devam ediyordum, diğer bedenimize odaklandığımız çok enteresan bir dönemdi. yandan yeni kurulan özel haber dairesine popüler kültürle O dönem Türkiye, hem çok karanlık hem de enteresan bir veya dünyanın gidişatıyla alâkalı yazı dizileri hazırlıyorbiçimde çok ilerici bir sürecin içindeydi. Medya dünyasına dum. Meselâ G8 zirvesine karşı duran hareketin parçasıyböylece adım atmış oldum. Aydın Doğan’ın dergi grubunu dım ama haberleştirmek üzere zirveyi takip ediyordum… Mahmutbey’deki ilk plazaya taşıdığı döneme denk gelen İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı’ndan mezuKim dergisi, aslında Kadınca’nın devamıdır ama çok daha num. Yazarlıkla uğraştım, sanat eleştirisi yaptım, küratörlük kapitalist bir çizgiyi benimsemiştir. Kefeliköy’de sabahladenemelerim oldu ama gönlümdeki yatan aslan Marmara rı Boğaz’da simit, akşamları meyhanede rakı keyfi yapan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde resim üzerine eğigazetecilerken, birdenbire plazaya kapanmak, o açık ofisler tim almaktı. Hayatı boyunca resim yapmamış, temel sanat falan bize şunu söylüyordu aslında: Medya, içine konuşlaneğitimi almamış bir lisans mezunu olarak master yapmak dığımız mekânların mimarisiyle uyumlu olarak dönüşecek üzere bölüme başvurdum ve kabul edildim. Şimdi doktora ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. aşamasındayım. Uygulamanın içine düştüm ama bunu ben Duygu Asena, çok genç bir sanat dergisi yapma fikriyle istedim. Tayfun Erdoğmuş, Filiz Başaran, Hüsamettin Koçan, çıkageldiğinde bana aktif bir rol yüklemişti, sağ olsun. Mürteza Fidan atölyelerinden mezun oldum: “Malzeme mePost-modernist bir manifestoyla yayın hayatına başlayan sajdır diyoruz ama malzemenin ne olduğunu algılayamazsan Negatif, popüler-entelektüel bir çizgiyi takip edecek, alçak- mesajı nasıl okuyacaksın?” Mimar Sinan ekolünden farklı olayüksek sanat ayrımı yapmayacaktı. Ayrıca, sadece gençleri rak, atölye sistemine dayanan Marmara ekolünü çok seveistihdam edecekti ki o zamanlar yirmi bir yaşındaydım. O rim. Serbest mekânlar; içeride herkesin küçük bir alanı var. ekipte yer almış çoğu ismi bugün gayet yakından tanıyorsu- Kimi zaman atölye hocası sizi oturmaya çağırıyor, beraber nuz: Cem Altınsaray, Onur Baştürk ilk aklıma gelenler. Dergi film izliyorsunuz veya ona son dönemde takıntı edindiğiniz
Bir dönem Gent, Belçika’da HISK adlı sanat okulunda lisansüstü öğrencilerle çalıştım. Ardından Okan Üniversitesi maceram başladı. Okan Üniversitesi, baştan Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kurulmuştu. Halen buradaki görevime devam ediyorum; altı yılı geride bıraktım. Sanatatak gibi bir işe kalkışmak, akademideki pozisyonunuza mutlaka bir yerinden değiyor. Aslında Sanatatak’ı 2012 yılında kurdum ki o zamanlar Milliyet Gazetesi’nde çalışıyordum. Üstelik gazetede düzenli bir köşem vardı. Barış sürecine gönülden destek veren gazetecilerden biriydim; özel uçaklarla Diyarbakır’a, Hakkari’ye gidip dönemin Tarım Bakanı ile Cilo Dağları’na baka baka “çok yakında barış geliyor; burada da organik tarım yapar mıyız, yaparız” diye muhabbete oturduğumuz bu süreç bozguna uğratılınca işsiz kaldım. Siteyi kurma fikri kafamda dolanmaya başladığında sanat hayatının gidişatından dolayı çok tedirgindim: “Osman Hamdi’nin iki milyonluk tablosu, üç milyona yükseldi; eseri satın alan koleksiyonerle görüştük.” Ortada dönmeye başlayan rakamlara bakıp dedim ki bu iş bitmek üzere. Bizim gibilerin nefes alabileceği, sesini ve işini duyurabileceği alanlara çok ihtiyacımız olacak diyerek kolları sıvamaya karar verdim.
Alt başlıklarımızdan biri “Modern/Çağdaş”. Daha 90’ların başındayken, güncel sanatı çağdaş sanattan kopartan, onun içinde ona karşı bir pozisyon alan çağdaşlaşmanın sorunlu bir süreç olduğunu iddia ediyorduk. Türkiye’nin çağdaşlaşması, bize göre başarısızlığa uğramış bir modernlik projesiydi. Böyle düşünerek, içinden bir güncel sanat hareketi çıkartmıştık ama bugün itibariyle o hareketin muhalifliğini kaybettiğini düşünüyorum. Modernlerin ne olduğuyla ilgili de Fransızların öne sürdüğü “bir ruh hali” tanımını benimser, bazı yazar meslektaşlarımız ve eleştirmenler. Sanatatak, bu başlık altında ilginç bir tiyatro oyununa da yer verebiliyor, bienale de. “Off İstanbul”, çok önemsediğim ve üzerine çok kafa patlattığım bir alt başlık. İstanbul dışında nelerin olup bittiğini görünür kılmaya çalışıyoruz. “Ekran” alt başlığında video arttan sinemaya uzanan geniş bir çerçeveye yer veriyoruz. “Hayati”de ağırlıklı olarak felsefe yazıları yer alıyor. “Tiyatro” alt başlığını açtık ama içinin nelerle dolacağını zamanla göreceğiz. Ekolojik meselelere, tasarıma ve mimarlığa da ilgi duyuyoruz ama içeriğin üzerine daha çok eğilmemiz lâzım. İçini yeni yeni doldurmaya başladığımız “Çocuk” alt başlığı da özel ilgiyi hak ediyor.
Sanatatak’ı bir kültür girişimi, kalkışması olarak nitelendirebilirim. Hele kuruluşuna bugünden bakınca, kalkışma kelimesini rahatlıkla kullanabiliyorum. Daha en baştan “benim ama bizim” mottosuyla yola çıktım. Blog olarak tasarlamak asla aklımda yoktu çünkü kendi bloğum vardı. Amacım bir park yaratmaktı; eleştiri ve haz merkezde olacaktı. Haz meselesine, arzunun bastırılmasına, neyi ne kadar bastırdığımıza duyduğum yakın ilgi, bana kadın dergiciliği döneminden kalan bir mirastı, aslında. Kuruluş manifestosu da aynı temaya vurgu yapıyordu: “Sanatatak, 2012 yılında gazeteci ve sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez tarafından eleştiri ve hazzı yan yana getirmek amacıyla kuruldu. Röportaj ve eleştiri yazısı ağırlıklı site, online bir kültür-sanat gazetesi olmaya öykünse de gazete gibi tarif edilmiş bir formdan uzak kalmayı diliyor. Hayata ve sanata dair her şeyle ilgileniyor. Sanatı sabit bir kategori gibi düşünmek yerine çeşitlendirebildiği kadar çok çeşitlendirmek istiyor.” Bu iki kavramı yan yana getirmek çok önemliydi çünkü kitlesel bir gazetede ne haz, eleştirinin ne de eleştiri, hazzın yanına uğrar. İkisini birleştirmek, aslın-
Ben matbu medya döneminden geliyorum ama söyleşilerde sıkça sorulan “basılı medyada yazmak, insanlara ulaşmak açısından çok daha hoş değil mi” sorusuna aksi yönde bir cevap veriyorum. Dijital mecra, okurun yazara doğrudan dokunabilmesine olanak sağlıyor, her ikisinin arasında gayet net bir ilişki hattı kuruyor. Üstelik içeriğin okura bu kadar hızlı ulaşabildiği bir deneyimi daha önce yaşamadım. Okur, dijitale geçişle beraber benim nezdimde sürecin baş aktörlerinden biri haline gelmiş durumda. Hâtta 2012’den sonra o kadar acayip şeyler yaşadık ki! Okurların önemli bir kısmı Sanatatak yazarı oldu. Çok organik ilerleyen bu süreç, tamamen planımın dışında gelişti. O esnada basılı bir araç yaratmak adına yayınevimizi kurmakla meşguldüm. Sanatatak Yayınları’nın ilk kitabı olarak, uzun zamandır üzerine çalıştığımız Ömer Uluç projemizi seçtik. Türkiye sanatında çok özel bir pozisyona konumlanmış, adeta bir filozof gibi hepimize çeşitli kapılar açmış Uluç, yirmi yaşımdan beri arkadaşlık ettiğim biriydi. Eşi Vivet Kanetti Uluç, kendisini kaybettikten sonra bu kitap için
MODELLER VE STRATEJİLER
da hayatla sanatı kavuşturmak gibi geliyor bana. Sitenin alt başlıklarını ve tasarım dilini de bu bakışa göre belirledim.
149 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
bir şeyden bahsediyorsunuz ya da onun takıntılı olduğu bir şeyi saatlerce dinlemek zorunda kalıyorsunuz.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
150
arşivini bize açtı. Kitap için seçtiğimiz “Umut Burnu’ndan Dolaşarak” ismi, ilk gençliğini Amerika’da geçirmiş, büyük yolculuklara çıkmış, bir süre Afrika’da yaşamış Ömer Uluç’a çok yakıştı. Sürekli kafa yorduğumuz doğu-batı çelişkisine, batılılaşmaya, modernleşememeye, çağdaş sanata, güncel sanata, hayata, ertesi güne dair çok orijinal fikirler üretmiş bu değerli insanın tüm söyleşilerini içeren kitabın editörlüğünü de ben üstlendim. Nefis bir arşiv, olağanüstü bir külliyat… Retrospektif şeklinde tasarladık kitabı. Sanatçının Ece Ayhan’a bahsettiği tanker resmini görebiliyorsunuz mesela. Bu kitapla yayınevi dünyasına adım atmış oldum ama tekelleri aşmak, bir yazarı görünür kılmak, kitabı hakkıyla dağıtmak ve duyurmak nasıl bela işlermiş, gördüm. Hakikaten edebiyat dünyası, şifresini kıramayacağınız bir kapının ardında duruyor. Edebiyat, disiplinlerarası ilişkiler kursun, hayatla sanatla kavuşsun diyoruz ama kanaat getirdim ki bunlar imkânsıza yakın çabalarmış. Ardından, 1967 yılına ait bir sohbeti kitaplaştırdık. Çağdaş sanat, güncel sanat 90’larla beraber başlamadı tabii ki. Bunun öncesinde koskoca bir tarih yatıyor ve modernlik seviyemize ilişkin pek çok tartışmanın kaynağı 50’li, 60’lı yıllara dayanıyor. Sabri Berkel, Ömer Uluç, Sezer Tansuğ, Nuri İyem, Nurullah Berk, Ercüment Kalmuk ve Yaşar Nabi, 1967 yılında bir yuvarlak masa toplantısı düzenlemiş. O masada çok enteresan şeyler konuşulmuş. Meselâ Nuri İyem, annesinin kendi resimlerinin üzerine örtü örttüğünü çünkü figürlerden rahatsız olduğunu anlatmış. Müthiş bir konuşma; herkesin özel bir pozisyonu var, hiç kimse biz demiyor, koro gibi aynı şeyi desteklemiyor veya aynı kaynaktan alıntı yapmıyor. İnanılmaz heterojen bir sohbetmiş. Bu sohbeti İngilizce-Türkçe basalım istedik. Bu yılın başında bahçeli, küçük bir mekân kiraladım ve “Sanatatak Eğitim” serisini başlattım. Hayalimde yine Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki o atölye ortamı vardı. Beraberce üretebileceğimiz, deneyim paylaşabileceğimiz, küçük toplulukları bir araya getirecek, eğitim sistemindeki boşlukları dolduracak, farklı pozisyonlara sahip isimleri dar başlıklar altında konuşmak üzere konuk edecek bir mekân hayaliyle yola çıktım. Ders vermek isteyenler için de Facebook’tan açık çağrıya çıktım. Bir zamanlar okurumuz olan yazarlarımız bu kez bize eğitmenlik yapar hale geldi.
Akademi değiliz; “akademi bir morgdur” diyen Ömer Uluç’a da şapka çıkarıyoruz. Tek ders verenler oluyor, seri önerenler oluyor ama özgün bir program yürüsün istiyorum. Örneğin, Turgut Cansever üzerine enteresan bir tek ders yaptık; bu derste Cansever ile aynı apartmanda yaşamış beyefendileri konuk ettik. Beraberce farklı şehirlerde farklı deneyimler üretebilmenin gücüne inanıyorum. “Sanatatak Eğitim” olarak, hem İKPG bileşenlerini konuk etmek hem de mekânı İzmir’e taşımak isterim. Bunu bir açık çağrı olarak kabul ederseniz sevinirim.
URBANOBSCURA / Ayşin Zoe Güneş
UrbanObscura fikrinin nasıl ortaya çıktığından söz ederek başlayayım. 2011 yılıydı; iki arkadaşım, “inşaat sektörü barbarca ilerliyor ve İstanbul çok hızlı değişiyor. Biz meseleyi her yönüyle ele alacağımız bir belgesel çekmek istiyoruz” diyerek bana ulaştı. Hepimizin takdirle izlediği, hâlâ geri dönüp baktığı “Ekümenopolis” böylece ortaya çıktı. O dönemde videoya, mobil uygulamalara, yazılıma ve tasarıma merak salmıştım; filmin her aşamasında ekibe elimden geldiğince destek oldum. Bir yandan da sıraladığım disiplinleri bu konuyu işlerken nasıl bir araya getirebileceğime kafa yoruyordum. Günümüzde disiplinler iyice iç içe geçmiş durumda ve bu geçişkenlik çok hoşuma gidiyor. UrbanObscura’ya buradan yola çıkarak vardım ve birikecek veriyi kamuya nasıl mâl edebileceğimizi tasarlamaya koyuldum. İlk çalışma toplantımız, 15 Temmuz darbe girişimine denk gelince süreç iki ay sekteye uğradı. Başlarda bir takım fonlara başvururuz, projeyi böylece finanse ederiz diye plan yapmıştık ama bu süreç uzadıkça uzadı. İlk çıkardığımız iş takvimine göre eylül ayında haritayı ve siteyi ortaya çıkaracak, Ocak 2017’de uygulamayı tamamlayacaktık fakat hâlâ üzerinde çalışıyoruz. Gerçi bu gecikme, bazı faydalı bağlantıların kurulmasına sebep oldu. Örneğin, şehre sembol eserler miras bırakmış Alman mimarların ve heykeltıraşların üzerinden, Goethe Institute Ankara ile temasa geçtik. Haritalama çalışmasını tamamladıktan sonra, alt yapıya tarih aralığı belirleme fonksiyonunu ekledik. Örneğin, 1960-1970 aralığını seçtiğinizde şehrin o dönemki mimari dokusunu kolayca görebiliyor, dolayısıyla güncel haliyle mukayese edebiliyorsunuz. Karşılaştırmalı haritaların fonksiyonel açıdan kent planlamasıyla ilgilenen herkese fayda sağlayacağını düşünüyoruz; zira, 1960 yılında şehir merkezinin dışında duran bir yeşil alanın 1980’lerde nasıl dönüştürüldüğünü aşama aşama izleyebiliyorsunuz. Baştan bireysel bir projeydi ama Mimarlar Derneği 1927 ile yaptığım görüşme, bana çok değerli bir ortak kazandırdı. Projeyi birlikte yürütmeye karar verdiğim bu dernek, doksan yıllık bir kurum olması hasebiyle müthiş bir birikime sahip. Kendi bastığı yayınları da içeren kapsamlı bir kütüphanesi var. İlk adımda, her türlü matbu kaynağı dijitale aktarmaya, mimarlık tarihi üzerine bir veri alanı kurmaya
karar verdik. Amacımız, yıkılan veya yıkılma riski olan binalara yönelik bir kaynakça üretmek. Bunun üzerinde çalışmaya devam ediyoruz çünkü basılı materyalleri, haritaları veya kişisel koleksiyonlardan derlenmiş fotoğrafları dijital ortama aktarmak çok zaman alıyor ve toparladığımız malzemelere ilişkin her bilgiyi teyit etmemiz gerekiyor. Sergilenen bilgiler ve ortaya çıkan veriler, bir kentin nasıl tüketildiğini gözler önüne seriyor. Kentin nasıl ucu, sınırı olmayan bir “yer” haline geldiğini ve bu sınırsızlık halinin sistemin sınırsızca davranmasına nasıl ön açtığını, üzerinde yaşayanlara şifa sunan doğal, kültürel alanların nasıl yok edildiğini kolayca görebiliyoruz. Oysa bir semti veya kenti mekânlar üzerinden hatırlarız. Bugünlerde kendinize bir rota belirliyorsunuz ama bir bakmışsınız ki rota üzerinde yer alan, hafızanıza kazınmış mekânlar yıkılmış gitmiş. Biz de bu can sıkıcı durumdan kendimize görev çıkardık, değişimi herkes için görünür hale getirmeye karar verdik ve yeni medya tabanlı, interaktif, süreç devam ettikçe kendini yenileyebilecek bir sistem tasarladık. UrbanObscura, uzun erimli bir proje ve birden fazla kısımdan oluşuyor. Örneğin, Başkent Üniversitesi’nden bazı akademisyenler, “Ankara'da Sivil Mimari Bellek” adını verdikleri bir çalışma yürütüyor. Ankara, mimari tarihimiz açısından çok önemli apartmanlara, şimdi atıl duran binalara ev sahipliği yapıyor. Bu bellek çalışması, görsel arşivin yanı sıra yapıların künyelerini içeriyor. Dedik ki bu projeyi de siteye dâhil edelim; UrbanObscura, aynı alanda yapılmış veya süregiden tüm çalışmaları bir araya toplayan, net ve güvenilir bilgileri kamusal kullanıma açan bir portal olsun. Bu bakışla yeni projeleri takip ediyor, ortaklarımızı çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Ankara'daki önemli olaylara tanık olmuş bireylere yönelik sözlü tarih çalışmaları yapan Hafıza Kaydı ekibi, Gezi direnişini gün be gün kayıt altına almış Artık İşler Kolektifi ve SALT Ulus, muhtemel paydaşlarımız olabilir. Bu yapıların elindeki arşivleri izin almak kaydıyla, resmi sitelerine vereceğimiz linkler üzerinden, paylaşıma açmak istiyoruz.
151 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Davetinize teşekkür ederim; İKPG sürecini, özellikle İzmir Kültür Haritası projenizi çekirdek ekipte yer alan arkadaşlarım dolayısıyla başından beri heyecanla takip ediyorum.
MODELLER VE STRATEJİLER
www.urbanobscura.net
ANKARA’YA NEREDEN BAKIYORUZ?
MODELLER VE STRATEJİLER
İzmirliler ve İstanbullular, Ankara'yı “devasa bir Mecidiyeköy” şeklinde algılıyor. “Çok gri bir şehir”, “tatsız bir devlet kenti”; sıkça duyduğum tanımlar. Evet, Ankara bir kamu kenti; lâkin içerdiği yeşil alan miktarına bakınca, İstanbul'a nazaran daha şanslı bir şehir. Batı Ankara’daki yapılaşma, kooperatiflerin istilası yüzünden İzmirlileri ve İstanbulluları haklı çıkarıyor olabilir fakat şehir, gerek mimari bellek gerekse kentsel doku açısından karakterini büyük ölçüde koruyor. Seymenler Parkı veya Botanik Parkı gibi şehrin içine, günlük hayatına entegre olmuş nice alan var. Vedat Dalokay, bilhassa belediye başkanlığı döneminde bu konulara çok kafa yormuş. Ankara'nın sembolleşmiş pek çok parkı onun döneminde yapılmış.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
152
Dalokay ve ortağı Nejat Tekelioğlu'nun Ankara'da inşa ettiği binalar, şimdilerde art arda yıkılıyor ve dönemin siyasi düzenine bakınca, Adalet Partisi'nin, zamanında içinde bulunduğumuz dönemi alabildiğine andıran bir politikayı takip etmiş olduğunu fark ediyorsunuz. İkilem şu ki bugün bizim kıymetli bulduğumuz yapıların ve açık alanların birçoğu, dönemin soylulaştırma operasyonu sonucunda ortaya çıkmış. Cinnah Caddesi’ne bakın, bu operasyonların nice örneğini görürsünüz. Caddenin iki yakası bir zamanlar müstakil evlerle bezeliyken bugün dizi dizi apartmanlara ev sahipliği yapıyor. Sistem, şimdi de mimari açıdan arşivlenmeye değer bu apartmanları indirmek istiyor. Meselâ bizim çalışmalarımızı yürüttüğümüz bina ki Ankara'nın ilk modern apartmanlarından biri olarak kabul edilir; oturduğu alandaki müstakil evleri ortadan kaldırmış. Ne var ki o döneme bakınca bir nüansla karşılaşıyoruz: Apartmana yer-
leşecek insanlara yaşam bölgeleri açmayı unutmamışlar. Bugün insana değil, yapıya kıymet veriliyor; en önemli detay bu. Faraday Kafesi’ne benzer, kutu gibi binalar dikmeye kalkışmamışlar çünkü günlük yaşamı kültürün ayrılmaz bir parçası olarak tasavvur etmişler. Araştırdıkça fark ediyorsunuz ki yıkım, rant çılgınlığı ve soylulaştırma hırsı, bu ülkede defalarca tekerrür etmiş. İktidarlar, insanı hayatın dışına ittirecek, mümkün olduğu kadar bir yapıya veya bölgeye hapsedecek, dönemin politikasını sembolize edecek yapılaşma politikaları dayatmış. Bu barbarca yaklaşım, bir yandan kentsel ve toplumsal hafızayı izi kalmayacak şekilde silmeye odaklanmışken diğer yandan günümüz insanına görsel görkemi lanse ediyor: Unuttukça büyürsün, büyüdükçe unutursun. Şehirlerin ufka kadar binlerce fallik yapıyla doldurulması ve bu operasyonun “büyüme” kelimesiyle anılması boşuna değil. Mimarlar arasında geçerli bir deyiş vardır; mealen söyleyecek olursak: “İnsanlar yaşadıkları yeri karakteristik özelliklerine uygun düşecek şekilde inşa eder ve zamanla yaşadıkları yerle özdeşleşmeye başlar.” Yaşadığımız süreç bizi birbirimize benzetmeye, aynılaştırmaya çalışıyorken inşa edilen gökdelenlerin, sitelerin, alışveriş merkezlerinin neden birbirinin ikizi olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. YIKIMLA YOK EDİLEN KENTSEL BELLEK TBMM Halkla İlişkiler Binası, darbe girişiminden sonra, Eylül 2016’da yıkıldı. Bu yapı, Behruz Çinici'nin Anadolu Selçuklu döneminden etkilenilerek tasarladığı bir yapıydı. Eş zamanlı olarak yıkılan Meclis Camii de Behruz Çinici'nin eseriydi. Çinici, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'ni de çizmişti.
Binaların yeniden işlevlendirilmesine dair dünyada sayısız örnek var. İlk aklıma gelen örneği paylaşayım: Meselâ, Hamburg'daki Rote Flora binası, zamanla barınacak yeri olmayanlara hizmet eden, otonom bir yapı haline gelmiş. 2013 yılında satışa çıkınca yıkım kararı alınmış ama Hamburglular yapının artık kent hafızasına mâl olduğunu iddia ederek yıkımı engellemiş. Bu topraklarda eşine rastlanmayacak bir medeni duruş elbette… Önermekten bıkmamak, öneri pratiklerini çoğaltmak lâzım. Biz de öneri üretmeye devam ediyoruz. PAYDAŞLIKLAR KURMAK Yurt içinde Başkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü; Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü; TED Üniversitesi Mimarlık Bölümü; Erbil Proje, Ersa Mobilya, Galeri Siyah Beyaz, Ayaspaşa Güzelleştirme Derneği, Cihangir Güzel-
Kamusal bilgiyi daha geniş kitlelere ulaştırmanın yollarını aramaktan vazgeçmemeliyiz. “Yıkılıyor ama yerine yenisi yapılıyor” gibi hastalıklı bir alışkanlık oluşturuluyor ve bilgisizlik, bu alışkanlığın yayılması için araç olarak kullanılıyor. Ne kadar çok insana “burayı yıkmayın çünkü hafızamızda yeri var” dedirtebilirsek kendimizi o kadar başarılı sayacağız. Bu bilinci yaygınlaştırmak için bir dizi etkinliğe katıldık. Nisan ayında, Mimarlar Derneği'nin Aydan Balamir moderatörlüğünde düzenlediği panele katıldık ve Cumhuriyet mimarisinin risk altındaki örneklerini konu alan bir sunum yaptık. Bu panelde anıtları, anıt yapıları, heykelleri ve sanat eserlerini kültür mirası olarak kayıt altına alarak korumak üzerine uzmanlaşmış Docomomo ile tanıştık. Bu işbirliğini ilerletmeyi hedefliyoruz. İzmir Mimarlar Odası'na geçtiğimiz aylarda konuk olmuş Florian Wüst ve Orhan Esen’i Ankara’da ağırlamak istiyoruz. Sözün özü, UrbanObscura'yı donanımlı bir şekilde hayata geçirmek için didinmeye devam edeceğiz. Çerçevemize uyan, meseleye bizimle aynı perspektiften bakan, çalışmalarımıza katkı sunacak her yapıyla ortak çalışmaya açığız.
MODELLER VE STRATEJİLER
153 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Ulus’un sembolleşmiş binalarından İller Bankası’nın yanına devasa bir cami inşa ediliyor. Ulus, Cumhuriyet döneminde kentin merkezidir; ilk meclis binası oraya inşa edilmiştir, Bankalar Caddesi oradadır. Osmanlı Bankası, Vakıfbank, İller Bankası, Sümerbank... Dolayısıyla rahatlıkla söyleyebiliriz ki yapılarla beraber Cumhuriyet döneminin mimari hafızası ortadan kaldırılıyor. Bir öneri getirdik: “Siteler ile Ulus arasında duran Önder Mahallesi, ağırlıklı olarak mültecilere ev sahipliği yapıyor. Sivil toplumla mültecilerin ortaklaşarak dönüştürebileceği bu bina, sosyal platformlara hizmet etsin. Atölyelere, panellere, etkinliklere ev sahipliği yapsın. Daha olmadı, Türk - İslam Eserleri Müzesi olarak hizmete girsin.” Peki, İller Bankası’nın mimarı kim? Seyfi Arkan; kendisi Cumhuriyet döneminin ilk mimarlarından…
leştirme Derneği, Hacettepe Üniversitesi Sanat ve Mimari Topluluğu gibi kurumlarla işbirliği içindeyiz. Akademilerle paydaşlık kurmayı çok önemsiyoruz çünkü üreteceğimiz bilginin sadece sitede, arşivde durmasını istemiyoruz. Ayrıca, mimari dokunun kültürel değer olduğundan hareketle web sitesini interaktif hale getirmek, aplikasyon üretmek, üç boyutlu dijital haritalar tasarlamak, binaların geçmişini ve bugününü gösteren yirmi saniyelik animasyonlar hazırlamak için bir bütçe çıkardık. Hayli maliyetli bir iş; minimum dört yüz bin lirayı bulacak gibi görünüyor. Bu bütçeyi toparlamaya yönelik olarak yurt dışından fon bulmaya çalışıyoruz. Onun dışında, Avrupa’da bizimle benzer alanda çalışan, ortaklık kurabileceğimiz kurumları belirledik; A.B. Stratejik Ortaklık başlığı altında yer alan ERASMUS projeleri kapsamında bir başvuru yapacağız.
INTERCULT / Chris Torch
MODELLER VE STRATEJİLER
intercult.se
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
154
Bugün karşınızda 2021 yılında Avrupa Kültür Başkenti olacak Temeşvar’ın sanatsal direktörü sıfatıyla bulunuyorum. Bu göreve istinaden Ocak 2017’de Temeşvar’a taşınmadan önce, yirmi yıl boyunca İsveçli kültür kurumu Intercult’ın başkanlığını yürüttüm. Sunum süresince size Intercult’tan pek az bahsedeceğim ama kullandığımız yöntemlerden, stratejilerden ve işbirliği modellerinden sıkça söz açacağım. Bu yüzden sunumu “kültürel ekoloji” kavramını merkeze koyarak yapacağım. Kültürel sermayeye karşı, kültürel ekoloji… Meseleye bir ekosisteme nasıl yaklaşıyorsak öyle yaklaşmanın gereğine inanıyorum. Değineceğim her alanın, dikkatinize sunacağım her unsurun, sizi üzerine düşünmeye davet edeceğim her etkenin birbiriyle yakından ilişkili olduğunu unutmamanızı dilerim. KÜLTÜRE NEREDEN BAKIYORUZ? Tümevarım adına, kültürel ve felsefi hususlardan yola çıkmak en iyisi. Kültürün bizim için neden gerekli olduğuna cevap aramaya şu cümlenin altını çizerek başlayalım: Bir toplum kültür ve sanattan yoksunsa demokrasiyi unutabilir çünkü yaratıcılık, toplumsal dokuyu ve bir arada yaşama istemini güçlendirir. Kültür, doğa dışında kalan her şeyi kapsar; şu dünyada birlikte yaptığımız, öğrendiğimiz ne varsa hepsini içerir. O yüzden bir ülke, daha ilkokul sıralarından itibaren yurttaşlarını kültürler arası yetkinliğe özendirmekle, onları bu konuda donatmakla yükümlüdür. İzmir’i ziyaret etmeden önce Temeşvar’da buluştuğum bir tiyatrocu arkadaşım şöyle söylemişti: “Kültür bilgiyi nesilden nesle, profesyonellerden yurttaşlara iletme kapasitesidir.” O halde, ziyaretçi kavramına bakalım. Benim için ziyaretçi, yurttaş kavramına paralel durur. Ben de bir ziyaretçi olarak deneyimlerimi sizlerle paylaşmak için buradayım. Umudum, fon veya kamusal destek ararken nasıl savunucu kazanabileceğinize, projenizin temellerini nasıl kurabileceğinize dair kimi yollar açmak. Bizi varmak istediğimiz hedefe götüren yolları ararken bakış açımızı neye göre ayarlıyoruz? Örneğin, şu an karşımda duran kişi, görüş alanımın merkezindedir. Diğer dinleyicilerse görüş alanımın çevresinde yer alır. Tarih ilerler, koşullar değişir ve pozisyonumu değiştirmem gerekir ama kültürel, siyasi ve ekonomik bagajlarım sırtımdan inmiyorsa kendime yeni yollar bulmak adına dairenin merkezinden kenarına yürüyebilir, böylece bakış açımı yenileyebilirim. Eğer bakış açımı değiştirmeye niyetliysem, şimdi oturduğum noktadan kalkıp yerimi değiştirmem bir dakikayı bulmaz ama bana yepyeni merkezleri görebilme şansını tanır. Bakış açım
değişmiştir. Eğer kültürlerarası uyum yeteneğim yoksa gözlerim merkezde çakılı kalır. Alternatifleri göremeyeceğim gibi merkezden, ezberlerimden medet ummaya ve büyük ihtimalle hayal kırıklığına uğramaya devam ederim. Kültürlerarası uyumsa şöyle bir şeydir: Bir yerden kalkıp başka bir yere yolculuk yapacaksam bütün bagajları sırtlanmak yerine birkaç fotoğrafı cebime koyup giderim ve vardığım yerde merkezimi değiştirip dururum. Böylece ilerleme yeteneği kazanırım, yeni bakış açıları edinirim. Homosapiens familyasının tarihi boyunca edindiği en önemli meziyet, belki de uyum kapasitesini geliştirebilmesidir. Çünkü etrafındaki her şey çok hızlı değişir ve değişmeye devam edecektir. O yüzden kültürümüzü, iletişim ve beden dilimizi, var oluş tanımımızı durmadan değişen dünyaya uydurmamız, güncellememiz gerekiyor. Bunu başarabilmek için kendimize dışarıdan bakabilme yeteneğimizi geliştirmek zorundayız. Avrupa kültür dünyası, bugünlerde şöyle bir eğilimle karşı karşıya: Uluslararası bakış, ulusal olanı devre dışı bırakarak yerel olana bakmaya meylederken yerel, ulusalı devre dışı bırakarak uluslararası olanla doğrudan ilişki kurmaya yöneliyor. Yani İzmirli kültür işçileri, Avrupa ile doğrudan bağlantı kurmak için artık Ankara’ya ihtiyaç duymuyor. Bu çok önemli bir gelişmedir; zira uluslararası işbirlikleri uzun yıllar boyunca ulusal merkezler tarafından yönetilmiştir. Yerel toplum, zaman içerisinde güçlendikçe kendi işbirliği olanaklarını yaratmayı başarmış, merkezi gönüllü olarak aradan çıkarmaya karar vermiştir. Bu yüzden İzmir Akdeniz Akademisi vasıtasıyla İKPG’ye konuk olmaktan dolayı büyük gurur duyuyorum çünkü bu davet, sizin de meseleye aynı zaviyeden baktığınızı kanıtlıyor. BİRBİRİMİZ HAKKINDA NE BİLİYORUZ? Başlıktaki sorunun yanına şu soruyu da koyabiliriz: Bugünün dünyasında insan olmak, insan kalmak nasıl bir şey? Bulgar bir sahne tasarımcısının “Yaratıcı Avrupa” projesi kapsamında Arnavut ve Kosovalı tasarımcılarla beraber ürettiği işten bahsetmek istiyorum. Bir heykel düşünün, üzerindeki düğmeye bastığınızda gözlerinde kısa filmler dönmeye başlıyor. Tasarımcılar, ürettikleri yedi heykeli bir parka yerleştirmiş fakat yedinci heykel film oynatmıyor. Zira o heykelin başka bir işlevi var. Aniden gizlendiği ağacın arkasından çıkan tasarımcı, altı heykeli gezip filmleri izledikten sonra yedincisinin gözlerini kurcalayan ziyaretçiye şu soruyu soruyor: “Nasıl insan olabilirim, insan olabilmek için ne yapmam gerekiyor?” Kısa bir şaşkınlıktan sonra,
ÇEMBERİN İÇİNDE MİYİZ, DIŞINDA MI? Geçen yıl kaybettiğim, çok sevdiğim bir Senegalli arkadaşımdan bahsetmek istiyorum size. Avrupa’ya otuz yıl önce öğrenim görmek için gelmiş. Senegal’deki köyünden ayrılmadan önce, aklındaki planı şeyhine açmış: “Ben Paris’e gideceğim ve doktor olacağım.” O da demiş ki “Paris olmaz, İtalya’ya git”. Şeyhine bu cevabın nedenini sormaya, karşı çıkmaya cesaret edememiş ve kendini İtalya’nın doğu kıyısındaki bir kasabada bulmuş. Geçinmek için sahile gelen insanlara kemer, hediyelik eşya satarken şehir tiyatrosunun yöneticisiyle tanışmış. Yönetici, o sıralarda siyah göçmen nüfusun neden arttığına kafa yormaktaymış. Meseleyi ilk elden anlamak için kıyıda vakit geçirdiği günlerden birinde, ilk gözüne kestirdiği siyah adamın yanına yaklaşıp sormuş:
1600’lerde bir Fransız kralı şöyle bir karar alır. “Bu daireyi kıralım, iki yarım daire oluşturalım. Yarım dairenin birini sanatçılar, diğerini izleyiciler oluştursun. İzleyici karanlıkta kalsın, bütün ışık sanatçıya vursun.” Sonuç olarak sanatsal iletişim tek taraflı hale indirgenmiş, günümüze kadar ulaşan bu gelenek, sahne sanatlarının ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Arkadaşım hikâyenin sonuna şunu eklemişti: “Kültür emekçileri olarak görevimiz, bu daireyi yeniden yaratmaktır.” DAİREYİ YENİDEN KURMAK Gerek uluslararası gerek yerel ilişkilerimizi sadece ekonomi temelinde yürütme imkânımız ortadan kalktı. Bunu kabul edip öyle bakalım ileriye ve projelerimizi hazırlarken, kültür politikamızı belirlerken uygulamamız gereken matrise yoğunlaşalım. Matris, bir dizi sorudan oluşuyor: • Bu projeye neden ihtiyaç var; nasıl bir etki yaratacak? • Nerede gerçekleşecek? • Ne kadar sürecek? • Ne zaman gerçekleşecek? Çerçevesi ve boyutu ne; ne tür eylemleri içerecek?
155 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ketliyor, satıyoruz veya bizzat tüketiyoruz. Peki, bu bağlama uygun kültürel tepkileri nasıl vereceğiz? Bence bağımsız mekânların sayısını artırmaya, beraberce üretebileceğimiz alanları ve zeminleri çoğaltmaya, birbirimizi doğrudan kuracağımız ilişkiler üzerinden tanımaya ihtiyacımız var. Katılımı arttırmaya, üretip paylaşmayı öne koymuş insanlarla dayanışmaya, çağdaş bir etkileşime gerek var.
MODELLER VE STRATEJİLER
doğal olarak karşılıklı konuşmaya başlıyorlar. Şunu düşü- “Kusura bakmayın, size kötü bir şey söylemek istemiyorum ama nelim isterim: Kültür, insan oluşun temelinde yatar; insan neden buradasınız?” Arkadaşım şeyhinin talimatını aktarmış oluş, kültür demektir. ve demiş ki “Seninle buluşmak için geldim buraya.” Zamanla ikisi yakın dost olmuş ve benim Senegalli dostum böylece Günümüzde dünya zor zamanlardan geçiyor. Bu gibi zaşehir tiyatrosunun eş yönetmenliğine kadar yükselmiş. Tatmanlarda kültür ve sanatın işlev görmesi, işler hale gelmesi lı tatlı sohbet ettiğimiz gecelerden birinde bana şu hikâyeyi ayrıca önem kazanıyor. Nereli olursak olalım, neye inanıyor anlatmıştı: “Toplumsal bir etkinlik varsa köy meydanında buveya neyi savunuyor olursak olalım; hepimiz bu dünyanın luşur, daire şeklinde otururuz. Orada yaşayan herkes dairenin bir parçasıyız. Ekolojik erozyon zirve yapmış durumda; parçasıdır: Sanatçılar, gençler, köpekler, yaşlılar… Hikâyesini demokratik katılım düşüyor çünkü insanlar oy verdikleri anlatmak, şarkısını söylemek, performansını sergilemek üzere kişilere artık inanmıyor; göçmenlere yönelik büyük bir korsanatçı dairenin ortasına çıkar. Sanatçıyı izlerken, dairenin diku var; ekonomik zemin gittikçe kayganlaşıyor ve küresel ğer taraflarında oturan komşularımı da görürüm. Böylece komgüç dengeleri yerinden oynamış vaziyette… Kullandığımız şularımın ona yönelik tepkilerini izleme fırsatı bulurum.” ürünlerin hemen hemen çoğunu kendimiz üretmiyoruz. Pa-
• Hangi ortaklarla, paydaşlarla, bileşenlerle kotarılacak? • Kimler finanse edecek? • Yerel katılım nasıl sağlanacak, hangi kesimler hedeflenecek? • Şehre, hitap ettiği kitleye ve organize eden yapıya yönelik son etkisi ne olacak? • Ne gibi çıktılar üretecek? Eğer bu sorulara net, kesin yanıtlar veremiyorsanız planlamaya sil baştan başlayın. Verebiliyorsanız emin adımlarla ilerleyin ve tamamlanacak daireyi büyütmek için katkı sunmaya koyulun.
MODELLER VE STRATEJİLER
MERKEZE BAKMAYI BIRAK, YERELDEKİ KÖŞELERE BAK
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
156
“Denizler” adını verdiğimiz bir projeden bahsedeceğim. Fikri temelini 2003’te attığımız, liman kentleri üzerinden kurduğumuz bu iki ayaklı projenin arama bulma toplantılarına ancak 2004’te başlayabilmiştik. İlk ayak, Baltık Denizi ile Adriyatik Denizi’ne, ikinci ayaksa Kuzey Denizi ile Karadeniz’e aynı anda basacaktı. Şöyle yapacaktık: İki akstan seçilen sanatçılar birbirini yaşadıkları kentlerde ziyaret edecek, beraber zaman geçirecek ve ortak bir proje üretecekti. Ardından belirlediğimiz tarihte bütün sanatçıları bir noktaya toplayacak ve proje sunumlarını dinleyecektik. On beş şehir, dört deniz, yetmiş beş sanatçı… Tersaneleri, dokları performans alanlarına çevirdik. Kuzey Denizi ile Karadeniz aksındaki çalışmada İstanbul çok önemli bir partnerdi. Yaklaşık üç yıl boyunca ikişer haftalık süreçlerle sanatçıları bir araya getirdik ve projeyi tamamladık. Bitiminde, on üç ülkeden katılan kırk sanatçının yanı sıra araştırmacılarla ve mimarlarla bir otobüse doluşup, iki hafta boyunca İstanbul’dan Hopa’ya kadar bütün Karadeniz kıyısını dolaştık. Yol boyunca küçük köylerde kaldık; çoğu hayatında böyle bir olaya tanık olmamış insanlara “sanat nedir” sorusunu sorduk. Tiyatro, halk kültür merkezi, sinema gibi en temel tesislerden yoksun bırakılmış bir coğrafyadan
bahsediyoruz. Biz de diyalog alanı olarak pazar yerlerini ve kahvehaneleri seçtik. Bir sonraki projemiz, bu diyalog sürecinden ortaya çıktı: “Avrupa’nın Köşeleri”. “Avrupa’nın içini dışına çevirmek” adını verdiğimiz bir motto belirledik ve kıtanın kenarlarında kalmış sayısız sanatçıya ulaştık. Bu iki proje bana şunu öğretti: Avrupa’nın kenarları olarak nitelendirdiğimiz yerler ya çatışmaların ortasında yaşıyor ya da çatışmaları çoktan çözmüş. Yani “çatışma”, esasında diyaloğu geliştirmek açısından güçlü bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Daha önce, yerimi değiştirdiğim zaman çevre ve merkez ilişkimin değişeceğinden bahsetmiştim. Bir grup sanatçıyla Kafkaslara, Doğu Avrupa’ya, İskandinavya’nın kuzeyine düzenlediğimiz seferlerden inanılmaz deneyimlerle döndük. Birini anlatmama izin verin: Ekipte yer alan Bulgar bir sanatçı, farklı şehirlerdeki bitpazarlarından topladığı buluntu fotoğrafları uğradığımız ücra köylerde, kasabalarda yaşayan insanlara gösterip, “dedemle anneannem şehre buradan gelmiş; akrabalarımı bulmaya geldim” diyerek diyaloğa giriyordu. Daha bir saat geçmeden, pazardaki herkes fotoğraftaki insanların kim olduğuna dair akıl yürütmeye başlıyordu. Burnuna bakıp tahmin yürütenler mi istersiniz, onu bunu arayıp isim soranlar mı istersiniz... Bu performanslardan biri şöyle sonuçlandı: Kaldığımız otele bir telefon geldi; telefondaki kişi ailesinin onu almaya geleceğini haber verdi. On dört kişi bir kamyonun kasasına doluşup doğru düzgün akşam yemeği yesin, köyde onlarla beraber gecelesin diye almaya geldiler. O da bize dedi ki, “kusura bakmayın; otobüsten inmek zorundayım. Ailemle buluşacağım.” Bu dahiyane performans, bize ortak sorun haline gelmiş kültürel bir meselenin yaratabileceği toplumsal etkileşimin gücünü gösteriyor. Bir başka ziyarette pazardaki insanlara şarkı söyledik. Bir köşe başında öğrendiğimiz hikâyelerin, diğer köşe başında başkaları tarafından bize anlatıldığına tanık olduk. Ne kadar çağdaş, ne kadar sofistike olursa olsun; sanat dediğimiz şey, aslında hikâye anlatmaktan ibarettir.
Sürdürülebilir etkinlikler yapmamız gerekiyor; tekrarlayan, genişleyen, kitleleri içine alan… İnsanlar karşısına gelen her şeyi alıp, çiğneyip, tükürüp yola devam ediyor artık. Sanatın geleceğine giden her yol, bir takım dehaların ortaya çıkıp üreteceği akımlara, ekollere veya yöntemlere bel bağlamaktan çok, birlikte yaratmaktan geçiyor. İşbirliği yapmayı öğrenmek zorundayız, önümüzdeki zorluk bu. İngiliz yönetmen Peter Brook, uzun yıllar önce çok kültürlü kumpanyasını kurduğunda böyle bir işe neden giriştiğini soranlara şu cevabı vermişti: “Biz kültür üretmek istiyoruz ama yoğurt kültürü gibi bir kültür… Toplumumuzun sütsü yapısını, çoğalan bakteriler yoluyla daha lezzetli, daha tüketilebilir hale getirmeyi istiyoruz. Maya büyük rol oynuyor.” Bambaşka geçmişlerden gelip şu odanın içerisinde toplanmış, farklı deneyimler yaşamış on beş kültür insanı eğer birbiriyle kalıcı şekilde işbirliği kurmanın yolunu bulursa, İKPG’nin öncülük ettiği her hareket hızla başka yerlere yayılacak; bir bakteri gibi her yönü mayalamaya başlayacaktır. Bence, tam da bu sebepten ötürü, İKPG kültürlerarası etkileşimin en önemli merkezlerinden biri sayılan Cultural Action Europe’un aktif bir üyesi olmayı hedef listesine koymalı. Bu gibi buluşmaları çok önemsiyorum çünkü kültür alanında rekabet etmekten çok işbirliğini güçlendirmenin yollarını aramamız gerektiğine inanıyorum. Otuz sekiz yıl yaşadığım İsveç öyle bir ülkedir ki devlet güzel sanatları, ilerici ve çağdaş her girişimi finanse eder ve
MODELLER VE STRATEJİLER
bu gelenek uzun yıllardır böyle devam eder. Her ne kadar Türkiye’de durum bunun aksine olsa da bir Avrupalı olarak şunu ekleyebilirim ki Türkiyeli sanatçıların perspektifini, katkısını, özgünlüğünü özler hale geldik. Dolayısıyla bu buluşmayı yeni işbirliği kanalları açmaya yönelik, içten bir çağrı olarak algılarsanız sevinirim.
157 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ SAĞLAMANIN TEMEL KOŞULU: BİRLİKTE TASARLAMAK, BİRLİKTE ÜRETMEK, BİRLİKTE SERGİLEMEK
Didem Yazıcı
MODELLER VE STRATEJİLER
curatorsintl.org/collaborators/didem_yazici
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
158
Öncelikle davetiniz için teşekkür ederim. Sunumuma kendimden bahsederek başlamak istiyorum. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Sanat Tarihi okudum ve 2008’de mezun oldum. Bölümde büyük bir tutkuyla okumuş olmama rağmen okul bittiğinde anladım ki sanat tarihi oldukça kuramsal, tarihsel, hâtta zaman zaman tekdüzeleşen bir alan. Oysa ben sanatla gündelik hayatın iç içe oluşuyla ilgiliydim, sanatla arama mesafe koymadan çalışmayı seviyordum. Lisans eğitimim sırasında sanat yazarlığı yapmaya başlamıştım; dolayısıyla çok sayıda sergi geziyor, sanatçılarla birebire diyalog halinde olmaya önem veriyordum. Bu süreçte, sergi yapım pratiğinin teorik ve akademik anlamda ne kadar ciddi bir eğitim alanı olduğunu keşfettim. Bu keşfimden hareketle, yüksek lisansımı Frankfurt’ta Küratöryel ve Eleştirel Çalışmalar Bölümü’nde yaptım. Bu bölümü iki farklı üniversite ortaklaşarak kurmuş: Städelschule, sanat akademisi kısmının sorumluluğunu almış; Goethe Üniversitesi, teorik kısmın yürütümünü üstlenmiş. İki farklı okulun beraberce çizdiği çerçeve, beni derinden etkiledi. Küratörlük, öğretilebilir olmaktan çok pratiğe dayalı bir disiplin aslında. Genelde “küratöryal eğitim almış öğrenciler, suda yüzmesini bilmez” derler çünkü bu alanda edindiğin bilgileri sahada hayata geçirmen beklenir; pratik yapmadan deneyim edinemez, işi hakkıyla öğrenemezsin. Şahsen, bir sanat okulunda küratörlük okumanın faydasını çok gördüm. Sanat bölümündeki öğrencilerle kurduğum dostluklar, küratörlüğünü gerçekleştirdiğim sergilerle neticelendi. Kentteki sanat kurumlarının direktörleri eğitmenimizdi. Örneğin Frankfurt Modern Sanatlar Müzesi’nin direktörü düzenli olarak bizimle buluşur, müzenin sergi politikasını, koleksiyonunu anlatırdı. Çok köklü bir müze olan Städel, o sıralarda modern ve güncel sanat koleksiyonunu açmaya hazırlanıyordu ve bize şöyle bir ödev vermişlerdi: “Eğer müzenin küratörü olsaydınız, koleksiyondaki çalışmaları nasıl sergilerdiniz?” Genç küratör adayları için hayli heyecan verici bir ödev… Evlere kapanıp, projenin üzerinde ciddi ciddi çalışmıştık. Önerimi çok cüretkâr bulmuşlardı çünkü koleksiyona eleştirel bir yaklaşım getirmek istemiştim. Resim ağırlıklı bir koleksiyondu; yerleştirme, performans, video gibi pratiklere çok az yer verilmişti. Ben de serginin girişine koleksiyondaki en radikal işleri yerleştirmeyi teklif etmiştim. Böylece, Goethe Üniversitesi’nde sergi tarihi üzerine eğitim alırken, kurum direktörleriyle birebir diyalog kurma şansını yakaladım. 20. yüzyılın en önemli
sergileri nelerdir, bunları nasıl analiz edebiliriz, küratörlüğün gerçek tanımı nedir gibi sorular sorup özgün yöntem ve pratiklerimizi geliştirmeye çalışıyorduk. Üniversiteden hemen sonra, dOCUMENTA (12)’nin kamusal programlarında (Maybe Education and Public Programs) çalıştım. Ardından, Adnan Yıldız ile beraber, Stuttgart Künstlerhaus’da bir sergi yaptım. Berlin ve İstanbul’da bağımsız sanatçı inisiyatifleriyle çeşitli sergiler düzenledikten sonra, iki sene boyunca Freiburg Modern Sanatlar Müzesi’nin küratöryel ekibinde görev yaptım. 2016 Shanghai Bienali, bir sergiyle veya küratöryal projeyle katılmak üzere davet gönderdiğinde çok heyecanlandım. Çok ilginç bir deneyimdi; bienalin küratörlüğünü Raqs Media Collective adlı bir sanatçı girişimi üstlenmişti. Sanatçıların, kolektiflerin ve girişimlerin bienal gibi büyük ölçekli sergiler düzenlemesi, günümüzde giderek popülerleşiyor. Berlin Bienali, Manifesta ve İstanbul Bienali, bu yaklaşıma yakın duran örnekler. Roller flulaşıyor, birbirinin içine giriyor. Raqs, 1990’larda Hindistan’da kurulmuş bir kolektif. Farklı disiplinlerle çalışıyor ve kendisini net bir şekilde tanımlamaktan ısrarla kaçınıyor. İsmini Mevlevi raksından alan bu girişim, sanatçı - küratör - düşünür üçlüsü olarak yapılanmış. Monica, Jeebesh ve Shuddha’ya çok şey borçluyum çünkü bana ucu sonuna kadar açık bir alan bıraktılar ve sınırsız özgürlük tanıdılar: “Didem, sen genç bir küratör olarak şimdilerde hangi alanlarla ilgileniyorsun; seni hangi sanatçılar heyecanlandırıyor; bize beş altı sanatçının yer alacağı bir sergi önerir misin?” Küratörün en mutlu olduğu anlardan biri budur; bir sergiyi gönlünden geçtiği gibi tasarlayıp düzenlemek… İlk teklif ettiklerinde sayı vermemişlerdi ama beş altı küratöre davet çıkacağından, mikro sergilere yer verileceğinden haberim vardı. Bu enteresan çünkü klasik sistemde küratör sanatçıları seçer ve sergiyi yapar. Ancak bu yaklaşım giderek sönüyor. Burada bir parantez açıp şunu söylemek istiyorum: Seçme kelimesinden hiç hoşlanmıyorum ve seçim yapmanın küratörlüğün bir parçası olduğu fikrinden kaçıyorum. Seçim ve seçmek, doğrudan hiyerarşi kurmayı öneren kelimeler. Tam tersine; sergi yapım süreci doğal gelişen paylaşımlarla, diyalogla ilerler. Asla tek taraflı çalışmaz; çalışmamalıdır. Meseleye bakışıma yakın duran Raqs’ın davetini bu yüzden büyük bir heyecanla kabul ettim. Yeri gelmişken, projeye verdikleri destek için SAHA derneğine tekrar teşekkür edeyim. Shanghai’daki sergiye “Özgürlük Bir Ruh Halidir” başlığını
“Özgürlük Bir Ruh Halidir” başlıklı sergi buradan doğdu; beni heyecanlandıran, kızdıran, gözümü dolduran bu hissi izleyiciye nasıl aktarabileceğimi, yaşanan haksızlıklarla nasıl mücadele edebileceğimizi aradığım bir süreçti. Bu alıntıdan yola çıkıp, Şener Özmen’in beyaz bir güvercin ve oğluyla çektiği “Canlı Bir Güvercine Barış Nasıl Anlatılır“
Amerikalı sanatçı Nicholas Wells ile bir değişim programı için geldiği Almanya’da tanışmıştık. Size yaptığı haritalama işinden bahsedeceğim: Genelde sosyo-politik veya coğrafi haritaların eşliğinde bir dizi istatistiki veri paylaşılır. Wells, haritalama çalışmasında ütopik bir istatistik dünyası kuruyor, verileri kendi geliştirdiği forma göre işaretliyor. Ardından ortaya çıkan görsel kodları kullanarak heykeller üretiyor. Heykellerden anlam çıkarmak, izleyicinin hayal gücüne kalmış. Simone Fattal’ın kolajlarını şiir olarak görüyorum. Seneler içinde topladığı gazete ve dergilerden kestiği görsellerle kompozisyonlar kuruyor. Sergide yer alan sanatçılardan biri de Khaled Barakeh; kendisi benim üniversiteden tanıdığım, yakın bir arkadaşım. O dönemde Khaled ile hararetli hararetli tartışırdık. Medyanın savaşı nasıl şiddet pornografisine dönüştürdüğünü ve popülistçe kullandığını düşündüren işini ilk gördüğümde epeyi eleştirmiştim. İnsanları tekrar tekrar kurbanlaştırmak ne kadar etik, diye sormuştum. Suriye’de doğup büyümüş olması, ülkesinde süregiden savaşa dair hassasiyetini çok güçlendirmiş ve işin iç yüzünü yakından biliyor olması, çalışmalarına net biçimde yansımıştı. Etel Adnan’ı davet ederken ona Firdevs’in hikâyesinden çok
MODELLER VE STRATEJİLER
videosuna yöneldim. Esasen şuna değinmek istiyorum: Pratiğimi üretirken etrafımda gördüğüm, okuduğum her şeyle ilgileniyorum. Küratöryal aşamayı bireysel anlatımı kurmaktan çok, paylaşım alanı yaratmak olarak nitelendiriyorum. Küratörlüğü benim için en iyi biçimde tarif eden sözcük, paylaşım. Örneğin, bir sanatçının işleri beni çok heyecanlandırıyorsa o işleri geniş kitlelerle paylaşmak istiyorum. Yine aynı günlerde, Istvan Zsiros’un Guardian gazetesinde yayınlanan bir fotoğrafı dikkatimi çekti. Zsiros, bu fotoğrafında memleketindeki savaştan kaçmış, tren istasyonunda uyuyakalmış insanları belgelemiş. Ortam geçici bir köy izlenimi veriyor. Fotoğrafçı, bu çaresizlik hikâyesinin merkezine tutkuyla öpüşen bir çifti oturtmuş. Adnan’ın analizi, Firdevs’in öyküsü ve derken, Zsiros’un fotoğrafı...
159 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
koydum. Bu başlık, Etel Adnan’ın kitabından alıntıydı. Etel Adnan, Paris’te yaşayan bir düşünür, ressam, felsefeci ve şair. Kendisiyle ilk defa 2012’de, dOCUMENTA (13)’de tanışıp çalıştık. Bir dizi mektuptan oluşan “Of Cities and Woman” kitabı benim için çok önemlidir. Kitap, Adnan’ın 90’lar boyunca Barcelona, Skopelos, Amsterdam gibi farklı kentlerde yaptığı gezilerde kadınların kamusal alandaki varoluş biçimleri üzerine yaptığı gözlemleri ve incelemeleri içeriyor. Bu kitapta yer alan bir hikâye, beni Neval El Seddavi’nin 1987 tarihli “Sıfır Noktasındaki Kadın” kitabına götürdü. Kadının adı Firdevs; Arapçada cennet anlamına geliyor. Firdevs idama mahkûm edilmiş Mısırlı bir hayat kadını; kendisini pazarlayan adamı öldürdüğü için hapse girmiş. Neval El Seddavi, Firdevs ile yürüttüğü bir araştırma sırasında tanışıp bir dizi söyleşi yapmış. Bu söyleşiler, daha yayınlanır yayınlanmaz yerel ve uluslararası basının müthiş ilgisini çekmiş. İşlerin büyüdüğünü fark eden devlet, Firdevs’e gidip demiş ki: “Bundan sonraki görüşmede özür dileyeceksin, bu özür kayda geçecek ve biz de senin idamını engelleyeceğiz. Yani hayatını bağışlayacağız.” Firdevs devlete boyun eğmek yerine teklifi reddetmiş, hayatını kimseye borçlanmak istemediğini belirtip idama yürümüş. Etel Adnan, kitabında Firdevs’ten söz ederken o kadar incelikli ve anlamlı yazmış ki bir alıntı yapmak zorunda hissettim kendimi. Serginin fikri böylece çıktı. Firdevs’in aldığı radikal karar, Mısır’daki kadın hakları savunucularını ve feministleri ateşlemiş, ayaklandırmış. Adnan, ortaya çıkan etkiyi kitabında şöyle analiz etmiş: “Baskıcı rejimlerde kadınlar ve erkekler, özgürlüklerine sahip çıkar ve deneyimler. Özgürlük bir ruh halidir. Akılda doğar ve çoğu zaman akılda biter. Çoğu zaman gururdur, inkârdır ve isyandır.”
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
160
etkilendiğimden ve serginin bunun etrafında döneceğinden bahsetmiştim. Sergiye katılımının getireceği edebi boyut, benim için çok önemliydi. Etel, çok ünlü bir ressam ancak bu bağlamda sözcüklerle kurduğu ilişkiye yoğunlaşmak bana daha anlamlı geldi. Tercihi ona bıraktım, o da “özgürlük bir ruh halidir” teması üzerinden bir dizi şiir seçti. Çince’ye çevrilen şiirler, alanın bir duvarına lacivert renkle, serigrafik baskıyla uygulandı. Yerde açık mavi bir halı seriliydi. Mavi rengi kasten tercih etmiştim; denizi, gökyüzünü ve özgürlüğü çağrıştırmasını hedefliyordum. Şener Özmen’in videosunun gösterim şeklinden de mutluydum. İzleyici videoyu yere oturup rahatça izlemişti. Bazen sergi üretmek, umulandan ucuza mâl olur. Örneğin, gösterim için yerdeki halı zemini kullanmıştık. Zaten çok mütevazı bir işti; günün sonunda barış hakkında konuşuyordu. Küratörlük biraz da kendini izleyicinin yerine koymayı gerektiriyor. Çoğu küratörün bunu atladığını gözlemliyorum. Düzenlediğim atölyelerde bu hususun altını ısrarla çiziyorum. Mısır’da ve Almanya’daki iki atölyemde genç küratörlere şunu öğütledim: “Kendinizi izleyicinin yerine koymaktan kaçınmayın. Düşünün ki sergi yediden yetmişe, herkese hitap edecek. İnsanlar kendini nasıl hissedecek? Oturabilecekleri, su içebilecekleri bir yer var mı?” Sergi alanındaki renkler, o günkü hava durumu gibi etkenler, sergiyi yeniden ifadelendirir. Çoğu küratör salt kavramsal çerçeveye odaklanıp bu gibi yaşamsal, güncel etkenleri göz ardı edebiliyor. Bütçe,
basınla ilişkiler derken en hayati noktalar gözden kaçabiliyor. Küratör, gerektiğinde sanat tarihi bilgisini veya aldığı formasyonu kenara koyabilmeli. Çin’e vize almak uzun sürüyor ve çok zahmetli bir süreç. Bu yüzden sanatçılar sergiye katılamadı ve her şeyi bienal ekibiyle beraber, tek başıma kurdum. Riskli bir durum, büyük bir sorumluluktu açıkçası. Her gerektiğinde sanatçılara telefonla ulaştım; yerleştirmeleri kendileriyle görüntülü olarak paylaşıp onay aldım. Bazen internet bağlantısı zayıftır ya da telefon hattı çekmez; işte o anlarda sanatçının sizden ne isteyebileceğini sezmeniz gerekir. Geçenlerde bir sanat yayını benimle söyleşirken şöyle bir soru yöneltti: “Güncel sanatta kariyer yapmaya ne zaman başladınız?”. “Güncel sanatı bir kariyer olarak görmüyorum. Güncel sanat, benim için bir düşünme biçimi” şeklinde yanıtladım. Aslında küratöryel dünyaya dair kırılmaya muhtaç sayısız önyargı var. O yüzden kiminle olursa olsun; aynı zeminde, şeffaf ve açık konuşmak gerekiyor. Küratör, kendisini izleyiciye doğrudan ifade edebilecek araçlar da geliştirmeli. Raqs işin başında bana demişti ki “biz küratörlüğün ne olduğuyla, küratöryel süreçlerin nasıl işlediğiyle yakından ilgilenen bir kolektifiz. Bize meselenin bu yanını da aktarmanı bekliyoruz.” Ben de sergi alanının girişine bir masa koyup araştırma sürecinde okuduğum makaleleri ve kitapları sergiledim. Kulaklığı takanlar, kendi sesinden şiir okuyan Etel Adnan’ı dinleme şansına erişti.
Sunumu, ismini Freiburg Modern Sanatlar Müzesi olarak Türkçeye çevirebileceğim Museum für Neue Kunst’ta iki yıl boyunca yaşadığım deneyimlerden söz ederek sonlandıracağım: Bu kurumda iki sergi düzenledim, birçok video gösteriminin ve kamusal programın küratörlüğünü üstlendim. Güney Almanya’nın önde gelen sanat kurumlarından biri olarak kabul edilen Freiburg Modern Sanatlar Müzesi, 20. yüzyılın başlarında okul olarak inşa edilmiş. İlk katında koleksiyon sergisine, ikinci katındaysa uzun süreli sergilere ev sahipliği yapıyor. 2015’te koleksiyon sergisini toplumsal olaylarla paralel olarak güncellemeye karar verdik. Koleksiyonu, eserlerin envantere giriş tarihine göre, kronolojik olarak yeniden kurguladık. Örneğin, Nazi döneminde yok edilen, atılan, zarar verilen, dejenere kabul edilen eserleri boş çerçeveler halinde bıraktık. Bu işler yok. Tarih, bellek, hafıza siliniyor. Bence tarihi her yönüyle birlikte düşünmek gerekiyor. Geçici sergileri planlarken koleksiyonla beraber nasıl çalışacağını gözettik ve iki farklı yöntem üzerinden ilerledik. “30+30” adını verdiğimiz ilk yönteme göre koleksiyonu baştan sona inceleyip, farklı dönemlerden otuz esere yoğunlaştık. Ardından, farklı disiplinlerden otuz sanat insanını davete edip proje ısmar-
MODELLER VE STRATEJİLER
161 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ladık. Örneğin, “Otto Dix ile ilgili bir yazı yazar mısın” veya Sanat tarihçisi Claire Bishop, bir konuşmasında Reina Sofia Müzesi’nin koleksiyon sergisinden bahsederken “bize bir şarkı üretir misin” diye sorduk. Koleksiyonu yaşayan bir alan olarak yeniden tariflemek istedik. Kimi müzelere şöyle demişti: “İlk baktığınız objeyle sonra bakacağınız obje arasında ister istemez bağ kurulur, bağ kurarsınız.” Ör- giriyorsunuz; aynı işler seneler boyunca aynı noktada, toz içinde izleyicisini bekliyor. Oysa her koleksiyonun kendine neğin, 60’larda gerçekleşen bir performansın videosuyla dönemin sosyo-politik gündemine damga vurmuş bir ede- özgü yaşamsal dinamikleri olmalı. biyat ürünü müzede yan yana duruyor. Dönemi anlatmak Müzede küratörlüğünü yaptığım diğer bir sergi “Dostluk için farklı alanlardan iki ürün yan yana konumlandırılmış Maçı”ydı. Bu sergiye de benzer biçimde yaklaşmıştım. ve ifade böylece çeşitlendirilmiş. Küratörün ne işe yaraFreiburg müzesindeki koleksiyonun çeşitlilik açısından dığına, üretebileceği yönteme dair net bir örnek. Ben de çok zengin olduğunu söyleyemem; envanterin büyük kısmı Shanghai’da izleyiciye benzer bir deneyim yaşatmak isteyerel sanatçıların resimlerinden ve eserlerinden oluşuyor. dim. Önce kitap, sonra fotoğraf, sonra şiir… Müze, 80’lerden itibaren daha uluslararası bir hatta girmiş Buradan şuna döneceğim; küratörlüğün tanımını ve işlevi- olsa da bu süre, müzecilik çerçevesinden bakınca çok kısa bir zaman dilimi. Direktörümüz Christine Litz ile beraber ni biraz daha açalım istiyorum. Üniversiteden küratörlük hocam Daniel Birnbaum şöyle derdi: “Çocuklar, çok heye- İstanbul’daki Ayşe Umur koleksiyonunu ziyaret ettik ve birlikte çalışma kararı aldık. Kavramsal anlamda, aynı canlanmayın. Günümüzde gittikçe popülerleşen bir alan olsa anda çok söz söyleyebilecek bir sergi fikrinden yola çıktık. da günün sonunda küratörün esas görevinin sanat eserlerini Koleksiyonların buluşması, farklı dinamiklerin kesişmesi; kamulaştırmak olduğunu asla unutmayın.” Bunu ben asla unutmadım. Küratörlük, çoğu sanatçıya cazibeli bir mes- kitap, yazı, bellek, kütüphane etrafında dönen bir izlek… lek gibi görünebilir ama iş çok daha basit bir alanda ilerler Şunun altını çizerek sözlerimi sonlandırayım: Serginin ve verici olmayı ihmâl etmemeniz gerekir. Nasıl ki editör kamusal bir alan yaratmasını çok önemsiyorum. “Duvara bir metni, görseli kamuya sunar, bizim işimiz de ona benastık, iş bitti” diyerek rahata ermek yetmiyor; sergi ek progzer. İşimizi layığıyla yapmak için sanatçı ve sanat eserini ramlarla kendini farklı dillerde nasıl daha iyi ifade eder soönceliğe koyar, bu öncelik etrafında üç ana merkez tayin rusuna sağlam cevaplar vermek gerekiyor. Küratör olarak ederiz. Bir, zaman. Küratöryal projenizi ne zaman yapacakmeseleye böyle yaklaşmayacaksak sergi yapmanın anlamı sınız ve sürecin akışını nasıl planladınız? Sergileme gece yok diye düşünüyorum. mi olacak, sabah mı? Üç aylık bir sergiden mi bahsediyoruz yoksa tek günlük mü olacak? İki, bağlam. Malzeme nasıl bir bağlamda, hangi hissiyata yönelik sergilenecek ve kavramsal çerçeve ne olacak? Üç, mekân. Sergiyi nerede yapacağım; sokakta mı, müzede mi, kendi mutfağımda mı, gökyüzünde mi? Küratörlükle ilgilenenleriniz varsa bu üç nokta sizin için anahtar görevi görecektir.
NERDWORKING / Erdem Dilbaz
nerdworking.org
MODELLER VE STRATEJİLER
Elektronik sanatlar prodüktörüyüm; “scenographer” kimliğimle sahne tasarımı üzerine çalışıyorum. Ayrıca yeni medya ve bilgi mimarisi meseleleriyle uğraşıyorum. Buralara nasıl vardım diyerek, biraz kendimden bahsettikten sonra projenizi, elinizdeki verileri ya da fikirleri en hızlı ve efektif şekilde nasıl hayata geçirebileceğinize dair bazı yordamlardan bahsedeceğim.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
162
2000’lerin ortalarındayken, insanları nasıl rahatsız edebileceğime kafa yorardım. Bilgi Üniversitesi'nde burslu okuyordum, keyfim yerindeydi; vaktimi bolca gözlem yaparak geçirdiğim bir dönemdi. Fark ettim ki herkes kendini göstermek istiyor ve her gün yeni kıyafet giymenin, yepyeni bir makyaj denemenin, farklı bir ayakkabıyla çıkagelmenin peşinde koşuyor. En sonunda yeter deyip, bir sabah sperm kıyafetiyle boy gösterdim ve bütün günü o kostümle geçirdim. Bana çok iyi gelmişti. Sonra misyonumu değiştirdim ve insanları bir araya getirmenin özgün yollarını aramaya başladım. Uluslararası Yastık Savaşı Günleri fikri, böyle ortaya çıktı. İlk sene üç bin beş yüz kişi katıldı ama ikinci sene alanda yüz kişiydik. Bu etkinliği, öyle veya böyle dört yıl devam ettirdim. Özgün eylem tasarımı da bu misyonun bir parçasıydı. Ekşi Sözlük’te biri, “sevgilimi yolcu ederken kapıda öptüğüm için şoför beni tekme tokat dövdü” diye yazmıştı. O şoförün hangi hatta çalıştığını, son seferin saatini öğrendik. Gizlice örgütlenip otuz kişi araca bindik ve sefer boyunca sürekli öpüştük. Şans eseri içeride bir haber ajansı muhabiri varmış; olay büyüdü. Ertesi gün aynı otobüste, karanfil dağıttılar. Saçma sapan özürdü; hiçbir anlamı yoktu. Bu tarz eylemleri normal pratiklerinden, boş sloganlardan çok sıkıldığım için yapıyorum. Kuru kuruya slogan atmak, protesto edilen konu hakkında hemfikir olsalar bile o kitlesel eyleme tanık olan binlerce insanın enerjisini söndürüyor. Eylemlerde azıcık zekâ pırıltısı arıyorum. Bu yüzden çoğunlukla kimseye sorumluluk yüklemeden, bireysel eylemler düzenliyorum. Elbette bazı hareketler tek başına ses getirmiyor. Üç yıl boyunca internet sansürüne karşı çalıştık, Sansüre Sansür Grubu (sansuresansur.blogspot.com) ile beraber Korsan Parti’yi kurduk. İstanbul Hackerspace girişimini başlattık (@istanbulhs). Bir makerspace açtık; Alternatif Bilişim Derneği’ni kurduk. Ben demokrasi taraftarı biri değilim. Bugünkü demokrasi anlayışı Eski Yunan’daki gibi olsa taraf olurdum ama oraya
bakınca da kadınların ıstırapta olduğunu görüyorsun. İşin böyle olacağı yok diyerek araştırmaya girişince, parasını bastırırsak Buenos Aires'te çok geniş bir arazi alabileceğimizi, özgün altyapımızı kurabileceğimizi, şirket bazında dahi olsa kendi devletimizi ilan edebileceğimizi öğrendim. Fark ettim ki bu işi gerçekleştirmek, birkaç milyon dolar bulmaya bakıyor. İşe girişince, o miktarın hakikaten toplanabileceğini fark ettim. Ütopya ülke, bayrağı yok. Dünyanın dört bir yanından herkes şirkete ortak olabiliyor, dolayısıyla vatandaşlık hakkı doğuyor. Hep işin içine komediyi nasıl sokabileceğime bakıyorum çünkü ciddiyete dayanamıyorum. YAPIYA ÖZGÜN İDEAL MODELİ YARATMAK Şirket macerama 2006'da başladım; altı arkadaşımla sanat ve bilim kolektifi olarak nitelendirdiğimiz Nerdworking'i ise 2009'da kurduk. Başlarda kimse bizi umursamadı. Altı ayda elliye yakın kapı çaldık ama kimse çıkıp da “şu işi size verelim o zaman” demedi. Önceleri bu aymazlığa çok kızıyordum ama fark ettim ki yaratıcı endüstrilerde bir inat var; alışveriş mantığını baştan yamuk kuruyoruz. O dönemde internetten bulduğumuz düşük çözünürlüklü videoları gösterip, “size mapping yapmak istiyoruz” diyerek sağa sola saldırıyorduk. Sürekli bir şeyler gösteriyoruz, bana soruyorlar: “Bunu daha önce yaptınız mı?”. Yapıp gösteriyorum; bu sefer “bilmiyoruz ne olduğunu, buna para harcayamayız” diyerek bizi başlarından savıyorlar. O zamanlar için çok yeni teknolojiler bunlar; firmalar o teknolojilerle neler yapabileceğini henüz bilmiyor. Diğer yandan, karar vericiler patronların parasını harcıyor ve haliyle tedirgin davranıyor. Manava gittiğinizde domateslere dokunursunuz, seçip alırsınız ve parasını ödeyip gidersiniz. Manav boş bir kutuya koyduğu domates fotoğrafıyla sizi ikna etmeye kalkışıp, “parayı ver; sana harika bir domates getireceğim” demez. Oysa yaratıcı endüstrilerde o domatesi en mükemmel şekilde canlandırıp, potansiyel alıcının karşısına koymak durumundasın. En ihtişamlı sunumu sen hazırlayacaksın, üstündeki pırıltıya kadar her detayı göstereceksin. Bunu yapabilmen için kaynağa, makine parkına, donanıma, personele ihtiyacın var. Size özgü bir modeliniz yoksa amacınıza çok zor ulaşırsınız. Bunu bilerek, çalışanlara eline geçecek ortalama ücretten fazlasını kazandırabilecek, üç yollu bir ekonomik model ürettim: Bir, “Müşteri bize gelsin, proje istesin.” İki, “Aklımızda şöyle bir fikir, elimizde böyle bir proje var. Bunu kime
Jargon sıkıntısıyla ilgili bir hikâye paylaşmak isterim: Nerdworking'i kurduğumuz dönemde, beden kontrollü sistemler üretmek çok zor ve maliyetliydi. Biz de basit teknolojileri kullanarak, beden kontrolü üzerinden ilerleyen bir araba yarışı düzenledik. Ne harika bir şey başardık duygusunun verdiği heyecanla, yıllardır benim ne yaptığımı anlayamamış babama gittim. Anlatıyorum heyecanla, “c’de şunu yazdık, ardından bunu şöyle bağladık, vs.” Babam; “çekilir misin, maç izliyorum” diye cevapladı. Umursamadı. Ertesi sene, “baba süper bir şey oldu” diye girdim konuya. “N’oldu” diye sordu. “Araba yarışı yaptık ama sen oynayamazsın” dedim. “Niye oynamayayım ki benim neyim eksik?”, diye yanıtladı. “Ya zor biraz” diyerek elimi yükselttim. “Yaparım ben, neymiş anlat” dedi. “Arabayı sağa sola giderek kontrol ediyorsun” diye başladım lafa; c'den plus'tan babama ne sonuçta? “İyiymiş” dedi ve oynamaya başladı. Bu kadar basit! Hâtta kendisinin bize şöyle bir katkısı oldu; ekipteki herkes gayet zayıftı ama babam cüsseli olduğu için oyun doğru düzgün çalışmadı. Onun sayesinde eksiğini gediğini düzeltme şansı bulduk. Herhangi bir proje geldiğinde takımdaki herkese birden gidiyor; herkes fikrini özgürce paylaşıyor ve ne çıkarabileceğimize birlikte karar veriyordu. Bu yöntem başlarda herkesi çok yıprattı; insanlar işe yarar fikir ortaya çıkarmak
Şimdi aşağı yukarı şöyle ilerliyoruz: Bir işten elde ettiğimiz net kazancın %10’unu o işi başarmış ekibin ortaklaşa seçtiği bir aktivite için harcıyoruz. İkinci %10 ise personelin kapasitesini geliştirmeye yönelik oluşturduğumuz Ar-Ge havuzuna gidiyor ki dünyanın başka yerlerinde düzenlenen sergilere, fuarlara, atölyelere katılabilsinler. Zaragoza yakınlarındaki bir kilisedeki Ecce Homo freskini temizlerken paramparça eden kadının, eseri kendi kafasına göre nasıl bütünlemeye kalkıştığını hatırlıyorsunuz, değil mi? Müthiş bir şey yapmış, fırça darbeleri yerine bez darbeleri görüyorsunuz. Çok güzel, kadın uğraşmış… Buraya gelirken, yol boyunca bunu düşündüm. Bazen müdahale etmemekte fayda var; çözüm bulmasan da olur. Bu yüzden
MODELLER VE STRATEJİLER
için düşünmekten iş yapamıyordu. Sonunda “herkes işin parçası, dilediğiniz gibi çalışın” diyerek çözdüm sorunu. Zorunlu olarak birbirlerine danışmaya, kullandıkları jargonlara alışmaya başladılar. Kodu yazan bir süre sonra kendini mimarın yerine koymaya başladı; mimar da onun dilinden anlar hale geldi. Bu çalışma modelini üretirken çok temel bir noktadan hareket etmiştim: Yaratıcı sektörlerde çalışanlar çok az kazanıyor. Üstelik saatlerce çalışıp, müthiş emek harcayıp, uyku düzeninden ve sağlıktan feragat ediyorlar. Akıl gerektiren işlerle uğraşmak hiç kolay değil; bilmeyenin kolayca anlayamadığı ve anlamlandıramadığı bir düzendir bu. Aynı anda birden fazla girdi sağlarsam herkes daha çok kazanır, insanlar kendisine kaliteli zaman ayırır veya Ar-Ge ile uğraşıp teknoloji geliştirir diye ümit etmiştim fakat işler öyle yürümedi. Aylarca ıstırap içinde çalışıp iki bin lira kazanırken kısa sürede sekiz bin lira kazanmaya başlayınca şımardılar. Sınırsız özgürlük dengeyi bozabiliyormuş. O yüzden modeli güncellemek zorunda kaldım.
163 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
satabiliriz?” Üç, “Bu projeyi öyle veya böyle öz kaynaklarla hayata geçirmek istiyoruz.” Farklı disiplinlerden gelmiş bir sürü tasarımcı ve uygulamacıyla çalışmaya başladık; işin en güzel yanı oydu. Hepsi birer süper kahramandı; müthiş yeteneklilerdi. Yine de jargon sıkıntısını aşamıyorduk. Ülkece “kimse beni anlamıyor” yerine “ben anlatamıyorum” noktasına gelemiyoruz, bir türlü.
benzer bir durumla karşılaştığımda kendime önce şu soruyu soruyorum: Çözüm bulmalı mıyım, bulmamalı mıyım? Artık projede yer alanlara “şöyle yapılacak, böyle yapılacak” dediğim zaman baktım ki sonuç çıkmıyor. Şimdi “şunu yapma, bunu yapma; ikisi dışında istediğin her şeyi yapabilirsin” diye özet geçiyorum.
MODELLER VE STRATEJİLER
Ekip farklı disiplinlerden gelen, alanında uzmanlaşmış kişilerden oluşuyor derken sadece dijital dünyayı veya sanatı kastetmemiştim. Sosyologlarla, psikologlarla, mimarlarla, tarihçilerle de çalışıyoruz. Çalıştığımız alanları interaktif tasarım, bilgi mimarisi, görsel tasarım, mekanik işletim, endüstriyel tasarım diye sıralayabilirim. İnsan-makine ilişkisi üzerine uzmanlaştık; bu ikisi arasındaki ilişki nasıl yürüyor, faydayı nasıl maksimize ederiz gibi meselelerle ilgileniyoruz. İşte bunları birleştirdiğinizde “experience design”, yani tecrübe tasarımı kavramına varıyorsunuz çünkü her proje ortak akılla ortaya çıkıyor.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
164
“Mapping”, yani artırılmış gerçeklik üzerinden görsel haritalama, herkes el atmaya kalkışsa da güncelliğini koruyan bir alan. Biz bu alana 2010 yılında, İstanbul kültür başkenti seçildiğinde el atmıştık. Programın tasarım ekibinde çalışan bir arkadaşımız, Belçika'da İstanbul ile ilgili bir örnek izlemiş: Çöp adamlar Mevlâna gibi dönüyor, arkada asit tribi tadına bir şeyler dönüyor. “Böyle bir şey yapar mısınız” diye sordu; biz de “bunu beğendiyseniz çok daha iyisini yaparız” diye cevap verdik. Böylece, Nazım Hikmet'in ölüm yıl dönümünde başlayan bir festivale “Haydarpaşa'da Bahar” adlı bir proje çalıştık. Haydarpaşa Garı’nda sergilenen bu iş, şehrin sekiz bin beş yüz yıllık tarihini sergiliyordu. Hikâyesi bana aitti; sanat yönetmenliğini ve prodüksiyonu Candaş Şişman ile Deniz Kader üstlenmişti. Ses tasarımından Görkem Şen sorumluydu. Bu siparişi tamamlamak için iki hafta boyunca geceli gündüzlü çalıştık ve bir ilke imza attık. Ayrıca, bu projeyle Avrupa’ya sesimizi duyurma şansına eriştik. “Mapping”, o günden sonra gerek sahne sanatlarında gerekse güncel sanatlarda sıkça tercih edilen bir mecra olarak karşımıza çıkmaya başladı. Ardından Weimar üzerine bir yarışmaya katıldık, kazandık ve işi Franz Liszt Müzik Akademisi’nde sergiledik. Nerdworking mekândan bağımsız çalışan bir yapı; sabit bir yerimiz yok. Bu yüzden kalabalık ekibi yönetmekte biraz zorlandık. Yirmi sekiz animasyoncu, üç ses tasarımcısı, iki mimar çekirdek ekibi oluştururken, alandakilerle beraber elli kişiydik. On beş bin avroluk bütçeyi de neredeyse eşit şekilde paylaştık. Hep beraber gidip baskın yaptık diyebilirim. Doğru düzgün bir şey kazanamadık ama çok eğlenceli ve keyifli bir deneyimdi. Bu gibi işlere girişmeden önce içeriğe çok iyi hazırlanmaya gayret ediyoruz. Meselâ binanın tarihine, kültürel açıdan duruşuna, mimari hikâyesine, kullanım şekline kadar araştırıyoruz. Açıkçası Weimar hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildik ama çok çalıştık, çok araştırdık ve son derece ilginç bilgilere ulaştık. Bu birikim, yarışmayı kazanmamızda herhâlde rol oynamıştır. İş, Ars Electronica'da “En İyi Animasyon ve Görsel Efekt” ödülünü aldı.
PİYASAYA KARŞI DURUŞ Bir inşaat firması için Sabancı Müzesi’nin girişindeki Seed'de yaptığımız projeden sonra kapımızı çalan her şirketle çalışmayı bıraktık. Açığı, bir sürü münferit girişim, görsel sanatçı doldurdu şimdilerde. Güzel para kazanıyorlar fakat ortaya koydukları işler çok kötü. İstanbul camiasında şöyle bir program yapmak, neredeyse gelenekselleşti: Açılış için mapping, öğle yemeği için mapping, kapanış için mapping ve danslı sahne şovu. Müşteriye böyle paketler itelemeye başladılar. Bir süre Vitra ve Mavi gibi markalarla çalıştık. Köklü tasarım kültürüne sahip bu gibi markalarla çalışmaktan çok keyif alıyoruz. Mavi’ye çıkardıkları Hüseyin Çağlayan serisi için “catwalk” yaptık. Her yıl Mipim Gayrimenkul Fuarı'na katılıyoruz ve fuar alanlarında geliştirebileceğimiz çözümlere bakıyoruz. Sürekli yeni çözümlerin, yeni fikirlerin peşinde koşuyoruz. Meselâ beynin bilişsel olarak karar alma yapısına çalışan iki arkadaşımız ortaya bir soru attı: “Bugünün dünyasında, bize ait özgür düşüncenin varlığından söz edebilir miyiz?” Cevaben, bir film ürettiler. Filmin senaryosu, izleyicinin hislerine göre şekilleniyor. Korkuyorsan başka, mutluysan başka şekilde şekilleniyor senaryo. Bu sofistike ürün, bize kazanç sağlayan yeni alanlar açtı. Bir yandan sanatı galerilerden çıkarıp ayağa düşürmenin derdine düştüysek diğer yandan teknolojiyi alıp nasıl ayağa düşürebileceğimize bakıyoruz. Ayağa düşürmek derken, ulaşılabilir kılmak ve heyecan verici hale getirmekten bahsediyorum. Şöyle bir şey yaptık: Eminönü'nden aldığım bir elektrikli oyuncak arabaya EEG cihazını entegre ettik ve böylece düşünce gücüyle çalışan bir yarış arabası ürettik. Kurması çok zahmetli ama müthiş eğlenceli bir alet. Bin liraya mâl ettik; yirmi beş bin liraya kiralıyoruz. Önce bir prototip üretmen gerekiyor; “bir fikrim var” diyerek alıcısını arama günleri çok gerilerde kaldı. İF Film Festivali, bir iş sipariş etti. Gevende'den arkadaşlarımızla beraber, Görkem Şen ile çalıştık. Görkem, o sıralar sonradan çok ses getirecek “yaybahar” adlı enstrümanı geliştirmekle meşguldü. Sadece 3D gözlükle izleyebileceğiniz, sese aşırı duyarlı bir film yaptık. Agresif bir filmdi; 3D gözlükle hızlı hareketler yapmaya kalkışan insanların canı yandı. Kurumsal özeleştiri önemli; nerede hata yaptığınızı tespit edip eksikleri, yanlışları gidermek, sonraki projenizde sizi başarıya götürüyor. Çok hareket, çok ses derken, izleyiciye aşırı yükleme yapmıştık. Başarısızlığımızın temel nedeni de tecrübesizlikti, yeterince deneme yapma olanağı bulamamıştık. Başta Çıplak Ayaklar Kumpanyası olmak üzere, pek çok çağdaş dansçıyla çalıştık ve fark ettik ki tiyatro, çağdaş dans gibi alanlarda faaliyet gösteren sanatçılar, yeni medya teknolojisine kolayca adapte olamıyor. Çünkü yeni medya sürekli hata üretir; hele daha önce denenmemiş, üretilmemiş bir ürün varsa ortada, sürekli açık gidermekle uğraşırsınız. Dansçı ve performansçı arkadaşlar, “e saat dokuz oldu; sistem niye çalışmıyor” diye şikâyet ediyor,
“Alien Stole My Beer” isimli basit bir oyun tasarladık. Yukarıdan gelen canavarlar zemine inince sağa sola gitmeye başlıyor, siz de onları vuruyorsunuz. Oyuna insani bir etkileşim fonksiyonu eklemeye karar verip mikrofonlu bir kulaklık aldım; kullanıcı “piu piu” diye ses çıkardığında ateş edebilir hale geldi. Çok basit, çok saçma ama acayip eğlenceli bir şey… Tester olarak yine babamı kullanmaya karar verdim. Babam “piu piu” yerine “vuaaavooo” diye tuhaf sesler çıkarınca onu mantıklı davranmaya davet ettim; oyunu “Fenerbahçe şampiyon” diyerek oynamaya başladı. Esnek olmak, ürünü kullanıcının eğilimlerine ve alışkanlıklarına göre güncellemek zorundasınız. Bütçe, kaynak meselesine sıkça değindik ama düşük bütçeyle neler yapılabileceğine dair bir örnek daha vereceğim: Minimüzikhol, arkadaşlarımızın mekânı. Çok pahalı bir mekân olmasına rağmen, yıllar boyunca kendi kendini anca döndürebilmişti ve yeni şeylere ihtiyacı vardı. Biz de mekândaki küplerin içine çok basit ses devreleri yerleştirmeye karar verdik. Böylece sese duyarlı ışık enstalasyonlarına dayanan bir mimari kurduk. Sistemi oluşturan malzemeler ve tepkime süreleri aynı olmasına karşın, küpler farklı noktalara konumlandığı için ilginç bir asimetri yarattı. Senkron - asenkron derken, ortaya müthiş bir durum çıktı. SIKINTI, KÜLTÜR-SANAT CAMİASININ OLMAZSA OLMAZ UNSURUDUR En büyük zorluk, herhâlde fikir, eser satarak yaşamak zorunda olmak; değil mi? Aslında bu bakış bana baştan
Çok farklı disiplinleri endüstriyle iç içe yürütebilir, Nerdworking’in benimsediği gibi “f**k the system by the system” mottosu üzerinden ilerleyebilirsiniz. Bu mottoyla yaşarken ruhunuzu satmanız, sanatsal veya estetik kaygılarınızı
MODELLER VE STRATEJİLER
yanlış geliyor. Ne olursa olsun, kabul edelim ki bakkaldan farklı bir iş yapmıyoruz. İnsanlar bu iddiama çok ofansif yaklaşıyor ama umurumda değil, açıkçası. Kunduracı nasıl yaşıyorsa, sanatçı veya tasarımcı da eserini, ürününü satarak yaşayacak. Meselenin parayı sevmekle ilgisi yok; para bir araç. En büyük sıkıntı bence sanatçının pazarlık yaptığı noktada ortaya çıkıyor çünkü sanat, mimari, tasarım gibi yetenekle donanımı, tecrübeyle cin fikri birleştiren sektörlerde çalışanlar, maalesef bir tacir gibi düşünemiyor. O zihinsel yapıyı alıp bir işletmecinin zihinsel yapısına uyarlamaya kalkışmak, hem imkânsıza yakın hem de gereksiz bir girişim. Sanatçı yirmi beş bin teklif ediyor; firma “yirmi bine olmaz mı” diyerek karşı teklif veriyor. Adam deliriyor, “ama benim sanatımın değeri, işimin özgünlüğü” diyerek saydırıyor da saydırıyor. Dur bir dakika… Mesele senin işinin değeriyle alâkalı değil; piyasanın kendine göre parametreleri, değişkenleri var. İşini İzmir'de o fiyata satamayabilirsin belki fakat Los Angeles'ta beş katına satabilirsin. Bunu biliyor musun? Küresel piyasanın parametrelerini, değişkenlerini takip ediyorsan satabileceğini biliyorsun demektir. Bizzat takip etmiyorsan, İzmir’deki fanusunda oturup sonsuza kadar yakınabilirsin. Bunları takip etmek sana uzak geliyorsa, işleri sürdürülebilir kılacak birini bulman gerekiyor. Bakıyorum, çok az sanatçı menajerle çalışıyor. Müzik sektörü bu kompleksi nihayet aştı ama tasarım, güncel sanat, plastik sanatlar ve sahne sanatları alanındaki insanlar menajerle çalışmayı hâlâ garipsiyor. “Nasıl yani, ona yüzde on mu vereceğim?” Vereceksin çünkü sen üç kazanıyorsan, menajer sana sekiz kazandıracak. Kalkıp birinden üç bin lira talep etmek yerine otuz bin talep edince işin ciddiyeti değişiyor. Piyasanın psikolojisi çok garip işliyor.
165 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
aksaklık giderilene kadar geçen zaman dolayısıyla size bozuk çalıyor. Bu alanlar için bir şeyler tasarlayıp üretmek, her şeye rağmen inanılmaz deneyim kazandırıyor. Üstelik sonrasında para getirebilecek bir sürü fikir doğurabiliyor çünkü sanatçılar çok saçma dertlerle çıkageliyor ve sen o derdi çözmeye çalışırken, harika çözümler üretiyorsun.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
166
bir kenara bırakmanız gerekmiyor. Pazarda önce ihtiyaç yaratın, sonra o ihtiyacı ürünlerinizle veya hizmetinizle karşılamaya bakın. Pazar yoksa siz yaratın. Her işe sponsor bulmak gibi bir dünya yok ayrıca. Dosyasını kapan Aksanat’a, Garanti Bankası’na, bilmem kime koşuyor. Milyar dolarlık işlerle uğraşan bu aktörler, senin projeni niye finanse etsin? Bu soruya verebileceğin net ve anlamlı bir cevap var mı? “Milyon dolarlarla uğraşıyorlarsa bana da beş bin lira çıksınlar” dediğin zaman kendini parya yerine koymuş olmuyor musun? Biz ufak sponsorluklardan büyük havuzlar yaratarak bugünlere varabildik. Kalıcı fayda yaratmanın derdine düşmüş, samimi, küçük, bağımsız işletmeler var. Önce onlara bakmayı deneyebilirsin. Bu, semtindeki kebapçı da olabilir, serbest bölgeden yerel bir lojistik firması da olabilir. Biz sürekli kaynak araştırıyoruz, ona sorup buna sorup duruyoruz, etkinlik etkinlik gezip gözlem analiz yapıyoruz. Baktık ki bu iş zaten dünyanın her yerinde böyleymiş. İHTİYAÇ-HİZMET TAKASI SİSTEMİNİN ÖNEMİ Hepimizin yetenekleri, belli bir çevresi, bazı avantajları var ve bunların bir kısmı diğerinde yok. O zaman eldeki bu değerleri başkalarıyla paylaşarak çoğaltmayı düşünelim. Projenin, konserin, oyunun tanıtımı için birine ihtiyacın var diyelim. O işi senden daha iyi yapabilecek bir arkadaşına veya yapıya git; senin için neler yapabileceğini öğren ama onlar için neler yapabileceğini sormayı da unutma. Bizim gibileri ileriye ancak dayanışma taşıyacak. Nerdworking olarak ya sükse yapacak keşiflere ya da kalbe dokunacak projelere odaklandık. Avrupa'da olsa sürekli fonlanacak bir oluşumuz ama Türkiye'de işler öyle yürümüyor, malûm. Bu dezavantaj, şöyle bir avantaj üretiyor ger-
çi: Kaynak bulmak için sürekli akıl üretmeye, elde edilen gelirin bir kısmını sanata, kültüre, tasarıma, sivil topluma fayda sağlayacak yerlere nasıl aktarabileceğimize bakıyoruz. Hip hop duayeni Fuat ile “Eller Konuşur” diye bir proje yaptık. İkimiz de engelliler için somut katkılar üretmeye kafayı takmış insanlarız. Bir gün evde oturmuşuz, hip hop videoları izliyoruz. Dedim ki, “bu eller boşa enerji harcıyor, bunları işaret diline dönüştürebiliriz.” Fikrî kısma çalışmaya 2006’da başladık, hâtta meseleyle daha yakın bağ kurabilmek adına gittik, işaret dili eğitimi aldık ama devam etmek için paramız yetmedi. Sonra başka bir işten bin lira kaynak yarattım. O bin lirayı engellilere ulaşmak için yol parası olarak kullandık. Halen sekiz kişi, bu proje üzerine çalışıyor. İşitme Engelliler Rap Müzik Grubu diye bir ekip kurduk; gördüğünüz gibi jargonu gereği, ekibe gayet basit bir isim seçtik. Toplumdaki tüm engellilerle, sesimizi kullanarak iletişim kurabiliyoruz ama işaret dilini bilmiyorsak işitme engellilerle konuşamıyoruz. Onların da sizinle iletişim kurma şansı yok. Bu konuyu araştırırken öğrendim ki devlet, 1954'te Türk işaret dilini yasaklamış. Bazen sokakta görürsünüz, kimi işitme engelliler küçük sesler çıkartabiliyor. Aslında konuşmaya çabalıyorlar fakat insanlar tuhaf tuhaf bakınca hemen vaz geçiyorlar. Oysa ağız okumayı pratik ederek doğru sesleri çıkarabiliyorlar. Ne olmuş? Dilleri yasaklanan insanlar o defteri kapatmış ve kocaman bir nesil, devletin yasağı yüzünden toplumla doğrudan iletişim kurmaktan vazgeçmiş. İşaret dili de şehre göre değişir hale gelmiş. Gerçi, dünyanın her yerinde farklı işaret dilleri var; dil, şehre göre dahi farklılık gösteriyor. Bu ülkede üç buçuk milyon işitme engelli yaşıyor; akrabası arkadaşı derken, konuyla yakından ilgili on milyonluk bir kitleden bahsediyoruz.
İki yıldır protez ve ortez üzerine çalışıyoruz. Tekerlekli sandalye üzerinde yaşayan engelli kardeşlerimizin mobilite problemi var. İstediği kadar kral olsun, kucağa alınıp arabaya konulmak tabii ki kimsenin hoşuna gitmez. Bir motosiklet tasarladık: Arka kapağı açıyorsun, sandalyenle içeri giriyorsun; kilitliyorsun kapağı, basıp gidiyorsun. Son dönemde beyincik üzerinde kapsamlı araştırmalar yapılıyor ve sistemi az çok çözmeyi başardılar. Trafik kazalarında en büyük risklerden biri, belden omura aldığın darbe yüzünden felç olmak. Daha önce sinir ağını çıplak haliyle gördünüz mü bilmiyorum ama müthiş bir şey… Fakat kesilirse bittiniz; başka bir bağlantınız yok. Beyincikle ilgili bir projemiz var; elektrot bazlı omurga üretmeye çalışıyoruz. Belçika'dan mikroçip üreticisi bir arkadaşımız da aramıza katılınca ümitlenip fon aramaya başladık fakat inanılmaz maliyetler söz konusu. Türkiye'den fon başvurusu yaptığımız kim varsa projeyi kendine yontmaya kalkışınca içimiz bulandı ve operasyona Berlin'de devam etmeye karar verdik. Geçerli zihniyet egemen oldukça bu topraklarda ticari icat yapmaya niyetimiz yok çünkü “tahtayı da Mahmut Abi’den alırız” kafasıyla ilerleyebileceğimiz bir dünyadan bahsetmiyoruz. Son olarak “Hafıza Haritası” projemizden bahsedeyim: Yirmi yıldır Beyoğlu'nda çalışıyorum. İstiklal Caddesi'nde gidip geldikçe, kişisel tarihimizde iz bırakmış ne kadar mekân varsa kapandığına tanık oluyorum. Bu durum içime dert olunca, kapanan mekânları tek tek fotoğraflamaya ve sosyal medyadan paylaşmaya başladım. Paylaştığım fotoğrafların altında bir sürü yorum, hatıra birikmeye başla-
Hafıza meselesi, geleceğin en önemli iş kollarından birini yaratacak. Neden böyle öngördüğümü bir örnek üzerinden anlatayım: Twitter’da paylaştığım fotoğraflardan biri, İş Bankası’nın Odakule şubesine aitti. “Yirmi yıldır var burası” diye yazdığımda bir arkadaşım, “hayır daha eski; babam 70'lerde şubenin istihbarat şefiydi” diye cevapladı. Bu yazışmanın ardından bir mesaj geldi: “Merhaba ben Çağatay; İş Bankası Beyoğlu Şube Müdürüyüm. Eğer uğrarsanız size durumu izah ederim.” “Gelirim tabii”, dedim. Nasıl şeker bir adam çıktı, inanamazsınız. Bana bir kitap gösterdi, meğer şube 1930’lardan beri oradaymış. Normal kullanıcı, akademik kullanıcı, ticari-kültürel kullanıcı ve ziyaretçi-turist şeklinde dört farklı hesap türü içeren bu portalı bir süre kendimiz finanse edeceğiz; başarabilirsek tüm dünyaya satacağız. “Hafıza Haritası”na özel bir gelir modeli de ürettik aslında. Ticari kurumlardan her tabela görüntülemesi için iki sent talep etmeyi planlıyoruz. Binlerce tabela olduğunu düşünürsek, fena fikir değil. Sistemi dünyaya satarsak milyarlarca tabeladan konuşuyor oluruz. Berlin’in tümü için uygulama teklifi getirdiler ama bunun üstesinden gelmemiz şimdilik mümkün değil. Berlin branşımız küçücük bir mekânda ufacık bir ekiple çalışıyor. Altından kalkamayız diyerek yakın vadede işe yaracak alternatif bir formül bulduk: Estonya’dan e-vatandaşlık aldım. Ülke dijitalizasyonu çok ileri bir aşamaya taşımış; meselâ Avrupa'nın oylama sistemlerini kiralıyorlar. Kasadaki paraya dokunmuyorlar ama dışarı çıkartırsan gelir vergisi talep ediyorlar. Yaratıcı endüstrilerde çalışan herkes e-vatandaşlık alabiliyor. Çok iyi bir ekosistem yaratmışlar, şimdiye kadar yüz otuz bin kişi başvurmuş. Şirketin merkezini Estonya'da kuracağız ve yavaş yavaş diğer ülkelere dağılacağız.
MODELLER VE STRATEJİLER
İşte size basit bir girişim. Mükemmelin çıkagelmesini beklemeye gerek yok. İş büyüdükçe Youtube ilgilenir hale geldi ve bizimle temasa geçti. Destek vermeyi talep ettiler. Neden? “İşitme engelliler Youtube’dan rap dinliyor” diyerek tüm dünyaya reklâm yapabileceklerini fark ettiler. Video klipler hazırlamaya koyulduk; bu kliplerin prodüksiyonu için kaynak ararken, başka oluşumlarla karşılaştık ve proje, aldı başını gidiyor. Pazarlamasıyla ilgilenmek, projeye özel bir dil kurmak gerekiyor, bunların hiçbiri oturduğun yerden olmuyor. Finansal yol haritamız diyor ki sorumlu sekiz kişi ancak bir yıl sonra bu projeden para kazanmaya başlayacak. İşitme Engelliler Rap Müzik Grubu da bu işten nemalansın, çocuklar işlerini güçlerini bırakıp buradan para kazansın istiyoruz. İşitme engelliler zaten çok seyrek iş bulabiliyor, işe geç kaldıkları için de buldukları işi genellikle kaybediyorlar çünkü telefon titreşimi sabah uyandırmaya yetmiyor. Katlanabilir, kolayca taşınabilir titreşimli pad’ler ürettik. Yastığın altına koyunca istediğin saatte seni uyandırıyor.
dı. Çünkü İstiklal, Gezi’den sonra aşama aşama yok edildi. Önce kitle, sonra mekânlar kaçtı. Bu hafızayı canlandırmak için şimdilik sadece Pera bölgesini kapsayan, dört boyutlu bir web sitesi hazırladık. Bir zaman akışı var, çekiyorsun ve diyelim ki 1998 yılına geliyorsun. Harita üzerinde bir lokasyon işaretliyorsun ve hikâyeni not düşüyorsun. İstanbul Araştırmalar Enstitüsü ve SALT ile paydaş olduk. Her ikisi de çok zengin bir arşivi barındırıyor. Ardından ekibi oluşturduk: Didem Ateş (grafik tasarımcı), Yakup Çetinkaya (kod yazarı), Nilüfer Şaşmazer (veri koordinatörü), Orhan Sönmez (yapay zekâ uzmanı) ve arşivci bir arkadaşımla işe koyulduk. Bir aşamadan sonra sistemin şu soruya cevap verebileceğini umuyorum: “2000-2005 yılları arasında Çalıntı'da takılan kadınlar, 2017'de nerede takılıyor; 2025’te nerede takılacak?” Sistem geçmişi ve şimdiyi aynı anda sunabiliyor ama geleceğe dair neyi nasıl söyleyeceğini çözmemiz gerekiyor.
167 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Araştırdıkça bilendik ve bari farkındalık yaratalım diyerek hiç değilse birkaç kişiye selâm vermeyi öğretelim diyerek Instagram’da bir hesap açtık. Ortaya çıkardığımız dataları bu hesap üzerinden yayınlamaya başladık. Çok değerli geri bildirimler aldık. Şimdi Oğuzhan, her gün bir kelime öğretiyor projenin Instagram hesabından.
HABEN und BRAUCHEN / Julia Lazarus
MODELLER VE STRATEJİLER
www.habenundbrauchen.de
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
168
www.habenundbrauchen.de/en/2012/01/haben-und-brauchen-manifest-2
İzmir’e ilk defa geliyorum; umarım ilginç ve verimli bir deneyim alışverişi olur. Sanatçı ve film yapımcısıyım. Kolektifimizin adı Haben und Brauchen (To Have and Need-Sahip Olmak ve İhtiyaç Duymak). Sanatsal üretimle uğraşan kültür işçilerini buluşturan, herhangi bir yapı tarafından fonlanmayan, Berlin merkezli bağımsız bir kolektifiz. Spontane şekilde bir araya geliyoruz; neyin doğru neyin yanlış gittiğini tartışmaya meraklıyız. Bu sunumda size spontane buluşmalarla başlayan bir sürecin nerelere varabileceğini örnekleyeceğim. BERLİN’DE BAĞIMSIZ SANATÇI OLMAK İki küratörün öncülük ettiği bir toplantıda, Berlin’deki genç sanatçıların işlerinin nerelerde, nasıl sergilenebileceğini değerlendiriyorduk. Toplantının asıl amacı, genç sanatçıları ve işlerini daha geniş kitlelerle nasıl buluşturabileceğimize dair yordam üretmekti çünkü Berlin’deki yerel yönetim sanata, özellikle kamusal alanda sanatı görünür kılacak projelere yeterince bütçe ayırmıyordu. Doğal olarak, başta genç sanatçılar olmak üzere, bağımsız çalışan herkes bu sınırlamadan çok rahatsızdı. Toplantı, yerel yönetimin açıkladığı bütçe dağılımına dair huzursuzlukların zirve yaptığı bir dönemde düzenlenmişti ve bu vesileyle Berlin'in kültür-sanat hayatına hâkim kesimlerin rahatsızlıklarını açıkça dile getirmesi için zemin teşkil etti. Bu kesimler, o zamana kadar birbirinden ayrı davranmış odakların parçası olarak, sadece kendi çıkarları için çalışmışken ilk defa bir araya gelip, özgün ihtiyaçlarını dile getirme yoluna gitti. Böylece özgün ihtiyaçları genelleştirip ortaklaştırdılar. Bu toplantı, bence Berlin'in kültürel hayatında dönüm noktası oldu. Yeri gelmişken, federal hükümetin benimsediği sistemden bahsetmek isterim: Federal yönetim, bütçeden kültüre ayrılacak payın belirlenmesinde inisiyatifi, eyalet yönetimlerine bırakıyor. Eyalet yönetimleri de kültür ve sanata ancak %2 oranında bir pay ayırıyor. Aslında federal yönetim, sanatı eyalet yönetimlerinden kat be kat fazla destekliyor. Sanılanın aksine, özel sektörün sanat kurumlarına veya oluşumlara verdiği destek çok düşük. Bunun neden böyle olduğunu bilmiyorum; adeta bir Alman geleneği… Toplumsal algı, kültür-sanat kurumlarını devletin finanse ettiğine, etmesi gerektiğine göre oluşmuş. Elbette özel fonlarla kurulmuş müzelerimiz ve galerilerimiz var ama girişimcilerin
açtığı bu mekânlar, on yıl sonra yürümez olursa veya kapanmaya yüz tutarsa devlet bu teşebbüsleri devralıp bizzat finanse etmeye başlıyor. Bu bağlamda, tam bağımsız bir kültür politikasından bahsetmek mümkün değil. Alman devletinin kültür-sanattan ziyade sporu, adaletin yaygınlığını, entegrasyonu, kadın temelli projeleri, eğitim ve bilimi, sağlık ve sosyal hizmetleri, kentsel gelişim ve ekolojiyi, ekonomi ve teknolojiyi sübvanse etmeye öncelik verdiğini söyleyebiliriz. Bunun yanına kent konseylerini de koyalım. Önünde sonunda, nereye baksak kültüre ayrılan payın ortalama %2’yi aşmadığını görüyoruz ve temel derdimiz bu oranın düşüklüğü. Üç yüz seksen milyon avroluk yıllık bütçenin %95’i kurumları ve kültür teşekküllerini fonlamaya ayrılıyor, ancak bakiye %5 bağımsızlara gidiyor. Meseleyi tiyatrolar üzerinden açıklayayım ki “kurumsal sanat” adını verdiğimiz kavrama sizi yakınlaştırayım: Bir tiyatro düşünün. Bu tiyatro doğal olarak oyuncu, dansçı, müzisyen, teknik ekip istihdam edecektir. %95’lik havuz, bu ekibin istihdamını fonlar. Eğer herhangi bir sahneye veya teşekküle bağlı olmadan çalışıyorsanız, tercihini bu yönde kullanmış bir tiyatro insanı veya kolektifseniz %5’lik havuza mahkûmsunuz. Bu durum, herhangi bir dalda üretim yapan her bağımsız sanatçı için geçerli. Bu yüzden, %2’lik dilimin %5’i, doğal olarak kimseye anlam ifade etmiyor. Tiyatrolar dağılımda aslan payını alırken bu alanı görsel sanatlar takip ediyor. Kadın sanatçılara öncelik tanınıyor; edebiyat, uluslararası kültürel değiş tokuş projeleri, azınlık çalışmaları bu öncelikleri takip ediyor. En düşük pay, müzikal projelere ayrılmış. Sözünü ettiğim toplantının ne kadar kritik bir önem arz ettiğine atfen özetleyecek olursam, finansal kaynakların büyük bölümünden sabit pozisyonlarda çalışan sanatçılar faydalanıyor. Oysa, bütçe herkese yetecek kadar büyük. Dolayısıyla, sanatsal üretimin toplamına bakınca Berlin'de çoğunluğu teşkil eden bağımsızlar, kaynak yoksunluğu yüzünden yeterince üretemiyor veya açtıkları mekânları sürdüremiyor. Peki, Berlin dışarıdan nasıl görünüyor? Çok canlı, kültürel açıdan son derece çeşitli, herkese fırsat eşitliği tanıyan, yaratıcı işlere sonsuz alan açan bir dünya başkenti… Aslında Berlin ile özdeşleşmiş bu imajı yaratanlar ve şehre yüz binlerce ziyaretçiyi çekenler, bağımsız sanatçılar ve
Kaleme alınan manifesto İngilizceye, Lehçeye ve bazı Balkan dillerine çevrildi. İçerik, sanatın toplumsal rolünü, komünal alanlarda nasıl üretildiğini ifade etmekle beraber, Berlin'in kolektif ve eşitlikçi kültürüne vurgu yapıyordu. Diğer yandan, bu kültürün 2000’li yılların başından itibaren az biraz erimeye başladığını teslim ettik. girişimciler. Ne var ki duvarlar bağımsız sanatçılar ve girişimcilerin üstüne üstüne gelmeye başlamış durumda. Her projeye fon arama, her mekâna kaynak bulma kaygısıyla anlık yaşıyorlar. Tıpkı turistlerden bunalan Barcelona veya Venedik gibi Berlin'deki hayat giderek pahalılaşıyor ve insanlar bir şeylerin yanlış gitmeye başladığına aydı. Kolektif olarak bir yandan bu konuya dikkat çekerken diğer yandan kültür politikasına yönelik planlama sürecine sivil ve bağımsız katılımı teşvik etmeye çalışıyoruz. Her toplantımıza farklı aktörleri davet ediyoruz. Gidişat bize gösterdi ki siyasetçiler, baştan yanlış yapılandırılmış kültür politikalarında ısrar ediyor. Öne çıkan fikirlerden biri, federal yönetimle iletişim kurmak, izlenen politikanın mahsurları hakkında kendilerini bilgilendirmek ve karar alma sürecine dâhil olma talebimizi bildirmekti. Bunu da bir manifesto üzerinden yapmalı, kültür işçisi arkadaşlarımızın ne kadar hazin koşullar altında yaşadığının altını çizmeliydik. İlk toplantı en azından temel izleğin ortaya çıkmasına yardımcı oldu; bu açıdan başarılı oldu-
Zor olsa da hedefe ulaştık ve yönetimi ikna etmeyi başardık. En büyük kozumuz, sanatın turistik kalkınmaya sağladığı katkıydı. Berlin’in dışarıdaki algısını doğrulayacak şekilde, bağımsız sanatın şehre önemli miktarda turist çektiğini, dolayısıyla bağımsız sanatçılara ayrılan payın en azından turizme ayrılan payla eşit olması gerektiğini ileri sürdük. Hayatımda ilk defa siyasetin at koşturduğu bir alana müdahil oldum ve süreçten çok etkilendim, motivasyonum tavan yaptı. Üstelik beklediğimden daha kolay sonuç aldık. Zaten böyle başlıyor; sen müdahale etmeye karar verip inisiyatif alıyorsun, mantıklı gerekçelerin varsa sözün dinleniyor. Yönetim, taleplerimizi sakince dinledi ve yapabileceklere dair çalışacağına söz verdi. Küçük bir gruptuk, sunumu bütçe dağılımına dair genel verilerden yola çıkarak yaptık ama sahadan özgün veriler toplayan Özgür Sahne Koalisyonu’nun çalışmalarından, analizlerinden ziyadesiyle faydalandık. Özgür Sahne Koalisyonu, farklı disiplinlerde çalışan sanatçıları kapsayıcı bir çatı altında örgütlemeyi hedefliyor. Bizimle aynı meseleleri dert ediyor ve yerel yönetime diyor ki: “Şehrin kültür
MODELLER VE STRATEJİLER
ÖRGÜTLENİNCE OLUYOR
169 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ğunu söyleyebiliriz. Ayrıca toplantıda şunu gördük: Örgütlenirsek, ipi aynı anda çeken çok olursa hantal yapılarda bir hareket yaratabiliriz.
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
170
politikasını çizerken ve kaynakları dağıtırken spesifik ihti- Bu örnekler ispat ediyor ki ancak örgütlenerek ve dayanışarak talep ettiğimiz hakları alabiliriz. Tek tek şikâyet etyaçlara odaklanmanız, fon mekanizmasını buna göre baştan sek neye yarar; kimse bizi muhatap almaz ama iki elin sesi kurgulamanız gerekiyor.” Haben und Brauchen kolektifi olarak biz de bu koalisyonun parçasıyız. Bir başka oluşum, var. Demek ki kafaya koyarsak karar alma süreçlerine müdahil olabiliriz ve yerel siyasetçilere şunu söyleyebiliriz: kiraların önlenemeyen artışının yol açtığı sonuçların üzerinde çalışıyor. Kiraların kontrolsüz biçimde yüksel- “Politikaları planlarken bizi dışarıda bırakamazsınız. Kentsel mesinden sadece sanatçılar değil, çoğu Berlinli şikâyetçi. planlama süreçlerinin tamamında her kesimin ihtiyacını eşit şekilde gözetmek zorundasınız.” Bu oluşum, kendi mahallelerindeki kiracıları örgütledi ve meseleyi Berlin parlamentosuna taşıyarak yerel siyasetin gündemine soktu. Açıkçası, son derece başarılı bir performans sergilediler.
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ KENT ARAŞTIRMALARI UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ - JeoIT Özlem Sert
demokratik bir kentin aktif vatandaşları olarak dünden bugüne yaşantıları ortaya koyan açık anlatılar içerir. Kimliğin sürekli yeniden üretilen, henüz bitmemiş, kapısı yeniliklere açık yapısını fark etmek gerekiyor. Geleceği, yaratıcılığa açık bir şekilde kurmanın temeli, ancak yaşanılan yerin değerini bilmekle atılabiliyor. Geçmişi boyunca ürettiği bağlamlarla değişmiş, farklılıklar üzerinden hem dem olup zenginleşmiş yaşantıları erişilebilir kılmak lâzım. Bu da yere dair bilginin derinliğini, erişilebilirliğini, farkındalığını kent kimliğinin belirleyici özelliği yapıyor. Hacettepe Üniversitesi Kent Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile JeoIT’nin erişilebilir bir kent belleğini oluşturmak üzere ortaklaşa geliştirdiği proje okuyucusunu, dinleyicisini, iz1
http://www.izmeda.org/pages/MareNostrum.aspx?id=12
• Yer ve bilgiyi geniş bir zaman ölçeğinde sunmak; (Ekolojiyle ilgili farkındalık yaratmak adına bunu çok önemsiyorum. Tuzlanma, kuraklık, iklim değişimiyle ilgili problemlerin görünürlüğü, ancak bu ölçekte bir bilinç yaratmakla mümkündür. Bu bilinci başımıza gelebilecek felaketlerden önce kazanmak için bilimle kent arasındaki ilişkiyi aktifleştirmemiz gerekiyor.) • Bağlamları açıklığa kavuşturmak; bağlam aktörlerini seçkinci, ötekileştirici bir yaklaşımın aksine, kapsayıcılıkla belirlemek; • Bağlamları toplumun farklı kesimlerini kapsayacak biçimde okunabilir kılmak; • Her kentlinin doğal hakkı olan yaratıcılığın önünü açmak, yaygınlaşmasını sağlamak. PRENSİPLER
171 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İzmirli sanatçıların çalışmalarını dinlemek ve düşüncelerimi leyicisini tarihin mutfağında ve hemşerilerin deneyim zenpaylaşmak üzere aranızda bulunmak benim için özel. İzmir ginliğinde bir gezintiye davet ediyor. Akdeniz Akademisi, entelektüel yaşamımı etkilemiş, değerli İş yoğun, masrafı yüksek, geliştirilme süreci zaman alan bir kurum. Akademinin kuruluş aşamasında Akdeniz’deki ancak gelişmiş ülkelerde desteklenen yeni medya altyapılı uygarlık anlatıları içerisinde anlamlı bir yer edinmesi için projeyi ontolojik tabanlı, esnek bir bilgi sistemi olarak tagerekli strateji raporunu hazırlarken Akdenizlilik kimliği- nımlayabilirim. Bu bilgi sisteminin arkasında Paul Cote’nin nin açıklığının, yerin anlamına dair çoğulcu, derinlikli ve Harvard GSD’de “CBS ve Gelecekteki Kentlerin Tasarımı” kapsayıcı bir kavrayışa dayandığını gördüm. “Türkiye İçin üzerine verdiği derste paylaştığı hayallerin arkasından koİzmir’den Akdeniz’e Ufuk Açan Bir Kimlik Stratejisi” olarak şan iki öğrencinin entelektüel birikimi ve düzenli üretimi hazırladığım raporda, “Mare Nostrum (Bizim Denizimiz)” yatıyor. Sistemi, İzmir’deki bu değerli buluşmaya katılamaüst başlığıyla yer algısının coğrafya üzerinden ortaklaştı- yan arkadaşım, Yavuz Eren ile beraber geliştirdim. Böylece rılmasını vurgulamıştım.1 Yerin coğrafi bağlamı konusunda British Museum gibi köklü kurumların sahip olduğu ontoloderinleşmenin, kapsayıcı ve çoğulcu bir kimlik anlayışını jik altyapı, proje sayesinde kamu hizmeti sunan kurumlara kent ölçeğinde desteklediğine değinmiş, kentlerin “umut dâhi hizmet verebilecek şekilde tasarlandı. Sistem; kültürel mekânları” haline gelebilmesi için “Açık Kent Kimliği miras, çevre bilinci, kent içi paylaşım, kültür-sanat gibi Politikası”nın kentte yeri olduğunu gören, bilen, gösterebi- farklı alanlar için rahatlıkla kullanılabilecek bir altyapı üzelen aktif hemşerilerin yaşadığı bir mekân olması gerektiği- rine oturuyor. Neler yapılabileceğini size aktarmadan önce nin altını çizmiştim. Kent tarihçisi olarak kent teorisine ve amaçlarından, prensiplerinden ve ontolojik yapının nasıl kent projelerine yönelik çalışmalarım, bu entelektüel kaygı- çalıştığından bahsedeceğim. ların doğrultusunda devam ediyor. “Kentin Hikâyeleri: Açık AMAÇLAR Kent Kimliği için Ontolojik Temelli Bir Kent Bilgi Sistemi” başlıklı bu sunumda, sizinle çeşitli projelerimizi ve gelecek- • Yerin anlam derinliği erişilebilirliğini arttırmak; te geliştirmeyi düşündüğümüz perspektifleri paylaşacağım. • Bu derinlik için yerin yerel, ulusal ve küresel ölçekteki Kimlik, insanı gören bir tarih algısıyla düşünüldüğünde, bağlamsal ilişkilerini okunur kılmak;
MODELLER VE STRATEJİLER
www.kentinhikayeleri.com
Yerin anlam derinliği erişilebilirliğini arttırmak üzere tasarlanan bu ontolojik bilgi sistemi, kentlinin geliştirip değiştirmesine açık bir biçimde tasarlandı. Kentliye, elindeki bilgilerin sadece bir kısmını sunarak akıllıca davrandığını iddia eden bir yönetim şeklinin aksine aklı kentlide tanımlayan, kentliyi bilginin üretimi ve paylaşımında paydaşı kabul eden bir yönetişim sistemi.
zaman, mekân ve aktör bağlamları açısından daha geniş ölçekli alanlar olarak değerlendirilir. Değerlendirme sürecinde üretilen bilginin kent bilgi sisteminin bir parçası haline dönüşebilmesi çok önemlidir. Oysa çoğunlukla pazarın önceliklerine göre dayattığı dar ölçekler yüzünden bu gibi çalışmaların pazar için anlamlı olabilecek bilgileri dışarıda bıraktığını, dolayısıyla kent bilgi sistemlerinin parçası haline gelemediğini görüyoruz.
MODELLER VE STRATEJİLER
Bütün akıllı sistemlerde, toplanan bilgiye göre sistemin seçim parametrelerini değiştirebilirsiniz. Biz bu sistemi, pren- ONTOLOJİK YAPI sip olarak gelir getirecek modellere kapattık. Uzun erimde, Ontolojik yapının geleneksel bilişim yöntemlerinden farkını akıllı sistemlerin kente dair topladığı verilerin pazarın ihti- aşağıdaki tabloyla özetlemek isterim: yaçlarına yönelik işlenmesi ve hâtta pazarın içermeyeceği KENTİN HİKÂYELERİ: YENİŞEHİR’İN HİKÂYESİ bazı ihtiyaçların ortaya çıkması büyük açıklar yaratabiliyor. Bu bağlamda, kamusal bilgi sistemleri önemli bir gerekli- “Geçilip Gidilen Bir Yerden, Gezilen Bir Yere Kızılay” başlıklı bir deneyim alanı üretmek üzere Hacettepe Üniversitesi lik olarak tanımlanıyor. Örneğin iklim ve kültür, kapsadığı Çalışma Başlığı
Geleneksel Bilişim
Ontolojik Yaklaşım
Kültürel Öğelerin ve İlişkilerin Tanımlanması
Geleneksel bilişim yaklaşımlarında öğeler ve aralarındaki ilişkiler çoğunlukla veri tabanı tasarımında çözümlenir. Ancak bu tanımlar gerçek anlamda sadece veri katmanı üzerinde çalışan birkaç yazılım uzmanı tarafından bilinir. Bu sebepten dolayı bu tür sistemlere yeni tanımlar ve karmaşık ilişkiler eklemek zordur, tüm sistemi bozma riski taşır.
Ontolojik yaklaşım, ilk aşamalarda daha dikkatli bir çalışma düzeni gerektirir ancak ontoloji olgunlaştığı noktada esnekleşen veri yapısı kolaylıkla paylaşılabilir. Ontolojik bir sisteme yapılan eklemeler ilişkileri yoğunlaştırır ve sistemin faydasını artırır. Bu açık yapı, aynı zamanda farklı katmanların zaman içinde eklenmesini davet edecektir. Örnek olarak, “mimari akımlar” ontolojisi, ilk etapta tanımladığımız “mekânlara ait hikâyeler” ontolojisine sonradan eklenebilir. Kent dokusunu tanımak isteyen kullanıcılar, böylece mekânları hem tarihi hem de mimari filtreler üzerinden ilerleyebilir.
Mobil Uygulamalar - Web Uygulamaları
Odağa yönelik çalışan karakteristik yapıları gereği, geleneksel yöntemlerle geliştirilen web temelli mecralarla mobil uygulamaların gelişim süreçleri, ilk etapta hızlı ilerleyebilir. Ancak bu uygulamaların birbiriyle etkileşimi oldukça kısıtlıdır.
Ontolojik yaklaşımla geliştirilen uygulamalar, süreç boyunca ivme kazanır. Ontolojik açıdan uyumlu geliştirilen her uygulama, kendisinden önce geliştirilmiş web temelli uygulamaları ve mobil uygulamaları güçlendirme özelliğine sahiptir.
Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirliğin proje ekiplerine bağlı olduğu senaryolar, epeyi risk içerir. Ekip değişikliği veya firmayla yaşanacak anlaşmazlıklar, birçok bilişim projesinin henüz olgunlaşmadan yok olmasına sebep olur.
Sunulan yaklaşımda, veri yapısı kadar altta çalışan web ve mobil kodları da açılarak paylaşılmaya müsait hale gelir. Geliştirilen teknolojilerin kalıcılığı teknik ekiplere bağlı olmaktan çıkar; kurumlarca belirlenir hale gelir ve projenin sürdürülebilirliği riske girmez.
Kültür ve Kent Yaşamı Üzerindeki Etki
Tipik bilişim uygulamaları, hızlı erişim ve yayılma potansiyeli konusunda çok etkileyici olmakla beraber, kent hayatı ve kültürel öğelerin karmaşık ilişkisini yakalamak için yeterli olmamış, bu sebepten ötürü kullanıcıların kültürel etkileşimlerini zenginleştirme konusunda beklenen etkiyi yaratmamıştır.
Ontolojik bir bilişim yaklaşımının benimsenmesi ve bilişim teknolojilerinin bu yaklaşımla geliştirilmesi, ortak bir kent belleği yaratma, kültür varlıklarımızı koruma, kültürel paylaşımlarımızı çok daha anlamlı seviyelere çıkartmak için önümüzde duran en verimli imkânlardan biridir. Yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek esnekliği, onu kullanılıp atılacak bir araç olmaktan çok kullanıldıkça gelişecek bir sistem haline getirir.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
172
1- Cumhuriyet’in başkenti olarak, Ankara’nın inşa sürecini 1950’lere kadar getiren, bulvar boyunca serpilmiş ağaçlar ve yeni kurulmuş eğitim kurumlarıyla oluşan kent çehresi ve kültür yaşamı; 2- İkinci Dünya Savaşı sonrasının özel koşulları çerçevesinde şekillenen dünya - Türkiye bağlamı ve bu bağlamın Ankara’nın gündelik yaşamında sinemayla renklenmiş izleri; 3- “Kentin Hikâyeleri Yenişehir” adlı uygulama üzerinden her binanın hikâyesini görsel ve işitsel medya vasıtasıyla deneyimleten, Sıhhiye - Kızılay aksını konu alan gezi; 4- Kızılay’dan Sıhhiye’ye şiirlerle, Orhan Veli’nin hikâyeleriyle yapılacak entelektüel gezinti. “Meraklısına 1950’ler Kılavuzu” sayesinde, bu dört bölümün bağlamla ilişkisini didaktik bir anlatımı benimsemekten kaçınarak, dönemin bağlamına ait bir özetle beraber sunduk. Günümüzde Kızılay ve özelde Bulvar, yoğun araç ve yaya trafiği eşliğinde akan hızlı bir gündelik yaşam ritmi sunuyor. Baumann’ın 1989 tarihli deyimiyle, gün boyunca bir hedeften diğerine koşan “avcı tipi” insan, bir an durup “kim var imiş biz burada yoğ iken” demeye fırsat bulamıyor. Kızılay, yakın dönemlere kadar bu hızlı ritmi yavaşlatan kültür ve eğlence mekânlarına ev sahipliği yapmış olsa da günümüzde geçip gidilen, tercihen daha az zaman geçirilen bir yer haline geldi. İmkânları ölçeğinde başka bölgelerde vakit geçirmeyi tercih eden Ankaralılar sayesinde kent mer-
50’Lİ YILLAR İkinci Dünya Savaşı süresince milyonlarca insan öldürülmüş, yaşam alanları ciddi zarar görmüştü. Savaştan sonra Avrupa, harap olmuş şehirleri hızla yeniden inşa etmeye başladı. Dünya, Amerika ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında, iki kutuplu düzene kavuşmuştu. Savaş sonrası dönemde Amerika’nın yanında yer alan Türkiye, hem “Amerikan Rüyası”ndan hem de komünist düşmanlığından bolca nasibini aldı. Savaş sanayiinin, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gündelik yaşam için üretime yönelmesiyle, süratle küreselleşen bir tüketim toplumu ortaya çıktı. Uçağın yaygın bir ulaşım aracı olarak kullanılmaya girmesi, kitle turizmini başlattı. Reklâm sektörü de var gücüyle tüketimi desteklemek üzere, büyüdükçe büyüdü. Türkiye’de eğitimin yaygınlaştırılmasının getirdiği dikey hareketliliğin, köyden kente yönelik göçün ve 1948’de imzalanan Marshall Planı çerçevesinde Amerika ile güçlenen yakın işbirliğinin sonucu olarak yoğun bir değişim yaşanıyordu. Bu bağlamda, 50’li yıllar, Türkiye’de belli kesimler için “umut yılları” olarak başlamıştı. Türkiye, 1951’de Kore Savaşı’na destek verdi ve 1952’de NATO’ya girdi. Bu yakınlaşma - yardımlaşma çerçevesinde, BM ve UNESCO öncülüğünde köyden şehre yönelik göçün ciddi anlamda artmasından kaynaklanan ihtiyaçların karşılanması için 1956 yılında Orta Doğu İleri Teknoloji Enstitüsü kuruldu. Bu enstitü, sonraki yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi olarak ülkenin en parlak gençlerini yetiştiren üniversitelerimizden
MODELLER VE STRATEJİLER
kezinin çöküntüye uğradığı algısı yaratıldı ve semtin kalbi görevi gören kamusal alanın dönüştürülmesi, hızla kotarılması gereken bir projeye dönüştü. Bu değişim-dönüşüm, 50’li yılları yaşamış kimi kent sakinlerinin hatıralarında canlılığını koruyan Kızılay’a yakından bakmayı gerektiriyor.
173 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Kent Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile JeoIT firması tarafından Çankaya Belediyesi için hazırlanan “Yenişehir’in Hikâyesi Sergisi” ve mobil uygulaması, yerin tarihiyle hem dem olmuş, yere içkin, bağlamsal bir proje olarak beden buldu. Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gezilebilen sergi dört bölümden oluşuyordu:
MODELLER VE STRATEJİLER İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
174
Zeki Müren, Celal İnce, Gönül Yazar, Nigar Uluerer, Muzaffer Sarısözen, Şen Kardeşler gibi şarkıcıları dinleyen toplum, piyasaya sürülen dergilerden hem bu isimlerin hem sinemalarda sıkça izlemeye başladıkları Hollywood yıldızlarının hem de yeni palazlanmaya başlamış cemiyet hayatının önde gelenlerinin özel hayatını, giyim kuşamını ve eğlencelerini takip etmeye başladı. Şehirli ailelerin sıkça okuduğu Hayat, bu dergilerden biriydi. Dergiler sadece ünlülerin yaşamlarından kesit sunmakla yetinmiyordu; Gönül Postası gibi köşeler halkın dertlerine cevap aradığı mecralar haline gelmişti. Bu dergilerin çok sık yarışma düzenlediğini biliyoruz. Örneğin, 1951 yılında Yıldız dergisinin düzenlediği yarışmada birinci olan Belgin Doruk, Audrey Hepburn’e benzerliğiyle lanse edilmişti. Böylece Hollywood yıldızları, modern hayatın keyfini çıkarmaya koyulan şehirli kadınların güzellik idolü haline geldi. Ava Gardner, Sophia Loren ve o zamanlar yeni parlamaya başlayan Marilyn Monroe, ulusal dergilerin ve gazetelerin baş sayfalarında boy göstermeye başladı. Örneğin, bu yıllarda yayınlanan Kadın Güzelliği Dergisi’nin “Güzellik Tavsiyesi Köşesi” yazarının rumuzu “Güzellik Mütehassısı Hollywood Abla” idi. Güzellik ürünlerinin satışı patladıkça patladı ve piyasaya sürekli yeni ürün sunuldu. Bu ürünleri çıkaran firmaların verdiği reklâmlara bakınca, Hollywood yıldızlarına çokça referans yaptıklarını görüyoruz. Öz bakım konusunda erkekler de unutulmamıştı. Belgin Doruk ile aynı yarışmada birinci gelen Sadri Alışık ile Türk Sineması, nihayet jönünü buldu. “Dolce Vita (Tatlı Hayat-Amerikan Rüyası)” her ne kadar bazen yergiye uğrasa da genellikle övgü içeren, iyiye ve güzele dair umut saçan yerli filmlerin gözde konusu oldu. Başta taklit etmeye çalışan Türk biri haline geldi. Diğer yandan tarımsal üretimin arttırılması sineması, kendi filmlerini üretmeye başlayarak hem yorum amacıyla Amerika’nın doğrudan öncülüğünde, 1957 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi kuruldu. Bu üniversitede oku- hem söylem anlamında değişerek, yavaş yavaş da olsa kendi kimliğine büründü. Yeni eğlence türleri ve popüler müzik maya başlayan birçok öğrenciye Amerika’da eğitim bursu verildi. Örneğin, 1954-55 yıllarında “Eisenhower Fellows- akımları bu filmlerde kendine sıkça yer bulmaya başladı. hip” bursunu alan Süleyman Demirel ve “Rockeffeller Fo- Tüm bu değişimler, kentliyi gündelik yaşamında kendisine undation Fellowship” bursunu alan Bülent Ecevit, 1957’de bakmaya, sokakta görüldüğünün farkında olmaya, sokakta Amerika’nın yolunu tutan geleceğin siyasi liderleriydi. olan biteni görmeye davet eden bir bilinç oluşturmuştu. Bu Amerikan hayat tarzının lüks ve konforla özdeşleştirilen simgesi Hilton Oteli, 1955’te İstanbul’da açılır açılmaz dönemin imar çalışmalarının simge yapısı haline geldi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 20 Ekim 1956’da Taksim’de yaptığı konuşmasında sarf ettiği sözler, dönemin umutlular söyleminin çok çarpıcı bir özetidir: “…Öyle ümid ediyoruz ki, 30 sene sonra bu mübarek memleket 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır.” Amerikan orta sınıfının tüketim kültürü ve Amerikan rüyası, blue-jean, kola, sakız, konserve, transistörlü radyoyla Amerikan Pazarları üzerinden ülkeyi istilâ etmeye başladı ve kültürel alanda ortaya çıkan akım ve ürünlere benzer şekilde yerel alternatiflerini yarattı. Yeni ürünler tanıtıldıkça, reklâmcılık canlandı da canlandı. Savaş yıllarında ağırlıklı olarak propaganda ve haber aracı olarak işe yarayan radyo, bu kez kültürel yaşamı canlandırma görevini üstlendi. Yarışmalar düzenleyerek kazananlara eğitim vermeyi vaat eden radyolar, gittikçe “Türk Müziği Okulu” halini aldı. Radyodan Müzeyyen Senar, Safiye Ayla,
çerçevede, giyim kuşam meselesi kentlinin gittikçe önemsediği bir konu haline geldi. Dikiş makinasına olan talep, Singer şirketinin 1959 yılında Türkiye’de fabrika kurma kararı almasına neden oldu. Yenilikçi taleplere yetişmeye çalışan yerli konfeksiyon sektörü de hızla büyüdü. Naylon çorap ve ütü istemeyen naylon gömlek, en revaçta giyim ürünleriydi. Böylece, naylon her biçimde hayatımıza sızmaya başladı. 1950-53 yılları, büyüme ve bolluk yılları olarak anılageldi. Sanayi üretimi ve kapasite arttıkça tüketim kalıpları değişmeye başladı. Ankara, İstanbul’dan daha kanaatkâr tarzıyla sanayideki büyümeden kısmen de olsa nasibini aldı. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında tarım ürünlerine talebin artması, toprak ağalarını iyice zenginleştirmeye başladı. Adanalı pamuk ağalarının İstanbul eğlence hayatına “Hacıağa” olarak girdiğini görüyoruz. Şehrin eğlence kültüründe edindikleri yer pekiştikçe aile kısımlarını açan gazinolar, ülkenin önde gelen şehirlerinde eğlence hayatını yönlendirmeye başladı. Önceki yıllarda sadece üst sınıflara
Dünyada uçak kullanımının yaygınlaşması Türkiye’de turizmin canlanmasına dair umut yarattı. Buna yönelik olarak, Turizm Genel Müdürlüğü kuruldu. Koşut olarak dünyada olan bitenlere ve gezi anlatılarına yönelik merak tetiklendi ve ilk gezi dergisi Panorama ortaya çıktı; Kore Savaşı sırasında cepheden yapılan yayınlar yakından takip edilir hale geldi. İsmet Yenisey’in 1955 yılında Dünya gazetesinde başlattığı yazı dizisi “Memlekette bir Dolaşma”, iç turizmi tetiklemeye yönelik bir çalışmadır. Cumhuriyet gazetesi, aynı bakışla Halide Edip’in küçüklü büyüklü Anadolu kasabalarını gezerek yazdığı yazılara yer vermeye başlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Memleket İntibaları” ile Hafta dergisinde yayınlanan Şemsi Belli’nin “Anadolu Notları”, bu trende verilebilecek örneklerdir. Süreç, insanları bir yandan başka memleketleri görmeye, diğer yandan kendi memleketini daha yakından tanımaya yönlendirmişken gerek başka ülkelerin anlatısı gerekse alaturka alafranga tartışmaları, iki tarafa bakabilen yepyeni bir bakış açısı yaratmıştır. Zeki Müren, bu habitustan ortaya çıkan en özgün örnektir. Derya Bengi, Müren’in Doğu- Batı karşıtlığı tartışmaları arasında sıkışmış topluma “iki yöne çevrili bir Janus bakışı armağan” ettiğini söyler ve yaptığı katkının müzik tarihine yansımasını şöyle özetler: “Objektiflere elindeki Bill Haley & His Comets plağıyla poz veren bu eksantrik genç, Hacı Arif Bey’in ‘Kamer-çehre Perîrû Tende Cânım’ şarkısını sadakatle söylüyordu. Selahattin Pınar’dan ‘Gecenin Matemini Aşkıma Örtüp Sarayım’ı okurken Elvis Presley’le karşılaştırılıyordu. Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak sonrasının bestekârları, onun ilhamıyla yükseliyordu. Halk müziğinden rock’a, aranjmandan müzikallere uzanan altmışlar rönesansını galiba ellilerin Zeki Müren’iyle başlatmak yerinde olur.” Bugün hâlâ kulağımızda çınlayan sesi, ilk duyulduğu andan itibaren gönülleri kazanır. On sekiz yaşında İstanbul radyosunun açtığı yarışmada birinci olan
Zeki Müren’e dönemin radyolarının yıldızı Müzeyyen Senar hediye ettiği fotoğrafını “İstikbalin en parlak delikanlısına. Ablası” diye imzalamıştır. Zeki Müren radyolarda, sinemalarda, dergilerde ve gazinolarda boy gösterdikçe insanların gönlüne yerleşir. 50’li yıllar, başka önemli gelişmelere yol açar. 1949’da 150.000 olan toplam gazete tirajı, 1950’lerde 500.000’e çıkar. Yeni Sabah, Akşam, Milliyet ve Hürriyet, yeni basım tekniklerini kullanmaya başlar. Cep kitapları da bu dönemin getirdiği yenilikler arasındadır. Kahve ithalatı 1955 ekonomik krizi nedeniyle durdurulunca çay alışkanlığı yaygınlaşır. Futbol ligi, 1951 yılında profesyonelleşir; dünya kupası elemelerine girilir. Köyden kente göç coştukça yeni kentliler için konut ihtiyacı doğar. Bu ihtiyaç, şüphesiz ki “Amerikan Rüyası” ile birleşmiştir. Türk Yapı Bankası tarafından kurulan Evim dergisi, “iyi bir aile ve ev mecmuası ihtiyacını karşılamak ve okuyucularını evvela birer arsa sahibi, sonra birer ev sahibi yapmak gibi ulvi bir maksad” ile yayın hayatına girer. Bu dönemde konut, banka çekilişlerinde umudun işlendiği en önemli reklâm malzemesidir. İster bir çuval para, ister bir ev hayali, ister yerli yabancı romanlar, ister modern hayatın nimetlerini işleyen filmler; tümünde işlenen ana tema umuttur. Ankara, 50’li yıllara gelirken başkent olarak inşasını tamamlamış, Jansen’in çizdiği planla şekillenen Yeni Şehir’de yaşayanlar, kenti şekillendirmeye başlamıştır. Kentin nüfusu 1927’de 74.553 iken 1950’de 228.536’ya, 1960’taysa 650.067’ye çıkacaktır. Bu nüfus artışı, 1954-1959 arasında 5015 evin, 2687 apartmanın, 1678 ticari yapının, 116 sanayi teşekkülünün inşasını beraberinde getirir. Ankara’daki gecekondu sayısı, 1945 yılında dâhi 37.272 adettir. Bununla birlikte, aynı yıllarda inşa edilen kültürel, sıhhi ve sosyal yapının sayısı 48 olarak belirlenmiştir. Cumhuriyet’in ilk yılları, Ankara’da eğitim ve kültür kurumlarının inşa edildiği dönemi teşkil eder. Klasik eserleri Türkçeye kazandıran, böylece dünyanın entelektüel mirasını halka ulaştıran Tercüme Bürosu çalışanları, Türk Edebiyatı’nın en esaslı eserlerini üreten edebiyatçılar olarak öne çıkacaktır. Bu edebiyatçıların bir bölümünün yetiştiği Cumhuriyet öncesi Ankara’sının Taş Mektep’i, uzun
175 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Arçelik, 1958 yılında ilk yerli buzdolabını, 1959 yılındaysa çamaşır makinesini üretti. Yeme içme alışkanlıkları da hızla değişiyordu. 1950’den itibaren piyasaya giren Vita ve 1953’ten itibaren boy gösteren Sana, modern hanelerin vaz geçilmez gıda mamûlleri haline gelmişti. Likör, 1950’lerde dini bayramlarda ikram edilen bir içki olarak kendine yer buldu. Çeşitlenen gazozlar ve kolalı içecekler, gelişen dağıtım ağı sayesinde yurdun dört bir yanına ulaşmaya başladı ve meşrubatla serinlemek, gittikçe yaygınlaştı. 1955’te çıkan kriz nedeniyle ithalatı durdurulana kadar piyasaya giren Amerikan otomobilleri 2000’li yıllara kadar taksi dolmuş olarak kullanılacaktı.
MODELLER VE STRATEJİLER
mahsus olan buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi, radyo, gramofon, telefon, elektrikli ütü ve bu cihazların çoğunu işletmek için gereken pil gibi ürünler, 1951 yılında radyoda yayınlanmaya başlayan reklâmlar sayesinde yavaş yavaş orta sınıfın evlerine girdi. Tüketimi patlatmak için çiftçilere hasattan hasada, memurlaraysa 24 aya kadar vadeli kredi sunuldu. Hoover marka elektrikli süpürgenin aylık taksiti 25 Lira idi. Kanaatkârlığın işlendiği yıllar geride kalmış, tüketimin desteklendiği yıllara geçilmişti.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
176 MODELLER VE STRATEJİLER
Bir yeri anlamak, oranın bağlamına nüfuz ettikçe derinleşen bir süreç olarak görüldüğünden, geçip gidilen yeri gezilen yer haline getirecek herhangi bir deneyim tasarımı, meraklısına, ilgi alanına giren konular üzerinden seçim yapabileceği, farklı konularda derinleşebileceği parçalardan oluşmalıdır. Uygulamayı tam da bu bakışa uygun olarak, bugün geçilip gidilen Kızılay-Sıhhiye aksına 50’li yılların üzerinden bakmak için ürettik. Bu bağlamda, uygulamanın yerin sembolik haritasının erişilebilirliğini arttırmayı, mekânın kullanımını yavaşlatmayı, çevredeki etkenlere farkındalığı güçlendirmeyi, yerden alınan hazzı çoğaltmayı ve hafıza üzerinden farklı kuşaklar arasındaki ilişkiyi üretmeyi hedeflediğini söyleyebilirim. Aslında 50’li yıllara uzanan, arafta kalmış bu bakış, döneme tanık olamamışları
Kullanım kılavuzunu hazırlayan yazılım mühendisi Ergün Teker’e buradan tekrar teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İnsanların bilgi getirip yığabileceği, akademik ve kamusal kullanıma açık, esnek bir altlık ürettiğimizi düşünüyorum. Örneğin bir arkadaşım, Trakya’da artan su kirliliğinin ve azalan yer altı kaynaklarının, yerleşik çiftçilerin hayatını nasıl etkilediğine çalışıyor. Bu çalışmayı mekânda paylaşmak üzere bir rota belirliyor, o rota üzerinden insanlar akademik verileri görebiliyor. Projeyi istediği zaman kapatabilir veya sadece öğrencilerine gösterebilir. İsterse kısmen açar. Üç yıldır aktif bir şekilde üzerine çalıştığımız bu sistemi Mimarlar Derneği 1927 ve Türkiye Teknoloji Vakfı gibi kurumların çatısı altında tanıttık. Gittikçe büyüyen ekibimizle üniversite, vakıf ve belediyelere, yerin belleğini erişilebilir kılacak projeler geliştiriyoruz. Ankaralıların hikâyelerini, fotoğraf albümlerini toplamaya başladık. Bu projeye “Kentte Bir Hikâyem Var Diyorsanız” adını verdik. İnsanın “evet, benim bir hikâyem var” demesinin çok demokratik bir adım olduğunu düşünüyorum. Kentler biz onlara empati duydukça, varlığımızı dâhil ettikçe umut mekânı haline gelir. Bu sebeple, “Kentin Hikâyeleri”ni doğrudan demokrasiyle ilgili bir proje olarak görüyorum.
2
Peter Ian Crawford, 1992
MODELLER VE STRATEJİLER
Büyüyen kent, büyüyen tüketim ve artan üretim, “Başkent Ankara”nın merkezinin çehresini değiştirir. Kültür sohbetleri yapılan pastanelerin, kitapçıların yanına mağazalar açılır; pasajlar inşa edilir ancak ufukta görünen dönüşüm, kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştır. Ankaralılar, yeni gelen mallara pastanelerde harcadığı zamanı ayırmaz. Kızılay’ın gündelik yaşam ritmini değiştiren en önemli etken budur; hızla artan nüfusa yetmez hale gelen toplu ulaşım sistemi ve artan motorlu taşıt trafiği, yaşamın ritmini hızlandırdıkça hızlandırır. Kızılay’da gündelik yaşamın ritmi, her geçen gün daha da artmaya başlar. Kurumların ve büyüyen hizmet sektörünün kent çeperine yönelmesiyle çöküntüye uğramaya yüz tutan kent merkezi, önce kültürel paylaşım mekânlarını kaybeder. Özellikle Bulvar’ın KızılaySıhhiye aksında bir zaman-mekân daralması yaşanır. Sembolik anlam haritalarına yönelik farkındalık okunaksızlaşır; yerden alınan hazzın ve geçirilen zamanın kalitesi düşer.
henüz unutulmayana götüren bir bakış. Güncel deneyimlere alternatif olarak sunduğu bellek deneyimiyle bizi kenti birlikte yeniden düşünmeye davet eden bir pencere. Kentin geçmişine yapılan gelgit, olumsallıkları zenginleştiren bir anlama sürecidir.2
177 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
süre şehrin entelektüel yaşamına damga vurmaya devam eder. Kendisine özgü ürünlerinin ortaya çıktığı 50’li yılların şiiri, Yenişehir’in sokaklarında, şairlerin adımlarının peşine düşülerek aranır. Ankaralılar, 1929’da dikilmiş ağaçların gölgesinde dinlenmektedir. Başkentliler bu bölgede açılmış mağazaların vitrinlerini izleyerek gezer dolanır; gümrah parklarda dinlenir, pastanelerde oturur söyleşir.
TIMIŞOARA – AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ 2021 Simona Neumann
www.timisoara2021.ro
MODELLER VE STRATEJİLER
Öncelikle davetiniz için teşekkür etmek istiyorum. Dilerim ki bu ziyaret, her iki şehir arasında olduğu kadar İKPG bileşenleri için de yepyeni köprülerin kurulmasına vesile olur.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
178
Temeşvar’ın (Timişoara) 2021 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesine ilişkin kültür stratejisini sizlerle paylaşmadan önce, şehirden ve içinde yer aldığı bölgeden kısaca bahsetmek isterim: Temeşvar, sınırları üç ülkeye yayılmış Banat bölgesinin Romanya’nın batısına denk gelen kısmının başkenti. Banat, Romanya’daki kısmın yanı sıra Macaristan ve Sırbistan’daki kısımlardan oluşuyor. Ülkenin ikinci büyük şehriyiz; bölgenin de tarihsel, ekonomik ve kültürel merkeziyiz. Üç yüz yirmi bin nüfuslu bu kozmopolit şehirde yirmi dokuz etnik grup birlikte yaşıyor, hâtta farklı etnik gruplardan bireyler aynı ailenin içerisinde barınıyor. Banat, çok inançlı yapısını korumayı başarmış bir bölge. Çavuşesku rejimine karşı başlayan devrimi ateşleyen bölge olması itibariyle Romanya’nın yakın tarihinde çok etkili ve saygın bir konumu var. Temeşvar ise yenilikçi icatlarıyla tanınıyor; ülkedeki birçok yenilik, burada baş göstermiş veya hayata geçmiş. Örneğin sokak aydınlatması sistemi, Avrupa kıtasında ilk kez, 1884 yılında Temeşvar’da kurulmuş. Çok gelişkin bir ekonomik yapısı var; özellikle bilişim ve otomotiv sanayiinde öncü şehirlerden biri. Tarihi boyunca hep göç almış fakat işsizlik oranı çok düşük. Avusturya - Macaristan İmparatorluğu mirasını güçlü biçimde taşımaya devam ederken, Osmanlı ve Rumen mirasına hakkıyla sahip çıkmış. Osmanlı kültürüyle oldukça ilginç bir ilişkisi var çünkü Batı Avrupa’yla Doğu Avrupa arasında bir kavşak noktası görevi görmüş Temeşvar. 1552-1716 yılları arasında Osmanlı egemenliğindeymiş; diplomatik, kültürel ve mimari açıdan Avrupa ile Osmanlı arasında sürekli bağ kurmuş. Osmanlı, Temeşvar’a camiler, mahalleler, pazarlar, hamamlar inşa etmiş ve miras bırakmış. Bu mirasın izlerini toplumsal yaşama ve bilhassa yemeklere bakınca kolayca görebiliyorsunuz. Temeşvar Meydanı, diğer adıyla Birlik Meydanı, barındırdığı mimari unsurlarla bahsettiğim kültürel ve tarihi kesişimlerin nice ispatını sunuyor. Barok bir yapının sağ yanında Doğu Sırp kilisesini, sol yanında Katolik Kilisesi’ni görüyorsunuz. Rumen tiyatrosu, Macar tiyatrosu ve Alman tiyatrosu, yan yana faaliyetini sürdürüyor. Bega Nehri ticari, kültürel ve siyasi açıdan tarihi boyunca şehri beslemiş; iletişim
kanalı görevi görmüş. İlk bakışta dar görünen bu kanal, zamanında Orta ve Doğu Avrupa’nın en popüler ticari rotalarından biriymiş. Örneğin, Viyana’da üretilen piyanolar, Avrupa’nın başka yerlerine bu kanal üzerinden taşınırmış. KÜLTÜR STRATEJİSİNİN HAZIRLIK SÜRECİ Kültür stratejisini, 2014 yılında, Temeşvar Belediyesi’nin isteği üzerine bağımsız uzmanlardan ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir kurul olarak hazırladık. Stratejiyi, sadece şehrin kendisine odaklanmak yerine, az önce bahsettiğim üzere, sınırları aşıp komşu bölgelere taşacak şekilde kurmayı tercih ettik ki etki alanımız alabildiğine genişlesin. Dolayısıyla 2014-2024 dönemini kapsayan kültür stratejisi, geleceğe bakarken yakın geçmişten feyz almakla kalmayıp aynı dönemde benimsenmiş uzun vadeli kalkınma politikalarıyla, ekonomik-politik-ulusal-kentsel planlama stratejileriyle uyumlu bir şekilde ilerlemeyi hedefliyor. Rekabetin ve küresel sürecin kızıştığı böyle bir zaman diliminde Avrupa Kültür Başkenti programına aday olmak tabii ki bazı yararlı sürtüşmeleri beraberinde getiriyor. Yola çıkarken temel amacımız, katılımcılığı öne koyarak tüm kesimleri içerecek bir model yaratmak ve farklı kesimlerin beklentilerini ortaklaştırmaktı. Bu süreçte sivil toplumla belediye arasında pek çok tartışma baş gösterdi, bağımsız uzmanlar olarak her tartışmada taraflar arasında mekik dokuduk ve kültürün, Temeşvar’ın geleceği açısından neden bu denli önemli bir konumda olduğunu açıklamaya çalıştık. Sözünü ettiğim tartışmalar, tabii ki kentin kimliğini tanımlamak açısından son derece işlevseldi. Biz de geçmişe saplanıp kalmak yerine geçmişi kullanarak geleceğe bakmayı öneren bir yaklaşım belirledik. Bu yaklaşım, kültürü bildik anlamda tanımlamaktan çok, farklı alanlardaki dinamikleri tetikleyecek bir araç olarak işaret ediyor. Turizmin gelişimine katkı sağlamayı ve şehrin ziyaretçi sayısını katlamayı örnek olarak verebilirim; tam da bundan dolayı stratejinin sınırlarını bölgenin dışına taşırmayı gözettik. Stratejiyi tartışmaya başladığımız dönemde, Temeşvar’ın kültür sektörü bir dizi sorunla, tartışmalı hususla yüz yüzeydi. İşsizlik oranının çok düşük olması size ilginç geliyor olabilir fakat Temeşvar’daki yaratıcı beyinler ve kültür aktörleri, bahsettiğiniz üzere tıpkı İzmir’de süregittiği gibi Batı’ya veya bölgenin diğer büyük şehirlerine göçmüş. Dolayısıyla şehir, yerleşik endüstrileri sayesinde
Temeşvar’ı ayakta tutmuş iktisadi teşekküller şimdi boş duruyor. STRATEJİYİ ÇİZERKEN DOĞRU İLKELERİ BELİRLEMENİN ÖNEMİ
"Kültür için kültür" yaklaşımından ziyade "toplum için kültür" yaklaşımını tercih ediyoruz. Yürütülecek çalışmalara özel sektörün katılımını sağlamak, önemli bir ilkemiz ki etkinliklere sponsor olmasını arzu ettiğimiz firmaların temsilcilerini düzenlediğimiz toplantılara konuk etmeyi başarabilmiş bir yapıyız. Özel sektör ve kültür sektörü arasındaki bağlar çok zayıf; sanırım, bu pek çok şehrin üzerine çalışması gereken bir konu. Neden etkinliklere sponsor olmaları gerektiğini kendilerine ısrarla anlatmamız gerekiyor çünkü özel sektör ekonomik, kültürel ve toplumsal anlamda şehrin dinamiklerini belirliyor, sanat izleyicisi olmaya aday geniş kesimleri istihdam ediyor. Bu bağlamda, özel sektörün çağdaş yaratıcılığı teşvik etmek, kültür operatörlerinin kapasitesini artırmak, yerel yönetimin yerinde iyileştirme çalışmalarına finansal destek sağlamak, kültür-sanatın yoksun mahallelere ulaşması için lojistik destek vermek gibi görevleri üstlenmesi gerektiğini iddia ediyoruz. Kaldı ki Temeşvar 2021 Komitesi, belediyenin ekonomik konseyine üye. ADAYLIK SÜRECİ Benimle beraber Chris Torch’un da üyesi olduğu Temeşvar 2021 Avrupa Kültür Başkenti Derneği, şehir 2014’te adaylık sürecini yürütürken kültür stratejisinin hazırlık aşamasına
MODELLER VE STRATEJİLER
Biraz da kültürel stratejimizin ilkelerinden bahsetmek istiyorum. İlkeleri belirlemek adına bir dizi başlık ürettik. Bu başlıklardan bazılarını mevcut mirasın korunması, tarihsel ve mimari açıdan önem arz eden yapıların kullanıma açılması, çağdaş kültürün desteklenmesi, yerelde faaliyet gösteren kültür-sanat aktörleriyle kentin farklı kesimleri arasındaki bağların güçlendirilmesi olarak sıralayabilirim.
179 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
ekonomik olarak kendini idame ettirmiş fakat bu aktörleri kaybederek kültürel anlamda çoraklaşmış. Bu bağlamda Temeşvar’ın kültürel açıdan daha geniş kitlelerce tanınabilmesinin, cazibe noktası olarak algılanabilmesinin tek yolu, kültürü güçlendirmekten geçiyor. Kent, hâlihazırda pek çok festivale ev sahipliği yapıyor ama kültürel planlamada bir uyumsuzluk, tutarsızlık, eşgüdüm eksikliği var. Buna bağlı olarak sanatsal kapasite oldukça düşük. İzleyici angajmanı da zayıf; etkinliklere daha fazla izleyici çekmek gerekiyor. Uluslararası planda ortak yapımların sayısı seyrek; şehrin başka bölgelerle ve ülkelerle bağlarını güçlendirmeye ihtiyacı var. Kültürel eğitim seviyesini ağırlıklı olarak orta ve üst gelir grubu tayin ediyor. Yani Temeşvar’ın kenar mahalleleri fırsatlardan yoksun kalıyor. Uzamlar yeterince verimli kullanılmıyor, verimi artıracak pratikler zayıf. Tüm bu tespitlerin ışığında, biz de işe bir haritalama çalışmasıyla başlamayı önerdik ki potansiyeli görelim. Şehir, tıpkı İzmir’de olduğu gibi sayısız miktarda metruk bina, fabrika barındırıyor. Post-endüstriyel, sahaların kültürel aktiviteler için nasıl kullanılabileceğine ilişkin politikalar geliştirmek gerekiyor. Tarihsel veya mimari açıdan değer taşıyan on dört bin beş yüz binadan bahsediyoruz fakat bunlardan sadece %10’u rehabilite edilmiş. Su kuleleri, şapka fabrikası, buz fabrikası, salhane, sigara fabrikası gibi zamanında
MODELLER VE STRATEJİLER
lemiyoruz?”. İkinci temayı Bega Nehri’nden, Temeşvarlıların deyişiyle “su kanalı”ndan yola çıkarak ürettik: “Kültür Kanalı”. Bu sefer “kanal kelimesi, nehri olduğundan küçük gösteriyor” diyerek yerdiler.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
180
dâhil edilmişti. 2011’de kurulan dernek, siyasetçileri, bölge temsilcilerini, belediye yetkililerini, bağımsız kültür kurumlarını, üniversiteleri, kitle iletişim uzmanlarını ve medya mensuplarını içeriyordu. İlk etapta, dört aşamalı bir yol haritası çizdik: 1) Kültür sektörüyle bağımsız kurumlar arasındaki işbirliğini artırmak. 2) Sektörler arası bağları güçlendirecek inisiyatifleri desteklemek. 3) Yeni izleyiciler yaratmak. 4) Kültür sektörünün kapasitesini artırmak. Kampanyanın sloganını belirlemek hiç kolay olmadı. Bir karara varabilmek için dört yıl boyunca sivil toplum örgütleriyle çalıştık. İlk bulduğumuz tema devrim kavramını merkeze koyuyordu; Temeşvar’ın Çavuşesku rejimine karşı direniş merkezi oluşundan yola çıkmıştık. Beğenmediler, dar buldular ve ortaya şöyle bir öneri attılar: “İlkler nerede? Bu şehir hani ilklerin şehriydi? Neden buna dair bir şeyler söy-
Üçüncü temada uzlaştık, düzenlediğimiz lansmana konuyla ilgili herkesi davet ettik ve gayet şık bir sunuş yaptık fakat “bu da olmadı. Hani bu şehir ışık kentiydi, sloganın içerisinde ışık yok” diyerek itiraz ettiler. En sonunda şu sloganda karar kıldık: “Işığını parlat, şehrini ışıklandır”. Işığı bir metafor olarak kullandık çünkü Aydınlanma Dönemi’nde gelişmeye başlamış bir şehir Temeşvar. Ayrıca, daha önceden değindiğim üzere, kıta Avrupa’sında kent ışıklandırmasının ilk uygulaması burada hayata geçirilmiş. Kelimenin alt metnine bakarsak, sivil katılımı özendirmeyi de çağrıştırıyor; her yurttaşı ışımaya, içinde saklı olan sivil enerjiyle çevresini aydınlatmaya çağırıyor. Son lansmanla kente huzur geldi. Tabii oyunbozanlık yapanlar çıktı: “Ee, devrim nereye gitti?”; “Kültürler arası kanal görevi görme meselesi ne oldu?”; “Hani ilklerin kentiydik?” Tamamını “hepsi ışığın içinde saklı” diyerek cevapladık. Chris’in soyadı Torch; meşale anlamına geliyor. Dolayısıyla bu sloganın hakkını verecek çalışmalar için kendisini görevlendirdik. Her açıdan uyumluyuz! Kültür başkenti seçildikten sonra 2021’e yönelik çalışmaların lider kurumu haline geldik. 2021’E DOĞRU YÜRÜYÜŞ Her şehir Avrupa Kültür Başkenti unvanına layık görülmüyor. Temeşvar, sahip olduğu meziyetlerden öte, kalkınmanın merkezine kültürü koymaya kararlı olduğunu gösterdiği için seçildi. Adaylık süreci yerel yönetim, bağımsız kurumlar, yaratıcı sektörler ve yerel sermaye grupları hedefe kitlendiği için başarıyla sonuçlandı. Kamusal meselelerin çözümünü sadece kamu kurumlarından beklemediğimizi
gösterebildik. Bu kurumlarla yürüttüğümüz uzun istişarelerin sonucunda kentin beş acil sorunu olduğunda karar kıldık: Bir, marjinal toplumlara yönelik hoşgörüsüzlük; iki, kamusal alanların hızla yitmesi; üç, kentin geleceğine dair ortak bir vizyonun yokluğu; dört, uluslararası profilin yeterince gelişmemiş olması; beş, sivil enerjinin gittikçe zayıflayarak ortadan kaybolması. Aslında çizdiğimiz kültür stratejisi, ters köşeden başka bir yaklaşıma işaret ediyor. Temeşvar, giderebilirse bu beş sorunu, kalıcı değerlere dönüştürebilir: Kültürler arası hoşgörüyü artırmak, kamusal alanları ve yapıları kültür-sanat hayatına kazandırmak, çok dinli yaşamı desteklemek, girişimciliği köpürtmek ve sivil enerjiyi güçlendirecek hamleler yapmak. Bir yolculuk olarak tasarladığımız ve lanse ettiğimiz sanatsal haritamızın payandaları da bu yaklaşıma dayanıyor. Bu payandaları insan (bellek), yer (kamusal alan) ve bağlantılar (periferiyle ve diğer ülkelerle ilişkiler) şeklinde sıralayabilirim. Rotalar kültür istasyonlarını, istasyonlarsa payandaları birbirine bağlıyor. Haritada kültür istasyonlarını sarıyla, rotaları yani izleriyse beyazla işaretledik. Bu izlerin her birini patika gibi düşünebilirsiniz. Hepsinin ortasında bizim enerji santrali ya da güç istasyonu adını verdiğimiz, bütün projeyi çekip çeviren bir merkez var. Ortaklarımızı da bir ağ üzerinde işaret ettik. Bu ağ yeni kollarla sürekli genleşiyor. İzleyeceğimiz yöntemler konusunda epeyi netleşmiş durumdayız: Sanatla bir yerinden bağlı olan aktörleri projeye angaje ediyor, inisiyatif almaya çağırıyoruz. İnisiyatif alma meselesi önemli çünkü bu aktörlerden diğer sanatçılarla, oluşumlarla, girişimlerle, ağlarla ortaklaşarak proje üretmesini bekliyoruz. İkinci aşamada, ortaya sürdükleri projelerin gelişim aşamasında,
Beklenti yönetimini becermek, işin en zor kısımlarından biri olsa gerek. Çok karmaşık bir süreç; Avrupalı paydaşlarımızla, merkezi yönetime bağlı kamu kurumlarıyla, belediyeyle, politikacılarla, kent plancılarıyla, mimarlarla, kültür yöneticileriyle, azınlık temsilcileriyle ve yüzlerce dernekle işbirliği yaparak yürümek zorundayız. Uzun vadeli bir proje olduğu için her paydaşın ve her Temeşvarlının beklentisini çok iyi yönetmemiz gerekiyor. İnsanlar ve kurumlar hemen şimdi ne olacak, onu anlamlandırmak ve görmek istiyor. Politikacılar açısından iş iyice muğlak çünkü 2021 onlar için müthiş uzak bir tarih. Belki politik görevleri sona erecek çünkü 2020’de seçimler var. Dolayısıyla, gün be gün birilerini ikna etmemiz gerekiyor; hâtta 2020 için yürütecekleri seçim kampanyalarına kültür stratejimizi dâhil etmelerini öneriyoruz. Temeşvar ve İzmir, pek çok açıdan benzer meziyetlere, zihniyetlere, alışkanlıklara sahip şehirler. Birbirimizden öğrenebileceğimiz sayısız şey olduğundan eminim. Buradan hareketle, gerek İKPG’yi ve bileşenlerini, gerekse İzmirli kültür aktörlerini aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağımızı bu vesileyle ilan etmek istiyorum.
181 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
Biraz da işin finansal boyutu hakkında bilgi vereyim: Kültür başkenti seçildiğimiz sene itibariyle altı yıl süresince tahminen sekiz buçuk milyon avroluk bir bütçeyi yöneteceğiz. Adaylığın ilanıyla şehre büyük bir yatırım hamlesi bekliyorduk ama araştırmalarımız ve temaslarımız gösteriyor ki özel sektörden ancak bütçenin %9’u oranında destek alabileceğiz. Biliyorsunuz, Avrupa Kültür Başkenti seçilen şehirde altyapıya dair iyileştirme ve inşa faaliyetlerinin tamamını belediye üstleniyor. Avrupalı partnerlerimizden bütçenin %75’i mertebesinde bir destek alabileceğimizi öngörüyoruz. %30’unuysa yurttaşların katılacağı etkinliklerden elde edilecek toplam gelirle finanse edeceğimizi değerlendiriyoruz. Bu sunumu üç yıl sonra yapıyor olsaydım herhâlde başka veriler üzerinden konuşuyor olurdum çünkü gerçekler sürekli değişiyor. Chris Torch işe hızlı başladı; 2018 itibariyle bu oranların iyice somutlaşacağını düşünüyorum.
MODELLER VE STRATEJİLER
aktörleri farklı taraflara erişmeye ve kendi ağlarını genişletmeye davet ediyoruz.
NOMADMIND / Çiçek Tezer – Emre Yıldız
nomadmind.org
MODELLER VE STRATEJİLER
Fikri altyapısı 2013 yılında şekillenen NomadMind’ı, tasarımın ve sanatın farklı alanlarında çalışan kişi ve oluşumları birlikte üretmeye davet eden bir platform olarak nitelendirebiliriz. Platform olarak yaratıcı üretim süreçlerini ortaya çıkaran koşulları, mekânları, biçimleri araştırıyor ve tartışıyor; bu doğrultuda çeşitli çalışmalar yapıp, etkinlikler düzenliyoruz.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
182
Yürütücülüğü, Emre Yıldız ve Çiçek Tezer olarak üstlenmiş olsak da zaman zaman farklı alanlarda, konularda çalışan bireyleri ekibimize davet ediyoruz; böylece NomadMind’ı nicelik ve nitelik bakımından çeşitlendirmeye özen gösteriyoruz. Aldığımız eğitimler ve bireysel çalışmalarımız itibariyle grafik tasarım, mimarlık ve mekân araştırmaları üzerine yoğunlaşmış olsak da NomadMind’a çizdiğimiz çerçevenin esnekliği sayesinde, daha geniş bir eksende üretim ve paylaşım yapma olanağı buluyoruz. Çalışmalarımız, genellikle sanat ve tasarım alanında yoğunlaşıyor. Elbette, odağın çapını belirlemek adına, düzenlediğimiz etkinlikler için kimi sınırlar tayin ediyoruz ancak bugün sanatın değilse de tasarımın, tasarım ürünlerinin ve disiplinlerin sınırlarını net bir biçimde çizmek, oldukça güç. NomadMind ile bu belirsizliklerin, kolayca tanımlanamayan tekinsiz alanların ve kavramların peşinde koşuyoruz; hâtta akademik kesinliğe sahip disiplinler içerisinde tanımlanmaya, kolayca sınıflandırılmaya direnen içerikler üretmek, bizi çok heyecanlandırıyor.
Akçay’ın gözünün içine baktığımız, yepyeni bir deneyimdi. Storyboard çalışmalarından senaryo yazımına, sahne dekorunun üretiminden kurguya giden süreçte, hepimiz yaratıcı bir ürün ortaya koymak için üzerine uzmanlaştığımız disiplinlerin güvenli alanlarından çıkıp, tekinsiz bölgelere adım atmıştık. Platformumuza adını veren “göçebe akıl” kavramı, tam da bu yüzden, mekândan çok zihinde gerçekleşen bir göçe işaret ediyor. Aidiyetin konforunu terk edip yeni düzlemlere, yeni perspektiflere açılan bir deneyimin peşinde koşma hali… Aralık 2015-Mayıs 2016 döneminde iki haftada bir düzenlediğimiz, çeşitliliği ve disiplinlerarası zenginliği kovaladığımız, on dört söyleşiden oluşan “Kent Üzerine Söyleşiler” başlıklı dizimiz, bir yandan bahsettiğimiz göçebeliğin altını hakkıyla doldururken diğer yandan içerik ve mekân anlamında tanımlı işlevlerin sorgulandığı, esnetildiği bir düzlem yarattı. Bu söyleşi serisi kapsamında, herhangi bir uzmanlığa ya da yetkinlik sınırlamasına dayanmaksızın, kentle ilgili söyleyecek, paylaşacak sözü olan pek çok konuşmacıyı konuk ettik. Cinsiyet, ritim ve tanıklık gibi birbirinden farklı alanlardan yola çıkan konuşmacılar, Türk sinemasında mahalle kavramı, Kültürpark ve Türk edebiyatında kent gibi konulara değindi. Bu söyleşi serisini takip edenler de herhangi bir alanın veya konunun uzmanı değildi. Bu çeşitlilik bizi çok heyecanlandırdı.
Bütün bu düşünceler, eğilimler ve prensiplerden oluşan bulut, sürekli kafamızın üzerinde dolanıyor olsa da o bulutu her etkinliğin merkezine oturttuğumuzu söylemek abartı olur. Tekinsiz alanlar arayışı, bizi hep ileriye iten ve arka planda uğuldayan bir lokomotifin çizdiği ize benziyor. Sanatsever tasarımcılar olarak içine girdiğimiz bu arayış, bakışımıza ve okuma biçimlerimize inen bir filtre görevi de görüyor. Aktör olarak görünür olmasa da, arayışın, çalışmalarımızın üzerindeki itkisini ve yansısını sezmek mümkün. İlk ortaya çıkışından derneğe dönüşümüne dek, platformun her aşamasında bu arayışın izlerini görebiliyoruz.
2016 yılında hayata geçirdiğimiz “Wood Tales (Tahta Öyküler)”, uluslararası ölçeğe sahip ilk projemizdi. Baserriko Arte Sarea (Helette, Fransa) ortaklığında TANDEM Türkiye Programı kapsamında yürütülen bu proje, bizi hem şehir merkezinin dışına çıkarttı hem de Fransa’da gerçekleşen ikinci ayağı sayesinde iyice göçebeleştirdi. Tahtacı kültürüne ait sembolleri görselleştirmek için ahşap baskı yöntemini kullandık. Bu yöntem sayesinde, ormandan ormana uzanan göç yollarını haritaladık; ardından elde ettiğimiz çıktıları İzmir’de, İstanbul’da, Fransa’nın Bask bölgesinde ve Berlin’de sergiledik. İlk matbu çıktımıza zemin yarattığı için, “Tahta Öyküler” projesini bir mihenk taşı olarak görüyoruz.
Beş yıla yakın bir süredir gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin NomadMind için sürekli yeni deneyimler üretmesini, bu yaklaşımın en net yansıması olarak sayabiliriz. 2014 yazında, Portİzmir3 Trienali kapsamında gerçekleştirdiğimiz stop-motion animasyon atölyesi, hem konunun uzmanı olmayan öğrencilerin hem de konuk eğitmenimiz Zeynep
NomadMind kapsamında sürdürdüğümüz, güncel etkinlik konseptimiz “Living Room (Oturma Odası)”, insanların birlikte tartışıp yeni fikirler ortaya çıkarmasına alan açacak bir mekân arayışımızın sonucunda ortaya çıktı. Evimizin bize özel bir alanını, konuk edeceğimiz etkinlikler sayesinde kamusallaştırırsak, ortaya çıkacak aradalık durumunun
MODELLER VE STRATEJİLER
“Living Room” konseptini hayata geçirmeden önce, mekânın nasıl kamusallaşabileceği üzerine etraflıca konuşmuştuk. Zamanla gördük ki etkinlikler boyunca kapalı tuttuğumuz yatak odası, özel-kamusal alan ayrımını netleştiriyor. Bu odayı sadece performans hazırlığı için, ancak ihtiyaç hasıl olursa kullanıma açıyoruz. Çoğu izleyici tuvalet, mutfak gibi bölümlerin nerede olduğunu kendi kendine keşfediyor; kimi izleyici de bu alanları kullanmak için bizden izin alma gereğini hissediyor. Gözlemlediğimiz üzere, izleyici mutfakta çok serbest hareket ediyor. Mutfak, ikili diyaloglara vesile olması açısından biraz daha farklı bir yerde duruyor; içeceğini alıp biraz soluklanmak isteyenler için özel bir işlev üstleniyor. Evin mutfağı, tüm kültürlerde topluluk üyelerinin rahatça sohbet ettiği, birbiriyle sosyalleştiği, savunmasız bir alandır. O halde, ileride mutfakta düzenleyeceğimiz bir etkinlikte oturma odasının kaçış noktası görevini üstleneceğini söyleyebiliriz. Evin içindeki alanların duruma göre işlev değiştirebilmesi ihtimâli, bize çok cazip geliyor. İşlev değiştirebilme hali, yerleşim planı kurmak açısından eşyalar için de geçerli. Misafirler, bizim tasarladığımız tetris şeklindeki pufları diledikleri gibi yerleştirip, kendilerine özel oturma grupları oluşturabiliyor.
Etkinlik yapacak sanatçıları çoğunlukla biz davet ediyoruz ama kimileri alana özel etkinlik de öneriyor. “Living Room”un bireylere uzmanlık alanlarının dışında ilgi duydukları konuları paylaşmak üzere alan açması da çok hoşumuza gidiyor. Etkinlik mekânları için kabul edilen genel geçer normlara bir alternatif olarak önerdiğimiz “Oturma Odası”, hem ev sahipliğimizi sorgulamamıza olanak tanıyor hem de umuyoruz ki katılımcılara alışıldık alanlarının dışında bir paylaşım deneyimi yaşatıyor.
183 İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
sınır ve limitleri sorgulamaya elverişli bir düzlem sunacağını fark ettik. Alan açmanın yanı sıra bir boşluk yaratmanın, yaratıcılığı besleyeceğini düşündük. İkilik yaratan bir durumla karşı karşıyayız, açıkçası: Etkinlikler sırasında ev sahibi gibi davranmamaya çalışıyoruz ancak bu kimliğimizi de göz ardı etmiyoruz. Etkinliklere katılım arttıkça, oturma odamızın kamusal alana dönüşümü hız kazandıkça, tanımlı sayılabilecek bir mekân olan “evin oturma odası”, toplumsal algının ötesine geçip yepyeni bir üretim alanına dönüşüyor. Bir yandan “oturma odası”nın alışılageldik tanımı bozulmaya başlarken diğer yandan içinde gerçekleşen performanslar tanımsızlaşıyor ki bizi en çok heyecanlandıran şey bu muğlaklık.
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
İZMİRKÜLTÜR İLETİŞİM TOPLANTILARI ÇAĞRI METNİ
184
İZMİRKÜLTÜR PLA+FORMU GİRİŞİMİ Çalışmalarını üç yıldır sürdüren İKPG, bir yandan şehirdeki kültür üreticilerini / mekânlarını / kurumlarını bir araya getiren, diğer yandan bu aktörleri Akdeniz kıyı şehirlerinin kültürel ve sanatsal girişimleriyle buluşturan bir çatı yapılanması olmayı amaçlıyor. Öncelikli hedeflerimiz; İzmirli kültür üreticilerini kayıt altına almak ve bu vasıtayla kentte kültür-sanat alanında var olmaya devam eden aktörleri birbirlerine bağlamak, tüm bu yapıları akademinin temel politikası gereği, Akdeniz’in diğer kültür ve sanat aktörleriyle bir ağ üzerinde buluşturarak görünürlüğü artıracak mekanizmalar oluşturmak. İzmir Akdeniz Akademisi’nde gerçekleştirdiğimiz toplantılarda farklı mecralarda çalışan sanatçıları, kurumları, akademisyenleri ve bağımsız oluşumları bir araya getirmeyi, böylece her katılımcının kendisi (ve/veya) grubu hakkında bilgi paylaşımında bulunmasını, birbiriyle tanışmasını amaçlıyoruz. Toplantılar sırasında yaptığımız ses ve video kaydı vasıtasıyla İzmir’deki kültür ve sanat aktörlerinin mülakat arşivini tutmayı ve bu verileri sizlerin yazılı onayını almak kaydıyla dijital mecralarla birlikte, bülten ve yıllık gibi basılı yayınlarda bir araya getirmeyi planlıyoruz. Bu çabayı ayrıca bizleri Akdeniz’e bağlayacak geniş bir ağın temelini atmak adına bir ilk adım olarak görüyoruz. Bizlerle paylaşmak isteyeceğiniz üretimlerinize ilişkin yazılı veya görsel materyaller, oluşturmaya çalıştığımız veri tabanına yardımcı olacaktır.
Sunumlar
185
Sizden maksimum on dakika süreli bir sunum talep ediyoruz. Sunum formatı konusundaki tercihi size
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
TOPLANTI FORMATI
bırakıyoruz (power point / ses-video destekli / fotoğraflı). Sözlü olarak da sunum yapabilirsiniz. Talep ettiğimiz sunumun içeriğini şöyle özetleyebiliriz: > Faaliyet alanlarınız > Çalışma alanlarınız (İzmir / başka bir şehir veya ülke) > Üretim mecralarınız ve yöntemleriniz > Bugüne dek hayata geçirdiğiniz projelere dair kısa bir özet > Halen yürüttüğünüz projelere dair kısa bir özet > Yakın gelecek için tasarladığınız projeleriniz > Ortaklaşa çalıştığınız ağlar (networking / imece ve dayanışma ağları / çözüm ortakları) Forum Sunumların ardından kısa bir ara verip, forum formatına geçiyoruz. Forum kısmında birlikte öğrenmeye, deneyim paylaşımına ve ortak iletişim ağı oluşmasına ilişkin mekanizmaları nasıl kurabileceğimizi arıyoruz. İzlek Bugüne dek İzmir’de kültür-sanat alanında karşılaştığımız engel ve sorunlara odaklanmaktan kaçınarak var olan üretimin boyut, çeşit ve niteliğinin altını çizmeyi, ortaya çıkan sorulara beraberce cevap aramayı, sinerji yaratmaya dair önerileri öne çıkartıyoruz. Mevcut sorunlara takılmadan "beklemek yerine yapmak, eleştirmek yerine üretmek, kapanmak yerine açılmak” perspektifiyle yeni modeller ve yöntemler arıyor, kentte kültür-sanatın nasıl geliştirilebileceğine dair önerilerimizi paylaşıyoruz. Görüşmek umuduyla…
NOTLAR
NOTLAR
NOTLAR
NOTLAR
NOTLAR
% ' ! ikpgplatform issuu.com/izmirkulturplatformugirisimi7
İ Z M İ R K Ü LT Ü R P L A + F O R M U G İ R İ Ş İ M İ Y I L L I K 2 0 1 7
2