ADNAN MENDERES
DEMOKRASİ PLATFORMU
BAHAR 2016 / ÖZEL SAYI ISSN: 2148-0648
BİZDEN SİZE
İMTİYAZ SAHİBİ: AHMET ŞERİF BAYINDIR Admender Adına GENEL YAYIN YÖNETMENİ: Dr. HÜSNÜ KAĞAN BAYINDIR SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: ATIF EMRE BAYINDIR Şehir Plancısı GENEL KOORDİNATÖR: Av. UĞUR KIZILCA YAZI İŞLERİ: GÜLAY GÜNDEAY Admender Aydın Genel Sekreteri EDİTÖR: KAMİL TUNOĞLU EDİTÖR YARDIMCILARI: YELİZ ERGEN - ERCAN KUTLU - ÖNDER GÜZELARSLAN YAYIN KURULU: NURBANU EKEN - HAKAN ÖZEN - YALÇIN TAZE COŞKUN TAĞA - NECATİ ASLAN - TURGUT GÜRBÜZ DANIŞMA KURULU: CAHİT İLERİ - EMİNE GÜRSOY NASKALİ - İLHAN AYTEKİN AHMET BİLGE - EMRE OKTAY - MEHMET DÜLGER AYKUT KURANEL - MELİH AKTAŞ - NAHİT MENTEŞE ALİ NAİLİ ERDEM - NEVZAT ERCAN - HASAN CELAL GÜZEL VEDAT BİLGİN - NEVZAT CEYLAN - HÜSEYİN KOCABIYIK AHMET İYİMAYA - ŞEVKET TURGUT - HASAN KORKMAZCAN S. ARIKAN BEDÜK - SAMET OCAKOĞLU - YALÇIN KOÇAK MUSTAFA NEVRUZ SINACI - AHMET RIZA ACAR TAHA GERGERLİOĞLU - EROL GÖKA - ERDİNÇ YAZICI SÜLEYMAN İNAN - BURAK KÜNTAY - ABDULLAH EKİNCİ HÜSEYİN ŞEYHANLIOĞLU - ERKİN USMAN ŞEBNEM BURSALI - AVNİ ÖZGÜREL - TAŞKIN TUNA SAİD ALPSOY - YAVUZ BAHADIROĞLU VEHBİ VAKKASOĞLU - ALİ HAYDAR ÖZTÜRK MEHMET AKYOL - FARUK KÜÇÜK FOTOĞRAF/FİLM: DERİCİZADE FARUK KÜÇÜK HALKLA İLİŞKİLER: MEHMET TÜRKMEN - ŞEVKET GÖKNİL - EFE MERT ÜNAL SEZGİN ÇATALKAYA - AKİF ÇERÇİ - FİLİZ TORAL GRAFİK TASARIM: MERT ÜNAL ve EFELER REKLAM/TANITIM: FİKRET ÇAKIR - HİKMET AYDOĞAN - ŞAMİL ALBAYRAK BASKI: ŞAN OFSET ANADOLU CAD. NO:50 KAĞITHANE/İSTANBUL YAYIN TÜRÜ: 3 AYLIK, YAYGIN, SÜRELİ İLETİŞİM/YÖNETİM YERİ: Y. BAHÇELİEVLER MAH. AŞKABAT CAD. NO: 6/2 06490 ÇANKAYA/ANKARA TEL: 0.312 215 44 45 - FAKS: 0.312 215 44 55 GSM: 0.532 376 76 91 bilgi@admendergi.com - aserifbayindir@gmail.com www.admendergi.com / www.admender.com /menderesdp -
/menderesdp -
/menderesdp
F ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU DERGİSİ T.C. YASALARINA UYGUN OLARAK 3 AYDA BİR ANKARA’DA YAYIMLANMAKTADIR. F DERGİDE YAYIMLANAN YAZILAR YAZARLARININ GÖRÜŞÜNÜ YANSITIR, DERGİMİZ SORUMLU DEĞİLDİR. GENEL YAYIN YÖNETMENİ DİL, ANLATIM VE TEKNİK KONULARDA DEĞİŞİKLİKLER YAPABİLİR. GÖNDERİLEN MATERYAL İADE EDİLMEZ. F KAYNAK GÖSTERİLEREK İKTİBAS EDİLEBİLİR.
Merhaba can dostlar, yine yeni bir özel sayı ile sizlerleyiz. Ne güzel sizlerden gelen tebrik, takdir mesajları ile yol almak… Eşinde, dostunda dergilerimizi görenler telefona sarılıyor, dergi istiyorlar. Maalesef tükendi cevabımızla üzülüp sitem ediyorlar. Ağlayarak “Ben bu dergiyi bin lira da deseniz alırım” diyenleri mi ararsınız, “Niye daha sık çıkarmıyorsunuz?” diyenleri mi, “Bayilerde niye yok?” diyenleri mi... Şimdiye dek dergilerimizi ücret mukabilinde satmadık. Tümünü ücretsiz dağıttık, gücümüz yettiğince de kargo bedellerini de biz ödedik. Öyle mutluyuz ki dergilerimiz her ulaştığı yerde kitaplıklardaki yerini aldı. Bir okuyan okumaklara doyamadı. “Marifet iltifata tabidir” sözünü büyüklerimiz hep kullanırlar ya; bakarsınız bizlerin sa'y u gayretini görüp bu nev’iden değerlendirerek elimizden tutarlar, geniş imkânlara kavuşturuverirler değil mi? Biz vazifemizle meşgulüz, “Sen altın ol da sarraf gelir seni bulur” atasözünün hakikatinin ise şuurundayız. Elbette “Gayret bizden tevfik Allah’tandır”. Önceki sayımızdan bu yana Aydın’da, İstanbul’da, Kayseri’de, Ankara’da çok güzel etkinlikler gerçekleştirdik. Bunların bazılarını bu sayımızda göreceksiniz. Kırkambar’ımız öyle dolu ki, daha ne projelerimiz var sırada. Ama bazılarına gücümüz yetse de çoğuna da yetmiyor şimdilik. Güzel ülkemizde öyle harika gelişmeler yaşıyoruz ki... Menderes’in attığı sağlam temeller üzerinde yeni, hür, demokrat ve Büyük Türkiye’yi yılmaz bir azimle inşa eden “Milletin Adamları”na selamlar olsun… Bilge Adam Merhum Aydın Menderes’in de ifade ettiği gibi, İnşallah “sivil, demokratik bir Anayasa”mız da olacak, “Başkanlık Sistemi”miz de… Yaslı Ada’nın “Demokrasi ve Özgürlük Adası” olmasını şimdilerde hızla yükselen o güzelim dev proje ile taçlandıran Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a, Aydın’ımızda Adnan Menderes Müzesi kurulması için öncülük eden Aydın Milletvekilimiz Sayın Mehmet ERDEM’e, 27 Mayıs’ta üniversitelerimize vurulan vesayet zincirlerini parçalarcasına Adnan Menderes Üniversitesi adına açıklama yapan Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Cavit BİRCAN’a buradan şükranlarımızı ifade etmeyi bir borç biliyoruz. Yeni sayılarımızda ve etkinliklerimizde buluşabilmek dileğiyle, hepinize selamlar, sevgiler, saygılar Efendim. Allah’a emanet olunuz. AHMET ŞERIF BAYINDIR ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU YÖNETIM KURULU BAŞKANI
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İÇİNDEKİLER Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN.........................................................................................5 Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU....................................................................................................................................................13 Aydın MENDERES / Ona Dokunma Buna Dokunma................................................................................................................... 17 Prof. Dr. Tansu ÇİLLER / Demokrasi ve DP AP DYP Çizgisi ........................................................................................................19 Binali YILDIRIM / Bu Ülkenin Ayaklarına Artık Pranga Vurulmasın ..................................................................................23 Süleyman SOYLU / Menderes Tüm Hatırasıyla Yaşıyor ................................................................................................... 27 Ömer ÇELİK / Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi .................................................................................................................32 Ali Naili ERDEM / Demokrat Parti.......................................................................................................................................35 Dr. Esat KIRATLIOĞLU / Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye..................................................................................................37 Aydın MENDERES / Tasa, Yine Anayasa............................................................................................................................ 41 Hasan Celal GÜZEL / 27 Mayıs: Adı Konulmamış Matem Günü......................................................................................42 Çiğdem KARAASLAN / Yassıada Projesi Karanlıktan Aydınlığa Geçiş Projesidir................................................................... 44 Demokrasi ve Özgürlükler Adası...........................................................................................................................................46 Mehmet ÖZHASEKİ / 14 Mayıs 1950 Demokrasinin Zaferidir..........................................................................................52 Aydın Adnan Menderes Demokrasi Müzesine Kavuşuyor...................................................................................................54 Mehmet ERDEM / Türkiye’nin Ölümsüz Başvekili.............................................................................................................56 Abdurrahman ÖZ / İleri Demokrasi ve Büyük Türkiye.......................................................................................................58 Demokrat Parti 1950 Milletvekilleri......................................................................................................................................62 Prof. Dr. Vedat BİLGİN / Demokrat Olmak Zor mu?.......................................................................................................74 Aydın ÜNAL / Menderes'in Mirası....................................................................................................................................... 75 Metin KÜLÜNK / Anadolu’nun ‘Değerli Sentez’i ve Menderes-Özal-Erdoğan Çizgisinin Önemi........................................77 Hüseyin KOCABIYIK / Menderes-Gülen İlişkisini Bir de Benden Dinleyin....................................................................... 81 Menderes'li Yılların Kronolojisi..............................................................................................................................................82 Doç. Dr. Havva TALAY ÇALIŞ / Geç Bulup Tez Yitirdiğimiz..............................................................................................98 Ahmet Rıza ACAR / Türk Siyasi Hayatının Öksüz ve Yetim Çiftçi Başvekil'i Adnan Menderes......................................100 Ahmet ERTÜRK / Adnan Menderes'in Düşündürdükleri.................................................................................................105 Mahmut GÖKSU / Demokrat Parti: Yeni Türkiye'nin Ayak Sesleri.................................................................................106 Nurettin TOKDEMİR / DP’nin İlk İcraatı: Ezanın Aslına Çevrilmesi................................................................................108 Hasan POLATKAN...............................................................................................................................................................................110 Erol AYYILDIZ / Demokrasi Şehidi Başvekil Adnan Menderes........................................................................................ 112 Menderes Dönemi'nde Kurulan Üniversiteler.................................................................................................................... 113 Prof. Dr. Cavit BİRCAN / Türkiye'de Değişimin Adı:Adnan Menderes........................................................................... 116 Adnan Menderes Üniversitesi'ni Tanıyalım......................................................................................................................... 118 Aydın MENDERES / Osmanlı, Ortadoğu ve Biz...............................................................................................................122 Fırat ÇELİK / Adnan Menderes…Türk Siyasi Tarihinin Yitik Efsanesi...................................................................................... 124 Nuri AKTAKKA / Adnan Menderes'in Demokrasimizde Yeri........................................................................................... 127 Süleyman GÜNDEAY / Hafıza-i Beşer Nisyan İle Malûldür...........................................................................................128 Adem ÜÇGÜL / Başvekilin İzinden.................................................................................................................................................130 Hüseyin AKSU / Berin Menderes Anısına Son 50 Kelime................................................................................................133 Hasan Emre OKTAY / 27 Mayıs, Yassıada Cehennemi Ve İşkenceler.............................................................................139 Menderes'ten Erdoğan'a Demokrasi ve Milli İrade Mücadelesi......................................................................................... 152 Hüdayi ÖZALP / "Menderes Başbakan Olana Kadar Ne Yokluklar Gördük"....................................................................... 160 Osman Zeki CANDAŞ / "Menderes'ten Hep İyilik Gördük"............................................................................................164 Muhammed Taha GERGERLİOĞLU / 27 Mayıs 1960 İhtilali ve Güç Dengesi..............................................................168 Mustafa Nevruz SINACI / Hürriyet, Adalet Ve “Demokrasi Bayramı” - Menderes’in Katili İnönü Mü?.........................170 Aydın MENDERES / Irak Meselesi Ve Devlet................................................................................................................... 173 Prof. Dr. Emine GÜRSOY NASKALİ / Yassıada Mahkemesi Anayasayı İhlal Davası................................................... 174
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Prof. Dr. İlhami NASUHİOĞLU / Uzlaşma İçin..............................................................................................................182 Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİT / Merhum Menderes Kelimenin Tam Anlamıyla Şehidtir..........................................184 Prof. Dr. Erol GÖKA / Menderes'in İdamına Sessiz Kalanlar................................................................................................... 188 Prof. Dr. Atilla YAYLA / 27 Mayıs Darbesi ve Adnan Menderes Üniversitesi.................................................................190 Prof. Dr. Güven SAK / Menderes Dönemi Herkese Nasıl Fark Atıyor?..........................................................................192 Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN / Türk Demokrasisinin Doğum Tarihi: 14 Mayıs............................................................194 Prof. Dr. Süleyman İNAN / Menderes'in İdam Edilme Sebebi (!)..................................................................................198 Prof. Dr. Bilal SAMBUR / Demokratik Düzende Laisizmden Din Ve Vicdan Özgürlüğüne.......................................... 200 Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ / Ortadoğu'da Yaşanan Askeri Darbelerin Yayılma Etkisi........................................................204 Doç. Dr. Mustafa OĞURLU / Dünyaya Yön Veren Bir Millet Olmak İçin Demokrasi Ve Kalkınma............................ 208 Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU / Başkanlık Sistemi, “Seçilmiş Sultanlık” mı?......................................................210 Yrd. Doç. Dr. Hicabi ARSLAN / Menderes'in İki Varisi Ve Bir Devrimin Hiç Bitmeyecek Hikayesi................................211 Dr. Murat YILMAZ / 14 Mayıs'ı Unutmamalıyız...............................................................................................................214 Aydın MENDERES / Ne Yapmalı (1).................................................................................................................................216 Dr. Fatih ERBAKAN / Milli Kalkınma Hamlesi Ve Erbakan - Menderes Buluşması........................................................ 217 Selim TEMURÇİ / Başkanlık Sistemi, Kuvvetler Ayrılığı ve Demokrasi..................................................................................220 Av. Ömer ÖZMEN / Hiç Küskün Değilim Hiçbir Dargınlık Duymuyorum.......................................................................223 Abdullah Zülkadir KARS / Ezan.......................................................................................................................................224 Mehmet AKYOL / Menderes'li Yıllar.................................................................................................................................225 Adnan Menderes ve Demokrat Parti Bibliyografyası -A-...................................................................................................227 Ali YALÇIN / Başvekil Menderes'e Vefa Borcumuzu Demokratik Bir Yeni Anayasa Yaparak Ödeyebiliriz...................... 232 Hakan YILDIRIM / Duygu Ve Düşünceler Hiç Elli Kelimeye Sığar mı?........................................................................... 234 Aydın MENDERES / Ne Yapmalı (2)................................................................................................................................ 236 İsmail EMANET / Türkiye'nin Demokrasi İmtihanı Ve Değişimin Kaçınılmazlığı.................................................................. 237 Aybars ÜNAL / Menderes Dönemi Enerjide Kalkınma.................................................................................................... 238 1950'den 1960'a Manşetlerden Seçki................................................................................................................................ 240 Erkin USMAN / Menderes’in Son Saatleri........................................................................................................................250 Avni ÖZGÜREL / Yassıada'da İnfazlar Öncesi Son Celse..................................................................................................252 Orhan MİROĞLU / 27 Mayıs’ta Ne Oldu.........................................................................................................................254 Nevzat ÇİÇEK / Küçük Yassıada: Sivas Kampı................................................................................................................. 256 Tamer KORKMAZ / Başvekil’in Hayatta Kalmasına Kimler Üzülmüştü?...................................................................... 260 Abdülaziz TANTİK / Beyaz İhtilal ve Demokrasi .........................................................................................................................261 Servet HOCAOĞULLARI / Türkiye Başkanlık Sistemine Geçebilir mi?................................................................................263 Şevket TANDOĞAN / Adnan Menderes Ve Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi.....................................................265 Salih Zeki ÇAVDAROĞLU / Adnan Menderes Döneminde Müzik........................................................................................267 İsmail Hakkı DOKUZLU / Menderes ve Atatürk.............................................................................................................274 Hüseyin Avni ÇAVDAROĞLU / Demokrasi Maceramız...........................................................................................................275 Aydın Menderes'ten Kitap Tavsiyeleri.............................................................................................................................................278 İbrahim ÇETİNKAYA / Menderes Milletimize Can Simidi Olmuştur....................................................................................280 Av. Şerafettin YAPICI / Rey Ekolünün Son Beyi.........................................................................................................................282 Gürcan Şevki ŞEKER / Menderes “Derdimiz Demokrasi, Derdimiz Hürriyet” Diyenlerin Lideridir..................................283 Yalçın TAZE / Demokratlar İçin Bir Başucu Nutku: Dört Hürriyet........................................................................................... 287 Mete İzzet ÖZCANOĞLU / Muasır Medeniyet Ve Milli Yapının Bileşkesi............................................................................290 Efe Mert ÜNAL / Beyaz Devrim ve Büyük Devrimci Adnan Menderes.................................................................................. 292 Nurbanu EKEN / Demokrasiye İlk Adım ......................................................................................................................... 294 Etkinliklerimiz....................................................................................................................................................................................... 295 Menderes Şiirleri..................................................................................................................................................................................303
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞVEKİL MENDERES ASILIRKEN ÇIRAKTIK CUMHURBAŞKANI ÖZAL ZEHİRLENİRKEN KALFAYDIK
BAŞKAN ERDOĞAN DÖNEMİNDE USTAYIZ
OYUNA GELMEYİZ ARTIK! Ahmet Şerif BAYINDIR 4
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
“MENDERES GİBİ BİR SON BİZİM İÇİN ŞEREFTİR;
ONLAR BİLMİYORLAR Kİ ŞEHİTLER ÖLMEZ” “DEMOKRASİNİN YOLUNU AYDINLATANLARI RAHMETLE ANIYORUZ” Vazifeleri sırasında, çeşitli şekillerde kendilerine kıyılmış Meclis üyelerini, bugün özellikle anmak istediğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Adnan Menderes’i, Hasan Polatkan’ı, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Meclis üyesi iken katledilmiş diğer tüm isimleri, hayatları pahasına demokrasinin yolunu aydınlattıkları için rahmetle yâd ediyor, mekânları cennet olsun diyorum” şeklinde konuştu.
lanmıyor. Hatırlansa da başka türlü anılıyor. Niçin biliyor musunuz? Çünkü Adnan Menderes ve arkadaşları bu millete hizmet etti, bu milletin geleceği için mücadele verdi. Onlar asla bu millete tepeden bakmadı. Hayatları pahasına milletin yanında olmaktan milletle yol yürümekten vazgeçmediler. Aslında darağacına çıkarken bile milletin gönlündeki sevgi tahtında bir basamak daha üste yükseliyordu. Kendisine darbecileri, cuntacıları, vesayetin yol arkadaşlığını seçenler daima kaybetmeye mahkûm oldu” diye konuştu.
“27 MAYIS’LA AÇILAN PARANTEZ, 10 AĞUSTOS’TA MİLLETİN SEÇİMİYLE KAPANMAYA BAŞLADI” Ülkenin seçilmiş Başbakanına, hükümetine, darbe teşebbüsünde bulunan, darbecilerle kapalı kapılar ardında iş çevirenlerin başkanlık sisteminin karşısında durduklarını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapılanların eski Türkiye’nin alışkanlıkları olduğunu belirtti. “27 Mayısla birlikte biliyorsunuz bir parantez açılmıştı. Hamdolsun, 10 Ağustos’ta milletin seçimiyle kapanmaya başladı” dedi.
1950’DEKİ İLK DEMOKRATİK SEÇİMLER Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs 1950 günü seçimler yapılırken ihtiyar bir kadının kuyrukta bekleyenlere aldırmadan en öne geçtiğini, sırada bekleyenlerden itiraz edenler olunca bir gencin “Onun sırası geldi de geçiyor bile. Bırakın oyunu kullansın. Bu kuyruk 10 dakikalıktır ama ninemiz yarım asırdır bekliyor” dediğini aktardı. Milletin uzun bir bekleyişin ardından gerçek anlamda ilk oyunu 1950’de kullandığına işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kayseri’deki seçim manzaralarını aktaran bir gazete muhabirinin sandık başlarına koltukta, omuz başlarında gelen hastalar bile olduğunu söylediğini vurguladı. Muhabirin sandıkta oyunu kullandıktan sonra dönen bir köylü kadına reyine hangi tarafa verdiğini sorması üzerine “Allah’la benim aramdaki şeye sen ne karışırsın!” yanıtını aldığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadını ve erkeği ile tüm milletin oyuna sahip
“ADNAN MENDERES VE ARKADAŞLARI BU MİLLETİN GELECEĞİ İÇİN MÜCADELE VERDİ” Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehitleri rahmetle yâd ettiklerini ve hep rahmetle yâd edileceklerini belirterek, “Ama onlara darbe yapanlar, onları idam edenler hatır-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
|
5
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU çıktığını söyledi. “MİLLETİMİZ İÇİN 14 MAYIS GÜNÜ BİR BAYRAMDI” Seçim günü Adana’daki durumu anlatan bir kişinin “İlk reyi kullanmak için yapılan yarışta birinciliği ama bir kadınla bir gözünden malul kocasına verdik. Üçüncülüğü de beşikteki bebeğini bırakıp gelen bir kadın aldı” dediğini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Milletimiz için 14 Mayıs günü bir bayramdı. Zonguldak’ta sandık listelerinde karışıklık olduğu için köy köy dolaşıp oy kullanacağı sandığı arayan kafilelere rastlanıyordu. Balıkesir’de, Bursa’da, Çanakkale’de oy verme oranının yüzde 98’lere ulaştığı yerler vardı. O gün, ülkenin pek çok bölgesinde yağan yoğun yağmura, çamura rağmen milletimiz kadınıyla, erkeğiyle sandık başına koşmuştu. TÜRKÇE EZAN DÖNEMLERİ Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ezanın Türkçe okunduğu dönemleri hatırlatarak, “Bu ülkede 1932 yılından sonra dünyaya gelen nesiller sadece minarelerden ‘Tanrı uludur, Tanrı uludur’ sesini duydular” dedi. Eski başbakanlardan Rahmetli Adnan Menderes’in 1950 yılında en önemli seçim vaatlerinden birinin ezanın aslına döndürülmesi olduğunu belirterek, seçimden sonraki ilk icraatlarından birinin bu olduğunu söyledi. Ramazandan bir gün önce, 16 Haziran tarihinde, 18 yıl sonra ilk defa ezanın aslıyla okunduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle söyledi: “O gün yaşananlara dair çok hüzünlü
anılar var. Ben birini aktarmak istiyorum. Sultanahmet Camisi’nde müezzinler ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber’ diye haykırınca Beyazıt, Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalandı. Aynı makamda biri bırakıyor, öbürü başlıyor. Herkes heyecandan tir tir titriyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ezanlar bitene kadar millet avluda oturdu kaldı. Adeta bir şaşkınlık içindeydiler. Ezan-ı Muhammedi ile yeniden kavuşmak milletimizi işte böyle mesut etmişti. Bakınız bir başka vatandaşımız o günü nasıl anlatıyor; ‘Bursa’da bir camide o gün ikindi ezanının tam 7 defa okunduğunu öğrendim. Halk bir türlü doyamamıştır Ezan-ı Muhammediye. Umumi arzu üzerine müezzinler defalarca okumuş, okumuşlardır.’ Rahmetli Mehmet Akif ne diyordu; ‘Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üzerinde benim inlemeli.’ Ve yine Akif ne diyor; ‘Ey ulu Peygamberimiz neredesin, dinle minaremde öten gür sesin, gel, bana yar ol ki cihan titresin, kimse dönüp süngüme yan bakmasın, amin desin hep birden yiğitler, Allahu Ekber gökten şehitler, Amin, Amin, Allahu Ekber.’ Türkiye böyle acı, sıkıntılı günlerden bugünlere geldi.” "MİLLETİMİZ EZANINA DOKUNANLARIN ADINI GÖNLÜNDEN SİLMİŞTİR" Cumhurbaşkanı Erdoğan : “Bir büyüğüm, ‘İmam hatipte ne okutulduğu bir kenara, o tabelanın altından geçmek bile yeter evladım’ diyordu. Aynı şekilde, ülkemizin her köşesinde, günde 5 vakit, 365 gün kesintisiz ezan okunan camilerimizin nasıl ihya ve inşa edildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Ne diyor Mehmet Akif; ‘Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi, yurdumun üstünde benim, inlemeli.’ Rabbim camilerimizi ezansız, cemaatsiz bırakmasın. (...) Bakınız, milletimiz İmam Hatipleri kapatanları hatırlamayacak, hatırlasa da hayırla yad etmeyecek. Ama bu okulları kuranlar ve yaşatanlar, daima rahmetle, sevgiyle, takdirle anılacak. Milletimiz ezanına dokunanların adını gönlünden silmiştir; ama o ezanı yeniden kendisine kazandıranları, Menderesleri gönlünün başköşesinde yaşatmaya devam ediyor.” "BUGÜNLERE UZUN VE ZORLU BİR MÜCADELE NETİCESİNDE GELİNDİ" Sizler eğer bugün bu modern binalarda serbestçe, özgürce okuyabiliyorsanız biliniz ki bu, uzun ve zorlu, sabırlı bir mücadelenin neticesidir. Bu mücadelede nice geçmişteki büyüklerimizin emeği var. Adnan Menderes’in alın teri var. Bu mücadelede ismi bu okulda yaşayan, imam hatip okullarının yeniden açılmasını sağlayan, 1960 darbesinin ardından idamla yargılanan merhum Tevfik İleri’nin alın teri var” dedi. EZANI ASLINA DÖNDÜREN ADNAN MEDERES BUNU CANIYLA ÖDEDİ Ezanı aslına döndüren 10 yıl boyunca milleti tarihi nitelikte hizmetlerle buluşturan Adnan Menderes’in bunun bedelini canıyla ödediğini ifade eden Cumhurbaş-
6
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kanı Erdoğan, Menderes’in uyduruk davalarla, asılsız ithamlarla, iftiralarla darağacına gönderildiğini hatırlattı. “Dün Menderes’i köpek, bebek iftiralarıyla mahkeme önüne çıkarmışlardı, bugün benzer bir oyunu, altın klozet kapağı gibi iftiralarla yapmaya çalışıyorlar” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iftiraya atana hemen cevabını verdiklerini ve ispat etmesini istediklerini söyledi. 14 MAYIS 1950’DE BAŞLAYAN DEMOKRASİ ŞÖLENİ, 27 MAYIS 1960’TA KESİNTİYE UĞRADI 27 Mayıs’ın anlamlı bir gün olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “27 Mayıs, o kara yılın 55. yıl dönümü 14 Mayıs 1950’de başlayan bir demokrasi şöleni 27 Mayıs 1960 da kesintiye uğradı. 16, 17 Eylül 1961 tarihinde de milletin üç adamı içinizden biri Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi” dedi. CHP 1950 SEÇİMLERİNİN SONUCUNU YILLARCA HAZMEDEMEDİ “14 Mayıs 1950 tarihi nasıl milletimiz için bir demokrasi bayramı ise 27 Mayıs 1960’da bir matem günüdür. 14 Mayıs bu milletin tek parti zulmünden kurtuluş günüyse, 27 Mayıs’ta bu zihniyetin tekrar millete rağmen, iktidarı gasp etme günüdür” diye konuştu. Ege’nin yiğit evladı Merhum Adnan Menderes’in, ‘yeter söz milletindir’ diyerek, iktidarı devraldıktan sonra Türkiye’ye çok hizmetler verdiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Anadolu ve Trakya, ilk defa onun döneminde özlemini çektiği yatırımlarla tanıştı. Türkçe ezan garabetine onun döneminde son ve-
rildi. İmam hatip okullarının Kur’an-ı Kerim eğitiminin önü, onun döneminde açıldı. Bu milleti özünden koparmaya, tarihine, kültürüne, medeniyetine, yabancılaştırmaya dönük uygulamalara bu dönemde son verilmeye başlandı. Peki sonra ne oldu? Milletin desteği ile iktidara gelen Adnan Menderes’i darbe ile indirdiler. Yetmedi, bir de daracığına gönderdiler. Kendisini bir kez daha rahmetle, minnetle yad ediyoruz.. Şimdi burada bir şeyi açık söyleyeceğim; CHP, 1950 seçimlerinin sonucunu yıllarca hazmedemedi.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yassıada mahkemelerinin tutanaklarında Adnan Menderes’e yönelik suçlamaların çoğunun merkezinde İsmet İnönü’nün bulunduğunu kaydederek, tutanaklarda, mahkeme heyetinin sürekli Menderes’i, İnönü’yü öldürmek istemekle itham ettiğinin görüldüğünü ifade etti. “MENDERES’İN AKIBETİNİN, BUNDAN SONRA GELECEK SİYASETÇİLERE ÖRNEK OLMASINI İSTİYORLARDI” “Bu suçlamalara karşı bütün nezaketiyle, ‘Efendim doğrusunu izah edeyim’ diye ayağa kalkan Menderes’in sözleri, hakim tarafından sık sık ‘gerek yok’ denilerek kesiliyordu. Menderes ve iki arkadaşını darağacına gönderenler, bunu tek bir gaye için yaptılar; Menderes’in akıbetinin, bundan sonra gelecek siyasetçilere örnek olmasını istiyorlardı. Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, suçlu oldukları için değil, ibretialem olsun diye asıldılar. Bir daha hiçbir siyasetçi vesayet odakları ile mücadeleye giremesin, milletle devleti barıştırmanın gayreti içerisinde olmasın diye bunu yaptılar. DüşünebiADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
|
7
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU liyor musunuz, 27 Mayıs günü bu ülkede, milletle alay edilircesine, 20 yıl boyunca ‘hürriyet ve anayasa bayramı’ olarak kutlandı. Menderes’in akıbeti tıpkı Demokles’in kılıcı gibi siyasetçilerin tepesinde sallandı.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu milletin evlatları iradelerine sahip çıktığında, yönetimde hak iddia ettiğinde birilerinin, 27 Mayıs askeri darbesini ve merhum Başbakan Adnan Menderes’in akıbetini hatırlattığını belirtti. 1960’dan günümüze kadar bunun onlarca örneğinin görüldüğünü dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan “Rahmetli Özal, rahmetli Erbakan bunu bizzat yaşadı, iliklerine kadar hissettiler. Biz de 40 yıllık siyasi hayatımız boyunca böyle tehditlere, aba altından sopa göstermelere maruz kaldık” dedi. “YARGI ORGANLARI TEMSİLCİLERİNİN VERDİKLERİ GÖRÜNTÜLERİ ESEFLE HATIRLIYORUZ” Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: “27 Mayıs 1960 darbesi, demokrasiyle birlikte en büyük darbeyi adalete vurmuştur. Yassıada Mahkemeleri milletimizin vicdanında öyle derin yaralar açmıştır ki, bugün dahi Şehit Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını anarken, insanlarımızın gözleri dolmaktadır. “DEVİR VE AKTÖRLER DEĞİŞSE DE DARBECİ ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ” “Paralel örgütün militanı olan bir sözde savcı geçenlerde çıkmış, ‘Bunların yaptıkları Menderes’i geçti. Sonları da onlar gibi olacak’ diyor” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs sabahı “Türk ordusu vazife başında” manşeti atan gazetenin de kendisini Mursi’nin akıbetiyle tehdit ettiğini, Gezi Parkı odaklı olaylar sırasında da bazı CHP milletvekillerinin, marjinal grupların benzer tehditlerde bulunduğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle söyledi: “Devir, aktör-
8
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ler değişse de darbeci zihniyet değişmedi. Milletin kalbine giremeyenler, onu fethedemeyenler, maalesef hep kumpaslardan, darbelerden medet umdular.” Millet iradesine yönelik bir teşebbüs olduğunda, uluslararası medyanın bunun yanında yer aldığına işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “1960, 1980, 28 Şubat, Gezi olaylarında bu desteği görürsünüz. 27 Mayıs’tan önce Menderes’i baskıcı, İnönü’yü liberal gösteren, 1980 darbesinde cuntacıları Batı’nın dostu, teröristlerin düşmanı olarak selamlayan New York Times bugün de aynısını yapıyor” diyerek kritik dönemlerde Türkiye ile ilgili haberlerinin hep provokasyon koktuğunu ifade etti. “BİZİ MENDERES’İN AKIBETİYLE TEHDİT EDEN SAVCILAR VAR” Menderes’in akıbetiyle kendilerini tehdit eden savcılar bulunduğunu da ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Ana muhalefet genel başkanı bu savcıya ‘hukuk adamı’ diyor. Dün DHKP-C militanlarına ‘hukuk adamları’ diyordu, bugün paralel örgütün militanları için aynı sıfatı kullanıyor. Bunların hukuktan anladıkları 27 Mayıs hukuku olunca, paralel örgütün ve terör örgütünün militanlarını da hukuk adamı olarak görürler. (...) Benim gönlümde de milletimin gönlünde de bunlara verilecek ceza aslında bellidir ama Türkiye bir hukuk devleti. Hem de onlara rağmen bir hukuk devleti. Bizim ana muhalefetin genel başkanının özlediği 27 Mayıs hukukunun bunlara dahi uygulanmasına gönlümüz razı olmaz.” “BİZ HAK YOLUNDA KEFENİMİZİ GİYDİK” “Ey Kılıçdaroğlu, ey Doğan Medyası, ey Pensilvanya, ey Kandil, aslında cevap vermeye bile değmezsiniz. Ama size bir tek sözüm var. Hak yolunda kefenimizi giydik. Biz, buna inandık, böyle iman ettik. Bizi, şehitlerin akıbetiyle tehdit ederek, yolumuzdan çevireceğinizi sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan,
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kendilerinin aşklarının ve dertlerinin belli olduğunu ifade ederek, “Üstad’ın diliyle ‘Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes. Ey kahpe rüzgâr, ne yönden esersen es.’ Biz, böyle çıktık bu yola” dedi. “MENDERES GİBİ BİR SON BİZİM İÇİN ŞEREFTİR; ONLAR BİLMİYORLAR Kİ ŞEHİTLER ÖLMEZ” “Ne diyorlar ‘sonunuz Menderes gibi olacak’ diyorlar. Hâlbuki ölümsüzlüğü tadanlara ölüm ne yapabilir ki. Bununla yetinmiyor Mursi’ye istenen idam cezasın gönderme yaparak resmimi üste koyarak altına yüzde 52 ile seçilen Cumhurbaşkanı’na idam diye başlık atıyorlar. Onlar bilmiyorlar ki Menderes gibi bir son bizim için şereftir. Onlar bilmiyorlar ki şehitler ölmez hem Allah’ın indinde hem milletin gönlünde şehitler ebediyen yaşarlar.” TÜRKİYE’NİN İSTİKRARINI ENGELLEME GİRİŞİMLERİ “Türkiye’de öyle bir sistem, öyle bir döngü inşa edilmiş ki ne zaman işler iyiye gitse, ne zaman herkesin kazanmaya başladığı bir süreç başlasa işte o zaman darbe olmuş, o zamanlarda müdahale olmuş, o zamanlarda kaos ortaya çıkmış, kriz ortaya çıkmış. Türkiye bunu defalarca ve tekrar tekrar yaşadı. Hatırlayın dün idam yıl dönümü olan merhum Menderes’in başındaki hükümet, ekonomiyi büyütüyor ve refahın toplumun tüm kesimlerine yaygınlaşmasını sağlıyor ve böyle bir dönemde sokaklar
karıştırılıyor, manşetlerle kaos pompalanıyor, o dönemlerde ekonomik operasyonlar yaptılar o dönemlerde. En sonunda da askeri darbe yapıp hükümeti uzaklaştırdılar.” CHP İKTIDARI HEP GASBEDER Cumhurbaşkanı Erdoğan, bazı kesimlerin 1950 yılından bu yana her seçimden sonra hayal kırıklığı yaşadığını ve milletin sandıkta koyduğu iradenin onlar için bir kabusa dönüştüğüne işaret ederek, “Demokrasiye düşmanlıkları oradan geliyor. Eskiden millet çalışıyor, onlar yönetiyordu. Millet yönetimde söz sahibi olunca, bunların borusu ötmez oldu. Onun için her darbeyi, her cuntayı, her vesayet girişimini desteklediler, alkış tuttular. Şimdi de alkış tutuyorlar. 27 Mayıs 1960 darbesinin arkasında bunlar vardı. Rahmetli Menderes’in milletten gördüğü teveccüh karşısında sandıkta netice elde edemeyeceklerini anlayınca, işi cuntacılara havale ettiler. Menderes ve arkadaşlarının kanı hala bunların ellerinde. Türkiye’nin daha sonra yaşadığı siyasi ve sosyal krizlerin temelinde 27 Mayıs Anayasası ile tesis edilen sistem vardır. Bu Anayasa’nın ardından ise akademisyenleri, bürokratları ve siyasetçileri ile tam kadro tek parti döneminin yönetiminin olduğunu biliyoruz. 1970’lerin başındaki cunta hareketlerinin gerisinde de daima CHP gölgesi olmuştur. Demokrasi yoluyla elde edemediği iktidarı, tehdit yoluyla gasp etmek bu zihniyetin klasik yöntemidir. Nitekim ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
|
9
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1997 yılında 28 Şubat döneminde aynı zihniyetteki partiler, yine aynı yöntemle iktidarı gasp ettiler” diye konuştu. 1950 yılından bu yana her seçimden sonra hayal kırıklığı yaşıyorlar, milletin sandıkta ortaya koyduğu irade onlar için bir kabus, demokrasiye düşmanlıkları oradan geliyor. Eskiden millet çalışıyor onlar yönetiyordu, millet yönetimde söz sahibi olunca bunların borusu ötmez oldu. Onun için, her darbeyi, her cuntayı, her vesayet girişimini desteklediler, alkış tuttular, şimdi de alkış tutuyorlar, nereye, neye bilmemem. 27 Mayıs 1960 darbesinin arkasında bunlar vardı. Rahmetli Menderes’in milletten gördüğü teveccüh karşısında sandıkta netice elde edemeyeceklerini anlayınca işi cuntacılara havale ettiler, Menderes ve arkadaşlarının kanı hala bunların ellerinde. Türkiye’nin daha sonra yaşadığı tüm siyasi ve sosyal krizlerin temelinde 27 Mayıs Anayasasıyla tesis edilen sistem vardır. Bu anayasanın arkasında ise akademisyenleriyle, bürokratlarıyla, siyasetçileriyle tam kadro tek parti döneminin yönetimi olduğunu biliyoruz. 1970’lerin başındaki cunta hareketlerinin geresinde de daima CHP gölgesi olmuştur. Demokrasi yoluyla elde edemediği iktidarı tehdit yoluyla gasp etmek, bu zihniyetin klasik yönetimidir. “BU MEMLEKETİN GERÇEK SAHİPLERİNİ KÜÇÜMSEYENLER, MİLLETİN SAFINDA OLANLARI DARAĞACINA ÇIKARTMAKTAN ÇEKİNMEDİLER” Cumhurbaşkanı Erdoğan, kapalı kapılar ardında nice oyunlar oynandığını, nice ittifaklar kurulduğunu belirterek, “İktidarlarını sürdürmek isteyenler, darbecilerle, 10
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
cuntacılarla, vesayetçilerle, mafyayla, çetelerle, teröristlerle anlaşmaktan hiç çekinmediler. Dış güçlerle ittifak kurdular, acımasızca bunu yaptılar. Medya zaten kontrolleri altındaydı. Durum bugün de aynı, değişen bir şey yok. Bir tek kiminle anlaşamadılar, kime gitmediler biliyor musunuz? Millete gitmediler. Çünkü millete inanmıyorlardı, millete güvenmiyorlardı. Ak sakallı ihtiyarı, dili dualı nineyi, memuru, işçiyi, esnafı, çiftçiyi, bu memleketin gerçek sahiplerini hep küçümsediler, hep sömürdüler. Milletin sözcülüğüne soyunan, milletin sesini iktidara taşımak isteyen kim varsa, hepsini bertaraf ettiler. Hatta milletin safında olanları, rahmetli Menderes gibi, gerektiğinde darağacına çıkartmaktan dahi çekinmediler” dedi. MENDERES’İ İDAM EDENLERİ KİMSE HATIRLAMAZ, ANCAK MENDERES’İ DE KİMSE UNUTMAZ Adnan Menderes’i idam edenleri kimsenin hatırlamadığını ancak Menderes’i kimsenin unutmadığını, millete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldiklerini ve böyle devam edeceklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimi zaman tek tek, kimi zaman hep birlikte üstüme geldiler. İstanbul’a belediye başkanı oldum, hizmet için attığım her adımda karşıma çıktılar. Okuduğum bir şiir yüzünden cezaevine giderken içlerinden derin bir oh çektiklerini biliyordum” dedi. YASSIADA VE SİVRİADA’NIN “DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI” YAPILMASI PROJESİ Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu milletin mescidiyle, camisiyle, cemaatiyle uğraşıp iflah olan kimsenin ol-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU madığını belirterek, tek parti CHP’sinin bunun için çok çalıştığını ama 14 Mayıs 1950’de Adnan Menderes ve arkadaşlarının gelip, bu anlayışa hak ettiği dersi verdiğini ifade etti. Cuntacılarla birlik olunup, 27 Mayıs darbesinin yapıldığını, Menderes ve arkadaşlarının idam edildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, o kararın verildiği Yassıada ve yanındaki Sivriada’yı Başbakanlığı döneminde “Burayı demokrasi ve özgürlükler adası yapacağız” dediğini anımsattı. YASSIADA PROJESİ Biz temelleri 27 Mayıs darbesiyle atılan 12 Eylül’de de tahkim edilerek millete dayatılan bu darbe Anayasasının mutlaka değişmesini istiyoruz. Bu vesileyle bugün 14 Mayıs, anlamlı bir gün ve Yassıada’yı bundan önceki seçimlerde ben şöyle müjdelemiştim: Bu adayı özgürlük ve demokrasi adası yapacağız demiştim. Orada Yassıada ve Sivriada var. Bu iki adanın projesini yaptırmıştım, o zaman Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi Hanım kardeşimiz Çiğdem Hanım bu projeyi ekibiyle yapmıştı. Ve bugün de Sayın Başbakanımız tüm aile kalanlarıyla, bunun yanında bakan, milletvekili arkadaşlarımızla temeli attılar. Ve böylece kendilerine şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Çünkü bu proje ulusal bir proje olmayacak, uluslararası bir proje olacak. Ve bu proje demokrasi nedir, özgürlük nedir, bunun haykırıldığı bir zeminin oluştuğu projedir.”
AYDIN’IN 141 YILLIK HAYALİ ÇİNE ADNAN MENDERES BARAJI Eski adı Çine Barajı olan Adnan Menderes Barajı’nın açılışını yaptığını hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, merhum Başbakan Adnan Menderes’in oraya yönelik ifadelerini unutmanın mümkün olmadığını belirterek, “O cezaevinde olduğu sıralarda şunu söylüyor veya onun hayalini kuruyor, Çine Çayı’nın kenarında oturup söğüt ağaçlarının serinliğinin yüzünde dolanmasını özlemişti. Biz işte o Çine Çayı üzerinde Aydın’ın 141 yıllık hayali olan Çine Adnan Menderes Barajı’nı hamdolsun biz inşa ettik" dedi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 11
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞBAŞKAN
AHMET DAVUTOĞLU 14.05.2015 – Aydın Mitingi Aydın’ın bir yiğidine daha selam olsun, Aydın’ın yetiştirdiği şehit Başbakanımız, benim selefim Adnan Menderes’e selam olsun. Aziz Aydınlılar, bir seçime yürüyoruz. Bugün 14 Mayıs, miting programlarını yaparken arkadaşlara dedim ki, 14 Mayıs Aydın’a aittir, 14 Mayıs’ta Aydın’da olacağım, 14 Mayıs’ı kaydedin oraya dedim. Neden biliyor musunuz? Çünkü 14 Mayıs 1950 Aydın’ın yiğidi, demokrasi şehidimiz Adnan Menderes 1950’de seçimleri, ilk adil ve özgür seçimleri kazandı. Aydın bir Aydınlı yiğitle birlikte Türk demokrasisinde milli iradenin mihenk noktası, mihenk şehri, omurga şehri oldu. Demokrasimizin omurgası, omurga şehri Aydın’a selam olsun. Size bir selam getirdim. Bakınız, bugün buraya gelmeden önce sabahleyin Yassıada’daydım, Yassıada’yı helikopterle yukarıdan seyrederken bir an gözümün önünden Adnan Menderes geçti. Ve Yassıada’ya indik, Adnan Menderes’in, o milletin onuru olmuş… Burada ne güzel, hem Al Bayrakla, hem de camiyle birlikte yan yana koymuşsunuz Adnan Menderes’i, hak ediyor. Çünkü bu semalar Allahu ekber nidalarına hasretken, o yiğit Adnan Menderes, Yörük Ali’nin çocukları, o yiğit Adnan Menderes bu semalardaki Allahu ekber hasretine son verdi. Suçu buydu, suçu tekbiri bu semalara getirmekti. Suçu, milleti için çalışmaktı. Suçu, Türkiye’yi bir kalkınma hamlesiyle ayağa kaldırmaktı. Darbeciler, cuntacılar onu onun arkasındaki milleti cezalandırdıklarını zannettiler. Hala gözümüzün önündedir, o vakur, o şehit Başbakan idama doğru yürürken aslında idam sehpasına çekilen
Adnan Menderes değil, milli iradeydi, milli iradeydi. Aziz Aydınlılar, Adnan Menderes’in hemşerileri; bir daha milli iradenin idam sehpasına veya muhasebe makamına çekilmesine izin verecek misiniz? (“Hayır” sesleri) Verecek misiniz? (“Hayır” sesleri) İşte gür ses, işte Efe sesi bu. Bakınız, Dışişleri Bakanı olduğum gün İstanbul’a ilk ziyaretimde, dedemin, babaannemin mezarından önce Adnan Menderes’in, Fatin Rüştü Zorlu’nun huzuruna vardım. Başbakan oldum, İstanbul’a il ziyaretimde Adnan Menderes’in huzuruna vardım ve Fatiha’yı okuyup onun huzuruna durduğumda, manen Adnan Menderes’i karşımda görüp ona hitap edercesine dedim ki, sana emanet olarak verilen milli iradeyi gasp edenler bugün de karşımıza gelirlerse, bugün de bize meydan okurlarsa, bugün de bizim elimizdeki milli iradeye emanetini almak isterlerse, Allah şahit ki, senin gibi idam sehpasına yürürüz, ancak milli iradeyi kimseye terk etmeyiz, kimseye terk etmeyiz.(...) Bakınız bizim Meclis’imiz Türkiye Büyük Millet Meclisi gazi bir Meclis’tir, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde İstiklal Savaşını yapmıştır, kapısına kilit vurulmamıştı. Yunan ordusu Ankara’ya yaklaştığında dahi Meclis’in milletvekilleri Ankara’yı terk etmeyi reddetmişti işgale karşı. Ama geldiler ve Meclis’in kapısına kilit vurdular 27 Mayıs’ta. Yetmedi Meclis’in seçtiği Hükümetlere 12 Mart’ta muhtıra verdiler. Yetmedi 12 Eylül’de bir daha Meclis’e kilit vurdular danışma meclisi diye atanmış bir meclis kurdular. Yetmedi 28 Şubat’ta Meclis’in seçtiği, Meclis içinden güç alan Refah-Yol Hükümetine ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 13
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ve Profesör Necmettin Erbakan’a Anayasa Mahkemesi’ne çıkardılar, savunan adam savundu. Adnan Menderes idam sehpasına yürüdü, Turgut Özal direndi, ama hep birileri millete rağmen milleti idare etmeye kalktılar. Ne zamana kadar? AK Parti iktidara gelene kadar. Zannettiler ki, bizim dönemimizde de bunu yapabilirler 27 Nisan e-muhtırası verdiler. Sayın Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakandı, ben de Başdanışmanıydım o geceyi iyi hatırladım. Varılan karar şuydu: Bize verilen e-muhtıra aynen iade edilecek aynen, iade ettik. Şimdi şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri görevini mükemmelen yapıyor ve kimse artık Türkiye’de darbeden bahsetmiyor. Asker, sivil ilişkisi, demokratik kurallar içinde yerine rayına oturdu. Ama bu seferdi cübbeler içinde ya da emniyet teşkilatı içinde bir başka grup türedi. 17-25 Aralık’la paralelci bir yapı milli iradeye ket vurmaya çalıştı. Ve dönemin Başbakanı diye seçilmiş Başbakana yani Adnan Menderes’in makamında oturan Başbakana dönemin Başbakanı diye iddianameler hazırladılar. Ama bu sefer kafalarını çok sert bir kayaya çarpışlardı işte o dönemin Başbakanı dedikleri Başbakan şu anda Cumhurbaşkanı, biz emaneti aldık, ama onlar artık dönemin savcıları dönemin.(...) 14.05.2015 - Yassıada Temel Atma Töreni Herkes açtığı çığırla anılacak Başbakan Davutoğlu, “Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti kadrosu, milli iradenin sözcüsü oldular, tavizsiz savunucusu oldular ve hep öyle anılacaklar” dedi. Davutoğlu, Yassıada’da düzenlenen “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesinin temel atma töreninde yaptığı konuşmada, sembolik bir günde, sembolik bir mekanda özgürlük ve demokrasi şehitlerinin huzurunda olduklarını belirterek, bu nedenle katılımcılardan konuşması süresince ve sonrasında takdir ifadesi için alkışlamak ihtiyacı hissederlerse alkışlamamaları, Fatiha suresini okumaları ricasında bulundu. Hayırlı çığır açan bir kişinin, ondan sonra o hayırlı çığırı takip eden bütün eylemlerin hanesine bir sevap, bir iyilik olarak yazıldığını, kötü bir çığır açan kişiler için de aynı şeyin geçerli olduğunu ifade eden Davutoğlu, 14 Mayıs 1950’de özgürlük yolcularının, milli irade savunucularının çok hayırlı bir çığır açtığını söyledi. Ahmet Davutoğlu, 65 yıl önce bugün Demokrat Parti’nin iktidara geldiğini hatırlatarak, iktidara gelenin bir parti ya da siyasi bir ekip değil, çok uzun asırlar boyu özellikle de Tanzimat sonrası başlayan süreçte, ülkenin modern tarihinde milli iradenin ilk kez doğrudan tecellisi şeklinde, halkın iktidara gelmesi olduğunu anlattı. O günden bugüne ne zaman ve hangi seçim olmuşsa, o seçimlerin hepsinin, şeffaf olması ve milli iradeyi yansıtmasında, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin öncülerinin payı olduğunu vurgulayan Davutoğlu, ‘’Yine 27 Mayıs 1960’da çok kötü bir çığır açarak, demokrasi ve milli iradeyi sona erdirmek yanında mazlum, mağdur 14
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ama onurlu bir kadroyu, 500’e aşkın bir siyasi kadroyu bu adaya getirip, onlara 3 güzide şahsiyetin şehadeti dışında manen her türlü işkenceyi yapan, o kötü çığırı açanlar da ondan sonraki bütün darbelerin, bütün muhtıraların ve milli iradeyi hiçe sayan bütün yaklaşımların da müsebbibi oldular’’ diye konuştu. Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı, Adnan Menderes’in Başbakan olarak selefi olduğunu dile getiren Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduktan sonra ilk olarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın kabirlerini ziyaret ettiğini, Başbakan olduktan sonra da anne, baba, dede ve babaannesinin mezarlarından önce Adnan Menderes’in mezarına gittiğini kaydetti. Bir an onların huzurunda durduğunda, gözünün önüne idama doğru yürüyen Adnan Menderes’in arkadan çekilen fotoğrafının geldiğini ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Yüzünü göremiyorduk o resimde. Ama idam sehpasına doğru yürüyen bir şahıs değildi. Bir şahsi manevi olarak, bir milletin iradesiydi. Onu mahkum etmek istediler. Bu ada çok büyük acılara şahit oldu. O acılar da vakur ve milli iradeyi temsil etmek bakımından hiç bir taviz vermeyen onurlu davranışlara şahit olduk. Daha darbeciler Çankaya Köşkü’ne geldiğinde orada direnen Celal Bayar’ı ve bütün yargılamalar boyunca Cumhurbaşkanı vasfını terk etmediği inancı ve ‘Cumhurbaşkanı olarak biz buradayız ve burada olacağız’ diyen vakur tavrını unutmak mümkün mü? Herkes açtığı çığırla anılacak. Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız, başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti kadrosu milli iradenin sözcüsü oldular, tavizsiz savunucusu oldular ve hep öyle anılacaklar. Biz de şimdi ve gelecekte ne zaman seçime doğru gidiyorsak ki şimdi öyle, hep 14 Mayıs 1950’yi hatırlayacağız. Eğer o seçim kazanılmamış olsaydı emin olunuz ondan sonra bir daha milli irade egemen olmayabilirdi. Çünkü 14 Mayıs 1950’ye kolay yürünmedi.’’ “Mesele tahtadan veya başka bir materyalden yapılan sandık değil” Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Mersin’de vatandaşlara hitap ederken, Arslan Köylü kadınlardan bahsettiğini anlatarak, ‘’Ocak 1947’de muhtarlık seçimlerinde iktidardaki partinin istediği aday dışında bir adayı seçtikleri için cezaya tabi tutulan ve sandıkları gasbedilen köylülerin temsilcisi olan kadınlarımızın sandığa kapanıp, ‘Sandık namusumuzdur vermeyiz’ demeleri bugüne kadar süren en önemli ilkeyi ortaya koydu; ‘Sandık namusumuzdur.’ Mesele tahtadan veya başka bir materyalden yapılan sandık değil. O sandığın temsil ettiği şey; milli irade namusunuzdur’’ diye konuştu Geçen gün de Isparta Senirkent’e gittiğini hatırlatan Davutoğlu, ‘Demokrat Parti levhası astı’ diye Senirkent ahalisinin nasıl cezalandırıldığının hatırlarda olduğunu ifade etti. Davutoğlu, 1946 yılında açık oy, gizli tasnif anlayışı-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU nın nasıl bir siyaset tiyatrosu ortaya koyduğunu herkesin bildiğini belirterek, şöyle devam etti: ‘’Eğer Senirkentliler, eğer Arslan Köylüler, eğer millet 1946-1950 yılları arasında direnmemiş olsaydı, özgürlükleri savunmamış olsaydı emin olunuz 14 Mayıs 1950 yaşanmazdı. 27 Mayıs 1950’de, 1960’da ve onun öncesinde bu yapılan darbenin, hazırlıkların sadece bir partiye değil, milli iradeye olduğu inancıyla diğer siyasi kadrolar, Demokrat Parti kadroları gibi dimdik ayakta durabilselerdi ve bu darbeden oportünistçe istifade etmek yerine milli iradeyi ‘seçimlere gidelim’ diyebilselerdi, bir daha Türkiye’de darbe yaşanmazdı. Yaşanılan her şey ileriye dönük olarak atılan hayırlı adımlarla doğru sonuca doğru giderken, yanlış çığırlarda yanlış sonuçlara gidiyor. Bugün bir seçim öncesinde açıklıkla ifade ediyorum, eğer milli iradenin tecellisi anlamında özgürce seçimlere gidebiliyorsak, bunların kahramanları bugün halka yönelik konuşmalar yapan biz siyasi liderler değiliz, idam sehpasına giderken bile demokrasiyi savunan Adnan Menderes ve arkadaşlarıdır. Allah onlardan razı olsun, Allah onların emanetine sahip çıkmayı bize nasip eylesin. Bu emanetlerin en büyüğüdür.’’ “Özgürlükler kolay elde edilmiyor” Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’de 14 Mayıs 1950’de büyük bir siyasi değişimin yaşandığını, demokrasi adımı atıldığını ama 14 Mayıs 1960’da Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşlarının hükümeti, devleti idare etmek çabasındayken birilerinin tam da Yassıada’nın Bizans tecrübesine uygun şekilde, Bizans entrikalarıyla “Onları nasıl iktidardan edebiliriz”in komploları içinde olduklarını söyledi. Davutoğlu, 14 Mayıs’tan 13 gün sonra Adnan Menderes, Celal Bayar, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu ve diğerlerinin Yassıada’ya getirildiğini hatırlatarak, şunları kaydetti: “Ama biz şimdi burada onların huzurunda 55 yıl sonra hepimiz biliyoruz ki ruhumuza, kalbimizin derinliklerine nüfuz ederek hissediyoruz ki, Adnan Menderes ve arkadaşları bugün manen huzurumuzdadır ama onu idama gönderenler, onun idamına fetva veren hukukçular bugün manen ve madden kimsenin huzurunda değiller. Kimsenin huzuruna çıkacak adları, isimleri ya da bıraktıkları güzel bir hatıra yok. Özgürlükler kolay elde edilmiyor. Ama bir kez kaybedildiğinde eğer özgürlükleri savunma iradesi herkes tarafından gösterilmezse tekrar kazanılması da kolay olmuyor. Hala 12 Eylül Anayasası ile idare ediliyoruz. Özgürlüklerde direnmediğiniz zaman, onurlu bir şekilde savunmadığınız zaman, toplumun bütün tüm kesimleri bunu sahiplenmediği zaman, ortaya çıkacak olumsuz sonuçları değiştirmek çok güç oluyor.’’ Başbakan Davutoğlu, şimdi muhasebe vakti olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti: “Madem ki Yassıada’dayız. O anlamda bir muhasebe etme zaruretimiz de var. Seçimlere giderken, 27 Mayıs
sonrasında eğer siyasiler ‘Biz rakiplerimizle hesaplaşırız’ deme cesaretini gösterip, darbecilere ‘Durun’ diyebilselerdi, eğer aydınlar bu ülkede ‘Özgürlükler adına silahlı müdahaleye karşı çıkıyoruz’ diyebilselerdi, eğer hukukçular ‘Biz hukukun çiğnenmesine izin vermeyiz’ diyebilselerdi, bir daha 12 Mart da 12 Eylül de 28 Şubat da 27 Nisan da yaşanmazdı. Ama şöyle düşünüldü, ‘Biz mağdur ve mazlum olursak, buna sahip çıkılsın, başkasının mağduriyetleri ve gördüğü yanlış muameleler konusunda ise ortaya çıkacak tablo bizim lehimize ise buna sessiz kalalım.’ Bu hep yaşandı maalesef. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de hep bu yaşandı maalesef. 27 Mayıs’ta bir partiye yönelik olan müdahale, 12 Eylül’de bütün siyasi liderleri Zincirbozan’a gönderdi.”(...) Davutoğlu, seçime giderken bütün siyasi liderlere, siyasi kadrolara “Gelin, hep beraber milli iradeyi ve özgürlükleri savunma konusunda hiçbir taviz vermeyelim. Gelin, hep beraber insan onurunu öne çıkaran sivil bir anayasayla 12 Eylül darbe anayasasının izlerini tümüyle ortadan kaldıralım. Türkiye için bir zillettir açık söylüyorum” sözleriyle seslendi. 12 Eylül darbesinin izlerini tümüyle silmeden Türkiye’de Adnan Menderes’in hakkının verilmiş olmayacağını vurgulayan Davutoğlu, “Adnan Menderes’in hakkını vermek, şehit başbakanımızın, bakanların hakkını vermek, sadece onları hayırla yad etmek değil, onların çektiği çileyi ve onların maruz kaldığı muameleyi daha sonra müsebbip olarak gerçekleştiren 12 Eylül Anayasası’na karşı da aynı tutumu sergilemekle olur. Türkiye bir daha hiçbir şekilde böyle bir darbe, böyle bir hukuki muamele, 27 Mayıs’ta olduğu gibi görmeyecektir. Hiçkimsenin şüphesi olmasın” diye konuştu. “Bir daha tekerrür etmesine izin vermeyeceğiz” Başbakan Ahmet Davutoğlu, tarihin tekerrürden ibaret olduğunun söylendiğini aktararak, konuşmasına şöyle devam etti: “27 Mayıs bir daha tekerrür etmeyecek inşallah. Bir daha tekerrür etmesine izin vermeyeceğiz. Bugün bir savcının bizi bununla tehdit etmesi dahi bugün bir karşılığı olmayan husustur. 27 Mayıs’tan sonra şehit Başbakanımızın şehit edilmesinden sonra başbakan olan Başbakanımız, Başbakanlık Binası’na girdiğinde ‘Adnan Menderes’in ruhu veya hayali oralarda dolaşıyordu’ diye bir ifade kullanır. Evet, hep bu hayalle korkuttular bizi, hep bu hayalle. Şimdi dahi korkutmaya çalışıyorlar. Onun makamında bulunma şerefine nail olan birisi olarak söylüyorum. Bir daha inşallah hiçbir zaman bu darbe yaşanmayacak. Ama emin olun Adnan Menderes gibi bir şehadetle hayatımız sona erecekse, başımız gözümüz üstüne. Eğer bu milletin iradesini savunurken son nefesi vereceksek, Allah bize ondan daha büyük bir onur vermiş olamaz. Eğer özgürlükleri savunurken, bu milletin iradesini, hakkını, hukukunu savunurken bize hak tecelli edecekse Mevlana diyarının ifadesiyle söylüyorum, bunu biz Şeb-i Arus olarak karşılarız, bir mübarek düğün olarak karşılarız, ‘Hoşgeldin’ deriz. Bizden sonra gelenlere ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 15
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU güzel bir örnek olmak için hangi kadere yürüyeceksek, dizlerimiz bir an dahi titremeden, Adnan Menderes’in arkadan çekilen o resimdeki onurlu yürüyüşünü aynen yaparız, ama inandıklarımızdan tek bir santim dahi taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.” Bu tarihi yaşatmanın mağdur edebiyatı yapmak için değil, gelecek nesillerin, özgürlüklerin kıymetini bilmesi için olduğunu dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti: “Kolay gelmedik biz buralara, kolay ulaşılmadı. Ne çileler çekildi. 12 Mart muhtırasını ortaokul, 12 Eylül dönemini üniversite öğrencisiyken yaşadık. 28 Şubat olduğunda profesörlüğe hazırlanan bir doçenttim. 17 Nisan olduğunda başdanışmandım. Gezi olayları, 17-25 Aralık olayları olduğunda Dışişleri Bakanıydım. Hayatımız milli irade dışından gelen müdahalelere şahit olarak ve onlarla mücadele ederek geçti. Hepimizin gerçekleştirmesi gereken en önemli hedef, bu hatırayı yaşatmak ama yaşatırken de bir ders olarak gelecek nesillere intikal eden bir bilinç uyandırmak.” Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yassıada ve Sivriada’nın birlikte bir “özgürlük ve demokrasi adası” haline dönüşmesinin, sembolik bir mekanın sembolik bir anlam kazanması olduğunu belirterek, “Gerek Sayın Cumhurbaşkanımız gerek ben şundan emin olunsun; burada şehit Başbakanımızın, arkadaşlarının, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, arkadaşlarının hatırasına bir nebze halel getirecek hiçbir eyleme, hiçbir toplantıya izin vermeyiz. İhtiram, bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Buranın ihtiramı da buraya gösterilecek ihtiram da o şehit başbakanımızın ve arkadaşlarının savundukları değerlere sadakat ve onların onurunu korumakla olur. Birtakım spekülasyonlar yapıldığını duyduğum için bunu zikrediyorum” ifadelerini kullandı. Başbakan Davutoğlu, Yassıada’da “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesinin temel atma törenindeki konuşmasında, dört hususa dikkat çekmek istediğini ve bunların mutlaka korunacağını söyledi. Bunların birincisinin, Yassıada ve Sivriada’nın yaşayan hatıralarıyla tarih içinde muhafaza edilmesi olduğunu aktaran Davutoğlu, bu hatıraları silmeyeceklerini, yok etmeyeceklerini anlattı.
16
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Davutoğlu, ikinci hususun da Bizans’tan kalan daha sonra 1856’da İngiliz sefiri Bulwer’in kaldığı yerin tarihi kalıntılarının da muhafaza edilmesi olduğunu belirterek, tarihi dokuya hiçbir zarar verilmeyeceğini vurguladı. Üçüncü önemli hususun ise yeşil alanla ilgili olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti: “Orada bir tek ağaç eksilirse, yerine ağaç dikilecek. Gelirken helikopterle de yukarıdan baktım. İnşaat halinde de gelip ziyaret edeceğiz. Yeşil alan, kesinlikle bugünkünden daha fazla olacak. Dördüncüsü de bu alanın kullanılması kesinlikle ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavramlarıyla uyumlu şekilde olacak. Biz Cumhurbaşkanımız Başbakanken, ben Dışişleri Bakanıyken bu konuları konuşurken zihnimizdeki ideal şuydu: ‘İnşallah bunları da yapmaya çalışacağız. Camp David gibi veya başka bu şekilde kullanılan alanlar gibi arabuluculuk merkezi, barış merkezi yapmak istiyoruz.’ Düşmanlık beslemedik Davutoğlu, niyetlerinin herhangi bir düşmanlık üretmek olmadığını, Yassıada yargılamalarını yapanların çocukları ve torunlarının da vatandaşları olduğunu ifade ederek, “Orada yaşayanlar, suç işleyenler kendi manevi huzurlarında o suçun çilesini çekerler. Hiç kimseye düşmanlık beslemedik, beslemeyiz” dedi. Demokrat Parti camiasının belki de gösterdiği en büyük kahramanlığın, buradaki şehadetlerin üzerinden bir nefret kültürü üretilmesine izin vermemeleri olduğunu vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “O Demokrat Parti camiasının bütün öncülerine, takipçilerine, ki biz de onlardanız, teşekkürü bir borç biliyorum. Türkiye’deki 27 Mayıs üzerinden, 17 Eylül’deki şehadetlerin üzerinden çok derin ve zamana yayılan bir nefret kültürü ortaya çıkabilirdi. Çıkmadıysa bu, bu camianın yakınlarının gösterdiği olgunluk ve basiret sayesindedir. İntikam kültürü, nefret kültürü oluşmadı. Yassıada, bir intikam kültürü oluşturmak için demokrasi ve özgürlük adası haline dönüşmüyor. Aksine kalıcı bir barışı, kalıcı bir insanlık onurunu, kalıcı bir demokrasiyi ve insanlık onurunu inşa etmek için bu yola çıkıyoruz.”
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ONA DOKUNMA BUNA DOKUNMA 1990 yılı yepyeni ümitlerin yeşerdiği bir karışmayın” diye buyurdular. Resmi ideoloji yetyıldı. Sovyetler ve Varşova Paktı çökmüştü. miyormuş gibi bir de son zamanlarda resmi ideoBalkanlar’dan Orta Asya’ya kadar çok geniş bir lojiyi ses duvarını aşan bir hızla geride bırakan bir alan Türkiye’nin önüne açılmıştı. Heyecana kapıl- “ulusalcılık” icat ettiler. dık. “Ona dokunma buna dokunma” derken Adriyatik’den Çin seddine dedik. (Bunun aslı Türkiye’yi kimliksiz, iddiasız, heyecansız, hayalsiz, Adriyatik’ten Kamçatka yarımadasına kadardır. hedefsiz, ruhsuz ve renksiz bir topluma dönüştürBatı ve kuzey Avrupa’daki yeni Türk varlığı düşü- mek istediler. nülecek olursa o zaman bu cümleyi Atlas okyanuArtık oyun bitti. Millet bu fikir hapishanesinde sundan Büyük okyanusa kadar diye okuyabiliriz) kalmaya razı olmadı. Mücadele verdi. Bu mücadeBu sözü söyleyenin ağzına acı biber sürdüler. Bu leyi verenlerin çocukları ve torunsöz unutuldu. Heyecan en narin ları yetiştiler üniversiteler bitirdibir çiçek gibi soluverdi. ler. Ticarette ve sanayide önemli attılar ve bürokrasinin her Halbuki o günlerde Türkiye’nin Yol inişli çıkışlı adımlar yerinde yer aldılar. önünde Cengiz’e de, Timur’a da nasip olmamış kadar geniş bir alan Artık oyun bitti. Yetişenler zinolabilir ama vardı. cirleri kırıyorlar. Gürültüsüz ve artık hedef patırtısız. Artık asker ve yüksek “Biraz Türkçülük yapsak” dearasındaki ittifakında “ona dik. “Bu olmaz!” diye buyurdular. bellidir. Bu Hür yargı dokunma buna dokunma” diyebil“Kürtleri kışkırtmış oluruz” Öyme dönemi bitti. Resmi ideolojileyse dedik, “Kürtlerle aramızdaki ve Demokrat nin kalıpları millete dar geldi. en büyük ortak payda olan MüsTürkiye'dir lümanlığa biraz yönelsek, bunun Sözün özü ve özeti: Bu Anayasa bize Balkanlar’da da büyük faydası değişiklikleri çıkacak. Daha sonolur.” Kaşlarını çattılar, “olur mu ra bu Anayasa kökten değişecek. öyle şey! O zaman laiklik elden giBelki de başkanlık sistemine geçider” diye tehditler savurdular. “Peki ne yapalım?” lecek. Bunun yanı sıra Devletin nitelikleri yerinde dedik. “Resmi ideoloji ile idare edin. Sık sıkda kalacak ama hiç kimsenin elinde de bir sopa ol‘Nutuk’ okuyun” dediler. “Biz ederiz de millet et- mayacak. Yol inişli çıkışlı olabilir ama artık hedef meyecek gibi geliyor” dedik. “O bizim işimiz, siz bellidir. Bu hür ve demokrat Türkiye’dir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 17
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
AYDIN MENDERES KİTAPLARI
18
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Prof. Dr. Tansu ÇİLLER DEMOKRASİ ve DP AP DYP ÇİZGİSİ Prof. Dr. Tansu ÇİLLER 50, 51 ve 52. Hükümet Başbakan’ı
Sizlere hepinizin çok iyi bildiği, yaşayarak tarihe emanet ettiğiniz 1946 tarihinden ve o tarihin anlamından söz etmek istiyorum. Evet 1946 hareketi sadece biçimsel anlamda bir demokrasi hareketi değildir. Türk siyasi kültüründe, Türk siyasi düşüncesinde tam anlamıyla gerçek bir değişimdi, hatta bir devrimdi. Tek parti döneminin milli şef diktatörlüğüne kilitlenmiş, kafa yapısının karşısına halk için gitme, halk için siyaset, halk için devlet isteyen yepyeni bir anlayış dikilmiştir. Her şeyin merkezine halkı koyan, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü gerçek anlamda hayata geçiren bu yeni anlayıştır. O günün Türkiye’sinde olağanüstü bir yenilikti bu. Bir değişimdi hatta bir dönüşümdü. 1946’da milletin iradesi açık oy, gizli tasnif gibi sandık entrikalarıyla gasp edilebiliyordu. Ancak, Türk milletinin hürriyet özlemi önündeki barikatları teker teker yıkmış ve 1950’nin 14 Mayıs’ında milli iradenin sancağını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dikmiştir.1950 seçimleri tam olarak bir halk zaferidir. Milli iradenin gücüdür. 13 Mayıs 1950 ile 15 Mayıs 1950 gece ile gündüz kadar farklıdır. Türk milleti zifiri bir karanlıktan, nurlu bir aydınlığa kendi iradesi, kendi çabası ile gelmiştir. Bu yeni dönemde, çok kısa zamanda imkansız zannedilenler ardı ardına başarılmıştır. Türk milleti makus tarihi Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir ikici kez yenilmiştir. Devlet ve siyaset halkı kucakladıkça, DP şahsında Türk milletinin ortak siyasi değerleri de teşekkül etmeye başladı. Artık siyaseti devirmeyen değerler, devlete biçim ve anlam veren değerler, halka dayatılan değerler değil, tam tersine halkın paylaştığı değerler haline gelmiştir. Türk milleti demokrasiyi aramış, demokrasiye özlem duymuş
ve Demokrat Partiyi bu ihtiyacın karşılığı olarak halkın bağrından çıkarmıştır. Bir başka söyleyişle, DP hareketi bir anlamda devletimizin de ikinci inşa hareketi olarak düşünülmelidir. Zaptiyeden, jandarmadan güç ve destek alarak ayakta kalan bir siyaset etme tarzı yıkılmıştır. Milletin sosyolojisinden güç alan bir siyaset anlayışı egemen olmuştur. Türkiye’nin görünen yüzündeki siyasi değişim böyle olmakla beraber, alttan alta süre gelen bir paradoksun ortadan kalkmadığını da o dönemde görüyoruz. Sonuçlarını bugün de yaşadığımız işte bu dönem de ortadan kaldırılamayan paradokstur. Tek parti döneminin iktidarı bir ölçüde memurları ile paylaşılan bir iktidardır. Memurlarla paylaşılan bir tür diktatörlüktür adeta. Bu yüzden DP’nin iktidara gelişiyle son bulan bu yönetim ve siyaset tarzı bürokrasinin ideoloji haline yine de derin devlette saklanabilmiştir. 10 yıl boyunca Türkiye bürokrasinin yeniliğe ve değişime direncini yaşamıştır. 27 Mayıs bu direnişin devleti teslim almasının hikayesidir. Ancak Türk halkının demokrasi tercihi artık vazgeçebileceği bir tercih değil. Bu yüzden Türkiye’nin demokrasi yürüyüşü devam etmiştir. 1960 müdahalesi ile Türk milletinin kalbine saplanan adaletsizlik hançeri, Türk milletinin demokrasi içerisinde bir arayışa daha yönelmesine sebep olmuştur. Bu adalet arayışıdır. Bu yeni arayış demokrasi yanında bir de adalet arayışını açıkça ortaya çıkarmıştır ve işte AP bu arayışın sonucu ve eseridir. Önce sözünü ettiğim paradoks bu dönemde de devam edebilmiştir. Yani bir yanda seçilmişlerin temsilcisi olduğu demokrat Türkiye, diğer yanda bir çeşit bürokrasi diktatörlüğünün devamını isteyen bir anlayış. Türkiye bu zıtlaşmayı devamlı olarak yaşamıştır. Dünyadaki demokrat ülkelerin zaman içerisinde kaydettiği büyüme ve gelişme çizgisinin gerisine düşmemizin bütün dinamizmine rağmen ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 19
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
gerisine düşmemizin ana nedenlerinden belki de başta geleni budur. Siyasetin ve siyasi iktidarın bu görünmeyen ortağı devamlı suretle halkı geriye püskürtmekle meşgul bir güç olarak derinden derine saklanabilmiştir. Bu yüzden Türkiye hızlı kalkınma,hızlı gelişme ve hızlı ilerlemesini sağlayacak toplumsal dinamikleri tam olarak hiçbir zaman hayata geçirememiştir. Bu iktidar arasındaki güç dengesinin halkın lehine bozulduğu dönemlerde,müdahalelerin geldiğini görürüz. Her müdahale aslında halkla bu tür bürokrasi arasındaki güç dengesinin yeniden kurulmasına yönelik olmuştur. Eski bir CHP Genel Başkanı’nın “Halkın iktidar yaptığı bir partiyle iktidar olursunuz ama,muktedir olamazsınız” demesinin altında yatan gizli ve derin gerçek işte bundan ibarettir. Türkiye’nin devamlı şikayetçi olduğu konuların başında siyasi iktidarsızlık geliyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Bunun tek bir temel nedeni vardır; o da siyasetin kurumlaşmamış olmasıdır. Hem siyasi partiler anlamında ,hem de siyasi kavramlar anlamında bir kurumlaşma ne yazık ki gerçekleşememiştir. Siyasi partilerin ve kadroların sık sık tasfiyesi,ciddi anlamda bir bilinç kirlenmesine yol açmıştır. Demokrasiye ve onun vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilere yapılan müdahaleler toplumsal bilincimiz açısından bir travmaya yol açmıştır. Siyasetin toplumsal temeli 50 yılda üç tahrip edilmiştir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu ise kendi kendisi ile kavgalı bir halk, kendi kendisiyle kavgalı bir devlet demektir. Türkiye bunların hepsini birden yaşamıştır, bugün de yaşamaya devam ediyor. 20
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Devletimizin temel niteliklerinin ne anlama geldiği konusunda halen tam bir uzlaşmaya varamamışsak, hala ortak ve hepimizin hemfikir olduğu bir laiklik tanımımız yoksa, ortada bir demokrasi inancımız, demokrasinin vazgeçilmezliğine olan ve onun üstünlüğüne olan üstünlüğüne olan inancımız top yekun mevcut değilse, demokrasinin icraatları konusunda birbirimizle hala zıt görüşler taşıyabiliyorsak, toplumsal barışın teminatı olması gereken kavram ve değerleri kolayca bir toplumsal çatışma nedenine dönüştürebiliyorsak, Türk siyaseti plan, program ufuk ve perspektiflerin tartışıldığı bir zemin olmaktan çok, devamlı olarak karşılıklı suçlamaların, kuşkuların ve tehdit algılamalarının tartışıldığı bir ölüm kalım mücadelesi veriyorsa, ve hala bu ara dönemlerde dahi yargının bağımsızlığı tartışılıp, siyasetin adalete karıştırıldığı bir görüntü sadece bizim sınırlarımız içerisinde değil, sınırlarımızın ötesine dahi taşabilen bir görüntü haline gelebiliyorsa, oturup bunları hep beraber düşünmemiz gereği vardır. Bunun için artık bu son olsun diyerek yola çıktım. Meseleleri temelden alıp, bunları değiştirelim ve bu yaşananları bu defa son kez yaşansın diye davamızın meşalesini yaktık. Türkiye’de birlik ve beraberliğin, ortak siyasi ve toplumsal değerlerin, modern bir ülke olma yolunda atılmış bütün güzel adımların, halkın önünü ve ufkunu açan bütün hizmetlerin temsilcisi olan bir siyasi gelenek, şu veya bu bahaneyle tam üç kere kesintiye uğratılmışsa, oturup birlikte düşünmemiz gerekiyor. İşte bu için, bu defa son kez olmalıdır inancıyla yola çıktık. Bu milletin hatırasına hala hürmet ettiği Adnan Men-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU deres ve arkadaşlarını ipe götürebilmişsek, bugünlerde hala Adnan Menderes’i nasıl astıysak sizi de yok edebiliriz diyebiliyorlarsa veya denebiliyorsa oturup birlikte düşünmemiz gerekiyor. Türkiye’nin siyasi hayatının ve siyasetçilerinin şuur altında yer alan ipte sallanan bir başbakan resmi, yıllar boyu milletin hafızasında canlı kalmış ve toplumun demokratik reflekslerine damga vurmuştur. İşte bunları artık bizden sonra olmasın diye çıktık. Bu tablo çirkin, bir tablo aydınlık değil, bu tablo ümit vermiyor. Ancak Türkiye’nin öyle bir yüzü var ki pırıl pırıl, ışıl ışıl bir yüz. Aydınlık geleceğimiz, büyük geleceğmiz işte orada inşa ediliyor, inşa edilmeye devam ediyor. Bugün de öyle hem de sessiz sedasız inşa ediliyor. Türkiye’nin o yüzünde halk var. Kendi becerisinde, kendi kabiliyetleri ile, kendi yapıcı ve yaratıcı sezgisiyle halkımız var. Biz de sadece onlardan güç almak için yola çıktık. Türkiye’nin geleceğini ören bir halk, yarım asırlık davamızın gerçek başarısı işte budur. Bizim siyasi misyonumuzu yarım asırdır iktidarda tutan işte bu başarıdır. Solcu partileri ebedi muhalefete mahkum eden de bu işte bu başarıdır. Bizim toplumumuzun ana gövdesi, bizim sosyolojimizin temel değerleri demokrasiden yanadır. Demokrasiyi zedeleyen her hareket demokrasiye ara veren her teşebbüs hep bu ana gövdeyi tahrip etmiştir, bu ortak değerleri tahrip etmiştir. Kısacası şimdi tarih önünde DP’nin başlatmış olduğu davamıza bir kez daha beraberce bakalım istiyorum. Bu kapsamda ve çerçevede şunu diyebiliriz; Cumhuriyet,DP ile tamamlandı. DP Cumhuriyeti gerçekten tamamlamıştır. Büyük Atatürk’ün özlemi de bu idi. Çünki, Cumhursuz Cumhuriyet olmazdı. Yani halksız Cumhuriyet olamaz. O gün için mutlakiyetten Cumhuriyete geçişin bir büyük demokrasi devrimi olduğu ve milli iradenin üstünlüğünün tescili olduğu gerçeğini hiç kimse unutmamalıdır. Evet, Cumhuriyet DP ile tamamlamıştır. Bu ne Cumhuriyeti küçültmek, ne de büyük Atatürk’ün en büyük eserine gölge düşürmektir. Tam tersine Cumhu-
riyeti kendi gerçek anlamı içerisinde tarif etmek ve onu öylece anlamaktır. Atatürk’ün hedefi de işte bu idi. Yani milli iradenin üstünlüğü idi. İşte DP, Cumhuriyet dediğimiz bu muhteşem tablonun ikmali idi. Belki anlaşılamadı, belki horlandı, ezildi ancak yok edilmedi. Çünkü edilemezdi temelleri tarihti, temelleri insanlıktı, temelleri insan onuru idi. Bizim söylediklerimiz yanlışsa, bizim yaptıklarımız geçmişte yanlışsa, bizim bugün yapmak için tozlu yollara düştüklerimiz yanlışsa, tarih yanlıştır, insanlık yanlıştır. Oysa, tarih de doğrudur, insanlık onuru da doğrudur. Bizim söylediklerimiz de doğrudur. İşte onun için bugün burada hep beraber birlikteyiz. İşte onun için hep beraber bu ruh olarak sonsuza dek dimdik ayakta kalacağız. DP’ye muhakkak bir büyük haksızlık edildi. Davamıza, ondan beri süregelen bu büyük davaya haksızlık edildi. Fakat daha büyük haksızlık Cumhuriyete yapılmış oldu. Onun demokratik içeriği boşaltılarak, kuru bir kalıp haline getirildi. Oysa Cumhuriyet, bir kavramlar, kurumlar ve kurallar sistemidir. Kavramı milli egemenlik ve demokrasi, Kurumları başta Türkiye Büyük Millet Meclisi, kuralları Anayasa, yasalar, toplumun demokratik töreleri ve gelenekleridir. Bunların hepsi tahrip edilmiştir. Bugün eğer bir daha yaşananlar yaşanmayacaksa, bugün eğer yeniden yola düştüğümüz davayı gerçekten gerçekleştirecek ve bunu son yapacaksak işte yapmamız gereken yeniden devleti tanımlamaktır, yeniden kurumları tanımlamaktır, onların görevlerini, yetkilerini birbirleriyle aralarındaki ilişkileri ve kimin nereye kadar ve neden mesul olduğunu,hangi yetkinin nereye kadar ve nasıl uzanacağını,yeniden tanımlamamız gerekiyor. Atatürk’ün en büyük hedefini yok ederek Atatürkçülük yapanlar,bu büyük gerçeğin dışında kaldıkları için yok oldular. Ama DP, bu inançla başladı ve bugün de yok olmadı. Çünkü burada önemli madde değil ruhtur. Ruh ise yok olamaz. İşte bugün canlı,diri bu odada yaşıyor. Beden değişir,ruh yaşar ve yaşıyor. Bugün yaşadığı gibi,ebediyen yaşayacağı gibi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 21
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Atatürkçü denenler veya kendini Atatürkçü ilan edenler Atatürk’ü hiç anlamamışlardır. Onun için DP’yi ezdiler,onun için demokrasiyi ezdiler. Oysa ki büyük Atatürk, yanmış, yıkılmış bir vatanda, beli kırılmış bir milleti tek ve en büyük güç inançla yola çıkmıştır. Erzurum ve Sivas kongreleri bu idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi işte bu inancın bir ürünü idi. O günkü dönemde dahi, Atatürk doğruyu buldu ve milleti zafere ulaştırdı. Atatürk, beli kırılmış bir milletle zafere ulaşırken,bugün o zamankinden 100 kat,1000 kat daha güçlü milleti devre dışı,devlet dışı bırakmaya çalışanlar aslında Atatürk’ün büyük idealini ve hedefini devre dışı bırakmakta, dolayısıyla Atatürk’ü devre dışı bırakmaktadırlar. Millet cahil bir insan çoğunluğudur diyen, kendisini milletin üstünde gören, milletin kendi kendisine her zaman doğruyu bulacağına inanmayan, dolayısıyla demokrasiye inanmayan kafalardan ve o anlayıştan kurtulmadıkça çağı yakalamamız mümkün değildir.
Bugünlerde görülüyor ki, bir büyük Türkiye olma yolunda 21.Yüzyılda en büyük açılımlara ve açılımları yapmaya muktedir olan Türkiye Tahran’da, İslam dünyasında 48 saat sonra alınacak bir kararla da Avrupa Birliği’nde istediği güçte yerini almamıştır. Avrupa bir medeniyet projesidir. Avrupa Birliği,bir medeniyet projesidir,bir çağdaşlık projesidir. Atatürk’ün milletimizin önüne koyduğu muasır medeniyet hedefinin kendisidir. Bu medeniyetin tek şemsiyesi vardır. Demokrasidir, tam demokrasidir, standartları yükseltilmiş demokrasidir. Belki zaman yok, belki mekan yok ama zevahiri kurtar konumunda bırakılması bu milletin ve bu büyük devletin hak ettiği sonuç değildir. Devleti ,halkın ve toplumun dinamiği, devleti, bunların önüne geçerek tıkayan bir olay olarak düşünemeyiz. Devlet tıkayıcı değildir. Devlet halkın önünü tıkayan değil, halkının bir siyasi organizmaya dönüşümüdür. Devlet onun yani halkının önünü açan,onun önünde koşan,onu çağa taşıyan bir rehber,bir çekici güçtür. Devlet ne kimsenin bir ikbal vasıtası,ne de kimsenin şahsi ve yanlış düşüncelerini gerçekleştirme aracıdır. İşte DP dediğimiz zaman,DP bunları anlayabilmiş, bunları Türkiye’nin gündemine getirebilmiş ama onu son 22
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kılamamış bir parti idi. Onu son kılmak boynumuzun borcu olmuştur. İşte DP’de bu idi. İşte bizim bu büyük farkımız,haklı gururumuz,onurumuzdur. Onurumuzla övünmek,hep beraber övünmek hakkımızdır. Dava kuşakların el ele tutuşmasıdır. Bir dava birbirinin ardından gelen kuşakların el ele tutuşmasıdır. Yani birbirini hiç tanımamış,hatta aynı çağda yaşamamış insanların el ele tutuşarak,aynı inanca yürümesidir. Bizler belki doğmadan hayata veda etmiş insanların ellerini avuçlarımızda hissediyoruz şu anda. Gelecek neslin doğmamış bebeklerinin avuçlarını avuçlarımızda hissediyoruz şu anda. Ne mutlu bizlere, Menderes’lerin yolundayız. Demirel’in bir dönem sürdürdüğü yoldayız. Gümüşpala’yı, Ahmet Nusret Tuna’yı rahmet ve şükranla anıyoruz. Bir tek beklentimiz var,başka hiçbir beklentimiz yok. O da,bir gün bizim büyüklerimizi andığımız gibi hayırla yad edilebilmek. Ölene kadar demokrat kaldılar,onun mücadelesini yaptılar ve bu kez bütün bunları son kez kıldılar dedirtebilmek. Bu yaptığımız kavga değil,bir büyük davaya olan borcumuzu ödemektir,onu ödemeye çalışmaktır. Bayrağı yere düşürmeden bize teslim ettiler. Bayrağı bize teslim eden bazı büyüklerimiz burada. Bayrağı yeniden taşıyacak olan büyüklerimiz de burada. Biz,bize düşeni yaparak,bizde onu yere düşürmeden bizden sonraki nesillere teslim edeceğiz. Tarihe devlet kurma sanatını öğretmiş olan bu yüce milleti,başka türlü bir hayat tarzına mahkum etmek hiç kimsenin hakkı değildir, haddi de değildir. Son dönemlerde hatta bugüne dek yaşanmayanları da gördük. Geçmiş örneklerden farklı olarak atanmış başbakan olmayı içlerine sindirebilmiş, seçilmiş siyasetçileri de gördük. Ama biz ısrarla ve inatla halkın hukukunu, halkın yüksek iradesini,halkın hakkını kollamaya devam edeceğiz. Bu yolda sıkıntıyla karşılaşabiliriz. Tek başımıza dahi kalabiliriz. İhanete de uğrayabiliriz. Ama bizi doğru yolumuzdan,hakikat yolumuzdan,millet yolundan döndürmek mümkün olmayacaktır. Siyaset korkakların ve korkanların işi değildir. Bu tarihe olan borcumuzdur,bu millete olan borcumuzdur,bu şehitlerimize olan borcumuzdur ve bu şu salonda bulunan isimli,isimsiz kahramanlara ve her şeyin üstünde hep beraber paylaştığımız davamıza olan borcumuzdur. Çağı yakalamanın ve çağı yaşamanın da insanlığını onuru demek olan demokrasiden başka hiçbir yolu yoktur. İnsanlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak yaşamak istiyoruz. Bu bizim hakkımız milletimizin hakkı,hatta her şeyin üstünde belki bu bizim onlara olan görevimizdir. Onun için yarım değil tam demokrasi istiyoruz ve gerçek demokrasiyi milletin hak ettiği, bu büyük milletin hak ettiği demokrasiyi getirene kadar bu mücadeleden yılmayacağız,sonuna kadar bu yolda olacağız. Büyüklerimize, bize bu emaneti teslim edenlere,demokrasimizin aziz şehitlerine, yüce milletimize Cumhuriyeti yüce ve büyük Atatürk’e, çocuklarımıza ellerini henüz hiç tutmadığımız görmediğimiz torunlarımıza söz veriyorum.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Binali YILDIRIM BU ÜLKENİN AYAKLARINA ARTIK PRANGA VURULMASIN Binali YILDIRIM Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde önemli bir yer tutan, demokrasi adına halk mücadelesinin ortaya çıkardığı siyasi bir figür ve halk kahramanı… Demokrasinin Türkiye yolculuğunda önemli bir durak ve siyasal tarihimiz açısından önemli bir dönüm noktası. Aynı zamanda Türk siyasal hayatının kuşkusuz en tartışmalı isimlerinden biri… Adnan Menderes… Her ne kadar Adnan Menderes’in siyasal çizgisi, yürüttüğü faaliyetleri ve uyguladığı politikalar farklı görüşlerden farklı tepkiler alsa da günümüzde artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var ki; bu da Adnan Menderes’in idam kararının çok yanlış olduğu yönündedir. Ayrıca Türkiye’deki gelişen ve ilerleyen demokrasi adına büyük bir hata ve büyük bir kayıp olduğu doğrultusunda herkesçe görüş birliğine varılmaktadır. Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesinde ve inandığı siyasi düşüncelerinde sonu idamla biten bu dönemin hala siyasal tarihimizde bıraktığı derin etkiler varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle Menderes döneminin Türk siyasal tarihinde ve Türkiye’deki demokrasinin gelişiminde önemli bir yer tutmasının yanı sıra gelecekte de her zaman değerlendirilmesi ve incelenmesi gereken bir siyasal miras niteliğindedir.
Menderes; Osmanlıyı, Kurtuluş Savaşını, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunu, Tek Parti ve Demokrasi dönemini görmekle ve yaşamakla yetinmeyip burada üstüne düşen görevleri ve rolleri başarılı bir şekilde yerine getirmek için çıkmış olduğu demokrasi mücadelesinde kendisini elbette büyük zorluklar bekleyecekti. Demokrasi kültürü çerçevesinde kendisini iktidara götürecek mekanizmaları iyi bilmekle birlikte özünde ve içinden çıktığı toplumun değer yargılarını ve sosyal dokusunu iyi bilen biriydi. Bu itibarla Menderes’in gücü “halkın içinde yaşamış ve onun içinden gelmesinden” kaynaklanıyordu. Dönemin Türkiye’si her dört kişiden üçünün köyde yaşadığı bir dönemdi ve kendisi toprakla iç içe geçmiş bir hayatın içinden, köylülerin yanından geliyordu. Bu nedenle Tarım ekonomisine dayanan bu dönemin Türkiye’sinde toprağın, toprakta çalışan insanların ekonomik durumlarını ve sosyal hayatlarını çok iyi bilen Menderes, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş ve bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkan dahilinde olduğunu aynı zamanda göstermiş bir dönemin önemli bir aktörüdür. Halkın geleneksel dokusuna duyduğu saygının yanınADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 23
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
da çıkmış olduğu demokrasi ve siyasal mücadelesinde Türkiye’ye, gelişmiş Batı’nın gelişmişlik düzeyini yakalatmakla birlikte Batı’nın demokrasi standartlarına ülkemizi ulaştırabilme isteği belki de en temel hedefi idi. Bu bağlamda kendisinde gerekli olan modern bakış açısı, bilgi düzeyi, demokrasi anlayışı, liderlik vizyonu ve kişiliğine sahipti. Bu nedenle Adnan Menderes’i iyi tanıyan Celal Bayar’ın onu tercih etmesinde bu faktörlerin etkisi büyüktü. Bu itibarla Bayar, ne kadar isabetli bir tercih yaptığını yıllar sonra dile getirecek ve Menderes için şöyle diyecekti: “Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Kuvvetli bir mantığı vardı. Ona göre Menderes, “Halkın psikolojisini, özellikle köylünün psikolojisini anlıyordu ve liderlik için gerekli niteliklere sahipti.” Menderes, çıktığı demokrasi yolculuğunda halkına dayanmaktan başka destek aramadı. Hitabeti çok güçlü ve karizması büyük bir politikacıydı; halkın da kısa sürede kendisini sevip bağrına basacağı belliydi. Milyonlarca insan kısa süre içinde Ona karşı yine Bayar’ın tanımıyla ‘sihirli bir muhabbet’ duyabilirdi. Nitekim öyle de oldu… Ve Celal Bayar yanılmamıştı. Türkiye’de çok partili hayat dönemi ile birlikte Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelmesi Türkiye’deki siyasal atmosferin ve siyasal düzenin değişmesinde en önemli dönüm noktalarından biridir. Demokrat Partinin iktidara gelir gelmez yapmak istediği ilk icraatların başında demokrasi kültürünün gelişmesine yönelik olarak temel hak ve hürriyetlerin yeniden düzenlenmesi ve korunması, din ve vicdan hürriyeti konusunda önemli adımların atılması ve ayrıca sosyo-ekonomik düzenlemeler ve yenilikler 24
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
başta gelen temel ilkelerdendi. Bu çerçevede yapılan düzenlemelerden birisi, Ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur. 14 Mayıs 1950 bir yönüyle, halkın var olan taleplerine karşı yasakların kaldırılması demekti. Demokrasi adına ve çok partili siyasi hayat adına artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de milletin talepleri, demokrasi kültürü ve düzeni içerisinde dikkate alınmalıydı. Menderes devri, bu anlamda, demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin korunması kadar ekonomik alanda da yeni atılımların ve yeni teşebbüslerin olduğu yıllar olarak da değerlendirilebilir. 1950-1954 yıllarında Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verildi. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Ülkede yeni sanayi tesisleri ve 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye’nin gayri safi milli hasılası yılda ortalama %9 oranında büyüdü ve büyüme hızı bu dönemde %12’lere kadar çıktı. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında ve köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. 1950’den sonra bir çok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılap, en büyük devrim demokrasi devrimidir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu.” Sözlerini sarf etmiştir. Demokrasi sistemi içerisinde temel mekanizma olan oylamaya büyük saygısı olduğunu kongre çalışmaları sırasında hep göstermiştir. Kendi fikrini sonuna kadar savunmayı çok seven Menderes çoğunluğun kararına uymaktan da hiç çekinmiyordu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Adnan Menderes’in Aydınlı (Koçarlılı) oluşu ve onun Aydın’a olan ilgisi çok partili yaşama geçiş sürecinde Aydın ilini siyasilerin gözdesi haline getirmiştir. Bu vesileyle dönem dönem Aydın’da ve Anadolu'nun başka kesimlerinde halkın taleplerini dinler bazen de karşılıklı görüş alışverişinde bulunurdu. Menderes 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde Hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” ifadesi Menderes politikalarını ve insanlara karşı tutumlarını özetler niteliğindeydi. Günümüz demokrasi sistemi ve yapısı içerisinde de hala geçerliliğini koruyan sivil, demokratik, toplumsal refleksleri güçlü, hesap verebilen, şeffaf, katılımcı, toplumun üretim ve girişim potansiyelini harekete geçirebilecek sivil bir duruş ve yapısal çözümler gibi dinamiklerin ülkemize yerleşmesi ve gelişmesinde şüphesiz Menderes’in katkıları büyüktür.
Türkiye’de demokrasinin ilk kez kesintiye uğradığı 27 Mayıs darbesi ile Türk siyasal tarihi yeni bir döneme girmiş oldu. Bu dönemde, Menderes dönemi ile önemli bir gelişme ve ilerleme gösteren Türk demokrasisi önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş olup, ülkemizdeki demokratik siyaset kültürü adına elde edilen kazanımlar da büyük ivme kaybetti. Bununla birlikte Türkiye’nin siyasal imajı uluslararası arenada itibar kaybına uğradı ve maalesef telafisi uzun yıllar alacak negatif sonuçlar bıraktı. Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda, Adnan Menderes vermiş olduğu demokrasi mücadelesinde bedelini hayatıyla ödese de; her zaman ülkemiz insanının hafızasında ve kalbinde “Türk siyasi tarihimizin yitik efsanesi” olarak anılacaktır. Bununla birlikte Adnan Menderes’in siyasi hataları varsa da tarih onu “demokrasi şehidi” olarak hatırlayacak. Tabii bir de “Ezan Şehidi” olarak…
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 25
EFSANE BAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN'I GÖNÜLLERİMİZİN 4. CUMHURBAŞKANI MERHUM ADNAN MENDERES'E BENZETMEYECEKMİŞİZ...
a
■ ÇALIŞKANLIKLARI AYNI MI? ■ İKİSİ DE MİLLETİN SEVGİLİSİ Mİ? ■ İKİSİNE DE İFTİRALAR ATMADINIZ MI? ■ İKİSİNİ DE SANDIKTA YENEMEDİNİZ DEĞİL Mİ? ■ BİRİNİ DARBEYLE İDAM EDİP, DİĞERİNE
a
a
a DARBE GİRİŞİMLERİNDE BULUNMADINIZ MI? a BU KADARI YETER!
ONLAR
MİLLETİN ADAMLARI
MENDERES'E RAHMET ERDOĞAN'A MİNNET Ahmet Şerif BAYINDIR
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Süleyman SOYLU MENDERES TÜM HATIRASIYLA YAŞIYOR AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, 27 Mayıs 1960 Darbesi ile ilgili görüşlerini dile getirdi. Soylu “İnönü’nün bu meselede günahı çok büyüktür” dedi. Bugün yaşanan olayların, oluşturulmak istenen gerginliklerin temelinde 27 Mayıs 1960 Darbesi’ni aramanın çok yanlış olmayacağını ifade eden Süleyman Soylu, darbe öncesi organize edilmeye çalışılan toplumsal hareketlerin gerek karakter, gerek söylem bakımından birbiriyle örtüştüğüne dikkat çekti. Dün, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kıyma makinelerinde parçalandığını yayan zihniyetle Gezi olayları sırasında paletler altında ezilen insan fotoğraflarının sanki bu ülkeye aitmiş gibi paylaşılıyor olmasının birbiriyle aynı ve kanıksanmış taktikler olduğunun altını çizdi. 1960 Darbesinin sadece bir darbe olmakla kalmadığını, ülkenin uzun yıllar başını ağrıtan anlayışın da mimarı olduğunu anlatan Soylu “1960 darbesi, vesayet sisteminin kurumsallaşmasını sağlamıştır” dedi. Bugünkü Anayasa Mahkemesi’nin, Ordu’nun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olmaktan çıkarılmasının, MGK’nın, 1961 Darbe Anayasası’nın ürünü uygulamalar olduğunu söyleyen Soylu, vesayet kurumlarının ülkeyi sınırlayıcı etkilerinin önemli bir bölümünden ancak 12 Eylül 2010 Referandumu ile kurtulunduğunu sözlerine ekledi. 27 Mayıs’ın Türkiye’de siyasetçiye bir gözdağı olduğunu belirterek “Her 27 Mayıs’ta Menderes’in idam fotoğrafı üzerinden bu ülkede siyaset yapmak isteyenleri korkutan bir anlayış vardı” ifadelerini kullandı. Süleyman Soylu, 27 Mayıs İhtilali’ne maruz kalanların uğradığı iftiraların bugünkü hükümete yönelik iftira ve karalama kampanyalarıyla ciddi benzerlikler gösterdiğine de dikkat çekti. Rahmetli Menderes’in 12 uçak dolusu altınla yurtdışına kaçmaya hazırlanırken yakalandığı gibi akıl dışı iftiraların, ülkemizin en önemli hariciye vekillerinden biri olan Fatin Rüştü Zorlu için yakıştırılan “bay yüzde on” yaftasının, bugün yaşanan gelişmelerle paralellik göstermesinin, aslında bir zihniyetin devam ettiğinin göstergesi olduğunu ifade eden Soylu, “O gün rahmetli Menderes’in başına ne getirilmeye çalışılmışsa,bugün de aynısı yapılmak isteniyor” ifadelerini kullandı. Yine aynı şekilde bugün yaşanan gerek Gezi olayları gerekse Okmeydanı olayları gibi senaryoların tıpkı 5 Mayıs 1960’ta Kızılay’da düzenlenen ve tarihte 555K olarak bilinen olaylarla paralellik gösterdiğini söyleyen Soylu İngiliz arşivlerinde bulunan belgelerin, darbenin CIA tarafından organize edildiğini açıkça ortaya koyduğunu söyledi. İhtilalin temel meselesinin iktidarını paylaşmak isteADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 27
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU meyen elit kesimin, bir köylünün oğlunun hakim, profesör olmasını kabullenememesi olduğunun altını çizen Süleyman Soylu, “İsmet İnönü’nün bu meselede günahı çok büyüktür” dedi. Yapılan yatırımlar tesadüf değil AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) düzenlediği “Menderes’ten Erdoğan’a Türk Demokrasisinin Süreci” başlıklı konferansta, üniversite öğrencisi ve mezunu olan gençlere seslendi. Süleyman Soylu, burada yaptığı konuşmada tanzimat döneminden itibaren Türkiye’de çok partili siyasi hayatın yaşandığını, partilerin isimleri değişse de nitelikleri ve yürüdükleri yolun hiçbir zaman değişmediğini aktardı. Menderes, Özal ve Erdoğan dönemlerinde yapılan icraatların birbiriyle paralellik gösterdiğini dile getiren Soylu, şöyle devam etti: “1950-60 döneminde köylerle şehirler entegre edilmiştir. Bir köylünün oğlu, bir köylünün kızı artık hakim, artık mühendis, artık doktor, artık avukat olabilme imkanını, vali olabilme imkanını yakalamıştır. Köylerle şehirler arasında yollar yapılmış, Türkiye onbinlerce kilometre yol ağıyla kucaklaşmış, köylere elektrik gelmiş, sanayi devrimini atlamış, sanayi devrimini yakalayamamış Türkiye bir nebze de olsa kağıt fabrikalarıyla, bez fabrikalarıyla aynen bugün yapılanlar gibi ve büyük hamlelerle, barajlarla, köprülerle, geçitlerle birbirine buluşmaya, birbirine bağlamaya çalışmıştır. Sadece şunu not etmenizi isterim, rahmetli Menderes, köylerle şehirleri birbirine bağlamıştır. Rahmetli Özal, büyükşehirleri birbirine bağlamıştır, Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin bütün vilayetlerini bölünmüş yollarla birbirine bağlamıştır. Aslında ben size bir çizgiyi anlatmaya çalışıyorum." dedi Bütün dünya tepki göstermeli “Bakın rahmetli Adnan Menderes bu ülkede idam edildi. 10 yıl Başbakanlık yaptı. Bugün rahmetli Menderes’i herkes anıyor, hatırla yad ediyor, iyiliklerle yad ediyor ama onu idama götüren anlayışların hiçbirisini hatırlamıyor. Ayrıca bir de onları telin ediyor ve onları bir nefret anlayışıyla hatırlıyor. Şimdi bütün bunları hep beraber yaşıyoruz. Yaşadığımız Türkiye bu, farklı
28
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Türkiye değil. Mısır’da, etrafımızdaki diğer ülkeler de. Biz aynı iklimin insanlarıyız, aynı düşüncenin insanlarıyız. Mısır’da da farklı bir şey olacak değildir.” Mursi’nin idama mahkum edilmesine bütün dünyanın tepki göstermesi gerektiğine işaret eden Soylu, en güçlü sesin de her zaman Türkiye’den çıkacağını söyledi. Soylu, “Allah kimseye fırsat vermesin. Görüyorsunuz Mursi’nin yüzde 52 oy aldığını ama idama gittiğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın da sonunun da böyle olacağını anlatmaya çalışıyorlar. Dün Menderes’in kanından beslenenler, bugün Erdoğan’ın iradesini ortadan kaldırmaya, söndürmeye ve milletin iradesini söndürmeye çalışıyorlar. Millet buna müsaade etmez. Biz buna müsaade etmeyiz, hiç kimsenin bir şüphesi olmasın” diyerek sözlerini tamamladı. Menderes koskoca mirasıyla yaşıyor AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın vefatlarının 53. yılı dolayısıyla Anıt Mezar’da düzenlenen anma programında konuştu. Süleyman Soylu, “Menderes ölmediği gibi tam yarım asırdır kendinden sonraki siyasi hayatı belirlemiş, kendinden sonra millete hizmet edecek olanların, kendi siyasi mirasını taşıyacak olanların adeta siyasi yol haritasını belirlemiş, bu aziz millete emanet etmiştir” dedi. Soylu, karanlık ve uğursuz bir mayıs gecesi, “eşkıyanın millete baskın yaparak, milletin adamını, zeybeğini, Menderes’i, milleti” vurduğunu söyledi. Bu destanın bitmeyeceğini, bu destanın öznesi olan Menderes’i hikaye etmeye kelimelerin yetmeyeceğini ifade eden Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu destanı millet 53 senedir zaten kutsal bir emanet gibi taşıyor ve nesilden nesile aktarıyor. Dolaştığım yerlerde görüyorum ki gencecik insanlar Menderes denince heyecanlanıyorlar. Mitinglerde, kongrelerde, toplantılarda, Menderes ve demokrasi şehitlerimizin ismi geçtiği zaman bir alkış tufanı kopuyor. Bunun bir anlamı var, Menderes yani bu milletin aziz şehidi bütün manasıyla bütün hatırasıyla yaşıyor. Menderes ölmediği gibi tam yarım asırdır kendinden sonraki siyasi hayatı belirlemiş, kendinden sonra millete hizmet edecek olanları, kendi siyasi mirası taşıyacak olanları adeta siyasi yol haritasını
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU belirlemiş, bu aziz millete emanet etmiştir.” Soylu, milletle Menderes arasında büyük bir sadakat ilişkisinin bulunduğunu ifade ederek, Menderes’in milletine aşık olduğunu ve öldürülünceye kadar sadakat bağını koruduğunu dile getirdi. Milletin de Adnan Menderes’in mirasına sahip çıktığının altını çizen Soylu, onun aziz hatırasını başka partiler ve şahsiyetlerin de hep yaşattığını söyledi. “Menderes’i öldüren caniler ki bu bir cinayettir, bugün lağım çukuruna yuvarlanmış kubur fareleri kadar kıymetli olmayan kişilerdir” diyen Soylu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kim Altay Egesel, kim Salim Başol, kim Tarık Güryay? Kim hatırlıyor bunları, hatırladığınız zaman da sadece lanetlemek için hafızamıza eziyet ederek çağırıyoruz onları. Oysa Menderes koskoca mirasıyla bugün yaşıyor. Milyonlar onun için en samimi hislerle dua etmeye devam ediyor. Bu aziz millet o günden bugüne eli Menderes’in kanına bulaşmış ne bir kişi, zümre, partiye, iktidarı vermiştir. Yönetme, yürütme ve yasama vekaletini onlara haram etmiştir. Bu kişiler, zümreler ve partiler ta yarım asırdır iktidarın kıyısına bile yaklaşamamıştır. Bu millet yarım asırdır Menderes ve onun mirasına sadakatle sahip çıkmış, onun yolundan gidenlere, davasını güdenlere iktidarı ve vekaleti teslim etmiştir.” Soylu, Menderes’in bir felsefe ve siyasi hedefler manzumesi olduğunu ifade ederek, milletin değerler dünyasının bir taşıyıcısı olduğunu kaydetti. İhtilalin, Menderes’in siyasi felsefesini ortadan kaldırmak için yapıldığını anlatan Soylu, vesayet düzeninin, kıyısından bile bir Menderesçiliğe tahammül edemediğini vurguladı. Merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın, Menderes’in yanına defnedilmeyi vasiyet etmesinin çok anlamlı olduğuna değinen Soylu, şunları kaydetti: “Menderes çizgisinin bu değerli evladını da Özal’ı da hem rahmetle hem şükranla yad ediyoruz. Rahmetli Erbakan, ona yapılan muamele, itibarsızlaştırma. 1960’ta linç girişimlerinin benzeri değil midir? Ve 12. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan... Bütün davasıyla bütün mücadelesiyle bütün eserleri ve bütün ruh ve mana köküyle milletin adamı değil midir? Menderes’in siyasi çizgisinin sadık bir emanetçisi değil midir? AK Parti 21. yüzyılın demokrat partisi değil midir? Şüphe
yok ki öyledir.” Bugün MGK’da milletin sözü geçiyor Soylu, artık ülkenin ekonomisinin sağlam olmasına bazı kesimlerin tahammül edemediğini ve ülkenin istikrarını bozmaya çalıştıklarını ileri sürerek, “Geçmişte Yüksek Askeri Şura’da başbakanlar itilmiş, kakılmış gibi kenarda oturuyordu. Sizin 9 seçimdir verdiğinizi reyi namusu bilen AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan, bugün Yüksek Askeri Şura’da başbakanlar masanın başında oturuyor” diye konuştu. Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) ise 28 Şubat’ın, 1960 ve 1980 darbelerinin sözü geçtiğini söyleyen Soylu, bugün MGK’da da milletin sözünün geçtiğini kaydetti. Bugünün Berat Kandili olduğunu anımsatan Soylu, bu ülkede Kuran-ı Kerim’in radyolardan okutulmadığını anlatarak, “Kandilde Kuran-ı Kerim’in ilk kez mevlit gününde okutulmasını, milletin oyuyla gelenler yaptı. Menderes yaptı. Ona hangi kini, hangi intikamı duyuyorlarsa bugün Recep Tayyip Erdoğan’a da aynısını duyuyorlar” ifadelerini kullandı. Soylu, demokratik açıdan ülkenin geçmişiyle bugününü kıyaslayarak bir dönem insanların inançları üzerinden kardeşin kardeşe düşürüldüğünü dile getirerek, bugün başı açığının da, kapalısının da üniversiteye gidip doktor, öğretmen olduğunu, TBMM’de milletvekili olabildiğini vurguladı. ARA REJİME 2010 YILINDA MİLLET SON VERDİ “Demokrasi milletlerin zaferidir. Demokrasi milletlerin hukukudur. Demokrasinin kahramanları vardır. Demokrasinin büyük insanları vardır. Demokrasinin mücadeleci insanları vardır ama demokrasinin mağdurları ve mazlumları da vardır. Bugün hala İstanbul Üniversitesinde Hukuk Fakültesinde bir kürsüde ismi yazan ve darbeyi meşrulaştırma görevini üstlenen Sıddık Sami Onar, darbenin ertesi günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde bunlar yani bu demokratlar daha sonra isimlerini düşükler olarak belirtenler onları yolsuzlukla suçlayarak nitelendirdikleri bu demokratlar İstanbul Üniversitesi öğrencilerine kıyma makinesine attı dediler. Bugün bu salonla ismi bütünleşen Hasan Polatkan Demokrat Parti’nin (DP) en çalışkan milletvekillerinden biriydi. İlk çalışma bakanı, daha sonra maliye bakanıydı. En zeki milletvekiliydi. 20'inci yüzyı-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 29
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lın başındaki maliye üstatlarından Cavit beyden sonra Cumhuriyet tarihinin en önemli maliyecilerinden bir tanesiydi. Bu memleketin en masumlarından birisiydi, Adnan Menderes ve Fuat beyden ve Reşit Paşa’dan sonra en büyük hariciyecisiydi Fatin Rüştü Zorlu. Onlar idam edilmedi. Onları idam edildi diye nitelemek büyük bir haksızlıktır. Onlar alçak bir cinayete kurban gittiler. Bu bir cinayetti, bunu bilmenizi istiyorum. Bu cinayeti de bir mahkeme kararı ile verdiler. 46 yaşında bir adamın, evlatlarına doyamadan giden bir adamın, kızının babasının acısına dayanamayarak ölen bir adamı on binlerce insan dualarla anmaktadır. Ama hiç kimse hukuk tiyatrosunun başaktörü olan Salim Başol’u hatırlamamaktadır. Hiç kimse bu cinayetlere sebep olanları anmamaktadır. 1950-1960 yılları Türkiye’nin en önemli sıçrama dönemlerinden bir tanesidir. Bunlar gerçekleştirdi. Parasız ve pulsuz Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştirdi. At nalı çivisini bile ithal eden bir Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştirdi. 22 tane barajı, yaşasalardı nükleer santrali, yaşasalardı birinci boğaz köprüsünü, Türkiye’yi NATO’ya sokan ve Türkiye’nin geleceğini bütün dünyaya entegre etme çabalarını bunlar gerçekleştirdi.” “YASSI ADADA KOÇ VE İNÖNÜ İFADE VERMEDİ” Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun verdikleri hizmetin unutulmaması gerektiğini söyleyen Soylu, “Köyler ile şehirleri entegre ettiler. Bunu yaparak bir köylünün oğlunun profesör olmasını sağladılar. Bir köylünün oğlunun biz bu ülkenin vatandaşıyız diyerek alnı açık gezmesini sağladılar. Yıllar sonra bundan dolayıdır ki bu millet onların ismine karşı bir vefa hissediyorlar. Türkiye’nin en dürüst insanlarından biriydi Hasan Polatkan. Ama ertesi gün bir gazetede manşetinde ‘Evinde 4 milyon ele geçirildi’ yazıyordu. Yalan, iftira ve bu millete hizmet edenleri itibarsızlaştırma girişimi yapıldı. Bilmenizi isterim. Yassı Ada’da iki kişi ifade vermedi. Bunlardan biri İsmet İnönü, diğeri ise Vehbi Koç’tu. O Vehbi Koç’u Türkiye’de Vehbi Koç yapanlardan bir tanesi ise alıp satma kendin üret diyen Hasan Polatkan’dı. Ama Vehbi Koç, kızını Koç Lisesi’ne almaktan çekindi ve onu reddetti. Bugün karşı karşıya kaldığımız mantıkta aynısıdır. Türkiye dönem dönem bu anlayışları bir vesileleri tazeleyerek yaşamaktadır. Biz hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız. Türkiye’nin her tarafında yol yaptılar. Türkiye’nin her tarafını şantiyeye dönüştürdüler” diye konuştu. “Memleketin İhtiyacı Olduğu İçin Rusya'ya Gitmişti” Eski Sağlık Bakanlarından Lütfi Kırdar’ın yaşadığı olayı da paylaşan Soylu, şunları söyledi; “O dönemin Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın oğlu bana bir vesile ile anlatmıştı. Lütfi Kırdar Sağlık Bakanlığı’ndan ayrılacakmış. Adnan Menderes ile Hasan Polatkan evine gitmişler. İki katlı bir evin ikinci katına çıkmışlar. Saatlerce konuşuyorlar. Sonunda üçü merdivenlerden şen şakrak iniyorlar. Kırdar’ın eşi sormuş ‘Ne oldu?’ diye. Kırdar, demiş ki; ‘Yarın Rusya’ya gidiyorum. Memleketin bana ihtiyacı var. Kader ve dava arkadaşlarımı bırakmam.’ Biliyorsunuz ki, ondan sonra Türkiye-Rusya yakınlaşması var diye darbenin meşru maddelerinden bir tanesi olarak ortaya konuldu.” 30
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İ ' S E R E MEND MANIN A M A L N E A K N R E A Ş İPT A Y İ N İ T E Z İ Y İ Y B E U M R İ D E MAHC Y E Y E S M İ K İ N ! SE M A D
A N UZU
Ahmet Şerif BAYINDIR ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 31
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Ömer ÇELİK DEMOKRASI VE ÖZGÜRLÜK ADALARI PROJESI Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Yassıada Demokrasi ve Özgürlük Adası'nda yakacağımız fener dünya milletlerine de ilham verecek ve yol gösterecektir" dedi. Çelik, Yassıada'da düzenlenen "Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi" temel atma töreninde, 14 Mayıs'ın Demokrat Parti'nin iktidara gelişinin yıl dönümü olduğunu hatırlattı. Bu tarihin, "milletin aklıyla alay edenlere, milleti hor ve hakir görenlere, onu yıllarca iradesiz bırakmaya çalışanlara, onun değerlerine sırt çevirenlere ve hülasa bu milleti temsil konusunda zaaf içinde olanlara" verilen büyük ve ibretlik dersin tarihi olduğunu aktaran Çelik, "Bu milleti kendisine muallim olarak kabul etmeyen, onu hep acemi, hep çırak olarak görmeye alışmış kesimler ders almamakta ısrar edip durdular" diye konuştu. Çelik, Yassıada'nın tarihini vurgulayacak şekilde 27 Mayıs Tarih Platosu inşa edileceğini, müze alanı ve demokrasi parkı kurulacağını belirterek, yargılama süresince kullanılan yapıların restore edileceğini ve yapılara yeniden işlevsellik kazandırılacağını dile getirdi. Yargılamaların yapıldığı spor salonunda, koğuşlarda ve diğer alanlarda holografi gibi özel teknikler kullanılarak yapılacak canlandırmalarla ziyaretçilerin o dönemi adeta içinde yaşarmışcasına tecrübe etmelerine imkan sağlanacağını ifade eden Çelik, o döneme ait belge, doküman ve eşyalardan oluşan seçkin bir koleksiyonun demokrasi müzesinde sergileneceğini vurguladı. Müzenin içinde barındırdığı tarihi objelerle geçmişi, mimarisindeki modern ve geometrik formlarıyla da geleceği yansıtacak şekilde kurgulanmasına özel bir önem verdiklerini aktaran Çelik, şöyle devam etti: "Bu yaklaşımın altında bu projeyle adanın toplumu32
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
muza geçmişten aldığı referanslarla bir gelecek vizyonu sunabilmesi yönündeki arzu ve niyetimiz yatmaktadır. Bu nedenle milletimizin o dönemde yaşadığı en acı tecrübelerden biri olan 27 Mayıs'ı ve o dönemde yaşananları bu proje ile bir ibret abidesi haline dönüştürmek istedik. Bu abidenin en temel unsurlarından birisi 24 metre yüksekliğinde sadece adaya değil demokrasimizin geleceğine de ışık tutacak bir demokrasi feneri inşa etmek olacaktır. Zamanla bu fener, adaların ve demokrasi zaferimizin simgesi haline gelecektir." "Araştırma merkezi olacak" Çelik, adanın ayrıca demokrasi alanında araştırma yapmak isteyenler için bir araştırma merkezi olarak tasarlandığını, projede demokrasi arşivi tarihine ilişkin zengin bir arşivle 500 kişilik bir konferans salonu yer aldığını söyledi. Benzer amaçlara hizmet edebilecek şekilde bir kongre merkezinin Sivriada'da planlandığını, böylece halen atıl durumda bulunan bu iki adanın, İstanbul'un önemli demokrasi kültürü ve hafıza merkezi haline geleceğini vurgulayan Çelik, şöyle devam etti: "Bizler tarihe saygıyı, onu tozlu kalıntılar altında unutmaya terk etmek şeklinde değil, o tarihi günümüzde canlı ve yaşanabilir hale getirmek şeklinde anlıyoruz. Bu nedenle hazırladığımız projeyle bir yandan adaların tarihi ve doğal dokusu aslına uygun şekilde muhafaza edilirken öte yandan bu adalara kültürümüze ve sosyal yaşantımıza mümkün olduğunca katkıda bulunabilecek bir işlevsellik kazandırmak istiyoruz." Çelik, Yassıada Demokrasi ve Özgürlük Adası'nın sadece Türkiye'deki değil aynı zamanda dünyanın farklı ülkelerinde yaşanan demokrasi tecrübelerine ilişkin önemli olayların ve şahsiyetlerin tanıtılmasına ve de-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mokrasi bilincinin artırılmasına yönelik sempozyum ve çalıştaylara da ev sahipliği yapacağını vurguladı. Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu vesileyle merhum Aydın Menderes ile yaptığımız bir sohbette dile getirdiği bir konunun bana verdiği ilhamı burada zikretmek isterim. Yassıada yargılamaları yapılırken bazı hukuk fakültelerinin hocaları, 'Eğer bunları idam etmezseniz darbe meşruiyetini kaybeder' demişlerdi. Buna bir karşılık olarak demokrasiye sadakatin ve hukuk devletine sadakatin gereği olarak keşke hukuk fakültelerimizin mezuniyet sonrası yemin törenleri Yassıada'da yapılsa ve bu tarihsel vefa gösterilse. Böylece insan hakları, özgürlükler ve demokrasinin insanlığın topyekun çabasıyla hayat bulan müşterek bir miras olduğu gerçeği vurgulanacaktır. Bu vurgu, bu mirasın muhafazası noktasında da topyekun bir çabayı zorunlu kılmaktadır." Çelik, günümüzde kendi demokrasilerinin müdafaası uğruna savaşan ve özgürlüklerin savunuculuğunu yaptıklarını iddia eden kimi devletlerin, demokratik yönetimlerin, birer birer rafa kaldırılıp insan haklarının sahipsiz bırakılması karşısında kendilerinden beklenen tepkiyi vermediklerini gördüklerini dile getirdi. Bugün okuduğu bir gazetedeki ifadelerden bahseden Çelik, şunları anlattı: "Yine bugün bir gazetede, görevden alınan bir savcının hükümetimizi kastederek, 'Demokrat Parti ve Menderes Hükümeti'nden bile ileri işler yapıyorlar, bir gün müebbetle yargılanacaklar' demesi aynı vesayetin ve aynı katliamcı mantığın devam ettiğini göstermektedir. Bu nedenle ülkemizin demokrasi adına ve insan hakları namına sergilemekte olduğu sağlam duruş, aynı zamanda etrafımızda bulunan ülkelerdeki sancılı demokrasilerinden ve çevremizdeki çeşitli halkların sıkıntılarla başa çık-
malarında şiddete başvurmadan demokrasi mücadelesi vermenin güzel bir örneği olarak yol gösterici olacaktır. Bu noktada Yassıada Demokrasi ve Özgürlük Adası'nda yakacağımız fener, dünya milletlerine de ilham verecek ve yol gösterecektir." Çelik, Türkiye'de demokrasi yolunda katedilen mesafenin hiç de azımsanmayacak bir boyutta olduğunu ifade ederek, "Son 65 yılda açık oy gizli tasniften kendi cumhurbaşkanını doğrudan seçecek bir milli iradeye kavuştuk" diye konuştu. "Milletimizin özgürleşmesi adına cephede canlarını veren şehitlerimiz kadar bu kutlu demokrasi mücadelesi yolunda hayatlarını feda eden şehitlerimizi de rahmet ve minnetle anıyoruz" diyen Çelik, projeye katkılarından dolayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, AK Parti milletvekili adayları Mücahit Arslan ve Çiğdem Karaaslan'a teşekkür etti.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 33
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
34
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRAT PARTI Ali Naili ERDEM Milli Eğitim Eski Bakanı
7 Ocak 1946, Türkiye yeni bir devre adımını atıyordu. Dörtlü bir takrirle CHP'den ayrılanlar demokrasi devrini başlatıyorlardı. Ankara'da Sümer sokağın mütevazı bir apartman dairesinde başlayan yeni bir dünya görüşü yeni bir ideal cephesi siyasi yelpazede yerini alıyordu. Bu DP'dir. İktidar olmuştu. Gördüğü Türkiye tablosu bir karanlıktan ibaretti. Halk yoksul ve perişan. Bir dilim ekmeğe muhtaç binler. Siyasi iktidar tarafından insan yerine konulmayan aşağılanan ve horlanan İnsanlar. Ne para var ne de pul. Kaybolan yıllar bir kabus halinde bütün dehşetiyle Anadolunun üzerine çökmüştü. Kerpiç damların içinde görünenler Medet YA RESULLALAH Medet diyen insanlardı. YETER SÖZ MİLLETİNDİR dediler 14 Mayıs'ta bir kurtuluş güneşi gibi doğdular.Bir idealin ve çağdaşlaşma tutkusunun mücahitleriydiler. Bir çığırı başlattılar.Bu çoğunluktur.Bir serbest piyasa ekonomisi içerisinde ülkenin refahının gerçekleştirileceği doktrinidir. Ve halkın idareye katılma azim ve kararıdır. Hepside Türkiye sevdalısıydılar. Hedefleri çağdaş bir Türkiye, Uygar ve özgür bir Türkiyeydi. Hukuklu, adaletli ve insan haklarına saygılı bir Türkiyeyi, Barış içinde yaşayan bir Türkiye'yi Halkıyla barışık ve halkının hizmetinde olan bir Türkiye var etmeyi ülkü edindiler. Bendeniz bu hareketin içine 1947 yılında Ankara Cebeci bucağında girdim. Kapanmasaydı bugünde içinde olacaktım. AP'si ben DP'nin kendisiyim deyince AP'nin içinde yer aldım. Şimdi o günleri anımsayarak bir devri birlikte yaşayacağız. Ve milletine on altın yıl evet on altın yaşatan DP'yi konuşacağız. Tertemiz pırıl pırıl on yıl. Hırsızsız, yalansız on yıl. Komşularıyla sorunu olmayan on yıl. Ne göçler vardı, ne şehitler. Baharlar gibi bayramlar gibi on yıldı. Bugün bizler acılarımızı ve gözyaşlarımızı bir kere daha içimize gömerek BİR DEVRE ADINI VEREN MENDERES'İ YAD EDECEĞİZ. Allahına sığınmış, kıblesi belli, Kuranlı halis bir mümini anacağız. Şeytanilikten uzak rahmanilik gömleği ile ölümü göğüsleyen bir yürekli, bir cesur bir hak ve halk aşığı başba-
kandan söz edeceğiz. Devletin bir tek kuruşuna el sürmemiş bir helalzadeyi rahmetle, minnetle ve şükranla gönüllerimizde var edeceğiz. Deh demokrat eşeği deh! diyerek DP'lilerin sırtlarına binenleri ve ağızlarına hayvan tersi dolduranları Allaha havale edip DEVRİ SABIK yaratmayacağız diyen bir gönüller sultanını, bir müstesna devlet adamını kalbimizle aklıma ve ruhumuzla selamlayacağız. Saygıdeğer Dinleyenler Çalı dibine sığınan insanını fukaralıktan kurtarma mücadelesi DP'nin hedefidir. Bu hedef Menderes ve ehliyetli arkadaşlarıyla ülkenin her karışında uygarlığın nimetleriyle gerçekleşmiştir. Çarıktan ayakkabıya, kara sapandan traktöre ulaşılırken adam yerine konmayan vatandaşına “Tanrı önünde eşit olan sen kanunlar önünde de eşitsin. Sen gerçekte efendisin. Bu devlet senin için vardır. Mütegallibelerle, eşrafın ve bürokratların tahtı idaresinde olan devlet idaresinde sen öncelikle varsın. Bu toprağın hak sahipleri sizlersiniz. Siz varsanız biz varız. Siz varsanız Devlet var. Siz ikinci sınıf insan olamazsınız. Siz devlet kapılarından kovulamazsınız demişler ve bu ilkeleri siyasetlerinin anayasası kılmışlardır. DP ideali işte budur. Bu MEDENİYETÇİLİK SAVAŞIDIR.Bu çağdaş uygarlığın üstüne çıkmadır. Bu en geniş anlamda korkusuz yaşama özgürlüğüdür. Bu güven içinde huzurlu bir ömrü var etmedir. Bendeniz bunları yaşayarak geliyorum. Varlığı ile iftihar ettiğim Cumhuriyetten üç yıl sonra dünyaya geldim. Şunu iftiharla söyleyebilirim ki ben Atatürk rüzgarı ile büyüdüm. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 35
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İlk göz ağrım da DP'dir. Sevgili partililer Sizlere kardeşlerim demek istiyorum. DP bir faydalar, güzellikler külliyesidir. Türkün unutulmuş meziyetlerinin geleceğin yüksek medeniyet ufkundan doğacağına inanan ve bu uğurda ülkeyi bir şantiye haline getiren vatan ve millet sevdalılarının partisidir. Yaşamak erdemlikler içinde yaşamak ,unutulan kasaba ve köyde ışık olmak, okul olarak yükselmek Teknolojinin bütün nimetlerini insanının emrine vermek DP'nin amentüsüdür. Bu anlamda DP akıldır, ilimdir ve insan sevgisidir. Yunus Emre'nin hoşgörüsü, Mevlana'nın aşka aşık yüceliğidir. Türlü iftiralara karşın hurafelerden, yobazlığın her çeşidinden uzak bir anlayışla bilimsel zekanın temsilcisi olarak mutlu bir Türkiye'yi var etmenin savaşını vermiştir. Zaman zaman bazı kendini bilmezler ya cehaletlerinden, ya hamakatlarından ya da kasıtlarından çağdaşlaşmayı her şartta gerçekleştirme mücadelesini veren DP'yi irtica ocağı göstermekle kalmamış karşı devrimci bir parti olarak itham etmiştir. Serapa yalan ve baştan sona iftira olan bu görüş bu günde bazı kişilerin malzemesidir. Bu esasında bitmeyen DP düşmanlığından başka bir şey değildir. Şimdi sizlere üçüncü Cumhurbaşkanımız merhum Celal Bayar'a başbakan olarak görev verdiği tarihteki bir konuşmasından kısa bir pasajı bilgilerinize sunacağım. Bakın bir akıl küpü bir kurtuluş kahramanı olan merhum Bayar ne diyor: “Atatürk bize yararlı bir vatan kurtardı. Atatürk bu yararlı vatanı asırlardan beri içine sinmiş olan hurafelerden, efsanelerden, bir takım vahim fikirlerden tamamen temizleyerek ve kuvvetli bir rejim kurarak mesut ve müreffeh bir halde bize bağışladı. Atatürk, seni sevmek, tebcil etmek her Türk vatanseverinin milli ödevi ve namus borcudur. Hiç şüphesiz büyük Türk milletinin seciyesine ve karakterine uygun olarak vücuda getirdiği ve bize hediye ettiği rejimi korumak hakkındaki ihtirasımız ölçüsüzdür." Konuşma bu. Ey DP'ye dil uzatanlar hanginizin akıl veya gönül dünyasında böylesine bir namus borcu var. Hiç değilse susun ve şecaat arz etmeyin. Muhterem Kardeşlerim, Menderes her fikir münakaşasını seviyeli bir üslupla yapmış sokak ağzı ile konuşmamıştır. O bir zerafet sem36
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
bolüdür. Bir idealist, bir vatanperverdir. Nefis bir belagat, şiirsel bir üslup ve edepli bir içerik Menderes'in kimliğidir. DP Bakanı, milletvekili, belediye başkanı ve özetle tamamiyle çalışmayı ibadet haline getirmişlerin partisidir. Medeniyetçilik savaşını başarıyla yürütmüşler devleti ve milletiyle saygın bir Cumhuriyeti titizlikle korumuşlardır. Yurtta sulh cihanda sulh politikasını samimiyetle uygulamış dostluklarını çoğaltmıştır. Hiçbir parti kaygısına düşmeden dış politika sorunlarını ve milli sorunlarımızı ana muhalefet partisiyle birlikte çözümleme kararlılığını samimiyetle uygulamış olan DP Türkiye'yi bir barış ülkesi yapmıştır. Bugün kan gölüne dönen ülkemizde kimler ne düşünür bilemiyorum. 1950 - 1960 döneminde ne bayrağımız bez parçasıydı, ne silahlı kuvvetler mensuplarının başlarına çuval geçirilmişti. Ne sizden bizden ayrımı vardı. Ne alt kültür, üst kültür lafları duyuluyordu. Ne ”Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü dağlardan kazınmıştı. Ve ne de okullardaki “Türküm, doğruyum” andı silinmişti. Gönülden yaşanır bir bal gibi tatlı bir Türkiye idi. Kıskandılar. Her yerin şantiye olmasından vatandaşın cebine para girmesinden her köye okulun gitmesinden, her suyun önünde bir barajın yükselmesinden rahatsız oldular ve halkın oylarıyla iktidar olan DP varlığına tahammül edemediler. Oysa yöneticilerin hepsi mütevazı bir yaşamın insanlarıydılar.Adnan beyin üç evladı da gösterişsiz ve sade bir hayatın içindeydiler. Bayarın evlatları da öyleydi. Onlar idealleri, inançları ve amaçları ile çağdaş bir Türkiyeyi var etmenin tutkusundaydılar. Ne acıdır ki mamur ve müreffeh bir vatanın doğduğunu görenler DP'lilerin yollarını kestiler On altın yılın üzerine kara bir bulut gibi indiler. Ve bir uğursuz sabahta radyolar “Sanıklar elleri bağlı olarak getirildiler direktiflerini duyurmağa başlamış ve “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor kararını noktalamıştı. “Üç güzel üç müstesna, üç unutulmaz devlet adamı asıldı. Geri kalanları Kayseri cezaevine kapattılar. Bitti mi? Hayır... İşte buradayız. Demokrat olarak buradayız. 1946'da demokrattık. Bugün de demokratız. Ve ben hep demokrat olarak kalacağım. Sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Allaha emanet olunuz.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
LAIKLIK, İSLAM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE Dr. Jeoloji Müh. Esat KIRATLIOĞLU Eneıji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanı
Dünya tarihinde demokrasi (demos cratos / halk idaresi) gerçek hüviyeti ile, bugünkü demokratik ülkelere yerleşebilmek için, hem çok uzun bir yol kat etti, hem de çeşitli zorlu safhalardan geçti. Demokrasi ilk defa İngiltere’de, 1215’de Kral John'a, asiller tarafından zorla ilân ettirilen Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı) ile, insan hayatı ile özdeşleşti. 63 maddeden oluşan Magna Carta’nın 3 ana temeli vardır. 1. Vergiyi toplamak ve sarf etmek kralın yetkisinden alındı ve asillerden teşekkül eden bir kurula verildi. Bu kurula kanun yapma yetkisi de verildi. (İlk Parlâmento) 2. İnsanlar ancak kanunla cezalandırılabilir. 3. Adalet satılamaz ve geciktirilemez. Demokrasi çok daha sonra 1776'da ABD İstiklal Beyannamesi ve 1789'da Fransız İhtilâli ile dünya ve geniş halk tabakaları tarafından duyulur hale geldi. İnsanlar kızıl derili, siyah derili ya da beyaz derili, sarı tenli olsun efendileri ya da kuvvetlilerce inim inim inletiliyordu. İmparatorlar ve hükümdarlarca orta çağ dediğimiz zaman diliminde, Hıristiyanlara uygulanan zulüm, onları ta Kapadokya’ya (Nevşehir civarı) kadar kaçmaya ve kendilerinin yaptıkları yer altı şehirlerinde yaşamaya mahkûm etmişti. Ancak bir müddet sonra Papalık ve Kilise, devleti yönetir hale gelmiştir. Öyle ki, bir Alman hükümdarını aforoz eden Papa’dan af dilemek için Hükümdar, Alp dağlarında tatil yapan, Papa’dan kabul edilmesi çaresizliği içinde, aylarca karlı dağlarda sürünmüştür. Kilise artık hükümdarların dahi üstünde idi. Fransa’da kilisenin yönetime baskısı, ayrıca İmparator’un da halk üzerindeki umursamazlığı had safhaya varmıştı. Halk yoksul ve perişandı. Öyle ki, yiyecek
ekmek bulamıyoruz diye feryat eden halka, Kraliçe MARİE ANTOİNETTE, “O zaman pasta yiyin” diyordu; Bu şartlar altında 1789 halk hareketi ile, Fransız ihtilâli oldu. İhtilâlciler cumhuriyet ilân ederek halkın yönetimini sağladılar ve lâiklik prensibi ile de kiliseyi “devletin üzerinde etkisi olmayan bir yapı” biçiminde organize ettiler (ileride lâikliği ele alacağız). 1299'da kurulan ecdadımız Osmanlı Devleti Müslüman bir devletti. 1517'de Yavuz Sultan Selim’in Mısır'dan, Halifeliğin Osmanlı hükümdarlığına intikalini sağlamasından sonra, İslâmiyet en yüksek makamında, padişahlar tarafından temsil edildi. Osmanlı, bir din devleti olmasına rağmen, zaman zaman yaşanan istisnalar hariç, padişahlar ister Müslüman ister Hıristiyan olsun, tebaasına adil davranmıştır. Esasında bunun sebebi Kur'an'ın temel kavramını teşkil eden adalet ve insan sevgisi olup; bunu emreden Kur-an’ı Kerim’in etkinliğidir. 1600 yılları civarında Osmanlı yönetiminde başlayan zaafiyet, tarihte yaşadığımız hüsranları ve kayıpları katlayarak 1918’deki 1. Dünya Savaşı mağlubiyetini getirmiştir. Bu savaşın sonunda 3 kıtaya hükmeden Cihan Devleti, Osmanlı imparatorluğu, Anadolu'da 13 ilin dışında tüm topraklarını kaybetmiştir. Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919’da başlattığı; “yok oluştan bir mucize” diyebileceğimiz azim, irade, cesaret ve inanışla kazanılan İstiklâl Harbinden sonra, Cumhuriyetin kurulmasına ve bugünkü sınırlara geliyoruz. Osmanlı’nın “son dönemler” tarihini ve hele, hele 1918 -1922 arasının perişan şartlarını, mükemmel ve tarafsız olarak bilmeyen bir kimse, kulaktan dolma ve alışılmamış yarım, (hem de) taraflı bilgilerle bunu takdir etmesi ve değerlendirmesi; tam manâsı ile bir “hiç hükmündedir”. Hıristiyan âlemi yukarıda bahsettiğimiz tarihi olaylarla kendine gelmiş ve eğitime, öğrenmeye büyük önem verADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 37
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU miştir. Hıristiyan âleminde İncil, her milletçe kendi diline tercüme edilmiş, hazreti İsa hakkındaki görüş ve (bazı ayrıntılar hariç) İncil’in birçok içeriği aynen Kur-an’ı Kerimde tekrarlanmaktadır. Bu durum Tevrat için de geçerlidir. Okuma yazma bilme nispeti Hıristiyan âleminde epeyce ilerlemiş ve incilin bildirisi onlarca daha iyi bilinir hale gelmiştir. Kur’an da ki bildirilen pek çok konu İncil tarafından da bildirilmektedir. 1870 yılında halkın, Hıristiyan âleminde okuryazar yüzdesi, İspanyada 30, Fransa’da 69, İngiltere’de 76, Almanya’da 80, Hollanda da 81’dir. Osmanlı İmparatorluğu'nun o tarihte halkın okuma yüzdesi ise yalnız % 3 tür. 1924 yılında Türkiye'de 71 ortaokul ve 5965 öğrencisi, 23 lise ve 1241 öğrencisi, 9 fakülte vardır. (üniversite değil) Nüfus 13 milyondur. Halk maalesef Osmanlı döneminde yukarıda görüldüğü gibi okuma yazma bilmezdi. Namazını kılacak kadar, belki birkaç fazlası ile ayet veya sure ezberlenirdi. En acı olanı Osmanlı döneminde Kur-an’ı Kerim’in Türkçe tercümesi (meal) yoktu. Okuma yazma bilenler belli sayıda sübyan (çocuk) mektebi mezunlarıydı. Medrese mezunları dışında hocalarımızın büyük çoğunluğu hafız da olsa, Kur-an’ı Kerim’in Türkçesini bilmiyorlardı. Ya da kulaktan dolma bilgileri vardı. Kuran’ı Kerim’in gerçek manasını halka bildirecek medreseli hoca sayısı da sınırlı idi. Halk okuma yazmada bilmiyordu. Üstelik Türkçe meali olan Kur-an’ı Kerim de yoktu. Üstelik 1924’de, Türkiye’de okur-yazar oranı sadece % 4’tür!.. Selçuklular döneminde ilim dili Arapça olduğundan kayda değer bir Kur’an çevirisi gelişmesi olmamıştır. Osmanlı döneminin ilk kuruluş yıllarında Elham, Mülk, Yasin, İhlas gibi daha çok yalnız bazı kısa sureler konuşulan Türkçeye çevrilmiştir. (meal) Osmanlı’da, daha sonra ilk Şeyh-ül İslâm Molla Fenari ( 1350 -1430) Ayn-ül Ayan isimli esriyle yalnız Fatiha suresini tefsir etmiştir. Tüm Osmanlı döneminde ilk defa Sırrı Paşa (1844
38
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
-1895) Sırrı-ı Furkan adındaki iki ciltlik eseriyle Kuran’ı Kerim’i tercüme ve tefsir etmiştir. Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi de, küçük bir ciltten ibaret Safvetu-l Beyan adlı tamamlanmamış kuran tercüme - tefsirini yazmıştır. O dönemde, bazı âlimler ve sonraki Şeyhülislam Mustafa Sabri efendi, bu tercüme ve tefsir işine karşı çıkmışlardır. Aynı dönemde, bir Şeyhülislam Kur-an’ı Kerim’in Türkçe mealini ve tefsirini yapıyor, bir sonraki Şeyhülislam buna karşı çıkıyordu. Elbette bu durumda yapılan tercüme ve tefsir yurt sathında da tam yayınlanamayacaktır. Milletimiz bu şartlar altında asırlarca Kur-an’ı Kerim’in içeriğini tam bilmediği halde, Allaha inanç ve iman kuvveti ile Müslümanlığa hakkı ile sahip çıkmıştır. Kur-an’ı Kerim yalnız Araplar için inmedi. Kur-an’ı Kerim’in muhatabı sadece Araplar değil, tüm insanlardır. ( Yunus10/57 - İsra 17/82) Kur’an da her millete kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiği belirtilmektedir. (İbrahim 14/4 - İsra 17/15-Şuara 26/208-Kasas 28/59 ) Demek ki Cenab-ı Allah Kur'an’dan önce insanlara İslamiyet’i kendilerinin dillerini bilen peygamberlerce öğretti. Çünkü Hz. Âdem’den Hz. Peygambere kadar bütün peygamberler İslam’ı tebliğ etti. Hz. Musa ve Hz. İsa dâhil ‘Muhakkak ki Allah katında yegâne Din İslâm'dır’ (Ali İmran 3/19) Son peygamber Hz. Muhammed’e yüce Allah son kitap Kur'an’ı indirmiştir. Kur-an yukarıdaki ayetlerde belirtildiği üzere çeşitli dil konuşan tüm insanlığa indirilmiştir. Cenabı-ı Allah Hazreti Muhammed’e tüm insanlığa tebliğ için indirdiği Kur-an’ı “Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur'an indirdik” diye tavsif ediyor. ( Yusuf 12/ 2) İnsanlık âleminde çeşitli milletler ve diller var. Kur-an’ı Kerim tüm insanlık için indirildiğine göre, Arap olmayan milletler Kur-an’ı öğrenmek için Arapça mı öğrenecekler? Bu mümkün mü? Bu ayeti kerime ile milletlere Kur'an’ı öğrenmek için Kur'an’ı kendi dilimize çevirin (meal) diye Cenab-ı Allah emrediyor. Kolaylık budur. Cenab-ı Allah
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “Kur-an’ı sana meşakkat çekip bedbaht olasın diye indirmedik buyuruyor. (Taha 20/1-4) Hazreti Peygamberimiz ise: ‘Kolaylaştırın zorlaştırmayın’ buyuruyor. (Müslim 3263) Tarihimizde, Kur-an’ı Kerim’in ikinci defa tercümesi, cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra; Atatürk’ün direktifiyle kurulan Diyanet İşleri Başkanlığınca (1924) önce Mehmet Akif 'e yaptırılıyor… Mehmet Akif, Kur-an’ı Kerim’i şiir dilinde tercüme ettiğinden “Kur'an bırakılır, bu meal okunur” diye meali daha sonra vermiyor. 1934 Tarihinde yine Atatürk’ün direktifi ile Diyanet İşleri Başkanlığınca Elmalılı M. Hamdi YAZIR’a Kur'an’ı Kerim tercüme ettiriliyor. (meal) Hamdi YAZIR da Kur'an’ı tercüme ediyor ve 10 ciltlik bir tefsir meydana getiriyor. Bu tercüme ve tefsir Atatürk’ün emriyle bütün Türkiye’ye dağıtılıyor. Daha sonraki yıllar pek çok Kur'an’ı Kerim tercümesi ve tefsiri yapılıyor. Böylece en sade vatandaş dahi, kendi dili ile Kur'anı anlıyor ve tefsiri okuyarak ta derinliğine vakıf oluyor. Eğer tarihimiz boyunca milletimiz Kur'an’ı kendi dili ile okuyup anlamış olsaydı, tarihimiz boyunca ve hala yaşadığımız pek çok lanetlenecek işler meydan gelmezdi. Ama ne yazık ki tarihimizde, okuma-yazma geliştirilmemiştir ve okuryazarlık da ele alınmamıştır. Yukarıda bu konularda net rakamlar verdim dünyanın en büyük cihan devleti olmasıyla hakkıyla övündüğümüz Osmanlı’nın en büyük ihmali okuryazarlığı ele almamış olmasıdır. Kur'an’ı kerim şöyle buyuruyor ‘kul helyestevillezine yalemune vellezine layalemun’ ‘De ki bilenlerle bilmeyenler bir olur mu' (Zumer 39/9) Bilmek için de Kur-an’ı Kerim’in ilk ayeti kerimede “İkra” diye okumayı emretmiş olmasına rağmen Kur'an’ı meşrutiyete kadar tercüme etmemişiz ve Kur'an'ı doğru anlamamışız. Okuryazar olmamışız ve dolayısıyla öğrenememişiz ve her şeyde geri kalmışız. Lâiklik konusunu da kısaca değerlendirmek istiyorum. Lâiklik mana itibariyle bizde en yanlış anlaşılan bir terimdir. Lâikliği hala büyük bir ekseriyet, bizde dinsizlik olarak bilir. Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL 1955 yılında neşredilen “Din ve Lâiklik” isimli kitabında acaba neler yazıyor: Laic, Laique kelimesi, Latince Laieus aslından alınmış Fransızca bir kelimedir. Lügat manâsıyla ruhani olmayan (kilise mensubu olmayan) insan, fikir ve müessese demektir. Katolik dünyasında Hıristiyanlar ikiye ayrılıyorlar. Bir kısmına Clergê denir. Bunlar din adamlarıdır. Ruhaniler sınıfını teşkil ederler. Bu sınıf da, Regulier ve Seculier diye ikiye ayrılır. Regulıer sınıfından ruhaniler, kiliseye kapanıp ömürlerini ibadetle geçirirler, hayattan uzak
yaşarlar, Seculier ise, Papaz ve Piskopos gibi, halk içinde yaşayan Kilise din adamlarıdır. Lâik ise ruhaniler sınıfından bu iki zümreye mensup olmayan Hıristiyan halk tabakasıdır. Bu kelime genişletilerek, kilisenin etkisi altında bulunmayan ve ruhani mahiyeti olmayan prensip ve müesseselere de lâik denir. Bu kelime, hukuk ıstılahına Fransız ihtilâlinden sonra girmiştir. Ali Fuat Başgil, lâik kelimesi sinin hukuki manâsı üzerinde şu bilgiyi veriyor: “Bu günün batı memleketleri hukukunda lâiklik dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmaması; Devletin tarafsız olması din ve mezheplerden hiç birine farklı muamele yapmaması; Dinin de, bir bağımsızlık içinde ahlâk ve maneviyatın yöneticisi olmasıdır.” Lâik kelimesi dilimize cumhuriyetten önce meşrutiyet döneminde girmiştir. Osman Ergin, 1977'de yayınladığı “Türk Maarif Tarihi” adlı eserinde, son Osmanlı Sadrazamlarından Müşir Ahmet Paşa’nın şu görüşünü veriyor: “Ziya Gökalp, Fransızca lâik kelimesini ladini diye tercüme etmiştir. Bu kelimenin manası, dinsiz demektir. Bu çok büyük bir tercüme hatasıdır. Fransızlar lâikliği, Kilisede din adamı (Ruhban) olmayanlar, halktan olanlar için kullanmışlardır.” Yine Osman Ergin, doğuyu da batıyı da iyi bilen Ubeydullah efendinin görüşü şudur diyor: “Lâiklik kelimesini ladini diye tercüme etmek fevkalade yanlıştır lâik kelimesi dinsiz hükümet, din aleyhinde hükümet diye kullanılamaz. Lâik hükümet ‘halk hükümeti’ olarak tercüme edilmelidir. Lâik hükümet bir sınıfın değil umumun malı olan hükümet demektir.” 1970 de yayınlanan ‘Modern Türkiye’nin Doğuşu’ isimli kitabın yazarı Bernard Lewis diyor ki: “Ziya Gökalp’in tam bilmediği Fransızcası ile laique deyimini anlatmak için dinsiz anlamına gelen ladini kelimesini kullanmak zorunda kalması büyük bir talihsizlik idi. Lâiklik dinsizliktir tercümesi Türkiye’de herkesi birbirine hasım etti.” Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL yine, “Din ve Lâiklik” isimli eserinde diyor ki: “Lâiklik dinsizlik ve din düşmanlığı değildir. İnsan iş hayatında devletçe konulan kanunlara göre hareket eder lâik olur, diğer taraftan özel hayatında dindar olur..” Atatürk ‘Her fert dinini diyanetini öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mektepdir demiştir’. Nitekim Atatürk 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin Birliği) kanunu ile yüksek din mütehassısı yetiştirmek üzere İlahiyat Fakültesi’ni ve ilk defa Camilerde görevlendirilmek üzere İmam ve Hatip yetiştiren İmam-Hatip okullarını gerçekleştirmiştir. Ama öğrenci yokluğundan dolayı İlâhiyat Fakültesi de İmamHatip okulları da 1932'de kapanmıştır. Yukarıda 1924'de ortaokul ve ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 39
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU liselerin öğrenci sayısını zaten vermiştim, o zaman Atatürk dinsiz olsa din adamı yetiştirecek okul açar mıydı?... Osman Pazarlı 1979'da yayınladığı Sosyoloji Lise 3 adlı kitabında Atatürk’ün ‘Lâik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır’ dediğini yazmaktadır. Atatürk dinsiz olsa böyle konuşur muydu? Yılmaz Öztuna, 1978'de yayınladığı ‘Büyük Türkiye Tarihi’ adlı esrinde “Hıristiyanlar kilisedeki din adamlarına “Clergê”, bunun dışında kalanlar için de “lâik” terimini, kelimesini kullanmaktadırlar” demekte... Lâiklik anayasamıza 1924’te girmiştir. Yukarıda, “lâikliğin nasıl doğduğunu ve ne demek olduğunu” ama Ziya Gökalp’in lâikliği Fransızcadan “dinsizlik” diye yanlış tercüme etmesini bilim adamalarının ifadeleriyle izaha çalıştım. Maalesef bu yanlış tercüme yüzünden, bunun etkisi altında kalanlar hala bugün dahi lâikliğin yanlış anlaşılmasını devam ettirmekte ve lâikliğe karşı haksızca hücumlarını inatla ve ısrarla sürdürmektedirler. Bakara suresinin 256. Ayeti ‘la ikrahı fit din’dir’; manası ‘Dinde zorlama yoktur' demektir. Yani, Kur'an’ı Kerim kimseyi zorla Müslüman yapamazsın diyor. Bu görüş, tüm müfessirlerin yorumudur. Bu ayet hem peygamber hem de devlet reisi olan Hz. Peygamber'e Kur'an emri olarak geliyor. Hz. peygamber aynı zamanda devleti yöneten kimsedir. Demek ki Hazreti Peygamber’e devlet reisi olarak “Dinde zorlama yapamazsın” buyruluyor. Lâiklik de, devletin din üzerinde etkisini kaldırıyor. Kur'an insanı da vicdanını da hür bırakıyor. Kur'an lâiklik tabirinin kullanıldığı tarihten asırlarca önce bu emri getirmiştir. Öyleyse Kur'an’ı Kerim’in insan üzerinde din etkisi yapamazsın emri asırlar sonra Hıristiyan âleminde lâiklik olarak belirlenmiştir. LÂİKLİK ESASINI KURANDAN ALMIŞTIR Rahmetli Atatürk din eğitimi veren imam hatip okullarını ve ilahiyat fakültesini açan bir kimsedir. Selçuklular ve Osmanlı tarihi dâhil meşrutiyetteki tek Kur-an’ı Kerim meali (tercümesinden) sonra Kur-an’ı tercüme (meal) ve tefsir ettiren ve tüm Türkiye’ye dağıttıran kimsedir. Bu kimse dinsiz olur mu? Din de zorlama yok emriyle de devlet yönetimini ve dinin vicdan hürriyetini birbirinden ayırmıştır. Camilerimizi koruyup ihya etmek için de vakıflar Genel Müdürlüğü’nü kurmuştur. (1924) Bu kimse dinsiz olur mu? Atatürk, Şeyhülislamlığın devamı olan ve Müslümanlara yol gösteren; Ayrıca, Camilerimizi organize eden Müftüleri, Vaizleri, İmam ve Müezzinleri Camilerde görevlendiren ve daha mükemmel teşkilâtlandırılan Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. (1924) Bu kimse dinsiz olur mu? Bütün ilim adamları “lâiklik dinsizlik değil” diyorlar. Peki, Avrupa’da, ya da başka kıtalarda lâik devlet olarak yönetilen hangi devlet dine karşı bir tutum içerisindedir. Bugünkü Rusya dâhil.. Atatürk döneminde ve sonra camiler ahır yapıldı diyenler doğruyu konuşmuyorlar. Yalnız 2. Cihan harbinde, Almanlar Trakya’da hududumuza geldiğinde silolarımız olmadığı için silâhaltındaki askerin buğday ihtiyacı için bazı camiler büyük hacimli olduğu için buğday deposu olarak kullanıldı. 40
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Osmanlı tarihini dikkatle okuyanlar, Padişahların Avrupa seferine çıktıklarında, sefere çıkmadan önce yol boyunda bulunan ve/veya yapılan bazı camileri buğday deposu olarak kullandıklarını bilirler. Cumhuriyet’ten sonra nerde hangi cami ahır yapıldıysa iddia sahibi bunu ispatlamalıdır. DEVLET LÂİK OLUR İNSAN LÂİK OLAMAZ “Devlet lâik olur insan lâik olamaz” diyenlere Ord. Prof. Ali Fuat BAŞĞİL, “Din ve Lâiklik” isimli kitabında şöyle cevap veriyor: “İnsanlar iş ve münasebetler hayatında devletin çıkardığı kanunlara göre hareket ederler lâik olurlar özel hayatında ise dindar olarak yaşarlar.” Cumhuriyet kurulduktan sonra, bugün dahi halâ lâikliği dinsizlik olarak anlayanlar ve bazı münevverlerimiz dâhil devleti hep itham etmişlerdir ve etmektedirler. Sanki Türkiye dinsizleştirilmiş gibi ve bunlar doğruyu bir türlü öğrenmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Atatürk’ün İslamiyet’i korumak için aldığı bütün tedbirler rağmen Ziya GÖKALP’İN lâikliği dinsizlik diye yanlış tercüme etmesinden maalesef Atatürk ve devlet bu ithamlardan kurtulamamıştır. Üstelik Yukarıda belirttiğim gibi Atatürk bu fesat sahiplerine karşı çıkmak için halkı ikaz etmiştir. İnsan hak ve hürriyetinin korunmasını esas alan insanlara yardımın şart olduğunu belirten zulüm ve haksız insan öldürmeyi haram kılan hatta ırklar arasındaki ayrıcalığı kaldıran dinde dahi zorlamanın olmadığını emreden ve kimsesizleri koruyan bugün demokrasi dediğimiz idare şeklinden çok daha üstün vasıflarca insana sahip çıkan bir Kur'anı Kerim vardır. Ama maalesef onu tam manasıyla anlayıp ona uymamışız. Asırlarca ve hala Kurana uyulmayıp kuranda olmayan mezhepler adına yapılan kavgalar ile ve Kuranın emirlerine karşı aykırı düşünerek İslâm’ın ruhuna uymayan ama İslam uğruna diyerek pek çok insanı hunharca öldürerek dünyamız cehenneme çevrilmiştir ve çevrilmektedir. Maide suresi 5/32. Ayet de Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” Elbette ki bunun cezası cehennemlik olmaktır. Kuran bir can diyor Müslüman ya da Müslüman olmayan demiyor ve böylece Kur'an tüm insanlığı koruması altına almıştır. İnsan huzuru için Kur'an-ı Kerim’e uymak ne büyük fazilettir. Hz. Peygamberden sonra (Halife olan dört devlet başkanını sahabenin) halkın seçtiği bir İslâm devleti var, demek ki demokrasi İslamiyet’in geleneğinde mevcuttur. 1946'da, tarihi ve kadim Demokrat Parti’yi kuran Celal BAYAR, Adnan MENDERES, Refik KORALTAN ve Fuat KÖPRÜLÜ, böyle ulvi duygularla halkın seçtiği bir yönetimi gerçekleştirmek için demokrasi mücadelesi verdiler ve bu mücadeleyi 1950 yılında kazandılar. Halkın seçtiği Demokrat Parti’nin Baş Vekili (Başbakanı) ve akabinde Genel Başkanı olan Adnan MENDERES, böyle ulvi, mukaddes bir görev “gerçek lâiklik, insan hakları, adalet ve demokrasi” uğruna şehit olan bir Türk ve İslam büyüğüdür. Ben de; 1954 yılından itibaren Demokrat Parti Millet Vekili ve sonra da Yassıada mağduru olan ağabeyimle birlikte başladığım ve iftiharla yüklendiğim “demokrat misyonu” bugüne kadar kesintisiz yürüttüğüm için bahtiyarım.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TASA, YİNE ANAYASA
KİM, ne zaman söylemişti hatırlamıyorum. Yıl- mahzur yoktur. Hatta bunu başka iktidarlar da tekrarlar önceydi ve herhalde yine anayasa tartışmalarının lamalıdırlar. Belki anayasaları değiştirdikçe kendimibütün gündemi işgal ettiği dönemlerin birinden geçi- ze uyacak bir tanesini bulabiliriz. Öyle ya, kendimize yorduk. “Şimdi tasa anayasa” diye bir ifade ortaya atıl- bir elbise alırken bile en uygununu bulalım diye kaç mıştı. Neredeyse son yüz elli yıldır tarihimiz anayasa tanesini değiştiriyoruz. tartışmalarıyla doludur. Hiçbir sonuç vermemiştir. İşin latifesi bir tarafa bundan sonra ne olacağını Yeni başlayacak olan bir dizinin tanıtım bölümlerinin kestirebilmek için önem sırasına göre aşağıdaki şu iki birisinde Rumeli’de gözlüklü bir İttihatçı “Padişahı de- noktaya bakmamız gerecektir. virip, Sultan Reşad’ı tahta geçirip Meşrutiyeti ilan edeDaha önceki bir yazımda (Bir Anket Ve Siyaset, ceğiz!” diyordu. Meşrutiyet dediği 1876 Anayasası’nın 10-09-2007, Tercüman) AK Parti iktidarını meydana yürürlüğe konması idi. Sözlerine bir de şunu ekliyorgetiren tarihsel bloktan bahsetmiştim. AK Parti iktidu: “Karanlıklar sonsuza kadar devam etmeyecek ya!” darının geleceğini bu tarihsel bloğun şekillendireceII. Meşrutiyet’te diğer olup bitenleğini söylemiştim. Bu blok devam etse ri bir tarafa bırakıyorum. Bir tanesi de, bozulsa da bu kanaatim her iki ihüzerinde duralım. Eğer Abdülhamid Anayasa timal için de geçerlidir. Bu blokta yer tahttan indirilmese Rumeli’deki son alan iki dış odak Amerika ve AB’den tartışmaları ne bakiyemiz Balkanlar elimizden gitlaiklik ağırlıklı bazı olumsuz tepkiler mezdi. Ayrıca II. Meşrutiyet’i ilan yazık ki temel geldi. Bu kesimlerin türban serbestliedenler, 1876 Anayasası tekrar yüğinden de pek memnun kalmadıkları meselelerin rürlüğe konduktan sonra bütün Batılı Ancak bu iki dış odağın büyük devletlerin bizi pek çok seveüzerini örtüyor. anlaşılıyor. bu konudaki itirazlarının tarihsel ceklerini, yardımımıza koşacaklarını, bloğun çatlamasına sebep olacak bir Osmanlı toplumunun bütün farklı düzeyde olmadığını ve böyle bir düzeye de ulaşmayaunsurlarının, özellikle de gayri Müslim olanların artık cağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Arada tartışmalar ve her türlü ayrılıkçı isteklerini bir kenara bırakıp, meşpazarlıklar olacaktır. Özellikle AB ile bu iktidar ararutiyet ve anayasa etrafında tam bir milli tesanüt oluşsında bir yeni anayasa ortaya çıkana kadar çok sıkı turacaklarına yürekten inanıyorlardı. Hepsinin tersi bir müzakere döneminin yaşanacağı kesindir. AB’nin oldu. Anayasalar milletlerin kaderini değiştirmiyor. yeni anayasada bölücülüğü güçlendirecek değişiklerDüğüm noktası anayasalar değil. Anayasa tartışmaları de ısrarlı olacaktır. Buna karşılık AK Parti (Tayyip ne yazık ki temel meselelerin üzerini örtüyor. Erdoğan) “Biz bunu gerçekleştirelim, siz de laiklik ve türban serbestliği konusunda yapacağımız değişiklikTarihsel blok ve yeni anayasa YENİ bir anayasa istemeyenler illa kurucu meclis leri kabul edin” diyecektir. Buradan nasıl bir dengeye diye tutturmuşlar. Bir takım profesörlerimiz, “Bu bi- varılır, onu zaman gösterecektir. Tarihsel bloğun en önemli yerli ortaklarından zim işimiz, siz karışmayın” diyorlar. İktidar da haklı olarak, “Anayasaları hep askerler mi değiştirecek, TÜSİAD’ın da laiklik ve türban serbestliği konusunda mutlaka askerlerin atadığı kurucu meclis mi anaya- yeni anayasaya ciddi ölçüde karşı çıktığını görüyoruz. sayı değiştirmek için gerekli? Bunu siviller yapamaz Ancak bu karşı çıkış tarihsel blokta bir çatlağa değil mı? Seçilmişler yapamaz mı? Bugünkü Meclis yapa- TÜSİAD bünyesindeki bir ayrışma temayülüne işaret maz mı? Biz yapamaz mıyız? Bunları yapamayacağına etmektedir. dair kamu hukukumuzda bir kural mı var?” diyorlar. İkinci noktaysa, anayasa değişikliğinde CumhurÇok haklıdırlar. Eğer yeni bir anayasa yapmak “bir başkanı ve TBMM Başkanı’nın ortaya koyacağı tude siviller yapsın, bir de biz yapalım” derecesine in- tumdur. Burada önemli gelişmeler olabilecektir. Bekdirgenecekse bence yeni bir anayasa yapmakta hiçbir leyelim görelim. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 41
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 MAYIS: ADI KONULMAMIŞ MATEM GÜNÜ Hasan Celal GÜZEL Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı
27 Mayıs 1960'da bir avuç cuntacının CHP desteğinde yaptığı darbe neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Başbakanı Adnan Menderes, arkasında hizmet dolu 10 'altın yıl' bırakarak bakan arkadaşlarıyla birlikte alçakça şehit edildi. 27 Mayıs Darbecileri ile bugünkü şerefli Türk Silâhlı Kuvvetleri arasında en ufak bir teşbihte bulunmak içimden gelmiyor... Darbeci Cemal Aga ile demokrat Özkök Paşa ve Org. Başbuğ nasıl ki birbirine taban tabana zıt kişiler ise, sözüm ona 'Yüksek Adalet Divanı' (aslında en adaletsiz ve alçak mahkeme) Başkanı Salim Başol ile şimdiki Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ı, hukuk ve demokrasi anlayışı bakımından mukayese etmek elbette mümkün değildir. O Salim Başol ki, merhum Menderes'e, 'Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor' diyebilmiştir. 27 Mayıs'ın en korkunç tarafı, sadece demokratik rejime karşı darbe yapılması değil, hukukun siyasete âlet edilmesi ve siyasallaştırılması olmuştur. 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde de maalesef benzeri olaylar yaşanmış; halkın adalete duyduğu güven zayıflamış ve yargının itibarı tartışılır hâle gelmiştir. Yargıda önemli mevki sahibi olan bazı hâkimlerin ve savcıların kendi ideolojileri ve siyasî görüşleri istikametinde hareket etmeleri sonucunda, Türkiye bir hukuk devleti olmaktan uzaklaşmıştır. Değerli fikir adamı Kâzım Berzeg, ?Darbeler olmasaydı, Türkiye şimdiye kadar AB'nin güçlü üyesi olabilirdi (...) 1960'da başlayan askerî darbeler ve bunların ürettiği yeni siyasî kadrolar ve istikrarsızlık dönemleri, 42
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Türkiye'nin Ortak Pazar ve Avrupa Birliği yolunda ilerlemesinin en büyük engelleri oldular? diyor. Gerçekten de, son 40 yıllık dönemde, Türkiye'nin gelişmesini engelleyen en önemli faktörlerin başında 'darbeler ve askerî müdahaleler' gelmektedir. Türkiye, Batı âleminde 'Başbakanı'nı asan ülke' olma imajını silememiş; Menderes'in darağacındaki resmi, Türk demokrasisinin üzerinde bir kara gölge olarak şeametini devam ettirmiştir... İktisatçı sıfatıyla bizzat yaptığım bir çalışmaya göre, eğer 27 Mayıs'tan başlayarak yarım asırdır maruz kaldığımız darbeler olmasaydı, Türk ekonomisi bugünkü durumundan üç misli daha büyük olacak; kişi başına millî gelir de 30 bin doların üzerine çıkacaktı. Yani, bazılarının iddia ettiği gibi darbeler, sadece bir rejim ve demokrasi meselesi değil, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan komple birer millî felâkettir. Bugünkü Türkiye geri kalmışsa, bunun sebebini tek partinin ideolojik hâle getirildiği 'Şeflik dönemi'nde ve 27 Mayıs'tan itibaren devam eden darbelerde aramak gerekir. Kötü politikacıdan ve yanlış politikalardan en fazla bir dönem sonra kurtulabilirsiniz. Lâkin jakoben oligarşik despotizmin millete maliyeti çok daha yüksek olmuştur. Türkiye'nin yeterince gelişmemesinin asıl müsebbibi politikacılar değil darbecilerdir. Uzağa gitmeye lüzum yok... Daha dün denilebilecek kadar yakın bir geçmişte, 2007 Nisanı'nda verilen 'muhtıra'nın ve 2008'de başlatılan jüristokratik parti kapama dâvasının, ekonomi üzerinde ne derece olumsuz tesirler icra ettiği bilinen gerçeklerdir. 27 Mayıslar'ın, 12 Martlar'ın, 12 Eylüller'in, 28 Şubatlar'ın yıldönümlerinde dövünerek neler çektiği-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mizi ve neler kaybettiğimizi anlatmanın faydası yoktur. Düşünebiliyor musunuz? Özellikle 12 Eylül darbecilerinin isimleri hâlâ üniversitelerde, liselerde, ilköğretim okullarında, tesislerde ve caddelerde tabelalara asılı duruyor. Şu ironiye bakınız ki, 12 Eylülcüler lûtfedip kaldırmasalardı, 27 Mayıs mâtem günümüz hâlâ bayram olarak kutlanacaktı. Bırakınız yargılanmayı, 1982 Darbe Anayasası'nın darbecilere inanılmaz hukuk ve mantık dışı dokunulmazlıklar sağlayan Geçici 15. maddesinin kaldırılması cesareti ve basireti gösterilemedi. Darbeciler hâlâ meşru rejimini yıktıkları devletin imkânlarıyla kâşânelerde günlerini gün etmekle meşguller... Ergenekon Dâvası, darbe teşebbüsünde bulunanların yargılandığı bir dâva hâline gelmiştir. Bu durumda, darbe teşebbüsünde bulunanlar yargılanırken, bilfiil darbe yapanların yargılanmamaları mantıksızdır. Tabiatıyla, darbecilerin yargılanmasının çok itinayla yapılması; TSK'yı üzecek ve yıpratacak hareketlerden kaçınılması lâzımdır. Bunun için de, 12 Eylül ve öncesindeki darbecilerinden başlanması doğru olacaktır. Bu yeni süreçte; 1. Başta Kenan Evren olmak üzere darbe konseyi üyeleri yargılanmalıdır. 2. 27 Mayıs'tan başlanarak tarih kitaplarında ve okullardaki derslerde, darbeler olumsuz sonuçlarıyla demokratik bir açıdan ele alınmalı ve her seviyedeki eğitim kurumunda demokrasi vurgusu yapılmalıdır. 3. 1982 Anayasası'nın Geçici 15. maddesi, diğer değişiklik çalışmaları beklenilmeden derhal kaldırılmalıdır. 4. Darbecilerin isimleri okul, tesis ve caddelerden kaldırılmalıdır (Yerlerine, şehitlerimizin ve görevlerini başarıyla tamamlamış, hukuka ve demokrasiye bağlı kalmış komutanlarımızın isimleri verilebilir). 14 Mayıs 1950, nasıl bu milletin ilân edilmemiş 'Demokrasi Bayramı' ise, 27 Mayıs 1960 da adı konulmamış 'Matem Günü'dür.
YENİ TÜRKİYE MARŞI
İki bin yirmi üç, yüz yaşındayız Hedefimiz yine büyük Türkiye Küresel güç olma yarışındayız Kızıl elmamızdır yeni Türkiye Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan Gücümüz daima Allah'tan alan İkibin yetmiş bir, bin yaşındayız Süper güç olmanın uğraşındayız Yurtta sulh cihanda sulhu sağlarız Kızıl elmamızdır Yeni Türkiye Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan Gücünü daima milletten alan Atilla, Oğuzhan, Gazi Alparslan Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Süleyman Bir de cennetmekan Abdülhamid Han Gazi Atatürk'tür devleti kuran Milletin adamı Tayyip Erdoğan Gücünü daima halkından alan Bu yüzyıl Türklerin asrı olacak Allah'ın adını biz yayacağız Peygamber yolundan hiç ayrılmadan Yeni Türkiye'yi biz kuracağız Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan Gücünü daima milletten alan Demokrasi kuran şehit Menderes Çağ atlattı bize Turgut Özalım Altın silsilenin son halkasıdır Türk milleti sana bağlı Erdoğan Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Gücünü daima yarinden alan Tek millet, tek bayrak, tek vatan bizim Tek devlet Türkiye milletimizin Kardeşlik, hürriyet, eşitlik için Hedefimiz yeni büyük Türkiye Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Gücünü daima Allah'tan alan.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 43
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
YASSIADA PROJESI KARANLIKTAN AYDINLIĞA GEÇIŞ PROJESIDIR
"Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi"nin mimarı Çiğdem Karaaslan, bir başbakanın ve 592 kişilik kadrosunun 11 ay boyunca yargılandığı adadan dünyaya demokrasi ve özgürlükler adına bir mesaj vermek istediklerini belirterek, "Biz bu projeyi, karanlıktan aydınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz" dedi. Karaaslan, 'Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi'nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemden itibaren hayalini kurduğu bir proje olduğunu söyledi. Karaaslan, projenin temel fikri ve senaryosunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hazırladıklarını dile getirerek, bu anlamda 3 yılı aşkın bir süredir bu proje üzerinde çalıştıklarını anlattı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı törenle temeli atılan projenin aslında demokrasi ve özgürlükleri öne çıkaran bir çalışma olduğunu belirtti. "27 MAYIS PLATOSU" Karaaslan, tasarım anlayışında birkaç anlamda önemli noktanın bulunduğunu ifade etti. Karaaslan, bunlardan birinin "27 Mayıs Platosu" olduğuna dikkati çekerek, bunun, darbe döneminden sonra yaşanan Yassıada sürecini anlatan bir plato olduğunu dile getirdi. 44
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Karaaslan, burada hem bir 'Demokrasi ve Özgürlükler Müzesi' hem de Adnan Menderes Kongre Merkezi’nin bulunduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: "Demokrasi Meydanı’ ve 'Demokrasi Parkı’ gibi açık alanlarla desteklenmiş bir proje. Burası dört tarafı denizle çevrili bir ada. Yassıada’nın denizden ilk algısı bu noktada çok önemli. Dolayısıyla Yassıada silueti büyük bir önem arz ediyor. 'Yassıada’ dediğimiz siluet, tamamen dönemin dokusunu yansıtıyor. İnsanlara daha mesajı denizin üzerindeyken, adaya yaklaşırken verecek." "KARANLIKTAN AYDINLIĞA GEÇİŞ" Adanın içinde geçmişten itibaren kullanılan bir karşılama meydanı bulunduğunu ve orasının geliştirileceğini belirten Karaaslan, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Tarihi yol’ dediğimiz, Menderes ve arkadaşlarının adaya getirildiği ve o süreçte kullanılan yol. Yani peyzajıyla ve peyzaj düzenlemesiyle ve açık alan kullanımlarıyla birlikte iç mekan kullanımları birbirlerini destekleyecekler. Kongre merkezi, Demokrasi müzesi, Demokrasi feneri olacak. Demokrasi feneri de projede çok önemli. Karanlıktan aydınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz bu projeyi.” Karaaslan, projenin felsefesine de vurgu yapmak gerektiğini belirterek, ortaya koydukları "Yeni Türkiye” idealine giderken, yaptıkları en önemli işlerden birinin "yüzleşmek" olduğunu anlattı.Tarihle, acılarla yüzleşerek, onlardan ders çıkarıp geleceğe bakmayı hedeflediklerini ifade eden Karaaslan, "Onların üstünü örterek değil. Belki de en büyük fark o ve mimari anlamda da yaşatarak korumak istiyoruz. Dolayısıyla Yassıada’nın şu andaki terk edilmişliği ona karşı yapılan bir haksızlıktır. Biz Demokrasi ve Özgürlükler Adası olan Yassıada ve Sivriada’yı tarihimizle yüzleşeceğimiz ve oradan güç alarak geleceğe ilerleyeceğimiz bir nokta olarak görüyoruz" şeklinde konuştu. "PROJENİN 3 ÖNEMLİ ODAK NOKTASI VAR" Ada içindeki kullanımlarda, özellikle Demokrasi Meydanı, Demokrasi Müzesi ve Kongre Merkezinin bulunduğu üçlü odak noktasının bulunduğuna işaret eden Karaaslan, "Bu odak noktasını destekleyen bir de otel olacak adada. Bu otel, kongre otelidir. 500 kişilik uluslararası kongrelerin yapılacağı ortamda hem koşullardan dolayı hem de böyle önemli çaptaki kongre merkezinin mutlaka birlikte kurgulandığı bir otelle işlevlendirilmesi hem mimari açıdan hem de teknik açıdan doğrudur. Dolayısıyla burada bir otel de var" dedi. Otelle ilgili kamuoyunda spekülatif yorumlar yapıldığını kaydeden Karaaslan, "Bu otelde eğlencelerin yapılacağı gibi, tatil oteli olacağı gibi algı var. Sayın
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Başbakanımız bu anlamda çok önemli bir mesaj verdi, hatta Sayın Başbakanımız adada açıklamasını yaparken alkışlanmamasını rica etti. Yani alkışlanmamasını rica edebilecek kadar ince bir düşünce ve zarif bir düşünce, bu adaya verilen önemi, oradaki maneviyatı ve oradaki maneviyata verilen önemi gösteriyor" açıklamasında bulundu. Karaaslan, adada yargılamaların gerçekleştiği spor salonu ile adanın merkezinde bulunan şato ve altındaki zindanlarla tarihi tüm yapıların muhafaza edilerek, çevresindeki yeşil dokuyla entegresinin sağlanıp yeni bir tasarım anlayışı gerçekleştiğini dile getirdi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 45
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI Yaslı Ada’dan Barış Adasına… Yassıada, İstanbul adaları içerisinde ilgi çekici tarihiyle özel bir yere sahiptir. Demokrasi ve siyasi tarihimizde bıraktığı acı izlerle unutulmayan bir mekan olma özelliğini taşımaktadır. 27 Mayıs Darbesinden sonra Demokrat Parti mensuplarının yargılandığı mahkemelere evsahipliği yapmış, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam kararlarının alındığı yer olan Yassıada siyasi tarihimizin sancılı bir dönemine tanıklık etmiştir. Yassıada Marmara Denizinde, İstanbul’a yakın; Eni 185, boyu 740 metre, yüzölçümü 18.3 hektar olan, görünümünden ötürü yassı adını taşıyan bir adadır. Yassıada ile ilgili ilk tarihi kayıtlar dördüncü yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bizanslılar, Yassıada’ya görünümünden ötürü yassı anlamına gelen platy (platea) adını vermişlerdir. Adanın Bizans’ın sürgün yerlerinden biri olduğu ve Yassıada Yargılamalarına paralel olarak ağır işkencelerin uygulandığı hapishanesi ve yeraltı zindanlarıyla imparatorluk halkının en korktuğu adalardan birisi olduğu kabul edilmektedir. Adaya Bizans döneminde Platea Manastırı, Kırk Azizler Kilisesi ve Meryem Ana Mihrabı yapılmıştır. Kilisenin altındaki mahzenler ise çok geçmeden hapishane ve yeraltı zindanları oalrak kul-
YASSIADA “Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri; Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada” Faruk Nafiz Çamlıbel
46
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
lanılmaya başlanmıştır. Ada on ikinci yüzyılda Latinler’in ve on beşinci yüzyılda Ruslar’ın istilasına uğramıştır. İstanbul'un fethinden sonra uzun bir süre Yassıada ile ilgilenen olmamıştır. Birleşik Krallıkların İstanbul Sefiri Sir Henry Bulwer 1859’da adayı satın almıştır. Bulwer sahilde Bizans Kilisesinin temelleri üzerine Ortaçağ şatolarını anımsatan bir kale, Adanın iç kısımlarında bir malikane inşa ettirmiş ve tarım yaptırmıştır. Yassıada, 1947 yılında Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış burada 1949 yılında modern bir deniz eğitim tesisi inşaatına başlanmış ve 1952 yılında eğitim faaliyetlerine başlamıştır.
“İdama giden yargılamanın yapıldığı ada” Yassıada’nın tanık olduğu en büyük tarihi olay; 27 Mayıs 1960 darbesi ve burada kurulan mahkeme sonucu Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın da aralarında bulunduğu 592 siyasetçi ve bürokratın yargılanmalarına sahne olmasıdır. İhtilal yönetimi, bir “Yüksek Adalet Divanı” kurdurarak, hükümet yetkililerini ve siyasileri 14 Ekim 1960’ta bu adada yargılamaya başlamış ve mahkeme sırasında sivil siyasiler buradaki tesislerde
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU gözaltında tutulmuştur. Yargılama, 15 Eylül 1961’de sona ermiştir. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırmıştır. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam kararları oy birliğiyle alınmıştır. Celal Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrilmiştir. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961’de sabaha karşı, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961’de saat 13.21’de İmralı Adası’nda idam edilmiştir. Milletimiz Yassıada'yı idamlardan sonra Yaslı Ada, Hayırsız Ada olarak anmıştır. Yassıada Mahkemeleri’nden sonra tekrar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na verilen tesiste, 1978 yılına kadar eğitim faaliyetleri devam etmiş, 1993 yılında tesisler İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’ne devredilmiştir. Fakültenin 1995’te terk etmesi ile boş kalmıştır. Demokrasi ve Özgürlükler Adası Projesi; Maliye Bakanlığı’na 12.01.2010 tarihinde başvuran Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesince turizm amaçlı olarak değerlendirilmek üzere Yassıada’nın tasarruf hakkının devrini istemesi ile başlamıştır. Ekim 2010’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Yassıada’nın tarihi turizm potansiyelinin en güzel şekilde değerlendirilmesi için adanın demokrasi müzesi-
ne çevrilmesini ve çeşitli projelerin devreye sokulacağını söyledi. Adalar, Milli Emlak Müdürlüğü’nün 27.04.2011 tarih ve 13071 sayılı yazısı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne “müze olarak kullanılmak üzere” tahsis edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haziran 2011’de, Başbakanlığı döneminde projelerini açıklarken bu projelerden birinin de Yassıada ve Sivriada’yla ilgili DEMOKRASI VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI (YASSIADA) PROJESI
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) 103.700 m² Proje Alan Büyüklüğü Turizm Proje Türü Arme Concept Müellifi Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş. İnşaat Şirketi MESA Yap-işlet-devret Proje Modeli Yassıada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla imGüncel Durumu zalanan protokolle Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği iştiraklerinden Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’ye devredildi. Adalar Konumu Kamuya Açıklanma Tarihi Kasım 2010 Demokrasi ve Özgürlük Adası - Genel VaziProje Alanının Çizildiği yet Planı Kaynak İlgili Kurumlar
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 47
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU olduğunu açıkladı. Başbakan “Bu projeyle, Yassıada’yı yaslı ada” olmaktan çıkarıyor, bir demokrasi adası haline getiriyoruz. Her iki adayı da uluslararası birer kongre merkezine dönüştüreceğiz” dedi. 17 Haziran 2013’de Yassıada’ya ilişkin “1/5000 ölçekli koruma amaçlı nazım revize imar planı” askıya çıktı. Planda “askeri yasak bölge” lejantı “turizm ve kültürel tesis alanı” olarak değiştirildi. . Adada otel, tek katlı ahşap evler, kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava müzesi, meydan, kütüphane, idari bina, kapalı müze, konferans salonu ve seyir terası yapılması planlandı. Adanın doğal yapısını bozmayacak ve yap-işlet-devret modeliyle yapılması öngörülen tesisler, arsa büyüklüğünün yüzde 65’ni geçmeyecek. Adanın “Yassıada” olan ismi, Resmi Gazete’nin 14 Aralık 2013 tarihli sayısında yayımlanan kararla “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak değiştirildi. “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesi çerçevesinde Yassıada siluetinde tarihi yapılar ile bir dönemin izlerini içeren yapılar korunacak. Adada oluşturulacak yeni senaryo çerçevesinde binalar yeniden işlevlendirilecek. 27 Mayıs Tarih Platosu, ziyaretçilerin darbe sonrası yargılama günlerini gerçek mekanlarında gezerek hissetmeleri senaryosundan yola çıkılarak tasarlanacak. Bu bölgede darbe süreci, Adnan Menderes merkezli tüm
Fotoğraf 'Ada Gazetesi'nin izniyle kullanılmıştır. 48
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
mahkum edilenleri kapsayan bir formatta görsel ve fiziksel mekanlarda sunumlarla da işlenecek. Adnan Menderes Kongre Merkezi, Demokrasi ve İnsan Hakları Müzesi 3 kattan oluşacak ve müze alanı ile 500 kişilik konferans salonunu barındıracak. Yassıada kimliğini vurgulayan objelerin sergilendiği Açık Hava Sanat/Sergi ve Etkinlik Alanı/Demokrasi Parkı, sabit/kalıcı sergiler ile periyodik olarak değişen temalı sergilere ev sahipliği yapacak şekilde kurgulandı. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra iktidardan uzaklaştırılan Demokrat Parti yönetiminin, cunta tarafından kurulan özel mahkemede yargılandığı ve Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam cezasına çarptırıldığı Yassıada ile hemen yakınındaki Sivriada, geçtiğimiz hafta imzalanan protokolle TOBB iştiraklerinden Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’ye devredildi.
DEMOKRASİ FENERİ, ÖZGÜRLÜK PLATFORMU Bazı kesimlerin “Turizme açılıyor”, “Eğlence merkezleri yapılacak” yorumlarıyla eleştiri getirdiği projede konaklama için otel, bungalov, kafe ve restoranların yanı sıra, Demokrasi Feneri, Sonsuzluk İskelesi, helikopter pisti, Özgürlük Platformu, dört ayrı kafe ve restoran, park, Demokrasi Şehitleri Anıtı, kütüphane, müze ve konferans salonu, meydan, tekne yanaşma yeri, 27
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Mayıs’ı canlandırma yeri, teraslar, dini tesisler, sergi salonları yer alıyor.
YAP-İŞLET-DEVRET YÖNTEMİ Yap-işlet, devret modeli ile TOBB tarafından yapılacak proje 103 bin 700 metrekare büyüklüğünde olacak. TOBB, tesisleri 30 yıl işletip bakanlığa devredecek. Projenin 1 yılda tamamlanması planlanıyor. Projeye yapılacak yatırım toplamının 200 milyon Euro’yu bulması bekleniyor.
YASSIADA KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK Adnan Menderes ve idam edilen arkadaşlarının anısına yapılan Demokrasi ve Özgürlük Adaları’nın temeli Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla atıldı. Yassıada’da gerçekleşen törende, projenin simülasyon görüntüleri paylaşıldı. Törene, Adnan Menderes’in gelini Ümran Menderes de katıldı. Temel atma törenine Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da katıldı. Projeye ilişkin görüntülerin gösterilmesinin ve bakanların konuşmalarının ardından kürsüye Başbakan Ahmet Davutoğlu çıktı. Daha sonra da temel atma törenine geçildi. Proje kapsamında ilk beton da döküldü.
YASSIADA İSTANBUL’UN CAMP DAVİD ‘İ OLACAK “Yaslı ada” olarak Yassıada’yı bu projeyle arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına dönüştüreceklerini belirten Başbakan Davutoğlu, “Eğlence amaçlı kullanılmayacak, ben burada alkıştan bile edep ediniyorum” dedi. İdam edilen eski Başbakan Adnan Menderes’in yargılandığı Yassıada ve yakınındaki Sivriada’ yı müze ve
kongre merkezine dönüştürecek projenin temeli dün Başbakan Ahmet Davutoğlu, Menderes’in gelini Ümran Menderes, Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali ve Yassıada’da yaşamını yitiren dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu Emre Oktay tarafından atıldı. Davutoğlu, “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesiyle “yaslı ada” olarak andığı Yassıada’yı arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına dönüştüreceklerini söyledi. Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelişinin 65. Yıldönümünde Yassıada’da gerçekleşen temel atma töreniyle Türk siyaset tarihinde kötü anıları çağrıştıran Yassıada ve bitişiğindeki Sivriada’nın “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” olarak anılmasının ilk adımı atıldı. Törene Adnan Menderes’in gelini Ümran Menderes ve Celal
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 49
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Fotoğraf 'Ada Gazetesi'nin izniyle kullanılmıştır.
Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali de katılırken ilk kez Yassıada’ya geldiğini belirten Ümran Menderes , Adnan Menderes ve arkadaşlarının ülkeye hizmetten başka amaçları olmadığını ve haksız yere yargılandıklarını belirtti. Menderes, “Unutulmadılar, unutulmayacaklar. Gençler bu adayı unutmamalıdır. Burası Yassıada değil Yaslı ada” dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu da, projeyle adayı Camp David gibi arabuluculuk ve barış görüşmelerinin yapıldığı bir barış adasına dönüştüreceklerini söyledi. Davutoğlu projeyle ilgili şunları kaydetti ; “ Şehit başbakanımızın arkadaşlarının hatırasına bir nebze halel getirecek hiçbir
50
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
eylem ve hiçbir toplantıya burada izin vermeyiz. Yassıada ve Sivriada’ daki hatıralar muhafaz edilecek. Sivriada ve Yassıada burada yaşananlarla yaşayacak. Buradan izler silmeyeceğiz, aksine yaşatacağız. Yargılamanın yapıldığı salon muhafaza edilecek, gelecek nesillere ve dokuya zarar verilmeyecek. Burada bir tek ağaç eksilirse yerine ağaç dikilecek. Yeşil alan kesinlikle bugünkünden fazla olacak. Yıkılacak olan binalar lojman olarak kullanılan geçmişte tarihi değeri olmayan binalar olacak. Bu alanın kullanılması demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla uyumlu şekilde olacak. Camp David gibi arabuluculuk ve barış merkezi yapılacak. İstanbul’da arabuluculuk ve
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU barış merkezi kurma kararımız vardı. İstanbul’u bir barış şehri yapmak istiyoruz. Buraya yapılan otel düzenlemesi kesinlikle eğlence maksatlı kullanılmayacak. Ben burada alkıştan bile edep ediniyorum. Kongrelerde katılanların kalması için kullanılacak”. “Muhalefet partilerine çağrı yapıyorum. Buradaki proje tamamlandığında 27 Mayıs’ta TBMM sembolik olarak burada toplansın. Bir daha TBMM’ye kimsenin kilit vuramayacağını cümle aleme göstermek için her 27 Mayıs’ta burada özel bir celse yapalım. Yassıada bir intikam için demokrasi barış adası haline dönüşmüyor, aksine kalıcı bir barışı, insanlık onuru ve özgürlüğü inşa etmek için yola çıkıyoruz. Bir daha hiçbir zaman bu darbe yaşanmayacak. Adnan Menderes gibi bir şahadetle yaşamamız sona erecekse başımız gözümüz üstüne. Bundan çok daha büyük bir onur olamaz. Bunu mübarek düğün diye karşılarız.”
PROJE HAKKINDAKİ YORUMLAR ÜMRAN MENDERES: UNUTULMADILAR, UNUTULMAYACAKLAR DA...
Adnan Menderes’in 2011 yılında vefat eden oğlu Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes, Yassıada’nın, “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesiyle gelecek nesiller için bir “ibret adası” olmasından memnun olacağını belirtti. Ümran Menderes, Yassıada'da düzenlenen «Demokrasi ve Özgürlük Adaları» projesi temel atma töreninde basın mensuplarına yaptığı açıklamada, adayı
ilk kez ziyaret ettiğini söyledi. Yoğun duygular yaşadığını ifade eden Menderes, duygularını şöyle aktardı: “Buraya gelmek, burayı teneffüs etmek insanı alt üst ediyor. Yaşananları düşünüyorsunuz hiç hak etmedikleri şeyleri yaşadılar. Memlekete hizmetten başka da bir amaçları yoktu. Hala unutulmadılar, unutulmayacaklar da. Bugün bir etkinlik için burada bulunuyoruz. İnşallah gençler buraları görürler, bir ibret adası olur burası. Zaten burası ‘Yassıada’ değil yaslı ada. İnşallah ders çıkaracaklar, yaşanmışlıkları öğreneceklerdir. Aslına uygun olan, aslı bozulmadan yapılırsa iyi bir hizmet olacaktır diye düşünüyorum.” ADAYA YAKLAŞILMASI BİLE YASAKTI Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali, Yassıada’nın acı olayların yaşandığı bir mekan olduğunu vurguladı. Naskali, şunları dile getirdi: “Bir dönemin milli iradeyle iş başına gelmiş, 10 yıl bu memleketi idare etmiş bir iktidar, çok değerli bir kadro burada yargılandı. Darbeyi meşru göstermek için bu yargılama yapıldı. Çok vahim suçlar isnat ederek ve çok vahim cezalar vererek, darbeyi meşrulaştırmak istedikleri bir mekan burası. Uzun yıllar ada kapalıydı. Askeri denetim altındaydı. Adaya yaklaşılması bile yasaktı. Halka açılması bakımından önemli buluyorum. İstanbul’un nefes alacak yerlere ihtiyacı var. Yakınları için, bizim için bu adaya gelmek insanın yüreğine darlık veren bir şey.”
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 51
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Mehmet ÖZHASEKİ 14 MAYIS 1950 DEMOKRASİNİN ZAFERİDİR Mehmet ÖZHASEKİ AK Parti Genel Başkan Yardımcısı AK Parti Kayseri Milletvekili
14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde DP 408, CHP 69 milletvekili çıkarmıştı. Akabinde Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Koraltan Meclis Başkanı seçilmiş, Adnan Menderes’e hükümeti kurma görevi verilmişti. İktidar seçim yoluyla ilk defa el değiştirmiş oluyordu. Bu durumu dönemin İngiltere büyükelçisi Burrows “Bu seçimin sonuçları hükümet değişiminden öte bir şeydir, bir devrin sonu yeni bir devrin başlangıcıdır” şeklinde ifade ediyordu. Türkiye’de vatandaşın kendi kaderine ağırlığını koyması ilk defa bu tarihten sonra gerçekleşmiştir. “Ulusal egemenlik” böylece gerçek manasına kavuşmuştur. Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında iktisadi ve toplumsal yapıda önemli değişimler yaşanmış; piyasa ekonomisi ve iktisadi kalkınma atılımları ile sosyolojik yapı da değişerek demokratik siyasete daha elverişli bir zemin oluşmaya başlamıştır. Çarıktan medeniyete geçilmiştir bu beyaz devrimle. Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı 52
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
yola, baraja, fabrikaya, okula, hastaneye, elektriğe, suya Menderes’le kavuşmuş; hürriyetlerin tadına varıp insan olduğunun farkına varmıştır adeta. “Allahuekber” diye okunan Ezan-ı Muhammedi’sine Menderes’le kavuşmuştur. Millet huzur bulmuş, mahsülü para etmiş, eli nasırlı köylünün yüzü gülmüştü. Sefaletin kaderleri olmadığını gören halk artık itilip kakılmaz olmuştu. Adnan Menderes Türk demokrasisinin geleceğini “fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetleri”nde görmüştür. Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının ancak geniş bir hürriyetler zemininde mümkün olabileceğine vurgu yapmıştır sürekli. "Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” sözü Menderes’e aittir. Bu dönemde siyaset devlet anlayışından uzaklaşıp sokaktaki insana dayanmaya başladı. Milli bir ticaret ve sanayi sınıfı ortaya çıktı. Özel sektör teşvik edildi. 3 Eylül 1950 mahalli seçimleri ise tam bir efsanedir. 600 belediyenin 560’ını Demokratlar kazanmıştır. Menderes bunun üzerine yaptığı tarihi konuşmasında “Türk Milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti; 3 Eylül’de ise muhalefetten
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU de tasfiye etmiştir” dedi. “Demir Kırat” yola öylesine hızlı koymuştu ki; 1949 ile 1950 arasında yıl değil asır farkı var dedi geniş halk kitleleri. Çimento üretimi 400.000 tondan 1.750.000 tona, elektrik üretimi yüz megavattan 375 megavata, demir cevherleri 100 tondan 475 tona, çelik üretimi 2200 tona, bakır üretimi 103 tondan 235 tona yükseldi. Traktör sayısı ise 3103’ten 43.872’ye çıktı. İlkokul sayısı 1251’den 20.775’e, öğretmen sayısı 27.144’ten 50.905’e, öğrenci sayısı 1.460.000’den 2.280.000’e, lise 59’dan 104’e ulaştı. Toplam yol 1600 km iken 7000 km’ye çıktı. Tüm bu hizmet seferberliği 1954 yılındaki seçimlerde sandıkların patlamasını netice verdi. %57.50 oy oranı ile 502 milletvekili çıkaran Demokrat Parti Milletimizin gönlünde tam anlamıyla taht kurmuştur. CHP bu seçimde sadece 31 milletvekili çıkarabilirmiştir. Menderes dur durak bilmeden yatırım yapıyor, Türkiye kendisine biçilen elbiseye sığmıyordu artık. Batı, Türkiye’nin tarım ülkesi olarak sürekli kendilerine muhtaç durumda kalmasını istiyor, Menderes ise sanayileşmek istiyordu.İçeriden de İnönü’nün iktidar hırsını buna eklerseniz Menderes’in devre dışı bırakılması için geniş bir cephenin hazırlıkları başlıyordu. 6-7 Eylül 1955’deki hadiselerin tezgahlanması, İnönü’ye seyahatlerinde saldıranların kurgulanması, Üniversitelerde CHP’li hocaların kışkırtmaları ile anarşist eylemler yapılması, batılı sözde dostlarımızın yeni sanayi ve altyapı yatırımlarımıza kredi vermemeleri, basının yalan haberlerle provokasyonlara zemin hazırlaması gibi durumlarla; birilerinin sandıkta bulamadıkları iktidara darbeyle kavuşmak
ihtirası neticesinde bir grup cuntacı 27 Mayıs 1960'ta darbe ile millet iradesine el koydu. 11 ay süren sözde Yassıada mahkemelerinden 3 idam hükmü çıktı. 418 kişi de mahkum edildi. 27 Mayıs darbesi Demokrat Parti’ye ve Menderes’e karşı değil aziz milletimize ve O’nun iradesine karşı yapılmıştır. 1961 Darbe anayasasıyla da, yeni kurulacak olan bir vesayet rejiminin temelleri atılmıştır.12 Mart muhtırası, 80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 17/25 Aralık darbe girişimlerindeki sistemin özü hep aynı olmuştur; dış mihraklar, içerideki taşeronlar ve medya ile oluşturulan sanal kamuoyuyla el ele verilerek cuntacıları da kullanmak suretiyle bu devletin asıl sahiplerinin önünü kesmek, Türkiye’ye diz çöktürmek… Milletin adamları altın silsilesinin son halkası, Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın basiretli ve ustaca idaresiyle çok şükür ki artık ülkemizde darbeler dönemi kapanmıştır. Bu duygu ve düşünceler ile Şehit Başvekil Adnan Menderes’i rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Nurlar içinde yatsın.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 53
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
AYDIN
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ MÜZESİNE KAVUŞUYOR Aydın Arkeoloji Müzesi’nin yeni yerine taşınmasının ardından eski binanın “Adnan Menderes Demokrasi Müzesi” olarak kurulması için başlatılan çalışmalarda sona gelindi. Adnan Menderes Demokrasi Müzesi'nin 2016 yılı içerisinde açılması planlanıyor. Adnan Menderes Demokrasi Müzesi’nde Menderes'in yaşamıyla ilgili belge, fotoğraf ve eşyalar "ailesi ve siyasete atılması", "1950 seçimleri ve iktidar yılları", "1960 Yassıada duruşmaları" ve "idam ve sonrası" temalı bölümlerde sergilenecek. Müze'nin ‘Adnan Menderes’in Hayatı’, ‘Adnan Menderes ve Milli Mücadele’, ‘Adnan Menderes Siyasetin Kapılarını Aralıyor’, ‘Adnan Menderes, Demokrat Parti ve İç Siyaset’, ‘Adnan Menderes ve Ekonomik Yatırımlar’, ‘Adnan Menderes ve Toplumsal Reformlar’, ‘Adnan Menderes, Dış Siyaset ve Yurt Dışı Gezileri’ ile ‘Adnan Menderes ve 27 Mayıs’ gibi bölümlerden oluşturularak merhum Başbakanın anıları ve siyasi mücadelesi yaşatılacak. Anadolu Ajansı (AA), TRT Arşiv Dairesi Başkanlığı, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Milli Kütüphane, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kütüphanesi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi,
54
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Kültür ve Turizm Bakanlığı 2. TBMM Cumhuriyet Müzesi, Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Arşivi ile Celal Bayar Müzesi'nden doküman istenecek. Aydın Valisi Erol Ayyıldız, Demokrasi Şehidi, merhum Başbakan Adnan Menderes'in anısına kurulacak "Adnan Menderes Demokrasi Müzesi" çalışmaları hakkında bilgi verdi. Müze’nin kurulmasında katkı sağlayan paydaşlara teşekkür ederek “Ortaya çıkacak olan müze ve eserlerin Aydınımıza hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Geçmişi geleceğimize aktarmada gençlerimize ve toplumumuza mal etmede bu çalışmayı çok önemsiyoruz. Bu ana kadar Adnan Menderes ile ilgili tüm çalışmaların ve onun etrafında dönen tüm bilgi dağarcığının ilgililerimiz tarafından vatandaşıma, ilimize, kültürümüze, Türkiye’mizin hizmetine sunacağına inanıyoruz. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum” dedi. Vali Erol Ayyıldız, Aydın Belediyesi Eski Başkanlarından Hüseyin Aksu tarafından yaptırılarak 1998 yılında açılışı yapılan ve Merhum Başbakan Adnan Menderes'in idam edilişinin 54. yıl dönümünde bakımsızlığıyla gündeme gelen İzmir Otoban Kavşağı kenarındaki Adnan
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Menderes Müzesi'nin durumunun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce değerlendirildiğini bildiren Vali Ayyıldız, "Belirtilen yerin müze olmadığı ve Aydın Büyükşehir Belediyesinin sorumluluğunda olduğu bilgisi verildi. Kimin sorumluluğunda olduğu çok önemli değil ama abide niteliği taşıdığı için fazla da çalışma yapılamıyor. Ancak Aydın'a yakışan Menderes Müzesi'ni biz yapacağız inşallah" dedi. Vali Ayyıldız, Müzenin kurulması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, ADÜ, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Aydın Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nden oluşan komisyonun 9 Mayıs 2015'te çalışmalara başladığını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müzenin proje ihalesini yaptığını, Güney Ege Kalkınma Ajansı'nın de destek verdiğini kaydeden Ayyıldız, şunları söyledi: "Kültür ve Turizm İl Müdürlüğümüz, Menderes'in hatırasını canlandıran bilgi, belge ve eşya toplama çalışmalarına 1 Ağustos'ta başladı. TBMM Başkanlığı Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2. TBMM Müzesi, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı, Anadolu Ajansı, TRT Genel Müdürlüğü, Milli Kütüphane Başkanlığı ve Ankara Üniversitesi arşivlerinde araştırma ve tarama yapılıyor. Elde edilen bilgi, belge ve fotoğraflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca oluşturulan 'Bilim Danışma Kurulu'nun üyeleri tarafından değerlendirildikten sonra müzenin sergi salonlarında kullanılacak. PROJEYİ SONUNA KADAR DESTEKLİYORUZ Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Rektörü Prof.
Dr. Cavit Bircan, Adnan Menderes'in adını taşıyan Adnan Menderes Üniversitesi olarak Demokrasi Şehidimiz için her türlü çalışmada bulunmaya hazır oldukları kayderek, “Üniversite olarak bu projeyi sonuna kadar destekliyoruz. Elimizden gelen her türlü çabayı bu müzenin en güzel şekilde kurulması ve Aydın halkına sunulması, merhum Adnan Menderes’in hayatının net bir şekilde gözler önüne serilmesi noktasında elimizden gelen desteği vermeye hazırız” dedi. EN KISA SÜREDE TAMAMLANACAK Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, “Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun talimatıyla Demokrasi Şehidimiz ve rahmetli hemşerimiz Başvekil Adnan Menderes’in aziz hatırasına yakışır şekilde bir ‘Adnan Menderes Demokrasi Müzesi’ kurulması için çalışmalara başlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile Aydın Valiliği arasında gerekli yazışmaların yapılmasının ardından konuyla ilgili bir uzman heyet Bakanlığımızdan Aydın’a gelerek eski müze binasında incelemelerde bulundu. Menderes dönemine ait bilgi, belge ve eşyaları elinde bulunduran kişi veya kuruluşların bu malzemeleri Müdürlüğümüzde kurulan kabul komisyonuna bildirmelerini istiyoruz. Adnan Menderes’in hatıralarını yaşatmak için böyle bir çalışma yapma gereksinimi duyduklarını kaydederek “Müze’de Adnan Menderes’in çocukluk, gençlik, siyasi yaşamı, Başbakanlık dönemi, yatırımları ve demokrasi mücadelesini yansıtan dokümanların toplanması ve sergilenmesi amaçlanmaktadır.” dedi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 55
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKIYE’NIN ÖLÜMSÜZ BAŞVEKILI Mehmet ERDEM AK Parti Aydın Milletvekili AK Parti MKYK Üyesi
Demokrasi, demos kratos, halkın gücü,herşey okunduğu kadar kolay olsaydı keşke.Bir zamanlar demokrasimiz köklenmeden,emekleyen bir çocuğun ayaklanıp ilk adımlarını atmaya başladığında yüzüstü yere düşmesinin adıdır Menderes. Menderes'e yapılan zulümler ise ancak bilinçli gözlere eşik taşı olmuştur demokrasi için.Keşke demokrasimiz bu çok acı tecrübelerden beri olarak kurulabilseydi ancak Menderes bu yolda şehid olarak belki binlerce insanın zulme uğramasına manevi bir kalkan olmuştur.Adnan Menderes’i sadece Adnan Menderes olarak göremeyiz.O demokrasiye adanmış nesillerin adeta bir bedende toplanmış ruhu gibidir.Adnan Menderes bugün Adnan Menderes olarak birçok şeyin yanında hem bir ruhun hem bir ömrün hem de bir davanın adıdır.Bu davanın adı Türk Demokrasisi davasıdır.Rahmetli Adnan Menderes’in yaptığı hizmet ve yürüttüğü dava bugünde devam etmektedir zira Adnan Menderes bugün Türk siyaset hayatı için şahıslar bazında da adeta bir turnusol kağıdı gibidir.Bugün kişilerin demokratlığı rahmetli Adnan Menderes’e bakışlarından anlaşılabilir. Adnan Menderes’i Türk toplumuna etkisini ancak kendinden öncesine,kendi dönemine ve kendinden sonrasına yarattığı etkiye bakılarak anlaşılabilir.O fasılaları az da olsa hatırlamak için Erich Jan Zürcher’in Modernleşen Türkiye'nin Tarihi eserinden bir kaç alıntı yapmayı faydalı buluyorum. 56
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
“Demokratlar eski yönetimden devraldıkları bürokrasi ve orduya güvenmiyorlardı.Bu sebepten dolayı,yıllar içinde devlet ve parti,özeliikle de üst düzeylerde yeniden bütünleşme eğiliminde oldu.bununla beraber tek parti döneminden farklı olarak,bu kez bürokrasi partiye değil,parti bürokrasiye hakim oldu.” İşte gerçekleşen bu kanlı mel’un darbenin sebebleri bağlamında bir mülahaza.Bize açık bir ipucu veriyor.Başka araştırmacılardan başka örneklerde verilebilir ancak meramımızın anlaşılması için bu örnek yeterlidir.O dönemde bazı şer odakları Demokrat Parti iktidarına son verilmesi gereklidir nazariyesine sahipti çünkü darbe zihniyeti müntesiplilerinin nüfuz ettikleri devletin iç mekanizması adeta devleti bir vücud gibi düşünecek olursak devletin kan ve damar sistemi veya organları,uzuvları mesabesinde olan bürokrasi ve ordu bağımsızlaşmamalı tarafsızlaşmamalıydı.Varsın demokrat parti halkın büyük teveccühünü kazanmış olsun onlar demokrasiye inanmamışlardı ki zaten bir demokrasi kahramınını şehid etmek ancak orta çağdan da karanlık bir kafaya yaraşırdı. “Chp kampanyasının ana teması-özgürlüğün olmayışı ve hükümetin otoriterlik eğilimleri-geçmişini otoriter yönetimiyle sıkı sıkıya özdeşleştiren bir partiden geldiği için için inandırıcılıktan yoksundu.” Yazar bunu 1954 seçimleri öncesindeki dönem için söylüyor.Bugün için de geçerli olan bu durumda halk oy diliyle şunu söylüyor geçmişinizi inkar edemezsiniz eğer değiştiğiniz iddiasındaysanız çıkın ve deyin ki “Geçmişimizde yanlışlıklar yığınladır.” bunu deme-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dikleri sürecede halkın inancını tesis etmekte başarısız olacaklardır.Değişen bir şey yok tek parti dönemi biteli birkaç yıl olduğunda da elli yıl geçtiğinde de geçmiş hüviyetleriyle hesaplaşmadıkları sürece halkın onlara bakışı aynı olacaktır. Gene Erich Jan Zürcher dine karşı baskıcı olan tek parti Chp’sinin çok partili sisteme geçişten sonra müslüman oylara yönelmesinden bahsediyor.Bugün Menderes’in Demokrat Partisinin ruhu Ak Parti’de yaşamaktadır,devam etmektedir.Bu tahlilin bugün için de geçerli olmasından anlıyoruz ki o dönemin Chp’si de yaşamaktadır hemde aynı bedende. Sözlerime son verirken düşüncelerimin hüviyetini bir kez daha ifade etmek gerekirse; Milletin iradesinin hiçe sayıldığı tek parti döneminin ardından “Yeter, söz milletindir!” sloganıyla işbaşına gelen Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan darbe, Türk siyasi tarihinde ki askeri müdahalelerin
içinde ayrı bir yere sahiptir. Partinin liderinin medeni toplumlarda görülmeyecek şekilde, makul bir hukuki sebebe dayanılmaksızın idam edilişi; “millete had bildirme” anlayışının sembolü olarak ortaya çıkmıştır. Bu siyasi cinayet, sonraki süreçte de sivil siyasetçilere karşı adeta bir ibret tablosu(!) olarak kullanılmıştır. Aradan yarım asır geçmesinin ardından siyasi tablo incelendiğinde görüldüğü üzere; Menderes kendini bir hiç uğruna feda etmemiştir. Milli irade, evlatlarını bundan böyle aynı kadere teslim etmeyeceğini ilan ederek tecelli etmiş; bunu yaparken de Adnan Menderes’i demokrasi davasının anıtsal kişiliği olarak ölümsüzleştirmiştir. Adnan Menderes ve arkadaşlarına yapılan zulmün acısı hala yüreğimizdedir. Mekanın cennet olsun Türkiye’nin ölümsüz başvekili!
Başbakanımızın Aydın'a ziyaretleri esnasında Aydın Valiliği'nde kendilerine Aydın'da hala bir Adnan Menderes Demokrasi Müzesi yapılamadığını ifade ederek bu hizmetin kısa sürede yapılması için istirhamda bulunan AK Parti Aydın Milletvekili ve MKYK Üyesi Mehmet Erdem Beyefendi'ye şükranlarımızı sunmayı bir borç biliyoruz. Adnan Menderes Demokrasi Platformu
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 57
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İLERI DEMOKRASI VE BÜYÜK TÜRKIYE Abdurrahman ÖZ AK Parti Aydın Milletvekili
Milletler için demokrasinin özü, bir olmak, iri olmak ve bütünlük içinde güçlü olmaktır. Ülkemizde siyasi tarih ne yazık ki bu manada bir bütünlük oluşturamamıştır. Siyasi tarihimizde daha çok siyasi bunalımlar, darbeler, askeri vesayetler ve siyasi partiler arasında sonu gelmez çatışmalar yer almaktadır. Bu denli çatışmalar neticesinde oluşan toplumsal huzursuzluk ve gerilimler gelişmişliğimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Sahip olduğu enerjisini dünya ile rekabete yayamayan milletimiz, genciyle, iş gücüyle, bölgeleriyle, gelir ve statü farklılıklarıyla ve inancıyla oluşturulmuş suni gündemler neticesinde birbiriyle mücadele eder olmuştur. Siyasi tarihimiz, gelişmemiş demokrasi kültürüne bağlı olarak günümüzü de kapsayan kaçınılmaz çatışmaları üretmiştir. AK Parti ile 2002 yılından itibaren başlayan ileri demokrasi hareketi, muhalefet tarafından ne yazık ki toplumumuzun ve devletimizin dışa açılması olarak değil de yine iç çatışmaların birer parçası olarak değerlendirilmiştir. Oysaki demokrasi, farklılıkları aynı yapı içinde bir bünyede toplayan ve aynı üst bilinç etrafında milli kimlikle bir arada yaşatan bir güvencedir. Zira insanın, doğası gereğince yönetime katılma58
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
sı ve talip olması, yaratılışında yer alan iradesini kullanarak dünya hayatını en iyi şekilde yaşama isteğindendir. Çünkü insan yeryüzünü yönetme ile görevlendirilmiştir. Bu görevini ifa ederken, iradesini ve aidiyetini bütünlük içinde kullanarak kendi varlığını gerçekleştirir. Böylece birey, milletin ferdi ve devletin vatandaşı olarak sivil ve siyasal aidiyetini gerçekleştirir. Bu bakımdan demokrasi ülkemizde her dönem talep edilir bir hak olmuştur. Çünkü hem inancımızda hem de örf ve kültürümüzde özgür yaşamak baskın bir şekilde karakterimizin doğal parçasıdır. Bu karakterin gereğince, tek partili yılların Anadolu insanına yüklediği pasif kişilik görüntüsü, yine Anadolu insanı tarafından bizzat kırılmak istenmiştir. Böylece 1950 yılı, Anadolu insanının yönetime katılmak için kendisine açtığı bir yol olmuştur. Bu zorlu yoldan geçerek demokrasiyi sağlayan ana unsurları elde eden insanımız, yönetme, katılım, hesap sorma ve hesap verme bilinciyle siyaseti yeniden kurgulamak istemiştir. Bu süreçte merhum Adnan Menderes ve yol arkadaşları bu hareketliliğin başını çekmişlerdir. Ne yazık ki tam demokrasiyi kabullenemeyen bünyeler, ortaya çıkan bu gelişmeyi durdurmak ve yeniden tek elde toplanan bir iktidar yapısını kurmak için 1961 Anayasası’yla sonuçlanan darbe zeminini oluşturmuştur. Merhum Adnan Menderes
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ve arkadaşlarının demokrasimize en önemli katkılarından biri olan, insanımıza özgüvenini yeniden kazandırarak iradesini yönetim süreçlerine dahil ettirmesi, AK Parti ile birlikte güçlenerek gelişmiştir. 1961 Anayasası oluşturduğu vesayetçi kurumlarıyla, yönetimi, asli unsuru olan halk ile paylaşmaktan uzak bir siyasi alan oluşturdu. Fakat bir defa demokrasi ile tanışan toplumsal kesimlerin hak arama mücadelesi ve hızla siyasal alana nüfuz etmek istemeleri, 1982 Anayasası’nı oluşturan darbe sürecini tetiklemiştir. Zira halkımızın yönetime dahil olma isteğinin giderek artması otoriter anlayış tarafından yeniden bertaraf edilmek istenmiştir. Toplumsal farklılıkları kendi siyasal sisteminin kodları ile tanımlayan otoriter yapı, tüm bu farklı kesimleri kontrol edici mekanizmaları oluşturmak istemiştir. Özellikle yasaklar ve engellemeler, toplumun hassas unsurları olan kimlikleri, inancı ve kültürleri üzerinden tesis edilerek toplum kendi içinde kışkırtıldı. Bu kışkırtma hem hata yaptırarak cezalandırmayı doğurmak hem de farklı kesimler arasında karşılıklı tehdit algısını yaymak için devam ettirildi. Neticede ortak bir özgürlük ve irade arayışına çıkan toplumsal yapılar, ne yazık ki hak arama sürecinde önlerinde engel olarak, bir ve beraber yaşadıkları diğer toplumsal kesimleri gördüler. Karşılıklı birbirini ötekileştiren kesimler için mücadele edilmesi gereken alan devletin antidemokratik yapısı iken, bu karşılıklı kışkırtmanın neticesiyle diğer sosyal kesimleri sorun görerek
onlarla kıyasıya mücadeleye giriştiler. Toplumsal katmanlarda ortaya çıkan bu sürekli çatışma hali, askeri ve bürokratik vesayetle yönetilerek ne yazık ki antidemokratik yapının gelişmesini sağladı. Böylece özgürlük ve demokrasi her bir toplumsal kesim için farklı farklı tanımlanarak, adeta birinin eline geçtiğinde diğerini yok edeceği bir algıyla topluma pazarlandı. Demokrasinin bir ve bütünlük oluşturan niteliği bertaraf edilerek zihinlerde kısır kavgalar ön plana çıkartıldı. Böylece siyasal hayatın neredeyse tek amacı, devletin biran evvel ele geçirilerek, onu ve dolayısıyla kendisini yok etmeye meyilli diğer toplumsal kesimleri kontrol etmek oldu. Merhum Adnan Menderes ve arkadaşları ile başlayan toplumsal iradenin ortaya çıkışı, darbe ve anayasalarla yeniden kontrol edilmek istendi. Bu doğrultuda hazırlanan Siyasi Partiler Kanunu, bırakın toplumun tüm kesimlerine tam bir özgürlükçü yaşam sunmayı, kendi mensuplarına bile tam olarak demokratik iklimi oluşturmaktan uzaktır. Siyasi parti üye ve yöneticileri arasında ortaya çıkan siyasal mücadeleler, siyasetin genel amacı olan hizmete yönelikten ziyade parti içi iktidar çatışmalarına dönüşmektedir. Böylece halk için hizmet etme gayesi, yerini kişisel hırs ve tatmine bırakmaktadır. Partilerin iç dünyasında yaşanan bu sürtüşmeleri kontrol edebilen ve belli oranda devam etmelerine zemin hazırlayan liderler parti egemenliğini elinde bulundurur. Bu antidemokratik anlayış ne yazık ki partinin genel siyasetine de
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 59
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
yansır ve çatışmacı siyasal dili destekler. Böylece parlamenter yapıda bu çatışma dilinin sürekliliği ile üretilen çatışmalar toplumun menfaatine olan politikaları geciktirir. Toplumsal fayda veya millilik gibi alanlarda öne çıkan kanun teklifleri, milletçe ve devletçe daha ileri bir seviyeye ilerlememiz açısından değil de, kısır çatışmalar içinde, ‘bizden olmayanların baskıcı politikaları’ olarak ifade edilir. Özellikle 1990’lı yıllarda bir türlü tesis edilemeyen güçlü iktidar yapısı, kısır kavgaların iç içe girdiği koalisyon dönemlerini oluşturmuştur. Siyasal alandaki bölünmüşlük ve aşırı ideolojik siyasal söylemler, toplumsal gerginliğin ve güvensizliğin artmasına neden olur. Siyasetin uzlaşmadan yoksun karakteri, bürokrasinin yönetimini zorlaştırır. Halka karşı hesap verme sorumluluğu siyasetçiye tanımlanmış olduğundan bu kaos ortamında bürokrasi daha da güçlenir ve siyasetin kurumsal olarak çöküşüne zemin hazırlar. Bu kaos ortamında demokratik yapı tesis edilemez ve denetim sistemi çalışmadığı için halkı daha fazla sömüren bir kesim kendine yol bulur. Böylece içi boşaltılan bankalar ve kamu ihalelerinde kayırmacılık son raddeye tırmanır. Buna siyasal boşluk da eklenince temel hak ve hürriyetlerin talep edildiği her durum şiddetle karşılık bulur ve 28 Şubat ve benzeri mağduriyetleri doğurur. Binlerce vatan evladı sırf inançlarını kamu kurumlarından talep ettikleri için cezalandırılır. Böylece doksanlı yılların sonuna gelindiğinde siyaset güvenirliğini yitirmiş ve toplumsal bütünlüğü oluşturmaya bigâne kalmıştır. İstikrarın ve güvenin sağlanamadığı ortamda, güçlülerin ve üstünlerin hukuku baskın gelir ve toplumsal iradenin önüne engel oluşturulur. İşte bu tablo ülkemiz siyasetinin AK Parti öncesinin genel ifadesidir. AK Parti ile başlayan ileri demokrasi hareketi her ne kadar muhalefet partilerince durdurulmak istense de, milletimizin 1950’den itibaren sahip çıktığı iradesinin tecellisi 60
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
olarak bugün de ayaktadır ve yarında siyasette iz bırakmaya devam edecektir. Son on beş yılda parlamenter üstünlüğü büyük oranda elinde tutan AK Parti, birçok demokratik kazanımı halkımıza ulaştırmıştır. Temel hak ve hürriyetlerin ülkemizin ücra köşesindeki bireyine ulaşmasını sağlama yolunda, darbeyle, parti kapatma girişimiyle, terörle, suikastlarla ve terörize olmuş sokak etkinlikleriyle, parlamento içinde hukuk yoluyla mücadele eden AK Parti, demokrasinin tüm toplumsal katmanlara yerleşmesinde tüm siyasal riskleri üstlenmiştir. Bu tür antidemokratik süreçlere yoğunlaşan ülke gündeminin yoğunluğu arasında devlet kurumlarına sızan ve yeni bir antidemokratik yapı kuran
paralel odaklarla yine mücadele edilerek demokrasinin gerekliliği bir kez daha ortaya konmuştur. Bu minvaldeki antidemokratik yapı ve süreçlerle mücadele eden AK Parti, ne yazık ki, demokrasiyi savunduğunu iddia eden diğer siyasi partilerce tam olarak desteklenmemiştir. Yüzleşilen sorunların AK Parti’nin sorunları olduğu savı üretilerek, tüm toplumu ilgilendiren konular belli bir kesime indirgenmek istenmiştir. Böyle dahi olsa, her bir siyasi parti iktidara geldiğinde hangi kesim olursa olsun onlarla kuracağı ilişkiyi hukuk temelinde demokratik yöntemlerle gerçekleştirmek zorundadır. Ne yazık ki muhalefet partileri demokrasi sınavında başarısız olurken diğer taraftan da ülkemizin gelişmişliğine engel olmaktadırlar. AK Parti ile toplumsal sorunlar belli oranda aşılsa da, yeni ve sivil bir anayasa ile tanzim edilmeyen siyasal, sosyal, hukuki, bürokratik ve özel alanlarda elde edilen demokratik kazanımların sürekliliği konusu tereddütleri taşımaktadır. 2002’den itibaren, AK Parti’nin kesintisiz iktidarda kalması, muhalefet partilerini kendi gerçekliklerini sorgulamaya sevk ettirme yerine, AK Parti üzerinden toplumsal gelişime karşı muhalif olmaya yöneltti. Böylece muhalefet, sahip olduğu ideolojilerinin temel ilkelerine dahi uymayacak si-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yasal etkinliklere yöneldi. AK Parti iktidarının her yaptığını eleştiren, temel hak ve özgürlükleri önceleyen kanun tekliflerini reddeden ve ülke kalkınması için başlatılan büyük projelerin durdurulması yönünde hareket eden siyasi karakterler ortaya çıktı. Bu aslında muhalefet partilerinin hırslarını siyasete dâhil ederek, memleket meselelerinin önüne geçirmesi oldu. Parlamenter sistemin ve siyasi partiler kanunun bir türlü önleyemediği bu süreçler neticesinde memleketimizin en önemli sorunlarının çözümü için atılan her adım, vatan hainliğine kadar varan, siyasi nezaketten yoksun ve beşeri münasebetlerce kabul edilemeyen bir ithamla karşılaştı. Bu ağır ithamlar, toplumsal yapılarda da karşılıklı çatışmaları besleyen bir karaktere dönüştüğü için, toplumun aşırı derecede birbirine karşı ideolojik tavır takınmasına neden oldu. Dolayısıyla geçmiş yılların kaos ve çatışma kültürü bir şekliyle devam ettirildi ve toplumsal gerilimlerin yaşanmasına vesile oldu. Bugün toplumumuzun bu yöndeki kutuplaşmaları, altmışlı ve yetmişli yıllardaki gibi sokağa karşılıklı halde taşımaması, milletimizin demokrasiye ve demokratik gelişmişliğe olan inancındandır. Bu inanç milletimizin huzur ve istikrar içinde özgür ve özgün iradesini siyasete yansıtma isteğidir. Bu bakımdan demokrasinin olmazsa olmazı olan se-
yip Erdoğan’ın kişiliği üzerinden tartışılmaktadır. Toplumsal ve siyasal olayların isimlere indirgenerek tartışılmak istenmesi esasen çözümsüzlük üretmenin basit bir yöntemi olarak muhalefetçe işlenmektedir. Bu yaklaşım, bir kaybediş psikolojisini de ortaya koymaktadır. Bir boyutuyla da toplumun, Başkanlık Sistemi hakkında doğru soruları sorup, parlamenter sistemin tıkandığı yerlerinin çözümünü de geciktirmektedir. İleri demokrasi için Partimiz tarafından savunulan Başkanlık Modelinin, parlamenter sitemde güçlü bir iktidar oluşturamayan partilerin demokrasiyi daha fazla zayıflatmasına müsamaha göstermemesini amaçladığına inanıyoruz. Demokrasiye vurulan her darbe ile kesintiye uğrayan istikrar ve güven ortamı telafisi zor ve uzun süreli çalışmaları doğurmaktadır. Bu bakımdan milli sorunlarımızın dahi parlamenter yapı içinde çözümünden uzak kalan siyasi yapıların gelişerek yeni ve fonksiyonel çalışan demokratik bir sisteme geçmesi kaçınılmazdır. Hızla kalkınan, süregelen sorunlarını aşmaya niyet gösteren ve yerel bakıştan global bir vizyona sahip olan Türkiye'miz için Başkanlık Modeli tartışmaları ve arayışları milletimizin daha da güçlenmesine vesile olacaktır. AK Parti milletvekili olarak temennim demokratik, sosyal ve hukuk devletinin tüm organlarıyla tesisi ve aralarında uzlaşmacı bir karakterle çalışma bilinçlerinin yerleşmesidir. Bu bakımından Partimizin kuruluşunda belirttiği her türlü yasaklarla mücadele anlayışı bugün için de devam etmektedir. Bu doğrultuda, milletimizin iradesine karşı duran her türlü antidemokratik karakterdeki yapı ve anlayışla mücadelelerden taviz verilmemektedir. Bir ve bütünlük içinde gelecek nesillere daha güçlü ve huzurlu bir Türkiye bırakmak için milletimizin ve devletimizin karakterine en uygun sistemin gelişmesi, yerleşmesi ve gerektiğinde bize has bir yapıya kavuşturulması için milletimizin iradesi ile hareket etmeye devam edeceğiz.
çimlerde, milletimiz milli iradesini doğrudan ortaya koymuş ve on beş yıldır AK Parti ile büyüyen demokratik gelişmeyi tercih etmiştir. Parlamenter sistemin yasama-yürütme-yargı arasında bir türlü tesis edemediği uyumlu çalışma, muhalefetçe sürekli taciz edilerek, ülkemizin demokratik ve ekonomik gelişimine set oluşturdu. Bu ve benzer diğer sorunların aşılması için tartışmaya açılan Başkanlık Sistemi ise ne yazık ki yine aynı kısır çatışmaya kurban edilmek istenmektedir. Çünkü bu modelin ne olduğu, nasıl çalıştığı, artısıyla-eksisiyle ne getireceği, muhalefetçe sadece Sayın Cumhurbaşkanımız Recep TayADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 61
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
AFYONKARAHİSAR
DEMOKRAT PARTİ 1950 MİLLETVEKİLLERİ
SÜLEYMAN KERMAN
BEKİR OYNAĞANLI
KEMAL ÖZÇOBAN
ALİ İHSAN SABİS
AVNİ TAN
SALİH TORFİLLİ
AHMET VEZİROĞLU
GAZİ YİĞİTBAŞI
KASIM KÜFREVİ
HALİS ÖZTÜRK
CELAL YARDIMCI
KEMAL EREN
HÂMİT KORAY
İSMET OLGAÇ
CEVDET TOPÇU
SALÂHADDİN ÂDİL
SADRİ MAKSUDİ ARSAL
MUHLİS BAYRAMOĞLU
SELAHATTİN BENLİ
ÖMER BİLEN
DAĞISTAN BİNERBAY
HAMDİ BULGURLU
OSMAN ŞEVKİ ÇİÇEKDAĞ
RAMİZ EREN
MUHLİS ETE
MÜMTAZ FAİK FENİK
ABDULLAK GEDİKLİOĞLU
OSMAN TALÂT İLTEKİN
HAMİT ŞEVKİ İNCE
SEYFİ KURTBEK
TALÂT VASFİ ÖZ
FUAT SEYHUN
CEVDET SOYDAN
ANTALYA
AMASYA
ANKARA
AĞRI
ABDULLAH GÜLER
62
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
FATİN DALAMAN
NAZİFİ ŞERİF NABEL
AYDIN
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
AKİF SARIOĞLU
İBRAHİM SUBAŞI
AHMET TEKELİOĞLU
AHMET TOKUŞ
NAMIK GEDİK
NAİL GEVECİ
ŞEVKİ HASIRCI
ETEM MENDERES
ABDÜLBAKİ ÖKDEM
CEVAT ÜLKÜ
LÜTFİ ÜLKÜMEN
VACİT ASENA
SALÂHATTİN BASGAN
ESAT BUDAKOĞLU
MUZAFFER EMİROĞLU
MÜFİT ERKUYUMCU
ENVER GÜRELİ
MÜCTEBA IŞTIN”
ALİ FAHRİ İŞERİ
ARİF KALIPSIZOĞLU
AHMET KOCABIYIKOĞLU
YAHYA PELVAN
MUHARREM TUNÇAY
SITKI YIRCALI
İSMAİL AŞKIN
KEŞŞAF MEHMET KURKUT
TALÂT ORAN
YÜMNÜ ÜRESİN
NUSRETTİN BARUT
FAHRİ BELEN
ZUHURİ DANIŞMAN
MİTHAT DAYIOĞLU
MAHMUT GÜÇBİLMEZ
İHSAN GÜLEZ
KÂMİL KOZAK
BOLU
BİTLİS
BİLECİK
BALIKESİR
BURHANETTİN ONAT
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 63
BURSA
BURDUR
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
FETHİ ÇELİKBAŞ
MEHMET ERKAZANCI
MEHMET ÖZBEY
HALİL AYAN
RAİF AYBAR
SELİM RAGIP EMEÇ
AGÂH EROZAN
SELİM HERKMEN
SADETTİN KARACABEY
HULÛSİ KÖYMEN
MİTHAT SAN
HALÛK ŞAMAN
KENAN YILMAZ
NECDET YILMAZ
ALİ CANİB YÖNTEM
KENAN AKMANLAR
SÜREYYA ENDİK
BEDİİ ENÜSTÜN
NİHAT ŞEVKET İYRİBOZ
EMİN KALAFAT
İHSAN KARASİOĞLU
NUSRET KİRİŞÇİOĞLU
ÖMER MART
KÂZIM ARAR
KEMAL ATAKURT
CELAL BOYNUK
KENAN ÇIĞMAN
CELAL OTMAN
MECİT BUMİN
ABBAS GİGİN
MESUT GÜNEY
ALİ RIZA SAĞLAR
ZİHNİ URAL
SEDAT BARAN
AHMET BAŞIBÜYÜK
ÇORUM
ÇORUH
ÇANKIRI
ÇANAKKALE
VAHİT YÖNTEM
64
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAHA KOLDAŞ
HÜSEYİN ORTAKÇIOĞLU
SAİP ÖZER
HASAN ALİ VURAL
HAKKI YEMENİCİLER
BAHA AKŞİT
HÜSNÜ AKŞİT
FİKRET BAŞARAN
ALİ ÇOBANOĞLU
MUSTAFA GÜLCÜGİL
FİKRET KARABUDAK
EYÜP ŞAHİN
REFET TAVASLIOĞLU
YUSUF KÂMİL AKTUĞ
FERİT ALPİSKENDER
YUSUF AZİZOĞLU
MUSTAFA REMZİ BUCAK
MUSTAFA EKİNCİ
NÂZIM ÖNEN
KÂMİL TAYŞİ
ARİF ALTINALMAZ
MEHMET ENGİNÜN
CEMAL KÖPRÜLÜ
RÜKNEDDİN NASUHİOĞLU
HASAN OSMA
ABDULLAH DEMİRTAŞ
SUPHİ ERGENE
ÖMER FARUK SANAÇ
MEHMET ŞEVKİ YAZMAN
SAİT BAŞAK
RIFKI SALİM BURÇAK
FEHMİ ÇOBANOĞLU
BAHADIR DÜLGER
SABRİ ERDUMAN
ERZURUM
ELAZIĞ
EDİRNE
DİYARBAKIR
DENİZLİ
ŞEVKİ GÜRSES
HÂMİT ALİ YÖNEY
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 65
ESKİŞEHİR
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
EMRULLAH NUTKU
RIZA TOĞÇUOĞLU
MEMİŞ YAZICI
MUSTAFA ZEREN
MUHTAR BAŞKURT
EKREM BAYSAL
İSMAİL HAKKI ÇEVİK
HASAN POLATKAN
ABİDİN POTUOĞLU
KEMAL ZEYTİNOĞLU
EKREM CENANİ
SAMİH İNAL
GALİP KINOĞLU
SÜLEYMAN KURANEL
ALİ KEMAL OCAK
CEVDET SAN
SELÂHATTİN ÜNLÜ
HAMDİ BOZBAĞ
ALİ NACİ DUYDUK
HAYRETTİN ERKMEN
TAHSİN İNANÇ
DOĞAN KÖYMEN
ARİF HİKMET PAMUKOĞLU
MAHZAR ŞENER
ADNAN TÜFEKÇİOĞLU
CEVDET BAYBURA
RAŞİT GÜRGEN
VASFİ MAHİR KOCATÜRK
HALİS TOKDEMİR
AHMET KEMAL VARINCA
KEMAL YÖRÜKOĞLU
HALİT ZARBUN
İRFAN AKSU
SAİT BİLGİÇ
KEMAL DEMİRALAY
ISPARTA
GÜMÜŞHANE
GİRESUN
GAZİANTEP
ENVER KARAN
66
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İÇEL
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
REŞİT TURGUT
HALİL ATALAY
HÜSEYİN FIRAT
SALİH İNANKUR
REFİK KORALTAN
AZİZ KÖKSAL
CELAL RAMAZANOĞLU
ŞAHAP TOL
ENVER ADAKAN
SALAMON ADATO
İHSAN ALTINEL
AHMET HAMDİ BAŞAR
ANDRE VAHRAM BAYAR
MAHMUT CELAL BAYAR
NİHAT REŞAT BELGER
MİTHAT BENKER
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
FUAT HULUSİ DEMİRELLİ
BEDRİ NEDİM GÖKNİL
HÂDİ HÜSMAN
SALİH FUAT KEÇECİ
FUAT KÖPRÜLÜ
ADNAN MENDERES
AHİLYA MOSHOS
SEYFİ ORAN
MÜKERREM SAROL
FAHRETTİN SAYIMER
MİTHAT SÖZER
FÜRUZAN TEKİL
NAZLI TLABAR
AHMET TOPÇU
CELAL TÜRKGELDİ
HÜSNÜ YAMAN
SANİ YAVER
SENİHİ YÜRÜTEN
İSTANBUL
TAHSİN TOLA
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 67
İZMİR
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
PERTEV ARAT
CİHAT BABAN
AVNİ BAŞMAN
MUHİDDİN ERENER
BEHZAT BİLGİN
SADIK GİZ
TARIK GÜRERK
NECDET İNCEKARA
OSMAN KAPANİ
VASFİ MENTEŞ
HALİL ÖZYÖRÜK
ABİDİN TEKÖN
CEMAL TUNCA
EKREM HAYRİ ÜSTÜNDAĞ
ZÜHTÜ HİLMİ VELİBEŞE
GALİP DENİZ
SAİT KANTAREL
FAHRİ KEÇECİOĞLU
ŞÜKRÜ KERİMZADE
AHMET KESKİN
MUZAFFER ÂLİ MÜHTO
RIFAT TAŞKIN
ZİYA TERMEN
HAYRİ TOSUNOĞLU
HAMDİ TÜRE
FİKRİ APAYDIN
İSMAİL BERKOK
EMİN DEVELİOĞLU
KAMİL GÜNDEŞ
ALİ RIZA KILIÇKALE
İBRAHİM KİRAZOĞLU
MEHMET ÖZDEMİR
YUSUF ZİYA TURGUT
SUAT HAYRİ ÜRGÜPLÜ
KIRKLARELİ
KAYSERİ
KASTAMONU
MEHMET ALDEMİR
68
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ŞEFİK BAKAY
KIRŞEHİR
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
FİKRET FİLİZ
SITKI PEKKİP
FAİK ÜSTÜN
ELVAN KAMAN
RİFAT ÖZDEŞ
ETHEM VASSAF AKAN
EKREM ALİCAN
ZİYA ATIĞ
HAMDİ BAŞAK
SALİH KALEMCİOĞLU
MÜMTAZ KAVALCIOĞLU
YEREDOĞ KİŞİOĞLU
SALİM ÖNHON
LÜTFÜ TOKOĞLU
HÜSNÜ TÜRKANT
MEHMET YILMAZ
A. FAHRİ AĞAOĞLU
RİFAT ALABAY
KEMAL ATAMAN
HİDAYET AYDINER
ZİYA BARLAS
REMZİ BİRANT
SITKI SALİM BURÇAK
ABDİ ÇİLİNGİR
ÖMER RIZA DOĞRUL
ZİYAD EBÜZZİYA
ALİ RIZA ERCAN
SAFFET GÜROL
TARIK KOZBEK
MUAMMER OBUZ
HİMMET ÖLÇMEN
MURAT ALİ ÜLGEN
UMRAN NAZİF YİĞİTER
MECDET ALKİN
YUSUF AYSAL
KÜTAHYA
KONYA
KOCAELİ
MAHMUT ERBİL
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 69
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HAKKI GEDİK
AHMET İHSAN GÜRSOY
AHMET KAVUNCU
REMZİ KOÇAK
SÜRURİ NASUHOĞLU
İHSAN ŞERİF ÖZGEN
SAMET AĞAOĞLU
ŞEMİ ERGİN
FARUK İLKER
REFİK ŞEVKET İNCE
ADNAN KARAOSMANOĞLU
LÜTFİ KARAOSMANOĞLU
NAFİZ KÖREZ
MUZAFFER KURBANOĞLU
SUDİ MIHÇIOĞLU
KAZIM TAŞKENT
MUHLİS TÜMAY
AHMET BOZDAĞ
SALÂHATTİN HÜDAYİOĞLU
AHMET KADOĞLU
NEDİM ÖKMEN
REMZİ ÖKSÜZ
MAZHAR ÖZSOY
ABDURRAHMAN BAYAR
ABDÜLKADİR KALAV
CEVDET ÖZTÜRK
YAVUZ BAŞER
CEMAL HÜNAL
ZEYYAT MANDALİNCİ
NURİ ÖZSAN
NÂTIK POYRAZOĞLU
HAMDİ DAYI
FERİT KILIÇLAR
MARAŞ
MANİSA
BESİM BESİN
MUŞ
NİĞDE
MUĞLA
MARDİN
ABDULLAH AYTEMİZ
70
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HÂDİ ARIBAŞ
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
SÜREYYA DELLALOĞLU
ASIM DOĞANAY
FERİT ECER
FAHRETTİN KÖŞKEROĞLU
HÜSEYİN ÜLKÜ
İZZET AKÇAL
KEMAL BALTA
OSMAN KAVRAKOĞLU
RİZE
ORDU
NECİP BİLGE
REFET AKSOY
FEYRİ BOZTEPE
MEHMET FAHRİ METE
AHMET MORGİL
ZEKİ RIZA SPOREL
HAŞİM ALİŞAN
NACİ BERKMAN
İSMAİL IŞIN
TEVFİK İLERİ
FİRUZ KESİM
MUHİTTİN ÖZKEFELİ
FERİT TÜZEL
ŞÜKRÜ ULUÇAY
HASAN FEHMİ USTAOĞLU
HÂDİ UZER
ZEKİ AKÇALI
REMZİ OĞUZ ARIK
ARİF NİHAT ASYA
SEDAT BARI
TEVFİK COŞKUN
YUSUF ZİYA EKER
REŞAT GÜÇLÜ
MAHMUT KİBAROĞLU
SALİM SERÇE
CEZMİ TÜRK
SİİRT
SEYHAN
SAMSUN
HALİL NURİ YURDAKUL
BAKİ ERDEN
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 71
SİVAS
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ŞEFİK TÜRKDOĞAN
CEMİL YARDIM
NÂZIM AĞACIKOĞLU
ERCÜMENT DAMALI
İLHAN DİZDAR
İBRAHİM DUYGUN
ŞEVKİ ECEVİT
NURETTİN ERTÜRK
HALİL İMRE
RIFAT ÖÇTEN
SEDAT ZEKİ ÖRS
BAHATTİN TANER
MAHİR TÜRKAY
HÜSEYİN YÜKSEL
İSMAİL HAKKI AKYÜZ
HÜSEYİN BİNGÜL
ZEKİ ERATAMAN
ŞEVKET MOCAN
YUSUF ZİYA TUNTAŞ
SITKI ATANÇ
FEVZİ ÇUBUK
AHMET GÜRKAN
HAMDİ KOYUTÜRK
HALÛK ÖKEREN
MUZAFFER ÖNAL
MUSTAFA ÖZDEMİR
NURİ TURGUT TOPÇUĞLU
SALİH ESAT ALPEREN
MAHMUT GOLOĞLU
HIDIR AYDIN
HASAN REMZİ KULU
NECDET AÇANAL
FERİDUN AYALP
ÖMER CEVHERİ
S. FEHMİ KALAYCIOĞLU
72
|
URFA
TUNCELİ
TRABZON
TOKAT
TEKİRDAĞ
MEHMET DAİM SÜALP
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
VAN
YOZGAT
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
FERİDUN ERGİN
CELAL ÖNCEL
REŞAT KEMAL TİMUROĞLU
İZZET AKIN
YUSUF KARSLIOĞLU
FUAT NİZAMOĞLU
HÂŞİM TATLIOĞLU
HÜSEYİN BALIK
SUAT BAŞOL
ABDURRAHMAN BOYACIGİLLER
FAİK ERBAŞ
HASAN ÜÇÖZ
FEHMİ AÇIKSÖZ
MUAMMER ALAKANT
ALİ RIZA İNCEALEMDAROĞLU
ESAT KERİMOL
CEMAL KIPÇAK
ZONGULDAK
NİYAZİ ÜNAL ALCILI
RİFAT SİVİŞOĞLU
AVNİ YURDABAYRAK
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 73
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRAT OLMAK ZOR MU?
Prof. Dr. Vedat BİLGİN AK Parti Ankara Milletvekili
Kolay olmadığını anlamak için, çok uzağa gitmeye gerek yok. Adamlar konuşmaya başlayınca sık sık “hukuk devletinden, çağdaş dünyadan, çağdaş uygarlıktan” söz ederek konuşuyorlar. Hatta “gerçek demokrasi” bizim istediğimiz gibi olan yönetim şeklidir, anlamına gelecek bir biçimde konuşurken de ‘seçimlerin, seçilmişlerin, Meclis’in hiçbir işlevi olmasın’ içeriğinde bir söylemi seslendirdiklerinin dahi farkında değiller. Bu sebeple zaman zaman dönüp “biz demokrasiye karşı değiliz, gerçek bir demokrasi istiyoruz” demekten de kendilerini alamıyorlar. Türkiye’nin resmi söylemi içinde yetişmiş, resmi eğitimin benimsettiği ölçüde, sıkı ya da gevşek bir biçimde resmi ideolojiyi içselleştirmiş olanların temel sorunu, bu ideolojinin parametreleri içerisinde normalleştirilmiş bir siyaset anlayışında, hatta olması gereken veya ideal olarak gördükleri, bir toplum anlayışında toplanmaktadır. Demokrasi karşıtı zihniyet Bu anlayışa göre, Meclis ve Meclis’te temsil edilen başta hükümet olmak üzere, bütün siyasi topluluklar, partiler devletin kurumsal yapısını ve elbette ki dayandığı ideolojik anlayışı benimseyip, onun çerçevesinin dışına taşmak şöyle dursun, onun gereklerini yerine getirmelidirler. Bu anlayışa göre din camiden dışarıya çıkarılma74
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
malı mümkün olduğu ölçüde muhafazakâr insanlar kamusal alanda varlık dahi göstermemelidirler. Yine bu anlayışa göre toplumun çoğunluğu, kendi kimliğiyle Selçuklu-Osmanlı geleneği arasında irtibat kuruyor bütün "laisist devrimlere" rağmen İslam’la bağlarını koruyorsa, hatta muhafazakâr-sağ partilere oy vermeye devam ediyorsa, onların siyasete katılmasının önü alınmalıdır. Bu anlayışa göre devletin kuruluş felsefesi tek parti döneminde şekillenmiş ve 1961 Anayasasıyla en mükemmel şeklini almıştır. Devlet, bir MGK devleti olsa da, anayasal kurumlar denilen bütün kuruluşlar ‘devleti Meclis’e karşı dokunulmaz bir kurum’ haline getirmekle yani “demokrasi yoluyla idare edilen bir devlet” olma ihtimaline karşı korumakla “güvence altına almak” üzere örgütlenmiş olsa da, egemen söylem üzerinden bakınca, bütün bu ucube yapıda bir problem görmemek alışkanlık eseridir. İdeoloji bu çarpıklıkları normalleştirmiş olmaktadır. Demokrat olmak Demokrat olmak zor mudur? Öncelikle bu ideolojinin demokrasiye karşı örgütlenmiş devlet elitlerinin ideolojisi olduğunu görmeyip, bunu benimseyerek bu anlayışla siyaset yapıldığı zaman demokrat olmak zordur. Türkiye’de demokrat olmak zordur, çünkü devlete karşı toplumu; topluma karşı sivil yapıları, toplumsal farklılaşmaları, çoğulcu bir kültürü, örgütlüörgütsüz bütün sivil yapıların kamusal alanda var olma hakkını savunmanın bedeli olduğu bir siyasal kültürden gelinmektedir. Demokrat olmak hiç de kolay değildir, çünkü bireyin içinde bulunduğu toplumsallıklara rağmen kendi varlığını ve farklılığını ifade etmesi, kendisini muhtelif biçimlerde gerçekleştirme iradesine ve taleplerine karşı önüne çıkan engelleri aşması kolay değildir. Bu durumda bireyin önüne iki yol çıkmaktadır. Ya özgürlüklerini savunmak ve bireyselliğine sahip çıkmak ya da içinde yer aldığı toplumsallığa yani kabileye, cemaate, zümreye veya sınıfa ve onların kolektif ideolojisine, zihniyete hapsolmak. Birincisi zordur komformizmi kırmanın maliyetine katlanmayı gerektirir, İkincisi ise özgürlükten kaçmayı gerektirir. Kısaca vurgulamak gerekirse, Türkiye’de esas sorun demokratik bir zihniyeti benimseme, onu içselleştirme ve anti demokratik yapılara o yapılar içerisinde örgütlenmiş “tahakküm geleneğine” karşı mücadele etmeyi zorunlu kılmaktadır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES'IN MIRASI Aydın ÜNAL AK Parti Ankara Milletvekili
Türkiye siyasetinin en tatsız, ama bir o kadar da mühim kavramlarından biridir “beyaz kefen”. 27 Mayıs 1960 sonrasında, kimi başbakanlar bu tatsız ve mühim kavramı hatırlatmak, ya da ona vurgu yapmak zorunda kalmışlardır. Son dönemde ise, Recep Tayyip Erdoğan, hem Başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı döneminde beyaz kefeni sıkça dile getirmiştir. “Beyaz kefen” tatsız bir ifadedir; zira sürekli ölümü hatırlatır ve ölümü hatırlatan her ifade gibi ağızların tadını kaçırır. Ne var ki, siyasette “beyaz kefen”e vurgu yapmak da, adeta kaçınılmaz bir gereklilik ve gerçekliktir. Aynı zamanda bu vurgu önemlidir, zira “beyaz kefen”in hatırlanmadığı ve hatırlatılmadığı bir düzlemde siyaset yapmanın mümkün olmadığını, “beyaz kefen” giyerek yola çıkmadan kararlılık sergilenemeyeceğini, adım atılamayacağını gösterir. “Beyaz kefen”, merhum Adnan Menderes’in Türkiye siyasetine bıraktığı acı miraslardan yalnızca bir tanesidir. Merhum Menderes’in idam sehpasındaki o beyazlar içindeki cansız fotoğrafı, bugünün ve yarının siyasetinin şekillenmesinin adeta miladı olmuştur. Açıkçası, Merhum Adnan Menderes’in o beyaz önlüklü fotoğrafını çekenler ve onu yayınlayanlar, Türkiye’ye ve Türkiye siyasetine farklı bir miras bırakmak istiyorlardı. Bırakmak istedikleri o miras “korku”ydu. Darbe yaparken de, Menderes’i düzmece mahkemelerde yargılarken de, kalemi kırarken, TBMM’de idam kararının çıkarttırırken de, Menderes’i darağacına götürüp, idam haberini ve o fotoğrafını yayarken de, o andan itibaren gelecek tüm Başbakanlara bir mesaj veriyor, onlara ölüm korkusunu miras olarak bırakmayı amaçlıyorlardı. “Eğer çizgiyi aşarsanız, işte sonunuz böyle olur” demek istiyorlardı. “Eğer istediğimiz gibi olmazsanız, eğer bizi değil, milleti dinlemeye kalkarsanız, akıbetiniz hazır” demek istiyorlardı. Keşke başarılı olamasalar, keşke o mirası nesilden nesile aktaramasalardı. Ama başarısız olamadıklarını söylemek zor. Korkuyu, Merhum Menderes’in idam sehpasındaki o cansız bedeni üzerinden üretip çoğalttıkları tehdidi, sonra gelen nice başbakan üzerinde uyguladılar ve bazılarında maalesef başarılı da oldular. Allah’a şükürler olsun ki, miras bırakmak istedikleri korku, her başbakan üzerinde etkili olmadı. Bazı başbakanlar, bunlar içinde özellikle Recep Tayyip Erdoğan, darbecilerin bıraktığı korkuyu miras edinmek yerine, zor olanı seçti ve Menderes’in mirasını tercih etti. Menderes’in siyasi mirası söz konusu olduğunda, kimileri bunu bir oy potansiyeli olarak, Menderes’e yönelik milletin derin hafızasındaki sevgi ve teveccüh olarak görürler. Menderes’in mirasını bu şekilde okuyan ve anla-
yanlar, milletin vaktini heba ettikleri gibi milletin nazarından da düştüler. Hem darbecilerin, hem Menderes’in mirasının aynı anda tevarüs edilemeyeceğini, ağır bedeller karşısında gördüler ve gösterdiler. Tayyip Erdoğan ise, Menderes’in mirasını en iyi okuyan, en iyi anlayan ve o mirasa sımsıkı sahip çıkan bir Başbakan oldu. Milletteki Menderes sevgisini istismar ve istimal etmek yerine, Recep Tayyip Erdoğan, Menderes’in asıl mirası “beyaz kefeni”, yani cesareti tercih etti. Darbecilerin mirası olan “korku” karşısında, Erdoğan hep “beyaz kefen”e, yani cesarete, yani diklenmeden dik duruşa vurgu yaptı. Merhum Menderes’in idamını iki farklı ve zıt şekilde okumak mümkündür. Birincisi, “istediğimiz gibi olmazsanız, sonunuz böyle olur” şeklindeki okumadır. Diğeri ise, “Önümdeki Menderes örneğine rağmen, sonunu düşünmeden, doğru olacağım, Hakk’ı savunacağım” duruşudur. Birinci duruş esas duruştur, ikinci duruş ise esaslı duruştur. “Sonunu düşünen kahraman olamaz”, ya da, “korkaklar zafer anıtı dikemezler” sözleriyle ifade edilebilecek ikinci duruş, aynı zamanda, İstiklal Marşımızın ilk kelimesi, “korkma!” emrinin de yerine getirilmesidir. Bu cesur duruşun elbette bedeli olacaktır. O bedel, ölümdür. İşte “beyaz kefen” vurgusu burada devreye girer. Ölüm tehdidine rağmen Hakk’ı savunmak, yani cesareti, yani insani olanı, yani doğru olanı seçmek işte o zaman mümkün hale gelir. Ölüm, ölmeden önce öldürülmüştür. Geriye sadece millete ve Allah’a verilecek hesap kalmıştır. Allah’ın ve milletin hesabından başka hiç bir şeyden korkmayanları korkutmak mümkün değildir. “Beyaz Kefen” vurgusunun Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bazı başbakanlar tarafından dile getirilmesi, elbette darbecileri, darbe zihniyetine sahip ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 75
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU olanları, ya da darbecilerin mirasyedilerini rahatsız eder. Onlar, gizliden gizliye Menderes’in kefenli görüntüsünü iktidarlara sallarken, iktidarın “biz bu yola beyaz kefenimizi giyerek çıktık” demesi, Menderes katilleri ve onların mirasçıları için kolay tahammül edilebilir bir duruş değildir. Ancak, bu mücadelenin verilmesi de, Türkiye siyaseti ve demokrasisi için elzemdir. Siyasetin ve demokrasinin ilelebet Menderes’in o idam fotoğrafının görüntüsünde, o fotoğrafla salınmak istenen korkunun atmosferinde ilerlemesi düşünülemez. Dolayısıyla “beyaz kefen” vurgusuyla yapılan samimi mücadele, Türkiye’nin geleceği açısından da son derece önemlidir. Gelecekteki siyasetçilerin “beyaz kefen” vurgusu yapmamaları, kendilerini ölümü hatırlama ve hatırlatma ihtiyacında bulunmamaları için verilen bu mücadele, aynı zamanda millet adına verilmiş bir mücadeledir ve bu boyutuyla da kutsal bir mücadeledir. Çok yakın siyasi tarihimiz, “beyaz kefen”e bu kadar vurgu yapılmasının ne kadar isabetli olduğunu da ortaya koydu. 2013 yılında yaşanan Gezi olaylarını, ağaç ya da çevre kaygısı etrafında oluşmuş bir toplumsal hareket olarak görmek son derece yanıltıcıdır. Gezi olayları, hukuka, demokrasiye, milli iradeye yönelik açık bir kalkışmadır. Milletin oylarıyla, milletin tercihiyle iş başına gelmiş bir hükümet, sokak olayları marifetiyle, oldu bittiyle iş başından uzaklaştırılmak istenmiştir. Üstelik de Türkiye’deki bu olaylar, netice alınan Mısır ve Ukrayna’daki olayların hemen ardından gelmiştir. Mısır ve Ukrayna’da işe yarayan sokak eylemleri, Türkiye’de başarılı bir şekilde etkisiz hale getirilmiştir. Aslında sokak olaylarının milli iradeyi nasıl boğduğunu görmek için uzaklara gitmeye de gerek yok. 27 Mayıs 1960 öncesinin Türkiye’sine bakıldığında, tamamen benzer bir kalkışmanın yaşandığı ve darbeye zemin hazırladığı görülecektir. Üniversite gençliği, muhalefet, medya, sermaye el ele ve-
76
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
rerek sokakları nümayiş alanına dönüştürmüş, onlarca yalan sürüme girmiş, medya ve muhalefet bu yalanları beslemiş ve darbeye elverişli bir zemini birlikte inşa etmişlerdi. Gezi olayları, senaryoda hiç bir tadilat yapmadan, 27 Mayıs öncesini yeniden diriltme çabasıydı. Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak, bu kalkışmanın kendisine yönelik değil, partisine yönelik değil, milli iradeye, Türkiye’ye yönelik olduğunu görmüş ve tavrını da buna göre çok net ve kararlı biçimde şekillendirmişti. Bu kalkışmadan muradın milli iradeyi boğmak, katletmek olduğunu biliyordu. Senaryonun yazarlarına, “beyaz kefenimle buradayım” diyerek, gayretlerinin nasıl da boş olduğunu göstermişti. Yine çok yakın tarihimizde 17-25 Aralık darbe girişimi de aynı saiklerle yapıldı. Hedef Recep Tayyip Erdoğan ve partisi gibi gösteriliyordu. Oysa asıl hedef, milli iradeydi, milletin seçtiği iktidardı, milletin tercihleriydi. Tıpkı Merhum Menderes’e yapıldığı gibi, bir iktidar, bir Başbakan, hukuk operasyonu görüntüsü altında hem itibarsızlaştırılmak, hem de görevinden uzaklaştırılmak istendi. Merhum Menderes’in alınmasından sonra arkasından atılan iftiralara, yapılan yayınlara benzer bir senaryo hazırlanmıştı. “beyaz kefen” vurgusu ve Merhum Menderes’in ibretlik mirası bu olayda da devreye girdi. Darbecilere boyun eğmek yerine, dik bir duruş sergilendi ve Türkiye, kendisine yönelik bu saldırıyı da atlatabildi. Türkiye’de seçilmiş iktidarı sandık dışında yollarla düşürme gayretleri hız kesmeden devam ediyor. Çok sayıda yöntem denendi, şu anda başka yöntemler de deneniyor. Bütün terör örgütleri, arkalarına medya desteği alarak, sermaye desteği alarak, siyasi destek alarak, hatta Türkiye düşmanı ülkelerin desteklerini alarak, milli iradeyi ortadan kaldırmak için her yöntemi, her eylemi deniyorlar. “Beyaz kefen”i Merhum Menderes’in yegane mirası olarak görmek bizleri yanıltacaktır. Merhum Menderes, büyük, güçlü, itibarlı bir Türkiye mücadelesi verdi. Bunu, arkasındaki halk desteğiyle, halkın teveccühü, muhabbeti ve duasıyla gerçekleştirdi. Demokrasi mücadelesi yolunda gelecek nesillere eşsiz bir miras bıraktı. Menderes’in asıl mirası, büyük, güçlü, itibarlı bir Türkiye için yola çıkmanın bedelinin ağır olabileceğini göstermesiydi. Bu büyük mirasa sahip çıkmak, Türkiye’yi bağımsızlık içinde büyütmek demektir. Bu mirası reddetmek, bu mirası görmezden gelmek ise, Türkiye’yi karanlığa mahkum etmek, itibarsızlaştırmak, Türkiye’yi rüzgara göre savrulan bir ülke olarak yokluğa sürüklemektir. Ağır saldırılar olacaktır, tehditler olacaktır, insanlık dışı, hukuk dışı, vicdandan uzak senaryolar, ihanetler ortaya çıkacaktır. Bunlar karşısında geri adım atan, önce milletine, sonra da Merhum Menderes’in aziz hatırasına haksızlık eder. Bütün bu saldırılar karşısında, sonunu düşünmeden dik duran ise, milletin aziz hatırasında silinmez bir yer tutar ve asırlar boyunca hayır dualarıyla yad edilir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ANADOLU’NUN ‘DEĞERLI SENTEZ’I VE MENDERES-ÖZAL-ERDOĞAN ÇIZGISININ ÖNEMI Metin KÜLÜNK AK Parti İstanbul Milletvekili
Anadolu ve Mezopotamya toprakları tarih boyunca birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Fırat ve Dicle nehirlerinin beslediği verimli araziler, üç denizin kıyı şeridi ile İç ve Doğu Anadolu’da yeşerip uygulamaya geçen yönetim tecrübeleri Anadolu ve Mezopotamya düzlüğünde kurulan sonraki devletlere aktarılan kadim bir yönetim geleneğinin oluşumunu sağlamıştır. Anadolu’nun kadim geleneği Sümerler, Akadlar, Babilliler, Elamlar, Asurlular, Hititler, Frigler, Lidyalılar, İyonlar, Urartular, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans, Anadolu Selçukluları, Osmanlı ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti bu toprakların bağrında yeşermiş dal vermiştir. Bu “silsile”nin ortaya koyduğu birlikte yaşama kültür ve “sentez”i; aynı bahçenin meyveleri ile beslenen aile yapısının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burada iki önemli kavrama dikkat çekmekte fayda bulunmaktadır. Bunlardan ilki “silsile”, ikincisi ise “sentez”dir. Silsile; Arapça’da “Salsala” (zincirleme) sözcüğünün Murabba (dörtlü) mastarıdır ve “zincir” anlamı taşır. Yine bu coğrafyanın önemli dil yapılarından olan Aramice ve Süryanice’de yer alan “Şalşalita” (zincir) sözcüğü ile eş anlamlıdır. Türk Dil Kurumu “Silsile” sözcüğünü, sülale, köklü aile sözcükleri ile birlikte zikreder. Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları derinden incelendiğinde görülecektir ki, bu topraklarda adeta bir halef selef zinciri gibi, ardılın öncekinin yönetim tecrübesi üzerine yenilikler ekleyerek devamlılık sağladığı bir sülaleler tarihi oluşmuştur.
Küçük kent devletlerinden imparatorluklara kadar uzanan devlet tecrübelerinin tüm kategorilerini yaşamış olan bu toprakların sakinleri çok dilli, çok dinli, çok renkli ve çok kültürlü varlıklarını bir arada, birbirlerine saygı çerçevesinde sürdürmeyi başarmışlardır. Çeşitlilik arz eden toplumsal yapı, diğerini olumlu olarak etkilediği gibi, bu etkileşim “değerli sentez”in ortaya çıkışını da sağlamıştır. Anadolu yarımadası bu değerin yaşam bulduğu sıcak bir kucak olduğu gibi, yarımadanın insanları da bu “sentez”e sahip çıkmayı bir miras olarak çocuklarına devretmişlerdir. “Sentez” bu toprakların batı kıyılarında kurulan şehir devletlerinin vatandaşlarının yüzyıllar boyunca konuştuğu Eski Yunanca’dan gelen bir kelimedir. Eski Yunanca “birleştirme, bir araya getirme, bağdaştırma, bir araya koyma” anlamlarına gelen “Synthesis” kelimesinden dilimize geçmiştir. Bu toprakların insanları diliyle, örf ve adetleriyle, inanç ve yönetim tecrübeleri ile birbirini derinden etkilemişlerdir. Mezopotamya’dan, Anadolu’nun batı kıyılarına kadar kurulan küçüklü büyüklü devlet yapıları halkın inançlarına karşı tam bir saygı içerisinde hareket ederek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu saygının ifadesi olarak örneğin Hititler’e bin tanrılı halk denilmiştir. Ötekine saygı ilkesi İslam’ın bu topraklarda kabul görmesi ile birlikte daha da yükselmiş, gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı tecrübesi ile farklılıklar bir hamur gibi birbirinin içinde yoğrulmuş ve bu toprakların ruhu ile mayalanmıştır. Bu kadim topraklarda Türkmen, Kürt, Zaza, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Arap, Arnavut, Laz, Hemşin, Pomak, Çingene, Rum, Ermeni, Süryani, Sefarad ve Aşkenaz ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 77
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
gibi kimliklerin bir arada yaşama kültürünü sentezledikleri etnik vatandaşlık haritası oluşmuştur. Bunun yanında yine dini inanışlar bakımından da Müslüman (Sünni, Şii, Caferi ve Alevi), Hristiyan (Ortadoks ve Katolik) , Yahudi, Yezidi vb. gruplar bu etnik kimliklerin her birinin içerisine yayılan bir çeşitlilik göstermişlerdir. Bu etnik ve dinsel çeşitlilik aynı zamanda çok dilliliği de beraberinde getirmiştir. Anadolu coğrafyasında Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Abazaca, Ermenice, Hemşince, Lazca, Romanca, Rumca, Süryanice, Farsça, İbranice gibi onlarca kadim dil halen yaşam sürdürmektedir. Değerli Sentez ve Anadolu’nun Kaotik Düzeni Gerek ırki, gerek dini, gerekse de dilsel çeşitlilik bu toprakların handikabı değil, aksine değeridir. Çünkü bu üç saç ayağına sahip çeşitlilik “değerli sentezi” oluşturan yapı taşlarıdır. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası –buna Balkanları da dahil edebiliriz- etnik, dinsel ve dilsel çeşitliliğin uyumundan beslenen kaotik bir düzene sahiptir. Bu topraklarda en ufak mezralardan başlamak üzere metropollere kadar yayılan tam bir kaotik düzen bulunmaktadır. Kaotik düzenler başlangıç şartlarına tam anlamıyla bağlı olan düzenlerdir. Örneğin büyükşehirlerin varoş tabir edilen kenar semtlerinde oluşmuş fiili durumu ele alalım. Bir köyden kalkıp gelmiş bir aile bölgeye yerleşmiştir. Onu takip eden diğer eş-dost ve akrabalar da gelerek aynı bölgede yaşam kurmaya başlamışlardır. Bu aileler genişledikçe, ortaya çıkan sorunların çözümü geçmişten getirilen geleneklerin de etkisi ile görünmez bir kamusal düzenin ve otoritenin oluşumunu sağlamıştır. Oluşan mahalle 78
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kültüründe başlangıç şartlarına bağlı tam anlamıyla bir otokontrol mekanizması ortaya çıkmıştır. Bu mekanizma o mahalledeki yaşamın düzenlenmesinde görünmez el rolü taşımaktadır. Dışardan it-kopuk tabir edilen bir elin mahalleye dadanması ile ortaya çıkan bir koruma mekanizması vardır. Aynı şekilde oluşan bir sorunun çözümünde de bu görünmez el devreye girer ve problemin çözümünde rol oynar. Bu görünmez el o mahallenin başlangıç şartlarına bağlı birikimin eseridir. Anadolu’da kurulan tüm yapılarda bu görünmez eli fark etmek mümkündür. Bu görünmez el kaotik düzenin kendi yapısından kaynaklanan otokontrol mekanizmasıdır aynı zamanda. Kaotik terimi insanın hesaplamaya muktedir olmadığı, son derece karmaşık ama kendi iç düzenine sahip süreçleri kast eder. Kaotik sistemler bilinçsizce de olsa, tüm girdilerin değerlendirildiği ve buna göre nihai bir davranışın ortaya çıktığı sistemlerdir. Kaotik düzenlerde dikkat çeken iki nokta vardır. Birincisi sistemin gelecekteki durumunun başlangıç şartları ile çok sıkı ve hassas bir biçimde olması, ikincisi ise sistem karmaşıklaştıkça, sistemi kaotik duruma sokacak başlangıç değişkenlerinin sayısında ve karmaşıklığında büyük artışlar yaşanmasıdır. Konuyu daha derinlemesine incelemek gerekirse fizikçilerin ortaya koydukları bilardo topları örneğinden yola çıkmak uygun olacaktır. “Birkaç milyon bilardo topu içeren büyük bir bilardo masası düşünelim. Masada bulunan bilardo toplarının hareketlerinin oluşturacağı karmaşıklık aslında son derece bir düzen içerisindedir. Çünkü o düzenin şartlarını belirleyen başlangıç noktasıdır. Başlangıçta ilk topa
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU vuran kişi bir düzen içerisinde o topların zincirleme bir şekilde arzu edilen noktalara ulaşmasını sağlayan vuruşu yapmıştır. Topların hareketi her ne kadar karmaşık gibi görünse de kaotik bir düzen içerisindedir. Tıpkı bir bardağın içerisindeki suyu oluşturan milyarlarca su molekülünün birbirini etkileyen hareketleri gibi bilardo topları da kaotik bir düzen içerisinde hareket etmektedirler. Bu kaotik düzenin en önemli belirleyeni başlangıç şartlarıdır. Ötekine Saygı Anadolu kaotik düzeni “değerli bir sentez”dir. Bu sentezin temel dinamiği ötekine saygıdır. Bu durum Anadolu’nun en kadim geleneklerinden biridir. Bu sebepledir ki, tarih boyunca Anadolu coğrafyası savaştan, çatışmadan, zulüm ve kötü muameleden kaçan insanlar için güvenli bir bahçe olmuştur. Anadolu coğrafyası barış ve sulh coğrafyasıdır. Bu toprakların bağrında en büyük devletlerden birini kurmuş Hititler ile Mısırlılar arasında imzalanmış olan Kadeş Barış Anlaşması, 2. Dünya Savaşı sonrasında yenidünya düzenini şekillendirmek ve barış şartlarını oluşturmak üzere kurulan Birleşmiş Milletler binasının duvarına kazınmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fethinin ardından yayınladığı ferman ile Bizans halkının sadece yaşam hakkını değil, inanç, ibaret ve kendini ifade etme hakkını da garanti altına almıştır. Yavuz Sultan Selim Han, Kürt Beyi İdris-i Bitlisi ile yaptığı işbirliği ile Diyarbakır merkezli olarak Kürtler’in bu bölgede merkeze tam bir teslimiyet içerisinde özgürce yaşamalarını garanti altına almıştır. Tüm bu özgürlük esaslı yönetim tecrübelerinde temel dinamiğin merkeze tam sadakat olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Osmanlı tecrübesinde Ermeniler merkezi otoriteye tam bağlı oldukları yüzyıllar boyunca tebay-ı sadıka diye anılmışlar ve Anadolu’nun tüm kent ve kasabalarında özgürce yaşam şansı bulmuşlardır. Taki İngiltere, Rusya ve benzeri devletlerin dış destekleri ile olarak ortaya çıkan Ermeni çetelerinin yerel halka zarar verip, İstanbul’a başkaldırıp ayrılıkçı bir yönetim sergilemeye başlamalarına kadar da Ermeniler rahat ve huzur içinde yaşam sürdürmüşlerdir. Çetelerinin başkaldırısı ile birlikte Ermeniler de bu durumdan olumsuz şekilde etkilenmişlerdir. HDP Anadolu tecrübesine ihanet içinde
ötekileştirme devletler tarafından, ister diğer sivil ve militarist yapılar tarafından gerçekleştirilmiş olsun, bu toprakların insanları bunu kabul etmeyeceklerdir. Tıpkı 90’lı yılların militarist devlet yapısının kabul görmediği gibi, bugün de halkın üzerinde terör estiren PKK ve destekçisi HDP gibi yapıların militarist davranışları kabul görmemektedir. Bu toprakların insanlarının hiçbir problemleri yoktur ki, oturup üzerinde istişare edemesinler. Bu toprakların mayasına aykırı davranışta bulunan her yapı halk nazarında mahkûm olacaktır. Anadolu kaotik düzenini terörize etmeye çalışanlar, mutlak surette o kaotik düzenin kendinde mündemiç bulunan koruma mekanizması, halkın oluşturduğu gelenekler ve kadim kültür önünde yenilmeye mahkûm olacaklardır. Teröre de, dış mihrakların bu topraklar üzerindeki ameliyatlarına karşı da sığınmamız gereken en önemli kucak Anadolu’nun kucağı ve o kucağın bağrında gelişen “değerli sentez”dir. Devletler örgütlü yapılar olarak bir medeniyet tasavvuru sonucu oluşurlar. Örgütlü yapılar insanlara kadim bir kültür olarak geçmişten gelen değerler sistemini kazandırırlar. Şehir ve Medeniyet konularındaki çalışmalarıyla tanınan değerli bilim insanımız Prof. Dr. Saadettin Ökten medeniyet tasavvurunu harekete geçirmek için bazı şartları gerekli görür. Bunlar “bilmek, içselleştirmek, inanmak ve sevmektir.” Bilinmeyen içselleştirilemez, içselleştirilemeyen inanılmaz, inanılmayan sevilmez.
Bugün HDP destekçisi grupların öz yönetim tabiri ile sundukları ve merkezi otoritenin gücünü örselemek üzere uygulamaya koydukları hendek siyaseti; bu toprakların kadim gelenekleri ile bağdaşmadığı gibi, aynı zamanda o geleneklere en büyük ihanettir de. Sokaklara kazılan hendekler ile merkeze başkaldıran, bu yolla insanlarımıza hayatı zehir eden terör örgütü PKK ve destekçisi yapıların icraatları sadece Türkiye Cumhuriyeti devlet tecrübesine değil, bu toprakların kadim kültürü ile oluşan değerli senteze de ihanettir. Çünkü bu topraklar ayrımcılığı, bölücülüğü, ötekileştirmeyi hiçbir daim kabul etmemiştir, etmeyecektir de. İster bu ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 79
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bugün PKK, KCK, DTK HDP ve destekçisi diğer yapılar bu toprakların kadim kültürüne, medeniyet tasavvurunu ve değerli sentezini içselleştirmek yerine ona karşı Marksist-Stalinist çizgiyi esas alan tek parti egemenliğine dayalı ideolojik bir yapı dayatmak istemektedirler. Ötekini yok sayan, baskı altına alan, canına kast eden bir geleneğin ürünü olan böyle bir yapının ne Anadolu, ne de Mezopotamya topraklarında neşv-ü nema bulması mümkün değildir. Anadolu’nun kaotik düzeni kendisine dışardan uzanan tehditkâr ele karşı her daim içsel şartlarından kaynaklanan koruma kalkanı ile cevap verdiği gibi, bugün de verecektir. Bu toprakların özüne ait olmayan hiçbir tecrübe toprakların sakinlerince kabul görmeyecektir. Bu bağlamda sırtını terör örgütüne dayamış Demokratik Toplum Kongresi’nin ortaya koyduğu ve HDP’nin sahiplendiği 14 maddelik bildiri küresel güçlerin bu topraklar üzerinde yapmaya çalıştıkları ameliyatın açığa vurulmuş halidir. Emperyalizmin taşeronluğuna soyunarak bu toprakların kadim kültürüne ve birlikteliğine zarar vermeye kalkışan her hareket ve yapı geçmişte nasıl halktan gerekli cevabı aldı ise bugün ve yarın da almaya devam edecektir. Anadolu ve Mezopotamya toplulukları kadim kültürlerinden süzülerek biriken değerli senteze sahip çıkacaklardır. Millete “diktatör” olmak isteyenler ve “hadim” olanlar Tarih şunu ortaya koymuştur ki, Anadolu insanına baskı, dayatma ve zorlama ile kabul ettirilmeye çalışılan hiçbir şey kabul görmemiş, ömrü kısa olmuş ve ters tepmiştir. Anadolu’nun ruhuna uygun olmayan, halka rağmen halk için uygulamaya konulan birçok “sözde devrim”, tüm baskı ve dayatmalara, darağaçlarına rağ-
80
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
men halkın direnişi ile karşılaşmıştır. 1950’de “Yeter Söz Milletindir” diyen Adnan Menderes ve arkadaşlarının arkasında sarsılmaz bir dağ gibi duran millet, Anadolu’nun birikimine sahip çıkmıştır. Binlerce yıllık geleneği yok sayan, İmparatorluğu, ortaçağın karanlığı gören zihniyete millet Merhum Menderes’in liderliğinde “dur” demiştir. Bugün silahla, terörle Anadolu’yu sözde öz yönetim dayatması ile parçalamaya çalışanlar da milletten aynı tepkiyi görmektedirler. Anadolu’nun kapılarını Türklere ve Kürtlere açan Sultan Alparslan ve onun yolundan yürüyerek üç kıtaya imparatorluk kuran geleneği başlatan Ertuğrul Gazi ve çocukları, onların geleneğini sürdüren Merhum Adnan Menderes, Turgut Özal ve bugün Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan güçlerini demokrasiden ve bu demokrasiye ruh veren büyük Anadolu tecrübesinden almışlardır. Onlar sırtlarını her daim halka dayamışlardır. Ne Doğu’nun ne Batı’nın, ne Kuzey’in ne de Güney’in emperyalist güçlerine sırtlarını dayayarak günlerini gün etme yolunu seçmemişlerdir. Halkın çocuklarını kendi süfli emellerine alet edenlere karşı Merhum Menderes nasıl boynunu darağacına uzatmaktan çekinmedi ise Rahmetli Özal da her türlü saldırılara karşı dik duruşundan vazgeçmemiştir. Bugün de Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, aynı şekilde tüm saldırılara, komplolara karşı kararlılıkla mücadelesini sürdürmektedir. Onlar milletin adamı olmayı, dünyevi gayelerin üzerinde tutmuşlardır. Diktatörlere ve diktatörlük heveslisi kuklalara karşı her daim millete hadim olmayı seçmişlerdir. Merhum Menderes tepeden inmeci devrimlere karşı 1950-1960 arasında halk devrimini nasıl gerçekleştirdi ise 1980’li yıllara damgasını vuran rahmetli Özal ve 21. yüzyılın ilk çeyreğine damga vuran Devlet Başkanımız Erdoğan da aynı yolu takip ederek “Anadolu İhtilali’ni gerçekleştirmişlerdir. Şu kesin olarak bilinmelidir ki, mana ve ehemmiyetini bu toprakların ruhu ile taçlandırmayan hiçbir girişim amaca matuf olamaz. Kendilerine Milli Şef niteliği kazandırıp Kürt halkının kaderini ölüm timlerinin namlusuna hedef yapanlar, açtıkları hendeklerde boğulacaklardır. Bugün ortaya koydukları tavrın halktan destek görmediğini anlamayanlar, Van Belediyesi örneğinde olduğu gibi halkı ve işçileri tehdit etmeyi demokratik erdem sanmaktadırlar. Oysa bu halleri tam anlamıyla halk üzerinde kurmaya çalıştıkları korku imparatorluğunun, baskı ve dayatmanın açığa vurumudur. Tıpkı tek partili dönemin can çekiştiği yıllarda CHP zihniyetinin bir oy için halkı tehdit etmesini andıran manzaraları bugün Kürt halkına yaşatmak isteyenler dönüp tarihe bakmalıdırlar. Çünkü sonları onların sonlarından farklı olmayacaktır. Çünkü emperyalistlerin boyunlarına bağladıkları ipin hareketine göre davrandıkları, Anadolu’nun değerli sentezine cephe açmayı sürdürdükleri sürece tarihin çöplüğünde yok olup gideceklerdir. Tarih ve millet hainleri affetmediği gibi, kendinden olana sahip çıkanı da hiçbir vakit unutmaz.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES-GÜLEN İLIŞKISINI BIR DE BENDEN DINLEYIN Hüseyin KOCABIYIK AK Parti İzmir Milletvekili
10 Nisan 2014 tarihli Sabah Gazetesi’nin manşet haberi benim için oldukça ilginçti. İlginç olmasının nedeni, anılarda kalmış olayların hafıza kayıtlarımdan süzülüp gelmesidir. Sabah’ın manşeti şöyleydi: “Gülen, Menderes’le Siyasete Girecekti”. İddianın sahibi Gülen hareketiyle yollarını ayıran Prof. Dr. Ahmet Keleş’ti. Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes daha farklı konuştu. Ümran Hanım, Zaman Gazetesi’ne verdiği beyanatta “biz partimizi zaten kurduk ve o parti Fethullah Gülen’in partisi değildi” mealinde bir açıklama yaptı. Aslında hem Ahmet Keleş’in söyledikleri hem de Ümran Menderes’in söyledikleri doğru. Zira o dönemde Aydın Menderes’le beraber olmak isteyen pek çok siyasi şahsiyet vardı. Bunların arasında Demirel, Özal, Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimleri hatırlıyorum ben. Bu esnada Fethullah Gülen cemaatinin Aydın Menderes’i boş bırakacağını düşünemiyorum bile. Nitekim aşağıda yazacaklarım Menderes’le Fethullah Gülen arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. adamını Aydın Menderes’e şoför yapan irade elbette CeMENDERES, CEMAAT’TEN HER ZAMAN RAHATSIZ maat iradesiydi. Aydın Bey’in kuşatıldığını bugün daha OLDU! iyi anlıyoruz. Ve bir başka şeyi daha anlıyoruz: Aydın Aydın Menderes hem kibar bir insandı hem de cema- Menderes, yeni kurduğu bir partiyi ilk fırsatta kapatıp at ve tarikatlara sıcak bakardı. Cemaatten gelen bir des- bir başka partiye kolayca geçivermişti. Belli ki çok sevditek talebini reddetmesi mümkün değildir. Ancak, benim ği partisinden kolayca kurtulmasının sebebi, etrafındaki bildiğim kadarıyla Gülen, Aydın Menderes’e bir “Cemaat cemaat kuşatmasından duyduğu rahatsızlıkmış. Partisi” sipariş etti ve Menderes bunu kabul etmedi. NiteALPARSLAN GÖKTAŞ’IN KEHANETİ... kim kurduğu Büyük Değişim Partisi, Fethullah Gülen’in Alparslan Göktaş Aydın Menderes’in şoförüydü. Teistediği parti değil, Aydın Menderes’in Partisiydi. Çünkü Aydın Menderes, bir cemaat liderinin siparişiyle miz bir Anadolu çocuğuydu Alparslan. Aynı zamanda parti kuracak, bir cemaat liderine parti teslim edecek cemaate kendini adamış biri. Aydın Bey’in hem şoförbiri değildi. Ancak, Fethullah Gülen de Aydın Mende- lüğünü yapıyor hem de parti yönetiminde bulunuyorres gibi birini boş bırakacak biri değildi. Nitekim Aydın du. Partide önemli adamdı Alparslan. “Hocaefendi”yle Menderes’in kurduğu partinin genel idare kurulunda Menderes arasındaki iletişimde önemli bir rol oynaFethullah Gülen’in kontenjanı vardı. Ama daha ilginç dığı herkesçe malumdu. Zaten partide şoför gibi değil, olan şey şuydu: partinin sosyal ilişkilerini tanzim eden Menderes’in yardımcısı gibi davranırdı ve ayrıca öyle statülerle, Aydın Menderes’in tüm gezi ve etkinliklerini görülürdü. Alparslan bizim gibi her gün birlikte olduğu izleyen kişilerin istihdam edildiği görevlerde hep Gülen insanlara ne derdi biliyor musunuz? Aynen şunu: “Bakın Cemaatinin adamları yer alıyordu. Mesela Menderes’in göreceksiniz 20 sene sonra Hocaefendi Türkiye’ye cumözel kalem müdürü, ismi yanılmıyorsam Birol’du, bir hurbaşkanı olacak”. Bu inançlı iddiasını makaraya alan Fethullahçıydı. Oraya özel olarak oturtulmuş izleni- bizlere yine büyük bir ciddiyetle döner ve şöyle derdi: mi veriyordu ve görevi belli ki Aydın Menderes’i kont- “işte buraya yazıyorum, o gün gelince görüşürüz”. Alparsrol altında tutmaktı. Nerden biliyorum bunu? Şundan: lan Göktaş bence tarihi bir şahsiyet. O kehaneti dile geben partinin kurucularındandım ve o günlerde sürekli tirdiği günden bu güne tam 20 sene geçti. 17 Aralık 2013 Menderes’le birlikteydim. Menderes, özel kalem müdü- operasyonu bir hükümet devirme ve devleti bütünüyle ründen hiç hazzetmezdi ama onun orada durmasına da ele geçirme girişimiydi. Peki ya başarılsaydı ne olacaktı? müsaade ederdi. Diğer taraftan, şoförü Alparslan Gök- Nedendir bilmiyorum, bugünlerde bu soruyu kendime taş adında bir iş adamıydı. Göktaşlar adında bir şirketin sorduğum vakit nedense aklıma hep Aydın Menderes’in sahibi olan varlıklı bir aileye mensuptu Alparslan. Bir iş şoförü Alparslan Göktaş ve söyledikleri geliyor. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 81
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES'Lİ YILLARIN
KRONOLOJİSİ
1945
29 Mayıs CHP’li 5 Milletvekili bütçeye red oyu verdiler. 7 Haziran Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’in imzasıyla CHP Meclis Grubuna Dörtlü Takrir verildi. 11 Haziran Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul edildi. 12 Haziran CHP Meclis Grubunca Dörtlü Takrir reddedildi. 17 Haziran Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı. 26 Haziran Birleşmiş Milletler Antlaşması imzalandı. 18 Temmuz Millî Kalkınma Partisi kuruldu.
1946
7 Ocak Demokrat Parti Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes tarafından kuruldu. 8 Ocak Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar açıklamalarda bulundu. 22 Ocak Manisa Milletvekili Hikmet Bayur CHP’den çıkarıldı. 14 Şubat Kırşehir Milletvekili Fuat Çobanoğlu CHP’den ayrıldı. 28 Şubat Sosyal Adalet Partisi kuruldu. 9 Mart Eskişehir Milletvekili Emin Sazak CHP’den ayrıldı. 11 Mart Liberal Demokrat Parti kuruldu. 24 Nisan Çiftçi ve Köylü Partisi kuruldu. 26 Nisan Türk Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. 29 Nisan Belediye Kanununun seçimlerle ilgili maddeleri değiştirildi.
82
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
21 Eylül Adnan Menderes ve Fuat Köprülü CHP’den ihraç edildiler. 24 Ekim Birleşmiş Milletler Antlaşması yürürlüğe girdi. 5 Kasım Celal Bayar'ın Milletvekilliğinden istifası TBMM’de okundu ve kabul edildi. 27 Kasım Refik Koraltan CHP’den ihraç edildi. 2 Aralık Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı. 3 Aralık Celal Bayar CHP’den ayrıldı. 4 Aralık İnönü Bayar’ı kabul etti 20 Aralık Antalya Milletvekili Cemâl Tunca CHP’den ayrıldı.
10-11 Mayıs CHP’nin II. Olağanüstü Kurultayı toplandı ve CHP’nin Program ve Tüzüğünde değişiklikler Yapıldı. 14 Mayıs Türkiye Sosyalist Partisi kuruldu. 24 Mayıs Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kuruldu. 26 Mayıs Demokrat Parti Belediye Seçimlerini boykot etti. 2 Haziran Çiftçi ve Köylü Partisi kapatıldı. 5 Haziran Tek Dereceli Milletvekili Seçimi Kanunu kabul edildi ve Cemiyetler Kanunu’nda Değişiklik yapıldı. 10 Haziran TBMM’de Erken Seçim Kararı alındı. 17 Haziran Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi kuruldu. 20 Haziran Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisinin Kurulması 21 Haziran Yalnız Vatan İçin Partisi ve Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi kuruldu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
26 Haziran Arıtma Koruma Partisi kuruldu. 19 Temmuz İslâm Koruma Partisi kuruldu. 21 Temmuz Yapılan ilk çok partili seçimde CHP 397, 16 ilde seçime girebilen DP 61, bağımsızlar ise 7 milletvekili çıkardılar.
5 Ağustos TBMM Başkanlığına Kâzım Karabekir ve Cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü seçildi. 7 Ağustos Recep Peker Hükûmeti kuruldu. 19 Eylül DP’liler Seçim Kanununda Değişiklik Önerisini TBMM’ye sundular.
1947 7-11 Ocak Demokrat Parti Birinci Büyük Kongresi yapıldı. Hürriyet Misakı kabul edildi. 30 Mayıs Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri seçimi yapıldı. 18 Haziran TBMM İçtüzüğünde değişiklik yapıldı. 12 Temmuz İsmet İnönü 12 Temmuz Beyannamesini yayınladı.
22-24 Temmuz Demokrat Parti kongresi yapıldı. 9 Eylül Recep Peker Hükümeti istifa etti. 10 Eylül I. Hasan Saka Hükümeti kuruldu. 17 Kasım Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Olağan Kurultayı yapıldı.
1948 10 Mayıs Müstakil Demokratlar Grubu kuruldu. 8 Haziran I. Hasan Saka Hükümeti istifa etti. 10 Haziran II. Hasan Saka Hükümeti kuruldu. 9 Temmuz Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nda değişiklik yapıldı.
1949
14 Ocak II. Hasan Saka Hükümeti istifa etti. 16 Ocak Şemsettin Günaltay Hükümeti kuruldu. 20-25 Haziran Demokrat Parti İkinci Büyük Kongresi yapıldı. Milli Teminat Andı kabul edildi. 5 Temmuz Müstakil Demokratlar Grubu ve Öz Demokratlar Partisi MP’ye katıldı.
9 Temmuz Demokrat Parti Ara Seçimlere katılmama kararı aldı. 20 Temmuz Demokrat Parti’den ayrılan Mareşal Fevzi Çakmak, Osman Bölükbaşı gibi isimler Millet Partisi’ni kurdu. 17 Ekim Demokrat Parti Milletvekili Ara Seçimlerini boykot etti.
14 Eylül Seçim Kanununu hazırlayacak olan Bilim Kurulu’nun ilk toplantısı yapıldı. 16 Ekim Demokrat Parti Ara Seçimleri boykot etti. 6 Aralık CHP Meclis Grubu Adli Teminat İlkesini kabul etti. 16 Aralık Seçim Kanunu Tasarısı Meclise sunuldu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 83
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1950
16 Şubat Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nun Kabulü 24 Mart TBMM’de Seçim Kararının Alınması 22 Nisan Cumhuriyet Halk Partisi Aday Listelerini açıkladı. 23 Nisan Millet Partisi Aday Listelerini açıkladı. 24 Nisan Demokrat Parti Aday Listelerini açıkladı. 27 Nisan Cumhuriyet Halk Partisi Seçim Beyannamesini yayımladı. 28 Nisan Millet Partisi Seçim Beyannamesini yayımladı. 8 Mayıs Demokrat Parti Seçim Beyannamesini yayımladı. 14 Mayıs Milletvekili seçimleri yapıldı. Millet, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimler sonucunda; Demokrat Parti 416 milletvekiliği kazandı. Cumhuriyet Halk Partisi 69, Millet Partisi 1 milletvekili, Bağımsız adaylar 1 milletvekili ile temsil edildi. 20 Mayıs Demokrat Parti Meclis Grubu, Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanlığı adaylığına seçti. 22 Mayıs TBMM, 9. Dönem çalışmalarına başladı, Celal Bayar 387 oyla ( İnönü, 66 oy aldı) Cumhurbaşkanlığına seçildi. Refik Koraltan da Meclis Başkanı olarak göreve başladı. Kabineyi kurmakla İstanbul Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi. 23 Mayıs Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İnönü’yü Çankaya’daki evinde ziyaret etti. CHP Başkanı İnönü bir açıklama yaptı:”... Vatanımızda birlik ve düzenliğin kurulması, bizim için parti mülahazalarının üstündedir.” 29 Mayıs Başbakan Menderes "Sadece millete mal olmuş inkılapları saklı tutacağız" dedi. 2 Haziran Adnan Menderes, kabinesini açıkladı. 295 Milletvekilinin katıldığı oylamada, 282 oyla güvenoyu aldı. 6 Haziran Org. Nuri Yamut, Genelkurmay Başkanlığına atandı. 9 Haziran Adnan Menderes DP Genel İdare Kurulu tarafından Demokrat Parti Genel Başkanlığına seçildi. 14 Haziran DP Milletvekillerinden bir grup, Halkevlerinin yeni bir tüzüğe bağlanması için kanun teklifi verdiler. 16 Haziran Demokrat Parti hükümeti Ezanın Arapça Okunma yasağını kaldırdı.
84
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
25 Haziran Sovyetler tarafından desteklenen Kuzey Kore orduları, sabahın erken saatlerinde Güney Kore’ye saldırdı. 29 Haziran-3 Temmuz CHP VIII. Olağan Kurultayı yapıldı. İsmet İnönü Başkan, Kasım Gülek Genel Sekreter seçildi. 5 Temmuz Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı. 7 Temmuz Dünya Bankası Türkiye'ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı. 9 Temmuz Kuzey-Güney Kore Savaşında BM bütün ulusları, komunist Kuzey Kore'ye karşı ABD'nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılmaya çağırdı. 14 Temmuz Af Kanunu kabul edildi. 25 Temmuz Cumhurbaşkanı Bayar’ın Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Kore Savaşı’na katılmak üzere 4509 kişilik bir Tugayın, Birleşmiş Milletler emrine verilmesini kararlaştırdı. 28 Temmuz İnönü, gazetecilere verdiği demeçte: “Karar, TBMM’den geçirilmemiş ve memleketi savaşa götürecek böyle önemli bir konuda muhalefet partisiyle fikir teatisinde bulunulmamıştır.” 1 Ağustos Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) başvurdu. 2 Ağustos Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) Türkiye’nin de katılması için çalışmalar yoğunlaştırıldı. 13 Ağustos Köy ve Mahalle Muhtarlık seçimleri yapıldı. 31 Ağustos Halkevlerine yapılan yardım tutarı, Maliye Bakanlığınca incelenmeye başlandı. 3 Eylül Belediye seçimlerinde 600’ü aşkın CHP’li belediyeden 560’ı Demokrat Parti’ye geçti. 15 Eylül Sağlık Bakanı Prof. Dr. Nihat Reşat Belger istifa etti. 16 Eylül Türkiye'nin NATO'ya girme başvurusu reddedildi. 21 Eylül Türk Tugayı Kore’ye hareket etti. 15 Ekim İl Genel Meclisi Seçimleri yapıldı. 17 Ekim Türk Tugayı Kore’ye ulaştı. 28 Ekim Bayındırlık Bakanı Gen. Fahri Belen, istifa etti. 4 Kasım Türkiye, ‘İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma’ Antlaşmasını Roma’da imzaladı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 Kasım Kore’de ‘Kunuri Savaşı’ diye adlandırılan, çok kanlı çarpışmalar başladı ve günlerce sürdü. Türk Tugayı, kendisinden sayıca üstün düşman kuvvetlerinin geceli gündüzlü üç günlük ağır taarruzuna rağmen, bulunduğu hattan çekilmedi ve Müttefik 8.ordusunun geri çekilebilmesini sağladı.
3 Aralık Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı. 12 Aralık CHP merkez binası, Hazine malı oldu.
1951 12 Ocak Kore’de yaralanan askerlerimiz, Tokyo’dan yurda hareket etti. 21 Ocak Ankara’ya, ilk Kore hasta ve yaralı kafilesi geldi. 24 Şubat Kırşehir'de Atatürk büstü saldırıya uğradı. 5 Mart Atatürk heykeline yapılan saldırıyı kınamak için, Kırşehir’de büyük bir protesto mitingi düzenlendi. 8 Mart Başbakan Adnan Menderes istifa etti. Hükümeti kurmakla tekrar Menderes görevlendirildi.
1 Ağustos Yabancı sermayeyi teşvik kanunu kabul edildi. 6 Ağustos CHP’nin Halkevleri yoluyla tasarrufuna geçirdiği malların hazineye geri verilmesine dair kanunun görüşmeleri esnasında, CHP’liler, CHP’nin mallarıyla ilgili görüşlerini belirttikten sonra salonu terk ettiler. Kanun teklifi, DP’lilerin oylarıyla kabul edildi. 8 Ağustos Halkevlerinin Kapatılmasına İlişkin Kanun çıkarıldı. 16 Eylül Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı.
9 Mart Menderes, 2. Kabinesini kurdu. 2 Nisan 2. Menderes Kabinesi, 50’ye karşı 345 oyla güvenoyu aldı. 3 Mayıs Demokrat Parti Meclis Grubu'nda din eğitiminin genişletilmesi istendi. 4 Mayıs Menderes Meclis'te yaptığı konuşmada "Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır. 1 Temmuz Atatürk’ün heykel ve büstlerine karşı yapılan saldırıları kınamak için, yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri yapıldı. 18 Temmuz CHP’nin Seçim Kanununda Değişiklik Önerisi TBMM’ye sunuldu. 25 Temmuz Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun kabul edildi.
19 Eylül Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türkiye ve Yunanistan'a NATO'ya katılma çağrısı yaptı 20 Eylül Türkiye, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’na kabul edildi. 15-20 Ekim Demokrat Parti Üçüncü Büyük Kongresi yapıldı. 17 Ekim Türkiye’nin, NATO’ya katılmasıyla ilgili protokol Londra’da imzalandı. 4 Kasım İlkokullarda din dersi, ders programına alındı. 26 – 30 Kasım CHP IX. Olağan Kurultayı yapıldı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 85
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1952
12 Ocak ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı. 21 Ocak Milli Savunma Bakanlığı, Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı. 2 Şubat Dünya Bankası ile Seyhan Barajı kredisi hakkında görüşmeler yapıldı. 18 Şubat Türkiye, NATO’ya resmen katıldı. 4 Mart Amerikan Genelkurmay Başkanı (daha sonra Başkan olacak olan) Eisenhower Ankara’ya geldi. 19 Mayıs Türkiye Köylü Partisi kuruldu. 16 Haziran Türkiye’ye girmeleri yasak olan Osmanlı Hanedanı üyelerinin, bazı şartlarla yurda girebilmelerine dair kanun kabul edildi. 19 Haziran Dünya Bankası Yönetim Kurulu Seyhan Barajı kredisini onayladı. Kredinin ön şartı, Çukurova Elektrik A.Ş.’nin halka açık anonim şirket olmasıdır. 22 Haziran Karabük’te dökme boru fabrikası kurulması kararlaştırıldı. 18 Temmuz Türkiye, Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi. 24 Temmuz Amasya Şeker Fabrikası kuruluş anlaşması imzalandı. Bu fabrikanın çoğunluk hisselerinin pancar üreticilerinde olması kararlaştırıldı. 28 Temmuz Sümerbank’ın Taşköprü-Denizli-Erzincan-Diyarbakır Fabrikalarının inşaatları tamamlandı.
1953
5 Ocak Unilever fabrikası açılışı yapıldı. 21 Ocak Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili olarak ilk anlaşma bir Amerikan şirketiyle yapıldı. 31 Ocak Batman rafinerisi (330 bin ton/yıl) inşaat sözleşmesi imzalandı. 28 Şubat Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında üçlü dostluk antlaşması Ankara’da imzalandı. 4 Nisan Dumlupınar Denizaltısı, NATO tatbikatından dönerken Çanakkale Boğazında Naboland adlı İsveç gemisiyle çarpışarak battı.
86
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1 Ağustos Seyhan Barajı’nın dış kredi dışındaki iç para sorunu halledildi. 12 Eylül Adapazarı şeker fabrikası temeli atıldı. 27 Eylül İnönü, Bursa’da konuştu: “Müstakil mahkeme, müstakil yargıç mefhumu bugün vatanın en önde gelen konularından biridir.” 3 Ekim Elazığ Gölcük Santrali ve Elazığ İplik Fabrikası temelleri atıldı. İzmir ÇİMENTAŞ çimento fabrikası temeli atıldı. 8 Ekim Balıkesir'e giden CHP lideri İnönü'yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti. 11 Ekim CHP bir bildiri yayınladı: “... Muhalefet kanunlar içinde yapmaya hakkı olduğu görevini yerine getirmekten fiilen men edilmiştir.” 22 Kasım Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a, Malatya’da suikast yapıldı. Yalman, yara almadan kurtuldu. 23 Kasım Eczacıbaşı İstanbul ilaç fabrikası açılışı yapıldı 24 Aralık Öz Türkçe kelimelerle meydana getirilmiş olan 10 Ocak 1945 tarihli Anayasa, Prof. Fuat Köprülü ve 23 arkadaşının teklifi ile kaldırıldı ve 20 Nisan 1924 tarihli Anayasa tekrar yürürlüğe girdi. CHP, aleyhte oy kullandı.
6 Nisan Menderes, Kabinesi’nde bazı değişiklikler yaptı. Enerji Kongresi yapıldı. 9 Nisan Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı. 14 Nisan Döviz alım-satımı serbest bırakıldı. 24 Nisan NATO Konseyi, Balkan Paktı’nı onayladı. 6 Mayıs İller Bankası’nın hedefleri açıklandı. Belediyesi olan 600 yerleşim merkezi elektrik ve suya kavuşturulacaktı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
12 Mayıs Sarıyar’da derivasyon tüneli tamamlandı.
8 Ağustos DHY (Devlet Hava Yolları) KİT oldu.
17 Mayıs Derme (Malatya) Hidroelektrik Santrali hizmete açıldı.
15 Ağustos İşletmeler Bakanı Yırcalı kurulacak 12 çimento fabrikasını açıkladı.
18 Mayıs TBMM, Balkan Paktı’nı oybirliği ile onayladı.
23 Ağustos İşletmeler Bakanı Yırcalı kurulacak 9 şeker fabrikasını açıkladı.
28 Mayıs Kore’de şiddetli çarpışmalar meydana geldi.
24 Ağustos Amerika Başkanı Eisenhower’ın beyanatı: “Kore’deki diğer Birleşmiş Milletler askerlerinin yanında Türk Tugayı’nın elde ettiği başarılar, Türkiye’nin fevkalade savaş kabiliyetini ve hür dünyanın yanında daima yer almak azminde olduğunu ispat etmiştir.” 26 Ağustos Çukurova Elektrik A.Ş. (ÇEAŞ) ile imtiyaz sözleşmesi imzalandı.
30 Mayıs Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye'den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak istediklerini bildirdi. 5 Haziran Etibank’ın yatırım kararı: Çatalağzı % 100 tevsi edildi. 10 Haziran Sovyetler Birliği nota vererek, iki ülke ilişkilerindeki gerginliği hafifletmek teklifinde bulundu. 20 Haziran Güney Sanayi tesislerinin açılışı yapıldı.
27 Ağustos Trabzon Visera santralının genişletilmesi tetkik edildi. 31 Ağustos Samsun limanı inşaatı ihale edildi.
22-27 Haziran CHP’nin X. Olağan Kurultayı yapıldı.
6 Eylül Balıkesir Dokuma Fabrikası – temel atma töreni yapıldı.
27-28 Haziran Millet Partisi Dördüncü Büyük Kongresini yaptı.
10 Eylül Gediz nehri üzerindeki Demirköprü barajı yakında ihale edildi. (İhale bedeli 203 milyon TL)
8 Temmuz Millet Partisi geçici olarak kapatıldı.
13 Eylül Amasya ve Konya şeker fabrikalarında temel atma töreni yapıldı.
11 Temmuz Batı Anadolu Enerji Nakil Hatları (ENH) – ihalesi yapıldı.
5 Ekim Türkiye Güvenlik Konseyine seçildi.
13 Temmuz PTT, KİT oldu.
19 Ekim 167 komünistin yargılanmasına başlandı.
16Temmuz Erzurum Kombinası hazır hale getirildi.
10 Kasım Atatürk’ün naaşı, 15. ölüm Yıldönümünde Etnografya Müzesi’ndeki kabrinden alınarak Anıtkabir’deki ebedi istirahatgahına defnedildi. 9 Aralık CHP’nin mallarının Hazine’ye devredilmesine dair kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’na geldi. 10 Aralık CHP’nin bildirisi: “... CHP, kendisini bir mal ve mülk davası karşısında değil, bir rejim davası karşısında görmektedir. Maruz kaldığımız bu muameleyi seçim mücadelesinin meşru olmayan bir tertibi saydığımızı yüksek sesle bildiririz.” 14 Aralık CHP’nin mallarına el konuldu. Tasarı 5’e karşı 341 oyla kanunlaştı.
17 Temmuz Seyhan Barajı yapım sözleşmesinin ihalesi yapıldı. 21 Temmuz Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi. 27 Temmuz Kore Savaşı sona erdi. 28 Temmuz TCDD, KİT oldu. Sivas fabrikasında yük vagonları üretimi başladı. 1 Ağustos Sovyetler, Müttefik Ülke Filolarının İstanbul’a yaptıkları ziyaretlerden rahatsızlığını dile getirdi. Yeşilköy uluslar arası hava limanı ve terminal binası açıldı. 6 Ağustos Çatalağzı tevsii işi İngilizlerle imzalandı.
19 Aralık CHP’nin yeni genel merkezi Ankara’da törenle açıldı. 24 Aralık CHP'nin Ulus Gazetesi'ne el konuldu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 87
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1954
7 Ocak Genç Demokratlar Teşkilatı kuruldu. 17 Ocak Cumhurbaşkanı Bayar, Amerika Başkanı Eisenhower’ın davetlisi olarak Amerika’ya gitti. 18 Ocak Yabancı Sermayeyi teşvik kanunu kabul edildi. 20 Ocak Master Plan’a göre Kayseri,Susurluk,Bu rdur,Erzincan,Erzurum,Malatya,Elazığ olmak üzere 7 şeker fabrikası daha ihale edildi. 22 Ocak 20 Çimento fabrikası ihale edildi. 23 Ocak 30 il merkezinin otomatik telefon santralı ihalesi yapıldı. 27 Ocak Millet Partisi kendini feshetti. 28 Ocak Bayar’ın ABD gezisi sırasında, Başkan Eisenhower’ın konuşması: “... Dünyanın en çetin müdafilerinden biri olan Türk Milletini selamlıyoruz... Türkiye’nin tek bir kuşakta meydana gelen gelişmesi, zamanımızın harikalarından biridir.” 29 Ocak Bayar, Amerikan Kongresi’nde bir konuşma yaptı. Türk ve Dünya Bankası teknik heyetleri Gediz Barajını tetkik için İzmir’e gitti. 10 Şubat Cumhuriyetçi Millet Partisi kuruldu. 11 Şubat Karabük-Ankara, Bolu-Düzce ENH ları ihaleleri yapıldı. 17 Şubat Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik kabul edildi. 25 – 27 Şubat CHP III. Olağanüstü Kurultayı yapıldı. 3 Mart Soma Termik santralı sözleşmesi yapıldı. 8 Mart Basın Kanunu kabul edildi. 12 Mart TBMM’de, seçimlerin yenilenmesi oybirliği ile kabul edildi. 18 Mart Batı Almanya Başbakanı Adenauer 9 gün sürecek gezisine Ankara’dan başladı. 21 Mart New York Times “Dünya Bankası Personeli Türkiye tarafından görevden alındı.” başlıklı makaleyi ilk sayfadan haber yaptı. 28 Mart Demirköprü (Gediz) ve Kemer Barajları ihalesi yapıldı. (bir Fransız grubuna 11 yıllık kredi ile) 31 Mart Karabük çelikhane ve haddehane tevsii yatırımları temel atma töreni yapıldı. 2 Nisan Mersin limanı inşaatı ihalesi yapıldı. ( 65 milyon lira) 3 Nisan Hirfanlı Barajı ön ihalesi yapıldı.
88
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
4 Nisan Samsun limanı inşaatı ihalesi yapıldı. 7 Nisan Kayseri şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı. 11 Nisan CHP ve CMP aday listelerini YSK’ya verdiler. 12 Nisan DP aday listesini YSK’ya verdi. 13 Nisan Haydarpaşa ve Salıpazarı limanlarında tevsii inşaatı temel atma töreni yapıldı. SEKA 3. Kağıt Fabrikası açılışı yapıldı. 15 Nisan Yugoslav Devlet Başkanı Mareşal Tito, Türkiye’ye geldi. 19 Nisan Susurluk şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı. 24 Nisan İskenderun gübre fabrikası (süperfosfat) açılışı yapıldı. Şirketin % 51’i kamu kuruluşları, % 49’u ABD sermayesi 25 Nisan Mersin limanı temel atma töreni yapıldı. 26 Nisan Burdur şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı. 2 Mayıs Genel Seçimler yapıldı. Demokrat Parti oy oranını arttırarak 503, CHP 31, CMP 5 ve Bağımsızlar 2 Milletvekili kazandılar. 10 Mayıs Ankara’daki uçak motorları fabrikası traktör fabrikasına dönüştü. 14 Mayıs TBMM toplandı, İstanbul Milletvekili Celal Bayar, 486 oyla yeniden Cumhurbaşkanlığına, Refik Koraltan Meclis Başkanlığına seçildi. Menderes, Kabineyi kurmakla görevlendirildi. 17 Mayıs Menderes, 3. Kabinesini açıkladı. Menderes Kabinesi, 27’ye karşı 491 oyla güvenoyu aldı. 24 Mayıs İngiliz Simon Handling Engineering şirketi ile 6 milyon Sterling kredi kapsamında 200 bin tonluk 4 betonarme hububat silosu, 1 un değirmeni ve 40 adet pelemir temizleme cihazı için anlaşma imzalandı. 1 Haziran Çatalağzı tevsii temel atma töreni yapıldı. 2 Haziran Menderes Amerika’ya gitti. 8 Haziran Menderes Amerik’dan döndü. 9 Haziran Pakistan Başbakanı Türkiye’yi ziyaret etti. 11 Haziran TBMM, Türk-Pakistan Anlaşmasını kabul etti. 29 Haziran 8 HES ihalesi yapıldı
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
20 Temmuz Nevşehir il, Kırşehir'de Nevşehir iline bağlı bir ilçe haline getirilmiştir. 26-30 Temmuz CHP’nin XI. Kurultayı yapıldı. 7 Ağustos Millet Gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 9 Ağustos Balkan İttifakı imzalandı. 18 Ağustos Millet Gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis cezasına çarptırıldılar. 22 Ağustos Çorum çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı. 28 Ağustos Emekli General Sadık Aldoğan Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret ettiği için tutuklandı. 11 Eylül Erzincan şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı. 16 Eylül Afyon çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı
1955
8 Ocak İkizdere Baraj ve HES ihalesi yapıldı. 12 Ocak Türkiye Irak arasında anlaşma imzalandı. 19 Ocak Elazığ Şeker Fabrikası temel atma töreni yapıldı. 22 Ocak Sümerbank’ın devam eden yatırımları: 190 milyon TL olarak açıklandı. 23 Ocak Hububat silo kapasitesi 1 milyon tona ulaştı. 24 Ocak Özel Sektör Konya’da çimento fabrikası kuruldu (Krupp ile) 25 Ocak Hirfanlı Barajı ve HES ihalesi yapıldı (İngiliz Wimpey şirketi kazandı.) 3 Şubat Adana çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı. 14 Şubat Alsancak limanı inşaatı - temel atma töreni yapıldı. 17 Şubat TOE Kamyon Fabrikası kuruluş anlaşması imzalandı. Ortakları: Federal Motor Truck Co. – MKE – Ziraat Bankası-Tariş – Çukobirlik – Yeni bir anonim şirket kuruldu.
17 Eylül Tunçbilek termik santral temel atma töreni yapıldı. 23 Eylül Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, 26 ay hapse mahkum oldu. 3 Ekim Darende Hidroelektrik Santrali hizmete açıldı. 7 Kasım Köy ve Mahalle Muhtarlık Seçimleri yapıldı. 13 Kasım CHP, basın hürriyeti, hakim teminatı, muhtar seçimleri, hayat pahalılığı ve ekonomik zorluklarla ilgili bir bildiri yayınladı. 24 Kasım Kütahya Şeker Fabrikası hizmete açıldı. 1 Aralık Adıyaman ili kuruldu. 3 Aralık İsmet İnönü, Hüseyin Cahit Yalçın’ı Üsküdar Cezaevi’nde ziyaret etti. 15 Aralık Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kuruldu.
24 Şubat Bağdat’ta Türkiye ile Irak arasında karşılıklı işbirliği antlaşması (CENTO) imzalandı. Pakt’a daha sonra İngiltere, Pakistan ve İran’da katıldı. ABD’de gözlemci gönderdi. 4 Mart ABD Columbia Steel şirketi ile 230 bin ton kapasiteli çelik silo anlaşması yapıldı. Traktör fabrikasında üretim başladı. İlk traktör Menderes’e hediye edildi. 11 Mart Etibank - Pechiney (Fra) şirketi arasında ferro krom fabrikası anlaşması imzalandı. 18 Mart Bayar, Hüseyin Cahit Yalçın’ın cezasını affetti. 23 Mart Demirköprü Barajı ve HES temel atma töreni yapıldı. 30 Mart İngiltere, CENTO’ya katıldı. 1 Nisan Kıbrıs’ta EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı. 3 Nisan Antalya Dokuma Sanayi TAŞ kuruldu. 24 Nisan Hirfanlı Barajı ve HES temeli atıldı. 3 Mayıs Barış İçin Atom Enerjisi Sözleşmesi imzalandı. ABD’nin yabancı bir ülke ile imzaladığı İlk Sözleşme
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 89
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
5 Mayıs Pakistan, CENTO’ya katılacağını ilan etti.
29 Ağustos Kıbrıs Konferansı Londra’da toplandı.
14 Mayıs Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı’nı imzaladılar. SEKA ve Demir – Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü kuruldu. (KİT statüsü) 20 Mayıs Ege Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversistesi kuruldu.
4 Eylül Londra’da bulunan Türk vatandaşları, Kıbrıs için miting yaptılar.
22 Mayıs TBMM’de, İnönü’nün “... Başbakanı durduracak hiçbir kuvvet kalmamıştır.” demesi üzerine, Menderes ile İnönü arasında sert tartışmalar oldu. 3 Haziran Elmalı Bendi II – açılışı yapıldı. 10 Haziran Hilton oteli açıldı. 23 Haziran DSİ – TCK - TCDD, Amerikan Westinghouse şirketinden 32 milyon Dolar değerinde kredili iş makineleri ithal edildi. 28 Haziran Kepez Baraj ve HES yapım anlaşması imzalandı. İmtiyazlı şirket kuruldu. 27 – 28 Haziran CMP Birinci Büyük Kongresini yaptı. 11 Temmuz Yunanistan’a, son zamanlarda Kıbrıs’ta meydana gelen Türklere yönelik şiddet olayları nedeniyle ilk nota verildi. 15 Temmuz Thornburg raporunu hükümete verdi. Raporda 10 sene sonra Türkiye ekonomik bakımdan en büyük devletler arasında yer alacağı sonucuna ulaşılmıştı. 23 Temmuz Kütahya’da Azot Sanayii Kompleksi temeli atıldı. 24 Temmuz İzmit Sümerbank-Mannesmann Boru fabrikası temel atıldı. 14 Ağustos Pınarhisar çimento fabrikası temeli atıldı. 18 Ağustos TBMM’nin manevi şahsiyetine hakaret iddiasıyla 1 yıl hapis cezasıyla 4 ay Bursa’da oturmaya mahkum edilen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek cezaevinden tahliye edildi. 23 Ağustos Kıbrıs’ta garantör ülke konumunda bulunan İngiltere’ye, meydana gelen olaylar üzerine ilk nota verildi.
90
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
6 Eylül ‘6/7 Eylül’ olayları. ‘Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi’ İstanbul, İzmir ve Ankara’da şiddetli protestolarla kınanmaya başlandı. Olayların önünün alınamaması üzerine, bu üç şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. 7 Eylül Gayrimüslimlere karşı başlayan tepkiler, diğer şehirlere de sıçradı, olaylar çok güç yatıştırılabildi. TBMM olağanüstü toplandı. 9 Eylül İstanbul’da üç, Ankara ve İzmir’de birer askeri mahkeme kuruldu. 10 Eylül İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti. 12 Eylül TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı. 16 Eylül İzmir'de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı işleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı. 19 Eylül Ankara'da Ulus Gazetesi süresiz İstanbul'da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı. 25 Eylül İl Genel Meclisi Seçimleri yapıldı. 15-20 Ekim Demokrat Parti Dördüncü Büyük Kongresi yapıldı. 13 Kasım Belediye Seçimleri yapıldı. 29 Kasım Adnan Menderes istifa etti. Celal Bayar, Hükümeti kurmakla tekrar Menderes’i görevlendirdi. 8 Aralık 4. Menderes Kabinesi kuruldu. 58’e karşı 398 oyla güvenoyu aldı. 17 Aralık 6/7 Eylül olaylarından sonra İstanbul, İzmir ve Ankara’da sürdürülen sıkıyönetim, Ankara ve İzmir’de kaldırıldı. 20 Aralık Demokrat Parti'den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisi'ni kurdular.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1956
1 Ocak Bayar Erzurum’da Et Kombinası’nın tesislerini açtı. 5 Ocak Antalya İplik Fabrikası temel atma töreni yapıldı. 7 Ocak Bayar Konya’da Et Kombinasını ve Türkiye’nin en büyük tuğla ve kiremit fabrikasını açtı. 8 Ocak Konya Hotozlu’da 60 bin ton kapasiteli buğday silosu ve un değirmeni inşaatı başladı. 14 Ocak İstanbul’da Divan Oteli açıldı. 23 Şubat Meclis’te, Emin Kalafat’ın, İnönü’nün 6/7 Eylül olaylarından söz etmesinin vatanperverlikle bağdaşmadığını söylemesi üzerine olaylar çıktı. 2 Mart Cumhurbaşkanı'na hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu. 6 Mart Türkiye Yapağı ve Tiftik A.Ş. kuruldu. 31 Mart Çatalağzı ikinci ünite üretime başladı. (120 MW) 6 Nisan Tunçbilek termik santralinde üretim başladı. Çatalağzı – Karabük – Kırıkkale Ankara Enerji Nakil Hattı (ENH) tamamlanarak Akköprü trafo santralı hizmete açıldı. 8 Nisan Seyhan Barajı hizmete açıldı. 24 Ekim 1953’de temel atma töreninde I. Ünitenin 15.3.1956, II. ünitenin ise 15.4.1956’da hizmete açılacağı açıklanmıştı. Adana’da Bossa fabrikası açıldı. Başbakan Adnan Menderes, muhalefeti "Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik"le suçladı. 10 Nisan Bayar ve Menderes Birecik Köprüsü’nü açtılar. 12 Nisan Bayar Darıca çimento fabrikasının tevsiini hizmete açtı.Tevsi ile kapasite 40 bin tondan 300 bin tona çıkıyor ve Türkiye’nin en büyük çimento fabrikası. 25 Nisan Jeep Fabrikası açılışı yapıldı.(Türkiye’de ilk taşıt aracı üretimi) Bir yıl önce traktör fabrikası da üretime geçmişti 1 Mayıs 6/7 Eylül olaylarında zarar görenlere tazminatları ödenmeye başlandı. 4 Mayıs İskenderun’da 20 bin tonluk beton hububat silosu açılışı yapıldı. 21-24 Mayıs CHP'nin XII. Genel Kurultayı yapıldı
30 Mayıs Ulaştırma Bakanı Arif Demirer Türkiye’nin ikinci uluslararası hava limanı Esenboğa’yı hizmete açtı. 31 Mayıs CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "Adım adım mutlakıyete gidiyoruz " dedi. 6 Haziran 6-7 Eylül Olayları nedeniyle ilan edilen sıkıyönetim kaldırıldı ve Basın Kanunu’nda değişiklikler yapıldı. 7 Haziran Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Karabük haddehane tevsii ihalesi yapıldı. 9 Haziran Pfizer Türkiye’de antibiyotik üretime başlamak üzere temel atma töreni yapıldı. 11 Haziran GİMA (Dıda Maddeleri A.Ş.) kuruldu. 14 Haziran Kasım Gülek’e 1 Yıl Hapis Cezası verildi. 15 Haziran Akis dergisi toplatıldı. 27 Haziran Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda değişiklikler yapıldı. 8 Temmuz Muhalefet Liderleri, İnönü, Karaosmanoğlu ve Bölükbaşı müşterek bir tebliğ yayınladı. - ABD Başkan Yardımcısı Nixon (daha sonra Başkan olacaktır), resmi ziyarette bulunmak üzere Türkiye’ye geldi. 14 Temmuz Ankara Çimento Fabrikası üretime başladı. 22 Temmuz Akis dergisi toplatıldı. 4 Ağustos Ulus gazetesi toplatıldı 13 Ağustos Bakanlar Kurulunca, ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi. 1 Eylül Köy ve Mahalle Muhtarlık Seçim Süreleri dört yıla çıkarıldı. 14 Eylül Akis dergisi toplatıldı. 30 Eylül- 2 Ekim Bayar ve Menderes Erzurum, Erzincan, Elazığ, Malatya Şeker Fabrikalarını hizmete açtı. 25 – 27 Ekim CMP’nin İkinci Genel Kongresi yapıldı. 26 Ekim Balıkesir Dokuma Fabrikası hizmete açıldı. 15 Kasım Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu. 4 Aralık Hürriyet Partisi TBMM’de Anamuhalefet Partisi haline geldi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 91
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1957
5 Ocak Eisenhower Doktorini resmen açıklandı. 14 Şubat Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için cami yaptırma derneğine 100.000 TL bağış yaptı. 4 Nisan Eskişehir çimento fabrikasının açılışı yapıldı. 11 Nisan Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı 21 Nisan SEKA 3. ünite üretime başladı. 11 Mayıs Zaman Gazetesi'nden Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular. 19 Mayıs Kayseri’de halka yaptığı açıklamada Adnan Menderes, DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını açıkladı. 26 Mayıs Adana çimento fabrikası üretime başladı. 27 Mayıs Sanayi Bakanlığı kuruldu. 31 Mayıs Atatürk Üniversitesi kuruldu. 12 Haziran SEKA tevsii sözleşme imzalandı. 20 Haziran Samsun’da Güney Oto Lastik ve Kauçuk A.Ş. kuruldu. Otomotiv yan sanayi.(Bugün FKK adıyla büyük bir kuruluş) 30 Haziran Ankara Gülveren semtinde 4200 ucuz mesken yapılması için temel atma töreni yapıldı. 1 Temmuz 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden il yapıldı. 2 Temmuz Osman Bölükbaşı tutuklandı. 5 Temmuz İstinye tersanesinde 750 kişilik 48 mt yolcu gemisi yapıldı. 27 MW’lık Almus barajı ihalesi yapıldı. 6 Temmuz SEKA 4. Kağıt Fabrikası temel atma töreni yapıldı. 15 Temmuz THY’na İngiliz BOAC yarım milyon Sterlin ile ortak oldu. 18 Temmuz Orhan Köprülü’nün DP’den istifa etti. 19 Temmuz Maliye Bakanlığı Müsteşarı iki proje ili ilgili protokollerin imzalandığını açıkladı: 5 milyar kwst elektrik enerjisi üretecek Keban Barajı ve İstanbul Boğaz Köprüsü 23-25 Temmuz Osman Bölükbaşı serbest bırakıldı, yeniden tutuklandı.
92
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
24 Temmuz İngiliz havayolu işletmecisi BOAC, THY’nın % 25 hissesini satın aldı. Ayrıca 10 seneli vadeli 1.5 milyon Sterlin kredi verdi ve THY böylelikle çok büyük ihtiyacı olan 4 motorlu, türbin pervaneli (yarı jet) 54 kişilik 5 adet yeni uçağa kavuştu. 28 Temmuz Çanakkale’de temel atma törenleri yapıldı. Özel sektör: Meyve konservesi, Seramik (Kalebodur) fabrikaları, Sümerbank (özel sektör ile ortak) palamut (valeks) tesisi. Haliç Tersanesi’nde Haydarpaşa-Sirkeci arasında demiryolu vagonu taşıyacak özel feribot üretimi yapıldı. 6 Ağustos Zonguldak limanı ve lavvuar (kömür yıkama) tesisi (12 bin ton/gün) – açılışı yapıldı.(Lavvuar atıkları ile Çatalağzı’nda elektrik üretilmek üzere) Daha önce en pahalı taşkömürü ile üretiliyordu. 7 Ağustos Filyos tevsi açılışı yapıldı. 8 Ağustos Menderes Kastamonu Taşköprü’de şeker fabrikası temeli attı. Açıklamasında “İktisadi İstiklal Mücadelesinin Meydan Muharebesi kazanılmıştır.” dedi. 23 Ağustos Orhan Köprülü Hürriyet Partisine girdi. 4 Eylül Muhalefet Partileri Ortak Bir Bildiri yayımladı. 7 Eylül DP kurucularından Prof. Fuat Köprülü partisinden istifa etti. 9 – 11 Eylül CHP’nin XIII. Kurultayı yapıldı. 11 Eylül TBMM’de seçimlerin yenilenmesi kabul edildi ve Seçim Kanununda değişiklikler yapıldı. 14 – 16 Eylül Hürriyet Partisinin İlk Büyük Kongresi yapıldı. 15 Eylül İstanbul Ataköy’de Türkiye’nin ilk toplu konut projesinin temeli atıldı. 18 Eylül Cumhuriyetçi Millet Partisinin Olağanüstü Kongresi 5 Ekim CHP’nin Milletvekili Aday Listesi açıklandı. 7 Ekim DP’nin, Hür. P.’nin ve CMP’nin Milletvekili Aday Listeleri açıklandı. 10 Ekim Vatan Partisinin İstanbul ve İzmir İllerinin Aday Listesi açıklandı ve CHP’nin Seçim beyannamesi açıklandı. 18 Ekim Hür. P.’nin Seçim beyannamesi açıklandı. 21 Ekim CMP’nin Seçim beyannamesi açıklandı. Bayar “30 yıl sonra Türkiye küçük bir Amerika olacak” dedi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 Ekim Genel Seçimler yapıldı. Demokrat Parti 424, Cumhuriyet Halk Partisi 178, Cumhuriyetçi Millet Partisi 4, Hürriyet Partisi 4 milletvekili çıkardı. 1 Kasım TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. İstanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına ve Refik Koraltan Meclis Başkanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Menderes görevlendirildi.
1958
16 Ocak İstanbul’da 9 Subay Olayı’ olarak adlandırılan hadise ortaya çıktı. 19 Ocak Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin istifa etti. 28 Ocak Kıbrıs’ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı. 31 Ocak TBMM, Kıbrıs’ta İngiliz askerlerinin Türklere karşı silah kullanması dolayısıyla İngiltere’yi kınadı. 14 Şubat İstanbul Oto Sanayi Sitesi temel atma töreni yapıldı. 15 Mart DİMES – Türkiye’nin ilk meyva suyu fabrikası kuruldu. 9 Nisan CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı yol açtı. 1 Mayıs Çorum Çimento Fabrikası açılışı yapıldı. 8 Mayıs Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıyla Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı. 9 Mayıs Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı. 22 Mayıs Ankara şeker fabrikası – temel atma töreni yapıldı. 26 Mayıs Tutuklu bulunan 9 Subayın mahkemesine başlandı. 28 Mayıs Basın suçlularının affı tasarısı, DP’lilerin oyu ile reddedildi. Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Dergi de 3 ay kapatıldı. 31 Mayıs Haydarpaşa liman ve 34 bin tonluk hububat silosu hizmete girdi.
28 Kasım Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.
4 Aralık 5.Menderes Kabinesi 133’e karşı 403 oyla güvenoyu aldı.
7 Haziran İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda Büyük Kıbrıs mitingi yapıldı. 14 Haziran Türk Hükümeti, İngiltere’nin Kıbrıs planını kabul etmedi. 14 Temmuz Irak Kralı Faysal, Prens Abdülillah ve Başbakan Nuri Sait öldürüldü. 15 Temmuz ABD, Lübnan’a asker çıkardı. 17 Temmuz İngiltere, Ürdün’e asker çıkardı. 20 Temmuz Irak’taki olaylar dolayısıyla kısmi seferberlik hazırlıklarına başlandı. 4 Ağustos IMF Türkiye'ye 250 milyon dolar kredi verdi. 9 Ağustos İngiliz Başbakanı McMillan gelişen son olaylar üzerine Türkiye’ye geldi. 7 Eylül Soma Termik Santralı açılışı yapıldı. 17 Eylül İstanbul’da Keresteciler Çarşısı temel atma töreni yapıldı. Motorlu Dokumacılar Sitesi temel atma töreni yapıldı. 21 Eylül Başbakan Menderes, CHP'nin parti olmadığını, İsmet İnönü'nün siyaseti bırakması gerektiğini söyledi. 22 Eylül İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir" şeklinde cevap verdi. Alsancak limanı ve hububat silosu hizmete girdi. 25 Eylül Kemer Barajı ve HES açılışı yapıldı. 1 Ekim İngiltere’nin hazırladığı ve Türkiye’nin kabul etmiş olduğu, yeni Kıbrıs planı uygulanmaya başlandı. Kıbrıs bunalımı, Türkiye ile Yunanistan arasında daha da yoğunlaşıyor. 6 Ekim Milli Sanayi Sergisi açıldı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 93
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
12 Ekim Adnan Menderes Manisa Nutkunu yaptı. (Vatan Cephesi Çağrısı) 17 Ekim Zile Olayları yaşandı. 19 Ekim Başbakan Menderes, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’ı ziyaret etti. 26 Ekim Balıkesir Çimento Fabrikası açılışı yapıldı. 3 Kasım CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.
1959
12-15 Ocak CHP XIV. Olağan Kurultayı yapıldı. 21 Ocak Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Ulus Gazetesii'ndeki bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı. 5 Şubat Türk-Yunan görüşmeleri Zürih’te başladı. 17 Şubat Başbakan Menderes’i Londra’ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. Olayın Türkiye’de duyulması üzerine, bir süredir Iktidar ile Muhalefet arasında süren gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası sürdürülemedi. 19 Şubat Kıbrıs konusunda Londra Antlaşması imzalandı. Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri tarafından imza edildi. 21 Şubat Elazığ Çimento Fabrikası açılışı yapıldı. 26 Şubat Yurda dönen Menderes törenlerle karşılandı. Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti. 4 Mart TBMM, Londra Antlaşması’nı, muhalefetin 135 red oyuna karşın 347 oy ile kabul etti. 5 Mart Türkiye ile ABD arasında ikili askeri anlaşma imzalandı. ABD'nin diğer Bağdat Paktı ülkeleriyle de imzaladığı bu ikili anlaşmaya göre, bu ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda bulunacaktı. 15 Nisan Başbakan Menderes bindiği Giresun ve refakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya'ya gitti.
94
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
16 Kasım Atatürk Üniversitesi açıldı. 25 Kasım 9 subaydan (9 subay olayı) 8’i beraat etti. 27 Kasım Pınarhisar Çimento Fabrikası açılışı yapıldı. 30 Kasım İnönü'nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi'ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
24 Nisan İnönü’nün 28 Aralık 1958 tarihinde Ankara İl Kongresinde yaptığı konuşmadan dolayı dokunulmazlığının kaldırılması istenildi. 30 Nisan Uşak Olayları yaşandı. 1 Mayıs Uşak'ta İsmet İnönü'nün başına taş atıldı. 12 kişi tutuklandı. 4 Mayıs Topkapı Olayları yaşandı 7 Mayıs Yunanistan Başbakanı Karamanlis, resmi ziyarette bulunmak için Türkiye’ye geldi. 26 Haziran Afyon beton travers fabrikası temel atma töreni yapıldı. 20 Temmuz TBMM’de sert tartışmalardan sonra ara seçimlerin ertelenmesi kabul edildi. 31 Temmuz Türkiye (sonradan AB’ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için resmen başvurdu. 27 Eylül CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek istifa elli. 7 Kasım Milletvekili Osman Bölükbaşı 10 ay hapis cezası aldı. OTOSAN şirketi kuruldu.2005 yılında TÜPRAŞ’dan sonra Türkiye’nin 2 inci büyük sanayi kuruluşu 2 Ağustos 1960 tarihinde üretime geçti. 18 Kasım Yüksek İslam Enstitüsü, İstanbul’da geçici olarak İmam Hatip Okulu’nda öğretime başladı. 18-20 Kasım CKMP Dördüncü Büyük Kongresi yapıldı. 6 Aralık Amerika Başkanı Eisenhower resmi ziyarette bulunmak üzere Türkiye’ye geldi. 8 Aralık ERDEMİR demir ve çelik sanayi ile ilgili protokol imzalandı. 16 Aralık Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1960
6 Ocak Adnan Menderes - ATAŞ’ta temel atma töreni yapıldı.Kapasite 3 200 000 ton / yıl Tamamı yabancı sermaye(Amerikan+İngiliz).
3 Mayıs Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, yazılı olarak hükümeti uyarmak istedi. (mektup darbeden sonra açıklanmıştır.)
8 Ocak Hirfanlı Barajı ve HES Adnan Menderes Türkiye’nin en büyük baraj ve hidroelektrik santralini hizmete açtı. Göl hacmi 5980 hektometreküp ( 6 milyar m3) Kapasitesi 128 MW - ülke toplam gücünün % 12’si. Adnan Menderes-Kesikköprü Barajı 76 MW temel atma töreni yapıldı.
5 Mayıs Ankara’da Kızılay’da, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanında bulunduğu bir ortamda, gösteriler ve protestolar (555K Olayı) düzenlendi.
7 Şubat İnönü’nün Konya Gezisi gerçekleşti. 23 Mart Bediüzzaman Said-i Nursi Şanlıurfa’da vefat etti.
6 Mayıs Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel görevinden izinli olarak ayrıldı. 11 Mayıs 310 Milyon Dolar yatırım bedeli olan Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Ereğli Demir Çelik Fabrikaları T.A.Ş. şirketi kuruldu. 15-18 Mayıs Menderes’in Ege Gezisi gerçekleşti. Menderes'i çok büyük kalabalıklar coşkuyla karşıladı.
2 Nisan İnönü’nün Kayseri Gezisi gerçekleşti.
17 Mayıs Bergama dokuma fabrikası açılışı yapıldı. Manisa dokuma fabrikası açılışı yapıldı.
12 Nisan Başbakan Menderes Temmuz Ayında Moskova’yı ziyaret edeceğini açıkladı. DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP'yi "silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla", bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı ve üç ayda işini bitirecek bir Tahkikat(Soruşturma) Komisyonunun kurulması yönünde kararın alındığını açıklıyordu.
18 Mayıs Demirköprü barajı 3 ve HES açılışı yapıldı.
18 Nisan İnönü, "Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam” dedi. 23 Nisan Adnan Menderes - İPRAŞ rafinerisi temel atma töreni yapıldı. Yabancı sermaye % 50 (ABD) Kapasite: 1 milyon ton/yıl. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu – 2005 Adnan Menderes İzmit boru fabrikasının tevsi yatırımı temel atma töreni yapıldı.Kapasite artırımı % 140 (Lisans ve kredi Mannesmann’dan) 27 Nisan Tahkikat Encümeni Salahiyet Kanunu, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi. 12 CHP Milletvekili 3-6 celse çıkarma cezası aldı. CHP Lideri İnönü, 12 celse çıkarma cezasına çarptırıldı. Mersin limanının bir bölümü hizmete açıldı. Limanda Avrupa’nın en büyük kapasiteli betonarme hububat silosunun (100 bin ton) inşaatı yapıldı.Birkaç ay sonra, 1960 yılında, tamamlandı. 28 Nisan İstanbul ve Ankara’da meydana gelen olaylar üzerine iki şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. İstanbul Üniversitesi’nde, DP aleyhinde gösteri yapıldı. 29 Nisan Ankara ve İstanbul Üniversiteleri bir ay süre ile kapatıldı. 1 Mayıs İstanbul’da bir günlük, gündüz sokağa çıkma yasağı kondu. 2 Mayıs NATO Bakanlar Konseyi, İstanbul’da toplandı. Protesto gösterileri yapıldı.
21 Mayıs Harp Okulu öğrencileri Ankara’da, iktidar partisi aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptılar. 25 Mayıs Meclis, 20 Haziran 1960 tarihine kadar tatil edildi. 25-26 Mayıs Menderes’in Eskişehir gezisi gerçekleşti. 26 Mayıs Eskişehir yem fabrikası temel atma töreni yapıldı. 27 Mayıs 27 MAYIS Darbesi. Meclis feshedildi. 28 Mayıs Cumhurbaşkanı Celal Bayar tutuklandı. Milli Birlik Komitesi Kabinesi açıklandı. Kabinede 3 asker ve 14 sivil yer aldı. Prof. Sıddık Sami Onar Başkanlığı'nda toplanan Profesörler Kurulu (İlim ve Hukuk Heyeti) '27 Mayıs'ın meşru olduğu hakkında rapor verdi. 30 Mayıs DP İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu bulunduğu Harp Okulu'nda pencereden atlayarak intihar ettiği duyuruldu. 1 Haziran İnönü, Ankara'da yaptığı basın toplantısında, 'Ordunun harekatından haberdar olmadığını' belirtti. 12 Haziran İhtilali gerçekleştiren üst rütbeli subayların oluşturduğu 'Milli Birlik Komitesi'nin 1 sayılı kanunu ile Anayasa'nın bazı maddeleri kaldırıldı ve bu suretle TBMM feshedildi. TBMM'nin bütün hak ve yetkileri, Geçici Anayasa gereğince Milli Birlik Komitesi'ne devredildi. Milli Birlik Komitesi üyelerinin adları açıklandı. 21 Haziran Milli Birlik Komitesi, TBMM binasında çalışmalarına başladı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 95
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
22 Haziran Emekli Oramiral Fahri Korutürk, Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliğine atandı.
7 Ekim Yüksek Adalet Divanı üyeleri Ankara'dan ayrılarak Heybeliada'ya yerleştiler.
24 Haziran MBK üyeleri törenle yemin ettiler.
14 Ekim Yassıada duruşmaları başladı. 587 sanık ve 1063 tanık dinlendi. Divan kararlarına göre 15 kişi ölüm cezasına, 31 kişi müebbet hapis cezasına, 418 kişi çeşitli cezalara çarptırıldı. 123 kişi beraat etti. MBK 15 ölüm cezasından 4'ünü onayladı. Bayar'ın cezası yaş haddinden dolayı müebbet hapse çevrildi. 3 ölüm cezası infaz edildi. Diğer 12 ölüm cezası ise müebbet hapse çevrildi.
30 Haziran Geçici Anayasa'nın 6. Maddesine göre MBK tarafından seçilen 1 Başkan ve 30 üye denmeydana gelen 'Yüksek Soruşturma Kurulu' toplandı. 4 Temmuz Siyasi partilerin, taşra teşkilatları kapatıldı. 12 Temmuz Celal Bayar, vatana ihanet suçundan Yüce Divan'a sevk edildi. 3 Ağustos 235 general ve amiral emekliye sevk edildi. Bu olay 'Eminsular' adıyla anılır. 12 Ağustos MBK'nin kabul ettiği kanunla, MBK'nin çıkardığı kanunların geçici olmadığı kabul edildi. Kanundan geçici kelimesi çıkartıldı. 15 Ağustos Zürih ve Londra Antlaşmaları'na dayanılarak Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs'ın Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı. 16 Ağustos Antlaşmalar gereğince bir Türk Alayı büyük bir törenle Kıbrıs'a çıktı. 82 yıl sonra ilk defa Türk askeri Kıbrıs'a ayak basıyordu. 25 Ağustos MBK 10 Bakanı görevinden azletti. 2. MBK Hükümeti kuruldu. 11 Eylül MBK üyesi ve Ankara Valisi Gen. İrfan Baştuğ, İstanbul-Ankara yolunda trafik kazasında öldü. 26 Eylül Celal Bayar, tutuklu bulunduğu Yassıada'da, bel kemeriyle intihara teşebbüs etti. 29 Eylül Demokrat Parti kapatıldı.
1961
3 Ocak Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) kuruluş kanunu kabul edildi. 4 Ocak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kabul edildi. Yeni Kabinenin kurulabilmesi için bütün Bakanlar istifa etti. 5 Ocak Cemal Gürsel, 6 yeni Bakan alarak 3. Kabinesini kurdu. 6 Ocak Kurucu Meclis çalışmalarına başladı. 14 Ocak Memleketçi Cumhuriyet Partisi kuruldu. 11 Şubat Yeni partiler kuruldu. Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi Çalışma Partisi, Memleketçi Parti, Mutedil Liberal Parti, Türkiye İşçi Partisi.
96
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 Ekim Üniversite öğretim üyelerinin affına ve yer değiştirilmelerine dair kanun kabul edildi. Sonradan 147'ler olarak adlandırılacak olan 147 öğretim üyesi (profesör, doçent, asistan) görevlerinden uzaklaştırıldı. 9 Kasım Emekliye ayrılan subayların, istekleri halinde öğretmenliğe atanabilmelerine dair kanun kabul edildi. 14 Kasım 14 MBK üyesinin görevlerinden affına dair kanun kabul edildi. 15 Kasım MBK, 'Dışişleri Bakanlığı Kuruluşu' hakkındaki kanuna ek olarak kabul ettiği kanunla, Dışişleri dış teşkilatında 14 Müşavirlik kurdu ve Komitedeki görevlerinden alınan 14 üye, en az 2 yıl yurda dönmemek üzere bu Müşavirliklere atandı. Bu kişiler on dörtler olarak da adlandırılırlar. 19 Aralık İskenderun'da Atatürk Anıtı saldırıya uğradı.
30 Aralık CHP, aralarında İnönü'nünde olduğu 49 'Kurucu Meclis' üyesini seçti.
13 Şubat Yeni Türkiye Partisi ve Düstur Partisi kuruldu. 6 Mart İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulundu. 1 Nisan Siyasi faaliyete izin verildi. 6 Nisan Temsilciler Meclisi'nde, subay ve astsubayların oy kullanmaları kabul edildi. 24 Mayıs Ankara ve İstanbul'da yürürlükte bulunan sıkıyönetim uzatıldı. 25 Mayıs Yeni seçim kanunu kabul edildi. 27 Mayıs Yeni Anayasa (1961 Anayasa'sı olarak adlandırılır), Kurucu Meclis'te 2 red oyuna karşılık 260 oyla kabul edildi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
21 Temmuz Kurucu Meclis seçimlerin 15 Ekim 1961 tarihinde yapılmasına karar verdi. 1 Ağustos Yassıada duruşmaları sona erdi. 24 Ağustos 15. CHP Kurultayı Ankara'da toplandı. 3 Eylül Başkan Gürsel'in Başkanlığında toplanan parti başkanları, yapılacak Milletvekili seçimlerinde, 27 Mayıs'ı zedelememek, 'Eminsular' konusunu deşmemek, DP'yi methetmemek konusunda bir antlaşma imzaladılar. 15 Eylül Yassıada Yüksek Adalet Divanı kararları açıklandı. 15 Sanık ölüm cezasına çarptırıldı. Diğer sanıklar çeşitli cezalara çarptırıldılar. Ölüm cezasına çarptırılanlar: Celal Bayar / Adnan Menderes / Fatin Rüştü Zorlu / Hasan Polatkan /Refik Koraltan / Agah Erozan / İbrahim Kirazoğlu / Ahmet Hamdi Sancar / Nusret Kirişçioğlu / Bahadır Dülger / Emin Kalafat / Baha Akşit / Osman Kıvrakoğlu / Zeki Erataman / Rüştü Erdelhun Yüksek Adalet Divanı'nca verilen ölüm cezalarından, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın ölüm cezaları MBK Tarafından onaylandı. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 65 yaşını bitirdiği için cezası müebbet hapse çevrildi, diğer ölüm cezaları ise Milli Birlik Komitesi tarafından müebbet hapse çevrildi. 16 Eylül Eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan hakkında verilen ölüm cezaları İmralı Adası'nda infaz edildi.
17 Eylül Eski Başbakan Adnan Menderes hakkında verilen ölüm cezası İmralı Adası'nda infaz edildi. 15 Ekim Genel seçimler yapıldı. Adalet Partisi: 158 Milletvekili 70 Senatör / CHP: 173 Milletvekili 36 Senatör / YTP: 65 Milletvekili 28 Senatör / CKMP 54 Milletvekili 16 Senatör çıkardı. 25 Ekim Darbeden 17 ay sonra TBMM, Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından açıldı. 26 Ekim Org. Cemal Gürsel, 607 oyun 434'ünü alarak Cumhurbaşkanlığı'na seçildi. Suat Hayri Ürgüplü, Senato Başkanı, Fuat Sirmen TBMM Başkanı seçildiler. 10 Kasım CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Hükümeti Kurmakla görevlendirildi. Cumhurbaşkanı Gürsel: "... İçinde bulunduğumuz güç şartları çözümleyecek birine görev verdim." dedi. 20 Kasım İnönü, CHP-AP Koalisyon Hükümeti'ni kurdu. 2 Aralık 8. İnönü Kabinesi, 4 red, 78 çekimser oya karşın 269 oyla güvenoyu aldı. 23 Aralık Başbakan İnönü yaptığı konuşmasında: "... Af, Hükümet programına alınmıştır. Bardağı taşıracak bir damla daha koymayacağım. Bu durumda herkesin bana yardım etmesi lazımdır. Bardaklar doldurulmuştur. Taşıramam. Bir damla daha ilave edemem. Huzuru behemehal getireceğiz. Bütün sınıfların huzur içinde yaşaması lazımdır." dedi.
"Mukaddem Olan Millettir..."
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
GEÇ BULUP TEZ YITIRDIĞIMIZ
Doç. Dr. Havva TALAY ÇALIŞ 25. Dönem AK Parti Kayseri Milletvekili
Adnan Menderes dediğimizde önce Çakırbeyli Çiftliği’ndeki zenginlik ve rahatını bırakıp Türkiye’nin topyekûn zenginleşmesi ve mutluluğu için siyasete atılmış bir fedakâr serdengeçti Aydın Efesi gelir aklıma. Merhum Menderes’in Serbest Fırka’da başlayan siyasi yolculuğu, Atatürk’ün şahsi tercihiyle Cumhuriyet Halk Fırkası milletvekilliği ile devam etmiştir bir süre. O sessiz yıllarında Ankara Hukuk Fakültesini bitirmekle kalmamış, gece gündüz kütüphanelerden çıkmamacasına kendisini her bakımdan yetiştirmiş. Çok partili hayata geçişimizde bir işaret fişeği olan “Dörtlü Takrir” sonrası kurulan Demokrat Parti’nin genel başkanı ve Başbakan olmuş.
98
|
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1946’da yapılan seçim güler misin, ağlar mısın nev’inden bir seçimmiş. Oylar herkesin görebileceği şekilde açıktan atılıyor fakat sayım gizli yapılıyormuş. Bunun sonucu olarak Demokratlar, CHP’nin kendilerine münasip gördükleri sayıda milletvekili ile yetinmek zorunda kalmışlar. İkinci Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde yoksulluk, yolsuzluk, ekmek karneleri, harp zenginleri, karaborsacılık, işsizlik, açlık denilince CHP akla gelirmiş. Vergi jandarma dipçiği ile toplanırmış. Ezan Türkçe okunurmuş (Hayyeal'el Felâh / Haydi Kurtuluşa kısmı hariç!) Kur’an öğretmek yasakmış, halk kefen bezi bile bulamıyormuş. Varlık vergisini ödeyemeyen gayrimüslimler Aşkale çalışma kampına gönderiliyormuş. Ağnam vergisini ödeyemeyen köylü yol yapımında çalıştırılıyormuş. Bu listeyi olabildiğince uzatmak mümkündür. Tüm bunlara rağmen millete hizmet eden konumunda olan memur sınıfının bir eli yağda bir eli baldaymış ve emreder konumda imişler. 1950 Mayıs’ının 14’ünde “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla yola çıkan Demokratlar dillere destan bir “Ak Devrim” gerçekleştirmişler. Bu sefer seçimde oylar gizli atılmış fakat açıktan sayılmış. Böylece CHP 1946’da yaptığı hileleri yapamamış. Bu aslında Türkiye’de Demokrasinin zaferidir. CHP artık muhalefete düşmüş. Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuş. “Demir Kırat” yola çıkmış. Anadolu bir baştan bir başa şantiyeye dönüşmüş. Yollar, barajlar, fabrikalar, tarımda makineleşme, okullar, hastaneler, üniversiteler… Hangi birisini saymalı… Millet en önemlisi “hürriyet”le tanışmış. Ezan-ı Muhammedî Demokratların ilk icraatı olarak “Allahuekber, Allahuekber” diye din dilinde okunmaya başlanmış tekrar. Kur’an öğretimi serbest olmuş. İmam Hatipler, ilâhiyatlar açılmış. Radyolardan Kur’an ve Mevlid-i Şerif ’ler okutulmuş. Millet bayram etmiş, Menderes’i her gittiği yerde onlarca kurbanlar keserek karşılamışlar. Ne yazık ki yılların CHP’si muhalefete alışık değilmiş, o yıllarda rahat içinde yaşayan sivil ve askeri bürokrasi de bu duruma intibak edememiş. Siyasi tarihimizin en kibar, beyefendi figürü olan Adnan Menderes “diktatör” ilan edilmiş. CHP etkisindeki bazı üniversite hocaları anarşiyi körüklemişler. Sokak eylemleri artmış. Askeri okul öğrencileri yürüyüş yapmışlar. Bir yandan da fısıltı
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
gazetesi ile yalan haberler yaymışlar. Menderes öğrencileri kıyma makinasından geçirtip asfaltların altına gömüyormuş gibi yalanların en çirkinini yaymakta sakınca görmemişler. CHP sandıkta alamadığı iktidarı darbeyle almayı kafasına koymuş bir kere. Nitekim öyle de olmuş. Merhum Menderes 27 Mayıs 1960 günü Eskişehir’den Kütahya’ya giderken tutuklanmış. Hukuk tarihimizin yüz karası Yassıada Sözde Mahkemelerinde verilen hükümlerle Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmişler. Bayar başta olmak üzere yüzlerce Demokrat Partili ise Kayseri cezaevinde mahkûm edilmişler. Darbe sonrası tekrar Başbakan olan İnönü’nün keyfi yerine gelmiş ama milletimiz topyekûn “Menderes asılacak adam değildi” hükmünde ittifak etmiş. O gün bugündür Türkiye’de kim “Ben Menderes’in devamıyım” dediyse bu aziz millet O’nu iktidara getirmiş.
Biz AK Partili kadrolar da bu gerçeğin hep bilincinde olageldik. Merhum Menderes’in aziz hatırasını yaşatmak adına Aydın’da bir müze ile Özgürlük ve Demokrasi Adaları’ndaki büyük projemiz devam etmektedir. Merhumun Hür ve Büyük Türkiye hedefi bizim de hedefimizdir ve iktidarımız döneminde çok büyük adımlar atılmıştır. Adnan Menderes seçilmiş ilk Başbakanımızdır, Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan ise seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımızdır. Darbeler dönemi çok şükür ki artık sona ermiştir. Milletimiz hürriyetin ve refahın tadını almıştır. Artık geri gidiş söz konusu değildir. 2023’te inşallah güçlü bir dünya devleti Türkiye'ye doğru emin adımlarla gidişimizi kimse engelleyemeyecektir. Bu duygu ve düşüncelerle Şehit Başvekilimiz Adnan Menderes’i rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Mekânı cennet olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 99
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRK SİYASİ HAYATININ ÖKSÜZ VE YETİM ÇİFTÇİ BAŞVEKİL’İ ADNAN MENDERES
Ahmet Rıza ACAR Aydın Ticaret Odası Eski Bşk. Ak Parti Aydın Kurucu İl Bşk. 22. Dönem Aydın Milletvekili
Osmanlı Devleti dönemimizde doğmuş, Büyük Savaşı yaşamış, İstiklal Harbine iştirak etmiş, İstiklal gazisi unvanını almış Adnan Menderes, ülkemizde genellikle Başvekillik dönemleri ile gündeme gelir. Hâlbuki doğumu ile ilk gençlik yılları da önemli hadiselerle doludur Adnan Menderes’in. Bu yazıda kaynaklara dayanarak, doğumundan gençlik yıllarına, parlamenter oluşuna ve Demokrat Parti kuruluşuna kadar geçen dönemi dikkate alacağız. Her zaman rahmetle andığımız, Başvekil Adnan Menderes 1899 yılında Aydın’da dünyaya geldiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Annesinin ikinci çocuğu olan Adnan’ın doğumundan bir müddet sonra sağlığı bozulur. Babaanne Fitnat Hanım oğlunu, gelinini ve torunlarını İzmir’e götürür. Anne Tevhide Hanım için İzmir’de doktorlar seferber edilirse de kurtarılamaz. Daha sonra babası da hastalanır. Tedavisi İstanbul’da yapılırken bir otel odasında hayatını kaybeder. Sırası ile hala Sacide Hanım, abla Melike’de vefat eder. Bu vefatlar genellikle 100 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
veremden meydana geldiğini yine tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Küçük Adnan, anne ve babasını hiç bilmediği gibi, ablası Melike’yi de hatırlayamaz. Babaanne Fitnat Hanım torunu Adnan’ı çok sevmektedir. Adnan’a anne ve babasını aratmayacak şekilde yetiştirme gayreti içersinde olduğu gibi, ona en iyi eğitimi de aldırmak istemektedir. Babaannenin üstüne titrediği torun Adnan hasta olmaktan kurtulamaz. Hastalığı, kendisine karantina uygulanacak derecede ağırdır. Allah’ın inayeti, Fitnat hanımın titizliği, daha havadar bir eve taşınılması, doktorların da tedavilerinde hassasiyet göstermeleri neticesinde toparlanır ve hastalığını yener. Geçirdiği bu ağır rahatsızlık sebebi ile okula gidemediği için, evde özel hocalar tutularak, okuma yazma öğrenmesi sağlandı. Fitnat Hanımın torunu Adnan eğitimine İlk, Orta ve liseyi sırası ile İttihat ve Terakki mektebinin Rüştiye kısmından başlar. Orta bölümü bitirmeden, İzmir Kızılçullu Amerikan kolejinde devam etmiştir. Geleceğin Adnan Menderes’i, eğitim aldığı okullarda kendini göstermiş, Türkçülük ve milliyetçilik ile ilgili duygu ve düşüncelerini bu devrede geliştirmiştir. Amerikan Kolejinde okurken, okuldaki misyoner rahiplerin, öğrencileri Hıristiyan yapma çabaları dikkatini çeker ve iki arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki’nin İzmir Teşkilatının önde gelenlerinden olan Mahmut Celal Bey’e (Celal Bayar) şikâyet ederek,. Okul hakkında soruşturma açılmasını sağlamışlardır. Bu durum gösteriyor ki, Fitnat Hanım, torunu Adnan’ı yetiştirirken İslam dini ve inancı ile ilgili hassasiyet kazandırmıştır. Adnan Bey, okulunu bitiremeden 1. Dünya savaşı çıkmış ve Osmanlı Devleti de, 2.Abdulhamid’i deviren o günkü ihtilalcilerin basiretsizlikleri, tecrübeden yoksunlukları, savaşın çıkış gayesini göremeyen, savaşı çıkaranların hedeflerinin ne olduğu ve/veya ne olabileceği yönünde olgunlaşmış fikirler oluşturamamaları yüzünden kendini savaşın içinde buldu. İşte Adnan Bey’inde içersinde olduğu o yaşta ki gençlerin eğitimleri yarım bıraktırılarak hemen askere alındı. Adnan İstanbul Erenköy’de bulunan Yedek Subay Okuluna sevk edilmek suretiyle askerliği başlamış oldu. Adnan Bey burada sporcu kişiliğinin de yardımı ile zorluk çekmeden mezun oldu. Mezuniyetinin ardından, İttihat ve Terakkinin en meşhurlarından olan, 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın emrine verilerek Suriye cephesine gönderildi. Bu yolculuk esnasında hastalanarak Pozantı İstasyonunda indirilerek seyyar hastaneye kaldırıldı. Kendisine konulan teşhis, zehirli sıtmadır. Çocukluğunda verem
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU hastalığı ile boğuşan Adnan, şimdi de, zehirli sıtma ile mücadele edecektir. Allah’ın inayeti ve iyi bir tedavi ile bunu yenmeyi başardı. Yedek Subay okulunda okurken, hamisi ve en sevdiği insan olan Babaannesi Fitnat Hanım’ı kaybedince daha bir yalnızlaşmıştır. Hastaneden çıktıktan sonra, yeni görev yeri olarak İzmir 17.Kolordu emrine intikal etmiştir. İki yıllık askerlik hizmetini, cephe gerisinde tamamlamıştır. 1.Dünya Savaşının bitmesinden bir müddet sonra, hastalık tekrar Adnan Bey’in yakasına yapışmıştır. Üçüncü kez yakasına yapışan hastalık ise verem zannedilirken, karahumma olduğu anlaşılmıştır. O zamanlar İzmir’in en meşhur hekimlerinden olan, Dr. Mustafa Bey ve ekibi bir nevi sağlık seferberliği şeklinde çalışarak iyileştirmiştir. Adnan bitkin ve yıpranmış, ruhi çöküntü içerisinde bir vücut ile ülkenin ve İzmir’in geleceğinin karardığı bir dönemde memleketi, doğduğu ama yaşayamadığı, çiftliğinin bulunduğu şehir olan Aydın’a gelmiştir. İzmir gibi büyük bir şehirde yaşayan, Babaannesi Fitnat Hanım’dan da iyi bir aile terbiyesi alan, kibar, zarif kişilik sahibi olan Adnan Bey’in duruşu, köylülerce, çalışanlarca ve arazisini işgal ederek işleyen çiftçilerce çok yadırganmıştır. Alışılagelmiş bir Ağalık anlayışı ve uygulaması olmayan Adnan Bey, o günkü şartlarda elbette yadırganabilir. Hatta tapusu altında olan yerlerinin köylülerce işgal edilerek, ekilip biçilmesine, zeytin yetiştirmelerine bile ses çıkarmamıştır. Her halde herkesin beklentisi, Ağa, sağında solunda bugünkü adıyla korumaları ve kâhyası olan, sert ve haşin bakışlar, despotik tavırlar sergileyerek, korku salan, herkesi hazır ola geçiren bir duruş olsa gerekti. Fakat Adnan Bey’in, kibar ve zarif kişiliği, Babaannesinden aldığı aile terbiyesi bu ve benzeri sertlikleri yapmasına asla müsaade etmeyecek cinsten bir terbiye ve ahlaktı. Adnan Bey, çiftliği hakkında tam bir bilgi sahibi olamadan, Yunanlılar Aydın’a girmişlerdir. Menderes Nehrinin güneyi İtalyan’lar, kuzeyi de Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu işgallere bir de bulaşıcı hastalık olan sıtma da eklenince, halkın perişanlığı daha da artmıştır. Sağlık malzemelerini bulmak zor olduğu gibi tedavi olmak ise daha zordur. Bu esnada Adnan Bey’de sıtma hastalığına yakalanır. İşgalci İtalyanların halkla ilişkileri sıcak olduğu gibi, halkın ihtiyaçlarını gidermek için de yardımcı oluyorlardı. Böylece çatışmasız bir İtalyan işgali yaşanıyordu. Adnan Bey’e hastalığının tedavisi için sağlık hizmeti verdikleri de bir gerçektir. İtalyan Doktorların sonunu ölüm gördükleri ve Rodos’a nakletmek istemeleri üzerine, olaya el koyan Türk Dr. Binbaşı, Allah ne yazdı ise o olacaktır diyerek, bu sevk kararını kabul etmez. Ağır hasta Adnan Bey’i, Çine’de Nuri Bey’in hanına nakleder. Gerekli olan tedbirler alınarak, tedavisi yapılır ve Adnan Bey yavaş yavaş iyileşir. Hastalıklar sanki Adnan Bey’e yapışmıştır. 1918 – 1922 yılları arasında geçirmiş olduğu hastalık sayısı dört dür. Bunların hepsi de ölümcül sayılacak niteliktedir. Bu kadar ağır hastalık-
lardan kurtulan, Londra’da geçirdiği uçak kazasından sağ çıkan öksüz, yetim ve çiftçi olan, ömrü milletine hizmet etmeye adamış, halkın özgür iradesi ile seçtiği ilk Başvekil’inin, ihtilalciler eliyle asılarak hayatına son verilmesi de calibi dikkattir. Yunanlıların yaptığı zulümler, ülkenin geleceğinin karanlıklar içerisinde olması, dağ taş her tarafın eşkıya ile dolması, Çakırbeyli çiftliğini de harekete geçirmiştir. İçinde Adnan Bey’in de olduğu, Topçu Üsteğmen Selami Bey’in önderliğinde, direniş teşkilatı olarak görev yapacak olan Ayyıldız Çetesi kurulmuştur. Adnan Bey’in, Babaannesinden aldığı, ahlak ve terbiye ile yoğrulmuş vatan sevgisi, Aydın’ın ve Ülkenin zor şartları, onda mücadele azmine dönüşmüştür. Çocukluğunda ve gençlik yıllarında defalarca yakalandığı ölümcül hastalıklarla boğuşan Adnan Beyi, şimdi de vatanın müdafaası ve kurtuluşu için yapılan mücadelenin içinde görüyoruz. Adnan Bey, bu mücadelelerle geçen hayatının 17 Eylül 1961 tarihine kadar süreceğini ve darağacında sona ereceğini, Büyük Türk Milletini de yasa boğacağını tabiidir ki o gün bilmiyordu. Adnan Bey, yedek subay olarak milli mücadelede fiilen bulunduğu gibi, çeşitli görevlerde alır. Nihayet 01 Ağustos 1923 tarihinde milli mücadelenin sona ermesi ile birlikte askerlik görevi sona erer. Çiftliğine döner. Zira Babaanne Fitnat Hanım Adnan Bey’e okumasını ve esas ekmek kapısı olarak toprağı seçmesini, çiftçiliği iyi yapmasını, arazinin büyüklüğünü de dikkate alarak, çiftçiliği çok iyi bir hale getirmesi gerektiğini çok iyi aşılamıştı. Böylece çiftliğinin başına geçen Adnan Bey, ilgisizlikten, tarım yapılmamasından, ayrıca köylülerce de yer yer işgal edilmiş olan çiftliğine çeki düzen vermek, üretim yapma, pazara sunmak ve gelir elde etmek mecburiyetindedir. Bu arada çiftliğinde toprakla haşır neşir olduğu gibi, zarif ve kibar kişiliği ile de çevresinde yaşayan insanlarla da ilişkilerini, diyaloglarını geliştirerek dostluklar oluşturur. Gerek çiftliği düzene sokma çabalarını, tarımla uğraşmasını, gerekse de çevresindeki insanlarla kurduğu dostluklarla ilgili olarak, kendi ifadesi ile “Gözü görmeyen bir ninenin, gergefte nakış işlemesi”ne benzetir. Adnan Bey, tarım ve çiftçiliğe kendini kaptırmış ve başarıya ulaşmak için büyük uğraşlar verirken, yaşının ilerlediğini fark eder ve evlenmeye karar verir. Aydın’da eşraftan biri haline gelmesi, İzmir’de de babaanne tarafından Katipzadeler olarak, tanınırlığının yüksek olması, öyle anlaşılıyor ki, araya girenler ve tavsiyeler onu evlilik için İzmir’e yönlendirdi. 2 Eylül 1928 tarihinde, İzmir’in tanınmış ailelerinden Evliyazade’lerin, kültürlü, bilgili, Fransızcası son derece iyi, piyano çalan, batılı anlayışta, çok iyi eğitim almış bir bayan olan Berrin Hanımefendi ile evlenir ve Aydın’a gelin gelerek Çakırbeyli çiftliğine yerleşir. Adnan Menderes ve Siyaset Adnan Bey, Babaanne Fitnat Hanım’dan aldığı terADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 101
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU biye ve milli kültür ile Rüştiye ve Amerikan Kolejinde okurken elde ettiği milliyetçi fikir yapısının etkileri ile millet ve memleket meseleleri ile ilgilendiği, yakından takip ettiği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen okullarda okurken talâkatının çok iyi olduğu da bir gerçektir. Bu yönü ile de tanınması, Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulunca, Aydın Teşkilatının kurulması için, Adnan Bey, SCF’nin Genel Başkanı Fethi Okyar’a tavsiye edilir. Adnan Bey ile görüşen SCP’nin önde gelenleri onu ikna edemezler. Fethi Bey, Adnan Bey ile özel olarak görüşür. Uzun saatler süren ve gece yarısına kadar devam eden görüşmede, Fethi Bey SCF’nin farklı yaklaşımlarından, yeni siyasette yeni yüzlere ihtiyaç olduğundan bahseder. Cumhuriyet Halk Fırkasının yönetim anlayış ve uygulamalarından halk memnun değildir. Adnan Bey’de bunun farkındadır. Esasen Adnan Bey’de yeni şeylerin söylenmesi ve uygulanması, özgürlüklerin genişletilmesi anlayışındadır. O günkü toplum yapısına göre milletin omurgası oluşturan çiftçi kesimi ve halk çok fakirdir. Vergiler çok yüksektir. Ülke’de yatırım yok, özel sektör diye bir kavramın bile olmadığı bir dönemdir. Mücadeleyi seven ve iktidarı denetleyecek, halkın hakkını savunacak, alternatif üretecek bir parti görünümü veren yeni oluşumun lideri olan, Fethi Bey, bu uzun görüşmenin ardından Adnan Bey’i ikna eder. Böylece Adnan Bey SCF Aydın Teşkilatını kurarak siyasete atılmış olur. Hatta bölgede Nazilli, Denizli ve Muğla’da yapılan teşkilatlanmalara katkıda bulunur. SCF, kısa süre içerisinde halkın da teveccühü ile Ege ve Marmara bölgesinin her yerinde teşkilatlanmasını gerçekleştirir. 23 Eylül 1930 yılında yapılan Yerel seçimlerde, bilhassa Anadolu’nun Batı bölgelerinde önemli başarılar kazanan SCF’den CHF fazla rahatsız oldu. Bu seçimde Valiler, Kaymakamlar, nahiye müdürleri, polis, jandarma ve iktidardan yana olan memurların baskı ve hilelerine rağmen yeni nesil ve fakir halk CHF’na olan öfke ve tepkiden reylerini SCF’na verdi. Bu durum fincancı katırlarını ürkütmüştür. Çevrilen çok çeşitli entrikalardan ve yapılan baskılardan sonra, SCF’nın kendisini feshetmek mecburiyetini doğurdu. Böylece ülkemizde daha özgürlükçü bir ortam meydana getirecek olan çok partili hayat belirsiz bir başka bahara kaldı. Halk SCF ile ümitlenmiş ve geleceğinin daha iyi olacağını basireti ile fark etmiş, onun için SCF’na destek vermiştir. Türkiye çok kısa süren bu iki partili hayattan tekrar tek partili, bürokrasinin ve siyasetin baskıcı anlayış ve uygulamalarına kısacası Tek Adam idaresine geri döndü. Bu durum Adnan Bey’de büyük bir hayal kırıklığı yarattı. CHF’ da, halkın SCF’na kısa süre içerisinde gösterdiği ilgiyi ve sevgiyi dikkate alarak kendini sorgulamaya başlamıştır. Bölgelere heyetler göndererek araştırma ve incelemeler yapıyor, çeşitli kesimden insanlar ile görüşüyorlardı. Aydın bölgesine de Celal Bayar Başkanlığında, Vasıf Çınar, Ziya ve Halit Onaran’dan oluşan bir heyet gelir. Adnan Bey gelen heyeti tanıyor olmasına rağmen bir müddet temas kurmaz. Daha sonra temas kurmak 102 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
zarureti doğar. Celal Bayar ve arkadaşlarının aşırı ısrarı üzerine, fikirlerini burada savunmak için Adnan Bey arkadaşları ile birlikte CHF saflarına katılır. Adnan Bey CHF katılmadan önce tüm sıkıntı ve şikâyetlerini gerekçeleri ile birlikte heyete iletmeyi de ihmal etmediği gibi, teşkilatın yeniden kurulması gerektiğini de ifade eder. Onun tabiri ile “mutemetlik saltanatında üzücü bir takım hareketleri görülenler partiden uzaklaştırılacaktır” diyerek şart koşması, cesareti kadar farkında olmadan liderliğe doğru gittiğinin göstergesi olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda Adnan Bey’in Fethi Okyar ile uzun görüşmesi, Celal Bayar ve arkadaşları ile tartışmalı toplantı şeklinde geçen görüşmeleri siyasetin içinde olmadan önce dahi yaşadığı şehrin ve ülkenin sorunlarını takip ediyor, arkadaşları ile memleket meselelerini dolayısı ile siyaseti konuşuyor, tartışıyor ve bunlara çözümler ürettiği anlaşılıyor. Adnan Bey, CHF’nın önde gelenleri ile yaptığı görüşmelerden sonra Aydın İl Başkanı olur. Yapılan kongre ile SCF’de siyaset yaptığı arkadaşlarını da kadroya dâhil etmeyi başarır. Adnan Bey’in bütün şartları kabul görmüş, yetkileri de tüm vilayeti kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Parti içinde yuvalanmış eski şaibeli partililer tasfiye edilerek yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmiştir. SCF’nın kapanmasının ardından, CHF Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, belediye seçimlerinde SCF’nin başarılı olduğu illeri de kapsayan bir yurt gezisine çıkar. Halkın şikâyetlerini ve isteklerini yerinde görmek ister. Bu gezi güzergâhında bulunan Aydın Vilayetini de 3 Şubat 1931 tarihinde ziyaret eder. Gazi Mustafa Kemal Aydın’da halkla sıkı bir temas kurdu. Kendisine CHF’nın, SCF’lilerce ele geçirildiği şeklinde bilgiler verilmişti. Bu bilgilerden olsa gerek veya SCF muhalefetinin sanki kendisine karşı yapıldığı düşüncesinden hareketle İl Başkanlığına uğramak istemez. Israrlar karşısında birkaç dakikalığına uğramayı kabul eder. Kendisine burada kahve ve sigara ikram edilir ama reddeder. Fakat Adnan Bey memleket meseleleri ile siyasete ait görüşlerini aktardıkça ilgisi artar. Adnan Bey Tarım, ticaret, sanayi, kooperatifçilik, krediler dâhil olmak üzere birçok konuya değindikçe sigarasını birbiri ardına yakar ve birkaç kez kahve ısmarlar. Gazi ile Adnan Bey arasında sohbet ve tartışma uzun süre devam eder. Gazi Mustafa Kemal, birkaç dakikalığına geldiği İl Başkanlığında 4 saat kalır. Adnan Beyin fikirlerini ve görüşlerini çok beğenir. İltifatlarını da esirgemez. Hatta Recep Peker’e “Bugün konuştuğumuz genç elbette burada bizim mutemetlerimizle çalışamaz, şayanı dikkat bir genç” olduğunu ifade eder. Gazi, Bu ziyaret sonunda Adnan Bey’den iki şey ister. Birinci olarak Türk Ocakları Yönetim Kurulunun değişmesini, İkinci olarak, burada yapılan sunumu ve içeriğinde çözüm önerilerinin de bulunacak şekilde bir rapor haline getirilerek, ertesi gün Denizli dönüşünde kendisine takdim edilmesini emreder. Adnan Bey ve arkadaşları tüm gece boyunca çalışarak raporu hazırlarlar ve ertesi gün istasyonda Gazi Mustafa Kemal’e takdim
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU eder. Bu görüşme ve rapor Adnan Bey’in hayatının bundan sonraki bölümünün şekillenmesinde vesile olduğu da bir gerçek gibi görünmektedir. Gazi Mustafa Kemal yurt gezisinin ardından Ankara’ya dönünce hemen seçimlerin yenilenmesi kararını alır. Bu kararı almasını gerektiren sebepler, gezi vesilesi ile edindiği bilgiler, çeşitli talep ve raporlar, tanıştığı ve keşfettiği kişiler gibi faktörlerin olduğunu düşünebiliriz. 25 Nisan 1931 tarihinde yenilenen TBMM 4.dönem milletvekilliği seçimleri için, adayların Parti merkezine müracaatları şarttır. Adnan Bey’in müracaatı olmadığı halde, gece yarısı isminin okunduğunu ertesi gün arkadaşlarından öğrenir. Artık Adnan Bey’in kaderi, Türkiye’nin kaderi ile bütünleşmeye başlamıştır. Sürpriz bir şekilde Ankara’ya Mebus olarak giden Adnan Bey, Aydın’da İl Başkanlığını yürüttüğü gibi, Valilik dâhil bütün kurumlarda ve halk nezdinde etkindir. Parlamento çalışmalarında daha ziyade dinlemeyi, kendini geliştirmeyi, Recep Peker’inde uyarısı ile tahsilini tamamlamayı önceliğine almıştır. Tahsilini yarım bırakmak mecburiyetinde kalışının sebeplerin ifade eden bir dilekçeyi Maarif Bakanlığına verir. Dilekçenin kabul edilmesinin ardından, sınavsız bir şekilde Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. O günkü şartlarda Hukuk Eğitimi 3 yıldır. Adnan Bey bu eğitim başarılı bir şekilde tamamlar. Tanıyanların kendisi ile ilgili kanaatleri, zeki olduğu, son derece konuşkan, kendine özgü ve güzel konuşma tarzı olan, mantığının kuvvetli olduğu yönündedir. Disipline gelmediği söylendiği gibi, hukukta yerini doldurduğu da ifade ediliyordu. Artık Adnan Bey TBMM’nde yüksek okul diplomalı bir mebustur. Kendisine güveni son derece artmıştır. Parti içinde kendi gücü ile fikirleri ve çalışmalarıyla yükselmek istemektedir. Adnan Bey, meclis kürsüsünden ilk konuşmasını, 4 Aralık 1933 günü yapar. Bu konuşma Gümrük memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları ile alakalı olan kanun üzerinedir. CHF’na girerken şart koştuğu suiistimallerle mücadele edilmesi söylemi, önüne çıkan bu kanunla örtüşmüştür. Adnan Bey, konuşmasında rüşvetin yalnız Gümrük memurları içersinde değil, diğer memurlar arasında da yaygın olduğunu söyler. Kanunun kapsamının genişletmesi gereği üzerinde durur. Kanun bu şekli ile çıkarsa, rüşvetin “gümrük idarecilerinden başka yerlerde mubahtır” gibi yanlış bir durum ve anlayışın meydana gelebileceğini savunsa da, kanun meclise geldiği şekilde kabul edilir. Adnan Bey’in kürsüden yaptığı bu ilk konuşma Milletvekillerince olumlu karşılanır. Adnan Bey, bu arada soyadı olarak, kendisine Menderes’i seçtiği gibi, parti içerisinde de yükselmek çabası içerisindedir. CHP’nin merkez ve taşra teşkilatlarında çeşitli görevler almaya başlar. Spor Teşkilatı müfettişliği, Taşra ve Halkevleri Müfettişliği görevleri üstlenerek, halk ile olan ilişkilerini geliştirdiği gibi, çok çeşitli kesim-
lerle tanışma ve kaynaşma imkânı buldu. Böylece kibar ve zarif kişiliği ile de toplum kendisini tanıma fırsatını yakalamış oluyordu. 1935 ile 1940 yılları arasında 10 ilde parti müfettişliği görevi yaptığını da burada söylemeliyiz. Türk Spor Kurumu, tarafından Bölge Başkanlıklarına gönderdiği bir genelge ile bu başkanlıklara, İllerde ki Parti Başkanlarının getirilmesi icraatından rahatsızlık duyan Adnan Menderes, Asbaşkanı olduğu Türk Spor Kurumundan istifa eder. Artık Adnan Menderes, CHP’nin hem partiyi, hem de ülkeyi yönetirken yaptığı hataları görmektedir. Bu hataların çoğalması aynı zamanda Adnan Menderes’te muhalefet duygularını geliştirmekte olduğu izlenimini ediniyoruz. Adnan Menderes’in esas hedeflerinden birinin de Ziraat Vekilliği olduğu fakat Gazi Mustafa Kemal’in erken vefatı ile bu istek ve arzunun ortadan kalktığı kanaati de yaygındır. Bu dönemde Adnan Menderes’in önemli çalışmalarından birisi de, Çiftçiyi Topraklandırma Kanun Tasarısıdır. Çeşitli komisyonlardan 4’er kişinin seçimi ile bir karma komisyon oluşturulur. Oluşturulan bu komisyonun sözcülüğünü Adnan Menderes üstlenir. Karma komisyon çalışmaları üç ay sürdü. Kanunun amacının, köylünün durumunu iyileştirmek, topraksız köylüyü topraklandırmak, sosyal dokuyu kuvvetlendirmek, tarım ürünleri üreticisinin gelirini artırmak, toprağın sürekli işlenmesini sağlamak için gerekli olan donanım ve maddi yardım yapmak şeklinde özetlenebilir. Komisyon çalışmaları sonucu hazırlanan rapora sözcü olduğu halde Adnan Menderes muhalefet şerhi koydu. Gerekçesi de, Komisyonun çalışma şeklinde ve kanunun hazırlanış tarzında, Meclis iç tüzük ve hükümlerine aykırı uygulama yapılması olduğu gibi, uzun süren çalışmanın sonlarında hükümetin komisyona müdahale ettiğidir. Komisyonun hakkıyla çalışmadığı kanaatinde olmasıdır. Adnan Menderes muhalefet şerhi koyduğu kanunun Meclisteki görüşmelerinde de, aslında kanunu benimsemesine rağmen, Başbakan Saraçoğlu’nun son anda komisyona dikte ettirdiği 17.maddeye ve koyduğu muhalefet şerhinin gerekçelerini göz önünde bulundurarak, dik bir duruşla ve tutarlı bir şekilde muhalefet etmiştir. Bu muhalefet ile Menderes kamuoyunda ve mecliste dikkatleri üzerine çektiği gibi siyasette ön plana çıkmasını sağlamıştır. Mecliste aynı zamanda 1945 yılının 7 aylık (01 Haziran – 31 Aralık 1945) bütçe görüşmeleri de yapılmaktadır. Alışılmışın dışında bütçe görüşmelerinde de hükümete yönelik muhalefet yapılmaktadır. Muhalefet edenler içerisinde Adnan Menderes’de vardır. 5 milletvekili bütçeye ret oyu vermiştir. Bu durum CHP içersinde ilk defa görülen bir olaydır. Başbakan Saraçoğlu çok sinirlenir ve bir konuşma yaparak Hükümetine güvenoyu ister. Bu sefer muhalefet edenlere Recep Peker ve Hikmet Bayur’unda katılması ile 7’ye çıkar. Herhalde ki Toprak Reformu Kanunu ile Bütçe görüşADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 103
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU melerinde Parti’ye ve Hükümete yönelik eleştiriler, aynı zamanda, CHP içinde muhalefet yapabilme cesaretini gösterebilenlerin saflarını sıklaştırmış olduklarını, 4’lü takrire ve Demokrat Parti’nin kuruluşuna doğru giden yola girdiklerini gösteriyor. Artık ok yaydan çıkmıştır. Hükümete muhalif edenlerin önde gelenleri olan, Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü daha sık bir araya gelirler. Birbirlerini daha yakından tanıma fırsatını yakalarlar. Bu bir araya gelmeler neticesinde, CHP Meclis Grubu Başkanlığına, Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü imzasıyla 7 Haziran 1945 tarihinde, siyasi hayatımızda DÖRTLÜ TAKRİR diye anılan bir önerge verirler. Birer örnekte Milletvekillerine dağıtılarak görüşlerine sunulur. İçeriğinde, milletimizin demokrasi prensiplerine olan inançları belirtilerek, bunların en iyi şekilde uygulanması ile refah ve mutluluğun gerçekleşeceği belirtilerek; •Milli Hâkimiyetin dayanağı olan Meclis Murakabesinin anayasanın ruhunu uygun yapılabilmesinin sağlamak, •Vatandaşlarımızın siyasi hak ve hürriyetlerini Teşkilatı Esasiye Kanununun gerektirdiği şekilde kullanabilmelerinin sağlanmasını, •Parti çalışmalarının demokratik esaslara uygun bir şekilde tanziminin önemine vurgu yapılmıştır. Önerge parti grubunda sert tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Başbakan Saraçoğlu önergenin geri çekilmesi için baskılarını artırmış olmasına rağmen,
104 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Celal Bayar’ın kararlılığı ile böyle bir adım atılmamıştır. Hatta önergenin bir bölünmeye atılmış bir adım olduğunu söyleyecek kadar ileriye gidenler olmuştur. Önerge sahipleri çk fazla gelen tepkiyi de beklemiyorlardı. Ama yılmadılar ve önergelerini geri çekmediler. Neticede önerge ret edildi. Bugün Demokrasi havarisi kesilen CHP’nin ne denli tek adam ve milli şef politikalarını sahiplenenlerden oluştuğunun göstergesi olarak tarihteki yerini almıştır. Parti grubunun aldığı bu karar, önerge sahiplerinin bekledikleri bir netice olmakla birlikte asıl amaçlarına ulaştıkları kanaatindedirler. Mesele kamuoyunun ilgisini çekmiş, demokratikleşme ve özgürlükler tartışılmış, halk önerge sahiplerini tanımış, CHP’nin menfi tavrını da öğrenme fırsatını yakalamıştır. Takrir sahiplerince maksat hasıl olmuştur. Demokrat Parti’nin kuruluş tarihi olan 7 Ocak 1946 tarihine kadar da Başta Adnan Menderes olmak üzere, diğer önerge sahipleri de, Meclis içi ve meclis dışı çalışmaları ile konuyu sıcak tutarak halkın ilgisinin artarak devamını sağlamışlardır. Türk tarihinin en önemli isimleri arasında yer alan Menderes’in Demokrat Parti’nin doğuşuna kadar olan hayatına değinmeye çalıştık. Zira rahmetli Adnan Menderes’in genellikle Demokrat Parti ve Başvekil’lik dönemi ile idamına kadar olan safhalar yazılır ve konuşulur. Allah nasip ederse bundan sonraki yazıda da Adnan Menderes’in 1946 ile 1961 arasında milletimiz ile ülkemizle alakalı çok çeşitli görüş, düşünce ve uygulamalarına değinmeye çalışırız. Kalın sağlıcakla.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Ahmet ERTÜRK 22. Dönem Ak Parti Aydın Milletvekili
Yazımıza bir soru ile başlayalım. Adnan Menderes denince aklımıza ne gelir? Adnan Menderes'le aklımıza milli irade gelir, halkın iktidarı gelir, halkın yönetime katılması gelir. Adnan Menderes'le aklımıza asfalt gelir, gecelerimizi aydınlatan elektrik gelir, elektriği üreten kurak yaz günlerinde tarlaları su ile güldüren barajlar gelir, Kemer barajı gelir. Adnan Menderes'le aklımıza minarelerimizden yükselen ezanlar gelir. Adnan Menderes'le aklımıza nezaket gelir. Adnan Menderes’ten daha nezaketli bir lider gelir mi bilemiyorum. Adnan Menderes öngörüsü olan bir siyasetçi, bir liderdi. Edirne’den Ardahan’a asfalt yolları yaparken ileride duble yol olacak şekilde etrafını istimlak etmiştir. Hafızalarınızı yoklarsanız hatırlarsanız; Karayollarının etrafında karayolları istimlak sınırı yazan betondan sarı levhalar vardı. Duble yollar yapılırken devletimiz istimlakla uğraşmadan hızlı bir şekilde duble yollar yapabilmiştir. Evet, devlet adamı öngörüsü olan insandır. Düşünün bir kere Aydın-Denizli otoyolu için istimlak işlemleri hala devam etmekte olduğu düşünülürse, eğer Adnan Menderes karayollarını istimlakını duble yollar yapılacak şekilde istimlak etmeseydi bu gün duble yollar yapılabilir miydi? Adnan Menderes Aydın’ın Çakırbeyli köyünden çıkıp Türkiye’nin başvekili olmuş bir insan olarak köylü ile aynı dili konuşurdu.
Adnan Menderes dertli idi. Bu verimle topraklar üzerinde insanlar nasıl olur da sefalet içerisinde yaşardı. Memleketin makus tarihinin değişeceğini etrafına devamlı söyleyen Adnan Menderes ülkenin kaderini değiştirmiş, Anadolu coğrafyasını ilmik ilmik işlemiş ülkenin bahtını açmıştır. Adnan Menderes, dini inançlarına bağlı bir insandı. Özel hoca tutarık evinde çocuklarına dinini gösterdi. Yılbaşına denk gelen bir kandil gecesi, Rahmetli küçük oğlu Aydın Menderes’e “Aydın gel bakalım şu camileri gezelim, İstanbulluların kandil olması dolayısı ile camilere ilgisi nedir? Görelim” der. Fatih camii ve Sultan Ahmet Camiine giderler. Kış olmasına rağmen camilerin dolu olmasından çok memnun olmuş sevinmiştir. Bu gün ülkemiz kalkınmada önemli bir yere gelmişse, rahmetli Adnan Menderes’in on yıllık iktidarının payı çok çok büyüktür. Kanımca bir tek barajın bir tek elektrik santralinin, asfalt yolun olmadığı, 1950 yılı düşünülürse 10 yıllık Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in hizmetleri daha iyi anlaşılır. Türkiye’nin kalkınmasını ve millet iktidarını hazmedemeyen bazı iç ve dış güçler bir gece baskını ile Demokrat Parti ve Menderes iktidarını devirmişler, Adnan Menderes’i şehit etmişlerdir. Demokrasi şehidi, Ezan-ı Muhammedî şehidi; Rahmetli Adnan Menderes’i rahmetle ve minnetle anıyoruz. Nurlar içinde yat Aziz Başvekilim... ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 105
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRAT PARTİ; YENİ TÜRKİYE’NİN AYAK SESLERİ “Bugün temas ettiğim genç, şayan-i dikkat bir gençtir.” der. O yıl yapılan yenileme seçimlerinde ismi bizzat Mustafa Kemal tarafından listeye konulur. 1932 yılında genç Menderes, Aydın milletvekili olur. Meclis yolunda çevresindekilere, “Beni Mustafa Kemal keşfetti.” der. Adnan Menderes parti içerisinde kendisini ilk kez toprak reformu görüşmeleri sırasında gösterir. O güne kadar öne çıkmayan Menderes elinde kalın bir dosyayla kürsüye çıkar. Uzun ve çok etkili bir konuşma yapar. Kürsüden indiğinde yıldızı iyiden iyiye parlar. DEVLET – MİLLET İLİŞKİSİ
Mahmut GÖKSU 21 – 22. Dönem Adıyaman Milletvekili Yeni Dünya Vakfı Genel Başkanı
Bir dava adamıdır Menderes. Hakkında bilinen ve bilinmeyen birçok hususla bu aziz milletin gönlüne taht kurmuştur. Bakınız bu büyük siyasi dehayı ilk keşfeden kimdir? Mustafa Kemal 3 Şubat 1931 günü Aydın’a gelir. Bütün şehri gezer ve Chp binasına uğrar. Menderes orada Mustafa Kemal’le tanışır ve görüşür. Bu tanışmayı Menderes şöyle aktarır: “Meşguliyetimi sordu, o seneki mahsul durumu hakkında bilgi aldı. Ziraat meselelerine ait izahlarımı dikkatle dinledi, sonra da; - Bütün bu meseleleri halledebileceği kanaatiyle mi Serbest Fırkaya girdiniz?” diye sordu. Bende açık ve samimi olarak “halletme çarelerinin daha iyi olabileceğini ümit ve kanaat ederim” dedim.. Yüzüme uzun uzun baktı ve; - “Doğrudur, memnun oldum. Bütün bu işleri tek fırka ile yürütmek zorundayız. Sen, çocuğum, Aydın’da halk fırkası (chp teşkilatı) nın başına geçeceksin.” dedi.” 5 dakika diyerek başlayan görüşme tam 4 saat sürer. Görüşmenin sonunda Mustafa Kemal çevresindekilere, 106 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Ülkemizin geçmişte karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan biri de millet ile devlet arasında bir mesafe bulunması, yanlış uygulama ve politikalar nedeniyle birey-devlet arasındaki mesafenin giderek açılmasıdır. Uzun yıllar boyunca halkın gerek ekonomik, gerekse demokrasi, temel hak ve hürriyetler alanında en temel talepleri görmezden gelinmiş, hatta bunların dile getirilmesi bile engellenmiştir. Bununla da kalınmamış, vatandaş kendi inanç ve değerlerinde baskı ve zulüm görmüş, vergilerle ezilmiş ve horlanmıştır. Anadolu’nun ücra bir köşesinde yaşanan şu olay ilginç ve önemli bir örnek teşkil eder. Çankırı’nın Şabanözü ilçesinde seçim faaliyetleri sırasında bir Chp milletvekili adayı halkın Demokrat Parti’ye ilgisini fark edince “yahu Demokrat Partide kim oluyor? Daha kurulalı ne kadar zaman oldu? Bu parti ne yaptı ki bu kadar savunmasını yapıyorsunuz?” diyerek tepkisini dile getirir. Bu tepkiye orada bulunan bir köylü vatandaşın cevabı manidardır. “Demokrat Parti henüz bir şey yapmadı ama sizleri ayağımıza kadar getirdi. Bu da bize yeter.” Çarpıcı bir örnek olması açısından bir ismi hatırlamakta fayda var. Nevzat Tandoğan tek parti döneminde altın çağlarını yaşayan devletçi seçkinleri tanımamızı ve seçkinleri resmetmemizi sağlayacak önemli bir simadır. 18 yıl Ankara Valiliği yapmış olan Tandoğan için Ankara; Çankaya ile Ulus arasındaki Atatürk Bulvarından ibarettir. Bu cadde her gün süpürülür, sulanır, süslenir ve aydınlatılır. Tandoğan her zaman Çankaya’yı gözler ve en ufak hareketlenmeyle görevinin başına geçer. Ve bu Vali 18 yılda Ankara’nın hiçbir ilçe ve kasabasına ziyarete gitmeyen vali olarak adını tarihe yazdırdı. Öyle ki onun döneminde köylüler, köylü kıyafetleriyle Ankara’ya giremezlerdi. Chp zamanında devlet ve parti teşkilatı o derece iç içe girmişti ki o dönemde, İçişleri Bakanı Chp genel sekreterliği, Valiler Chp il, Kaymakamlar Chp ilçe başkanlığı, Müfettişler ise parti müfettişliği görevini yürütüyorlardı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Demokrat Partinin iktidar olmasıyla bu ilişkiler kesildi ve yukarıda anlatılan buyrukçu, tepeden bakan ve Anadolu insanını hakir gören tutum ve davranışlar ortadan kalktı. Tek parti döneminde nahiye müdüründen dayak yiyen köylü; Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle nahiye müdürünün karşısına çıkıp yediği dayağın hesabını sordu. Nahiye müdürü çarıklıdan özür dilemek zorunda kaldı. Kısacası halk kendisine tepeden bakan yönetim anlayışına karşı tepkisini ortaya koydu. Kitleler ilk defa hesap soran kişiler oldu. Gücün ellerinde olduğunu hissetti ve bunu başkalarına da hissettirmek istedi. MİLLET KENDİ SEÇİMİNİ YAPTI Demokrat Partiyi iktidara taşıyan “Yeter Söz Milletin” sloganı Türkiye’nin batılılaşma tarihinde ilk defa “kenarın merkezden hesap sorma isteğini” dile getiren bir yaklaşımdı. Bu slogan o güne kadar meşruiyetini kendisinde, mensubu olduğu felsefede arayan anlayışın yerine meşruiyeti halkın yanında – gönlünde arayan bir anlayışı inşa etmenin ilk adımını oluşturdu. “Yeter Söz Milletin” yaklaşımı son derece önemli ve radikal bir zihinsel değişimin ürünüydü. Bu nedenledir ki bu slogan milletin gönlünde makes buldu ve dalga dalga Anadolu’ya yayıldı. Yıllardır susturulan, önü kesilen ve duyguları bastırılan halk artık devletçi seçkinlerin zulmünden kurtulmanın heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Yıllar önce Mustafa Kemal’in “şayan-ı dikkat bir genç” diyerek keşfettiği genci millette keşfetmiş ve onu adeta bir kurtarıcı olarak görmüştü. Chp’nin yıllar süren milletin inancıyla, tarihiyle ve kutsallarıyla savaşmasının önünü kesmiş ve milleti devletle tekrar buluşturmuştu. Ne hazindir ki “devleti milletle ve milleti tarihiyle barıştırmasının bedelini” O’na çok ağır bir şekilde ödetmişlerdi. MENDERES’İN GEÇMİŞE SAYGISI Merhum Adnan Menderes 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa’ya gider. Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak; “Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar. Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde; “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir. Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner. Devlet-i Aliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar. Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve; “Anne ne olur affet bizi, geç geldik” der. Ayşe Sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına; “Sen kimsin”? diye sorar. Menderes de; “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım” der. “Ben Başbakanım” sözünü duyan koca Sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye’ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar. “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım” der. Celal Bayar da; “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar” der. Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar. Mektupta şunlar yazılıdır: – “Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin Başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes.” Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer. Kanundan sonra İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır. Bir sabah erken saatte Teşvikiye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes’tir. “Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek isterim” der. Başında tülbent elinde tespihiyle Menderes’i karşılayan Şefika Sultan; “Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz…” der. Başbakan da; “Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk…” demesinden sonra Şefika Sultan; “Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık” der. Menderes de; “Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim” der. Daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf önüne konur. İşte Menderes’in amansız suçlarından birisi de budur. Kısacası 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, halkı değerleri ve tarihiyle barıştırmanın bedelini ağır ödese de Türkiye’nin geleceğinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Anadolu da büyük çoğunluk bu başarıyı sevgi ve gözyaşlarıyla karşılamıştır. Demokrasi standardının yükseltilmesi bağlamında yakın tarihimizde önemli adımlar atılmıştır. Bu adımların en önemlisi ve ilki, “Demokrat Parti’nin iktidara gelmesidir.” Bunun da “Yeni Türkiye”nin ayak sesleri olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Çok partili siyasal hayata geçildikten sonra Türkiye’nin demokratikleşme, sivilleşme ve kalkınma alanındaki aldığı mesafeyi düşündüğümüzde Adnan Menderes ve Turgut Özal’ı bir kez daha rahmetle anmak vicdani bir borçtur. Dünyada en güvenli ve huzurlu ülkeler, vatandaşlarına en geniş hak ve özgürlükleri sağlayan devletlerdir. Kendi halkına baskı kuran, demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldıran rejimler ise istikrarsızlığa mahkûmdur. AK Parti iktidarı döneminde söz konusu hususlarda atılan adımlar ve yapılan reformlar baş döndürücü bir seviyeye ulaşmış ve Türkiye ileri demokrasi ve kalkınmasıyla “Yeni Türkiye” olma yolunda hızla ilerlemektedir. Demokrat partiyle başlayan “Yeni Türkiye” mücadelesi, milletin zaferiyle sonuçlanacaktır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 107
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DP’NIN İLK İCRAATI: EZANIN ASLINA ÇEVRILMESI Nurettin TOKDEMİR 19. Dönem DYP Hatay Milletvekili “Emr-i bülendsin ey Ezân-ı Muhammedi Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedi” Yahya Kemal Siyaset ve devlet adamı Tevfik İleri, “Hayatımızda bizi mutlu edecek tek şey halkın sevgisine nail olmaktır. Allah bizi bu sevgiden mahrum etmesin… Bir doktor gibi kulağımızı halkın kalbine vermesini bildikçe bu millet bize oy verecektir. Görevde tutacaktır… Hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey beklemeden, sadece bu millete hizmet edelim. Bu hizmet, milletin kalbinde her zaman lâyık olduğu yeri bulacaktır” demiştir. Gerçekten ihlâsla, dini siyasete alet etmeden, siyaset yoluyla milletin manevî değerlerine hizmet edenleri bu millet hiçbir zaman unutmamıştır. Onlar SEÇİLMİŞ OLARAK kendilerini millî iradenin temsilcileri ve hizmet-kârları görerek her şeye demokrasinin, hukukun ve insan haklarının ve adaletin penceresinden bakarak, temel hakları devlet dahil, hiçbir şeye fedâ etmemişlerdir. Bu imkân ve yol sözde değil, özde demokrat insanlarla, devlet adamları ve kadrolarıyla gerçekleşir. Ülkemizin en büyük mağduriyetlerinden biride kaht-ı ricaldir. Yani siyaset ve devlet adamı yokluğudur. Ne yazık ki ihtilâller var olan kadroları biçerek kaht-ı ricale de sebep olmuşlardır. 14 Mayıs 1950 yılından 27 Mayıs 1960 yılına kadar maddî ve manevî alanda başarıdan başarıya koşan lider ve kadrosunu farklı kılan iki temel faktör demokrasi ve millî iradeye samimiyetle inanmış olmalarıydı. Milletimizin tarih sayfalarını acıtan “27 Mayıs hukuk rezaleti” yaşanıp filizlenen demokrasi darağacına götürülmeseydi, ülkemiz çoktan ileri demokrasi saflarındaki yerini alacaktı. Bugün 16 Haziran 2013. 64 yıl önce Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte, Meclis’in ilk oturumunda ivedilikle ele alınmasını istediği ezanın orijinal (Arapça) okunmasını yasaklayan TCK’nin 526’ncı maddesinin ikinci fıkrasının, 5665 sayılı Kanunla kaldırılmasının tarihidir. “Allahu Ekber” diyerek Hicretin birinci senesinde 15 Haziran 622’de Bilâli Habeş (ra) tarafından okunmaya başlanan Ezan-ı Muhammedî, devletin din ve vicdan hürriyetine aykırı biçimde din mühendisliği yapmasına kadar, aynı şekilde okuna gelmiştir. Tâ ki 3 Şubat 1932’de Fatih Camii’nde; 108 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Tanrı Uludur, Tanrı Uludur. Tanrı Uludur, Tanrı Uludur. Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrıdan başka yoktur tapacak. Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrıdan başka yoktur tapacak. Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrının elçisidir Muhammed. Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrının elçisidir Muhammed. Haydin namaza, haydin namaza. Haydin felâha, haydin felâha. Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrıdan başka yoktur tapacak. şeklinde okunana kadar. Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi imzasıyla bütün valiliklere gönderilen 18 Temmuz 1932 tarihli ve 636 sayılı Genelge ile ezanın sadece Türkçe okunmasına karar verilmiştir. Bu tarihten sonra Anadolu semalarında 18 yıl sürecek nefes kesen baskılarla ezanın orijinal biçiminde okunmasını sağlayan kanun tasarısının gerekçesinde belirtildiği üzere, manevî huzursuzluğa sebep olacak bir dönem başlamış oldu. 6 Mart 1933’te Rıfat Börekçi imzasıyla bütün valiliklere gönderilen Genelgede, “öz dilimizle her tarafta Türkçe ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât ve selâm okumak ahenksiz düşeceği gibi hükümeti celilenin takip buyurduğu maksadı milliye”ye aykırı olacağından bahisle, 18 Temmuz 1932 tarihli ezanın Türkçe okunmasına dair genelgeden yaklaşık bir yıl sonra salât ü selâm ve tekbirler de Türkçe okunmaya başlamıştır. İktidar bütün bu uygulamalarla yetinmeyip, 1939 yılında kanunla cezaî müeyyide konması için düzenlemeye gitmiş, fakat gündeme alınamadığından, 2 Haziran 1941 yılında 4055 sayılı Kanunla Türk Ceza Kanunu’nun 526’ıncı maddesine bir ilave yapılarak “Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır” hükmü ile cezaî yaptırım getirilmiştir. 18 Temmuz 1932 yılından beri milletin manevî dünyasına çöken kâbusun çok ağırlaştığı günlerde Demokrat Parti hareketi başladı. Demokratlar 14 Mayıs 1950’de iktidar oldu. 14 Mayıs 1950 siyasî tarihimizde bir dönüm noktası ve halkın beyaz ihtilâliydi. Burada bir noktayı nazarlarınıza arz etmek isterim ki, Adnan Menderes, 1931 yılında milletvekili seçilerek 30 yıl TMMM’de milletimizi temsil etme şerefini taşıyan ender şahsiyetlerden biridir. Hükümet programının TBMM’de okunmasından on sekiz gün sonra, 16 Haziran 1950’de, ezanın Türkiye’de
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Türkçe okunacağını düzenleyen yasa hükmü kaldırıldı. Söz konusu yasaya ilişkin tasarı, Menderes Hükümeti’nin TBMM’ye sunduğu ilk tasarı olması bakımından dikkat çekicidir. Çünkü DP böylece, önceliğinin ne olduğunu ortaya koymuştur. Milletimizin kuvvet ve iradesini temsil eden TBMM’nin tutanakları gerçek tarih belgeleridir. Şimdi bu tarihi süreci TBMM Tutanaklarından takip edelim; (Dokuzuncu Birleşim 16.VI. 1950 Cuma) 14.06.1950 tarihli Kanun tasarısı gerekçesiyle birlikte, Başbakan Adnan Menderes imzasıyla TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Başbakan Menderes TBMM Başkanlığına gönderdiği yazı da şöyle demiştir; “Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin değiştirilmesi hakkında Adalet Bakanlığında hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 14.6.1950 tarihli toplantısında Yüksek Meclis’e sunulması kararlaştırılan Kanun Tasarısının gerekçesiyle birlikte sunulmuş olduğunu saygılarımla arz ederim.” Gerekçe özet olarak şöyledir: “….Anayasanın Türk vatandaşı için tabiî hak saydığı vicdan hürriyetinin dokunulmaz bir hak olarak hürmete lâyık görülmesi gerekir ve bunun tabiî olan din serbestisi her türlü müdahaleden âzade kalmak gerekirken ana kanunlarla korunmuş bulunan din ve vicdan hürriyetinden vatandaşı herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahrum etmek ve bu hususu kanunî ceza teyitleri altında bulundurmak doğru olmaz.” “… Müslüman Türklere sebepsiz yere manevî huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesinin doğru olmadığı fıkranın tayyi (kaldırılması) Müslüman Türklere huzur ve vicdan rahatlığı verecektir. Hem huzur hem de ana hak ve hürriyetlerden olan vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak sebeplerinden ötürü Türk Ceza Kanunun 526. maddesinde mevcut olup ezan ve kametin Arapça okunmasının memnuiyeti (yasağının) hakkındaki hükmün kaldırılması gerekli bulunmuştur.” Genel Kurul’da oturumun başlamasıyla söz isteyen Başbakan Adnan Menderes; “Muhterem arkadaşlar; Arapça ezan hakkında Demokrat Parti Meclis Grupunda verilen kararın gazeteler ve radyo ile yayınlanması neticesinde kanunî mâniin (engelin) kaldırılmış olduğu telâkkisinin (algısının) hâsıl olması ve bazı vatandaşların Arapça ezân okunması muhtemel olduğu için bu bapta hükümetçe Meclis’e sevk etmiş olduğumuz lâyihanın (tasarının) bugünkü ruznameye (gündeme) alınmasını ve müstacelen (ivedilikle) müzakere edilmesini yüksek tavsiyelerinize arz ediyorum.” diyerek muvafık, bravo sesleri, DP sıralarından sürekli alkışlar arasında yerine geçmiştir. Ardından Oturum Başkanı İstanbul Milletvekili Fuad Hulûsi Demirelli: “Arkadaşlar; Başbakanın bahsettiği, Türk Ceza Kanununun 526’ncı maddesinin tadili hakkındaki tasarının raporu Adalet Komisyonunca yazılmış, tabı ve tevzi edilmiştir. Yalnız aradan 48 saat geçmediği için gündeme alınmamıştır. Şu kadar ki, şimdi muhterem Başbakanın buyurdukları esbabı mucibeye dayanılarak Adalet Komisyonunun mazbatasında da tasarının hemen gündeme alınması ve ivedilik ve yeğlikle görüşülmesi Kamutaya
teklif ediliyor. Bu itibarla yazılı teklifler karşısındayız. Bu teklifleri birer birer reyinize arz edeceğim. Evvelâ bunun gündeme hemen alınması teklifini yüksek reyinize arz ediyorum. Kabul edenler lütfen işaret versinler... Kabul etmeyenler... Kabul edildi. Şu halde tasarı gündeme alınmıştır.” İvedilik teklifi de vardır. İvedilik teklifi, biliyorsunuz ki, kanunun yalnız bir kere müzakere edilip intaç edilmesini tazammun eder. Bu teklifi de oyunuza sunacağım. İvedilik teklifini kabul edenler lütfen işaret versinler... Kabul etmeyenler ... Kabul edilmiştir. Bir de öncelik teklifi vardır. Yani gündemdeki maddelerden önce bu kanun tasarısının müzakere edilmesini kabul edenler lütfen işaret versinler... Kabul etmeyenler ... Kabul edilmiştir.” cümleleriyle tarihi süreci başlatmıştır. Siyaset önünü, uzlaşma kültürüyle açar. Yapılan görüşmelerde sağlanan uzlaşı ile Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekilleri de tasarının aleyhinde söz almamışlar ve böylece Şeair-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedi’yi cepheleşmeden ilân etme imkânı bulunmuş oldu. (İnönü ve birkaç arkadaşı müstesna) Kanun aynı gün 16.6.1950 ve 1/9 numaralı yazı ile Cumhurbaşkanlığına iletilmiş Cumhurbaşkanı Celal Bayar da 16.6.1950 ve 4/533 sayılı yazıyla aynı gün onaylamıştır. Onaylanan Kanun 17.6.1950 tarihli ve 7535 sayılı Resmî Gazetede ilân edilerek Mübarek Ramazan ayının ilk gününde yürürlüğe girmiştir. Kanunun kabulünden sonra, onaylanma sürecinde Celal Bayar ile Adnan Menderes arasında soğukluk yaşandığı ve Menderes’in küsüp Mersine gittiği gibi söylenti ve iddialar bu belgeler ışığında şehir efsanesi niteliğindedir. Yukarıda belirtildiği gibi, Kanun kabul edildiği gün onaylanmıştır. Netice itibariyle, siyaset duayenlerince her vesile ile ifade edildiği üzere siyasette mahcup olunmamalıdır. Millete verilen sözler yerine getirilmelidir. Tıpkı Adnan Menderes ve arkadaşlarının sözlerini yerine getirdikleri gibi... Siyaset netice alma san’atıdır, gerçekten bir maharet, liyakat, bilgi, tecrübe ve dirayet işidir. Aristo, “Liyakatin hakaret gördüğü yerde demokrasi yoktur” der. Onun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm’de “Emaneti ehline veriniz, insanlar arasında adaletle hükmediniz” (Nisa 53) buyrulmuştur. Siyaset yapacaksanız, size ümit bağlayanları hayal kırıklığına uğratmamalısınız. Siyaseti dine hizmet ettirmelisiniz. Siyasette büyük cinayet; dinin siyasete alet edilmesi, onun emrine sokulmasıdır, ayrıca dinin; Tarafgirliğe, hem siyasî, hem de dünyevî bir mücadele aracı olarak kullanılmasıdır. Demokratların en büyük misyonu dini siyasete alet etmeden hak, hukuk, adalet, hürriyet, millî ve manevî değerlere sahiplik, manevî ve maddî olarak ülkenin güçlendirilmesidir. Üstad Bediüzzaman’ın tesbitiyle “Hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan” Ezan-ı Muhammedî (Asm)’nin ihyasına öncülük ederek ezanımızı hürriyetine kavuşturan İslâm Kahramanı Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 109
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HASAN POLATKAN Hasan Polatkan kendisini idam sehpasına çıkarmak için gelindiğinde sakindi. Gitmeden abdest aldı, dua etti, sonrasında sakin adımlarla yola koyuldu. Sehpaya çıkmadan önce kelime-i şehadet getirdi. Yassıada Mahkemelerinde sayfalarca üzerinde çalıştığı müdafaaları yapamamanın, kendisini ifade edememenin vermiş olduğu kırgınlık ve küskünlük ile orada bulunanlara; “ Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin.” dedi. Bu, son sözleri olmuştu. İktidarın ilk yıllarında temelleri atılan fabrikalar, barajlar, santraller, havaalanları, üniversiteler, okullar, hastaneler ve yüzlerce yatırımlar birer birer tamamlanıyordu. Muhalefet ve basın akla, hayale gelmeyecek yalanlarla darbe için zemin oluştururlarken Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve kabinenin diğer üyeleri, bitmek tükenmek bilmeyen bir azimle, bir taraftan ülkenin dört bir yanında yeni eserler için temel atarken diğer taraftan bir açılıştan diğerine koşuyorlardı. Türkiye’nin geleceği için gece gündüz çalışan kader arkadaşları gibi, Polatkan da ihtilal olacağına ihtimal vermiyordu. 26 Mayıs’ta Adnan Menderes tarafından büyük bir coşku ve kalabalıkla açılan Şeker Fabrikası için Eskişehir’e gitmeden bir gün önce kıymetli eşi Mutahhare Hanım “Darbe söylentileri var, Ankara kalsanız daha iyi olmaz mı?” dediği zaman, “ Hanım, bu nasıl söz? Türk askeri böyle bir şey yapar mı?” cevabını vermişti. Aynı şekilde kızı Sema ağlayarak “İhtilal olacakmış diyorlar” dediğinde; Polatkan “Merak etmeyin, bir şey olmaz” demiş ve sevdalısı olduğu memleketine bir eser daha kazandırmanın heyecanı ile Eskişehir’e gitmiştir. İhtimal vermediği 27 Mayıs darbesi olduğu zaman Eskişehir’de Menderes ile tutuklanan Polatkan, ertesi gün Ankara Harbiye’ye getirildi, on bir gün sonra da İmralı’ya nakledildi. Samet Ağaoğlu’nun deyimiyle “Yassıada’nın en hazin yüzü.” olan Hasan Polatkan memlekete hizmetlerinden dolayı darbe zihniyeti tarafından çeşitli işkence ve zulümlere maruz bırakıldı. Mutahhare Hanım, kocasını darbeden tam on bir ay sonra bir barakada, iki subayın elbiselerinin altından doğrulttukları silahların gölgesinde, gerçekleşen buluşmada bitkin bir şekilde görmüştü. Mutahhare Hanım ikinci ve son defa görüşmeye git110 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
tiğinde Hasan Polatkan on beş ayda 83 kilodan 38 kiloya düşmüştü. Görüşme sırasında Mutahhare Hanımın eşinin elinin üzerinde sigara söndürüldüğünü görmüş ve daha sonra eşinin kader arkadaşlarından işkencelerin boyutunu öğrendiğinde oldukça üzülmüştür. Polatkan Yassıada’da pek çok eziyetlere maruz kalmıştı. Fakat belki de şahsına yapılan en büyük eziyet duruşmalar olmuştur. Yassıada’da kurulan sahnede kendisine pek çok iftiralar atılmış, suçlamalarda bulunulmuştur. “Neden bu kadar fazla şeker fabrikası yaptınız?” diye sorular sorulmuş, günlerce hazırlandığı, yüzlerce sayfalık savunma metinleri gece baskınları ile elinden alınmış, savunma yaptırılmamıştır. Polatkan darbenin ilk gününden beri kurulan sahnenin farkındaydı ve “Bizi asacaklar.” diyordu. Fakat yapılan onca işkenceye rağmen son ana kadar savunmasını yapmaya çalışmıştı, sonucu değiştirmeyeceğini bile bile. 26 Temmuz 1961 tarihinde; idam kararlarından önceki son savunmaların yapıldığı duruşmada Mahkeme Başkanı Salim Başol’un sesi duyuldu: “Polatkan, sen gel!” İdam ile yargılananların hayati öneme sahip son savunmalarını yapmalarına izin verilmemesi Yassıada Mahkemeleri resmi tutanaklarında ve tarih perdesinde yerini almıştır. Salim Başol: Hasan Polatkan kaç sahife efendim. Diğer davalarda uzun yazdığınız, lüzumsuz izahlara girdiğiniz görüldü. Kaç sahife? Hasan Polatkan: Sahife adedini maalesef söyleyemeyeceğim, müsvedde halindedir. Salim Başol: Vinileks davasında 30-40 sahife idi. Hasan Polatkan:15 dakikada bitecek vaziyette değildir. Salim Başol: 15 dakikadan fazla dinleyemeyiz. Hem müşterek müdafaa yapıldı, hem müdafiiniz söyledi. Hasan Polatkan: Emredersiniz müdafaamı yarına bırakırım. Salim Başol: Yarına bırakmak değil. 15 dakika daha var. Esasen müşterek müdafaa yapıldı. Bizim burada boş laf dinlemeye vaktimiz yok. Hasan Polatkan: Muhterem başkanım, idamı istenilen bir cezada kendimi müdafaa etmeyeyim mi? Salim Başol: Müdafaanız yapıldı. Hasan Polatkan: Onların temas etmediği noktalara
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU temas edeceğim. Salim Başol: Diğer davalarda sizin çok uzun yazdığınızı gördüm. Lüzumsuz laflara yer veriyorsunuz. Buna göre müdafaanıza başlayın. Hasan Polatkan: Devam edeyim. Emredersiniz keserim... (Birkaç cümle daha konuştu.) Salim Başol: Size taalluk eden müşterek müdafaa bir. Bakanlar Kurulu’nu alakadar eden müşterek müdafaa iki. Feridun Köymen’in müdafaası üç, Suat Kaytın’ın müdafaası dört. Kendi müdafaanız beş. Sizinki ile altı oluyor. İdamı istenen sanık nasıl müdafaa yapmasın sözü tamamen yersizdir. Onun için kısa olacaktır. Bu sözlerim hepsine şamildir. Hasan Polatkan: Bugün burada birçok konuşmaya müsaade buyurdunuz... Salim Başol: Onların konuşmaları size de şamildir. Hasan Polatkan: Ne zaman bitireceğimi emrediniz, keserim. Salim Başol: Şimdi buraya kadar tamamen boştur. Hasan Polatkan: Halk Partisi’nin mallarının Hazine’ye iadesi kanunundan maksadımız... Salim Başol: Bunlar söylendi, gerek müdafaalarda gerek savunmalarda geçti, bu tekrarları geçin efendim. Hasan Polatkan: Müsaade ederseniz yazılı olarak vereyim, yapamayacağım. Salim Başol: Buyurun oturun, tekrarlar olmayacak, evvelki müdafaalara temas edilmeyecek. Darbeden seneler sonra Polatkan’ın savunmalarından korkmalarının, çekinmelerinin bir itirafı olarak Yassıada Mahkemeleri Başsavcısı Ömer Altay Egesel “Hasan Polatkan’a yazık oldu.” demiştir. Günlerce hazırlandığı, sayfalarca üzerinde çalıştığı savunmalarının yaptırılmamasıydı belki Polatkan’ı 83 kilodan 38 kiloya eriten... Binler rahmet...
“Çok sevgili karıcığım, bugün karar günü. Allah nasıl takdir etmişse öyle olacak. Allah’a ve vicdanıma karşı fevkalade müsterihim. Sakin ve mütevekkilim. Biz buradan nakil edileceğiz. Gittiğimiz yerden yazarım. Yanımıza yolda ağır olmaması için ancak yedek bir gömlek, çamaşır alıyoruz. Diğer eşyalarımızı gönderdik. Ben hangi eşyaları bana göndereceğinizi yazarım. Annemin ellerinden öperim. Seni, Sema’yı, Nilgün’ü hasretle kucaklar, pek çok öperim. Ablalarımıza, kardeşlerimize çok selamlar. Nebiha ve Ayşe’ye selamlar. Kardeşine de söyle bir mektup yollamıştı.”
“Sevgili çocuklarım Sema ve Nilgün… Semacığım, imtihanların yaklaşıyor. Allah kolaylık versin. Fakat sen merak etme. Allah’ın yardımı ile muvaffak olursun. İmtihanlarınız sözlü olduğuna göre, çekingen olma. Cıvıl cıvıl konuş. Nilgüncüğüm, ben burada her gün ‘Fatoş ile Güngörmüş’ü okuyor, hem gülüyor hem de seni hatırlıyorum. İnşaallah, seni bir gün dizlerime oturtarak o hikâyeleri sana ben okurum. İkinizi de hasretle kucaklar, gözlerinizden, yanaklarınızdan öperim sevgili çocuklarım.”
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 111
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRASI ŞEHIDI BAŞVEKIL ADNAN MENDERES Erol AYYILDIZ Aydın Valisi
Efeler diyarı Aydınımızın yetiştirdiği, kurtuluş savaşı gazisi, demokrasi şehidi Başvekil Adnan Menderes; Cumhuriyet tarihimizde bir döneme damgasını vurmuş, yaptığı hizmetlerle milletimizin gönlünde taht kurmuş güzide devlet adamlarımızdandır. Vatana ve millete hizmet etmeyi şiar edinen Adnan Menderes, Türk Siyasi tarihine unutulmayacak önemli katkılarda bulundu. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişi ile birlikte arkadaşlarıyla kurduğu Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 tarihinde demokratik yoldan ve halkın özgür iradesiyle iktidara geldi. Milletin kabul ettiği bizim içinde makbuldür anlayışıyla hareket eden Adnan Menderes ve arkadaşları on yıl boyunca ülkeyi yönettiler. Milleti merkeze alan yeni bir devlet anlayışı benimsediler. Milletin değerlerini, halkın tercihlerini daima öncelediler. Bu yüzden millet tarafından gönülden sevildiler. Türkiye’nin çarıktan medeniyete geçişi olarak da nitelendirilen bu dönemde; Türkiye’nin o zamana kadar görülmemiş bir gelişme içine girdiğini görüyoruz. Üretim artmış, milli gelir yükselmiş, altyapı hizmetleri ve sanayi yatırımları ile ülke baştan sona mamur hale getirilmeye çalışılmıştır. Tarımda modernleşme çalışmalarına hız verilmiş, ülkeye yeni kurumlar kazandırılmış, dış politikada cesur adımlar atılmış ve hızlı sosyal dönüşümler yaşanmıştır. Demokratikleşme ve 112 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
özgürlükler alanı genişlemiş, din ve vicdan hürriyeti konusunda geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu zaman diliminde muhalefetle ve hükümetin icraatından memnun olmayan bazı kesimlerle sert tartışmalar yaşansa da siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda önemli hizmetler gerçekleştirilmiştir Bütün bu gelişmeler, başarılı icraatlar aynı zamanda toplumsal talepleri de yükseltti. Ülkede bu hizmetler yapılırken ve demokrasi kurum ve kurallarıyla yerleşmeye başlamışken, durumdan vazife çıkaranlar, 27 Mayıs 1960’ da darbe yaptılar. Tevkif edilen Adnan Menderes ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan Yassıada’da idam edildiler. Ayrıca Demokrat Parti iktidarının 400’den fazla siyasetçi, yönetici ve bürokratlarına ağır cezalar verildi. Yapılan zulümleri milletimiz büyük bir acı ile karşıladı ve idam edilenlere, demokrasi şehidi unvanını verdi. Hemşerimiz Menderes ve arkadaşlarını halkımız ve Aydınımız hiçbir zaman unutmadı ve gönlünde yaşatmaya devam etti. Merhum Başvekil Adnan Menderes’in hatırasına sahip çıkmak demokrasiye inanan her vatandaşımıza düşen bir görev her bir Aydınlımız için ise ödevdir. Bu anlamda tarihi kişiliğine uygun olarak diğer yapılanların yanında “Adnan Menderes Müzesi” kurulması çalışmalarına başlanılmış olup enkısa zamanda Müze tamamlanarak halkımızın hizmetine sunulacaktır. Saygı, minnet ve dua ile anıyoruz. Ruhları şad olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES DÖNEMI'NDE KURULAN ÜNIVERSITELER Adnan Menderes 1950 yılında iktidarı devraldığında, Ankara'da bir ve İstanbul'da iki olmak üzere toplam üç üniversite vardı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında elit kesim ile sınırlı kalan yükseköğretime olan talepler Demokrat Parti'nin ekonomik ve gelişme politikaları ile artmıştır. Ayrıca ülkedeki genç neslin sayısının giderek artması da yükseköğretimdeki öğrenci artışını körüklemiştir. Yeni üniversitelerin açılmasıyla da beraber artmaya başlayan öğrenci sayısını ve ihtiyaç duyulan insan gücünü karşılamak için dört yeni üniversitenin dışında birçok şehirde yüksekokul ve akademi açılmıştır. Öğretim Yılları
Yüksekokul ve Üniversiteler
Öğretim Üyeleri Sayısı
Öğrenci Sayısı
1950-51
34
1950
24815
1959-60
49
3911
54069
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan bu yüksekokulların çoğu iktisadi ve ticari ilimler ile mimarlık ve mühendislik alanındaydı. Var olan diğer yüksekokullar ise, Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Deniz Ticaret Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Harp Okulu, Yüksek Mühendis Okulu, Tekstil Teknik Yüksekokulu, Yüksek Teknik Okulu’dur. Bu yüksekokulların dışında İslam Enstitüsü, Eğitim Enstitüsü gibi kurumlarda kurulmuştur. Mevcut üniversiteleri geliştirmeye çalışmakla birlikte, yurdun dört köşesine yeni üniversiteler kurma gayretinde olan Menderes, iktidarı süresince 4 üniversite, çok sayıda Enstitü, Yüksek Okul ve Akademi açtı. Üniversitelerin özerkliğini muhalefet döneminde savunmaya başlayıp iktidar olunca da devam ettirdi. Parti Programına “Üniversiteler, ilmi ve idari muhtariyete sahip olmalıdır” görüşüne yer vererek bu konudaki tutumunu kesinleştirdi. Adnan Menderes, 8 Ocak 1953’te İstanbul Üniversitesi’ndeki konuşmasında “İktidar, üniversitenin tam müttefikidir. Sizlerden gördüğüm hararetli kabul bu temenninin doğruluğunu göstermektedir. Acaba yeni iktidar üniversitelerimiz ve gençlerimiz için ne düşünüyor diye en küçük bir tereddüde mahal olmamalıdır.” diyerek, üniversite özerkliğine çok büyük bir önem verdiğini göstermiştir. Menderes döneminde; Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Ege Üniversitesi (1955), Orta Doğu Teknik Üniversitesi (1957), Atatürk Üniversitesi (1958) olmak üzere dört üniversite kuruldu. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin sosyal ve ekonomik gelişmesine katkıda bulunması ve bölgeye her yönden öncülük yapması amacıyla, Karadeniz Teknik Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversitenin kuruluş yasası, 20 Mayıs
1955’te çıkarılmıştır. Trabzon Milletvekili Mustafa Reşit Tarakçıoğlu ve 28 arkadaşının verdiği teklif, TBMM'de 20 Mayıs 1955'te kabul edilerek ile Trabzon'da kurulmuş olan Karadeniz Teknik Üniversitesi, İstanbul ve Ankara illeri dışında kurulan ilk üniversitedir. Menderes, ülkenin hem doğusunda hem batısında hem de merkezinde yeni üniversiteler açma çalışmalarına devam etmiştir. Bu kapsamda kurulan üniversitelerden birisi de Ege Üniversitesi’dir. Yapılan çalışmalar sonucunda EÜ İzmir'de, 27 Mayıs 1955 tarihinde çıkarılan bir kanunla kurulmuş ve 5 Aralık 1955 tarihinde açılmıştır. İlk yıl Tıp ve Ziraat Fakülteleri eğitime başlamış ve ilerleyen yıllarda yeni fakülteler eklenerek üniversite büyütüldü. 1956’da ise Ankara'da Birleşmiş Milletler desteği ile Bölge Planlama ve Mimarlık Okulu kurularak 23 Ocak 1957 tarihli yasayla, ODTÜ adını alı. Bu Üniversitenin kuruluş amacı; Orta Doğu’nun kaynaklarını geliştirmek, ekonomik sorunları çözümlemek, Türk ulusuna ve diğer uluslara yarar sağlayacak bilimsel araştırmalar yapmaktır. Ayrıca, Türk öğrencilere bilimsel, teknik ve mesleki alanlarda, genelde İngiliz diliyle iyi bir eğitim vermek ve diğer ülkelerin öğrencilerine eşit koşullar Merhum Menderes sağlanması amaçlandı. şahsi gayretiyle kazandırmıştı 27 Mayıs Darbesi'nin arODTÜ'yü eğitimimize. dından, ODTÜ Mütevelli Mütevelli Heyet Heyeti Başkanı olan Adnan Başkanıydı aynı Menderes tutuklanınca, ünizamanda. versitenin kapatılacağı düŞehit edilmesinden şüncesi yayılmıştı. Darbe'den sonra ODTÜ, 27 sonra Orta Doğu Teknik Mayıs'la birlikte Üniversitesi'nin Adnan kurulan vesayet Menderes'in eseri olduğunu sisteminin adeta kalesi oldu. ileri sürerek kapatılmasını isTabii ki vefasızlığın teyen Milli Birlik Komitesinabidesi olduklarını deki diğer cuntacılara karşı söylemeye çıkan Kurmay Albay Sami gerek yok. Küçük, bu Üniversite'nin eğiGünümüzde resmi tim faaliyetlerine devamını web sitelerinde bile sağlamıştır. Ağustos 1960'ta Adnan Menderes'in ODTÜ Mütevelli Heyetinin esamesi okunmuyor. görevine son veren 43 sayıAhdimizdir. lı yasa yürürlüğe girmiş ve Biz O ODTÜ'yü bundan 10 gün sonra Rektör "Yeni Türkiye"nin kalesi yapacağız olarak Prof. Dr. Turhan Feyziİnşallah. Az kaldı... oğlu atandı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 113
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU II. Menderes Hükümetinin programında ise yeni bir bilim merkezi olmakla beraber, öncelikle ve bilhassa Doğu Anadolu’nun bir taraftan milli ve içtimai, diğer taraftan maddi ve iktisadi kalkınmasına hizmet edebilecek; memleketin Doğu bölgesine de diğer bölgelerin derecesinde refah ve manevi sıhhat kazandırabilecek; Doğu’nun manevi ve içtimai kalkınmasında rol oynayabilecek manevi ve içtimai ilimler fakülteleri ile Doğu Anadolu’nun maddi refahına hizmet edebilecek müspet ilimler, fen ve teknik fakültelerin üniversite bünyesinde yer alacağı; Fakültelerin araştırma yetiştirme faaliyetlerinde Doğu bölgesinin özelliklerini ve ihtiyaçlarını göz önünde bulunduracağı; Doğu Anadolu’nun kalkınmasında örnek olup, araştırma sonuçlarını bölgeye yaymak ve tatbik edebilecek olması hedeflenerek Doğu Üniver-
sitesinin Erzurum’da kurulmasına karar verildi. Atatürk Üniversitesi'nin kuruluş çalışmaları 7 Haziran 1957'de resmen tamamlanmıştır. Atatürk Üniversitesi 17 Kasım 1958’de Ziraat ve Fen-Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başlamıştır. Ayrıca, Hacettepe Tıp Fakültesinin başlangıcı sayılan Çocuk Sağlığı Kürsüsü’nü, 2 Şubat 1954 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine bağlı olarak kurulmuştur. Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Enstitüsü ve Hastanesi olarak 1957 yılında Hacettepe'de çalışmaya başlamış ve 1958 yılında da eğitim, öğretim, araştırma çalışmalarına ve kamu hizmetine geçti. Bugün Hacettepe Üniversitesi’nin konuşlandığı alan üzerinde eski Ankara evleri vardı. Adnan Menderes bu arsayı istimlak ederek Hacettepe’nin bünyesine katılmasını sağlamıştır. Bu süreç ise Hacettepe Üniversitesi’nin doğmasına vesile olmuştur.
Merhum Tevfik İleri ODTÜ Temel Atma Töreninde konuşmasını yapıyor
ODTÜ Temel Atma Töreni 114 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Celal Bayar ekskavatör kullanırken
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Adnan Menderes ODTÜ Temel Atma Töreninde bizzat kullandığı ekskavatörden inerken
Celal Bayar ve Adnan Menderes Ege Üniversitesi Açılış töreninde uzun ömür, sulh, sanat ile ilmin sembolü olarak zeytin ağacı dikiyorlar.
Ege Üniversitesi Temel Atma Töreni
Atatürk Üniversitesi Açılış Töreni
Atatürk Üniversitesi Temel Atma Töreni ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 115
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKİYE’DE DEĞİŞİMİN ADI:
ADNAN MENDERES
Prof. Dr. Cavit BİRCAN Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü
Üniversitemiz adını, Türk Demokrasi Tarihinde “Demokrasi Şehidi” olarak anılan Merhum Başbakan Adnan Menderes’ten almıştır. Merhum Menderes, demokrasiye, ekonomik ve toplumsal kalkınmanın demokrasi ile gerçekleşeceğine inanan, siyasetin sivilleşmesi ve vesayetçi yönetimin ortadan kalkması için mücadele veren ve ülkesine yaptığı hizmetler ile anılan siyaset adamı ve demokrasi kahramanıdır. Yaşamı boyunca halkına hizmeti borç bilen Adnan Menderes, köyü ve köylüyü ön plana çıkararak tarım devriminin gerçekleşmesinde, sanayileşme ve ulaşımda büyük adımların atılmasında, Türk ekonomisinin dış dünya ile bütünleşmesinde büyük rol oynamıştır. Merhum Başbakan Menderes, on yıllık iktidarı döneminde ülke genelinde büyük yatırımlara yön vermiştir. Ülke kalkınmasına öncelik vererek; yolu, suyu, okulu olmayan köylere hizmetler götürmüş, okuma yazma seferberlikleriyle cehaletin ortadan kaldırılmasını sağlamış, Anadolu insanının ufkunu açmıştır. Büyük bir gayret ve mücadele ile siyasetin halkla bütünleşmesini sağlamış, onun döneminde halk kitleleri demokrasinin gerçek sahibi olduğunu yaşayarak öğrenmiş, baskı rejiminin ağırlığından kurtulup, özgür iradesiyle ülke yönetiminde söz sahibi olduğunun farkına varmıştır. Merhum Başbakan Menderes, Anadolu köylüsünü Anadolu’nun efendisi yapmayı başarmıştır. Halkla beraber halk için çalışan Aydın Çakırbeyli’de bulunan çiftliğinin önünden geçen herkesin karnını doyuran, köylüleri ile birlikte aynı sofrayı paylaşan Menderes, Türk halkının gücüne ve kendisine olan sevgisine inanmış ve idam sephasına giderken dahi bu inancını yitirmemiştir. 116 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Siyaseti halkla buluşturan Menderes, iktidarı boyunca halka dönük siyaset yapmıştır. Çıkmış olduğu yurt gezilerinde sürekli olarak halkın içinde yer almış, onların sıkıntılarını dinlemiş ve bu sıkıntıları çözmek adına büyük gayret sarfetmiş ve her defasında Başkent’e büyük bir inanç ve güvenle geri dönmüştür. Merhum Menderes’in halkın sevdiği, halkın bağrına bastığı bir lider olduğu hiçbir zaman unutulmamıştır. Adnan Menderes halkının kendine olan bu sevgisine ve bağlılığına hiç bir zaman duyarsız kalmamıştır. Fakat, Türk halkının sevgisinden ve Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesinden rahatsız olan bir takım şer odakları tarafından, bu dönem Türk Tarihine kara bir leke olarak geçecek olan 1960 Darbesiyle son bulmuştur. Halkın özgür iradesini kullanmasına izin vermek istemeyenler, Efsane Başbakan Menderes’i iktidardan indirmekle kalmayacak onu idam edeceklerdir. Onu çok sevdiği Milletinden, vatanından ayıranlar Milletin vicdan muhakemesinde yargılanmaktan hiçbir zaman kurtulamayacaklardır. Türk Milleti Adnan Menderes’e yapılanları asla unutmayacak ve unutturmayacaktır. Onun “Efsane” bir lider olduğu dilden dile dolaşacak, nesilden nesile aktarılacaktır. Adını gururla taşıdığımız Üniversitemiz, Merhum Başbakan Adnan Menderes adına büyük projelere imza atmaktadır. Üniversitemiz bünyesinde, Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesini genç nesillere aktarmak ve şimdiye kadar konu ile ilgili yapılamayan/ yaptırılmayan bilimsel çalışmalar yapmak ya da bu çalışmalara öncülük etmek amacıyla Adnan Menderes Uygulama ve Araştırma Merkezi kurulmuştur. Merkezimiz düzenlemiş olduğu konferans ve panellerle dönemin aydınlatılmasına büyük katkı sağlamaktadır. 2015
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
yılında Merkezimiz, Aydın il ve ilçelerini kapsayan sözlü tarih projesi ile Menderes döneminde yaşayanların hatıralarında kalanları kayıt altına almaya başlamıştır. Amacımız, Aydın ilinin belleğinde yer alan Adnan Menderes imajının ortaya çıkarılmasını ve şimdiye kadar konuşulamayanların konuşulmasını sağlamak, hem demokrasi tarihine hem de kent tarihinin oluşturulmasına katkı vermektir. Merhum Başbakan Adnan Menderes’e karşı her an kalben vefa borcu taşıyan Üniversitemiz, ayrıca konu ile ilgili büyük bir projenin bilimsel sorumluluğunu da üstlenmiştir. 2015 yılında Kültür Bakanlığı bünyesinde açılması planlanan ve Aydın’da kurulacak olan “Adnan Menderes Müzesi”nin bilimsel alt yapı çalışmalarına Üniversitemiz destek
vermektedir. “Demokrasi Şehidi” olarak andığımız Merhum Başbakanımız adına kurulacak olan bu müze, Menderes ideallerinin ve Menderes’in demokrasi mücadelesinin genç nesillere aktarılmasında büyük katkı sağlayacaktır. “Güçlü Türkiye ve Geleceğe Güvenle Bakan Türkiye” için kayıtsız ve şartsız demokrasi diyen Üniversitemiz, Merhum Başbakan Adnan Menderes’in bu uğurda verdiği mücadeleyi anlatmak ve yaşatmak adına yapılacak olan her projeye destek verecektir. Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde ve ekonomik alanda kalkınma hamlelerinin durmadan gerçekleştirilmesinde, Türk milleti ile bütünleşen ve gücünü milletten alan Adnan Menderes'lere ihtiyaç vardır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 117
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Cavit BİRCAN: "ADNAN MENDERES’IN ADINI GURURLA TAŞIYAN ÜNIVERSITEMIZIN MARKA DEĞERI ARTIYOR" gururla taşıyan Üniversitemiz, yeni Türkiye’nin inşasında üzerine düşeni yapmaya hazır. Güçlü ve emin adımlarla ilerliyoruz İlk günden bu yana ‘Çocuklarımızı Gönül Rahatlığıyla Gönderebileceğimiz Bir Üniversite’ sloganıyla hedef belirlerken bu başarının geleceğini biliyorduk. Üniversitedeki yatırımlarımız dışında bilim ve teknoloji üretme noktasında onlarca projemiz var. ADÜ’nün bulunduğu konumdan çıtasını daha da yükselteceğiz. Her alanda bunu yapmaya çalışıyoruz. Üniversitemize yeni katılan 4 fakülteyle birlikte fakülte sayımız 18’e yükseldi. Yüksek Öğretim Kurulu tarafından kurulumu onaylanan Sağlık Bilimleri Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi ve İslami İlimler Fakültesi ile birlikte ADÜ Ailesi büyümeye, Aydın’ın ve Üniversitemizin marka değerini yükseltmeye devam ediyor. 2016 yılı itibariyle 40 farklı ülkeden 335 yabancı uyruklu öğrencisi olan Üniversitemiz, eğitim öğretimin yanında bir kültür elçisi gibi çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. 20142015 verilerine göre tüm üniversitelerin doluluk oranları % 92.83 iken, Üniversitemiz % 99.77’lik oran ile en çok tercih edilen 8. Üniversite oldu. 1992 yılında kurulan ve adını merhum Baş- Bu yıl 12 bin 262 yeni öğrenciyi bünyesine katan bakanımız Adnan Menderes’ten alan Üniversite- Üniversitemiz, öğrencisi ve personeliyle 50.000 miz uluslararası standartlarda eğitim imkânları kişilik büyük bir aile oldu. sunan, mezunlarının kalitesiyle yurtiçinde ve Türkiye’de En Çok Tercih Edilen 8. yurtdışında tanınan, sektörle işbirliğinde öncü, Üniversiteyiz!... inovasyon yeteneği güçlü, akademik çalışmaKuruluş tarihi göz önünde bulunduruldularıyla bilim ve teknolojiye katkı veren, Ar-Ge, girişimci ve inovatif temelli güçlü bir eğitici ku- ğunda Türkiye’nin pek çok köklü üniversitesini ruluş olma yolunda ve emin adımlarla ilerliyor. geride bırakan Üniversitemiz, özellikle son döTürkiye siyasetinde demokrasinin mimarı olan nemde gerçekleştirdiği eğitim ve yatırım hammerhum Başbakan Adnan Menderes’in adını leleriyle adından sıkça söz ettirirken, ülke gene118 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
linde en çok tercih edilen 8. Üniversite olmanın haklı gururunu yaşıyor. 331.158 kişinin Adnan Menderes Üniversitesi’ni tercihlerine koyması bir tesadüf değil. Biz bu başarının temelinde insanı ve eğitimi merkeze alan yaklaşımımızın etkili olduğuna inanıyoruz. Göreve geldiğimiz günden itibaren Üniversitemizin kalkınması için gerek fiziksel gerekse insani yatırımları büyük bir özenle gerçekleştirdik. Öğrencilerimizin, akademisyenlerimizin ve çalışanlarımızın Adnan Menderes Üniversitesine olan aidiyetlerini ve motivasyonlarını artırmak için önemli adımlar attık. Elde ettiği-
miz bu başarının altında çokça emekleri olan her bir ADÜ ferdine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Akademisyenlerimiz, Üniversitemizin geleceği... Akademik anlamda en iyisine ulaşmak için mevcut akademisyenlerimizi bilimsel çalışmaları konusunda destekliyoruz. Akademisyenlerimiz yeter ki bilim üretsinler. Ürettikleriyle yurt dışında konferanslarda, yayınlarda Üniversitemizi temsil etsinler. Bu anlamda, araştırma görevlilerimizin ve yardımcı doçentlerimizin çalışmalarını çok önemsiyoruz.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 119
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bilgi İşlem Binamız 8 bin metrekare üzerine kurulacak ve 13 Milyon TL’ye mal olacak. Biz bu tür önemli çalışmaları gerçekleştirdikçe çalışmalarımız devlet büyüklerimiz ve Yüksek Öğretim Kurulunca görülerek takdir ediliyor ve gelişimin önü açılıyor. 4 yeni fakültemizle birlikte daha güçlü bir üniversite ile bilime ve teknolojiye hizmet etmeye devam edeceğiz. Sosyal Sorumluluk Projelerine Destek Veriyoruz Üniversitemiz sosyal sorumluluklarının bilincinde. Engellilerimizi, yaşlılarımızı, çocuklarımızı ve sivil toplum örgütlerini Üniversitemizde ağırlamaktan gurur duyuyoruz. Toplum yararına hizmet üreten kurum ve kuruluşlara desteklerimiz devam edecek. İyi olanın ve doğru olanın peşinden koşmaya devam edeceğiz.
Daha güçlü bir üniversite ile bilime ve teknolojiye hizmet etmeye devam edeceğiz Aydın’a daha iyi hizmet verebilmek için Üniversitemiz Uygulama ve Araştırma Hastanesi ek binasını hizmete açtık ve yeni bir ek binanın daha yapım çalışmalarına başladık. 19 bin 500 metrekarelik ek binamız, aldığımız 10 Milyon TL’lik bütçeyle toplamda 37 Milyon TL’ye mal olacak. 17 bin metrekare kapalı alanda 2018’de proje teslimi yapılacak yeni dersliklerimiz 24 Milyon TL’ye mal olacak. Yeni Kütüphane ve
120 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADÜ ailesinin bir ferdi nasıl olmalıdır? Adnan Menderes Üniversitesi öğrencisinin, alanında yeterli bilgiye sahip, etik değerlere bağlı, toplumsal sorumluluk bilinci gelişmiş, akılcı, yaratıcı, üretken ve dünyadaki gelişmeleri izleyebilen; ulusal ve evrensel sorunları saptayabilen ve çözüm üretebilen bir donanıma sahip olmasını hedefledik. Öğrencilerimiz, ulusal ve evrensel sorunlara çözüm önerileri geliştirebilecek, ülke gelişimine ve evrensel bilime katkı sağlayacak projeler üretecek ve özgün araştırmalar yapacaklar. Toplumun ihtiyaçlarına yönelik ve çevreye duyarlı, yüksek standartlarda, kaliteli, güvenilir ve hızlı hizmet vermek bizlerin en önde gelen amaçları arasında yer almaktadır. Adnan Menderes Üniversitesi ailesinin bir ferdi olmak;
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU eğitim, araştırma ve hizmet alanlarında yurt içi ve yurt dışında tanınan, çağdaş, katılımcı, çalışanı ve öğrencisi olmaktan onur duyulan ve tercih edilen bir üniversitede olmak demektir. Demokrasi Şehidimiz Merhum Menderes İçin Elimizden Ne Geliyorsa Yapacağız! Adnan Menderes ile ilgili Üniversitemizde, arşiv, sözlü tarih ve müze çalışmaları yürütülmektedir. Bu çalışmaların sürekliliğini sağlamak ve çalışmaları gelecek nesillere bilimsel bir platformda aktarmak için 2012 yılında Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulmuştur. Bu çalışmalardaki amacımız; Adnan Menderes’in yaşamının, Türk siyasetine katkılarının, toplumla kurduğu iletişimin ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasın nesnel olarak değerlendirilmesi suretiyle, gençlerimizin Menderes ve dönemini yakından tanımalarını sağlamaktır. Kuracağımız Demokrasi Müzesi ile ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Cumhuriyet Müzesi arşivinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphanesinde, Anadolu Ajansında, TRT’de, Genel Kurmay arşivinde Ankara da çalışmalar yapıldı. Çok sayıda bilgi, belge ve fotoğraf elde edildi. Müzenin birinci bölümü; Adnan Menderes, ailesi ve siyasete atılması, ikinci bölümü 1950 seçimleri ve iktidar yılları, üçüncü bölümü 1960 Yassı Ada duruşmaları ve dördüncü bölümü idam ve sonrasını içerecek. Toplumun en büyük beklentisi, daha demokratik bir Türkiye için yeni, sivil bir anayasadır. Milletimiz, kendi iradesini hiçe sayan darbeci ve
vesayetçi anlayışlara karşı bir an dahi taviz vermeden dimdik durmaya ve demokrasi bayrağını dalgalandırmaya devam edecektir. Demokrasi tarihimize damgasını vuran merhum Adnan Menderes ve arkadaşları ülkemize ve milletimize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacaktır. Üniversite olarak amacımız Ülkemizde özlenen demokrasi bilincinin gençlerimizde oluşmasına olanak sağlamaktır. Onun izinde yürüdüğümüz bu yolda eminim ki gelecek nesiller daha güzel bir Türkiye’de yaşayacaktır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 121
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
OSMANLI, ORTADOĞU VE BIZ YİNE şu meşhur Yemen Türküsü. Gidip de gelTC ve Osmanlı'dan sonra kurulan diğer memek giden için de, kalan için de muhakkak ki çok devletler büyük bir acıdır. Ama giden vatan için gitmiş ve gitBİZ Ortadoğu'yu oralarda kalamadığımız, yani tiği yerde de şehit olmuşsa durum değişir. Yemen'e, buna gücümüz ve dermanımız yetmediği için bıraktık. Hicaz'a, Basra'ya, Şam'a vatan savunması için gittik ve şehit olduk. M. Âkif, Çanakkale'deki tüm şehit ve Kalabilsek hiç şüphe yok ki kalacaktık. Bunun başka gazilerimiz için “Bedrin arslanları ancak bu kadar şan- bir sebebi yoktur. Zaten başka türlü düşünecek olursak lı idi” diyor. M. Âkif, Çanakkale'de şehit düşenlerin bıraktığımız yerleri birilerine ikram etmiş duruma düsadece İstanbul'u ve Osmanlı topraklarını korumakla şeriz. Bu ise imkânsızdır. İngilizler'in üç niyeti vardı. Birincisi Ortadoğu'yu kalmadıklarını Harameyn'i de (Mekke ve Medine) koruduklarını görüyor ve bu benzetmeyi bu çok önemli Osmanlı'dan kopartmak, İkincisi Ortadoğu'yu böldeğerlendirmesine istinad ederek yapıyordu. Tarih mek, üçüncüsü ise Osmanlı'yı tarihe gömmekti. İnmerhum M. Âkif 'i haklı çıkardı. Ortadoğu bizden gilizler için Türkiye Cumhuriyet'i başta olmak üzere Osmanlı'nın tasfiyesi sonunda kukopartıldı. Ortadoğu bir kan ve ateş rulan devletlerin hepsinin doğum deryasına dönüştürüldü. Kuveyt, Irak, tarihi 1923 veya sonrası idi. HiçbiSaddam devrilsin derken, yabancı risinin Osmanlı ile bir ilgisi yoktu, ülkelerin askerleri Harameyn'in yaEmperyalizmin olmayacaktı. Osmanlı ölmüş, tarihe kınlarına kadar geldiler. Bütün İslam dün de bugün gömülmüş ve geriye bir vâris de bıÂlemi için tek teselli İstanbul'un kurrakmamıştı. Böylece Osmanlı'yı ve tulmuş olmasıydı. İstanbul hiç şüphe de işi gücü Ortadoğu'yu unutmak bizim için emyok ki, Harameyn'den sonra İslam Türkiye'yi bu peryalizmin buyruğu olmuştu. dünyasının en önemli beldesidir. Eğer İstanbul ve Anadolu Müslümanlar’ın Bunun için tarihimizden koptuğudünyadan uzak elinde olmasaydı bütün İslam dünyası muzu ve Ortadoğu'ya yabancılaştığıtutmaktır başka bir medeniyetin mensuplarının mızı söylemek istemiyorum. Ama ne eline geçmiş olurdu. olduysa oldu emperyalizmin bu dayatmasını içselleştirdik. Osmanlı'yla Ortadoğu'nun bizden ilgilenmek de neredeyse Cumhuriyet'e karşı olmakla kopartılışı Ortadoğu ve İslam dünyası ile ilgilenmek laiklikten YEMEN o gün için bizim yurdumuzdu. Yemen de, çıkmakla özdeşleştirildi. Çok partili siyasi hayata geHicaz da bugünkü Lübnan, Suriye ve Irak bizim vata- çiş ve özellikle DP ile birlikte Osmanlı'ya ve tarihimize nımızdı. Buralarda hayatlarını kaybedenler de şehitle- yeniden sahip çıkmaya ve Ortadoğu'yla ilgilenmeye başladık. Milletimiz geçmişini reddetmemişti. rimiz. Bugünkü iktidar sanki bu konuda bir şeyler yapİnsan, yurdunun bir parçasını kaybetmekten dolayı sevinmez, sevinemez. İyi ki gitti, oraları zaten mak istiyor. Ortadoğu ülkelerine gidip,“Ne yapalım bize bir yüktü demez, diyemez. Çukurca, Şemdinli, biz Batı ve Amerika ile beraberiz. Bizi lütfen anlayışArtvin, Uzunköprü, Muğla veya KKTC bugün bi- la karşılayın. Sizin için bu çerçevede yapacaklarımız zim için ne ise I. Dünya Savaşı'nda bizden kopartılan olursa memnuniyetle yerine getiririz”demekle, OrtaOrtadoğu'nun tamamı da o gün için o idi. Durum doğu ve İslam dünyasında etkili olunamaz. Ayrıca Batı böyle olmasına rağmen Arabistan çöllerinde kan akıt- hiçbir zaman burdaki ülkelerle kendi arasında bizden mak Osmanlı'nın affolunamaz bir kabahati gibi anla- bir arabuluculuk beklemez. Emperyalizmin dün de tıldı. Ortadoğu ile ilgili şu ana kadar yazdıklarımı bir bugün de işi gücü Türkiye'yi bu dünyadan uzak tutkenara bırakın. 0 Arabistan çölleri denilen sonsuz kum maktır. Unutmayalım: Türkiye Batı ile Ortadoğu yığınlarının altında bugün Dünya petrollerinin yüzde arasında köprü olmaz. Olursa sadece Ortadoğu'nun 50'si bulunuyor. Tarihine ve geçmişteki yurduna ya- Batı’ya ve emperyalizme karşı kalkanı olur. Esasen bu bancılaşmak bir neslin başına gelebilecek herhalde en bölgede Türkiye'nin dışında hiçbir ülke böyle bir misyonu yüklenemez. büyük musibetlerden bir tanesidir. 122 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İŞTE TÜRKİYE'Yİ BÜYÜTEN TEMEL DİNAMİK... HÜRRİYET, DEMOKRASİ VE PEŞİNDEN DE
KALKINMA İLE REFAH... A h m et Ş e r i f B ay ı n dı r ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 123
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES… TÜRK SIYASI TARIHININ YITIK EFSANESI Fırat ÇELİK Koçarlı Kaymakamı
Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde önemli bir yer tutan, demokrasi adına halk mücadelesinin ortaya çıkardığı siyasi bir figür ve halk kahramanı… Demokrasinin Türkiye yolculuğunda önemli bir durak ve siyasal tarihimiz açısından önemli bir dönüm noktası. Aynı zamanda Türk siyasal hayatının kuşkusuz en tartışmalı isimlerinden biri… Adnan Menderes… Her ne kadar Adnan Menderes’in siyasal çizgisi, yürüttüğü faaliyetleri ve uyguladığı politikalar farklı görüşlerden farklı tepkiler alsa da günümüzde artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var ki; bu da Adnan Menderes’in idam kararının çok yanlış olduğu yönündedir. Ayrıca Türkiye’deki gelişen ve ilerleyen demokrasi adına büyük bir hata ve büyük bir kayıp olduğu doğrultusunda herkesçe görüş birliğine varılmaktadır. Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesinde ve inandığı siyasi düşüncelerinde sonu idamla biten bu dönemin hala siyasal tarihimizde bıraktığı derin etkiler varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle Menderes döneminin Türk siyasal tarihinde ve Türkiye’deki demokrasinin gelişiminde önemli bir yer tutmasının yanı sıra gelecekte de her zaman değerlendirilmesi ve incelenmesi gereken bir siyasal miras niteliğindedir. Menderes; Osmanlıyı, Kurtuluş Savaşını, Türkiye 124 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Cumhuriyetinin Kuruluşunu, Tek Parti ve Demokrasi dönemini görmekle ve yaşamakla yetinmeyip burada üstüne düşen görevleri ve rolleri başarılı bir şekilde yerine getirmek için çıkmış olduğu demokrasi mücadelesinde kendisini elbette büyük zorluklar bekleyecekti. Demokrasi kültürü çerçevesinde kendisini iktidara götürecek mekanizmaları iyi bilmekle birlikte özünde ve içinden çıktığı toplumun değer yargılarını ve sosyal dokusunu iyi bilen biriydi. Bu itibarla Menderes’in gücü “halkın içinde yaşamış ve onun içinden gelmesinden” kaynaklanıyordu. Dönemin Türkiye’si her dört kişiden üçünün köyde yaşadığı bir dönemdi ve kendisi toprakla iç içe geçmiş bir hayatın içinden, köylülerin yanından geliyordu. Bu nedenle Tarım ekonomisine dayanan bu dönemin Türkiye’sinde toprağın, toprakta çalışan insanların ekonomik durumlarını ve sosyal hayatlarını çok iyi bilen Menderes, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş ve bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkan dahilinde olduğunu aynı zamanda göstermiş bir dönemin önemli bir aktörüdür. Halkın geleneksel dokusuna duyduğu saygının yanında çıkmış olduğu demokrasi ve siyasal mücadelesinde Türkiye’ye, gelişmiş Batı’nın gelişmişlik düzeyini yaka-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU latmakla birlikte Batı’nın demokrasi standartlarına ülkemizi ulaştırabilme isteği belki de en temel hedefi idi. Bu bağlamda kendisinde gerekli olan modern bakış açısı, bilgi düzeyi, demokrasi anlayışı, liderlik vizyonu ve kişiliğine sahipti. Bu nedenle Adnan Menderes’i iyi tanıyan Celal Bayar’ın onu tercih etmesinde bu faktörlerin etkisi büyüktü. Bu itibarla Bayar, ne kadar isabetli bir tercih yaptığını yıllar sonra dile getirecek ve Menderes için şöyle diyecekti: “Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Kuvvetli bir mantığı vardı. Ona göre Menderes, “Halkın psikolojisini, özellikle köylünün psikolojisini anlıyordu ve liderlik için gerekli niteliklere sahipti.” Menderes, çıktığı demokrasi yolculuğunda halkına dayanmaktan başka destek aramadı. Hitabeti çok güçlü ve karizması büyük bir politikacıydı; halkın da kısa sürede kendisini sevip bağrına basacağı belliydi. Milyonlarca insan kısa süre içinde Ona karşı yine Bayar’ın tanımıyla ‘sihirli bir muhabbet’ duyabilirdi. Nitekim öyle de oldu… Ve Celal Bayar yanılmamıştı. Türkiye’de çok partili hayat dönemi ile birlikte Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelmesi Türkiye’deki siyasal atmosferin ve siyasal düzenin değişmesinde en önemli dönüm noktalarından biridir. Demokrat Partinin iktidara gelir gelmez yapmak istediği ilk icraatların başında demokrasi kültürünün gelişmesine yönelik olarak temel hak ve hürriyetlerin yeniden düzenlenmesi ve korunması, din ve vicdan hürriyeti konusunda önemli adımların atılması ve ayrıca sosyo-ekonomik düzenlemeler ve yenilikler başta gelen temel ilkelerdendi. Bu çerçevede yapılan düzenlemelerden birisi, Ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur. 14 Ma-
yıs 1950 bir yönüyle, halkın var olan taleplerine karşı yasakların kaldırılması demekti. Demokrasi adına ve çok partili siyasi hayat adına artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de milletin talepleri, demokrasi kültürü ve düzeni içerisinde dikkate alınmalıydı. Menderes devri, bu anlamda, demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin korunması kadar ekonomik alanda da yeni atılımların ve yeni teşebbüslerin olduğu yıllar olarak da değerlendirilebilir. 1950-1954 yıllarında Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verildi. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Ülkede yeni sanayi tesisleri ve 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye’nin gayri safi milli hasılası yılda ortalama %9 oranında büyüdü ve büyüme hızı bu dönemde %12’lere kadar çıktı. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında ve köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. 1950’den sonra bir çok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılap, en büyük devrim demokrasi devrimidir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu.” Sözlerini sarf etmiştir. Demokrasi sistemi içerisinde temel mekanizma olan oylamaya büyük saygısı olduğunu kongre çalışmaları sırasında hep göstermiştir. Kendi fikrini sonuna kadar savunmayı çok seven Menderes çoğunluğun kararına uymaktan da hiç çekinmiyordu. Adnan Menderes’in Aydınlı (Koçarlılı) oluşu ve onun Aydın’a olan ilgisi çok partili yaşama geçiş sürecinde Aydın ilini siyasilerin gözdesi haline getirmiştir. Bu vesileyle dönem dönem Aydın’da ve Anadolu'nun
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 125
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU başka kesimlerinde halkın taleplerini dinler bazen de karşılıklı görüş alışverişinde bulunurdu. Menderes 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde Hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” ifadesi Menderes politikalarını ve insanlara karşı tutumlarını özetler niteliğindeydi. Günümüz demokrasi sistemi ve yapısı içerisinde de hala geçerliliğini koruyan sivil, demokratik,
toplumsal refleksleri güçlü, hesap verebilen, şeffaf, katılımcı, toplumun üretim ve girişim potansiyelini harekete geçirebilecek sivil bir duruş ve yapısal çözümler gibi dinamiklerin ülkemize yerleşmesi ve gelişmesinde şüphesiz Menderes’in katkıları büyüktür. Türkiye’de demokrasinin ilk kez kesintiye uğradığı 27 Mayıs darbesi ile Türk siyasal tarihi yeni bir döneme girmiş oldu. Bu dönemde, Menderes dönemi ile önemli bir gelişme ve ilerleme gösteren Türk demokrasisi önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş olup, ülkemizdeki demokratik siyaset kültürü adına elde edilen kazanımlar da büyük ivme kaybetti. Bununla birlikte Türkiye’nin siyasal imajı uluslararası arenada itibar kaybına uğradı ve maalesef telafisi uzun yıllar alacak negatif sonuçlar bıraktı. Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda, Adnan Menderes vermiş olduğu demokrasi mücadelesinde bedelini hayatıyla ödese de; her zaman ülkemiz insanının hafızasında ve kalbinde “Türk siyasi tarihimizin yitik efsanesi” olarak anılacaktır. Bununla birlikte Adnan Menderes’in siyasi hataları varsa da tarih onu “demokrasi şehidi” olarak hatırlayacak. Tabii bir de “Ezan Şehidi” olarak…
Koçarlı Cihanoğlu Camii
Koçarlı Cihanoğlu Camii'nin Mihrap Süslemeleri 126 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Koçarlı Cihanoğlu Kulesi
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES’İN DEMOKRASİMİZDE YERİ Nuri AKTAKKA Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü
Demokrasi; vatandaşların devlet politikalarını şekillendirmede eşit haklara sahip olduğu bir yönetim şekli olarak tarif edilir. Bunun yanı sıra, devlet yönetimi dışında dernekler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, diğer kurum ve kuruluşların yönetimleri de demokratik bir yönetim şeklindedir. Ülkemizde, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile demokratikleşme yolunda en önemli adımlardan birini atılmıştır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla da demokratik bir sistem başlamıştır. 1923 ile 1930 yılları arasında çok partili döneme geçiş çalışmaları yapılmıştır, ancak bu konuda istenilen netice alınamamıştır. 1930’dan sonra da tek partili dönem 1950 yılına kadar devam etmiştir. 7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’in Demokrat Parti’yi kurmalarıyla çok partili sürece girilmiştir. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile ülkemizde demokrasinin gelişmesi bakımından önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu süreçte ülkemiz demokrasisinin gelişmesinde; Adnan Menderes’in olaylar karşısındaki duruşu, halkın isteklerine cevap vermesi ve halkın hissiyatlarını yansıtması çok önemlidir. Menderes’in demokrasi mücadelesindeki azmini; “Biz, mutlaka iktidara gelmek için değil; demokrasiyi teşekkül ettirmek için kurulmuş bir partiyiz.” sözü çok güzel anlatmaktadır. Adnan Menderes’in ekseri sözleri, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi üzerinedir. Adnan Menderes; meşruiyetin demokrasi üzerine kurulması, demokrasinin de millet iradesiyle, millet egemenliğiyle ve hür seçimlerle oluşturulması yolunda mücadele vermiştir. Bu yolla da vatandaşların hak ve hürriyetlerinin savunuculuğunu yapılmıştır. “Yeter Söz Milletindir!” sözüyle çıktığı yol, halkın teveccühünü kazanmıştır. Halktan aldığı desteği, halka hizmet olarak sunmuş; ülkenin demokratik, sosyolojik ve ekonomik alanda gelişmesini sağlamıştır.
Türk demokrasisine büyük katkıları olan Adnan Menderes adına, demokratik gelişmemizi ve Adnan Menderes’i anlatan bir müzenin olmayışı büyük bir eksiklikti. Bu ihtiyacın karşılanması için; Adnan Menderes Müzesi kurulması hususunda, Valimiz Sayın Erol Ayyıldız İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce çalışmaların başlatılmasını istemiştir. Bunun üzerine; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İlimizde Adnan Menderes Müzesi kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Aydın Adnan Menderes Müzesi Teşhir ve Tanzim projesi tamamlanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce kabul edilmiş, 2016 yılında da projenin uygulanmasına başlanacaktır. Projenin teşhir tanzim senaryosunu Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Adnan Menderes Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Siirt Üniversitesi öğretim üyelerince hazırlanmıştır. Müze teşhir ve tanzimi şu bölümlerden oluşacaktır: I. BÖLÜM: Adnan Menderes’in Ailesi ve Siyasete Atılması II. BÖLÜM: 1950 Seçimleri ve İktidar Yılları III. BÖLÜM: 1960 Yassıada Duruşmaları IV. BÖLÜM: İdam ve Sonrası Müze teşhir ve tanziminde kullanılacak bilgi ve belgeler; Aydın Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Adnan Menderes Üniversitesi görevlilerince; TBMM, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Anadolu Ajansı, TRT, Ankara Üniversitesi (TİTE), Milli Kütüphane Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Cumhuriyet Müzesi arşivlerinde yapılan derleme çalışmaları ile elde edilmiştir. İlimizde yapılacak olan müzenin Adnan Menderes’in hayatını ve demokrasi mücadelesini en iyi bir şekilde anlatması için gerekli çalışmalar hassasiyetle sürdürülmektedir. Adnan Menderes Müzesi ile ilgili yapılan bu çalışma, Adnan Menderes ve Türk Demokrasisi için yapılmış çok önemli eser olacaktır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 127
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HAFIZA-İ BEŞER NİSYAN İLE MALÛLDÜR
Süleyman GÜNDEAY Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürü
İnsan hafızası, unutma özürlüdür. Bu sebepledir ki demokrasi şehidi Merhum Başbakan Ali Adnan Menderes’e ait ve onunla özdeşleşmiş meşhur sözü olan “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.” hükmünce sıla-i rahim yaparak unuttuklarımızı tekrar hatırlamanın faydalı olacağını düşündüğüm tarihimizi hatırlayalım ve bilelim ki mazisini bilmeyenin atisinin olamayacağı idrakini her zaman içimizde hissedelim ve özümseyelim. Türk Milleti, manevi değerlerine önem veren, söyleyerek ya da söylemeyerek ve yaşayarak ya da yaşamayarak ama esasında milletimin hakkıdır deyip yaşatarak bunu gösteren her bir şahsiyete misliyle karşılığını vermiş, kendisinde hiçbir hak kalmayacak şekilde her durumda mukabelesini yapmış ve teveccühünü göstermiştir. Hakimiyetin bilakayd-ü şart millete ait olduğunu göstermesi açısından, “YETER SÖZ MİLLETİNDİR” sloganıyla başlayan 1950-1960 Demokrat Parti (DP), 1983-1990 Anavatan Partisi (ANAP), 2002-… Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemleri milli tarihimizde çok önemli bir yer tutmaktadır. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalışmalarını eleştirerek onu olumlu yönde etkileyeceğini varsayarak kurulmasına izin verilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası ekonomi, din ve yönetim başlıklı konularda, tek parti yönetiminden farklı bir çizgi ortaya koymasından dolayı, hükümete ve Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneltti128 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ği eleştiriler nedeniyle ve asimetrik politikalar neticesinde İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun Kanunu’na istinaden kapatılmışlardır. Nitekim, çok partili siyasal hayata geçişin ilk basamağı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, Kazım Karabekir’in Genel Başkan, Hüseyin Rauf Orbay’ın İkinci Başkan (eski başbakan), Ali Fuat Cebesoy’un Genel Sekreter olmasından dolayı oldukça önemlidir. Çünkü hepsi Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Mustafa Kemal’in de yakın arkadaşlarıydı. Ancak ekonomi, din ve yönetim başlıklı konularda onun yaptıklarını tasvip etmiyorlardı. Çünkü Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ekonomik açıdan batı tipi liberalizmi benimsiyor ve tüzüğünde “dinsel düşünce ve inançlara saygılı” ifadesine yer vererek manevi değerlere saygıyı öne çıkarıyor, yerinden yönetim (adem-i merkeziyet) ilkesine dayanan bir idari yapıyı savunuyordu. Bu sebepledir ki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın devletçilik politikaları ile sert ve katı bulduğu laiklik anlayışını kabul etmiyor ve merkezi yönetimin güçlenmesini eleştiriyordu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından birkaç ay sonra gerçekleşen Şeyh Sait İsyanından sonra geniş yetkilerle kurulan İstiklal Mahkemeleri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının irticai faaliyetler yürüttüğü yönünde hükümeti ikaz etmiş nihayetinde Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, kendi yetki alanında bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılmasına karar vermiştir. Yine aynı isyandan sonra çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu’na istinaden Hükümet de, 3 Haziran 1925 tarihinde bütün memlekette irticayı tahrik ettiği gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına karar vermiştir. Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalışmalarını eleştirerek onu olumlu yönde etkileyeceğini varsayarak ekonomide liberalizm yanlısı görüşleriyle tanınan yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’i Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurdu ancak dini ve iktisadi açılardan Terekkiperver Cumhuriyet Fırkası’na benzer şekilde tek parti yönetiminden farklı bir çizgi ortaya koymasından dolayı kısa zamanda beklenmedik bir hızla gelişen Serbest Cumhuriyet Fırkası, hükümete ve Cumhuriyet Halk Fırkası’na yönelttiği eleştiriler nedeniyle ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın muhalefete karşı baskıya girişmesi üzerine Fethi Bey ve arkadaşları üç ay sonra Kasım 1930’da partiyi kapatmak zorunda kalmaları neticesinde ülkede tek parti rejimi kökleşmiş oldu. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laik-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 yılında gerçekleştirdiği üçüncü kurultayında partinin temel ilkeleri olarak kabul edildi. 1935 Kurultayında ise, Parti-Devlet bütünleşmesi hukuki temele oturtularak Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adı Cumhuriyet Halk Partisi olarak değiştirildi ve bu ilkeler 1937 yılında Anayasa’ya kondu. Türkiye’de 1930’lardan 1945’lere kadar kesintisiz tek parti idaresi, batılı totaliter yönetimleri andıracak boyutlarda olmamıştı ama çeşitli idari tedbirlerle ve asimetrik politikalarla toplumda muhalif güç ve düşüncelerin faaliyetlerine de müsaade edilmemişti. Öyle ki 1934’te çıkarılan İskan Kanunu, 1936’da çıkarılan İş Kanunu gibi sosyal nitelikli bazı kanunlar çıkarıldı ise de bunların amacı rejimin korunmasına yönelikti. II. Dünya Savaşı’nın ardından tüm dünyada başlayan demokratikleşme akımı ve oluşan uluslararası koşullar ve İsmet İnönü’nün kişisel tercihleri aynı zaman da sınıfsal etkenler ele alındığında Türkiye’nin yeniden çok partili sisteme geçişi, yazımın başlarında bahis konusu olan çok partili siyasal hayata geçişteki sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde ve asimetrik politikalar neticesinde engellenememiştir. İlk olarak Temmuz 1945’te iş adamı Nuri Demirağ başkanlığında Milli Kalkınma Partisi ardından Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) toprak reformu projesine (çiftçiyi topraklandırma kanunu) muhalefet ederek dörtlü takrir veren Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) içindeki muhalif milletvekillerinden Ali Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü isteklerinin reddedilmesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) ayrılarak 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir parti kuruldu. Siyasi hayatımızdaki ve Ülkemizin demokratikleşme kronolojisindeki önemli olaylardan birisi de hiç kuşku içermez ki Ülkemizin çok partili siyasal rejime geçmesidir ki bu da daha sonrasında gerçekleşecek olan birçok demokratikleşme reformunun öncüsü kabul edilecektir. Devletle bütünleşmiş ve yek vücut olmuş tek partili Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının ardından siyasal sistemde artık çoğunluğun tercih hakkını kullandığı, “YETER SÖZ MİLLETİN” diyebildiği 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Türkiye’deki 27 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını, “kansız” ve “beyaz devrim” ile Demokrat Parti’ye bırakması 10 yıllık Demokrat Parti döneminin başlaması açısından bir milat olmuştur. Böylelikle de çoğulculuğun benimsendiğini ortaya koyan devrim niteliğinde bir adım atılmıştır. Ancak, “kansız” ve “beyaz devrim” olarak gerçekleşen “YETER SÖZ MİLLETİN” sloganıyla başlayan 10 yıllık Demokrat Parti dönemi, “kanlı ve kırmızı” 27 Mayıs 1960 darbesiyle sona ermiş, milli ve yerli 3 önemli şahsiyetin ömrü demokratik olmayan yollarla gasp edilerek idamla sonlandırılmıştır. Ruhları şad olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 129
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞVEKİLİN İZİNDEN
Adem ÜÇGÜL Aydın İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımsısı
Hayatı boyunca kendi toplumuna nefes aldırmaya çalışmış, demokrasinin ülkemizde bir derinlik kazanması için her şeyini evet her şeyini bu uğurda en kutsal varlığı olan canını vermiş bir insanı inanın kelimelerle anlatmak yeterli gelmez. Düşünün kendi naaşı bile bu topluma nefes aldırmıştır. Evet ülkemize biçilen elbiseleri yırtıp atmış, toplumun başı-
na geçirilmek istenen çorabı bir İsmail olup kendini kurban ederek söküp atan bir büyüklük kolay kolay herkese nasip olmasa gerek. Adnan ismini ve Menderes ismini bir sorgulayın bakalım, Adnan Menderes’in 17 Eylül 1961’ de idam edildiğini ama bu tarihten sonra doğan milyonlar çocuklara Adnan ve Menderes isminin verildiğine şahit olursunuz. Bu toplum o kadar horlanmış, susturulmuş, caddelere ve meydanlara sokulmak bile istenmemiş, eli sıkılmak şöyle dursun her türlü hakaretlere muhatap olmuştur. Gerçi kendisine nefes aldıran, insan olduğunu fark ettiren Başvekilini koruyamamış, yaşamasına izin verilmesini sağlayamamış ama oynanan oyunun farkında olup kendisine yutturulan demir leblebileri boğazından adeta ciğerlerini yırtarak midesine indirmiştir. Tüm bu olanlara karşı yeni doğan çocuklarına Adnan ve Menderes isimlerini koyarak kendine biçilen hesapları ters yüz etmiştir. Yine böyle güçlü bir mesaj 17 Eylül 1990’ da Başvekilinin İstanbul’a nefes aldırmak için açtığı Vatan Caddesi’nde Murat Paşa Camii’nde ertelenmiş bir cenaze namazını kılmak için milyonlarla doldurması ile verilmiş oluyordu. Ve Başvekil bir kez daha milletine nefes aldırıyordu. Fakir de o gün Ankara’daki derslerini bırakarak böyle bir onuru yaşamak için orada bulunmuştu. Ben doğmadan 7 yıl önce idam edilmiş bir şehidin cenaze namazını kılmak, gerçekten heyecan verici ve orada onu seven milyonlarla tek vücut olmak adeta hepimiz Adnan’ız hepimiz Menderes’iz demek ancak yaşanarak hissedilebilecek bir şey. Tarihimiz yok edilmek istenen kahramanlarımız ve onları yok etmeye çalışan piyonajlarla doludur. Biz Alparslanları, Fatihleri, Yavuzları biliriz ve onlara dua ederiz. Peki onları yok etmeye çalışan zavallı piyonajları konuşuyor muyuz? Elbette ki hayır. Rahmetli Necip Fazıl’ ın Sakarya şiirindeki gibi oluklar çift birinden nur akar birinden kir. Başvekil böyle bir nur çeşmesinin suyudur, ruhu şad olsun, Allah Cennetini nasip etsin.
astınız!
zehirlediniz!
yedirmeyiz!
ADNAN MENDERES
TURGUT ÖZAL
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
130 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
132 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Berin Menderes
ANISINA SON 50 KELİME Hüseyin AKSU Aydın Belediyesi Eski Başkanı
Ben, 1994 yılında seçimi yeni kazanmış, 25 günlük Belediye Başkanıyken, Berin Menderes’in ölüm haberi geldiğinde, O'nun yaşamını inceledim ve büyük saygı duydum. Kimsenin O'nun yaşamı ile ilgilenmediğini ve adeta O'nun acısını yok saydığını görerek üzüldüm. Türk kadınının gücünün ve metanetinin simgesi olduğunu görerek, O'nun adını Aydın'da çok önemli bir noktadaki parkta ebedileştirmek için hemen Belediye Meclisine getirdim ve karar aldık. Bu parkın yapılması için kamulaştırma vs. işlemlerinden sonra parkı 1998 yılında açtık. Açılışa 98 yılının darbe psikolojisi ile yine kimseler gelmedi. Bizler, muhtarımız rahmetli Sabri ve belediye meclis üyelerimizle mütevazi bir tören yaptık. O'nun anısı önünde saygı ile eğildik. O parkı; metanetin, dirayetin, sabırın, fedakarlığın sembolü olan “Türk kadınına” ithaf ettik. O, Başbakan eşi iken, askeri darbeyi gördü. Eşinin idam edilmesini gördü, iki evladının ölümünü gördü. Güçlü, fedakar, sabırlı ve dirayetli bir Türk kadını olarak, çok özel bir sevgi ile bağlı olduğu Adnan Menderes’i sadece Başbakan’ken değil, idam edildiği güne kadar yanlız bırakmadı. 1994 yılında vefat ettiğinde biri eşi olmak üzere 3 yakın akrabasının idamına tanık olan, 3 erkek çocuğunun ikisinin acısını yaşamış bir eş ve anne olarak hep dimdik ayakta kalmış bir abide olarak hayata veda etti. Mensup olduğu, İzmirli Evliyazade ailesinin bir ferdi olarak yaşadığı bu korkunç dramatik yaşama katlandı, 1994 yılında vefat edinceye kadar eşi Adnan Menderes’in yanında oldu O'nu savundu ve nihayet hak ettiği şekilde; eşinin itibarının iade edilmesini gördü, Anıt Mezarının yapılmasını da gördü, başta Aydın'daki Üniversite ve İzmir'deki havaalanı olmak üzere eşinin adının Türkiye'de pek çok esere gururla verildiğini de gördü. İstanbul, Topkapı’da Adnan Menderes’in yattığı Anıt Mezarın bahçesinde eşinin başucuna huzur içinde gitti!.. Bu makalemde sizlere O'nun anısını yaşatacak birkaç sayfa sunacağım, lütfen hepsini dikkatle okuyunuz. Yaşamınızda önemli bir öğüt ve ders olacağına inanıyoruz. Nur içinde yatsınlar. Nihayet kavuştular. Başbakan Adnan Menderes ile Berrin Hanım idam gününe kadar mektuplaştılar. Mektupları ise sadece elli kelime ile sınırlı idi. Elli kelimeyi geçen her mektup sansürleniyordu... 17 Eylül 1961’de idam edilen Adnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eylül tarihini taşıyordu. Eşi BerinMenderes’ten gelen bu mektup kendisine yarısı yırtılarak verilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektupta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısını son kez yırtılmış bir mektupta gördü. Ölümüne bir hafta kalmış bir insana mektubunu
tam olarak vermek çok görülmüştü... Bu son mektupları Sayın Ayşe Sevim’in acı yorumları ile sunuyorum... Berin Menderes 1960 darbesine kadar belki de hayatının ilk bölümünü yaşamıştı. Daha çok mutluluk ve ihtişamla örülü bir ömür sürmüştü. Sağlıklı üç oğlu, milyonların hayranlığını kazanmış başarılı bir eşi vardı. Hayatında kimi kırgınlıkları barındırsa da bu yaşadıkları yaşayacakları yanında sevimli anıcıklar halini alıyordu. 1960 ihtilalinin ardından sürdürdüğü hayat bir kum saati gibi tersine çevrildi. Güzellikler teker teker kendini Berin Hanım’ın hayatından çıkardılar. Sırada Berin Menderes’i uzun uzun hırpalayacak kara günler vardı. Berin Hanım yalnızlığa alışkın değildi. Yapılacak bütün işlerde, alınacak tüm kararlarda Adnan Menderes’e danışıyordu. Adnan Menderes’in yokluğu bir sürü mali işlerle, hukuksal konularla tek başına uğraşmasını gerekli kılmıştı. Hatta bundan duyduğu sıkıntıyı Adnan Bey’e yazdığı bir mektubunda ’erkeksizlik ne kadar da zormuş’ diye belirtmişti. 27 Mayıs 1960 darbesinin ilk günlerinin ardından sıkıntılı anlar gelmeye başlamıştı. Berin Hanım çevresinde olan biteni şaşkınlıkla anlamaya çalışıyor eşi için de büyük endişe duyuyordu. 1 Haziran 1960 tarihli mektubunda eşine Vekalet Köşkünden çıkarıldıklarını haber verirken ne yapacağını bilemez bir hali vardı; “Köşkü tahliye etmemiz lazım. Bana ne tavsiye edersin? ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 133
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim.” Daha önce bu tür mevzularla uğraşmamış olan Berin Hanım’ın şaşkınlığı, üzüntüsü ne yapacağını bilemez hali yazdığı mektuplardaki satırlara sızıyordu. Güzel günlerinde yanlarında olan insanlar birdenbire kaybolmuşlardı. Desteği umulan, nasihatine ihtiyaç duyulan insanlar bir sihirbazlık gösterisi sonucu yok olmuş gibiydi. 27 Mayıs darbesi Menderes ailesinin çevresindeki dostlara hokus pokus etkisi yapmıştı. “Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana,sıhhatine dua ediyoruz. Telefonda olmadı. Çıkıp dışarıdan etmek bana zor geliyor, pek güç oluyor” Berin Hanım eşinin Yassıada’ya götürüldüğünü gazetelerden öğrenmişti. Bu karmakarışık günlerde haberleşme de zorluk çeken çift gazetelerden malumat alıyolardı. 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Berin Hanım şöyle sesleniyordu eşine; 'Adnancığım, üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. iki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor,fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim.’ Darbenin ardından ilk günler karışıklık ve şaşkınlık içinde geçiyordu. Yapılacak işler ,yerine getirilmesi gereken hukuksal işlemler vardı. Ama tüm bu yoğunluk Berin Menderes’i eşi için endişelenmekten alıkoymuyordu. Adnan Menderes’in Yassıada’daki ilk gününden son gününe kadar Berin Hanım’ın kalbi eşi için çarpmıştı. 'Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harabolduk. Gazetelerden Yassıada’da olduğunu öğrenince hemen her gün mektup ve telgraf göndermeye başladım. İnşaallah sen de dün benimkini almışsındır.Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. Ne ise, ihtiyacın olan valiz arkandan gelmiş. Çamaşır para göndereceğim ama nasıl bilemiyorum. İstediğini bana hemen yaz. Aydın metin, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana dua ediyoruz. Sıhhat ve selametle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz. Burada ikimiz pek yalnız kaldık.’ Berin Hanım eşine sürekli neye ihtiyacı olduğunu soruyor, istediği her şeyi o anda alıp yolluyordu. Tespih, saat, kolonya gibi ufak şeyler bir bir Yassıada’ya ulaşıyordu. Aynı zamanda banka işleriyle uğraşıyor neticeleri eşine bildiriyordu. Elli kelimeden fazla yazmasına müsaade olunmadığı için sevgi ve teselli sözcüklerine mektuplarda az yer kalıyordu. 'İş Bankası ve Zıraat Bankası ile konuştum. Pamuk mahsulu idrak edilince öderiz dedim. Benim bütün üzüntüm senin üzüntünü bilmek. Orada sen bari bu işleri düşünmeseydin diye kendi kendimi kahrediyorum. Söyliyeceklerimi elli kelimeye sığdıramıyorum. Tahassürler sevgiler…’ Berin Hanım 14 Temmuz tarihli mektubunda eşine 134 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
hasretini şöyle dile getiriyordu; 'Aydın ve benim için yegane teselli mektupların. Yalnızlığımızı bunlarla gidermeğe çalışıyoruz. O 50 kelimeyi günde kaç defa okuyoruz bilemezsin. Postacıdan Aydın almışsa, heyecanla açıp okumuyor, adeta su içer gibi içimize akıtıyoruz defalarca. Her an dua ediyor, Cenab-ı Hak’dan sıhhat ve selametle kavuşmamızı diliyoruz.’ İlk aylar da hasretin son bulacağı gün iple çekildi. Her an yanlışlık yapıldığı anlaşılacak ve bu kabus son bulacaktı sanki. Ama günler geçtikçe Menderes ailesi bu yalnızlık ve hasretin içine iyice gömüldü. Önceleri daha çok yapılması gereken işler, Yassıada’ya gönderilmesi gereken eşyalar söz konusuyken daha sonraları mektupların asıl ve tek konusu ’hasret’ olacaktı. Menderes çifti birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini belki de en iyi Yassıada günlerinde anlayacaktı. 'Adnancığım, her gün sabah ilk işim sana yazmak. Çoğu uykusuz geçen gecelerin şafağında kalkar, sana sıhhat, selametine dua eder ve mektup yazarım. Ekseriya da öğleden sonra ikinciyi yazarım. Beni habersiz bırakmamak için her gün yazışın beni minnnettar ediyor. Zaten her an nemli gözlerimden yaşlar akarken, sıhhatine , selametine bütün varlığımla Cenab-ı Hak’a dualar ediyor, seni bize kavuşturmasını niyaz ediyorum. Elbette hakikatler anlaşılacak, selametle çıkacaksın. Gün geçtikçe hasret ve iştiyakımızın ne derece olduğunu söylemek luzumsuz. Allah artık çilemizi kafi görecek. Seni bize selametle kavuşturacak.’ Berin Hanım eşinin çektiği sıkıntıları tahmin ediyor, onun yalnızlığını, acılarını azaltmak için her gün yazıyordu. Her yeni gün postaya yeni bir mektup atılıyor her yeni gün postacının yeni bir mektupla zile dokunması bekleniyordu. Berin Hanım’ın hayatı Yassıada’dan gelen mektuplar üzerine bina edilmişti artık. Menderes ailesinin küçük oğlu Aydın’la birlikte 27 Mayıs’ın onlara sunduğu zorluklara karşı bu mektuplara dayanarak sabrediyordu. 'Cenab-ı Hak seni başımızdan eksik etmesin. Rabb’im sıhhat ve selametle seni bize bağışlasın. Kendimi kolsuz kanatsız kalmış kuşa benzetiyorum. Bütün hayatım boyunca sana sormadan bir şey yapmadım. Şimdi danışacak kimsem yok.’ Mahkemeler 1960 yılının Ekim ayında başlamıştı. Berin Hanım şartların aleyhte olması sonucu avukat bulmakta hayli zorlanmıştı. Kimse darbecileri karşısına almak istemiyordu. Avukat işini güç bela halleden Berin Hanım bambaşka bir sorun karşı karşıya kaldı. Mal varlıklarına el konulduğu için avukatların paralarını ödeme güçlüğü doğmuştu. '7-8-9 tarihlileri göz yaşları ile okuduk! Üzülmemen için pamuk paralarına el konulduğunu ve Zıraat Bankası’nda bloke edildiğini sana bir türlü bildirememiştim. Ne yapalım, sıhatte olalım da her şey düzelir. Ben Yüksek Soruşturma Kurulu’na müracaat ettim. Sen de edersen belki daha müessir olur. Benim için üzülme. Yeter ki sen metin ve soğukkanlı ol. Mahkemenin adaletine inanırken, her şeyin üstünde Allah’ın adaleti olduğuna inanıyoruz. Seksenbeş yaşına yaklaşan annemiz her an Cenab-ı Hakk’a niyaz ederken , mektuplarıyla da beni teselliye uğraşıyor.’ Berin Hanım 22 Ekim tarihli mektubunda da eşine şöyle seslenmişti; 'Paralar bloke vaziyette bir şey satma imkanıda yok. Evde eşyamız yok. Fakat bir iki şeyimize, giyeceğim kürke kadar tesbit edildiğine göre, avukatlara vermemiz için herhalde bir şeyler düşüneceklerdir. Ben avukat ücreti için
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yazdığım dilekçeye cevap alamadım. Belki seninkine cevap verirler.’ Berin Hanım bir yandan kendisi için yeni bir durum olan maddi sıkıntılarla uğraşıyor diğer yandan ise eşi için sürekli endişeleniyordu; 'Dünkü gazetelerde soruşturmada ifade verirken çekilmiş resimlerinden çok zayıfladığın anlaşılıyor. Ne hale geldiğimizi söylemek lüzumsuz. Ben hep seni ayrıldığımız günkü güler yüzünle tahayyül ediyordum. Ne olur kendine iyi bak. Daha fazla zayıflamamaya gayret et. Yemek ye. Çektiğimiz ıstırapların sonu gelmiştir inşaaalah. Adaletin tecellisini beklerken de her şeyin üstünde Allah’ın adaletine inanıyorum… istediğin ropdöşanbırın ( sabahlığı) dün aldım derhal postaladım.’ Menderes çifti aylardır görüşmeyi umut ediyor mektuplarında hasretlerini dile getiriyorlardı. Nihayet altı ay sonra görüşmeye izin verildi. Adnan Menderes gibi Berin Menderesin de görüşme sonrası mektuplarında ki tek konu yaşadıkları bu yarım saatlik görüşme olmuştu. 'Çok şükür Allah’a seni gözlerimizle gördük, kucaklaştık. Elini tutabildik demek? Allah’ım bizim için ne büyük saadet. Altı aydır hasret olduğumuz güzel yüzünü gördük, karşı karşıya oturduk. Sakın bu bir rüya olmasın? Uyanacağım bu bir rüya imiş diyeceğim gibi geliyor. Yarım saat ne kadar çabuk geldi geçti. Ayrılık ne hazin, ne kadar güçtü. Vücudum ayrıldı fakat benliğim orada kaldı. Orada göstermeğe gayret ettiğim metanetim burada kalmadı, artık hıçkırıklarla istediğim kadar ağladım. Çok şükür seni tahayyül ettiğim kadar zayıf bulmadım, çok şükür iyisin. Seni şimdi Mutlu’ya benzetiyorum ben. Biraz gayret eder yemek yersen toplanırsın. Sıgarayı da az içmeye gayret et yalvarırım. Aydın’da yaşından umulmadık metanet gösterdi.’ Mahkemeler devam ediyordu. Berin Hanım duruşmaları gazete ve radyodan takip ediyordu. Adnan Menderes’e belkide üzülmemesini, halkın onun ardında olduğunu söylemek istiyordu. Ama sıkı sansür sebebiyle içine atıyordu düşüncelerini. Aklı duruşmadan duruşmaya çıkan eşindeydi hep. Eşinin sıkıntısını sanki azaltabilirmiş gibi kendisi de onun kadar yoğun yaşıyordu bu azabı. 'Her gün bir iskemle üzerinde oturduğunu, iki üç mahkeme olduğunu düşündükçe, Allah’a aklımı muhafaza et diye yalvarıyorum. Ne olur imkan olduğu kadar kendine iyi bak. Kantinden meyva filan aldırabiliyor musun acaba? Ne olur müsaade etseler de hiç olmazsa meyva yollayabilsek. Elma portakal gibi. Odada durur istedikçe yersin. Üç yüz lirayı telledim. Gönderdiğim yeni pijama işe yaradı mı? Daha sıcak tutacak pazen gibi bir pjama ister misin? Başka eksik neyin varsa söyle rica ederim. Pardösü paketimi almadın mı? Meraktayım. kendi elimle İstanbul’dan postaya vermiştim.’ Berin Hanım bir başka mektubunda eşine şöyle seslenmişti; 'Dün gece radyodan müdafaanı hıçkırıklar içinde dinledim. Kalbim duracak zannediyordum. Çok güzel söylüyordun. Tabii tamamını değil bazı yerlerini veriyorlar. İşlemediğiniz, en küçük kabahatınız olmayan davaların müdafaalarını yapmak. Buna mecbur olmanız beni nasıl kahrediyor bilemezsin. Allah sana sabır, metanet, kuvvet versin. Hakimlerimize de insaf versin. Elleri vicdanlarında öyle hükmetsinler artık. Çünkü sizin kadar bigünah sanık olmamıştır.’ Berin Hanım’ın yazdığı bu mektuptaki ’bigünah’ ifadesi sansür kurulunca hoş karşılanmamıştı. Adnan Menderes’in eline bu mektup ’bigünah’ kelimesinin üzeri
kırmızı kalemle çizilmiş olarak geldi. Mahkemelerin başı olmasına rağmen Adnan Menderes’in ’bigünah’ olup olmadığına çoktan karar verilmişti aslında. 'Şefkatine muhtacım diyorsun… Şu birkaç kelimen beni ne kadar mesud etti. Ben de ne kadar muhtacım bilsen… Seninle kıyas edilemez tabii, fakat ben de bazen o kadar yalnız hissediyorum ki kendimi… Sana istediğin şefkat ve alakayı ne kadar fazlasıyla gösterdiğimden şüphe yoktur…’ ’Birarada yaşamaya başladığımız günden beri iki aydan fazla senden uzak kalmamıştım. Yarabbi tam on ay bitiyor!.. İçimiz nasıl bir hasret ve iştiyakla dolu. Bayramda olsun ailelerin birbirlerini görmesine müsaade etselerdi… Çocuklarımızı sevindirselerdi… Ne kadar dua edecektik.’ Ankara’dan her gün Yassıada’ya mektuplar postalanıyordu. Avukatlardan, hastalıklardan, ekonomik sıkıntılardan, mevsimlerden, çocuklardan, en çok da hasretlerinden bahsediyorlardı. Ramazan Bayram’ı gelmişti. Yalnızlığın en fazla can yaktığı günlerden olan bayram Menderes ailesine hüzün dağıtmıştı. 'Adnancığım, zaten mahzun, kederli geçen günlerimiz bu Ramazan Bayramı’nda büsbütün hüzünle doldu. Etraf günlük güneşlik. Fakat ben bu güzel havayı görmek istemiyorum. Çünkü, sen çok sevdiğin açık havadan mahrumsun. O halde ben neyleyeyim güzel havayı?’ Menderes çifti yaşadıkları sıkıntılara maziyi hatırlayarak karşı koymaya çalışıyorlardı; 'Yirmialtı tarihliden otuza kadar beş mektubunu birden alınca, bayram çocuklarına döndüm. Kaç günlük yakıcı intizardan sonra, bu mektupları almak ne büyük memnuniyet oldu. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Gözümden boşanan yaşlarla ıslattım onları. Senin söylediğin gibi günlerce susuz kalan, çatlayan toprak suya nasıl kanamazsa, ben de onlara kanamıyorum işte. Kaçar defa okuyorum bilemezsin!… benim de hayalimde yalnız ilk günlerimiz canlaıyor. Ne tuhaf değil mi hep gözümün önünde çiftliğe gidişimiz. İlk defa atla Çine Çayını geçişim ve düşmekten korkum. Kağnı arabasıle yine çayı geçerken yağmura tutuluşumuz. Bizim emekter Hatice Hanım hasta olmasın diye üzerine yorganları yığışımız, ne asude ne güzel günlermiş!… Cenab-ı Hak’dan sıhhat selametle feraha kavuşmamızı ve sukun içinde çocuklarımızla birarada yaşamamızı niyaz ediyorum.’ Mahkemeler sonuçlanmıştı. Anayasa Mahkemesi Adnan Menderes için idam talebinde bulunmuştu. Berin Hanım belki de ortamın aylardır süren gerginliğinden böyle bir sonucun çıkacağını tahmin ediyordu. Ama bu haberi duymak ’tahmin’ etkisinin çok üzerinde bir etki yaptı kendisinde. Çünkü karar açıklanana değin bu ihtimal aklına gelse bile onu düşünmek istememiş kendisinden uzaklaştırmıştı. İdam kararı Berin Hanım’ı yıktı ama o bu durumda bile yapılması gereken en doğru şeyi yaptı ve mektuplarında eşine kuvvet vermeğe çalıştı. 'Hayatımda çok heyecanlı ızdıraplı günler yaşadım, amma dünkü günü ömrüm oldukça unutamayacağım. Gazetede, akıl havsalanın alamayacağı iddianameyi gördüğüm andaki hayret ve şaşkınlığımızı tariften acizim!.. Başına hiç beklenmedik bir anda müthiş bir darbe yiyen insan ne olursa, biz de Aydın’cığımla o haldeydik!.. Bizi o anımızda teselli edecek bir kimsemiz de yok. Allah’ın bir lutfu olacak. Yine kendi kendimi toplayabildim. Böyle bir iddianame hiç şüphesiz hukuk hakiminden varid olamaz, dedim kendi kendime. Yüksek Adalet Divanı mutlaka adilane bir karar vericek. Ve hiç şüphesiz bu beraat olacak!.. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 135
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU buna inanıyoruz aynı zamanda Allah’ın ilahi adaletine de sığınıyor ve güveniyoruz. İmanının kuvvetli olduğunu, metin ve sabırlı olacağını da biliyorum. Fakat bu yalnız halinde tek başına olduğun için de maneviyatının yüksek olması lazım. O halimde sana derhal yıldırım çektim. Büyük Allah bu çektiğimiz büyük ızdırapların mükafatını verecek, seni bize selametle kavuşturacak inşallah.’ Ve devam ediyor.... 'Gene bana teşekkür ediyor, minnetlerini söylüyorsun. Bir daha bunu tekrarlama rica ederim. Sana hayatım müddetince bağlandım, ölünceye kadar da seveceğim. Fakat ne kadar elimki sana her yazdığımı alamıyorsun, şu birkaç satırla teselli vermeye gayret ediyorum. Biraz olsun muvaffak oluyorsam, elem, ızdıraplı anlarında, mektuplarım oyalayabiliyorsa, benim için ne büyük bir teselli!.. Kısacık mektuplar diyorsun? Biliyorsun ki uzun yazmamak lazım, yoksa sana sabahtan akşama kadar sahifeler dolusu yazardım. Madem ki biraz olsun oyalanıyorsun…’ Berin Hanım ve Adnan Menderes her gün birbirlerine mektup yazıyorlardı. Ama Yassıada’daki keyfi uygulama belli ki ne Adnan Bey’in her mektubunu postaya atıyordu ne de Berin Hanım’ın ulaşan her mektubunu Adnan Bey’e iletiyorlardı. Adnan Menderes Yassıada’da bulunurken Berin Hanım’ın annesi vefat etmişti, büyük oğulları Yüksel yurt dışındaki görevinden merkeze gönderilmişti. Ortanca çocukları Mutlu ekonomik sebepler yüzünden Avrupa’da ki üniversite tahsilini üçüncü sınıftan yarım bırakmıştı. Berin Hanım’ın erkek kardeşi Samim Bey’i devlet erkenden emekliye ayırmıştı. Dostları Menderes ailesiyle ilişkilerini tehlikeye girmemek için kesmişti. Sıkıntılar sürüyor, mahkemeler devam ediyordu. Sona doğru her gün biraz daha yaklaşıyordu Menderes ailesi. Ağustos ayına girilmişti. Mahkeme sonucunun açıklanacağı 15 Eylül’e sadece bir ay vardı. Adnan Bey’in idam günü olan 17 Eylül’e de. Ağustos ayı mektuplarının tek ve en önemli konusu ise Yassıada’da yapılacak olan ikinci görüşmeydi. Menderes çifti birbirlerini o denli özlemişlerdi ki her an görüşme duygusunun heyecanını yaşıyorlardı. Berin Hanım belkide içten içe kendisi de haberdar olarak eşinin son kez yüzünü görecekti. 15 ay boyunca sadece yarım saat birbirlerini görmüşlerdi. Şimdi ikinci ve son bir fırsatları vardı. 'Cenab-ı Hak dualarımızı kabul etti. Allah’ın inayetiyle, Pazartesi sabahı seni göreceğiz!.. Bu sabahtan beri halimiz görülecek bir şey, delilere döndük!.. Allah razı olsun müsaade ve izin verenlerden. Ne yapacağımızı bilemiyor, hepimizden bir ses çıkıyor, oradan oraya sebebsiz gidip geliyoruz… Allah’a hem teşekkür ediyor, hem de daima böyle memnun etmesi, bizi feraha çıkarması sana kavuşturması için de dualar ediyorum. Sen de kimbilir ne kadar memnun olacaksın bu haberi alınca… Dün 12,13 bugun de 9 ve 10 tarihli mektuplarını aldım. Bir mektubu çok perişan yazdığımı söylüyorsun. Başka türlü olmama imkan ve ihtimal var mı Adnan’ım? Sana aksini yazsam inanır mısın ki? Evet bazen gayretle kendimi topluyorum. Fakat bazen de imkan bulamıyorum. Allah ömür versin üç yetişmiş erkek çocuk ve bütün evi yükü üzerimde. Maddi durumumuz malum. Sonra bunların hepsi bir yana, Allah hiç kimseyi bu hale koymasın. Üstüne titrediği, hayatından çok sevdiği kıymetli varlığın yardımına koşamamak ne büyük ıstırab Yarabbi!.. yine de Allah sabır veriyor aklımı kaybetmiyorum. Yarın Allah isterse İstanbul’a hareket edeceğiz. Sıhhat selametle pazartesiye seni kucaklamak nasip olur inşaaallah.’ Menderes çifti birbirlerini dokuz aydır görmüyordu. 21 Ağustos’taki görüşme gerçekleştiğinde hasretleri artık da136 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
yanılmaz bir hal almıştı. Menderes ailesi o gün tam olarak son kez bir araya geldiler. Adnan Menderes, Berin Hanım ve oğulları Yüksel, Mutlu ve Aydın. Bir saatlik bir mutluluğu doya doya yaşadılar. 'Buraya geldiğimizden beri her an artan heyecan ve sabırsızlığımız seni görünceye kadar durmadan arttı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor, hiçbir surette teskin edemiyordum. Çocuklarda benden farksızdı. Nasıl motora bindik, nasıl adaya çıktık, odaya alındık bilemiyorum. Biraz sonra kapı açılıp da seni görünce çocuklarla beraber koşup sana nasıl sarıldık, nasıl kucaklaştık. Sen de bizi bağrına bastın. Güzel yüzünü ellerini öpmeye doyamıyorduk. Sen de yavrularımızın birini kucaklıyor, bırakıp diğerine sarılıyor, öpüyor, öpüyordun! Büyük Allah’a çok şükür, müsaade verenlerden de Allah razı olsun. Bu kadar zamanlık hasretten sonra konuşacak bir şey bulamıyor, yalnız sevimli, güzel yüzünü doya doya görelim istiyorduk. Hele Mutlu… O bir saat nasıl çabuk geçti Yarabbi! Yüreklerimiz parçalanarak ayrılışımız, Allah kimseye böyle günler göstermesin. Rabbim sıhhat ve selametle seni bize kavuştursun inşaaallah.’ Ağustos ayının geçen her günü Menderes ailesi için hüzünlü sona atılan adımdı. Ama menderes çifti artık teselliyi devam eden zamanda değil geçmişte aramaya başlamıştı. Onların ortak ve güzel mazisi evliliklerinin sükûnetli zamanları tahammül edebilmeleri için bir ilaç vazifesini görüyordu. 'Görüşmemiz esnasında bana müşterek hayatımızın ilk günlerinden bahsetmen beni ta içimden sarstı. Benim de gözümün önünde hep o güzel günler sinema şeridi gibi geçiyor, canlanıyor… Karşıyaka’da bir gün arabamız çamura saplanmıştı. Bir türlü kurtaramadık, yürüyerek eve döndük,güldük,söyledik. Bir kere de çiftlikte anneciğimle beraber yine benzinimiz bitti ve komşu bir çiflikte akşam yemeği yedik. Hep tatlı hatıralar! Boğaz’da sandala biner karşı sahilden denize girerdik. Mutlu denizi ne kadar severdi. Bir iki gün hastalanmış deniz banyolarına götürememiştik. Sana hep 'Küçük oğlunuz yok, buranın neşesi kalmadı’ demişler. 'Babacığım, ne olur artık denize gireyim, atıverin beni’ diye yalvarırdı. Ne olurdu Allah’ım hep o günlerimiz devam etseydi. Büyük Allah yine bize rahat, sakin günler nasip edecek. Dağdağalı hayatında çocuklarımızla olamadık. Torunlarına inşaallah ata binmesini, denizde yüzmesini, sporu sen gösterirsin. Yeter ki sıhhati koru Adnan’ım. Kavuşunca bu ızdıraplı günler hep unutulur inşaallah.’ 15 Eylül’de mahkeme kararını verecekti. Bu tarih yaklaştıkça heyecan artıyordu. Berin Hanım eşine bu endişeli bekleyişte moral verebilmek için kalem ve kağıda sarılmıştı. 'Daima sabrın sonu selamet olmuştur. Allah kimseye böyle ızdırap böyle acı günler göstermesin. Fakat metin ve gayretli olmak lazım. İnşaallah sıhhat ve selametle kavuşacağız. Zaman zaman Allah sevdiği kullarına böyle ızdırap veriyor işte. Hikmetinden sual olmuyor. Fakat senin gibi müstesna, senin gibi iyi bir kimsenin bu kadar acı çekmesi, eşim olduğun için değil, iyi ve kusursuz olduğunu bildiğimden beni perişan ediyor. Adnan’ım sen Allah’a inanmış bir insansın. Onun dediğinden başka olmuyor. Biz de ona sığındık. İlahi adaletine güveniyoruz. Yüce Divan’ın senin hakkında hayırlı karar alacağına da içimizde bir his var!.. Sen kabahatsizsin çünkü. Büyük Allah selamete çıkaracak seni, bize kavuşturacak inşaalah. Bu intizar devresinin ne kadar güç olduğunu biliyoruz. Biz de senden farksızız Adnan’ım. Fakat metin olmaya gayret ediyoruz. Sen de sakin olmaya gayret et. Vicdanen müsterihsin çünkü.’
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Sonunda Eylül ayı geldi. Geri sayım başlamıştı. 2 Eylül Menderes çiftinin evlilik yıldönümleriydi. Sonbaharda başladıkları evlilik hayatlarını 33 yıl sonra yine sonbaharda bitireceklerdi. Berin Hanın 2 Eylül tarihli mektubunda eşinin evlilik yıldönümünü son kez tebrik etti. 'Bugün iki Eylül. Seninle müşterek hayatımıza başladığımız mesud gün. Güzel Karşıyaka’mızın latif, ılık bir gününde rahmetli anneciğimiz, kardeşlerimiz ve iki şahidimizle sesiz, sedasız, alayişsiz nikah oluvermiştik!.. gürültülü merasimlerden hoşlanmadığını söylediğin için ben de hemen senin
istediğin gibi olsun demiştim. İşte o andan itibaren başlayan otuz üç senelik hayat arkadaşlığımızın tatlı, acı hatıraları sinema şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Durmadan gözümden yaşlar akıyor. Rabbim’den gelecek birçok seneleri birarada geçirmemizi niyaz ediyor, ve bu azaplı ızdıraplı günlerimize nihayet vermesini feraha çıkarmasını seni bize sıhhat selametle kavuşturmasını yalvarıyor, dualar ediyorum. Büyük Allah bu dualarımızı kabul eder inşaallah. En derin sevgi, hasret ve iştiyakla seni kucaklar, yüzünden, gözlerinden öperim canım Adnan’ım.’
SON ELLİ KELİME Adnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eylül tarihini taşıyordu. Bu mektup kendisine yarısı yırtılarak verilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektupta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısını son kez yırtılmış bir mektupta gördü. Ölümüne birkaç gün kalmış bir insana mektubunu tam olarak vermek çok görülmüştü. İşte Berin Hanım’ın eşine ulaşan son sözleri; Elimde kalem düşünüyorum. Bu tarifi imkansız muzdarip günlerimizde sana ne yazayım… Sen orada yapayalnız kıvranırken sana ne söyleyeyim. Her laf manasız geliyor bana. Havadan sudan bahsedilince kızıyorum. Bu kadar büyük ızdırap karşısında hala böyle manasız konuşulur mu diyorum. Halbuki seni biraz oyalayabilecek, kendini unutturacak ne söyliyebilirim ki? İşte bazen kendimizden, çocuklardan, derslerden anlatıyorum o kadar. Allah bu güne kadar sabır ve metanet ihsan eyledi. Yalvarırım sana metin ve sabırlı ol. Huzur-ı kalp içinde olman lazım…’ Onlar huzuru kalp içinde ve bence nurlar içinde yatıyorlar. Ama, onlara bu haksızlıkları yapanların hep azap içinde olacaklarını düşünüyorum. Bu ülkede, kim, yenilik ve hizmet getirmişse, ayni saldırılara ve iftiralara uğramıştır. İş yapana, yenilikçi olanlara hırsız damgası vurmak bazı hakim çevrelerin silahı olmuştur. Adnan Menderes’ten sonra, Turgut Özal Hakkında da, Recep Tayyip Erdoğan hakkında da ayni şeyler yapıldı ve yapılıyor. Takdir önce yüce Rabbimin ve sonra milletin. Bu zihniyete geçit vermemek bizim misyonumuz oldu hep. Hep öyle olacak, çünkü biz kendimizi onların kulvarında bulduk. Yenilik ve hizmete yaşamımızı adadık. Sonumuz ne olursa olsun, saldırı ve iftiralar ne denli yoğun ve ızdırap verici olursa olsun. Halka Hizmet Hakka hizmet ilkesinden vazgeçmeyeceğiz.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 137
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Ömer Altay Egesel (Sözde Yassıada Mahkemesinin Sözde Savcısı)
Selahattin İNAN (DP 11. Dönem Bitlis Milletvekili)
Savcı Ömer Altay Egesel : Hem Şeyhsin, hem tahkikat komisyonu kurulsun diye oy verdin. Selahattin İNAN : Ben o zaman diplomatik görevle yurtdışındaydım. Savcı Ömer Altay Egesel : Burada olsaydın verecektin, ne farkeder? Selahattin İNAN : Sayın Egesel, Şeyhliği bana verdin, kerameti de kendin gösteriyorsun. Bu nasıl iştir?
EVET ŞAKA DEĞİL YASSIADA'DA MAHKEME DEĞİL BÖYLE BİR ÇADIR TİYATROSU KURULMUŞTU... 138 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 MAYIS, YASSIADA CEHENNEMİ VE İŞKENCELER Hasan Emre OKTAY Bir taş çember içinde bir Bizanslı zindan Gök gürler ayaklarımızda yer altından Yağmur yağar zifir gibi yeryüzünden Bir küflü ter boşanır duvarlardan, tavandan…. Bir küflü ter boncuk boncuk yapışır yüzümüze Bir damla düşer bir soğuk damla ensemize Damlalar bir kızgın kurşun ensemizden yüreğimize Bir şeytan ateş iner kafamızdan on parmak ellerimize Duvarlarda yüz izleri bir korkulu cellât eskisi Bir kaçırılmış prenses, sürülmüş kral, korsan sevgilisi Bir esir pazarcısı tanırız, bir balta, kırbaç sesi, Gölgelerden bir dünya yaşar burada insanlar ötesi… Sıtkı Yırcalı
27 Mayıs sabaha karşı radyolardan Kurmay Albay Alpaslan Türkeş’in sesinden yayınlanmaya başlayan 27 Mayısçıların o meşhur ilk tebliği, yüreklere su serper mahiyette idi. Tebliğde kardeş kavgasına meydan vermemekten, partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaretinde ve hakemliği altında en kısa zamanda serbest seçimlere gitmekten, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmekten bahsediliyordu. Girişilen teşebbüsün yani 27 Mayıs harekâtının hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı, hiç kimse hakkında tecavüzkâr bir fiile müsaade edilmeyeceği, kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun her vatandaşın kanunlar ve hukuk esaslarına göre muamele göreceği de önemle vurgulanıyordu. Tebliğ aynen şöyledir; “Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır…Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimizin partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırılarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun,
seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.. Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha göstermeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk esaslarına göre muamele görecektir… Bütün partilerin üstünde, aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirimize karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstırapların dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri, kanunun teminatı altındadır. Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasa’sına ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ ya inanıyoruz ve bağlıyız. Türk Silahlı Kuvvetler Birliği…” ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 139
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bu ilk tebliğden sonraki günlerde cereyan eden hadiselere bakıldığı zaman, 27 Mayısçılar tarafından yapılan işlerin, uygulamaların ne yazık ki hiç de ilk tebliğde vaat edilenlere uymadığı hatta tam tersi olduğu kısa zamanda görülecektir. Neden böyle olmuştur? Her şeyden önce şu bir gerçektir. Müzmin darbeciler tarafından paldır küldür girişilen 27 Mayıs macerası bu ilk tebliğ yayınlanırken henüz başlangıç safhasındadır ve nasıl sonuçlanacağı daha belli değildir. Bu bakımdan ihtiyatlı bir dil bilinçli veya bilinç dışı kullanılmış olabilir. Tebliğin en ironik tarafı, genel seçimlere zaten 15 ay gibi kısa bir süre kalmışken ve hatta erken seçimler söz konusuyken bir an evvel genel seçimlere gidileceğinden bahsedilmesidir. Daha sonra, erken seçim Başvekil Adnan Menderes tarafından 26 Mayıs’ta Eskişehir’de telaffuz edilince harekât kararının öne alındığını öğreneceğiz. Tebliğdeki, kardeş kavgasına meydan vermemek, hukuk ve insan hakları prensiplerine tamamen riayet ifadeleri de ayrı bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Zira 27 Mayıs öncesi zaten ülkemizde DP İktidarı tarafından sıkıyönetim ilan edilmiş ve asayiş askere teslim edilmişti… Fakat her şeye rağmen yine de yüreklere biraz olsun su serpen bu ilk tebliğdeki vaatler ne olmuştu da süratle tersine dönmeye başlamıştı? Kısa bir süre sonra harekâtın, ilk tebliğde adı kullanılmasına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmadığı Türk Halkı tarafından anlaşılacaktır. Ortada bir cunta vardır. 27 Mayısçı cunta ve destekçileri harekâtlarından hemen sonra yıktıkları iktidarın yıkmak istedikleri iktidar olmadığını anladılar ve bunun şaşkınlığını yaşamaya başladılar. Yani darbe öncesi Demokrat Partililer için söylenen ağır suçlamaların, bankalardaki servetlerin, cinayetlerin ne belgesi, ne delili, ne de kurbanları ortaya çıkmıyordu… Arkadan profesörlerin talihsiz bir uyarısı geldi. Yeni Anayasa yapmak üzere Ankara’ya çağrılan ve 27 Mayıs darbesinin akıl hocalığını ifa etmekte olan profesörler kurulu, Milli Birlik Komitesi adı altında toplanan cuntanın, tutuklamış oldukları bazı DP milletvekillerini ve bakanlarını salıvermeye başladıklarını görünce komiteyi şiddetle uyardılar; “Hukuki bakımdan telafisi mümkün olmayacak bir hata işlemiş oluyorsunuz. Siz seçimle gelmiş olan bir iktidarı silah zoruyla devirdiniz. Devirdiğiniz bu iktidarın yargılanarak suçlu olduğu ortaya konmalıdır. Zaten bunların hepsinin suçluluğu hakkında karine (ipucu) vardır ve aksi ispat edilinceye kadar hepsi suçludur. Tahliyelerin ancak mahkeme kararıyla yapılması gerekir. Bunu yapmazsanız siz suçlu duruma düşersiniz. Cezanız da Divan-ı Harp’te yargılanarak idam edilmek olur” Baştan beri 27 Mayıs’ı teşvik etmiş ve yapıldıktan sonra da sevinçle karşılamış, desteklemiş olan Profesörler Kurulunun bu talihsiz uyarısı, ilk gün yüreklere su serpmiş olan söz konusu tebliğdeki niyetlere ve vaatlere bir darbe olarak iniyor ve cuntacıların zihinlerine yerleşiyordu. Arkadan 27 Mayıs Darbesini haklı göstermek 140 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
amacıyla olsa gerek, darbeden sonra kurulan düzenin yetkililerinin, kilit mevkide olanlarının ve zamanın basınının Demokrat Partililer için yaptıkları yalan dolu, mantık dışı beyanları, son iyi niyet kalıntılarını, iyi vaatleri kötüye, hırsa, nefrete ve sonucunda şiddete çevirmeye başladı. Tarih, 30 Mayıs 1960 General Cemal Gürsel: ‘Eski iktidara ait vesikalar yayınlandıkça asil milletimiz yaşamış olduğu karanlık günleri öğrenecektir’ Tarih, 31 Mayıs 1960 Anadolu Ajansı tebliği: “ Sakıt İktidarın Katliam Planı ele geçmiştir. Eğer ihtilal bir gün gecikse idi. Bütün Demokrat Parti muhalifleri imha edileceklerdi..” MİLLİ Birlik Komitesi Başkanlığı’ndan tebliğ edilmiştir: “Kahraman ve fedakâr üniversite gençlerimize, 28 Nisan 1960’dan 27 Mayıs 1960 tarihine kadar yaptıkları masum ve imanlı gösteriler sırasında eski hükümetçe coplarla, kılıçlarla hücum edildiği, hiç müdafaa vasıtası olmayan gençlerin teşkil ettikleri kitleler üzerine insafsızca ateş açıldığı, kendilerinin ağır şekilde dövülüp, yaralandığı ve birçok gencin öldürüldüğü artık muhterem halkımızın malumu olmuştur. Hürriyet şehitlerimizin tespiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi ele aldığı andan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir. Bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalarda birçok ipuçları ele geçirilmiştir. Cinayetleri yapanların kendi suçlarını örtmek ve cesetleri yok etmek için akla hayale gelmeyecek canavarca tedbirlere başvurdukları anlaşılmaktadır. Şehitlerin gizli yerlere gömüldükleri, ıssız yerlerde kuyulara atıldıkları, bir kısmının buzdolaplarına konduğu, bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiği hakkında korkunç haberler alınmaktadır. Aramalara dikkat ve hassasiyetle devam edilmektedir. Korkunç bir vahşetle işlenen bu cinayetler er veya geç mutlaka meydana çıkarılacak ve sayın umumi efkârın ıttılaına (bilgilerine) arz edilecektir. Cinayetlerin kısa zamanda meydana çıkarılması ve canilerin ele geçirilmesi için sayın talebe velilerinin ve sayın halkımızın resmi makamlara ve Üniversite Tahkik Heyetlerine yardımcı olmalarını rica ederiz.” 2 Haziran 1960, İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar basın toplantısı yapıyor: “… İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu memleketi hürriyete kavuşturmak ve şehit düşenlerin hatırasını yaşatmak için bir Anıt inşasına karar vermiştir… Bu anıtın inşasına yardım etmek isteyecekler için Emniyet Sandığında 2104 numaralı hesap açılmış bulunuyor. Arzu edenler yapacakları yardımları buraya yatırabilir ve karşılığında makbuz alabilirler….Merkez efendi ve diğer mezarlıklara kamyonlarla getirilip gömülen talebelerden bahsedilmektedir…” 2 Haziran 1960 sabah saat 11.30, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yeni Emniyet Müdürü Kurmay Yarbay Abdülvahit Erdoğan basın toplantısı yapıyor:
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “.... Muhterem arkadaşlarım, 27 Mayıs sabahından itibaren İstanbul Askeri Emniyet Müdürlüğü vazifesini çok kıymetli ve güzide arkadaşlarımla deruhte etmiş bulunuyorum….Bilhassa suiistimaller üzerinde hassasiyetle durulmakta ve evrak toplanmaktadır. Birçok şahıslar muhafaza altına alınmış, mallarına ve otomobillerine el konulmuştur. Kasamda sayısız otomobil anahtarı bulunmaktadır… Cesetlerin ikişer ikişer gömüldüklerine ve Üsküdar’da 5 kişinin yan yana gömüldüğüne ve topraklarının taze olduğuna dair birçok ihbarlar almaktayız. Bütün haberlerin sıhhat derecesini ayrı ayrı tahkik etmekteyiz. Buzhanedeki ceset meselesini de incelemekteyiz ....” Tarih 4 Haziran 1960, Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanlığında, subay ve astsubaylara hitap etmekte. Hitap Anadolu Ajansı bültenlerine alınıyor ve devlet radyolarında yayımlanıyor: “Arkadaşlar…şimdi bizim yıktığımız insanlar, bu insanlar ki çok mücrimdir (suçludur) Tarihte bunlar kadar mücrim insan tasavvur edilemez ve yoktur. Neronlar belki bunların seviyesine ulaşabilirler. Bunlar içine düştükleri badireden kurtulmak için en çıkar yolu ordu arasına fesat sokmakta arayacaklarından hiç şüpheniz olmasın. Bunlara alet olursak bu yaptığımız mukaddes mücadelenin bütün fazileti elden gider, memleket de gider. Yaptığımız mücadele koltuk için değil, hürriyet içindir. Mazlumların gasp edilen haklarını zalimlerin elinden istirdat (geri alma) mücadelesidir. Düşününüz ki, bu adamlar ordumuzun irfan kaynağı, biricik Harbiye’mizi ve burada yurt aşkı ile yanan 1500 kişilik masum çocukları, vatanperver evlatlarımızı, kurşuna dizmeyi, toptan imha etmeyi tasavvur etmiş insanlardır. Bu rivayet değildir arkadaşlar, bunun delilleri vardır, şöyle oluyor. Harbiyelilerin yürüyüşünden sonra ziyadesiyle telaşlanan sabık hükümet adamları Çankaya’da toplanıyorlar. Aralarında Ankara valisi Dila-
ver Argun da var. Durum müzakere ediliyor, bazı tedbirler ileri sürülüyor. Celal Bayar 30 milyon insan arasında 1500 kişinin yok edilmesinde bir mahzur olmadığını söylüyor, bunları ne pahasına olursa olsun imha etmeli diyor. Nasıl imha edelim? Harbiye’de meydana toplayalım, bombalarla, makineli tüfeklerle kendi adamlarımız tarafından imha edelim. Veya yürüyüşe çıkaralım, yolda tertibat alalım, adamlarımızla bunları kurşundan geçirelim. Veya bu da tehlikeli görülüyorsa izin verelim herkes evine gitsin, sonra teker teker evlerinden toplayıp imha edelim. Tabi bu imha sırasında yalnız onlar değil, o yavrular değil bizim de içimizden şüphelendikleri kimseler de bu imha listesinin içinde vardır. Toplantıdan çıkan Dilaver Argun, yaverler odasına geliyor. Orada bizim Muhafız Alay Kumandanı güvendiğimiz arkadaş Osman Köksal ve bir emir subayı var. Pür hiddet; ‘Biz Harbiye’yi dağıtacağız’, diyor. Muhafız Alay Kumandanı Osman Köksal hayretle bakıyor yüzüne;‘Ne demek istiyorsunuz beyefendi?’ diyor. Bu realite ve hakikattir. Osman yalan söylemez. Osman burada mı? Bu hakikattir, Osman gibi temiz ve vatanperver bir insanın hafızasından çıkarmasına imkân yoktur. - Dilaver Argun, ‘Lüzum yok Harbiye’ye, göstereceğiz onlara’ - Osman, ‘Peki ordu subayını Harbiye ikmal ediyor. O halde ordu ne olacak?’ ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 141
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU - Dilaver Argun, ‘İcap ederse orduyu da lağvedeceğiz’ Bunu izah etmemin sebebi, bunların günahı o kadar çoktur ki, bu badireden kurtulmak için namütenahi paraları vardır. Bu paralarla kendilerine hizmet edebilecek, planlarını hunharca (kana susamış) tatbik mevkiine koymak imkânını bulabilirler….” Düşünün Celal Bayar tutuklu olarak Harp Okulunda, harp okulu öğrencilerinin elinde …. aynı anda devletin en üst mevkiinde bulunan Cemal Gürsel subaylara karşı yukarıdaki son derece kışkırtıcı konuşmayı yapabiliyor ve ithamlarına belge olarak da Milli Birlikçi Osman Köksal’ın dürüstlüğünü gösterebiliyor. Tarih, 1 Haziran 1960, Forum Dergisi, Doç. Dr. Muammer Aksoy: “ En Büyük Tehlike Yersiz Acıma Hissi… Millet olarak birçok yüksek vasıflarımızın yanında büyük bir zaafımız mevcuttur. Ne sebeple düşerse düşsün düşene acımak! Bu yersiz acıma hissi ne büyük felaketlere uğramamıza sebep olmuştur da, yine de ders çıkaramamışızdır. Acımak şüphesiz ki yüksek bir insani vasıftır… 27 Mayıs darbesi çoktan gayrimeşru bir zulüm çetesi ve bir menfaat şebekesi haline gelmiş olan eski iktidarın tasallutundan (musallat olma, sarkıntılık) milleti kurtarmak için hak ve hukuk istikametinde yapılan bir hamledir. Yüzyıllardır, bütün demokrasilerde ve İnsan Hakları Beyannamelerinde tanınan milletlerin zulme mukavemet ve ihtilal hakkının en mükemmel bir surette tatbik edilişidir. Bu hükme varabilmemizin kaçınılmaz şartı, daha önceki iktidarın Anayasa’yı ve medeni bütün âlemde hâkim olan ana hakları çiğnemek suretiyle, en büyük suçu işlemiş siyaset zorbaları olduğunu kabul etmektir. Bu hükümde, satılmamış her Türk hukukçusu müttefiktir (bağlaşıktır). O halde 26 Mayıs günü bile bu zulüm makinesinin içinde vazife alan yani DP Grubundan istifa etmemiş olan her milletvekilinin, aleyhinde bir suçluluk karinesi mevcuttur. Yapılacak insaflı ve tarafsız bir mahkeme neticesinde suçsuzlukları meydana çıkıncaya kadar DP Grubuna dâhil olan her mebusun milletvekili yeminine ihanet etmiş ve hiç değilse ceza kanununun 146. maddesindeki en ağır suçu işlemiş bir şahıs olarak kilit altında bulundurulması gerekir. Maddeyi aynen tekrar diyoruz: “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir (başkalaştırma) ve tebdil (değiştirme) veya ilgaya (ortadan kaldırma) Ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan TBMM’ni iskata (görevden düşürme) veya vazifesini yapmaktan men’e cebren (zorla) teşebbüs edenler idam cezasına mahkûm olur.” Bu Suç, ya eski iktidarı teşkil eden ‘Bayar-Menderes Çetesi’ tarafından işlenmiştir yahut tarihte en adil ve en mesut kurtarış hareketini başaran Milli Birlik Komitesi tarafından işlenmiştir. İkisinden birisinin Anayasayı gayrımeşru surette iptal ettiği muhakkaktır. Kurtuluş Komitesinin, milleti hukuk dışına çıkmış, Anayasa’yı ortadan kaldırmış ve her türlü hak ve vicdan 142 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ölçülerinin çiğneyerek keyfe dayanan bir kuvvet haline gelmiş olan bir zümrenin elinden kurtardığı münakaşası lüzumsuz sayılacak kadar aşikâr bir gerçek olduğuna göre, erkeği ve kadını, yaylacısı veya ovacısı dâhil bütün DP mebuslarını, rejim tam selamete kavuşuncaya kadar tutuklu olarak alıkoymak hukukun da, aklın da kaçınılmaz sonucudur. Mahkeme kararı olmaksızın bunlardan bir tanesinin dahi serbest bırakılması hem inkılabın meşruluğunu gölgeler ve hem de sandalyelerini muhafaza edebilmek için gençliğin ve hatta bütün aydınların katliamını tasvip edecek kadar hudutsuz bir hırsa sahip olan bu insanların birçok yeni melanetler işlemeleri yüzünden kurtuluş devrinin gecikmesine sebep olur…. Mali alanda işlenmiş sayısız suçların bir an önce, hatta yıldırım sürati ile tespit edilmesi için harekete geçileceği şüphesizdir. Bu tahkikatın sonunda görülecektir ki, ispat hakkının baş düşmanı olan Bayar-Menderes çetesi, tarihte misline rastlanmamış hırsızlıkların failidir. Bu hırsızlıklara bulaşan küçük büyük bütün uşakların da cezalandırılması hukukun en tabi neticesidir. Bu maksatla bilhassa iktisadi devlet teşekküllerinde, ofislerde, umum müdürlüklerinde ve birçok sözde hususi (özel) hakikatte ise DP menfaat şebekesinin nüfuz suiistimalleri (yolsuzlukları) temeline dayanan şirketlerde yapılacak araştırmaların emin neticelere ulaştırması, bütün vatandaşların Milli Birlik Komitesine ve Hükümete yardımcı olmasına bağlıdır…” Tarih, 28 Mayıs 1960 Eskişehir Örfi İdare Kumandanlığının Tebliği; “Ankara’da bütün Hükümet Erkânı ve Demokrat Parti Başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmıştır. Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandılar. Sabık Başbakan Adnan Menderes ve Sabık Reisicumhur Celal Bayar Askeri Kumandanlık tarafından tevkif edilmiştir. Eskişehir’de
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır. DİKKAT DİKKAT DİKKAT Vatanseverliğinize hitap ediyoruz. Demokrat parti, il, ilçe ve bucak başkanlarının kaçmalarına mahal vermeden tevkif edilmelerini ve askeri kuvvetler gelinceye kadar salınmamalarını rica ederim. Eskişehir Örfi İdare Kumandanı Bedii Kireçtepe”
ler:
di.”
8 Haziran 1960, Milliyet Gazetesi; “DP İktidarı, kendi keselerini doldurup kabartacak suiistimaller (yolsuzluklar) yapmıştır. Rüşvetler, irtikâplar (yiyicilik) sayesinde kısa zamanda muazzam gayrı meşru servetler elde edilmiştir. Bu yüzden hiçbir açık vermeden başarılması mümkün olan kalkınma hamleleri, birçok yabancı memleketlere borçlanmamız gibi milli itibarımızı zedeleyici bir durum doğurmuştur…” 13 Haziran 1960, Milliyet Gazetesi; “Halen yürürlükte olan kanunlar, inkılâbımızın sebebidir. Suçlulara karşı suçlarının sebebi olan kanunların tatbiki elbette düşünülemez. Fevkalade hallerde, fevkalade tedbirlere, usullere ve bunları tatbik edecek fevkalade mercilere ihtiyaç duyulur..Sorumluların mevcut kanunlara göre yargılanmayıp hususi mahkemelerle, hususi usullerle mahkeme edilmesi yerinde ve makuldür…” 23 Eylül 1960, Ege Gazetesi; “Milli Birlik Komitesi Üyesi İrfan Solmazer Aydın’da mühim bir ifşaatta bulunarak dedi ki, Ben onbir gencin öldürüldüğünü gördüm. Aydın (hususi), Milli Birlik Komitesinin 7 numaralı ekibinden Yüzbaşı İrfan Solmazer Nazilli Bez Fabrikasında yaptığı konuşmada, Yassıada’da bulunan sanıklar hakkında, ‘Af Allah’a mahsustur. Biz affetmeyeceğiz’ demiştir. Yüzbaşı İrfan Solmazer, ‘27 Mayıs günü sakıtların kışla duvarları dibinde öldürülmelerinin mümkün olduğunu fakat bunların da yapılmadığını bildirerek İstanbul Üniversitesindeki hadiseler hakkında
27 Mayıs’tan sonraki günler ve basından bazı haber-
“Samet Ağaoğlu, Yunanistan’a kaçarken yakalandı. Eski vekil yakalandığı zaman çoban kıyafetinde idi…” “Sabık İktidarın taraftarlarını silahlandırmaya çalıştığı ve ordudan 37 bin tüfek istediği açıklandı…” “Buzhanelerden toplu halde cesetler çıktı. Cesetlerin ekserisinin nümayişlerde öldürülen talebeler olduğu açıklandı…” “İstanbul Emniyeti, Mezarları arayan askeri idare emniyet müdürü Vahap Erdoğan, ‘Elimizde birçok ihbar var. Bize Eyüp ve Üsküdar’da taze mezarlar bulunduğu, talebelerin bunlara ikişer üçer şekilde gömüldüğü bildirildi’ demiştir.” “Harp Okulunun imha planları açıklandı” 3 Haziran 1960, Dünya Gazetesi; “Rektör, İstanbul’da öldürülen öğrenci sayısı az değil, dedi. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, kamyonlarla taşınan birçok cesedin çeşitli mezarlıklara gömüldüğünü söyleADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 143
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU şunları söylemiştir. ’11 gencin öldürüldüğünü gözlerimle gördüm ama bunların iki tanesinin cesetlerini bulduk, diğerlerini muhtelif yerlere gömmüşler ve üzerlerinden yol geçirmişler..” Yazar Bedii Faik, "İhtilalcılar Arasında Bir Gazeteci" adlı kitabında 27 Mayıs sonrasındaki havayı anlatıyor; “O müthiş itham yarışı bir defa başlamıştı. Artık bizler eski iktidar hakkında söylenenlere öyle inanmaya teşne idik ki, ihtilalcıların bunu bir defa söylemeleri kâfi geliyordu. Hoş herhangi bir yeni haberin teyidi için bir daha sormaya kalkıştığımız zaman da doğrudur yazabilirsinizi öyle bir yapıştırıyorlardı ki, inanmamak mümkün değildi. NİTEKİM CELAL BAYAR’IN BİR BANKADA 103 MİLYON LİRASI ÇIKTIĞI HABERİ ANKARA’DA VERİLDİĞİ ZAMAN BUNU TEYİT ETMEK İSTEYEN ARKADAŞLARIMIZA “DOĞRUDUR” DİYEN BİZZAT CEMAL GÜRSEL İDİ. Böyle olduğu halde ne olur ne olmaz diyerek haberi, “Ankara’da ısrarla dolaşan söylentilere göre “ diyerek verdik. Bu tarz davranışı, yani bendeki yanlış haberi bir telefon muhaberesi ile yalanlamak elinde iken, gazetelerin bunu aynen yazmalarını devletin yetkili bir adamı olarak teşvik etmek çok tuhaftı.” 27 Mayıs’tan yıllar sonra, Rahmetli Bayar, damadı Rahmetli Ahmet Gürsoy ile birlikte Rahmetli Hadi Hüsman’ın evine bir ziyaret yapmışlar ve Bayar 103 milyon hikâyesini bizzat anlatmış. Aktarıyorum (27 Mayıs Yargılanıyor, Nazlı Ilıcak, 1975); “Harp Okulunda tutuklu bulunuyorduk. Bir gazetede, İş Bankasında 103 milyon liramın mevcut bulunduğunun yazıldığını gördüm. Bu kadar hakikat dışı bir haber olamazdı. Müteessir oldum. Demek ki bu yoldan da halk efkârını aleyhimize tahrik etmek istiyorlar diye düşündüm. Bu yalan haberi tekzip etmek istedim. Fakat haberi veren gazeteye işi yazsam vermeyeceklerini biliyorum. Nöbetçi subaydan bir noter istedim. Maksadım bir noter vasıtasıyla tekzip yazabilmekti…. Okul Kumandanı Kurmay Albay Müçteba Özden odama geldi. İsteğimin sebebini sordu. Anlattım kendisine hatta münasip görülürse Devlet Başkanı Cemal Gürsel’e de bir mektup yazayım bugün her türlü imkânlar ellerinde, İş Bankası burada bir telefonla sorup öğrenmek mümkündür, dedim. Bir şey söylemedi gitti. Biraz sonra odama 5 - 6 sivil şahıs geldi. Hepsi, siyah, bir biçim, yepyeni elbiseler giymişlerdi. Kumandan da beraberlerindeydi. Talebimin sebebini sordular. Onlara da anlattım. O zaman içlerinden biri, zannediyorum YAD üyesi Rıza Tunç, bana sinirli sinirli, ‘Onu sen söylüyorsun param yok diye’ dedi. Hatta öfkeli bir hali vardı üzerinde. Sonra okul kumandanına hitap etti. Bu haberi nasıl öğrendi? Okul kumandanı komitenin tutuklulara gazete verilmesine müsaade ettiğini buna binaen bana da verildiğini, haberi gazeteden öğrenmiş olacağımı söyledi. Çıkıp gittiler odamdan. Müçteba Özden’in bu kişilerin bana yaptıklarına üzülmüş olduğunu gördüm. ‘Orgeneral Cemal Gürsel’e yazdığınız mektubu bana verin, ben kendisine gönderirim’ dedi. Hakika144 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ten gönderdiğini de sonradan öğrendim. Mektubumda, ‘Bir gazetede çıkan haberin doğru olmadığını, bunun bir bankadan yapılacak küçük tahkik sonunda anlaşabileceğini, gazetede çıkan haberin düzeltilmesi için emir verilmesini’ kendisinden istemiştim. Maalesef bir haber çıkmadı. Bilakis Gürsel’in haberi kendilerine sormaları üzerine teyit etiğini daha sonra öğrenince hayret ettim” Ve başkaları ve başkaları… Bu örnekleri sayfalar dolusu aktarmak mümkün. Ancak bu kadar örnekle bile 27 Mayıs öncesi ve hemen sonrasında ülkede Demokrat Partililere karşı yaratılan suni ve çılgın atmosferi ortaya koyduğumuzu zannediyorum. İşte bu beyanatlar ve haberlerden sonra ve hele Demokrat Partililerin bürokratından, milletvekiline, bakanına, başbakanına, cumhurbaşkanına kadar hiç karşı koymadan sessizce teslim oldukları anlaşılınca ilk tebliğde verilen ve gönüllere su serptiğini belirttiğimiz vaatler, niyetler tamamen unutulmaya başladı. Bundan sonra yukarda örneklerini verdiğimiz, yetkililerin ve basının sorumsuz beyanatları, zaten yıllardan beri muhalefet tarafından yürütülmekte olan DP iktidarına karşı yıkıcı propagandaların etkisiyle de birleşerek Demokrat Partililer üzerine kin, nefret ve şiddet olarak dönüşmeye başlayacaktır. Ankara Harp Okulu’nda ve İstanbul Davutpaşa Kışlasında tutuklu olarak toplanan Demokrat Partililerin Yassıada’ya sevk edilmeleri sırasında, 27 Mayısçıların meydana getirdiği insanlık dışı, nefret ve kin kokan, çok da tehlikeli olan olaylar sahnelenmişti. Tüyler ürperten bu feci sahneleri anlatmaktansa bizzat yaşayanların ağzından aktaralım. Yassıada’ya sevkiyatlar 5-17 Haziran arasında peyderpey yapılmıştır. Tekin Erer, Yassıada ve Sonrası, 1965: “… Milletvekillerini Yeşilköy Havaalanına getiren uçak meydanda durunca önceden haber verilmiş büyük bir subay kitlesi uçağın etrafını sarıyordu. Bu kalabalık iki sıra halinde bir koridor yapıyor ve uçak merdivenlerinden mebusları Yeşilyurt’taki iskeleye götürecek otobüse kadar bir sıra teşkil ediyorlardı. Bakanlar ve mebuslar bu koridorun arasından yürüyerek otobüse biniyorlardı. Önce bir vazifeli uçaktan inenleri takdim ediyordu. “Şimdi %10 alarak memleketi soyan Fatin Rüştü Zorlu iniyor,.Şimdi İnönü’ye sık sık laf atan mebuslar iniyor,. Bunlar Tahkikat Komisyonu mezaliminin memurlarıdır.” Merdivenin son basamağını inen mebusa otobüse gidinceye kadar yumruk, tokat, tekme ve küfür yağıyordu. Bu subayların çoğunun içkili bulundukları ağızlarının kokusundan belli oluyordu. En yaşlı, hasta ve bitkin mebuslar dahi az dayak yemek için bu koridoru bütün güçleri ile koşarak geçmeye çalışıyorlardı. Otobüsün içine canını atan büyük bir oh çekerek kaderde bu da varmış diyerek boynunu büküyordu…” Rıfkı Salim Burçak, Yassıada ve Öncesi, 1966: “… Sıram geldiğinde uçaktan indim. Uçağın kapısına uzaklardan şiddetli bir projektör tutulduğu için kamaşan gözlerimi açıp etrafıma bakamıyordum. Şaşkınlık içerisinde bu dik merdiveni inmek kolay değildi. Ama
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ben uçaktan vukuatsız ve bir zarara uğramadan aşağıya indim. Ayağımı yere basar basmaz av bekleyen meraklıların teşkil ettiği ecel koridorunu gene hızlı adımlarla geçerek 20-25 metre kadar ötede duran pikaba doğru koştum. Savrulan bir tekme bana fazlaca dokunmadı ve ceketimin eteklerini yalayarak geçti. Etimesgut Havalında edindiğim tecrübenin ve uyguladığım planın burada da yararını görmüştüm. Bu koridorda şaşkınlık göstermek, yavaş davranmak veya tereddütlü bir durum takınmak, Allah korusun felaketle eşitti. Ben bu tehlikeli koridoru nispi bir selamet içerisinde geçmeye muvaffak olmuştum. Ama genel olarak Yassıada yolcularının ecel köprüsü işte burasıydı….Pikaptan indikten sonra iskelede bekleyen bir vapura bindik. Sadırı henüz durmamıştı. İskele de tehlikeli bölge olmakta devam ediyordu. Nitekim vapura uzatılmış tahtanın üzerinde arkadan yediği tekme ile yüzükoyun yere kapaklananlar da oldu. Vapura bindiğim zaman oraya benden önce gidip oturmuş olan bakanları ve diğer arkadaşları pek perişan bir halde gördüm. Bacağından aldığı yaraları fazlaca kanayan bir bakan (S.A.) deniz subaylarının getirdikleri pamuk ve tentürdiyot ile yaralarını tedaviye çalışıyordu….Karşımda oturan bir vali sessiz sessiz ağlıyordu…” Altemur Kılınç’ın, Bir Dönemin Tanıklığı adı ile yayımladığı anılarından (DP’nin son yıllarında Basın Yayın Genel Müdürü): “.... Hükümeti devirmiş ve hepimizi tutuklamışlardı. Dört beş gün Ankara Harp Okulunda kaldıktan sonra bir gece C47 nakliye uçakları ile İstanbul’a Yeşilyurt Havaalanına getirilmiştik. Uçakların pencereleri kasten açık bırakılmıştı. Başımızda duran tomson’lu subayların korkusundan hem de soğuktan titreyerek Yeşilyurt’a gelmiş orada subaylardan oluşan iki taraflı dehşet koridorundan sille, tokat, yiyerek geçip bekleyen jeepler’e kendimizi atmıştık. Sonra da iskelede bekleyen Fenerbahçe vapuru ile Yassıada’ya getirilmiştik. 27 Mayıs Darbesi yakın tarihimizin en büyük ayıbı idi. Yassıada’dan çıktıktan sonra yassı kadayıf bile yememeğe ahit etmiştik…” Demokrat Partililerin, Yassıada’ya sevkiyatları böylesine insanlık dışı şartlarda tamamlandıktan sonra, darbecilerin, Yassıada Mahkemelerini yürütmesi için özellikle Demokrat Partiden nefret eden hukukçulardan oluşturdukları, özel bir darbe mahkemesi olan Yüksek Adalet Divanı ve yine aynı amaçlarla oluşturulan Yüksek Soruşturma Kurulunun Yassıada’daki faaliyetleri başladı. Yüksek Adalet Divanına Demokrat Partililere yöneltilen suçlamalar ile ilgili malzeme temin etme, diğer bir deyişle belge bulmakla görevli Yüksek Soruşturma Kurulunun çalışmaya başlamasıyla birlikte, Yassıada’da sinsice ve ince ince yapılan işkence faaliyetleri de görülmeye başladı. Aşağıda örneklerini vereceğimiz Yassıada’daki, bu feci, ağır işkencelerin iki etkeni olduğunu düşünüyoruz. Birinci etken; Yassıada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay (Emir subayları, orgenerallikten emekli Teoman Koman, Korgenerallikten emekli Akay Şakman) ve kendisinin
özellikle seçtiği ekibinin ve aynı şekilde, YAD Başkanı Salim Başol’un ve YSK Başkanı Başsavcı Altay Ömer Egesel’in, DP aleyhine yazılan çizilen menfi propagandaların etkisi altında kalmış peşin yargılı, acımasız, sert kişilikleri. Diğer etken; yukarda saydığımız, Demokrat Partililere, özelliklere Bayar ve Menderes’e yönelik suçlamaların belgelerinin, hele 28 Nisan olaylarından sonra öldürüldüğü iddia edilen yüzlerce öğrencinin cesedinin bulunamaması, sonuçta bu haberlerin birer yalandan başka bir şey olmadığının hissedilmesi. Bu hissediş ne yazık ki 27 Mayısçılar üzerinde bir yumuşama yapacağına tam tersine daha çok sertleşmelerine sebep olmuştur. Zira bu durumda, bilinçaltı olarak da olsa yaptıkları darbenin anlamının kalmayacağını ve bir gün kendilerinden hesap sorulabileceğini düşünmeleri hırçınlaşmalarına ve sertleşmelerine neden olmuştur… 10 yıl Türkiye Cumhuriyetini idare etmiş bir iktidarın, bakanları, milletvekilleri,bürokrasinin en üst makamlarına gelmiş bürokratlar veya polis memuru, DP ile ilişkisi olduğu düşünülen insanlar ailelerinden uzaklaştırılmış, Marmara’da, İstanbul kıyılarına yakın bir adada, Yassıada’da her şeyden tecrit edilmiş, başlarına ne geleceğini bilmeden onar yirmişer kişilik koğuşlarda çile doldurmaya başlamışlardır. Şartlar çok kötüdür. Kendilerinin suçlu ve hain olduklarını düşünen, bu hususta yıllarca adeta beyinleri yıkanmış görevli bir sürü genç subayın nefret dolu bakışları arasında, değil ayları, değil günleri saatleri bile başlarına bir şey gelmeden geçirebilmek gerçekten büyük şans gerektirmektedir. Yassıada’nın bu korkunç şartlarını bizzat yaşamış Samet Ağaoğlu’nun kaleminden aktarıyorum: Samet Ağaoğlu; (Arkadaşım Menderes): “Başka koğuşlarla temas imkânlarımız yüzde yüz kesilmişti. Öyle ki, daha ilk haftalardan itibaren, bizim idamlıklar bölümü olduğumuz zannı, öteki koğuşlardaki arkadaşlarda kuvvetle uyanmıştı… Bir kere tam iki ay yemekler ve traş olma dışında odalarımızdan çıkamadık. Pencereler hemen her gün kapalı. Koridorların kapısında tomsonları çevrili nöbetçiler. Her saatte bir değişen nezaretçi subaylar. Aylarca sonra havalandırmaya çıkardıkları zaman da ancak haftada iki veya üç ve en fazla yirmi dakika dolaşabiliyorduk… Ada’ya gelen bir heyete havasızlıktan bunaldığımızı söylediğim zaman, Kumandan, “Ankara’ya yazdım herhalde izin verecekler” demişti. Demek ki, bizim bölüme uygulanan rejimi Ankara tayin ediyordu. Bu rejimin bel kemiği ruh üzerine baskıdır. Mesela günün birinde koridorların Heybeli’ye bakan pencerelerini, dışarıyı görmeyelim diye koyu sarı renge boyadılar. Bir başka gün kapılarımıza çengel taktılar. Bazen hazırlanın havalandırılmaya çıkılacak diyorlar fakat uzun süre beklettikten sonra vazgeçiyorlardı…. Bayar ve Menderes’i hiçbir zaman aramıza karıştırmadılar…” Yassıada’da, 27 Mayısçıların tabiri ile Düşük Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Düşük Başvekil Adnan Menderes’e uygulanan rejim tüm tutuklulardan farklı idi. İkisi de 2,5x3 metrekarelik küçücük bir odada kalıyorlarADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 145
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dı. Yanlarında her saat değişen oda nöbetçisi bir subay ve sabaha kadar yanan ışığın altında, oda nöbetçisi, grip çıkan görevliler dahil kimseyle konuşmadan, gazete okumadan, radyo dinlemeden günler, aylar geçirmek zorundaydılar. Tuvalete veya banyoya giderken dahi koridorda hiçbir Demokrat Partili tutuklu bulunmayacak şekilde tedbir alınıyor ve tuvalet kapısında bir nöbetçi bekliyordu. Mahkemeler başladığı zaman Menderes’in ilk konuşmasında akli melekelerini bile toparlamakta zorlandığından şikayet etmesi bu yüzdendi.. Yassıada’da tüm tutukluların aileleri ile irtibatları elli kelime ile sınırlandırılmış küçücük mektuplarla oluyordu. Ailelerden gelen ve tutuklulardan giden bu mektuplar şiddetli bir sansür altında idi. Mektuplarda sadece giyim kuşam ihtiyaçlarından ve hatır sormadan başka bir şey yazmak hele içinde bulunulan şartlardan şikâyet etmek kesinlikle yasaktı. Böyle bir hata işleyen kendini Yassıada’daki Bizanslardan kalma zindanlarda buluyordu. 28 - 29 Nisan öğrenci olayları ve olaylarda öldürülen ve cesetleri saklanan yüzlerce öğrenci!.. 27 Mayıs harekatının en büyük bahanesi bu asılsız iddia olduğuna göre, Yüksek Soruşturma Kurulu enerjisinin büyük bir kısmını DP dönemi emniyet mensupları üzerinde yoğunlaştırıyordu. Emniyet mensuplarından istedikleri cevapları alamayan sorgulamacılar deliye dönüyor ve işkence yapıyorlardı. 28-29 Nisan Olaylarında sadece iki öğrenci ölmüştü. Bunlardan biri kendi tırmandığı hareket halindeki tanktan paletlerin altına düşerek kaza sonucu ezilmişti. Diğeri de nereden geldiği belli olmayan sekme bir kurşunla hayatını kaybetmişti. Sekme kurşun diyoruz çünkü bulunan kurşun eğri idi. Kursunu kemik eğemez… Evet, gerçek buydu ve emniyet mensupları da bunları anlatıyorlardı… Rahmeti babacığım dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay, 27 Mayısçıların acımasızca uyguladığı bu işkenceler sırasında ne yazık ki yaşamını kaybetti. Babamla aynı zindanın havasını koklamış olan Demokrat Partili bakanlarından Sıtkı Yırcalı’nın anılarından aktarıyorum; Sıtkı Yırcalı ( Balıkesir milletvekili, İktisat ve Ticaret, Gümrük ve Tekel Bakanı) anlatıyor (27 Mayıs Yargılanıyor, N. Ilıcak 1975); “… Zindanın içerisi zifiri karanlık. Bilekten daha yukarıya kadar çamur. Dibe doğru tavan gitgide alçalıyor. Ancak kapının önünde iki büklüm ayakta durmak mümkün. Kitlediler gittiler. Bir er geldi, sigara verdi. Ata binbaşı biraz sonra bir arzum olup olmadığını sordu. Ondan bir pardösü bir de oturacak bir şey istedim. Binbaşı siz böyle geldiniz, ben size bir şey verdiğim takdirde, yardım ettiğim belli olur ama başka bir şey yapmaya çalışayım, dedi. Koğuşa gitti, arkadaşlardan bir ayakkabı almış. Hanımlar da bir kazak vermişler. Kazağı giydim. O gün de aksine çok kötü bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor ve gök gürüldüyor. O mahzenin içinde gök gürültüsü yerin altından geliyor gibiydi. Yanımızda bir yerde durmadan biri inliyor. Ere sordum, Faruk bey diye bir arkadaşmış, fevkalade dövülmüş. Ölüm korkusu kalmamıştı 146 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
içimde. Fakat hakaret ve eziyet görmek insanı içinden yaralıyor…” Sezai Demiray Anlatıyor; ( DP Diyarbakır miletvekili, 27 Mayıs Yargılanıyor, N.Ilıcak 1975) “… 27 Mayıs günü Avrupa’dan gelen Nezih Tütüncüoğlu’nun küçük cep radyosuna dokunmamışlar ve beraberinde Yassıada’ya getirmesine imkân vermişler. Bu arkadaşımızın koğuşumuza gelişinden bir gün sonra da Ada’ya getirilen gazeteler gelmez olmuş ve yalnız Yemekhane’de dinletilen radyo da artık dinletilmez olmuştu. Sansür sıkılaşmış, gerek gelen gerekse bizim yazdığımız mektupların elli kelimeyi geçmemesi emredilmişti. Elli bir kelimeyi bulan mektuplar ya hiç verilmez veya elli kelimeden sonraki yazılar kesilerek verilirdi. Böylece dünya ile ilgimiz koptuğu için bahis konusu radyo bizim için çok kıymetli bir varlık haline gelmiş bulunmakta idi. Her akşam yemekten ve mecburi uyuma saati olan 20.00’den sonra radyoyu bir beze sararak uyur gibi kulağımızın altına kor dinler ve aldığımız havadisi gündüz arkadaşlara duyururduk. Böylece dünya ile irtibatımız bir küçük radyodan ibaret kalmıştı…. 1960 yılının Temmuz ayı ortalarında idi. O gün yemek bitti ve nöbetçi subayın, “Yemek bitti, koğuşlarınıza” diye bağırmasını bekledik. Fakat bir türlü bu ses çıkmayınca adeta endişelenmeye başladık… Nitekim biraz sonra koşa koşa gelen bir denizci subay yemekhaneye girer girmez elindeki kâğıtta yazılı isimleri okudu; Nezih Tütüncüoğlu, Mıgırdıç Sellefyan, Kemal Demiralay, Sezai Demiray. İsmimi duyunca ben de diğer arkadaşlarım gibi ayağa kalktım. Sıra halinde 3. koğuşa geldik. Koğuş kapısından içeri girdiğim vakit başta Yassıada kumandanı olmak üzere 15-20 kadar subayın bizi yiyecek gibi gözlerini yüzümüze diktiklerini gördüm. Demek radyomuz bulunmuştu… Yarbay Tarık Güryay, parlamaya hazır fakat soğukkanlı gözükmeye çalışarak, Nezih Tütüncüoğlu’na ait gözü gösterdi. Bu göz kimin diye sorması üzerine Nezih Tütüncüoğlu kendisine ait olduğunu söyledi. Tarık Güryay elinden eksik etmediği sopası ile gözü açmasını işaret edince, Nezih Tütüncüoğlu gözü açtı ve radyoyu bir beze sarılı vaziyette çıkardı. Güryay; “Bu nedir?” diye hiddetle sordu. “Radyodur efendim” “Radyonun yasak olduğunu bildiğin halde niye teslim etmedin? Radyoyu nereden aldığını doğruca söyle” “Ben 27 Mayıs’ta Avrupa’da idim. Vakayı duyunca hemen vatanıma döndüm. Huduttan doğruca Yassıada’ya getirildim. Bütün eşyalarım tarafınızdan elden geçirildi. Ve radyo bana verildi.” Nezih Tütüncüoğlu belki biraz daha izahat verecekti ama Tarık Güryay’ın birden parlamasıyla sözleri boğazında kaldı zavallının. “Yalan söylüyorsun” diyerek hiddetle bir tokat attı ve bir sürü küfür sıraladı. Neye uğradığını şaşıran Nezih Tütüncüoğlu sapsa-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU rı kesilmiş ve bizler geride kalan üçümüz de dona kalmıştık…Ertesi sabah Yüzbaşı Necdet bey iki tomsonlu onbaşı ile koğuşumuza geldi….elindeki kağıttan yine dördümüzün ismini okuyunca hemen kalkarak yola düzüldük… Zindan 1200 sene evvel eski Roma İmparatorluğunun hüküm sürdüğü zamanlarda, o zamanki krallar tarafından Yassıada’da yaptırılmış olup, tamamen taştan ve yerin altında bir yere sıralanmış küçücük yer altı hücrelerinden ibaret rutubetli bir yer. Bizanslılar zamanında kralın, cismini ortadan kaldırmaya niyet ettiği kimseleri buraya kapatırlar ve yalnız koridorun tavanından bir tek pencereden verilen ekmek ve su ile idare mecburiyetinde bırakılan mahkûmlar ölünceye kadar burada tutulurlarmış. Zaten daima burada kalanların uzun müddet yaşamalarına imkân da yoktur. Hücrelerin kapıları 5 cm. kalınlığında yeni kerestelerden ve demir kollar muntazam halde ve yeni yapılmıştı. 1200 sene sonra Türkiye Cumhuriyeti idaresinde ve milli irade ile seçilen meşru iktidarın milletvekilleri için, muhalefet partisinin lideri ve ona çok yakın olanların tahrik ve teşviki ile yeniden hizmete açılıyordu bu zindanlar…. zindanın içinde bulunan hücrelerden bir tanesinin demir kolu büyük bir gürültü ve gıcırtı ile, nöbetçi erler tarafından açılmış ve yüzbaşı Necdet beyin müteessir bir yüzle işareti üzerine içeri girmiştim ki büyük bir gürültü ile kapı ve demir sürgüler arkamdan kapatıldı. Olduğum yerde durarak bekledim. Koridordaki seslerden diğer arkadaşlarımın da ayrı ayrı hücrelere katıldığını anladım. Ve yine ayak seslerinden Yüzbaşı Necdet beyin ve bizi getiren tomsonlu onbaşıların gittiklerini ve koridorda nöbet tutan iki nöbetçinin kaldığını anladım. Koridorda bir elektrik ampulü yanmakta olduğu için hücremin kalın kapı aralıklarından dışarısını görmeye çalıştım ama nafile..tamamen karanlık olan zindanımı yoklamaya başladım. Hücrenin kapısından itibaren tam boyumca olan tavan adım attıkça alçalıyordu. İki adım eninde olan hücrenin duvarları adeta yeni sıvanmış, kireçleri hamur gibi yumuşak ve rutubetli. Yer ise tamamen taştan ve nemli bulunmaktaydı. Oturacak yer yoktu. Kapıdan itibaren tavan alçaldığından iç kısma yürümek için eğilmek mecburiyetinde kalmıştım. Sonradan anladığıma göre diğer hücrelerin yapı tarzı daha değişikti. Aradan bir saat ya geçmiş veya geçmemişti ki yanımdaki hücrelerden birinden canhıraş sedalar gelmeye başladı. “Ölüyorum, hiç sizde din iman yok mu? Allah aşkına bana bir doktor.” diye bağırmalar duyunca kulak kesildim, bu ses bizim arkadaşlardan değildi. Demek daha evvelce zindana atılan iktidar mensubu başka bir kimseydi. Nöbetçilerin ayak seslerinden koridorda gidip gelmeler olduğunu anladım. Takriben 20 dakika sonra da çok aşinası bulunduğumuz deniz yüzbaşısı..cırlak sesini duydum. İnleyen hücrenin kapısına gelmiş “Ulan doktor senin neyine” diyerek Türkçede ne kadar küfür varsa birer birer saymaya başlamıştı. İnleyen ses ise “Vallahi
ölüyorum yüzbaşım, doktor doktor” diye kesik kesik seslenmeye devam ediyordu. Daha sonra yine koridorda bir takım sesler, gidip gelmelerden sonra inleyen ses kesildi. Sonradan bu inleyenin, İstanbul’un genç ve enerjik Emniyet Müdürü rahmetli Faruk Oktay olduğunu ve vakadan 2-3 gün sonra Yassıada’da vefat ettiğini öğrendik…. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Kapının demir kolu kaldırıldı ve dışarı çıkarıldım. Diğer üç arkadaşım da aynı şekilde zindanlarından çıkarılmışlardı. Gece olmuştu. Gökte yıldızlar parlıyordu. Biraz daha yürüyünce mehtabın denizi yıkayan ışıklarını ve uzaktan çok uzaktan güzel İstanbul’un elektriklerinin göz kırpan pırıltılarını görerek biraz önceki durumumuzu unutmaya çalıştım. O anda zindanın rutubetinin iliklerime kadar tesir ettiğini ve adeta uyuşmaya başladığımı hissettim. Böylece yine kumandanlık binasına götürüldük. Kumandan yoktu. Ekseri geceler gibi yine İstanbul’a eğlenmeye gitmişti herhalde. Onun yerine ismini hatırlayamadığım bir üsteğmen bekliyordu….”
Tam 49 (27 Mayıs 2009) yıl sonra sevgili babam Faruk Oktay’ın Yassıada’da acılar içinde öldürüldüğü zindandayım.
Sevgili babam Faruk Oktay’ın Yassıada’da acılar içinde öldürüldüğü zindan. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 147
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Rahmetli Celal Bayar’ın torunu, DP milletvekili rahmetli Dr. Ahmet İhsan Gürsoy’un kızı Prof. Dr. Akile Gürsoy ; DP Nevşehir milletvekili, Tahkikat Komisyonu üyesi rahmetli Necmettin Önder’in kızı Filiz Önder ve yaşamını bu zindanlarda kaybeden DP dönemi İstanbul Emniyet Müdürü rahmetli Faruk Oktay’ın oğlu ben H. Emre Oktay. 49 yıl sonra zindanların ürpertici dehşetini, Atv ekibi ile birlikte yaşadık (27 Mayıs, 2009).
Sevgili babam rahmetli Faruk Oktay’ın işkence gördüğü zindanın yüksekliği insanın ayağa kalkmasına fırsat vermiyor. Yassıada’da görevli çavuş Mehmet Kabak’ın anılarından: “Adanın arka tarafında önü demir parmaklıklarla kapalı mağara gibi bir yer vardı. Önünden geçerken iniltiler duyduk. Gidip baktığımızda alnı güneşten parlayan, saçları usturaya vurulmuş birini gördük. İyice yaklaştığımızda bu kişinin Bumin Yamanoğlu olduğunu anladık. Oradan geçmek ve geçerken de tükürmek serbestti. Her gün kafası kazıtılıyordu ve sıcağın altında orada tutuluyordu” Yassıada’nın böylesine bir cehenneme dönmesinde, yukarda da belirttiğimiz gibi, ada kumandanı Yarbay Tarık Güryay’ın, Nazi esir kamplarını aratmayacak sert148 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
likteki yönetiminin büyük etkisinin olduğu anlaşılmıştır. Yazar Turhan Dilligil 4 Şubat 1962 de Son Havadis Gazetesinde yayınlanan yazısında “Allahsız Gardiyan” adını verdiği ada kumandanı Yarbay Tarık Güryay’ın Yassıada’daki eylemlerini o zamanki ortama göre büyük bir cesaretle teşbih tekniğini kullanarak anlatmıştı. Bazı kısımlarını aktarıyorum: “Elindeki kalın sopası ile iri gövde kapıda belirince, koğuşta nefes sesi bile duyulmaz oldu. Esirlerin bütün hayatlarının geçtiği koğuşun ortasındaki ranzalar arasında kalan dar koridor boyunca yürüdü. Bir baştan öte başa gidip döndü. Tam kapının önündeki yatağın üzerinde oturan levent yapılı siyah bıyıklı genç bir esire çattı; “Ulan önünden geçiyorum da kılını kıpırdatmıyorsun. Bana nasıl hürmet edilmesi gerektiğini ben mi sana öğreteyim?” Esir zaten canından bezmişti. “Sana hürmet etmek içimden gelmiyor” dedi. Başgardiyan beklemediği cevapla beyninden vurulmuş gibi esirin üzerine yürüdü. “Küstah” diyerek suratına bir tokat attı. Attı fakat eli havada dondu kaldı. Genç esir yerinden fırlamış ve Allahsız Gardiyan’ın elini yakalamıştı. Gardiyan muhafızlarına baktı, ikisi hemen koşup geldiler. “Zindana götürün” emrini alınca genç esiri sürükleyerek çıkardılar. Zindan Bizans sürgünleri ve esirler için hazırlanmıştı. Taştan oyulmuş yan yana ve karşılıklı hücreler halindeydi. Bir insan ayakta duramazdı, tavan alçaktı. İnsan oturamazdı, çünkü yerde su vardı ve zindan karanlıktı.. Esirler arasında beş-on tane de kadın vardı. Onlar da aynen erkekler gibi eziyet çekiyorlar, her türlü işkenceye maruz bulunuyorlardı. O kadınlar esir olmadan önce, memleketlerinin en seçkin kimselerindendiler. Bunlardan birisi babasından kendisine miras kalan bir nişan taşıyordu. Bu nişan memlekete hizmet etmiş olanlara en yüksek şeref payesinin bir hatırası olarak verilmişti. Nişanı gören muhafızlar, “Kahpeler ne zamandan beri şeref nişanı taşıyorlar? ” diye hakaret ederek kadının göğsündeki madalyayı koparıp yere attılar (Eski HKK Tekin Arıburun’un eşi DP milletvekili Perihan Arıburun) Esirler sorguya çekilirken de aynı kadın burada en tabii haklarının çiğnendiğini ve kendisine gayri insani muamele edildiğini söylemişti. Bu ifadeye sinirlenen Allahsız Gardiyan esir kadını huzuruna çağırtıp hakaret etti, dövdü ve yere yuvarladı. Arkasından da kapısındaki muhafızlara seslendi. “Alın götürün şu kaltağı” Bununla da hırsını alamayan Allahsız koğuşların havalanma saatini değiştirerek kocası ile karşılaşmasına mani oldu, ayrıca koğuşlardan birbirlerine bakmasınlar diye erkekler koğuşunun pencerelerini beyaza boyattı. Esir kadının kocası da buraya düşmeden evvel, memleketinin başlıca üç büyük kumandanından birisi idi…. Allahsız Gardiyan her fırsatta zindanı kullandığı için orada çoğu zaman boş hücre bulunmuyordu. Sonra değişik işkence tatbik etmek de onun en büyük zevki idi. O sebeple iki ayrı oda hazırlattı. Burada her türlü işkence vasıtası bulunuyordu. Bazı esirler gece yarısı yatakla-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU rından kaldırılarak itirafa zorlanmak üzere bu odalara götürülüyor, falakaya yatırılıyor, gözlerine kuvvetli ışık tutuluyor, bütün vücutları, yüzleri, gözleri kan içinde kalıncaya kadar dövülerek önceden hazırlanmış uydurma ifadeleri yüksek sesle okumaya ve imzalamaya zorlanıyorlardı. Aralarından bazılarına ısmarlama hatıra defterleri de yazdırılarak mahkemede aleyhlerine kullanılmak üzere delil olarak saklanıyordu. Esirlerin ağzına tabanca dayayarak asılsız ifadelere zorlamak Allahsız Gardiyanın pek hoşuna gidiyordu. İşin garibi bu rejimi tatbik edenler insanca hareket etmeyi düşünmüyorlardı da, yaptıkları zulmün hür insanlar tarafından duyulmasından çekiniyorlar ve dışarıya bir kelime sızmaması için icap ederse muhafızlarından bazılarını da ya öldürüyor ya da zindana atıyorlardı. Dövülmeler sırasında tekmelerin tesiriyle idrar yollarından kan gelenler, kalp nahiyesine vurulan darbeler yüzünden ölenler, günlerce dinmeyen burun kanamaları neticesinde son nefesini verenler, işkenceye dayanamayarak kendilerini öldürenler, diğer esirlere ibret diye gösteriliyor, onlar dehşete salınarak itirafa zorlanıyordu. Bütün bu işkencelerin tatbik edildiği diyarda bir gece yarısı muhafızlar koğuşlardan ileri gelen esirlerden bazılarını götürdüler. Onlara en iyi elbiseler giydirilmiş ve nasıl hareket etmeleri gerektiği anlatılmıştı. Esir olmayan halk için bir temsil verecekler, evlerinden alınıp buraya getirilişleri ve buradaki hayatları halka gösterilmiş olacaktı. Aslında hakikatle temsilin en küçük bir ilgisi bile yoktu. Esirler kendi kendilerine “Acaba halkı neden aldatmak lüzumunu hissediyorlar” diye sordular. Onlar da biliyorlardı ki, bu Bizans dekoru içinde geçen işkence hayatı elbet bir gün hür insanlar tarafından öğrenilecekti…” Yassıada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay, 1971 yılında “Bir İktidar Yargılanıyor” adını verdiği bir kitap yazıyor. Kitabında sürekli kendisini methetmiş, Yassıada’da uyguladığı yönetimin insancıl ve adil olduğunu söyleyebilmiş. Yassıada’daki işkencelerin de 6 Eylül 1960 tarihinde adaya gönderilen altı kişilik bir emniyet mensubu tarafından, kendilerine tahsis ettiğini söylediği adanın batı tarafındaki meteoroloji binasında yapılmış olabileceğini ve yapılmışsa kendisinin hiç haberi olmadığını yazıyor. Kitabında, Yassıada’da ölenlerden, intihar edenlerden ve zindanlardan hiç bahis yok. Yassıada’daki Demokrat Partili yüzlerce tutuklu içine de aşağıdaki trajik komik şu cümleleri kullanmış, aynen aktarıyorum; “Yassıada’da üstün, olgun karakterli, temiz dürüst, seciyeli, derin, geniş bilgili hiç kimse yok muydu diyeceksiniz… Vardı, vardı, fakat azdı! Yassıada’da üzerimde iyi intibalar bırakmış insanlar arasında, Şemi Ergin’i, Etem Menderes’i, Agah Erozan’ı, Fahrettin Kerim’i, Osman Kavrakoğlu’nu, Kasım Küfrevi’yi, Fahri Ulaş’ı, Hacapulos’u, Mahmut Koloğlu’nu, Hikmet Bayur’u, Atıf Akın’ı, Faruk Nafız Çamlıbel’i, Kemal Aygün’ü, Medeni Berk’i, Sabati Ataman’ı da sayabilirim…” Kumandan devam ediyor, Agah Erozan odasına gel-
miş, bahşiş yüzünden azarlamaya çağırdıklarımız arasında kendisinin olmayışına mütehassıs olmuş ve kumandandan zaman zaman kendisinin de bahşiş verenlerden olması yüzünden özür dilemiş, kumandan kitabında anlatıyor: “Bu dürüstlük, bu nezaket ve sırtıma son derece ağır ve zor bir görev yüklenmiş benim durumumda bir insanın sorumluluklarına gösterilen bu geniş toleranslı ince idrak, Erozan’ın temiz kişiliğine karşı zaten beslediğim saygı, takdiri büsbütün kuvvetlendirmişti. Fakat o, bu kadarıyla da yetinmeyerek o babacan samimiyetiyle ilave etti : “Zaten burada senden gördüğümüz şefkatli ilgiye, hepimiz her zaman minnettarız. Eğer, bu seferki haklı azarlarında olduğu gibi, gerek sana karşı, gerek birbirimize karşı, gerek diğer idareci arkadaşlara karşı hatalı davranışlarımızda zaman zaman gösterdiğin sertçe müdahaleler olmasaydı, burada hepimiz birbirimize girerdik. Kısmet olur da bir gün hürriyetime kavuşabilirsem, yapmayı görev bildiğim davranışlardan birisi, başımıza senin gibi tatlı sert bir idareciyi seçmekte gösterdiği isabet ve basiretten ötürü Sayın Gürsel’i samimiyetle tebrik etmektir. Tanrı seni aziz etsin kumandan. Senin yerinde bir başkası, burada, hepimizi kırabilecek kim bilir neler yapabilirdi” İşte kumandan kitabında, Yassıada’da sürekli böylesine iltifatlar altında kaldığını ve mütehassıs olduğunu yazmakta. Demokrat Partili bürokrat, milletvekili, bakanlar esir değil de sanki haylaz okul çocukları, kendisi de baba-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 149
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU can, tatlı sert bir öğretmen, Yassıada da Heybeliada’dan farksız bir yer. Bulduğu bir radyo, bir gazete için terör estiren, sahiplerini zindanlarda inleten Allahsız Gardiyanımız kendi kitabında kendisini, sürekli iltifatlara maruz, sevecen, Demokrat Partililerin birbirini yemesini önlemek için Allahın lütfü olarak Yassıada’ya gönderilen ve mükemmel bir yönetim sergileyen bir görevli gibi anlatmış. Çok ilginçtir, bu gün 2010 yılında, Tarık Güryay’ın kitabında olumlu ifadelerle söz ettiği Demokrat Partililerin yakınları, ya bu ifadeleri kabul etmemekte ya da bu ifadelerden sıkıntı duymaktadırlar. Tarık Güryay Yassıada’daki mükemmeliyeti kendisinden menkul yönetimini 29 Mayıs 1970 tarihli Hürriyet Gazetesinde, “Kimleri neden dövdüm.” başlığı altında bir yazı dizisinde anlatmış. O yazı dizisinde kendisinden ilk ve son dayak yiyen tutuklunun Bumin Yamanoğlu olduğunu yazmış. Bumin Yamanoğlu’da Hürriyet Gazetesinin, “Yuvarlak Masa” sütununa bir açıklama göndermiş, gazetede Bumin Yamanoğlu’nun açıklamasını uygun bulmadığı kısımları çıkararak yayınlamış. Aynen aktarıyorum; “Unutmayın diğer dövdüklerinizi de yazın. Siz yazamıyorsanız ben açıklayayım. Öbürleri kimlerdir siz çok iyi birsiniz. - Beni defalarca dövdüğünüzü, Emniyet Kadrosu namı adı altında adaya gelen ekibe dövdürdüğünüzü, sizin yardımcılarınız Akay ve Teoman’ın yardımları ile ayaklarımı tüfenge bağlayarak tüfeng falakası attığınızı, tırnaklarımı söktüğünüzü, arzu ettiğiniz ifadeleri vermediğim ve imza etmediğim için beni gece yarısı halata bağlayarak Yassıada’da baş aşağı denize sallandırdığınızı niye itiraf etmiyorsunuz? - Dâhil olduğum İstanbul ekibine kararnameler hazırlanırken kan kusturduğunuzu, bizim grubunuzu kendi kumandanlık binanızda ayrı bir işkence rejimine tabi tuttuğunuzu, dipçik ve yumrukla ve elinizdeki sopanızla dişlerimizi kırdığınızı, İstanbul ekibinin, mahkemeler başlayana kadar, Bizans zamanından kalma zindanları, sayenizde mesken haline getirdiğini, bizi o zindanlardan dışarı çıkartmayıp, orada sular içinde bırakarak çürüttüğünüzü neden yazmıyorsunuz? - Yine mevcut İstanbul ekibinin, Mehmet Bal hariç 15 Eylül 1960’dan sonra ışıklı oda mezaliminin müşterileri olduğunu ve bu ışıklı odada takma burun ve takma gözlük takmak suretiyle kimliklerini saklamaya çalışan (bu ekibin kimlikleri bizce malumdur. Hepsi tarafımızdan tanınmaktadır) ve Emniyet kadrosu namı altında gelen ekibin sizin riyasetinizde nasıl gaddarca hareket edip, hazırlanan kararnamelere uygun ifadeleri imzalatmak istendiğini ve hatta bazı şahıslara imzalatıldığını niye yazmıyorsunuz? - Işıklı oda rejimi tatbik edilirken kalp hastası olan ve bana vurmayın diye yalvarıp, inleyen rahmetli polis müdürüm Faruk Oktay’ın nerede, nasıl ve ne şekilde öldüğünü niye yazmıyorsunuz? - İstanbul milletvekili olan röntgen mütehassısı Za150 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kar Tarver’in cenazesi morgdan alınırken vücudundaki morluklar ailesi tarafından bilinmektedir. Vücudunda meydana gelen bu morluklar, nerede, nasıl ve ne şekilde olmuştur? Niye açıklamıyorsunuz? - İki – üç - dört ve beşinci koğuşlarda bulunanların gözleri önünde siz koğuşa girdiğinizde ayağa kalkmadığını bahane ederek Trabzon mebusu profesör Osman Turan’a bir saat müddetle, resimlerde elinizde iftiharla tutuğunuz bilek kalınlığındaki sopanızla bizzat meydan dayağı atmanız ve onun gözlüğü düşmüş vaziyette, kan revan içinde yerlerde süründüğü, üzüntüyle izlediğimiz başka bir olaydır. Niye itiraftan kaçınıyorsunuz? - Soruşturma Kurulundaki ifadesini değiştirmedi diye dedesi, babası ve kocası paşa olan şerefli bir hanımefendi Perihan Arıburun’a tekrarından hicap duyduğum hakaretamiz sözleri sarf etmek suretiyle vurduğunuzu ve yerlerde sürükleyerek ailesinden vedia olan göğsünde iftiharla taşıdığı manevi değeri çok yüksek istiklal madalyasını söküp aldığınızı niçin yazmıyorsunuz? - Polis memuru Tahsin Cinemre’yi namaza durdu diye “kendinize acındıramazsınız” diyerek tekme ve sopalarla durduğu namazdan çekip alan ve ağzından burnundan kan gelene kadar döven ve yerlerde sürükleyen sizsiniz. Bekirağa Bölüğü adını taşıyan 5. koğuş sakinlerinin gözleri önünde cereyan eden bu içler acısı olayı inkâr edebilir misiniz? Bunu da yazmaya neden korkuyorsunuz? - Ferit Avni Sözen’e 17 sene mahkûmiyeti verdirecek delillerin toplanması Yassıada’da olmuştur. Kendisine işkence yapılarak attırılan imzalar, bu 17 sene mahkûmiyeti meydana getirmiştir. Bütün bu yapılanlar sizin ve organizasyonunuzun eseri değil midir? Niçin yazmıyorsunuz? - Rahmetli Konya mebusu Himmet Ölçmen, duruşmada rahmetli Adnan Menderes’i kastederek, “Bu şeker gibi adam nasıl diktatör olur” dediği için 2. ve 5. koğuşların yemekhanesinde 124 kişinin huzurunda Himmet Ölçmen’e hitaben küfürlerle karışık, “Adnan Menderes için nasıl böyle konuşursun? Şunu bil ki Yassıada’dan sağ çıkmayacak, idam edileceksin” diye bağırdığınızı ve hepimizin lokmalarını boğazımızda bıraktığınızı asla unutmuş değiliz. Bu naklettiğim olayı hatırladıkça tüylerimiz ürpermektedir. Hafızamızda yer eden ve kulaklarımızda çınlayan sesinizi hiçbir zaman unutamıyorum. Fakat siz unutarak, Tarık Güryay, şimdi de kalkmış milyonların sevgilisi olan Adnan Menderes’e karşı fevkalade iyi muamele ettiğinizi hatıratınızda yazıyor ve o gün küfür ettiğiniz o kıymetli adamın ölümünden medet umuyorsunuz. Ebediyete intikal etmiş rahmetli Adnan Menderes’in ruhu mahşerde bile sizi takip edecektir…” Nusret Kirişcioğlu, (DP Sakarya miletvekili ) “Yassıada Kumandanına Cevap” adını verdiği kitabında Yassıada’da Tarık Güryay’ın organizasyonu ile yapılan ve özellikle de DP dönemi emniyet mensuplarını hedef alan dayak ve işkence uygulamalarının sebebini kitabının 81. ve 103. sayfalarında şöyle açıklıyor:
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “Dayakların esas sebebi, Demirperde gerisi usullerle BAM FARUK OKTAY’IN BU UĞURDA CAN VERDİĞİ sahte ifade elde etme çabasıdır. İstanbul Emniyet Müdü- ANLAŞLIYOR. AMA ETHEM MENDERES, ŞEMİ ERrü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Bumin Yamanoğ- GİN GİBİ BAZI BAKANLARIN DA BU BASKILARA lu ve diğerleri bu yüzden işkenceye maruz bırakılmıştır. DİRENEMEDİKLERİ, TESLİM OLDUKLARI YASSIAİşte Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların kanunda yeri DA MAHKEMELERİNDE OKUNAN BİRER İHANET bulunmadığı ve delil elde edilemeyeceği kanaatine sahip BELGESİ OLAN ANILARINDAN ORTAYA ÇIKIYOR. olduğu içindir ki ikrar veya hiç olmazsa atfı cürüm elde Ne yazık ki, Yassıada’da ve Kayseri Cezaevinde Deedebilmek için Egesel ile el ele her kötülüğe başvurmuş- mokrat Partililere yapılan işkenceler uzun süre esrarını tur. İlk dayaklar 28 - 29 Nisan öğrenkorudu. Özellikle Yassıada’da tutulanci olaylarında ölen talebelerin mevlar, cuntacıların korkusundan olsa gecudiyetini söyletmek ve cesetlerin rek işkence iddialarına karşılık “Ağır HÜCRE yerlerini öğrenmek için atılmıştır. işkence gördüm” demediler. Daha çok, Hiç yattın mı sen, Birçok emniyet mensubu bu yüzden bana yapılmadı ancak falan kişiye çok İki metrelik bir hücrede! dövülmüş, İstanbul Emniyet Müdükötü muamele edildi, türünde açıkGecesi gündüzü rü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. lamalar yaptılar. Bu gün neden böyle Fakat ceset bulunmadığı anlaşıldıkHep bir olan mahbeste! yapıldığını anlamak kolay değil. Antan sonra da zulüm sürdürülmüştür. Bir insan görmek, lamak için o zamanki şartları çok iyi Takip edilen usul şudur : Evvela vaat, Bir ses işitmek, bilmek lazım. Örneğin, 2 Mart 1962 ‘Şunları hemen söyle çık git, seni de cuntacıların baskısıyla Meclis’te bir Konuşmak, gülmek, derhal tahliye edeceğiz’.. Tesir etmekanun kabul edildi. Tedbirler Kanunu Göğe bakmak, di mi tehdit : ‘Söylemezsen fena olur, olarak bilinen bu kanuna göre; Uçan bir kuş görmek, asarız keseriz, ulan..hele konuşma, “27 Mayıs 1960 devrimini (kanunNe saadettir o, senin ipini kendi elimle çekmezsem da devrim ifadesi var) söz, yazı, resim, Bilir misin sen! namussuzum…” (Kirişçioğlu, tarih: haber, karikatür ve sair surette yerGece gündüz yanan, 81,103). siz, haksız ve gayrimeşru gösterenler Yüz mumluk bir ampul Rahmetli Bumin Yamanoğlu, Taveya üstü kapalı bile olsa marufiyeti altında, rık Güryay yönetiminde ki dayak ve belli olacak şekilde böyle göstermeye Kapansa da gözler, işkence uygulamalarının sebeplerini çalışanlar, 27 Mayıs 1960 Devrimini Hiç rüya görememek, üç gruba ayırarak anılarında anlatzedeleyecek şekilde, YAD’ca verilmiş Özlediklerine, mış: kararları kötüleyenler….mahkum Rüyada bile gidememek, “- Celal Bayar ve rahmetli Menedilenleri övenler, ilk, son veya inNe azaptır o, deres (Yamanoğlu’nun bu anıları faz safhalarıyla ilgili, resim, hatırat, Bilir misin sen! yazdığı 1970 yılında Celal Bayar röportaj yayınlayanlar veya beyanat hayatta idi.) dikta rejimi tahakkuk verenler…fesih edilmiş DP İktidarını ettirmek istiyorlardı. Bu bakımdan övenler veya müdafaa edenler, menSezai Akdağ da İstanbul grubu olarak bizleri seçsup oldukları partinin fesih edimi 1 Ekim 1961 mişlerdi. Biz onların kollarıydık. Her DP’nin devamı olduğunu ileri sürenKayseri Cezaevi ikisinin verdiği emirleri kayıtsız ve ler bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis 3 Nolu Hücre şartsız yapardık. cezasına çarptırılırlar” - İstanbul’da sayısını bilemeyeGörüldüğü gibi, 27 Mayıs’tan sonceğimiz kadar çok öğrenciyi Celal Bayar’dan ve Adnan ra Demokratik hayata geçilmiş gibi görünse de 27 MaMenderes’den aldığımız emir üzerine öldürdük ve göm- yısçı Cuntacıların siyaset arenasındaki baskıları yıllarca dük. Bunları söylememizi istediniz. devam etti. Cuntacılar 1961 Anayasasına koydurdukları - Adnan Menderes’in aleyhinde şahsi ve çirkin sözler bir kanunla, kendilerini, Cumhurbaşkanlığı kontenjanınsöylememizi istediniz. Bu yukarıdaki üç teklifi siz ve Ege- dan Tabii Senatör olarak, hiç seçilme kaygısı olmadan, sel müşterek hazırlayarak tatbik sahasına koymak istedi- yaşam boyu Meclise bellerindeki tabancalarıyla birlikte niz. Fakat bu çirkin tekliflerinizi kabul etmedim. İstedi- yerleştirdiler. ğiniz ifadeleri imzalamak suretiyle yaşamak ölümden de 1980 Darbesinden sonra 27 Mayıs sözde bayramı da, beter bir şey olurdu bana…” Tabii Senatörlük müessesesi de, 1961 Anayasası da yine RAHMETLİ BABAM FARUK OKTAY’IN VE DİĞER askerler tarafından kaldırıldı. Ve böylece 27 MayısçılaBAZI EMNİYET MENSUPLARI, MİLLETVEKİLİ VE rın silah zoruyla kurmuş oldukları saltanatları sona erdi. BAKANLARIN, 27 MAYISÇILARIN YASSIADA’DAKİ Ancak ne yazık ki aradan 20 yıl gibi bir zaman geçmişti. KOLLARI OLAN, ADA KUMANDANI YARBAY TA- Demokrat Partililerden de, Milli Birlikçilerden de birçok RIK GÜRYAY VE BAŞSAVCI ALTAY ÖMER EGESEL’İN kişi ölmüş, olaylar bir nevi soğutulmuştu. 1980’den sonYÖNETİMİNDE İŞKENCE ALTINDA SAHTE İFADE ra özellikle 1990 yıllarında nihayet Yassıada’nın perdesi ALMA GİRİŞİMLERİNE DİRENDİKLERİ HATTA BA- kaldırılmaya, 27 Mayıs’ın içyüzü gözler önüne serilmeye başladı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 151
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES'TEN ERDOĞAN'A
DEMOKRASİ ve MİLLİ İRADE MÜCADELESİ
Yıl 1899… Aydın… Tevhide Hanım ve İbrahim Ethem Bey’in Ali Adnan adını verdikleri bir oğulları dünyaya geldi.
1.Dünya Savaşında yedek subay olarak askerlik yaptı.
Aydın’ın Yunan işgalinden kurtarılmasında önemli bir yeri olan Ayyıldız Çetesinin kurucusu ve İstiklal Madalyası sahibidir.
Yurt gezisi kapsamında Aydın’a da uğrayan Atatürk’le tanışıp, projelerini takdimi de bu yıllara rastlar.
152 |
Ali Adnan hayatını öksüz ve yetim olarak babaannesi Fatma Fitnat Hanım’la İzmir’de sürdürdü.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Siyasi Hayatına Serbest Fırka'da Aydın İl Başkanı olarak başladı.
Aday olmamasına rağmen 1931’de Atatürk’ün isteği ile listeye alınmış, 32 yaşında Aydın milletvekili olmuştur.
İttihat Terakki İdadisi ve Amerikan Kolejine gitti.
Serbest Fırka kapatılınca, gelen davet üzerine şartlarını da kabul ettirerek Cumhuriyet Halk Fırkasında siyasete devam etmiştir.
Atatürk’ün vefatı sonrası başlayan Milli Şeflik döneminin ağır şartlarına karşı bir demokrasi manifestosu sayılabilecek “Dörtlü Takrir”i veren Menderes ve arkadaşları CHP ile yollarını ayırdılar.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Menderes’in de içinde bulunduğu bu grup, 7 Ocak 1946’da “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla kurdukları Demokrat Parti ile yollarına devam etmişlerdir.
Menderes Açık oy- gizli tasnif usulü ile yapılan dillere destan, trajikomik 1946 seçiminde Kütahya Milletvekili seçilerek tekrar meclise girdi.
Türkiye’nin ilk seçilmiş Başvekili Adnan Menderes’in ilk icraatı “tek icraatım da olsa asla vazgeçmeyeceğim” diyerek şahsi ağırlığını da koyarak gerçekleştirdiği; Ezan-ı Muhammedi’yi hürriyetine kavuşturmak olmuştur.
Türkiye’nin ilk hür seçimi olan 14 Mayıs 1950’de sandıkları patlatan Demokrat Parti, Beyaz İhtilal yaparak tek başına iktidar olmuştur.
İşte Merhum Menderes’in aziz milletimizin gönlünde ebediyen taht kurmasını sağlayan icraatı da budur. “Milletimiz Müslümandır, Müslüman kalacaktır.” Diyen Aziz Menderes’e binler rahmet, binler minnet…
Menderes döneminde milletimizin aziz fertleri kelimenin tam anlamıyla insan olduklarını anlamışlar ve Demokrat Parti’ye 1954 Seçimlerinde %57’lik oranda rekor düzeyde oy vermişlerdir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 153
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bu arada Türkiye bir baştan bir başa şantiyeye dönüşmüştür. Yollar, barajlar, fabrikalar, tarımda makineleşme, okullar, hastanelerle adeta bir altın çağ yaşanmıştır.
NATO, CENTO, Balkan Paktı, Kore’deki başarımızla, Kıbrıs davamızdaki kazanımlarımız dünyada saygın bir Türkiye tablosu ortaya koyarken; TPAO, MKE, DSİ, THY, DHMİ, TKİ, İPRAŞ, TÜPRAŞ, Türkiye Kömür İşletmeleri, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi, Atatürk, ODTÜ ve Ege Üniversiteleri, çimento ve şeker fabrikaları, limanlar ve daha saymakla bitmeyecek büyük yatırımlar birbiri ardı sıra hizmete giriyordu.
Fakat Adnan Menderes’in milletin sevgilisi olduğunu gören bazılarında huzursuzluk had safhaya varmıştı. 154 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Elitist jakoben zihniyet, sivil ve askeri bürokrasiyi tahrik ederek, kurgu hadiselerle, yalan ve iftiralarla kaos ortamı oluşturmaya çalışıyordu.
Menderes olduğu müddetçe iktidarın kendilerine haram olacağını görüyorlar ve alttan alta demokrasi dışı planlarını devreye sokuyorlardı.
Darbeden sonra şaşkın şaşkın bakınan cuntacılara, postal yalayıcı sözde profesörlerle, hâkim ve savcılar akıl hocalığı yaptılar. Cunta’nın Lideri, İsmet Paşa’ya koşup gitmiş “Paşam emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur.” demiştir. İsmet Paşa’ya sorulduğunda ise “Ne içindeyim, ne dışındayım.” diyebilmiştir.
Bir avuç cuntacı 27 Mayıs 1960’da Milletin Meşru Hükümetini devirip Milli İrade’yi gasp ettiler. 27 Mayıs’ta önce hukuk katledilmiştir. Ortada bir suç yoktu, ceza da yoktu, cezayı verecek merci de yoktu. Kısacası 27 Mayıs tarihimize sürülmüş kara bir lekedir. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 155
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Hemen Yassıada’da bir alçak adalet divanı kuruldu. Sözde hukukçular “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyerek düzmece mahkemede adeta tiyatro oynadılar. İdamlara, müebbet hapislere imza attılar…
16 Eylül 1960’da Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 17 Eylül 1960’da ise Adnan Menderes’i şehit ettiler. 27 Mayıs’ı bayram ilan edip, milletimizin kahir ekseriyetini düşükler, kuyruklar diye aşağılayıp, böldüler.
Türkiye böylece darbeler ve muhtıralar dönemine girmiş oluyordu. 12 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı; Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’na bir muhtıra vererek hükümetin istifasını istedi. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel de istifa etti.
Demokrasiye darbe 12 Eylül 1980 ile devam etti. Genel Kurmay Başkanı yönetime el koyup Devlet Başkanı oldu.
156 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
20 Mayıs 1983 de Anavatan Partisini kuran Turgut Özal Milli İradeyi 6 Kasım 1983 seçimlerinde tekrar iktidara taşıdı. Özal döneminde Türkiye dış dünyayla entegre olmaya başladı. Büyüme tekrar hızlandı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Merhum Özal Menderes sevgisi ile dopdoluydu. Tarihi bir kararla İmralı adasındaki şehit naaşları, devlet töreniyle Topkapı Şehitliğinde yaptırılan Anıtmezara, nakledildi. Özal 31 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanı seçildi. Ülke adına yapılan önemli hizmetler sonrasında 17 Nisan 1993’de hala tartışmalara konu olan bir ölümle hayata veda etti. Nur içinde yatsın. Ülkeye hizmet amacı güden liderlere vurulan darbelerden Necmettin Erbakan da nasibini alacaktır. Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde birinci parti oldu. İkinci parti olan Doğru Yol Partisi ile Refahyol hükümeti kuruldu. Ülke adına önemli icraatlar yapılmaya başlanmıştı. 28 Şubat 1997›de Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonunda açıklanan kararlarla demokrasiye «Post Modern» bir darbe daha vuruldu. 18 Haziran’da Necmettin Erbakan Başbakanlıktan istifa etti. Burada Erbakan’ı rahmetle anarken Milli Görüş’ün başlangıcını 14 Mayıs 1950 tarihine kadar götürdüğünün de altını çizelim…
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 157
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Recep Tayyip Erdoğan 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanı seçilmişti. Millet için hizmet edenlere uygulanan büyük oyun bu defa da bu genç üzerine yoğunlaştı. Siirt’te okuduğu bir şiir bahane edilerek 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevine “ Bu şarkı burada bitmez” diyerek girdi.
14 Ağustos 2001’de kurulan Ak Parti 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde %35 oyla tek başına iktidar oldu. 2007 seçimlerinde %46 oyla güven tazeledi. 2011’de ise %50 oy oranına tırmandı. Muhtar bile olamaz denilen Recep Tayyip Erdoğan milli iradeyi arkasına alarak 2000’li yılları adeta Türkiye’nin her alanda büyüme ve gelişme yılları haline getirdi. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu başarısı her seçimde millet tarafından ödüllendirilirken, maalesef Menderes’i idama götüren zihniyetin de hedefi haline geldi. Merhum Menderes’in “Yeter Söz Milletindir” sloganı ile demokrasi mücadelesine devam eden Erdoğan %52’lik oyla 2014 yılında Milli İrade’nin gücüyle millet tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak demokrasi tarihimize adını yazdırmıştır. Adnan Menderes Demokrasi Platformu Başkanı Ahmet Şerif Bayındır’ın ifadesiyle “Menderes’te demokratik sistemin çırağı olan millet, Özal’da kalfaydı. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’da ise artık bir Usta’dır.”
158 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 14 Mayıs 1950 şafağından, 10 Ağustos 2014 şafağına kadar millete hizmet yolunda şehitler verildi ama “Milletin Adamları” da millete hizmet yolunda yılmadan yollarına devam ettiler.
Yeni Türkiye’ye, Büyük Türkiye’ye ve O’nun aydınlık geleceğine inananlar olarak Milletin Adamı Menderes’e rahmet derken Erdoğan’a ise minnet diyoruz. Merhum Aydın Menderes’in ifadesiyle Recep Tayyip Erdoğan’da şehit Başvekilimiz Adnan Menderes’i görüyor, Menderes’e olan özlemimizi Erdoğan’la gideriyoruz.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 159
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Hüdayi ÖZALP: "MENDERES BAŞBAKAN OLANA KADAR NE YOKLUKLAR GÖRDÜK" Aydın'ımızın tanınmış İş Adamlarından muhterem Hüdayi Özalp Ağabeyimizle arkadaşlarımızın yaptıkları sohbetin notlarını tabii akışını bozmamaya çalışarak sizler için düzenledik. • Büyüğümüze, Menderes’imize bugün ADÜ ve Adnan Menderes Demokrasi Platformu gibi kuruluşlar sayesinde değer veriliyor. Yeni nesillere duyurulması gereken mühim bir konu. Menderes’imiz Aydın için Allah’ın verdiği bir lütuftu. Kıymetini bilemedik. Ağlattı arkasından mübarek… Allah gani gani rahmet eylesin… ■ Adnan Menderes dönemine ait her şeyi, yakmışlar yıkmışlar. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünden görevliler anlattı. Darbe yönetimi her şeyi yakmış yıkmış. Yeni binaya taşınırlarken, kolonun kazılmış, sinema şeridi gibi şeylerin; kimse almasın, zarar vermesin diye kolonun içine saklanmış olduğunu görmüşler. Darbe yönetiminden saklamışlar. On yılda Türkiye imar edilmiş ama tarih kitaplarında Adnan Menderes yok. Neden Menderes’i unutturmaya çalışıyorlar? Gençlerimiz bilmiyor. Rahmetli ile anılarınız var mı? Aydın’da neler yaşandı? • Benim Adnan Menderes ile karşı karşıya hiçbir görüşmem olmadı. Fakat Çakırbeyli Çiftliği’nin bütün aletlerini, pulluklarını, çapalarını biz yapardık, tamir ederdik. Molla Veli isminde bir kâhyası vardı. Çok dürüst, çok temiz bir amcaydı, ölünceye kadar onlara hizmet etti. O anlatırdı bize Rahmetli Menderes’i. “Her gün ondan erken kalkayım diyorum, O benden 160 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
önce kalkıp etrafı böyle ne yapılıyor, ne yapılmıyor diye kontrol ediyor. Ertesi gün daha erken kalkıyorum yine benden önce kalkmış olarak buluyorum.” derdi. Böyle bir insandı rahmetli Menderes… Biz seçim zamanı rastladık. İlk seçimde, 1946’da oldu bittiye getirdiler. Kazanmıştı Demokrat Parti. Fevkalade bir şekilde o seçim kazanılmıştı. Biz tabi olanın bitenin az çok farkındayız. Ama Halk Partisi o seçimde ne yaptı, ne etti Demokratlar’a kaybettirdiler. Oyları, sandıkları yaktılar, kaybettirdiler. O seçimde hileyle geçtiler iktidara. İkinci seçimde yine biz varız biliyorum. O zaman artık yeryüzüne çıktı artık Menderes, bundan sonra memlekette güzel şeyler olacak diye. Oy verme sistemi değişmişti artık o seçimlerde. Açık oy, gizli sayım tarihe karışmıştı. Herkes de biz de Ona hayranlıkla, oyları seve seve verdik. Ve kazandırdık. O zamanlar için Allah razı olsun. Başa geçti. Ve insanların takdiri oldu. Hükümet binasına giderdik, işimiz olurdu, şapkayı çıkarırdık, memurların karşısında hazır ol vaziyetinde beklerdik. Onların karşısında asker gibi dururduk Tek Parti zamanında. Vardığımız zaman hiç sayılmazdı millet. Hatta hatta komşumuz vardı. Şeker karneyle, gaz karneyle, ekmek karneyle alınıyordu o devirde. Bakkaldayız, biz sıraya girdik. Bu komşumuz “Çekilin, çekilin arkadaşlar, ben memurum arkadaşlar, ben memurum arkadaşlar…” diye öne geçti. Yani bu CHP idaresinde insanlarda birinci tabaka amir, ikinci tabaka memur, üçüncü tabaka işçi ayrımı vardı. Gözle görü-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lür bir şeydi. Biz bunlara tahammül ettik, o sıkıntıları yasadık. Seçim geldi. Birincide hile vardı olmadı ama, ikincide artık hakikat suyun yüzüne çıktı. ■ O seçimlerde Aydın’da oyunlar olduğunu biliyor musunuz? • Birincide oldu. İkincide yapamadılar artık. Kazandık. Demokrat Parti kazandı. Artık milletin onun arkasında olduğu meydana çıktı. Fevkalade bir şekilde seçimi kazandık. Ondan sonra insanlara bir hürriyet geldi, insanlara bir değer verildi. Demokrat Parti’den sonra Hükümet binalarında, bu dairelerde iş görecek olan insanlara buyurun edeceksiniz, sandalye vereceksiniz, itibar edeceksiniz diye uygulama başladı. Amirin de memurun da işine gelmiyordu bu durum. Demokrat Parti alt tabakaya çok değer verdiği için üst tabakanın zoruna gidiyordu. ■ Hüdayi Bey önemli bir konu daha var. Onu duydunuz mu, o dönemi hatırlıyor musunuz çok merak ediyorum. En büyük hizmetlerden birisi de Ezan-ı Muhammedi’nin Arapça okutulmaması… • (Hüdayi Bey heyecanla, Ezan-ı Muhammedi’nin adını duyar duymaz…) Aaaaaa..aaaaaaaaa. Tabi, duymaz olur muyum. ■ Siz Türkçe okunduğunu duydunuz mu? • Tabi, ben Türkçesini biliyorum. Okurum bile hatta. Tanrı uludur, tanrı uludur.tanrıdan başka yoktur tapacak, diye gidiyor. ■ Ezanın Türkçeleşmesi bu döneme mi ait? • CHP Dönemine ait. Ayan beyan ortada bu. Rahmetli Menderes’in asılma sebeplerinden bir tanesi de bu. Eski Ezan’ın okunduğunu duyunca, bir sevindik bir sevindik. Zaten Caminin dibindeydik. ■ Nasıl oldu hatırlar mısınız? • Onlar herhalde kanunla meclisten çıktı. ■ İlk okunduğunda ne oldu? Aslıyla, Arapça Ezan okunduğunda halkın tepkisi ne oldu? Siz ne yaptınız hatırlar mısınız? • Sevinçten havalara uçtuk. Tepki mi olur hiç Eski Ezanın okunmasına. Esası okunuyor tabi, Ezanın hakiki kendisi okunuyor. Herkes sevinçli, Babamgiller o kadar memnun oldular ki. İnançlı insanlar tabi bunlar. Arapça Ezanın anlamı başka, Türkçe okunduğunda manasının çok değiştiğini söylüyorlar. O yüzden esas Ezanın okunmasına sebep olan Menderes. Allah razı olsun Ondan. Bu memlekette çok şeyler yapıldı. Kanunlar çıkarıldı, insanlara değer verildi. Herkes korkuyla değil de rahat rahat bir dairede işini gördürebiliyordu. Bu arada dediğim gibi ben kendim karşı karşıya gelmedim Menderes’le. Sadece Sigorta binasının temeli atılıyordu. O temeller atılırken orda Menderes’i görebildim. Menderes alışverişle işi olan bir insan değildi. Para işlerini, kâhyaları vardı, onlar yürütüyordu. Hatta kâhyası anlatıyor; pamuklar toplanmış, “Bey pamuklara ne yapalım?” diye sormuşlar, “Ne yapıyorsunuz?” demiş Rahmetli. İşte tüccar şöyle alıyor, Tariş böyle alı-
yor diye açıklamışlar, “Ne yapalım?” diye de sormuşlar. “Neresi iyi para veriyorsa oraya verin.” demiş Rahmetli. O zaman pamuklar 60 70 kuruştu kilosu. Oraya veriyorlar. Birden tedricen değil de hemen hemen birden 250 kuruş oldu kilosu. Pamuk 250 kuruş olunca, herkes bayram etti, çiftçimiz zengin oldu. O da dememiş ki Başbakan’ın haberi olmaz mı pamuğun fiyatının yükseleceğinden? Vermişler, teslim etmişler 60, 70 kuruş fiyattan pamuğu satmışlar. Ertesi gün varmışlar Menderes’in yanına “Bey ne yaptın? Bu pamuğun fiyatının buraya çıkacağını sen biliyordun. Sen neden bizi beklettirmedin.” demişler. Rahmetli “Herkes nereden geçiyorsa oradan geçeceksiniz.” demiş. Bu kadar bir dürüst yani. Maşallah Subhanallah. Pamuğun yükseleceği o zaman hükümetin kontrolündeydi bu fiyatlar. O zamanlar milli koruma kanunu çıktı. Herkes ne alıyorsa şu kadar karla yazacak üstüne etiketli olacak. Bunlar da çıktı. Bunlara alışmamış millet. Kaça satarsa satıyordu. Düzgün bir idare başladı. Kimse kimseye kazık atmayacaktı. Karaborsa falan kalmadı. Eskiden karaborsa o kadar almış yürümüştü ki. Daha sonra İstanbul’daydım Polatkan ve Zorlu’nun asıldıkları gün. Hemen birisi birisini ihbar ettiği anda içeri alıyorlardı. Galata köprüsünün başında birileriyle münakaşa ettim. Birisi beni kolumdan çekti aldı. Sen ne yapıyorsun ya dedi, birisi şimdi seni ihbar etse doğrudan içeri girersin. Biz dayanamıyorduk tabii. Yapılan bu zulümlere dayanamıyorduk. Beni oradan çekip almasalar, polis götürüyordu. Onların borusu ötüyordu artık. Şu adamı yakala dediklerinde hiç şüphesiz götürüyorlardı… Otobüse bindik, gelirken Adnan Menderes’in de idam edildiğini duyduk. Mahvolduk. Ne yapalım. Onun da kaderi böyleymiş. Başımıza öyle bir mübarek insan geldi. O zaman kıymetini bilemedik. Hata oldu deyip çıkıveriyorlar işin içinden şimdi. Hata oldu ama hala yine arkasından eleştiriyorlar, hırsız diyorlar. Ne hırsızı ya. Bu çiftliği köylülere tapu fiyatı desen olacak, çok cüzi bir aldım sattım parasına bütün köylülere tahsis etti. At arabasını süren birisi vardı. Babama, Hacı amca sana buradan bir yer alalım dedi. Biz yanaşmadık. Çok ucuz. Çiftliği öldüm pahasına köylülere dağıttı. O köylüler onun sayesinde pamuktan çok zengin oldular. ■ Babanız neden almadı? • Biz esnaftık burada. Buradan gidip de çiftçilik yapacak halimiz yok. Buradan arazi al diye ısrar ettiler. O zaman bütün çiftçilik hayvanla yapılıyordu. Adam olacak, ekecek, biçecek. Çok ucuz olduğu için bedavadan sen de yararlan diye. Köylüler çok da zengin oldu. Maalesef bugün Çakırbeyli denilen köyümüz bunları unuttu, ne bileyim Menderes’imizin arkasında olmadıklarından onlara çok üzülüyorum. İyilikleri unutulmaz. Barajlar yapıyordu. Nedir baraj? Toprağa veriliyor, bu kadar elektriği ne yapacağız diye, bunun propagandasını yapılıyorlardı. Hâlbuki yetişmiyor bugün. Kaç tane barajlar, kaç ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 161
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
tane elektrik santralleri yapılıyor. Elektrik yetmiyor. Menderes ne kadar ileri görüşlü bir insanmış. Yollar yapılıyordu. Uçak inip kalkacakmış. Ne gerek var bu kadar büyük yollara, İzmir Aydın yolu yapılırken. O zaman askere gittim. Dozerler girip devamlı yollar açıyorlar, bunları gördük. Ben gittikten sonra bu yol hemen kısa zamanda yapıldı. Aydın İzmir yolu. Eskiden yol yoktu. Döşemeli yollar vardı. O zamanlar otobüs yolculuğu da pek yoktu. Yeni başlamıştı. O yol yapılınca İzmir artık bize yakın oldu. Şimdi daha yakın oldu. Daha öncesinde İzmir’e ulaşım pek zordu. Trenle gidiyorduk. İzmir’den buraya gelirken rampa var. Bir tane daha lokomotif gelirdi önüne trenin, iki lokomotif asılır, Çamlık’a kadar çıkarırdı. Otobüsle gitmeye başladık ama tangır tungur o yollar çekilecek gibi değildi. Yol açıldı, asfalt yapıldı. Asfalt neymiş bildiğimiz yok bizim. Çok seviniyorduk bütün bu çalışmalara. Ne lüzum var bunca çimento fabrikalarına diyorlardı. Çimento memleketimizin inşa edilmesi için en elzem bir malzeme. Bu barajlar, yollar, çimento fabrikaları bunların devamlı aleyhinde propaganda yapıldı. İyi bir şey yapılıyor ama bu fazla mı acaba diye biz de tereddüt ediyorduk. Hâlbuki o ileri görüşlü bir insandı. Allah razı olsun. Tabi son zamanlarda İstanbul’da o Vatan Caddesi deyince büyük cephe alındı. Bu Vatan Caddesine öyle bir propaganda yapılıyor ki aleyhte, kötü bir şey mi yapılıyor diye insanlar şüpheye düşüyordu. Hâlbuki o Vatan Caddesi İstanbul’un damarı simdi. Ana damarı. Menderes gece kalkarmış, gezermiş orada. Caddenin geçeceği yerleri tespit edermiş gece. Ben burada en ufak bilmediğim bir şeye biliyorum dersem Allah benden sorar. Ben bildiklerimi söylüyorum. Biz daha önceki zulümleri biliyoruz. Sonra gelen rahatlığı da bildik. Darbe zamanında yapılan zulümleri de biliyoruz. Allah bugün memleketimizin çilesine artık yeter demiş herhalde ki bugünleri de gördük Allah’a çok şükür. 162 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
■ Alpler Ziraat Aletleri Fabrikası’na Menderes Döneminin bir katkısı oldu mu? • Muhakkak oldu. Bu hale geldi. O Marshall Planını herkes kötülüyordu. Amerika hurda, kullanılmış makinalarını dağıtıyormuş. Ne yaparsa yapsın. Bu memlekette çağ açtı bence. İşlerimiz o kadar büyüdü ki Marshall’dan sonra, o kadar traktör geldi ki. Bunların tamirleri için bize fevkalade iş çıktı. O zaman traktörlerde hidrolik yoktu. Biz tamirle başladık. O pullukları biz tamir ettik. Hükümetin altına yığardık tangur tungur, tamir eder gönderirdik. Sonra hidrolik traktörler çıktı. Biraz bir şeyler aldık mı biraderim Tevfik ve çıraklarımızla biz yaparız dedik. Artık tangur tungur tamircilikten kurtulmuştur. Sanayi Çarşısı da yapıldı. Derken orada da yerimiz yetmez oldu. Sonra DSİ yanında fabrika yaptık burası bize yeter diyorduk. Orası da ufak geldi. Yirmi dönüm bir yerdi orası. Küçük birader mühendis; biz artık yorulduk, Umurlu Organize Sanayi’den bir yer alalım, teşviklerden yararlanırız, işimiz kolaylaşır, dedi Mümtaz. Aşağı yukarı 120 dönümlük bir arazide oturuyoruz simdi. O dönemde Marshall yardımının milletimize, çiftçimize, esnafımıza büyük katkısı oldu. Hayvanla yapılan işler üremiyordu ki. Hayvanların canı çıkıyordu ekim, dikim zamanında. Traktörlerle rahatlayıverdik. O gün gelen traktörler küçük. Şimdi koca koca traktörler geliyor. Arkasında onlu pulluklar yaptık koca koca görmeniz lazım. Bunu hangi traktör çekecek dediler. Dışarı ihracat da yapıyoruz. İşimizin 3’te 1’i dışarıya ihracat. 50, 60 ülkeye ihracat yapıyoruz. ■ Devlet destek verdi mi Adnan Menderes döneminde? • Tayyip Bey zamanında aldık. Aşağı yukarı on sene önce geçtik yeni yerimize. Ufak tefek teşvikler vardı ama organizede daha güzel teşvikler var. Menderes bu memlekete bu yardımı sağladı, o zaman Kennedy vardı. Onunla aralarının çok iyi olduğunu söylüyorlardı. Tabi bize Amerika neden yardım ediyordu?. E kendisini korumak için tabi. Gene de ondan istifade ettik. Bizi uyarmış oldu, kötü tarafı yok bu işin. Başlangıç oldu bize Marshall yardımı. Bizim için, mesleğimiz için, ufacık bir dükkândaydık. 63 metrekare yerimiz vardı. Yüz yirmi dönüm yerimiz var simdi. Yalınayak çalışırdık. ■ Ne zaman başladınız? • Ben sanat okuluna gittim. Babam illa oraya gitmeyeceksin, burada çalışacaksın dedi. Sanat okulu birinci sınıftan, iyi notlarım vardı, ayrıldım. Babamın yanına geldim. Babama iki sene hizmet ettim. On beş yaşımda babama çekici bıraktırdım. Ama bana çocuk diye iş vermiyorlardı. Babama yalvarırdım, gel müşterilerle konuşuver diye. Babam hacca gitti geldi. Hacdan geldikten sonra tamamen işi bıraktı. ■ Aydın’ın köylerini hatırlıyor musunuz o dönemde? Tek Parti dönemini ve Adnan Menderes dönemini karşılaştırabilir misiniz? • Köylümüz sindirilmiş. Böyle köle gibi çalışıyor-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lar. Hayvandan para kazanacak da buraya gelecek bir teneke yağ satacak, mısır satacak, 3-4 ton zahire getirecek merkebiyle satacak de onla Pazar masrafı görecek. Ama sonra traktörle geliyor, gidiyor. Kamyonlarla geliyor, kamyonlarla gidiyor. Maşallah o günden bugüne çok büyük değişiklikler var. Millet bir aylık zahiresini giderdi, değirmenlerde kendi öğütür, gelir bunu ekmek yapar, geçinirdi. Biz pazar ekmeği bilmezdik. Çok lükstü pazar ekmeği. İki çeşit pazar ekmeği vardı. Birisi siyah ekmek, birisi de has ekmek. Has ekmeği zenginler alırdı. Biz de arada alır yerdik helvayla falan. Alırdım sırtıma iki dolu zahireyi, hadi bakalım öğüt gel. Götürürdüm öğütürdüm 15-20 gün yerdik onu. Fırın ekmeği lüks. Şimdi evde ekmek yapan yok artık. Eski bazlamalar falan simdi daha çok aranıyor. Eski zamanda herkes kendi ekmeğini kendisi yapardı. Bugünlere çok şükür. Hiç hayal edemezdik. Çok çok değişiklikler var. Bizim zamanımızda olan gelişme dünyanın hiçbir zamanında olmamıştır. Buna adım atan başlatan Menderes’imizdir. Allah rahmet eylesin. ■ Rahmetli Aydın Menderes ile münasebetinizi anlatır mısınız? • Büyük Değişim Partisini kurdu. Burada tanıdıklarını, sevdiklerini Merkez Yürütme Kuruluna aldı. İlla Hüdayi sen de geleceksin. Ben siyasetten anlamam. Böyle bir bilgim yok. Ben işimle uğraşıyorum. Ama
Aydın Bey’i çok sevdiğim için kıramadım. Bizi aldı götürdü Ankara’ya. Orada Merkez Yürütme Kurulunda toplantı yapardık, konuşurduk, kararlar alırdık. ■ İlk tanışmanız nasıldı? • Aydın Bey gelip gidiyordu Aydın’a. Bizzat O’nun bazı sohbetlerine konuşmalarına giderdik. Gerçi Ben biraz uzakta dururdum ama bana karşı ayrıca bir sempatisi vardı. Nerden geliyor o sempati ben de bilmiyorum tabi. Biz onun işlerini yaptık, paralarını aldık. Oradan mı geliyor bilmiyorum. Aydın Bey’in abileriyle yakın olmadık. Ama Aydın Bey’le çok çok yakın olduk. Toplantılarda beraber oluyorduk. Sonra Refah Partisine geçti, Erbakan’la konuştu birden Refah Partisine geçti. Ben bunu hoş karşıladım. Erbakan da Aydın Bey partimize itibar kazandıracak diye çok üzerinde durdu. Aydın Bey’de İslami yönden bir olgunluk vardı. Her daim namazını kılıyordu. Refah Partisine geçince epey bir gelişme oldu, oy oranı arttı. Kampa giderken yolda kaza geçirdi. Orada sakat kaldı. Allah razı olsun. O kadar sadakatli çıktı ki hanımı. Bir gün gittik, Aydın Bey ve Hanımı çiftlikte lokma yapıyorlar, pilav yapıyorlar. Bizi davet ettiler gittik oraya. Şalvar giymişti Hanımı. Ne rahat, ne rahat diye bize gülüyor, hemen köylülüğe alışıveriyordu. Öyle sosyetik bir insan değildi. Karşıdan bakınca öyle gözüküyor ama. Ben Hanımını çok mütevazı bir insan olarak gördüm. Ölünceye kadar başından ayrılmadı, baktı, Allah razı olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 163
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Osman Zeki CANDAŞ: "MENDERES'TEN HEP İYİLİK GÖRDÜK" Osman Zeki Candaş; Aydın’ın yakın tarihi için önemli bir isim. Adeta yaşayan tarih. Gerek Adnan Menderes ile birebir tanışması gerek Adnan Menderes Üniversitesinin kurulması aşamasında pek çok önemli hatıraları var. ■ 1992 yılında Adnan Menderes Üniversitesi kuruldu. Kuruluş öncesinde ve sonrasında neler yaşandı? • 1992 yılından önce böyle bir üniversite kurulması için dönemin Aydın Milletvekilleri Nahit Menteşe Bey ve İsmet Sezgin Bey’e çok ricada bulundum. Şu anda her ikisine de katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Üniversitemiz kuruldu. Göreve ilk başlayan öğretim üyeleri Bursa Uludağ Üniversitesi’nden geldi. Onların ilk büro şeklinde oturma yeri Aydın Lisesi’nde küçük bir odaydı. Bu odanın içinde masa, sandalye kısacası oturacak herhangi bir şey yoktu. Aydın’da iki üç zengine ricada bulundum. Vedat Çiftçi Bey ve Alim Aydın Bey’den ricada bulundum. Ayırttığım malzemeyi her ikisine fatura yaptırdım. Bu sayede o günkü bazı öğretim üyeleri ile tanıştım. Odadaki tefrişatı tamamladık. Ancak kış aylarındaydık, yakıt lazımdı fakat imkanımız yoktu. Isıtma ile ilgili yardım almak için Aydın Linyit sahibi Erdoğan Beyden iki kamyon kömür rica ettim üniversitemiz için. Kendisi eksik olmasın gönderdi. Böylece Üniversitemiz kurulmuş oldu. Daha önce kurulmuş olması gerekirdi Aydın’ımız için ama gecikme ile 1992’de kurulabildi. Yine de hayırlısı olsun ancak, şimdi muazzam bir üniversite haline geldi. Daha da yapılması gerekenler var elbette. İlk rektör Cezmi Öncüer Hocamız idi. Ayrıca gelen öğretim üyelerine bütün kiralık evler tarafımdan bulunmuştur. 164 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
■Emekleriniz büyük... Ne kadar sürdü bu durum?
• Birkaç sene bu emeklerimiz devam etti. Yine olsa koşa koşa geliriz yardıma. ■Adnan Menderes dönemine gelelim. Adnan menderes ile özel anılarınızın, yaşanmışlıklarınızın olduğunu biliyoruz. Sizi biraz o döneme götürelim ve sizden dinleyelim o dönemi. • Şimdi 1949 yılında Türkiye’nin durumunu biliyorum. O günlerde devlet yolları yapılırken imece ile yapılıyordu. İmecede de çalıştım. Fakat 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi. 3, 5 ay içerisinde Türkiye’nin şartları değişti. ■Bu değişim hemen kendisini gösterdi mi? • Hemen gösterdi. 3, 5 ay içerisinde hemen gösterdi. Batıdan yardımlar olsun, başka şeyler olsun. Büyük bir değişim oldu. Millet refaha kavuştu. O eski Jandarma’nın zulmünden kurtuldu herkes. Jandarma geliyordu, yol yapılacak imece. Köylüyü alıp gidiyordu komple. Bu devreleri gördük. O sayede Demokrat Parti’nin çok hizmetleri oldu insanlarımıza. ■Kısa vadede meyvelerini vermeye başladı mı? Peki, Adnan Menderes göreve geldiğinde ne gibi faaliyetler yapmaya başladı o dönem? Sizin o dönem Menderes’le birlikte çalıştığınızı biliyorum. Göreviniz neydi? İlişkinizin boyutu neydi? • Adnan Menderes iktidara geldi, ilk iş Aydın İzmir yolunun genişletilmesi, asfaltlanıp, yapılması, sonra Çine çayı üzerinde köprü yoktu. Kısa zamanda oraya köprü yapıldı. Kendimiz binbir zorlukla geçiyorduk önceden.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ■Ulaşım önemli bir hamleydi o zaman…
• Çok önemli bir hamleydi. Hatta dediler ki köprüyü kendi çiftliği için yapıyor. Bunu diyenler oldu. Allah gani gani rahmet eylesin bu işleri büyük şevkle yaptı. Ben ondan sonra çiftlikte çalışmaya başladım yaz dönemlerinde. İlkokulda okuyorum. Rahmetli Menderes yaz döneminde çiftliğe geliyordu. Görüyordum orada. Çiftlikte atlara, hayvanlara bakıyorum. Bana üç beş kuruş para veriyorlar, seviniyordum. ■Birebir görüyorsunuz o zaman? • Birebir görüyorum. Aydın’a geldiği zaman, hatta hatta Çakırbeyli’ye köye geldiği zaman, köylü ziyafet hazırlardı. Rahmetlinin en çok sevdiği saç böreği. Ondan sonra tarhana çorbası, bir de fincan böreği derler evlerde yapılır, onları severdi. Kendisine pek çok zaman yemek sunmuşumdur. Hatta en son gelişinde şahsımın da bir işi vardı, yapılması icap eden. Aydın’da bir ev yapmaya karar verdim. İnşaatı yaptık. Beton dökülecek demir yok. O dönemde zor bulunuyor. Demiri verenler de kendi sülalemden. Ama tahsis yaptıramamıştım o ara. Yemekte kâhyaya dedim ki: Şu benim demir işini Başbakan’a söyleyiver. İsmet Sezgin’e telefon ediversin. İsmet Sezgin de Belediye Başkanı o dönemde. Bu konuştuğumuzu duyuyor Rahmetli ama, kahya kendin söyle diyor. Rahmetli sordu bana bir iki sefer: “Oğlum Osman ne işin var, nedir söyler misin?”. Ben ağırdan aldım. Söyleyemedim. İlk etapta çekindim. Kahya da akrabamdı. İşaret ediyorum söyle diye. Kendin söyle diyordu o da. Rahmetli Sonra bir daha “Söyle oğlum Osman, nedir derdin?” dedi. “Sayın Başvekilim dedim. Benim derdim Türkiye Cumhuriyeti Başvekilini rahatsız edecek derecede önemli değil.” dedim. “Peki” dedi, “Nedir?” Konuyu arz etmek zorunda kaldım artık. Demire ihtiyacım olduğunu, İsmet Bey’i ararlarsa bahtiyar olacağımı söyledim. Rahmetli hiçbir kelime konuşmadı. Güldü, güldü sadece. Akşam yemek bitti, İzmir’e gitti. Sabah kalktım evdeyim. Birde baktım evin önünde iki tane traktör. Demirler gelmiş. Nasıl demir ama. Çiftlikteki hurda demirleri toplatmış göndermiş. O demirleri balyozla düzelttim. Betonumu döktüm. İnşaatı bitirdim. Şu anda o demirlerin parasını borçluyum Adnan Menderes’e. Ailesinden Yüksel’e, Aydın’a , Mutlu’ya, Berin Hanıma söylediğim halde “Zat-ı alinizin öyle bir borcu yoktur.” dediler. Türkiye’deki Ege Bölgesindeki bütün mitinglere giderdim, takip ederdim devamlı. Sonra bu işler olduktan sonra idam edildi. Rahmetli idam edildiği gün Cuma günüydü hatırladığım kadarıyla, Aydın Belediye Binasına Menderes’in, Bayar’ın fotoğraflarını koymuşlar. Ellerinde kadeh. Bayanlarla alem yapıyorlar diye yaygara yaptılar. O yaygarada ziyaret edenlerin içinden bir adam “Ne haber?” dedi bana. Ben de dedim “mantar dava”. Bu resimler boşuna bir dava anlamında. Bir tane kravatlı bir bey geldi. Ona da “mantar dava” dedim. Üç kere bu kelimeyi kullandım. Ama sonra aklıma vatandaşın sivil polis olabileceği geldi. Üç metre duvardan atla-
dım. Beş kilometre kaçtım. Yanımda amcam vardı. O polis amcamı almış götürmüş belirli bir yere. Amcam “O kişi talebedir. Şu anda bulamazsınız. Köye gitmiştir.” demiş. Polis demiş ki “Ben Aydın Polisi olsaydım onun yakasını bırakmazdım. Ben Manisa Polisiyim.” demiş, amcamı da salıvermişler. 27 Mayıs’tan önce sık sık Ankara’ya Kavaklıdere’deki eve ziyarete giderdik. Ciple buradan yiyecek götürürdük eve. ■27 Mayıs'tan sonra? • Evet. Eve gittiğimiz zaman kendimi tutamazdım. Bir tek yazgı yok. Bir tek oturacak yer yok. O halde yaşadı aile. O zulümle yaşadılar. Perişan vaziyette. Sık sık erzak götürdük, gittik geldik. Sık sık da konuştuk. Hatta Yüksel Menderes’in arası benimle iyiydi. Parti teşkilatındaydım o zaman. “Babamı astılar, ip parasını dahi istemeye geldiler.” dedi. Yüksel Menderes’in bizzat ağzından duydum. Hatta benim evim Aydın’da, Güzelhisar Mahallesinde. İhtilalden sonra dışarı çıkmadım iki ay. Arı kovanlarının içinde yattım. Aydın’da yatmadım. Polisler arıyordu beni devamlı…
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 165
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ■Neden?
• Mantar davası yüzünden. Polis geldi eve. Polisi tanıyorum, o da beni tanıyor. Polisler beni çok dövdüler bir gün. Ayaklarımın üstüne basamaz oldum. Kadir Aslıhan diye başhekim var sevdiğim bir kişiydi. Hastane bana 30 gün rapor verdi. Polisler geldi davacı olmamam için, yalvardılar bana. Olmadım. Pişman oldular. Onları da kurtardım. ■Suçunuz çiftlikte çalışıyor olmanız mıydı? • Tabii. ■Anılardan bahsediyoruz. Aydın için Adnan Menderes ne ifade ediyor? Aydın’lı ne düşünüyor Adnan Menderes ile ilgili? • Adnan Menderes Aydın için çok şey ifade ediyor ama Aydın’ımız bunu anlayamadı ne yazık ki. Tam olarak kavrayamadı. Aydın’ımız için herhangi bir istekte fazla bulunamadılar. Bulunsalardı Aydın’ımız bir bu kadar daha güzelleşirdi, bir bu kadar daha büyürdü. İstasyon binası, Sigorta binası, Sigorta İşhanı, Kemer Barajı, yollarımız yapıldı, köylere okullar yapıldı, köylere su geldi. Çok şeyler yapıldı. Ama daha çoğu olabilirdi. O günkü politikacılar bunu değerlendiremediler. İsteselerdi daha güzeli olurdu diye düşünüyorum. Şimdi 1952, 1953 yıllarında Aydın’da fabrika kurulması icap etti. Tariş vasıtasıyla hükümete baskı yaptık. Aydın’da bir tekstil fabrikası kuralım dedik. Kuralım ama para? Bütün bunlar paraya dayanıyor doğal olarak. Aydın’ın en az 400 köyünü gezdik ekip olarak . beş yüz lira, bin lira, iki bin lira, üç bin lira. Para topladık. Biz dört milyon beş yüz bin liraya yakın para toplayabildik. Fabrika on sekiz milyona mal oldu. O fabrikanın kurulmasında da çok büyük katkıda bulundum. Aydın Tekstil Fabrikasının. 27 Mayıs 1960’da orada işbaşı yaptım, 1984 sonunda da emekli oldum. Orada da çalıştım. Bu, o dönemde önemli bir hamleydi. Adnan Menderes döneminde yapılan fabrikalardan biri. Çok iyi mamulleri vardı. Dünyaya Aydın’ı tanıttı o zaman. Çok değerliydi.
166 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
■Üretimi Adnan Menderes öncesi ve sonrası diye ikiye ayırabilir miyiz Osman bey? O dönem kurulan işletmeler var mı Aydın Tekstil gibi? • Bozdoğan Kemer Barajı da o zaman yapıldı. Çine barajının projesi onun zamanında hazırlandı. ■Sadece otoyolla sınırlı değil yani hizmetler? • Değil tabi. Barajlar. Türkiye’deki barajların çoğunun o dönemde projesi hazırdı. Büyük bir kalkınma hamlesi vardı. Şimdi Berin Hanımefendi Adnan Bey’le nişanlıyken, “Siyasete girmeyecekseniz evlenelim.” diyor. Sebebi Berin Hanımefendi’nin iki kız kardeşinin de beyi idam edilmiş zamanında. Ondan dolayı siyasete girmesini istememiş. Hatta Adnan Menderes evlatlarından hiç birisinin siyasete girmesini de istemedi. Yüksel Menderes rahmetli, “Ticaretle uğraşacağım.” dedi. Konuyu iyi biliyorum. Rahmetli, “Oğlum Ben Başvekilim, Sen ticaretle uğraşırsan çok şeyler olur. Buna gerek yok. Sen ufak bir devlet memuru ol yeter.” dedi. Demokrat Parti’yi dünyaya ilk tanıtan Kore Harbi oldu biliyorsunuz. Orada Türk Ordusu’nun gösterdiği üstün başarıdan dolayı bütün dünya Türkiye’yi tanıdı. Askeri bir başarı var yani ortada. Gelelim Kıbrıs meselesine. Kıbrıs meselesi o dönemde gündeme geldi, Yunanistan’la aramızda. Aydın’da, Türkiye’de belki 500 tane miting yapıldı “Ya taksim, ya ölüm” diye. Kıbrıs’ı o şekilde kazandık. Ve o sayede Türkiye su anda olsa, öyle bir hakkı elde edemez. Önemli bir diplomatik zaferdir bu. Ben 81 yaşındayım. Hiçbir Başbakan’ın elinde file, evine masraf gördüğünü hatırlamam. Ama Adnan Menderes elinde file, Ankara Kızılay meydanından evine masraf götürürdü. Mütevazı bir kişilikti. Hatta su anda hayatta olan bir Zat yakasına yapışıp “Hürriyet istiyorum.” dedi. “Oğlum, bundan iyi hürriyet var mı?” dedi Başvekil. Şikâyetçi de olmadı. ■Teşekkür ederiz. Başkaca hatırınıza gelenler var mı? • Atatürk Aydın’a gizli geliyor. Parti binasına ziyaret için uğruyor. Parti binasında bir tek kişi oturuyor. Adnan Menderes. Atatürk içeriye bir giriyor, Adnan Menderes şaşırıyor, “Otur evladım.” diyor. Konuşuyorlar bir süre. “Bu genci bu dönem Aydın milletvekili gösterin.” diyor. İlk defa öyle milletvekili oluyor. Adnan Menderes, Çine köprüsü yapılırken, köprü üzerinde dikeldi ve ”Beyler, bu köprüden Aydın Hükümet Konağını karşımda göreceğim” dedi. “Dümdüz bir yol yapın.” dedi. Rahmetli o kadar erken kalkardı ki, sabah elinde simit yolları, inşaatları denetlemeye giderdi. Düşünebiliyor musunuz? Bir Başvekil bir iki koruması bunu yapıyor… Kayseri’nin bir Belediye Başkanı varmış. O devirde, Osman Kavuncu galiba adı. Sabah kalkıp erkenden eline simit alıp, Menderes’in evinin önüne gider, Menderes’i beklermiş, bir şeyler istemek için. Menderes kalkar bakarmış, dışarıda Kayseri Belediye Başkanı. Menderes “Benim böyle üç beş Belediye Başkanım olsa yeter.” derdi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
iyesinde O. Cemal Yüksel Menderes’in taz ksel bey siyaset yolunda Fersoy : “Adnan Bey, Yü t yasağı koyun” deyince öldüler. Mutlu Bey’e siyase . Millete hizmet sanatıdır Berin Menderes “Siyaset er inl ets t me ı Millete hiz Ben anneyim. Çocuklarım , trafik kazası da olur” bu der diye yetiştirdim. Ka diye cevap vermişti…
Ankara’yı mabedsiz şehir olmaktan kurtarmak gerekiyordu. Adnan Menderes Kocatepe Camii’nin inşası için cins atlarını satarak bedelini ilk bağışçı olarak bağışlamıştı. Nur içinde yatsın...
Menderes’i devirme sürecin de; CHP’li gençlerin kıyma makinasın dan geçirilerek öldürüldüğü, asfalt yolların altı na gömüldükleri palavraları fısıltı gazetesi ile yayılıyordu. CHP Araştırma Komisyonu tüm bunların yalan olduğunu rapor edince İsmet Paş a azarlıyordu: -Olmaz! Yoktur demeyecek siniz. Vardır imajı vereceksiniz!
Yassıada alçak adalet divanının sözde hakimi Başol, merhum Menderes’e; “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyebilmişti… Mezarında ters dönsün…
27 Mayıs 1960 Darbesinin arkadan kurmalıları “Ada sahillerinde bekliyorum ” nakaratlı şarkıyı Yassıada’yı çağrıştırıyor gerekçesiyle yasaklamışlardı. Onlara da böy le işler yakışıyordu doğrusu…
Rahmetli Menderes sabahları evden çıkarken içinden Kur’an okuyup, dua edermiş. Bu arada kendisini uğurlarken Berin Hanımefendi de bir şeyler söylermiş. Menderes cevap veremeyince etraftakiler yanlış anlarlar diye Rahmetli eşine demiş ki: “ Berinciğim sabahları ne diyeceksen evden çıkmadan söyle de, kapı önünde söylediğinde dua okuduğumdan cevap veremiyorum. Çevredekiler yanlış yorumlamasınlar, olur mu?”
Yer Ankara Ulus, sebze hal i. Yassıada sözde mahkemesinin sözde hakimi Salim Başol dükkanların biri nden domates almak istiyor. Önce O’na dik kat etmeyen manav doldurmuş kese kağ ıdına domatesleri tam tartıya götürecek ken bir bakıyor ki müşteri Salim Başol. Unutulacak sima mı bu? Kese kağıdını san dığa boşaltıp “domates yok” deyivermiş. Başol sessizce uzaklaşıp gitmiş. Başol’u An ayasa Mahkemesine üye yaptılar. Emekli olu nca evine çekildi ve bir daha hiç ortalıkta görünmedi…
Mutahhare Polatkan, Merhum Hasan Polatkan’ın eşi. 27 Mayıs 1960 sabahında silah sesleri duyar, dışarı baktığında evi askerlerin sardığını görür. Dâhiliye Vekili Namık Gedik’in evini arar telefonla. Gedik’in oğlu «İhtilal oldu teyze, babamı götürdüler” deyince donakalır. Fakat O’nu asıl şaşkına çeviren karşı evden gelen alkış ve yuh sesleri olmuştur. Sesler nerden mi geliyordu? İnönü’nün damadı Metin Toker’in evinden…
tırdığı baCHP’liler Menderes’in yap de buşey bir k rajları kıskanıyor, diyece nı ne eya cer ar lamadıklarından; “Bu kad iz?” ksin ece ver mı yapacaksınız? Toprağı ur… bud u ufk in diyorlardı. İşte CHP’n ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 167
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 MAYIS 1960 İHTILALI VE GÜÇ DENGESI
Muhammed Taha GERGERLİOĞLU II. Dünya Savaşında Türkiye doğrudan yer almadığı halde stratejik konumu itibariyle savaşın siyasal, sosyal, ekonomik sonuçlarından etkilenmiş, savaş sırasında yaşadığı yalnızlık siyasetini aşmaya çalışmıştır. Savaş sonrasında Sovyet Rusya’nın Emperyalist baskılarına maruz kalmış ve denge siyasetin ABD’ne yakınlaşmakla bu bunalımı aşmaya çalışmıştır. Dünyada gelişen siyasal-ekonomik olaylara bağlantılı olarak batı siyasetinde yer almaya başlamıştır. Savaşın getirdiği ekonomik yıkıntıları aşmak için ABD’den dış yardım sağlamış ve uluslararası ekonomik ortaklıklarda yer almıştır. İçte devletçilik siyaseti, çok partili yaşama geçişle yerini liberalizme bırakmaya başlamıştır. 1949-1953 yılları arasında Suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur. 25.Şubat 1954'te askeri ihtilal neticesinde Baas partisi iktidarı ele geçirmiştir. 1956 Nisanından itibaren de Baas, Mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok gösteriler düzenlemiştir. 1956 Süveyş buhranı ve İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a saldırmaları, Baas ile Mısır'ı birbirine daha da yaklaştırdığı gibi, Arap dünyasında hem Batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini arttırmıştır. Nitekim 1957 yılı başından itibaren Suriye'nin gittikçe sola kaymaya ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artmaya başladığını görüyoruz. Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin kuvvetli adamlarından ve komünist sempatisi ile tanınan Halit el-Azm yapmaktaydı. Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova'ya gitti ve orada Sovyetlerle bir takım anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 Suriye buhranı patlak verdi. Zira bu anlaşmalara göre, Sovyetler Suriye'ye 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı Bu yar168 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
dım, Lazkiye'de yeni bir limanın yapımı, Suriye'de karayolları ve demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine Suriye'de 6 tane yeni havaalanı inşası için kullanılacaktı. Ayrıca Suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu. Anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 Ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen Suriye Genelkurmay Başkanı General Nizameddin, emekliye sevk edildi ve yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisine üye olmuş bulunan Albay Afif el-Bızrî getirildi. Bu gelişmeler, Suriye'nin komşuları Türkiye, Irak ve Ürdün ile İsrail ve Lübnan'da büyük heyecan uyandırdı. Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi Suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" hâline geldiğiydi. İsrail Başbakanı Ben Gurion, Başkan Eisenhower'e gönderdiği mesajda, "Suriye'nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu. Gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık Rusya'sı zamanından beri ilk defa olarak Sovyetler bu anlaşma ile bir Orta Doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlardı. Zira, bu anlaşma ile bir çok asker ve sivil Sovyet uzmanı Suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu. Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul'a gelerek Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşmelerde bulundular. Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson da katıldı. Başkan Eisenhower ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda, Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek zorunda kalması halinde, Amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi. Amerika Batı Avrupa'daki hava kuvvetlerinden bir kısmını Adana hava üssüne gönderdiği gibi, 6. Filo da Doğu Akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti. Türkiye ise, bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak,bir yandan da Suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek, Suriye'ye bir uyarmada bulunmak istedi. Zira şimdi Türkiye, yıllardan beri kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu. Yani Türkiye, Sovyetlerin hem kuzeyden ve hem de güneyden baskısı altına girmek üzereydi. Irak Kralı Faysal bu toplantıda, Menderes'e “ Osmanlı Devleti'nin dağılması neticesinde, bugün zelil bir durumdayız, diyerek; Irak Devleti'ni fesh ederek, Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmak istiyoruz” teklifinde bulunur. 14 Temmuz 1958 tarihinde Emir Faysal a karşı Irak ta ihtilal gerçekleşir. Irak ile Türkiye nin sınırları kaldırarak tek bir devlet haline gelmesi halinde, siyasi karışıklıklarla boğuşan bölgedeki diğer devletlerin de Irak'ı örnek alarak Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmalarına sebebiyet verebilir ve “Güç Dengesi” Türkiye ye kayabilirdi. ”Bizim çocuklar” şartların olgunlaşmasını beklediler.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Merhum Menderes her şeyin farkındaydı. Grup toplantısının yapıldığı salonda kürsüye geldi ve tarihe geçecek şu konuşmayı tane tane yaptı: "Artık herkes biliyor ki; halk, iktidarı elinde tutan küçük bir zümrenin elinde oyuncak haline gelmiştir. Haşmetlilerin(!) işareti ile aydınların, kalem sahiplerinin, devlet adamları öldürülmüş ya da zindanlarda çürütülmüşlerdir. Bu terör havasının halkta meydana getirdiği eziklik duygusundan cesaret alınarak halka başıbozuk (cahil) denmiştir. Şimdi size soruyorum: Bu derece hakir gördükleri ve başıbozuk telakki ettikleri halka idareyi devretmek ve bunu hazmetmek bunlar için kolay mı oldu zannediyorsunuz? Kıymetli arkadaşlarım! Uzun zaman sonra sivil yönetim kurulmuş, insan haysiyet ve şerefine yakışır bir şekilde ekonomik, sosyal ve manevi alanda bu milletin yüzünü güldürecek bir hükümet iş başına gelmiştir. Bu memlekette daha yakın zamana kadar totaliter bir idarenin hüküm sürmüş olduğunu ve devlet memurlarının büyük çoğunluğunun böyle bir idarenin gereklerine, isteklerine göre yetiştirilmeye çalışılmış bulunduğunu hatırlayabilirsiniz. Dün olduğu gibi bugün de halktan uzak, silah himayesinde çalışmayı tercih eden kalem sahiplerinin, sözüm ona ilim adamlarının ve idarecilerin olduğu herkesin malumudur. Bahsettiğimiz zümre, düşmanlarımızla söz birliği içinde cennet haline gelmeye müsait olan Türkiye'mizin çehresini değiştirmeye uğraşanları imha ve bertaraf etmeyi kendilerine amaç edinmişlerdi. Çünkü Türkiye'de artık başıbozukluk yoktur. (...) Bu durum, dünün diktatör (zihniyetindeki) lerini çileden çıkarmaktadır. Kurdun koyun postuna bürünmesi gibi kendilerini demokrasi -ve cumhuriyet- havarisi gösterip karşımıza çıkıyorlar ve halkımızı bu nimetlerden mahrum etmek için her türlü hileyi, entrikayı mubah görüyorlar. Cenab-ı Hak, Türk milletini bunların ihtiras ve şerrinden korusun!" Başbakan, bir yudum su içti ve kalabalığı dikkatle süzdükten sonra siyaset yoluyla kendilerini alt edemeyenlerin oyunlarına da işaret etti: "(Rakiplerimiz ve işbirlikçileri) Üniversiteye gidecekler, profesörlere, 'fetvalarınızı hazırlayın' diyecekler. Kumandanlara gidecekler, 'eskiden beri himayenizde çalışmayı büyük bir şevkle arzu eden biz bendelerinizin hulus-u kalb ile arz etmek istediğimiz husus şudur ki; bu memleketi ancak sizler idare edebilirsiniz' diyecekler. 'Müdahale (ihtilal) zamanınız gelmiştir' diyecekler. 'Milletten korkmayınız, onlar koyun sürüsüdür' diyecekler. Arkanızdan gelecektir diyecekler. Ve Kızılay Sıhhiye'de öylesine bir toz duman koparabileceklerdir ki; memleket o toz duman içinde kaybolabilecektir. Vicdanları sızlamadan bu aziz milletin saadet ve refah yolunda kat ettiği mesafeyi yarıda bıraktırarak milletin önüne İskender seddi gibi bir set çekebileceklerdir. Milletin ulaşmak istediği hedefi unutturabilecekler, o cehennem çukurlarının içine bu aziz milleti tekrar sokmak için silah ve süngüleri kullanabileceklerdir. Çok muhterem arkadaşlarım; Benim iddia ve tahlillerimin delilleri ortadadır kanaatindeyim. Netice olarak önümüzde iki yol vardır. Daha önce denenmiş o meş'um ve menhus gelenekleri bırakarak herhangi bir müessesenin
imtiyazlı zümrenin himayesine girmeyerek milleti refaha götürmek. Bu yolda yürümek istiyorsanız sizinle beraberim. Diğer bir yol ise zinde kuvvet (askerî cunta) dedikleri şeyin desteğini alıp, milleti cehennemî bir havada yaşatmaktır. Bu yolu tercih ederseniz sizinle beraber değilim.” Vekiller ayağa kalkarak Başvekil Menderes'i hararetle alkışlamaya başladılar. Alkışlar kesildikten sonra Menderes, Vekillere: “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” diyerek, gruptaki konuşmasına son verdi. 1960 Şubatı'nda, yani ihtilal den 3 ay önce Türk Dışişleri, Menderes'in haziran ayında bir dizi proje anlaşması için Sovyetler Birliği'ni resmen ziyaret edeceğini duyurdu. Hemen akabinde o yılın eylül ayında Kruşcev'in Türkiye'ye geleceği açıklandı. Haziran'da Menderes Moskova'ya gidecek, Eylül ayında da Kruşçev Ankara'ya gelecekti ve Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir dizi proje anlaşması imzalanacaktı. 27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti nde Başbakan merhum Adnan Menderes ve Hükümetine karşı ihtilal gerçekleşir. Kaleme aldığı son mektubunda : “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle beraberdir.”
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 169
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HÜRRİYET, ADALET VE “DEMOKRASİ BAYRAMI”
Mustafa Nevruz SINACI Kurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbına yönelik bir “düşmanlık hareketi” olan; Aynı zamanda Mareşal Mustafa Kemal’e rağmen Rıza Nur, Bay İsmet ve (dâhili-harici) şerikleri tarafından İngiliz & Amerikan Şürekâsı ile yapılan gizli anlaşmaları hayata geçirmek amacına matuf “11 Kasım 1938 karşı devrimi” sonucu Türkiye:, 12 yıl süreyle bir esaret, koyu istibdat, despotizm ve diktatörlük rejimine, daha doğrusu zulmüne maruz kaldı… Mezalimin 1939 -44 dönemi: Asaleten Türkleri ve Türk kanaat önderlerini sindirme; 1945 -1950 arası; 2. Dünya Savaşı bahanesiyle, (savaşa girilmediği halde) topyekun milleti açlık, kıtlık, fakirlik ve işsizlikle kırma, hayatından bezdirme, devletten nefret ettirme, ümitlerini kırma ve yıldırma operasyonları ile geçti.Bu nefret ve fetret döneminde ayrıca: 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, 1944’den itibaren politize edilerek, Marksist–komünist hücrelere dönüştürüldü. 1945’de BM’e katıldıktan sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri “Milli Ordu” olmaktan sür’atle çıkartılarak; ABD güdümlü cuntalara terk ve teslim edildi. Cumhuriyet tarihinin en iğrenç ve utanç verici “Açık Oy - Gizli Sayım” soytarılığı ile Milletvekili Genel Seçimleri yapıldı. 27 Aralık 1947 günlü Fulbright antlaşması ile Milli Eğitim sistemini şekillendirme görevi ABD’ye terk edildi. 1949’da Avrupa Konseyi'ne girilerek vahşi, kapita170 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
list ve emperyalist batı’nın, Osmanlı’dan sonra tekrar Türkiye devleti ve Türk milletini sömürme, yozlaştırma, insanlık dışı yaptırımları dayatma yolu açıldı… Oysa, Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu, 1929 –1932 dönemi yaşanan “Dünya Ekonomik Bunalımı”; Basiret ve beka sahibi, yürekleri iman, insan ve vatan sevgisi ile çarpan Milliyetçi yöneticiler sayesinde Türkiye’de hissedilmemişti bile!.. Buna mukabil 1940 -1945 arası politikacıların bilgisiz, yeteneksiz, basiretsiz olmaları yüzünden; Savaşa girmememize rağmen fakirlik, açlık, yokluk ve zorluklar hayatı çekilmez, yaşanmaz hale getirmiş:, Atatürk, Cumhuriyet ve demokrasi dönemi kazanımları hovardaca harcanarak sür’atle tüketilmiştir. İkinci dünya savaşında, tedbiren sınırda bulunan, ordumuzu güya doyurmak için köylüden toplanan hububat heba edilmiş Camiler depoya çevrilmiş; Dini hassasiyeti olan halkımıza “Türkçe Ezan” dayatılmış, Kur-an’ı Kerim toplatılmış ve Anadolu da İslâm’ın tasfiyesi için her nevi baskı, şiddet ve menfur tedbire tevessül edilmiştir. Açıkça ve kısaca: 1939 – 1950 sürecinde ülkemizde Cumhuriyet, özgür bilim, düşünce ve ifade hürriyeti; Hak, adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasiden eser yoktur. Ezilen halk, despot hükümet eliyle resmi gasp, zoraki irtikap, yalan-talan; Açlık-yokluk, işsizlik, fahiş vergi, fahiş fiyat ve soygun derecesinde haksızlık ve yolsuzluklara maruz bırakılmıştır… 11 yıl hüküm süren bu fetret döneminde özgürlük ve demokrasi yoktur. Beyaz İhtilâl, meşru bir haktı. Meşru ve hukuki yolla yapıldı. 1946 – 1950 arası: Kurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbı kökünden yeşeren, “yeni bir Milli mücadele ruhuyla (46 ruhu)”, bütün engel, tuzak, tutuklama, hile ve desiselere rağmen azim ve kararlılıkla yükselen, Türk Milleti’nin kahir ekseriyetince kabul görerek benimsenen “Halk Hareketi” 14 Mayıs 1950’de: “Yeter!... Söz Milletindir..” diye haykırmak, zulme baş kaldırmak, direnmek suretiyle ülkeyi tekrar özgürlük, adalet ve demokrasiye kavuşturmuştur. Özgürlük, Cumhuriyet ve Demokrasi’nin, birlikte hayat bulduğu tarih: 14 Mayıs 1950’dir. Her “14 MAYIS” mutlaka “Türk Demokrasi Bayramı” olarak kutlanmalıdır. ... Türk Milleti 14 Mayıs 1950’de bir defa bu tuzaktan kurtuldu. Bir “kurtuluş savaşı” daha yapmak zorunda kalmamak için “Demokrasi Bayramına” sahip çıkılmalıdır. Aksi takdirde bu gidişle çok istese de kutlayamayabilir!.. “14 Mayıs Demokrasi Bayramınız” kutlu olsun!..
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ MÜ?.. Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir. Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır. İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır. Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir. 15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!.. Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu.. 17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes… Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR… Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı. O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sigaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…
Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar. Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar… Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım: 27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur. O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!.. ... Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet; Merhamet ve muhabbet yok!.. İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır. 27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden… Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin: 05 Eylül 1961 günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi. Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı. 13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/ kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet BaşADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 171
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU kanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı., Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı. 13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi. 15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı., 16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan., 17 Eylül'de Menderes idam edildi., 15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı. Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi. Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röportajı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır. Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…
ADNAN MENDERES Yıl bindokuzyüz altmışbir eylül onyedi. Kokuşmuş düzen üç vatan evladı yedi. Zalim çirkef düzenin Yassıada adresi. Kalleşçe şehit ettiler astılar Menderes’i. Dün sayfalara bakarken utandım halimden. Bir şeyler yazmak gerekti ne gelirse elimden. Hüzün dolu kalbimle kalemime sarıldım. Hep bir şeyler yazan dizelere darıldım. Suçsuz yere astılar üç vatan evladını. Anmamak küstahlık şehitlerin adını. İnsanlıktan nasip almamış bunların zerresi. Astılar Rüştü Zorlu,Hasan Polatkan,Menderesi. Yalan dolan üstüne kurdular bir mahkeme. Mahkeme-i Kübra da ne diyeceksiniz hakime? Tarihte gördünüz mü hiç,asılmış bir başbakan. Şeytanın askerleriydi hep,yürekleri yakan. Unutmak mümkün mü yıllar geçse de aradan. Mutlaka hesabını soracaktır alemleri yaradan. Hep aziz vatan için canlarını ettiler feda. Hadi anlat feryatları anlat gayrı Yassıada. Demokrasi diye ortalığı birbirine katanlar. Koskoca insanlık asıldı unuttun mu bir zamanlar. Milleti aldatıp da meydana kurdular dar ağacını. Ta yüreğimde hissediyorum senin büyük acını. Yıllarca bu aziz millete hep attınız kazık. Kolay yetişmiyor bu değerler yazık ki yazık. Bu vatana hainlik edeni bağrılarına bastılar. Memleketi için çalışanı acımadan astılar. Rabbim yaşatmasın bir daha böyle acı. Ülkemin bütünlüğüne kurulmasın darağacı. Aşık Ramazan’ın andım büyük insanı,yad olsun. Allah rahmet etsin mekanı cennet,ruhları şad olsun. Ramazan AKKAŞ Tepeköy / NEVŞEHİR 17 EYLÜL 2012
172 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
IRAK MESELESİ VE DEVLET TÜRKİYE’NİN bir Irak politikası olmadığını sa- yoktur. Özerk Kürdistan Irak Federasyonu'na bağlı nıyorduk. Yanılmışız. Meğer ki varmış(!). Daha doğ- olsa dahi bu bağ oldukça gevşek bir bağ olacaktır. Bu, rusu var olması gereken değişmiş ve kırmızı çizgiler kabul edilen Anayasa ile ortaya çıkmıştır. Böyle gevde kalkmış. Yeni Irak politikası; Barzani’yi ve Irak’ta- şek bir bağın kaçınılmaz olarak bağımsız Kürdistan ki Kürt devletini bağrımıza basmak olmuş. Aslında, Devleti’ne yol açacağı tartışmasını, bir kenara bırakaIrak’taki gelişmeler karşısında epeyce bir zamandır lım. Bu gevşek bağdan dolayı Kuzey Irak’taki Kürtlerin devam eden sessizlik ve tepkisizlikten kuşkulanmı- Irak Devleti karşısında sahip olacağı haklar, acaba Türyor değildik. Gerçi Genelkurmay Başkanı da Irak’taki kiye’deki Kürtler için imrendirici olmayacak mıdır? son durumun göze alınması gerektiğini söylemişti. 3 Böyle bir federasyon modelinin bağımsız Kürdistan Aralık’ta bir gazetede ise, Cumhurbaşkanı’nın Irak’taki Devleti’ne yol açmasa bile Türkiye’deki bölücülüğü ne son gelişmeler dolayısıyla MGK’dan yeni bir Irak po- ölçüde arttıracağı, ne tür sonuçlar vereceği için ayrıca litikası tespit edilmesini istediği yazıyordu. Görülüyor bir şey söylemeye hiç gerek yoktur. Bunun içindir ki ki artık her şey açıkça ortadadır. Türkiye Irak’ın bölün- devlet, nasıl olup da özerk Kürdistan’ın Türkiye’deki mesini kabul etmiştir. Kürdistan Bağımsız Devleti’ni bölücülüğü azdırmayacağını, kamuoyuna açıklamalıde -birincisini kabul edince- zaten zorunlu olarak dır. kabul etmektedir. Biz de bundan korIrak bölününce Kuzey'in kuyorduk ama vatana olan sevgimiz dışındakiler ne olacak? dolayısıyla gönlümüz bir türlü böyle Irak'ın toprak Bilgi alma herkesin hakkı bir ihtimali ülkenin üzerine kondubütünlüğü ramıyordu. Devlete güvenimizden SAYIN Gül: Kuzey Irak bizim dolayı bir devlet politikası olan Irak’ın hinterlandımızdır, diyor. Maaşallah. mutlak suretle bö-lünmemesi ve ne bağımsız bir Peki, Bağdat ve Basra da bizim hinkorunmalıdır Kürdistan, ne de böyle bir gelişmeye terlandımız değil mi? Daha aşağılanrı yol açabilecek gevşek bir federasyona bir zamanlar Gül’ün öğretim üyeliği Irak’ta geçilmemesi yolundaki devlet yaptığı yerler bizim hinterlandımız politikasının değişmeyeceğine olan inancımızı koru- değil mi? Suriye bizim hinterlandımız değil mi? Kıbrıs yorduk. Değişmemeliydi de. Değişmesi, yanlıştır. Yol bizim hinterlandımız değil mi? Türkiye’nin hinterlandı yakınken tekrar bundan dönülmelidir. Bu yazının Kuzey Irak’la sınırlı değildir. Kimse uğraşmasın; tesliamacı da kısaca bunu anlatmaktır. miyetçilik gerekçe kabul etmez. Bağımsız Kürt Bölgesi ve Barzani’yi benimsemenin Irak bölünürse, Güney Irak ne olacak? Bağımsız Şii neye faydası olacaktır? Arap devleti İran’ın kukla devleti olur. Bunu defalarca yazdık. Bu gevşek federasyon içerisinde kalsa bile, yine Devlet cevap vermeli IRAK'IN toprak bütünlüğünün korunmasını is- de İran’ın egemenliğine girmiş olur. Şimdi yine sorutememizin iki temel sebebi vardır: Birincisi; Irak’ta yorum: Türkiye böyle bir gelişmeden memnun olacak kurulacak bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’deki mıdır? Yoksa bunun böyle olmayacağına dair kesin bir bölücülüğü tırmandıracağı idi. Türkiye Irak’ın bütün- vaat ya da garanti mi almıştır? Devlet bunları da açıklüğünü kendi bütünlüğü olarak kabul ettiği için isti- lamalıdır. Zira Türkiye’nin Irak’ın bütünlüğüne sahip yordu. Acaba ne değişti? Veya kimden ne vaat alındı çıkmasının ikinci sebebi; Irak’ın bölünmesi halinde da Irak’ın bütünlüğünün bozulması Türkiye’ninkinin bölgedeki ülkeler arası dengelerin onarılamaz bir şebozulması ile eşdeğer olmaktan çıktı? Devlete düşen kilde bozulacağıdır. önce bunu açıklamaktır. Bu yazıda devlete yönelttiğimiz sorulara, devlet cevap vermelidir? Vermezse herkes bunları ondan sorİlk başta özerk Kürdistan’ın Irak Federasyonu'na malıdır. bağlı olacağı ileri sürülse de bunun hiçbir geçerliliği ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 173
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
YASSIADA MAHKEMESI
ANAYASAYI İHLAL DAVASI Prof. Dr. Emine GÜRSOY NASKALI Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi
Yassıada mahkemesi bir darbe mahkemesidir. Bu mahkemenin iddiaları da kararları da darbeyi haklı göstermek amacıyla düzenlenmiştir. 27 Mayıs darbesi siyasete el koymuş, iktidarı gaspetmiş, serbest seçim ve çoğunluğun oyuyla iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi yani demokratik iradeyi cezalandırmıştır. Yassıada’da görülen Anayasayı ihlal davası; vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes’le birlikte toplam 401 Demokrat Parti milletvekili darbe mahkemesinde bu davadan sanık olmuş ve yargılanmıştır. Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının sebebi Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı da idam edebilmek içindir. Çünkü cumhurbaşkanı ancak vatana ihanet suçu kapsamında mesul tutulabilmekte ve yargı önüne çıkarılabilmektedir. O tarihte 78 yaşında bulunan Celal Bayar’ı asabilmek için, ayrıca, Ceza Kanunundaki yaş haddi kaldırılmış böylece Bayar’ın asılması için ‘hukuki’ zemin hazırlanmıştır. Yassıada mahkemesinin kararları daha davalar başlamadan tayin edilmiştir. Yassıada mahkemesinde yapılacak tahkikat ve takibatın şekil ve mahiyetini sivil kesimden birkaç profesör, bazı askeri yargı mensupları ve Milli Birlik Komitesinin Yassıada mahkemesine başhakim tayin ettiği şahıs kararlaştırmıştır. Darbe mahkemesinin arka planında Milli Birlik Komitesi bulunmaktaydı. Vahim suçların iddia edilmesi, ağır suçların bulunması ve ağır cezaların verilmesi 27 Mayıs darbesinin gerekliliğini ve ‘meşruiyet’ini 174 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kanıtlamak, darbecileri de isyan veya darbe suçundan aklamak için kendi açılarından bir mecburiyetti. Devrim-inkılap-ihtilal-darbe-ayaklanma Darbeciler ve yandaşları 27 Mayıs askeri darbesini bir ‘devrim’ olarak isimlendirmişti. 27 Mayıs bahsi okul kitaplarına alınmış, 1960’tan 1983’e kadar okul kitaplarında bir ‘devrim’ olarak okutulmuştu. 27 Mayıs darbesi, Hürriyet ve Anayasa Bayramı adıyla 1963’te İnönü hükümeti tarafından resmi bayram ilan edilmiş ve kutlanmıştı. Yassıada mahkemesinde Celal Bayar 27 Mayıs’tan ‘ayaklanma’ olarak söz etmişti. Daha sonraki yıllarda 27 Mayıs’tan ‘fiili hareket’ olarak bahsetmişti, yani 27 Mayıs’ı bir darbe olarak bile nitelememişti. Yine Celal Bayar, mahkemenin şedit ortamında askerin siyasete karışmasını eskiden de bugün de doğru bulmadığını söylemişti. “Sizi buraya tıkan kudret” Yassıada mahkemesi başhakimi Salim Başol’un sarfettiği “sizi buraya tıkan kudret” böyle istiyor sözleri Anayasayı ihlal davası sırasında Manisa Milletvekili Samet Ağaoğlu’nun bir itirazı üzerine söylenmişti. İddia İddiaya göre kanunlar ve olaylarla Cumhuriyet prensipleri ihlal edilmiş, dikta rejimi desteklenmiş, anayasa ihlal edilmiş, teşrii murakabe yapılmamış. Anayasa 1950-1960 arası hükümet olan DP döneminde 1924 Anayasası yürürlükteydi. Anayasanın ilhal edildiği gerekçesiyle DP’yi yargılayan darbeciler 1924 Anayasasını
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU toptan feshetmişlerdir. Şayet bir ihlalden söz edilecekse, Anayasayı 1960 darbesi ihlal etmiştir. 1961 Anayasası ile milli iradeye ortak bürokratik kurumlar ihdas edilmiş, İnönü ve Milli Birlik Komitesi üyelerine ömür boyu sürecek olan “tabii senatörlük” gibi bir makam sunulmuştur. Kendi idarelerini İkinci Cumhuriyet olarak tanımlayan Milli Birlik Komitesi, yeni Anayasayı yeni cumhuriyeti kurmakla görevli Kurucu Meclise yaptırmıştır. Kurucu Meclise Demokrat Partiyi temsilen hiç bir üye alınmamış, bu meclis CHP kadro ve taraftarlarıyla kurulmuştur. Demokrat Parti döneminde geçerli olan 1924 Anayasası kuvvetler ayrılığı esasına değil, kuvvetler birliği esasına dayalıydı. Milli Mücadele ruhuyla Meclis tek varlık olarak milli iradeyi temsil ediyordu. Tüm yetki Meclis’e verilmişti. Onun için Meclis’ten çıkan kanun millet iradesi hükmünde ve anayasal kabul ediliyordu. Meclis’in tasdik ettiği bir kanunu anayasaya aykırı olmuyordu. Adnan Menderes, “Hakikat şudur ki, kanun vazıı, 1924 Anayasası ile her şeyden evvel bir rejim değişikliğini mektup hale getirip tahakkuk ettirmeyi, yani saltanat idaresinden milli hakimiyet rejimine geçmeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki, kuvvetler birliği esasına dayanan tek Meclisli bu idarenin memleket mukadderatına kayıtsız şartsız hakim olması gayesi her mülahazanın üstünde yer almış ve Anayasanın temel yapısı böylece yoğrulmuş ve muhtevası böyle bir maksatla kaleme alınmıştır.” diyordu ve “Bilhakika Anayasaya aykırı kanunların çıkarılamıyacağı yine Anayasada bir madde ile tasrih edilmiş bulunuyor.”, “Çünkü biraz önce arz ettiğim gibi ve iddia hilafına olarak Anayasa, kuvvetlerin tefriki esasına değil, tek Meclis hakimiyeti esasına dayanmakta ve Anayasa muhalefet iddialarının kanunların tefsiri, kararlar ıstarı, hatta Başkumandanlık sıfatının Meclisin manevi şahsiyetinde mündemiç bulunması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk milletinin yegane ve hakiki mümessili olduğu bu Anayasada yer almış bulunmaktadır.” diyordu. İzmir Milletvekili Nuriye Pınar da “Esasen Anayasaya aykırı kanunlar yaparak diktaya gitmek diye bir şey bahis konusu edilemez. Çünki milletin hakimiyeti Büyük Millet Meclisinde toplanmıştır. Millet Meclisinin yaptığı her kanun Anayasaya uygundur. Bunu en veciz şekilde kurucumuz Atatürk şöyle ifade etmiştir; "Hakikati halde hakimiyet yalnız bir şekilde tecelli eder. O da hakimiyet sahibi olan insanların doğrudan doğruya bir araya gelerek teşrii, icrai, adli vezaifi bizzat ifa etmeleri ile mümkündür.” Yine Atatürk'e göre hakimiyet denilen kuvvet kabili tefrik ve kabili tevdi değildir.” Dikta Anayasayı ihlal davasında mahkemenin iddiaları arasında diktaya gitmek konusu yer alıyordu. Demokrat Parti milletvekilleri diktaya gidiş iddiasını reddetmişlerder. Şayet bir mahkumiyet kararı verilecek olursa şahıslarının değil, milli iradenin ve Türk adaletinin mahkum
edilmiş olacağını, vatan haini değil vatanperver insanlar olduklarını, söylemişlerdir. Serbest seçimin olduğu yerde diktanın olamayacağını, üstelik iktidara geldikten sonra iki defa daha milli irade ile seçilen bir siyasi teşekkül için diktadan söz etmenin mümkün olmadığını söylemişlerdir. Esasen köy muhtarlarından ve ihtiyar meclislerinden başlayarak kademe kademe Büyük Millet Meclisine kadar bütün müesseseleri ile demokratik nizam çerçevesi içinde hakim murakabesine tabi şartlar altında cereyan ettirilen bir seçimde diktanın mevzubahis ve mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Mecliste oy kullanırken kimsenin baskısı, tesiri, tehtidi veya minneti altında kalmadıklarını çünkü yoklamayla milletvekili seçildiklerini, seçmenlerinden başka kimseye medyun olmadıklarını söylemişlerdir. DP içinde hükümete şiddetle muhalefet eden milletvekillerinin bile bir sonraki seçimde veto edilmediğini, ancak her dönemde önemli bir kadro değişikliği yapıldığını ifade etmişlerdir. Demokrasinin sosyal hayatımıza ilk defa DP ile girdiğini belirtmişlerdir. İzmir Milletvekili Necdet İncekara, “Bir diktatörlüğün ya orduya, ya polis kuvvetlerine veya gençlik teşkilatına dayandığını, DP’nin böyle bir dayanağı olmadığını, olmuş olsaydı bir saat içinde derdest edilip Yassıada’ya konamayacaklarını ifade etmiştir. DP’nin orduya dayanmadığı muhakkaktır. Polis teşkilatına gelince, 7 milyara çıkan devlet bütçesi içinde polis kuvvetlerinin bir dikta rejimini destekleyecek istikamette bir seviyeye getirilmediği de aşikardır. Bütün Türkiye'nin polis mevcudu, Paris polis kuvvetleri mevcudunun yarısıdır. Gençlik teşkilatı gibi, SS'ler gibi, siyah gömlekliler gibi bir şey tasavvurlarından geçmemiştir. DP’nin gençlik teşkilatı bir özenti halinde Halk Partisi gençlik kollarının tatbiki mahiyetinde olmuştur. O kadar dahi inkişaf etmiş bir teşkilatı yoktur. Bu itibarla bir diktatörlükten söz edilemez.” demiştir. İstanbul Milletvekili Necmi Nuri Yücel, “Mahkemede DP milletvekillerinden bazıları hükümeti şiddetle tenkit ettiklerini söylediler. Evet doğrudur, şiddetli tenkitler yapılmıştır. Bu şiddetli tenkitlerin kolayca yapılabildiği, tenkidlerinden dolayı hiç bir gazetecinin ceza görmediği kabul buyurulursa, böylesine bir tenkit hürriyeti içinde dikta rejimi bahis konusu olmaz. Zira dikta rejiminde tenkid bulunmaz.” demiştir. “Ayrıca, seçime gitmek üzere idik. On beş gündür huzurunuzda okunan zabıtlarla yapılan konuşmalardan anlaşılmıştır ki böylesine gayri mütecanis bir siyasi grubun diktaya gitmesini mümkün görmem. Kanun sayısının 8.000'e yaklaşmış oluşu, mensup olduğum grubun objektif hukuka, hukuk anlayışına bağlı olduğunu gösterir. Zira diktaya gidiş halinde kanunlardan ziyade emirnameler, kararnameler ve fermanlar hakim olur. Ben Adnan Menderes'te bir dikta temayülü görmedim.” demiştir. Tahkikat Komisyonu ve Salahiyet Kanununa oy veren DP milletvekilleri olduğu gibi, vermeyenler de olmuştur. Vermeyenlerin bir kısmı bu kanunu Anayasaya aykırı olacağından değil, siyasi tansiyonu gereceği düşüncesiyle ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 175
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU kanuna oy vermemiştir. Milletvekilleri dikta iddiasına bir başka açıdan da itiraz etmişler ve “Dikta tek şahıs ile olur, halbuki kararnamede birinci mesul Celal Bayar deniliyor. Bir taraftan da Adnan Menderes deniyor. Dikta tek bir esasa müstenittir.” demişlerdir. İstanbul Milletvekili İsak Altabey ise, Demokrat Parti’nin Musevi cemaatine yaptığı davet çağırısı üzerine cemaat reisi tarafından aday gösterildiğini ve DP milletvekili seçildiğini söyledikten sonra, “Dikta rejimine gidildiği yolunda bir kanaate sahip olmadığım gibi böyle bir gayeye hizmet etmek, takdir buyurursunuz ki, benim durumumda olan bir milletvekili için imkansızdır.” diyor, çünkü “ailesi etrafından 7 kişiyi Auschwitz Nazi imha kamplarında kaybetmiş bir insan için bir diktaya gidişe yardım tasavvur dahi edilemez.” demiştir. Seçim 27 Mayıs darbesine gerekçe olarak, DP’nin erken seçime gitmek istemediği ve darbenin bu sebeple yapıldığı söylenmektedir. Bu söylem birkaç yönden sakattır. Bir kere, hiç bir hükümetin erken seçime gitmek gibi bir mecburiyeti yoktur, seçimin bir zamanı vardır ve normal şartlarda seçimler tayin edilmiş zamanlarda yapılır. İkincisi, Menderes, 1961 baharında normal seçim yapılması için bütçeye fasıl konması konusunu Maliye Bakanı Hasan Polatkan’la görüşmüştü. Erken seçim konusu da görüşülmüş, en kısa zamanda seçime gidileceği İzmir ve Eskişehir seyahatlerinde ifade edilmişti, ancak seçim yapılamadan darbe gelmişti. 1960 darbesinden bir elli yıl sonra bile güncelliğini koruyan seçim ve darbe konusunda bir köşe yazarımız şunları söylemektedir: “Seçimlerin aksatılmadığı bir ülkede askeri darbe yapmak alçaklıktır. Sana güvenip ülkesinin güvenliğini sana emanet eden, silahını alan, üniformanı diken, lojmanını yapan, cebine paranı koyan halkına ihanettir. Senin “düşmanla” savaşacağını sanıp sana karşı hiçbir tedbir almayan insanını kalleşçe arkadan hançerlemektir. İktidara gelebilmek için meydanlara çıkıp halkından oy istemeye gücü yetmeyen ödleklerin iktidarı silahla çaldıkları sefil bir zorbalıktır. Darbe yapanların, darbe tezgahlayanların, darbe planları hazırlayanların, “halkına ve ülkesine ihanetten” ağır cezaya çarptırılmaları gerekir.” (Ahmet Altan, Taraf, 29 Nisan 2010) Gösteri Yürüyüşleri Kanunu Anayasayı ihlal olarak ortaya sürülen Gösteri Yürüyüşleri Kanununun çıkarılmasının sebebi şudur: 1950 genel seçimlerden hemen sonra muhalefet partisi yurdun her bucağında ve köşesinde mütemadi ve ısrarlı toplantılar yapmış, her Cumartesi ve Pazar günleri memlekette 30-40 miting gerçekleştirilmiş, bunların adedi yılda binleri aşmış, parti mensupları kamyonlarla Ankara’ya taşınmıştı. Bu girişimler, Adnan Menderes’in de dediği gibi, seçimle birlikte tecelli eden millet iradesiyle tezat teşkil etmiştir. Huzur ve sükuna ihtiyacı olan vatandaş kitlelerinin onların irade ve ihtiyarları dışında ve bir çok 176 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
hallerde zorla ayağa kaldırarak rahatsız etmeğe, iş ve gücünden alıkoyup milli randımanın eksilmesine sebebiyet vermiştir. Nevşehir Milletvekili Necmettin Önder’in dediği gibi açık hava toplantıları yapmak suretiyle daima bir seçim tansiyonu içinde ve vatandaşları avare bırakarak bir yıl içinde iki bin miting yapılmış, üç beş bin kişinin bir araya geldiği bu mitingler sebebile 20 milyon insan dükkanını, tezgahını kapatmak durumunda kalmıştır. İnönü Faktörü Yassıada davalarının bir kısmı doğrudan doğruya İsmet İnönü’yü ilgilendirmesine rağmen, İnönü’nün şahit olarak Yassıada’ya çağırılması talebini mahkeme reddetmiştir, “şahsına hürmeten” gerekçesiyle İnönü Yassıada’ya getirilememişti. Mahkeme İnönü’ye endeksli olmuştur, herhangi bir şahıs veya olay İnönü’yü memnun etmiş ise, bu makbul addedilmiştir. İnönü’nün tenkit edilmesine izin verilmemiştir. İstanbul Milletvekili Muhlis Erdener, İnönü hakkında konuşmak istemiş ama konuşturulmamıştır. Başhakim “İnönü’yü bırakın efendim ... Bunları söylemenize müsaade edilemez.” demiştir. Erdener ise, bir çok kanunumuzun maziden gelen tatbikatlarla bu güne kadar masuniyetini koruduğunu söylemiş ve “şimdi en büyük muhalefet partisinin ve hassaten onun lideri İnönü’nün kendi görüş, anlayış ve beyanları hilafına olarak böyle bir kanun çıkmasını Meclisin meşruiyetini ihlal edilmiş ad edecek kadar ağır bir suç telakki etmesi ve bu yolda memleket sathında büyük endişe ve tereddütler yaratacak beyanlar yapması maalesef samimi telakki edilemez.”, “Sayın İnönü kanunların Anayasaya aykırı olup olmadığını tayin ve tespiti hakkının yegane merciinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu yolunda iç ve dış için yapmış olduğu müteaddit beyanlar hilafına 7468 numaralı kanunun kabulü dolayısiyle iktidarın gayri meşruluğunu ilan ve iddia edecek kadar ileri gitmesi, yine samimiyetle telifi mümkün olmayan diğer bir fiili olmuştur.” demiştir. Kastamonu Milletvekili Münif İslamoğlu, Meclis konuşmalarının birinde İnönü’nün memleketi felakete, ihtilale götürdüğünü söylemiş, “her şeyden evvel İnönü meselesi ortaya çıkmaktadır, bu menfur adamı politika dışına atmak lazımdır, bendeniz ancak bu takdirde memleketin huzura kavuşacağını sanıyorum.” demiş. Bu konuşmanın mahkemede okutulması üzerine Münif İslamoğlu söz istiyor. Başhakim, “Ne imiş, bir şey mi söyleyeceksiniz?” diye soruyor. İslamoğlu, “Efendim, sonradan inkişaf eden hadiseler o zamanki görüşümün doğru olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. Çünkü muhalefet liderleri memleket sathında bilhassa komşu memleketlerdeki hadiseleri istismar ederek Nuri Sait Paşanın akibetinin devleti idare edenlere bir ders olmasını ileri sürüyorlardı.” diyor. Başhakim sinirleniyor ve, “Şimdi de isbat ediyorsunuz, musırsınız diyorum. Değil mi? O zamanki söylediklerinizde, bu noktai nazarda musırsınız.” diyor. İslamoğlu, “Musır değilim, tahakkuk ettiğini görüyorum.” diyerek diretiyor. Başhakim yine, “Musır-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sınız?” diye İslamoğlu’nu yıldırmaya çalışıyor ama İslamoğlu, “Musır değilim efendim. Bu hadiseler o günkü görüşüm şeklinde inkişaf ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim yine, “Şu halde musırsınız.” diyor. İslamoğlu, “O günkü görüşümün bugün hadiselere inkılap ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim sindirmekte ısrarla, “Sözlerim doğru diyorsunuz?” diyor. İslamoğlu, “O zamanki kanaatlarım tahakkuk etti diyorum.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Başol, İslamoğlu’na oturmasını söylüyor. İstanbul Milletvekili Enver Kaya da, “30 Nisan'da Sayın İnönü'nün 40 mebusla beraber çıktığını gazeteler yazdılar. Bir muhalefet lideri ve mebusları seyahata çıkabilirler, buna kimse mani olamaz. Fakat hiç bir mesele yok iken ve bir bahar havası devam ederken bu şekilde Büyük Ege Taarruzu namı altında muhalefetin kalkıp yola çıkması partiler arasında siyasi tansiyonun yükselmesine sebep oldu. ... Çünkü Irak ihtilalinden sonra matbuatta, manzurı aliniz olmuştur, matbuatın büyük tahrikleri ile orayı işaret etmek sureti ile imalı yazılar, resimler, karikatürler neşredilmiştir.” diyor. CHP, Irak’taki Baasçı ihtilale işaret ederek, ihtilali örnek göstermiş ve ihtilal arzusunu hep canlı tutmuştur. Hatıra Defterleri DP milletvekilleri Yassıada’da verdikleri ifadelerinde diktaya gidişi reddetmiş ve diktaya gidiş gibi bir şeyi sezmediklerini söylemişlerdir. 400 kişiye yakın DP kadrosu içinden birkaç milletvekili farklı ifade vermiş olabilir. Bu birkaç kişi - belki darbe mahkemesine yaranmak, ama birkaçı da işbirlikçi olmayı üstlendikleri için – diktaya gidiş vardı demiş olabilirler. Bu sayının sadece birkaç şahısla sınırlı olması dikkate şayan ve önemlidir. Çünkü DP kadrosu tek sesli olmayıp kendi içinde tartışan, farklı görüşleri grup içinde savunabilen bir grup olsa da temel konularda bir birliktelik içindedir. DP’lilerden fire verenlerin başında Etem Menderes gelir. Etem Menderes, darbe mahkemesi doğrultusundaki görüşlerini hatıra defterine kaydetmiş. Bu hatıra defterini sipariş üzerine Yassıada’da yazdığı da rivayet edilir. Etem Menderes gibi Şemi Ergin, Refik Koraltan ve Abdullah Aker de hatıra defteri sahibidir. Şemi Ergin kızına hadiseler hakkında malumat bırakmak üzere defter tutmuş. Mahkeme sırasında bu hatıra defterlerinden uzun uzun bölümler okutulmuş ve nihai kararda da hatıra defterlerine yazılanlar delil teşkil etmiştir. Hatıra defterlerine diğer milletvekilleri tepki göstermiştir. Bu şahısların hatıra defterlerine kaydettikleri bu fikirleri niçin arkadaşlarına anlatmadıkları, niçin bu fikirleri gizli tutup susup oturdukları sorgulanmıştır. Mesela, Etem Menderes’in Bayar’ın sofrasından naklen Bayar diktaya gidecekti cümlesine karşılık olarak Manisa Milletvekili Samet Ağaoğlu tepki gösteriyor ve “Bir gece buluştuk, hakikaten sofrada idik. Hakikaten zamanın doğurduğu ızdıraplardan bahisler geçti. Sayın Bayar o zaman bu ızdıraplarından bahsederek dünyanın her yerinde bu gibi hadiseler diktatörlüğü tevlit edebilir,
anarşi olabilir, ama bizde böyle bir şey olursa yazık olur şeklinde teessüf ve teessürlerini izhar ederek konuştu. Böyle onun şahsına karşı ağır bir itham olmasaydı konuşmayacaktım. Nasıl bunlar Etem Menderes'in hatıra defterine giriyor ve bu gibi şeyler arkadaşların hatıra defterlerinin sahifelerinden fırlıyor. Bu arkadaş hakkında ilk ve son defa konuştuğum için çok müteessirim. Böyle şeyler cidden akıldan uzaktır. Bunlar ancak Etem Menderes'in kaleminden çıkar.” diyor. Başhakim, “Ne için, neden Etem Menderes'in kaleminden ne için böyle şeyler çıkarmış?” diyor. Samet Ağaoğlu da, çünkü anlamıyor söyleneni, kavrama seviyesi müsait değil diyor. Ezan 16 Haziran 1950 günü Demokrat Parti iktidara geldikten bir ay sonra 1932’den beri yürürlükte olan ezanın Arapça okunması üzerindeki yasak ve ceza (hapis ve para cezası) kaldırılmış, ezana istenilen dilde okuma serbestisi getirilmişti. Ezan üzerinden kaldırılan yasak ve ceza konusu Yassıada’da bir suçlama olarak gündeme gelmiştir. Sanık konumunda bulunan Trabzon Milletvekili Prof. Dr. Osman Turan, parti içi konuşmalarda ezan dilinin serbest bırakılması kanununun daima tenkidini yaptığı için şimdi rahat konuşabildiğini söyledikten sonra, demokrasiye, laikliğe, vicdan hürriyetine inanıyorsak elbette ki milletin ezanına, ibadetine karışmamız mümkün değildir, dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey yoktur, gönül arzu eder ki, ben arzu ederim ki ezan dili Türkçe olsun ama ezan diline karar vermek benim vazifem değildir, münevver din adamlarının vazifesidir, DP ezan dilini serbest bırakmakla demokratik hareket etmiştir, zorla yapılan bir şey elbette ki bozulacaktır, demokratik nizam bunu istemektedir, demiştir. Bu görüş, Demokrat Partinin esas görüşüdür. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 177
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Şahitler Yassıada mahkemeleri süresince yüzlerce şahit dinlenmişti; bu şahitler Ali Fuat Cebesoy’dan Athenagoras’tan, Bülent Ecevit’ten, Ali Fuat Başgil’den işporta satıcısına, garsonuna kadar bir çeşitlilik gösterir. Başsavcının seçerek getirdiği şahitler arasında hukuk profesörleri de vardı, mesela aleyhte şahitlik yapması için çağırılan Bülent Nuri Esen. Mahkeme sırasında Bülent Nuri’nin Menderes’in başbakanlığı döneminde avukatı olduğu ve Adnan Menderes’e basın yoluyla yapılan hakaret davalarını takip ettiği ortaya çıkıyor, Menderes’in bu davaları hep geri çektiğini kabul etmek zorunda kalıyor. Bülent Nuri’nin bir meslektaşı da, “Ertuğrul Muhsin, Bülent Nuri için yanlış meslek seçti, büyük bir aktör olabilirdi” dediğini hatırlatıyor. Antalya Milletvekili Burhanettin Onat, Amerika’dan getirilen ve günlerce ve saatlerce konuşturulan şahit Naili Kubalı’ya tanınan ayrıcalığa isyan ediyor ve, “Muhterem başkanım, kurban olayım, beş dakika beni dinleyin ne olur. Dört saat konuştu, Amerika'dan geldi. Ben de 14 aydır buradayım. Bana 10 dakika vermez misiniz?” diyor. Yassıada Saati Mahkeme safahatinden seçme bölümler, Yassıada Saati adıyla bir yıl süreyle her akşam radyodan yayınlanmıştır. Başhakimin mahkeme salonundaki konuşmaları biraz da bu propaganda programını göz önünde bulundurmaktaydı. Adnan Menderes’in avukatı Burhan Apaydın, bu programın suç olup olmadığı hususunun tetkikini istemişti. Kararlar Yassıada’da görülen 17 davanın kararı da Anayasa davasıyla birleştirilmiş, tüm davaların kararı 15 Eylül 1961 günü açıklanmıştı. Anayasa davasında yargılanmayan Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’a doğrudan İstanbul Ankara Olayları davası nedeniyle ölüm cezası verilmişti. İdamlar İddia makamı 107 “sanık”ı vatana ihanet suçlamasında asli fail göstermiş ve TCK’nun 146. maddenin 1. fıkra178 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
sına göre idam talep etmişti. İdamı istenenler: Celal Bayar, Adnan Menderes, Medeni Berk, İzzet Akçal, Celal Yardımcı, Etem Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Atıf Benderlioğlu, Tevfik İleri, Hayrettin Erkmen, Hadi Hüsman, Nedim Ökmen, Şemi Ergin, Haluk Şaman, Sebati Ataman, Abdullah Aker, Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, İlhan Sipahioğlu, Samet Ağaoğlu, Emin Kalafat, Rıfkı Salim Burçak, Kamil Gündeş, Remzi Birand, Celal Ramazanoğlu, Rauf Onursal, Hüseyin Fırat, Mustafa Zeren, Mazlum Kayalar, Baha Akşit, Hüseyin Bayrı, Hamdi Bozbağ, Kemal Demiralay, Ali Harputlu, Süleyman Sururi Nasuhoğlu, Şefik Çağlayan, Hüseyin Ortakçıoğlu, Reşat Akşemsettinoğlu, Sefer Eronat, Muzaffer Önal, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Nüzhet Ulusoy, Vacit Asena, Mustafa Kemal Biberoğlu, Turan Bahadır, Bahadır Dülger, Sait Bilgiç, Hilmi Dura, Osman Kavuncu, Himmet Ölçmen, Kemal Özer, Necmettin Önder, Selami Dinçer, Ekrem Anıt, Zeki Erataman, Kemal Erataman, Sezai Akdağ, Hadi Tan, Necati Çelim, Osman Kavrakoğlu, Burhan Belge, Murat Ali Ülgen, Süleyman Çağlar, Enver Kaya, Sabri Erduman, Münif İslamoğlu, Haluk Timurtaş, Muhlis Erdener, Mükerrem Sarol, Selim Yatağan, Halis Öztürk, Selahattin İnan, Melik Fırat, Rüştü Çetin, Nazım Batur, Zeyyat Mandalinci, Cemal Tüzün, Saadettin Yalım, Nurettin Aknoz, Sadık Erdem, Burhanettin Onat, Kenan Akmanlar, Ahmet Kocabıyıkoğlu, Nail Geveci, Muharrem Tuncay, Hamdi Ongun, Sadettin Karacabey, İhsan Gülez, Halil Turgut, Doğan Köymen, Nuri Togay, Servet Sezgin, Hakkı Kurmel, Yakup Karabulut, Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, Adnan Selekler, Ömer Cebeci, Fikri Apaydın, Kemal Terzioğlu, Hasan Hayati Ülkün, Muhittin Güzelkılınç, Abdullah Akın, Nusret Kuruoğlu, Kemal Eren’dir. Divan, bu sayıyı 15’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman hakkında idam kararı vermişti. Bu sayıyı Milli Birlik Komitesi 4’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamını onaylamış, ancak son merhalede Celal Bayar’ın infaz kararı uygulanmamıştı. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 günü, Adnan Menderes ise bir gün sonra 17 Eylül 1961 günü İmralı’da idam edilmişlerdi. Fatin Rüştü Zorlu, cellatın ellerinin titremesi üzerine “ne korkuyorsun, ölüme sen değil ben gidiyorum” demiş ve iskemleye kendisi tekme atmıştı. Andan Menderes çok can çektirerek idam edilmiş, idama nezaret eden subaylar bir kere ile yetinmeyip Menderes’i ikinci defa ipe çekmişlerdi. Diğer Hükümler 281 sanık ise vatana ihanet suçlamasında fer’i fail görülmüş ve 146. maddenin 3. fıkrasına göre cezalandırılmalarını istenmişti.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Sıtkı Yırcalı, Osman Bibioğlu, Sait Ağar, Gani Gürsoy, Şefik San, Sırrı Turanlı, Ali Yaşar, Arif Demirer, Orhan Kökten, Mustafa Öztürk, Osman Talu, Necati Topçuoğlu, Orhan Uygun, Şeref Saraçoğlu, Faruk Çöl, Hamit Koray, Nazifi Şerif Nebel, İsmet Olgaç, Hüseyin Özbay, Mehmet Ak, Atilla Konuk, İbrahim Subaşı, Ahmet Tokuş, Yaşar Yazıcı, Mecit Bumin, Hilmi Çeltikçioğlu, Eyüp Doğan, Yaşar Gümüşel, Fethi Batur, Hüsamettin Coşkun, Nihat İyriboz, Piraye Levent, Ekrem Torunlu, Cevat Ülkü, Esat Budakoğlu, Muzaffer Emiroğlu, Mekki Sait Esen, Ali İleri, Halil İmre, Arif Kalıpsızoğlu, Faik Ocak, Fuat Onat, Sırrı Yırcalı, Ertuğrul Çolak, Mehmet Erdem, Şevki Hasırcı, Sait Göker, Ekrem Yıldız, Nusrettin Barut, Rifat Bingöl, Servet Bilir, Zuhuri Danışman, Mithat Dayıoğlu, Mahmut Güçbilmez, Kadir Kocaeli, Nezih Tütüncüoğlu, Behçet Kayaalp, Müfit Erkuyumcu, Selahattin Karacagil, Recep Kırım, Hulusi Köymen, Nurullah İhsan Tolon, Hilal Ülman, Kenan Yılmaz, Nureddin Fuat Alpkartal, Halim Alyot, Ahmet Hamdi Sezen, Nahit Ural, Sedat Baran, Hamdi Bulgurlu, Ali Dedekargınoğlu, Kemal Erdem, Yakup Gürsel, Fevzi Hacırecepoğlu, Cevat Köstekçi, Ali Çobanoğlu, İsmail Hadımlıoğlu, Ali Rıza Karaca, Mehmet Karasan, Refet Tavaslıoğlu, Fikri Arığ, Tahsin Cahit Çubukçu, Sezai Demiray, Nuri Onur, Kamil Tayşi, Hamit Zülfü Tığrel, Hüseyin Ülkü, Mehmet Hüsrev Ünal, Rasih Gürkan, Nurettin Manyas, Rukneddin Nasuhioğlu, Sabahattin Parsoy, Hüseyin Şahin, Osman Alihocagil, Mehmet Eyüboğlu, Sait Kantarel, Hasan Numanoğlu, Münip Özer, Fethullah Taşkesenlioğlu, Rıza Topçuoğlu, Halil Akkurt, Muhtar Başkurt, Mustafa Çürük, Hamit Dedelek, Abidin Potuoğlu, Hicri Sezen, Ekrem Cenani, İhsan Dai, Samih İnal, Süleyman Kuranel, Ali Ocak, Cevdet San, Ali Şahin, Selahattin Ünlü, Sadık Altıncan, Ali Naci Duyduk, Mustafa Hemiş, Tahsin İnanç, Mazhar Şener, Übeydullah Seven, Mehmet Dölek, Sami Göknar, İbrahim Gürgen, Hidayet Sinanoğlu, Niyazi Soydan, Ali Latifoğlu, Tevfik Tığlı, İsak Altabey, Nazmi Ataç, Arslan Nihat Bekdik, Faruk Nafiz Çamlıbel, Sedat Çetintaş, Selim Erengil, Hüsamettin Giray, Ayşe Günel, Mehmet Gürpınar, Mehmet Faruk Gürtunca, Aleksandros Hacopulos, Mucip Kemalyeri, Nizamettin Kırşan, Nihat Haluk Pepeyi, Mithat Perin, İbrahim Sevel, Mıgırdıç Şellefyan, Necla Tekinel, Nazlı Tlabar, Fahrettin Ulaş, Tahsin Yazıcı, Hristaki Yoannidis, Necmi Nuri Yücel, Mahmut Yüksel, Sebati Acun, Danyel Akbel, Selahattin Akçiçek, Enver Dündar Başar, Behzat Bilgin, Muammer Çavuşoğlu, Necdet Davran, Selim Ragıp Emeç, Perihan Arıburnu, Sadık Giz, Necdet İncekara, Osman Kapani, Ekmel Kavur, Nuriye Pınar, Fevzi Uçaner, Behçet Uz, Ahmet Ünal, Muzaffer Akdoğanlı, Basri Aktaş, Şükrü Esen, Ali Gözlük, Ömer Başeğmez, Ebubekir Develioğlu, Servet Hacıpaşaoğlu, Ali Rıza Kılıçkale, Fahri Köşkeroğlu, Durdu Turan, Şefik Bakay, Mehmet Ali Ceylan, Avni Sakman, Dündar Tekand, Hüsnü Yaman, Dursun Erol, Nüzhet Onat, Abdurrahman Fahri Ağaoğlu, İshak Avni Akdağ, Hamdi Ragıp Atademir, Mustafa Bağrıaçık, Sıtkı Salim Burçak, Reyhan Gökmenoğlu, Ali Saim Kaymak, Hulki
Amil Keymen, Ahmet Koyuncu, Tarık Kozbek, Mustafa Runyun, Sebahattin Sayın, Sami Soylu, Ömer Şeker, Nafiz Tahralı, Mehmet Diler, İbrahim Germiyanoğlu, Ahmet İhsan Gürsoy, İrfan Haznedar, Emin Topalar, Atıf Akın, Selim Akiş, Nebil Sadi Altuğ, Hikmet Bayur, Nafiz Körez, Sudi Mıhçıoğlu, Orhan Ocakoğlu, Cevdet Özgirgin, Cemil Şener, İhsan Yalkın, Turhan Akarca, Nuri Özsan, Sadi Pekin, Turgut Topaloğlu, Şemsi Ağaoğlu, Giyasettin Emre, Zihni Üner, Münir Hayri Ürgüplü, Ali Gürün, Atıf Topaloğlu, Hüseyin Agun, Mehmet Fahri Mete, Ahmet Morgil, Nüzhet Akın, Tacettin Barış, Hamdi Başak, Hamza Osman Erkan, Baha Hun, Rıfat Kadızade, Salim Çonoğlu, Necmettin Doğuyıldızı, Abdullah Eker, Ömer Güriş, Abdullah Keleşoğlu, Asaf Saraçoğlu, Fikri Şen, Hamdi Tekay, Ferit Tüzel, Şükrü Uluçay, Suat Bedük, Baki Erden, Veysi Oran, Mehmet Daim Süalp, Fikri Şendur, Ömer Özen, Hamdi Özkan, Mahmut Pınar, Muharrem Tansel, Ali Çakır, Hasan Gürkan, İsmail Özdoyuran, Ahmet Paker, Keramettin Gençler, Haluk Çulha, Fikri Karanis, Selahattin Karayavuz, Osman Nuri Lermioğlu, Hasan Polat, Salih Zeki Ramoğlu, Pertev Sanaç, İsmail Şener, Osman Turan, Ömer Yüksel, Talat Alpay, Mahmut Ataman, Ömer Lütfi Erzurumluoğlu, Numan Kurban, Fuat Nizamoğlu, Nazım Tanıl, Cemal Zühtü Aysan, Suat Başol, Ali Kaya, Tahir Öktem, Necati Tanyolaç, Hulusi Timur, Hüseyin Ulus Beraat Edenler Naci Berkman, Şevki Erker, Kemal Özçoban, Sabri Dilek, Kasım Küfrevi, Abdülkadir Eryurt, Rüştü Güneri, Mahmut Goloğlu olmak üzere 8 sanık Anayasa davada beraat etmişlerdir. Naci Berkman, Şevki Erker dava sürerken tahliye edilmişler. Vefat Edenler Yusuf Salman, Lütfi Kırdar (İstanbul Ankara Olayları davası sırasında mahkeme salonunda), Gazi Yiğitbaşı, Org. E. Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin paşa ve Kenan Yılmaz Anayasa davasında yargılanırken Yassıada’da vefat etmişlerdir. (Namık Gedik Ankara Harbiye’de, Zakar Tarver, Cemil Keleşoğlu (bileklerini keserek), (İstanbul Emniyet Müdürü) Faruk Oktay, Lütfü Şaylan Yassıada’da mahkemeler başlamadan hayatlarını kaybetmişlerdir.) Oturumların hemen hemen her celsesinde milletvekillerinden bir veya birkaçı hastalanmış ve dışarı çıkarılmıştır. Avukatlar Yassıada avukatlarının bir kısmı sanık yakınlarıdır; eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin, amcalarının avukatlığını yapmışlardır. Yassıada mahkemelerine avukat bulma zorluğu olmuştu. Yassıada mahkemeleri başlayacağı sırada İstanbul Barosu kendi barosuna kayıtlı avukatlara Yassıada avukatlığını yasaklamıştı. Aileler avukatların istedikleri ücretleri karşılayamayacağı için avukat tutmamışlardı. Yassıada avukatı olarak adı geçen bazı avukatlar avukatlık yapmaktan çekinmiş, müvekkil ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 179
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU listesine adları yazılmış olmasına rağmen müvekkilliği kabul etmemişlerdi. Bazı avukatları da ‘sanık’lar kabul etmemişti ve avukatlar çekilmek durumunda kalmışlardı. Avukat Seyfi Öztürk ise, Savcı yardımcılarından Fahrettin Öztürk’ün kardeşi olması sebebiyle, Başsavcının talebi üzerine Avukatlık Kanununun 6. maddesine binaen müdafilikten ayrılması istenmişti. Bazı avukatlar CHP veya Milli Birlik Komitesi yandaşı kimselerdi, davayı ve müdafaaları yönlendirmekle görevliydiler. Bazı avukatlar çok sayıda müvekkilin avukatı olmuşlardı. Bazı avukatlar davalara muntazam gelirken bazılarının devamı sınırlı olmuştu. Yurda Geri Dönenler 27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dışında bulunan ve yurda geri dönenler: Ahmet Hamdi Sezen, Ahmet İhsan Gürsoy, Ali Çobanoğlu, Emin Topaler, Hasan Gürkan, İsmail Özdoyuran, İrfan Haznedar, Mehmet Diler, Mehmet Fahri Mete, Nezih Tütüncüoğlu, Nurullah Tolon, Şevki Hasırcı, Tahir Öktem, Turhan Akarca, Yaşar Gümüşel. Buna mukabil, 27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dışında bulunan ve geri dönmeyenler: Rıza Çerçel, Muzaffer Kurbanoğlu, Necdet Azak ve Vamık Tayşi. Müdafaalar Celal Bayar, Yassıada mahkemelerinde dik ve cesur bir duruşla arkadaşlarına sahip çıkmış, “vatanperver insanlardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzerine almıştır. Başsavcı buna müdahale etmek durumunda kalmış ve hukuken böyle bir şeyin olamayacağını söylemiştir. Başol, müdafaaların kısa olmasını istiyor, uzun müdafaalara kızıyor, Sakarya Milletvekili Nusret Kirişçioğlu’na, “İnat olsun diye 223 sahifelik müdafaa veriyorsun!” diyor. İstanbul Milletvekili ve Gümrük ve İnhisarlar Bakanı Hadi Hüsman’a “Bunların hepsini okuyacak mısınız?” diye soruyor. Bunun üzerine Hadi Hüsman “O halde müdafaa yapmıyorum efendim.” diyor. Başol da, “Yap-
180 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
mazsan yapma. Gelmiş buraya tomarlarca müdafaa yapıyor.” diyor. Eskişehir milletvekili ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a ise, “Bizim burada boş laf dinlemeye vaktimiz yok.” diyor. Polatkan da “Muhterem Başkanım; idamım istenilen bir cezada kendimi müdafaa etmiyeyim mi?” diyor. Başsavcının okuduğu son iddianamede sevk kararnamesinde olmayan konulara yer veriliyor. Hatta, bazı sanıklar 146/3’e göre fer’i fail iken Başsavcı tarafından kararname aleyhe değiştirilerek sanık 146/1 ile karara bağlanıyor. Bu durum karşısında Çanakkale Milletvekili ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu dosyaları tetkik etmek ve avukatlarıyla konuşmak istiyor, yoksa müdafaayı yapamamış oluruz diyor. Başol, “Buyurun oturun, yapamazsan ne yapalım, yapan yapar. 14 Ekim'den beri yaptığınız kafi.” diyor. Ağrı Milletvekili ve Adliye Bakanı Celal Yardımcı’nın çok kısa bir süre avukatlığını yapan Orhan Arsal, silahlı ortama tepki gösteriyor ve, “Etrafta silah doludur. Biz mahkemelerde cidden silah görmeye alışmış insanlar değiliz. Silah gölgesi altında müdafaa yapmaya alışık değiliz. Bu bakımdan emniyet tedbirlerinin başka türlü yapılmasını istirham ediyorum.” diyor. Sanıkların avukatlarıyla görüşmeleri 4 subay nezaretinde cereyan ediyor. Yazışmaların ise 50 kelimelik metinler halinde yapılması gerekiyor. Avukat Burhan Apaydın bu tahdidin kaldırılmasını istiyor. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ürünü olan Yassıada mahkemesi bir zorbalık ve hukuksuzluk dayatmasıdır. Yassıada mahkemesinin gerek iddiaları gerekse kararları kamu vicdanını derinden yaralamıştır. Yassıada mahkemesi gibi bir mahkemenin bir siyasi iktidar kadrosuna yaşatılmış olması ve böyle bir mahkemeyi Cumhuriyet tarihimizin yaşamış olması insana ızdırap veriyor.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Yer Isparta Senirkent. 1947 de CHP’nin şeflik iktidarında DP’li kooperatif başkanı görevden alınır. Bunun üzerine halk protestolarda bulunur. Tutuklanan Senirkentlilere öyle işkenceler yapılır ki dayak bunların içinde en hafifidir. “Dışkı” yedirilir, şapkalarının içine “bevlettirilir” sonra başlarına geçirilir, eşek gibi sırtlarına binilip dolaştırılırlar. Bu zulümler iki ay boyunca böyle devam etti. Peki, gerçek sebep neydi tüm bunlar için? 1946’da DP’nin ilk taşra teşkilatı Senirkent’te kurulmuştur. Zamanın Isparta Valisi de tabii CHP’li. Karakol kumandanına, “Şunlara iyi bir ders verin” demiş. İşin Özü bu…
14 Mayıs 1950’de büyük bir zaferle seçimi kazanan Demokrat Parti; 3 Eylül 1950 mahalli seçiminde 600 Belediyenin 560’ını kazanmıştı. Bunun üzerine Merhum Adnan Menderes: “Türk Milleti Cumhuriyet Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti. 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti” diyerek tarihi bir konuşma yapmıştı…
1950 seçimlerinde bir sandıktan öyle bir oy pusulası çıkar ki; ad, soyad, adres bilgileri ve imza vardır. Çağırıp adama sorarlar. “1946’da verdiğimiz oylar çalındı, bu da çalınmasın diye işi sağlama bağladım” der adam…
bir şanti1950’den sonra ülkemiz adeta yapılıyor, lar yol fa tara r yeye dönüşmüştü. He desin? ne ler P’li CH du. asfaltlar dökülüyor yane ları yol iş gen ar Menderes’e “Bu kad k ere diy a?” alar bur cek pacağız? Uçak mı ine lşıyorlardı. Ha sözde muhalefet etmeye çalı eres’in Deveend “M a çlar kımız yol yapan ara leri “ adını vermişti...
1949’da yapıl an DP Aydın delegelerden biri “Sefaletin İl Kongresinde bulunduğu ye Hürriyet olm az” dedi. A rde dnan Mend “Ben aksini eres ise söyleyeceğim , Hürriyet’in yerde sefalet olduğu olmaz.”
Merhum Menderes’in Yassıada düzmece Mahkemesi’nde 2000 metre rakımlı Erzurum’a şeker fabrikası kurduğu için sorgulandığını biliyor muydunuz? Maalesef…
27 Mayıs 1960 dönemi tam bir cinnet haliydi… Bir grup vatandaş Kadıköy sahilinden Yassıada’ya tünel kazıp Demokratları kaçıracaklar diye tutuklanmışlardı.
eden Menderes Şehadet şerbetini içm ete Mill lete, Dev ah «All şti: önce şöyle söylemi n amı mak ur, pürn brin zeval vermesin. «Ka ilisi… Sevg di Ebe izin etim Cennet olsun Mill
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 181
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
UZLAŞMA İÇİN Prof. Dr. İlhami NASUHİOĞLU Diyarbakır Dicle Üniversitesi Emekli Rektörü
27 Mayıs 1960 Darbesinden bugüne kadar, geçen 56 yıl sonunda toplumun geçirmiş olduğu travma hiç kaybolmamıştır. Rahmetli Şehit Menderes, Şehit Zorlu, Şehit Polatkan'ın infazları hep gözümüzün önündedir. Bu süre içinde, 27 Mayıs ve sonrasında yapılan hukuksuzluklar, topluma çok önemli zararlar vermiştir. Örneğin, Kıbrıs konusu ve Avrupa Birliğine üyelik konuları bugüne kadar sonuca bağlanamamıştır. 1945 Yılında çok partili hayata geçerken gerekli Anayasa değişiklikleri yapılmamıştır, tek parti anayasası ile çok partili bir rejime geçilmiştir. Örneğin Anayasa Mahkemesi kurulmamıştır, eğer Anayasa Mahkemesi kurulmuş olsaydı rejimin sıkıntıları kolaylıkla bertaraf edilirdi. Burada bir hatıramı nakletmek istiyorum: 1945 yılında Samsun Valisi olan Babam Rüknettin Nasuhioğlu, (Birinci Menderes kabinesinde İçişleri Bakanı, İkinci Menderes kabinesinde Adalet Bakanı) bu konuda bazı endişelerini bana anlatmıştı. O kuşağın daha önceki yıllarda geçirmiş olduğu tecrübeler, örneğin İttihat ve Terakki Partisi, Hürriyet ve İtilaf Partisi, ve Ahrar Partisi dönemlerindeki kargaşalıklar, daha sonra Cumhuriyet döneminde, Terakkiperver Fırkası, ve Serbest Fırka deneyimlerinde de siyasi kargaşalar devam etmiştir. Bu Partilerin mensupları, birbirleriyle dostluklarını kesmişler, ayrı ayrı kişiliklere girmişlerdir. Aynı
182 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
durum 1945 ten sonra, Demokrat Parti ve CHP mensupları arasında da ortaya çıkmış, dostluklar bozulmuş; köylerde, kasabalarda Partililer kahvelerini bile ayırmışlardır. Basın ikiye bölünmüş iktidara karşı ve İktidarı destekleyen. Tarafsızlığını kaybeden bir tutum içine girmiştir. Bunların sonucu olarak, toplum gerilmiş vatandaşlar arasındaki birlik azalmış ve kaybolmuştur. Demokrasi, bir uzlaşma rejimidir, bir futbol maçı değildir. Çoğunluğun azınlığa tahakkümü toplumu gerer. Ancak mecliste alınan kararlar, Uzlaşma ile olursatoplum rahatlar. Çünkü Meclis kararlarının özünde, hukuk ve evrensel insan hakları vardır. İşte bunun için bu iki prensibe uygun, ve uzlaşma ile çıkarılan yasalar, her türlü gerginliği ortadan kaldırır. Bunların temini için Meclisteki çeşitli Partilerin, birbirleriyle uzlaşmaları şarttır. Meclis bir kavga yeri değildir. Bir çok ülkelerde, örneğin Amerika, Kanada, Meksika'da ve Güney Amerika ülkelerinde Avrupa Birliği ülkelerinde, Rusya'da, Türki cumhuriyetlerde, Çin ve Japonya'da, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde Senato vardır. Türkiye'de ise Senato kaldırılmıştır. Kanaatimce Senatosuz bir ülkede demokrasinin uygulanması zorlaşır. Eğer Senato ile Meclis senkronize olarak, çalışırsa yasalar tatmin edici bir şekilde ortaya çıkar. Yani bir yasa Mecliste, Senatoda görüşüldükten sonra Cumhurbaşkanının ve gerektiğinde Anayasa Mahkemesinin kontrolünden sonra, kesinleşirse o yasa toplumu tatmin eder. İtiraz edilecek hususlar ortadan kalkmış olur. Hukuk ve insan hakları, açısından eksiklikleri kalmaz. Bu yöntem Meclis çalışmalarının, demokratik ve hukuk zemininde oluşmasını sağlamış olur, uzlaşma tatmin edici olur. Vatandaşın Meclise ve Hukuka güveni artar. Bunlar yapılmadığı takdirde Partilerin uzlaşması yerine, birbirleriyle mücadelesi başlar. Bu da vatandaşları kamplara ayırır. Tıpkı daha önceki dönemlerde olduğu gibi. Demokrasi işlemez. Toplumun refahı için demokratik uzlaşma şarttır. Özetle, 1945'te çok partili rejime girerken, Anayasa değişikliği yapılsaydı, Anayasa mahkemesi ve Senato kurulsaydı 27 Mayıs Darbesi olmazdı. Çünkü bunlar hukukun üstünlüğünü sağlar, yasaların uzlaşma ile çıkmasını sağlar. Her ikisi de birer uzlaşmanın güvencesidir. Yeni Anayasa, yapılırken özellikle Senato kurulmasının ihmal edilmemesini temenni ederim.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Menderes Hükümetlerinin İçişleri ve Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu'na ait fotoğraflar Oğlu Prof.Dr.İlhami Nasuhioğlu'nun arşivinden alınmıştır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 183
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MERHUM MENDERES KELİMENİN TAM ANLAMIYLA ŞEHİDTİR
Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİT GAYE Vakfı Kurucusu
(Arkadaşımız Kamil Tunoğlu'nun Muhterem Mustafa Cevat Akşit Hocamızla gerçekleştirdiği sohbetten notlar.) Benim rahmetli Menderes’e ilgim Sülalem'den geliyor. Sülalemiz’in 1000 yıllık medresesi var. DenizliYatağan'da, yaklaşık 1000 yıl önce kurulmuş. Sülalemiz kurmuş bu medreseyi. Müftüler Sülalesi. Tanınan, bilinen ve saygı duyulan geniş bir aileyiz. Babam İstanbul'da Tokatlı Şakir Efendi ve Ömer Nasuhi Bilmen Hoca ile aynı yerde 15 yıl birlikte kalmışlar. Yıllar sonra Ben de İstanbul'a geldim. İstanbul İmam Hatip Okulu'na naklen kaydım yapıldı. 1956 yılı sonunda Zeyrek'de Ümmügülsüm Camii 'inde sınavla göreve başladım. Zembilli Ali Efendi Türbesi karşısında ufak bir mescit var işte orası. 1938 doğumluyum 16 yaşında Müezzinlik görevine başladım. İlk memuriyetim yani. 184 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Babam da buraya çok yakın bir medresede eğitim almış. Amcam Dr. Baha Akşit o tarihlerde DP Grup Başkanvekili. Denizli milletvekilidir. Hüsnü Akşit var bir diğer amcam, Denizli'den ilk milletvekili DP'den. Partinin kurucularından. Savcı idi. 1952'de vefat etti. Baha amcam ara seçimde Hüsnü Akşit amcamın yerine seçildi. Yassıada mazlumlarındandır. İdamlıklardandır. İhtilale kadar aralıksız Denizli milletvekili idi. Nurettin Topçu felsefe hocamdı. Doçentti. Dindar olduğu için O’nu üniversitede barındırmadılar. 1959-64 yılları arasında hem Yüksek İslam Enstitüsü'nü, hem de İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdim. İmam hatip okullarının lise kısmı yok o zamanlar. Millet yıllardır dine uygulanan baskılardan bunalmış. Demokrat Parti'nin din eğitimine getirdiği serbestiyetle halk imam hatip okullarına hücum etmiş. Çocuklarını okullara gönderiyor. Bu okullar çok popüler. Her yerde de yok. Ama bu okulların daha lise kısmı da açılmamış. Müslümanlar istiyor ki lise kısmı da açılsın. Yüksek kısmı açılsın. Bu arada ülke genelinde imam hatip okulları açma yaptırma ve yaşatma dernekleri kurulmaya başlanmış. Aslında birçok ilde de kurulmuş ve faaliyette. Bu dernek mensupları o zamana göre varlıklı müslümanlar. İşte onlar bir araya gelmişler, toplantılar yapmışlar, İstanbul'da yaptıkları toplantılar sonucu konuyu Başvekil Adnan Menderes başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı ve Milli Eğitim Bakanına aktarıp, onlardan imam hatip liselerinin yüksek kısmının yani lise kısmının açılmasını isteyecekler. İstanbul'da bir heyet oluşturulmuş. Heyette o günün önemli isimleri var. Heyete bizi de dahil etmişler. Ben de çok gencim. 16-17 yaşlarındayım. Beni de dahil etmelerinin sebebi, Dr. Baha Akşit'in yeğeni olmam tabii ki. Demişler bu genç bize yardımcı olur Ankara'da… Ve heyete dahil oldum. Benim memleketim olan Denizli Yatağan'da halk dini baskılara müthiş bir şekilde direndi, taviz vermedi. Caminin minaresi yoktu. Dışarıdan zaman zaman Türkçe Ezan okunsa da camii içinde istisnasız Arapça olarak Ezan okunurdu. 16 Haziran 1950’deki ilk Arapça Ezanın okunma durumunda halk bayram etti. Şükür secdelerine kapandı. Herkes sevinçten ağlıyordu. Tam bir bayram havası vardı. Herkes gözyaşları içinde Menderes'e dua ediyordu. Erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlılar hepsi secdelere kapanarak Menderes'e dua ediyordu. Müthiş bir manzaraydı. Ben o zaman daha 12 yaşındaydım.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Ankara'ya gittik, Heyette Demokrat Partili olmayan inançlı kişiler de vardı. Mesela Adana’lı Mehmet Bey, Konya İmam Hatip Müdürü Bekir Bey. Bunlar Menderes'i sevmiyor ama heyete almışlar. Ben onlara kızıyorum ama yapacak bir şey yok. Ankara'da amcamla buluştum. Konuyu anlattım. Amcam bana "Cevat, Başvekil kimseyle görüşmüyor, çok gergin, ziyaretçi kabul etmiyor. Ama sizi çok sever. Size hayır diyeceğini sanmıyorum" dedi. 1958 yılının Ocak ayı idi. Amcam Menderes'e gidiyor, konuşuyor. Menderes amcama "Baha bey, biliyorsun ki kimseyi kabul etmiyorum. Ama bu insanlara hayır diyemem. Onları ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Akşam saat 10:00'dan sonra Başbakanlığa değişik kapılardan birer ikişer gelsinler, ama toplu gelmesinler. Ben polislere tembih edeceğim" demiş. Biz böylece randevu işini netleştirdik. Heyet kendi içinden bir sözcü seçti. Sözcü de Konya İmam Hatip okulunun müdürü Bekir Bey'di. Ama biz bu arayı iyi değerlendirelim istedik. Doğruca Cumhurbaşkanı ile görüşmek için Çankaya Köşkü'ne gittik. Çankaya’ya çıktık. Biz içerden haber beklerken akşam oldu. Bahçede bekleşiyoruz. Ben bu arada coşkulu bir şekilde akşam ezanı okudum. Bahçede cemaatle namaz kıldık. Heyetten biri imam oldu ben de müezzin. Görevliler bir şey demedi. Sonra bizi salona aldılar. Akşam yemeğini yedirdiler. Ancak Cumhurbaşkanı ile görüşemedik. Oradan çıktık Meclis Başkanı Refik Koraltan'ın ziya-
rete geldik. Onu da evinde ziyaret ettik. Bizi kabul etti mesele anlatıldı. Koraltan o tok sesiyle "Tabii tabii bu meseleyi halledeceğiz. Açacağız açacağız bu okulların yüksek kısmını" dedi. Ancak Koraltan'ı o zamanki halimle pek sevmedim. Samimi gelmedi bana. Ondan pek Ümitli olmadım. Oradan ayrıldık. Saat gece 10'a doğru Başbakanlığa geldik. Değişik kapılardan içeri girdik. Bizi bir salona aldılar. Dikdörtgen ovalimsi bir masaya oturduk. Ben tam Başbakan'ın oturacak olduğun karşısına oturdum. Menderes'i beklemeye başladık. Ve rahmetli Menderes içeri girdi. Koruma polisine "Sen anahtarı ver evladım sen çık" dedi. Anahtarı aldı kapıyı arkadan kilitledi. Hiç mi unutamıyorum bu anı. Hepimize hoşgeldiniz dedi. Çok kibar konuşuyordu. Çok şık bir giyimi vardı. Yakışıklı biriydi. Güleç yüzlüydü. Mütebessimdi. Bekir Bey sözcü olarak ayağa kalktı. Birkaç kelam etti. Menderes: "Konuyu biliyorum. Lütfen oturun, lütfen oturun. Yorulmayın" dedi. Bir başladı konuşmaya, üniversitelerdeki solcu ve masonik faaliyetlerden bahsetti. Üniversiteler karıştırılıyor, huzurumuz bozulmak isteniyor. Aleyhimize nümayişler tertipleniyor. Sokaklar hareketleniyor. Bunların iddialarının hiçbiri doğru değil. Amaç farklı. Bunların arkasında masonik mihraklar var dedi. Sonra "Biz millet olarak İslam'la bütünleşmişiz. Bizim hamurumuz İslam'la yoğrulmus. Biz imansız İslamsız
Baha Akşit- Denizli Valisi- Başbakan Adnan Menderes ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 185
yâ
üdd
in G Ü M Ü Ş H
E AN
M eh S.) me K. ( d Za hid KOTKU
yaşayamayız. Bugün bu millet hala ayakta ise, biz hala güçlü bir şekilde varlığımızı devam ettiriyorsak, ak sakallı bir dedenin kucağında onun dualarıyla veya bir nenenin dualarıyla yetişmiş olmamıza borçluyuz. Bizi ayakta tutan imandır, onsuz yaşayamayız onsuz duramayız. Sonra gittikçe duygulandı. Sesi titremeye başladı. Gözlerinden yaşlar boşalmaya, ağlamaya başladı. "Ben ne zaman dine ve din eğitimine önem vermeye başlasam, bu konuda bir şeyler yapmaya çalışsam arkadaşlarım "Laikliğe aykırıdır" diye beni desteklemiyorlar. Karşı çıkıyorlar. Engel oluyorlar. Ben yalnızım, ben yalnızım" diye ağlarken hıçkırıklara boğuldu. Defalarca ben yalnızım ben yalnızım dedi. Devamla "Benim müsteşarım maşrık-ı azam. (Ahmet Salih Korur) Etrafımı çepeçevre kuşatır olmuş, nefes alamıyorum. Özel kalemim bile onlardan" dedi. Tam iki buçuk saat sürdü görüşme. Kendisi hüngür hüngür ağlarken hepimizi de ağlattı. Allah rahmet eylesin. "Bizim ayakta kalmamızın tek şartı imandır, İslam'dır, dindir. Dinimize tam manasıyla hizmet edemiyorum, hizmet ettirmiyorlar, çok üzgünüm, kahroluyorum." En sonunda da "Hayatım pahasına da olsa İmam Hatip'in Lise kısmı ve Yüksek İslam Enstitüleri'ni açacağım" dedi. Heyettekilerin hepsi elini öpmek istedi. Hiç kimseye öptürmedi. Güçlü bir insandı. Ama ben elini öpmeyi kafaya koydum. En sona kaldım. Tokalaşma anında sol elimle dirseğinden tuttum kolunu çekmesin diye. Kolunu çektirmedim elini öptüm. Sonra bana dönerek elini omuzuma koydu ve "aferin, aferin" diyerek sırtımı sıvazladı. Rabbim ahirette sorgu sual ederken “Menderes için ne diyorsun? Şahitliğin nedir?” diye bana sorsa ben Rabbime şöyle diyeceğim: "Rabbim ben Adnan Menderes'i iyi 186 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Pr İ of. KŞ Dr. A Mustafa Cevat
T
ed
Zi
Vİ
m
(K
Ah
. S .)
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
bilirim. O Müslümandı. İmanlı bir insandı. O Mümindi. O samimi bir Müslümandı. Ben O'nun İmanına da, Müslümanlığına da, dine hizmet etme konusundaki samimiyetine de şahidim Allah'ım. " O zaman Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı idi. Bayar'ın adamıydı, yanaşmadı buna. Menderes Celal Yardımcı'yı Devlet Bakanlığı'na kaydırdı. Tevfik İleri Nafia Vekili iken, Milli Eğitim Bakanlığı'na getirdi. Ve bu şekilde bu sorunu aşarak Yüksek İslam Enstitüsüsü ve İmam Hatiplerin lise kısmını açtı. Bir yıl geçtikten sonra 1959 yılında Çarşamba'da İstanbul İmam Hatip'in okul binasında ilk defa Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. Açılış merasimi olacak. İlk imtihanda 69 kişi aldılar. Ben de kazandım sınavı ve törendeyim. İlk sıralardayım. Yusuf Türel İlim Yayma Cemiyeti Başkanı. Türel kürsüde konuşuyor: “Neden 69 kişi? Niye 690 kişi değil? Para derseniz verelim. Bina derseniz yapalım” diye coşkulu bir konuşma yaptı. Bu arada eleştiriler de yaptı tabii. Sonra kürsüye Bakan Tevfik İleri çıktı. Konuşmasında “Ne olur üstümüze gelmeyin arkadaşlar. Bizim bu okulu hangi şartlarda açtığımızı Siz bilemezsiniz, neleri karşımıza aldık. Ne mücadeleler verdik. Hiçbirini bilmiyorsunuz. Ne olur gelmeyin üstümüze. Biz istemez miyiz daha fazlasını yapalım. Biz istemez miyiz dinimize daha fazla hizmet edelim. Ne olur, ne olur sabırlı olun, üstümüze gelmeyin." Bakan Tevfik İleri kürsüde ağlıyordu. Adnan Menderes'in selamlarını ve muhabbetlerini iletti. Bir alkış tufanı koptu. O zamanlar çok çetindi. O zamanlar farklı bir zamandı. Ben 1971 yılında Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü Müdürü oldum. Namazımı odamda kılarken bile kapıyı
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU kilitleyip kılıyordum. Beni namaz kılarken görmesinler diye. Çünkü namaz kılanlar hemen fişleniyordu. Müfettişler geldiğinde soruşturmayı savıyordum. Yönetici kesiminden kimse açıktan namaz kılamıyor. Size garip geliyor değil mi? Evet bugünlere kolay gelinmedi. Rahmetli Menderes Şehid’tir. O büyük bir zulme uğradı. Çok eziyet ve işkence gördü. İnşallah günahlarına kefarettir. Menderes bir kahramandır. Menderes kelimenin tam anlamıyla Şehid’tir. Allah O'ndan razı olsun. Ben Yassıada’ya da gittim. Akraba kontenjanından değil. Duruşmalara ziyaretçi olarak götürülenler kendi adamları. Bir gün önceden Dolmabahçe Camisi'nde kaldım. Sabah erkenden sıraya girdim. İsmimin yedek yazdırdım. Gelmeyen birisinin yerine ilk yedek olarak çağırdılar. Hemen gemiye girip, geminin bodrum katına koştum. Akşit soyadından dolayı uyandı bir görevli. Beni gemiden dışarı çıkarmak için aradılar ama bulamadılar. Bu şekilde gittim Yassıada’ya. Duruşma salonunda önden üçüncü sıraya geçtim. Menderes, amcam ve diğerlerini görebilmek için. Sonra hepsini aldılar salona herkesi yerlerine oturttular. Menderes'i gördüğüm anda tüylerim diken diken oldu. O pehlivan yapılı insan gitmiş, yerine bir deri bir kemik kalmış, avurtları çökmüş, omuzları düşmüş, tanınmaz hale gelmiş birini gördüm. İçim cız etti. Yüreğim daraldı. Çok üzüldüm. Rahmetli Menderes'e çok büyük işkenceler yapmışlar. Sonra amcamdan dinledim. Sonraki yıllarda anlatırdı amcam. Orda taa Bizanslılardan kalma kuyular varmış. Amcamı da bir sefer o kuyuya sokmuşlar. Menderes'i ise neredeyse her gün bu kuyulara sokup, çıkarıyorlarmış. Amcam “Beni bir sefer bu kuyuya soktular, eğer bir kez daha soksalardı cesedimi çıkardı o kuyudan” demiştir.
Mahkeme Başkanı Menderes'i azarlıyordu. O'na suçlar isnat ediyordu. Menderes o halde iken bile nezaket ve kibarlığını bozmuyordu. Cevap vermek için söz aldığında “Efendim” diye konuşmaya başlıyor. Fakat mahkeme başkanı doğru dürüst konuşturtmuyordu bile. Yassıada'da önce hukuk katledilmişti zaten. Amcam anlatmıştı; “Menderes'in idam edileceği gün hava çok açıkmış. Pırıl pırıl bir hava varmış. Ama idama götürürken bir anda hava bulutlanmış. Adanın üzerini bulut kaplamış ve yağmur yağmış.” Çünkü mazlumdu. Çünkü o bir Şehid’ti. Menderes'in idamına neden olacak hiçbir hukuk hadisesi yok. Rahmetli Menderes her yurtdışına gidiş gelişlerinde Eyüp Sultan hazretlerinin türbesi ziyaret eder, Kanuni'nin türbesini ziyaret edermiş. Ayrıca Süleymaniye'de Gümüşhanevi hazretleri türbesini de ziyaret edermiş. Türbeler tabii biraz bakımsız. Yabancı turistler geliyor, Kanuni'nin türbesinin resmini çekerken başta Gümüşhanevi hazretleri olmak üzere kabirlerin üstüne çıkıyorlar, çiğniyorlarmış. Menderes bundan rahatsız olmuş. Orada bulunan bazı kabirleri fetva alarak başka yere nakletmiştir. Ben Esat Hoca'dan duydum. Mustafa Feyzi Efendi, Ömer Ziyaettin Efendi’lerin kabirleri vardı. Menderes, Türkiye'yi kendi öz benliğine kavuşturacak adımlar attığı ve bu yolu açtığı için idam edilmiştir. Bu işin arkasında Amerika vardır. İngiltere vardır. Mason Locaları vardır. Türkiye'nin tekrar Müslüman kimliğine kavuşmasından korkan, gelişmesinden ve büyümesinden rahatsız olanlar vardır. Müslüman Türk düşmanları vardır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 187
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES’İN İDAMINA SESSİZ KALANLAR Prof. Dr. Erol GÖKA Başbakanımız Davutoğlu, geçen hafta Ege mitinglerinde çok önemli bir tespiti dile getirdi. Yassıada cinayetleri sonrasında, Demokrat Parti’ye destek verenlerin kin ve nefret siyaseti izlememelerinin önemini vurguladı. Demokrat Parti ve milletin gönlünde taht kurmuş lideri, böylesine güçlü bir desteğe sahip olmalarına rağmen, darbecilerin baskı ve cinayetlerine belirgin bir tepki verilmemesinin nedeni, siyasi tarihimizin üzerinde en çok durulması gereken sorularından bir tanesi. Bu soruya doyurucu bir cevabımız yoksa demokrasi mücadelemizin kendine özgü niteliği hakkında kafamız net değildir. Birçok yorumcu, özellikle tüm siyasi projelerini “kitlelerin yüceltilmesi” esasına dayandıran Sol’da yer alanlar, bu soruya halkı küçümseyerek, onu “cehalete batmış, kolay kandırılan, korkak ve çıkarcı” (!) diye niteleyerek cevap veriyorlar. Onlara göre, Demokrat Parti’ye verilen desteğin aslında içi boştur; kitleler, kendilerini kim kandırırsa, küçük çıkarları için onun peşi sıra giderler, karşılarında silahlı bir güç gördüklerinde de hemen korkar, geri çekilirler. Bu millet düşmanı görüşlerini, sahici bir tezmiş gibi sallayarak küçücük-bunaltılı zihinlerine yelpaze yapanlar, Rahmetli Menderes’in ölümünden önceki son sözleri üzerine biraz olsun düşünselerdi, hakikati fark ederlerdi: “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim.” Milletimizin tarihsel ve toplumsal psikolojisi üzerine kafa yoran birisi olarak, 27 Mayıs darbecilerinin zalimliklerine ve cinayetlerine şiddetle tepki vermemesini Başbakanımızla aynı zaviyeden değerlendiriyorum. Bu değerlendirmem, yalnızca kolektif psikolojimiz üzerine gözlemlerime dayanmıyor. “Büyük Değişim Partisi”ni 188 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
kurarak siyasi mücadeleye adım attığı yıllarda Rahmetli Aydın Menderes ile olan yakınlığımız, ev ve aile ortamlarında birlikte teneffüs ettiğimiz hava da tespitlerime kaynaklık ediyor. Ne Menderes ailesinin, ne Demokrat Partililerin, ne de onları destekleyen geniş toplum kesimlerinin, darbecilere ve cinayetlerine belirgin bir tepki vermemeleri, onların korkak ruh hallerine hamledilebilir. Bir dostumun ifadesiyle, “zaliminden ve düşmanından nefret etmeyen bir ahlak ve psikoloji” de değildir neden. İlginç olmasına ilginçtir ama ilginçliğinin nedeni, sinirlerinin alınmış olması, tepkisizliği siyasi bir tavır haline getirmesi değildir. Demokrat Parti’yi destekleyenlerin, Menderes’i ve diğer demokrasi şehitlerini çok sevdikleri, ciğerpareleri olarak kabul ettikleri, onları yakından tanıyan herkesin malumudur. Onları tepkisiz, tepkisizliklerini ilginç kılan, olsa olsa omuzlarında hissettikleri sorumluluğun ağır yüküdür. Onlar, toplumu bir arada ve devleti ayakta tutma bilinci en yüksek olan insanlardı. Toplumsal değerlerin sıklet merkezini, milletin omurgasını oluşturmanın endişeli sorumluluğunu taşıyorlardı. Kaş yapayım derken göz çıkarma, devlet kılığına girmiş zulme karşı çıkayım derken devletine zeval verme ihtimalinin ölümcül şüphesiyle kıvranıyorlardı. Milletin birbirine düşmesi ve ortaya çıkacak kardeş kavgasının asıl büyük düşmanları sevindireceği hakikatinin dehşetini yaşıyorlardı. Netice olarak kaskatı kesilme, acısını kalbine gömme, kan kusup kızılcık şerbeti içtim deme hissiyatları baskındı. Kaldı ki, bir vesayet sistemi söz konusuydu. Milletin devlet ile arasındaki açı, hayli açıktı. Devleti yönetenlerin milletle iltisakları yok denecek kadar azdı. Milletle ilgisiz bir resmi ideoloji yürürlükteydi. Millet henüz çok zayıftı. Bir parça demokrasi ve seçimler sayesinde, ancak
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Demokrat Parti ile kendisini gösterebilmiş, “ben buradayım” diyebilmişti. Toplumsal merkez, siyasi değer üretecek bir güçten yoksun olduğu gibi, ortak berrak bir bakışa sahip olmaktan uzaktı. Bu nedenle, devletle birlikte bizatihi toplumun da topyekûn imhası, infilakı anlamına gelecek isyan yolu seçilmedi, sabır çizgisinde karar kılındı. Hem şartlar öyle gerektiriyordu, hem de onlara yakışan sabır ve sükûnetti. Peki, şimdi bir darbe girişimi olsa, yine aynısı mı olur, toplum sükûta mı gömülür? Elbette toplumsal merkezi, toplumun omurgasını oluşturan insanlar, genelin çıkarını gözetirler, kin ve nefretle hareket etmezler ama şer odaklarına karşı tavırları da epeyce farklı olur. Köprülerin altından çok sular aktı. Menderes ve arkadaşlarının katledilmelerinden bu yana geçen 60 yıl boyunca, toplumsal merkez, bir yandan varlığını pekiştirirken bir yandan da siyasi müteka-
Yörük Ali Efe Ayyıldız Çetesi Mücahidi Sultanhisar / Kavaklı
bilini üretmeyi başardı. Artık toplumsal merkezi temsil eden bir siyasi merkez var. Merkezi değerleri taşıyan toplumsal omurga, 12 yıldır giderek artan biçimde bir siyasi hareket etrafında kenetleniyor. Değişimin gücü, toplumsal dinamizm, merkezden çeperlere doğru yayılıyor. Toplumsal ve siyasi merkez, el ele vererek eski sistemi değiştiriyor, milletle devlet barışıyor. Müslüman bir toplumda demokrasi tecrübesi, adım adım derinleşerek inşa oluyor. Cumhuriyetin bağımsızlıkçı ruhu, Menderes’in millet tabanına dayalı demokrasi anlayışı, Milli Görüş’ün ümmetçi meydan okuması, Özal’ın hem gelenekten hem dünyadan kopmayan yürüyüşü, değişik kollardan gelerek ana ırmağın debisini arttırıyor. Şimdi yapılacak bir darbe girişimi, bu ırmağın coşkulu akışını, bırakın ket vurmayı, bir an bile durduramaz. Küçük bir çöp yığını misali denize sürüklenir.
Adnan Menderes Ayyıldız Çetesi Reisi Koçarlı / Çakırbeyli
Konyalı Ahmed Hocaefendi Ayyıldız Çetesi Sarıklı Mücahidi Koçarlı
Milli Mücadelemizde, Aydın Koçarlı cephesinde kurduğu "AYYILDIZ ÇETESİ" ile işgalci Yunan'la savaşan İstiklal Madalyalı Başvekilim hakkını helal et bizlere... Bilemedik kıymetini, alamadık ipten seni ve bu bize gittikçe artan bir dert oldu...
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 189
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 MAYIS DARBESI VE ADNAN MENDERES ÜNIVERSITESI Prof Dr. Atilla YAYLA İstanbul Ticaret Üniversitesi
27 Mayıs darbesi 55 yaşını tamamladı. Demokrasi döneminin ilk darbesiydi. Alçakça bir tavırla ve hukuk hocalarının teşviki ve öncülüğüyle düzmece mahkemelerde yargılanan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın asılmasına yol açtı. Sonraki darbelere meşruiyet taşıdı, tüm müstakbel darbecilere cesaret aşıladı. Bugüne kadar süren bürokratik vesayet sisteminin kurulmasını sağladı. Bu yüzden 27 Mayıs'ı asla unutmamalı ve unutturmamalıyız. Onu ve faillerini devamlı kınamalıyız, yargılamalıyız, vicdanen mahkûm etmeliyiz. Aksi takdirde, darbelerin ardında yatan mantığı anlayamayız, vesayet sistemiyle etkili şekilde mücadele edemeyiz. Mayıs darbesinin sistemik sonuçları şunlar oldu: İdeolojik devletin tesisi. Darbeciler 1961 Anayasası ile ideolojik devletin kurulmasını tamamladı. İdeolojik devletin tek parti diktatörlüğüne uzanan bir geçmişi elbette vardı. Ancak, 1960 sonrasında devletin ideolojik pozisyonu ve misyonu iyice takviye edildi. Kemalizm adı verilen ideoloji(msi) ülkenin resmî ideolojisi mertebesine yükseltildi ve demokrasinin önüne geçirildi. Demokratik siyasetin alanının daraltılması. Egemenlik Meclis üzerinden halka ait olmaktan çıkartıldı ve bürokratik kurumlar siyasal egemenliğe ortak kılındı. Devlet alanı demokratik usullerle işbaşına gelecek hükümetler aleyhine olacak şekilde daraltıldı. Eğitim, savunma gibi konular demokratik tesir ve murakabe alanının dışına alındı. Askerî bürokrasiye imtiyazlı bir statü tanınması. Demokratik ülkelerdeki uygulamadan ayrılarak Genel Kurmay Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olmaktan çıkartıldı ve GKB Başbakana karşı “sorumlu” kılındı. Bu sorumluluğun ne anlama geldiği belli değildi ama kesin olan GKB'nın kendi başına kaldığıydı. GKB son yıllara kadar gerçek başbakan olarak sistemde yer aldı. Birçok alanda son söz ordudaydı. AK Parti hükümetinin reformlarına kadar GKB'nın yargılanmasıyla ilgili bir düzenleme dahi mevzuatta yer bulamadı. Yargı, üniversiteler ve medyanın bürokratik vesayet sisteminin sacayakları olarak düzenlenmesi. Yargı ve üniversiteler askeri bürokrasiye eklemlendi. Yargı askerle birlikte demokratik hükümetleri sınırlamak ve gerekirse cezalandırmak, üniversiteler ise resmî ideolojiyi meşrulaştırmak, yeniden üretmek ve elit tabaklara aşılamak üzere siperlere yerleştirildi. Aynı şekilde, medya da devletin uzantısı olacak şekilde dizayn edildi. Artık medyanın görevi gerektiğinde demokratik hükümetlere devlet adına savaş açmak ve devletin yanlışlarını saklamak veya hükümetlerin üzerine yıkmaktı. Devlet resmî 190 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ilanları ve kağıt sübvansiyonlarını medyayı kontrol altına almanın araçları olarak kullandı. Ayrıca mesleğe giriş de bir çeşit zümre faaliyeti hâline getirildi. Bu yüzden medya on yıllar boyunca kelimenin gerçek anlamında çeşitlilik ve çoğulluktan uzak kaldı. Bu sistem bugüne kadar yaşadı, yaşatıldı. Demokratik hükümetler ve merkez sağ partiler buna direndi. Adâlet Partisi, Anavatan Partisi ve AK Parti ana direniş odakları oldu. 1960 darbesinin ertesi günü başlayan sivil toplumdevlet ve seçimlerden sonra doğan hükümet-devlet kavgası birikimli şekilde günümüze kadar ulaştı. Sistemde gedikler açıldı ama vesayet sisteminin tam olarak tasfiye edildiğini söylemek hâlâ zor. Askerî bürokrasinin nispeten geriletildiği ve gevşetildiği olduysa da vesayet asla tam olarak yıkılamadı. Son yıllarda askerlerden doğan kısmî boşluğu başka bir üniformalı grup (polis) doldurmaya çalıştı. Bürokratik vesayet sistemi sacayaklarından biri olarak üniversiteleri görmüş ve düzenlemişti. Bu öylesine etkili oldu ki, üniversiteler demokrasinin değil vesayetin kaleleri olarak işledi. Tüm üniversiteler bu çizgide kaldı. Demokratik hükümetler tarafından Aydın'da kurulan ve Adnan Menderes Üniversitesi adı verilen yüksek öğretim kurumu da üniversitelere tanınan alanın ve verilen misyonun dışına çıkmadı, çıkamadı. Belki de çıkmayı asla düşünmedi, istemedi. Adını taşıdığı Adnan Menderes'in hatırasına ilgi ve saygı göstermedi. Şükürler olsun ki şimdi bu değişiyor. 27 Mayıs darbesinin 55. yılı münasebetiyle Adnan Menderes Üniversitesi 28 Mayıs'ta gazetelere tam sayfa bir ilan verdi. İlanda şunlar söylendi: “Demokrasi tarihimizde yaşanan travmaların başlangıcı olan 27 Mayıs 1960 askerî darbesi 'millî iradenin' baskı altına alındığı kara bir gün olarak hatırlanmaktadır. Demokrasiye ket vurularak halk iradesinin yok sayıldığı ve milletin gönlünde derin acılar bırakan darbenin 55. yıl dönümü vesilesiyle her türlü darbeci ve vesayetçi anlayışı kınıyoruz. Türkiye siyasetinde demokrasinin mimarı olan merhum Başbakan Adnan Menderes'in adını gururla taşıyan Üniversitemiz, demokrasi ve kardeşliğin tesisi için her türlü bilimsel ve akademik çalışma yapmaya hazırdır. Demokrasi tarihimize damgasını vuran Menderes ve arkadaşları ülkemize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacaktır. 27 Mayıs 1960 darbesinin 55. yıldönümünde, demokrasi şehirlerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz.” Bu ilanı vermiş olmasından, böylece Adnan Menderes'in aziz hatırasına ve demokrasiye sahip çıkmasından ötürü Rektör Prof. Dr. Cavit Bircan'ı, ayrıca Bircan'ın şahsında Üniversiteyi ve mensuplarını tebrik etmeyi zevkli bir görev sayıyorum. Sağ olun, var olun!
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Bana göre İstanbul'a yeni ve büyük bir camii yapmanın zamanı gelmiştir. Ve bunun dün Taksim'de bugün Göztepe'de bir parkta yapılmak istenen camilerle hiçbir ilgisi yoktur. Bu Cami her yerden görülebilmeli ve İstanbul'un siluetine damgasını vurmalıdır. Yepyeni bir mimari tarzıyla inşa edilmelidir. Ses düzeninden, ısısının ayarlanmasına, namaz öncesi ihtiyaçlara vereceği hizmetten kütüphanesine kadar her yönüyle en son teknolojik imkânlardan istifade etmelidir. İstanbul'a yapılacak böyle bir anıt eser; bizi birbirimize, dünümüzü bugüne, bugünümüzü de yarına bağlayacak olan en anlamlı ve en güzel girişimlerden birisi olacaktır. AYDIN MENDERES
Tercüman / 16 Kasım 2005
CUMHURBAŞKANIMIZ SAYIN RECEP TAYYIP ERDOĞAN BEYEFENDI'YE, İSTANBUL'UMUZA ÇAMLICA CAMII GIBI MUHTEŞEM BIR ESER KAZANDIRDIKLARI IÇIN NE KADAR TEŞEKKÜR ETSEK YINEDE AZDIR. DUALARIMIZ SENINLE EY MILLETIN ADAMI! ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 191
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES DÖNEMI HERKESE NASIL FARK ATIYOR?
Prof. Dr. Güven SAK TOBB Üniversitesi Rektör Yardımcısı TEPAV Kurucu Direktörü
Aşağıdaki grafikler Dünya Bankası’nın “Türkiye’nin Dönüşümleri: Entegrasyon, Kapsama, Kurumlar” raporundan alınma. Geçen gün raporu yeniden okurken bu grafiğe dönüp dönüp yeniden baktığımı fark ettim. Grafiğin neden ilgimi çektiğini bugün size de anlatayım. Ama önce grafik neyi anlatıyor oradan başlayayım. Bu grafik iki tür malumat içeriyor. Birincisi, Türkiye’nin 1950’lerden başlayarak 10 yıllık dönemler itibariyle ortalama yıllık reel büyüme hızını gösteriyor. Ama ayrıca bizi bize benzeyen ülkelerle de karşılaştırıyor. Her dönem için hem Türkiye’nin ortalama yıllık büyüme hızı hem de bir grup kontrol ülkesinin ortalama yıllık büyüme hızı veriliyor. Bu kontrol grubunda kimler var? Bölgemizden Mısır, Ürdün, Suriye, Fas ve Tunus var. BRICS ülkeleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika var. Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinde olan Arnavutlukve Sırbistan var. En son Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan, Hırvatistan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve Slovakya var. Ayrıca Kore, Malezya, Filipinler, Meksika ve Endonezya da var. Bu kontrol grubu ile birlikte bakınca, biz bir şeyler yaparken onlara fark mı atıyoruz yoksa onlar mı bize fark atıyor, ayrıca görebilmek mümkün oluyor. Elbette büyüme sürecini etkileyen 192 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
bir sürü gösterge var. Ama böyle kuşbakışı bakınca bakın nasıl görünüyor? Birincisi, 1950’lerden günümüze, Menderes dönemi diğer dönemlerin hepsine yıllık ortalama reel büyüme açısından fark atıyor. Türkiye, 1950’lerde yüzde 8’i aşkın bir ortalama büyüme hızını yakalamış. Bir nevi Çin gibi işe başlamış görünüyor. Sonra hiç böyle bir büyüme oranını yakalamak mümkün olmamış. 2000’li yıllarda, Erdoğan döneminde mesela, bu performansa yaklaşamamış gibi duruyor Türkiye. İkincisi, yıllar itibariyle bir sıralama yapmak gerekirse ortalama büyüme hızı açısından ne çıkıyor? En hızlı büyüme 1950’lerde olmuş. Sonra ikinci hızlı büyüme dönemi 1960-1980 arası, iki darbe arası dönem. O dönem Türkiye’nin ithal ikameci kalkınma yılları. Sonra geliyor Özallı reform yılları ve de şimdiki dönem. Üçüncüsü, bize benzeyen ülkelerden daha iyi performans gösterdiğimiz iki dönem olmuş. İlki yine 1950’ler. Bize benzeyenler yüzde 5’i yakalarken biz yüzde 8’deyiz. Diğeri ise 1990’lar. Biz burada genellikle 1990’lara kayıp yıllar olarak bakarız. Hakikaten yıllık ortalama büyüme oranımızın yüzde 4’lere düştüğü bir 10 yıldan bahsediyoruz ama bakın bize benzeyen ülkelerin 2 katı performans gösteriyoruz. Nedir? Şartlar o kadar da iyi değilken, dünyada arka arkaya krizler olurken Türkiye aslında hiç de fena bir performans göstermemiş gibi duruyor. Meksika krizi herkesi vurmuştu o zaman. Bizi sanki daha bir teğet geçmiş. Şartlar kötüyken Türkiye, kendisine sunulan imkânları kötü kullanmamış gibi duruyor bu seviyeden bakınca. Dördüncüsü, kontrol grubundaki bize benzeyen ülkelerden daha kötü performans gösterdiğimiz iki dönem var. İlki 1960’lar, ikincisi ise 1970’ler. Buna nasıl bakmalı? Bu dönemde ağırlıkla Süleyman Demirel başbakan. Acaba “Süleyman Demirel dönemlerinde Türkiye, dünyadaki benzerlerinden daha kötü bir performans gösterdi” demek ne kadar doğru olur? 1960’larda ve 1970’lerde iki tane askeri müdahale var sonuçta. 1970’ler Türkiye’de siyasi çatışmaların zirve yaptığı bir büyük siyasi istikrarsızlık dönemi. Hani arada, “sonra Türkiye 1980 öncesine döner” denilen dönem, o dönem. İşte o dönemde, Türkiye’nin ortalama performansı, Türkiye’ye benzer ülkelerden daha kötü. Siyasi istikrarsızlık, performansı olumsuz etkiliyor galiba. Beşincisi, kontrol grubundaki ülkelerle benzer bir performans gösterdiğimiz iki dönem olmuş 1950’lerden beri. İlki 1980’ler, ikincisi ise 2000’li yıllar. Özal dönemindeki performansımız ile Erdoğan dönemindeki performansımız bu açıdan bakıldığında birbirine benziyor. Her iki dönemde de biz ve bize benzeyenler, dünyanın getirdiği imkânları benzer bir biçimde kullanmışız. Elbette 1950’den beri Türkiye çok mesafe kaydetti. Kişi başına milli gelirimiz bir kaç yüz dolardan 10 bin
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dolara yükseldi. Ama hem en yüksek büyüme oranına ulaştığımız dönem hem de dünyaya fark atığımız dönem, hep 1950’li yıllara rastlıyor. Hangi yıllar? Türkiye’nin NATO’ya girdiği, Batı ittifakının ayrılmaz bir parçası haline geldiği yıllar. Bu kadar mı? Değil elbette. Ayrıca dünyada ikinci savaş sonrası yeniden yapılanmanın başladığı, Marshall planı yılları. Türkiye’de ise kırdan kente göçün, özel sektöre dayalı sanayileşmenin başladığı yıllar. Bakınca hepsi bana ayrı ayrı ilginç geldi doğrusu. 1950’lerdeki hızlı büyümeyi neye borçluyuz? Verimlilik artışlarına. Dünya Bankası raporuna göre, 1950’den beri Türkiye’de toplam faktör verimliliğinin en yüksek olduğu yıllar, yine o yıllar. Savaş sonrası toparlanma ve tarım reformunun getirdiği etkinlik artışı diye tanımlıyor rapor o dönemi. 2000’li yılların başında, Avrupa Birliği reformları ile birlikte de verimlilik artışları görmüştük Türkiye ekonomisinde. Ama şimdi ekonomimizde verimlilik artışlarının ortadan kalktığı yeni bir dönemin içindeyiz. 1995-2011 arasında verimlilik artışları kontrol grubunun üzerindeydi. Artık değil. Sorun olan da bu zaten.
Peki, hiç mi umut yok? Var. 10’uncu Kalkınma Planı bu amaçla bir dizi hedef ortaya koymuştu. Dönüşüm programları bu çerçevede hazırlanmaya başlamıştı. Ama orada kaldı. Yol var ama hareket yok halen. Bir nevi, ses var görüntü yok. Bundan sonra büyümek için bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ben Dünya Bankası’nın raporunda sayılan olasılıkları sıralayayım. Siz düşünün. Birincisi, kadınlarımızın daha fazla çalışmaya başlamasını sağlayabiliriz mesela. İkincisi, eğitim reformu yaparak orta ikiden terk bir ülke olmaktan çıkıp yeni çalışmaya başlayacakların verimliliklerini artırabiliriz. Üçüncüsü, bir teknolojik yenilenme süreci ile her sektörde verimlilik artışlarını tetikleyecek yeni bir yol tasarlayabiliriz. En önemli etki nereden gelir? Teknolojik yenilenmeden. Ben teknoloji transferine dayalı bir inovasyon sürecini bu nedenle önemsiyorum. Bizim her durumda düne benzemeyen bir şeyler yapmaya başlamamız gerekiyor. 1500 dolar kişi başına gelirden 10 bin dolara nasıl geldiysek aynı şeyleri, aynı biçimde yaparak 10 bin dolardan 25 bin dolara çıkamayız.
Şekil 1: Türkiye ve benzer ülkelerin ortalama yıllık reel büyüme hızları, %, 1950-2010 Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions
*Bu köşe yazısı iktibas olup 11.01.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Şekil 2: Değişik dönemlerde Türkiye’nin büyüme performansının alt bileşenleri (%) Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 193
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRK DEMOKRASISININ DOĞUM TARIHI: 14 MAYIS Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
1. GİRİŞ
Yeni Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kemalist kadrolarca tasfiyesi sonucunda kurulmuştur. Millî mücadelenin M. Kemal önderliğindeki sivil ve asker kadrolarca, Türk ulusunun yurt sathındaki girişim ve katılımına dayanarak başarıyla sonuçlandırılması, beraberinde yeni sosyal ve siyasal sorunlar getirmişti. Bu sorunlar büyük ölçüde, aslında bir “vatan müdafaası” mahiyetinde olan Millî Mücadele’nin bu karakterinden doğuyordu. Çünkü, bu hareket, ona katılanların ve en azından Mustafa Kemal dışındaki önderlerinin gözünde, yurdu düşman istilâsından kurtarma girişiminden başka bir şey değildi. Millî Mücadele’nin Türkiye’nin siyasî rejimini değiştirme amacı yoktu. Sadece halk değil, sivil ve asker bürokratlarla aydın kadroların da çok büyük bir kısmı, giriştikleri mücadelenin sonucunda Saltanat ve Hilâfetin kaderinin de değişebileceğini akla getirmiyordu. Ne var ki, yeni Türkiye’nin doğmasını sağlayan amaç değişikliğinin işaretleri M. Kemal’in İstiklâl Savaşı boyunca ortaya koyduğu genel tutumda bulunabilir. Millî Mücadelenin önderi, özellikle 1920-22 yılları arasındaki söz ve hareketleriyle, mücadele başarıyla sonuçlanınca siyasî rejim sorunun da gündeme getirileceğini hissettiriyordu. Esasen, onun kafasındaki proje daha kapsamlıydı; yalnızca siyasal meşruluğu veraset temelli olmaktan çıkarıp “ulusal egemenlik”e dayandırmayı arzu ediyor değildi, aynı zamanda kapsamlı bir modernleşme hareketini de başlatmak istiyordu. Bir bakıma, yurdun düşman saldırısından kurtarılması başarısını bir “devrim”le, Fransız tarzı bir devrimle tamamlamak istiyordu. Başka bir ifadeyle, Kemalist Devrim Millî Mücadelenin kaçınılmaz bir sonucu değildi; istenseydi “eski rejim”in restorasyonu yoluna gidilebilirdi. Mamafih böyle yapılmamış olmasının siyasal geleneğimizde bir kopukluk yarattığı da bir gerçektir. Söz konusu kopukluk ne yazık ki önemli problemler yaratmıştır. Bunların başında, Cumhuriyetin bir “meşruluk krizi”ni göğüslemek zorunda kalmış olması gelmektedir. Bu kriz Kemalist paradoksal bir tutum izlemeye sevkeden belki en temel nedendir. Bu paradoks, “ulusal egemenlik”i siyasî şiar edinen kadroların, s,yasal katılımı reddeden bir siyaset uygulamış olmalarıdır. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” deniyordu ama ulusun adına egemenliği, onun “gerçek” çıkarlarını bildiği varsayılan (Cumhuriyet) Halk Fırkası önderleri kullanıyordu. Bu model içinde halkın hemen hemen hiç yeri yoktu; o, olsa olsa siyasal söylemin (discourse) belâgat malzemesiydi. Esasen devrimci bir rejimin aynı zamanda “demokratik” olmasına imkân yoktu(r). Kaldı ki, mesele yöntemin devrimciliğinden ibaret de değildi; devrimin amacı veya özüyle toplumun geleneksel değerleri arasında esaslı bir bağdaşmazlık vardı. Kemalist kadroların ise, amaçladık194 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ları “modern” değerlerin toplum tarafından evrimci bir biçimde benimsenmesini bekleyecek vakitleri yoktu! Cumhuriyet Türkiyesi ile eski rejim arasındaki kopukluğun biraz daha farklı bir boyutu, yeni baştan bir siyasî gelenek oluşturma sorununda kendini göstermektedir. Geçmişten kalan siyasal (bürokratik değil) mirası tümüyle reddeden Kemalist rejim, bunu yapmakla Meşrutiyet döneminde oluşmaya başlamış olan anayasal rejim ve çoğulculuk deneyimiyle de bağları koparmış oldu. Başka bir deyişle, Kemalist Türkiye Osmanlı’nın anayasal/parlamenter monarşi girişimini yarıda kesmiş, bu kopma ancak 1946’dan sonra –fakat bu sefer cumhuriyetçi bir model içinde- telâfi edilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan düşünüldüğünde, Türkiye bir millî mücadele vermek zorunda kalmasaydı, belki bugün demokrasi yolunda daha “ileri” bir noktada olabilirdik. 2. ÖZGÜRLÜKÇÜ-ÇOĞULCU BİR SİSTEME DOĞRU İLK ADIM Modern Türkiye 1923-1946 yılları arasındaki dönemi otoriter tek parti yönetimi altında geçirdi. Hatta 30’lu yıllarda siyasal rejimi –Recep Peker’in başını çektiği- faşizan bir doğrultuya çevirme girişimi yaşadı, fakat Atatürk’ün bunu engellediği anlaşılıyor. Çoğulculuğu reddeden CHP diktatörlüğü Atatürk’ün ölümünden sonra ve İkinci Dünya Savaşı’nın iç politik durum üzerindeki baskısının da etkisiyle, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini tanımama yönündeki baskıcı uygulamasını daha da katılaştırdı. Ne var ki, savaş sona ermek üzereyken CHP yönetimi kendini yepyeni bir takım sorunlarla karşı karşıya buldu; bunlar bir bakıma, 1923’ten beri uygulanmakta olan siyasal modelin tıkanma noktasına geldiğini gösteriyordu. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini tanımayan, onları hukuk güvencesinden uzak bir biçimde adetâ “polis devleti” anlayışıyla yöneten ve üstelik onlara asgarî ölçüde bir refahı da sağlamayan bir rejimin “meşruluk krizi”nin keskinleşmesi mukadderdi. Halkı daha fazla özgürlüksüz bırakmak ve siyasetin dışında tutmak, rejimi işlemez hale sokabilirdi. Başta İ. İnönü olmak üzere, devrin ileri gelenlerinin bunu idrak etmiş oldukları tahmin edilebilir. Üstelik İkinci Dünya Savaşı sonunda faşist totaliteryenizmin yıkılmasıyla birlikte bütün dünyada “demokrasi rüzgarları” esmeye başlamış; hatta savaş sonu konjonktürü içinde Batı dünyasına yanaşmak zorumda kalan Türk politikasına bu yönde dış baskılar gelmeye başlamıştı. Kaldı ki Türkiye’nin 1945’lerdeki iktisadî durumunun parlak olmayışı, yöneticileri –başta ABD olmak üzere- Batılı demokrasilerin “anlayış”ına muhtaç hâle getirmişti. Buna bir de kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsünde söz hakkı ve ülkemizin doğusundan toprak talebinde bulunmasın eklersek, manzara tamamlanmış olur. Böyle bir uluslararası ortam içinde özellikle “hür dünya” ülkelerinden anlayış bekleyen Türkiye’nin önce kendi “evinin içi”ni düzeltmeye başlaması, bu doğrultuda bazı adımlar atması kaçınılmaz hale gelmişti. Türkiye’de demokrasiye geçişi za-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU manın Cumhurbaşkanı (ve Millî Şef ’i) İsmet İnönü’nün “iyi niyet”ine bağlayan görüş bu nedenle yanlıştır; olsa olsa, onun durumu doğru değerlendirip “tarih-dışı” bir konuma düşmekten kaçındığı söylenebilir. Esasen İsmet Paşa’nın ne formasyonu ne de önceki kariyeri onun samimi bir demokrat olmasına elverişliydi. Kemalist modernleşme projesinin nihayetinde demokrasiyi hedeflemiş olduğu tezinin doğruluğu ise çok şüphe götürür. Türkiye’de çok-partili siyasete geçme kararı işte böyle bir ortamda verildi. Bu yöndeki gelişmenin köşe taşlarını kısaca hatırlamakta yarar var. İlk defa 1945 yılının 19 Mayıs’ında Cumhurbaşkanı İnönü’nün bayram mesajında, sistemin demokratikleştirilmek istendiğine ilişkin dolaylı bir ifade göze çarpmaktadır. Bunu CHP milletvekili Celâl Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes’in 7 Haziran tarihli “Dörtlü Takrir”i izlemiştir. CHP Parti Grubuna verilen bu önergede, ulusal egemenlik ilkesinin tam olarak uygulanması ve parti çalışmalarının demokratik esaslara uydurulması istenmekteydi. Bu girişimi, sonraki aylarda tahmin edilebilir bazı olaylar izliyor; 21 Eylül’de Menderes ve Köprülü CHP’den ihraç ediliyor. Bundan sonra da (28 Eylül) Bayar milletvekilliğinden istifa ediyor. Bundan bir sonraki adım olarak Bayar CHP’den de istifa ediyor (3 Aralık). Bu arada İnönü’nün 1 Kasım’daki Meclis açış nutkunda bir muhalefet partisine olan ihtiyaç vurgulanıyor. Nihayet 1946 başında beklenen tarihî olay gerçekleşerek, Demokrat Parti resmen kuruluyor (7 Ocak). Demokrat Parti’nin demokrasi ve özgürlük mücadelesi ilk önemli sonucunu 10-11 Mayıs 1946’da veriyor: CHP’nin Olağanüstü Kurultayında “Millî Şef ” ifadesi kaldırılıyor ve “Değişmez Başkan” yerine Genel Başkanın seçimle gelmesi esası kabul ediliyor. Mücadelenin ikinci önemli sonucu 5 Haziran’da tek dereceli seçim kanunun kabul edilmesidir. Ne var ki 21 Temmuz’da yapılan genel seçimler CHP’nin tek parti döneminin alışkanlıklarını sürdüğünü gösteriyor; baskı altında ve hile karıştırarak yapılan seçimler sonucunda CHP’nin 395 milletvekilliğine karşı DP ancak 66 milletvekili kazanabiliyor. Ertesi yıl –Recep Peker’in 1 Nisan’da İstiklâl Mahkemelerinin henüz kaldırılmamış olduğunu hatırlatan tehdidi bir yana bırakılırsa- demokratik gelişme açısından daha ümit vericidir. Demokrat Parti’nin (7-11 Ocak 1947 tarihinde yapılan) Büyük Kongresinde Hürriyet Misakı karar altına alınıyor. Buna göre, demokratikleşmenin tam ve gerçek anlamda sağlanabilmesi için: a) anti-demokratik kanunların kaldırılması, b) seçimlerin yargı denetimi altında yapılması ve c) cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması gerekmektedir. Bu karar 7 ay sonra kısmen etkisini göstererek, Cumhurbaşkanı İnönü’nün basına ve radyoya verdiği bir demeçle (12 Temmuz Beyannamesi) partiler arasında tarafsız kalacağı ve DP’nin güvence altında muhalefet yapabileceği sözünü vermesine yol açıyor.Sonraki yılın önemli olayı, CHP yönetiminin liberalleşme jesti yapmasıdır denebilir. Nitekim CHP Meclis Grubunda 10 Şubat’ta ilkokullara din dersi konması ve İlahiyat Fakültesi açılması kararı veriliyor. Bu arada Demokrat Parti’nin seçim kanunu ile ilgili ısrarlı çabaları devam ediyor (örneğin, 25 Haziran’da İkinci Büyük Kongre’de karar altına
alınan Milli Teminat And’ı) ve bu konuda yeni bir mesafe daha alınıyor: 16 Şubat 1950’de tek dereceli, genel, eşit ve gizli oy, açık tasnif ve adlî teminat esasları getiren Seçim Kanunu kabul ediliyor. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri Demokrat Parti 408 milletvekilliği (CHP 69 milletvekilliği) elde ederek kazanıyor. 22 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilen Celâl Bayar’dan hükümeti kurma görevini alan Adnan Menderes aynı gün kabinesini ilân ediyor. Böylece modern Türkiye’nin siyasî tarihinde yeni bir dönem başlamış ve demokrasi bir bakıma doğmuş oluyor. Cumhuriyet Türkiye'si böylece ilk demokratik, barışçı iktidar değişikliğini kuruluşundan ancak 27 yıl sonra gerçekleştirmiş olmaktadır. 3. 14 MAYIS 1950’NİN ANLAMI 14 Mayıs 1950’de cumhuriyet tarihinde ilk defa yapılan serbest-demokratik bir seçimle Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi olayının anlamı üstünde yeterince durulduğu söylenemez. Halbuki, Türk demokrasi tarihi bakımından bir dönüm noktası olan bu olay yalnızca bir tür “kansız devrim” değil aynı zamanda Türkiye’deki resmîşekli Cumhuriyetin gerçek bir “cumhuriyet”e dönüşmesinin de başlangıcıdır. Gerçek bir cumhuriyet “vatandaş” kavramına dayanır, ama bu vatandaşlık hukukîliği aşan bir içerik ve anlam taşır. Bir cumhuriyette vatandaş o cumhuriyetin kurucu unsuru olan özerk ve özgür bir kişidir; cumhuriyet bu anlamda vatandaşların bir arada yaşamak istek ve iradesinin sonucudur. Bundan dolayı, cumhuriyetin vatandaşı bu ortak yaşama düzeninin temel değer ve standartlarının oluşturulması sürecine devamlı “müdahil” olmalıdır. Vatandaş, cumhuriyetin kaderine etkili olduğunu hissedebilmeli ve rızasını sürekli olarak yenileyebilmelidir. Demokratik bir cumhuriyette bu, büyük ölçüde siyasal partiler aracılığıyla sağlanır. Bundan dolayı, gerçek bir cumhuriyet hem toplumsalkültürel hem de siyasal anlamda çoğulculuğu gerektirir. Türkiye’de bu oluşum ilk gerçek semeresini 14 Mayıs 1950’de vermiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinde vatandaşın politikaya –yani kendi kaderine- ağırlığını koyması ilk defa bu tarihte gerçekleşmiş, tek parti yönetimi döneminde sadece adından söz edilen “ulusal egemenlik” de böylece gerçek anlamını bulmuştur. Demokrat Parti ile başlayan süreci, bürokrasiden demokrasiye, başka bir deyişle “memurların iktidarı”ndan “halkın iktidarı”na geçiş olarak da tanımlayabiliriz. 14 Mayıs bürokratik diktatörlüğün sonu olmuş, ama ne yazık ki Türkiye’de halâ bürokratik tutuculuğun etkisi tam olarak kırılamamıştır. Bürokratik iktidarın “transandantal” (=müteal, aşkın) devletinin yerini “enstrümental”(=araçsal) devlet almaya başlamış, böylece “kutsal” (kendi kendinin amacı olan) devlet kavramı etrafında örülmüş bulunan bürokratik ideoloji zayıflamaya başlamıştır. Bu ise devlet-ağırlıklı bir yönetim modelinden toplum-ağırlıklı bir siyasete geçiş demektir. Başka bir ifadeyle, demokrat partiyle birlikte toplum ağırlıklı “siyasal sistem” soyut “devlet” aleyhine genişlemeye başlamış ve böylece “vesayetçi demokrasi” anlayışı temelsiz hale gelmiştir. Türk demokrasisinin doğum tarihi olan 14 Mayıs ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 195
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 1950’den itibaren siyasetin sosyolojik tabanı değişmeye başlarken, değişimin bazı kültürel uzantıları da ortaya çıkmıştır. Böylece, ta Osmanlı döneminden beri bir “seçkin “ kültürü olarak halka yabancılaşmış olan “merkez”in değerler kadrosu ile “çevre”nin kültürü birbirine yakınlaşmaya başlamıştır. Bu yakınlaşmanın Türk siyasal kültürünün iki yönlü olarak demokratikleşmesine katkıda bulunduğu söylenebilir. İlk olarak, siyasal kadroların geleneksel seçkinci kültürü halkın değerlerinden etkilenmeye başlamak suretiyle bir bakıma halkla bütünleşmenin yolu açılmış, bu ise siyasal kültürümüzdeki “devlet merkez”liğin yerini sivil toplum-merkezliğe bırakması eğilimini ortaya çıkarmıştır. İkinci yön, halk arasında vatandaşlık ve demokrasi bilincinin gelişmesinde kendini göstermektedir. Siyasete katılmanın kendisi açısından oldukça “fonksiyonel” olduğunu ve bu katılmada kendi değer ve beklentilerinin, kendi “dili”nin etkili olduğunu gören halk sisteme “yabancılaşma”dan kurtulmaya başlamıştır. Bu suretle oluşan yakınlaşma duygusu ve siyasal sistemi benimseme tutumu halkın geleneksel baskıcı ve paternalistik devlet kavrayışını terk etme eğiliminin de başlangıcı olmuştur. Bu değişimin özünde saklı temel anlamı popüler kültürün demokratikleşmesi olarak adlandırabiliriz. Bütün bunlardan başka Türkiye, Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında iktisadî ve toplumsal yapısında bazı önemli değişimleri de yaşamaya başlamıştır. Bu dönemdeki piyasa ekonomisi ve iktisadî kalkınma atılımının sonucunda Türkiye’nin sosyolojik yapısı değişerek, demokratik bir siyasete daha elverişli bir zemin oluşmaya başlamıştır. Söz konusu değişim kendisini özellikle iktisadî farklılaşmanın artması ve sivil toplumun gelişmesi biçiminde göstermiştir. Şüphesiz iktisadî farklılaşmanın ortaya çıkardığı başka bazı sonuçlar olmakla beraber, iktisadî kalkınmanın devletten özerk bazı toplumsal grupların doğmasına ve toplumsal çeşitliliğin (çoğulculuğun) artmasına da yol açtığı görmezlikten gelinemez. İktisadî bakımdan kendine-yeter ve devlet karşısında bağımsız davranabilen topluluk veya tabakalar devletin –hem efsane olarak, hem de gerçek olarak- zayıflamasına yardımcı olmuştur. Demokrasinin yerleşebilmesi ise büyük ölçüde, varlığını devlete borçlu olmayan grupların yaygınlaşmasına ve bu şekilde gelişen sivil toplumun gönüllü faaliyetlerinin artmasına bağlıdır. 4. GERİ ADIM: 27 MAYIS 1960 Demokrat Parti, serbest seçimle iktidara gelmesinden 10 yıl sonra ne yazık ki “kuvvet” yoluyla iktidardan uzaklaştırıldı; bununla da yetinilmedi, Cumhuriyet öncesi siyaset geleneğimizden kalma “siyaseten katl” müessesesi başka bir biçimde canlandırılarak DP hükümetlerinin önde gelen bazı liderleri katledildi. Bu öldürme olayının geniş halk kesimlerinde yarattığı kırgınlık, gerginlik, hatta düşmanlıklar, bunlar siyasal sisteme ilişkin olarak yarattığı problemler bir yana bırakılsa bir yana bırakılsa bile; 27 Mayıs hareketinin Türk siyasetinin daha sonraki işleyişini olumsuz yönde etkilediği kesindir. Yeni anayasanın yapılmasında Demokrat Parti’nin temsil ettiği toplumsal-siyasal kesimlere söz hakkı verilmemiş olması ise bu problemleri bir kat daha arttırmıştır. Birçokları Demokrat Parti’nin zorla iktidardan uzak196 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
laştırılmasını haklı göstermek için çeşitli “gerekçeler” ileri sürmüş, genel olarak aydınlar ve özel olarak üniversite çevreleri bu darbeyi meşrulaştırmak için adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Nitekim darbenin hemen ertesi günü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki “CHP hukuk uleması” Millî Birlik Komitesi’ne darbeyi meşrulaştırmaya dönük bir “fetva” arz etmiştir. Sıddık Sami Onar daha sonra (30 Mayıs 1960) yaptığı bir basın toplantısında bu “ilmî” desteği yeniden teyit etme coşkusunu göstererek, Silahlı Kuvvetler cuntasının yönetime el koymasının askerî bir darbe değil “meşru” bir iktidarın kurulması girişimi olduğunu belirtmiştir. İlginç olan nokta, tek-parti döneminde baskıcı ve otoriter siyaset karşısında sessiz kalanların, demokratik yolla iktidara gelmiş olan Demokratik Parti’ye karşı keskin bir tahammülsüzlük göstermiş olmalarıdır. İleri sürülen “gerekçeler”in özünde yatan fikir, Demokrat Parti’nin otoriterizme saparak meşruluğunu yitirdiği idi. Hatta bazıları, liberal siyaset teorisindeki vatandaşların “direnme hakkı”nı, sivil toplumdan “devlet”e yönelik olarak düşünmek gerekir. Belki şunu diyebilirlerdi: Hükümete karşı silahlı kuvvetlerden gelen bir darbe söz konusu olduğuna göre, aslında mesele siyasal seçkinlerin devlet içindeki bir mücadelesidir. Kaldı ki, olaya böyle bakmak da temelden yanlıştır. Çünkü 27 Mayıs, devlet ve sivil toplum ilişkisinin değiştirilmesine, sivil toplum ilişkisinin değiştirilmesine, sivil toplumun temsil imkânı bulduğu “siyasal sistem”in bürokratik devleti sınırlamaya yönelmesine karşı bir tepkidir. Bu hareket, devletçi sivil-asker seçkinlerin iktidarı halktan geri almak için giriştikleri bir tür “siyasî irtica” girişimidir. Büyük sapmalara ve acılara yol açmakla beraber, şükür ki bu girişimin başarısı kalıcı olmamış; 1965’ten sonra sivil toplumun siyasetteki etkisi yeniden kurumsallaşmaya başlamıştır. Şerif Mardin’in işaret ettiği gibi, 27 Mayıs darbesi, 1950’den sonra siyasete hâkim olan ve tek parti döneminden kalma bürokratik iktidar yapısının değişmesini isteyen merkez dışı (sivil) unsurlara karşı, bu yapının değişmezliği, (dolayısıyla kendi çıkarlarını) güvence altına almak isteyen merkezin (bürokratik devletin) bir hareketi olarak görülebilir. Kısaca 27 Mayıs 14 Mayıs’ın rövanşıdır, ama bu adil bir rövanş değildir. Çünkü 14 Mayıs “rıza”ya dayanırken 27 Mayıs “kuvvet”e dayanıyordu. Demokratik süreci kuvvete başvurarak kesintiye uğratanların Atatürkçülüğü koruma iddiası ise bir aldatmacadır. Askerî bir cuntanın iktidara el koymasının ne anlama geldiğine ilişkin bu tespitler, Demokrat Parti yönetiminin tam anlamıyla özgürlükçü- demokratik bir nitelik gösterdiği anlamına gelmez. Demokrat Parti’ye yöneltilen eleştirilerin haklı olduğu bir yön vardır. Gerçekten de bu parti başlangıçtaki liberal tutumunu zamanla terk ederek daha sıkı ve daha az hoşgörülü bir yöne doğru kaymıştır. Bazı siyasal ve yasal girişimlerin (Seçim Kanunu’ndaki bazı değişiklikler, CHP’ye karşı başlatılan yasal girişimler, yargı denetimini kısıtlama teşebbüsleri gibi) Demokrat Parti’nin 14 Mayısla başlayan yeni dönemin ruhundan gitgide uzaklaştığının işaretleri olduğu doğrudur. Bu değişikliklerin siyasal kültürle, siyasetin sosyolojik tabanıyla, iktisadî problemlerle, genel olarak toplum-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sal yapıyla ve nihayet parti politikalarının özelliğiyle ilgili nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında, demokrasinin kavranışıyla ilgili yanılgı gelmektedir. Bu yanlış anlayışa göre, demokrasi çoğunluğun istediği şeydir; çünkü “millî irade”yi çoğunluk temsil etmektedir. “Çoğunlukçu demokrasi” olarak adlandırılan bu yaklaşım, çoğunluk ilkesinin iktidara gelmenin bir yöntemi olmaktan ileri giden bir anlam vermekte, onu demokrasinin içeriğini belirleyen bir temel olarak görmektedir. Bu ise çoğunluğu temsil eden siyasal partinin “millî irade”nin temsilinde bir tekel iddiasında bulunmasına yol açmakta, böylece muhalefetin hoşgörülmediği monist bir siyaset meşrulaştırılmaktadır. Bu anlayışın Demokratik Parti iktidarı döneminde bir hayli etkili olduğu gerçektir; bu partinin muhalefete karşı izlediği politikanın yeterince hoşgörülü olmamasının temel nedeni bu olsa gerektir. Bununla birlikte, DP’nin muhalefete karşı gitgide daha anlayışsız hâle gelmesinde, özellikle CHP’nin sert ve hırçın (olduğu gözlemcilerce belirtilen) muhalefet tarzının da etkili olduğu açıktır. Zamanın Başbakanı Menderes’in de yönelmeye başladıkları baskı tedbirlerini muhalefetin sertliğine bağlamış olduğunu hatırlamalıyız. Söz konusu katı muhalefette aydınlar da –büyük bir çoğunluk itibariyle- CHP ile ittifak içinde idiler ve bu ittifak Ankara ve İstanbul’da bir kısım üniversite gençliğini DP iktidarına karşı seferber etmekte sakınca görmemiştir. Başka bir etken de Demokrat Parti’nin liderlik kadrosunun hemen hemen tamamının tek-parti döneminin siyasî ortamı içinde yetişmiş ve ilk siyasî tecrübesini esas itibariyle otoriter CHP içinde edinmiş olmasıdır. Başka bir ifadeyle, Demokrat Parti’nin siyasal seçkinleri ile Cumhuriyet Halk Parti’sinin seçkinleri arasında, siyasî formasyonları ve dünya görüşleri açısından önemli farklar yoktu. Belki bu nedenlerden dolayı, DP’nin merkezî önderlik kadrosuna karşı yerel örgütler düzeyinde sürekli olarak bir parti-içi muhalefet var olmuştur. Bu muhalefeti, genel olarak siyasal sistem düzeyinde işleyen “merkez-çevre” çatışmasının bu parti içine yansıması olarak da görebiliriz. Demokrat Parti’nin performansı zamanla zayıflamaya başlamış ve 1957’den sonra iktisadî bir bunalımın eşiğine gelinmişti. Bu durum partinin genel olarak imajını zedelemesine yol açmış ve bunun yarattığı tedirginlik partinin ulusal politikasını olumsuz olarak etkilemiştir. İktisat politikası bakımından ortaya çıkan bu zaafın başka bir etkisi de partinin halk desteğini sağlamada “kayırma” ve “avantaj sağlama” araçlarını eskisi gibi kullanamaz hale gelmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Sunar’ın işaret ettiği gibi, iktisadî durumun bozulmaya başlaması, bu tür bir kayırmacılığın önemli bir unsurunu teşkil ettiği “populist” politikanın tıkanmasına yol açmıştır. Demokrat Parti’nin bu noktada yaşadığı sıkıntının onun genel politikasını olumsuz olarak etkilediği anlaşılıyor. Son bir nokta olarak da “objektif ” bir olguyu işaret etmek gerekiyor. Demokrat Parti’nin izlediği iktisadî politika her ne kadar “sivil toplum”un oluşmasına katkıda bulunmuşsa da, bütün toplumsal-siyasal sistemin “devlet”e bağımlılığı büyük ölçüde devam etmiş, özerk yapı ve kurumlar yeterince oluşturulmamıştır. Toplum-
da hâlâ güçlü bir plüralizm yoktur. Bundan dolayı, devleti dengeleyecek, onun topluma egemen olması çabasını zayıflatacak bir toplumsal bünyeden söz etmeye imkân yoktur. Bu durum, “devlet” içindeki çatışmanın topluma yayılmasına neden olmuş, devletteki gerginlik topluma yansımıştır. Halbuki demokrasinin kurumlaşması, büyük ölçüde, devlet faaliyetinin seyrinden köklü biçimde etkilenmeyen bir sivil toplumun varlığına bağlıdır. 5. SONUÇ Türkiye’nin 14 Mayıs 1950 tarihinde yaşadığı barışçıdemokratik iktidar değişikliği, halkın iradesini ilk defa siyaset düzeyine intikal ettirmesi bakımından tarihî bir olaydır. Bundan dolayı 14 Mayıs’ı Türk Demokrasisi’nin “milâdı” olarak yorumlamak yanlış olmaz. Türkiye’de demokrasinin doğum tarihinden bu yana zaman zaman gel-gitler, tereddütler, siyasî “irtica” girişimleri olmuş olmakla beraber; 1950 öncesine dönüş yolunun kesin olarak kapanmış olması, demokratik süreci zaman zaman kesintiye uğratan asker kadroların bile militarist yönetimlerini kalıcı bir model olarak topluma dayatamamaları –hatta kendilerini apolojetik tutum takınmaya mecbur hissetmeleri- gösteriyor ki, ayrık demokrasiden geriye dönülemez. Demokraside karar kılmış olmak ise dayanaksız bir ilkeye “romantik” bir bağlılıkla değil, somut sonuçlarıyla da temellendirilebilecek bir başarıdır. Ancak demokrasi sayesindedir ki; Türk insanı “vatandaş” konumuna yükselebilmiş, temel hak ve özgürlüklerine kavuşabilmiş, yönetimi kendi iradesi doğrultusunda yönlendirilebilir hale gelmiştir. Türkiye iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmasını da büyük ölçüde demokratik dönemde gerçekleştirmiştir. Türk vatandaşı, hayat standartlarının yükselmeye başladığını ancak bu dönemde hissetmiş; yoksulluğun bir “kader” olmadığını, kendi iradesiyle bunu değiştirebileceğini görmüştür. Konuya bu perspektiften bakıldığında, 27 Mayıs 1960 darbesinin değersizliğini görmek kolaylaşıyor. Çünkü bu hareket, demokrasi doğrultusundaki gidişi durdurmaya yönelmişti; iktidarın sivil-asker bürokratlardan halka geçmesinden rahatsızlık duyanların eseriydi. 27 Mayıs darbesi demokrasi tecrübemizin gelenekleşmesini engellemeyi, bir geleneğin kurulmadan yıkılmasını hedef almakla kalmamış, aynı zamanda kötü bir “geleneğin”de başlatıcısı olmuştur. Denebilir ki, 27 Mayıs kötü örneği olmasaydı, ne 1971 müdahalesi ne de 1980 askerî darbesi olurdu. KAYNAKLAR: Ahmad, Feroz, “Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Siyasal Gelişmeleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (İstanbul: İletişim Yay., 1986), c. 7, s. 1991-1998. Ahmad, Feroz- Ahmad, B. Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi: 1945-1941 (İstanbul: Bilgi Yay., 1976). Burçak, Rıfkı Salim, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş: 1945-1950, (Ankara; 1970). Erdoğan, Mustafa, “1980’lerde Türk Siyasetinin Transformasyon’u”, Türkiye Günlüğü, n. 9 (Aralık 1989), s. 31-34. Erdoğan, Mustafa, “Türkiye’de bürokratik Yönetim Geleneği ve Demokrasi”, Yeni Forum, n. 271 (Aralık 1991), s. 37-40. Heper, Metin, Bürokratik Yönetim Geleneği ve Demokrasi, (Ankara, 1974). Heper, Metin, Türk Kamu Bürokrasisinde Gelenekçilik ve Modernleşme (İstanbul, 1977). Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi (İstanbul, 1967). Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi (İstanbul: İletişim Yay., 1991). Parla, Taha, Türkiye’de Anayasalar (İstanbul: İletişim Yay., 1991). Sunar, İlkay, “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. 8. (İstanbul: İletişim Yay., 1986), s. 2076-2086.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 197
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES’İN İDAM EDİLME SEBEBİ (!) Prof.Dr. Süleyman İNAN Pamukkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Menderes’in idam edilme sebebini işte yazıyorum. O, çok seviliyordu, çok tutuluyordu. Evet, tam da bundan asıldı Menderes.
1961’de Eylül’ün 17’sinde bir başbakan asıldı. Bir gün önce, intihara kalkışarak kendisi ölmek istemişti. Dilinin altında günlerdir biriktirdiği haplarının hepsini, o gün bir anda yuttu. İntiharın, inancı gereği “büyük günah” olduğunu biliyor olmalıydı ama çektiği ıstırap o denli büyüktü ki artık dayanamadı. Kendisi hakkında kararını daha baştan verdiğine inandığı mahkemeye hesap vermek yerine, Yaradan’ına hesap vermeyi tercih ettiği belliydi. Midesi temizlenip ancak bir gün sonra kendine getirildiğinde her şey onun için yeniden başlamıştı. Biraz sonrasında, üzerine kefen giydirilip elleri arkadan bağlanınca, koluna giren iki zabitin onu nereye götürdüğünü anladı. Artık metanet zamanıydı. Dahası mahkeme süresince belli edemediği için dostlarınca bile eleştirildiği o sağlam duruşu şimdi göstermeliydi. Birazdan her şey, zaten sona erecekti: Onu alıkoyanların hakaretleri, alaycı bakışları, bağrışmaları, yuhalamaları... Ama içinde kor gibi bir acı vardı. Hiç 198 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
mi sevilmemişti? Daha bir sene önce çeşitli mitinglerde halkın tezahüratı, alkışları, sevgi gösterileri yalan mıydı? Sahi o halk şimdi nerede idi? Hiç değilse, bu memleket için bir şeyler yapmıştı. Görmediler mi?.. Görmemişler miydi? Bunu, son zamanlarında muhalefetin “hücumları” karşısında radyo konuşmalarında ve mitinglerde çok söylemeye başlamıştı. Eski yazıyla birkaç satır yazdı ve bıraktı. Şöyle başlıyordu veda mektubu: “Kimseye dargın değilim”. Hayret, bunca kedere rağmen bu nasıl engin gönüllülüktü? Mektubun orta yerinde de o çıplak gerçeği “idam edilmek için ortada hiçbir sebep yok” diyerek kendince haykırıyordu. Ama bu, onun mahcup karakterinin izin verdiği ölçüde sessiz bir çığlıktı. “Yine de merhametim sizinledir” diye bitiyordu mektup. Sonra... Boynuna yağlı ilmek geçirildi. Bu esnada geriye doğru taranmış saçları hafif dağıldı. Gözlerini kapadı. Dudaklarında, dualar mırıldandı. Ve... İşte o fotoğraf hiç unutulmadı, unutulmayacaktı da... Siyasetin “ateşten gömlek” olduğunun somut göstergesi olarak sonraları hep anıldı. Onun takipçisi olduğunu söyleyen liderlere, siyasetin onları bunaltıp bazen ölümle yüzleştirdiği an, o sözü söyletti durdu: “Bizim iki gömleğimiz vardır; biri bayramlık, diğeri idamlık.” Menderes’in idamından beri, siyasetin, gerekirse “kellenin” gidebileceği bir hizmet alanı olarak düşünülmesi bundandır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Sonradan dağıtılan fotoğraf karelerinde, Menderes’in göğsüne iliştirilen yaftadaki “anayasayı ihlal ettiği” yazısı okunabiliyordu. Diğer suçlamalar ise adını kötülemek içindi; bu bakımdan yüzeysel sayılırdı. Onu deviren cunta yönetimine göre Menderes, “sorumsuz demagoji” suçlusuydu. İdam edilenlerden Fatin Rüştü Zorlu “küstahlıktan” ve “kibirden”; Hasan Polatkan ise “vurdumduymazlıktan” suçluydu. Evet, asıl suçları bunlardı aslında. Ama o yaman soru yine değişmiyor; peki Menderes gerçekten neden asıldı? Niye? Bu soruya, mesela onun tek parti diktasına doğru gittiği, meşruluktan yoksun tahkikat komisyonlarını kurdurduğu gibi açıklamalarla cevap vermeye çalışanların unuttukları bir şey var: Bu sayılanlar, evet, siyasi hata ve vebal olabilirdi ama son kertede bir canın kastini açıklamıyor, açıklayamaz. Menderes’in idam edilme sebebini işte yazıyorum. O, çok seviliyordu, çok tutuluyordu. Evet, tam da bundan asıldı Menderes. Peki, o nasıl oldu da sevgi halelerini üzerinde topladı ve bu sevgi, idamına sebep oldu? Menderes’in sıcak tebessümü ile muhatabını çeken samimi hâli Allah vergisiydi. Politikadaki yeteneği ise 1931’de girdiği parlamentoda çalışma gayretiyle her geçen zaman büyüdü. Menderes, ilk kez 1946’daki bütçe konuşmasıyla parlamıştı. Kısa sürede partisinin “kışkırtıcı hatibi” olmuştu. Dili sivriydi; sevenlerini saran, hasımlarını yıldıran bir dil. Bayar onu “uysal” olacağı için değil, esasta halk tutuyor diye başbakanı yapmıştı. 1950’den sonra o, bir fenomene dönüştü. Her gün büyüdü, gücüne güç kattı. Sevgi çemberi genişledi. O kadar ki, muhalifleri onun ancak bir darbeyle -seçimle değil- yıkılacağını düşündü. 27 Mayıs’ta hükümeti ile birlikte devrilince cunta onu Yassıada’da “yargılamaya” başladı. Yargılamanın daha başında “bebek” davasıyla gözden düşürülmek, küçültülmek istendi. Silahların gölgesindeki bu ortamda Menderes’in sevenleri radyo başındaydı; ellerinden başka bir şey de gelemezdi. Nihayet karar idam çıktığında, bu kararı onayacak komite Menderes’in popülaritesinden çekindi. İdamın gerçekleşmesi, sadece cuntanın başbakanı bile astıklarını göstermek isteyen bir güç gösterisi değildi; Menderes’in halk tarafından tutulması ve bir gün tekrar iktidara gelip kendilerinden hesap sormasından korkmalarıydı. Menderes, sezdiği bu durumu son mektubunda yazar: “Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.” Gerçekten bugün Menderes’in izlerini görmek mümkündür. Günümüzde onun adını alan havalimanı, üniversite, caddeler yok mu? Merkez
sağın idol olarak kabul ettiği başlıca figürlerden biri değil midir? Hulasa Menderes’i, kendine “Yüce Adalet Divanı” diyen mahkemenin pozitif hukuku asmadı. Ya da takdir, asmama yönünde olabilirdi. Onu, zamanın olağanüstü ortamının körüklediği rövanşist duygu astı. Onu, kontrol edilemeyen öfke kusması idam etti. Akademisyenliğimin nesnelliğine yönelik gelebilecek eleştiriler pahasına bunu söylemem gerekir. Ben, bu idamı, söylediğim sebep dışında hiçbir zaman anlayamadım. Bu yazıda da, kendimi, zaten hâlâ anlayamadığım (ve anlayabileceğimi zannetmediğim) asılma nedenlerini(!) izah etmeye mi zorlamalıydım? Yo, hiç değilse, bugün değil; bugün değil!
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 199
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRATİK DÜZENDE LAİSİZMDEN DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE
Prof. Dr. Bilal SAMBUR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
Son doksan yıldır, Türkiye’de din-devlet-toplum ilişkileri, hep tartışmalı ve gerilimli bir alan durumundadır. Genelde Türkiye’nin bir ulus devlet modeli şeklinde örgütlendiği söylenmektedir. Ancak ulusun devleti kurmasından çok, devletin ulusu kurgulamak istediği görülmektedir. Devletin yeni bir ulus kurgulamak istemesi, din-devlet-toplum ilişkilerinin otoriter ve totaliter bir niteliğe sahip olmasına neden olmuştur. Devletin kendisine ait bir ulus yani devlet ulusu inşa etmesinin üç temel ayağı bulunmaktadır. Merkezde devletçiliğin olduğu bu yapı, nasyonalizm ve laisizm üzerine oturmaktadır. Resmi nasyonalizm ve laisizm, çoğulcu ve özgür bir toplumsal yapı istememiştir. Nasyonalizm ve laisizm, toplumdaki farklı inançlar ve kültürleri resmi kimlik doğrultusunda homojenleştirmeye çalışmıştır. Resmi nasyonalizm ve laisizm, coğrafyamızın farklı kimliklerini ve inançlarını bastırmış, inkar etmiş ve asimile etmeyi istemiştir. Ulusal birlik ve beraberliği sağlamanın tek yolunun her açıdan tek biçimli toplum yaratmak olduğu düşünülmüştür. Toplumda var olan bütün farklılıklar ortadan kaldırılarak tek kimlik ve inanç dayatmasıyla devlet-toplum bütünlüğü sağlanmaya ve yeni bir devletçi ulusal kültür icat edilmeye çalışılmıştır. Toplumu devletin uzantısı yapmak isteyen ve devlet 200 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
merkezli bir ulusal kültür icat etme projesi, toplumdaki farklı kültür ve inançlar arasında çeşitliliğe, iletişime, etkileşime ve değişime imkan vermeyerek bir arada yaşamanın barışçıl altyapısını tahrip etmiştir. Devlet toplumu ihdas etme politikası, ulusal birliğe karşıt olduğu gerekçesiyle en çok çoğulculuk olgusunu ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bütün toplum için yeni bir ulusal kültür icat etmek isteyen resmi paradigma, resmi kimlikten farklı olan bütün kimlik, kültür ve inançlara korku ve şüpheyle bakmıştır. Farklı kimlik ve kültürleri, insani zenginliğimiz olarak değil, milli birlik ve bütünlüğe tehdit, bölünme ve parçalanma nedeni olarak değerlendirmiştir. Homojen toplumu hedefleyen ulusal birlik ve milli kültür söylemleri, etnik, dini, dilsel ve bölgesel kimlikleri önemsiz ve değersiz görmektedir. Devletin dayattığı homojen ulusal kimlik, çoğulculuğu dışladığı gibi, coğrafyamızın kültürel, dinsel, dilsel ve tarihsel mirasını da dışlamıştır. İcat edilen yeni kimlik içerisinde Aleviler, Şafiiler, Kürtler, Ezidiler, Süryaniler, Keldaniler gibi bu topraklarda var olan birçok kültür ve kimlik yok sayılmıştır. Toplumsal yapının çeşitliliğine ve doğallığına yapılan bu dışarıdan müdahale, devletin dayattığı resmi inanç ve kimlikle, bunun dışındaki sivil kimliklerin çatışma ve gerilim halinde olmasına neden olmuştur. Özellikle Kürtler ve Aleviler, kendi inanç ve kimliklerinden ısrarla vazgeçmeyerek devletin kendilerine dayattığı kimliği reddetmişlerdir. Pozitivist felsefeye dayanan bilimci, akılcı ve çağdaş niteliklere sahip yeni bir toplum kurmak isteyen resmi paradigma, militan laikliği benimsemiştir. Bu laiklik anlayışı, eski rejim olarak görülen padişahlık, hilafet, medreseler, Arapça alfabe, geleneksel kılık-kıyafet gibi her şeyle mücadele etmek isteyen ideolojik bir anlayış olup giderek devletin resmi teolojisi ve ideolojisi statüsüne yükseltilmiştir. Devlet iktidarının elitleri, kurmak istedikleri laikleştirilmiş toplum projesinin önünde sivil toplumsal dini hayatı engel olarak görüyorlardı ve sivil dini hayatı devletin güdümüne sokmak için kendi ideolojik laiklik anlayışlarını resmi ideolojinin olmazsa olmazı haline getirmişlerdir. Osmanlı dönemi anlamında eski rejimi tasfiye etme ve ona karşıtlık temelinde devleti inşa eden devlet elitleri, toplum üzerinde kendilerine mutlak bir iktidar kurmak için laikliği kendi iktidarlarını meşrulaştıran bir felsefe olarak benimsemişlerdir. Devletin resmi bir ideolojiye ve militan laisizme sahip olması, onu toplumda var olan din, inanç, değer ve ideolojiler karşısında tarafsız olmak yerine taraf konumuna getirmiştir. Devletin tarafsızlığını kaybetmesi,
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU onu kimlik ve inançlarla ilgili çatışmaların kaynağı ve merkezi olmasına neden olmuştur. Devletin toplumu bir hegemonya alanı olarak görmesi ve laiklik adı altında toplumla ve sivil din alanıyla çatışmaya girişmesi ülkemizdeki laikliğin çarpıklaşmasına ve yozlaşmasına neden olmuştur. Laiklik, ülkemizde laisizme dönüşmüştür. Ülkemizde var olan laisizmdir, laiklik değildir. Laisizmin varlığına karşılık laikliğin yokluğu temel sorundur, çünkü laisizm, laikliğin içini boşaltan ve yozlaştıran bir ideolojidir. Laisizm, laikliğin içinden din ve vicdan özgürlüğünü ve çoğulculuğu almaktadır. Laiklik ve laisizm, birbirlerinden farklıdır ve birbiriyle karıştırılmamalıdır. Laiklik, din ve vicdan özgürlüğüyle ve çoğulculukla anılması gerekirken, laisizm ise otoriter ve totaliter bir ideolojik duruşu ifade etmektedir. Laikliğin yozlaştırılmış biçimi olarak laisizmden baskıcı laiklik, militan laiklik, laikleştirmecilik, laikrasi, laiklik taklidi, laikçilik, jakoben laiklik gibi ifadelerle söz edilmektedir. Görüldüğü üzere laisizmin bu nitelemelerinde hukuk, özgürlük ve çoğulculuk hiçbir şekilde yer almamaktadır. Başka bir ifade ile laiklik, bireyin vicdan ve inancına dışarıdan yapılacak hiçbir müdahale ve dayatmayı kabul etmezken, laisizm bireyin inanç ve vicdan alanına müdahale edilebilen bir alan olarak bakmaktadır. Her totaliter ve otoriter ideoloji gibi laisizm de çok tehlikelidir, çünkü laisizmde diğer totaliter ve kolektivist ideolojiler gibi devlet gücünü kullanarak baskıyla kendilerini bütün topluma dayatmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğünü, çoğulculuğu ve devletin bütün inanç ve ideolojiler karşısında tarafsızlığı prensibini dışlayan, toplumu maksimum dinden arındırmayı ya da dinin sosyal etkisini minimuma indirgemek isteyen, sosyo-kültürel hayatta dini tamamen etkisizleştirerek dini tamamen bireyin iç dünyasına hapseden, dinin toplumsal ve kamusal olarak kendisini görünür kılmasından hoşlanmayan, çağdaşlık, bilimsellik, rasyonalizm gibi izmler adına toplumu devlet gücüyle şekillendirme amacında olduğu için kendisi bir ideolojiye dönüşen ve dinimsi bir konuma yükseltilen laisizm, Türkiye’de hiç iyileşmeyen hep kendini tekrar ettiren bir çocukluk hastalığı gibidir. Toplumu her açıdan tek biçimliliğe indirgemeyi hedefleyen homojenleştirme projesini gerçekleştirmeyi amaçlayan idari, siyasi ve hukuksal yapı, politikalar ve yaklaşımlar, bir arada çoğulculuk ve özgürlük içinde yaşamayı tahrip etmektedir. Toplumu tek tipleştirme politikası, zorbalık, baskı ve yasakçılık üretmiştir. Sahte nasyonalizmin ve laisizmin arkasında hegemonik ve baskıcı bir çerçeve vardır. Ve bu çerçeve kendi kendini iflas ettirmektedir.. Devletçi nasyonalizmin ve laisizmin, Me Anadolu coğrafyasında yaşayan farklı kimlik, inanç ve kültürler için tam bir felaket olduğunu söyleyebiliriz. Anadolu, bugün bir inançlar ve kültürler mezarlığıdır. Anadolu kültürleri solan yada ölen renk olarak göste-
rilmektedir. Laisizm, din özgürlüğünü ve çoğulculuğun güvencesi değildir.Anadolu coğrafyası, heterojen yapısıyla ve bu yapıyı devam ettirmekle bilinmekteydi. Bugün ise şu soru sorumaktadır: Anadolu’da çoğulculuk, artık mümkün mü? Tarih boyunca Anadolu’da yaşayan inanç ve kültürler, kendi içlerinde farklılaşan monolitik ve homojen olmayan bir yapılardı. İnançlar, metafiziksel düzeyde olduğu gibi, sosyo-kültürel düzeyde de çoğulculuğu gerektirmektedir. Ancak laisizm, dinin bütün aşamalarındaki çoğulculuğu ortadan kaldırmaktadır. Anadolu coğrafyasında tek etnik yapı ya da tek inançtan söz etmek mümkün değildir. Çoğulculuk ve çeşitlilik, bu coğrafyanın asli karakteri olup dilsel, dinsel ve kültürel çoğulculuk, her zaman zenginlik olarak görülmüş ve ona olumlu değer ve anlamlar atfedilmiştir. Çoğulculuk insan toplumlarının bir realitesi iken kültürel, etnik, dilsel ve dinsel açılardan homojen bir toplumun bir mitten ve yanılsamadan başka bir şey değildir. Devletin homojen bir ulus yaratma paradigmasının merkezinde insan, onun onuru ve özgürlüğü yoktur. Resmi paradigmanın asıl unsur olarak toplumu etrafında asimile etmek istediği etnik kimlik ve din, asıl öğe, bundan farklı olan din, dil, kültür ve inançlar da öteki olarak kabul edilmiştir. Devletin tekçi anlayışın vasıtası şeklinde kurgulanması ve yapılandırılması, devletin demokratikleşmesinin ve toplumun sahici anlamda özgürleşmesinin ve çoğulculaşmasının önünde engel oluşturmaktadır. Devlet, güvenlik, adalet ve sınırların korunması gibi işlerimizi yerine getirmek için kurulan yapay bir örgütlenmedir. Devletin bu işlerin dışında bize hangi ideolojiyi benimseyeceğimizi, hangi dine inanacağımızı, kısacası bizim için doğru ve uygun olan yaşam tarzının hangisi olacağını söylemek şeklinde bir hak ve görevi yoktur. Devletin resmi olarak herhangi bir ideolojiyi ya da dini benimsemesi, insan temel hak ve özgürlüklerine yönelik ihlallerin kaynağını oluşturmaktadır. Devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesi halinde, devlet hukukla sınırlanmış olmaktan çıkar, hukuk, ideoloji ya da teolojiyle sınırlanmış olur. İdeolojik ya da teokratik devletin amacı, birey hak ve özgürlüklerini devlete ve gruplara karşı korumak değil, devleti ve ideolojisini bireye ve topluma karşı korumaktır. Resmi bir ideolojinin ya da dinin olduğu bir yerde, özgürlük ihlal edildiği gibi eşitlik de ortadan kaldırılmaktadır. Çünkü devlet, benimsediği ideoloji veya teolojinin dışında kalan dünya görüşleri, inançlar ve değerler arasında ayrımcılık yapacak, farklı yaşam tarzı ve inançların varlığını tanımayacak, onlardan kendilerini resmi ideoloji içerisinde asimile etmelerini isteyecektir. Birey ve toplumsal gruplar, devletin din veya ideolojisine sadık ve bağlı oldukları sürece makbul ve meşru görülmektedirler. Resmi ideolojisi veya teolojisi olan bir devletin farklı din, mezhep, inanç ve ideolojiler karşısında tarafsız olması düşünülemez. İnsan haklarının, din ve vicdan özgürlüğünün toplumsal çoğulculuğun ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 201
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU her biçiminin güvenceye alınması için, devletin mutlaka her türlü din ve ideolojiden arındırılması gerekmektedir. Devletin ideolojisi ya da teolojisi olmaz. İnsanların ideoloji ve teolojileri olur. Devlet sadece insan hakları ve birey hak ve özgürlükleri karşısında kendini hukukla sınırlamak zorundadır. Laiklik, bütün din ve inançlar karşısında devleti sınırlarken, laisizm ise devlete toplumu laikleştirme görev ve hakkı vermektedir. Devletin laik olması ile toplumun laikleştirilmesi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Devlet eliyle toplumu laikleştirmeye çalışmak, toplumsal çoğulculuğa, temel hak ve özgürlüklere yapılan özgürlük karşıtı bir müdahaledir. Devletin bütün din, inanç ve ideolojilerden arındırılması gerekirken, toplumun ise bütün inanç ve değerlerle donatılması gerekmektedir. Toplumu din ve değer açısından çeşitlilikten arındırmak, onu ideolojik veya teolojik açıdan homojenleştirmeye çalışmak, laisizmdir ve din ve vicdan özgürlüğünün ortadan kaldırılması demektir. Dini alan monolitik ve homojen bir alan değildir. Her insan özgün ve özel olduğundan dolayı, onun din, değer ve inanç konusunda farklı tercihlerde bulunması kaçınılmazdır. Bütün bireyler için geçerli tek ve doğru bir inanç ve teolojinin olduğunu söylemek bireyin özgünlüğüyle bağdaşmamaktadır. Özgün ve biricik bir varlık olarak bireyin, kendisine özgü dini ve değer tercihlerinde bulunması din ve inanç alanını çoğullaştırmaktadır.Dini alanın değeri, doğru olduğunu iddia eden bir inancın oraya egemen olmasında değil, farklı inanç ve değerlerin çoğulcu bir şekilde orada yaşayabilmesidir. Başka bir ifade ile, çoğulculuk, dini alana değer vermektedir. Sivil toplum, devletten bağımsız olan sosyal yaşamdır. Sivil toplumsal alanda birey ve gruplar, başkalarına zarar vermedikleri sürece istedikleri inancı, değeri, felsefeyi ve ideolojiyi benimseyebilir, yaşayabilir, örgütleyebilir, öğretebilir ve yayabilirler. Sivil toplumsal yaşamın ana kurumlarından biri dindir. Dinin olmadığı sivil bir toplumsal alan düşünülemez. Laisizm ise dini sivil toplumsal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak tanımak ve onun özgürlüğünü tanımak yerine, onu sivil toplumsal alandan ayrılmaya ve arındırmaya, sivil toplumsal alanı dinden arınmış bir şekilde yeniden kurgulamaya çalışmaktadır. Başka bir ifade ile, laiklik, toplumsal çoğulculuk durumunu olduğu gibi kabul ederken ve onun özgürlüğünü savunurken, laisizm ise toplumsal alanın belirli bir dinsel ya da ideolojik çerçevede yeniden inşası anlamına gelmektedir. Laiklik, din ve devletin ayrılığı iken laisizm ise toplum ve dinin ayrılığını hedeflemektedir. Devleti dinden ve ideolojiden arındırmak yerine laisizm, toplumsal hayatın pozitivist temelde laikleştirilmesini hedefleyen yeni bir kültür ve toplum yaratma projesidir. Laiklik, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korurken, laisizm ise buna baskı ve müdahaleyi meşrulaştır202 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
maktadır. Devletin resmi bir ideolojisinin olduğu ve bu resmi ideolojiye göre dinin şekillendiği bir ülkede din özgürlüğünden söz edilmeyeceği gibi, vicdan özgürlüğünden de söz edilemez. Laisizm, din özgürlüğünü ortadan kaldırdığı gibi, resmi ideoloji de vicdan özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Laiklik ve laisizmin birbiriyle karıştırılmaması ve birbirinin yerine ikame edilmemesi gerekmektedir, çünkü birinin olduğu yerde diğeri yok olmaktadır. Laiklik, her şeyden önce toplumda yaşayan bütün inanç gruplarının –Müslüman, Hristiyan, Yahudi, ateist, Alevi, Sünni, Süryani, Keldani, Ezidi vs.- bir arada yaşaması için özgürlükçü ve çoğulcu bir çerçeve sunarken, laisizm dini alandaki bu çoğulculuğu ortadan kaldırarak tek bir inanç ya da inanç biçimini hepsinin üstüne egemen kılmaya çalışmaktadır. Laikliğin amacı farklılıkları barış içerisinde yaşatmak iken, laisizm ise din ve inanç alanına müdahale ederek çatışma ve kaos yaratmaktadır. Laiklik, tek başına bir erdem değildir. Laikliğin erdemi, farklılıkları koruyarak barışçıl bir şekilde bir arada yaşama imkanını sunan bir çerçeve olmasıdır. Laiklik, herkesin istediği inanç, ideoloji ve değeri seçmesine, değiştirmesine ve yaşamasına imkan verirken, laisizm ise din karşıtı bir pozisyon takınarak sosyo-kültürel hayattan dini dışlamaya ve arındırmaya çalışmaktadır. Laiklik, bütün insanları onurlu ve özgürlük sahibi bireyler olarak görür ve herkesin kendisi için seçtiği değer ve yaşam tarzını meşru değerlendirmektedir. Seküler yaşam tarzının dini olana üstünlüğü olmadığı gibi, özgürlük ve çoğulculuk açısından dini olanın da seküler olana üstünlüğü yoktur. Herkesin yaşam tarzı kendisi için değerlidir, önemlidir ve anlamlıdır. Bir dindar için kendisine özgü dini, kılık-kıyafeti nasıl değerliyse, bir punkçu içinde saçının stili ve rengi o kadar değerlidir. Laisizm, bireyleri onur ve özgürlük sahibi insanlar olarak görmediğinden dolayı, bireylerin yapmış olduğu inanç ve değer tercihlerine saygı göstermez, onlara sadece kendi doğru gördüğü yaşam tarzını dayatır ve herkesten onu benimsemelerini ister. Devlet, bütün dinler, inançlar ve ideolojiler karşısında maksimum düzeyde tarafsız olmalıdır. Laiklik, devleti bütün dinler ve inançlar karşısında tarafsız kılma anlamında çok anlamlıdır ve değerlidir. Ancak laiklik yerine ikame edilen laisizm, ülkemizde farklı bir uygulamaya ve kurumlara sahiptir. Dinin devleti kontrol etmesi teokrasi olduğu gibi, dini yöneten devlette laik ve tarafsız değildir. Dini devletin güdümüne sokan laisizm, ülkemizde rejime göre dini belirlemektedir. İran’da ise dine göre rejim belirlenmektedir. Rejime göre dinin belirlenmesi ya da dine göre rejim belirlenmesi arasında nitelik açısından bir fark yoktur. İkisi de din özgürlüğü ve çoğulculukla bağdaşmamaktadır. Laisizm, rejime göre din isterken ve onu devletin güdümüne koyarken, din ve vicdan özgürlüğü ise bireyin ihtiyaç ve talepleri-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ne göre dinin belirlenmesi gerektiğini vurgulamakta ve bireyi devlete öncelemektedir. Rejime ya da devlete göre dinin belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğünün özüne aykırıdır. Din ve vicdan özgürlüğünün korumak istediği dinin, inancın ya da ideolojinin kendisi değildir. Din özgürlüğü, dini değil, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korumak istemektedir. Laisizm ise bireyi değil, belli bir ideolojiyi ya da inancı korumak amacındadır. Din özgürlüğü, kişinin kendisine özgü ihtiyaç ve ideallerine uygun olarak istediği inancı seçmesi, yaşaması ve bunu yaparken keyfi bir şekilde devlet yada üçüncü bir taraf tarafından kendisine müdahale edilmemesi ve baskı yapılmaması demektir. Din özgürlüğü, bireyi din ve değer alanında özerk olarak görmektedir. Yani din ve değer konusunda yapılacak seçimler ve uygulamalar tamamen bireyin seçimlerinin ürünü olmalıdır. Din özgürlüğü, kısıtlanmamışlık, engellenmemişlik ve müdahalesizlik demektir. Laisizm, bu anlamda din özgürlüğünü ortadan kaldırmakta, din ve değer tercihini bireye bırakmamakta, ona dışarıdan müdahale etmektedir. Din özgürlüğü, bireyin bir dini benimsemesini içerdiği gibi dini reddetmeyi de kapsamaktadır. Başka bir ifade ile bireyin özgür tercihiyle kendini dinden özgürleştirmesi, din ve vicdan özgürlüğünün bir gereğidir. Ancak bireyin özgür tercihiyle kendini dinden özgürleştirmesiyle, devletin toplumu pozitivizm ve çağdaşlık adına bütün toplumu dinden özgürleştirmeye kalkması aynı şey değildir. Dinden özgürleşme, din özgürlüğünün bir gereği iken, laisizm dinden özgürleştirmeyi hedefleyen totaliter kapsayıcı bir proje olarak din özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Devlet, dini bireye ve topluma bırakılmayacak kadar önemli ve hayati görmektedir. Bundan dolayı ülkemizde din, sivil toplum ve bireyler tarafından değil, devletin din kurumları tarafından yönetilmekte, yorumlanmakta ve kontrol edilmektedir. Din yöneticisi olarak devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat Fakülteleri, camiler, Kuran kursları, İmam-Hatip liseleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi kendi dini kurumlarını ve din görevlilerini yaratmıştır. Bürokratik din kurumlarının ihdas edilmesi, İslam’ın nihayetinde bir devlet işi olarak anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Dini hayatın her alanını kontrol eden ve yöneten din kurumları sayesinde din, devletin emrine ve hizmetine sokulmuş bulunmaktadır. Bürokratik din kurumları, dini devletin hizmetine sokmanın yanında, toplumda var olan farklı inanç ve mezheplere karşı da dışlayıcı ve ötekileştirici bir tutum takınmaktadırlar. Gayri Müslimler, Aleviler gibi inanç grupları yok sayıldığı gibi, Hanefi-Maturidi ilmihali temelinde tek bir mezhebin doktrinini uygulayan ve yayan Diyanet İşleri Başkanlığı, Şafii mezhebi gibi farklı fıkıh ekollerini de dışlamaktadır. Dini açıdan toplumu homojenleştirmeyi hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlı-
ğı, tek tip bir toplum yaratmanın önemli bir aygıtı konumundadır. Resmi ideoloji, klişe bir şekilde kul ile Tanrı’nın arasına kimsenin giremeyeceğini, dinin tamamen bireye bırakılması gerektiğini söylemektedir. Ancak din hiçbir zaman bireye bırakılmamıştır. Otoriter laisizm, kul ve Tanrı’nın arasına devleti sokmuş, dini hayatı bürokratik bir faaliyete indirgemiştir.Din ve vicdan özgürlüğü, dışarıdan bireyin inancına hiçbir şekilde müdahale edilmemesini, devletin tamamen dini alandan uzak tutulmasını, dini hayatın tamamen bireyin özgür tercihleri çerçevesinde şekillenmesini, gelişmesini ve çeşitlenmesini gerektirmektedir. Toplumu devlet eliyle değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleyen laisizme her şeyin ölçüsü muamelesi yapılmaktadır. Laikliğe uygun ya da aykırı fiiller şeklinde insanların ve toplumsal grupların düşünce ve davranışları ölçülmektedir. Laiklik, cumhuriyetin tek niteliği olarak ele alınmakta, laik cumhuriyet vurgusu hep ön planda tutulurken cumhuriyetin sivil ve demokratik nitelikte olması gerektiğine hiç vurgu yapılmamaktadır. Liberal demokratik anlayış için asıl vurgu laikliğe değil, din özgürlüğüne ve çoğulculuğa yapılmalıdır Resmi ideoloji, tek etnisite merkezinde bütün toplumu dilsel ve kültürel açıdan homojenleştirmeye çalıştığı gibi, din ve inanç açısından da homojenleştirmeye çalışmıştır. Küçük Asya ya da Bin Tanrı İli olarak anılan Anadolu coğrafyası, sayısız uygarlığa beşiklik etmiş, kültürler arası geçişliliğin merkezi olmuş, kültürel ve dini çeşitliliği iliklerine kadar işleyen bir coğrafyadır. Laisizm ve nasyonalizm, bu coğrafyanın çeşitliliğini ve mirasını tanımamakta, onları yok saymakta ya da asimile etmeye kalkmaktadır. İnsan hakları, din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki bütün din, inanç ve kültürlerin varlıklarının tanınması, dışlanmaması, ayrımcılığa uğramamaları ve asimile edilmemeleri gerekmektedir. Sadece çoğunluk inancına değil, bütün inançlara din ve vicdan özgürlüğünün gerektirdiği bütün hak ve özgürlükler tanınmalıdır. Sonuç olarak Türkiye’de ciddi bir din ve vicdan özgürlüğü sorunu olmasının temelinde devletin dini güdümüne alan, din ve vicdan özgürlüğünü dışlayan resmi ideolojisi ve laisizmi bulunmaktadır. Bugün dindevlet ilişkileri bağlamında sorulacak en önemli soru şudur: Türkiye’de din ve çoğulculuk devlete karşı nasıl korunacaktır? Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün sahici anlamda gerçekleşmesi için devletin dinden elini çekmesini ilkeli ve tutarlı bir din özgürlüğü anlayışı içerisinde talep etmek lazımdır. Bu talep bağlamında laisizmi terk edip din ve vicdan özgürlüğü ve çoğulculuğuna dayanan özgürlükçü bir laiklik açılımına ülkemiz, çok acil ihtiyaç duymaktadır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 203
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKİYE’DE DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE ORTADOĞU’DA YAŞANAN ASKERİ DARBELERİN YAYILMA ETKİSİ Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ Ufuk Üniversitesi Öğretim Üyesi
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası adeta anayasal bir kural olarak Başkan James Monreo’nun çerçevesini çizerek 1823’den beri sürdürdüğü Monreo Doktrini’ni terk etmiş ve Yalta Konferansında, SSCB ile birlikte Dünyanın stratejik bölgelerini paylaşmıştır. Bu paylaşımda Türkiye ise kısmen zorunlu ve kısmen de gönüllü olarak ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikasında kilit bir rol üstlenerek, 1947 Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile ABD’nin önderliğini üstlendiği sistem içinde yer alma isteğini politik bir uygulamaya dönüştürmüştür. Türkiye, savaş öncesi İngiltere ile 19 Ekim 1939’da ittifak tesis etmiş olsa da Türkiye’nin en büyük dayanağı olan İngiltere’nin bu savaştan güçsüz çıkması, 1947 Şubatında Türkiye ve Yunanistan konusunda ABD’ye verdiği ve artık bu iki devleti destekleyemeyeceğine ilişkin memorandumları üzerine ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı ve “Truman Doktrini” adını alan konuşması ile Türkiye ve Yunanistan’a yardım kararını açıklayarak, SSCB’nin bu iki ülke üzerindeki yayılma emellerine bir set çekmeyi istemiştir.1 Ancak ABD’nin savaş sonrası SSCB’ye yönelik bu çevreleme politikaları sadece Türkiye ve Yunanistan gibi belirli demokrasi taraftarı olan ülkelerin desteklenmesi ile sınırlı kalmamış Ortadoğu’da bazı ülkelerde ise demokrasi dışı askeri darbelerin desteklenmesi dâhil karışık politikalar izlenmesini doğurmuştur. Bu çalışmada “Tek Parti” dönemini sona erdirerek Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye’de iktidara gelen Demokrat Parti döneminin başlaması ile birlikte Ortadoğu’da özellikle Türkiye’nin komşusu olan ülkelerde başlayan askeri darbelerin ne şekilde komşu ülkelerle benzeri bir akıbete yani Türkiye’yi de 27 Mayıs 1960 askeri darbesine sürüklediğini anlamak amaçlanmaktadır. 2NCİ DÜNYA SAVAŞ SONRASI TÜRK ORDUSUNDAKİ DEĞİŞİM HAREKETLERİ Türkiye savaşa dâhil olmadığı halde zayıf ekonomisi ve insan gücü dışında yetersiz sayılabilecek kıt kaynakları sebebiyle önemli şekilde etkilenmişti. Ordunun açık bir reforma ihtiyacı olduğu görülüyordu. Özellikle gençleştirme amaçlı bu reform dalgasında ilk olarak daha savaş sona ermeden 1921’den beri Genelkurmay Başkanlığını yürüten Fevzi Çakmak 12 Ocak 1944’de 68 yaşında iken Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası’na göre “Tahdit-i Sin” yani yaş haddinden dolayı emekliye sevk edilmesi ile yerine 58 yaşındaki Org. Kazım Orbay getirilmişti. Ancak oğlunun 1 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s.152.
204 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
adının karıştığı “Ankara Cinayeti” olayı sonrası Orbay, 23 Temmuz 1946 tarihinde görevinden istifa edince yerine, 57 yaşındaki Org. Salih Omurtak Genelkurmay Başkanlığı görevini 1946’da devir aldı. Ancak Omurtak da sağlının bozulması üzerine 8 Haziran 1949’da Genel Kurmay Başkanlığından ayrıldı. Org. Salih Omurtak’ın yerine bu defa 67 yaşındaki Org. Abdurrahman Nafiz Gürman, Genel Kurmay Başkanlığına atandı. Dolayısıyla CHP beş yıl içerisinde Mareşal Çakmak’ı 1944’te 68 yaşında görünürde yaş haddi nedeni ile emekliye sevk ederken, 1949’da 67 yaşındaki Org. Gürman’ı Genelkurmay Başkanlığı’na getirmesi sonucu bu reform hareketinin başarısız addedilmesine yol açmıştı. Türkiye savaş sonrası sadece Orduda gençleştirme değil aynı zamanda Batı ittifakının bir sonucu olarak askerî teşkilat ve yapılanmasında da değişikliğe gidip savaşın galibi ABD modelini örnek alarak önceki Alman modeline son vermişti. Savaşın sonlarına doğru Genelkurmay Başkanlığı’nın 1944’de Başbakanlığa bağlanması Yüksek Kumanda Heyeti’nin siyasal etkisinin azaltılmasından sonra, bu defa 1948 yılında CHP Seyhan milletvekili Sinan Tekelioğlu, Hasan Saka Hükümeti’nin programının görüşülmesi sırasında, mecliste yaptığı bir konuşmada, MSB’den de söz ederek Bakanlığın adının değiştirilmesi gerektiğine işaret etmişti. O zamana dek Başbakanlığa bağlı olan Genelkurmay Başkanlığı, ABD modeline uygun olarak CHP iktidarı döneminde 30 Mayıs 1949’da çıkarılan 5398 sayılı “Milli Savunma Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevlerine Dair” kanunla doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) bağlanmış,1961 Anayasası yürürlüğe girinceye kadar bu bakanlığa bağlı olarak çalışmıştır. Daha sonra 1949 yılına kadar TSK’nin emir komuta zinciri Genelkurmay Başkanlığı ile Ordu komutanlıkları arasında kurulmuş ve aynı zamanda kuvvet komutanlıkları da oluşturulmuştur. 14 Mayıs 1950’da Türkiye’de nihayet hayata geçirilen tüm dünyada ise demokratik seçimler için vazgeçilmez sayılan yargı güvencesi ve “gizli oy - açık tasnif ” sisteminin uygulanması ile % 55.2 oranında oy alarak, 416 milletvekili kazanıp iktidara gelen Demokrat Parti, ilk faaliyetlerden biri olarak 6 Haziran 1950 tarihinde darbe hazırlığı yaptığı iddiasıyla başta Genel Kurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere 15 general ve 150 Albayı görevden almıştır. Demokrat Parti iktidarının gelmesi ile Orduda bazı gizli oluşumlar başlamıştır. Ordu içinde ilk gizli örgütün Kur.Yb. Faruk Ateşdağlı’nın 1951 yılındaki girişimi ile oluşturulduğu ve Demokrat Parti iktidarı döneminde yedi ayrı gizli örgüt ve bunların aralarında oluşturdukları iki de birleşik örgütün faaliyetlerini tespit
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU edildiği ileri sürülmüştür.2 Ordudaki örgütlenme süreci dikkate alındığında tüm bu örgütlerin ordunun hiyerarşik yapısı dışında gelişmiş olduğu görülmektedir. Ordu içinde oluşturulan gizli örgütlerin başında ‘Tuzla Uçaksavar Okulu Gizli Örgütü’ gelmektedir. ‘Harp Akademisi Örgütü’, orduda reform amacıyla kurulmuştur. Üyeleri muhtemel bir müdahaleye karşı hazırlıklı olmanın gerektiğine inanıyordu. 1956 yılında yapılan bir toplantıda örgüte “Atatürkçüler Cemiyeti” adı verilmiştir. 1956 yılında sözünü edilen gizli örgütler arasında çeşitli sızma ve birleşmeler de gerçekleşmiştir. 3 Ordu içerisinde bu şekilde çeşitli gruplaşmalar olurken bu gruplaşmaları tetikleyen diğer bir unsur da ABD tarafından yardım adı altında uyguladığı baskı ve kontrolün genç subaylarda oluşturduğu tepkilerdi. Üye olunduktan sonra NATO-Türkiye ilişkileri, alınan askeri yardımlar ve ikili anlaşmalarla ABD-Türkiye ilişkisi gerek uygulama şekli, gerekse verilen tavizler, önemli sayılabilecek bir subay kitlesinde Türkiye’nin Atatürk’ten beri takip ettiği “tam bağımsızlık”a dayalı dış politikadan uzaklaşması olarak algılanmaya başlamıştı. Diğer yandan Amerikan etkisiyle Orduda meydana gelen eğitim ve teknolojik modernleşmenin diğer bir önemli boyutu da küçük rütbeli subayların, özellikle kurmay subayların, büyük önem kazanmış olmasıydı. Çünkü Orduda modern savaş bilimini Amerikalı danışmanlardan öğrenecek zihinsel esnekliğe sahip olanlar ancak bu genç subaylardı. Özellikle yaşlı generallerin yetersizlikleri ve üstelik bunu örtmeye yönelik şüphecilikleri, artık beklentileri yüksek olan kurmay subayları, bir bütün olarak Ordu sistemini sorgulamaya itiyordu. 4 Söz konusu ABD güvenlik yardım programlarından birisi olan ve günümüzde de Türkiye dahil yaklaşık 160 ülke tarafından yoğun şekilde kullanılan “Yabancı Askeri Satışlar Tedarik Sistemi-Foreign Military Sales-FMS”nin temeli, Truman Doktrini ile atılmıştı. FMS, ABD Savunma Bakanlığının sorumluluğunda yürütülen, NATO üyesi ülkeler dâhil, dost ve müttefik yaklaşık 160 ülkeye askeri malzeme ve hizmet transferine olanak sağlayan bir askeri satış programının adı idi.5 NATO’ya üye olunduktan sonra gelen askeri yardım ile Ordu büyük bir rahatlama içine girmiş olsa da Ankara’daki ‘Amerikan Askeri Yardım Kurulu’na bağlı Amerikalı subayların ekipler halinde tümen karargâhlarına kadar yerleşerek ast-üst hiyerarşisine uymayacak davranışlarla Orduyu kontrol etmeleri, subay heyetinin tepkisini çekiyordu.6 Özellikle Orduda 1957 sonrası artan gruplaşmalar ile ilgili iktidarca çeşitli haber ve duyumlar alınmış olmasına ve bilhassa 1958’de Yarbay Faruk Güventürk’ün önderlik ettiği ve hükümeti yıkmayı planlayan bir cuntaya katılan Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun, tasarlanan darbe planlarını hükümete ihbar 2 3 4 5 6
Ümit Özdağ, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri - 27 Mayıs İhtilali, Boyut Yayın Grubu, 2004. Doğan Akyaz, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi, İletişim Yayınlar, İstanbul, 2006. Doğan Akyaz, a.g.e. Martin W.Kenneth, “Yabancı Askeri Satışlar-Foreign Military Sales/FMS” The Management of Security Assistance, Wright Patterson Air Force Base, Ohio, 2005. Doğan Akyaz, a.g.e.
etmiş ve dokuz subay yargılanmış olmasına rağmen 27 Mayıs 1960’da gerçekleştirilen askeri darbeyi hükümetin önlemesi mümkün olamamıştı. ORTADOĞU’DA 1950’Lİ VE 60’LI YILLARDA ASKERİ DARBELERLE DEVRİLEN TÜRKİYE’NİN KOMŞUSU YÖNETİMLER 2nci Dünya Savaşı çoğunlukla Avrupa, Uzak doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yaşanmış olmasına ve demokrasi taraftarlarının galibiyetine rağmen sonrasında Ortadoğu’da yönetimler askeri darbelerle el değiştirmiştir. Bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koymasına askeri darbe denilmektedir. 27 Mayıs 1960 tarihli Türkiye’de gerçekleşecek askeri darbeye gidilen yolda İran, Irak, Suriye gibi Türkiye’nin komşusu olan ülkelerde yaşanan askeri hareketliliklerin ne kadar payının olabileceğini anlamak için Türkiye’de Demokrat Partinin 1950 ile 1960 yılları arasındaki iktidarında komşu bazı ülkelerde yaşanan demokrasi dışı olayları hatırlamak yerinde olacaktır. İRAN 1921 darbesiyle İngilizler için çalışmaya başlayan ve 1923 yılında başbakan ve sonunda 1925 yılında “Şah” olarak anılan Rıza Şah Pehlevi’nin ülkesi İran’da, Kacar hanedanlığı kaldırılarak Pehlevî hanedanlığı kurulmuş, ancak 2nci Dünya Savaşı esnasında Almanya’ya yanaşması üzerine 1941’de İngiltere ve SSCB tarafından işgal edilmiş ve 1943’te yapılan Tahran Konferansı’nın ardından, ülkenin SSCB, ABD ve İngiltere tarafından yeniden inşa edilmesine karar verilmişti. Ancak Truman Doktrinin yayınlandığı yıl olan 1947’de S.S.C.B.’ye verilen imtiyazlar milliyetçilerin ve İngiltere’nin baskısıyla geçersiz kılındı. Daha sonra ülkede güçlenen milliyetçi muhalefeti temsil eden “Ulusal Cephe”, 1951’de halkın büyük çoğunluğunun da talebi olan petrolün millîleştirilmesi kararının Meclis’te kabul edilmesini sağladı. Bu karara karşı çıkan ülkenin 58nci Başbakanı olan General Ali Razmara’nın (1901-1951) öldürülmesinin ardından çıkan ayaklanmadan sonra Şah istemeyerek de olsa, Ulusal Cephe’nin lideri Muhammed Musaddık’ı Başbakanlığa getirmek zorunda kalmıştı. Musaddık’ı Başbakanlığa taşıyan olay, 1949’da daha önce imtiyaz olarak verilmiş İngilizlere ait Anglo-Iranian Oil Company Ltd.’nin İran’daki tesislerinin millileştirilmesi çağrısında bulunması ve hazırladığı İran petrollerinin millileştirilmesini öngören yasa tasarısının Ayetullah Kaşani önderliğindeki mollaların desteği ile 1951’de meclisten geçmesi idi. Musaddık’la ciddi bir iktidar mücadelesi içine giren Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Ağustos 1953’te Başbakan Musaddık’ı görevden alma girişiminde bulunsa da Musaddık (1882-1967) taraftarlarının başlattığı sokak gösterileri karşısında İran’dan kaçmak zorunda kaldı. Ancak Batılı güçlerle irtibatı olan Musaddık’ın muhalifleri, olaydan birkaç gün sonra ABD’nin de desteğinin alındığı iddia edilen bir darbe düzenleyerek Musaddık’ı yönetimden uzaklaştırdılar ve Şahın ülkeye tekrar geri dönmeADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 205
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sini sağladılar.7 Resmi adı, “TP-AJAX” olan 19 Ağustos 1953 tarihli bu askeri darbenin ABD ile olan ilgisi 2013 yılında Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) tarafından da resmen kabul edildi. 1953 yılında Başbakan Musaddık’a karşı darbe yapan emekli General Fazlullah Zahidi (1897-1963), 1955 yılına kadar İran Başbakanlığını üstlendi ve İran’daki petrol anlaşmazlığı için, ABD’nin aracılığını istedi. Sonuçta Anglo- İranian Petrol Şirketi ile Amerikan Petrol Şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ve İran devleti arasında 1954 yılındaki imzalanan anlaşma ile İran kontrol altına alındı. IRAK İngiliz subay Mark Sykes ile Fransız subay François Georges-Picot’un Kahire’de bir araya gelerek masa başında Orta Doğu’yu Birleşik Krallık ve Fransa arasında paylaştırması sonucu suni şekilde üretilen devletlerden biri olan Irak, 1930 yılında bağımsız bir devlet olma yolunda Birleşik Krallık ile 25 yıllık bir anlaşma imzalarken, 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne bağımsız bir devlet olarak katıldı. Ülkede yaşanan 1936, 1941 yılı darbelerinin ardından 14 Temmuz 1958’de Irak’ta başka bir askerî darbe gerçekleşti. Faysal bin Hüseyin’in 1921’de kurduğu, Britanya himayesindeki Hâşimi monarşisini sona erdiren darbe sırasında, 1939’dan itibaren Kral olan II. Faysal, Kralın amcası Prens Abdülillah, Nuri Said Paşa ve kraliyet ailesinin birçoğu öldürüldü.8 Irak’taki darbeyi yapan General Abdülkerim Kasım’ın öncülük ettiği, Mısır’da monarşiyi yıkan 1952 darbesini gerçekleştiren Cemal Abdül Nasır’ın liderliğindeki Hür Subaylar Hareketi’nden de esinlenen darbeciler, Irak Ordusu içerisinde geniş bir destek gördü. Irak’ta 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım (1914-1963) ve Albay Abdüsselam Arif (1921-1966) tarafından düzenlenen bu darbeyle Kral ve Başbakan Nur Said ortadan kaldırılıp “Cumhuriyet” ilan edildi. Irak Baas lideri Fuad er -Rikabi de yeni kurulan hükümette yer alınca bu olay da Arap milliyetçiliği ve Arap sosyalizminin bir karışımı görülen Baas anlayışının Irak’ta Ordu içine sızmasına olanak verdi. Rikabi, Nasırcı olarak bilinen bir Baas lideriydi. 1958’de Suriye ve Mısır’ın birleşmesi, Irak Baasçılarını ikiye bölmüş, bir kısmı Nasırcılaşmayı savunmuştu. Neticede Rikabi’nin ihraç edilmesi ile Baasçılar, Irak’ta yeraltına inse de 1962 yılına kadar faaliyet gösterdi, ayrıca 1963’te karşı darbe yaparak bu defa Abdülkerim Kasım’ı devirip Abdüsselam Arif ’i Cumhurbaşkanlığına getireceklerdir. SURİYE Irak’ta 1958 yılında gerçekleştirilen darbeden etkilenen komşu ülke Suriye’de de benzeri bir askeri darbe yaşandı. 1946 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra Suriye’de 1949 yılında CIA destekli bir darbe ile demokratik hükûmet devrilmiş ve bunu iki ayrı darbe daha takip etmişti. Suriye’de askeri darbeler zincirinin ilki 30 Mart 1949’da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğinde gerçekleşmişti. CIA tarafından da desteklenen darbe 7 Gene R.Garthwaite, İran Tarihi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005. 8 Sait Yılmaz, Irak Dosyası, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2011.
206 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
sonrasında Zaim, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmişti. Zaim’in, bu defa 14 Ağustos 1949’da General Sami Hınnavi’nin önderliğinde bir karşı darbe ile yönetimden uzaklaştırılması ve idam edilmesinde ise İngilizler tarafından desteklendiği görülmüştü.9 19 Aralık 1949’da Albay Edip Çiçekli, ülkesi Suriye ile Irak’ın birleşmesi fikrinin işlerlik kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği General Sami Hinnavi’ye karşı başka bir darbe düzenlemişti.10 Albay Faysal ElAtasi’nin yardımı ile gerçekleşen bu darbe ile 1953’de Cumhurbaşkanı seçilen Edip Çiçekli’yi 25 Şubat 1954’te iktidardan uzaklaştıracak siyasi zeminin oluşmasında Suriye’de Baas Partisi önemli rol oynamıştı.11 İyice karışan ülkede daha sonra 1954 yılında bir halk isyanı ile askeri iktidar devrilerek güç tekrar sivillere geçmişti. Ancak Mart 1963’teki bir darbeyle Suriye’deki ayrılıkçı hükümet devrildi ve Baas Partisi yeniden iktidara geldi. Salah Cedid ve Hafız Esad’ın başını çektiği hizip, kendilerini gerçek Baasçı olarak tanımlamış, geleneksel liderliği ‘sağcı’ olmakla suçlamışlardı. 23 Şubat 1966 tarihinde Salah Cedid’in öncülüğünde gerçekleştirilen kanlı darbe ile hizipsel mücadeleyi Nusayrilerin başını çektiği Askeri Komite kazandı. 1966 darbesi, Nusayrilerin Baas Partisi ve Suriye siyaseti üzerinde tamamen hâkimiyet kurması ile sonuçlandı. Darbe sonrası Hafız Esad yeni kabinede Savunma Bakanlığı görevini üstlendi.12 Savunma Bakanı olan General Hafız Esad (1930-2000), Suriye’de Kasım 1970’de gücü tamamen ele geçirerek Suriye Başbakanı olacak ve Mart 1971’de ise kendisini Suriye’nin Başkanı ilan edecektir. Hafız Esad’ın içinde yer aldığı 1943’de Şam’da kurulan Baas Partisi, alevi kesimin daha çok desteğini alıp, bölgede oluşturulmaya çalışılan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuştu. Ancak 1963’te düzenlenen darbe sonrası yaşadığı iç çekişmelerden kendini kurtaramamıştı. Neo-Baasçılar olarak tanımlanan iki alevi subay; Salah Cedid ve Hafız El-Esad iktidar mücadelesini kazanmıştı. Hafız El -Esad daha sonra dava arkadaşı Salah Cedid’i tasfiye ederek ülkenin kontrolünde tek başına söz sahibi olacaktır.13 LÜBNAN Irak ve Suriye’de yaşanan yönetim boşluğu ve askeri hareketlilik farklı biçimde Lübnan’da da geçerli olmuştur. 1941’de Fransa mandası altında bağımsız olan ve 1943’te mandanın kaldırılması ile seçimler sonucu Hükümet ve idari sisteminde dinlerin eşit temsili esas alınarak hazırlanan ‘Milli Pakt’ Lübnan’da kabul edildi. 1945’te Birleşmiş Milletlere katılan Lübnan, 1948 Arap-İsrail savaşına katıldı. 1946 yılında Lübnan’da Başkomutanlığa getirilen 9 Sabahattin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, İstanbul, Bir Yayınları, 2004, s.184. 10 Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Kastaş Yay., 2004,s.97. 11 Nevin Yazıcı, Suriye Siyasi Tarihi, http://www. 21yyte.org/ tr/arastirma/ suriye/2012/ 05/29/6619 / suriye siyasitarihi (Erişim Tarihi: 15.01.2016) 12 Nuri Salık, “Suriye’de Hafız Esad Rejiminin Ortaya Çıkışı Üzerine Bir Değerlendirme”, http://www. orsam. org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2015126_2nurisalik. pdf. (Erişim Tarihi: 20.01.2016) 13 Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi, Çev. Aslı Falay Çalkıvık ve Semih İdiz, İletişim Yayınları, İstanbul. 2000.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU General Fuad Şehab (1902-1973), ilk kez 1952’de, Bişara Huri’nin Cumhurbaşkanlığına karşı başlayan yoğun muhalefet hareketleri sırasında beklentilerin aksine Komutan olarak görevinin, iktidarın düşmesini engellemek değil, ülkeyi dışarıdan gelen saldırılara karşı korumak olduğuna söyleyerek Cumhurbaşkanı Huri’ye askeri destek vermeyi reddetti.14 Huri istifa etmek zorunda kalınca yerine Kamil Şamun geçti. Bu defa 1958’de Şamun’un yönetimine karşı ülkede açık bir ayaklanma başlayınca,Şehab ayaklanmanın yayılmasını önlemekle yetinerek Cumhurbaşkanını desteklemeyi tekrar reddetti. Cumhurbaşkanı görevinden ayrılınca kendisi 1958’de Lübnan’da Cumhurbaşkanı seçildi ve 1964’e kadar görevde kaldı. 15 MISIR Önceden tabi olduğu Birleşik Krallıktan tek taraflı olarak 1922’de bağımsızlığını kazanıp sonra kendi Krallığıyla yönetilen ancak 1953’de Cumhuriyet ilan edilen Mısır’da, Cemal Abdül Nasır (1918-1970) önderliğindeki bir grup genç subay 1952’de gerçekleştirdikleri “Hür Subaylar” darbesiyle Krallığı yıkıp, Mısır’da yeni bir dönemin başlamasını sağladılar. Kral Fuad ve Faruk yönetiminde monarşik yapıdaki Mısır’da Abdülhakim Amir ve Enver Sedat ile birlikte “Hür Subaylar” örgütü kuran Albay Cemal Abdül Nasır, 23 Haziran 1952’de bir darbeyle yönetime el koydu. Darbe sonrası Orgeneral Muhammed Necib’in devlet başkanlığına getirilmesine karşın, Mısır’da gerçek iktidar Nasır’ın denetimindeki ‘Devrimci Komuta Konseyi’nin eline geçti. Ayrıca Ocak 1953’te ülkedeki tüm siyasi partiler kapatıldı. 16 1954 ilkbaharında Necib’in görevden alınmasına yol açan iç çekişmelerden sonra perde arkasındaki konumundan çıkarak Başbakanlık görevini üstlenen Cemal Abdül Nasır, en güçlü muhalefet odağı olan İhvan yani Müslüman Kardeşler’i sindirerek konumunu pekiştirdi. Ocak 1956’da tek partili siyasi sisteme dayalı yeni anayasayı yürürlüğe koydu. Haziranda da yapılan seçimde de tek aday olarak, oyların % 99,95’ini alarak Mısır Cumhurbaşkanı seçildi. 17 1958 yılında Fransızların Suriye’den çekilmesiyle kurulmuş olan Suriye Cumhuriyeti ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyetini kuran Mısır karşısında, bir askerî darbenin ardından Suriye’nin yeniden bağımsızlığını ilan etmesiyle, iki ülke arasında kurulan siyasi birleşme 28 Eylül 1961’de sona erdi. Arap Sosyalist Birliği’ni kurucuları arasında yer alan Nasır, 1970’de ölene kadar ülkesini Ortadoğu’da SSCB’ye yakınlaşıp İsrail ile her defasında kaybettiği savaşlara girişerek genişletmeye çalıştı. Yukarıda Türkiye’nin komşuları kabul edilen ülkelerin özetlenen siyasi çalkantılarla oluşmuş darbeciliğinin aynı dönemde Türkiye’de benzeri demokrasi muhaliflerini etkilediği ve onları da bu şekilde yol ve yöntemler aramaya götürdüğü tahmin edilebilir. Ancak darbeciliğin bu ülke14 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. 15 Zahide Tuba Kor, Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayınlar Birimi, 2009. 16 Ozan Örmeci, “Mısır: Siyasal Tarihi ve Bugünü”, Caspian Weekly”, http://ozanormeci. com.tr/ category/ bilimsel-makaleler (Erişim Tarihi: 23.01.2016) 17 Peter Mansfield, Mısır İhtilali ve Nasır, Kitapçılık A.Ş., İstanbul, 1967.
lerde alışkanlık yapması ve sonrasında ülkeyi geri dönüşü olmayan yollara da sokmasının mümkün olacağı göz ardı edilmemelidir. SONUÇ 1923 ile başlayan Tek Partili siyasi dönem sonrasında çok partili hayatta Demokrat Parti’nin Türkiye’de iktidarda bulunduğu dönem olan 1950 ile 1960 yıllar arasında Ortadoğu’da özellikle komşu ülkelerde yaşanan demokrasi dışı gelişmeler ve askeri darbelerin Türkiye’de takip edildiği ve sonuçlarının izlendiği tahmin edilebilir. Truman doktrini ile SSCB karşısında Batı ile bağlarını artıran Türkiye, 1950’li yılların sonunda demokrasi yanlısı seçiminin avantajını sürdürmek ve o dönemde artan demokrasi karşıtlığına da cevap vermesi beklenirken bu hamleyi yapamadığı gibi Ortadoğu’daki yapay devletlerin sıkça karşılaştığı askeri yönetimlerin bir benzerini yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu çalışmada görüleceği üzere Türkiye’ye komşu olan ülkelerden İran, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır gibi devletlerde askeri darbeciliğin önü açılırken bu durum Türkiye’ye de sirayet etmiştir. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ile başlayan demokrasiye müdahale dönemleri birbirini izleyerek takip etmiştir. İlginçtir Savaş sonrası Truman doktrini ile SSCB karşısında ABD tarafından koruma sağlanan Türkiye ile birlikte diğer ülke olan Yunanistan’da da seçime gitmek üzere oluşturulan geçici hükümet Nisan 1967’de bir askeri darbeyle devrilmiş ve darbeci subaylar olan General Stilyanos Pattakos (1912), Albay Yorgo Papadopulos (1919-1999), Albay Makarezos (1919-2009)’un askeri darbesine 1973 yılı Kasım ayında General Dimitrios Yuannides tarafından bu defa karşı bir darbe daha yapılarak önceki cunta dağıtılıp yeni cunta kurulmuştur. 1974 yılına kadar süren darbe yönetiminde kalan Yunanistan, bu sürede tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşamıştır. Kısaca darbe yapılan ülkelerde darbecilik bir alışkanlık olarak sürdürülmüş ancak bu arada demokrasi ise bahsedilen ülkelerde her darbe döneminde gerileyerek refah ve huzuru değil aksine kaos ve endişeyi getirmiştir.
KAYNAKÇA AKYAZ, Doğan, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi, İletişim Yayınlar, İstanbul, 2006. ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991. CLEVELAND, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. GARTHWAİTE, Gene R. İran Tarihi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005. KENNETH, Martin W, “Yabancı Askeri Satışlar-Foreign Military Sales/FMS” The Management of Security Assistance, Wright Patterson Air Force Base, Ohio, 2005. KOR, Zahide Tuba Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayınlar Birimi, 2009. MANSFIELD, Peter Mısır İhtilali ve Nasır, Kitapçılık A.Ş., İstanbul, 1967. ÖRMECİ, Ozan “Mısır: Siyasal Tarihi ve Bugünü”, Caspian Weekly”, http://ozanormeci. com.tr/ category/ bilimsel-makaleler (Erişim Tarihi: 23.01.2016) ÖZDAĞ, Ümit, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri - 27 Mayıs İhtilali, Boyut Yayın Grubu, 2004. PEHLİVANOĞLU, Öner, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Kastaş Yay., 2004. SALIK, Nuri “Suriye’de Hafız Esad Rejiminin Ortaya Çıkışı Üzerine Bir Değerlendirme”, http://www. orsam. org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2015126_2nurisalik. pdf. (Erişim Tarihi: 20.01.2016) ŞEN, Sabahattin Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, İstanbul, Bir Yayınları, 2004. VAN DAM, Nikolaos, Suriye’de İktidar Mücadelesi, Çev. Aslı Falay Çalkıvık ve Semih İdiz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000. YAZICI, Nevin, Suriye Siyasi Tarihi, http://www. 21yyte.org/ tr/arastirma/ suriye/2012/ 05/29/6619 / suriye siyasitarihi (Erişim Tarihi: 15.01.2016) YILMAZ, Sait Irak Dosyası, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2011.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 207
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DÜNYAYA YÖN VEREN BİR MİLLET OLMAK İÇİN DEMOKRASİ VE KALKINMA
Doç. Dr. Mustafa OĞURLU Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
Çok kıymetli gönül dostları; geçmişimize ön yargılardan arındırılmış olarak bakarsak ne kadar zengin bir tarihe sahip olduğumuzu açık bir şekilde göreceğiz. Bu zenginlikler arsında bizleri derin bir hüzne sevkeden bazı hatalar da mevcuttur. Tabi ki yapılan hataları düzeltemeyeceğimiz de bir gerçektir. Zaten bizden de beklenen geçmişte yaşananlardan ders alabilmektir. Ülkemiz ve insanlık için geleceği daha az hata yaparak inşa etme becerisini göstermektir. Merhum Başbakanımız Adnan Menderes, Osmanlı döneminde yetişmiş Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış ve yaptıklarıyla bu milletin gönlünde yer almış bir devlet adamıdır... Arkadaşlarıyla beraber demokrasi fikrine o günlerde sahip çıkmış ve ülkenin demokrasiye geçmesinde büyük sorumluluklar almıştır... O günkü şartlara rağmen milletten yana tavır almış ve halkın gücüyle; “Yeter, Söz milletindir!” diyerek iktidara gelmiştir. Dünyada halen birçok ülkenin demokratik olgunluğa kavuşamaması ve demokrasi çalışmalarını muhalif güçlerin engellemesi açık bir şekilde görülmektedir. Demokrasiye 208 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
geçiş süreçleri milletlerin bir çoğunda sıkıntı çekilerek çok ciddî mücadelelerle gerçekleştirilmiştir. Bu coğrafyada halkın iktidara gelmesine vesile olan ilk devlet adamı olma şerefi Rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes’e nasip olmuştur. Evet, insanoğlu asırlardır hep; “ Yönetme ve Yönetilme Mücadelesi”ni vermiştir. Sayın Başbakanımız Adnan Menderes halkın lehine demokratik atılımları ve kalkınma hamlelerini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu halkın yararına olan çalışmaları anlamayanlar tarafından sürekli eleştirilmiştir. Bu ulusun esaret altına girmemesi için Çanakkale ve birçok cephede gözünü kırpmadan canını feda eden nice yiğitler gibi milletin egemenlerin baskısından kurtulması için Allah’ın verdiği ömür boyunca çaba göstermiştir. Bu mücadelesinin sonunda egemenlerin baskı ve iftiraları neticesinde şehit edilmiştir. Adnan Menderes’in memleketi olan Aydın şehrimiz onu hep özlemle anmaktadır. Şehit olmadan önce ‘’Çine çayının oraya gideceğim. Söğüt ağaçlarının altında yatacağım. Çine çayının orada deliksiz ve derin bir uykuya yatacağım’’ dediği söğüt ağaçları hâlâ o kavuşmayı bekler gibi hüzünlenmektedirler. Akıp giden Çine çayı nice anıları sürüklemesine rağmen Adnan Menderes’in bu topraklara diktiği demokrasi ağacını her daim sulamaya devam etmektedir. Onun yaşadığı topraklarda yaşıyor olmak ve buradan Türkiye’ye ve dünyaya seslenmek inanın çok değişik bir duygu... Bu yörenin belirgin özelliklerini taşıyan Sayın Başbakanımız Adnan Menderes bu dünyadan ayrılıncaya kadar çok beyefendi, kibar bir kişi olarak bu ülkeyi yönetmiştir. Bu millet asırlardır her zaman liderleri güçlü ve çalışkan kişiler olduğunda ciddi atılımlar yapmış; ama zayıf idareciler döneminde güç kaybetmiştir. Milletimiz de bu güçlü liderleri her daim bağrına basmıştır. Adnan Menderes de bu güçlü liderlerdendir. Sayın Merhum Başbakan’ın döneminden alınan derslerle Sayın Eski Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ve Halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan dönemlerinin inşa edildiği ve yaklaşık aynı toplumsal kesimlerle ülkenin kalkınması için çalışıldığı açıktır. Osmanlı’da yetişmiş nice devlet adamı Cumhuriyet döneminde de ülkeyi daha müreffeh bir ülke yapmak için çabalamışlardır. Özellikle Sayın Adnan Menderes ve arkadaşları yokluk ve sefalet girdabından çıkmaya çalışan milletimizin birçok imkâna kavuşması için çabalamışlardır. Devletin vatandaşın işlerini kolaylaştırması için çalışmışlardır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Sayın Merhum Başbakanımız Adnan Menderes’in başlattığı kalkınma hamleleri 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın yaklaşımlarıyla geliştirilmiştir. Vatandaşlarımız dünya milletleriyle ticaret yapma konusunda büyük bir aşama katetmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte yönetimde uzun yıllardır istikrar sağlanmış ve ülkenin sorunları bir bir ele alınarak çözülmeye çalışılmaktadır. Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’yla da bu istikrar sürdürülerek kalkınma hamleleri devam ettirilmektedir. Demokrasiyle elde edilen istikrar ülkede kalkınmayı kolaylaştırmış ve olmaz denilenler yapılmaya başlanmıştır. Siyaset halk için yapıldığı zaman kalkınmanın daha hızlı olduğu görülmüştür. Bugün de net bir şekilde gördüğümüz gibi kalkınmanın ve refahın en önemli unsurunun istikrarlı bir yönetim olduğu açıktır. Demokrasi de bu sistemin denetim mekanizmasını oluşturmaktadır. Menderes döneminde olduğu gibi özellikle son yıllarda da artarak siyasetin uzlaşamadığı durumlarda halka başvurmakla tüm kilitlerin milletimizin lehine çözülebildiği gözlenmiştir. Demokraside hedefler uzun sürede yakalanabilmektedir; çünkü toplumun demokratikleşme süreci hâlâ devam etmektedir ve devam edecektir de... Gelecekte de toplumumuzun karakterine uygun
hem güçlü liderlik ve hem de her düşüncenin temsil edildiği başkanlık gibi sistemlerle demokrasimiz gelişecek ve beraberinde kalkınması hızlanmış bir toplum olacağız. Halkımız ileri teknolojiye sahip olmasıyla daha kaliteli mallar üretebilir ve bu malları dünyanın her yerine satılabilir hale gelecektir. Böylece ülkemizin refah ve kalkınması hızlanarak devam edecektir. Demokrasi öyle bir şeydir ki egemenlerin istemediği kişilerin halkın gücüyle yönetime geçmesine fırsat sağlayabilmektedir. Milletimiz elinden bu yetki çeşitli yöntemlerle alınmadığı sürece her zaman en doğru kararları vermiştir. Allah bu milleti darbe veya çeşitli yöntemlerle vesayet altına almaya çalışanlara bir daha fırsat vermesin. Bu tür demokrasi düşmanlarının her daim üstesinden gelebilmek için çok çalışmak ve uyanık olmak zorundayız. Şehit Başbakanımız Adnan Menderes’in ideâllerine her zaman sahip çıkacağız. Gelecek neslimizin ahlakî değerlere bağlı, helâl, haram kavramına uygun yaşayan, her alanda hak edenin desteklendiği, istişarelerle karar alma yeteneği gelişmiş, demokrasiye inanan ve demokrasiyi koruyan bir nesil olması için çalışmaya devam edeceğiz. Millet olarak sahip olduğumuz insanlık değerleriyle, her alanda dünyanın yön verdiği değil, dünyaya yön veren bir millet olmaya çalışacağız.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 209
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞKANLIK SISTEMI, “SEÇILMIŞ SULTANLIK” MI?
Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı
ABD ile yaşıt ve özdeş olan Başkanlık sistemi, ülkemizde üç beş yılda bir gündeme gelmesine rağmen özellikle tek partinin güçlü iktidarları olan Özal ve Erdoğan dönemlerinde bizzat bu liderler tarafından daha sık dillendirilmiştir. Öncelikle şu noktanın vurgulanmasında yarar var: Başkanlık sistemi, Yarı Başkanlık sistemi ve Parlamenter sistem, bugün dünyada uygulanan demokratik sistemlerin içinde, kanaatimce, halkın doğrudan seçimine en yakın olan sistemdir. Bu nedenle de diğer ikisine oranla daha demokratik bir sistem olarak görülmektedir. Bu sistemde yasama ve yürütme birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Başkan tarafından atanan ama senato tarafından onaylanan Yüksek mahkeme yargıçları ise gerektiğinde, başkanları dahi sorgulayacak ve onları görevden alacak kadar güçlüdür. Doğrudan halk tarafından genel oy, dört yıl veya kazansa dahi ancak iki dönem seçilebilen Başkan ise bakanlarını, yani sekreterlerini, istediği gibi seçebilmekte ve meclisin güvenoyuna ihtiyaç duymamaktadır. Yasama da, yani Meclis de halk tarafından seçildiğinden onun da Başkan’a bağımlılığı yoktur. Başta para konuları olmak üzere Başkan’ı sıkıştırabilmekte ve Başkan’ın meclis’i de feshedebilme yetkisi yoktur. Ancak Başkan’ın Kongre karşısından tek üstünlüğü, gönderilen yasaları veto etme hakkına sahip olmasıdır. Başkanlık sisteminde, yarı başkanlık ve parlamenter sistemlerinde görüldüğü gibi iki başlı bir yürütme yerine tek başlılık söz konusudur. Yani bir köyde iki muhtar yoktur. Bu açıdan başkanlık sistemi siyasi istikrarı sağlamakta parlamenter sisteme göre çok daha avantajlıdır. Örneğin, eğer ülkemizde Başkanlık sistemi olsaydı özellikle 197080 arasındaki siyasi krizleri önleyebilir ve yakın zamanda da Sezer/Erdoğan çatışmasını ortadan kaldırabilirdi. Meclis’in güvenoyuna ihtiyaç duymayan başkan ne muhalefet ne de kendi partisinden korkmaktadır. Bu nedenle her bütçe döneminde veya hükümet kurma dönemlerinde başkanın kimseye ihtiyacı yoktur. Burada ülkemizin en güçlü tek partili (DP) iktidarlarından olan III. Menderes Hükümeti’nin (1955) bizzat kendi meclis 210 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
grubu tarafından yıkılması ve ancak “Sarolist“ formülle Başbakan Adnan Menderes’in ipten alınmasını araştırmacıların dikkatine sunmak isterim. Bakan Mükerrem Sarol’un formülüne göre, “Menderes kürsüye çıkacak ve gruptan sadece kendisi için güvenoyu isteyecekti.” Bunun üzerine kürsüye çıkan Menderes, kürsüde ateşli bir konuşma yapmış ve Grup da Menderes’e tam kadro güvenoyu vermişti. Bunun ardından tekrar kürsüye çıkan Menderes şöyle der: “Arkadaşlar, sayın milletvekilleri, siz Grup olarak her şeye kadirsiniz…(siz) isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz!...” Bu nedenle Başkanlık sisteminde, ülkemizin yüz karalarından olan vekil transferleri de bu sistemde önemsiz kalmaktadır. Örneğin 1977 “Güneş Motel” olayı ve tarihin bir örnek bir tekrarı olan 2000’lerde DSP’nin sahilde rüzgardan ve-ya dalgadan yıkıldığı bir balıkçı kulübesi gibi vekil pazarları bu sistemde yaşanamaz. 1977’nin başbakan adayı Bülent Ecevit hükümet kurmak için ihtiyaç duyduğu 11 vekili Adalet Partisi’nden koparmıştı. Ecevit’in “Kumar borcu olmayan” ama Bakanlık vaat ettiği hükümet kurmak için ihtiyaç duyduğu bu 11 vekil sayesinde II. MC hükümeti güvenoyu ile yıkılmış ve Ecevit yerine en uzun süreli hükümetini kuracaktı. Özetle, doğrudan halk tarafından seçilmiş, görev süresi net olan bir Başkan’ın tek başına kurduğu hükümet ve birbirinden net olarak ayrılmış kuvvetler ayrılığı Başkanlık sisteminin en büyük avantajları ve temel özelliklerini oluşturmaktadır. Bu sistemin olumsuz yanlarını ise şöylece sıralayabiliriz: Meşru ve yasal olan yasama ve yürütmenin keskin ayrılığı, zayıf ve eğitim seviyesi düşük olan ülkelerde sistemin kilitlenmesine sebep olması. Ya hep hiç mantığına göre bir oy farkıyla da olsa kazanan Başkan gerçekten, seçilmiş bir kraldır. ABD başkanlarından Abraham Lincoln’a bir oylamada atfedilen şöyle bir örnek vardır: “yedi hayır, bir evet, evetler kazandı”. Tabii Başkanlık sisteminin başarısı her şeyden önce seçmen ve halk kalitesine bağlıdır. Eğitimli, basiretli ve uyanık bir halk en iyi hükümeti zaten çıkarmasını ve kontrol etmesini bilir. Böylece çok güçlü yetkilerle donatılmış bir başkan hata yaparsa önce Yüksek Mahkeme yakasına yapışır, ardından zaten kısa olan görev süresinde (4 yıl) halk onu alaşağı etmesini bilir. Böylece bu sistemde altı defa gidip yedi defa gelmek yoktur çünkü gerçek krallık bunun gibi yani ömür boyu parti liderliğidir. 1940’ların ünlü İngiliz Başbakanı W. Churchil demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: Geri kalanların tamamı hariç en kötü yönetim biçimidir. Bu açıdan ilk tarihten bu yana, toplumu; Kim? Nasıl? Ne kadar yönetecek?...sorularına cevap olarak insan eliyle geliştirilmiş ve gelişmeye devam eden berbatların en az berbat olanı olarak tanımlanan demokraside, en iyi demokratik sistem başkanlık sistemi olarak görülmektedir. Tüm bu nedenlerle kanaatime göre Türkiye, başta Ortadoğu’da yaşanan son siyasal değişiklikler, Kürt sorunu ve merkezi-ulus-devlet ruhunun iflası nedeniyle bir an önce Başkanlık sistemine geçmelidir. 1 Kasım’dan bu yana şu an tam yeri ve zamanıdır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES’İN İKİ VARİSİ VE BİR DEVRİMİN HİÇ BİTMEYECEK HİKAYESİ Yrd. Doç. Dr. Hicabi ARSLAN Adnan Menderes Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı
55 yıl sonra bile hala saf, hala berrak ve dip diri bir Ak Devrim’in kahramanı ve mimarı Rahmetli Adnan Menderes kutsal davayı kendinden sonra bu yolda emin adımlarla ilerleyecek 2 asıl ve asil lidere emanet etmiştir. 17 Eylül 1961 Pazar günü kendisini İmralı’ya getiren hücumbottan indirildikten sonra elleri kelepçeli ama gönlü özgür bir şekilde idam sehpasına doğru emin adımlarla ilerlerken, günlük güneşlik hava bir anda kararmış ve adeta hazan mevsimine dönmüştü. O artık bedenen evet ama ruhen orada değil çoktan uçup gitmişti. Tüm geçmişi ve de ona inanmış milyonların geleceği bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Dilinden değil ama gönlünden belki de şu türkü eşliğinde arzuhali döküldü:
Bedeni belki bir gün çok özlediği Çine’ye, Çine Çayı kıyısına ulaşamayacaktı ama içine akıttığı göz yaşları elbet oraya ulaşacak ve o saf temiz sulara, topraklara karışarak, kutlu davanın filizleri bu damlalarla yeşertecekti. Bu topraklarda onunla aynı adı taşıyan Adnan Menderes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kapısından görevli olarak girdiğim ilk gün aklıma o cevapsız soru takılmıştı “ Menderes niye idam edildi? ” aslında bu soru hiç kafamdan gitmedi. Bir gün fakültede Türkiye yakın siyasi tarihi ile ilgili olarak ders anlatırken konu Demokrat Parti ve Menderes Dönemine geldiğinde öğrencilerimden biri adeta aklımı okuyormuşçasına “ Hocam Menderes neden idam edilmişti” diye o soruyu sorunca bir anda boğazımda kelimeler düğümlendi bir şey diye-
Çine de çayı güzelim aman taşkın olur Güzel seven a yarim aman şaşkın olur Yar sevişi a yarim aman başka’molur Ay söyleyin a yarim aman vah öleyim Eski de yare güzelim aman eş ben olayım ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 211
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
medim. Ama benim cevabını veremediğim sorunun cevabı idamdan önce kendi ifadelerinde saklıymış. “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle beraberdir.” İşte böyle kadirşinas bir devlet adamının 1950’li yıllarda başlattığı ve bugün halen ayakta duran davanın 2 asil lideri 8.Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ve 12. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da tıpkı Menderes gibi halkı ile beraber olmayı arzulayan, onlara hem devlet ve hem de gönül kapılarını açan lider olarak tanındılar. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile beraber ilk defa halkın içinden çıkan biri kavgasız, yalansız ve samimiyetle halkını kucaklamış, aslında karanlığın ve tek adamlığın sakıncalarını gün ışığına çıkararak siyasete güneş 212 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
gibi doğmuştu Menderes. 1950 seçimleri tarihin sayfalarına altın harflerle yazılacak bir “Ak Devrim” in de müjdecisi gibiydi. Çünkü bundan sonra da bazı art niyetli çevreler bu demokratik ilerlemeyi sekteye uğratacak çabalar içine girseler de öyle muazzam bir tohum ekilmişti ki güzel ülkemize onu harici veya dahili hiç bir kuvvet başak vermekten alıkoyamayacaktı. 27 Mayıs 1960 darbesi karanlık geçecek bir dönemin daha kapısını aralarken, darbeye uydurulan bahane bile daha ilk günden hukuken butlan olmuştu. Çünkü, ilk çiğnenen kural maalesef evrensel hukuk kuralı olmuş ve “suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur” ifadesinin üstü çizilmiştir. Yani daha ilk adımda kendini ele veren bir cunta anlayışı maalesef cuntanın maşası konumundaki Yassıada davalarının mahkeme başkanı tarafından adeta itiraf edercesine: “ Yassıada davaları bu plan esası üzerine yürütüldü ve kararlaştırıldı. Ben sizin cezalarınızın derecesini tayin edemem derken” aslında malum-u beyan ediyor ve kedilerini ele veriyordu. 12 Eylül 1980 darbesi de tıpkı 1960’da olduğu gibi yine hak-hukuk-demokrasi gibi kavramları rafa kaldıracak, ülkeyi biraz daha geriye götürmek için çaba üstüne çaba harcayacak ama bahanesi de “birlik-beraberlik” yalanı olacaktı. 1983 yılında kurulan Anavatan Partisi ile beraber yeniden 1960 ruhu canlanacak ve Ak Devrim’de 2. Perde başlayacaktır. Turgut Özal, 1980 darbesinin getirmiş olduğu kasvetli ve karanlık günlerini dağıtan bir güneş gibi yeniden Anavatan ile doğduğunda halk 2. Menderes dönemine çoktan aşina olmuştu bile. Tarih elbette tekerrür eder, sonuçları bazen dolaylı ve sancılı olabilir, bazen de direk ama acımasız.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Bu yüce millet, her durumda yeniden küllerinden doğmasını bilmiştir. Eza ve cefayı çektirenleri hiç bir zaman unutmadıkları gibi unutmamışlardır ve de unutturmayacaklar. Ak Devrim emin adımlarla ilerlerken dönem dönem bazı çevrelerce önü kesilmek istenmiştir. İlkeli ve dürüst bir politika amaçlayan dava mimarları ve mühendisleri; Ülkemizin öncelikli hedeflerini gözeterek bu karşı çıkışa direnç göstermişler ve gereğinde canları ile dahi bu bedeli ödemek zorunda bırakılmışlardır. Şairin dediği gibi: “Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.” Bu davaya gönül vermiş herkesin tek bir hedefi vardı VATAN VE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜK. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ifadesinde yerini bulan bir siyasi felsefe; temel hak ve özgürlükler, ekonomi, eğitim, sosyal yaşam ve ibadet özgürlüğü gibi bir devletin ve onu oluşturan milletin en temel ihtiyaçlarını karşılamasının yolunu açacak her adımı cesurca
atmasını bilmiştir. Önce Demokrat Parti ardından Anavatan Partisi ve son olarak da 2001 yılı itibariyle Türk siyasi yaşamına dahil olan Ak Parti ve onların liderleri birbirine çok benzeyen yanları ile de tarihçilerin dikkatinden kaçmamıştır. Çünkü tarih bu oluşumları ve de kurucu liderlerinin düşüncelerindeki benzeyişi ön plana çıkaracaktır. 3 ASİL’in 1 ASIL’ın (ADNAN MENDERES, TUGUT ÖZAL VE RECEP TAYYİP ERDOĞANTÜRKİYE) 55 yılda destanlaşan davası bugün en olgun ve en itibarlı bir safhaya ulaşmışken ağzımızdan şu dua eksik olmasın. “ Biz, kısık sesleriz...minareleri, Sen, Ezansız bırakma Allahım! Ya çağır şurada bal yapanlarını, ya kovansız bırakma Allahım! Mahyasızdır minareler...göğü de, kehkeşansız bırakma Allahım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma Allahım! Bize güç ver...cihad meydanını, Pehlivansız bırakma Allahım! Amin...... ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 213
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
14 MAYIS’I UNUTMAMALIYIZ oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı. Koraltan: “Tam Bir Beyaz İhtilal!” “Bu rahmetli Refik Koraltan’ın o günlerde söylediği gibi ‘Tam bir beyaz ihtilaldir’di. İhtilalciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı. Bu şenliklerden tedirgin olan yüzbinlerce insan vardı. Çünkü seçime bile karıştırılmamıştı ama bazı devlet memurları yine de açıktan açığa Halk Partisi’nden yana olmuşlar ve kazanması için gayret harcamışlardı. Şimdi bu gayretkeş memurlar, kaymakamlar, valiler ürküntü, endişe ve telaş içindeydiler. DP’nin Tamimi: Taraflarımız Sakin Olsun…
Dr. Murat YILMAZ SDE İç Politika ve Demokratikleşme Programı Koordinatörü
Her milletin, her ülkenin kaderinde tarihî günler vardır. 14 Mayıs 1950 tarihi de, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye’de yaşayan insanlar açısından böyle bir tarihtir. Türkiye’de ilk defa 14 Mayıs 1950’de, iktidar seçimle el değiştirmiştir. Bu bakımdan 14 Mayıs 1950 Türkiye’de demokrasinin doğum tarihidir. Bir başka deyişle demokrasi bayramıdır. Hal böyleyken 14 Mayıs’ın unutulması şaşırtıcıdır. 1 Kasım 2015 seçimlerinin, her türlü tahrik ve sabote girişimine rağmen, başarılı bir şekilde gerçekleşmesinin ardında Türkiye demokrasi tarihi ve bilhassa 14 Mayıs tecrübesi yatmaktadır. Bu hafta 14 Mayıs’ı, bu “beyaz ihtilali” yapan kahramanlardan Adnan Menderes’in hayatını bana göre en güzel şekilde anlatan Mükerrem Sarol’un Bilinmeyen Menderes isimli kitabından anlatalım: Vatandaş Hasretle 14 Mayıs’ı Bekledi “14 Mayıs 1950 Pazar günü sabaha kadar Türkiye uyumadı. Tarlasına suyunu çeviren köylü, ecelle randevusu olan hasta, kalkıp seçim sandığı başına gitti. Ve oyunu kullandı. Çünkü 1946’da yapılan oy hırsızlığı ortaya dökülmüştü ve millet, oyunu çalmaya hevesleneceklerin başına seçim sandıklarını geçirmeye kararlı idi. Çok şükür, kimsenin başında seçim sandığı parçalanmadığı gibi, otuz yıldan beri devleti elinde tutan ve iki muhalefet partisinin başını yiyen CHP tepetaklak 214 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
“Seçimden sonra Demokrat Parti’nin teşkilatına, yayınladığı ilk tamimi, seçimlerin kazanıldığını bildiren tamimdi. İkinci tamim ise iktidar şenliklerinin durdurulması ve bölgelerinde seçim suçu işlemiş memurlar bulunsa bile, kendilerine ‘nisbet’ yapılmamasını, yeni hükümetin kurulmasını beklemesini partililerden istiyordu. Bu çok dikkate değer bir tamimdir ve Demokrat Parti’nin devlet görüşünü açıklaması bakımından çok önemlidir. 30 yıllık iktidardan sonra bu seçim Halk Partisi’ni çökertmişti. O yıllarda partiye genel sekreter olan Kasım Gülek’in sonradan açıkladığına göre, hemen bütün mensupları partinin yıkıldığını kabul ediyorlar bazıları yeni bir parti kurmayı, bazıları, partinin adını değiştirmeyi teklif ediyorlardı. Bu kargaşalık içinde bir çok Halk Partili, Demokrat Parti’nin açık kapılarından sızmanın çarelerini aramaya başladılar. O günlerde Halk Partisi’ni en ağır dille kötüleyenler, yine bu eski Halk Partililer idi.” Halk Partisinin içinden bir grup ise, 14 Mayıs seçim sonuçları üzerine, tarihçi Toynbee’nin demokrasinin bir protestan-hıristiyan rejimi olduğu, Müslümanların demokrasiyi başaramayacakları iddiasını aktararak İnönü’den eski rejime dönmesini istemişler; ancak İnönü, bu görüşü taassup olarak nitelendirerek Türk milletinin demokrasiyi mutlaka başaracağında ısrar etmiştir. 14 Mayıs 1950’den Önce Efendimiz Köylünün Durumu Mahmut Makal’ın Ocak 1950’de yayımlanan romanı Bizim Köy, milletin efendisi olduğu ilan edilen köylünün nasıl bir açlık ve sefalet içinde yaşadığını anlatmaktadır: “Öğrencilerin evlerinde ne yediklerini araştıralım. İkinci sınıfın sonucunu vereceğim. Bu sınıf 31 kişidir. Yoklama ekim, ocak, nisanda olmak üzere üç kere yapılmıştır. Bu suretle güz kış ve ilk baharda alınan besinler anlaşılır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 9 Ekim Cumartesi. Birinci dersten sonra çocuklara sırayla sordum. Bu sabah 21 kişi hiçbir şey yemeden aç gelmiş. 10 kişi yavan ekmek dürüp yemiş. 11 Ekim öğleden sonra: 31 kişi hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş. Yirmiiki kişilik birinci sınıfla otuzbir kişilik ikinci sınıfın toptan yoklaması, yani ikinci yoklama, 20 Ocak Perşembe günü öğleden sonra: 4 kişi yavan çorba, 6 kişi bulgur pilavı, 16 kişi ekmek gevretip yemiş öğleyin. 4 kişi pilav ısıtıp yemişi, 5 kişi dürümü, 2’si evde anasını bulamamış aç gelmiş. 7 tanesi “ne yiyeceğim?” diye ağladıktan sonra yavan ekmek yiyip gelmişler. 11 kişi soğan tuzlayıp dürünmüşler… 1 Nisan sabahı ikinci sınıftan 12 kişi aç, 11 kişi yavan ekmek, 7 kişi cacıklı ( yabani ot) pilav. Öğleden sonra, otuz mevcudun hepsi cacıklı dürüm.” 1946 Seçimlerindeki Baskılar 14 Mayıs 1950 seçim başarısını anlayabilmek için 1946 seçim yolsuzluklarını hatırlamak lazım. 1946 seçimleri, açık oy, gizli tasnif ve sayılan oyların yakılarak imha edilmesiyle itirazların önüne geçmek suretiyle Türkiye seçim tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. 1946 seçim kampanyalarında yaşanan haksızlık ve uygulamalar da, bu bakımdan ayrıca tarihe geçecek önemdedir. Mustafa Çufalı’nın kitabında bu konuda, sadece Temmuz ayının ilk on gününde Vatan gazetesine akseden haberler şöyle sıralanıyor: “Bolvadin
kaymakamının muhtarlardan CHP aleyhine konuşan vatan hainleri hakkında derhal yasal işlem yapılmasını istediği haberlere yansımıştı. Başka bir habere göre, Manisa’da jandarma komutanı muhtarlara DP’den istifa etmeleri için yazılı emir göndermişti. Diğer bir habere göre Çubuk kaymakamı köyleri dolaşarak halkı dövüp ölümle tehdit ediyordu. Bursa’nın köylerinden de şikayetler geliyordu. Köylere DP mensupları gidemiyor, jandarmalar köylerde DP tabelalarını kaldırıyor, ocak teşkilatlarını kapatıyordu. Bunların dışında Tekirdağ, Adana ve İzmir’den de baskı haberleri geliyordu. Bunların içinde gündemi en fazla meşgul eden İzmir’den gelen haberlerdi. İddialara göre İzmir’in meşhur sabıkalıları CHP için çalışmak üzere görev almışlardı. Bir süre önce İzmir valisine ‘Siz vali misiniz yoksa Halk Partisi mensubu mu?’ diye soran bir köylü, bu eli bıçaklı sabıkalılar tarafından jandarmanın gözleri önünde bıçaklanmış ve öldüresiye dövülmüştü. Bir jandarma onbaşısı da Tire’nin köylerinde DP’lilere meydan dayağı atmıştı. Bir gün sonra İzmir’de bir kişi daha bıçaklanmıştı. Tüm bunlara ek olarak DP mensupları, haklarında suç isnad edilerek mahkemeye sevk ediliyor ve hapse atılıyor; Vali, Halk Partisi dışındakilerin propagandasına engel oluyordu. DP yetkililerinin tüm bu baskılara karşı tedbir alınmasını istemelerine rağmen şikayetler sona ermiyordu.” İktibas - Yeni Yüzyıl, 15.11.2015
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 215
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
NE YAPMALI (1) BUGÜN Ermeni soykırımı tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nda kabul edilmesiyle birlikte Türkiye ile Amerika ilişkileri açısından ortaya çıkan yeni durum ve tırmanan terör eylemleri karşısında hükümetin TBMM’den sınır ötesi askeri bir operasyon için yetki alma durumunda kalması benim açımdan beklenen ve 22 Temmuz seçimlerinden kısa bir süre sonra ortaya çıkacağını tahmin ettiğim gelişmelerdi. En azından son beş yıldır çok büyük bir ekseriyetin tamamen ters bir kanaatte olmasına rağmen Türkiye’nin Amerika ve AB ile olan ilişkilerinin son derecede kırılgan olduklarını, bunların mevcut şekliyle asla sürdürülemeyeceği, kaçınılmaz olarak her an bir kopma noktasına gelebileceklerini ve Türkiye için önümüzdeki yıllarda gerek AB, gerekse Amerika’yla çok ciddi bir güç denemesinin, bir hesaplaşmanın, daha kestirme bir ifadeyle bir bilek güreşinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bugün için bu noktaya gelinmiştir.
Oyuna beyazla başlamak BEŞERİ münasebetlerin karşılıklı mücadele kapsamında toplanabilecek her çeşidinde inisiyatif sahibi olabilmek başarının temel bir şartı olarak kabul edilmiştir. Özellikle siyasette ve askerlikte bunun böyle olduğu çok açıktır. Satrançta beyazla başlamak avantajdır. Tarafların ustalıkları eğer denkse beyazla oynayan galibiyete daha yakındır. Zira beyaz taşları alan kişi oyuna ilk başlayan taraf olur. Beyazın karşısında siyahın yapacağı önce onun hamlelerini durdurmak onun zayıf bir noktasını bulup bir hamlesini başarısız kılıp, inisiyatifi ele geçirmeye uğraşmaktır. Bundan dolayıdır ki gönlüm Amerika ile Türkiye arasında yaşanılması kaçınılmaz olan gerilimi Ermeni soykırımı tasarısını kabul ederek Amerika'nın değil Türkiye’nin inisiyatifi eline alarak ve Amerika’yı kolay bir şekilde sıkıştırabileceği bir hamleyle Türkiye’nin başlatmasıydı. Buna hayıflanmıyor ve bunda bir beis görmüyorum. Ancak Türk dış politikasının geleneksel zaafını ortaya çıkartmak mecburiyetindeyiz. Karşılaştığımız her durumun aleyhimize tecelli etmekte oluşunun tek sebebi 216 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Türkiye’nin inisiyatif alma korkusudur. Bu tespiti yapmadan hiçbir doğru adım atamayız. Bu hayati tespiti sürekli olarak aklımızda tutmak şartıyla şunu söyleyebiliriz. Amerika Ermeni soykırımı tasarısını kabul ederek Türkiye’yi sıkıştırmak istemiş ama aslında Türkiye’yi psikolojik olarak çok rahatlatmıştır. Bu tasarı çıkmasaydı Türkiye “Ermeni kozunu oynayabilir” diye Amerika’ya karşı hep alttan almak ihtiyacını duyacaktı. Amerika bunu kaldırdı. Bu da Amerika’yla zıtlaşmayı bir dış politika seçeneği olmaktan çıkarttı, Amerika’nın dayatmaya çalıştığı ve Türkiye’nin de gereklerini yerine getirmekten kaçınamayacağı bir zorunluluk haline getirdi. Bu durum Başbakan’ı bile rahatlattı. Dilinin bağı çözüldü; “İp inceldiği yerden kopsun!” diyebildi.
Türkiye ve Amerika NE yapacağımıza karar verirken şu hususları mutlaka göz önünde bulundurmalıyız: Bir, Amerika’yla kaçınılmaz hale gelen zıtlaşma ve gerilim uzun vadede sonuçlanacak bir süreçtir. Çeşitli aşamalardan geçecek, iki taraf da pek çok karşılıklı hamle yapacaktır. Buna hazırlıklı olmalıyız. İki, Türkiye’nin karşı hamlesi mümkün olduğu kadar Amerika tarafından beklenilmeyen veya en az beklenen hamle olmalıdır. Bunun içindir ki Türkiye’nin geliştireceği hamlelerin doğrudan doğruya bugünkü Türkiye-Amerika ilişkileri üzerinden olması pek fayda doğurmayacaktır. Sözgelimi, İncirlik’i kapatmak gibi hamleler zaten beklenilen türden hamlelerdendir. Üç, Türkiye’nin seçeceği yol Amerika’nın çok geniş bir coğrafyada çıkarlarını tehdit etmek ve yapmak istediklerini engellemek olmalıdır. Burada duralım ve bu geniş coğrafyadaki Türkiye-Amerika ilişkilerini, özellikle de Amerika açısından bir değerlendirelim. Bu geniş coğrafya, Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’dur Burada Amerika’nın yapmak isteyip de Türkiyesiz yapamayacağı birçok şey vardır. Yine bu coğrafyada Amerika’nın yapmak isteyip de Türkiye’nin engelleyebileceği de pek çok şey bulunmaktadır. Bunlardan ne çıkar? Devamı gelecek yazımızda..
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MİLLİ KALKINMA HAMLESİ VE ERBAKAN - MENDERES BULUŞMASI Dr. Fatih ERBAKAN Erbakan Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı
Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1953 yılında Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra Türkiye’de Milli Kalkınma Hamlesi için seri konferanslar vermeye başladı. Türkiye’de değil otomobil, çivi yapmanın bile zor olduğunu ısrarla vurgulayan belirli kesime rağmen, kararlı şekilde kısa zamanda otomobil yapmanın mümkün olacağını ve bunan inanmak gerektiğini ifade etmeye çalışıyordu. Derken, İstanbul’da geniş bir alan üzerinde 300 işadamının ortak girişimleriyle ‘Gümüş Motor Fabrikası’ kurulma çalışması başlatıldı. Bütün zorluklara rağmen gayretli bir çalışma sonucu fabrika, 1956 yılında faaliyete başladı. Üretilen ilk örnek motorlar yavaş yavaş görücüye çıkmaya başlarken, ‘Türkiye’de bir çivi dahi üretilemez’ olgusunu kamuoyunun zihnine kazımaya çalışan ithalatçı firmalar, bu sefer resmi kurumları devreye sokarak Türkiye’mizin ilk yerli ve milli motoru olan Gümüş Motor imalatının engellenmesi çabası içerisine girmeye başladılar. Necmettin Erbakan’ın önüne konulmaya çalışı-
lan tüm engelleyici bariyerler birer birer yıkılarak son noktaya gelindi. Resmi kurumlardaki engelleme çabaları tam dört yıl sürdü. Erbakan’ın Almanya’da doktora ve doçentlik tezlerini hazırlarken zihnine yerleşen ve Türkiye’ye döndükten sonra yeşeren tohumun eseri olan Gümüş Motor, birlikte ter döktüğü mesai arkadaşlarının, Türk çalışanının ve en önemlisi, yerli ve milli sermaye ve sanayinin bir ürünü idi. Artık Türkiye’de, Batı’nın teknolojik düzeyinde 15 beygirden küçük dizel motorların seri üretimi de başlamış oluyordu. O ana kadar dışarıdan getirilmesi büyük sorun oluşturan yedek makine parçaları da burada üretilmeye başladı. İthalatçı firmalar tüm engellemelerin işe yaramadığını ve fabrikanın 1960’ta seri üretime başladığını görünce, fiyat indirimine giderek Gümüş Motor’un kapısına nasıl kilit vurabiliriz hesaplarını yapmaya başladılar. Bütün bu gelişmeleri çok yakından takip eden Erbakan’ın İstanbul’da hissedarlarla yaptığı toplantıda konu uzunca müzakere edildi ve sonuç olarak Başbakan Adnan Menderes’ten konuyla ilgili randevu talep edilmesi üzerinde anlaşıldı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 217
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Başbakan Menderes, ‘Çakırbey Çiftliği’nde yetiştiğinden, Erbakan’ın Türkiye’de yerli ve milli olarak kurduğu ilk motor fabrikasının anlamını en iyi anlayabilecek şahsiyet olduğu düşünülüyordu. Nitekim de öyle oldu, Başbakan Menderes, heyeti Ankara’da kabul etmek yerine, bizzat kendisi İstanbul’a gelip motor fabrikasını yerinde görme ve inceleme arzusunda olduğunu beyan etmişlerdi. ‘Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır’ sözü ve her gün bir öncekinden daha ileri olma iman ve azmiyle hazırlıklar yapılmaya başlandı. Demokrat parti üst düzey yöneticilerinin de aralarında yer aldığı geniş bir heyetle Gümüş Motor’a teşrif eden Menderes, fabrikayı gezerken, Erbakan’a dönüp, “Ben de Çakırbey’de çiftçilik yapmış birisi olarak bu motorları kullandım, bu motorların Türkiye’de imal edilmesinden duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum” diyerek Erbakan’ı alnından öperek samimiyetini ve sevincini ortaya koymuştur. Menderes, Gümüş Motor’daki incelemeden sonra, düzenlenen toplantıda Necmettin Erbakan’ın Gümüş Motor konusunda kendilerine bilgi sunmasını istedi. Erbakan, Gümüş Motor’un Türkiye’nin Milli kalkınma hedefi için önemini genişçe açıkladıktan sonra, konuyu yurt dışından motor ithalatı yapmakta olan mutlu azınlığa getirdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: ”Sayın Başbakanım, bu fabrikanın gelişmesini istemeyen bir grup gayri millî azınlık var. İthalat onların ellerinde. Bu motorları yurtdışından ithal ederek ihtiyaç sahiplerine fahiş fiyatlara satmakta ve bir yığın döviz kaybına da neden olmaktadırlar. Bunun için bu iş çevreleri ve ithalatçılar bizleri engellemek için her yolu denemeye çalışıyorlar” dedikten sonra sözü Almanya’ya getirip sözlerine şöyle devam etti: “Bendeniz Almanya’da Leopar Tank Motorları Fabrikasında başmühendis olarak çalışırken, bu fabrikanın bir eşini Türkiye’de kurmayı tasarladım. Bu zor bir şey değil. Çünkü o 218 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
motorları da yapanlar Türk mühendisleri idi ”sözüyle konuşmasını noktaladı. Başbakan Menderes, Erbakan’ın bu sözleri karşısında heyecanlanmış ve bu fabrikanın 1950’lerde kurulmuş olması halinde Türkiye’nin kalkınma yolunda farklı noktaya gelebileceğini gayet vecih bir şekilde ortaya koymuştu. Brifing sonrası, Başbakan Menderes ve Necmettin Erbakan baş başa bir müddet daha görüştüler. Bu görüşme sırasında Menderes; “Sayın Erbakan, daha önceden vaki müracaatınız ve danışmanlarıma incelettiğim projeleriniz gerçekten iyi bir niyetin mahsulü, ciddi bir gayretin semereleridir. Gerçek bir vatansever ancak böyle çalışabilir. Bakanlarıma talimat verdim, size her türlü yardım ve kolaylığı göstereceklerdir. Bu hususta bir tereddüttünüz olmasın. Ayrıca, siz değil, onlar sizin hizmetiniz için gerektiğinde gelip yardımcı olacaklardır. Ben de gayri millî iş çevrelerine karşıyım, Odalar Birliği ile de sizden önce aynı hususta bir görüşme yaptım. Takdir buyurursanız memleketimizin ekonomisi çok ciddi bir vaziyet arz etmektedir. Döviz kıtlığının bu senesinde sizlere 1.300.000 dolarlık döviz tahsis ettim. Allah bu memlekete ve millete hayırlı etsin” diyerek sözlerine son verdi. Merhum Menderes böylelikle aynen Merhum Erbakan gibi vatanını milletini samimi olarak seven, milli şuura sahip, memleketine hizmet ehli bir devlet adamı olduğunu bir kez daha göstermişti. Erbakan-Menderes görüşmesi sırasında, Erbakan, motor üretiminin sadece bir başlangıç olduğunu ve asıl amaçlarının Türkiye’de ilk yerli ve milli otomobili üretmek olduğunu ifade etmiş ve konuyla ilgili Menderes’ten büyük destek görmüştü. Fakat maalesef daha sonraki gelişmeler ve 27 Mayıs 1960 darbesi bu projenin gerçekleşmesini mümkün kılmamıştır. Cenab-ı Allah her iki büyüğümüze de gani gani rahmet etsin, mekanları cennet olsun inşallah.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES'İN DAİMA YANINDA TAŞIDIĞI AYET-İ KERİME
(Hayrat Vakfı / Ahmet Hüsrev Altınbaşak Hattı) BAKARA SURESI 137. AYET
"Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humulâh(humullâhu) ve huves semîul alîm(alîmu). Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." Diyanet İşleri Başkanlığı Meali
"Hz. Osman Efendimiz Şehid edildiklerinde mübarek kanlarının, önünde açık olan Mushaf-ı Şerif'de bu Ayet-i Kerime'ye damladığı söylenir."
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 219
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞKANLIK SİSTEMİ, KUVVETLER AYRILIĞI ve DEMOKRASİ Selim TEMURÇİ AK Parti İstanbul İl Başkanı
Şunu baştan ifade edelim ki; bugün Türkiye’nin demokrasi adına yakaladığı gelişim çizgisi, parlamenter sistemin bir lütfu ya da sonucu değil, bilakis bu sisteme rağmen ulaşılmış bir çizgidir. Yeterli değildir ama eskiyle kıyaslandığında da çok büyük adımlar atıldığı bir gerçektir. Türkiye’de parlamenter sistem, çok uzun bir dönem boyunca “ideolojik devlet” anlayışının çerçeve ve tahakkümü içinde kendini var etmeye çalışmıştır. Sistem, birtakım istisnai dönemler dışında güçlü hükümetlerin kurulmasını engelleyen ve bu yönüyle de ideolojik devlet algısının, “kayıt dışı egemenlik kullanma manevraları”na zemin hazırlayan bir zafiyet içinde süregelmiştir. Sistem içinde hem kuvvetler ayrılığı ilkesi hiçbir zaman tam anlamıyla işlememiş, hem de kuvvetlerin birbiriyle uyumundan ziyade uyumsuzluğunu öngören çarpık bir yapılanma, sürekli birçok siyasal krizin yaşanmasına yol açmıştır. Bu sistemde yürütme çoğu zaman yasamayı işlevsizleştirmiş, yargı ise her ikisini de “devletin ali menfaatleri” doğrultusunda güdük bırakacak birçok müdahalede bu220 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
lunmuştur. Hatırlayın; bu anayasanın ürettiği vesayet kurumları, her 2 seçmenden birinin oyunu alan güçlü bir parti iş başındayken bile, Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale ederek ne çok krizlere neden oldu. E-muhtıra, 367 garabeti gibi krizlerle sistem felç olma noktasına getirildi. Ülke sorunlarına sağduyuyla bakan herkes çok iyi biliyor ki, bu anayasada kuvvetler ayrılığı ilkesi, sadece erkleri birbiriyle çatıştıracak şekilde konumlandırılmıştır. Geçmişte hükümet ile HSYK, hükümet ile Yargıtay ve Danıştay, hatta yargı kurumları kendi aralarında bile birçok gerginlik, tartışma ve sorun yaşadı. Kısacası bizim parlamenter sistemimizde, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler karmaşası ve kuvvetler çatışması ön plana çıkmıştır. Tüm bunların üzerine yakın tarihimizde sistemin birçok askeri darbeye maruz kaldığı da ayrı bir gerçektir. Sistemin aksaklıkları yıllarca ülkenin hem demokratik hem de ekonomik alanda geri kalmasına yol açmış, ülkeyi kendi iç sorunlarıyla boğuşmaktan başını alamayan bir talihsizliğe sürüklemiştir. Devleti hükümetten bağımsız, hükümetten ayrı ve hükümetin üstünde, varlığını millete borçlu olmayan ve
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU adeta kendi kendini var etmiş bir üst kurum olarak algılayan bir yaklaşım, “demokrasiyi” de sürekli “mahzurlu” saymış, hatta çoğu zaman “kutsal devlet” telakkisi karşısındaki en ciddi bir tehdit olarak görmüştür. Darbe sonraları yapılan anayasalar, egemenliği gerçek anlamıyla millete ait görmemiş, egemenliği milletle bazı devlet kurumları arasında paylaştıran ve aslan payını da kurumlara veren bir anlayışla hazırlanmış, parlamenter sistem bu anlayışla daha çok sorun üreten bir kimliğe bürünmüştür. Tüm bu olumsuzluklara rağmen zaman zaman güçlü iktidarlar dönemi yaşandığında, -Menderes, Özal ve Erdoğan dönemi gibi- Türkiye bütün gelişimini ve büyümesini bu dönemlerde gerçekleştirmiştir. Koalisyon ve güçsüz hükümetler dönemi ise her açıdan dibe vurduğumuz, krizler ve enflasyonla büyük sarsıntılar yaşadığımız süreçler olmuştur. Türkiye’nin küresel bir güç olmasını istiyorsak, kuvvetler ayrılığının çatışmayı değil, erkler arasında uyumu önceleyen bir yapıya kavuşturulmasını istiyorsak, en önemlisi de siyasi hayatımızda demokrasinin artık bir söz ya da teoriden çıkıp bir yaşam tarzı ve kültüre dönüşmesini istiyorsak, bunun için en ideal sistemin Başkanlık sistemi olduğunu görmemiz lazım. Başkanlık sistemini tartışırken çok önemli bir gerçeğin altını çizmek zorundayız: Gerek yeni anayasa, gerekse Başkanlık Sistemi tartışmalarında başta CHP olmak üzere muhalefet şöyle takıntılı bir tavır içindedir: “Her meseleyi Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden tartışma takıntısı.” Durum böyle olunca, ülkenin temel sorunlarını tartışıyormuş gibi yapıyor ama tartışmış olmuyorlar. Ortaya bir fikir sürüyormuş gibi yapıyorlar ama ortada “karşıyız” dışında bir fikir yok. Sanki onlar için tek amaç ve tek arayış, Türkiye’ye ait hiç bir meselede bu ülkenin Cumhurbaşkanıyla aynı düşüncede olmamaktan ibaret. Bunu sağladıkları takdirde muhalefet görevlerini yaptıklarını sanıyorlar. Ancak bu takıntılarını dürüstçe itiraf etmiyorlar da... Örneğin, “Biz Başkanlık sistemine sadece Erdoğan da bu sistemi istediği için karşıyız” ya da “Yeni anayasa konusunda sırf Erdoğan’a karşı olduğumuz için sürekli oyalama taktiği içindeyiz” diyemiyorlar. Bunun yerine sanki bir düşünce sonucu böyle davranıyormuş gibi konuşmaya çalışıyorlar ve haliyle de çelişki ve paradokslar gırla gidiyor. Örneğin, CHP ve MHP bir yandan 12 Eylül darbe anayasasının artık değiştirilmesini savunur gibi yapıyorlar, diğer yanda da darbe anayasasının yürürlükte kalması için mücadele veriyorlar. Milletimiz birçok gerçeği hızla kavrayıp yeni tutum belirlerken, muhalefet hiç değişmemeyi marifet sanıyor. Oysa Türkiye, çağın gerçeklerine uygun dinamik ve güçlü bir liderliğin özellikle kriz durumlarında nasıl bir rol oynadığını şu son aylarda bir kez daha yakından yaşadı. 7 Haziran sonuçlarıyla siyasetin kilitlendiği, terörün ülkeyi her açıdan kıskaca almaya çalıştığı, bölgemizde ül-
kemizi de etkileme kapasitesine sahip birçok planın devreye sokulmak istendiği bir süreçte, Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Türkiye’yi sorunsuz bir şekilde yeniden sandığa götürerek, 1 Kasım’da ortaya çıkan istikrar tablosunun en önemli mimarı oldu. Genel Başkanımız ve Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun büyük bir halk desteğiyle partimizi yeniden ve daha güçlü bir şekilde iktidara taşıması, doğal olarak milletimizin yeni anayasa umutlarını da iyice yeşertti. Çünkü mevcut anayasa, önüne 2071 vizyonunu koymuş Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, bu vizyona köstek olma hüviyeti taşıyor. Bu genel girişten sonra Başkanlık sistemiyle ilgili bazı soru ve tartışmalara geçebiliriz. Sisteme karşı olduğunu söyleyenler diyor ki; “Başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırır, tek adamlık ve dikta üretir.” Baştan sona yanlış bir iddia. Tek adamlığın alasını parlamenter sistemler üretir; Genel Başkanlar isterse yasama üyelerini tek başına belirler, hepsinin hayatiyeti parti başkanına aittir, liderin istediği yasalar çıkar, istemedikleri çıkmaz. Parlamenter sistemde yasama çok büyük ölçüde yürütmenin etkisinde. Mecliste seçilmiş milletvekilleri, her konuda genel başkanların tasarrufu içinde hareket ediyor. Haliyle de yasamada milletvekillerinin işlevi “evet ya da hayır” demekten öte geçmiyor. Hele bir de “grup kararı” denen bir şey var ki, milletvekili iradesini hepten işlevsiz kılan bir uygulama. Ve yine görüyorsunuz; mevcut sistemde parti liderleri seçim kaybetseler de kendi konumlarını kolay kolay kaybetmiyorlar. Hatta seçim kaybettikçe koltukları daha da sağlamlaşıyor sanki! Başkanlık sistemi, demokrasinin en temel gereklerinden olan kuvvetler ayrılığının en sağlıklı işlediği sistemdir. Yasama, Başkandan bağımsızdır, parlamento başkana bağlı olmaksızın yasama yapar. Bakanlar dışarıdan atandığından, yasamanın tek işi yasa yapmaktır. Milletvekillerinin iradesini zaafa düşüren “Grup kararı” meselesi bu sistemde tarihe karışır. Başkanlık sisteminin olduğu ülkelerde parlamentolar
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 221
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yürütmeye karşı daha güçlü bir konumda. Kuvvetler ayrılığı hem gerçek manada var, hem de erklerin çatışmasını değil uyumu öngördüğünden ülkenin büyük krizlere sürüklenmesi engelleniyor. “Başkanlık sistemi diktatör üretir” diyorlar. Soralım: Başkanlık sistemiyle gelen hangi diktatörü tanıyorsunuz? Ben hiç tanımıyorum ve bilmiyorum. Ama soruyorum: Nazizm, Faşizm, Bolşevizm, yani Hitler, Mussolini ve Lenin hangi politik sistemler vasıtasıyla diktatörlük inşa etti? Cevap: Hepsi de parlamenter sistemler sayesinde. “Başkanlık sistemi diktaya yol açar” diyenlere yine soruyorum: Acaba bunu diyenler, AK Parti iş başına gelinceye kadar, parlamenter sistemin milletimize nasıl bir demokrasi sunduğunu, bu milletin gözünün içine baka baka söyleyebilirler mi? Ben söyleyeyim: Öve öve bitiremedikleri parlamenter sistem, Milli şefin, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubatın, sayısız darbe teşebbüsünün, sayısız askeri muhtıran, asit kuyularının, faili meçhullerin, işkencelerin, ikna odalarının da tarihidir aynı zamanda. Kimi kandırıyorsunuz? Yine Başkanlık sistemine karşı çıkanların bir başka iddiası Başkanlık sisteminin eyalet sistemi demek olduğu ve bunun da ülkeyi bölünmeye götüreceği... Bu da tam bir yalan. Federatif yapılanma Başkanlık sisteminin ne bir şartı, ne de tamamlayıcı unsurudur. Bugün Almanya, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda... hepsi federal yapıya sahip ülkeler ve hepsinde de Başkanlık değil, parlamenter sistem bulunmaktadır. ABD’de başkanlık sistemine geçildiğinde, eyaletler zaten vardı. Başkanlık sistemi var diye eyaletler oluşturulmadı. Başkanlık sistemi üniter devlette de olabilir, federal devlette de. Biz üniter devlette Başkanlık sistemini savunuyoruz. Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalarda bir başka ana
222 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
eksen de demokrasi. “Başkanlık sisteminde katılımcı-sivil demokrasi zayıflar” diyorlar. Tam tersine güçlenir. İki turlu dar bölge seçim sisteminde her milletvekili, sadece aday olduğu şehrin ilgili bölümünde kampanya yapabileceğinden halk kime oy vereceğini bütün detaylarıyla bilir. Bu seçmen-seçilen arasındaki geçişkenliği ve şeffaflığı artırır. Yine “Başkanlık sistemi kutuplaşma getirir, demokratik kültürü zedeler” diyorlar. Tam tersini savunuyoruz. 2 turlu sistemde partiler, başka partilerin seçmenlerinin de oyuna muhtaç olduğundan sivri konuşmalar törpülenir, daha kuşatıcı ve kapsayıcı söylemler geliştirilir, demokratik olgunluk, toplumculuk ve uzlaşma kültürü artar. Sonuç olarak; Bu ülke koalisyonlar ve zayıf hükümetlerden çok çekti. En büyük atılımlarını ise güçlü hükümetler döneminde gerçekleştirdi. Birçok ülkede olduğu gibi bizde de Başkanlık tartışmaları genelde hükümetlerin zayıfladığı koalisyon dönemlerinde olmuştur. Biz ise AK Parti’nin gücünün en zirvede olduğu bir dönemde bunu savunuyoruz. Çünkü aslolan Türkiye’dir. Aslında gerçekten konuşacak, tartışacak çok konu ve ülkemizin hayrına hızla atılacak çok adım var ama ah şu takıntılar yok mu! Muhalefet meseleleri “Erdoğan üzerinden” değil de, “Türkiye’nin iyiliği ve çağın ihtiyaçları üzerinden” tartışmayı bir öğrenebilse! Belki uzun tartışmalara bile gerek kalmadan... Hem yeni bir anayasaya, hem de kriz değil demokrasi, refah ve güç üreten çağdaş bir sisteme kavuşacağız. Dengelerin her gün adeta yeniden kurulduğu ve bir dakikanın bile çok önemli hale geldiği bir dünyada ülkeyi tıkayan, karar süreçlerini geciktiren ve sürekli sorun üreten bir sistemden... Kuvvetler ayrılığını bihakkın sağlayacak, sivil demokrasiyi iyice kökleştirecek, daha seri kararlar alınabilen ve uygulanan bir sisteme geçmek artık bir zorunluluktur. Bu yüzden Başkanlık sistemi diyoruz!
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
HİÇ KÜSKÜN DEĞİLİM HİÇBİR DARGINLIK DUYMUYORUM… Av. Ömer ÖZMEN AK Parti Aydın İl Başkanı
Dünya hayatı er veya geç son nefesin verilmesi ile sona erecektir. Önemli olan ne uğrunda yaşadığımız ve son nefesi hangi hal üzere iken verdiğimizdir. Avrupa Hun İmparatoru Atilla’nın söylediği gibi; ”Bu hayat savaş meydanlarında son bulabildiği gibi, sıcak yatağında uyurken de son bulabilir.” Dinimiz de bir bakıma şehadet mertebesini, verilen mücadelenin bir ödülü olarak ortaya koymuştur. Elbette insanoğlu için hayatını ortaya koyabileceği bir durumun içerisine girmek hayli güçtür. Özellikle bugünün dünyasının değerlerin içini boşaltmaya çalışan anlayışı ile bir takım değerler için mücadele etmek her baba yiğidin, her ben adamım diyenin harcı değildir. Yani her nefis, gelmesi muhakkak olan ve lezzetleri kesen ölümden uzak durmak ister. Ama biz ölümün aslında ölümsüzlüğün ve ahiret hayatının bir başlangıcı olduğunu bilmekteyiz. İşte bundan dolayıdır ki kendi nefsi için değil de bir takım değerler uğruna ölenler dinimizce de şehitlikle müjdelenmişlerdir. Aslında hak dava yolunda ölenler yalnız uhrevi olarak değil dünyevi olarak da ölümsüzdürler. Zira onlar yalnız kendilerine değil, topluma mal olmuş kişilerdir artık. Hatırdan çıkmamaları için hayatta olmalarına ihtiyaç yoktur. Merhum Başvekil Adnan Menderes’ de 1899 yılında bir toprak ağasının evladı olarak dünyaya geldiğinde mücadele dolu hayatının böyle bir sonla sona ereceğini yakın çevresinden kimse bilemezdi. İlkokuldan sonra İzmir Amerikan Kolejinden mezun oldu. 1. Dünya Savaş’ında Asteğmenlik eğitimi almış olmasına rağmen sıtma hastalığına yakalanmış olmasından dolayı cepheye gidemedi. Kurtuluş Savaş’ına katıldı ve istiklal madalyası aldı. Siyasi hayatına Serbest Cumhuriyet Fırkasında başlayan Adnan Menderes, Aydın İl başkanı olarak vazife yapmıştır. Dolayısıyla ilk zamanlardan beri tek partili siyasetin ve cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan radikal bazı değişimlerin karşısında duran bir profile sahipti. Adnan Menderes bu millete ancak çiftçilik yaparsınız ve vergi verirsiniz denilen bir dönemde bu milletin evlatlarını, bu toprakların evlatlarını devletle buluşturan, barıştıran bir öncü idi. Bu devleti yönetmeyi kendilerine ait bir tekel olarak gören zihniyete karşı millet ile beraber “Yeter Artık” diyen bir vatanseverdi. Görevde olduğu sürece birçok milletin adamı gibi çeşitli iftira ve karalama kampanyaları ile yıpratılmaya çalışıldı ama nafile, milletin gönlündeki yeri şehadetinin üstünden yıllar geçmesine rağmen hala apayrı. Milletin adamlarına ve seçtiklerine zulüm edenleri kimse hatırlamazken, milletin adamları gelecek nesillere efsane halinde dilden dile anlatılıyor, hayırla yad ediliyor ve arkalarından dua ediliyor. Bu milletin dualarında yer alabilmek bile tarifi mümkün olmayan bir mertebe ve şereftir. Bugün onun açtığı bu yoldan bugünlere gelen milletin evlatları memleket sevdası ile ülkeyi ve milleti daha
ileri bir noktaya taşımak için gayret etmektedirler. Milletin karşısındaki vesayet odakları bir bir yıkılırken millet asli makamına dönmektedir. Bu millet bugün artık çok şükür kendi evlatları ile idare edilmektedir.2023’e, 2053’e, 2071’e aşk ile koşan, millet için hedefleri olan bu yapının oluşmasında merhum Başvekilin de emekleri ve katkıları vardır. İşte böyle bir noktadan bakıldığında Adnan Menderes gerçek manada bu milletin önünü açan liderlerden birisidir ve öyle inanıyoruz ki şehit olarak hayata gözlerini yummuştur. Çine çayının kenarında sıcacık evinde ailesi ve sevdikleri yanındayken son nefesini verebilecekken, soğuk bir darağacının acıma duygusu nedir bilmez direkleri arasında vermeyi tercih etmiştir. Milleti ve vatanı için verdiği mücadele onun için bir nişan olmuştur. O, Aydın’ın sınırlarını aşmış Türkiye tarihi açısından önemli bir şahsiyet halini almıştır. Bizler ise bunca tecrübeye rağmen ne yazık ki verilen mücadeleyi idrak etmekten hala oldukça uzağız. Son arzusu “Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.” Olan merhumu anlamak için gayret etmeliyiz. Çine çayının kenarındaki söğüt ağaçlarına duyduğu özlem ile kendisini hatırlıyoruz ve üzülüyoruz. Kuşkusuz “Bütün seçimlerde mağlup olurlar, yine de memleket bizimledir, derler. Hükümet işlerinde şimdiye kadar hiçbir başarı göstermemişlerdir. Gölge etmesinler, biz başka ihsan istemiyoruz” sözü, o günden bugüne bir şeyin değişmediğini de gösteriyor. Geçmişini anlayabilen ve geleceğe daha sağlam adımlar ile yürüyebilen bir toplum olabilmek ümidiyle, kefeni ile çıktığı yolda şehadet şerbetini içen, bu toprakların yetiştirmiş olduğu yiğit, mütevazi ve delikanlı baş vekilini saygı ve sevgi ile anıyoruz. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 223
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
EZAN Dokuzyüzonsekizde Gökalp,âdeta eski fikriyle cebelleşti, Türkçeleştirme niyeti, Kur’an’la da özdeşleşti. Bu fikirler, Cumhuriyet döneminde öne geçti, Dokuzyüzyirmisekizde harf devriminin devamı da gelecekti. Türkçe Ezan için çalışmalar hızla sürüyor, Dokuzyüzotuzikide, Rıza Sağmal'ın tercümesi kabul görüyor. Ezan Türkçe okunsun diye kanunlar da çıkarılmış, “Allahu ekber” diye okuyanlar, cezalar almış, Asıl Ezanı okuyanlara meczup dediler, “Allahu ekber”de direnler tımarhaneye girdiler ... Dokuzyüzelli seçiminden sonra Ezanı Arapça duyanlar, Sevinç feryatlarıyla inanamadılar, toprağı öptü insanlar. Türkiye’nin her yerinde sevinç fırtınası esiyor, İnsanlar, cami etraflarında kurbanlar kesiyor. Sultan Ahmet’te, altı minarede, on altı şerefede, On altı müezzin yerini aldı o gün minarelerde. Sultan Ahmet imamı, Sadettin Kaynak yerde, O gün müezzinleri yönetti, ayrı şerefelerde.
Abdullah Zülkadir KARS Tiyatro Sanatçısı
Mekke’de farz kıldı Allah, Müslümanlara namazı, Müslümanların vaktinde kılması idi niyazı. Muhammed Mustafa, Medine’ye edince hicret, İbadete davette oluşmuş, çeşit çeşit niyet. Peygamber, ne boru ne çan ne ateş istiyor, Ashabın çevresinde gördüklerini ise reddediyor. Müslümanlar, bekleyişte, sabırla durmakta, Abdullah Bin Zeyd'le,Hz. Ömer, aynı rüyayı görmekte. İlahî bir iltifatla bir gece rüyasında Ezan öğretilince, Abdullah bin Zeyd, Rasul’ün yanında bir an önce. Muhammed’e öğrendiği lafızları bir bir söyledi, Rasulü Ekrem, sevinçliydi, sakin sakin dinledi. Muhammed buyurdu; O, Bilal’e öğretti, Bilal ise yüksekçe bir yere çıkıp Ezanı irad etti. Bilal, tegannisiz ve komut bildirircesine okudu, Böylece Ezan, İslam’ın susmaz şiarı oldu. O, Şanına layık olanı vasıtalı böylece duyurdu, Müslümanlar, aradıkları sonsuz çağrıyı buldu. Ezan, sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte, Kur’an-ı Kerim’de(*) ayetlerle de bildirilmekte. Ezanlar, yeryüzünde Allahu Teala’ya feryattır, Yüceliğini, sürekli kılmada sonsuz gayrettir. Ezanlar, son dine şahitlik yapmaktır, Efendi’mizin Peygamberliğine inanmaktır. Ezanlar, “Saadet Devri”ndeki gibi okunmuyor, Teganni ve nağmesiz komut şeklinde olmuyor. Türkçülük akımının başlatıldığı zamanda, Ziya Gökalp, Türkçeleşsin dedi, Ezan da.
Diğer camilerden gelen seslerle yer gök inliyor, Meydana toplanan cemaat, Ezanları dinliyor. Birçokları, etrafına şaşkın şaşkın bakıyor, Kimi secdede, kimi ayakta, gözyaşı akıyor. Her taraftan Meclis’e mektuplar, telgraflar yağıyor, Yurttaşlar, Menderes sevgisinden ağlıyor. Türkiye, madden ve manen çok gerilerde kalmıştı, Menderes, her sahada hemen imara girişti. İbadet dilini tekrar eski hâline çevirdi, Memleket bir anda şantiye oluverdi. Köylü çarığı çıkardı, lastik ayakkabı giydi, Öküz çifti yanında traktör, rüya gibiydi. Her taraf gül gülistan ne kadar şükretsek az, Koru Rabb’im Menderes’i ederim sana niyaz. Yol parası, öşür kalkmış, vatandaşlar rahatlamış, Buğdayı, çavdarı, mahsulleri ambarlar almamış. ... İmam-hatip okulunun yedi yerde açılması, Eyüp Sultan Türbesi’nde onarım yapılması, Vatan Cephesi teşkilatlarının kurulması, Ezanın aslına uygun, Arapça okunması. Yönü belirsizlerin, cuntaların hedefi oldu. Müfteriler, bunlarla darbeye bahane buldu. ... Allem kallem, köpek-bebek diyerek darbeye gittiler, Merhum Adnan Menderes’imizi Ezan şehidi ettiler. Binler rahmet olsun o ebedi Başvekile, Her Ezanda ruhuna Fatiha ederiz hediye. Münafıklar güruhuna fırsat vermesin Allah, Sahip çıkarsak Ezanlar susmayacak İnşallah. (*) Maide, 5/58; Cuma, 62/9
224 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES'Lİ YILLAR Mehmet AKYOL BAŞKON Genel Başkanı Başkent Ankara Medya Yönetim Kurulu Başkanı
Rahmetli Menderes’in Başbakanlık yıllarını hatırlasam da iyi bir mütalaa yapacak kadar bilgi ve kültüre sahip olduğumu söyleyemem. Ancak 27 Mayıs ihtilalinin yapıldığı gün Ankara’nın en son köylerinden biri olan Yukarı Kese’nin yaylasındaydım. Yaz döneminden yararlanarak şehirden ve köylerinden gelen çocuklarla konuyu mütalaa ve müzakere ettiğimizi iyi hatırlıyorum. Bir hatırladığım şey de o zaman beraber olduğumuz çocukların tamamının Menderes hayranı ve Demokrat Parti temayüllü olduklarıydı. Tabii bu duygusallık babalarından, ağabey veya aile efratlarından intikal etmişti kendilerine. Bu durum gösteriyordu ki “ Menderes efsanesi “ köylere kadar değil, yaylalara kadar uzanmıştı. Köylü insan gibi insan olduğunu, kendisine değer verildiğini, yetiştirdiği malın, ekip biçtiği üretim yaptığı ürünün değer kazandığının farkına varmıştı. İyi hatırlıyorum; yaylalar, dağlar- taşlar, ovalar, bayırlar sanki Demokrat Parti’nin, dolayısıyla Menderes’in sevgisi ile bezenmişti. Dağdaki çoban, düven süren çiftçi , tarlasında çift süren adam, bağında-bahçesinde, köy odasında hasbihal eden vatandaşların hepsi Demirkıratçı olmuşlardı. O günleri iyi hatırlıyorum… Köyler ve köylülerin hayatı bir başka güzeldi. Yaylalar, o günün yaylaları… Bir ailenin 500 davarının olduğu, kuzuların-oğlakların meleştiği, köpeklerin bile bir havasının olduğu yaylalar. O günlerin ihtişamı Adnan Menderes sayesinde olmuştu. Gerçi Gazi Mustafa Kemal Atatürk “ Köylü
Milletin Efendisi “ demişti ama rahmetli Menderes ve arkadaşları köylüyü "Milletin Beyefendisi" yapmışlardı. İşte böylesine ihtişamlı günleri yaşayan köylü benliğine kavuşmanın yegâne unsurunun Menderes’in olduğu kanaatına varmıştı. O ihtişamlı günler tarihte iz bırakarak gelip geçmeye yön tutmaya başlamıştı. Şer güçler hükümete karşı baş kaldırmış, üniversiteliler, siyasi partilerin gençlik teşkilatları, Demokrat Parti iktidarının halk tarafından büyük saygı ve sevgi görmesinden rahatsız olan çevrelerin nümayişlerinin ardı arkası kesilmez olmuştu. Bütün bu gelişmeler devam ederken ordu mensupları da iktidara karşı tavır almıştı. Gün geçmiyor bir olay haberi gelmesin, gün olmuyordu ki nümayişler olmasın, gün geçmiyordu ki haberler karalara bürünmesin. İşte böylesine olayların birbirini takip ettiği bir günde kara haber yayılmış ve "şerefsiz 27 Mayıs darbesi" gerçekleştirilmişti. Menderes ve arkadaşları Yassıada’ya götürülmüş, sahte mahkemeler kurulmuş, rahmetlinin ve arkadaşlarının bir kusurunu bulamayan cani yargıçlar ve onlara talimat veren hainler köpek davası ile kilot davası ile, bebek davası ile gündemi doldurmaya bu vesile ile Menderes ve arkadaşlarını halkın gözünden düşürmeyi planlamışlardı. Kara haberin geleceği ve büyük devlet adamlarının, milletin sevgililerinin idam edileADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 225
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU denen o şerefsizliğin mimarları karşısında sessiz kalan halk kitleleri, demirkıratlar, Menderes hayranları bu sefer yollara düşecek, meydanlarda toplanacaklar ve hatta taa Yassıada’ya kadar yürüyecekler, yani bir halk ayaklanmasını gerçekleştireceklerdi.. Daha doğrusu böyle bir beklenti içindeydik millet olarak hepimiz. Ancak ne ses çıktı ne seda, ne şehirdekiler ayaklandı, ne köydekiler yollara düştü. O Menderes sevgisi gözyaşları ile sulandı o kadar. Millete hizmet yolunda, hak ve hakkaniyet içinde mücadele veren Menderes ve arkadaşları alenen idam sehpalarında katledilmiş, milletin sevgilileri şehitlik mertebesine erişmişlerdi. ŞİMDİ KÖYLER ISSIZ YAYLALAR KUYUSUZ VE SUSUZ
cekleri haberleri yayılmaya başlamıştı. Durumu farkeden ihtilalin baş mimarlarından sürgündeki Alparslan Türkeş bile idama karşı çıkmış bazı uyarılarda bulunmuştu; şöyle ki: "Yüksek Adalet Divanı birkaç güne kadar eski iktidar mensupları hakkında hüküm verecektir. Adaletin hükmüne müdahale etmemek ve daima hürmetkâr bulunmak şarttır. Ancak hükümlerin infazı, yurtta mevcut durumun göz önüne getirilince ayrıca incelenmeye değer görülmüştür. İdam cezalarının infazı, 13 Kasım’dan beri atılan çok hatalı adımlar dolayısıyla memlekette meydana gelmiş olan huzursuzluğu daha çok arttıracaktır. Ölüm cezalarının infazı, yurtdışında ve milletimiz ve devletimiz aleyhinde tepkilere yol açacaktır." Neticede idam kararı çıkmıştı. 27 Mayıs darbesi
226 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Menderes’li yıllarda şen şakrak olan o köyler-yaylalar neler kaybetti şimdilerde neler. Ne sürüler kaldı, ne erkeçler, ne kuzular meleşiyor ne oğlaklar. Ve hatta o yaylalarda uluyan ne kurtlar kalmış ne sürüyü koruyan köpekler, ne çıngırak sesleri var ne de evler barklar. Hepsi viraneye dönmüş. Pınarlar-çeşmeler kurumuş, kuyuların suyu taşmış ama yolunu şaşırmış. Evlerin harâbe halleri bile kalmamış. Kızların ve delikanlıların ayrı ayrı çayırlarda arakesmece, met ve sâir oyunlar oynadıkları mekanlar ıssız bir hal almış. Köyler ise bir başka manzara ile karşı karşıya. Menderes döneminin köy meydanları, köy odaları sakin ve kimsesiz. Tarlasında çiftini süremeyen, dağlarında sürüsünü güdemeyen, bağında bahçesinde sebze ve meyvesini yetiştirmenin heyecanını yaşayamayan köylüler şehirlere göç etmiş. Çıkan bir yasa ile zaten köyler de mahalle olmuş, köy odaları, meralar, köy tüzel kişiliğine ait ne varsa her şey devlet tarafından alınmış. Orman arazileri adı altında arazileri elinden alınan köylü vatandaş Menderes’in Beyefendileştirdiği köylülük ruhlarını kaybetmişler ve o Menderes’li günler çoktan unutulmaya başlanmış. İşte böyle bir ahvalde tahlil etmek geldi içimden o eski yılları. Menderes sevgisinin coşup çocukların gönüllerinin bile süslenmesini sağlayan o demirkıratlı yılları. Ekmeğin lezzetli, meyve ve sebzelerin hormonsuz, süt ve yoğurdun kat kat kaymak tuttuğu o yılları. Herkesin birbirini sevip saydığı, akrabalar arasında ilişkilerin komşuluğa sirayet ettiği, hastane ve hapishanelerin azlığı, insanların kapılarına kilit vurmadığı, hırsızlık vakalarının olmadığı, sevgi selinin akıp gittiği, delikanlıların-kızların birbirlerini uzaktan uzağa sevdiği, gönüllerin huzur ve sükun içinde olduğu o mutlu günleri hatırlamamak mümkün mü ?.. Aah o eski günler ah, ah Menderes'li günler, demirkıratlı günler ah neredesin ?.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES VE DEMOKRAT PARTI BIBLIYOGRAFYASI -ABiyografiler Atalay, Mustafa. (1959). Adnan Menderes ve Hayatı. Sevinç Matbaası, Ankara. Atalay, Mustafa. (1958). Celal Bayar ve Hayatı. Sevinç Matbaası, Ankara. Ataoğlu, Ergün. (2008). Adnan Menderes. Nokta Kitap, İstanbul. Aydemir, Şevket Süreyya. (1985). İkinci Adam (19081950). c.I-III, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul. Demokrat Parti Yayınları Adnan Menderes’in Bütçe Umumî Heyeti Hakkındaki Demeci. (1946). DP Başkanlığı Yayınları, Sakarya Basımevi, Ankara. Alsancak İlçesi Çalışma Raporu 1955-1957. Moripek Basımevi, İzmir. Atatürk’ten Bir Hatıra ve Muhalefetin Akim Kalan Birleşme Teşebbüsü, Bozguna Uğrayan Tek Cephe. (1954). Demokrat Parti Neşriyatı. Güneş Matbaası, Ankara. Gazeteler ve Dergiler Akşam (1945-1961). Anadolu (1945-1960). Ayın Tarihi (1945-1950). Akbaba Dergisi (1945-1947). Hatıratlar Ağaoğlu, Samet. (1993). Siyasi Günlük, (Demokrat Parti’nin Kuruluşu). Koçak, C. (Y. Haz.), 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul. Ağaoğlu, Samet. (2011). Arkadaşım Menderes (İpin Gölgesindeki Günler). 1. Basım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Ağaoğlu, Samet. (2011). Marmara’da Bir Ada. 1. Basım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Apuhan, Recep Şükrü. (1996). Öteki Menderes Eski DP Milletvekili Gıyaseddin Emre’den Hatıralar ve 27 Mayıs Olayı. Timaş Yayınları, İstanbul. Kitaplar Abalıoğlu, Nadir Nadi. (1961). Atatürk ve İlkeleri Işığında Uyarmalar, Bir İflasın Kronolojisi, (1950-1960). İstanbul. Acar, Mustafa. (1958). İnönü’ye Açık Mektup. Doğan Basımevi, İstanbul. Acar, Yalçın. (1999). Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi Ve İzlenen İktisadi Politikalar (1923-1963). Vipaş Yayınları, Bursa.
Acarel, Salih. (2008). Akide Şekeri Harekatı: 27 Mayıs ve Sonrası Notları. İgus Yayınları, İstanbul. Afetinan, Afet. (1982). İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923). TTK Basımevi, Ankara. Agun, Hüseyin. (1997). Demokrat Parti İktidarının Kıbrıs Politikası (1950-1960). Demokratlar Kulübü Yayını, Ankara. Ağaoğlu, Samet. (1964). Hücredeki Adam. Ağaoğlu Yayınları, Ankara. Ağaoğlu, Ahmet. (1994). Serbest Fırka Hatıraları. İletişim Yayınları, İstanbul. Ağaoğlu, Samet. (2004). Aşina Yüzler. Alkım Yayınevi, İstanbul Ağaoğlu, Samet. (1972). Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri, Bir Soru. Baha Matbaası, İstanbul. Ahmad, Feroz ve Bedia Turgay. (1976). Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971). Bilgi Yayınları, İstanbul. Ahmad, Feroz. (1977). The Turkish Experiment in Democracy 1950-1975. Colorado. Ahmad, Feroz. (2007). Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980). Fethi, A. (Çev.), Hil Yayınları, İstanbul. Ahmad, Feroz. (2009). Modern Türkiye’nin Oluşumu. Alogan, Y. (Çev.), Kaynak Yayınları, İstanbul, 8. Basım. Ahmetbeyoğlu, Ali. ve Afyoncu, Erhan. (2001). Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi. Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul. Akalın, Cüneyt. (2000). Askerin ve Dış Güçler, Amerikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı. Cumhuriyet Kitapları, İstanbul. Akalın, Cüneyt. (2003). Soğuk Savaş ABD ve Türkiye (Olaylar, Belgeler 1945-1952). İstanbul. Akalın, Muzaffer. (1961). Bir Olayın Hikayesi. Sucuoğlu Matbaası, İstanbul. Akandere, Osman. (1998). Millî Şef Dönemi. İz Yayınları, İstanbul. Akbaba, Toper. (1998). Demokrat Parti ve 27 Mayıs Dönemi Türk Eğitimi. Ankara. Akça, İsmet ve Paker, Evren Balta. (2010). Ordu, Devlet ve Sınıflar: 27 Mayıs 1960 Darbesi Örneği Üzerinden Alternatif Bir Okuma Denemesi, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Akçura, Belma. (2008). Devletin Kürt Filmi 1925-2007 Kürt Raporları. Ayraç Kitapevi, İstanbul. Akgün, Seçil Karal. (2009). 27 Mayıs, Bir İhtilal, Bir ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 227
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Devrim, Bir Anayasa. ODTÜ Yayıncılık, Ankara. Akın, Fehmi. (2012). Türkiye’de Azınlık Politikaları & 6-7 Eylül Olayları. Kum Saati Yayınları, İstanbul. Akkerman, Cevat Naki. (1950). Demokrasi ve Türkiye’deki Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar. Ulus Basımevi, Ankara. Akman, Nuriye. (2001). 50 Kelime. Benseno Yayınları, İstanbul. Aksoy, Cahide İleri. (1977). Babam Tevfik İleri, Konuşmaları ve Görüşleri, Cilt I. Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara. Aksoy, Cahide İleri ve İleri, Tevfik. (2011). Yassıada’dan Mektup Var. Zaman Kitap, İstanbul. Aksoy, Cahide İleri. (2003). Yassıada ve Kayseri Günlükleri. Ötüken Yayınları, İstanbul. Aksoy, İlhan ve Güler, Yavuz. (2010). Türk-Amerikan İlişkilerinin Politik ve Ekonomik Boyutu. Gazi Kitapevi, Ankara. Aksoy, Muammer. (1960). Partizan Radyo ve DP. Forum Yayınları, Ankara. Aksoy, Suat. (1969). Türkiye’de Toprak Meselesi. Gerçek Yayınları. Akşin, Sina. (2006). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi. İmaj Yayınları, Ankara. Aktar, Ayhan. (2004). Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları. İletişim Yayınları, İstanbul. Aktaş, Melih. (2006). 1950-1960 Demokrat Parti Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü. Şema Yayınevi, İstanbul. Akyol, Hüseyin. (2009). Türkiye’de Siyasi Parti Kapatmanın Tarihi. İmge Kitabevi, İstanbul. Akyol, Taha. (2011). Demokrasiden Darbeye,Babam Adnan Menderes. Doğan Kitap, İstanbul. Akyüz, Yayha. (1999). Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a). Alfa Yayınları, İstanbul. Alasya, Fikret. (1998). Tarihte Kıbrıs. Kıbrıs Kültür Derneği Yayınları, Lefkoşe. Albayrak, Mustafa. (2004). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). Phoneix Yayınları, Ankara. Alemdar, Korkmaz. (2001). İletişim ve Tarih. Ümit Yayıncılık, Ankara. Alkaş, N. (1990). Bir Devre Damgasını Vuran Nutukları: Adnan Menderes Nutuklar. Mesafe Yayınları, istanbul. Altan, Mehmet. (2001). Darbelerin Ekonomisi. İyi Adam Yayıncılık, İstanbul. Altaş, Sedat. (2011). Çarıklı Demokrasi: Demokrat Parti’nin İktidar Mücadelesi. İkinci Adam Yayınları, İstanbul. Altınay, Necati. (1950). CHP’nin Hazin Çöküşü, DP’nin Zaferi. Aksiseda Matbaası, Samsun. 228 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Altuğ, Kurtul. (2006). 27 Mayıs’tan 12 Mart’a. Yılmaz Yayınları. Altuğ, Kemal. (2006). Bir Numaralı Tanık. Doğan Kitap, İstanbul. Anadol, Cemal. (2004). Türk Siyaset Tarihinde Demokrat Parti. Bilge Karınca Yayınları, İstanbul. (1943). Ankara Hukuk Fakültesi 1927-1941 Mezunları. Çınar Matbaası, Ankara. (1969). Ankara Hukuk Fakültesi ve Mezunları. A.Ü.Hukuk Fakültesi Mezunları Derneği Yayınları, Ankara. (1977). Ankara Hukuk Fakültesi Ellinci Yıl Armağanı. Sevinç Matbaası, Ankara. Apatay, İhsan. (1959). Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu İzahı ve Tatbikatı. Azim Matbaası, Konya. Apaydın, Burhan. (1963). Adaleti Arayan Adam. Ayans Türk Matbaası, Ankara. Apaydın, Burhan. (2012). Adalet Savaşçısı. Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul. Apuhan, Recep Şükrü. (1997). Öteki Menderes. Timaş Yayınları, İstanbul. Apuhan, Recep Şükrü. (2010). 27 Mayıs’tan Yassıada Mahkemelerine Menderes Resmi Tarihi Değiştirecek Gerçekler. A. Koçal (Ed.), Timaş Yayınları, İstanbul. Arar, İsmail. (1968). Hükümet Programları (19201965). İstanbul. Arcayürek, Cüneyt. (1983). Demokrasinin İlk Yılları (1947-1951). Bilgi Yayınevi, Ankara. Arcayürek, Cüneyt. (1985). Bir İktidar, Bir İhtilal (1955–1960). Bilgi Yayınevi, İstanbul. Arcayürek, Cüneyt. (1985). Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar (1960-1965). Bilgi Yayınevi, Ankara. Arcayürek, Cüneyt. (1985). Yeni İktidar Yeni Dönem (1951-1954). Bilgi Yayınevi, Ankara. Arcayürek, Cüneyt. (1987). Şeytan Üçgeninde Türkiye. İstanbul. Aren, Sadun. (1980). Ekonomi El Kitabı. 7. Baskı, İstanbul. Arı, Tayyar. (2004). Geçmişten Günümüze Ortadoğu (Siyaset, Savaş ve Diplomasi). Alfa Yayınları, İstanbul. Arı, Tayyar. (2008). Uluslararası İlişkiler Teorileri. MKM Yayıncılık, Bursa. Arı, Tayyar. (2008). Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika. MKM Yayıncılık, Bursa. Armağan, Mustafa. (2010). Türkçe Ezan Ve Menderes. Timaş Yayınları, İstanbul. Armağan, Servet. (1972). Memleketimizde İç Tüzükler. İstanbul. Armaoğlu, Fahir. (1963). Kıbrıs Meselesi (1954-1959), Türk Hükümetinin Ve Kamu Oyunun Davranışları (Karşılaştırmalı İnceleme). AÜSBF Yayınları, Ankara.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Armaoğlu, Fahir. (2005). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995). Alkım Yayınevi, 15. Baskı, c.I-II, İstanbul. Artuç, İbrahim. (1990). Kore Savaşları’nda Mehmetçik. İstanbul. Asal, Talat. (2003). Güneş Batmadı- Müvekkilim Adnan Menderes ve Yassıada. Selis Kitaplar, İstanbul. Asal, Talat. (2009). Yassıada Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası. İstanbul. Asker, Ayşe. (2013). Askeri Darbeye Doğru, Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi. İmge Kitapevi, Ankara. Ataöv, Türkkaya, (1969), Amerika, NATO ve Türkiye. Aydınlık Yayınevi, Ankara. Athanassopoulou, Ekavi. (1999). Turkey Anglo-American Security Interests 1945-1952 The First Enlargement Of NATO. Frank Cass Publish. UK. Avcıoğlu, Doğan. (1979), Türklerin Tarihi. c.V, İstanbul. Avcıoğlu, Doğan. (1979). Milli Kurtuluş Tarihi (1938’den 1995’e). İstanbul. Avcıoğlu, Doğan. (1979). Türkiye’nin Düzeni (DünBugün-Yarın), Tekin Yayınevi, c.II, İstanbul. Avşar, Abdülhamit. (1998). Serbest Cumhuriyet Fırkası. Kitabevi Yayınları, İstanbul. Ayata, Ayşe Güneş. (1992). CHP (Örgüt ve İdeoloji). Gündoğan Yayınları, İstanbul. Aybars, Ergün. (1986). Türkiye Cumhuriyeti Tarihi. Ege Üniversitesi Basımevi, c.II, İzmir. Aybars, Ergün. (2000). Atatürkçülük ve Modernleşme. İzmir. Aydemir, Şevket Süreyya. (1979). Menderes’in Dramı (1899-1960). 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul. Aydemir, Şevket Süreyya. (1993). İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali. Remzi Kitabevi, İstanbul. Aydemir, Şevket Süreyya. (2004). Suyu Arayan Adam. Remzi Kitabevi, İstanbul. Aydın, Mustafa., Çağrı, Erhan. and Others. (2004). Turkish-American Relations Past, Present and Future. Routledge Press, UK. Aydınalp, Cemal. (1965). Bugüne Nasıl Geldik?. Damla Matbaası, Ankara. Aytekin, M. Emin. (1967). İhtilal Çıkmazı. Dünya Matbaası, İstanbul. Azak, Gürbüz. (2000). Ben Adnan Menderes. Zafer Yayınları, İstanbul. Makaleler Adıyeke, Nuri ve Adıyeke, Nükhet. (2005). Girit’e Bakıp Kıbrıs’ı Görmek. Kıbrıs Laboratuarı, Aktüel Yayınları, İstanbul, ss.477-511. Ahmad, Feroz. (1983). Cumhuriyet Dönemi Siyasal Gelişmeleri. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
İletişim Yayınları, c.VII, İstanbul, ss.989-1034. Akca, Emel Baştürk. (2006). Türk Dış Politikasında İdealizmden Demokrat Parti’den Adalet ve Kalkınma Partisi’ne Kadar Türk-Amerikan İlişkileri. N. Doğan ve M. Nakip (Ed.), Uluslar arası İlişkiler ve Türk Siyasal Partileri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, ss.257-274. Akdevelioğlu, Atay. ve Kürkçüoğlu, Ömer. (2009). İran’la İlişkiler. B. Oran (Ed.), Türk Dış Politikası - Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980), İletişim Yayınları, 14. Baskı, c.I, İstanbul, ss. 648-652. Akgül, L. Hilal. (2013). DP Hükûmeti’nin Kore Savaşı’na Asker Gönderme Kararı Karşısında CHP Muhalefeti. Tuğtan, Mehmet Ali (der.), Kore Savaşı Uzak Savaşın Askerleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, ss.97-116. Akgün, Mensur. (1994). Türk Dış Politikasında Bir Jeopolitik Etken Olarak Boğazlar. Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul, ss.213-224. Akın, Rıdvan. (2002). Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş ve Demokrat Parti İktidarı (1945-1960). H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca (Ed.), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, c.XVI, Ankara, ss.911-922. Akkaya, Yüksel. (2003). Demokrat Parti Döneminde Grevler. Toplumsal Tarih, Sayı: 112, ss.60-65. Akşin, Sina. (1988). Demokrat Partinin Kurulması. Tarih ve Toplum, Sayı: 53, ss.269-271. Akşin, Sina. (2008). Siyasal Tarih (1950-1960). S. Akşin (Y. Yön.), Türkiye Tarihi (Çağdaş Türkiye 1908 - 1980), Cem Yayınevi, 10. Basım, c.IV, İstanbul, ss.215-224. Alacakaptan, Aydın Güngör. (1999). Türk Sovyet İlişkileri (1921-1945). Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Sempozyuma Sunulan Tebliğler) 15 – 17 Ekim 1997, TTK Basımevi, Ankara, ss.281-293. Alasya, Fikret. (1992). Tarihi Perspektiften Kıbrıs Meselesi. Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu Ayrı Basım. TTK Basımevi, Ankara, ss.199220. Albayrak, Mustafa. (2000). Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları (1950-1960). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.XVI, Sayı: 46, ss. 249-275. Albayrak, Mustafa. (2002). DP Hükümetlerinin Politikaları (1950-1960). H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca (Ed.), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, c.XVI, Ankara, ss.855877. Albayrak, Mustafa. (2009). Demokrat Parti Döneminde İktidar-Muhalefet İlişkileri. Demokrasi Platformu. Sayı: 17, ss.167-180. Alemdar, Korkmaz. (1988). Demokrat Parti ve Basın. Tarih ve Toplum, Sayı: 53, ss.275-279. Altan, Cemal. (2006). DP, ANAP, AKP İktidarları ve Türk Amerikan İlişkileri: Merkez Sağ’ın ABD Politikalarının Ortak Tarafları. N. Doğan ve M. Nakip (Ed.), Uluslar ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 229
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU arası İlişkiler ve Türk Siyasal Partileri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, ss. 275–296. Altay, Saadet. (1991). Türkiye’de Müdahaleler ve Darbeler. Devrimler Ansiklopedisi, Milliyet Yayınevi, ss.269318. Aral, Fahri. (Aralık 1985). Sosyal Demokrasi ve Klasik Devletçi Çizgi. Yeni Gündem, Sayı: 36, ss.52-68. Armaoğlu, Fahir. (1997). Amerikan Belgelerinde Kıbrıs Sorunu 1958-1959. Belleten, c.XI, Ankara, ss.745-782. Armaoğlu, Fahir. Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı (1945-1948). Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, c.IV, Sayı: 3-4, ss.431-432. Ateş Yurtsever, Nevin. (2004). Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası ve Hükümet Programları. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İ. Bal (Ed.), Nobel Yayınları, Ankara, ss.31-55. Tezler Abay, Gülçin. (2009). Demokrat Parti Döneminde Türk Basınında Din (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, ss.1-231. Acar, Ayla. (2008). Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Kültürünün Türkiye'ye Girişinde Basının Rolü (19451960). Doktora Tezi, Mermara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-261. Açıcı, Emine. (2009). 1950-1960 Dönemi Türk Siyasi Hayatında Yaşanan Değişim Süreci Ve Demokrasi. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-136. Aguş, Muammer. (2009). Demokrat Parti'nin İzmir İl Kongreleri (1945-1960). Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-211. Akad, Müge. (2005). 1945-2000 Yılları Arasında Türkiye'de Tarım Ekonomisinin Gelişimi ve Uygulanan Politikaların Tarım Üzerine Etkisi. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.124. Akagündüz, Ümüt. (2007). Yeni Ufuklar Dergisi Perspektifinde Türkiye’de Düşünce Hayatı (1952-1965). Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-196. Akalın, Cüneyt. (1999). Uluslararası İlişkiler Ortamında 27 Mayıs Müdahalesi. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-183. Akalan, Ali Osman. (1998). IX. dönem T.B.M.M. (1950-1954). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1192. Akandere, Osman. (1992). Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Tesirler (1938-1945). Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ss.1-414. 230 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Akbaba, Toper. (1996). Demokrat Parti ve 27 Mayıs İhtilal Hükümetlerinin Eğitim Görüş ve Uygulamalarının Karşılaştırılması. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-141. Akça, Neval. (2007). Demokrat Parti İktidarından 1980 İhtilaline Eğitim Politikaları ve Bu Politikaların Tarih Ders Kitaplarına Yansıması. Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana, ss.1-120. Akçakaya, İbrahim Barbaros. (2010). Kemalizm ve Demokrat Parti. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-127. Akçakaya, Umut. (2011). Sovyet Tehdidinin Türkiye'de Algılanışı (1945-1952). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-145. Akdağ, Havva. (2005). Tek Parti ve Demokrat Parti Dönemi Lise Tarih Ders Kitaplarının Muhtevası. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ss.1-123. Akdoğan, Pelin. (2013). Türkiye'de Çok Partili Dönemde Radyo ve İktidar. Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-127. Akgümüş, Ömer. (2003). Çok Partili Sistemin Topluma Yansıması Ankara Örneği(1945-1950). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1-220. Akgün, Recep. (2015). Türkiye'de Demokratikleşme Süreci ve 27 Mayıs İhtilali Bağlamında Medya-Siyaset İlişkisi (1950-1965 Dönemi). Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-133. Akgün, Şener. (2005). Demokratlıktan Muhafazakar Demokratlığa: Demokrat Parti İle Adalet Kalkınma Partisi'nin Karşılaştırmalı Bir Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, ss.1-139. Akın, Fehmi. (2004). Türkiye'de Çok Partili Dizgeye Geçiş Sürecinde Demokrat Parti-Cumhuriyet Halk Partisi İlişkileri (1946-1947). Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-284. Akkaşoğlu, Döndü Bal. (2001). Demokrat Parti'nin Kuruluş Çalışmaları ve Çok Partili Siyasi Hayata Katkıları (1939-1950). Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-204. Akkaya, Ahmet Yaşar. (2010). Demokrat Parti'nin Azınlık Politikası (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, ss.1-209. Akkaya, Bülent. (2010). Demokrat Parti Dönemi Türkiye'nin İç Güvenliği (1950-1960). Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, ss.1250. Akkor, Nesrin. (2010). The Times Gazetesine Göre Sovyet Tehdidi Karşısında Avrupa’ya Yönelik Amerikan Yar-
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dımları (1947-1952). Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, ss.1-106. Aktaş, Rifat Melih. (1998). 1950-1960 Demokrat Parti Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü. Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-292. Akyaz, Doğan. (2000). Askeri Müdahaleler ve Ordu Üzerindeki Etkileri (27 Mayıs-12Mart). Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-303. Alacı, Beral. (2006). Demokrat Parti Kongreleri, Bildirileri. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-184. Albayrak, Bülvin. (2004). Demokrat Parti' De Parti İçi Muhalefetin Gelişimi ve Sonuçları (1946-1960). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-181. Albayrak, Mustafa. (1992). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-180. Aldan, Ejder. (2012). Türkiye'de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş Yıllarının Demokrasi Kavramı Ekseninde İncelenmesi: Demokrat Parti Uygulamaları. Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla, ss.1-118. Alıcı, Süleyman. (2009). 1950/60 Dönemi Türk Dış Politikası. Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-88. Altuğ, Ekrem. (1992). 1938-1950 İnönü Döneminde Muhalefet Demokrat Parti'nin Doğuşu. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1-104. Altun, Fahrettin. (2000). Modernleşme Kuramı ve Türk Sosyolojisinde Kalkınma Tartışmaları (1945-1970). Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-181. Altunbaş, Zuhal. (2010). Tarih Çalışmalarına Kaynak Olarak Vatan Gazetesi’nde Kıbrıs Sorunu (1954-1974). Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van, ss.1-1100. Anaç, Hilmi. (2011). Bir İhtilâl Bir Devrim: 27 Mayıs'ın Aydın'daki Yankıları. Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın, ss.1-324. Arıkan, Halil Volkan. (2008). Demokrat Parti Dönemi Anayasa Tartışmalarının ve Sorunlarının 1961 Anayasasının Oluşumuna Etkileri. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-258. Arıkanoğlu, Naim. (2014). Demokrat Parti İktidarında Hükümet-Basın İlişkileri: 1950-1957. Yüksek Lisans Tezi, Turgut Özal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-116. Arıoğlu, İpek. (2003). American-Turkish Relations
1945-1960: The Roots of a Long-Term Alliance. Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-94. Arslan, Fulya. (2015). Edirne Yerel Basını Penceresinden Demokrat Parti Dönemi (1950-1954). Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale, ss.1-194. Arslan, Zehra. (2011). Demokrat Parti Dönemi'nde Trabzon (1950-1960). Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, ss.1-505. Artar, Rukiye. (2015). Adnan Menderes'e Yazılan Vatandaş Mektupları. Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, ss.1-334. Asılsoy, Abdülkerim. (1999). Demokrat Partililerin Hatıratlarında İktidar-Muhalefet İlişkileri (1946-1954). Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü, İstanbul, ss.1-132. Aslan, Emel. (2014). Türkiye'nin İç Siyasetinde Demokrat Parti (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Ahi Evran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırşehir, ss.1-147. Aslan, Mahmut. (2014). ABD'nin İkinci Dünya Savaşı Sonrası Uyguladığı Dış Politikası'nın Türkiye'ye Etkileri (1945-1952). Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-136. Asutay, Nüket. (2014). Demokrat Parti Dönemi'nde Maraş Milletvekilleri ve Siyasi Faaliyetleri (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş, ss.11114. Atayakul, Fatma Alev. (2007). Türkiye'de Demokrat Parti Döneminde Genel Seçimler (1950-1954-1957). Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-512. Avcı, Ahmet. (2014). 1950-1960 Arası Türk-İngiliz İlişkileri Işığında Kıbrıs Meselesi. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ss.1-158. Aydın, Ayşe. (2010). Celal Bayar Dönemi Genel Seçimleri ve TBMM (1950-1960). Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-374. Aydın, Fatma. (2014). Demokrat Parti İktidarı Uygulamalarının Bir Taşra Kenti Basınına Yansımaları Balıkesir Örneği:( 1950- 1960). Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir, ss.1-223. Aydoğmuş, Çiğdem. (2011). İstanbul Basınına Göre Demokrat Parti Dönemi İktidar-Muhalefet İlişkisi (19501960) (Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Vakit Gazeteleri). Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, ss.1-168. Ayhan, İsmail. (2014). Demokrat Parti Dönemi'nde Türkiye'yi Ziyaret Eden Devlet Başkanları ve Bu Ziyaretlerin Türk Basınına Yansımaları. Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır, ss.1-246. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 231
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞVEKİL MENDERES’E VEFA BORCUMUZU DEMOKRATİK BİR YENİ ANAYASA YAPARAK ÖDEYEBİLİRİZ Ali YALÇIN Memur-Sen Genel Başkanı
Demokrat Parti döneminin icraatları, insan ve millet odaklıdır. Demokrat Parti’nin bu siyasal anlayışını, Rahmetli Adnan Menderes’in “Yeter söz milletindir” ve “Mukaddem olan millettir” ifadeleri açık seçik ortaya koymaktadır. Başvekil Menderes, her zaman ve her mekanda öncelikli olanın insan ve onuru ile millet ve iradesi olduğunun altını sürekli çizmiştir. Bu anlayışla siyaset yapan ve demokrasinin öncülüğü rolünü üstlenen Başvekil Menderes ve arkadaşları kısa sürede devletle milleti barıştırmış, milletle değerlerini buluşturmuştur. Menderes ve DP dönemi; millete rağmen anlayışıyla tesis edilen “müesses nizam”a karşı “Yeter söz milletindir” mottosuyla hayata geçirilen ilk ciddi itiraz ve direnç siyasetidir. Ezanın Türkçe’den aslına dönüştürülmesi, Milli Eğitim’de millete ve değerlerine odaklı hamlelerin ardı ardına devreye sokulması vesayetin ve vesayetçilerin sarsılmasına yönelik öncü sarsıntılardır. Biz de kısa süre önce vesayet kalesinin bütünüyle yıkılmasını sağlayan 4+4+4 eğitim sisteminin getirilmesi, Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi süreçlerinde aktif sorumluluk aldık ve sistemi demokratikleştirerek milletin emrine verilmesine sağladık. Demokrat Parti ve Menderes, kalkınmayı söz olmaktan çıkarak fiiliyata geçirmiş, kalkınma planlarını kağıttan uygulamaya dökmüştür. Millet için yol yapmış, köprüler kurmuş, barajlar inşa etmiş, göletler oluşturmuş, 232 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
sulama kanalları açmış, çiftçinin modern tarımsal aletlere ulaşmasını sağlamıştır. Bir yandan ülkenin milli gelirini artırırken, diğer yandan yoksul ve orta sınıfın milli gelirden daha fazla pay alması için düzenlemeler yapmıştır. Menderes döneminde uygulanan üretim, yenilik ve hizmet odaklı siyaset, Türkiye’nin ekonomi, tarım, sanayi başta olmak üzere her alanda yükselişe geçmesine zemin oluşturmuştur. Türkiye’nin küresel sisteminin küçük bir parçası olarak kalmasını öngören iç ve dış yerleşik düzenin aktörleri, ülkemizin her alanda yükselmesinden ve ilerlemesinden rahatsızlık duymuş, bu uyanışı durdurmak için tezgah, kumpas ve tuzaklar kurmaya başlamışlardır. Bu oyunlarından sonuç alamayan, küresel emperyalizm ve onun ülkemizdeki taşeronları, seçilmiş hükümeti 27 Mayıs darbesiyle iktidardan indirmiş sonra da liderini vahşice idam sehpasına çıkarmıştır. Bu vesileyle, demokrasi kahramanları Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’ya bir kere daha Allah’tan rahmet diliyorum. Darbeciler, Menderes ve arkadaşlarının sadece bedenini asmıştır; fikirleri, idealleri, hedefleri millet ve milletin partileri tarafından sahiplenilmiştir. Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Ak Parti iktidarları döneminde Adnan Menderes hep hayırla yad edilmiş, vizyonu ve eserleri referans alınmıştır. Türkiye bugün de ileri demokrasi, bölgesel lider ve küresel aktör olma yolunda önemli bir evrede ve yol kavşağında bulunuyor. Ya Menderes’i canice asan darbeci ve vesayetçi iradenin, zihniyetin ve siyasal anlayışın yaptığı
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
82 Anayasası ile yerimizde saymaya devam edeceğiz ya da vesayet ürünü ve militer 82 Anayasası’ndan milleti ve milli iradeyi kurtarıp hızla Yeni-Güçlü Türkiye’ye doğru ilerleyeceğiz. Bu kapsamda, yeni anayasa yapmak ve yazmak gerekecek. Bunun için de milletin ve milli iradenin sözcülüğünü yapacak, taleplerini ve sesini yükseltecek sivil oluşumlara ihtiyaç olduğunun farkındayız. Bu anlayışla, demokratik bir anayasanın yazım ve yapımına katkı sunmak için Yürütme Kurulu MEMURSEN, Anadolu Platformu, ASKON, Birlik Vakfı, Cihannüma, Ensar Vakfı, HAK-İŞ, HUDER, İHH, İlim Yayma Cemiyeti, İnsan ve Medeniyet Hareketi, MÜSİAD, ÖNDER, TGTV, TÜMSİAD ve TÜRGEV’den oluşan Türkiye Anayasa Platformu’nu kurduk. Platform’a katılan STK sayısı kısa sürede 350’yi bulmuştur. Cumhurbaşkanımızın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “Yeni Anayasa İçin Hep Birlikte” etkinliği kamuoyunda büyük bir ses getirdi. Türkiye Anayasa Platformu olarak, devletin nesne, milletin özne olduğu yeni bir anayasa istiyoruz. Bu yeni anayasanın devlet bildirisi değil millet manifestosu olmasını istiyoruz. Yeni anayasayla tasarlanacak hükümet modelinin parlamenter sistem mi, yarı başkanlık mı, başkanlık sistemi mi olacağına net olarak karar verilmelidir. Biz, Türk Tipi Başkanlık sistemi de dahil olmak üzere tüm hükümet modellerinin tartışılmasını, milletin önüne seçeneklerin konulmasını, nihai kararı milletin vermesini en doğru yaklaşım olarak görüyoruz. Türkiye’nin çocukları, gençleri, yaşlıları, çalışanları,
işçileri, memurları, emeklileri, çiftçileri, esnafları, sanat ve bilim insanları, işverenleri, fikir üretenleri olarak; yeni anayasa yapma ve yazma konusunda kararlıyız. Türkiye’nin en büyük memur konfederasyonu ve Türkiye Anayasa Platformu’nun paydaşı olarak, dün olduğu gibi bugün de yeni anayasa yapma kararlılığının öncüsü olma, kamuoyu gündemini bu nokta domine etme duruş ve faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. “İktidar olamayınca diktatörlük geliyor” diyenlere rağmen demokratik, sivil ve milleti kucaklayan yeni anayasayı Türkiye’ye kazandıracağız. Bu yeni anayasayı başta demokrasi kahramanı Adan Menderes olmak üzere tüm Yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya ideali için gayret edenlere armağan edeceğiz. Bu düşüncelerle, Adnan Menderes Demokrasi Platformu’na çalışmalarında başarılar diliyorum.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 233
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DUYGU VE DÜŞÜNCELER HİÇ ELLİ KELİMEYE SIĞAR MI? Hakan YILDIRIM MÜSİAD Aydın Şube Başkanı
Hikâyesi olmayan insan, hayata dokunmamıştır; elbette hayat da ona dokunmamıştır. Zira, insanın hikâyesinin olması, bizatihi hayatının olduğunu gösterir ki bu yüzden, hikâyesi olmalı insanın. Menderes’ in hikâyesi hep eksik kaldı. Küçük yaşta ailesini kaybetti. Milli mücadele döneminde cepheye gittiği için eğitimi yarım kaldı. Ülkesinin refahı için milletinin insanca yaşayabilmesi için verdiği demokrasi mücadelesinde hep yalnız bırakıldı. Vatan hainlerinin bile görmeyeceği eziyeti gördü, ızdırabı çekti Menderes, demokrasi özgürlük ve medeniyet mücadelesi verirken kendisi bunlardan mahrum kaldı. Menderes’ten özlemini, hasretini ve sitemini mektuplarda sadece elli kelime ile anlatması istendi. “İhtilallerle büyümüş bir ülkenin, anıları da mektupları gibi hüzünlüdür” der, Menderes’
234 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
in en kıdemli bakanlarından Celal Yardımcı’nın eşi. Bu hüzünlü yılları anlatmak hiç de kolay değildir. Hiç, kalemi eline alıp sevdiğine yazacakken, elli kelimeden daha fazla yazamazsın diye sınırlandırıldın mı? Bu kaygıyı hiç yaşadın mı? Yazmaya başladın, yazdın ve en can alıcı sözü söyleyeceksin; mesela “seni seviyorum” bu iki kelimeyi yazamadığın oldu mu? Ya da bu iki kelime elli birinci ya da elli ikinci kelime olur mu, diye kaygı ile yazdığın? İşte hayatını demokrasiye, eşitliğe ve özgürlüğe adamış insan,Menderes , bundan mahrum kaldı ve sadece elli kelime ile anlattı elli öncesini ve ellili yılları. Bunu da sadece haftada bir defa ve bir kişiye ki o canından çok sevdiği biricik eşi Berin Hanım’a. Ne kadar acı değil mi?!Kim hikâyesini elli kelime ile anlatmıştır Menderes’ten başka? Elli evet sadece elli… Neler neler anlatır insana, bir devri anlatır, bir devrin mimarını anlatır, bu mimarın
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mücadelesini anlatır. Milletin, devletin selametini istemeyenleri anlatır. “Yeter söz milletindir!” diyenleri anlatır. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!” sözünü benimseyenlerle saltanatı kaldırıp, saltanat sürme sevdasına kapılanlarla mücadeleyi anlatır. Milletin özlem duyduğu Ezanın “Allahü Ekber” diye okunmasını anlatır. Yolları, köprüleri, barajları, fabrikaları ve unutulan çiftçilerin yeniden hatırlanıp üretmesinin verdiği hazzın sevinç gözyaşlarını ..., Neler neler anlatmaz ki Menderes’in bu elli kelimesi. Elli kelimesi hüzünlendirse de elimi kolumu bağlasa da beni heyecanlandırsa da aklıma Türkçeyi mükemmel konuşan, kimseyle rekabete girmeyen, hiç kimseyi taklit etmeyen ve kırmayan; hatasında, kusurunda ve sevabında karşılaştırdığı kendisi olan naif, natık ve nezaket sahibi olan Menderes gelir. Bir gün, Menderes gitmiş olduğu bir konserde hemen önünde oturan Alaeddin YAVAŞÇA’ nın omzuna dokunarak, sessizce eğer repertuvarınızda varsa “Bu imtidad-ı cevre kim bahtın şitabı var” şarkısını istirham edecektim Sayın Doktor diye önce kulağına fısıldıyor, varsa isteyecek; eğer yoksa onu salonda mahcup etmeyecektir! Ne büyük incelik! İşte Menderes bu kadar sanata, sanatçıya; insana ve insanın insan karşısında zor durumda kalmamasına değer veren, ince ruhlu bir başvekildir. Kimseyi incitmeyen, aşağılamayan, hor görmeyen bir Başvekil’ e nasıl davrandılar bir bilseniz; hüzne boğulursunuz. Hukukun işlemediği bir toplumda, hiçbir gelişme sağlanamaz. Millet ile devleti bir araya getiren, halka dokunan, onlarsız bir yönetimin olmayacağına inanan; demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insanca yaşamak için mücadele veren bir Menderes’i milletin gönlünden silip atacağına inananlar, kaybettiler. Avukat Talat ASAL:” İşkencenin, siyasal ve sosyal rezaletin simgesi olan Yassıada'da benim müvekkilim idam edilmedi, asılarak öldürüldü!” diyor ve çok sevdiği avukatlık mesleğini bir daha yapmamak üzere cübbesini duvara asarak bırakıyordu. Daha niceleri Menderes’ e yapılan haksızlığa tepki için çok sevdiği mesleğini bırakmıştır. Birçok şair ise Menderes’ in arkasından mersiyeler yazmıştır. Üstad Necip Fazıl: ‘Zeybeğim, zeybeğim ne oldu sana/ Allah deyip şöyle bir doğrulsana!’ diye yazıyor ‘O Zeybek’ isimli mersiyesinde yiğit Başvekil’ in arkasından. Hani diyoruz ya Yassıada diye! Yassıada’ nın adı aslında “Yaslıada” olmalı. Her şeyi bütün çıplaklığıyla haykırabilse, bir dili olup konuşabilse... Seni hastane-
ye götürüyoruz diye kandıranların sevinçlerini sonra da yediğin yarım şeftalinin suyu kefenine akınca dalga geçmelerini ve celladının “Ayağındaki rugan ayakkabı benim olacak” demesini bir anlatabilse Yassıada. 14 Mayıs 1950 gecenin gündüze döndüğü, demokrasi meşalesinin yandığı bir gün iken; yine bir mayıs ayı, 27 Mayıs hiç bu kadar soğuk ve karanlık olmamıştı. Yine yarım kalmıştı, boynu bükük kalmıştı demokrasi ve yeni Türkiye. Milli mücadeleye katılıp Gazi şerefi nasip olan ve sonrada şehitlik mertebesine ulaşan, milletin gönlünde müstesna bir yere sahip olan, hemşehrisi olmakla iftihar ettiğim Başvekil’ im, şehidim, Menderes’im! Emanetin, emanetimdir ve emanetine sahip çıkanlar da senden bize emanettir. Hainlik edenin parmağını kırar, dil uzatanın dilini kopartır ve bundan bir an bile tereddüt etmeyeceğimi bilmeni isterim. Bu vatan, bir yiğidini şehit verdi; kurban verdi ve bir daha da vermeyecek inşallah. Ruhun şad olsun. Emanetin emanetimizdir! Minnettarız. Nurlar içinde yat ebedi Başvekilim.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 235
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
NE YAPMALI (2) GEÇEN haftaki yazımda çok geniş bir coğrafyada Amerika’nın çıkarları ve planları açısından Türkiye’nin kesin bir şekilde desteğine ihtiyacı olduğunu ve yine aynı coğrafyada Türkiye’nin Amerika’nın çıkarlarını örseleyip, planlarını engelleyebileceğini söylemiştim. Bu durum Türkiye’nin Amerika karşısında elinin hiç de zayıf olmadığı anlamına gelir. Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı yoldan etkileyebileceği Amerika’nın çıkarları ve planları, Türkiye için Amerika karşısında kullanabileceği kozlar açısından geniş bir mönü oluşturmaktadır.
Amerika ve Türkiye AMERİKA’NIN Balkanlar’da, Doğu Avrupa’da, BaltıkHazar hattında, Kafkasya’da ve Orta Asya’da hayati çıkarları olduğu gibi her halükârda bu yerlerle ilgili planları da vardır. Her şeyden önce Amerika çok büyük bir jeopolitik önemi olan bu coğrafyayı AB ve Rusya’nın egemenliklerine terk etmek istemeyecek, buralarda üçüncü bir jeopolitik güç olarak bulunmanın imkânlarını arayacaktır. Amerika’nın Bosna Hersek’te barışı sağlaması; Polonya, Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan’a gösterdiği yoğun ilgi ve Orta Asya’daki diğer Türk Cumhuriyetleri’nde etkili olma isteği boşuna değildir. Bu bölgelerdeki Türkiye’nin askeri varlığını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Sözgelimi Türkiye’nin Afganistan’daki askeri varlığı, bu ülkedeki Türkiye’nin üstün değeri ve itibarı dolayısıyla Amerika’nın buradaki askeri mevcudiyeti için çok önemli bir güvenlik şemsiyesi oluşturmaktadır. Bütün bu coğrafyada yer alan hiçbir ülke Amerika için Türkiye kadar önemli değildir. Olamaz da. Zira söz konusu bölgelerde Amerika’nın üçüncü bir jeopolitik güç olarak mevcudiyeti Türkiye’nin çıkarlanna aykırı olamayıp, tam tersine Amerika’nınkilerle kolaylıkla telif edilebilecek özellikler göstermektedir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti bu bölgede Amerika’nın çıkarlarına ve İsrail’in güvenliğine faydalı olacak gibi gözükse de Amerika’nın önündeki büyük fotoğrafta böyle bir oluşumun hiçbir önemi bulunmamaktadır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral 236 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Büyükanıt haklıdır: Türkiye ile ilişkilerini bozması Amerika için kendi ayağına ateş etmesi, kendini sakatlaması demektir. Kaldı ki, Ortadoğu’da Türkiye Amerika’nın çıkarlarını ve planlarını örseleyip, engelleyecek çok önemli imkânlara sahiptir. Bu bölgede Amerika’nın bütün dünyada yumuşak karnı sayılacak iki ülke mevcuttur. Birincisi İsrail’dir. İsrail, Türkiye’nin etkin bir İsrail karşıtlığını kaldıramaz. Amerika ve İsrail ikilisi böyle bir durumda çok büyük zarar görür. Bunun her iki ülke için önemini tafsil etmeye hiç gerek yoktur. Irak’a gelince, Amerika burada savaşı kaybetmiştir. Ne kalabiliyor, ne çıkabiliyor. Türkiye istediği takdirde Amerika’yı Irak’ta çok daha zor durumlarda bırakabilir. Türkiye’nin dengeleyici politikası olmadığı takdirde Ortadoğu Amerika için tam bir cehenneme dönüşebilir. Şu ana kadar söylediklerimde teferruata girmeye gerek duymuyorum. Burada temas ettiğim hususların en ayrıntılı karşılıklarının bile Devletimiz için malum olduğundan eminim.
Tezkere ve Hükümet HÜKÜMET Irak’a bir askeri müdahale istemiyor. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, ‘Tezkereyi kullanmak için İnşaallah imkân olmaz” dedi. Kendisi düzgün Türkçe konuşur. “İnşaallah gerek olmaz veya kalmaz” demesi gerekirdi. Tam bir sürçü lisandır. Hükümetin şuur altını açığa vurmaktadır. Hükümetin müdahale karşıtlığı dış politikayla ilgili değil de iç politikayla bağlantılıdır. Zaten AKP başından beri dış politikayı bir iç politika aracı olarak ele almıştır. AKP kendisini Amerika ve AB’yle yakın ilişkileriyle meşrulaştırdı. Eğer bu ülkelerle sancılı bir dönem başlarsa AKP’nin siyasal meşruiyeti zarar görecektir. Başta TÜSİAD olmak üzere yurt içindeki müttefikleriyle kader birlikleri son bulacaktır. AKP iktidarına vücut veren tarihsel blok çatlayacaktır. Irak’a müdahale ister istemez bu sonuçlara yol açacaktır. Hükümetin söz konusu isteksizliği bir tarafa acaba Türkiye tezkere ve Irak’a müdahale hususunda neler düşünmelidir? Bu hususu da gelecek yazıya bırakalım...
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ İMTİHANI VE DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZLIĞI İsmail EMANET TÜGVA Genel Başkanı
Güney Amerika sosyalist devrimcilerinin, sosyal süreçlerin devamlılığına ilişkin çok yaygın bir sloganı var. Ve üzerinden düşünmeye değer… “Devrim bir çember gibidir, her noktasında başlar ancak hiçbir noktasında sona ermez.” Anadolu’nun İslami anlamdaki dönüşümüne öncülük etmiş Celaleddin-i Rumi’nin: ”şu akıp giden kum seline bak! Ne durması var ne de dinlenmesi! Bak birdenbire nasıl değişiyor dünya, nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini” sözleriyle işaret ettiği hakikatte, güney Amerikalıların sloganına paralel… Dünya’nın iki ucundan, iki farklı meşrep ve siyasi anlayıştan serdedilen iki farklı betimleme bunlar… Ancak aynı gerçeğe işaret ediyorlar. “Sosyal değişim ve dönüşümü betimleyen hakikatlere...” Bu ilk insandan bu yana varolan doğal durumdur. Fakat bu doğal duruma muarız olanlar da yok değil. Türkiye’deki demokratik dönüşümün önündeki en büyük bariyer de bu... “Alemin hakikatlerinden olan değişim ve toplumsal taleplere kapıları tamamen kapatmak.” Bu kapanış hali, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde fazlasıyla kendini göstermiştir. Sonraki dönemlerde darbeler, post modern cuntacılık faaliyetleri, hukuk darbeleri, başörtüsü yasağı ve meslek liselerine yönelik haksız işlerle tezahür etmiştir. Ancak, bundan böyle, hakikatlere kapalı olan elitistlerin ve Kemalistlerin ittifakı siyasi olarak yersiz, hukuki olarak kadüktür. Ne kadar darbe, ne kadar idam süreçleri yaşansa da Türkiye her zaman “doğal havzasına, yani demokrasiye dönmüştür. Bunda halka yönelik hizmetleri yerine getirme selahiyetine sahip olmayan teknokratlar ve devlet organlarını koordine etme yetisinden uzak askeri yönetimlerin zoraki de olsa demokrasiye geçme istekleri etkili olmuştur. Türkiye belediyecilik hizmetlerinde yoğrulmuş kadrolar ve yeni ekonomi elitleriyle “demokratik zihnin yerleşmesini” hızlandırmış, insanların sandığa ve mec-
lis iradesine güvenlerini artırmıştır. Bugün Türkiye’nin cari meselesi başkanlık sistemi ve etrafında dönen tartışmalardır. Dün olduğu gibi bugün de hiçbir felsefi arka planı olmayan ve gelecek perspektifine dayanmayan karşı çıkışlar olmaktadır. Artık bu karşı çıkışların önünde şahs-ı manevisi kuvvetli, iradesi oturaklı bir iktidar ve halk kitlesi var. Bu halk kitlesi; 1959 Konya mitinginde askerin geleceğini duyduklarında evlerine dağılan o eski “özgüvensiz ve bastırılmış kitle” değildir. Artık, demokrasi geliştikçe zenginleşen, varoşlardan şehre göç eden, evlatları mühendis, doktor veya siyaset adamı olan çok geniş ve koordineli bir halktan söz ediyoruz. Normalleşmenin yaygınlaşması sonucu, hayattan beklentileri büyüyen, kaliteli hizmet talebi artan bir milletten söz ediyoruz. Hani birileri hep kazanımlardan bahsediyor ya, artık biz de bundan bahsediyoruz. Demokrasinin kazanımlarından asla vazgeçmeyeceğiz. Değişime ve medeniyete karşı, hukuksuzlukları dayatanlara her platformda cevap vereceğiz. Bu minvalde; Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için yapılan sivil çalışmaları desteklemek tarihi bir görevdir. Ne diyordu Güney Amerikalı adam; “Devrim hiçbir noktada bitmez.” ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 237
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES DÖNEMI ENERJIDE KALKINMA
Aybars ÜNAL GENÇ TÜMSİAD Ankara Şube Başkanı
Ülkemiz demokrasi yolcuğunda acı ve ağır bedeller ödeyerek bugünlere ulaştı. Demokrasi mücadelemizin ilk büyük mücadele ve aksiyon insanı Ali Adnan Menderes’i bugün hala rahmetle, minnetle ve hüzünle yad ediyoruz. Tek parti dönemi baskısından kurtulması için canını ülkesi için feda etmiş bir kahraman Menderes. Anadolu’nun hala Ezanımızı geri getiren adam diye hatırladığı güler yüzlü başbakan. Uzunca süre bastırılmış sessiz çoğunluğun ilk gür sesi Menderes’in demokrasi yolunda verdiği mücadeleyi birkaç satır cümle ile özetlemek neredeyse imkansız. Ancak burada kısıtlı ölçekte de olsa
238 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
demokrasi mücadelemizin en önemli parçalarından birine, kalkınma hamlelerine bir nebze değinmek istiyorum. Kalkınmanın, demokrasi hayatının idame ettirilmesi noktasında ne denli hayati olduğunu tekrar vurgulamakta fayda var. Fakat burada Menderes dönemi kalkınma hamlelerinin geneline bir bakış atmaktansa, bugün bakıldığında altında yatan ileri görüşlülüğün hayretler uyandırıcı olduğu enerji alanında atılan adımlara değinmek istiyorum. Tek parti döneminden bir kurtuluş ümidi olarak seçimden zaferle ayrılan Menderes, ülkenin sadece siyasi altyapısına bir neşter vurmakla kalmamış, ekonomik ve kalkınma projeleri ile halkın refah seviyesinin yükseltilmesi adına büyük projelere imza atmıştır. Menderes’in başbakanlığı döneminde Aydın, Konya, Balıkesir, Niğde, Afyon, Gaziantep, Kayseri ve Zonguldak’ta çimento fabrikaları kurulmuş, Burdur, Kastamonu, Sakarya, Kütahya, Erzincan, Amasya ve Erzurum’da da şeker fabrikaları halka hizmet vermeye başlamıştır. Ayrıca bugün hala üretime ve ihracata devam eden Türk Traktör Fabrikası Menderes döneminde Türk sanayisine kazandırılan en önemli yatırımlardan birisidir. Sanayi yatırımlarının haricinde vatandaşa kilometrelerce uzunluğunda yol, altyapı ve üstyapı hizmetleri götürülmüş, bugün göğsümüzü kabartan Türk Hava Yolları ismi Menderes döneminde Türk havacılığına armağan edilmiştir. Ayrıca ODTÜ, Ege ve Atatürk Üniversiteleri dönemin akademik hayata kazandırılan hizmetleri arasına girmiştir. Bütün bunların üstüne belki en çok incelenmeyi hak eden kalkınma hamlelerinden birisi de şüphesiz ki enerji alanında yapılan yatırımlardır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Günümüzde haritaların değişmesine sebep olan, ‘yer altında iken savaşın, yer üstünde iken barışın sebebi’ enerji kaynaklarımız için Menderes döneminde çok önemli ve ileri görüşlü kalkınma hamleleri yapılmıştır. Sarıyar, Demirköprü, Hirfanlı ve Keban barajları güler yüzlü başbakanın hizmetkârı olduğu vatandaşın hizmetine alınmış, bugün hala istifade ettiğimiz barajlardır. Ayrıca Menderes döneminde petrol kanunu çıkarılmış ve yabancı yatırımcının petrol arama ve sondaj çalışması yapabilmesi için gerekli hukuki altyapı oluşturulmuştur. Bunun yanında milli petrol arama şirketi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı yine Menderes döneminde kurulmuştur. Menderes Dönemi’nde enerji alanındaki kalkınma hamleleri tabiki bunlarla sınırlı değildir. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombası ile karşılaşan dünya, atom çalışmalarının enerji kaynağı olabileceğini 1951 yılında ABD’de açılan ilk nükleer güç reaktörü sayesinde görmüştür. Türkiye, bu tarihi adımdan sadece 5 yıl sonra, Dünya ülkeleri içerisinde ilk adım atan ülkelerden biri olarak 1956 yılında Atom Enerjisi Kurumu Genel Sekreterliğini kurmuştur. Enerjide belkide en vizyoner kalkınma hamlesi diyebileceğimiz bu hamle ile kurulan kurum, bugünkü Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun da (TAEK) temelini oluşturmuştur. Endüstri devrimini ve daha birçok yeni kalkınma akımını savaşlardan, istiklal mücadelesinden ötürü kaçıran Türkiye, nükleer enerjinin önemini daha ilk bulunduğu yıllarda Menderes’in vizyonu sayesinde öngörmüş ve bu alandaki ilk kurumu kuran ülkelerden biri olmuştur. Maalesef Türkiye, Menderes Dönemi’nde temelleri atılan nükleer enerji hedefine uzun yıllar hayal olarak bakmış ancak bugünkü hükümetin yoğun gayretleri sonunda ilk nükleer güç santralinin temelini atmayı başarmıştır. Özetlersek, Menderes Dönemi’nde demokt-
ratikleşme adımları ve kalkınma süreçleri bir bütün olarak ele alınmış , Türkiye uzun yıllar boyunca tek partili siyasi hayatın getirdiği durağanlıktan kurtulma yönünde adımlar atmış ve büyük bir zihniyet devrimi Başbakan Ali Adnan Menderes liderliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, bu yıl ölümünün 56. yılını idrak edeceğimiz demokrasi şehidimiz ve güleryüzlü Başbakanımız Adnan Menderes’i rahmetle ve minnetle yad ediyor, onun açtığı demokrasi ve millete hizmet yolunda emin adımlarla ilerleyen ve büyüyen Devletimizin kıyamete kadar adaletin ve barışın temsilcisi olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 239
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
1950'DEN 1960'A MANŞETLERDEN SEÇKİ
240 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 241
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
242 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 243
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
244 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 245
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
246 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 247
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
248 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 249
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU VEFA SAYFASI
Erkin USMAN MENDERES’IN SON SAATLERI "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..." Rahmetli Adnan Menderes'in fani dünyadaki son sözleri böyleydi... İmralı'da asılmadan hemen önce usulen bir arzusu olup olmadığı sorulduğunda, dini telkin için orada bulunan hoca ile yalnız kalarak görüşmek istediğini beyan etmişti Menderes... Ancak darbeciler "kanunların buna müsaade etmediğini" söyleyerek son arzusunu da yerine getirmemişlerdi! Bu davranış, zorba/gaddar/eli kanlı darbecilerin Menderes'i katletmeden önce masum Başbakan'a uyguladıkları sistematik işkence ve zulmün yanında bir hiç hükmündedir, kuşkusuz... Son olarak, Murat Bardakçı -idamına saatler kalaMenderes'e yapılan "Prostat Muayenesi"ni gündeme getirdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günlerinden biri olan 17 Eylül 1961'in sabahında saat onu beş geçe Menderes'le doktorlar arasında geçen diyaloglar, 27 Mayıs Cuntası'nın sadece Masum ve Suçsuz Menderes'e değil MİLLETİMİZE ne denli kin ve nefret duyduğunun çok çarpıcı bir örneğidir! Menderes "İstirham ediyorum, yapmayın" diyor; ancak Utanmaz Zalimler bir kere karar vermişler devrik başbakanı aşağılamaya, ona sınırsız ıstırap çektir250 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
meye... Taammüden yapılan Prostat Muayenesi'nden dört buçuk saat sonra asılacaktır Menderes.. Şöyle bir düşünün, diyelim ki prostatında sıkıntı olsaydı infazdan hemen önce ameliyat mı edilecekti? Hayır! Zorla prostat muayenesi sadece hukuk dışı değil, insanlık dışı bir muameledir... Prostat Zulmü, onu asmaya karar vermiş olan İşkenceci İrade'nin doktorlara verdiği emirden başka bir şey değildi... Daha ileri gidelim: Menderes'in katledilmesine 27 Mayıs darbesinden çok daha önce karar verilmişti. Bu gerçek Resmi Tarih'in elbette hoşuna gitmez; ancak kusursuz bir gerçektir... İki evladının "şüpheli" ölümleri de dahil Menderes'in idamının perde arkası bir gün mutlaka kamuoyunun gözleri önüne serilecektir. Yaşayanlar görecektir! İşte O Kitap! Menderes'in hayatını yazıyordum. Aydın'ın Çakırbeyli ilçesinden, İzmir, Ankara ve İstanbul'u kapsayan bir dizi olacaktı. Çakırbeyli yollarını aşındırdık, Aydın'da İsmet Sezgin, Nahit Menteşe ve diğer yakınları ile konuştuk. Yüksel Menderes, Mutlu Menderes, Aydın Menderes de sağdı. Tabii, Berrin Hanımefendi de...
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Diziye başlık olarak şöyle dedik: "Sıradaki değil, gönüllerdeki adam: Adnan Menderes..." Bu dizinin yayınlandığı Ege Ekspres mahkeme kararı ile her gün bayilerden toplatıldı. Ve, ben de her gün Basın Savcılığına çağrıldım. Adı beynime mıh gibi çakılı... Savcı Zafer Yalçın sordu: "Niçin gönüllerdeki adam.?.." 38 sayılı Tedbirler Kanunu yürürlükteydi. Bu yasaya göre, kendi deyimleri ile ile düşük ve kuyrukları övmek yasaktı. Bunun yanında darbecilerin tarafını tutmak da yasaktı. Ne var ki, bu ikinci şıkkı tercih edenler hakkında takibat yoktu. Karşı çıkan, eleştirenler için yıllar boyu hapis istemi ile açılan davalar gündemdeydi. Bu dizi yüzünden hakkımda açılan davalarda istenen hapıs cezaları toplam 40 yılı buluyordu. Gün gelmiş, devran değişmiş ve bu davalar da düşmüştü. Peki, niçin sıradaki değil, gönüllerdeki adam? Yukarıda saydığım gerekçeler yüzünden Menderes hakkında bir hüküm ileri sürmek yasaktı. Bunun yanında böylesi bir düzen de ilelebet sürüp gidemeyecek ve günün birinde insanlar serbestçe konuşabilecek ortamı buldukları zaman kalplerinde sakladıkları Menderes'i layık olduğu yere koyacaklardı. O günleri yaşıyoruz... Darbecilerin, demokrasi yıkıcılarının, Allahsız Gardiyanların "Tu kaka" dedikleri Menderes'i millet şimdi bağrına basmış gidiyor. Bulvarlara, havaalanlarına, parklarına Adnan Menderese adı veriliyor. İşte o büyük adamı bir süre için ortalıkta değil, gönüllerde saklamıştık. İyi de etmişiz... 27 Mayıs Darbesi ve Yassıada Cehennemi Bu hareket, 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe olarak tarihe geçti. Ayrıca 27 Mayıs Askeri Müdahalesi, 27 Mayıs İhtilali ya da 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir güruh subay, 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydular ve yönetimi kısa bir süreliğine sürdürerek önemli revizyonlara imza attılar. Bu darbe neticesinde 37 subaydan oluşan Milli
Birlik Komitesi, anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı. Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan emekli Orgeneral Cemal Gürsel, Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Ve, düzmece yasalarla bu komiteleri kendileri "Tabii senatör" ilan ettiler ve ömür boyu senatoda yer almaya başladılar. İşte bu tablo karşısında Türk halkı bu "Tabii Senatörlüğü" bir süre sonra kendiliğinden "Temelli Senatörlük" olarak değerlendirdi. Ve, 27 Mayıs sonrasında cuntacıların Yassıada'da kurdukları düzmece mahkemeden üç idam ve birçok müebbet hapis kararları çıktı. Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan sehpada can verdiler. Bu "Vazifeli" Mahkemeden Bir İki Sahne! Yassıada'daki komutan Tarık Güryay'ın koğuşlardaki ismi "Allahsız Gardiyan"dı. Hüsamettin Cindoruk, Meclis Başkanı Refik Koraltan'ın avukatıydı. Bir duruşmada Başkan Salim Başol'a: "Reis Bey..." dedi ve ekledi: "Sümeninizin altında bir not yoksa bu sanıkların hepsi beraat eder." Reis Bey kükredi, "Hiç öyle değil. Bunları buraya tıhan guvvet böyle estiyor" dedi. İşte, "Cuntacıların kukla mahkemesi"nin adaleti böyleydi. Vazifeli başkanın şivesi ile: "Onlara buraya tıhan guvvet böyle istiyordu. Yani idam..." Aynı günün akşamı Cindoruk gözaltına alınıverdi. Altay Ömer Egesel de vazifeli(!) başsavcıydı. Adı, birtakım aşk ve seks skandalına da karışmıştı. İşte bu savcı, Bayar ve arkadaşlarını "Atatürk düşmanı" ilan edince, eski cumhurbaşkanı yaşından umulmadık bir heyecanla ayağa fırlamış, "Hey hey savcı efendi, benden canımı alabilirsiniz ama Atatürk'e saygı ve sevgimi koparamazsınız. Anladın mı?" demiş ve kulaklığını yere fırlatmıştı. O günden sonra Bayar, Egesel'in her kürsüye çıkışında kulaklıklarını çıkartıp yere fırlattı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 251
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
YASSIADA'DA INFAZLAR ÖNCESI SON CELSE Avni ÖZGÜREL 27 Mayıs darbesinin üzerinden tastamam yarım asır geçti. Yassıada’da sergilenen hukuk cinayetinin üzerinden ise 49 yıl. O gün bugün ne yaşananların izi silindi ne acısı dindi. Darbeden iki hafta sonra cuntanın aldığı kararla Demokrat Partililerin suçlarını araştırmak üzere adlarının başına ‘yüksek’ sıfatı eklenen iki heyet teşkil edilmişti.. Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek Adalet Divanı.. Darbeciler dönemin Yargıtay 1. Başkanı Recai Seçkin’in kurulacak mahkemenin başkanlığını kabulde tereddüt göstermeyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak Seçkin bu isteği hukuk devleti ve adalet anlayışıyla bağdaştıramadığı için geri çevirdi... Daha da ötesi, reddetmekle kalmayıp Yargıtay Başkanlığı’ndan istifa etti... (Cunta, Seçkin’in istifasının skandala yol açabileceği düşüncesiyle hasıraltı edilmesi emrini verdi) Bunun üzerine 6 Eylül 1960’ta bu göreve 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol, mahkemenin savcılığına da Altay Ömer Egesel getirildi... DP’nin on yıllık iktidarıyla ilgili bütün iddiaların soruşturulması bir ayda tamamlandı, 19 ayrı başlık altında dava açıldı... Ve sadece Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la Tarım Bakanı Nedim Ökmen’in sanık olduğu ‘Köpek Davası’ isimli davayla çark dönmeye başladı... Onu ‘Bebek Davası’ ve ‘ Barbara Davası’ izledi.. Sabık iktidar mensuplarını kamuoyu nezdinde küçük düşürmek amacıyla açılmıştı bu davalar.. Kendisine Afgan Kralı’nın hediye ettiği tazıyı hayvanat bahçesine satmakla suçlanan Cumhurbaşkanı bu iddiayla ilgili olarak soruşturma kuruluna ifade verirken hayvanı Ankara’dan getirten heyet aklınca ‘yüzleştirme’ yapmıştı.. 252 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Üstte Adnan Menderes ve elindeki sopayı sanıklara karşı kullanmaktan çekinmeyen Yassıada Komutanı Tarık Güryay görünüyor. Yanda ise 27 Mayıs sabahı Menderes tutuklanırken... Heyet karar için Yassıada mahkemesinin ne menem bir mahkeme, mahkeme başkanının ne tür bir yargıç olduğunu anlamak için ada kumandanı Albay Tarık Güryay’ın olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra 1985’te kendisiyle yapılan bir röportajda anlattıklarını hatırlamak kâfi.. “Bir gün Milli Birlik Komitesi’nin iki üyesi Mucip Ataklı ile Suphi Gürsoytrak öğlen yemeğine geldiler. ‘Yemeği senin odanda yiyeceğiz’ dediler. Mahkeme Başkanı Salim Başol’u da çağırdık. Dördümüz birlikte yemek yedik. Bunlar konuyu açtılar. Salim Başol’a dediler ki; Reis Bey, karar günü geldiğinde 60’tan aşağı idam verirseniz Milli Birlik Komitesi olarak biz gayr-i meşru duruma düşeriz... Yani 59 kişi olsa bizi meşru kılmaz. Başol da bunun üzerine dedi ki, ‘bu kararları ben tek başıma verecek değilim. Dosyaları heyet halinde inceleyeceğiz. Belki yüz kişiyi asarız.. Bu benim tek başıma vereceğim bir karar değil ki...’ Onlar da dinleyip, sana durumu anlattık, mümkün olduğu kadar fazla olsun, dediler.” 5 Eylül’de yargılama tamamlandı.. 50’si hakkında savcı Altay Ömer Egesel’in idam cezası istediği sanıklar uykusuz geçen on gün boyunca hüküm bekledi.. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada/ Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız.../ Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada?/ Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!.” diye tarif
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ettiği on günün ardından 15 Eylül günü Demokrat Parti yönetici kadrosu ve DP iktidarına yakın oldukları varsayılan kamu görevlilerinden oluşan sanık kadrosu son kez mahkeme heyetinin karşısına çıktı.. Ve Salim Başol; Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu ve Zeki Erataman’ın idama mahkûm edildiklerini açıkladı.. Karar dosyalarının tasdik için aynı gün uçakla Ankara’ya MBK üyelerine gönderildiğini biliyoruz.. MBK’nin de dakika sektirmeden toplanıp kararı oyladığını.. Yassıada mahkemesi kararları açıklanana kadar ihtilal 11 DP’linin ölümüne sebep olmuştu zaten.. 27 Mayıs sabahı Bayar ve Menderes’le birlikte gözaltına alındığı Harp Okulu binasında öldürülüp cesedi pencereden atılıp intihar ettiği söylenen Namık Gedik’le açılan sayfaya Yassıada’da Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yusuf Salman, Yümni Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz ve Cemil Keleşoğlu eklenmişti. MBK’nin onayladığı üç idam dosyasıyla sayı 14’e çıktı.. Bilinen, 9 ret oyuna karşılık 13 kabul oyuyla tasdik edildi Menderes, Zorlu ve Polatkan hakkında verilen hüküm. Yıllar sonra hayatta kalan MBK üyelerinden bazıları Tempo dergisine konuştular.. Çoğu, Talat Aydemir liderliğindeki Silahlı Kuvvetler Birliği adlı cuntanın baskısı altında oy kullandıklarını söylüyordu. Emanullah Çelebi: “Vicdan azabı duyuyorum. İdam edilenlerin ailelerinden, yakınlarından özür diliyorum” Sami Küçük: “Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız aramızda idama en çok karşı olanlardı. İdam lehine oy kullandılar. Adnan Menderes’in idamından bir gün sonra Mehmet Özgüneş bana geldi. ‘Albayım çok vicdan azabı çekiyorum. Biliyorsunuz idamlara karşıydım. Karar vereceğimiz gün Talat Aydemir telefon açtı. Buluştuk, tehdit etti. Korktum ve oyumu değiştirdim. Şimdi çok vicdan azabı çekiyorum’ dedi. İdama karşı olanlar 11, olmayanlar 11 kişiydi. Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız fikir değiştirince 13’e 9 oldu. 11’e 11 olsa idamlar yapılmayacaktı. Çünkü MBK Başkanı Cemal Gürsel de idamların aleyhindeydi.” Numan Esin: “14’ler tasfiye edilmeseydi idamlar olmazdı. Türkeş’le ben 15 kişiyi yurtdışına sürgüne göndermeyi düşünmüştük...” Kamil Karavelioğlu: “Eşim idama onay vermediğimi seneler sonra anladı. 27 Mayıs’ın kusuru idamlardır. Arkadaşlar ordunun baskısı altında oy kullandı...” Çerçeve Kösem Mahpeyker Eylül ‘Hazan mevsimi’nin başlangıcı, hüzün ayı.. Miladi 1951 yılı eylül ayının 2’sinde, hicri takvimle 1061 senesi ramazan ayının cumartesiye denk gelen 16’sında
yani 359 sene önce Topkapı Sarayı’nda öldürüldü Kösem Mahpeyker. Köle olarak getirilip evlatlık verildiği ailenin yanından talihin Topkapı Sarayı’na taşıyıp Osmanlı tarihinin en büyük aşklardan birine muhatap olan, eşi 1. Ahmed’in ölümünden sonra taht sırasının oğlu 4. Murad’a gelmesini bekleyen; 4. Murad tahta çıktığında da devlet idaresini üstlenecek yaşa gelene kadar on yıl imparatorluğu ‘saltanat naibi’ sıfatıyla yöneten kadın Kösem.. Eşinin ‘ay yüzlü’ manasında Mahpeyker adını verdiği ‘Önde giden, en sevilen’ anlamında Kösem olarak andığı, iktidarın ve iktidardan düşmenin ne anlama geldiğini bilerek yaşayan bir kadın o.. 1. Ahmed’in gönlünü kaptırmasıyla padişahın anneannesi Safiye Sultan ve annesi Handan Sultan gibi iki hâkim kadının nasıl kenara itildiğini gördükten sonra oğullarının bir dilbere gönül vermesi halinde başına geleceklerin farkında olmasına şaşırmak anlamsız. Yaşadığı dönemde Topkapı Sarayı’nda meydana gelen her gelişmede, dönen her entrikada Kösem Mahpeyker’in parmağının olduğunu düşünmek mümkün... Ancak bilinmeyen onun halka dönük yüzü. İstanbul ahalisinin ‘Hızır Aleyisselam’ın eli’ diye andığı bir insan Mahpeyker. Kimsesiz kızları arayıp toplayan, onları yetiştirip evlendiren, çeyizlerini yapan; borçlarından dolayı Eminönü’ndeki Baba Cafer Zindanı’na atılanların kurtuluş umudu, açtığı aş ocaklarıyla her gün yüzlerce yoksula yemek veren, sonuçta öldürüldüğünde İstanbul halkının ‘40’ı çıkana kadar’ matem tuttuğu kişi... Çerçeve Sutra Lima Lapta kimdi? 27 Mayıs öncesi basının en büyük şikâyeti sansür ve baskıydı. Cunta idaresi iş başına gelince soluk alacağını uman gazeteciler kısa sürede yanıldıklarını gördüler. İhtilali övmek, ihtilalcileri alkışlamak serbestti sadece.. Nitekim ihtilalden bir süre sonra İstanbul’a gelen bir MBK üyesi: ‘Babıali’den de geçeceğiz’ diye açıklama yaptı... Susturulmuşluğa tepki Ankara’da Son Havadis’te sürmanşetten verilen bir haberde yansıdı.. Başlık ‘Sutra Lima Lapta Kayıp’tı. Pakistan uyruklu Sutra Lima Lapta adlı bir gençten günlerdir haber alınamadığı anlatılıyordu. Yayın üç gün devam etti. Sıradan bir kayıp haberinin siyasi üstelik muhalif bir yayın organında sürmanşete çekilmesi normal değildi.. Bu gariplikten dolayı merakı kamçılanan cunta MBK’ye yakın gazetecileri araya koyup Son Havadis çalışanlarının ağzını yokladı. Ama tembihliydi Son Havadis’çiler, ser verip sır vermediler. Neden sonra bir dedikodu dolaşmaya başladı. “Haberin başlığını tersten okuyun” diye... Sutra Lima Lapta tersten Aptal Amil Artus diye okunuyordu... Amil Artus darbecilerin Adalet Bakanı’ydı. Yassıada’da yargılanan DP’liler aleyhine verdiği alaycı demeçlerle tanınıyor, başında olduğu bakanlığı Yüksek Adalet Divanı’nın sekreteryası gibi çalıştırıyordu Artus... ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 253
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
27 MAYIS’TA NE OLDU? Orhan MİROĞLU 27 Mayıs 1960’ta yedi yaşındaydım. Askerler darbe yaptı diye sevinmiş ya da üzülmüş müydüm acaba, doğrusu hatırlamıyorum. Politikada az çok nüfuslu bir aileden geliyordum ve aşiretimiz büyük dedelerimizin adıyla anılan bir siyasi bölünme içindeydi. İsa ve Xalil dedelerimiz. İnsanlar İsa Begiler ve Halilbegiler-yani İsa ve Halil taraftarları- olarak ikiye bölünmüştü. Çocukluk yıllarımda, Babam ve amcam Xalil Bey, bu geleneksel siyasi rekabetin ve iç bölünmenin liderleri konumundaydı. Biz koyu CHP’liydik. CHP, asker, kaymakam, vali, kısacası devlet demekti. CHP’li olmak, -asker-sivil- devlet bürokrasisiyle sıkı temas içinde olmayı gerektiriyordu. Adımı, aileden gelen bu sıkı temasa borçluyum. Babam adı Orhan olan bir yüzbaşıyı tanımış ve hem yüzbaşıyı hem adını sevmişti. Yoksa Şeyhmus, Xalef gibi adlar varken, Orhan adı o yıllarda kimin aklına gelebilirdi ki.. Babamın ‘iyi bir adamdı’ dediği bu yüzbaşının ismi Orhan değil İsmet olsa, benim ismim de İsmet olurdu. 254 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Neyse konuyu dağıtmayalım. Amcam Halil Begler, DP’yi destekliyorlardı. 27 Mayıs’ta darbe olunca, Xalil Bey ve oğlu Sait’i alıp götürdüler.. Bütün köylerde önde gelen DP’lilerin listeleri hazırlanıyor ve bu listeler, gereği yapılsın diye, ilgili makamlara veriliyordu. Listelerde eklemeler çıkarmalar yapma tasarrufu tamamen köydeki CHP’lilerin insafına kalmıştı. 27 Mayıs’ta Midyat ve köylerinde DP’lilerin tümünü topladılar. Ama köye asker geldiğini hatırlamıyorum. Galiba muhtarlar listelerde adı olanları köyde ilan ediyor ve insanlar kendiliklerinden gidip askeri makamlara teslim oluyorlardı. 27 Mayıs’ta Kürtler ne yaşadı fazla bilinmiyor. Doğrusu bu konuda hala da kayda değer bir merak olduğu kanısında değilim. Oysa Sivas Toplama Kampı üzerine sayısız akademik araştırma yapılabilir ki bugün de, konu çok bakir bir alan olarak duruyor. Kürt aydınları, darbeden sonra yaşanan adaletsizliklerin ve zulmün, siyasi sebepleri ve sonuçları üzerinde pek durmadılar. Yeni bir Kürt siyasi kimliğinin inşası için geliştirilen teorilerin, görüşlerin yöneldiği alan; cumhuriyete karşı girişilen isyanlar ve yenilgilerle sınırlı kaldı. Derken, Sol literatürle tanışmaya başlayınca, Kürt
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU aydınlarının eli, kalem tutmaya başladı. Eli kalem tutan bu aydınlarımız, 27 Mayıs’ta gerçekleşen tutuklamaları, nihayetinde ulusal bir başkaldırının sonucu olarak görmüyorlardı. Dolayısıyla aydınlarımız, sosyalist sistemin sorunlarına, ayrı mı beraber mi örgütlenelim mevzuuna ve Leninist Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına gömülünce, bu toplumsal hafıza mevzuları olduğu gibi ve anlaşılmadan kaldı. Eli kalem tutan solcu aydınların, Sivas toplama kampına getirilen ağa ve şeyhleri yazacak istekleri de zamanları da maalesef olmadı. Bu bir yana, 27 Mayıs gençlik yıllarımızda, darbe filan değil, basbayağı devrim olarak görülüyordu. 27 Mayıs askeri darbesi üstüne tartışmalar yapardık, sosyalist devrime giden yolu yeterince açamadı bu devrimciler diye düşünür ve devrimi tam da tamamlayacakken idam edilen Talat Aydemir ve arkadaşlarına neredeyse Che’nin Bolivya’da öldürülmesine üzüldüğümüz kadar üzülürdük. Aydemir’in sahip olduğu kahramanlık ve cesaret üstüne söylenenlerin haddi hesabı yoktu. Böyle cesaret, böyle kahramanlık doğal olarak ancak bir devrimcide olabilir diye düşünürdük. Mustafa Kemal’in son mehdi olduğuna ve soyunda Kürtlük bulunduğuna dair kurtuluş savaşında ortada dolaşan söylentileri hatırlatan bir biçimde Cemal Gürsel’in Kürtlüğünden de sık sık dem vurulurdu. Hatıralarımın içinde yer aldığı bu dönem, 12 Mart’a giden sürece tekabül ediyor, yani 27 Mayıs darbesinin üstünden bir on yıl kadar geçmiş. ‘Devrimci askerler’ bir devrim daha yapmayı planlamakla meşgulken, bizler daha ilk devrimi tartışıp duruyor, ve bu devrimin 1960’ta yarım bırakılmasına cidden üzülüp duruyorduk. Yassıada’daki yargılamalar, bir başbakan ve iki bakanın asılması konu bile edilmiyordu. Tarihin bu gizlenen tarafı, Cemil Koçak hocamızın sözleriyle ifade edersek, insanların hafızalarından itinayla silinmişti. Durum, sosyalist bir Kürdistan hayaliyle siyasete ilgi duymaya başlayan yirmili yaşlardaki Kürt gençleri arasında böyleyse, 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’de ne oldu sorusuna varın siz cevap arayın ve 27 Mayıs sisteminin yol açtığı vahameti siz hesaplayın. Sonra 12 Mart geldi. ‘Sol darbe’ filan derken, Kürt demokratlarının tümünü -sayıları iki koğuşu dolduracak kadardı- Diyarbakır’a topladılar. Yargılamalar başladı. 27 Mayıs’ta Menderes ve arkadaşlarını asanlar bu sefer de, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf
Aslan’ı astılar. Diyarbakır Ziya Gökalp lisesinde öğrenciydim. Öğretmenimiz de saygılı davrandı ve o sabah ders yapılmadı sınıfta. Sabaha karşı asılan üç devrimci için yas tuttuk ve ağladık. O gün bugün Deniz, Yusuf ve Hüseyin herhangi bir film karesinde gözüme iliştiklerinde, ya da onları anlatan birini dinlediğimde ağlarım. Ama İmralı’da asılan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a bu yıla kadar hiç ağlamadım. 27 Mayıs gecesi TRT’nin Yassıada’dan yaptığı programı seyredince içim burkuldu, asılanların beyazlar içindeki bedenleri bütün gece gözlerimin önünden gitmedi. 27 Mayıs söz konusu olduğunda, belleğimin aslında nasıl bomboş, hafızamın silinmiş ve gerçeğe kapalı olduğunun farkına vardım ve hayıflandım. Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için ilk kez bu yıl ve 27 Mayıs gecesi gözyaşı döktüm. Celal Bayar’ın o mahkeme salonunda gösterdiği cesaretin, vakur duruşun bugün askeri vesayetin sona ermesi ve gerçek bir demokrasinin kurulması için yola çıkanların, en kıymetli mirası olduğuna bir kez daha inandım. Darbelerle malul demokrasi tarihimizin bir kenarında Celal Bayar bir kenarında da İsmet İnönü durur. DP geleneği güçlendi, ama İnönü’nün temsil ettiği siyasi mirası sürdüren CHP, bir eliyle topluma tutunmaya çalışırken, bir eli de Ergenekon’da, kötü senaryoların ‘ihtimallerini’ ve sonuçlarını bekliyor. Ve CHP’nin durduğu yeri en iyi anlatan kelime tartışmasız, ‘ironi’dir. Özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğunda tabii. İsmet Paşa’nın CHP’sinde, Güneydoğu’daki illerde parti başkanı aynı zamanda valilik ve kaymakamlık yapıyordu. DP kurulunca bu düzen değişti. İsmet İnönü Celal Bayar’dan DP’nin kuruluş aşamasında ufak bir ricada bulunmuş ve DP’nin mümkünse, Güneydoğu’da teşkilat açmamasını istemişti. Celal Bayar, ‘ama Paşam Türkiye’nin her yerinde kurulan bir partiyi burada açmazsak, o insanlar kendilerini dışlanmış hissetmezler mi’ mealinde sözler sarf etmiş ve Paşa’nın ricasını kibarca ret etmişti. Şu ironiye bakın ki, yarım asır sonra, İsmet Paşa’nın partisi, onlara bir parti tabelasını bile çok gördüğü insanların yani Kürtlerin desteğiyle Hakkari’de, şurada burada varlığını ispata çalışıyor. Eh, boşuna dememişler tabii, tarih ironiyle doludur diye.. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 255
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
KÜÇÜK YASSIADA: SIVAS KAMPI
Nevzat ÇİÇEK Türkiye bugün çözüm sürecini konuşurken, ezberlerini bozarken 27 Mayıs Darbesini gerçekleştirenlerin pek de bilinmeyen bir gerçeği Sivas Kampı, aslında Türkiye’nin o dönemden itibaren nasıl şekillendirdiğinin de göstergesi. 27 Mayıs askeri darbesinden dört gün sonra tutuklanan 485 kişinin hikayesi siyasal Kürtçülüğün nasıl da devlet eliyle şekillendirildiğinin de kanıtı. AK Parti eski Adana milletvekili olan Dengir Mir Mehmet Fırat'ın dedesi Zeynel Turan, Cem Vakfı Başkanı İzzetin Doğan'ın babası Hasan Hüseyin Doğan, Sedat Bucak'ın babası Hakkı Bucak, HAKPAR eski Genel Başkanı Sertaç Bucak'ın babası ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucu başkanı Faik Bucak ve diğer Bucak'lar, Şeyh Said'in çocukları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin Efendiler , Van'dan Kinyas Kartal ve diğer Kartallar, Hakkâri'den Ertuş'lar, Ağrı'dan Öztürk'ler, Diyarbakır'dan Abdürrezak, Said Ensarioğlu başta olmak üzere diğer Ensarioğullar'ı, Elazığ'dan Septioğulları, Erzurum'dan Nurcu Mehmet Kırkıncı, Diyarbakır'dan Nurcu Mehmet Kayalar, Bayburt'tan Demokrat Parti Yöneticisi olan Baki Tuğ'un babası Necati Tuğ, Mardin’den Zeynel Abidin Erdem’in amcası Bahattin Erdem ve avukat M.Necati Kerimoğlu, Ağrı Tutak’tan Kazım Yıldırım, Malatya’dan Sait Çekmegil, Van CHP Milletvekili Tevfik Doğuışıker,Diyarbakır’dan Bozo Kemal Lakaplı Kemal Yıldırım, Cemil Küfrevi, Batman’dan Sait Ramanlı, Kubbettin Septioğlu, Zeynel Abidin İnan, Mustafa Işık, Rıfat Ökten, Turhan Bilgin gibi isimlerini aynı suçlama ile 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden dört gün sonra göz altına 256 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
alınıp Sivas Kabakyazı’ya kapatıldığını söylersek, Türkiye tarihini ve Türkiye’nin şekillenme biçimini kolayca anlamış oluruz.Küçük Yassıada olarak da adlandırılan Sivas Kampı’ndan bahsediyoruz…Söz konusu kişileri kampa gönderenler arasında da Şanar Yurdatapan’ın babası Daniyel Yurdatapan, Ragıp Gümüşpala,ve Milli Birlik Komitesi’nin diğer üyeleri bulunuyordu. Bugün bile siyasi suçlama adına bir araya gelmesi mümkün olmayan bu insanların hepsinin ortak kaderi Sivas Kabakyazı 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki Sivas Kampı oldu 27 Mayıs darbesini gerçekleştirilenlerin hatıratlarına baktığınızda Sivas Kampı diye bir olaydan bahsetmezler…Birkaç istisna hariç Sivas Kampı’nda haksız yere dokuz ay boyunca göz altında tutulan ve daha sonra sürgün edilen insanların da ne anılarında ne de sohbetlerinde bu kamptan bahsettiklerini görmeyiz. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler bu kara tarihi unutturmak, saklamak için bundan söz etmezken, Sivas’a götürülenlerde karşılaştıkları insanlık dışı uygulamaları anlatmayı ayıp saymışlar ve susmuşlar, yada “Bir bölen olmamak için” içlerine atmışlar. Aydınların da büyük bir kısmı ise bu olayı görmezden gelmiş, gazetelerin yazı dizisi yaptıkları bu esaret kampını kitapların taşımamışlardır. Herşey Nokta Dergisi’nde çalıştığım dönemde o dönem Hak-Par Genel Başkanı seçilen Sertaç Bucak’la bir röportajla başladı. Röportajın bir yerinde Sertaç Bucak, babası Faik Bucak ve Sivas Kampı’ndan bahsedince bende elimdeki dosyayı bırakarak Sivas Kampı’nı araştırmaya başladım. Ne Sivas Kampı ile ilgili Google’de bir bilgi nede yazılı kaynaklarda bir şey vardı. Sadece Mehmet kırkıncı Hoca’nın anılarında ve Alev Alatlı ve Sait Çekmegil ile yazılan kitaplarda Sivas Kampı geçiyordu. Fazla bir ayrıntı yoktu. Resmi kurumlara yazdığım bütün yazışmalar olumsuzlukla sonuçlansa da Sivas Kampı’nı yaşamış kişilerin hayatta oluşu işimi kolaylaştırdı ve üç yılı aşkın bir çalışma sonucunda Sivas Kampı kitabını oluşturdum. Celal Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hüsamettin Cindoruk’un da “Apo hareketinin kaynağı” olduğunu iddia ettiği Sivas Kampı, hiç şüphesiz 27 Mayıs askeri darbesini yapanların en büyük günahlarından biriydi. Bu askeri darbeyi yapanlar kendilerine göre böyle bir tedbirin çözüm olabileceğini sanıyorlardı ama bugün yanıldıkları çok açık. Sivas Kampı, özellikle devletle Kürtler arasında 1938-1960 yılları arasında adı konmamış olan ittifakın bozulduğu ve doğunun yeniden dizayn edilmek istendiği tarihin de adı olarak karşımıza çıkıyor. Sivas Kampı’na gönderilen her farklı etnik grup ve düşünceden doldurulan insanlara “Zorunlu misafir” oldukları ifade edilmişti. Zorunlu misafirlerin “Devletin başına bela” oldukları düşüncesinde olan dönemin İçişleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlu, bu “Zorunlu misafirler”in bir şekilde öldürülmesi gerektiğine inanıyordu. Kamp komutanı Sabri Koçak’ın direnişi olmasaydı belki bu gün sürgün edilen elli beş kişinin akıbeti faili meçhul olarak tozlu raflardaki yerini alacaktı. 27 Mayıs 1960 tarihinde Ordu içindeki Kemalistler, gerçekleştirdikleri askeri darbeyle Demokrat Parti (DP) iktidarını devirerek Milli Birlik Komitesi (MBK) olarak
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ülke yönetimine el koydular. 27 Mayıs iktidarı DP mensupları dışında, Kürtlere ve Nurculara karşı da negatif tavır sergiledi. Öyle ki MBK’si darbeden sonra çıkardığı af kanununda bu negatif tavrını somut şekilde gösterdi. Tüm siyasi tutsaklara af çıkartılırken aralarında Canip Yıldırım, Naci Kutlay, Esat Cemiloğlu, Yaşar Kaya, Sait Elçi, Musa Anter, Muhsin Şavata, Fevzi Kartal gibi isimlerin bulunduğu ve iddianamede suçları “yabancı devletlerin müzahereti ile devletin birliğini bozmağa ve devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf fiil işlemek” olarak belirtilen "49'lar Davası’ndan tutuklu Kürt tutuklular, bu affın dışında bırakıldı. 27 Mayıs Darbesi’nin Kürtlere ilişkin ikinci icraatı ise toplu gözaltı operasyonu ve toplama kampı oluşturulması oldu. Askeri darbeden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan tutuklanan yaklaşık 485 kişi (Resmi rakamlar talep edilmemize rağmen “yok” denildiğinden Alev Alatlı ve İsmail Beşikçi 485 kişi- Said Ensarioğlu 385 kişi demektedir. Tutuklananların bir kısmı erken bırakıldığı için 385 rakamı kesin olmakla birlikte esas rakamın 485 civarında olduğu tahmin ediliyor.N.Ç) Tutuklananlar Sivas Kabakyazı'da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Misafirlik diyoruz çünkü askeri yetkililer Sivas'ta bulunan kişilere tutuklu olmadıklarını, misafir olduklarını açıklamışlardı. Dokuz ay süren zorunlu misafirlik içerisinde Sivas'a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu. 485 kişinin toplama kampına toplandığı operasyonun öncesinde, 31 Mayıs'ta Cumhuriyet Gazetesi'nde Milli Birlik Komitesi kaynak gösterilerek yayınlanan yazıda, "Milli Birlik Komitesi'nin neşredeceği vesikalar, bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanlar varmış. Sabık iktidar bunlara ve Şeyh Said'in oğluna Rus yapısı ciple Doğu'da propaganda yapmasına göz yum-
muştur." denilmekteydi. Oysa gözaltına alınanların birçoğu Demokrat Partili değildi. Örneğin 1966 yılında öldürülen Faik Bucak o zaman Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi mensubuydu. 485 kişinin gözaltına alındığı operasyon da muhtemel bir Kürt muhalefetini baştan sindirmeyi amaçlıyordu. MBK, Irak ve İran'da yükselen Kürt Ulusal Hareketi'nin Türkiye'deki etkilerini kırmak istiyordu. Çünkü aynı dönemde özellikle Irak'ta Molla Mustafa Barzani önderliğinde yürütülen ulusal mücadele Türkiye'yi de etkilemekte, sınır bölgelerinde Hakkâri, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi yerlerde Barzani'ye fiili destek verilmekteydi. MBK'nın bir yetkilisi o dönem yaptığı açıklamada "Türkiye'nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir." Diyordu. SİVAS KAMPI KİMİN FİKRİ Sivas Kampı'nın kimin fikri olduğu bugün hala net olarak ortaya çıkmış değil. Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin katıldığı bir televizyon programında bu kampın Milli Birlik Komitesi kararıyla oluşturulduğunu söylese de, Fuat Fırat ise kampı askeri darbeye yaranmak için üçüncü ordu komutanı olan Ragıp Gümüşpala'nın planladığını ifade ediyor. Örneğin Diyarbakır'da tutuklamaları yapan zamanın Kolordu Komutanı olan sanatçı Şanar Yurtadapan'ın babası Daniyel Yurdatapan'ın en büyük hedefi Genelkurmay Başkanı olmaktı. Bazı kamp misafirleri Milli Birlik Komitesi üyesi Alparslan Türkeş’i suçlarken bazıları ise bunun Milli Birlik Komitesi üyelerinin tamamının kararı olduğunu ifade ediyor. Ancak bu kamp oluşturulmadan çok ciddi istihbaratın toplandığı tutuklamalardan anlaşılıyordu. Sivas Kampı mağdurlarından Şeyh Said'in torunu Fuat Fırat ise Ragıp Gümüşpala'nın ihtilalı yapanlara yaranmak için böyle bir tutuklama yaptığını diğer taraftan Reşat
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 257
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Pasinler'in ise kendi bölgesinde kimseyi tutuklamadığına dikkati çekiyordu. Tutuklamalar için gerekçeler çok komikti, örneğin Şeyh Said ailesinden Ali Rıza Efendi'nin suçu iki eşek yükü buğdayla “Kürt ihtilali yapacak” olarak belirtilmişti. Faik Bucak'ın suçu da Fırat'ın öbür yakasına geçip toplantı yapmaktı.Ancak, Milli Birlik Komitesi’nin yaşayan üyelerinden Numan Esin’le yaptığım görüşmede Numan Esin kamp fikrinin Milli Birlik Komitesi üyelerinden bazıları tarafından Milli Birlik Komitesi’ne dayatıldığını ifade ederek, dışarıyı da adres gösteriyordu. NUMAN ESİN: MENDERES SORUNU DEMOKRASİ İÇERİSİNDE ÇÖZECEKTİ Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin'i dinleyelim. Esin, 26 Mayıs 1997 yılında Kanal D Televizyonu'nda Güneri Cıvaoğlu'nun sunduğu programa aralarında MİT eski mensubu Prof.Dr. Mahir Kaynak, İspanya Komünist Partisi Genel Sekreteri Santiago Carillo, CİA İstasyon Şefi Paul Henze, Hüsamettin Cindoruk, Emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Ethem Menderes'in emir subayı Adnan Çelikoğlu, Hasan Korkmazcan, Nilgün Cerrahoğlu, Kurtul Altuğ gibi isimlerle programa katılarak Kürt meselesi, 55'ler olayı hakkında ilginç açıklamalarda bulundu. Esin'in öne çıkan görüş "Kürtler arasında o dönem bir ayaklanma olacağı" yönündeki tezdi. Esin, Sivas Kampı'nı ayaklanmaya bir tedbir olarak düşündüklerini ifade ediyor: "Güneri Civaoğlu: Menderes Kürt sorunu için ne söyledi? Numan Esin: Biz bu sorunu demokrasi içerisinde çözmeyi düşündük dedi. Güneri Civaoğlu: Hadiseyi bir sorun olarak görüyor muydu? Numan Esin: Bizim o tarihte bir endişemiz vardı. Acaba bir ayaklanma olur mu diye. Elli beş ağayı da o sebeple yönetim tutuklamıştı. Onları, güvenlik önlemi aldırarak, Sivas'ta nezaret altında bulunduruyordu. Bu arada acaba hükümetin, güneydoğuyla ilgili özel bir takım tedbirleri var mıydı? Aldığım cevap buydu ve son derece doğru bir cevaptı, demokrasi içinde. Gerçekten, 1938'den sonra, 1970'lere kadar, doğuda bir ayaklanma olmamıştı ve istikrarı vardı.Türkiye'de bu istikrarı daha sonraki yıllarda yanlış uygulamalar bozmuştur ve güneydoğu sorunu Türkiye için ciddi, çok pahalı, çok riskli bir sorun haline gelmiştir." dedi.
258 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
SÜRGÜN GEREKÇESİ 105 NOLU YASA Kampta dokuz ay kalan “Zorunlu misafir”lerin büyük bir kısmı 33 vilayete sürgün edildi. Bu aslında 7 Ekim 1960 günü, 2510 No'lu iskan yasasına ek olarak çıkarılan 105 No'lu yasayla, gözaltına alınanlardan bazılarının mecburi iskanla yeniden yüz yüze gelmesiydi. 1960 Aralık ayında 485 kişiden 55'i Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, 1sparta, Manisa, Çorum ve Denizli gibi 33 vilayette mecburi iskâna tabi tutuldular. Bazılarının mahkemeleri komik gerekçelerle sekiz vilayet dolaştırıldı. 27 Mayısçılar, bu gözaltları ve mecburi iskân’ı, "ağalık, şeyhlik" düzenine karşıymış gibi yansıttılar. Gerek MBK adına yapılan açıklamalarda, gerekse de gazetelerde yazdırılan yazılarda, sürekli buna vurgu yapıldı. 19 Ekim 1960 tarihli Öncü Gazetesi'nde Genelkurmay Eski Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın şu sözleri yer alıyordu, "Şarkta, ağa, bey, şeyh denilen 35-40 kadar köye sahip kişiler, derebeylikler hala mevcuttur. (...) Bölgelerinde Türk harfleri ile tedrisata muhaliftirler. Köylüyü her surette baskı altında tutarlar... Köylülerimiz Türklüklerini müdriktirler. Kürtlük propagandası sırf derebeyliklerinin devam edebilmesi için şeyh ve beyler tarafından halka yayılmaktadır." Diyordu. 105 sayılı Sürgün Yasasının gerekçesinde ise şöyle deniyordu: "Sosyal birtakım reformları yapabilmek, ortaçağın Türkiye'de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yok etmek... Vatandaşın sömürülmesine engel olmak gayesiyle bu kanun çıkarılmıştır." Bu sözlere bakılacak olursa, Sivas'taki toplama kampı ve mecburi iskânla, iktidar köylüleri baskı altından kurtarmak gibi "halkçı" bir iş yapıyor gibi gözüküyordu. “CHP kendi vekilini ihraç etti” Kampta kalan AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu'nun babası Said Ensarioğlu anlatıyor: Şimdi en kötüsü kadro yirmi günde bir değişiyordu. İsim yoklaması her sabah sonra nutuk çekiyorlardı. Kampta enteresan bir durum da vardı. CHP Van Milletvekili Tevfik Doğuışıker çok enteresan bir milletvekiliydi. Geçmişi oldukça tantanalıydı. Buda bir yüzbaşı ile kavga ediyor, Çok inatçı, çok enteresan bir adamdı. Tabi Kinyas Kartal bunu biliyordu ve takılıyordu, -"Tevfik sende geldin mi" diyordu. Güya Tevfik İsmet Paşa tarafından çok sevilen onun gözbebeği olan bir milletvekili. Geldi dedi ki,
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU -"Abdürezzak Bey, ben sizi eskiden de tanıyorum. İsmet Paşa'nın bizden haberi yok. Ben şimdi ona mektup yazayım, beni kurtarır seni de kurtarır" dedi. Babam dedi ki: -" Ben İsmet Paşa'dan falan şefkat beklemiyorum. Ben burada ölüme razıyım onun merhametine sığınmam, buna tenezzül de etmem, beni dinlersen sen de etme", "Olur mu Abdürrezak Bey "deyince babam, -"Benim tanıdığım İsmet Paşa kimseye merhamete gelmemiştir. Tevfik yapma kendini harcıyorsun" dedi. Tevfik Bey bunun üzerine, -"Sen bilmezsin" dedi ve mektup yazdı. Mektuba da şöyle yazıyor: -" Paşam, ben burada 300 Demokrat Partili ile beraberim. Bunlarla beraber olmak benim kanıma dokunuyor. Haberiniz olsun, en büyük ceza bunlarla beraber olmaktır." Üç gün sonra Öncü Gazetesi'ni aldık şöyle yazıyordu: "Tevfik Doğu Işıker CHP'den ihraç edildi" Ondan sonra babam okuyunca "Tevfik gel hele" dedi. -"Al sana senin İsmet Paşa'n seni kurtaracak adam seni partiden ihraç etti" dedi. Kampta olduğunda hala milletvekilliği devam ediyordu. Fakat cesur bir adamdı. Bir gün bizi beraber Sivas'ta mahkemeye götürdüler. Götürürken albay emir verdi bizi götüren subaylara, -"Bunlar herhangi bir lisanla, herhangi kimselerle sivillerle konuşması kesinlikle yasak. Sivillerle asla, yoksa sizin hakkınızda muamele yaparım" dedi. Gittik mahkemeye hakim soruyor, -"Adın soyadın" Tevfik Bey omuz silkiyor. "Tahsilin nedir" yine omuz silkiyor, "Sen şöyle bir suçla itham ediliyorsun ifadeni versene" gene omuz silkti. Hakim bu sefer bizi getiren üsteğmene sordu -"Bu dilsiz mi?" Üsteğmen bunun üzerine "Tevfik Bey niye cevap vermiyorsun" , bunun üzerine Tevfik Bey -"Oğlum ben kanun adamıyım. Senin üstün sana emir vermedi mi, bunlar sivil ben bunlarla nasıl konuşayım." Tevfik Bey ifade vermedi geri gittik. CHP MİLLETVEKİLİNE: ŞEREFİSİZ BİR SİYASİ MAHKUMSUN Kampın en gençlerinden Şeyh Said'in torunlarından Abdülillah Fırat anlatıyor: Aradan bir süre geçti. Haber geldi, Milli Birlik Komitesi’nden (MBK) bir temsilci gelecek, burada siyasi mahkûmlara hitabette bulunacak. Hepimizi askeri şekilde içtima ettirdiler, bizi yarım hilal şeklinde topladılar. Paşa’da bize hitaben konuşmaya başladı. ‘Ben Tuğgeneral Ata Tan. MBK’ni temsilen buradayım. Beni bazılarınız bilir. Ben Demokrat Parti’ye karşı mücadele veren İstanbul’da tutuklanan subayların başındaydım. O zaman ihtilal yapamadık. Ama netice Şerefli Türk Ordusu o gücüne kavuştu, ihtilal yaptık,’ İhtilalin temel amacı şudur, budur diyerek nutuk attı. Tabi bu arada bazı siyasi mahkûmlar söz aldı. İlk söz alanlardan biri Şeyh Said Hareketi’ne karşı Varto’da devlet güçlerinin yanında yer alan Fero Aşireti’ne mensup CHP Van milletvekili Tevfik Doğuışıker söz aldı;
‘Paşam, ben Vartolu Fero ailesinin lideri konumundayım. Şeyh Said kıyamında bizden olmasa idi kesinlikle başarılı olurdu. Biz Atatürk’e en çok hizmet eden bir aileyiz. Ben CHP milletvekiliyim beni nasıl tutuklarsınız. Kimsenin haberi yok mudur bizden’ dedi. Tabii hava atmaya başladı. Bunun üzerine paşa bunu çok sert bir şekilde haşlayarak, ‘Marş-marş geç yerine. Kim olursan ol. Benim yanımda şerefsiz bir siyasi mahkûmsun’ diyerek azarladı. Tevfik Bey milletvekilliğinden önce Van’da hâkimlik sonra avukatlık yapmıştı. Darbe sırasında eski müvekkilinden birini tutuklamışlar. O da karakola gidip ihtilalin asil görevi bu değildir, neden masum insanları tutukluyorsunuz? diye sormuş, onlarla kavga etmişler. Onlar da sen misin kavga eden deyip uçağa koydukları gibi Sivas’a göndermişler Turan Bilgin ve Erzurum Demokrat Parti İl Başkanı Talip Yargılı, Mahmut Tanas’tı. Daha sonra Erzurumlu Gazeteci Rıfat Çakar Bey, Malatyalı Said Çekmegil Şeyh Ali Rıza Efendinin sohbetlerine geldi. Said Çekmegil o dönem çok aşırıydı. Akaid ve mezheplerle ilgili soru-cevap şeklinde efendi hazretlerinden çok istifade etti. Hüseyin Dede çok şerefli bir insandı oda geldi “Evladı-ı Resul” meselesini bayağı konuştular. Komutanlar da akşam gelip Selahaddin Eyyubi ve harp tarihini konuşuyorlardı. Bu sohbetler etkili oldu. Şeyh Ali Rıza Efendi çay tiryakisi idi, efendinin hürmetine çayı serbest bıraktılar, o güne kadar karavanadan yemek yiyorduk, dışarıdan yemek getirmeye izin verdiler. İkinci aydan sonra Şeyh Abdürrezak Ensarioğlu’da gelip sohbet katıldı. Efendi Hazretleri ile Zazaca konuşuyorlardı. Hasan Değer, Zülküf Ağa, Kinyas Bey ve kardeşleri ve diğer şarklı ileri gelenleri devamlı sohbet üyeleri idi. Vanlı Mahmut Ağa, Farisi ve İranla yakınlığı olduğu için, İran’la ilgili Efendi Hazretleriyle sohbetleşiyordu. “Cumhuriyet Gazetesi kampa atılma sebebimizdi” Bizi kampa alma sebeplerinin iki büyük etkeni vardı. Bir, Şeyh Said’in ailesi olmamız ikincisi ise Cumhuriyet Gazetesi’nin o günkü yayınları. Cumhuriyet Gazetesi yaptığı haberlerle bizimle ilgisi olmayan tezviratlarla suç ithamı yapıyordu. Aslı olmayan bu iftiraların tesiri etkin oldu. Birde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Gümüşpala’nın MBK üyelerinin gözünde bir jesti olsun diye bölgesindeki insanları sebepsiz yere tutukladı. Muş ve Bitlis İlleri Garnizon Komutanı Raşit Pasin böyle uygulama yapmadı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 259
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BAŞVEKIL’IN HAYATTA KALMASINA KIMLER ÜZÜLMÜŞTÜ? Tamer KORKMAZ CIA ajanı John Perkins'in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabında şu satırlar yazılı: “Panama Kanalı ve Amerikan askeri üsleri konusundaki görüşlerinden dolayı Washington çıkarlarının gazabını üzerine çeken Panama Devlet Başkanı Omar Torrijos, 1981 yılında CIA suikastlarının tüm işaretlerini taşıyan bir uçak kazasında hayatını kaybetti.” (Sayfa: 317 ve 318) *** Ülkesindeki Amerikan üslerini kapatan Torrijos'un başına gelen dramatik hadiseden yirmi iki yıl önce yaşanan bir başka sözde uçak “kaza”sına gidiyoruz: İçinde Başvekil Adnan Menderes ile Türk heyetinin yer aldığı uçak, Londra yakınlarında düştüğünde takvimler 17 Şubat 1959 tarihini gösteriyordu. On dört kişi hayatını kaybetmiş, Adnan Menderes ise kurtulmuştu. ABD ve NATO'ya bağlı Türkiye'deki “Üst Yapı”nın imzasını taşıyan bu “sabotaj” amacına ulaşamamıştı: Menderes'in sağ kurtulduğu haberi derin mahfildeki baronları fevkalade üzmüştü! Menderes, 1958 yılında ABD-NATO'nun dayattığı “TSK'da Reform” kisvesi altındaki “devasa tasfiye”ye karşı çıkmıştır. ABD'nin, Başvekil'den “Komünizmle Mücadele” için “18-25 yaş arasındaki binlerce gencin örgütlenmesi” konusunda ısrarlı bir talebi daha vardı. Menderes bunu da reddetmişti. Washington'ın “Ankara, Moskova ile ilişkilerini kesmelidir” şeklindeki keskin dayatmasına itibar etmeyen de Menderes'ti. Yine 1958 yılında, Washington'ın kanatları altındaki İsrail heyeti Ankara'ya gelip Başvekil Menderes'le saklı tutulan bir görüşme yapmıştı! Türkiye ile İsrail arasında “50 yıllık” gizli stratejik anlaşmanın taslağını imzalaması için Başvekil'e yoğun baskı yapılmış; buna mukabil, Menderes “böyle bir anlaşmayı kabul etmesinin asla mümkün olmadığını” David Ben Gurion (o dönemde başbakan) öncülüğündeki İsrail heyetinin yüzüne söylemiştir! *** Gerek TSK'dan 7200 subayın tasfiyesi, gerekse İsrail'le gizli anlaşma; 27 Mayıs Darbesi'nden hemen sonra hayata geçirildi! Tam bu noktada, önemli bir ayrıntı var: -İsrail'le gizli anlaşma 1958'den itibaren geçerli sayılmıştır. 2008'de sona eren işbu “anlaşma”nın yenilenmesine karşı çıkan Ankara ile Tel Aviv arasındaki ilişkiler 2009 yılı başında “One Minute” noktasına gelmiştir! Bu vesileyle, İsrail'e ait savaş uçaklarının başta Konya'daki tatbikat olmak üzere “Türkiye'nin hava sahasında bulunmasının yasaklandığını” hatırlıyoruz! 260 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
*** Damardan 27 Mayıs'çı Yalçın Küçük, “Çöküş” adı kitabında “Gizli Tarih”i kasten ters yüz etmek suretiyle şunları yazıyor: “İsrael'in kurucusu Ben Gurion 1958 yılında Ankara'ya gelip Menderes'le gizli bir antlaşma imzalamıştı. (…) Bu gizli antlaşma 29-30 Ağustos 1958 tarihindedir. O kadar gizlidir ki, Menderes ile Ben Gurion arasındaki yemek servisine de ihtiyaç olmuştu ve bazı güvenilir diplomatlar garsonluk yapıyorlardı…” *** Amerikancı darbenin bahsi ne zaman geçse… Yalçın Küçük “27 Mayıs 1960 gençlik hareketidir. Onun sonucudur” diyerek sihirbazlığa, göz bağcılığa başvuruyor. Böylelikle, darbenin arka planındaki Türkiye'deki Gladio'nun üzerini örtüyor! İsrail'le gizli anlaşmayı Adnan Menderes'in imzaladığı yalanını ısrarla yazması da “Menderes için, bir de İsrail bahsinde menfi kanaat oluşturmaya” çalışmakla alakalıdır. Böylelikle, Menderes'i idam edenlerin “dış bağlantılarını” ve Haçlı Siyonist İttifakı'nın “emir eri” olduklarına dair hakikati de hasıraltı etmiş oluyor! *** 27 Mayıs 1960 darbesinin öncesinde “zemin oluşturmaya ayarlı” öğrenci hareketlerinin başını çeken gençlerden birisiydi, Mister Küçük! Bu konumuyla her fırsatta övünen Küçük'ün o dönemdeki “ekip” arkadaşları arasında Can Kıraç da vardır: 27 Mayıs'çı Can mı, İnan Kıraç'ın ağabeyidir. İnan Kıraç, Vehbi Koch'un damadıdır. *** Yalçın Küçük, Silivri Cezaevi'nde iken Aydınlık gazetesinin “Kitap” ekine verdiği röportajda şöyle diyordu: “Yıllardır, 27 Mayıs'ı yapanlardanım diyorum… Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde 27 Mayıs her zaman yapılır!” (24 Mayıs 2013) *** 27 Mayıs Darbesi'nin temel hedefi, Adnan Menderes'ti. “İnfaz edilmesi” için “Üst Yapı”da karar alınmıştır! Sözde uçak “kaza”sından sağ kurtulduğu için 27 Mayıs 1960 darbesini yaptılar. Sonra da idam ettiler. İdam edilmeden evvel, Menderes çeşitli işkencelere maruz kaldı: Bu işkencelerin en dramatik olanı, hala daha gün ışığına çıkmış değildir! Amerikan derin devleti ile onun Türkiye'deki asker ve sivil bütün piyonlarının gaddarlığı, zalimliği akla ziyan boyutlardaydı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BEYAZ İHTILAL VE DEMOKRASI Abdülaziz TANTİK Batı dışı toplumlarda demokrasinin yerleşmesi hep bir sorunlu olmuştur. Bu sorunun ana sebebi ise batı dışı olmak ve bu yüzden de demokrasinin o toplumlar için lüks sayılmasıdır. Temel mesele ise batı dışı toplumların sürekli batılılaşma yönünde hep bir sosyal ve siyasal mühendisliklere maruz kalmalarıdır. Türkiye ise kendi mevcudiyetini muhafaza adına ciddi bazı ödünler vermekle birlikte tarihsel seyir açısından da en uzun zaman dilimini toplumsal mühendisliğe açık hale getirmekle ödedi. Cumhuriyetin kurulması ve hilafetin kaldırılması, saltanatın lağv edilmesi, hukukun değiştirilmesi, Latin alfabeye geçiş, kılık kıyafetin düzenlenmesi vesaire gibi toplumun temel kodlarının yeniden düzenlenmesi tam olarak yüz yıl gibi uzun bir zaman diliminin kayıp olmasını sağladı. Son on yılda ve son bir yılda yaşadıklarımızı da hesaba kattığımızda nasıl bir siyasi ve toplumsal mühendislikle karşı karşıya kaldığımızı anlamlandırmış oluruz. İkinci dünya savaşı sonrası siyasal şartların değişmesi ve Türkiye’nin yörüngesini batıya dönmesi sonucu çoğulcu demokrasiye, çok partili siyasal sisteme dönüş sağlanmış oldu. Aslında daha cumhuriyetin ilk yıllarında bu çok partili sistem denenmiş ama halk tarafından büyük bir desteğin görülmesi üzerine behemehâl yasaklanmış ve partiler kapatılma zorunda bırakılmıştır. Bu süreç bize halk ile cumhuriyetin kurulması arasındaki bağın zayıflığını gösteriyor. Yani tepeden laikleştirme ve dinden uzaklaştırma bir türlü halka sirayet ettirilememiş ve bunu başka yöntemlerle yapmanın imkânı hep araştırıla gelmiştir. Çok partili sistem ve CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşları yeni bir parti kurmuşlar ve yeni bir tüzükle halkın karşısına çıkma cesareti göstermişlerdir. Bu durumu bizzat sistemin kendisi kabullenmiş ve yenilgiyi de peşinen benimsemiştir. Çünkü CHP ondan sonra Ecevit döneminde kısa bir süre iki kez iktidarı görebilmiş ve ondan sonra ise bir daha iktidar yüzü görememiştir. Bu, CHP zihniyetinin halkla nasıl bir kopukluk yaşadığını ve cumhuriyet elitlerinin sahip olduğu yaklaşım ile halkın temel değerlerinin uyuşmadığını gösteren en büyük delildir. Demokrat Partiyi bu kadar halka yaklaştıran şey neydi? Önemli adımların bir kısmının CHP döneminde atıldığını biliyoruz. Ama halkın karşısına çı-
kıp biz Ezan-ı Muhammedi’yi Türkçeden Arapçaya yeniden döndüreceğiz, sizin dininizle, ahlakınızla bir sorunumuz yok demeleri destek açısından yetmiştir. Bir sembol olarak kabul görmüş Ezan’ın asli konumuna irca edilmesi büyük bir baskı olarak betimlenen durumun yumuşadığını göstermesi noktasında anlamlı bir olaydır. Ve halk bu anlama binaen desteğini esirgeme konusunda bir zaaf göstermemiştir. Ama Müslümanlık meselesi olarak bir değerlendirme yapıldığında daha ilk adımı bile mevcuda gelmemiştir. Hemen şimdi şu tespiti de eklemekte yarar var: Türkiye’de sistem, Müslümanlıkla ilişkiyi değerlendirirken hep kendi yararını gözetmiş ve sahici bir dini yaklaşım göstermemiştir. Halen de bu çerçeve geçerliliğini korumaktadır… Türk Demokrasi tarihi açısından Menderes ve arkadaşlarının liberal politikalara yönelmesi ve yönünü batıya döndürerek halka rahat nefes aldırmayı başardığı tezi bir noktaya kadar doğrudur. Kapalı bir sistemden daha açık bir sisteme yönelmeyi bir politik adım olarak benimsemiş ve bunun bedelini idam sehpasına çıkarılarak ödettirilmiştir. Ama ne garip bir durum ki o kadar siyasal desteğe rağmen halk idama karşı siyasal bir duruş gösterememiş ve üç arkadaşı ile birlikte demokrasi şehitleri kervanına katılmışlardır. Adnan Menderes ve arkadaşlarının kurduğu Demokrat Parti demokrasi tarihi açısından beyaz bir sayfadır. Ayrıca toplumun üzerindeki baskıyı, karaADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 261
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU basanı hafifleten bir adımı da içermektedir. Zaten bu yüzdende girdiği her seçimde yeterli desteği sağlamış ve iktidarı muhafaza etmekte başarılı olmuştur. Ama işin bir başka yönü de bulunmaktadır. Bu da Türkiye Cumhuriyetinin oluşturulan baskı ile batılı anlamda bir demokrasiyi inşa edemediği ve halkın demokratik değerlerle barışık bir yaşamı içselleştirmediği gerçeğidir. Ayrıca devletin bekası sorunu yüzünden batıya yanaşmaktan başka çare kalmamış, Rusya sıcak denizlere inme çabaları yüzünden Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamış ve sığınılabilecek yegâne zemin batılı ülkeler ve demokrasileri olmuştur. İşte siyasal sistemin kendi dinamik unsurları ile demokrasiye geçişi yerine alınan elit bir kararla çoklu siyasal sisteme entegre olmaya çalışılmıştır. Bu gerçeği unutmamak gerekir. Ayrıca ikinci dünya savaşı sonrası İslam Coğrafyasındaki ülkeler kendi bağımsızlıklarını elde etmeye başlamış ve hangi sisteme entegre olacakları sorununu yanı başında bulmuşlardır. İslam Coğrafyasındaki yeni ülkelere bir rol model gerekliydi bunu en iyi gerçekleştirmeye aday ülke ise hem siyasi geçmişi ve hilafetin son merkezi olması hem de her ülkeyle yönetsel bir bağa sahip olması yüzünden Türkiye olmuştur. Bu yüzden Türkiye’de demokrasiye geçiş ve çoklu parti rejimine yönelme bu siyasal gelişmelerle
262 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ilintili değerlendirilmeyi hak etmektedir. Ayrıca bu demokrasi tarihi aynı zamanda ülkenin sekülerleşme tarihi ile de at başı birlikte gitmektedir. Peki, o zaman niçin demokrasiyi kesintiye uğratacak bir darbeyi öngördü cumhuriyet elitleri? Aslında bu sorunun cevabı bize demokrasi tarihimizin üzerinde durduğu zemini de aydınlatacaktır zaten… Demokrasi ile birlikte halk siyasi sisteme girmeye başladı. Ahali, çarıklı çapulcular, siyasal arenaya çıkarak aydınlara seçimde fark atmaya başladılar. Ahali siyasi sisteme girince doğal olarak onların kendi yaşantıları ve ahlaki kaygıları da devreye girmeye başladı. Bu ahali kahır ekseriyeti ile Müslüman’dı. Ve elit tabakanın hiç istemediği görüntüler, tam da siyasal yasaklı olan halkın arenasına dönüştü. Ağalar, Şeyhler yeniden Millet Meclisine girmeye, belediye başkanı olmaya, İl Başkanı olup Vali ile Kaymakam ile muhatap olmaya ve onların çocuklarının bürokrasiye yönelmesine sebep oldu. Bu cumhuriyet elitleri için kabul edilemez bir şeydi. Halk evleri arayışı tamda bu çerçevede istenilen halkın yeniden kurgulanması denemesiydi. Yani sancılı bir süreçti… Bir taraftan Avrupa demokrasiyi istiyor. Diğer taraftan ise demokrasi istenilmeyen halkın siyasal sürece müdahil olmasını sağlıyor. İşte bu çelişki ihtilalın yeterli nedenini oluşturmaktadır. Menderes ve arkadaşları bütün bu mülahazalara rağmen yine de ülke adına doğru işleri de yapmışlar. Ve bu ülkede Müslümanlığın yeniden tarih sahnesine çıkışının yolunu kolaylaştırmışlardır. Tek parti döneminin baskıcı tutumunu geriletmişler ve halkın kendi gücünü keşfetmesini sağlayarak bir taraftan liberal tutumların zemin kazanmasını sağlarken diğer taraftan da halkın kendi değerlerine yaslanarak varlık sahasına çıkışının mümkün ve meşru zeminini de belirginleştirmişlerdir. Sırf bu yüzden onlara dua etmek ve onların tarihsel değerlerini teslim etmek bir vecibedir. İşte belki de ‘beyaz ihtilal’ cumhuriyet elitlerinin zihni tasallutlarını kardığı için bir hakkın teslimi açısından Menderes ve Demokrat Partiye izafe edilebilir. Türk Demokrasi tarihi açısından da başarılı olabilmiş bir hareketi inşa ettikleri için ayrıca bir değer olarak tesmiye edilmelidirler. Türkiye’nin sekülerleşme tarihinin halk ayağını oluşturdukları gibi dine dönüşün de teminatını oluşturduklarını söylemekte yarar var. Demokrat Parti dönemi bu ülkede yaşayan halkın kendi değerleri ile barışık olarak yaşabilme ve uluslar arenasında varlık kazanabileceklerini göstermesi açısından her türlü övgüyü hak etmektedir. Menderes ve arkadaşlarına rahmet diliyor ve onların ruhlarının af ve mağfiretle şad olmalarını dilerim…
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
TÜRKİYE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇEBİLİR Mİ? Servet HOCAOĞULLARI Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü Genel Koordinatörü
Sistem tartışmaları ülkemizde “yeni” değil; yüz elli yılı aşkındır “sistem tartışmaları” dışına çıkamadığımız gibi “ Türkiye sistemini buldu!” tonunda bir çözüm de üretebilmiş değiliz. Kuşkusuz sistem krizinin sebeplerinden çok sonuçlarına odaklandığımız için de “Anayasa-Darbe-Seçim Sistemi” kısır döngüsünde gidilen seçimlerin “Tek başına iktidar mı? Koalisyon mu?” geriliminde toplumsal çatışmaya kaynaklık ettiğini tespit ediyoruz. Nitekim “istikrar ve demokrasi” talebinde toplumsal mutabakat olmasına rağmen; siyasi partilerin yapısındaki ideolojik doku ve devletin değişimi toplum adına önceleyerek uluslararası standartlarda sistem işletmedeki başarısızlığı “istikrar ve demokrasi için sistem değişmeli” tekliflerini gündeme taşımıştır. Özellikle “Başkanlık Sistemi” önerisinde yüzyılı aşkındır yürürlükte olan Parlamenter Sistem sorunların kaynağı olarak gösterilmektedir. Milli genlerinde ve devlet hafızasında “sistem tartışmaları” yapmaya alışık olmayan halkımızın, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra; Kurtuluş savaşı sonrası kurulan Cumhuriyetin kurucu liderliğini yapan Gazi Mustafa Kemal’in şahsında “Karizmatik Liderle Geleceğe Yürüyoruz” öz güveni, Başbakan Adnan Menderesin asılmasıyla adeta umutsuzca çökmüştür. Ancak bu umutsuzluğun içinde devlete karşı gelişen hayal kırıklığı içten içe “sistem tartışılabilir!” kültürünü de beslemiştir. Nitekim merhum Turgut Özal bu damardan beslenerek ve kendisini merhum Adanan Menderes’in siyasi çizgisinin devamı olarak göstererek sistem noktasında “Başkanlık Sistemi ülkemizin aradığı sistemdir!” diyebilecek kadar “sistem sadece tartışılabilir değil; aynı zaman da aşıla da bilir!” mesajı verebilmiştir. Turgut Özal siyasi hayatı boyunca verdiği mesajların iki psikolojik eşiği aşamadığını acı tecrübelerle görmüş ve hayalindeki Türkiye’yi göremeden vefat etmiştir. Birincisi halk, değişimi ve gelecekle ilgili kararları hep devletten beklediği için; istikrar, demokrasi ve sistem konusunda inisiyatif alan bir kolektif akla sahip değildi; ikincisi devleti işleten sistem vesayetçi, jakoben, toplum mühendisliği yapan bir oligarşik bürokrasi üzerine oturduğu için direnç gösteriyordu. Bu nedenle sistem tartışmaları Özal döneminde toplumsal katılımla yol alamadı ve sadece akademisyen-bürokrat analizlerinden oluşan “medyatik gündem” ile sınırlı kaldı. Zaten Özal’ın vefatı ile de sistem tartışmaları uzun süre gündem dışı kaldı. Yer yer Cumhurbaşkanlığı döneminde Süleyman Demirel’in hatırlatmaları olsa da; medyatik etki bile yapmadı.
Fakat Türkiye’de darbeler, terör, ideolojik kamplaşmalar, koalisyonlar, istikrarsız devlet yönetimi hiç durulmadan devam etti. Öyle ki, artık halk, adı ne konursa konsun; bu sürecin bitmesini istedi ve kararlılığını Recep Tayyip Erdoğan’ın kurucu liderliğini yaptığı Ak Parti’yi genelde ve yerelde on üç yıl boyunca birinci ve tek başına iktidar partisi kılarak “değişim ve huzur istiyorum” demekte ısrar etti. Bu ısrarının da meyvelerini toplamaya başladı: Türkiye “Eski Türkiye” olmaktan “Yeni Türkiye” ye yol almaya başladı. Recep Tayyip Erdoğan bu değişim-huzur beklentisine makro ölçekte iki karşılık verdi: 2023 Vizyonu: Yeni Türkiye ve Başkanlık Sistemi Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında “Yeni Türkiye” ve “Başkanlık Sistemi” modelini öngörmek ve bu hedefe yönelik milli iradeyi hazırlamak başlı başına bir mesajlar zinciri kurmaktı. Öyle ki, bu zincirin halkalarından biri, Adnan Menderes - Turgut Özal mirasını da kapsayan “istikrar ve demokrasi ülkesi Türkiye” iken; bir diğer halka da “Çözüm süreci” etiketiyle “Milli Birlik ve Kardeşlik” misyonuyla terörü bitirip, Büyük ve güçlü Türkiye için “Tek Millet-Tek Vatan-Tek Bayrak-Tek Devlet” şiarı idi. Kuşkusuz bu mesajlar zincirinin nadide elması “Başkanlık Sistemi” idi ve Erdoğan bu gerdanlığı ülkesinin boynuna takmayı kendi boynunun borcu sayıyordu. Recep Tayyip Erdoğan 2004 yılından itibaren her fırsatta sistem değişimini ve Başkanlık sistemini kamuoyunun ilgisine sundu ve “Türk usulü bir Başkanlık sistemi mümkün; tartışılsın!” istedi. Muhalefet de her fırsatta “Başkanlık sistemi Türkiye için tehlikelidir; kabul edilemez!” temposu tuttu; öyle ki son yıllarda “Seni Başkan yaptırmayacağız!” diye sistem tartışmalarını Erdoğan’ın şahsında mücessemleştirdi ve kitledi. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 263
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Sonuç; Özal dönemindeki gibi iki psikolojik eşik devreye girdi: halk, değişimi ve gelecekle ilgili kararları hep devletten beklediği için; istikrar, demokrasi ve sistem konusunda inisiyatif alan bir kolektif akla sahip olmadığını tekrarladı; ikincisi devleti işleten sistem vesayetçi, jakoben, toplum mühendisliği yapan bir oligarşik bürokrasi üzerine oturduğu için ve bu konuda AK Parti büyük mesafeler alamadığı için; aynı direnç sürdü. Halk haklı bir gerekçe ileri sürdü: “Başkanlık Sistemi bana anlatılmadı”. Fakat gerekçesine tipik tepki notunu eklemeyi unutmadı: “ Anlamasam da; Devlet uygun görüyorsa referandumla bana gelsin ben de “Evet” mührünü basayım!...”. Doğrusu halkına bir şey anlatmadan “Devletine Güven!” geleneğini işleteceği görülen Erdoğan’ın bunu referanduma taşıma planı var. Ancak sistem değişikliği, devlet yapısında büyük yasal reformlar gerektirdiği ve kurumsal doku yeniden dizayn edileceği için tartışmalar durulmayacaktır. Bunun anlamı şudur: sistem iki psikolojik eşiği aşamaya bilir… Cumhurbaşkanını halkın seçmesi sistem değişimi açısından bir “aşama” dır. Ancak sistemin toplumsal kabulü, halkın katılımına, devlet dokusuna uygunluğu da “Anayasa” nın sivilleşmesine bağlıdır. Bu nedenle sistem değişimi ve özelde Başkanlık sistemine geçiş için mevcut iki psikolojik eşiğin geçilmesi için iki önemli strateji geliştirilmeli ve uygulanmalıdır: Birinci strateji; her şeyi devletten bekleyen, özellikle
264 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
sistem değişimini tamamen “büyükler düşünür!” kültürüyle başkasına havale eden halk kültürünü katılımcı demokrasi, etkin özgürlük düzeyine çıkarmak. İkinci strateji; bireylerin yetenek, performans, proje üretmesi durumunda yürümesini kolaylaştıran, yükselmesini teşvik eden “kurumsal istikrar” yapısını hakim kılarak; partizanlık esaslı “güçler hiyerarşisi”ne son vermek. Yani ehliyetsiz kişilerin devlet hiyerarşisine güç aracılığıyla yerleşmesinin önünü hem yasal hem de kurumsallaşarak sonlandırmak. Bu bağlamda; sistem değişimi ve Başkanlık sisteminin gelebilmesi için; yukarıdaki stratejilerin geliştirilmiş ve buna bağlı planların, programların işlevselleştirilmesi zorunludur. Peki, Menderes, Özal ve Erdoğan dönemlerinde bu stratejilere ilişkin süreçler oluşmuş mudur; varsa eğer bugün gelinen nokta nedir? diye düşündüğümüzde bir gerçekle yüzleşmek durumundayız: Milli irade, iradesini siyasi partilere vekaleten vermiş ve milli oluşunu ise devlete emanet bırakmıştır. Zaten bizim Parlamenter sistemden anladığımız ve uygulamamız da bu olmuştur. Bedelini de yüz yıldır ödüyoruz. Unutulmamalıdır ki, her şeyi devletten beklemek ve kurumsal istikrar yerine güç hiyerarşisi işletmek sadece geçmişimizi acılarla doldurmaz; geleceğimizi de ağır bedeller ödeyeceğimiz adil olmayan ve aydınlık kalmayan bir krize mahkum eder. Öyleyse, sistem değişimi şart ve Başkanlık sistemini konuşmalıyız. Tabi psikolojik eşikleri aşmışsak!
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES VE SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HOCAEFENDİ Şevket TANDOĞAN Türk siyasî tarihinin sembol isimlerinden ve demokrasi mücâdelesiyle milletin gönlünde efsâneleşmiş merhum Başbakan Adnan Menderes’in millete hizmet yolunda dev adımlarla ilerlerken darbe sonucu, idamla biten hayat serüveni, yıllardır birçok yönüyle yazılmış, konuşulmuş ve paylaşılmıştır. Kitaplar, belgeseller, filmler, makaleler yayınlanmıştır. Biz, idamının 55.yılında, yakın tarihimize bir nebze olsun ışık tutmak amacıyla, Menderes’in bilinmeyen ya da çok az bilinen bir yönünü gün ışığına çıkarmak istiyoruz. Böylece hem yanlış önyargılar kırılacak, hem de saklı kalmış bazı gerçekler ortaya çıkarak, gelecek nesillere sağlam bilgiler sunulmuş olacaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Menderes öncesi tek partili otoriter yönetim dönemlerinde, batıya yaranmak için devrimler adına milletin maddî-mânevî değerleri tahrip edilmiş, dînî eğitim yasaklanmış, Ezan Türkçeye çevrilmişti. Ayasofya ibadete kapatılmış, dindarlar sindirilmiş, İslam âlimleri, müderrisler kötü muamele ve zulüme uğratılmışlardı. Millete tepeden bakan baskıcı ve zalim bir yönetimin, halkı köle gibi ezdiği karanlık ve umutsuz bir hengâmede 1950 yılında, Merhum Menderes ve arkadaşları iktidara gelmişti. Ancak eskinin tortusu oligarşik bürokrasi, akademik çevreler ve asker, İsmet İnönü zihniyetinin etkisindeydi. Ayrıca Menderes’in Demokrat Partisi içinde eski dönemin kalıntıları da mevcuttu. Menderes bunlardan çok muzdarip idi. İyi bir eğitim almış ve Osmanlı terbiyesi ile yetişmiş bulunan Merhum Adnan Menderes, iktidara gelir gelmez, bu sıkıntı ve zorlukları göğüsleyerek, ilk iş olarak Kur’an eğitimini serbest bırakmış, Ezan aslına uygun olarak ALLAHÜ-EKBER, ALLAHÜ-EKBER'li orijinal şekliyle okunmaya başlanmıştı. Millî iradeye ve halkın inancına büyük değer veren Menderes, YETER! SÖZ MİLLETİNDİR. Derken, aynı zamanda milletin köklerine Osmanlı Hanedanına sahip çıkıyor, onları ülkeye getiriyordu. Tek parti döneminin baskı ve zulmüne maruz kalmış çilekeş halk kitleleri, Menderes’in icraatıyla huzur ve refaha kavuşurken, sırf Kur’an öğrettiği için emniyetin işkence odalarında, tabutluklarda ölüme terkedilmiş bir âlim ve müderris olan Süleyman Efendi Hazretleri de onun muvaffakıyeti için dua ediyordu. Üstazın talebelerinden Ödemiş’li Ziya SUNGUROĞLU, Bozkır’lı Mehmet SARIKAYA ve Nizamettin TOPÇU nun ortaklaşa kaydettikleri vaaz notlarına göre, bir ramazan günü NURUOSMANİYE CAMİİNDE (Vettîni) süresinden bahsettiği vaazında Süleyman
Efendi şöyle dua etmiştir: “Ya ilahel-alemîn! Asırlardır üzerinde Ezan-ı Muhammedî’nin okuna geldiği bu topraklarda, bil’âhare konan yasağı kaldırarak, Ezanımızın yeniden ALLAHÜ EKBER tekbirleri ile arşa kadar yükselmesine vesile olan Menderes kulundan bizler cemaat olarak razıyız, Rahmet-i azîminle sen de ondan razı ol ya Rab. Ya ilahel-alemîn! Bu kahraman milletin refahı için gece gündüz durmadan koşan Menderes kuluna, hayra matuf bilcümle faaliyetlerinde nusret ve muzafferiyetler, çalışmalarında gayret ve muvaffakıyetler, vücutlarına dahi sıhhat ve afiyetler ihsan eyle ya Rab. Ya ilahel-alemîn! Din ve dünya işlerinde, millet ve memleket menfaatına, daha pek çok faideli hizmet ve tasarruflarda bulunması için, Menderes kulunu iktidarında muvaffak, icraatında dahi muzaffer eyle ya Rab. Ya ilahel-alemîn! Bu güne kadar Müslüman Türk halkının talep ve arzuları istikametinde kullanmaya fırsat bulamadığı,elindeki imkân ve salahiyetleri, bu aziz milletin necatına, bahusus ümmet-i Muhammed’in felahına vesile olacak şekilde kullanması için, Menderes kulunun kuvve-i akliyelerine feraset-i sahîhalar, latîfe-i kalbilerine dahi himmet-i azimeler ikram eyle ya Rab. Amin... ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 265
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Vel-hamdü lillahi rabbi-l alemin. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn” Menderes döneminde, Cezayir’in sömürgeci Fransızlardan kurtuluş mücadelesi devam ediyordu. Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi veren Cezayir’li Müslümanlar, Fransız tankları altında eziliyor, binlercesi şehit oluyordu. Ne yazık ki, Türkiye akıl almaz bir politika güderek Birleşmiş Milletler’de Fransa’yı destekliyordu. Halbuki, kurtuluş savaşımızda zor günlerimizde Cezayir’li Müslüman kardeşlerimiz, varını yoğunu toplayıp Türk ordusuna yardım için göndermişlerdi. Süleyman Efendi Hazretleri vaazlarında hükümete Cezayir konusunda tavsiyelerde bulunuyor, Cezayir’in uğradığı Fransız mezalimini lâ’netliyor ve “Allah bu din kardeşlerimize zulüm yapan Fransızları inşallah kahreder” diyerek dualar ediyordu. O günkü hükümetin bu yanlış dış politikası, hariciyedeki monşerlerin Menderes’e rağmen uyguladıkları bir aymazlıktır. Süleyman Efendi de Menderes’in by-pas edildiğinin farkındadır. Bu olaylara dâir aydınlatıcı bilgiyi, Menderes döneminin canlı şahitlerinden, o zamanki Denizli Milletvekili ve ünlü Tahkikat Komisyonu Başkanı merhum Ahmet Hamdi Sancar bizlere anlatmıştı. Yassıada 266 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
mahkemesinde idama mahkûm olan ve yıllarca hapis yattıktan sonra, af neticesinde çıkıp 1977 seçimlerinde tekrar Denizli Milletvekili seçilen bu değerli hukuk adamı dostumuzun TBMM bahçesinde anlattıkları aynen: “A.Menderes başkanlığında bakanlar kurulu toplantılarının birinde, Menderes acele olarak Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından köşke çağırıldığı haberi verilmişti. Hemen köşke çıkan merhum Menderes, bir müddet sonra toplantıya dönmüştü. Ama rengi atmış, sinirleri gergin ve morali bozuk olduğu her halinden belli idi. Söze başlayarak bakanlar kuruluna şöyle seslendi: “Muhterem arkadaşlar, şimdi beni iyi dinleyin! İstanbul Sultanahmet camiinde Süleyman Efendi vaaz etmiş ve Cezayir’deki Müslümanların, Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesinde sıkıntılarını dile getirerek, onlara yardım babında Hükümete bazı tavsiyelerde bulunmuş. Muhterem arkadaşlar! Bir Hoca Efendi de kendi görüş ve kanaatini ifade edip bir temennide bulunabilir. Ama Cumhurbaşkanı şimdi benden onun derhal tutuklanmasını ve şiddetle cezalandırılmasını istiyor” “Peki arkadaşlar! Biz bu millete, sizin inançlarınıza saygılı olacağız, din hürriyeti vereceğiz diyerek oy istemedik mi? Biz iktidara böyle gelmedik mi? Şimdi çıkıp o muhterem Hocayı tutuklar, vaazdan men edersek, peki sonra hangi yüzle gidip milletten oy isteyeceğiz?” Merhum A.Hamdi Sancar bu tarihî olayı şöyle tamamlamıştır: “Menderes çok hüzünlü ve âdeta ağlar gibi konuşuyordu. Bütün bakanlar sanki donup kalmıştı. Hepsinin de, Başbakan’ın bu üzüntüsüne katıldıkları yüzlerinden okunuyordu. İçlerinden birçoğu söz alıp heyecanlı konuşmalar yaptılar. Özeti şöyle idi: “Sayın Başbakan’ım! Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın, bizler her hususta bütün varlığımızla sizin yanınızdayız. Bu millet inançlarına bağlı bir millettir. Milletimizin arzularına ters düşemeyiz” A.Hamdi Sancar şunları da beyan etmiştir: “Menderes ile Celal Bayar arasında İslam ve inanç noktasında, tahmin edilemeyecek kadar farklar vardı. Eğer Bayar’ın buna benzer muhalefetleri olmasaydı, Menderes’in bu memlekette din ve millet yararına çok daha verimli adımlar atacağından asla şüphe edilemezdi. Ayrıca Menderes, partideki din muhalifi Milletvekillerinden de çok yakınırdı” Süleyman Efendi Hazretleri ile Adnan Menderes arasında sevgi bağı bulunduğu açıktır. Hatta İstanbul Sirkeci semtindeki Konyalı Lezzet Lokantasında buluşup yemek yediklerine dair rivayetler vardır. Zamanı gelince inşallah bunları ve diğer çok önemli bilgi ve belgeleri paylaşacağım. Her ikisinin de ruhları şad olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DÖNEMINDE MÜZIK... Salih Zeki ÇAVDAROĞLU
Mayıs ayı, yakın siyasi tarihimiz içinde iki ayrı olayın yıldönümlerini barındırıyor. Bunlardan biri 14 Mayıs 1950, diğeri ise 27 Mayıs 1960… Menderes İktidara geldikten sonra, ilk icraatı 16 senedir Türkçe okunan “ezan”ın , halktan gelen talep üzerine, yeniden orijinal dili ile okunmasını sağlar. Buna dair kanunu TBMM’nden, muhalefet partisi olan CHP’li milletvekillerinin de verdiği destekle oybirliğiyle çıkarır… DP İktidarının ilk günlerinde, Devlet Operası’nın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için öteden beri uygulamakta olduğu özel koltuk rezervasyonu kaldırılır… Mayıs ayı, yakın siyasi tarihimiz içinde iki ayrı olayın yıldönümlerini barındırıyor. Bunlardan biri 14 Mayıs 1950, diğeri ise 27 Mayıs 1960. Ne acıdır ki bu iki tarihin de bireysel ve kurumsal aktörleri aynı isimler; Adnan Menderes ve Demokrat Parti. Birincisinde halkın 27 senelik tek parti rejimine “ Yeter Söz Milletindir ” diyerek son vererek, iktidara getirdiği bir partiyi, aradan tam 10 sene geçtikten sonra, bu kere ordu içinde bir cunta eliyle devirip, başta bu partinin lideri olmak üzere, iki bakanını da darağacına götürecek süreç başlatılacaktı. 1950 yılına gelindiğinde, Türkiye, 1923’ den beri yakın geçmişi ile bağlantısını kesmiş, Osmanlı dönemini hiç yaşanmamış bir olgu olarak kabul etmiş ve toplumun hâfızasından kazınması için elinden geleni yapmıştı. Ancak aradan daha yarım asırlık bir zaman bile geçmemişti. O dönemleri yaşamış büyük bir kitle hayattaydı ve geçmişin izleri acı da olsa henüz dün gibi hafızalarındaydı. DP’nin iktidarıyla birlikte: “…devletin ekonomik,sosyal ve kültürel siyasetinde önemli değişiklikler meydana geldi. Ülkede yaygınlaşan liberal ortamda Türk aydınları Osmanlı tarihine daha tarafsız bir gözle baktılar. İstanbul’ un fethinin 500. yıldönümünün 1953 Mayıs’ında törenlerle kutlanması, Cumhuriyet’ in Osmanlılık ile barıştığının göstergesi…”1 olacaktı. Cumhuriyet kurulduktan sonra, özellikle 1945’ e kadar, projelendirilmiş “inkılâp” ların gerçekleştirilmesi için ister istemez toplumun “özgürlük”leri oldukça kısıtlanmıştı. Bu yüzden bir takım emri1 Orhan OKAY,”Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”,Osmanlı Tarihi,Zaman Gazetesi Yayınları,İstanbul/1999,C.1,s.196
Medeniyeti
vakilerle rahatsız olmuş olan toplum, 1950’lere gelindiğinde, dünya konjonktürünün sağladığı açılım sonucunda, çok partili rejime geçilmesiyle tercihini yapacaktır. Tabii ki toplumun tercihi, kendisinin taleplerini seslendiren siyasi hareketi, mevcut “Millî Şef ” iktidarına karşı olacaktı. Cumhuriyet ideolojisinin ana ekseni olan “…batılılaşma, 1950’ lere kadar, biraz da tek parti devrinin resmî görüşüyle hep olumlu taraflarıyla değerlendirilmiştir. O tarihten günümüze, bu görüşe tepki olarak Batılılaşma, aşırı bir şekilde yerilmiştir….”2 Menderes İktidara geldikten sonra, ilk icraatı 16 senedir Türkçe okunan “ezan”ın , halktan gelen talep üzerine, yeniden orijinal dili ile okunmasını sağlar. Buna dair kanunu TBMM’nden, muhalefet partisi olan CHP’li milletvekillerinin de verdiği destekle oybirliğiyle çıkarır. Sonrasında siyaset, ekonomi ve kültürde peş peşe son derecede liberal kararlar alır. 2 Orhan OKAY,”Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”,Osmanlı Tarihi,Zaman Gazetesi Yayınları,İstanbul/1999,C.1,s.196
Medeniyeti
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 267
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU On sene sürecek iktidar döneminde, 1934’ den bu yana devlet eliyle başta öğretim ve yayın yasağı olmak üzere, çeşitli vesilelerle önüne engeller konulan geleneksel musıkimiz de, nisbeten kendi varlığını sürdürecek ortama kavuşur. DP İktidarı teslim aldığında , tekel olan Devlet radyolarının müzik yayınları içinde, Türk Musıkîsi yayınlarının yeri, bütün müzik yayınlarına göre %39 oranında iken, Ağustos 1950’ de bu oran % 46 ya çıkar. O zamana kadar Devlet eliyle tekdüze bir müzik oluşturma gayretleri, kesintisiz olarak ve baskıcı bir dayatma ile sürüp gitmiştir. Hatta Devlet , Batı sistemli müziği kendi korumasında tutup, Makamsal Türk Müziğini kendi haline bırakıp, şartları farklı bir plâtforma dahi beraberliklerine tahammül edemez. Klâsik Musıki ancak gazinolarda yozlaşarak yaşamını devam ettirmeye çalışır. Geleneksel Musıki, DP iktidarı ile bir yerde dolaylı da olsa Devletin himayesine alınır. “…1950 yılında DP iktidara gelinceye kadar,Türkiye’nin resmî müzik politikasında hiçbir sapma olmamış ve devlet ancak Batı Müziği çalışmalarını desteklemişti. Ancak o tarihten sonra bu denge Klâsik Türk Müziği ile Halk müziği lehine bozuldu ve radyolardaki çok sesli müzik programları iyice azaltılarak,Türk Müziği yayınlarının oranı büyük ölçüde arttırıldı. Türkiye’de yapılan müzik eğitiminde ve bu daldaki eğitim kurumlarına verilen devlet desteğine daha dengeli bir politika izlenmesi tam anlamıyla ancak, 1970 yılından sonra sağlanabildi…”3 DP İktidarının kültürdeki muhafazakâr politikasına rağmen, iktidarda olduğu yıllarda Türk Filmciliği de kalıplarını kırarak kendini yeniler. Dolayısıyla film müziklerinde geçmişe oranla farkedilir düzeyde iyileşme başlar. Her ne kadar : ”……Film müziği olgusu 1950’ de başlar. Bu tarihten önce şarkılarla örülmüş olan film müzikleri bulunmaktadır. Ancak bunlar, film müziğinden çok, kimi sanatçıların bestelerinin filmlerde kullanılmasından ibarettir. Orijinal film müziğini 1950’ de ‘İstanbul’ un Fethi’ adlı filmin müziğini bestelemiş olan Nedim Otyam’la başlatmak yanlış olmayacaktır…”4 gibi tesbitler varsa da, bunun pek doğru bir tesbit olmadığı Hasan Ferit Alnar’ ın “Halıcı Kız” filmine yaptığı müziklerle başlayan özgün film müziği, Nedim Otyam’ a gelinceye kadar, başka bestecilerce de de3 The’ma Larousse (Tematik Ansiklopedi) Milliyet Yayınları, İstanbul/1994, s. 405 4 Sinan GÜNGÖR, ”Muhalif Müzik”, Devin Yayıncılık, İstanbul/2005, s. 169
268 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
vam ettirilmiştir. Bu isimler bu konuda başarılı veya değildir; Ne var ki özgün müzik niyetiyle film müzikleri o tarihten çok önceleri yapılmıştır. DP İktidarının ilk günlerinde, Devlet Operası’ nın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için ötedenberi uygulamakta olduğu özel koltuk rezervasyonu kaldırılır. Bunun hikâyesini İnönü’ nün damadı Gazeteci Metin Toker şöyle anlatır : “…İsmet İnönü’ nün müziğe olan merakı bilinir. Cumhurbaşkanıyken Operanın şeref locasında, sol tarafında dinleme aleti bulunan bir koltuğu vardı. 14 Mayıs’ tan sonra koltuk, yandaki bir locaya konulmuştu. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, büyük tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul’ un emriyle… İsmet Paşa orada oturup opera dinlerdi. Tevfik İleri koltuğu kaldırttı…”5 “Harika Çocuklar Yasası” çerçevesi içinde eğitimini tamamlayan piyanist İdil Biret, 14 Şubat 1951’ de Paris’ te ilk piyano resitalini verir. DP hükümetinin uyguladığı politikalar sonucu Türkiye’de yoğun olarak yaşanan iç göç ve hızlı şehirleşme sonucu, kültüründe bir takım yanlış hayat tarzları ortaya çıkar. Bunun müziği de etkilememesi mümkün değildir. Bu yüzden ileride bir değer haline gelecek olan “alt kent kültürü” nün , önce arabesk ve sonra da pop-arabesk’ e dönüşmesi kaçınılmaz olacaktı. Demokrat Parti’nin kültürde muhafazakâr, ekonomide batı yanlısı bir politika izlemesi şaşırtıcı gelse de, dünyanın iki kutuplu, yani kapitalist ve komünist bloktan oluşmuş iki seçenekli sisteminde ekonomik tercihi başka bir şey olamazdı. 1950’lerde Celal İnce isimli müzisyenle Türkiye’de Popüler Batı müziğinin kapıları açılır. 1930’lu yılların ortalarında başlayan Arap Filmleri furyası, 1950’ lerde de devam etmektedir. Geleneksel Türk Musıkısi artık yasak olmayıp, toplumdan gelen taleplere göre radyo yayınlarıyla desteklenmektedir. Çok partili rejimle beraber, devletçi politikalardan liberal politikalara geçilmesiyle ve bunun sonucunda sanayileşme, Türk toplumunun hayat tarzları da önemli ölçüde değişime uğrayacak, bu durum kendisini müzikte bayağı farkedilebilir şekilde gösterecekti. “…Demokrat Parti’ nin batı yanlısı politikasının da etkisiyle ülkeye Tanzimat döneminden beri zaten girmekte olan batılı müzik formlarının girişi 5 Metin TOKER, “Demokrasimizin İsmet Paşa’ lı Yılları- DP’ nin Altın Yılları (19501954), Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992, (2.basım), s.120, 121
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU daha bir hız kazanmıştır. Üstelik bu kez batının belli bir kesime yönelik ciddî sayılabilecek nitelikte bir müziği değil, toplumun düşük beğeni düzeylerine seslenen popüler müzik ürünleri de girmektedir…”6 Riyaset-i Cumhur Filarmoni orkestrası, 1957 senesinde 6940 sayılı kanunla Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası’na dönüştürülür. Her ne kadar geleneksel musıki bir ölçüde itibar kazandıysa da, kapalı rejimden açık rejime geçilmesi ve ABD ile Avrupa’ dan sadece ithal ürünler gibi yeni yeni müzik akımları da bundan sonraki yıllarda kapımızı sıkça çalacaktır. 1935’ den bu yana kapalı olan “Askerî Müze Mehterhânesi” 1952’de yeniden açılır. Tekkeler’in kapatılmasıyla birlikte Mevlevîliğin de sema âyinlerine getirilen yasak Hükümet’ in kararnamesi ile 1952’ de kaldırılır. Ayrıca o güne kadar radyolarda hiç yapılmamış bir müzik yayını başlatılır. Artık radyoda tasavvuf musıkîsine ilişkin bütün formlarda eserler çalınabilecektir. 1950’ li yıllarda Geleneksel Türk Musıkisinin yıldız isimleri Münir Nureddin Selçuk, Yesari Asım Arsoy, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses’ tir. Daha sonra bu isimlere Alaaddin Yavaşca ve Zeki Müren katılacaktır. DP iktidarın milletin öz değerlerini gözönüne alarak yaptığı uygulamalarda Geneneksel Musıkimiz de nasibini alır. Mesud Cemil’ in öncülüğünde “Klâsik Koro” kurulur. Devletin yanlış ve tarafgir politikaları sebebiyle o güne kadar pasifize edilen “Üsküdar Musıki Cemiyeti” ve benzeri Musıki dernekleri bir bir eski misyonlarına dönerler. Musıkimizin o gün de sevilen bir yorumcusu olan Alaaddin Yavaşca’ nın rahmetli Başbakan Adnan Menderes ile buruk bir anısı da vardır. Bu anıda, Menderes ‘ in her zamanki kibarlığı ve zerafeti ile birlikte, aynı zamanda Geleneksel Musıkîmize yakınlığı ve sevgisini de görüyoruz. “Yıl 1952 veya 1953….Ziraat Bankası Genel Müdürü Midhat Dülger’ in Kalender’ deki büyük evinde yemekli bir toplantı düzenlenir. Refik Koraltan’ ın bu toplantıda eşi Mukbile Hanım’ ın akrabalarından Alaaddin Yavaşca’ nın da küçük bir konser verilmesini istemiştir. Sıra musıkîye gelmiştir. Alâaddin Yavaşca birkaç eser okuduktan sonra Menderes’ in kalktığını görür ve fena halde alınarak, ’Hiç konserin yarısında kalkılırmı, sevmiyorsan musiki istemeseydin? ’ diye 6 Nazife GÜNGÖR, ”Arabesk”, Bilgi Yayınları, Ankara/1990, s. 66
geçirir aklından . Fakat tam o sırada birinin nefesini hisseder ve bir fısıltı: ’Sayın Doktor, acaba repertuvarınızda Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var şarkısı varmı? ’ ‘Dönüp baktım ki Adnan Menderes’ diyor Alaeddin Yavaşca, ’Meğerse arkadan dolaşmış. Var efendim’ dedim. ’Lütfen okurmusun,rica edeceğim’ dedi. ’Hayhay efendim’ dedim. Gitti, yerine oturdu ve bu sefer aynı aynı şarkıyı yüksek sesle istedi. Düşününüz , bir sanatkârı , istediği şarkının repertuvarında bulunmaması ihtimalini düşünerek kalabalık önünde küçük düşürmemek için gelip önce kulağına fısıldıyor. Varsa isteyecek!Ne büyük bir incelik! Doğrusu içimden geçirdiklerimden utandım’. 7 Beşir Ayvazoğlu yazısının devamında Menderes’ in anılan şarkıyı isteme sebebinin, akrabasından Doktor Nazım’ ın İstiklâl Mahkemesi’ nce idama mahkum edilmesi üzerine son arzusu sorulduğunda, kendisinin bu şarkının dördüncü mısrasını okuyarak cevap verdiğini ve bunu öğrenen Atatürk’ ün üzüntüsünden bu şarkının repertuvardan çıkartılmasını istemesiyle Lemi Atlı’ nın bu uşşak şarkısının uzun yıllar okunmadığını, Menderes’in isteği üzerine yeniden konser ve radyo emisyonlarında okunmaya başladığını uzun uzun anlatmaktadır. Sonrası, yani gerek DP ve gerekse Adnan Menderes’ in akıbetin de Doktor Nâzım’ dan pek farklı olmadığı hepimizin mâlumu. Darbe bütün sebep ve sonuçlarıyla halâ tartışılıyor. Ancak ortada bir gerçek var, geleneksel musıkimiz yediği darbelerden sonra, 1950 senesinden itibaren kendini toplamış ve ayağa kalkmaya başlamıştır. Bundan dolayıdır ki, DP iktidarına son veren darbe cuntasının ilk uygulamalarından biri de, 1950’ den sonra geleneğe dönülmenin hesaplarını Türkiye Radyolarından da sormak olacaktı. Nitekim ihtilâli takibeden günlerde , başta o dönemin önemli müzik adamı Ruşen Ferid Kam olmak üzere, bir çok sanatkâr hakkında kovuşturma ve soruşturmalar başlatılacaktır. Bunun da alt yapısının nasıl oluşturulduğu, “… 1960 olaylarına yakın tarihlerde yayınlanmış Akis ve Kim dergilerinin sayfaları karıştırılırsa..."8 anlaşılacaktır. Ayrıca radyodaki Türk Musıkîsine ait bant kayıtları ile adetleri 3000 civarında olan ve tarihi değer taşıyan taş plâk, radyonun Ankara/Etimesgut’taki depolarında çürümeye terkedilecektir. 7 Beşir AYVAZOĞLU, ”Ve bir Şarkının Hazin Hikâyesi”, Zaman Gazetesi, 20.Ekim 1995 8 M.Nazmi ÖZALP, “ Ruşen Ferit Kam “, MEB Yayınları, İstanbui, 1995, s.161
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 269
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
270 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 271
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
272 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 273
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İsmail Hakkı DOKUZLU MENDERES VE ATATÜRK Adnan Menderes siyasete ne zaman ve kimlerle başlamıştır? Menderes’in siyaset hayatı. Osmanlı döneminin büyükelçisi Cumhuriyetin ilk Başbakanlarından Fethi Okyar Bey’in öncülüğünde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ile başlamış Fethi Okyar Bey’in Atatürk ile birlikteliği ise 1913 yılında Sofya Büyükelçiliği’ne atandığı yıllarda Atatürk’ün aynı elçilikte askeri ateşe olmasıyla başlar. Fethi Okyar Bey’in Atatürk’e olan yakınlığı Adnan Menderes’i etkilemişti. Adnan Menderes Serbest Cumhuriyet Fırkasına katılmış ancak Serbest Cumhuriyet Fırkası çok uzun süreli kalmadığı için daha sonra Sayın Menderes siyasete CHP’de devam etmiştir. Menderes’in yolu Atatürk ile Atatürk’ün Aydın’a yaptığı gezide kesişecektir. Atatürk Aydın’da kısa ziyareti sırasında tanıştığı bu genç Aydınlı ile yaptığı sohbeti yarıda kesememiş ülke meseleleri üzerine tam dört saat konuşmuştur. Daha sonra 274 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Atatürk Adnan Menderes hakkındaki görüşlerini Recep Peker’e çok değerli fikirleri var diye dile getirmiş Aydın’da sadece parti örgütünde kalmasının doğru olmayacağını söyleyip bir sonra yapılacak seçimlerde milletvekili seçilmesini istemiştir. Aydın’dan Menderes Hatıraları Başvekil olduğu dönemde Aydın’a sürekli gelen Adnan Menderes o zamanki kasaplar halinde bulunan köfteciden, öğle yemeğinde köfte yer. Parayı ödemeden köfteciden çıkınca köfteci arkasından parayı ödemeden gidiyorsun benim paramı öde diye bağırırmış. Bundan çok hoşlanan rahmetli Adnan Menderes ne parası ben bu milletin Başvekiliyim diye gülerek cevap verirmiş. Köfteci kim olursan ol burası benim ekmek teknem öde paramı dermiş. Daha sonra kahyası Abdi Efendi köfteciye hesabı ödermiş. Halkıyla eğlenen halkıyla gülen halkıyla sevinen o insanların seviyesine inen nadir liderlerdendir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRASİ MACERAMIZ Hüseyin Avni ÇAVDAROĞLU Tarihçi – Araştırmacı - Yazar
Türk Toplumu tarihinin 1923'den önceki son bin yılını İslam ve Kur’an'la geçirmiştir. İslam Dini bir çerçeve içinde insanların bazı haklarını güvence altına almıştır. Bunların başında aile hayatı, din ve inanç özgürlüğü, mal edinme özgürlüğü gelir. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM’nin açılış beyannamesi, Türk Halkının düşünce ve inançlarına değer verilmesi açısından önemli bir belgedir. Bu belgenin siyaseten mi düzenlendiği, gerçek bir inanç ve iradenin eserimi olduğu biraz tartışmalıdır. TBMM'nin açılış beyannamesinde özetle şöyle denilmektedir: ...Bütün Millete… Türkiye Büyük Millet Meclisimiz 23 Nisan 1920 tarihine rastlayan Cuma günü açılacaktır. O gün sabahtan itibaren Ankara Hacı Bayram Camii'nde ve Osmanlı Ülkesinin bütün camilerinde hatimler indirilecektir. Minarelerde salat ve selamlar okunacaktır. Cuma hutbelerinde günün mana ve önemine uygun ayet ve hadislere yer verilecektir. Cuma namazından sonra Peygamberimizin Sancağı Şerifi çıkarılacak, Hacı Bayram Camiinde teşkil edilecek cemaatla Meclis Binasına gidilecektir. Hatmi Şerifin son cüzü -teberrüken- Meclis Kapısı önünde okunacaktır. Hoca Efendilerin okuyacakları dualar ve kesilecek kurbanlarla Meclisimiz açılacaktır. Açılışın Cuma günü yapılmasının sebebi, cumanın hürmetinden, Kur’an'ın rahmetinden, Hacı Bayram-ı Velinin ruhaniyetinden istifade etmek içindir. ...21 Nisan 1920.İmza… Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa... Cumhuriyet ve Demokrasi: Cumhuriyet sözcüğünün anlamında Demokrasi’ye vurgu vardır. Cumhur çoğunluk, Cumhuriyet çoğunluk yönetimi demektir. Yönetilenler tarafından seçilmiş bir meclis de cumhuriyetin ve demokrasinin temel unsurları arasındadır. TBMM'nin açılışında bu meclise Kur’an'dan bir dayanak bulunmuştur. Şura Suresinin 37. Ayeti, Meclis Kürsüsünün üstüne yazılmıştır: …Ve Emruhüm Şura Beynehüm… -Onlar (Din ve Devlet) işlerinde aralarında görüşerek karara varırlar. Cumhuriyetin ilanından önceki üç yıllık dönemde, Ankara yönetimi halkın inanç ve duygularını okşayan bir tutum ve davranış içinde olmuştur. Bu dönemde Türk Halkı ile Ankara arasında sıkı bir dayanışma vardır. Türk Halkının kafasında demokrasi kavramı pek şekillenmemiş olsa dahi, Ankara'da alınan kararların inançlarına ve dünya görüşüne uygun olduğunu kabul ediyordu. Aynı zamanda Rusya'da yapılan 1917 Devriminden ve bunun sonucu ortaya çıkan sosyal karmaşadan haberdardı. Türk Halkı bir şeyden daha çok emindi. Barış geldikten sonra kurulacak devlet, Avrupa kültür ve geleneklerine göre kurulmuş bir devlet olmayacaktı. Çünkü Avrupa
bizim düşmanımızdı. Ülkemizi işgal etmiş, savaşlarda onbinlerce türkün ölümüne neden olmuşlardı. Türk Halkı bu inanç ve beklenti ile iki öküzünden birini, ambardaki kışlık zahiresini, iki çift çarığının bir çiftini devlete vermiş, zaferi, zaferden sonra kendi inanç ve geleneklerine uygun şekilde kurulacak devletini beklemeye başlamıştır… Lozan Anlaşması ve Türk Demokrasisi. 23 Nisan 1920 tarihinden 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen üç buçuk yıllık süre içinde iki önemli olay cereyan etmiştir. Bunlardan biri, bizim adına Kurtuluş Savaşı dediğimiz Türk-Yunan Savaşı, diğeri ise Lozan Anlaşması'dır. Kısaca söylemek gerekirse, bizim adına Kurtuluş Savaşı dediğimiz Türk-Yunan Savaşı, aslında toparlanmakta olan Türk Ordusunu oyalamak için uygulamaya konulmuş bir İngiliz Projesidir. Türkler ve Yunanlılar arasındaki bu seyirlik savaşa Mudanya Mütarekesi ile son verilmiştir. (11 Ekim 1922) Lozan Barış Konferansı çeşitli görüşme ve ertelemelerden sonra 21 Kasım 1922 tarihinde başladı. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmış olan Lozan Anlaşması, Türk Devletinin egemenlik, Türk Ulusunun demokratik haklarını doğrudan etkileyen hükümler içermektedir. Burada bu hükümlerden sadece bir tanesini inceleyelim : Lozan Anlaşması 11. Bölüm. Adliye Teşkilatına Dair Beyanname. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır. 1-Türkiye Hükümeti bu barış anlaşmasının taraf devletlerce tasdikinden önce, Avrupa'dan seçilecek (en az on) tane hukuk müşaviri müsteşar kadrosu ile derhal göreve başlayacaktır. Bu hukuk müşavirleri en az beş yıl ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 275
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Türkiye'de kalacaklar, maaşları Türk Devleti tarafından ödenecektir. 2- Bu hukuk müşavirleri bütün kanun yapma çalışmalarına katılacaklar, teklifleri evleviyetle -öncelikle- kanunlaştırılacaktır. 3- Bu hukuk müşavirleri Türkiye Devleti yurttaşlarının, Türkiye Mahkemelerinden verilen kararlar hakkındaki şikayetlerini dinleme yetkisini sahip olacaklar, gerektiğinde bu şikayet- lerle ilgili raporlarını Adliye Vekiline vereceklerdir. 4- Bu Hukuk Müşavirleri güvenlik güçlerinin evlere girmeleri ve arama yapmaları ili ilgili şikayetleri dinleyecekler, gerekirse hukuk ihlallerini uluslar arası yargı yerlerine bildireceklerdir. Lozan Anlaşması ve Cumhuriyet Devrimleri: Yukarıda sözü edilen Hukuk Müşavirleri İngiltere tarafından seçildi, Lahey Adalet Divanına bildirildi. Türkiye bunlar arasından yeteri kadar (10 kişi) hukuk müşavirini aldı, Müsteşar kadrosuyla Türkiye'de görev-lendirdi. Bu müşavirler 1923 Ağustos ayı içinde geldiler, 1928 yılı sonuna kadar Türkiye'de kaldılar. Ellerinde çıkarılacak kanunların bir listesi vardı. Ellerindeki listede yazılı yasalar 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan harf devrimi yasası ile son buluyordu. Konferansın devam ettiği sürede bu devrimlerin yapılacağı hususunda İngiltere'ye güvence verilmiştir. Ancak İngiltere bu güvenceyi yeterli görmemiş, devrim yasalarını yapmak için kendi adamlarını Türkiye'ye göndermiştir. Devrim yasalarının uygulanması sırasında Türkiye'de bir takım trajik olaylar meydana gelmiştir. Örneğin şapka iktisası yasasının uygulanmasında bu yasaya muhalefetten sadece Erzurum'da 33 kişi idam edilmiştir. Bunlardan bir tanesi de kadındır. Asıl adı şöhret olan Erzurumlu Şalcı Bacı, Türk Tarihinde siyasi nedenle, dünya tarihinde erkeklerin giydiği şapka için idam edilen ilk ve tek kadın olarak kalmıştır. Acaba yeni Türk Devleti devrim yasalarının uygulanmasında niçin bu kadar katı ve hoşgörüsüz davranmıştır. Türk Delegasyonu bu devrimlerin yapılacağına, devrimlere ait yasaların Avrupa'dan gelecek hukuk müşavirleri tarafından yazılacağına taahhüt etmiştir. Bu Anlaşmanın tarafları, bütün ayrıntıları ile uygulanmasını sağlamak için birbirlerini yakın takibe almışlardır. Özellikle Türkiye yüklenimlerini yerine getirmediği takdirde, diğer tarafın barış anlaşmasını tek taraflı bozma hakkı doğacaktır. Bu ise Yeni Türk Devleti için yeni bir savaş demekti. Bu durumda Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlara göre sonucun ne olacağını Mustafa Kemal Paşa gizli ve açık oturumlarda birçok kez dile getirmiştir. Giyim-kuşam, eğitim, din ve inanç konuları insanların temel demokratik hakların-dandır. Bu konularda devlet, kişi ve topluluklar tarafından yapılacak her türlü baskı veya zorlama demokrasiye ve insan haklarına aykırıdır. 276 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Seçimler ve Demokrasi:
Kuskusuz demokrasinin en önemli aracı seçimlerdir. Seçimle yurttaşlar, kendilerini yönetecek olan kişi veya kurumları belirler. Seçimler aynı zamanda seçilenleri denetleme aracıdır. Belirleme ve denetleme görevini yerine getirebilmesi için demokratik kurallara uygun olarak yapılması önemlidir. 1923-1946 tarihleri arasında yapılan yapılan seçimler, belirleme ve denetleme görevini yerine getirmekten uzaktır. Bu dönemde seçmenler iki gruba ayrılıyordu: Müntehib-i evvel (birinci seçmenler), müntehib-i sani (ikinci seçmenler)… Birinci seçmenler asıl seçimi yapacak olan ikinci seçmenleri seçiyordu. İkinci seçmenler her ilde valinin başkanlığında toplanıyor, mebusları-millet vekillerini seçiyorlardı. Genellikle illerdeki millet vekili sayısı kadar aday belirlenirdi. 1946 yılına kadar genel seçimlerin tamamı tek parti ile yapılmıştır. Bu seçim sisteminin demokratik olmaktan çok var olan düzeni korumak amacını güttüğü açıktır. Var olan düzen ise, bin yılda edinilmiş kural ve geleneklerden vazgeçmiş, içi-dışı, ruhu-bedeni ile Avrupalılaşmış bir toplum yaratmak (!) amacında idi. Bu amacın sıfır noktasında olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu gün Türk Toplumu sosyal hayatın bütün katmanlarında Avrupa-Hristiyan kültürünü benimsemiştir. Bu olguya şiddetle karşı olanlar dahi boyunlarına kravat takmadan ciddiye alınmayacaklarını bilmektedirler… Bu aşamada demokrasiye şiddetle ihtiyaç vardır. Tarihi kültürüne, manevi değerle- rine bağlı kalanlarla yüzde yüz Avrupa diyenler, birbirlerine tahammül gösterip bir arada yaşamak zorundadırlar… Bir seçim sandığı (1946): 1923-1950 arasında iktidar partisinin bir de muhalefet partisi kurma denemeleri yapıldı. 1924'de Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası. 1932'de Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak bu partiler uzun ömürlü olmadı. Her ikisi de genel seçimlere girme imkanı bulamadan kapatıldılar. 1923-1950 Tarihleri Arasında Devletin ve Hükümetlerin Demokrasi Anlayışı: 27 yıllık süre içinde devlet ve hükümet başkanları 1. Dünya Savaşına ve Milli Mücadeleye katılmışlardır. "Vatanı biz kurtardık, devleti yönetmek bizim doğal hakkımızdır" düşüncesi hakimdi. Bu düşünce kendileri için devleti yönetmenin doğal hak olduğuna inanan aristokrat bir sınıf ortaya çıkarmıştı. Onlara göre küçük esnafın, çobanın, çiftçinin devlet yönetiminde söz sahibi olması iyi sonuçlar doğurmazdı. Bu düşüncenin özeti sayılabilecek, tarihe geçmiş bir anekdot Ankara'nın Ünlü Valisi Nevzat Tandoğan tarafından dile getirilmiştir: 1944 yılında birtakım üniversite öğrencisi hükümete karşı bir protesto gösterisi yaparlar. Bu öğrenciler göz altına alınır. Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan öğrencilerle görüşmek üzere Emniyet Müdürlüğüne gider. Öğrencilerin elebaşısı olan Osman Yüksel Serdengeçti'ye
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU aynen şunları söyler : "Ulan öküz Anadolulu!... Senin neyine gerek siyaset. Eğer bu Memlekette milliyetçilik olacaksa onu biz yaparız. Eğer bu Memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz. Sizin bu işlere aklınız ermez. Sizin iki vazifeniz var: 1-Hemen köyünüze döneceksiniz; rençberlik yapacaksınız ve mahsül yetiştireceksiniz. 2-Çağırdığımızda askere geleceksiniz. Siz başka işe karışmayın." Bu düşünceye sahip yöneticilerin bulunduğu bir ülkede demokrasiden söz etmenin mümkün olmadığı açıktır. Demokrat Parti: Türkiyede daha öncekilere benzemeyen ciddi bir demokrasi denemesi 7 Ocak 1946 tarihinde kurulan Demokrat Parti ile başladı. Parti kurucuları İktidar Partisinden ayrılan altı kişi idi. Yani yerleşik düşünceye göre devlet yönetmeye hakkı olanlardandı. Başlarında Milli Mücadelenin Galip Hocası, Lozan Barış Konferansının Ekonomi Danışmanı, İş Bankasının ilk Genel Müdürü, Atatürk'ün son Başbakanı Celal Bayar vardı. Grubun ikinci adamı Adnan Menderes idi. O da Kurtuluş Savaşındaki hizmetleri ile ile tanınıyordu. DP kurulduktan kısa bir süre sonra baskın şeklinde 1946 seçimleri yapıldı. Bu seçimde yapıldığı iddia edilen hile ve yolsuzluklar, açık oy gizli sayım uzun yıllar iktidar partisinin başını ağrıtmıştır. 14 Mayıs 1950'de yapılan ikinci seçimde DP büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Fakat 1950 öncesi iktidar partisi bu durumu kabullenemedi. Ancak tek parti dönemindeki baskılar ortadan kalktı. Önceki döneme göre büyük ekonomik kalkınma ve rahatlık yaşandı. 1955'de yapılan seçimde iktidar partisi daha büyük bir çoğunlukla iktidarda kaldı. 1957'de yapılan erken seçim-
ler yine İktidarın başarısı ile sonuçlandı. Seçimden umudunu kesen muhalefet partisi ve bir kısım basın bir darbe ortamı meydana getirmek için çalışıyorlardı. İki büyük Üniversite yönetiminin de onlara katılması ile bu ortam 1960 yılında ortaya çıktı. İktidar partisinin bazı hataları da ortamın oluşumuna katkı sağladı. Demoratik seçimle işbaşına gelmiş DP nin iktidarına son verildi. Göstermelik bir yargılama ile Başvekil Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. 27 Mayıs Darbesi Ülkede darbeler sürecini başlatmış oldu. Bu darbede desteği ve katkısı olanları Türk Halkı unutmadı. Onlara devlet yönetiminin kapılarını kapattı. Üç siyaset adamının idamı ise, çoğunluğun yüreğinde bir yara olarak kaldı… Adnan Menderesin Kendi El Yazısı ile İdamdan Önceki Son Sözleri: Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara gönderdiğinizde deyiniz ki, Adnan Menderesin hürriyet uğruna koyduğu başını, 18 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz ? Şunu da söyleyeyim ki Milletçe kazanılmış hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi 1950 de olduğu gibi yine de kurtarabilirdim. Ama şimdi Milletle el ele vererek Adnan Menderesin ölüsü sizi ebediyete kadar takip edecektir. Ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir… ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 277
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
AYDIN MENDERES'TEN KİTAP TAVSİYELERİ 1-Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650), Yusuf HALAÇOĞLU, TTK Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun epey bir zamandır merak ve heyecanla beklenen bu kitabı 6 cilt olarak geçtiğimiz günlerde okuyucularıyla buluştu. Türkmen/Yörük’lerin nerelere yerleştiğini ve bir bakıma Anadolu’nun nüfus tarihini öğrenmek için eşsiz bir araştırmadır. Büyük tarihçimiz merhum Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı kitabını 60’lı yılların sonunda okuduğumdan itibaren Anadolu’daki Yörük ve Türkmen’lerin bu 24 boydan nasıl ayrılıp farklı isimler aldıklarını hep merak ederdim. Prof. Yusuf Halaçoğlu bu muazzam çalışmasında bu hususu açığa çıkartıyor. Bu arada TTK’nın şimdiki Başkanı Prof. Ali Birinci’ yi de tebrik etmek gerekiyor. Pek az tayin bu değerli tarihçimiz ve kitap dostunun TTK’nın Başkanı olarak atanması kadar isabetli olabilmiştir. Başkan olunca da ilk olarak selefinin bu eserini bastırdı. 2- Müfredat Kur'an Kavramları Sözlüğü, Ragıp elİsfahani, Pınar Yayınları, Tercüme: Yusuf Türker ve Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşaf'ı, Abdülcelil Bilgin, Ankara Okulu İkisi de Kur’an’ı Kerim’deki kelimeler ve deyimler için birer sözlük niteliğindedirler. Kur'an’ı anlamak için emsalsiz iki eserdir. Kendilerinden sonra gelen müfessirler çok geniş ölçüde bu iki kaynaktan istifade etmişlerdir. Ayrıca Ragıp’ta Şakayık’tan alıntılar yapmıştır. Önce bu iki çok büyük eseri bize kazandıran iki genç ilim adamımız Yusuf Türker ve Abdülcelil Bilgin’i ve bu eserleri basan Pınar Yayınları ve Ankara Okulu Yayınları’nı da candan kutluyoruz. 3- İlk Dönem Hanefi Kaynaklarına Göre Usul Anlayışında Sünnet, Metin Yiğit, İz Yayıncılık Hadisle ilgili tartışma Usul-ü Fıkıhçılar olarak da bilinen 4 Sünni mezhebi de kendi aralarında böldü. Hanbeli ve Malikiler hüküm vermede hadisi ön plana alırken özellikle Ebu Hanife ve Hanefiler kıyasın alanını daha geniş tutmak istediler. Aralarında hadis ve kıyas ekseninde bir gerilim doğdu. İmam Şafi her iki tarafın arasında bir orta yol bulmaya çalıştı. Ebu Hanife ve Hane-filer’in kıyas ve hadisle ilgili görüşleri acaba diğer mezheplerden ne kadar ayrılmaktadır. Aralarındaki farkın sebebi, içeriği ve kapsamı nedir? Bu kitap bu sorulara makul, sistemli ve
278 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ciddi bir araştırmaya dayalı cevaplar getirmektedir. Hadis-akıl ve hadis-kıyas çatışması her zaman alevlenebilen bir konudur. Bundan böyle bu hususta yazıp, konuşacak olanların bu eseri mutlaka görmüş olmaları gerekecektir. 4-Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası & Celali İsyanları, Prof. Dr. Mustafa Akdağ, YKY (Basım 2009) Bu vesileyle Prof. Mustafa Akdağ’ı rahmetle anıyorum. Kendisi özellikle iktisadi tarih açısından en önemli tarihçilerimizden bir tanesidir. YKY’ye bu kitabı okuyucularımıza yeniden kazandırdığı için teşekkür ediyorum. Herkesin dikkatle okuması gereken kitapların başında gelmektedir. Okuyunca Celali Fetreti’ne ait (17. yüzyıl başı) bazı hususların günümüzün Türkiyesi ile ne kadar ilginç bir şekilde örtüştüğünü görmek mümkün olacaktır. Ayrıca Mustafa Akdağ’ın iki ciltlik çok önemli olan eseri Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi adlı kitabı çoktan tükenmiştir. Onun da en yakın zamanda basılmasını dileriz. 5- Mizanül Hak Fi İhtiyari'l-Ehakk, Katip Çelebi, Günümüz Türkçesiyle En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi, Orhan Şaik Gökyay ve En Doğru Olan Tercih Konusunda Hak Ölçü Süleyman Uludağ Kabalcı (Basım İst. 2007) Çok kıymetli yayınlarına Türk ve Doğu klasiklerini de katan Kabalcı Yayınları Katip Çelebi’nin bu kitabını ve O’nun bugünün Türkçesiyle ayrı ayrı yapılmış iki çevirisiyle bir arada basarak günümüz için çok büyük bir hizmet yapmış oldu. Günümüz için diyorum; zira 1650’lerde yazılmış bu kitap 350 sene sonra bugünün Türkiye’si için dahi hoşgörünün erişilmez bir zirvesidir. Diğer bir yönüyle ise tütün yasağına kadar günümüzde de tartışılan pek çok dini konuya tam bir açıklık getirmektedir. Katip Çelebi’nin Osmanlı’nın ilim dünyasının en önemli kişisi olduğu hususunda yabancı ve yerli bütün yazarlar ittifak içindedir. Bu vesileyle buradan gerek Taha Akyol’dan gerekse birlikte fevkalede güzel programlar yaparak adeta TV’de bir devrii gerçekleştiren Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’dan CNN ve Habertürk’teki programlarında aynen Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun söz konusu kitabı için olduğu gibi Katip Çelebi'nin bu eserini tanıtmalarını bekliyorum.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Tarihçi Yazar Ali Haydar ÖZTÜRK'ün Arşivinden
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 279
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
İBRAHIM ÇETINKAYA: MENDERES MILLETIMIZE CAN SIMIDI OLMUŞTUR
(Arkadaşımız Kamil Tunoğlu'nun İbrahim Çetinkaya ile yapmış olduğu sohbetin notlarını sizlerle paylaşmak istedik) ■ Babanız Mecit Çetinkaya’nın Menderes sevgisi nereden geliyordu? • Babam Demokrat Parti Galata Bucak Başkanıydı. Babamın o günlerdeki siyaset anlayışını anlamaya çalıştım. Demokrat Parti'nin o günlerdeki siyaset anlayışı ile yoğrulduğunu, insanlara hizmet anlayışı ve insanlara toplum ve ülkemize hizmet etme anlayış örtüştüğü için babamın bu partide siyaset yapmasından daha doğal bir şey olamazdı. Bundan dolayı da Menderes'i çok sevmiştir. Adnan Menderes'in milletine aşk derecesinde bağlı ve ona hizmeti İbadet kabul eden anlayışı babamı çok derinden etkilemiştir. ■ Neden Demokrat Parti peki? • 1950'ye kadar olan dönemde insanlar görmüş olduğu baskılardan, yasaklardan, sıkıntılardan bıkmıştır. Demokrat Parti bu halkın, bu milletin “tek parti”den kurtuluşun adıydı. İnsanlar tek parti döneminde o kadar yasaklar gördü ki o kadar baskı altında kaldılar ki, Demokrat Parti bu halk için can simidi gibiydi adeta. 1950'den 60’a kadar bazı olumsuzluklar da olma280 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
dı değil tabii. Her şey güllük gülistanlık değildi elbette. Bunda demokrasi kültürünün daha başında olmamızın da etkisi vardır tabii. Babam bir gemi ile İnebolu'dan İstanbul'a yedi günde gelen birisi olarak, o bütün zorluk ve sıkıntıları yaşamanın getirdiği ruh hali ile yeni dönemi ülkemiz için şans olarak görüyordu. Babam liman işinde deniz nakliyesi yapıyordu. Liman işinde işin tekeli ise Deniz Yolları idi. Motoru ve mavnası olan bize ise ancak Deniz Yolları’nın bıraktığı işler kalıyordu. Devlet tekeli vardı. Özel sektör olarak gelişme şansımız yoktu. O günkü devlet bir memur devletiydi. Memur olmak büyük bir imtiyaz sahibi olmaktı. Üstünlük sahibi olmaktı. Halkın bir değeri yoktu. Hak, hukuk, ticaret, itibar yoktu halk için. Ama Demokrat Parti bu düzeni değiştirdi. Halk adam yerine konuldu, serbestiyet geldi. Baskıcı memur zihniyeti kısmen de olsa kırıldı. Özel teşebbüsün önü açıldı. Halk üç beş para kazanmaya, ailesini çocuklarını geçimini sağlamaya başladı ve yüzü güldü. İtibarı artmaya başladı. Dörtlü takrir bir dönüm noktası oldu. İstanbul Belediye Başkanı, Vali, Kaymakamlar CHP'nin resmi olarak teşkilat başkanları idi. 1950'de adeta toplumsal bir patlama olmuştur. Babam o dönem itibarıyla güçlü bir meslek örgütünün başkanıydı, lideriydi. Dolayısıyla perşembe pazarındaki hırdavatçılar çarşısının açılışını da rahmetli Menderes ile birlikte yaptılar. Aynı zamanda Galata Bucak Başkanı idi. Sohbetleri olmuştur, görüşmeleri olmuştur. Birlikte fotoğrafları vardır o günlerden hatıra olarak. Ticaret özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü hak ve hukuklarının tanınması ve memur baskısının büyük ölçüde kaldırılması bu dönemin en önemli özelliğidir. Bu ilkeleri hayata geçiren Menderes'i sevmemiz kadar tabi bir şey olamaz. Babam İstanbul Esnaf Birliği Başkanlığı da yaptı. Sadece mavnacılar ile ilgili değil. Esnaf ve sanatkârların hepsi ile ilgili idi. Onların sorunlarını çözmek için uğraşır, çareler arardı. Kızılay yöneticiliği de yaptı. Galata'da Kızılay Başkanı idi. Halk fakirdi, yardımlar önemliydi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Kongrelerde, toplantılarda babam sürekli parti üst yönetimine sıkıntıları anlatırdı. Hal çareleri arardı. Bu sivil yapılardaki kongrelerde babamın rakipleri babama muhalefet ederler, acımasızca eleştirir, seçilmesini önlemeye çalışırlardı. Babama "Sen Menderes öl dese ölürsün" diye konuşanlara karşı Demokrat Parti ve Adnan Menderes'in yaptığı icraatleri anlatır. Ve onlara boyun eğmezdi. "Bu kadar hizmet eden, bu milleti bu kadar seven bir Başbakanım var. Ben böyle bir adamı neden sevmeyeyim. Ben böyle bir adamın neden yanında olmayayım" diye yüksek sesle konuştuğu çok olmuştur. Bu sevgi kuru bir sevgi değildi. Milletine aşık, millete hizmeti önceleyen bir lidere duyulan dolu dolu bir sevgi ve muhabbetti bu. 1960 ihtilalinde babamı askerler aldı götürdü Balmumcu'ya. Babam Galata'da Vatan Cephesi kurmamıştı. Biz varken gerek yok demişti. Kemal Aygün İl Başkanıydı. Darbede İl ve İlçe Başkanları ile birlikte ocak, bucak başkanlarını da topladılar. Milletvekillerini Yassıada'ya götürdüler, diğerlerini de Balmumcu'da topladılar. Babamın Kemal Ilıcak'la çok iyi bir dostluğu vardı. Kemal Ilıcak babamı buradan kurtarmak için o zamanki komutanlarla ilişki kurdu. Görüşmeler yap-
tı.
Sonunda babamın buradan bırakılması sağlandı. Babamı almaya Kemal Ilıcak gitti. Onu ordan aldı. Arabasıyla Aksaray'a geldiklerinde Kemal bey bir bakmış ki babamın eli ağzında ve kan fışkırıyor. "Ya Mecit bey ne yapıyorsun. Yapma abi" falan diyor. Babam sinirlendiğinde elini ağzına götürüp, elinin üst kısmını dişlerdi. O zaman da o kadar sinirlenmiş, o kadar üzülmüştü ki yine elini dişlerken çenesi kilitlenip dişleri elini delmiş, üstü başı kan olmuştu. Kemal llıcak "Ne yapıyorsun abi dur yapma" dediğinde "Biz ne yaptık bunlara Kemal, biz bu millete hizmet etmekten başka ne günah işledik de bunlar bize bunu yapıyorlar. Anlamıyorum. Anlayamıyorum. " diyerek isyan etmiş. Menderes rahmetli asıldığı zamanda çok büyük bir üzüntüyle, hüngür ağlamıştır. Ben buna şahidim. Babam rahmetli Mecit Çetinkaya Demokrat Parti sonrasında devamı olarak kurulan Adalet Partisi'ne gönül vermiş, destek vermiştir. Vefatına kadar da Adalet Partisi'ni desteklemeye devam etmiştir. Aktif görev almayıp bizi yetiştirdi. Ben de 1968 yılında Adalet Partisi İstanbul Gençlik Kolları Başkanı oldum. Beyoğlu Adalet Partisi Gençlik Kollarına üye olmuştum. Benim üye kayıt numaram 40 idi. MTTB'de Rasim Cinisli ile birlikte öğrenci liderliği de yaptık.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 281
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
REY EKOLÜNÜN SON BEYİ Av. Şerafettin YAPICI Eskiden görmek diye bir hünerimiz vardı; gördükçe bir idrake varıyorduk Şimdi bakıyoruz; led ışıklı ekranlara, sihirbazların parıltılı vitrinlerine. İpteki cambazlara bakıyoruz, mikrofondaki büyücülere; bakıyor bakıyoruz. Oysa görmek baktığını tefrik etmektir, fark etmektir. Görüş yetimiz varsa görüşümüz de var demektir. Görüşümüz yani bir reyimiz. Bu görüş bu rüyet bizi bir itikat sahibi yapandır. Bizi bakmaya yöneltenler, bakmaya yoğunlaştıranlar, görülmesi gerekenleri örtenlerdir aynı zamanda. Işık oyunları ve laf cambazlıklarıyla örterler asıl görülmesi gereken yerleri. Arapçada bunun adı “küfür” dür ve küfür örtmek demektir. Bunu görme, şurasını geç, orasını sayma; sadece bak. Trene bak, köprüye bak, otoyola bak. Vizyon dediğimiz şey görmelerimizin sonunda ulaştığımız bir görüş demektir. Bir vizyona öyle hemen kolaycacık varamayız. Öncelikle bir vizyona vize verecek bir vasatın, bir itikadın var olması gerekmektedir. Çünkü görüşün, rüyetin bir itikatla kesinkes bir alakası vardır. Bu olmadan hiçbir görüş yeşeremez. Vasat şu: İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla mı bilinebilir nakille mi? Hanefi/Maturidi vasat akılla bilinebileceğini söylerken Eşari/Şafi vasat akılla değil nakille bilinebileceğini söylemiştir. Rey ekolü dediğimiz bu ilk görüş, ki merhum başvekilimiz Ali Adnan Bey, bir ziyaret sırasında mezarı başında “senin düşüncelerinle biz bir imparatorluk kurduk..” diye ifade eder; bu kişi Ebu Hanife’dir ve bu görüş ta ona kadar dayanır. İyi ve kötü güzel ve çirkin vahiy olmadan da bilinebilecekse, adalet duygusu dedim-dedi’nin ötesinde fıtri bir kavramsa ve zalimle mücadele edilerek mazluma arka çıkılacaksa o zaman dörtnala atları sürmekten başka bir yol olmayacaktır. Ve bin atlı akınlar, arastalar çarşılar kervansaraylar, tophaneler baruthaneler tersaneler. Ve minareler, “ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” dediğimiz minareler. Doğru, çok doğru, bütün bunlar bu idrakle bu itikatla olup biten işlerdir. Bin yılın özeti budur. Meşrutiyet derken de Cumhuriyet derken de temel buydu, itikat buydu. Ama bir ruhban edasıyla nutuk irat edenler, nakil verip akıl satanlar vatandaşın reyini iptal edip eline bir ekmek karnesi tutuşturdular. Millet, sanki müntehibi evvel, müntehibi sani ve ötekiler diye poşetlenivermişti. Köylüsün, elinde şöyle keskin bir baltan, parıltılı bir tırpanın, sabanın pulluğun var mı denmeden şapkan nerede diye sorulmuştur. Zahiren yokmuş, değirmenin hak getire; zıkkımın kökünü yiyormuşsun, umudunu kimler çalmış kimin umurunda. Onlar varsa yoksa balolar tangolar, ça ça ça. Çalan çalana, oynayan oynayana. Sonuç: Meşruti bir Cumhuriyet… Ve sonunda “takrir” sahipleri ve rey taraftarları, itikatlarından gelen bir kükreyişle al atını tımarını, senin beyaz 282 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
treninden korksak “ay yıldız çetesi” mensubu olmazdık dercesine ve takriri sükunu takriri füzuna çevirircesine “yeter söz milletin” demişlerdir. Gayrimümeyyiz bir derekeye düşürülen milletin, mümeyyiz ve farik olduğu, onun da reyinin makbul ve muhterem olduğu bu itikadın bir sonucu olarak ortaya konmuştur. Adnan Menderes, millete mal olan devrimlere itiraz etmeyip kalanlarının empozesine kalkışmayacaklarını söylemek suretiyle bunu en veciz bir şekilde ifade etmiştir. Milletin görüşü önemlidir ve reyi değerlidir. Çünkü o derya deniz kasketliler, kasketlerinin siperlerini öne çevirerek “ilk hedefiniz Akdeniz” gibi ilk hedefimiz dünya diye koşan ve geriye çevirip secdede kendi içlerinde coşan milletin kahir ekseriyetidirler. Tarihte, kendisine yardım etmek isteyen Ensar kardeşine ““Kardeşim Sa’d! Allah malını da, aileni de sana bağışlasın. Siz bana çarşının yolunu gösterin.” diyen Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf adında bir sahabe vardır; işte bizim derya deniz bu kasketlilerimiz de aynen böyle demişlerdir: Bana yolu göster, mektebi göster. Pulluk dirgen tırpan nerede? Keser kerpeten kimde, alet nerde çarşı pazar ne yanda? Rahmetli Başvekil de taşı kırmak, dağı delmek, suya set çekmek için “cihazlanma” cihazlanma diye bunun için yanar tutuşur. Sonrası, sonrası işte hem malum ve hem meşum. Rey ekolü bir daha kalkamamacasına nakavt. Görüş ve idrak yerini empoze ve gütmeye bırakır. Gayri Solculuk da, Milliyetçilik de ve hatta İslamcılık da bu gütme ve empoze takımının aktörleridir. Dertleri, küme küme gütme ve öbek öbek empoze etmektir. Başkan vardır, patron vardır, efendi hazretleri vardır, reis vardır; şu vardır bu vardır ama millet yoktur. 1960 tarihi sadece bir iktidarı alaşağı eden ve 3 mümtaz mensubunu salben idam eden bir darbeyi işaret etmesinin ötesinde bir itikadı bir düşünceyi berhava eden bir tarihi anlatır bize. Bu tarih, bizim kümeye düştüğümüz ve küme küme “nakillere” “hatiplere” bağlandığımız bir tarihtir. Artık herkes, bir şahsiyet olmanın bir dirayet olmanın ötesinde bir kümenin tanesidir. Artık barkodumuzda kişi değil tane, adet yazar. Aşiretin tanesi, örgütün tanesi, cemaatin tanesi. Bu “dedi”ye, “söyledi”ye bağlamanın ta kendisidir. Bu küme küme kümelik, bu lime lime limelik Eşari/Şafi düşüncenin şüyu bulmasından başka bir şey midir? Hem birlik beraberlik nutukları atmak hem de küme küme milleti bölmek aymazlıktan başka nedir ki? Ah Bey’im ya ben öleyim mi söylemeyince, ya ben öleyim mi özlemeyince. Özledim, çok özledim. Binaenaleyh benzin vardı da sunta mı yaktım, tak Semra kaseti memurum işini bilir, poşetler feda olsun Bilal’in düğününden beri zafer İslam’ındır yaveleri altında çok, pek çok özledim seni. Süleyman hep Süleyman, Özal ki illa Özal, Reis ise ne virtüöz oo ne virtüöz retorikleri arasında ne özledim bilemezsin! Allah rahmet etsin, mekânın cennet, cennetin cemal olsun.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
MENDERES DERDİMİZ DEMOKRASİ, DERDİMİZ HÜRRİYET DİYENLERİN LİDERİDİR Gürcan Şevki ŞEKER Demokrat Pati Türk demokrasinin ve siyaset alanındaki pek çok gelişimin fikri dayanağı olmuştur. Bu demokrasi hareketinin mimarlarından birisi ve en önde geleni de şüphesiz ki Adnan Menderestir. Adnan Menderes Türk Milletinin sevgilisi olmanın yanında Milletimizin aşkla bağlı olduğu hürriyetin ve demokrasinin sembolleşmiş adıdır. Adnan Menderes 1931 yılında yapılan genel seçimlerde Atatürk ün isteği ile milletvekili seçilmiş 1960 yılına kadar milletvekili olarak görev yapmıştır. DP dönemini ve Menderesi anlatmaya başlamadan Türkiye’nin o günkü durumunu kısaca hatırlamak dönemlerin ve zihniyetlerin kıyası bakımından faydalı olacaktır. Atatürk’ ün vefatı ile 2. Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü CHP kurultayında ‘’ Milli Şef ’’ sıfatlı Genel Başkan seçilmişti. Türkiye, Çankaya ve CHP Genel Merkezinin belirlediği esaslar doğrultusundaki siyasi, sosyal ve politikalar ile yönetilmektedir. TBMM kararlarını CHP’nin gurup kararları ekseninde almakta Hükümet programlarının, yıllık bütçelerin TBMM’deki müzakereleri bir methiye ve onama
ikliminde yapılmaktaydı. İktisadi hayat Atatürk’ün iktisat vekili Celal Bayar’ın hazırladığı ve uygulamasını yaptığı 1. kalkınma planının yatırımlarının üretebildiklerinden ibaretti. Milli Mücadele’nin onurunu omuzlarında taşıyan Türk Köylüsü, hakkını talep edebileceği bir siyasi ortamdan mahrum olarak ve yoksunluklarını kader olarak kabullenmiş halde yaşamını sürdürmekteydi. Cumhuriyetin dinamizmi yavaşlamış ülke ve insanı için şart olan siyasi ve sosyal yapıyı iyileştirecek iktisadi ve hukuki hamleler gündemden düşmüş, katı bir yönetim tarzı devlet yönetimine egemen olmuştu. Her ne kadar TBMM’ de ülkenin hukuki ve siyasi ihtiyaçların farkında olan bir kesim olsa da Anayasa’ da kast edilen kapsamlı bir Meclis iradesinin varlığından söz etmek mümkün değildi. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan ‘’ Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ‘’ ilkesi git gide hukuki zemininden uzaklaşılan bir ideal olarak muhafaza edilmekte, Ülke yönetimi, halkı Milletvekili seçmek için ehil kabul etmemekte ve TBMM çift dereceli seçim ile belirlenmekteydi. Üstelikte seçimler açık oy gizli tasnif usulü ile yapılADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 283
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
maktaydı. İşte Haziran 1945’e gelindiğinde TBMM’ den ülkeye yansıyan demokratik ortamı bu şartlar belirliyordu. Hükümetlerin yıllık bütçelerini sorgulamak, Meclise sevk edilen kanunlara farklı bir içerik kazandırmak mümkün değildi. Kağnının, kara sabanın, cehaletin ve yoksunlukların ülke insanı için kaderi olarak görüldüğü bu dönemin katı kurallarının sorgulanması mümkün değildi. TBMM zeminine kök salmış yoksunlukları sırtlayarak yaşamlarını sürdüren halkın beklentilerini, vatanın ihtiyaçlarını dile getirecek kimse ortalıkta gözükmüyordu. Adeta ‘’böyle gelmiş böyle gider’’ temasında işler yürüyordu. İşte böyle bir ortamda ‘’Yeter söz milletindir ‘’ sloganı ile millet huzuruna çıkan DP iktidara gelmiştir. Yaptığı hizmetlerle İktidarın Başbakanı Adnan menderes halkın adeta sevgilisi olmuş ve bu sevgi günümüze kadar ateşi hiç düşmeden devam etmiştir. Menderes ismi kalkınmanın, refahın da adı olmuş halkımızı ahali olmaktan çıkarıp insanımızı vatandaş yapma mücadelesinin de başkahramanı olarak Türk siyasi hayatına adını altın harflerle yazdırmıştır. Menderesçilik asla bir dogma olmamış, dünyanın şartlarına ve medeniyetin geldiği yere göre kendini yenileyerek günümüze kadar gelmiş ilhamını cumhuriyet ve Atatürk’ten almıştır.. Ne yazıktır ki günümüzde Menderesin adını kullanarak siyaset yapma gayretindeki bazıları, Menderesin kavgasını verdiği diktatörlükle mücadele, hukuk devleti olma, tam demokrasi gibi müstesna kavramlarla taban tabana zıt eylem ve söylemlerle Menderese, Menderes karşıtlarından daha büyük zarar vermektedirler. Menderes CHP milletvekili olarak birçok konuda gerek parti içi gurup toplantılarında ve gerekse meclis konuşmalarında defalarca demokrasiye vurgular yapan 284 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
konuşmalar yapmıştır Bunlardan en önemlisi diktatörlüğe başkaldırı sayılan dörtlü takrirdir. İçeriği, gündemi ve sonuçları ile hukuk, demokrasi ve siyaset alanındaki pek çok gelişimin ilham kaynağı olan bu büyük ve şerefli hareketin fikri mimarları Atatürk ün son başbakanı Celal Bayar, Bursa Milletvekili Refik Koraltan, Kars Milletvekili Fuat Köprülü ve Aydın Milletvekili Adnan Menderestir. Önerge (Dörtlü Takrir) özetle, vatandaşın hak ve hürriyetlerine zarar verir mahiyette olan ve anayasanın ruhuna ve metnine uymayan kanun hükümlerinin kaldırılması, antidemokratik kanunların değiştirilmesi ve yasama denetimi talep etmektedir. Menderes bir konuşmasında ‘’demokrasiyi üstün yapan insanları sürü halinden çıkaran bir rejim olmasının yanında iktidarları kansız ve kavgasız değiştirebilme özelliği olan tek rejimdir ‘’ demiştir. Ne yazık ki demokrasiye inancı olamayan diktatörler tarafından kanlı bir şekilde iktidardan uzaklaştırılmıştır, D P ye yapılan o aşağılık darbe günümüze kadar devam eden birçok demokrasi dışı yolun açılmasına, 27 Mayısı takip eden birçok hükümet darbesine örnek olmuş, meşruiyet kazandırmıştır. Menderesin demokratlığını daha iyi tahlil edebilmek için birçok yönünü ayrı ayrı değerlendirmeliyiz Adnan Menderes hiçbir zaman Atatürk’le ve Cumhuriyetin temel ilkeleri ile çatışma halinde olmamıştır. Hatta önce CHP’nin ve sonrada devletin temel ilkeleri olan Altı İlkeyle temelde bir çatışması olmamış ancak Altı İlkede ifade edilen umdelere demokrasiye uygun yeni ve çağdaş anlamlar yükleyerek günümüzün ihtiyaçlarına uygun hale gelmesine ön ayak olmuştur. O dönemde Altı İlkeye karşı gelmek devletin temel prensiplerine karşı gelmek anlamına geldiğinden parti kapatma sebebi sayılmakta idi. Bu sebeple Demokrat Parti kuruluşunda bu ilkeleri kabul ettiğini açıklamış fakat her birine farklı yorumlar getirmiştir. Menderes, 1947 yılında yaptığı bir konuşmasında ‘’Altı okun ifade ettiği prensiplerin her iki partinin de programına temel teşkil ettiği bir gerçektir. Bu ilkeler her iki partinin programına esas olmakla kalmayıp Anayasada ve devlet kuruluşunda temel olarak kabul olunmuştur. Ancak bu esasların müşterek kabul olunması her iki partinin de bu esaslardan aynı şeyleri anladığı ve partilerinde aynı olduğu anlamına gelmeyeceği gerçeği ortadadır’’ Menderesin Altı İlkenin prensiplerine bakış açısı önemlidir Cumhuriyetçiliği tarif ederken’’Cumhuriyet sadece bir hükümet kalıbı veya şeklinden ibaret değildir. Halkın gerçekten iktidar olduğu bir şekli yönetimdir’’diyordu. Cumhuriyetin ancak halkın kendi iradesi ile seçtikleri tarafından yönetiliyor olması halinde bir anlamı olduğunu düşünüyordu Menderesin Halkçılık ilkesine bakışı da CHP den farklı idi Ona göre halkçılık halk içinde ayırımcılık yapmamak, halkın oyuna, fikirlerine kıymet vermek gerekirdi Devletin kurduğu hiçbir siyasi oluşum hiçbir kuvvet halkçı olamazdı. Çünkü halkçılık aynı zamanda
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU BİRİM
1950
1960
ELEKTİRİK ÜRETİMİ
Milyon kwst
790
2 815
RAFİNERİ KAPASİTESİ
Bin ton
8
660
PETROL ÜR. TÜKETİMİ
Bin ton
503
1 729
ŞEKER ÜRETİMİ
Bin ton
137
643
ŞEKER FABR. SAYISI
Adet
4
15
ÇİMENTO ÜRETİMİ
Bin ton
396
2 038
ÇİMENTO FABR.SAYISI
Adet
5
14
PAMUKLU KUMAŞ
Milyon metr
130
527
KAĞIT ÜRETİMİ
Bin ton
18
64
ENERJİ NAKİL HATTI
Km
310
4000
EKİLEBİLEN ALAN
Bin hektar
15 542
23 264
TOPLAM TARIM ÜRN
Bin ton
12 200
26 600
ALTIN REZARVİ
Ton
123
134
ASFALT KARAYOLU
Km
1 425
6 880
LİMAN KAPASİTESİ
Bin ton
4 000
11 000
DEMİR YOLU
Km
7 671
7 895
HUBUBAT SİLO KAPASİTESİ
Bin ton
411
1 795
OTOMOBİL
Adet
13 405
45 767
OTOBÜS
Adet
3 755
10 981
KAMYON
Adet
15 400
57 460
TCDD TAŞIMACILIĞI
Bin ton
8 700
14 300
KAMYON TAŞIMACILIĞI
Bin ton
17 000
56 000
HASTANE
Adet
201
566
HASTANE YATAĞI
Adet
18 800
45 800
SAĞLIK MERKEZİ
Adet
16
283
ECZANE
Adet
597
1 194
DOKTOR
Adet
3 020
8 214
HEMŞİRE
Adet
721
2 420
İLK OKUL
Adet
17 428
24 398
ORTA OKUL
Adet
406
745
LİSE
Adet
88
194
MESLEK LİSESİ
Adet
326
530
YÜKSEK OKUL
Adet
34
55
ÜNİVERSİTE
Adet
3
7
halkı devlete de karşı korumak anlamında idi. Menderes Laikliği de din ve vicdan özgürlüğü ilkeleri içinde görüyor. Devletin hiçbir şekilde inançlara ve inananlara karşı ceberut bir davranışta bulunmaması Herkesin istediğine istediği gibi inanma hürriyeti olduğuna devletin tüm inançlara eşit seviyede ve tarafsız kalması gerektiğine inanıyordu. Ve iktidarı boyunca da bu inancına uygun davrandı. Milliyetçilik görüşünde de CHP den farklı düşünceler sahipti. Milliyetçiliği asla ırki manada almıyor Atatürk’ün tarifine uygun, aynı coğrafyada, bir arada
yaşama iradesi göstermiş, dili, dini ,ırkı ne olursa olsun herkesi aynı milletin çocukları sayarken, Millete ait değerlerin savunuculuğunu yapıyordu Menderese göre Türk Sanat Müziğini, Türk Halk Müziğini yasaklayanların milliyetçilikten bahsetmeleri mümkün değildi. Milliyetçilik özünden, kültüründen utanan değil gurur duyan insandı. Gençlerle yaptığı bir sohbette Menderes şöyle diyordu ‘’Milli birliğimiz ve vatanımızın bölünmez bütünlüğünü savunmak, mili çıkarlarımızı her şeyden yukarda tutmak, çok çalışmak milliyetçiliktir. Medeni bir milletin kafatasıyla uğraşması abestir ve dünya bundan çok çekmiştir.’’ ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 285
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Devletçiliği de Menderes CHP den farklı değerlendiriyordu. Uygulanan devletçiliğin ekonomik kalkınmaya engel olduğu düşüncesindeydi. Menderes bir konuşmasında;“Böyle bir devletçilik, siyasî kanaat ve sınıf şuuru ile değil, ancak bir takım ekonomik ve maddi bağlarla iktidar etrafında toplanan bir zümrenin tatbikine yarayacak bir sürü müdahalelerin ortaya çıkardığı kötü bir sistemden başka bir şey değildir.’’Diyerek devletin kontrolündeki bir sosyal ve iktisadi hayatın gelişimini mümkün görmüyor hür teşebbüsün önünü açmanın zaruretlerinden bahsediyordu. Sanayideki katı devletçi uygulamaları da bir konuşmasında şöyle eleştiriyordu “Devlet fabrikalarının lehine olarak memleket mahsulleri dış piyasalardan daha aşağı satın alınmış ve bu fabrikaların mamullerinin ise dış piyasalardan birkaç misli pahalı olarak tüketiciye satılmak gibi bir yolda yürünülmektedir. Adana’da pamuk yetiştirdiği halde sırtına giyecek pamuklusu olmadığından şikâyet eden bir çiftçinin yerden göğe kadar hakkı vardır. Bu suretle hizmet maksadı ile her yapılan fabrika, memleketi adeta haraca kesen bir müessese oluyor Bırakınız bunları millet yapsın” Menderes karşıtlarının söylediklerinin aksine Menderes asla devrimciliğin karşısında biri değildi. Çünkü devrimcilik asla durdurulamaz bir gelişimin adı idi Ona inkılâpçılık diyor Milli Şef döneminde inkılâpçılığın durduğunu ve hatta sadece mazinin hatırlanması ile yetinilen bir muhafazakârlığa dönüştüğünü işaret ediyordu. Menderes, inkılâpçılığı, çağdaş dünyanın şartlarına uygun, dinamik, sürekli, değişime, gelişime ve her türlü yeniliğe açık ve gücünü halktan alan politikalar uygulanması şeklinde anlamakta, İnkılâbın devamını milli iradenin hâkim kılınması ile mümkün olacağına inanmaktaydı. Dolayısı ile Menderes Altı İlkeyi kendi yorumlamasıyla demokrasiye ters görmüyordu Menderese göre demokrasinin olmazsa olmazı çok partili hayat, adil seçimler kadar fikir ve vicdan özgürlüğü idi. Bir yazısında şöyle yazmaktadır ‘’Bir memlekette demokrasi vardır diyebilmek için, bu hürriyetlerin her türlü tehditten masun bulunması şarttır. Bu hürriyetlerin tehdit altında bulunması veya bulunabileceği korkusunun kalplerde hâkim olması, kanunlarda yazılı olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamış olmasının şaşmaz delilidir” Hak ve hürriyetlerden neler anladığını da şu örneklerle anlatmaktadır.“Vatandaş dilediği partiye giremez veya girdiğinde bir sürü baskıya veya tazyike uğrarsa, vatandaş, polis tarafından hiçbir sebep göstermeye hacet kalmaksızın günlerce nezaret altına alınabilirse, idarenin emriyle jandarma, köylüyü istediği gibi kullanırsa, reyini vicdanının emrine göre kullandığı için karakoldan karakola, nahiye müdüründen kaymakama, valiye sürüklenirse, tartaklanır, hapsolunursa veya gaz alamaz, basma alamaz, çay alamazsa, nihayet Türk köylüsü bugün olduğu gibi yurdun hemen her tarafında kendi muhtarını seçemezse, böyle bir memlekette 286 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
vatandaş hak ve hürriyetleri asla sağlama bağlanmış sayılamaz ve demokrasi tesis edilemez” Menderes kuvvetler ayrılığı prensibini savunuyor, “Yıkmaya çalıştığımız diktatörlük, Anayasanın kuvvetler beraberliği prensibine dayanmasından ileri gelmiştir. Meclis, bu prensibe göre, milletin tam kendisidir. Yasama, yürütme ve yargı kendisindedir Böyle bir hukuki yapı içerisinde diktatörlükten başka bir rejimin yaşaması mümkün olunmamaktadır.’’ diyerek tek parti döneminin adalet anlayışını eleştiriyordu ona göre yasama yürütme ve yargı bağımsızlığı da demokrasinin teminatlarından birisi idi Menderese göre demokrasi sadece anayasalarla, yasalarla tesis edilemezdi yönetenlerin ruhen ve fikrende demokrasiye yatkın olmaları gerektiğini sık sık tekrarlıyordu. İnsanların seçme halkının doğuştan gelen insan hakları kadar kutsal olduğuna inanan Menderes İstanbul Bakırköy’de yaptığı konuşmasında halka şöyle sesleniyordu “ Partimizin milletçe benimsenmiş olmasını, Halk Partisi yanlış anlamaktadır. Onlar, zannediyorlar ki, sadece uzun zaman iktidarda kalmış olmak ve geçen harp senelerinin yarattığı sıkıntılarda tabi olarak halkımızın mustarip olması, kendilerine tevcih edilen memnuniyetsizliğin sebeplerini teşkil eder. Hâlbuki hakikat böyle değildir. Harbin yarattığı sıkıntılar olmasa, uzun iktidar yıllarının yığdığı memnuniyetsizliklerin tesiri bulunmasa dahi, Türk milletinin Halk partisine sevgi ve güveni gene olmazdı. Çünkü Halk partisi, vatandaşın siyasî haklarının üzerine oturmuştur. Bunları, millete iade etmedikçe itibar ve sevgisinin kendisine avdetine imkân yoktur’’ Menderes cahil ve fakir bir toplumda tam demokrasinin uygulanmasının mümkün olmadığını biliyor İktidarı boyunca eğitime olağan üstü önem veriyor. Kalkınmayı toplumun en fakir kesimi olan köy ve köylüden başlayarak Destansı bir kalkınma ve yatırım hamlesi başlatıyordu Tablodaki istatistikler incelendiğinde Menderes döneminin farkı ve üstünlüğü apaçık görülmektedir. Sonu darağacına giden uzun zahmetli ve engellerle dolu bu Demokrasi mücadelesi Türk Milletinin kalbinde Menderes Destanı olarak yaşamaya devam etmektedir. Menderes mirasının gerçek sahiplerinin o gün olduğu gibi bu gün de demokrasi, hürriyet ve hukuk talepleri devam etmektedir. Hukuksuzluğun antidemokratik uygulamaların her geçen gün daha da artığı Türkiye’mizde derdimiz hürriyet, derdimiz demokrasi diyenlerle, adalet arayanların, Büyük Türkiye idealini yeniden başlatmak için çalışanların çabaları asla boşa bitmeyecektir. Bu şerefli davanın takipçileri, kurucularından aldığı ilham ve donanımla haklı mücadelelerine bu günde aynı inanç ve kararlılıkla devam etmektedir. Bu doğru ve haklı mücadelenin sonunda demokrasi yeniden kazanacak Türk Milleti yeniden hür yaşayacaktır.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRATLAR IÇIN BIR BAŞUCU NUTKU: DÖRT HÜRRIYET Yalçın TAZE İşadamı
Franklin Delano Roosevelt Amerika’nın 32. Devlet başkanı. Muhtemelen de Amerika’nın en sıkıntılı dönemlerinde ülkenin başında olmuş olduğu için Amerikan tarihi için yeri bir ayrı. 1929 Ekonomik Buhranı’ndan kısa bir süre sonra –ki buhranın en derin şekilde hissedildiği bir dönemde- göreve başlayıp, kendisinden sonra gelen kadronun insanlığa bıraktığı en büyük utanç (Hiroşima ve Nagazaki) düşünülüğünde “keşke ölmeseydi” denilen ve belki de en sevilen ABD Başkanı. Elbette sadece buhran sonrası uyguladığı politikalara bakarak dahi dehası anlaşılabilir. Ancak demokrasi fikrine inanmış bireyler için Roosevelt’in başka bir yeri vardır. 6 Ocak 1941 tarihinde Amerikan Kongresi’ne hitaben yaptığı konuşmada hürriyet üzerine ettiği sözler, bugün “demokratlara öğüt” niteliğindedir. Türk Demokratları, 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği 31 Ekim 1989'da yapamadığı (Kenan Evren’in, Anayasa uyarınca 7 yıllık süresinin 9 Kasım 1989 tarihinde dolması nedeniyle) gecikme ile 9 Kasım 1989’da gerçekleştirdiği konuşması sayesinde “dört hürriyet”e “bir parça” aşinalar. Bir parça dememin sebebi bölük pörçük hatırlandığından değil! Bilakis kimisinin mıh gibi aklında olduğundan eminim, ancak bir madde eksik olması nedeniyle böyle söyledim. Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, meclise teşekkür mahiyetinde yaptığı konuşmasında; “düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti”nden bahsetmişti. Yani Roosevelt’in “korkudan kurtulma hürriyeti” Özal’ın “hürriyet listesi”nde değildi. Bunun nedenini değişik şekillerde açıklamak mümkün. Roosevelt Kongre’ye yaptığı konuşmasına; “Siz Yetmiş Yedinci Kongre üyelerine, Birliğin tarihinde eşi görüşmemiş bir zamanda hitap ediyorum. “Eşi görülmemiş” sözünü kullandım, çünkü Amerika’nın güvenliği daha önce hiç bu kadar ciddi bir şekilde tehdit edilmemiştir…” diyerek ve II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı tehlikeyi işaret ederek başlamıştı. Bu bakımdan birazdan mahiyetini açıklayacağım “korkudan kurtulma hürriyeti” Rossevelt’in listesine girmişti. Ancak Özal’ın konuşma yaptığı dönemde bu derece bir tehlikenin olmaması bu maddenin listeye alınmamasına sebep olmuş olabilir. Belki de Özal “intihal” yapmak istemedi. Elbette tek fark eksik madde değil. Bunun yanında kavramlara verilen isimler ve yüklenen anlamlar da bir
miktar farklı. Örneğin içeriği benzerlik gösterse de ilk madde Rossevelt’in konuşmasında “konuşma ve ifade hürriyeti” iken Özal’ın konuşmasında “düşünce hürriyeti” Bu fark yalnız isimlendirmede mi yoksa uygulama ve inançta da fark var mı bu oldukça uzun ve kapsamlı bir inceleme gerektirir. Bu yazı için bu farkı bilmek yeterlidir kanımca. Ne olursa olsun iki açıklama da Türk Demokratları için başucu nutku, adeta bir “olmazsa olmazlar” listesi. Türkiye’de demokrasinin gelişim sürecinde demokrasiye dair “var” diyebilmek için bu hürriyetlerin yaşamsallığı son derece önemli. Gelelim “dört hürriyet”e; Rossevelt’in liste sırasına göre ilk hürriyet “ifade hürriyeti” Literatürde, düşünce ile birlikte anılan ifade hürriyeti, mesele “hürriyet” olduğunda tek olarak ele alınmaktadır. Bunun sebebi, baskı guruplarının müdahale etseler de düşünmeye engel olamayacağı ancak ifadenin, “hürriyet” olarak nitelenebilecek derecede engelle karşılaşabileceğidir. Bir kavramın hürriyet ile bağı, o kavrama karşı duyulan “engelleme” isteği ile doğru orantılıdır. İfade hürriyetinin temeli bir fikre sahip olmaktır. Her birey, herhangi bir konuda bir fikre sahip olabilecekADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 287
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ken, bu fikri dile getirmediği sürece fikre sahip olmanın önemsiz olacağının bilincinde olmalıdır. İfade hürriyeti, bireyin serbest bir biçimde her türlü bilgi ve fikirleri engel ve sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat veyahut da dilediği bir başka yöntem/araçla öğrenme, alma ve verme hakkıdır. İfade Hürriyeti, bir başkasının hürriyetini baskı altına almadığı, toplumsal huzur ve dayanışmayı bozmadığı ve şiddeti teşvik etmediği ölçüde kullanılmalıdır. İfade hürriyeti, her alanda gelişmeyi ve zenginliği çağrıştırır. Bu bakımdan devletin yasaklamaktan ziyade dinleyen ve hayata geçiren olabilmesi, zenginliği arttıracak, toplumsal mutabakata eşlik edecektir. Bireysel manada kullanılabilecek bu hürriyet, toplumun kutuplaşmasının da önünü kesecektir. Devletin ya da sistemin makul gördüğü “ifade”ler haricinde bir ifadenin ortaya çıkmaması, bir takım radikal eğilimlerin, ayrılıkçı hareketlerin yeşermesine, dahası ifade edilmeyen düşünceler, bugünün tabi ile “marjinal”liğe sebebiyet verecektir. Devlet toplumsal ya da siyasal güvenlik kaygısı ile ifadenin açıklanmasına engel olurken bir baskı yaratmakta ve nihayetinde bu baskının altında kalmaktadır. Bunun yanında fikrini ifade edemeyen bireylerle dolu bir toplum, önyargıların yaşandığı ve “septik” yaklaşımların arttığı, bireysel ilişkilerin korkularla şekillendiği bir hayatı beraberinde getirecektir. Listenin ikinci maddesi Roosevelt’in tanımlamasına göre “dünyanın her yerinde her kişinin Tanrısı’na kendi istediği biçimde ibadet etme hürriyeti“ daha geniş kullanımı ile İnanç Hürriyeti’dir. İnanç hürriyeti, ifade hürriyeti olarak adlandırdığımız ve fakat genel kullanımı itibariyle “düşünce ve İfade hürriyeti” olan hürriyetle karakteristik bir benzerliğe sahiptir. İfade hürriyeti, ifade edilebilecek bir fikrin, düşüncenin olmasını ön şart kabul eder. Bu fikrin öğrenilmesi, öğretilmesi, duyurulması kısaca ifade edilmesi de İfade Hürriyeti’dir, düşündüğünü ifade etme hürriyetidir. İnanç Hürriyeti konusunda da temel olan, inancın düşünsel olduğu, ifade ediliş biçimi olarak adlandıracağımız “ibadet”in ise bir eylem olduğudur. Dolayısıyla inanca değil inancın ifadesine, vicdanın dışa vurumuna yapılan müdahale bu hürriyetin konusudur. İnanç kavramının “hürriyeti”nden bahsedilirken, inancın değişik şekillerde müdahale ile karşılaşacağı, bu ihtimalin, inancın yapısı gereği var olduğunu bilinmelidir. Müdahale her zaman “eylem”e yönelik, yani ibadete yönelik değil, düşünce aşamasındayken de yaşanır. Bu bakımdan yaşanan en ciddi müdahale dini ve vicdani meselelerin siyasete ve sisteme dahil edilmesi, çıkar amaçlı kullanılması, sistemin ve/veya toplumun yönetimi sırasında bir araç haline getirilebildiği gerçeğidir. Devlet, bireylerin dini kimliklerini hür bir biçimde ortaya koyabilecekleri idari ve kanuni tedbirler almalı, 288 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
inanç bağlamındaki farklılıkları, asırlardır öğrendiği biçimde zenginlik olarak algılamalı, bireylerin inançlarını ifade etmek yönünde duydukları ihtiyaçları karşılamalıdır. Din veya inancını açıklama hürriyeti, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla, temel hak ve hürriyetlerden ve demokrasi bilincinden ödün vermeden zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilmelidir. Listenin üçüncü maddesi Roosevelt’in tanımına göre “fukaralıktan kurtulma hürriyeti” Özal’a göre “teşebbüs hürriyeti” ve bugün bizlerin daha çok kullandığı hali ile Girişim Hürriyeti’dir Bu hürriyet, ekonomi başta olmak üzere, toplumsal hayatın birçok alanında girişimde bulunmak isteyen bireyin önüne engel çıkarılmamasını, daha da ötesinde girişimciliğinin madden ve manen arttırılması için sistemin bu yönde yapacağı teşvikleri kapsamaktadır. Girişim Hürriyeti, bireylerin “yoksulluktan kurtulma” hürriyetidir. Bu hürriyetin hedefi, bireyin öncelikle sağlık ve barış içinde yaşaması amacıyla ekonomik imkanlarla buluşturulması, yoksulluktan kurtulması için girişimde bulunmasına imkan tanınmasıdır. Girişim Hürriyeti, üretim için gerekli imkânlara bireysel manada sahip olan kimseye, üretimi için imkânların sağlanmasını, bu suretle bireyi yoksulluğa düşmekten uzak kılacak bir gelire ulaşmasını hedefler. Devletin garanti edeceği girişim hürriyeti, imkanların, yalnız üretimin sağlanmasına yönelik olarak değil, bireyin karşısına çıkacak ya da çıkması muhtemel olağan üstü durumlarda, bireyin içinden çıkamayacağı ekonomik zorluklarda kalmasına engel olacak düzenlemelerin sağlanmasıdır. Ayrıca bu hürriyet, belirli ehliyetlerin oluşmaması ya da bu ehliyetlerden mahrum kalınması durumunda üretim imkanlarına ulaşamayan bireylerin iktisaden korunmasını da ifade eder. Roosevelt’in andığı ve Özal’ın listesinde bulunmayan dördüncü hürriyet ise “Korkudan kurtulma hürriyeti”dir Korkudan Kurtulma Hürriyeti ilk olarak, girişim hürriyeti sistem tarafından emniyet altına alınan bireyin, ekonomik imkânlarından mahrum kalma korkusundan kurtulmasını da hedefe alır. Birey, bu hürriyet bağlamında, sosyal hayatın her alanında kamu otoritesinin “baskı”sından emin olabilecektir. Korkudan Kurtulma hürriyeti, bireyi/halkı/vatandaşı, yaşı, konumu, cinsiyeti, makam ve mevkisi ne olursa olsun iktisadi imkanlardan aynı şartlarda ve eşit haklarda faydalanmasını, herhangi bir ayrım olmaksızın ulaşmasını ifade eder. Bireyin, iktisadi imkanlar da dahil olmak üzere, cinsiyete, yaşa ve toplumun ya da sistemin belirlediği “sınıf ”sal farklılığa bakmaksızın ve korku duymaksızın imkanlara ulaşabilmesi gerekmektedir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bireyin yüklendiği ya da benimsediği görev ve yetki ne olursa olsun, bu görev ve yetkinin özelliği nedeniyle kanunlar istisna olmak üzere, hiçbir baskı ve müdahaleye uğramayacağını bilerek hayatına devam etmesi gerekmektedir. Bu hürriyet uyarınca bireyin hukuk sisteminin izin verdiği ölçüde, ekonomik, kültürel, siyasal, dini ya da mesleki oluşumlara, sistemin ve siyasi otoritenin baskı ve yönlendirmesi olmadan, kendinden, görevinden, imkânlarından “emin” olarak dâhil olabilmesi, ayrılabilmesi, çalışabilmesi ve herhangi bir baskı ya da müdahale ortaya çıktığında kanunen hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın hakkının devlet nezdinde garanti altına alınmış olması gerekmektedir. Birey yalnız yaşadığı toplum ve aidiyetinde olduğu devlet odaklı ortaya çıkabileceklere karşı duyduğu korkulardan değil, diğer toplumların, devletlerin ve ülke içi ya da dışı, başkaca baskı guruplarının sebep olduğu/olacağı korkulardan da kurtulmalıdır. Yaşadığı devlet ve toplum odaklı korkularından arınan birey, dışarıdan ve/veya içerinden gelecek “yabancı” odaklı tehdite karşı devleti tarafından muhafaza edilir-
ken aslolan bu tehdidin ortadan kalkmasını sağlamaktır. Roosevelt bu konuşmayı yaptıktan sadece 11 ay sonra Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın, Pearl Harbor saldırısı sonrası II. Dünya Savaşı’na katıldı. Aslına bakılırsa bu saldırı sonrası savaş tam anlamı ile bir “Dünya Savaşı” halini aldı. Savaşa katılana kadar son ilkenin vahameti anlaşılamadı. Ya da daha doğru bir ifade ile bu son ilkenin “dış tehdit” boyutu. Tüm bu ilkeler kuşkusuz birbiri ile ilintili. Zira her biri bir diğerinin teminatı niteliğinde. Bu açıdan bakıldığında muhakkak ki eksikleri olsa da bu ilkeler de demokrasinin teminatı. Bitirmeden bir hatırlatma; Bu son hürriyetin, korkudan kurtulma hürriyetinin Özal’ın listesinde bulamamış olmamızın sebebi, hürriyetin içeriği incelenince ortaya çıkıyor. Türkiye topraklarında hikmet-i hükümet bu hürriyete “Yurtta sulh Cihanda sulh” diyor. Atatürk’ün haleflerinden biri olarak Özal da muhtemelen bu bilinçle bu hürriyeti listesine alma gereği duymamıştı.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 289
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ATATÜRK, BAYAR, MENDERES VE DEMİREL ÇİZGİSİ MUASIR MEDENİYET VE MİLLİ YAPININ BİLEŞKESİ Ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk aydınlanmasının kilometre taşlarını oluşturan büyük devrimleri ışığında toplumsal ve ekonomik kalkınma savaşı başladı. Bir başka ifadeyle Türk insanının milli yapısı ile muasır medeniyetin oluşturduğu bileşke genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi, temel düşüncesi haline geldi. Bu dönemde Bayar, Atatürk’ün en yakınındaki kişilerden biri, ekonomiyi emanet ettiği İş bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Son Başbakanı idi. Milli Yapı ve Muasır Medeniyet Bileşkesi:
Mete İzzet ÖZCANOĞLU Kemalist Atılım Birliği Genel Başkanı
Türk İstiklal Savaşı Dünya Tarihinde Bir İlk … Tarih boyunca Türk Milleti üzerinde değişik senaryolar uygulamaya kondu. Her senaryonun hedefi değişmiyor, sadece aktörleri ve yerli işbirlikçileri değişiyordu. Hedef, Türk varlığını bu coğrafyadan silmekti. Son ve tehlikeli senaryo 1. Dünya Savaşı sonrası “Sevr” adlı olanı idi. Bu senaryo, Mustafa Kemal adında bir askerin ve liderin başlattığı Türk İstiklal Savaşı ile akamete uğratılacak ve emperyalizm “geldiği gibi gidecekti…” Öyle oldu, emperyalizm Anadolu topraklarından geldiği gibi gitti. Bu öyle bir savaştı ki; bir milleti tarih sahnesinden silmeye yönelik ölümcül saldırıya, o millet yaşama azmi ile karşı koydu. Bu öyle bir savaştı ki; dünyanın mazlum milletlerine istiklalin nefes almak kadar yaşamsal olduğunu gösterdi. Bu öyle bir savaştı ki; toplumların birlik ve beraberlik içinde olabilirlerse “yedi düveli” yenebileceklerini gösterdi ve mazlumların kendilerine güvenmelerini sağladı. Sonuç olarak Türk İstiklal Savaşı dünya tarihine bir ilk olarak kaydedildi… Celal Bayar bu kutsal harbin Kuvayi Milliye komutanı, Galip Hocası idi 290 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Atatürk’ü kaybedişimizden ve peşinden gelen 2’nci Büyük Savaştan sonra Dünya yeni bir döneme girdi. 1946’da Mustafa Kemal Atatürk’ün formüle ettiği temel felsefe, demokratik rejime geçerken bu kez yine Bayar’ın liderliğinde yeniden yapılandırıldı. Demokrat Parti felsefesi milli ve manevi değerlere saygıyı, ekonomi ve bilim temelinde kalkınmayı esas aldı. 1946-1960 arası dünyanın yeniden kuruluşuna sahne olurken genç Türkiye Cumhuriyeti açısından demokrasinin yerleştirilmeye çalışıldığı, milli hassasiyetlerin korunarak uluslararası gelişmelerin takip edildiği dönem oldu. O dönem, etnik ve dini ayrım gözetilmeksizin Mustafa Kemal’in çizdiği yol haritasına uyulan bir dönemdi. Demokrat Parti’nin en önemli varlık sebebi ise, Celal Bayar’ın Atatürk İçin söylediği, “seni sevmek milli bir ibadettir” cümlesi ile formüle edilmişti. Celal Bayar’ın Atatürk’ün mirasını gelecek nesillere aktarma misyonu olan “Milli Yapı ve Muasır Medeniyet bileşkesi,” süreç içinde çok önemli görevler üstlendi. Bu misyon Adnan Menderes, Süleyman Demirel gibi liderlerle sürdürüldü. Süleyman Demirel konu ile ilgili bir yazısında şöyle demektedir; “Türkiye’nin birlik ve beraberliğini, kardeşliğini, millet iradesi üstünlüğünü, hukuk üstünlüğünü, sosyal devleti, kalkınmışlığı, imar ve inşayı, hürriyeti, adaleti, eşitliği Demokratik Cumhuriyeti, çağdaşlığı, laikliği, din ve vicdan hürriyetini, Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e ve demokrasiye sahip çıkarak savunmak…” Ve ne yazıktır ki sonraki dönemde bu miras kesintiye uğradı Bu çizgiyi besleyen damarlar kesildi. Ancak bir gerçek, özellikle bugün çok net olarak ortaya çıktı. Her ne kadar sahipsiz bırakılsa da, yaşam damarları kesilse de bu felsefe yaşamaya devam etti. Çok daha önemlisi, bugün Türkiye’ de ve bölgemizdeki son gelişmeler ışığında “Tek çözüm” olduğunu ispat etti.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Atatürk-Bayar ikilisinin şahsında vücut bulan, Menderes ve Demirel tarafından sürdürülen çizgi, yani “Milli yapı ve muasır medeniyet bileşkesi” tek çaredir. Atatürk, Bayar, Menderes ve Demirel Çizgisi: Bu çizginin temsil ettiği düşüncede Türk-Kürt, Alevi Sünni veya bir başka isim altında ayrışma yoktur. Türkiye Cumhuriyeti bir bütün olarak kabul edilir, bu toprakları vatan yapan ve etnik-dini kökenlerine bakmaksızın, kefensiz toprağa düşen kınalı kuzuların yüzü suyu hürmetine bu toprakların üzerinde yaşayanlar bu devletin eşit vatandaşları olarak görülür. Bu çizgide felsefesinde Atatürk ve İslam birbirinin alternatifi değil, birbirini tamamlayan unsurdur. Bu fikrin gücü, İstiklal Savaşı’nda Türk’ünü de Kürt’ünü de, Müslüman’ını da gayrimüslimini de tek bir ideal etrafında toplamayı başaran Atatürk’ten kaynaklanmaktadır. Bu ideal; emperyalizme karşı vatan aşkıdır. Bu ideal; Müslüman kimliğini koruyarak laik, çağdaş birey olabilme ilkesidir. Bu ideal; Türkiye’ye sömürge anlayışı ile yaklaşan dönemin Dünya Bankası Türkiye temsilcisini ülkeden kovabilme iradesidir. Bütün ülkeyi bir baştan bir başa barajlarla, dumanı tüten fabrikalarla, altın başaklı tarlalarla, rafinerilerle, limanlarla donatma sevdasıdır
Bu ideal; Kıbrıs’taki Türkler’in haklarını koruyan anlaşmayı yaparak 1974’e imkan sağlayan milli duruştur. Bu ideal; o dönemin şartları gereği NATO’ya girerken milli menfaatler gereği Avrasya politikalarını da geliştirme öngörüsüdür. Bu ideal; Atatürk’ün çizdiği yol haritasında ilerleyerek, laik, demokratik yapısını koruyarak bölgesinde model ülke olabilme başarısıdır. SONUÇ: Bugün bu çizgiyi besleyen damarların yeniden açılması gerekmektedir.. Bu toprakların genlerinde yeralan “hoşgörü, anlayış” kavramlarını yeniden hakim kılmak, “sabah namazı için sabahın köründe camiye gitmek için evinden çıkan ile sabahın köründe evine gitmek üzere meyhaneden çıkanın sokakta selamlaşacağı hoşgörü iklimini” yaratabilmektir. Laik, demokratik, kalkınmış, yurtta ve dünyada barış ilkesi ilkesini hayata geçirmiş, mutlu ve huzurlu yurttaşları olmaktan kıvanç duyacağımız bir ülkeyi yeniden hayata geçirebilmektir. Atatürk-Bayar felsefesinin bugünün şartlarına uyarlanarak yeniden hakim kılınması sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti için değil, dünyanın mazlum milletleri, İslam alemi ve İslam dini açısından da yaşamsal önem taşımaktadır.
"İstanbul Sevdalısı Şehid Başvekilimizi yadeden İstanbul Büyükşehir Belediyemizi Muhterem Ağabeyimiz Kadir Topbaş'ın şahsında tebrik ederiz." Adnan Menderes Demokrasi Platformu ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 291
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
BEYAZ DEVRIM VE BÜYÜK DEVRIMCI ADNAN MENDERES Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Hükümeti kurmakla DP Aydın Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi. Aynı gün Menderes kendisinin ilk Türkiye Cumhuriyeti’nin 19.hükümetini kurdu. 2 Haziran’da meclisten güvenoyu aldı. 9 Haziran 1950’de DP Genel İdare Kurulu Adnan Menderes’i genel başkanlığa seçti. Dünyada belki çok nadir görülen bir olay gerçekleşmişti. Uzun yıllar boyu ülkeyi kendi otoritesi ile yöneten iktidar, tamamen serbest, hür, kansız ve hilesiz bir seçim ile yerini bir başka partiye bırakmıştı. Bu yüzden 1950 seçimleri tarihimizde “Beyaz Devrim” olarak adlandırılmıştı. Devrimci Menderes
Efe Mert ÜNAL Akdeniz Üniversitesi Gazetecilik Öğrencisi
Devrim ya da devrimci denilince akla ilk gelen Che Guevara, Deniz Gezmiş, Fidel Castro gibi isimler olmaktadır. Peki “devrim” bu kadar kısıtlı, “devrimci” bu kadar basit bir olgu mudur? “Devrim” kavramı solun tekelinde midir? Devrim, inkılâp ya da ihtilâl, bir durumdan başka bir duruma geçiş, evrim, dönüşüm manasına gelir. Toplumsal değişimlerin insan iradesiyle hızlandırılması devrimleri oluşturur. Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli bir şekilde gerçekleşir. Devrimin evrensel tanımlaması budur. Beyaz Devrim 14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler Türkiye’de 27 yıllık tek parti devrini sona erdirdi. 1923’ten beridir tek başına ülkeyi idare eden Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı halkoyu ile Demokrat Parti’ye devredecekti. Seçim sonuçlarına göre DP %52.7 oy alarak 408 milletvekilliği kazanmıştı. CHP %39.4 ile 69 milletvekili ile temsil edilme hakkı kazandı. Millet Partisi 1, bağımsızlar 9 milletvekiline sahip oldular. Mustafa Kemal’den sonra 11,5 yıldır cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan İsmet İnönü artık ana muhalefet lideriydi. 22 Mayıs 1950 günü TBMM açıldı. Refik Koraltan başkanlığa seçildi. Ardından yapılan Cumhurbaşkanlığı oylamasında DP Genel Başkanı, İzmir milletvekili Celâl Bayar 453 milletvekilinin katıldığı oylamada 387 oy alarak Türkiye 292 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Millettin Demirkıratı ezici bir üstünlükle iktidarı 27 yıllık tek parti diktatörlüğünden alıyor ve halkın iktidarı başlıyordu. Başbakan Adnan Menderes devrimci icraatlarına 1932 yılından beri inananları rahatsız eden, Türkçe okunan Ezanı aslına çevirmekle başlıyor ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “bu son icraatınız olabilir.” uyarısına rağmen; “Başvekil olarak tek icraatım da olsa Ezanın Arapça okunmasını sağlayacağım.” karşılığını veriyordu. Din ve vicdan hürriyeti adı altında millettin inancını manipüle edenlere en güzel cevabı veren Menderes’in devrimci icraatları bununla sınırlı kalmadı. Radyolarda dini yayın ve mevlit yayınlanması yasağını kaldıran Menderes, günümüzde de varlığını sürdüren yasakçı zihniyetin baş hedefi haline gelmeyi göze alacak kadar cesur bir liderdi. Vatandaşların, dinlerini gereği gibi yaşamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’an derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlanmıştı. CHP’nin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camilere tamir yardımı yapılmıştı. İmam Hatip Okulu sayısı 19’a çıkarılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştı. Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini özgürlük devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı. Bu kurtuluşun, bu kalkınmanın toplum tabanındaki ifadesi, mahsulün para etmeye başlamasıydı. Fakir halk kitlelerinin de üstüne giyecek, çocuğuna giydirecek bir şeyler bulmaya başlamasıydı. Ormancı korkusunun, hacizli, kırbaçlı, jandarmalı vergi tahsilatının sona ermesiydi. Senelerce aç kalan, devlete vergi yetiştirmekten kendisine parası kalmayan milyonların cebinin para görmesiydi. Elektrikti, suydu, yoldu, fabrikaydı… Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözleri kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, Demokrat Parti’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar devrimi yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar yapılıyordu. Barajlar, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmişti. Adnan Menderes 27 yıllık tek parti iktidarının milletin zararına olan tüm icraatlarına bir nevi panzehir olan devrimleriyle milletin adamı olmuştu. Günümüzü Aydınlatan Devrimci Menderes Adnan Menderes’in Müslüman devrimci duruşunu hazmedemeyen cuntacı zihniyet 27 Mayıs 1960’da milletin iradesine el koyuyor ve 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı sona eriyordu ya da cuntacı zihniyet öyle zannediyordu.
Bu büyük davanın ismini ve liderini yok ettiğini sanan cuntacı zihniyetin unuttuğu bir şey vardı. Bu ülkede her zaman milletin iradesi tecelli ederdi ve edecekti. 17 Eylül 1961 günü şehadete yürürken bu dava onunla birlikte bitmiyordu. Adnan Menderes’in yolu nice liderlere bir ışık olacaktı. Ardından kurulan partiler de bu çizgide devrimci icraatlara devam edecekti. Adalet Partisi Süleyman Demirel, Anavatan Partisi Turgut Özal, Adalet ve Kalkınma Partisi de Recep Tayyip Erdoğan ile Adnan Menderes’in devrim yolunda ilerleme gayreti içinde olacaktı. Başarmış ya da başaramamış olmaları aziz milletin takdiridir. Ancak bilinmesi gereken şudur ki; milli irade tecelli ettiği sürece bu devrimci duruştan taviz verilmeyecek ve Adnan Menderes ve devrimleri her dönemde yaşamaya devam edecektir.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 293
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
DEMOKRASIYE İLK ADIM
Nurbanu EKEN Admender Kayseri Gençlik Komisyonu Başkanı
Türkiye'nin 1945'lerde ekonomik durumu hiç de parlak değildi. Bu da yöneticilerimizi başta ABD olmak üzere batılı demokrasilerin 'anlayış'ına muhtaç kılıyordu. Böyle bir küresel ortamda özellikle 'hür dünya' devletlerinden yardım bekleyen Türkiye'nin önce içeride bir takım düzenlemelere gitmesi kaçınılmazdı. Demokrasiye geçişte milli şef İnönü'nün 'katkıları' olmuştur diyenler bunda yanılmaktadırlar. Milli şef olsa olsa 'devredışı' kalmamak için araziye uymuştur. Esasen İnönü'nün ne formasyonu ne de önceki görev tarzı O'nun samimi bir demokrat olması elverişliydi. CHP Milletvekilleri Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes 7 Haziran 1945'te 'Dörtlü Takrir'i vermişlerdir. CHP grubuna verilen bu önergede milli hakimiyet ilkesinin tam olarak uygulanması, parti çalışmalarının demokratikleştirilmesi istenmekteydi. Sonrasında ise herkesin beklediği sonuçlar ortaya çıkmıştır. 21 Eylül'de Menderes ve Köprülü CHP'den ihraç edilmişlerdir. 28 Eylül'de Bayar Milletvekilliğinden istifa etmiş, 3 Aralık'ta da CHP'den istifa etmiştir. 1946'nın 7 Ocak günü de Demokrat Parti resmen kurulmuştur. 21 Temmuz 1946'da yapılan meşhur seçimde oylar açıktan atılıp, gizlice sayılmış ve bu trajikomik seçimde CHP kendisine 395 vekil verirken DP'ye ise sadece 66 vekillik lütfediyordu. 294 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Bu arada Demokrat Parti 7-11 Ocak 1947'de yaptığı büyük kongresinde 'Hürriyet misakı'nı karar altına almıştır. Buna göre 'antidemokratik kanunların kaldırılması, seçimlerin yargı denetiminde yapılması, Cumhurbaşkanlığı ile Parti Başkanlarının ayrılması' isteniyordu. Takip eden süreçte 16 Şubat 1950'de tek dereceli, genel ve gizli oy, açık tasnif ile adli teminat esasları getiren seçim kanunu kabul edilmiştir. Bu gelişmelerin sonucunda 14 Mayıs 1950'de yapılan genel seçimleri Demokrat Parti 408 milletvekili kazanıyordu. Milletimiz CHP'ye ise 69 milletvekilliğini yeterli görmüştür. 22 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, Hükümet kurma görevini Adnan Menderes'e vermiştir. Menderes aynı gün 1. kabinesini ilan etmiştir. Böylece Cumhuriyet Türkiyesi ilk demokratik, barışçı iktidar değişikliğini kuruluşundan 27 yıl sonra gerçekleştirmiş olmaktaydı. 14 Mayıs 1950 Türkiye'deki resmi ve şekli Cumhuriyetin gerçek bir Cumhuriyete dönüşmesinin de adıdır. Millet eline geçen ilk fırsatta kendi kaderine ağırlığını koymuştur. 27 Mayıs 1960 ise milletin meşru Hükümeti'nin 'kuvvet' yoluyla iktidardan uzaklaştırılması demektir. Demokrat Parti'nin lider kadrosu siyaseten katledildiler. Kısacası 27 Mayıs, 14 Mayıs'ın rövanşıdır ama adil bir rövanş değildir. Çünkü 14 Mayıs rızaya dayanırken 27 Mayıs kuvvete dayanıyor. Türk demokrasisinin miladı olarak kabul edilen 14 Mayıs sayesindedir ki Türk insanı vatandaş konumuna yükselebilmiş, temel hak ve hürriyetlerine kavuşabilmiş, yönetimi idaresi doğrultusunda yönlendirebilir hale gelmiştir. Günümüzden baktığımızda Merhum Menderes'in o devirlerde fedakarlıklara katlandığını daha iyi görüyoruz. Seni unutmayacağız güleç yüzlü Başvekil. Mekanın Cennet olsun. Nurlar içinde yat…
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ETKİNLİKLERİMİZ ADNAN MENDERES ÖZEL PROGRAMLA ANILDI Adnan Menderes Demokrasi Platformu ile Küçükçekmece Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği özel programla Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950’nin yıldönümü münasebetiyle anıldı. 9 Mayıs 2015'te Sefaköy Kültür Merkezinde gerçekleştirilen program “Fotoğraflarla Adnan Menderes” sergimizin açılışıyla başladı. Kokteyli takiben tarafımızca hazırlanan “Menderes’ten Erdoğan’a Milli İrade ve Demokrasi Mücadelesi” belgeseli izlendi. AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’ın verdiği konferanstan sonra, Üstad Necip Fazıl’ın Menderes için yazdığı “O Zeybek” şiiri seslendirildi. Programın sonunda “Demokrasi Çınarı” plaketleri Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır ve Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz'e takdim edildi. Karadeniz ise Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’a çiçek takdim etti. Konuklara Adnan Menderes Demokrasi Platformu dergimizin son sayısı armağan edildi. 14 MAYIS BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır bugünün çok önemli bir tarihin yıl dönümü olduğunu vurgulayarak Rahmetli Demokrasi Şehidimiz Adnan Menderes'in 14 Mayıs’ın her zaman kendisinden sonra da anılmasını istediğini ifade etti. Sözlerini ‘’14 Mayıs 1950’de Türkiye çok partili demokratik bir sisteme geçti. Bir demokrasi devrimi gerçekleşti ve artık ‘’Yeter Söz Milletindir’’ diyerek millet iktidara geldi. Milli irade Türkiye’yi yönetmeye başladı. İşte o yüzden de 14 Mayıs 1950 bu kadar önemlidir ve bu kadar anılmaya değerdir’’ şeklinde sürdürdü.
“RAHMETLE VE MİNNETLE ANIYORUZ” Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz ise ‘’Adnan Menderes’in Demokrasi Şehidi olduğunu çok iyi biliyoruz. Rabbim mekanını Cennet etsin. Mutlaka hepimiz gibi onunda kusurları, hataları, günahları olabilir ancak biz kendisinin mümin olduğuna, dinini, diyanetini peygamberini seven bir Başbakan olduğuna inanıyoruz. Çünkü ortaya koymuş olduğu o mücadele bugün ülkemizin dört bir yanına rahmet yağmuru olarak saçılıyor. Bu belki tek başına basit gibi gözükebilir ama ezanlarımızın korunmasının ülkemizde aslında namusumuzu korumak gibi bir şey olduğunu da lütfen unutmayalım. Kendisini de rahmetle, şükranla, minnetle bir kez daha anıyorum." diye konuştu. “14 MAYIS 1950 AK DEVRİMDİR” Adnan Menderes Demokrasi Platformu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır ise 'Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması' prensibinin bundan 65 yıl önce 14 Mayıs 1950’de sandıktan, milletin hür iradesiyle kansız kavgasız bir şekilde hayata geçirildiğini ifade etti. Sözlerine "Bu demokrat şahlanış, Milli Mücadeleden sonra yaşanmış en muhteşem halk hareketinin siyasi zemini ve adıdır. Bir Ak devrimdir. Demokrasinin doğum günüdür. Bugün yeni kuşaklarımıza Menderes-Erdoğan çizgisinin çok iyi anlatılması zarureti vardır. Ulu Hakan’a, Gazi’ye, Menderes’e yapılanların bugün de Erdoğan’a yapılmak istendiği hepimizin malumudur. Fakat ustalık dönemini yaşayan milletimiz bu çetelere eyvallah etmiyor, etmeyecektir. Aziz Milletimiz her zeminde Menderes’lerin hatırasını yaşatan geleneğe destek vermeye devam edecektir.” şeklinde devam etti. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 295
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Bu QR Kodu Taratarak Menderes’ten Erdoğan’a Milli İrade ve Demokrasi Mücadelesi Belgeselimizi izleyebilirsiniz.
296 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES KAYSERİ'DE ANILDI "Adnan Menderes ve Recep Tayyip Erdoğan Çizgisi ve Demokrasi Mücadelesi" Konferansımız Melikgazi Belediyesi Kültür Salonunda gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın tebrik telgrafının okunmasıyla başlayan program Ak Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır, Ak Parti Kayseri İl Başkanı Hüseyin Cahit Özden, Ak Parti Kadın Kolları ve vatandaşların katılımıyla gerçekleşti. Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır “Adnan Menderes, Turgut Özal’dır, Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu bir çizgidir evet. Allah’a çok şükür ki bizde bu çizgide Recep Tayyip Erdoğan’ın davası altında siyaset yapıyoruz. Kendisi de Türkiye’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak köşke çıkarılmıştır” dedi. Bakır ayrıca “Büyük bir imar hamlesine girmiştir. 3.üncü hava alanı projesi vardır. Bazı mihraplar bu projelere karşı çıkmışlardır. Halbuki bunlar bizim memleketimizin kalkınması için önemli projelerdir. Çünkü artık İstanbul’u iki hava alanı karşılamamaktadır. Türkiye her sene 32 milyon turist geliyor ve bu turistler hava alanlarında perişan oluyor. Dolayısıyla şarttır bir hava alanı daha yapılması. Ancak bazı çevreler buna karşı çıkmışlardır. İşte aynı çevreler 1950’lerde Adnan Menderes İstanbul’da imar hamlesine giriştiği zaman aynı şekilde karşı çıkmışlardır. Adnan Menderes İstanbul’u gezmiş ve böyle olmaz buraya geniş caddeler yapmamız lazım, büyük meydanlar yapmamız lazım Beyazıt’ta, Aksaray’da ve diğer çevrelerde büyük büyük meydanlar yaparak onlara caddeler yapmamız gerekir demiştir. Hemen imara girişmiş büyük caddeler açmış Vatan Caddesi'ni inşa etmiştir. O zaman aynı çevreler Menderes'e de kızmışlardır. Vay bu ne kadar geniş bir cadde siz bu cadde ile ne yapmak istiyorsunuz yoksa bu caddeye uçak mı indireceksiniz diye vatan caddesinin yapımına karşı
çıkmışlardır” şeklinde konuştu. “Adnan Menderes’e Türk milleti ‘Demokrasi Şehidi’ lakabını vermiştir. Hakikaten Adnan Menderes bizim için Demokrasi Şehididir. Çok büyük bir Başvekildir. Ülkenin kalkınmasında çok büyük emekleri vardır. Adnan Menderes Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde bugünlere gelmesinde önemi çok büyüktür. Bu yüzden onu rahmetle anıyoruz. Hayatını tamamen millete hizmete adamıştır. Türkiye’de ondan önce 1 tane baraja sahipken darbe olduğunda yani 10 sene içinde 21 tane baraj inşa etmiştir” diye konuşan Bakır Adnan Menderes'in Türk milletinin gönlünde taht kurduğunu ifade etti. Ayrıca “Üniversitelerin bütçesini 10 kat arttırmıştır. Türkiye’nin her yerini imar etmiştir. Karayollarıyla adeta donatmıştır. NATO şemsiyesinin gelmesi 1952 yılında Adnan Menderes’in başvurusuyla gerçekleşmiştir. Avrupa Birliğine ilk başvuruyu Adnan Menderes yapmıştır. Irak ve İran’ın doğalgaz rezervinin olması nedeniyle iş birliği nasıl yapabileceğimiz noktasında çalışmaları mevcuttur. Özellikle doğalgaz ve petrol konusunda anlaşmalar yapmıştır. Darbe ile doğalgaz anlaşması bir sekteye uğramıştır. Doğalgaz Adnan Menderes anlaşmasından ne yazık ki 50 yıl sonra Ak Parti iktidarıyla Türkiye’ye gelmiştir. GAP projesi fikrini ve projesini ilk ortaya atan yine Adnan Menderestir. Türkiye’de büyük bir kalkınma hamlesi başlatmıştır. Türkiye’de bütün vesayetlerle mücadele etmiştir. Milletin egemenliğini üstün kılmak için var gücüyle çalışmıştır. Hiçbir vesayeti kabul etmemiştir. Ondan ders alacağız, bugün de alacağımız çok ders var. Vaktiyle yaptığı kalkınma hamleleri ile ilk traktör fabrikasını kurmuştur. O zaman CHP zamanında 1950 den önce tek parti döneminde büyük insan hakkı ihlalleri vardır. Haksızlıklarla mücadele etmiş, Mecliste yasalar çıkarmıştır. Gene kalkınma noktasında çok büyük çalışmaları vardır. Tabi 1950 yılları öncesi Türkiye çok fakir bir ülkedir. Adnan Menderes’in ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 297
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU başa gelmesiyle 10 yıl içerisinde gayri safi milli hasılası 5 kat artmıştır. Ortalama her yıl yüzde 7 büyümüştür ülkemiz. Bunlar çok büyük rakamlardır ve milleti zenginleştirmiştir. Eskiden köylü denilen burun kıvrılan insanları baş tacı etmiştir” ifadelerini kullandı. “Ülkenin gelişmesi için Menderes var gücüyle çalışmıştır” diyen Bakır “Köylü milletin efendisidir sözünü hayata geçiren gerçekten Adnan Menderes’tir. Ülkemizin yönetimini aldığında ülkemizde 16 bin traktör varken Menderes traktör sayısını 42 bine çıkarır. Böylece tarımda mekanize olmamızı sağlar. Artık makinelerle tarım yapılmaya başlanır böylece verim artar. Devrim denecek çalışmalar yapar ilk çimento fabrikasını kurar hatta çimento fabrikası sayılarını da artırır. Bugün
298 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
bildiğimiz pek çok kurum onun döneminde ilk defa kurulmuştur. Gerçekten de Türkiye’ye çok fazla emeği olmuş bir başvekildir. Menderesin çok takdir ettiğim bir başka yönü bütün memlekette din ve vicdan özgürlüğünü sağlamıştır. Mesela Menderes döneminde devraldığı dönemde 4 tane olan İmam Hatip sayısı 10 sene içerisinde 16'ya çıkarılmıştır. Ondan önce ezan ‘Tanrı Uludur’ diye Türkçe okunmaktadır. Menderes geldiğinde Arapça esasına dayalı ezanın gelmesi için çalışmalar başlatır. Bugünde duyduğumuz gibi ezan Allah-u Ekber nidalarıyla okunmaya başlanır. Bu emekler çok büyük emeklerdir. Milletin dini hissiyatını tesis etmek için Adnan Menderes var gücü ile çalışmıştır” şeklinde konuştu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES AYDIN'DA ANILDI Demokrasi Şehidi Adnan Menderes, doğduğu topraklarda; Aydın’da 53. ölüm yıldönümünde anıldı. Platformumuzca Adnan Menderes Haftası etkinliklerimiz kapsamında Aydın İl Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Tarihin tanıklığında Adnan Menderes ve Demokrasi Mücadelesi” konulu konferansa Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Aydın Valisi Erol Ayyıldız, Aydın Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Evrim Karakoz, Efeler Belediyesi Başkan Vekili Halis Günday, İl Milli Eğitim Müdürü Pervin Töre, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Mustafa Birincioğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka başta olmak üzere, daire müdürleri, sivil toplum örgütü kuruluşu temsilcileri, siyasi parti yöneticileri ve vatandaşlar katıldı. Merhum Başbakan Adnan Menderes’in döneminde Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri’nin konuşmacı olarak katıldığı konferansa Menderes ve Menderes zamanında hayatını yitiren tüm arkadaşları ve demokrasi şehitleri için dua edildi. Toplantıda ilk olarak konuşan Ali Uzunırmak, Adnan Menderes’in Türkiye’nin kalkınmasına, demokratikleşmesine eşsiz katkılar sağladığını dile getirerek, “Aydın’ın bağrından çıkmış, büyük devlet adamı Adnan Menderes’in, 17 Eylül günü haksız bir kararla idam edilmesi, Aydın ve Türk demokrasi tarihinde telafisi mümkün olmayan bir şekle düştüğünü söyledi. Demokrasi şehidi, Rahmetli Menderes’in hatıraları önünde saygıyla eğildiğini be-
lirten Uzunırmak, “Bu elim hadisenin, Türk demokrasi tarihine ders olmasını ve nesiller boyunca bir kilometre taşı olmasını diliyorum. Bazı hayatta olanların başaramadıklarını, onlar, ebediyete intikal ettikten sonra topluma verdikleri mesajlarla kazandırdılar. Rahmetli Adnan Menderes ve arkadaşlarını, bu duygularla anarken, Aydınlı hemşerisi olarak, anısına, 17 Eylül’de, Aydın’ın her bir köşesindeki camilerde mevlit okutarak yad ediyorum. Ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun. İnanıyorum ki, merhum Menderes ve dava arkadaşlarının Türkiye’nin kalkınmasına, Türk demokrasisine sağladıkları eşsiz katkılar ilelebet hayırla yad edilecektir” dedi. Uzunırmak’ın ardından Vali olarak Aydın’a atandığını öğrendiğinde Adnan Menderes gibi önemli bir şahsiyetin memleketinde görev yapacağı için duyduğu heyecan ve mutluluğu dile getirerek sözlerine başlayan Aydın Valisi Erol Ayyıldız, “Adnan Menderes yeri doldurulamaz bir insandı. Bizim dönemimizde üniversitede okurken bize çoğunlukla Adnan Menderes ve onun hayatı anlatıldı. Onun gibi bir lider olamasak da izin gidiyoruz. Vali olarak Aydın’a atandığımı duyduğumda duyduğum mutluluk ve heyecanı anlatamam onun memleketinde yönetici olarak görev yapmak gurur verici. Adnan Menderes ve arkadaşları sadece Aydın’ın değil Türkiye ve dünyanın bir değeri olarak, demokrasi ve aynı zamanda mukaddes saydığı değerler uğrunda gerekirse can verilmesi gerektiğini gösteren en güzel örnektir. Dolayısı ile tüm şehit ve gazilerimizi özellikle Andan Menderes ve arkadaşlarını rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. İyi ki vardırlar, ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 299
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU iyi ki demokrasi mücadelesi verdiler” şeklinde konuştu. Konferansın son bölümünde ise Cahit İleri tarafından Adnan Menderes’in son zamanları ve dönemin milli eğitim bakanı olan babası Tevfik İleri’nin Menderes ile olan anıları anlatıldı. Menderes’in Başbakanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanı olan merhum Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri, konferansta o dönemi anlattı. 27 Mayıs darbesi yapıldığında henüz 15 yaşında olduğunu belirten İleri, şöyle
300 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
konuştu: “14 Mayıs 1950’de DP iktidara geldi. Menderes bu ülkeye çok büyük hizmetler yaptı. Ancak CHP muhalefeti, bunu hazmedemedi. CHP’nin o dönem iktidarda olsa eminim bu ülkeye muhalefette olduğundan daha az zarar verirdi. 27 Mayıs darbesi yapıldığında babam Tevfik İleri bizimle vedalaşamadan askerler tarafından evimizden götürüldü. Ben baba hasretiyle büyüdüm. Onları asla affetmedim. Hakkımı helal etmedim. Allah, yaptıklarının intikamını onlardan aldı.” diye konuştu.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
17 Eylül'ün Yıldönümünde Lokma Hayrı Yapıldı Aydın’da, merhum Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının ruhuna lokma hayrı yapıldı. Sevgi Yolu’nda gerçekleştirilen etkinlikte binlerce kişiye lokma dağıtılıp hayrı Menderes’in ruhuna yad edildi. Lokma hayrına vatandaşların yanı sıra Ak Parti ve MHP’li yöneticiler de katıldı. Adnan Menderes Demokrasi Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Şerif Bayındır, Adnan Menderes’in Türk milletinin gönüllerindeki 4. Cumhurbaşkanı olduğunu belirterek “17 Eylül 1960’da 54 yıl önce Menderes’in boynuna geçirilen yağlı ilmek aslında milletin boynuna geçirilmiştir. 27 Mayıs, Milletimizle Menderes arasındaki sevgiden çıldıran vesayetçi jakoben
zümrenin iki sevgiliyi birbirinden ayırma operasyonudur. Tarihimize kara bir leke olarak geçen bu darbe ile önce hukuk katledilmiştir. Çünkü ortada ne bir suç ne bir ceza ne de cezayı verecek merci vardır. Ortada sadece ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ diyen düzmece bir mahkeme ile işlenen birçok siyasi cinayet vardır. Merhum Menderes ve arkadaşları halkın gönlünde taht kurmuş, bu cinayeti işleyenlerin durumu ise malumdur” dedi. Menderes ve arkadaşlarının unutulmayacağını ve tarih boyunca hep adından iyilikleri ve dualarla yad edileceğini belirten Bayındır, Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak Menderes’i gençlere tanıtmak için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
| 301
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
“Bir Zeybek Sevdası - Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü” sanatsal bilgi sunumu etkinliği sergisini Türkiye’ni farklı noktalarında vatandaşlarla buluşturan Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes’in hayatından kesitler sundu. Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Cenani Konağı Kültür Sanat Merkezi’ndeMerhum Başbakan Adnan Menderes’i konu alan ve 160 eserin yer aldığı sergiye Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun, Büyükşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı Mehmet DurduYetkinşekerci, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ali Gür ve Prof. Dr. Cahit Bağcı, akademik ve idari personel ile çok sayıda davetli katıldı.
Demokrasi ve Darbe kavramları Medeniyet Üniversitesi'nin 14 Mayıs 2014’te düzenlediği “Demokrasiden Darbeye Bir Yaşam” Panelinde masaya yatırıldı. Demokrat Parti’nin iktidara geliş tarihi olan 14 Mayıs ile “DEMOKRASİ”, askeri müdahale ile iktidardan ayrıldığı tarih olan 27 Mayıs ile “DARBE” temaları üzerinde durulan panelde; “Bir Yaşam” başlığı ile bu temalar, rahmetli Aydın Menderes’in şahsı üzerinden aktarıldı. Üsküdar Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen panele; Rektör Prof. Dr. Hamit Okur, Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı Hasan Celal Güzel, Üsküdar Kaymakamı Mustafa Güler, Kadıköy Kaymakamı Birol Kurubal ile çok sayıda akademisyen katıldı. Merhum Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes’in de teşrif ettiği panelde Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Radikal Gazetesi Yazarı Avni Özgürel, Turkuvaz Medya Grubu Ege Bölgesi Temsilcisi Hüseyin Kocabıyık konuşmacı olarak yer aldı.
İSTANBUL Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, adı ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adaları’ olarak değiştirilen Yassıada’da düzenlenen törenle mezun oldu. Törene İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı ile İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı İbrahim Çağlar, Rektör Prof.Dr. Nazım Ekren, Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ayhan Ceylan, İTO Yönetim Kurulu Üyeleri, akademisyenler ile mezun olan öğrenciler ve aileleri katıldı. Adaya üsküdar ve Eminönü’ndeki iskelelerden kalkan özel bir tekne ile giden İbrahim Çağlar, Rektör Nazım Ekren ile akademisyenler ve öğrenciler tören öncesi 1960 darbesi sonrasında Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı mahkemeye çevrilen spor salonunu gezerek, burada hatıra fotoğrafı çektirdi.
302 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
EFELERİN EFESİ Kıyama durdu millet; karanlıktı, mum yandı
Yurda kara bulutlar çöktü bir akşamüstü
Taştı Büyük Menderes, uyuyan dev uyandı
Yağmur kurşun misali, döktü bir akşamüstü
Baş koltukta yürüyüp engelleri aştı o!...
Halka hizmet etmenin ceremesi idamdı
Taht kurdu gönüllere, yüreklerden taştı o!...
Yalnız yaşarken değil, ölürken de adamdı
Mazlumların hâmisi, yola çıktı kuşlukta
Zeybek yakıvermişti umudun çerağını
Gönül kristalleri tuz buz oldu boşlukta
Mesken etti kendine sonsuzluk durağını
“Söz milletindir” deyip başladı heyecanla Satılmışlara karşı, bedel ödedi canla
Güneş yüzü görmemiş hayaller harap oldu
Perçin vuruldu suya, yine aktı Menderes!...
Nefretin yangınında canevi türap oldu
Zulmeti boğan ışık, bir şafaktı Menderes!...
Ay küstü karanlığa, bulut gözyaşı döktü Efkâr kalbin katığı, yüreğe hüzün çöktü
Ecnebi, soğuk bir el; dolaştı saçlarında
Zeybeğin arkasından dağlar ağladı heyhat!...
Gözyaşı dile geldi kirpiğin uçlarında
Gözü yaşlı analar, çağlar ağladı heyhat!...
Zalimlerin gözünü bir öfkedir bürüdü
Ucu nereye varır kader sarmaşığının?
Zeybek, darağacına metanetle yürüdü
Mezarı gönüllerdir o millet âşığının
Yüzsüz palikaryalar kudurdu nefretinden
Kafeste mahpus kuşuz, telaşımız var bizim
Zeybek bir seher vakti içti aşk şerbetinden
Yarım asırdan beri gözyaşımız var bizim
Çakalların ininde zeybek dar’a çekildi Kabuk bağlayamayan yaraya tuz ekildi
Kula kulluk etmedin, ey Ege’nin yiğidi!...
Ar damarı çatladı, urganın gölgesinde
Son durağın cennettir, demokrasi şehidi!...
Güneş hicapla battı zeybeğin ülkesinde
İblisin yoldaşları kalan ömründen çaldı Çukurdan aşağıya alçaldıkça alçaldı
Yiğit süvarisini düşürdü hırçın atlar
Dünün Yassıada’sı yaslı adadır şimdi
Cinnet nöbetlerinde söndü nice hayatlar
O gün doğru sanılan, büyük hatadır şimdi
Sırtında taşıdığı(n) yükü(n) kurşundan ağır
Söndü sevgi ateşi, baca tütmüyor artık
Vicdanlar (s)ağırlaşmış, bağır ha babam bağır!...
Baykuşların yurdunda bülbül ötmüyor artık…
M. NİHAT MALKOÇ
ADNAN MENDERES
Bin sekiz yüz doksan dokuz yılında Dünyaya göz açtı Adnan Menderes Yörük diyarında Türklük elinden Çağa ışık saçtı Adnan Menderes Atatürk’le olmuş idi yan yana Taze kan lazımdı aziz vatana Bu milleti uğratmadı hüsrana Halka kucak açtı Adnan Menderes Demokrat Parti’nin başkanı oldu Bilmiyordu bu yol çok çetin yoldu 304 |
ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU
Yardımlar çoğaldı ambarlar doldu Rahmet gibi coştu Adnan Menderes Ayaklar çıplaktı karınları aç İnsanlar kuruşa olmuştu muhtaç Yenilikle doldu on yıllık süreç Çok hizmete koştu Adnan Menderes Yaralı vatanın ilacı idi Yaptığı hizmetin haktır şahidi Gönüllerin demokrasi şehidi Yapılana şaştı Adnan Menderes AŞIK MUHSIN YARALI
lnternational Magazine Fair
':: ADNAN MENDERES DEMOKRASi PLATFORMU
Sirkeci Garı 10-15 Mayıs 2016 Ziyaret Saati: 09:30 - 21 :00
IJ www.turdeb.com O dergifuari E'J turdebdergi 6!J dergifuari
•
BASAKSEHiR BELEDiYESi
TCDD . •
.
<
..
.. . . . ;
.
,- .
. •
...
.
�
'
•
..
.
.
..