Adnan Menderes Demokrasi Platformu

Page 1

ADNAN MENDERES BAHAR/2014

ÖZEL SAYI

DEMOKRASİ PLATFORMU ANKARA

3 AYDA BİR YAYIMLANIR

BAHAR/2014 ÖZEL SAYI


“Bir Menderes Gider, Bin Menderes Gelir, Hakikati boğarak susturamazsınız!” Adnan Menderes “Bu Aziz Milletin mayası iman ve ahlaktır.” Adnan Menderes “Ben kendimi bu Millete hizmet için adamış bir insanım! Bu Millet de, kendisini hizmete adayan Başbakanını bağrına basmış! Millet ile be, iki su gibi karışmışız birbirimize.” Adnan Menderes “Eskişehir Cer Atölyemiz ilk yerli lokomotifimizi yapsın, adı da Karakurt olsun; Sivas Cer Atölyemiz ise Bozkurt’u yapsın.” Adnan Menderes “CHP çok partili fakat eski tek parti düzeninin egemen olduğu bir Türkiye ister.” Aydın Menderes “CHP Değişmez ‘Kırk yıllık Yani olur mu Kani?’ deyimi CHP için gerçekliğini korumaya devam ediyor.” Aydın Menderes “CHP’nin adetidir. İktidar olamayınca diktatörlük geliyor der. Askeri darbeye teşvik eder.” Aydın Menderes “Yassıada; işkencenin, siyasal ve sosyal rezaletin simgesidir.” Talat Asal “Adı gibi özü de sözü de zorlu bir diplomat ve devlet adamı idi Fatin Rüştü Zorlu… Onu Birleşmiş Milletler’de Genel Kurul’a hitap ederken izledim. Konuşan kişi değil, Türkiye idi sanki. Hem de Atatürk’ün egemenlikten taviz vermeyen Türkiye’si. ” Rauf Denktaş

“Benim gözümde Menderes önce yaradılışı kendisince, ruhu çeşitli düğümlerle yoğrulmuş, bunlarla ideallerini bazen bir arada yürüterek büyük eserler veren, bazen de onların çarpışması altında sarsılan üstün bir insan. İşte ben Menderes’i bu pencereden seyrediyordum.” Samet Ağaoğlu “Merhum Adnan Menderes Şeflik döneminde bir Milleti olduğunu unutan Devleti, O Aziz ve Necip Millet’in ayağına götürüp barıştırmıştı.” Ahmet Şerif Bayındır “Demokrasi’den yana olmak; Milletten yana olmaktır.” Ahmet Şerif Bayındır

Twitter’dan Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Başbakanımızın Menderes söylemi gençlerin bu konuda bilinçlenmesini sağlıyor. Allah ebediyen razı olsun. Fatiha’lar gönderiliyor bilvesile.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Menderes’e yaptığının daha binde birini yapmadı Tayyip Bey’e bu CHP. Aslında yapamadı. Millet uyandı kardeşim. Yedirir mi son Menderes’ini…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr 90 yıldır devlet gücünün CHP’li yapamadığı milleti bir istihbari camia mı CHP’li yapacak? Ham hayal…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ahmak’ul humakadan tahammuk etmiş sersem ahmaklar! Sokaktan iktidar çıkmaz demokrasilerde. Sandıktan çıkar, dönün evlerinize.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Dersaneyi okula çevirenlere düşmanlık; Camiyi ahıra çevirenlere dostluk… Yaman çelişki… Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Evet Milletimiz farkında. 1946’da Menderes çaldı! Şimdi Tayyip Bey çalıyor. Demokrasi ve Kalkınma mayası tabii ki. Büyük Türkiye mayası!

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Deliye şeker tattırmışlar, çarşıda şap bırakmamış. Kasetle genel başkan olan biri başbakan da öyle olunuyor sandı zavallım. Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ben Abdüllatif Şener’in ihtisas alanının şarap olduğunu sanıyordum. Meğer ses tahlilinden de anlıyormuş. Çok yönlü biri vesselam.

“Demokratların bir hatası varsa o da 1950’de İktidar olduklarında ‘Devr-i Sabık yaratmayacağız’ demeleridir. Ah keşke…” Ahmet Şerif Bayındır

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Bak arkadaş, devlete paralel yapı oluşturulabilir. Hiç önemi yoktur. Millete paralellik sözkonusu olmadığından köksüzdür, dağılır gider.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ayının kırk şarkısı var kırkı da ahlat üstüne. Bizim şer cephesinin şarkısı ise: Hükümet istifa! –Emriniz olur efendim...

“Bazen diyorlar ki Milletimiz Menderes’in idamına tepki vermedi… Yuh! Demek geliyor içimden… Yahu daha nasıl tepki vermesini bekliyorsunuz? O zamandan bu zamana O’nun devamıyım diyenleri iktidar yapmıyor mu hep?” Ahmet Şerif Bayındır

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndrMalûm medyada haber izliyorum, daraltı geliyor. Yalan, iftira, ihanet… Başbakanı izliyorum içim ferahlıyor. Büyük Türkiye’yi görüyorum Zât’ında.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Menderes asılırken Millet demokraside çıraktı, Özal zehirlenirken sezemedi kalfaydı, şimdi Milletin ustalık dönemi kardeşim. Oyuna gelmez!

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Rahmetli Aydın Menderes Kayseri ve Malatya meydanları çok önemlidir derdi. Tayyip Bey’in Malatya mitingi gösteriyor ki bu iş tamamdır beyler…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Yağlı ilmek boynuna geçirilirken O; “Allah Devlete ve Millete zeval vermesin” diyordu... İşte Adnan Menderes.

“1950’lerde halka; barajı köstebekler oyacak, Adana’yı sel götürecek diyen CHP; bugün Marmaray için, şom ağzıyla senaryolar yazıyor. Değişmez bunlar katiyyen.” Ahmet Şerif Bayındır “Dost düşman herkes müttefiktir ki Adnan Menderes asılacak insan değildi.” Ali Görkem Çare

YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM

@asbyndr Bu millet bin yıllık mayasını çalıp götüren CHP’ye oy mu verir kardeşim? Size ne oldu böyle? Başınıza bi şey mi düştü? Akıntıya kürek çekmeyin…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Darağacında sallanan Menderes’in rugan ayakkabıları kendisine kalacak diye sevinen cellat ve iktidar bize kalacak diye sevinen zihniyet…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Nazlı Hanım Merve Kavakçı’nın yanında örtüsüz RP’liydi. Şimdi TV ekranında Öymen’in yanında örtülü CHP’li olmuş :)

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Her dönemde kim “Adnan Menderes’in izindeyiz” dediyse bu kadirşinas millet onlara desteğini esirgemedi. Bu nokta önemli…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Bundan böyle devlet kapıları birilerine kapandı da; asıl önemlisi millet gönül kapılarını tıpkı CHP’ye kapattığı gibi kapattı.

@asbyndr


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

5

ADNAN MENDERES, MİLLETİMİZİN GÖNLÜNDE MÜSTESNA BİR YER EDİNMİŞTİR VE İLELEBET DE ÖYLE KALACAKTIR RECEP TAYYİP ERDOĞAN

16

13

‘Adnan Menderes’i ve Turgut Özal’ı aldınız. Biz Başbakan Erdoğan’ı size vermeyeceğiz!’

14 Mayıs 1950: Milli İrade’nin Şahlanışı

Ak Devrim Salih KAPUSUZ

Süleyman SOYLU

23

Ahmet Şerif BAYINDIR

25

Adnan Menderes’e Vefa

Millet İradesi Yolunda İlerliyoruz

Prof. Dr. Mustafa BİRİNCİOĞLU

Hasan Celal GÜZEL

34

Gezi Parkı Olayları Işığında Adnan Menderes’i Anlamak Kadir TOPBAŞ

Remzi AYDIN

46 Şafağı’nda Demokrat Parti

Gezi Olaylarının Özü Aziz BABUŞCU

28

Bir Millet Adamı Adnan Menderes Ahmet İYİMAYA

39

Demokrasi Yıldızı Adnan Menderes Lokman ÇAĞIRICI

44

42

Başvekil Adnan Menderes’

26

36

Fatih Menderes’e Şükran Borçludur

21

Erol AYYILDIZ

Hasan KORKMAZCAN

Mustafa DEMİR

Millet Adnan Menderes’in Hatırasına Sahip Çıktı

18

40

Çok Partili Hayattan 21. yy Demokrasisine Ahmet Misbah DEMİRCAN

48

Yassıada Kararları İptal Edilsin Prof. Dr. Emine Gürsoy NASKALİ

49

Bir Başka 27 Mayıs Prof. Dr. Vedat BİLGİN


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İÇİNDEKİLER Bizden Size....................................................................................................................................................... 4 Menderes Milletimizin Gönlündedir / Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN...........................................................5 Değişim ve Devlet / Aydın MENDERES..............................................................................................................12 Başbakan Erdoğan’ı size vermeyeceğiz / AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman SOYLU..............................13 Ak Devrim / AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih KAPUSUZ......................................................................16 14 Mayıs 1950: Milli İrade’nin Şahlanışı /Ahmet Şerif BAYINDIR.................................................................19 Başvekil Adnan Menderes / Erol AYYILDIZ...............................................................................................21 Değişim / Aydın MENDERES.............................................................................................................................22 Adnan Menderes’e Vefa /Prof. Dr. Mustafa BİRİNCİOĞLU........................................................................ 23 Demokrasi ve Hukuk Devleti / Aydın MENDERES............................................................................................ 24 Millet İradesi Yolunda İlerliyoruz /Hasan Celâl GÜZEL..............................................................................25 46 Şafağı’nda Demokrat Parti / Hasan KORKMAZCAN............................................................................ 26 Bir Millet Adamı / Ahmet İYİMAYA.................................................................................................................. 28 Gezi Parkı Olayları Işığında Rahmetli Adnan Menderes’i Anlamak / Kadir TOPBAŞ..................................... 34 Fatih, Menderes’e Şükran Borçludur / Mustafa DEMİR............................................................................. 36 Demokrasi Yıldızı Adnan Menderes / Lokman ÇAĞIRICI........................................................................... 39 Çok Partili Hayattan 21. Yüzyıl Demokrasisine / Ahmet Misbah DEMİRCAN.............................................. 40 Millet Adnan Menderes’in Hatırasına Sahip Çıktı / Remzi AYDIN.............................................................. 42 Halk Adamı Adnan Menderes / Haluk ALICIK.......................................................................................... 43 Gezi Olaylarının Özü / Aziz BABUŞCU.................................................................................................... 44 Dünyanın Aynası Ukrayna / Aydın MENDERES................................................................................................ 46 Yassıada Kararları İptal Edilsin / Prof. Dr. Emine Gürsoy NASKALİ.............................................................. 48 Bir Başka 27 Mayıs / Prof. Dr. Vedat BİLGİN............................................................................................. 49 Eski Türkiye’nin Yeni Türkiye ile Hesaplaşması: Gezi Kalkışması / Prof. Dr. Bilal SAMBUR............................ 50 Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri / Prof. Dr. Ali KÖSE .................................................................52 1950 Genel Seçimleri / Prof. Dr. Muzaffer TEPEKAYA................................................................................ 54 1950-1954 Seçimleri Ve Dp’nin Seçim Propagandaları / Doç. Dr. Dilşen İNCE ERDOĞAN............................ 64 Vesayetçi Demokrasi / Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ..................................................................................... 68 Yassıada Mahkemesi Bir ‘Çete’, Kararı ‘Suç Aleti’dir! / Doç. Dr. Osman CAN................................................70 Adnan Menderes’in Halkla Bağının Metafiziği / Doç. Dr. Mustafa TEKİN.....................................................72 Menderes’in Din ve Vicdan Özgürlüğü’ne İlişkin Konuşmaları / Doç. Dr. Adem EFE..................................... 82 Adnan Menderesin Mizacı Üzerine –Psiko-Biyografik Bir Deneme- / Doç. Dr. Süleyman İNAN...................... 86 Adnan Menderes’in İdama Sürüklenişi / Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU................................................ 98 Halkın Tahayyülünde Adnan Menderes / Doç. Dr. Caner IŞIK..................................................................101 İleri Demokrasi Nedir? / Aydın MENDERES.....................................................................................................112 Demokrasi Herkese Lazım / Gülay GÜNDEAY........................................................................................ 113 Türkiye Tarımının Altın Çağı: Demokrat Parti Dönemi / Duygu YILMAZ.................................................... 114 Tevfik İleri’yi Rahmetle Anıyoruz/ Cahit İLERİ................................................................................................118 Yalanlar, Aldananlar ve 27 Mayıs / H. Emre OKTAY............................................................................... 124 Menderes’i İki Kere Astılar / Seda ŞİMŞEK..............................................................................................138 Menderes’ler ve Mart’ın gözleri / Nasuhi GÜNGÖR................................................................................140 Merhum Erbakan / Aydın MENDERES.............................................................................................................142 Menderes-Gülen İlişkisini Bir De Benden Dinleyin! / Hüseyin KOCABIYIK.................................................143 46 Şafağı’nda Demokrat Parti / Nizamettin SARIBAŞ............................................................................. 144 Menderesler Hepinize Yanmışım / Abdullah KARS.........................................................................................147 Menderes’in Yolunda İstiklal ve İstikbal Davamız / Mustafa SAVAŞ.........................................................148 Menderes: Cellâtlarından Daha Uzun Yaşayan Adam / Yalçın PEKGÜZEL.................................................149


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Merhum Menderes’in Hatırasına Hitaben / Demet PİLEVNELİ..................................................................152 Darbeler Demokrasisi / Yalçın TAZE......................................................................................................153 Hatıralarda Adnan Menderes / İsmail Hakkı DOKUZLU..........................................................................156 Vazgeçilmezlerim / Aydın MENDERES............................................................................................................157 Menderes Yerleşik Düzen Tarafından Neden Asıldı? / Yiğit BULUT..........................................................159 Hukuk ve Yargı Açısından 27 Mayıs / Taha AKYOL..................................................................................160 27 Mayıs’ın ve Geçen Yılların Anlamı / Mustafa KARAALİOĞLU................................................................ 161 Darağacı Parası ve Cellat Ücreti / Yavuz DONAT....................................................................................162 Adnan Menderes’in sırrı ortaya çıktı / Erkin USMAN...............................................................................163 Çanlar Kimin İçin Çalıyor? / Bekir HAZAR..............................................................................................164 İslam’ın Ölçüsü / Aydın MENDERES................................................................................................................165 Yakın Tarihten Bir İtibarsızlaştırma Kampanyası / Yavuz BAHADIROĞLU.................................................166 Son Menderes / Senai DEMİRCİ............................................................................................................167 14 Mayıs 1950 Seçimleri veya Beyaz İhtilal / Süleyman KOCABAŞ...........................................................168 Yeni Türkiye’ye Eski Âdet Retrospektif bir “Gezi” okuması / Metin KARABAŞOĞLU...................................170 Medya Vaizleri / Aydın MENDERES................................................................................................................. 171 Menderes Neden İslam Kahramanı? / Mehmet Abidin KARTAL................................................................ 172 27 Mayıs Tahribatı / Naci TEPİR............................................................................................................178 Bir Adnan Menderes Belgeseli / N. Serkan DAĞLI...................................................................................179 Menderes’in Osmanlı hassasiyeti / M. Latif SALİHOĞLU......................................................................... 181 12 Mart’ın 35. Yıldönümü/ Aydın MENDERES................................................................................................183 DP’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi / Mustafa Nevruz SINACI...............................................184 Yönlendirmelerin Gölgesindeki Yassıada Mahkemeleri / İsa KAYACAN....................................................188 Müslümanların CHP’de Adı Yok / Aydın MENDERES......................................................................................193 Rahmetli Menderes Abdülmenafoğullarındandır!... / Ecz. Mehmet GEBENÇ.............................................194 Yörüklerin Gururu Başvekil Adnan Menderes / Bekir AYGÜL..................................................................196 Devrim’in Arabası Yolda Kaldı / Abdullah YAŞAR ...................................................................................197 Adnan Menderes Döneminde Kalkınma / Ömer Burak ALACAOĞULLARI..................................................198 Menderes ve Türkiye’nin Yeni Ufukları / Ali Görkem ÇARE......................................................................201 Bediüzzaman Çizgisinde Menderes ve Günümüz Siyaseti / Efe Mert ÜNAL.............................................. 202 İpe Takılan Demokrasi / Rıdvan KAVAS................................................................................................. 204 Hürriyet Misakı ........................................................................................................................................... 206 Menderes Hükümetleri................................................................................................................................ 208 Türk Siyasal Muhafazakarlığının Kurumsallaşması ve DP / Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU....................210 DP’nin CHP Üzerinde Etkileri (1946-1950)..................................................................................................214 Yarım Asırlık Resmî Yalanı Sona Erdiren Mektup / Talat ASAL.................................................................216 Demokrat Parti 1. Kongre Albümü - 1947.................................................................................................... 220 Adnan Menderes’in Savunması.................................................................................................................... 226 Adnan Menderes: Milletin Sevgilisi Etkinliğimiz - Aydın............................................................................... 232 17 Eylül’ün Yıldönümü - Aydın..................................................................................................................... 235 İdamların 52. Yılında Anıtmezar’da Anma Töreni Düzenlendi...................................................................... 236 Demokrasiye İlk Adım Etkinliğimiz - Aydın.................................................................................................. 240 Türkiye’nin İlk %100 Yerli Lokomotifleri: Karakurt ve Bozkurt.................................................................... 246 Süleymaniye’de Bayram Sabahı / Aydın MENDERES..................................................................................... 249 İnsanlığın Çiğnendiği Yassıada / M. Latif SALİHOĞLU..............................................................................250 Anekdotlar.................................................................................................................................................. 256 Karikatürler................................................................................................................................................. 267 Projelerimizden........................................................................................................................................... 269 Facebook Sayfamızdan.................................................................................................................................270


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMU

BİZDEN SİZE Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak çıkardığımız sayılarla demokrasiye, çok partili hayata, milli iradeye, yakın tarihe geniş katılımlı bir ışık tutmaya çalıştık. Demokrat Parti, Adnan Menderes ve 27 Mayıs anlaşılmadan son 50 yılı anlamak zordur; yorumlamak, araştırmak ve sonuç olarak kamuoyuna sunmak ise neredeyse imkansızdır. Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak demokrasiyi, Adnan Menderes’i ve son dönem demokratik gelişmeleri araştırmacıların, üniversitelerin, aydınların, medyanın, siyasilerin farklı bir gözle bakmalarını sağlamanın sevinci bizim için önemlidir. Yakın siyasi tarihimizin en önemli ayrışma noktalarından biri haline getirilmiştir Adnan Menderes. Adnan Menderes üzerinden, sağa, dine, milli ve manevi değerlere insan, insanın hata ve sevaplarına, demokrasiye, milli iradeye, çok partili sisteme inanılmaz saldırılar yapılmıştır ve bu saldırılar halen devam etmektedir. Adnan Menderes savunulamaz ise, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan da savunulamaz ve anlaşılamaz. Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan bir nevi Atatürk’ün uğradığı saldırıya uğramışlar, ya çok yüceltilmişler ya da çok aşağılanmışlardır. Her üç liderin siyasi partisi de objektif, serinkanlı, etik, siyasal kültür, demokrasi, çoğulculuk, propaganda, siyasal iletişim, ekonomik, siyasal, hukuki reformlar, ekonomik ve bürokratik hamleler, makro yatırımlar, halka hizmet ve halkı siyasete katılmaya teşvik etmek, dış politikaya getirilen yeni bakış açıları, Türkleri ekonomi dünyasının girişimcileri arasına sokma, teşebbüs hürriyeti ile sermayenin tabana yayılması, iş dünyasının dışa açılması, dünyanın iletişim dilini yakalama, özgüven, gerektiğinde meydan okuma gibi yüzlerce parametre açısından hemen hemen hiç incelenmemişlerdir. Abdülhamit’e davranıldığı, Atatürk’e davranıldığı gibi davranılmıştır. Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak hedefimiz kişileri yüceltmeden ve aşağılamadan onların tarihteki yerlerini tüm objektifliği ile almalarında katkımız olmasıdır. Siyasi portreler değerlendirilirken batı demokrasi standartlarında, batıdaki bilimsel titizlikle ve bilimsellikle yaklaşılmasını sağlamaktır. Bunu yapabildiğimiz takdirde Türkiye’de demokrasi, siyasal kültür, siyasal rekabet, siyasal iletişim, siyasal davranış daha da seviye kazanacak ve kaliteyi arttıracaktır. Bu seviye sıçramasının yakalanması için Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak Adnan Menderes’e duyulan sevgi, saygı ve takdiri, O’nun demokrasiye katkılarını, milli iradeye verdiği değeri; önde gelen siyaset adamları, akademisyenler, medya mensupları ve kanaat önderlerinin kaleminden kamuoyuna sunduk. Bundan sonra Adnan Menderes Demokrasi Platformu kurumsal, İlmî Araştırmalar Merkezi, Siyasal Strateji Merkezi, Demokrasi Müzesi, Milli İradenin yönetime hakim olma sürecinin ortaya koyulması, Adnan Menderes’in siyasal portresini ve mirasını sembolize edecek eserlerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak girişimleri gerçekleştirecek bir çalışma içerisinde daha fazla olacaktır. Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan üzerinden demokrasinin, milli iradenin, milletin, tarihimizin, siyaset mesajlarını görsel, işitsel ve yazılı olarak ve tarihi mekanlara inşa edilecek eserlerle hafızalarda canlı tutmak demokrasi kültürümüzü siyasal olgunluğumuzu ve siyasal seviyemizi daha da yükseltecek ve mevcut nesillerin, gelecek nesillerin bugüne ve geçmişe yönelik mesajları almasını sağlayacaktır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

4

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

BAHAR 2014 / ÖZEL SAYI ISSN: 2148-0648 İMTİYAZ SAHİBİ: AHMET ŞERİF BAYINDIR Admender Adına GENEL YAYIN YÖNETMENİ: HÜSNÜ KAĞAN BAYINDIR SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: ATIF EMRE BAYINDIR YAZI İŞLERİ: GÜLAY GÜNDEAY - KAMİL TUNOĞLU EDİTÖR: ÖNDER GÜZELASLAN EDİTÖR YARDIMCILARI: ERCAN KUTLU - ALİ TOK YAYIN KURULU: İSA KAYACAN - YALÇIN TAZE BEKİR AYGÜL - HAKAN ÖZEN İLKER KARATAŞ - BAŞAK ÖZER DANIŞMA KURULU: CAHİT İLERİ - EMİNE GÜRSOY NASKALİ İLHAN AYTEKİN - AHMET BİLGE - EMRE OKTAY MELİH AKTAŞ - MEHMET DÜLGER - VEDAT BİLGİN HASAN CELAL GÜZEL - HASAN KORKMAZCAN S. ARIKAN BEDÜK - BURAK KÜNTAY - HÜSEYİN KOCABIYIK NASUHİ GÜNGÖR - MEHMET ARİF DEMİRER M. NEVRUZ SINACI - DİLŞEN İNCE ERDOĞAN FOTOĞRAF/FİLM: KAYA DOĞAN HALKLA İLİŞKİLER: ŞEVKET GÖKNİL - TURGUT GÜRBÜZ ALİ GÖRKEM ÇARE - MEHMET TÜRKMEN NURBANU EKEN - TUĞÇE GÜNDOĞDU GRAFİK TASARIM: ALİ KOCATAŞ REKLAM/TANITIM: SAİM ÇELENLİ - HİKMET AYDOĞAN - ŞAMİL ALBAYRAK BASKI: FORART BASIMEVI DAVUTPAŞA CADDESİ DAVUTPAŞA EMİNTAŞ SANAYİ SİTESİ NO: 180 CEVİZLİBAĞ TOPKAPI - İSTANBUL TELEFON : (0 212) 501 82 20 YAYIN TÜRÜ: 3 AYLIK, YAYGIN, SÜRELİ İLETİŞİM/YÖNETİM YERİ: Y. BAHÇELİEVLER MAH. AŞKABAT CAD. NO: 6/2 06490 ÇANKAYA/ANKARA TEL: 0.312 215 44 45 - FAKS: 0.312 215 44 55 GSM: 0.532 376 76 91 bilgi@admendergi.com - aserifbayindir@gmail.com www.admendergi.com / www.admender.com www.adnanmenderesdemokrasiplatformu.org /menderesdp -

/menderesdp

F ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU DERGİSİ T.C. YASALARINA UYGUN OLARAK 4 AYDA BİR ANKARA’DA YAYIMLANMAKTADIR. F DERGİDE YAYIMLANAN YAZILAR YAZARLARININ GÖRÜŞÜNÜ YANSITIR, DERGİMİZ SORUMLU DEĞİLDİR. GENEL YAYIN YÖNETMENİ DİL, ANLATIM VE TEKNİK KONULARDA DEĞİŞİKLİKLER YAPABİLİR. GÖNDERİLEN MATERYAL İADE EDİLMEZ. F KAYNAK GÖSTERİLEREK İKTİBAS EDİLEBİLİR.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES, MİLLETİMİZİN GÖNLÜNDE MÜSTESNA BİR YER EDİNMİŞTİR VE İLELEBET DE ÖYLE KALACAKTIR RECEP TAYYİP ERDOĞAN 16 Mart 2014 / İzmir “İzmir, sen kurtuluşun şehrisin. İzmir, sen kuruluşun şehrisin. Sen, demokrasinin şehrisin, İzmir. Merhum Adnan Menderes’in şehrisin. Sen gazilerin, şehitlerin, efelerin şehrisin.” “Kardeşlerim, sevgili İzmirliler, şu muhteşem manzara neyi hatırlatıyor, biliyor musunuz? Yıl 1947, Basmane İstasyonundan Çankaya’ya kadar on binlerce İzmirli önemli bir kişiyi bekliyor. Tr e n Basmane İstasyonuna geliyor, Merhum Adnan Menderese ve merhum Celal Bayar, trenden iniyor. Öyle izdiham var ki, Konak meydanına zor ulaşıyorlar. Konak meydanında, balkonda, on binlerce İzmirliyi selamlıyor. Adnan Menderes, tebessüm ediyor, yanındakilerin yanaklarına gözyaşları dökülüyor. Birden polis, Menderes’i aşkla bağrına basan kalabalığa müdahale ediyor. Havaya kurşunlar sıkıyorlar. Kurşunlar Menderes’in bulunduğu balkona geliyor fakat Menderes eğilmiyor. Gözleri yaşlı, bakışları buğulu ama tebessüm içinde milleti selamlamaya devam ediyor. Celal Bayar, ceketini çekerek Menderes’e eğilmesini söylüyor. Diyor ki, Menderes: ‘Bu büyük milletin muhabbeti karşısında kurşun bize işlemez.’ İşte o imanla, o tutkuyla o muhabbetle, Menderes, İzmir’den başlayarak Türkiye’nin sevgilisi, Türkiye’nin sevgili başbakanı oluyor. Unutmayın CHP o gün de vardı, bugünkünden farklı değildi.” “Kardeşlerim, bu CHP zihniyeti yıkımdır. Bu CHP zihniyeti ateştir. Bu CHP zihniyeti ortalığı karıştır-

maktır. Kardeşlerim, bunların bu ülkede dikili ağacı yok. İşte İzmir, buna hasret. Şu andaki bu muhteşem topluluk bunu söylüyor. Bunu konuşuyor. Kardeşlerim, biz inşa ediyoruz. Demokrat Parti’yi, Menderes’i, siyasetten, Türkiye’den hatta hayattan silmek, kazımak, temizlemek istediler. Onu sandıkta yenemeyince aynen bugünkü Kılıçdaroğlu gibi iftira attılar, tahriklere, gerilime ayrı ayrı başvurdular ama millet nezdinde itibarını yok edemediler. Şimdi iste CHP’nin başındaki bu zatta takiye var mı, yalan var mı, iftira var mı, fitne var mı, fesat var mı? Bundan bu ülkeye bir şey olmaz. Onun peşinden giden o yöneticilerden de bir şey olmaz. Ben size bir şey soracağım Allah aşkına İzmirli kardeşlerim, 27 Mayıs darbesinin arkasında kim vardı? Ondan sonraki darbelerin arkasında da CHP vardı. Değişen hiçbir şey yok. Demokrat Parti’yi kapattılar, Menderes’i ve arkadaşlarını idam ettiler ama yine de ne Menderes’i ne de onun millet aşkını silemediler. Kardeşlerim, Menderes ne diyordu biliyor musunuz? ‘Demokrat Parti’yi, bu memleketten silip süpürmede muktedirseniz, her vatandaşın, her Türk’ün kalbine ellerinizi sokup orada yanan hürriyet aşkını söküp çıkarınız’ diyordu. Partiyi kapattılar, Menderes’i idam ettiler ama milletin kalbindeki o hürriyet ateşini söndüremediler. Milletin kalbindeki o sevdayı söküp alamadılar. Merhum Menderes’i şu millete unutturamadılar. Bu millet idam edilen başbakanını unutmadı ama onu idam edenleri unuttu. Onları lanetle anıyor. Ne diyor, zalimler için yaşasın cehennem diyor.” ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

|

5


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

17 Mart 2014 / Aydın “Demokrasi kahramanı merhum Menderes’in şehri Aydın, seni yürekten selamlıyorum” “Kütahya’da Menderes’i yad ettik. Çünkü Kütahya, milletvekili adayı olarak seçime girmiş, ayrıca 27 Mayıs’ta merhum Menderes orada derdest edilmişti. Kardeşlerim, bu seçimde ben Aydın’a bir mesaj daha vermek istiyorum. Bu mesaj, aynı zamanda ya Menderes’in o çizdiği, verdiği demokrasi mücadelesine sahip çıkacağız ya da onu şehit edenlerin yanında yer alacağız. Bu seçimin aynı zamanda böyle bir anlamı var. Yerel seçim diye bakmayın bu seçime, aynı zamanda bu böyle de bir seçimdir” “Eskişehir’de de Menderes’i yad ettik Menderes’in ilk ve son demokrasi mitingini Eskişehir’de yaptı.” “Manisa, İzmir ve Uşak’ta da Menderes’i hayırla yad ettik. Menderes’in hayatında bu illerin çok anlamlı bir yeri vardır. Ege’nin evladı olan, gönüllerde silinmez bir yer edinen Menderes’i Anadolu’da ve Trakya’nın bir çok şehrinde yad ettik “Bugün, Menderes’in kendi memleketi Aydın’dayız. Burası Menderes’in doğduğu, büyüdüğü şehir. Yassıada’da yatarken en çok Aydın’ı, Çine’yi, Çine Çayı’nı özlemişti. ’Hayırlısıyla şuradan bir kurtulayım, memlekete döneceğim, oturacağım Çine Çayı’nın kenarına, söğüt ağaçlarının serinliğinin yüzümde dolanmasının bana getireceği saadetle yetineceğim’ demişti. Merhum Menderes, bu özlemini gideremedi. Aydın’a, Çine Çayı’nın kenarına gelemedi. Bedenini yok ederken, onu Türkiye siyasetinden, milletin kalbinden de silip atmak istediler ama başaramadılar. Menderes, eserleriyle, düşünceleriyle, en çok da milletin kalbinde yer ettiği sarsılmaz sevgiyle unutulmadı, unutulmayacak. Onun muhabbettini, sevgisini yok etmek isteyen zihniyet CHP zihniyetiydi. İşte kardeşlerim, şimdi 30 Mart’ta CHP’ye verilecek her oy Menderes ve onun eserlerini, Menderes’ini verdiği mücadeleyi aynı zamanda yok farz etme 6

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

anlayışı, zihniyetidir. “Merhum Menderes’i bugünlerde özellikle hatırlıyor, Menderes dönemini özellikle hatırlatmaya çalışıyoruz. Neden biliyor musunuz, merhum Menderes’e, Demokrat Parti’ye ne yapıldıysa, hangi oyunlar oynandıysa, hangi tuzaklar kurulduysa, şu anda birebir, tıpatıp aynı oyunlar tezgahlanıyor, aynı tuzaklar kuruluyor, 27 Mayıs öncesinde yapılanların aynısı bugün de yapılmak isteniyor. Milletin partisi Demokrat Parti’ye hangi saldırılar yapıldıysa, milletin partisi AK Parti’ye de bugün aynı saldırılar yapılıyor. Gazetelerin manşetlerine bakın, 27 Mayıs öncesi ile aynı manşetleri göreceksiniz. CHP’nin tavrına bakın, 27 Mayıs öncesindeki gibi aynı gerilim siyasetini yürüttüğünü göreceksiniz. İşverenlere, bazı sendikalara, bazı sivil toplum örgütlerine, bazı gençlik hareketlerine bakın. İnanın, birebir 27 Mayıs öncesinde ne varsa, bugün de aynısı var. O gün Menderes’e diktatör dediler, şimdi bana diyorlar. O gün Menderes’e hürriyet düşmanı dediler, bugün aynısını bana söylüyorlar. O gün Menderes’e gençleri öldürdü, öldürüyor dediler, aynısını bana söylüyorlar. Hatta Menderes’e ’kıyma makinelerinden geçirip, cesetlerini saklıyor’ dediler. O gün de Menderes’e en alçakça yolsuzluk iftiralarını, en edepsiz iftiraları attılar. Aynını şu anda bana yapıyorlar. Kim, CHP’nin başındaki Kılıçdaroğlu ve avanesi.” “Bak laf değil, icraat. Çine Adnan Menderes Barajı’nın açılışını yaptım. 141 yıldır hayal edilen bir projeydi. Rahmetli Menderes ‘O Çine Çayı ne zalim bir çaydır. Bir türlü kontrol altına alınamadı’ demişti. Menderes göremedi. Ama biz hamdolsun 141 yıllık hayali gerçekleştirdik. Çine Adnan Menderes Barajı kendi sınıfında Avrupa’da birinci dünyanın beşinci en yüksek barajı olma sıfatını taşıyor. Çine Barajı bugün hem topraklara bereket getiriyor hem arazileri taşkından koruyor. Hem de yılda 118 milyon kilovatsaat elektrik üretiyor. İş bilenin, kılıç kuşananın. Peki bunu kaça mal ettik. 1 katrilyon 600 trilyon. Aydın’a biz bu hizmetleri kazandırdık. Çine Adnan Menderes Barajı sayesinde yılda ortalama


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 180 trilyon lira taşkın zararı önleniyor. Bu kadar önemli. Miting alanında “Menderes Şehidimiz, Erdoğan Şerefimiz”, “Sayın Başbakanımız Aydın Halkı Menderes Hasretini Seninle Gideriyor”, “CHP Zihniyeti Yıllardır Havanda Su Döver Eleklerde Taşır”, “Başbakanım Biz Seni Vesayetsiz Sevdik”, “13 Yıl Önce Kasa Fırlatırdık Şimdi Uzaya Uydu Fırlatıyoruz”, “Yeni Türkiye’nin Temelini Menderes Attı Tamamlamak Sana Kısmet Olacak Uzun Adam”, “Sayın Başbakanımız Senin Bu Menderes Sevgini Millet 1950’deki Gibi Sandıkları Patlatarak Karşılıksız Bırakmayacak” şeklindeki pankartlar dikkati çekti.

24 Mart 2014 / Ankara

“Kardeşlerim, bakınız bu CHP’nin tarihinde ne var? Gazi Mustafa Kemal öldükten sonra yaşananlara bakın. İnönü şunu yaptı: Gazi ölür ölmez Türk Lirasının üzerinden resimlerini kaldırdı, kendi resmini koydu. Devlet dairelerinden Gazi’nin portrelerini çıkardı, indirdi kendi portrelerini koydu; CHP bu. Bitmedi. Posta pullarının üzerinden Gazi’nin resimlerini çıkardı, kendi resimlerini koydu; CHP bu. Ve ben buradan Dersim’e de sesleniyorum; ey Dersim, Dersim’in katliamını da işte bu CHP yaptı, bu CHP yaptı. Ayrımcılık bunlarda, yalan bunlarda, fitne bunlarda, kardeşlerim takiye bunlarda. Sonra bir yürekli insan çıktı. Kalbi millet sevgisiyle, vatan sevgisiyle dolu bir insan çıktı. Merhum Adnan Menderes 10 yıl boyunca yasaklara son verdi. Ezan Türkçe okutuluyordu, tekrar Ezanı aslına döndürdü. Gümbür gümbür iktidar oldu ve iktidara gelişiyle birlikte tabii ki CHP bunu hazmedemedi. Onun için de evet Menderes’e tuzaklar üstüne tuzaklar, iftiralar üstüne iftiralar, her şeyi yaptılar. Aynen bugün bu kardeşinize nasıl saldırıyorlarsa, aynı şekilde saldırdılar. Yolsuzlukla suçladılar Menderes’i, diktatör dediler, tek adam dediler; aynen şimdi bu medya, bir kısım medya, arşivlerden çıkardılar o günün başlıklarını aynı başlıkları bugün atıyorlar. Televizyonlarda aynı şeyleri tartışıyorlar. Ya diktatörün olduğu bir ülkede sen onun aleyhine böyle başlık atar mısın ya? Kaçacak delik ararsın, delik. Dünyada diktatörlerin olduğu ülkelere bakın bakalım ne oluyor oralarda? Sesin, soluğun çıkmaz. Kardeşlerim, ama Menderes milletini sevdiği için, millet de onu sevdiği için maalesef yaşatmadılar. Önce milli iradeyi, milletin reylerini idam ettiler, ardından merhum Menderes ve iki arkadaşını idam ettiler. Ah güzel Ankara, bu Ankara çok şeylere şahit oldu. Bu Ankara nice millet sevdalılarına, ama nice millet düşmanlarına şahit oldu. Bu Ankara kendi şahsi hırsı için, kendi çıkarı için, kendi ikbali için Türkiye’nin, milletin istikbalini ateşe vermeye çalışan nice zalime şahit oldu. Ama asla Ankara asla umudunu kaybetmedi. Ankara her gün batan güneşin yeniden doğacağına, karanlıkların her sabah yeniden aydınlanacağına gönülden inandı. Kardeşlerim, şunu asla unutmayın: Bu CHP hiçbir zaman değişmedi ve hiçbir zaman değişmez. Tek parti iktidarı döneminde millete zulmeden CHP neyse, bugünkü CHP de odur. 10 yıllar önce Ezandan rahatsız olan CHP neyse, bugünkü CHP odur. 27 Mayıs müdahalesine alkış tutan CHP neyse, bugün için CHP de odur. Merhum Menderes’i idama götüren, bunun zeminini hazırlayan CHP neyse,

inanın bugünkü CHP de odur. 27 Mayıs öncesinde, 12 Eylül öncesinde sokakları ateşe veren, gerilim siyaseti yapan, insanları tahrik eden, milli iradeye düşman CHP neyse, işte bugünkü de odur. CHP’de isimler değişebilir. CHP solcu gibi, ülkücü gibi görünebilir, CHP dindar gibi, din düşmanı gibi görülebilir, ama CHP, CHP’dir. CHP kafası değişmez, CHP tavrı, CHP duruşu asla değişmez. Bundan 70 yıl önce milleti küçümsüyorlardı, inanın bugün de küçümsüyorlar.

9 Mayıs 2014 / Afyonkarahisar

“İlk çok partili seçimlerde, 1946’da, Afyonkarahisar, merhum Adnan Menderes ve Demokrat Parti’yi bağrına bastı, tüm hilelere, tüm engellemelere rağmen 8 milletvekilinin 8’i de Demokrat Partiden seçildi.1950 seçimlerinde 9 milletvekilinden 9’u da Demokrat Partiden seçildi. 1954’te Afyonkarahisar yine 9’da 9; 1957’de 10’da 10 yaparak, Demokrat Parti’ye en güçlü desteği veren şehirlerimizden oldu. “Merhum Başbakan Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 sabahı, Eskişehir’den otomobille yola çıktığında derdest edildi, gece kendisine Afyonkarahisar’a gitmesi önerisinde bulunulduysa da bunu kabul etmedi. Derler ki eğer merhum Menderes o gün Afyonkarahisar’a gelseydi, Afyonlular Menderes’e sahip çıkar, Menderes’i darbecilere teslim etmezlerdi. Evet. 27 Mayıs’ta, darbecilerin gözlerini ne kadar kan bürüdüğünü göremeyen, tahmin edemeyen aziz millet, bu sefer aynı hataya düşmedi, Hükümetine, partisine sımsıkı sahip çıktı, iradesine sahip çıktı, partisini darbe heveslilerine teslim etmedi” 27 Mayıs Darbesi olduğunda hepimiz çocuk yaşlardaydık, o günleri çok hatırlamıyoruz ama şahsım dahi birçoğumuz 12 Eylül ve 28 Şubat’ı tüm sıcaklığı ile yaşadık. Bizler darbenin ne olduğunu biliyoruz. Demokrasiye yönelik müdahalelerin ülkeye ne ağır bedeller ödettiğini, millete ne büyük acılar yaşattığını biliyoruz. “Bu darbeci zihniyet o kadar tembel, o kadar uyuADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

|

7


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

şuk ki, darbe planlarken dahi yenilik yapma zahmetine girişmez. 27 Mayıs’ın darbe planları ne ise, 12 Eylül’ün 28 Şubat’ın, diğer darbe girişimlerinin, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin planları da bire bir aynıdır. Darbeleri sadece askerler yapmaz. İnanın, yaşadığımız her darbe ve darbe girişiminde, silahlı güçlerin rolü, asgari düzeyde kalmıştır. Demokrasimize yönelik müdahaleleri, silahlı güçlerden daha ziyade bazı yargı mensupları yapmışlardır, bazı medya kuruluşları, bazı sermaye çevreleri, bugüne kadarki her müdahalede ve müdahale girişiminde bunlar başrol oynamışlardır. Sokağa dökülen, tahrik edilen, hatta eline silah verilen gençler, hemen her müdahalede piyon olarak kullanılmıştır. “Cumhuriyet Halk Partisi, her darbe girişiminde, perde arkasında darbe mimarlığı görevini üstlenmiştir, hepsinde vardır, istisnasız. Partimizin kapatılma operasyonun arkasında yine CHP vardır, o dönemin genel başkanın ‘Ankara’da da demek ki dürüst savcılar varmış’ diye açıklaması olmuştur. Uluslararası malum çevreler, ajanları vasıtasıyla, maşalar vasıtasıyla, iplerini ellerinde tuttukları kuklalar vasıtasıyla demokrasiye yönelik müdahaleye destek vermişlerdir.” “Önceki hafta şimdi hayatta olmayan bir anayasa profesörünün ismini andı, Hüseyin Nail Kubalı. CHP Genel Müdürü’nün, tarihten böyle bir ismi örnek vermesi, bu isme sahip çıkması, aslında çok acı bir itiraftır ve CHP’nin bulunduğu konumunu çok açık, net ortaya koymaktadır. Bu itiraf, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının, 27 Mayıs benzeri bir darbe girişimi olduğunun da itirafıdır. 28 Şubatta rol oynayan zat aynı değil miydi? 8

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Şahsımla ilgili operasyonları yapanlar aynı kişilerdir, isimlerini vermeyeceğim çünkü isimlerini vermek taltif olur. 27 Mayıs 1960 müdahalesi öncesinde, belli medya kuruluşlarının, köşe yazarlarının, gazetecilerin, sermaye çevrelerinin, belli derneklerin ve özellikle de yargı caimasında bir kısmın, darbe ortamının oluşması, darbe gerekçelerinin olgunlaşması için çok çirkin eylemlerin içine girdiklerini ifade eden Erdoğan, “Tıpkı bize yapıldığı gibi 54 yıl önce Demokrat Partiye karşı, şiddet, vandalizm, hukuksuzluk, yalan, iftira başta olmak üzere her türlü eylem devreye alındı. CHP Genel Müdürü’nün bahsettiği isim, Hüseyin Nail Kubalı, İstanbul Üniversitesinde anayasa profesörü olarak, 27 Mayıs darbesinin hukuki zemininin oluşması için gayret sarf edenlerdendir. Merhum Menderes’e karşı 8 saat tanıklık yaptı, 1960 Anayasası’nı hazırlayan ekibin içinde yer aldı. Bu şahıs hem 27 Mayıs öncesinde hem sonrasında bir hukuk adamına yakışmayacak şekilde demokrasinin askıya alınması, siyasetin çiğnenmesi, halkın seçtiği Başbakanın asılması için rolünü iyi oynadı, vazifesini iyi yaptı.” “Bu zattan, yani Hüseyin Nail Kubalı’dan üniversite yıllarında ders almış olan, ama tabii istisnai ayrılan, onun istikametinden gidenlerden olmadı, Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu da bir hatırasını nakletti. CHP Genel Müdürü’nün öve öve bitiremediği bu zat, Burhan Hocamıza, merhum Menderes ve 2 bakanını kast ederek, ‘çocuk, biz onları katlettik’ itirafında bulunuyor. Öyle mi hocam? Öyle mi hocam. Kim bu adam? Hüseyin Nail Kubalı ve ne diyor? O zaman öğrencisi olduğu için ‘çocuk biz, onları katlettik’ diyor. Bu adam aslında kendisi idam zanlısı, bunları yargıla-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mak gerekirken, CHP’nin Genel Müdürü öve öve bitiremiyor. Niye? Aynı izde yürüyorlar da onun için. CHP Genel Müdürü’nün övgüyle söz ettiği, örnek bir hukuk insanı olarak gösterdiği zat, hem demokrasinin hem de merhum Menderes ve 2 bakanının katillerinden olan, bunu da itiraf etmiş olan bir zattır. Daha Yassıada’da mahkemeler devam ederken, İmralı’da darağaçları kuruluyordu. Karar verilmişti. Yassıada mahkemeleri tiyatrodan başka bir şey değildi. Hüküm verilmişti, karar belliydi, hatta Celal Bayar’ı idam edebilmek için yasa değiştirilmiş, 65 yaş üstünde olanların da idam edilebileceği hükmü getirilmişti. Hukuk, adalet olmaktan çıkarılmış, cinayetin aracı yapılmıştı.” “Anayasa profesörleri, hukuk hocaları, hakimler, savcılar, yüksek mahkeme üyeleri hem 27 Mayıs Darbesi’nin oluşumunu hazırlamış hem de milletin seçtiği hükümeti tiyatrovari bir mahkemede yargılayıp Başbakanı idam etmişlerdir. Yargı içinde, 27 Mayıs’ın ruhunu ve misyonunu taşıyan bir zihniyet, merhum Menderes’e yaptığını bize de yapmak, siyasetin alanını daraltmak, partimizi ve Hükümetimizi itibarsız hale getirmek istedi. Yargı içindeki bu zihniyetin paralel maskesi takıyor olması, 27 Mayıs ruhunu taşımıyor anlamına gelmez” “Erdoğan, 27 Mayıs hukukunun en önemli vazifelerinden birinin, dönemin hükümetini itibarsız hale getirmekti. Ne dediler, ‘bebek davası’ dediler. Ne dediler, ‘köpek davası’ dediler. ‘Cımbız davası’ dediler. Merhum Menderes’i, hırsızlıkla, yolsuzlukla itham ettiler. Bakın aynen bugünkü başlıklar. Kendisiyle ilgili son derece mahrem sırları ifşa ettiler, çok ağır iftiralar attılar. O hakimler, o savcılar, mahkeme salonunda, Menderes’in kasasından çıktı diyerek, özellikle sizlerden teessüf ediyorum ama söylemek zorundayım, iç çamaşırlarını sallayacak kadar alçaldılar, kepazeleştiler, hukukun izzetini, şerefini ayaklar altına aldılar. Geçmişte yaşadığımız 3 darbede, bütün sorumluluk darbeyi yapan subaylara yüklenirken, işte bu hukukçular, bu hukuk sistemi, işte bugün bile devam eden bu zihniyet hiç sorgulanmadı. 27 Mayıs’ın, hukuku ayaklar altına alan o sözde hukukçularına bakın, sonradan hepsinin terfi ettirildiğini, on yıllar boyunca sözüm ona mahkemelerde adalet dağıttıklarını görürsünüz. 27 Mayıs’ın kurduğu, Anayasa’ya yerleştirdiği yüksek mahkemelerin, on yıllar boyunca siyasetin ve demokrasinin üzerinde sallandığını görürsünüz. 27 Mayıs’taki hukuk zihniyetinin, hukukun yüzkarası olan o çarpık zihniyetin, on yıllar boyunca yaşadığını, pusuda beklediğini, fırsat kolladığını görürsünüz.” “27 Mayıs ve 12 Eylül öncesinde, darbe gerekçelerinin oluşması için kullanılan kesim, maalesef gençler oldu. Gençler sokağa döküldüler, tahrik edildiler, yönlendirildiler, hatta birbirleriyle çatışmaları, polisle, askerle çatışmaları temin edildi ve sokaklar karıştırıldı. 12 Eylül öncesinde, aynı karanlık el, sağcıya da solcuya da Alevi’ye de Sünni’ye de silah veriyordu. Aynı karanlık el, gençlerin birbirine kurşun sıkmasını sağlıyor, sonra da katliamları keyifle izliyordu. Bakın, 30 Mart seçim sürecinde, Hürriyet Şehitleri adı verilen kurbanlardan bahsettim. Hatırlayın. Gençlerimiz bunu bilsin. Ağaç için, çevre için sokaklara çıktığını zanneden gençleri-

miz bunu bilsin; iktidara, otoriteye karşı mücadele verdiğini zanneden gençlerimiz bunu bilsin; özgürlük için sokaklarda gösteri yaptığını zanneden gençlerimiz bunu lütfen bilsin. Merhum Menderes’in, yüzlerce genci tutuklattığı, bunları katlettiği, kıyma makinelerinde öğüttüğü iddia ediliyordu. Gençler bundan hiç haberiniz yok sizin. Bizzat CHP, bizzat İsmet İnönü, Meclis çatısı altında bu iğrenç iddiayı dile getiriyordu. Bu yalanlarla, bu iftiralarla, daha fazla genç sokaklara çıkarılıyor, tahrik ediliyordu. İşte en son, 1 Mayıs olaylarında da bunu yaptılar.” “Menderes ‘Kars’ı, Ardahan’ı Ruslar’a sattı diye iftira attılar. Celal Bayar’ın, kasasında 103 milyon var diye iftira attılar. Merhum Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu, yabancı ülklerle yapılan anlaşmalardan yüzde 10 komisyon alıyor diye iftira attılar. Aynen CHP’nin Genel Müdürü gibi aynı şeyleri konuşuyor. En çok da ‘300 üniversite talebesi öldürüldü, kıyma makinelerinden geçirildi, hayvan yemi yapıldı’ diye yalanlar söylediler. 27 Mayıs müdahalesi yapılınca hem darbecilere hem de CHP’ye, kıyma yapıldıkları iddia edilen bu gençlerin nerede oldukları soruldu. Elbette verecekleri cevapları yoktu. Yalan söylemişlerdi, iftira atmışlardı, gençleri sokaklara dökmüşlerdi, arzuladıkları gibi darbe için zemin hazırlamışlardı. Ama tutmadı” diye konuştu. “27 Mayıs öncesinin hadiselerine bakmalarını tavsiye ederek şunları söyledi. “Bize ne söyleniyorsa, aynısının merhum Menderes ve hükümetine söylendiğini göreceksiniz. Arşivlerden o zamanın gazetelerini getirttim, açtım, baktım aynı şey, aynı başlık, hiç değişen bir şey yok. Aynı kelimelerle, aynı cümlelerle, aynı köşe yazıları ve aynı manşetlerle, merhum Menderes’e nasıl taarruz ettilerse, bize de öyle taarruz ettiklerini görüyorum siz de göreceksiniz. İnanın, aradaki benzerlik sizleri de şaşırtacak. Bu ülkede özgürlüklerin düşmanı her zaman CHP olmuştur, ama başkalarını ‘özgürlük düşmanı’ diye itham eden de her zaman CHP olmuştur. Medyaya en ağır baskıları uygulayan CHP olmuştur, ‘Basın özgürlüğü yok’ iftirasını atan da her zaman CHP olmuştur. Bu ülkenin tarihinde, tek bir diktatör vardır. O da CHP’nin Milli Şef ’idir. Ama aynı CHP, merhum Menderes’e de merhum Özal’a da bize de ‘diktatör’ diyecek kadar yüzsüz olmuştur. CHP şu anda, o hiç değişmeyen tarihi rolünü oynuyor, hiç değişmeyen vazifesini yapıyor. Ne diyorlar ‘özgürlük yok’, ne diyorlar ‘diktatör’. Hem ülkede gerilimi tırmandırmak istiyor, hem de Türkiye’yi uluslararası platformlarda karalamaya çalışıyor. Bir takım uluslararası dernekler de işte bu CHP’nin, CHP yandaşı medyanın algı operasyonlarına kanıyor ve Türkiye’yi basının özgür olmadığı ülkeler sınıfında gösteriyor.” “18 Nisan 1960’da, CHP’nin Milli Şefi İsmet İnönü, Meclis’te dehşet verici bir konuşma yaptı. O kısa konuşması, baştan sona tehdit içeriyor ve adeta 27 Mayıs’ı önceden haber veriyordu. İsmet İnönü, o tarihe kara bir leke olarak geçen konuşmasında özetle şunu söyledi, çok anlamlı ifadeler var. ‘Biz ihtilalden yetişmiş insanlarız’ diyor, ‘Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam’. Ardından da ‘Şartlar tamam olduğu zaman ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

|

9


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU milletler için ihtilal meşru bir haktır’ diyor. Evet. İsmet İnönü, tam da Meclis kürsüsünden ifade ettiği gibi, ihtilalden yetişmiş bir neslin üyesiydi. 23 Ocak 1913’te, tarihimizdeki ilk darbeyi yapan İttihat ve Terakki Fırkası’nın işte o ihtilalci ruhunu taşıyordu. CHP, 1913’ten bugüne kadar, 100 yıl boyunca, bu ihtilal ruhunu kaybetmedi. Gazi Mustafa Kemal’in, Meclis’i en yüksek merci olarak tanımlamasına rağmen, hem İnönü hem CHP, halkın iradesini çiğneme alışkanlığından hiçbir zaman vazgeçmedi. Benim ümidim ve arzum şudur. İnşallah, ilk darbenin 100’üncü yılında yapılmak istenen 17 Aralık darbesi, tarihimizdeki son darbe girişimidir. 30 Mart seçimleri, inşallah, 100 yıllık darbeler tarihini artık kapatmıştır. 30 Mart, CHP’nin sembolü haline geldiği yani ihtilal ruhunun adeta cenaze namazının kılındığı tarihtir. Millet, her seçimde yönetime el koymuştur. Ancak 30 Mart seçimlerinde millet artık sarsılmaz şekilde, geriye gitmeyecek şekilde yönetime el koymuştur. Millet, komploları bozmuştur. Millet, darbeye gerekçe oluşturmak için yapılan sokak eylemlerine sabırla tahammül etmiş, bu eylemleri bozmuştur. Yurt dışından, ülkemize maalesef, bu aziz millete karşı yapılmak istenen bu darbe girişimi organizasyonunu milletimiz bozmuştur. Bu aziz millet, ekonomiye, demokrasiye, milli iradeye, istikbalimize ve istiklalimize yönelik saldırıyı görmüş, derin ferasetiyle tüm tuzakları alt üst etmiştir.” “Allah’ın izniyle Türkiye’nin önündeki tüm anlamsız dirençler, engeller ve engellemeleri artık kaybetti. İhtilallerin artık modası geçmiş, son kullanma tarihleri bitmiş, sandık ve orada tecelli eden milli irade Türkiye’nin yegane hakimi olmuştur. 27 Mayıs darbesi Türkiye’ye ve siyasetimize gerçekten çok ağır bedeller ödetmiştir. Türkiye’ye çok ağır prangalar bağlamıştır. 12 yıl içinde bu prangaların birçoğunu kopardık ve attık.” “27 Mayıs darbesinin mirası demokratik, özgürlükçü olmayan bir anayasa ve bu anayasayla kurulan kurumlardır. 12 yıl içinde Anayasa’daki 27 Mayıs ve 12 Eylül izlerini silmek için de çok gayret sarf ettik, önemli değişiklikler yaptık. Gönül isterdi ki yeni bir anayasa yapalım, sivil, özgürlükçü, katılımcı, demokratik bir anayasa yapalım ve artık Türkiye’nin üzerinden bu 27 Mayıs gölgesini tamamen kaldıralım. Ancak CHP’ye sirayet etmiş ihtilalci zihniyet, MHP’yi esir almış darbeci zihniyet ne yazık ki buna müsade etmedi. Yeni bir anayasa konusunda asla umutsuz değiliz. 30 Mart ile başlayan yeni Türkiye sürecinde er ya da geç yeni bir anayasanın yazılacağına, Türkiye’nin bu 27 Mayıs prangasından da kurtulacağına gönülden inanıyorum” “Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi sistemi eski değil 27 Mayıs’ta başlayan darbe ürünü bir sistemdir. Türkiye seçimlerle gelmiş cumhurbaşkanı deneyimini geçmişte yaşamıştır ve hiçbir sorun çıkmamıştır. Tam tersine bürokratik vesayeti temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı Türkiye’de siyasetin alanını daraltmış, sorunların çözümünü kilitlemiştir. Cumhurbaşkanlarının özellikle 27 Mayıs ve sonraki darbelerden sonra karanlık bir miras var. 1960 yılına kadar partilerin liderleri seçimden zaferle çıktıklarından Cumhurbaşkanı oluyorlardı. CHP, ‘Hayır’ diyor değil mi? Senin geçmişinde olan bu. Tek parti dönemlerinde Gazi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü bu şekilde Cumhurbaşkanı 10

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

olmuşlardı. Bunlar milleti ne zannediyorlar ya? 1950 Demokrat Parti seçimi kazandığında Celal Bayar Cumhurbaşkanı oldu. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra hiçbir seçimi kazanamayacağını anlayan CHP, sistemi orada değiştirdi. Cumhurbaşkanı milli iradenin temsilcisiyken 27 Mayıs’tan sonra vesayetin, statükonun, bürokrasinin temsilcisi öyle bir rol biçildi ki hükümete ve rejimi koruma görevi verildi. Cumhurbaşkanlığı vesayet makamı olarak belirlendi. Halk tarafından seçilmesi sistemini getirmemiz başlı başına bir devrimdir. Milli irade tarafından seçilecek.” “Herkes haddini, konumunu sınırını bilecek. Siz babalarınızın dedelerinin çarpık istikametinde yürümek isteyebilirsiniz. Babalarınız dedeleriniz gibi siyasete parmak sallamak isteyebilirsiniz. Ama biz babalarımızın dedelerimizin kutlu ve şanlı izinden yürüyoruz. Hiç kusura bakmayın biz bu istikametimizi asla değiştirmeyeceğiz. Karşınızda artık boynu bükükler yok, yüzünü yere eğip öfkesini içine atacak mağdurlar yok. Evet geçti o günler. Yassıada günleri geçti. Sizin karşınızda Menderes’in akıbetiyle korkutulan, pısırık başbakanlar bakanlar da yok.”

17 Eylül 2010 - Anıt Mezar

Sahipsiz kitleler Menderes hareketiyle milli egemenliği hissetmiş, yönetimde söz sahibi olmuştur. Bir 17 Eylül gününün öğle saatlerinde İmralı Adası’nda kurulan darağacında hayatı sona eren rahmetli Menderes, çok doğru bir ifadeyle, isabetli bir ifadeyle demokrasi şehididir. Kendisinden bir önceki gece darağacında hayatları sönen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan gibi Menderes de bizleri hüzne boğan bir sonla bu dünyaya veda ederken, milletimizin gönlündeki ebedi yerini almıştır. Menderes ve arkadaşları bu ülkeye, bu millete yaptığı hizmetlerin bedeli olarak son nefeslerini vermişlerdir. Bizim inancımız, Allah için ülkesine milletine hizmet yolunda ölenleri, öldürülenleri şehit olarak kabul eder. Menderes’in, Zorlu’nun, Polatkan’ın şehadeti, onlar ve aileleri için büyük bir gurur kaynağıdır. Türk milleti onlarca yıldır bu aziz insanları hürmetle, şükranla, hayır dualarıyla anmaktadır. Onları idama gönderenler ise hiçbir dönemde bu cinayetin vebalinden, bu utançtan kurtulamamışlardır. Türk milleti kendi iradesiyle göreve getirdiği bu masum insanların katledilmesini her zaman lanetle anmıştır. Ülke ve millet olarak bir daha böyle acılar yaşamamamız, en büyük dileğimizdir. Tesellimiz ise yarım asırdır dinmeyen bu acının boşa gitmemiş olmasıdır. Menderes ve arkadaşlarının yaktıkları demokrasi meşalesi, elden ele her geçen gün daha yükseğe taşınmış ve nihayet bugün bizlere kadar ulaşmıştır. Menderes’in ortaya koyduğu irade ve kararlılık, başlattığı demokrasi ve kalkınma mücadelesi, merhumun manevi mirası olarak milletimizce daima sahiplenilmiştir. Merhum Menderes’in idamından hemen önce verdiği mesaj, bu bakımdan çok manidardır. Diyor ki


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU merhum Menderes, “Dirimden korkmayacaktınız. ama şimdi elele vererek Adnan Menderes’in ruhu sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Nitekim rahmetli Menderes’in ruhu, onun başlattığı demokrasi mücadelesi, bu toprakların öz evlatlarını birinci sınıf vatandaş yapma kararlılığı bugüne kadar gelmiştir. Milletle birlikte, milletin istediği istikamette yürüyen herkes, Menderes’in belirttiği gibi, her fırsatta milletin değerlerinin, tarihinin, medeniyetinin düşmanlarına tokat üzerine tokat vurmaktadır. Menderes’i idam etmekle, milletin kendi iradesine sahip çıkan mücadelesinin önünü kesebileceğini zannedenler, yaşadıklarından maalesef ders almadılar, alamıyorlar. Yıllar önce, merhum Menderes’in haykırdığı ‘yeter, söz milletindir’ şiarını bugün de kararlılıkla sürdürüyoruz. Her fırsatta ‘yeter, söz de milletin, karar da milletindir diyoruz. Menderes’in haykırışı bütün Türkiye’de yankı bulmuş, milleti ayağa kaldırmıştır. Merhumun milletle kurduğu gönül köprüsünü başka türlü yıkamayacaklarını görenler, fani bedenlerini ortadan kaldırarak amaçlarına ulaşacaklarını sandılar. ‘Bizi buraya getiren irade böyle emrettiği için bu kararı aldık’ diyecek kadar ileri gittiler. Vicdanlarını susturmaya çalıştılar. Fakat Menderes’in ruhu tarafından takip edilmekten kurtulamadılar. Biz de bütün milletimizle birlikte şehitlerimizin arkasından Fatiha okuyoruz, Menderes ismini andığımızda yıkılmaya çalışılan o gönül köprüsünün daha da güçlenmiş olarak durduğuna şahit oluyoruz. Menderes’in temellerini attığı Türk demokrasisi, atlattığı badirelere rağmen dimdik ayaktadır. Menderes’in sağlamlaştırdığı çok partili sistemden, kimse geriye adım atmaya cesaret edemedi daha. Bu sürede pek çok kayıplar verildi, acılar yaşandı, bir çok alanda uçuru-

mun kıyısına getirildik, kirli oyunlara maruz bırakıldık. Ama hamdolsun her badireyi aştık, her oyunu bozduk. Milli iradeyi küçümseyenlere, vesayet altına almaya çalışanlara, değişim azmini kırmak isteyenlere gereken cevabı millet olarak verdik. Her karanlık günün aydınlığa döneceğine inanarak azimle mücadele ettik. Milletimizin rotasından sapmadık. Bu vesileyle Türkiye’nin aydınlık yarınlarının temel taşlarını inançla, sabırla ve hayranlık veren bir öngörüyle oluşturan rahmetli Özal’ı da şükranla yad etmek istiyorum. İkinci bir Menderes olarak milletin gönlünde yer alan Özal’ı da rahmetle anıyorum. Millet ne Menderes’i asanları, ne Özal’a dünyayı dar edenleri hayırla yâd etmiyor. Onların kimler olduğunu da asla unutmuyor. Milletimizin Menderes ve Özal’ı, asırlar boyunca gönlünde baş tacı edeceğine inanıyorum. En büyük mevki, en büyük makam, en büyük paye de budur zaten. Ne mutlu onlara! Menderes ve arkadaşlarını minnetle bir kez daha anıyorum. Allah’ın rahmeti onların üzerine olsun. Sözlerimi, Necip Fazıl üstadımızın, kendisinin ardından yazdığı şiirden birkaç kıta ile bitirmek istiyorum. Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular; Çukurda üstüne taş doldurdular. Bir de, ya kalkarsa diye kurdular... Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana? Allah deyip, şöyle bir doğrulsana! Beyni tırmık tırmık, pençelere sor! Mevsim niçin ölgün, bahçelere sor! Sor; çukuru nerde, serçelere sor! Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla; Zeybeksiz yolları gözetle, ağla! Dinmeyen bir hasretle milletin adamlarını anmaya devam ediyoruz. Menderes, Polatkan ve Zorlu ailelerine, milletin adına bir kez daha baş sağlığı diliyoruz.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 11


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

m i ş i ğ e D

t e l v e D e v

B i r önceki yazımızda genel olarak değişimin üzerinde durmuş ve muhafazakarlıkla değişim arasında bir gerilim olup olmadığını irdelemiştik. Bu yazımda ise değişimle devlet ilişkisini irdelemeye çalışacağım. Bu yazının başlığı “Devlet ve Değişim” diye de olabilirdi. Ben kasıtlı olarak “Değişim ve Devlet” demeyi tercih ettim. Önce bunun üzerinde durayım. Değişim devletten öncedir. Devlet yokken değişim vardı. Devlet zaten değişimin ürünü olduğu gibi kendi de zaman içerisinde çok büyük değişikliklerden geçmiştir. Müslümanlığa göre değişimin hem insanın fıtratında ve hem de bütün kainatta var olduğunu ifade etmiştim. Devlet ise kendisi bir mecburiyet değil ancak bir zorunluluğun kaçınılmaz sonucudur. İnsanların bir arada yaşayabilmesi için onların teşkilatlanmasının, nasıl karar alacaklarının, kararları kimin uygulayacağının ve bu hususta değişmez kuralların ne olacağının yine insanlar tarafından belirlenmesi gerekir. Aksi halde dağılırlar, birlikte yaşayamazlar. İş bu kadarla da kalmaz, bazı şartlarda bireylerin tek başlarına bile var olmaları mümkün olmayabilir. Devlet çok güçlü bir cihazdır. İnsanoğlunun bütün buldukları gibi hayra da, şerre de hizmet edebilir. Devletsiz olunmaz. Ancak devletsiz olunmaz diye devletin faşizan bir şekilde bir put haline getirilip bütün topluma hükmetmesi de hem insan fıtratına ve dolayısıyla 12

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Müslümanlığın anlayışına kesinlikle aykırıdır. Ne yapıp yapıp önlenmesi gereken bir durumdur. Devletin bu kadar güçlü bir cihaz oluşu insanları, devleti hem değişimi başlatıcı hem yönlendirici olarak kullanabilmeleri için çok imrendirici olmuştur. Değişime karşı olanlar ise devleti buna engelleyecek bir araç olarak görmüşlerdir. İkisi de yanlıştır. Her iki uygulama da hem kısa hem de uzun vadede ters teper. Yani istenilen sonucun tam tersine sebep olur. Kimse devleti “toplumu bir değiştirme aracı” olarak düşünmemelidir. İnsanların bu şekilde davranmaları jakobenliktir. Sonunda kulun kula hükmetmesi anlamına gelir. Zulümdür.

Değişimin önünü devlet gücüyle kesmek ise muhafazakarlığın marazi ancak nadir bir halidir. Çünkü değişim önleyelim demekle önlenmez. Böyle bir yola tevessül etmek insanları sadece mutsuz eder. Var olan kabiliyetlerinin gelişmesini engeller. Bu da başka türlü bir zulümdür. Devlet, değişimin karşısında mutlaka mutedil ve tarafsız bir rol üstlenmelidir. Ne onu teşvik etmeli ne onu yönlendirmeli ne de önünü kesmelidir. Devlete düşen hukukun evrensel kurallarını mutlaka uygulamaktır. Bunda çok kararlı olmalıdır. Kısacası, “adaleti ayakta tutmalıdır”. K.K.’nın Nahl suresi (16/90) “Adaleti emretmekle başlar”. Daha sonra ise her türlü kötülük ve aşırılıktan (fahşa) kaçınılmasını emreder. Esasen hukuk devletinin de temin etmesi gerekenler bunlardır. Artık “hikmet-hükümetin” yerini hukukun evrensel ilkelerinin buyruğu yani adaletin ayakta tutulması yer almalıdır.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu:

“ADNAN MENDERES’İ VE TURGUT ÖZAL’I ALDINIZ. BİZ BAŞBAKAN ERDOĞAN’I SİZE VERMEYECEĞİZ” ADNAN MENDERES’İ VE TURGUT ÖZAL’I ALDINIZ. BİZ BAŞBAKAN ERDOĞAN’I SİZE VERMEYECEĞİZ AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, son aylarda Türkiye üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekti. Soylu, ‘Yüzyıllardır bu aziz topraklarda yaşayan tüm zenginlikleri dünyaya getirmeyin diyenlere inat bu güzel ekip tam 11 yıldır direniyor. Onun için AK Parti’yi sadece bir siyasi parti olarak sınırlamadım. AK Parti daha büyük bir anlayış ve insanlık tasavvurunu yarınlara taşıma davasıdır. Onun için Ergenekon’a, Balyoz’a partimizi kapatmalarına rağmen, dün Menderes’i ve Özal’ı elimizden aldılar. Ama biz bugün Başbakan Erdoğan’ı size vermeyeceğiz.’ dedi. MİLLET AK PARTİ’Yİ KORUMA ALTINA ALMIŞTIR Soylu, Mayıs 2013’ün Türkiye’nin en parlak dönemi olduğunun altını çizerek, “IMF’ye borcumuzu ödemişiz, 136 milyar Dolar’a çıkmış rezervimiz, 5 milyar Dolar da üste IMF’ye para vermişiz. Bu ülkede 1 yıldan beridir, ki bizim risk primimiz düşüren en önemli ölçüden bir tanesidir, ailelerimiz şehit acısı duymuyorlar. Terörden dolayı evlerde şehit acısı yok. Yeni dünyanın merkezine yönelik önemli ve stratejik bir havaalanı, nükleer santraller, star rafinerisi, köprüler yapılırken, Marmaray açılacakken, birden gezi olayları patlıyor. O günkü faiz 4,61 bugün 10.25. Buradan kim kazandı? Gezi olaylarını yapanlar mı kazandı? O günkü AK Parti oyu yüzde 50, bugün de yüzde

50. Biz kaybetmemişiz. Hukukta bir kavram var; özün önceliği diye… Siz bir meseleyi ortaya koyabilirsiniz; ama sonuç yanlış olabilir. Oradaki niyetinizin ne olduğuna bakar hukuk vicdanı… Burada millet, AK Parti’ye özün önceliği kavramını uygulamıştır, güveniyor. Halk, 17 Aralık’ta, tam olarak ’darbe’ diyebileceğimiz girişimde, AK Parti’yi oylarıyla koruma altına almıştır” MENDERES’İN HAYALLERİNİ AKP GERÇEKLEŞTİRİYOR AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, “Allah şahittir ki rahmetli Adnan Menderes’in hayallerini, bugün Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti yerine getiriyor. O yüzden buradayım” dedi. Soylu, Türkiye’nin son 10 yılda büyük değişimler yaşadığını belirterek, ülkenin artık başka ülkelerin ağzına bakmadan, eğilmeden, bükülmeden yine çok önemli bir süreci, dik durarak yarına umutla heyecanla bakarak katettiğini söyledi. Ülkenin 20. yüzyıla başlarken böyle bir hayalin içerisinde olmadığını ancak 10 yılda hayal bile edilemeyecek mesafe alındığını vurgulayan Soylu, ”Önümüzde engeller yok mu, sorunlar yok mu, aşacağımız yollar yok mu? Elbette var. Bunları aşmamamız için birçok provokasyon, birçok engelle karşılaşmayacak mıyız? Elbette karşılaşacağız. Geçtiğiniz 10 yılda nasıl iradenizi, kararlılığınızı, haklılığınızı ortaya koymuşsanız, önümüzdeki 10 yılda aynı kararlılığı bir daha ortaya koymakla mükellefsiniz.” ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 13


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Soylu, ülkede, 2002’den itibaren bir demokratikleşme, ilerleme, özgürlük, birlik ve beraberlik içinde yaşamaya yönelik bir anlayışın ortaya konulduğunu belirtti. Bu anlayışın adının, millet iradesi, millet iktidarı ve ülkede insanların bir arada, birlikte yaşama arzusu olduğunu vurgulayan Soylu, Türkiye’nin bu süreci ıskalamayacağını söyledi. Soylu, çok güzel bir yol üzerinde olduklarını dile getirerek şöyle konuştu: ”Hem de dünyanın, etrafındaki bütün ülkelerin imrendiği, ‘Keşke bizde ihracatımızı 36,5 milyar dolardan 152,6 milyar dolara çıkarabilen bir ülke haline gelebilseydik’ diye düşündükleri bir ülke haline gelerek, bunu yapıyoruz. Avrupa’yı görüyorsunuz. Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz’de kriz var ama Türkiye, şükürler olsun ki 10 yıldır bu krizleri yaşamayan, üstelik istihdamını, büyümesini ve kişi başına düşen milli geliri yükselten bir ülke konumuna gelmiştir” dedi. DEMOKRASİ MİLLETİN ZAFERİDİR VE KAHRAMANLARI VARDIR “Demokrasi milletlerin zaferidir. Demokrasi milletlerin hukukudur. Demokrasinin kahramanları vardır. Demokrasinin büyük insanları vardır. Demokrasinin mücadeleci insanları vardır ama demokrasinin mağdurları ve mazlumları da vardır. Bugün hala İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi’nde bir kürsüde ismi yazan ve darbeyi meşrulaştırma görevini üstlenen Sıddık Sami Onar, darbenin ertesi günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde bunlar yani bu demokratlar daha sonra isimlerini düşükler olarak belirtenler onları yolsuzlukla suçlayarak nitelendirdikleri bu demokratlar İstanbul Üniversitesi öğrencilerine kıyma makinesine attı dediler. Bugün bu salonla ismi bütünleşen Hasan Polatkan Demokrat Parti’nin (DP) en çalışkan milletvekillerinden biriydi. İlk çalışma bakanı, daha sonra maliye bakanıydı. En zeki milletvekiliydi. 20. yüzyılın başındaki maliye üstatlarından Cavit beyden sonra Cumhuriyet tarihinin en önemli maliyecilerinden bir tanesiydi. Bu memleketin en masumlarından birisiydi, Adnan Menderes ve Fuat beyden ve Reşit Paşa’dan sonra en büyük hariciyecisiydi Fatin Rüştü Zorlu. Onlar idam edilmedi. Onları idam edildi diye nitelemek büyük bir haksızlıktır. Onlar alçak bir cinayete kurban gittiler. Bu bir cinayetti, bunu bilmenizi istiyorum. Bu cinayeti de bir mahkeme kararı ile verdiler. 46 yaşında bir adamın, evlatlarına doyamadan giden bir adamın, kızının babasının acısına dayanamayarak ölen bir adamı on binlerce insan dualarla anmaktadır. Ama hiç kimse hukuk tiyatrosunun başaktörü olan Salim Başol’u hatırlamamaktadır. Hiç kimse bu cinayetlere sebep olanları anmamaktadır. 1950-1960 yılları Türkiye’nin en önemli sıçrama dönemlerinden bir tanesidir. Bunlar gerçekleştirdi. Parasız ve pulsuz Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştirdi. At nalı çivisini bile ithal eden bir Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştirdi. 22 tane barajı, yaşasalardı nükleer santrali, yaşasalardı birinci boğaz köprüsünü, Türkiye’yi NATO’ya sokan ve Türkiye’nin geleceğini bütün dünyaya entegre etme çabalarını bunlar gerçekleştirdi.” Türkiye’nin en dürüst insanlarından biriydi Hasan Polatkan. Ama ertesi gün bir gazetede manşetinde ‘Evinde 4 milyon ele geçirildi’ yazıyordu. Yalan, iftira ve bu millete hizmet edenleri itibarsızlaştırma girişimi yapıldı. Bilmenizi isterim. Yassı Ada’da iki kişi ifade vermedi. Bunlardan biri İsmet İnönü, diğeri ise Vehbi Koç’tu. O Vehbi Koç’u Türkiye’de Vehbi Koç yapanlardan bir tanesi ise alıp satma kendin üret diyen Hasan Polatkan’dı. Ama Vehbi Koç, kızını Koç Lisesi’ne almaktan çekindi ve onu reddetti. 14

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ESKİ TÜRKİYE YOK BAŞBAKANIMIZA MİLLET SAHİP ÇIKIYOR “Türkiye’yi her zaman ellerinde oynayabilecekleri bir oyuncak gibi görmek istiyorlar. Ama Türkiye eski Türkiye değil. Ne yaptığımızı biliyoruz. Niçin Marmaray’ı yaptığımızı, niçin 3. havalimanını yaptığımızı, niçin hızlı tren yolunu yaptığımızı biliyoruz. Ülkemizin yarınlara umutla bakmasını sağlıyoruz. 21. asırda güçlü, kuvvetli bir Türkiye’yi oluşturuyoruz. Eğer Adnan Menderes olmasaydı, bir köylünün kızı öğretmen olamazdı, bir köylünün oğlu doktor olamazdı. Bir köylünün evladı bir tarafta milletvekili, bakan, başbakan olamazdı. Adnan Menderes’ten intikam almak isteyen katiller, şimdi aynı intikamı, kıymetli Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan almaya çalışıyorlar.” Soylu, birilerinin Türkiye’ye tuzak kurmaya çalıştığını ifade ederek, şunları dile getirdi: Türkiye’nin başına entrika getirmeye çalıştılar, Türkiye’nin başına tuzak getirmeye çalıştılar. Bilin ki aynısını Menderes’e yaptılar. Bilin ki, aynısını rahmetli Özal’a yaptılar. Bilin ki, aynı entrikaları, aynı tezgahları bu ülke insanının başına getirmeye çalıştılar. Menderes ne yaptı da onu astılar? O iftiraları niçin ona attılar? Niçin o iftiralarla onu karşı karşıya bıraktılar? 13 Mayıs 1950 tarihinde bu ülkede Ezan-ı Muhammediye, ‘Allahu ekber, Allahu ekber’ demiyordu. Bu ülke kendi değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılıyordu. Rahmetli Menderes, 60 gramlık bir oy pusulasıyla kendisini iktidara getirenlerin söylediğine itimat etti. Söylediğini tuttu ve bir ay içerisinde ezan, bu ülkede bu minarelerden bu milletin arzu ettiği gibi, aslıyla beraber okunmaya çalışıldı. Ama kin duydular ona, öfke duydular. Daha ötesi, bu ülkede yollar yaptı, köylerle şehirleri birbirine birleştirdi. Eğer bugün bir köylünün oğlu mühendisse, bugün bir köylünün oğlu doktorsa, bugün bir köylünün kızı öğretmense, bugün bir köylünün kızı avukatsa, bugün bir köylünün evladı bugün milletvekiliyse, hakimse, profesörse, bakansa, bu ülkede başbakansa bilin ki o açılan yollarla şehre ulaştı, orada okudu orada imkanı sağladı, orada bu köylerle şehirler entegre oldu. Dayanamadılar, ‘kim bunlar ki yönetime ortak olacak’ dediler. ‘Bunlar Hasolar, bunlar Memolar, bunlar dün bizim Ulus Meydanı’na, Kızılay Meydanı’na almadığımız Aşık Veysel gibi şalvarlılar, poturlular, kasketliler. Bunlar kim, milletvekili olmak kim? Bunlar kim, ülke idare etmek kim? Bunu kim yaptıysa bunun bedelini ödettireceğiz’ dediler. Menderes’in 1961de 17 Eylül’de idam edilerek ödediği bedel, bu milleti, bu milletin iktidarına taşımanın bedeliydi.” Adnan Menderes’in Türkiye’nin gelişmesi için hayal ettiği projeleri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiğine işaret eden Soylu, “Bu ülkede, eğer idam edilmeseydi nükleer santral yapıyordu 1967’de, idam edilmeseydi 1963-64’te birinci boğaz köprüsüne kavuşuyordu. Size bunlar bir şey hatırlatıyor mu? Eğer idam edilmeseydi bu ülke aynen bugünkü gibi Avrupa Birliği sürecinde ilerleyecekti. Eğer idam edilmeseydi, bu ülkede o üniversiteleri belki bizim çok daha iyi noktaya getirebilmemizi sağlayacaktı. Menderes ne hayal ortaya koymuşsa Tayyip Erdoğan bugün onu gerçekleştiriyor” ifadelerini kullandı. Soylu, Başbakan Erdoğan’a milletin sahip çıktığını dile getirerek, şunları kaydetti: “Ne yaparlarsa yapsınlar, ne ortaya koyarlarsa koysunlar, Türkiye’yi 2002’den 2014’e kadar çok önemli bir noktaya getiren ve ülkemizin insanının yarınlara umutla, endişesiz bakmasını sağlayan Recep Tayyip Erdoğan’a millet sahip çıkıyor.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Onu yalnız bırakmıyor. Onlar zannettiler ki, ‘biz Türkiye’ye diz çöktürürüz, şantaj yaparız, kaset hazırlarız, montaj yaparız, oradan alıp oraya yapıştırırız. Milletin karşısında bu Başbakanı itibarsız hale getiririz’ diye bir anlayışı ortaya koymaya çalıştılar. Böyle yaptılar, diz çökertmeye çalıştılar ama bu sefer sert kayaya çarptılar. Bu devlet sahipsiz değil, bu topraklar sahipsiz değil, hiç merak etmeyin. Siz ülkenin cumhurbaşkanını dinleyeceksiniz, siz ülkenin başbakanını dinleyeceksiniz, siz ülkenin enerji bakanını dinleyeceksiniz, bürokratlarını dinleyeceksiniz, şantaj yapacaksınız, işadamlarından şantajla para toplayacaksınız, sonra o masum kızları ablalar diye sokaklarda gezdirip, ‘Tayyip Erdoğan’a oy vermeyin’ diyeceksiniz. Bu millet bunun hesabını 30 Mart akşamı sorar. Ama bu devletin soracağına da hiç kimse tereddüt etmesin. Bu devlet ihaneti kabul etmez. Bu topraklar ihaneti kabul etmez.” AYDIN MENDERES EN ÖNEMLİ AYDINLARIMIZDANDI -Adnan Menderes bu ülke için ne anlam ifade ediyordu, oğlu Aydın Menderes ne anlam ifade ediyor? -İlk önce rahmetli Aydın Menderes’ten başlayayım müsaadenizle. Bana göre Aydın Menderes’in iki temel ifadesi var, Aydın Menderes’in karşılığı olan. Birincisi; rahmetli başvekil Adnan Menderes’in bu ülkedeki emanetiydi, önemli bir emanetiydi, oğluydu. İkincisi; Aydın Menderes’i yakından tanıyanlar çok iyi bilirler ki tarif etmeye çalıştığımız Aydın Menderes, ruhunda şiirler olan bir adamdı. Bir taraftan tasavvufu bilen, bu konuda önemli bir bilgi birikimine sahip, diğer taraftan, ekonomiyi en ince ayrıntılarına kadar, bir ekonomi profesörü kadar iyi takip eden ve iyi bilen bir insandı. Ortadoğu’dan Ortaasya’ya, ta Kıbrıs meselesine kadar her konuda bir duruşu olan önemli bir insandı. Yani edebi söyleşilerin içerisinde Aydın Menderes’i rahatlıkla bulabilirdiniz; entellektüel derinliğini her noktada hissedebilir ve anlayabilirdiniz. Bu benim kanaatime göre -ki ikinci temel özelliğidir- Türk Sağı’nın yetiştirmiş olduğu en önemli aydınlardan ve entellektüellerden bir tanesidir. Hiçbir zaman 1960’ta yaşanan o meş’um, o kötü darbeden sonra, yaşadıklarından sonra -ki çocuk yaşta-, belki hayatını etkileyen o unsurlardan sonra hiçbirgün geri adım atmamış, onları bir rövanş meselesi haline getirmemiş ama demokrasiyi yüceltmek ve kendi insanının iktidara gelebilmesini yüceltmek için de o mücadeleden bir gün olsun geri kalmamış. Siyaset kolay birşey değil. Babası idam edilen bir insanın, bir siyasi partinin her kademesinde bulunması kolay birşey değil. Aydın il başkanlığı yapmış, milletvekilliği yapmış, parti kurmuş ve kendi insanının her noktasına dokunmuş, bana göre yüce gönüllü bir insandan, bir dosttan bahsediyoruz. Bu Fatih Camisi ile ilgili, il başkanı olduğum dönemlerde de ilçe başkanı olduğum dönemlerde de bana onlarca defa, yani altındaki su seviyesinden tutun da restorasyonuna kadar her meselesini, İstanbul’un her meselesini, Eyüp Sultan’ın her meselesini içinde hisseden bir adamdı. Daha birçok şey sayabilirim. Mihrimah Sultan’dan İstanbul’daki diğer tüm tarihi eserlere kadar. Anadolu’ya gittiğimiz zaman Muş Ovası’ndan bahsettiğimizde sanki orada olan bir insandı Aydın Menderes.

Şöyle söyleyebilirim: Türkiye, hergün kendisini düşünen, hergün kendisiyle yatan, hergün kendisiyle kalkan ve milletini derinliklerine kadar bilen bir insanı kaybetmiştir. Şu, bir ifade olabilir Aydın Bey için: Türkiye’de siyaset yapanlar, bu milleti bazen pek iyi tanımayabilirler. Aydın Bey, genetik olarak da kendi ruhu itibarıyla da bu milleti tanıyan bir insandı. Bu cenaze ile ilgili müsaade ederseniz birkaç şey de söylemek isterim. Dün, hem hastane safhasında, hem cenaze başladığı andan itibaren Hacı Bayram’da, hem cenazenin nakli esnasında ben bir örnek davranış gördüm. Sayın Cemil Çiçek’e, minnettarız ve müteşekkiriz ama sayın başbakan ve onun görevlendirdiği bütün arkadaşlar, hem aileye hem yakınlarına hem de nâş’a büyük bir hürmet ve edep gösterdiler. Bu, Aydın Menderes’e yakışan, Menderes ailesine yakışan ve onun nezaketine yakışan bir tavırdı. Ben şahsım adına şükranlarımı ifade etmek istiyorum. -Menderes isminin açmış olduğu demokrasi yolculuğu bundan sonra nasıl devam edecektir sizce? -Bir kazadan sonra, Menderes’in hayat çizgisinin gelişimini biliyoruz. O kaza, Aydın Menderes’i, rahmetli Adnan Menderes’in ortaya koymuş olduğu demokrasi çizgisinden birgün bile ayırmadı. “Ben bir başbakanın oğluyum” demedi. “Ben kaza geçirdim, artık kenara çekiliyorum” demedi. Milletimiz de çok iyi hatırlar ki, en son referandumda bile söylediği bir söz –ki Aydın Menderes, bilgisini söz üstatlığıyla buluşturmuş ender kişilerden birisidir- bana göre Türk Demokrasi tarihine büyük harflerle, altı çizili harflerle yazılacaktır. Dedi ki “referandumda verilecek her evet oyu, babamın ruhuna okunan bir Fatiha’dır”.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 15


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ak Devrim

Salih KAPUSUZ AK Parti Genel Başkan Yardımcısı

İ

kinci Dünya Savaşı’nın sert ve ağır koşulları dünyadaki bütün ülkeleri derinden etkilemiş, aynı zamanda savaş sonrası diktatörlüklerin de sonunu getirmiştir. Hitler’in, Mussolini’nin, Stalin’in dikta rejimlerinin başarısızlığı halkta yeni beklentilere, yeni oluşumlara kapı aralamıştır. Bu yeni oluşumun adı demokrasidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni uluslararası konjonktür diktatöryal eğilimlerden demokrasiye geçişi kaçınılmaz kılmıştır. Dünya’da sistem değişirken Türkiye hala Tek Parti ile yönetilmekte idi. 1938-1945 yılları arasındaki Tek Parti döneminin baskıcı tutumu halkımızda ağır bir travma yaratmıştır. Bu dönem, Türkiye tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden biri olarak siyasi tarihimizdeki yerini almıştır. Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesi de kolay olmamıştır. 1946 seçimleri demokratik usullerin dışında “açık oy, gizli tasnif ” ilkesi ile şaibeli hale gelmiş, henüz çok yeni kurulmuş Demokrat Parti hazırlıksız yakalanarak iktidarın değişimine direnç gösterilmiştir. Bunun anlamı 16

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

şuydu: Halkın iktidara ortak olması yani yönetime katılması Tek Parti yönetiminin elindeki olağanüstü haklarının eksilmesi demekti! Temelleri o zamandan atılan vesayet sistemi 27 Mayıs’ları, 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri hatta 28 Şubat’ları beraberinde getirmiştir. 14 MAYIS SEÇİMLERİ TARİHE ALTIN HARFLERLE YAZILAN BİR AK DEVRİMDİR 14 Mayıs 1950 seçimleriyle milli irade tecelli etmiş, Türkiye’de ilk defa iktidar kavgasız, entrikasız, halkın hür iradesiyle iş başına gelmiştir. Türkiye tek adamlıktan devletle milletin buluştuğu bir döneme geçiş yapmıştır. “Yeter artık söz milletindir” sloganı ile yola çıkan Demokrat Parti halk nezdinde karşılık bulmuş, ezici bir çoğunlukla seçimlerde büyük bir galibiyet almıştır. New York Times Gazetesi’nin “CHP’nin uğradığı yıkıcı ve hayret verici mağlubiyeti yalnız Türkiye’nin değil bütün Batı demokrasisinin de iftihar etmesi lazım gelen bir neticedir” diye yorumladığı 1950 seçimleri tarihe altın harflerle yazılan bir Ak Devrim’dir. Demokrasinin özü toplumsal taleplere duyarlı olmaktır yani halkın sesine kulak vermektir. Demokrat

Parti de Tek Parti Sisteminin tahakkümcü anlayışına tepki olarak doğmuş, Hasoların, Memoların, çarıklıların, köylülerin Beyaz İhtilalidir. 14 Mayıs, Türkiye demokrasisinin miladıdır. Bu tarih toplumun talep ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek halkın yönetime katıldığı önemli bir tarihtir. Hayatını milletine ve demokrasiye adamış büyük devlet adamı merhum Adnan Menderes bu ülkeye 10 yıl büyük hizmetler vererek halkımızın gönlünde müstesna bir yer edinmiştir. Türkiye’nin kalkınma, demokratikleşme ve modernleşme sürecine yaptığı katkılar saymakla bitmez. 14 Mayıs demokrasiyi içine sindiremeyenlerin her zaman karabasanı, kâbusu olmuştur. Türkiye neredeyse her on yılda bir darbelere maruz kalmış, demokrasisi sekteye uğratılmış, tarifsiz acılar ve çok büyük maliyetler ödemiştir. Halkın iradesinin önüne geçilemediğinden hiçbir güç ayakta duramamış ve nihayetinde her ne kadar demokrasi sekteye uğrasa da demokratik süreç yeniden ayaklanmıştır. Halkımız her daim iradesine sahip çıkmayı bilmiştir. DEMOKRAT PARTİ’NİN EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ HALKI ÖNEMSEMİŞ, ONA DEĞER VERMİŞ OLMASIDIR Halkın içinden gelen Demokrat Parti’nin en büyük özelliği halkı önemsemiş, ona değer vermiş olmasıdır. 10 yıllık iktidarı ile Demokrat Parti gerek sosyal alanda, gerek ekonomik alanda gerekse dış politika alanında Menderes Hükümeti çok başarılı işlerin altına imza atmıştır. Demokrat Parti göreve gelir gelmez çok önemli kararlar almıştır. Bunlardan en önemlilerinden birisi de halkın hassas dengelerini gözetmiş, Arapça Ezan yasağını yürürlükten kaldırmıştır. Tarım politikaları, karayolları, limanlar, barajlar gibi büyük altyapı yatırımları yaparak millete büyük hizmetler vermiştir. Demokrat Parti sayesinde halk adam yerine konduğunu hissetmiştir. Bu aynı zamanda halkın zaferidir.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU DEMOKRAT PARTİ ÇALIŞANLARA ÖNEMLİ KAZANIMLAR SAĞLAMIŞTIR Türkiye Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birçok alanda olduğu gibi çalışma hayatında da büyük gelişmeler kaydetti. Ekonominin gelişmesine koşut sayıları 500 bini bulan işçi kesimine bireysel iş hukuku alanında çeşitli haklar verilmiştir. İşçilere Hafta Tatili ve Genel Tatil Günlerinde Ücret Ödenmesi Hakkında Kanun, Öğle Dinlenmesi Kanunu, Basın İş Kanunu bunlardan bazılarıdır. Gerek kamu kesiminde gerekse özel kesimde işçi olarak çalışanların satın alma güçlerinde ve yaşam düzeylerinde önemli artışlar olmuştur. 1950’li yıllar işçiler açısından olumlu yıllardır. Sosyal güvenlik önlemleri geliştirilmiş, reel ücretlerde ve satın alma gücünde ciddi artışlar olmuştur. Çalışma hayatı ile ilgili tüm bu olumlu gelişmeler pek tabi ki demokrasinin kurumsallaşmasına önemli katkılarda bulunmuştur. DIŞ POLİTİKA ALTIN DÖNEMİNİ YAŞADI 1950-54 dönemi liberal demokrasi ve iktisadi alanda en parlak yıllarını yaşarken, 1954-1957 dönemi de Türkiye’nin dış politikasının altın dönemi olmuştur. NATO’ya üye olmak için büyük çaba sarf eden Menderes Hükümeti Kore Savaşı’na sağladığı destekle büyük bir avantaj elde etmiş, Türkiye’nin NATO’ya alınmasını sağlamıştır. 1954 yılın-

da patlak veren Kıbrıs meselesi en önemli milli davamız olmuş, Kıbrıs sorununun çözümü için büyük çaba sarfetmiştir. Kıbrıs’ın bağımsız cumhuriyet olması ile ilgili Londra Antlaşması yine bu döneme ait bir gelişmedir. Her ne kadar hayata geçememiş olsa da Bağdat Paktı da Türkiye’nin öncülük etmesi açısından önemli bir gelişmedir.

B

1950 seçimleri tarihe altın harflerle yazılan bir Ak Devrim’dir.

C

Demokrat Parti iktidarı bürokratik-baskıcı devlet geleneğini bertaraf etmiş milletin iktidarıdır. Demokrat Parti millete hizmet ederek bir toplumsal dönüşüm gerçekleştirmiştir. Türkiye tarihinin en önemli değişimini yaşadı. Ancak bu dönüşüm aynı zamanda 27 Mayıs’a giden süreci de beraberinde getirdi. 27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen darbe ile Demokrat Parti’nin kapısına kilit vuruldu, parti kapatıldı. Türkiye’nin gelişmesinden rahatsızlık duyan statüko, düzmece iddialarıyla Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı idam etmiştir. Merhum Menderes ve arkadaşları birer

demokrasi şehididir. Bu darbe yalnızca Demokrat Partiye değil, milli iradeye yapılmış bir darbedir. 27 Mayıs sürecini yakından takip eden Almanların en etkili gazetelerinden Die Zeit Menderes’ten ‘Beyaz atın mistik yardımı ve Eyüp Camii’nin meleği olmaksızın büyük bir kitleyi kazanmış adam...” diye methetmiştir. Menderes yalnızca Türk halkının değil karizmasıyla Almanları da etkilemeyi başarmış ender siyasetçilerden biridir. Dönemin Alman Devlet Başkanı, ‘büyük politik tecrübeye sahip bir partner’ diye addetmiştir. Alman kamuoyu ise cuntacıların hedefini ‘efsaneyi bitirmek’ olarak yorumlamıştır. Türkiye her kalkınacağı dönemde demokrasisi sınanmış, belirli aralıklarla sekteye uğratılmıştır. Ancak darbeleri acıyla tecrübe eden Türk halkı milli iradesine sahip çıkmaktadır. Demokrasi için büyük mücadele veren Adnan Menderes ve arkadaşlarının darağacına giden onurlu duruşları Türk halkının hafızasından hiçbir zaman silinmeyecektir. 27 Mayıs darbesi idamlarıyla tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir. Ak devrimden AK Parti’ye gelinen süreçte Türkiye olumlu-olumsuz gelişmeler yaşamıştır. Demokrat Partinin başlattığı “demokrasi mücadelesi” azim ve kararlılıkla AK Parti Hükümeti tarafından devam ettirilmektedir. Sivil siyasete ve tam demokrasiye inanan herkesin de sahip çıkması gerekir. Bu duygu ve düşüncelerle merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarını rahmet ve saygıyla anıyorum.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 17


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

14 Mayıs 1950: Milli İrade’nin Şahlanışı

18

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 19


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Diyor ki: Aziz ve Muhterem Vatandaşlarım! Her an, her saat başında yalan haberler; bir takım korkunç şayialar çıkarılmak suretiyle heyecan yaratmak ve bu heyecan vasatında bir takım kışkırtmalar da yaparak hadiseler çıkarılmak istenmekte olduğunu ve bu yıkıcı faaliyetlerin belli merkezlerden idare edilmekte bulunduğunu dünkü konuşmamda arz ve ifade etmiştim. Bu şayialara, bu yalan haberlere inanılmamasını ve hatta bunları yayanların alakalılara ve vazifelilere ihbar edilmesini de ayrıca rica etmiştim. Filhakika, ortada hiçbir şey yokken hadiseler çıkarabilmek için ancak bu yollara ve bu usullere müracaat olunur. Kandırılması en kolay olan ve toplantı halinde bulunan zümreler seçilmek suretiyle bunların üzerinde daimi surette yıkıcı faaliyet ve propagandalar tertip edilir ve bunlar kötü bir zümre bile olsalar 30 milyonluk Türkiye’nin hacmine ve ebadına nispetle bir zerre dahi teşkil etmeseler, bunlar sanki teşkilatlı ve vurucu bir kuvvetmiş gibi ele alınarak bir memleketin kaderi üzerinde pervasızca oynayabilmek imkanlarının aranmasına ve bu yolların araştırılmasına çıkılır. İstanbul ve Ankara’mızda iki gündür yaratılmak istenilen hadiselerin kısaca izahı ve manası işte bundan ibarettir. Bu memlekette bir takım ayaklanma hareketleri için vasat ve şartlar hiçbir suretle müsait değilse profesyonellerin, bu işlerin esnafı olanların tutacakları yol işte budur. Güzelim memleketimizde ayaklanmalar için hiçbir sebebin mevcud olmadığı aşikar. Memleketimiz eski devri nuriyesizlik ikliminden çıkıp çok partili bir idareye kavuşmuştur. Binaaleyh hürriyetsizliğin tek parti tahakkümünün ve seçim yapmadan iktidarda olmanın seçim yapıldığı takdirde ise rey sandıklarının nasıl kırılıp onbinlerce mazbatanın nasıl tahrip edildiğinin ve nasıl reylerin çalınıp millet iradesinin ayaklar altında çiğnendiğinin türlü ve aşikar misallerini görmüş ve yaşamış bir memleketiz. Bu iklimin içinden çıkıp gelmekteyiz. Diğer taraftan sefalete mahkum olmanın bu memleketin kaderi olduğuna inanmışçasına ve bunu kabul etmişçesine çeyrek asır içerisinde memleketin meselelerine vatandaşın ihtiyaçlarına medeni ve ileri bir hayata kavuşmanın icaplarına nasıl umut silkercesine lakayt kalındığını görüp yaşamış olan bir memlekettir Türkiye. Ve Türkiye’miz bugün asırlardır yapılamayanların on sene içinde nasıl yapıldığını memleketin bir baştan öbür başa her birisi büyük kıymeti olan sayısız eserlerle nasıl donanmış hale geldiğini görmektedir. Ziraatte, sanayide, madencilik ve nakliye ekonomisinde velhasıl iktisadi hayatın bütün kollarında Türkiye’nin nasıl akla sığmaz bir süratle bir asırlık bir mesafeyi bir on sene içinde aldığını görmekteyiz. Telakki bunda imar, iktisadi kalkınma, içtimai düzen velhasıl medeni ve ileri bir cemiyet olmanın bütün şartlarını muayyen bir nizam ve ölçü içinde nasıl hep birden ele alınıp tahakkuk yoluna konmuş olduğunu vatandaşlar görmektedir. On sene evvelkiyle bugünü vatandaşlar kıyaslayabilmekte ve hükümlerini vermiş bulunmaktadırlar. İşte bu şartlar ve bu vasat, ayaklanmanın şartları ve vasatı değildir. O halde bir takım suni ve uydurma yollardan ve sözlerimin başında arz ettiğim şekilde bir ayaklanma hareketi tahakkuk ettirilebilr mi diye memleket, hazin, elim ve meşum tecrübelerin sahası haline getirilmek isteniliyor. Tekrar arz ediyorum, bir veya muayyen bir zümre türlü yollardan ele alınıp, elde bulundurulacak ve bu hareket haline getirildikten sonra veya hareketin içinde yuvarlanan bir kartopu gibi büyütülmek ümidine bel bağlanılarak teşebbüslere girişilecek, diğer taraftan da vasata hazırlanmak için vatandaşın heyecanı her an kamçılanacak. Bu sebeple mütemadiyen yalan haberler, korkunç dedikodular, tahripkar şayialar ortalığa salınacak, her yerde vatandaşın idraki zaafa, iradesi felce uğratılacak. İşte usul bu, taktik bu.

20

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Başvekil Adnan Menderes Erol AYYILDIZ Aydın Valisi ydınımızın yetiştirdiği, Kurtuluş Savaşı gazisi, demokrasi şehidi Başvekil Adnan Menderes, şahsiyeti ve yaptığı hizmetlerle milletimizin gönlünde taht kurmuş güzide devlet adamlarımızdandır. Cumhuriyetimiz’in kuruluşundan sonra İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi ile birlikte iç ve dış konjoktürel yapının müsait olması Türkiye’de çok partili hayatı getirdi. Akabinde Adnan Menderes’in Genel Başkanlığını üstlendiği bir muhalefet partisi 14 Mayıs 1950 tarihinde ilk kez demokratik bir yolda ve halkın özgür iradesiyle iktidara geldi. Adnan Menderes ve arkadaşları iktidara gelir gelmez yeni bir devlet yönetimi anlayışı benimsediler. Buyurgan, dayatmacı, halka lütuf dağıtan, yukarıdan bakan değil “milleti efendi gören” bir misyon üstlendiler. Millet ile devlet arasında oluşan soğukluğu, demokratik kuralları yerleştirerek, halkın iradesini önemseyerek giderdiler. Milletin değerlerini, halkın tercihlerini baş tâcı ettiler. Bu yüzden gönülden sevildiler. Hayatı boyunca vatana ve millete hizmet etmeyi şiar edinen Adnan Menderes, “Yeter! Söz Milletindir ” sloganıyla yola çıkarak arkadaşlarıyla on yıl boyunca ülkeye büyük hizmetler yaptılar. Türkiye’nin çarıktan medeniyete geçişi olarak da nitelendirilen bu dönemde; Türkiye’nin o zamana kadar görülmemiş bir gelişme içine girdiğini görüyoruz. Üretim artmış, milli gelir yükselmiş, altyapı hizmetleri ve sanayi yatırımları ile ülke baştan sona mamur hale getirilmeye çalışılmıştır. Tarımda modernleşme çalışmalarına hız verilmiş, ülkeye yeni kurumlar kazandırılmış, dış politikada cesur adımlar atılmış ve hızlı sosyal dönüşümler yaşanmıştır. Demokratikleşme ve özgürlükler alanı genişlemiş, din ve vicdan hürriyeti konusunda geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu zaman diliminde muhalefetle ve hükümetin icraatın-

A

dan memnun olmayan bazı kesimlerle sert tartışmalar yaşansa da siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda önemli hizmetler gerçekleştirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, başarılı icraatlar aynı zamanda toplumsal talepleri de yükseltti. Ülkede bu hizmetler yapılırken ve demokrasi kurum ve kurallarıyla yerleşmeye başlamışken, durumdan vazife çıkaran Askeri cunta, 27 Mayıs 1960’ da darbeyle iktidarı ele geçirdi. Tevkif edilen Adnan Menderes ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan Yassıada’da idam edildiler. Ayrıca Demokrat Parti iktidarının 400’den fazla siyasetçi, yönetici ve bürokratlarına ağır cezalar verildi. Yapılan zulümleri milletimiz büyük bir acı ile karşıladı ve idam edilenlere, demokrasi şehidi unvanını verdi. Menderes ve arkadaşlarını halkımız hiçbir zaman unutmadı, gönlünde yaşatmaya devam etti. Ruhları şad olsun.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 21


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

m i ş i ğ e D Nedir bu değişim? Yeni idrak ettiğimiz yüzyıla ait bir çılgınlık mı? Değişelim, değişilsin, değişin. Bütün dünya değişiyor. Biz niye hala yerimizde duruyoruz. Değişim yeni bir put mu? Büyük ülkelerin milyarlarca insanı gütmek için icat ettikleri bir komplo mu? Ne oldu? İnsanların derin bir stres altındaki ruhları ancak değişim gelsin diyerek mi rahatlayabiliyor? Peki, ne değişecek? Bu değişim işi biraz da “Godot’yu beklerken mi döndü.” Değişime böyle bir açıdan da bakılabilir. Şu yukarıda sık sık işitip okuduğumuz söylenenlerin gerçeğe tekabül eden yönleri vardır. Ama bu söylenenler, ne insanların bu güçlü değişim isteğini ne de bütün bir tarih boyunca yaşanmış olan bizzat değişimin kendisini açıklamaktan uzaktırlar. Değişim hep var, zira insanın fıtratında mevcuttur. Değişim Sünnetullah (Allah C.C.)’ın bu dünyayı tedvir etsin diye koyduğu kurallardan bir tanesidir. Derğişim iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi? Tek başına ne iyidir ne kötü. Hayat gibi. Ömür gibi. Sana verilen ömrü doğru kullanırsan iki cihanda da saadet sahibi olursun. İnsan kendi fıtratında hem birey hem de toplum olarak var olan özelliğini doğru değerlendirdiği takdirde aynen ömrü için almış olacağı neticeyi bu sefer de değişim için almış olacaktır.

22

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ya insan fıtratındaki bu değişim özeliğini doğru kullanır ya da yanlış. Bunu söylemek kolaydır. Doğru ile yanlış nasıl belli olacaktır? Bir bakıma mesele de buradadır. Burada da çok çeşitli düşünceler ortaya çıkar. Ben bu konuyla ilgili İslamiyet’in ne dediğini anlatmaya çalışacağım. Zira benim ölçüm budur. Başkalarınınki de başka. Allah (C.C.), peygamberleri insanlara ahlaken de doğru ve yanlış olanı bildirmek için göndermiştir. Eğer bu bilgiler bize ulaşmasaydı ahlaken doğru ve yanlışın ne olduğunu bilemezdik. İnsan fıtratıyla bildirilenler arasında tam bir uyum vardır. Ama fıtrat yolu bulmak için yeterli olmaz. Akla hemen vicdan kavramı gelebilir. İnsanlara doğuştan yerleştirilmiş bir felsefi kavram olarak vicdanın varlığına İbn Haldun inanmaz. Doğrusu da budur. Bizim vicdanımız bize peygamberler vasıtasıyla bildirilenlerden ibarettir.” Allah (C.C.)’ün bütün alemlere rahmet olarak gönderdiğini buyurduğu Hz. Muhammed bizdeki doğru ile yanlışı tartacak olan terazinin ayrılmaz bir parçasıdır. Değişime genellikle karşı çıkanlar muhafazakarlar olmuştur. Değişimin insanların ahlakını bozacağına dair tarih boyunca bazı kesimlere yerleşmiş bir fikir vardır. Acaba muhafazakarlıkla değişimin arasında böyle büvük bir gerilim var mıdır? Bu aşılamayacak bir gerilim midir? Kökünü İslamiyet’ten alan muhafazakarlık için bir gerilim söz konusu değildir. Birincisi değişim Sünnetullah’tır ve değişmez. Allah’ın peygamberlerini bizlere bildirdiklerini ve özellikle de Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Muhammed (A.S)’in hadislerini esas alırsak değişimin ummanında kaybolup gitmeyiz. Bilakis değişim nice yanlışlarımızı görmemize ve nice putların yıkılıp gitmesine vesile olur.


F BİLİMİN IŞIĞINDA

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’e Vefa Prof. Dr. Mustafa BİRİNCİOĞLU Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü

Tarihe yön veren şahsiyetler ve şehirler vardır. O şahsiyetlerden biri, Türk siyasi tarihinin bir dönemine damgasına vuran efeler diyarı Aydınlı bir vatansever, Milli Mücadele döneminin ateşli Kuvay-i Milliyecisi, 1931 yılında Gazi Mustafa Kemal’in Aydın’ı ziyareti sırasında ülkesi ile ilgili hayallerini Gazi’ye anlatan geleceğin başbakanı Adnan Menderes’tir. Merhum Başbakanın ve Türk tarihine yöne veren şahsiyetlerin yetiştiği Aydın Milli Mücadele ateşinin yakıldığı ve bu ateşin bütün yurda yayıldığı bir şehirdir. Adnan Menderes Aydın’ın yetiştirdiği Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi adına büyük mücadeleler veren ve bu uğurda şehit olan unutulmayacak bir liderdir. Merhum Başbakan, döneminin dünya gerçeklerini kavramış, demokrasiyi özümsemiş ve ilke edinmiş bir halk adamıdır. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimler öncesinde Demokrat Parti’nin seçim çalışmalarında kullanmış olduğu “Yeter, Söz Milletindir!” sloganı gerçekleşmiş ve Türk halkı oyları ile Demokrat Parti’yi iktidara taşımıştır. Demokrat Parti ve Adnan Menderes, milletin bağrından kopmuş ve milletinin arzularına cevap veren, milletin taleplerine saygı duyan ülkenin kalkınma meselesini öncelikli olarak ele alan bir parti ve liderdir. Halkın içinden gelen Merhum Başbakan Adnan Menderes milletini dinler ve onun dertlerini bilir. Adnan Menderes ile Türk milleti birbirine kopmayan/koparılamayacak derin bir sevgi ile bağlıdır. Bu nedenle Türk milleti her fırsatta ülkesinin demokratikleşmesi adına şehit olan Başbakanına vefa borcunu dile getirmektedir. Adnan Menderes Üniversitesi, yapmış olduğu/yapacağı bilimsel çalışmalar ile Merhum Başbakana karşı vicdani sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmaktadır. Merhum Başbakan Adnan Menderes ile ilgili tarih, siyaset, toplum bilim alanlarında gerçeklere ulaşmak ve bunları gelecek kuşaklara aktarmak adına Üniversitemizde 2011 yılından itibaren büyük atılımlar gerçekleştirilmektedir. Bunlardan ilki Üniversitemiz bünyesinde gerçekleştirilen, üniversitemizin bir ilke imzasını attığı “Türk Tarihinde Adnan Menderes Sempozyumu”dur. Türkiye’de ilk defa bilimsel anlamda konunun uzmanı akademisyenler tarafından Adnan Menderes ve Demokrat Parti dönemi

anlatılmış ve tartışılmıştır. Üniversitemiz Başbakan Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkezini 2012 yılında faaliyete geçirmiş ve bir ilke daha imza atmıştır. Üniversitemiz bünyesinde faaliyete geçen Merkezimiz, Merhum Başbakan ve icraatları ile ilgili özellikle sözlü tarih çalışmalarına hızla devam etmektedir. 2014 yılında da “Adnan Menderes ve Demokrasi Şehitleri Müzesi ve Sosyal Yaşam Alanı”nın kurulması ile ilgili çalışmalarımız devam etmektedir. Üniversitemiz bünyesinde yapmış olduğumuz çalışmalar, Türk siyasi hayatının bir dönemine damgasını vurmuş olan demokrasi şehidimiz Adnan Menderes ve arkadaşlarına karşı vefa borcumuzu ödeme ve yakın tarihimize sahip çıkma adına atılan önemli adımlardır. Adı demokrasi ile özdeşleşen Merhum Başbakan Adnan Menderes’in Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal alanda kalkınma süreçlerine yapmış olduğu katkılar hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bütün hayatını halkının hizmetine adayan demokrasi kahramanı Adnan Menderes’in Türk milletinin gönlündeki o müstesna yeri de hiçbir zaman değişmeyecektir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 23


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

i t e l v e D k u k u H e v i s a r k o Dem

Demokrasid en uzunca bir süre egemenliğin millette olması, çok partili siyasi hayatın mevcudiyeti ve iktidarların genel seçimlerle belirlenmesi anlaşıldı. Bu anlamda demokrasinin doğması ve gelişmesi uzun

24

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bir tarihi sürece yayılmıştır. Genel seçimler için seçmen tabanının genişlemesi, herkese ve kadınlara oy hakkı gibi hususlar söz konusu süreç içerisinde demokrasinin vazgeçilmez unsurları haline gelebildiler. Demokrasinin bu manada iç tekamülü uzunca bir zaman aldığı gibi bütün toplumlarda uygulanması anlamında yayılıp evrenselleşmesi ise çok daha yakın bir tarihe ait bir olgudur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasinin gelişmesinin temelinde 1948’de BM’in yayınladığı ve ona mensup bütün ülkelerin imzaladığı İnsan Hakları Beyannamesi yatar. Demokrasinin uygulaması ve İnsan Hakları Beyannamesi ile uyum sağlama kaygısı, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar da demokrasi ile eklemleşti ve bunları birbirinden ayrılmaz parçalardan oluşan bir bütün haline getirdi. Şimdi demokrasi deyince bu üçünü birden kastetmiş oluyoruz. Osmanlı Devleti’nin özellikle ilk dönemlerinde adalet ve hukuk hem bir manevi değer olarak çok kıymetliydiler hem de toplumda uygulanma imkanı buluyorlardı. Bu açıdan OsmanlIlar Batı’dan ileriydiler ve bu sayededir ki Doğu Avrupa’ya kolaylıkla yerleşebildiler. İlerleyen zaman içerisinde hukuk ve adalet Osmanlı toplumunda çok zor gerçekleştirilir hale geldi. Bunun içindir ki Batılaşma ve Modernleşmenin bir amacı da hukuku ve adaleti yeniden tesis etmek oldu. Ancak Türkiye’de Modernleşme ve Batılılaşmanın düştüğü büyük tenakuz, bir taraftan hukuk devleti arzulanırken diğer taraftan Batılılaşmanın gereklerinin her türlü hukuki anlayışı ve kaygıyı hiçe sayarak zorla kabul ettirilmesinin de gayet doğal karşılamak olmuştur. Dar manada demokrasiye gelince bu konuda hukuk devletine göre daha fazla mesafe aldığımızı söyleyebiliriz. Hiç olmazsa çok partili siyasi hayat, hür ve tarafsız seçimler gerçekleşebilmiştir. Ancak hukuk devleti olmadığı sürece demokrasinin yerleşip güçlenmesi imkansızdır. Hukuk devleti yoksa demokrasiler halkın isteklerini kayıtsız, şartsız yerine getirmek işlevini yerine getiremezler. Günümüzde yeni anayasa tartışmaları sürerken dikkat edilmesi gereken husus bu devletin temellerinde hukukun üstünlüğü ve ileri bir vadede olsa dahi hukuk devletine varmak gibi bir hedefin var olmamasıdır. Cumhuriyet devrimlerin gerçekleşmesini esas almıştır. İnkılapların kendi kanunları hukukun önüne geçer ve onun yerini tutar denilerek zora başvurmak tamamen meşru görülmüştür. Şimdi anayasayla hukukun üstünlüğünü ve hukuk devletini gerçekleştirmek için temelinde bu kavramların, duyarlılıkların ve bunlarla ilgili hedeflerin yer almadığı bir devlete bunları aşılamak gibi çok zor bir işi gerçekleştirmek zorunluluğu vardır.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Millet İradesi Yolunda İlerliyoruz Hasan Celâl GÜZEL Sevgili okuyucular Cenab-ı Allah ne kadar büyük. Bu dünyada yapılan yanlışlar, işlenen günahlar kimsenin yanına kalmıyor. Yüce Allah herkesin hesabını âhireti de beklemeden bu dünyada görüyor. Her gün olanı biteni değerlendirdiğinizde o kadar çok ibret alınacak olaya rastlıyorsunuz ki... Bu çileli millet 1876’dan beri darbelerin, darbecilerin, zorbaların ve değerlerini hiçe sayanların pençesinde kıvranıp duruyor. 1876’da o muhteşem Osmanlı İmparatoru Abdüllaziz Han’ı şehit eden Mithat Paşa ve Serasker Hüseyin Avni Paşa gibi katillerin âkıbetini bilirsiniz. 1909’da 31 Mart Vak’ası komplosuyla devleti ele geçiren İttihatçı çeteciler, gelmiş geçmiş en büyük Türk hükümdarı Abdülhamid Han’ı tahttan indirirken koskoca imparatorluğun birkaç senede yıkılmasına da sebep olmuştur. Hepsi de bu ihanetlerin bedelini ödemişlerdir. Cumhuriyet döneminde demokrasiye geçilmesini ve DP’nin art arda kazandığı seçim zaferlerini hazmedemeyen CHP’li darbe provokatörleri 27 Mayıs darbesini tertip etmişler ve komiteci reziller, Yassıada’daki alçaklarla birlikte millete demokrasi zevkini yaşatan ve memlekete on yıl hizmet eden milletin sevgilisi bir Başbakanı ve iki Bakan arkadaşını namussuzca şehit etmişlerdir. Bu erazilin şimdi esamesi dahi okunmazken şehit Menderes kalplerimizde yaşıyor. 27 Mayıs’ı yapanlara Allah bin dert vermiş; başroldeki CHP’yi millet hiç affetmemiş ve iktidara getirmemiştir. Başta Cemal Gürsel olmak üzere 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan darbecilerinin de hal-i pürmelali ortadadır. *** 12 Eylül’ün baş darbecileri olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında savcılık darbeyi gerçekleştirmek için ortam hazırladıkları ve darbeyi gerçekleştirdikleri için ağırlaştırılmış müebbet hapis talep etmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Bir zamanların cart curt deyince herkesin önünde eğildiği, postal yalayıcıların idolü, millet iradesinin gasıpı bu kişilerin şimdi 90’lı yaşlarda düştükleri durum hazin olduğu kadar ibret vericidir. Evren’in 96, Şahinkaya’nın 88 yaşına kadar yaşamasının hikmeti şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Düşününce insan kendisini acımaktan alamıyor. Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlığı da yapmış orgenerallerin rütbelerinin sökülmesi ne kadar acı bir tablodur. Lâkin bu kişiler bunu hak etmiştir. Şahısları hakkında bir peşin hükmümüz yok. Ancak, bir ülkede demokratik rejime kasteden ve meşru seçilmiş rejimlere karşı darbe düzenleyenlerin geç de olsa bedelini ödeyeceği bilinmelidir.

27 Mayıs 1960 darbecilerinin de yargılanması gerektiği görüşümüzde ısrarlıyız. Sanıkların birçoğunun ölmüş olması talebimizi değiştirmez. Çünkü burada önemli olan şahısların durumu değil, 27 Mayıs kepazeliği sırasındaki alçaklıkların tek tek ortaya çıkarılması ve sadece insanımızın vicdanında değil, yargı önünde de hükme bağlanmasıdır. Artık darbeciliğe yeltenenler, mutlaka sonunda hem bu dünyada hem de öte dünyada hesap vereceğini bilmelidir. Gelecek nesillerin onları nasıl lânetle anacağını ve tarih önünde itham edileceklerini anlamalıdırlar. Daha hayatta iken veya öldükten sonra, isimlerini taşıyan tek cadde, sokak, okul, hatta kışla kalmayacağını hesaplamalıdırlar. *** Evren, Şahinkaya ve 12 Eylül darbecileri mutlaka mahkûm edilmeli ve rütbeleri sökülmelidir. Ancak, yaşları ve hastalıkları sebebiyle cezaevine gönderilmemeli ve cezalarını evlerinde çekmeleri sağlanmalıdır. Türkiye artık millet iradesi yolunda ilerliyor. Bu yoldan bizi kimse çeviremez. Darbecilerin bunu böyle bilmesi lâzımdır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 25


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

46 Şafağı’nda Demokrat Parti Hasan KORKMAZCAN

B 7 Ocak 1946’da atılan demokrasi adımı tıpkı Kuvay-ı Milliye gibi, halkımızın tarih boyunca bağımsız ve egemen bir millet olarak “kendi iradesini devlet hayatına hâkim kılma” arzusuyla başlamıştır.

C

26

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İki yüz yıllık bunalımlı arayış dönemlerinin sonunda, 7 Ocak 1946 tarihinde Türk siyaset tarihinin en önemli adımlarından biri atıldı. Demokrat Parti kuruldu. Altmışlı yıllardan seksenli yıllara kadar, benim çok dinlediğim “Biz 46 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” tanımlaması, merkez - merkez sağ siyasetin ortak kimliği oldu. Bu söylemi, demokrasi döneminin önemli hatiplerinden Talat Asal, Ali Naili Erdem ve Cevat Önder’in davudi seslerinden hâlâ duyar gibiyim. Demokrasi, milli değerler, hukuk devleti, halka hizmet bilinci, faziletli yönetim, Cumhuriyetin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, egemen ve bağımsız bir toplum olarak dünya milletleriyle yarışmak, dünya barışına katkı, evrensel kültürü halkı Müslüman ve laik yönetimi benimsemiş bir millet olarak zenginleştirmek, dayanışma ruhuyla kalkınmasını bir arada gerçekleştirerek huzur ve refah toplumuna uzanmak hepimizin ortak hülyasıydı.... Her dara düştüğümüzde, her rehavete kapıldığımızda “46 Şafağı’nı” hatırlamak bize yeni bir başlangıç yapmanın enerjisini verirdi. Yeni başlangıçlar için hiçbir koşul bizi yılgınlığa ve bezginliğe itemezdi. “1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” bilinci, millet hizmetinde üç-dört kuşağı kozmik bir eylem bulutu gibi sarmıştı. 1957 Seçimleri’nin sonuçlarını Isparta Demokrat Gazete’nin matbaasında şafak vaktine kadar izlemiştim. O yıllarda Celal Bayar’ı, İsmet İnönü’yü, Tevfik İleri’yi, Said Bilgiç’i, Suphi Baykam’ı, Fethi Çelikbaş’ı salonlarda ve meydanlarda dinlemiştim. Adnan Menderes’le şafak vakti yollara düşüp temel atma törenlerinin haberlerini yazmıştım. “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacaktır” sloganlarıyla mitinglerde konuşanlardan biri olmuştum. 27 Mayıs darbesi bu coşkuyu durdurdu. Adeta ırmağın yatağını değiştirdi. Daha önce halktan yönetime, partilerden halka geçen enerji akımı kesildi. Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri, içinde her sınıftan Türk insanının bulunduğu bu sinerji yumağının en güzel tasviridir. İşte, 27 Mayıs’ta kaybedilen bu ruh olmuştur. Anadolu’nun büyük ozanı Homeros da her destan bölümüne güzel Anadolu’nun şafaklarını anlatarak başlar: “Toprakların üstünde uyanan şafak kızı, gül parmaklarıyla ufukları boyarken kahramanlar yola koyulur.” Bu Anadolu Şafakları, bu binlerce yıllık yurdumu-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

zun hep taze başlangıçlara yönelten çağrıları, atalarımızı “Uzak Asya’dan” İstanbul’a, Roma’ya, Viyana’ya koşturmuştur. 1946 Şafağı da, Milli Mücadele kahramanlarını elbirliğiyle demokratik rejimi kurma görevine ulaştırmıştı. Zamanın Milli Şefi de, zamanın muhalefet liderleri de TBMM’nin İstiklal Madalyası’yla onurlandırdığı gazilerdi. Onlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün silah, siyaset ve dava arkadaşlarıydı. 1950-1960 arasındaki kavgaları da sert oldu. Kırıcı oldu. Fakat bugüne kadar her kalite erozyonunda dönüp örnek aldığımız, devlet yönetiminin faziletli uygulamalarını da Türk tarihine onlar yazdılar. 1961 sonrasında bizler yine 46 Şafağı’nın ilhamlarıyla demokrasiyi yeniden inşa etmeye koyulduk. 1971 sonrasında yeni darbe saldırılarına 46 Şafağı’nın bilinciyle karşı koyduk. Bu yıllarda, demokrasinin yaralarını sarma konusunda İnönü-Bayar yakınlığına tekrar tanık olduk. Milli Mücadele’de yorgun vatanı kurtarmada birbirlerini tamamlayan rollerindeki gibi demokrasi görevi üstlendiklerini gördük. 7 Ocak 1946’da atılan demokrasi adımı tıpkı Kuvay-ı Milliye gibi, halkımızın tarih boyunca bağımsız ve egemen bir millet olarak “kendi iradesini devlet hayatına hâkim kılma” arzusuyla başlamıştır. Biz, “1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” her zor dönemeçte yeniden fazilet yolculuğuna çıkacak enerji, umut, kuvvet ve kudrete sahip olduk. Yeniden oluruz.

B Biz, “1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” her zor dönemeçte yeniden fazilet yolculuğuna çıkacak enerji, umut, kuvvet ve kudrete sahip olduk. Yeniden oluruz.

C

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 27


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ahmet İyimaya ile Merhum Aydın Menderes ve Yeni Anayasa Üzerine:

Bir Millet Adamı Aydın Menderes Sayın Ahmet İyimaya, Merhum Aydın Menderes’le nasıl tanıştınız, sonraki yıllarda hukukunuz nasıl gelişti, bize Aydın Menderes’i kısaca tanıtır mısınız? Çok teşekkür ediyorum. Aydın Menderes’le tanışmakla, Aydın Menderes’i tanımak iki farklı kavram sanıyorum. Aydın Bey’i Menderes Ailesi’nin ve Adnan Menderes’in Türkiye’ye kazandırdıkları ve hizmetleri bağlamında tanıyorum, biliyorum. Tanışmamız 1996 seçimlerinden sonra oldu. O, Refah Partisi’nden TBMM’ye geldi. Ben ise DYP’den TBMM’ye milletvekili olarak geldim ve tanımadan tanışma süreci orada gerçekleşti. Aydın Menderes Demokrasi Şehidi bir ailenin şerefli bir evladı olmak yanında, bir millet adamıydı. Süarındaki kelimeyle aydın bir insandı. O yaşadığı acıları sabra dönüştürmesini becerebilmiş ve Osmanlı’yı, Türk Medeniyetini, İslam dininin değerlerini, yani mana uygarlığımızın şifrelerini çok iyi kavrayan bir insandı. İyi de bir hatipti, insani ilişkileri vardı ve tabii 1997 öncesi de siyasal yaşamı var. Hiçbir zaman o acıya rağmen siyasette sivri dil, aşırı üslup kullanmadı. O bir barış insanıydı, hoşgörü insanıydı. Düşüncenin karanlıkla karşılaşma noktasında düşünce enerjisiyle yol açıcı ve karanlığı ışığa döndürücüydü. Bambaşka bir insandı. Peki, merhum Aydın Menderes sizce neleri yapamadan neleri söyleyemeden aramızdan ayrıldı? Aydın Menderes’in projesiyle bu projeden gerçeklenenleri, gerçekleşenleri mukayese ettiğiniz zaman esas buzdağının gövdesi altta. Çünkü Aydın Menderes bir parlamenterdi. İktidar olan partilerde yüksek siyasayı ku-

B

Demokrasi Şehidi bir ailenin şerefli bir evladı olmak yanında, bir millet adamıydı. Süarındaki kelimeyle aydın bir insandı, o yaşadığı acıları sabra dönüştürmesini becerebilmiş ve Osmanlı’yı, Türk Medeniyetini, İslam dininin değerlerini, yani manâ uygarlığımızın şifrelerini çok iyi kavrayan bir insandı.

C 28

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

rucu mevkilerdeydi ama iktidar nasip olmadı. Onun için projelerinizi gerçekleştirebilmek için siyasa mevkinde olmanız yetmiyor, bir iktidar kullanmanız lazım. Elbette ki mensup olduğu partiler yoluyla dolaylı iktidar kullandı ama doğrudan iktidar kullanamadı. Fakat Aydın Menderes bir defa yazılarıyla, günlük sohbetleriyle ve televizyon programlarıyla Türk siyaset dünyasına çok şeyler kattı. Ondan fazla istediği hususlardan birisi Şili Meydanı’ndaki kendi hatıralarının, çocukluklarının geçtiği meşhur o beyaz evi müze yapmak idi. O gerçekleşemedi. Temenni ediyoruz bugünkü Kültür Bakanımız o konuda bir şeyler yapabilir. Ama Aydın Bey, gerçekten bir serap gibi, bir hafızamızda, hatıramızdaki gerçeklikler karşısında dünyada sanki varmış hayalini ve algısını devamlı bizde taze tutan bir gönül insanıydı. Ne kadar güzel anlatıyosunuz. merhum Adnan Menderesîn aziz hatırasına hizmet için yola çıkmış gönüllülere ne tavsiye edersiniz, önerileriniz nelerdir? Menderes adı, Türk demokrasisisinin gerçek kahramanı, Türk demokrasisinin gerçek Şehidi ve devleti devlet katından millet katına indiren bir reformist olarak bende ilk şimşek etkisi doğuran özelliklerdir. Adnan Menderes, kendi hatıraları, çektiği acılar, talihsiz kaderi, Türk kültürüne gerektiği kadar bir şey katamadı. Sanat adamları, tarihçiler, biyografistler henüz Adnan Menderes’i işleyemedi. Bana göre Adnan Menderes halen de Türk siyasetinin ‘terra incognita’sıdır. Keşfedilmeyen bir tarlası, keşfedilmeyen bir coğrafyasıdır. Adnan Menderes’i siyaset bilimi, Adnan Menderes’i demokrasi öğretisi, Adnan Menderes’i darbe sosyolojisi bakımından ele alan ciddi bilimsel eserler daha üretilemedi. Merhum Turgut Özal’ın Adnan Menderes için yaptıkları var. Adnan Menderes’in Naaşını halkın her zaman varabileceği, ziyaret edebileceği bir mekana taşıması önemli. Onlarla ilgili bir özür kanunu önemli. Türk parlamentosu da Adnan Menderes’le ilgili gerekenleri yapamadı. Türk parlamentosu, bir defa milli irade hafızasını canlı tutan sanat simgelerini, sembollerini henüz kurumsallaştıramadı. Bu bakıma gelmiş geçmiş bütün Meclis Başkanlarının bence kusur içerisinde olduklarını düşünürüm ve bu konuda demokrasi şehidi için parlamentonunda yapacaklarını yapma noktasında ve getirmeleri noktasında fonksiyonlarının, milli görev-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lerinin olduğunu düşünüyorum. Bir defa tarihi ne olursa olsun geçmişte meydana gelen darbelere ve darbecilere reddiyeyi ifade eden geçici de olsa bir kurumsal yasanın çıkarılması lazım, mağdurlarının haklarını iade eden bir yasanın çıkarılması lazım. Kısmen parlamento bu noktada reformu gerçekleştirdi ama tam da gerçekleştirdi sayılamaz. Sanıyorum Aydın Menderes’in en sevineceği olay darbe girişimlerini askeri yargıdan adli yargıya aktaran anayasa değişikliğidir, bu da 2010 yılına bize nasip oldu. Mimarı bulunduğum kurulun hazırladığı anayasa projesine nasip oldu. Ben ordumuzun, Türk askerinin bizim gözbebeğimiz olduğunu her zaman kabul ederim. Ama anayasamızdaki bu değişiklik zannediyorum ki askeri, ideolojik devletin misyonları içerisinde siyaset çamuruna batıran o hengameden, o köklü süreçten kurtarmış ve kendi misyonuna döndürmüştür. Bu çok önemlidir. Adnan Menderes’e, Adnan Menderes destanına, Adnan Menderes figürüne yapılması gerekenin çok azı yapıldı. O tarlanın keşfedilmesi lazım ve o sadece keşfi yetmez, Adnan Menderes olayından Demokrat Parti olayından eski deyimle istinbat, yeni deyimle çıkarsamalar yaparak demokrasimizi ve siyaset kurumumuzu rasyonelleştirici sonuçlara varabiliriz. Evet aslında şimdiki sorumun da cevabını bi nevi vermiş oldunuz ama tekrar ben sormak isterim, başta merhum Adnan Menderes olmak üzere demokratların kaybolan hakları konusunda neler yapılmalı sizce? Onu ben bundan evvelki soruda aşağı yukarı cevapladım. Peki referandumla başlayan süreç ve vesayetçi sistem hakkında bize neler söylersiniz, neler paylaşmak istersiniz? Türkiye’de şu an sistem tartışması yapılıyor, parlamenter sistem vardır vs. deniliyor. Aslında Türkiye’de tek sistem vardır. 2010 yılı anayasa reformuna kadar bence Türkiye’nin sistemi tam bürokrasi, çeyrek demokrasidir. Bir vesayet rejimi sistemidir. Vesayet darbelerde çok net şekilde görülür olmuştur. Muhtıralarda yine net şekilde -yoğunluk farkı olmasına rağmen- görülür olmuştur ama görülür olmadığını zannettiğimiz normal dönemlerde bile gözetleyici bir vesayet vardır. Derhal bildirilerle vesairlerle ortaya çıkardı o. Türk demokrasisinin henüz kökleşememesinin temel uzak veya yakın çok nedenleri vardı. Ama en baştaki neden milleti 3. sınıf unsur olarak gören, savaşlarıyla ilgili kullanan ama iş yetki ve dönüşüm olduğu zaman hürriyetleri, özgürlükleri ötelenen bir unsur olarak bakan vesayet rejimidir. Ben Türkiye’de tarihsel ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 29


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU süreç içerisinde üç tane temel vesayet organını bilhassa belirtmek isterim. Bunlardan birisi maalesef birinci güvenlik organımız olan Genelkurmay Başkanlığı. Tarihsel süreç içerisinde yeniçeriler döneminden devam eden, antropolojik kökleri yeniçeriler dönemine varan mesela Sultan Abdülaziz, daha evvel Genç Osman vs. gelenekler içerisinde devleti ve sistemi yönetmek istemesi ve bir kırmızı çizgi çekip oradan ileriye geçememe gibi bir anlayış içerisinde. Birinci vesayet organı o. İkinci vesayet organı Devlet Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Üçüncü vesayet organı zor zamanların zor davalarında yüksek yargı organlarıdır. Bilhassa Anayasa Mahkemesi. Mantar sayısında, yani sanki mantarı söker atar kolaylığında siyasal partileri tehdit ve tehlike görerek örgütlenme özgürlüğünü biçmesi tırpanla doğraması Türk demokrasisine büyük yara açmıştır. Nerdeyse Türk demokrasisini yargı bürokrasisi ve diğer alanlardaki bürokrasi yapısına dönüştürmüştür ve ben onun için vesayet öncesi dönemleri tam bürokrasi çeyrek demokrasi dönemleri olarak görüyorum. Vesayet rejimine son verilmesinin birinci meyvesini vesayetten kurtulanlar, yani vesayet görevini yürütmekten kurtulanlar yemiştir, devşirmiştir, tatmıştır. Bugün yargı kendi fonksiyonuna dönüyor. Cumhurbaşkanlığı, Çankaya artık vesayet kararlarını modellendiren, atamalar yoluyla vesayet kuran değil, demokrasiyi kökleştiren derinleştiren bir konumdadır. Türk ordusu da kendi tabisi yolu içerisinde projeler üreten, teknolojiler geliştiren, güvenlik ve savunma standartlarını yükseltmeyi birinci hedef almış bir yapı içerisindedir. Bu geçiş sürecinde daha önemli dönüşümlerin yaşanacağını düşünüyorum. Bu dönüşümler askerimiz için, Cumhurbaşkanlığı makamı için, yargımız için hayırlı olsun diyorum. Rahmetli Mendereslerin de hayali olan Büyük Türkiye’nin kapıları sizce yeni anayasa ile mi açılacak? Sizce süreç nasıl sonuçlanır? Türkiye anayasalı bir ülkedir ama anayasal bir ülke değildir. Bir ülkenin anayasal ülke olabilmesi için anayasasını milletin yapmış olması lazım. Hangi anayasamıza bakarsak bakalım -gerçi 1921 istisna olarak gösteriliyor ama ben o kanıda değilim; kısmen o kanaat doğru olabilir- içinde millet yoktur, içinde birey yoktur. Bürokratlar vardır, bilim adamları vardır, darbeler vardır. Anayasanın mimarları onlardır. Şu anda tarih Türk Milletine büyük randevu vermiştir, tarih her zaman randevu vermez anayasa için. Siyaset kurumu seçimler öncesi yeni bir anayasa yapalım dedi. Buraya nasıl gelindi? 2010 anayasa reformunu AK Parti dışında kimse savunmadı, diğer partiler tamamen karşı çıktı. Referandumda partimizin seçimlerde topladığı oyun çok çok üzerinde kabul oyu çıktı. Siya30

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU set kurumu o halde milletteki anayasa talebi iktidar partisini destekleyen sayının üzerinde, anayasayı değiştirelim değil yeni anayasa yapalım dediler ve o anlayış içerisinde uzlaşma komisyonu olarak çalışıyoruz ve ben bu sürecin başarılı olacağını düşünüyorum. Başarısız olsa bile bu sürecin anayasa yapım noktasında önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Ama bu süreç B planıyla C planıyla veya izleyen seçimlerde 400 milletvekili benden, anayasa senden planıyla bu anayasa işler. Yani Türkiye’nin artık darbe ürünü kriz doğuran kötü yönetimin tipik kurgusunu yansıtan anayasayla sür git yaşayamaz ve siyaset kurumu olmasa bile doğrudan halk meseleye el koyarak kurucu referandumla bu anayasayı yapar. Başkanlık sistemi için düşünceleriniz nelerdir? Olumlu yönleri ve varsa sizce sakıncalı yönleri nelerdir? Başkanlık sistemi tartışması, yarı başkanlık sistemi tartışması 1982 anayasasının yapımı sırasında parlamentoda gerçekleştirildi, başkanlık sistemi ilk defa rahmetli Özal tarafından siyasal talebe dönüştürüldü. Siyasal söyleme dönüştürüldü. Demirel yarıbaşkanlık, başkanlık istedi sanırım. 2003 yılında da AK Parti Genel Başkanı değerli Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan bunu dillendirdi. Şimdi anayasanın yeniden yapıldığı, sıfırdan anayasanın yapıldığı noktada hangi hükümet sistemi tercih olunmalıdır sorusu, anayasa yapım sürecinin veya kurulacak anayasanın cevaplandırılması gereken en önemli sorudur. AK Parti olarak bu başkanlık sistemini istiyoruz. Bu keyfema gerekçesiz bir istek değil. Niye? Çok daha soyut söyleyeyim somuta ineyim: parlamenter sistem demokratik bir ılımlılığı olan ama fonksiyon üretemeyen bir sistemdir, icraat üretemiyor. Eğer bir çoğunluk partisi olmaz ise yani parlamentoda koalisyon dışında bir çoğunluk olmaz ise parlamenter sistemin hizmet üretmesi mümkün değil. Bu anlamda istikrar ve etkin yürütme anlamında bir istatistik yapsanız, Cumhuriyet döneminin, ki parlamenter sisteme geçildiği diyelim ki 1946 değil 1950 değil o dönemin üçte ikilik sistemi koalisyonlarla veya istikrarsızlıklarla geçirilmiştir. O dönemlerde başkanlık sistemi olsaydı hizmet felaket üretilirdi. Başkanlık sistemiyle ilgili kaygılar, korkular pompalanıyor. Aslında başkanlık sistemi Amerikada prototip olarak özgürlükleri korumak, bilhassa İngiliz despotizmine karşı özgürlükleri korumak ve kuvvetler ayrılığını egemen kılmak için tercih edilmiş bir sistemdir. Başkanlık sistemini Amerika onun için tercih etti. Ben Türkiye’de başkanlık sistemine karşı entelektüel bir refleksin, bir karşı algının olduğunu biliyorum. Başkanlık sistemiyle ilgili yoğun kaynak ve bilimsel ürün üretilmiş olmasına rağmen başkanlık sisteminin bütün özellikleriyle bilindiğini veya toplum katın-

B

Ben Demokrat Parti harekatının milletle devleti buluşturma barıştırma harekatı olduğunu, yabancılaşmaya karşı uygulanan bir restorasyon harekatı olduğunu düşünüyorum .

C da tartışıldığını tahmin etmiyorum. Burada enformasyon geliştirilerek başkanlık sistemi konusunda aydınlanma sağlanabilir ama bizim uzlaşmaya dayalı bir anayasada diğer partilerin başkanlık sistemine hayır demeleri halinde bizim doğrudan başkanlık sistemini gerçekleştirme imkanımız yok. Başkanlık sistemi tartışmalarında anayasa komisyonunda iki muhalefet partimiz müzakereye katılmadı, müzakereyi istemedi. Halbuki bu müzakereci anayasacılık anlayışıyla bağdaşmazdı. Ayrıca diyelim ki şu maddeye neden karşı çıkıyorsunuz sorusuna partiler cevap verecek ve millet de partilerin o görüşlerini öğrenecekti ve müktesebattan yani uzlaşma komisyonunun tutanaklarından bu müzakerenin adeta kaçırılması müzakereci demokrasi bakımından iyi olmamıştır. Zannediyorum ileriki dönemlerde müzakereler yaparız. Rahmetli Aydın Menderes gidişata bakarak AK Parti’nin de Demokrat Parti’nin devamı olarak görülebileceğini beyan etmişlerdi, sizce AK Parti’nin başarısının devamı bu vurgunun pekiştirilmesi ile doğru orantılı mı? Parti bir siyaset kurumudur, ama parti antropolojik kökler itibariyle bir değerler coğrafyasıdır. 1921den 1946 yılına kadar bir tek parti sistemi geçerli oldu Türkiye’de. Ve parti-devleti bugün CHP kullanıyor bolca. Parti-devletin ilk kullanıcısı diyelim ki Recep Peker’dir, parti-devletin ilk kullanıcısı İsmet İnönü’dür, o dönemin liderleri şefleri parti-devlet tanımını yapmışlardır. Ve o dönemde, o dönemin şartları içerisinde sistem ve devlet milletle bağını koparmıştır. O süreçler bir yabancılaşma süreçleridir. Şimdi 1946’da o derece sandık baskısına seçmen üzerinde uygulanan baskılara rağmen seçimlerin kazanılması, 1950 yılında kahir eksenler CHPnin muhalefete mahkum kılınmasının arkasından o dönem sistemlerinin millet değerleriyle bağlarını koparması ve savaşması vardır. Çok ilginçtir, o dönemde 1950-60 arasındaki milletle buluşma harekatı cunta tarafından bir darbeyle sona erdirilmiştir ve ben Demokrat Parti harekatının milletle devleti buADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 31


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU luşturma barıştırma harekatı olduğunu, yabancılaşmaya karşı uygulanan bir restorasyon harekatı olduğunu düşünüyorum. Şu anda da zaten yaptığımız şey aynı şeylerdir. Bizim demokrasi anlayışımızda öteki yoktur. CHP’li öteki değildir, MHP’li öteki değildir, alevisi öteki değildir, sünnisi öteki değildir. Demokrasi ortak vatanında farkların zenginlik olarak kabul edildiği bir yapının adıdır. Onun için AK Parti’nin bugunkü başarı sebeplerini incelediğiniz zaman, Demokrat Parti’nin başarı sebeplerini incelediğiniz zaman sebepler coğrafyasında buluştuğumuzu rahat rahat göreceksiniz. Ben bir siyaset analisti olarak şunu da söyleyebilirim, bilhassa bizim parti döneminde Türkiye parçalı siyasetten hakim parti yapısına geçiş sürecini yaşıyor. Ben doğrusu hakim parti yapısını değil 2 veya 2 buçuk partili bir yapıyı bir parti sistemini tercih ederim(ki Hindistanda vardır, kongre partisi bazı sistemlerde var). Başkanlık sistemi zaten bu tercihin de temel sebebi olacaktır. Başkanlık sistemleri anlatıldığının aksine kutuplaştırmayı artıran değil, kutuplaştırmayı ikiye indirerek iki yapılı, iki parti yapılı istikrarı sağlayan, bazıları iki buçuk parti -ideolojik partiler varsa- bir modeldir bu sistem. AK Parti harekatının türk siyaset sisteminde iktidar dünyasında uzak geleceklerde dahi devam edeceğini, etkisini sürdüreceğini düşünüyorum ve sadece siyaseti değil sistemi dönüştüren, zihniyet formatlarını dönüştüren paradigmaları allak bullak eden bir yapıdır. Gidiş demokrasinin kökleşmesinedir, gidiş bireyin mutluluğunadır, gidiş milletin kendi değerleriyle buluşturulmasınadır, gidiş devletin milletin devleti haline getirmeye seyir yönündedir. Açılım politikalarının geniş kitlelere anlatılmasında bir noksanlık var mı? Bunu değerlendiriyor musunuz? Bu konuda neler yapılabilir? Türkiye PKK sorununu aşağı yukarı çok yüksek maliyetli ve uzun süredir bedeli can olarak yaşıyor. Dünyada benzeri sorunları yaşayan ülkeler var. İngiltere, Fransa ve

B

Türkiye demokrasi mecrasına girdi, zaman zaman geliştiriliyor. Kurumsal geliştirmeler var, öğrenim kalitesinin yükseltilmesi var. Demokrasi gelişiyor burada heyecan verici projeleri gençlerden bekliyoruz, sizlerden bekliyoruz.

32

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

C

İspanya var. Demokrasinin ve temel hak ve hürriyetlerin ulaştığı değer karşısında artık bedeli kan olan bedeli -Türkiye’yi 2-3 defa uçuracak yüksek mali giderler- olan bu sorunu çözmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama burada siyaset kurumunun bence parti persfektiflerinden vazgeçerek Türkiye’nin birliği-beraberliği bölünmezliği noktasında ortak proje üretmeleri gerektiğini düşünüyorum. Eğer bu niyet ortaya konulursa ben çok daha kalıcı sağlıklı sürekli bir sürecin gündemleşeceğini düşünüyorum. Türkiye zor bir süreç içindedir ama AK Parti bilhassa değerli Başbakanımızın yüksek vizyonu ve cesareti bu sorunda olagelen yöntemler yerine yepyeni bir açılım politikalarını ortaya koydu. Ben bunun hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Sadece dua ile yetinemeyiz bu sürecin inşası için müktesabatımızın, birikimimizin, tecrübemizin icabını yapmaya her zaman hazırız. Uzun tutukluluk süreleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Ben infaz anlamına gelecek koruma tedbirlerini savunmayan bir insanım. Aslında biz o konuyu 3. Yargı paketinde düzenledik. Bilhassa adli kontrol denetimli serbestide tavan ceza modelinden vazgeçtik. Ben sorunun, bir yargısal bakış sorunu olduğunu düşünüyorum. Zaman içerisinde bu sorunlar da çözülebilir. Temenni ediyorum anayasanın, bir sivil anayasanın inşası halinde bu sorunları da zihniyet dönüşümü yoluyla aşarız diye düşünüyorum. Ben tutuklamada hükmün kesinleşmesi halinde infazı imkansız kılacak -kaçma diyorlar bunaveya erken tahliye halinde delilleri söndürecek sakıncalar dışında uzun tutukluluk sürelerini çare olarak görmüyorum. Yeter ki bu iki mahsur bertaraf edilsin. Bu noktada ceza düzenlemeleri de yapılabilir. Demokrasi konusunda ne gibi projeler geliştirilebilir sizce? Demokrasi konusunda çok projeler gelişir. Çoğulcu proje, kartezyen akıl, demokrasi mühendisliğinden ve aktörlerden çok süreçlere önem veriyorum. Türkiye demokrasi mecrasına girdi, zaman zaman geliştiriliyor. Kurumsal geliştirmeler var, öğrenim kalitesinin yükseltilmesi var. Demokrasi gelişiyor. Burada heyecan verici projeleri gençlerden bekliyoruz, sizlerden bekliyoruz. Bizim medeniyetimizin bir başka özelliği hafsı medeniyettir. Tamamı yukarıdan lütfedilen ulufe medeniyetidir. Halbuki şu anda tabandan fışkıran demokrasi olduk biz. Şu anda yerel demokrasinin güçlenmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Sivil demokrasinin güçlenmesi için elimizinden geleni yapıyoruz. O noktadaki özgün projeleri sizlerden bekliyoruz.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

TBBM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya

Sayın İyimaya zihin dünyamızdaki Menderes algısı nedir? Biz Amasya’nın bir orman köyüne göç yoluyla, Kafkas göçü yoluyla yerleşmiş bir aile topluluğuyuz. Bizde ilkokul yoktu. 1950 doğumluyum. Rahmetli babam köy imamıydı ve radyo bizim köye yeni geldiğinde Menderes ismini duymuştum. 1959 yılında Londra’da bir uçak düştüğü ve Başbakan Menderes kurtuldu haberiyle köylülerimiz felaket sevinmişti. Menderes isminin hafızama ilk nakşettiği dönem o dönemdir. Sonra Yassıada mahkemeleri. O dönemde televizyon yok, canlı olarak veya naklen radyoda dinleme imkanı bulurduk. Mesela o dönemde Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Tevfik İleri, Hasan Polatkan isimleri on yaşımızda, onbir yaşımızda aklımıza çivilenmişti. O dönemin Cumhuriyet Savcısı’nın, yani Yüce Divan Savcısı’nın ve Yüce Divan Başkanı’nın sorularını töhmetleri köpek davaları vs. bizde korkunç bir şok yaratmıştı. Yavrularını boğazlayan, başını boğazlayan bir devlet. Tabi bu cümleleri o zaman kurmak mümkün değildi. Bende Adnan Menderes isminin ilk algıları böyle oldu. Sonra ilkokulu dışarıdan bitirerek ortaokul, lise ve üniversiteyi okuduk. Siyasal kimliklerimiz gelişti ve siyasal tarih merakımız arttı. Türkiye için korkunç bir tablodur, çok kara bir tablodur ve ben kendi kendime şunu sormuşumdur: Adnan Menderes’i niye astılar? Şu anda verdiğim cevap şu: Adnan Menderes’i o dönemin

darbecileri dahi asmak istedikleri için asmadılar. Adnan Menderes’ten korktukları için astılar, çünkü Adnan Menderes’in halktaki karşılığı o kadar derin ve sökülmezdi, o kadar yaygın ve gönülleri kuşatıcı idi ki kazara ileride 10 yıl 15 yıl sonra affedilmesi ve dışarıya çıkması halinde Adnan Menderes bize ne yapar dediler. Çünkü haksızlıklarını biliyorlardı. Uydurma gerekçelerle cunta faaliyeti içerisine girdiklerini biliyorlardı. Ben her zaman böyle söylemişimdir, Adnan Menderes korkusu Adnan Menderes’i astırmıştır. Teşekkür ederiz son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Ben mutluyum, çünkü Adnan Menderes konusunda bir sivil girişimin ortaya çıkması beni çok sevindiriyor. Çünkü değerlerimizin sadece değerlerini bilmek değil, onları yaşatmak gerekir. Enstitülerde yaşatmak gerekir, araştırmalarla yaşatmak gerekir. Mesela İnönü’nün müthiş bir monografisi vardır. Adnan Menderes’in bir monografisi yoktur. Ben o dönem değerlerinin var kılınması için bu tür sivil toplum girişimlerinin yararına inanıyorum. Biz acı hatıralardan öfkeler üretmek, acı hatıralardan öç duygusunu geliştirmek değil, ondan barış üretmek zorundayız. Barışçı yaklaşımlar Türkiye’yi demokrasiyle ilerleyişinde zannediyorum daha da pekiştirecektir, sağlamlaştıracaktır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 33


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Gezi Parkı Olayları Işığında Rahmetli Adnan Menderes’i Anlamak Kadir TOPBAŞ İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı

Yükselen Türkiye’nin iç ve dış güçler tarafından durdurulmaya çalışıldığı bu günlerde Adnan Menderes’i anlamanın, Adnan Menderes’i düşünmenin her Türk vatandaşı için büyük bir önem arz ettiğini düşünüyorum. Çünkü ülkemizin kalkınmasını, güçlenmesini istemeyen iç ve dış güçler, tıpkı günümüzde olduğu gibi, 27 Mayıs 1960 tarihinde de iş başındaydı. Demokrat Parti iktidarı ile Türkiye yeni bir döneme girmiş, refah belli kesimlerin elinden ülke geneline yayılmaya başlamıştı. Sosyal, ekonomik ve eğitim alanlarında yapılmış olan icraatlar halk tarafından takdirle karşılanıyordu. Ülkenin dört bir yanında huzur ve güven ortamı hâkim olmuş; geniş halk kitlelerinin maddi imkânları artmış ve bu kesimler siyasi hayata katılma, taleplerini dile getirme, “milletinin sözünü” söyleme fırsatı bulmuştu. İnsanlar, mal ve can güvenliklerinin sağlandığını hissettiler. Bu ortamda Demokrat Parti, Adnan Menderes liderliğinde girdiği her seçimden zaferle çıkıyordu. Bugün sayın Başbakanımız örneğinde olduğu gibi o gün de rahmetli Menderes’in muarızları, demokratik yöntemlerle, halkın teveccühünü kazanarak iktidara gelmekten umutlarını kesmişlerdi. Bu sebeple de demokrasi dışı yöntemlerle Demokrat Parti iktidarını devirmeyi kendilerine amaç edinmişlerdi. O dönem belli merkezlerden üretilen yalanlarla provoke edilen öğrenci olayları, kitlesel gösteriler, “Gezi Parkı” bahanesiyle günümüzde ortaya konulan senaryodan pek de farklı değildi. Bu anlamda yapılan darbeye kurmay binbaşı olarak katılmış olan Orhan Erkanlı’nın itirafları çok açıklayıcıdır: “İhtilal yapacak olan teşkilatın kuruluşu 1955 yılıdır. 1955 yılında Türkiye’de darbeyi gerektirecek bir hal var mıydı? İlginçtir, böyle bir ortamda darbe hazırlığına başlandı. 1956 yılına gelindiğinde ordu içinde bir sürü gizli kuruluş olduğundan şüphem yoktu. Birçok darbe teşkilatı, kime ve niçin darbe yapılacak? Ülkenin iyiye gitmesi birilerinin işine gelmemiş olacak ki, çok sayı34

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU da darbe organizasyonu oluşturuldu.” Rahmetli Menderes’i idama götüren ve tarihimize kara bir utanç sayfası olarak geçen bu süreçten elbette öğrenmek zorunda olduğumuz pek çok ders var. Bana göre bu derslerin ilkini, rahmetli Menderes, vefatından önce bir asker vasıtasıyla gizlice Gıyaseddin Emre’ye gönderdiği mektupta açıklamıştır. O bu mektubunda şöyle demiştir: “Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.” Gerçekten de 2002 yılında AK Parti iktidarı ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ile birlikte bu ülkede altın bir sayfa açılmış; ülkemizin önünde yeni ufuklar belirmiştir. İhmal edilmiş bölgeler başta olmak üzere tüm Türkiye yeniden hizmetle buluşmaya başlamış; kalkınma Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmış, ileri demokrasi dönemine geçilmiş, IMF’ye borçlar ödenmiş, Türkiye bölgesinde ve dünyada kendini hissettiren, olaylara ve gelişmelere yön veren bir başrol oyuncusu haline gelmiştir. AK Parti girdiği her seçimde oylarını arttırarak, Adnan Menderes’in bundan 60 yıl önce söylediği gibi, bu ülkeyi yetmiş sente muhtaç eden anlayışı silip süpürmüş, sadece Türkiye’de değil, dünyanın tüm mazlum ülkelerindeki arayışların sembolü haline gelmiştir. Bütün bu başarılar, AK Parti muarızlarının seçimlerle, demokratik mücadele ile iktidara gelme umudunu tüketmişti. Çünkü AK Parti; proje üreten, yatırım yapan, işsize istihdam sağlayan, evsize ev alma imkânı oluşturan, “işimiz hizmet, gücümüz millet” diyen “insana odaklı” bir siyasetin icracısıdır. Böyle bir siyasetin karşısında “duran ve durduran adam” rolü keserek bir seçim başarısı elde edilmeyeceği belli kesimlerin malumudur. Bu sebeple de bundan 63 yıl önce olduğu gibi, yine dış mihraklarla el ele, yine aynı senaryoyu yürürlüğe koymaya çalıştılar. İstanbul’u bu senaryonun arenası haline getirerek, “Gezi Parkı” üzerinden kamuya yüz milyonlarca lira zarar veren bir operasyona koyuldular. Ama demokrasi şehidi rahmetli Menderes’in aziz hatırasından gerekli dersleri çıkaran AK Parti hükümeti, Sayın Başbakanımızın liderliğinde ve kararlı duruşuyla bu oyunu bozdu. Milletimizi karanlık bir tünele sokmak isteyenlere, omuzlarında taşıdığı Mendereslerin, Özalların hayatları pahasına yazdığı tarihsel mirasın sorumluluk bilinciyle “yeter, söz milletindir” dedi. Bundan 60 yıl önce rahmetli Menderes’i “12

uçak dolusu altınla ülkeden kaçmakla,” “muhaliflerini hayvan yemi yapmakla, kıyma makinesine attırmakla” suçlayan zihniyet, bu seferde Gezi Parkı’na “alışveriş merkezi yapılmaya başlandı” iddiasıyla haftalarca ülkeyi bir yangın yerine çevirdi. Oysa defalarca ifade edildiği gibi o gün orada yapılan, yol genişletme çalışması nedeniyle ağaçların yerlerini değiştirmekten ibaretti. Bu iftira, diktiği 1,5 milyon ağaçla İstanbul’u hiç olmadığı kadar yeşil hale getiren İstanbul Büyükşehir Belediyesine atılmıştı. Fakat “güneşin balçıkla sıvanmasını” andıran bu çaba, Gezi Parkı’ndaki yeşil alanı dikilen 156 yeni ağaçla 8 bin metrekare daha genişleten, ülkemizin en çevreci yerel yönetimi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından boşa çıkarıldı. Çünkü biz, “duran adam” değil, “durmak yok, yola” devam diyen, belli mihrakların değil, rahmetli Menderes’in başlattığı mücadelede “sessiz kesimlerin sesi, sözü, temsilcisi” olmayı gaye edinmiş bir siyasi anlayışın üyesiyiz ve biliyoruz ki; “meyve verdiğimiz sürece taşlanacağız.” Bu yüzden rahmetli Menderes’i anlamayı ve anlatmayı kendimize görev addediyoruz.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 35


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Fatih, Menderes’e Şükran Borçludur Bugünün Fatihlileri olarak, bizler, rahmetli Menderes’ten 60 yıl sonra, O’nun temelini attığı şehrin nimetlerinden istifade ediyorsak, şehir 8500 yıllık hayatına hala ilk günkü canlılığında devam edebiliyorsa; bu, Menderes gibi radikal kararlar alabilen cesur liderlerin sayesindedir. Fatihliler olarak, onlara selam olsun diyoruz.

Mustafa DEMİR Fatih Belediye Başkanı

Tarihi Yarımada Fatih, bugün 13,5 milyon nüfuslu megapol İstanbul’un tarihi, turistik ve ticari merkezidir. Ama aynı zamanda insanlık tarihine şekil vermiş 8500 yıllık bir geçmişin de halen yaşayan şahididir. Bir şehrin 8500 yıl ayakta durabilmesi demek, her dönem çağa uyabilmesi, çağın gerektirdiği operasyonları tam ve zamanında yapabilmiş olması demektir. İstanbul Fatih de bunu her defasında başarabilmiş ve her defasında küllerinden doğmuştur. Efsanelere göre, İstanbul’un bu her türlü afet ve felaketlere rağmen yeniden kuruluşunun hikmeti, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, şehrin kurucusu olarak adı geçen Hazreti Süleyman’ın “Bu şehir, dünya durdukça abad, hürrem ve payidar olsun” diye ettiği duadır. Ve İstanbul, Hazreti Süleyman’ın duası hürmetine bugün hala dimdik ayaktadır. İstanbul, 8500 yıllık bu uzun yürüyüşünde, kimi zaman yıkılıp yeniden kurulması pahasına, sonsuz ömrü seçmiştir. Tıpkı kartalın ikinci bir ömür pahasına, pençelerini ve gagasını taşa vura vura kırıp, yeniden doğuş için yaptığı fedakarlık gibi, İstanbul da kimi zaman depremlere, kimi zaman yangınlara, salgın hastalıklara, kuşatmalara, göçlere, kimi zaman da yeniden yapım ve yıkımlara bir takım hazinelerini feda etmek zorunda kalmıştır. *** Aslında tarih sahnesinde bu kadar uzun süre, önemli rol oynayıp da değişime uğramamış bir şehir var mıdır? İnsanın olduğu, yaşadığı her yerde, doğa, insanın elinden yeniden şekillenir… Dağları delen, denizleri aşan, kıtaları birleştiren hatta uzayın sınırlarını zorlayan insan, elbette, yaşadığı yeri de kendisine göre değiştirecektir. Çünkü insanlık böyle ilerler… Bu kaçınılmazdır. İstanbul Fatih’e dönersek, tarih boyunca hep ilgi ve odak noktası olmuş bu kentin, gelişme ve değişmeden nasibini almaması da mümkün değildir. Mesela, Osmanlı Padişahları, başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere, fetihten itibaren bu şehri abad etmek için birbiriyle yarışmışlar ve şehrin en güzel, en merkezi yerlerine eserlerini bir imza gibi bırakmışlardır. Aslında, bu şehri yönetenler arasında gizli bir rekabet de vardır. III. Ayasofya’yı yaptıran İmparator Justinianus (Jüstinyen) o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman Tapınağı’ndan daha 36

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

büyük olan Ayasofya’yı açarken, halka yaptığı açılış konuşmasında “Ey Süleyman! Seni yendim” demiştir. Aynı şekilde, Süleymaniye’yi yaptıran Kanuni Sultan Süleyman da, Hazreti Süleyman adına Justinianus’tan rövanşı almıştır. Ancak İstanbul, en mesut ve en bahtiyar günlerini Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olduğu dönemde yaşamıştır. Şehir ve şehirlinin ihtiyaçları başta padişah ve devlet büyükleri olmak üzere, hayırsever halk tarafından yapılan eserlerle karşılanmıştır. Şehir, sürekli bir yapım ve inşa halindedir. Çeşmeler, hanlar, hamamlar, medreseler, sıbyan mektepleri şehri yaşanır kılmış; bu da şehri gün be gün artan bir ilginin merkezi haline getirmiştir. Fakat İstanbul ve öznesi olarak Fatih, savaş yıllarından çok etkilenmiştir. Özellikle 1800’lü yılların sonlarında, göçler şehre yeni nüfus getirecek; şehir, şehirlinin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacaktır. Bu dönemde Abdülaziz Han (1871-1876), şehri yeni ihtiyaçlara göre şekillendirmek için girişimlerde bulun-

muş ve hatta Osmanlı’nın başkentini Avrupa’ya bağlayan demiryolunu yaptırırken, Topkapı Sarayı’nın bahçelerini tahsis ederken “Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin, razıyım” demiştir. Sultan Abdülaziz’den sonra tahta geçen II. Abdülhamid Han da (arada 93 gün tahtta kalan 5. Murad bulunuyor) şehrin yeni ihtiyaçları doğrultusunda, pek çok kamu binası yaptırmıştır. Bugün O’nun döneminde yapılan binalar hala şehrin fonksiyonel binaları olarak ayakta durmakta ve şehre güzellik ve anlam katmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’ten Cumhuriyet dönemine kadar, şehir savaş ve işgal yorgunu olarak, boynu bükük kalacaktır. Cumhuriyet döneminde, Henri Prost’ta emanet edilen şehir, bir Türk ve Osmanlı şehri olmaktan çok bir Avrupa şehri olarak kurgulanacak; Doğu Roma ve Bizans eserleri öne çıkarılırken, Osmanlı eserleri kolaylıkla gözden çıkarılacaktır. Hele ki, Haliç’e sanayi tesisleri kurulması Prost’un affedilmez hatasıdır. Diğer taraftan Prost, Tarihi Yarımada Fatih’e kat sınırlaması getirerek, bugün dünyanın İstanbul’un simgesi olarak bildiği ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 37


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İstanbul siluetini armağan etmiştir. Pek çok yeşil alan da yine O’nun eseridir. 1930’lardan 1950’lere gelindiğinde, Prost’un pek çok planı uygulamaya geçmemekle ve yer yer delinmekle birlikte, sanayi hamlesi neticesinde, topraksız köylülerin İstanbul’a göç akını başlamıştır. Bu yeni nüfus, kendisine gecekondular kuracak ve İstanbul’u bir anlamda köye çevirecektir. Zaten dar olan eski sokaklar, bu yeni nüfusu ve keşmekeşi taşıyamaz hale gelecektir. İşte bu dönemde, rahmetli Adnan Menderes, şehir için kendinden önce ki cesur yöneticiler gibi, şehri özellikle de merkezini kökten değiştirecek, radikal bir karar alır. Ve günahını sevabını üstlenir. O’nun İstanbul’u, geniş bulvarları olan, trafikle boğuşmayan bir şehirdir. Hatta rahmetli Menderes bu hayalini Cumhurbaşkanı Bayar’a, “Şu birbirine yaslanarak ayakta duran binalara bakınız… İstanbul gibi dünya incisi bir şehir böyle mi olur? Bazı saatlerde trafik bu yollarda adeta kilitleniyor. Güzelim camilerimiz, sanat eserlerimiz bu kargaşalıkta, hurdaların arasına karışmış bir antika gibi kaybolmuş. Bütün bunları, büyük caddelerin vitrinine çıkarmak, gün ışığına kavuşturmak lazım. Bütün bunlar, elbette bir belediye işi olmaktan çok fazla bir şeydir. Devletin büyük turizm davasının bir parçasıdır” diye ifade etmiş ve akabinde de bu düşüncesini hayata geçirmeye koyulmuştur. Bunun için de ilk iş, şehrin kalbi olan Tarihi Yarımada Fatih başta olmak üzere Vatan, Millet, Ordu Caddeleri yapılmış, Sirkeci-Florya Sahil Yolu açılmış, Atatürk Bulvarı genişletilmiş, Londra Asfaltı olarak bilinen Edirne-Ankara karayolunun Topkapı girişi de düzenlenmiştir. Elbette, bu genişletmeler yapılırken, binlerle ifade edilen yapı da istimlak edilmiştir. Dün çokça eleştirilen bu hamle, bugünün 15 milyonluk nüfusa doğru hızla yol alan İstanbul’unun bel kemiği durumundadır ve her gün bu yolu kullanmak zorunda olan vatandaşlarımız, Menderes’i bir kez daha rahmetle anmaktadır. Çünkü yollar, şehirlerin ve dolayısıyla medeniyetin can damarlarıdır. Eğer 1950’li yıllarda bu vizyoner hamle yapılmasaydı, bugün İstanbul’un 8500 yıldır yaşıyor diye övündüğümüz Tarihi Yarımadası belki çoktan terk edilmiş veya sadece çalışanların gidip geldiği, bir yer olacaktı. Bir yeri yaşanır kılmanın ilk koşulu, o yeri “Hürrem ve abad” etmek veyahut da, baştaki kartal hikayesindeki gibi bazı fedakarlıklar yaparak, şehri besleyen can damarlarındaki tıkanıklığı açmaktır. İşte rahmetli Adnan Menderes, 1994’ten beri adını taşıyan bu cadde ile aslında şehrin bugününü ta 1950’lerde görmüş ve insanların işlerine, evlerine gidebilecekleri yollar yapmıştır. Aslında, dünya hızla ilerlerken ve ülkelerin yerine şehirler ön plana çıkmaya başlarken, bizim parlayan yıldızımız İstanbul’un da dünya şehirler liginde diğer büyük şehirlere kafa tutmasını ve hatta pek çok alanda liderliğe soyunmasını, o zaman alınan bu radikal kararlara bağlayabiliriz.

38

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Şehir, kendine hizmet edeni unutmaz! İşte o nedenle, bugün Menderes adı, İstanbul için ama özellikle Fatih için çok kıymetli ve bir o kadar da anlamlıdır. Bizim yerel yöneticiler olarak, öncelikle, bu vizyon sahibi liderlere şükran borcumuz ve elbette ki vefa borcumuz var. Biz de Fatih Belediyesi olarak, rahmetli büyüğümüz Adnan Menderes’in izinden gidiyor ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Kadir Topbaş’ın desteği ile dünyanın incisi olduğunu düşündüğümüz bu şehre yakışmayan çirkinliklerden şehrimizi arındırmak için çabalıyoruz. Mesela, cephe yenileme çalışmalarımızı, rahmetli Adnan Menderes’in açtığı ve bugün O’nun adını taşıyan bulvardan (Vatan Caddesi) başlattık. Divan yolu, Yeniçeriler ve Ordu Caddesi boyunca sürdürdük. Şehrin çeperini çepeçevre saran, köhnemiş kent dokusunu yenilemek için 13 bölgemizi yenileme alanı ilan ettik. Sulukule gibi, kentin içinde bir yara olan semti, hak sahiplerini mağdur etmeden yeniledik. Aynı şekilde Ayvansaray Türk Mahallesi’nde de, turistlerin görmek isteyeceği o geçmiş dokuyu yaşatmaya yönelik yenileme projemizi başlattık. Yine dünya harikası, bir zamanların saray eşrafının yaşadığı Süleymaniye’yi ihya etmek için Büyükşehir Belediyemizle birlikte yenileme çalışmalarını başlattık. Nerede bir yeşil alan görsek, orayı halkımızın nefes alabileceği bir park, bir meydan haline getirdik. Etrafı köhne binalarca sarılmış veya yıkılıp yok olmaya yüz tutmuş eserlerimizi restore ettiğimiz gibi ön plana çıkarmak için çevresini de düzenledik. İşte Kapalıçarşı projemiz ve çevresindeki hanlar projemiz bu yaklaşımımızın eseridir. Proje tamamlandığında 550 küsur yıllık Kapalıçarşı’ya can suyu verilirken, etrafındaki hanlar da turizmimize kazandırılacaktır. Elbette tüm bunlar Fatih’in yüzünü, çağdaşlaşma vizyonu doğrultusunda ileri döndürmesiyle mümkün olabilmiştir. Fatih, vizyonu için ilhamı, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 2023 vizyonundan almıştır. Bugün kamuoyu anketlerinde halkımızın Fatih’te yaşamaktan duyduğu memnuniyetin %82 gibi yüksek oranlarda seyretmesi de aslında halkımızın hizmetlerden memnuniyetinin yanında, Fatih’le birlikte ülkenin daha yaşanır bir yer haline gelmesinin de büyük payı vardır. Diğer taraftan Fatih’e yapılan hizmetler sadece bizi değil, tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Çünkü Fatih dünya kültür mirasının da çok kıymetli eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. O nedenle, turizmin göbeği olan, Sultanahmet, Sirkeci ve Laleli bölgesinin artık trafikten arındırılması gerekmektedir. Biz de bu düşüncemizi 2011’de hayata geçirerek, şehrin özellikle turistler tarafından yaya olarak gezilmesini teşvik edecek, şehrin tarihi dokusu üzerine binen yükü kaldıracak, yayalaştırma çalışmalarını gerçekleştirdik. Bugün Tarihi Yarımada Fatih Belediyesi olarak biz, rahmetli Adnan Menderes’i çok iyi anlıyor ve halkı ile birlikte gelişen bir Fatih’i inşa etmeye çalışıyoruz. Çünkü Fatih’i anlamlı kılan, burada yaşamayı seven, burada mutlu olan halktır, biz de onlar için çalışıyoruz…


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Demokrasi Yıldızı Adnan Menderes Lokman ÇAĞIRICI Bağcılar Belediye Başkanı Hiç şüphesiz milletler geleceğe odaklanmak duru-

mundadır. Ama milletlerin geçmişte olup bitenler konusunda hafıza tazelemeleri gereken günler de vardır. 17 Eylül 1961 de, kesinlikle unutulmaması gereken günlerden birisidir. Bu tarih, ülkemize hayırlı hizmetlerde bulunmak için yola çıkıp, Milletimizin de teveccühüne mazhar olan Başbakan Merhum Adnan Menderes’in, 27 Mayıs darbesi ile işbaşından uzaklaştırıldıktan sonra düzmece bir mahkeme kararıyla idam edildiği tarihtir. Merhum Menderes’in idamından önce yazdığı son mektuplarından birisinde yer alan: “Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir” şeklindeki sözlerinin ne kadar doğru olduğunun açıkça ortaya çıkmış olduğu günlerde yaşıyoruz. Milletimiz, işbaşından uzaklaştırılıp benzersiz bir zulme muhatap kılınan Demokrasi Yıldızı Merhum Adnan Menderes’i ve yine her birisi Demokrasi Yıldızı olan arkadaşlarını hiçbir zaman unutmadığını ve bundan sonra da unutmayacağını açıkça ortaya koymuş durumdadır. 17 Eylül 1961 tarihi Türk siyasi hayatının en hazin günlerinden birisi olduğu gibi, o gün yaşanan Cumhuriyet tarihimizin de en acı olaylarından biridir. Kadirşinas milletimiz, kendi iradesi ile iktidara getirdiği merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarını hayırla yad ederken onlara zulmedenleri de her zaman lanetle anacaktır. Adnan Menderes, hedeflediği yeni Türkiye’nin çerçevesini Demokrat Parti’nin kuruluşunda yaptığı açıklamada şöyle çizmişti: “Şimdi Türk siyasi hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin engin ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var.” Milletimiz “Yeter, Söz Milletindir!” diyecek gücü onunla bulmuş ve 1950’de emaneti ona ve arkadaşlarına teslim etmişti. Merhum Menderes, tek parti-tek şef döneminin milletimizin sırtına yüklediği kamburları ve inanca getirilen kısıtlamaları tek tek kaldırıp, ülkeyi insanca hayat sürülebilecek hale getirmeye çalışırken; birileri de onun hayatını cehenneme çevirmek için düğmeye basmışlardı. Şimdi daha net gözüken büyük fotoğrafa baktığımızda görülmektedir ki; 27 Mayısla aslında Adnan Menderes ve arkadaşları değil, onların şahıslarında Milletin iradesi hedef alınmış ve buna yönelik kinler kusulmuş, ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 39


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU aziz milletimizin iradesi askıya alınmıştır. Bilindiği gibi; demokrasi yokuşunda tek partiden, Milli Şef döneminden ülkeyi kurtaran Adnan Menderes, iktidarının üçüncü döneminde askeri darbeyle saf dışı edildi. Darbe, Menderes ve arkadaşları için sadece iktidardan uzaklaştırılma anlamına gelmiyor, onu işkence, ayıplanma, aşağılanmalarla geçen bir tutukluluk dönemi ve idamlar takip ediyordu… Yassıada’da iken yazdığı son mektupta verdiği mesajlar, bir liderin metanetini, yüce gönüllülüğünü, özgürlük tutkusunu ve bunların yanında uzak görüşlülüğünü ortaya koymaktadır: “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.” Darbeler aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini çalmıştır. Türkiye’nin yakın döneme kadar darbelerden başını alamamasının en büyük sebebi, darbelerin anası denilebilecek olan menfur 1960 darbesidir. Bu darbe, sonraki darbelere de zemin hazırlamıştır. 27 Mayıs 1960’ta yaşanan askeri darbe, farklı bir şekilde 28 Şubat 1997’de son kez tekrarlandı. Bu gelişmeleri 2002’de AK Parti’nin kuruluşu ve tek başına iktidara gelişi izledi. Bugün artık milletin; değerlerine, haklarına, özgürlüklerine ve belki de en önemlisi İradesine sahip çıktığı bir dönemdeyiz. Bugün demokrasiye sonuna kadar sahip çıkan AK Parti iktidarı var. Bugün demokrasiye sahip çıkan bir millet var. Ve gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki, artık geçmişte sergilenen o bayat senaryoların Türkiye’de başarılı olmasına da imkan yoktur. Bir dönemin kara lekelerinden olan ‘açık oy, gizli tasnif ’ artık tarihe karışmış; ‘gizli oy, açık tasnif ’ mekanizmasıyla, millet iradesi gerçek manada hakim kılınmıştır. İnsanımız, siyasi partilerin tüzük, program ve en önemlisi de uygulamalarına bakarak, iradesini TBMM’de kimin temsil edeceğine, hür oylarıyla karar vermektedir. Seçim sandığı; milletin kime güvendiğini, emanetini kimin taşıyacağını açıkça ortaya koyan yegâne demokratik göstergedir. En büyük irade de, Millet İradesi’dir. Siyasi tarihimizde olduğu gibi insanımızın gönlünde de müstesna yerini almış olan merhum Menderes ve arkadaşlarını bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyor; vefakâr ve kadirşinas milletimize saygılarımı sunuyorum. 40

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ÇOK PARTİLİ HAYATTAN 21. YÜZYIL DEMOKRASİSİNE Ahmet Misbah DEMİRCAN Beyoğlu Belediye Başkanı Adnan Menderes’in siyasi hayatı; öncesi sonrasıyla ve evet bugünüyle Türk demokrasisini anlamak için son derece kıymetli veriler ihtiva ediyor. Bendeniz, rahmetli Menderes’in aziz hatırasına derin bir hürmet duyuyorum. Onun politik mirası, zarif üslubu; vatana şuurlu sadakat, millete fedakârca hizmete dayalı tutumu bugünün idarecileri için de unutulmaz bir ilham kaynağıdır. Dahası, 27 Mayıs askerî darbesiyle devrilmesi, 1,5 yıl süreyle İmralı’da tutuklu kalışı ve ardından 16 Eylül 1961 sabahı idam edilişinin toplum vicdanında açtığı derin yara bugün dahi sızlamaktadır. KUTLAMA MI, MUHASEBE Mİ? Kabul edilmeli ki, özellikle bugünlerde, Demokrat Parti’nin 1950-1960 yılları arasındaki iktidar dönemine baktığımızda, son derece düşündürücü süreçlere ve sahnelere rastlıyoruz. Bu makalede, Menderes dönemini, mümkün mertebe serinkanlı bir yaklaşımla değerlendirmeyi deneyeceğim. Bana öyle geliyor ki, Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de oyların %52,6’sını alarak müthiş bir zaferle iktidara gelişinin yıl dönümünde; kutlama veya anmanın ötesinde tahliller ve tespitlerle örülü bir muhasebe daha faydalı olacaktır. DEVR-İ SABIK’I BIRAKIP İSTİKBALE BAKMAK Sanırım, Menderes döneminin başlangıcında karşımıza çıkan “devr-i sabık yapmayacağız” ifadesi, hatırlanmaya değer. Türkiye’nin demokratik yolla seçilen ilk hükümeti, bu ifadeyi programına almıştı. Yani, geçmişin hesabını sormak adına kimilerinin cezalandırılması yoluna gidilmeyecekti. Neden peki? Çünkü II. Dünya Savaşı öncesinde, Avrupa, Rusya başta olmak üzere birçok ülkede otoriter iktidarlar baştaydı. Belli alanlarda ciddi atılımlara öncülük etmiş, ülkelerinin yükselişine katkı sunmuşlardı. II. Dünya Savaşı, otoriter rejimlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Esasen, tüm dünyada demokrasi rüzgarları savaş sonrasında esmeye başlamıştı. Bu bir. İkincisi, Türkiye’nin tarım, ulaşım, sağlık, eğitim, özgürlükler, dış ilişkiler… gibi temel konularda derhal aşması gereken sorunlar mevcuttu. Memleket gündemi yoğundu. Geçmişten ziyade geleceğe bakmak çok daha hayırlı olacaktı.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Üçüncüsü ise sanırım cezalandırarak adaleti, yasaklayarak asayişi sağlama alışkanlığını terk etme temayülü belirmişti. CHP MİLLETVEKİLİ MENDERES… Adnan Menderes, malum, İstiklal Madalyası sahibi bir hukukçu idi. 1931’de, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Aydın Milletvekiliydi. Ve 14 sene CHP içinde siyaset yapmıştı. Belki bizler, CHP ile DP arasındaki ayrım ve uzlaşmazlıklara ziyadesiyle dikkat kesildiğimizden; bu iki odağın kimi ortak yönlerini göremiyoruz. Muhtemeldir ki, iki grup arasında bizim fark edemediğimiz ölçüde yakınlık vardı. Birbirini anlayabilen ve icabında karşılıklı jestler yapabilen iki odak idi CHP ile DP… AĞLATAN EZANLAR Başa, daha doğrusu, çok partili hayata geçiş günlerine dönelim. 14 Mayıs 1950… “Devr-i sabık yapmayacağız” hükmü, DP’nin büyük zaferine “Beyaz İhtilal” adı verilmesine neden olmuştu. Menderes’in ilk icraatı, Ezan’ın yeniden Arapça aslına uygun okunmasını sağlamak oldu. Seçim sonuçları açıklanırken daha, ikindi Ezanları “Allahu ekber, Allahu ekber…” haykırışlarıyla göğe yükseliyordu. Hakikaten insanın içini ürperten, gözlerini dolduran bir sahnedir bu. 1953 senesinde ise halkevleri, ardından Ocak 1954’te Köy enstitüleri kapatıldı. 1950’de Ezanlar; gönlümüzü zemzem suları gibi yıkayan mübarek Ezanlar özgürlüğüne kavuşurken… Anadolu’da bir cennet rüzgarı esiyordu. İSLAMİ DEĞERLER İLE MODERN KAZANIMLARIN SENTEZİ Bana göre, Türkiye İslam ahlakı ile modernite arasında bir denge kurmayı başardığı ölçüde olağanüstü bir güç kazanacaktır. Kanaatimce günümüzde de bu dengenin sağlanması, korunması, bozulmaması önümüzde hassas bir mesele olarak durmaktadır. İslam coğrafyasını gözünüzde canlandırınız: Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Ürdün, Lübnan, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Arabistan… ve Türkiye. Bu ülkeler arasında İslam değerleri ile modern kazanımları en kıvamlı şekilde sentezleyebilecek ülke Türkiye’dir. Yani biz, tüm İslam coğrafyasında çağın imkanlarını en iyi yorumlayabilecek konumdayız. Üzülerek görüyorum ki, hâlâ kimi dostlarımız, demokrasiye köktenci eleştiriler getiriyorlar. Halbuki; 1- Türkiye’de inançlı insanlar demokrasiden ciddi bir şekilde istifade etmişlerdir. Evet, DP 1950’de zafer kazanarak “Beyaz İhtilal”i gerçekleştirdi. Fakat aynı zamanda, devletle özdeşleşmiş CHP de iktidarı devretmek suretiyle, bu kansız, barışçı değişimin bir unsuru olmuştu. 2- 21. yüzyılın, yani dijital çağın demokrasisi, barışçı içeriğinin zenginliği itibariyle 20. yüzyıl demokrasisinden daha gelişkin bir yapıdadır. Dolayısıyla, rahmetli Menderes’in macerasını incelerken, o dönemin demokrasisini tahlil ederken; günümüzle benzerlik arz eden çok sayıda niteliği saptamanın yanı sıra, kritik farkları da göz önünde tutmalıyız. Tarih, ancak tarihten anlamayanlar için tekerrür eder.

HÜKÜMET İLE MUHALEFETİN ORTAK PAYDASI Demokrat Parti ile AK Parti arasında benzerlikler var kuşkusuz. Rahmetli Menderes ile de Başbakanımız Erdoğan arasında birçok yakınlık bulabiliriz. Benim görüşüm şu: İktidar mücadelesi ile memleket meselelerinin barışçı çözümü arasındaki farkı göz ardı etmemeliyiz. Hükümet ile tüm muhalefet unsurları arasında, Türkiye’nin kazançlarını gözetmeye dayalı bir ortaklık her zaman yürürlükte olmalıdır. ÖZGÜN BİRİNİ TAKLİT EDECEKSEN, ÖZGÜN OLMALISIN Demokrat Parti tecrübesi; Prens Sabahattin, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu… gibi çok kıymetli entelektüel siyasetçilerimizin anlayış, strateji, söylem ve üsluplarını özümsemek yetmeyecektir. Tüm bunları, çağımızın birikimiyle, bugünün koşulları içinde yeniden yorumlamayı başarmak lazımdır. Bizlere düşen, tarihsel çatışmalarda taraf olmanın ötesine geçmektir. Şahsiyet kazanmak için, birilerini örnek almak yetmez. Onları özgün kılan yönelişleri kavradıktan sonra, kendi özgün tavrımızı ortaya koymamız icap eder. *** 14 Mayıs, çok partili hayata geçiş ve Demokrat Parti’nin büyük seçim zaferinin yıl dönümü kutlu olsun. Dilerim bu yıl dönümü; idrak gücümüzü arttıran, Türkiye sevdamızı pekiştiren, gönül zenginliğimizi çoğaltan bir vesile katına yükselsin. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 41


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Millet Adnan Menderes’in Hatırasına Sahip Çıktı ekonomik açıdan da ilklere imza atan bir Başvekil, çok önemli bir devlet adamıydı. Ta ki 27 Mayıs 1960 sabahı milletçe acı dolu bir sabaha uyanana dek… Kaybettiğimiz bu çok önemli şahsiyetlerimizin hatıraları hiç gözümüzün önünden gitmiyor. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan gibi demokrasi şehitlerimizi yâd etmeye devam ediyoruz. İdamının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen acımız hala çok sıcak. Adnan Menderes, zihinlerde ve yüreklerde öyle bir yer etmiştir ki onu hiç görmemiş olanlar bile Menderes’i asla unutmamıştır. Sanki onunla birlikte birçok anıyı paylaşmış gibi sevip saymış ve onun hatırasına sahip çıkmıştır. Bugün Türkiye’nin sahip olduğu birçok imkâna Adnan Menderes ve Demokrat Parti öncülük etmiştir. Şimdi Menderes’in yarım kalan hayallerini AK Parti iktidarı gerçekleştirmektedir. Adnan Menderes ve arkadaşlarının çok ağır bir bedel ödeyerek bıraktıkları demokrasi mirasına bizler sahip çıkıyor ve gelecek nesillere aktarmak için de elimizden gelen tüm gayreti sarf ediyoruz. Türkiye’de geçmişinde yaşanan darbeler, ülkemizi her seferinde 10 yıl geriye sürüklemiştir. En acısı da bunun bedellerini suçsuz yere birçok kişi hayatıyla ödemiştir. Ancak birtakım karanlık güçler dünya çapında çok önemli bir güç olduğunu tüm Dünyaya Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde duyuran Türkiye’yi geçmişte yaşanan bu kötü senaryoların içine çekmeye çalışmaktadır. Ne yazık ki başarılı olamadılar ve olamayacaklar da. En başta milletimiz bu tuzaklara bu oyunlara kesinlikle alet olmaz. Doğrunun, dürüstün, millet aşkı uğruna gecesini gündüzüne katan Ak kadroların neleri başardıkları gün gibi aşikâr. Türkiye ne kirli oyunlara, tezgâhlara, kumpaslara, meydan okumalara riayet eder ne de birlik ve bütünlüğünü riske atacak söylemlere… AK Parti, milletin gönlünde taht kuran lideriyle gönüller yapmayı, ülkeye ve millet hizmet etmeyi siyaseten varlık sebebi görür. Kirli oyunlar üzerine hayırlı işler bina edilemeyeceğini, korku üzerine sevgi toplumu inşa edilemeyeceğini çok iyi bilir. Tehditle, şantajla, korkutmayla, karalamayla, çamur atmayla, tertip ve tezgâhla oluşan gücün milletin hayrına olmadığını çok iyi bilir.

Remzi AYDIN Eyüp Belediye Başkanı

Her ülkede, tarihe yön veren, icraatlarıyla, demokrasi için, vatanı için, özgürlük için amansızca mücadele eden liderler vardır. İşte bu demokrasi şehitlerinden biri de Adnan Menderes’tir. Cesareti, devlet adamlığı, yardımseverliği ve nezaketiyle sevgi çemberiyle kuşatılan Adnan Menderes, sadece siyasi açıdan değil, sosyo-kültürel, 42

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Muhafazakâr kitleyi hasım gibi gören kirli odaklarla, şer gruplarla, laikçi partilerle işbirliği yaparak yol yürünemeyeceğini çok iyi bilir. AK Parti, hangi düşünceden olursa olsun halkın her kesimine karşı kucaklayıcıdır, şefkatlidir, ülkenin birlik ve bütünlüğünü, toplumun kardeşlik ve tesanüdünü çok önemser. Ancak milletin selametini de, ülkenin istikbalini de, devletin bekasını da hiç kimsenin zarara uğratmasına izin vermez.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Halk Adamı Adnan Menderes Haluk ALICIK Nazilli Belediye Başkanı

Türkiye’de demokrasi geleneğinin yerleşmesinde büyük katkıları olan Adnan Menderes, Türk siyasi tarihinin halkla kaynaşmış; özellikle dönemin siyasetçileri düşünüldüğünde tam anlamı ile “halk adamı” olarak, halkın arasında yerini almış önemli bir siyasetçidir. Adnan Menderes, Türkiye’nin her alanda büyük atılımlar gerçekleştirmesi, bölgesinde güçlü bir devlet olabilmesi hayalini kuran Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurmuştur. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerde iktidara tek başına gelmeyi başarmıştır. Seçime katılma oranının yüzde 90’lara ulaştığı 1950 seçimlerinde, oyların da yüzde 50’sinden fazlasını alan Demokatlar, halkın büyük desteğini bu kadar kısa bir süre zarfında, hem de bütün Türkiye’de tam olarak örgütlenmelerini tamamlamadan almışlardır.14 Mayıs 1950 seçimleri halkın büyük bir çoşku, heyecan ve iktidar partisinden kurtulma isteği ile katıldığı, demokrasinin zaferi olarak Türk tarihinde yerini almış ve seçim sonrası Demokrat Parti’nin “Altın Yılları” başlamıştır. Demokratları bu kadar büyük başarıya götüren, dönemin iktidar partisinin “halka rağmen halk için” sloganına karşın, Demokratların “halkla beraber halk için” sloganını benimsemiş olmalarıdır. Artık söz milletindir. Adnan Menderes, kalbindeki iman gücü, millet sevgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ile halkına hizmet etmiş ve bu hizmeti de bir borç bilmiştir. Halkın sevgisi ile beslenen bir halk adamı olan Menderes, halkının her sıkıntısında onların ellini tutmuş, onları bulundukları yerden daha da yükseklere çıkarmaya, en doğrusu da köylüsünü tam anlamı ile “efendi” yapmak için iktidar koltuğuna oturmuştur. Hayatı boyunca halkına hizmet eden Adnan Menderes, demokrasinin geliştirilmesine, bireyin hak ve özgürlüklerinin artırılmasına, Türkiye’de liberal ekonomik politikaların yerleşmesinde köyü ve köylüyü ön plana çıkararak tarım devriminin gerçekleşmesinde, sanayileşme ve ulaşımda büyük adımların atılmasında, Türk ekonomisinin dış dünya ile bütünleşmesinde büyük rol oynamıştır. Adnan Menderes halkın gücüne inanmaktadır. Halk kendisini iktidara getirendir. Halkı ile bütünleşen, halkının kendisine olan sevgisini gözlerinden anlayan Menderes, iktidarı boyunca halka dönük siyaset yapmıştır. Çıkmış olduğu yurt gezilerinde sürekli olarak halkın içinde yer alarak, onların sıkıntılarını dinleyerek ve bu sıkıntıları çözmek adına tüm gayreti ile çalışacağına söz vererek, her seferinde Ankara’ya büyük bir inanç ve güvenle dönmüştür. Menderes halkın sevdiği, halkın bağrına bas-

tığı bir liderdir. Halk Onu her yerde bir kurtarıcı olarak karşılamıştır. Adnan Menderes halkının kendine olan bu sevgisine ve bağlılığına hiç bir zaman duyarsız kalmamış ve Türk halkının ve Türkiye’nin kalkınması için çok çalışmış, hatta bunun bedelini de hayatıyla ödemiştir. Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde ve ekonomik alanda kalkınma hamlelerinin durmadan gerçekleştirilmesinde, Türk milleti ile bütünleşen ve gücünü milletten alan Adnan Menderes’lere ihtiyaç vardır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 43


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Gezi Olaylarının Özü Aziz BABUŞCU AK Parti İstanbul İl Başkanı

En sonda söyleyeceğimizi baştan söylemek gerekirse; Türkiye’de “Gezi direnişi” diye sergilenen şey; bir oyundur, bir projedir. Bu projenin neyi amaçladığını iyi anlamak için öncelikle AK Parti iktidarında Türkiye’nin ulaştığı siyasi ve ekonomik pozisyonu iyi analiz etmek gerekir. AK Parti 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara geldiğinden bu yana, bir istikrar içinde milletimizin hem özgürlüğünü büyüttü, hem aşını ekmeğini büyüttü, hem de kangren haline gelmiş sorunlarda çözüm sürecine girerek huzurunu ve kardeşliğini büyüttü. Bu gelişmeler, doğal olarak Türkiye’yi dünyada çok saygın bir küresel aktör haline getirdi. İşte gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yakalanan bu müthiş büyüme çizgisi, bu parlak tablo ve bu başarıların her seçimde milletten sandıkta daha fazla teveccüh görmesi, elbette bazı iç ve dış çevrelerde büyük bir rahatsızlık uyandırdı ve uyandırmaya da devam ediyor. Bu çevreler değişik vesilelerle ve her fırsatta AK Parti’yi tökezletmek, zayıflatmak ve itibarsızlaştırmak için birçok karanlık oyun tezgahlayıp birçok kirli yönteme tevessül ettiler ve ediyorlar. Sandık yoluyla, demokrasi yoluyla AK Parti’yle milletimizin arasını açmaktan umudunu iyice kesmiş malum iç ve dış çevreler, son olarak ağaç ve çevrecilik maskesinin arkasına saklanarak kirli bir oyun tezgahlamaya kalktılar. Milletimiz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafında bir binanın tuğlaları gibi kenetlenerek bu kirli oyuna prim vermedi, onların beklediği ortamın oluşmasına izin vermedi. Tamamen yalan dolan ve dezenformasyonla bir oldu bitti tezgahlamaya çalışanlar, kısa sürede bütün boyutlarıyla deşifre oldular, maskeleri düştü, boyaları döküldü. Buna rağmen bu oyunlarını şu veya bu ölçekte sürdürüyorlar ve biz biliyoruz ki ellerinden geldiği kadar sürdürmeyi de deneyeceklerdir. Öncelikle şunu iyi bilelim ki; Gezi Parkı başlığıyla tezgahlanan bu oyun ne sadece ekonomik, ne de sadece ideolojiktir. Hem ekonomik, hem de ideolojiktir. Evet, bir yanıyla ekonomiktir. Çalışmadan milletin sırtından para kazanmaya alışmış faiz lobisinin hortumların kesilmesi dolayısıyla, AK Parti iktidarından büyük rahatsızlık duydukları bir vakıadır. Kendilerini merkez sermaye sayıp ekonomide her zaman seçkinci bir konumda kalmayı isteyen sermaye çevrelerinin bu ülke evlatlarının da eşit koşullarda ekonomik rekabete katılmalarının önünü açtığından dolayı AK Parti iktidarından büyük rahatsızlık duydukları bir vakıadır. Bu, madalyonun sadece bir yüzüdür. Madalyonun bir diğer yüzünde ise kendisini düşünce ve yaşam biçimi itibarıyla imtiyazlı sayıp ötekini hazmedememe, yok sayma hatta yok etmeye çalışma şeklinde ortaya çıkan büyük bir 44

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ideolojik saplantı, taassup ve körlük vardır. Gezi Parkını bir isyan sembolüne dönüştürüp çeşitli iç çatışmalar çıkarmak suretiyle karanlık süreçlere zemin hazırlamak ve bu yolla millet egemenliğini devre dışı bırakmak isteyenler, bu millete ve değerlerine yabancılık çekenler, açıktır ki, milletimizin kendileri gibi düşünmeyen, belli bir medeniyet tasavvuru ve değerler çizgisine sahip çok büyük bir çoğunluğunu siyasi muhalif değil, “düşman” olarak görüyorlar. Haliyle de inanç ve değerlerine bağlı olan, bu toprağın ürettiği kültür ve medeniyetle barışık olan ve bu milletin ana gövdesini oluşturan çok büyük bir çoğunluğun, sadece fikirlerinden değil “varlıklarından” rahatsızlar. Başbakanımıza ikide birde Menderes’in akıbetini hatırlatmaları bundan. Demokratik meşruiyet içinde kalarak tepkilerini ifade etmek yerine, her türlü şiddete, lince ve vandallığa tevessül etmeleri bundan! Başbakanımız ve AK Parti aleyhine karanlık oyunlar tezgahlayanların dillerine pelesenk ettikleri bazı söz ve iftiralara dikkat ettiğimizde, gayet net bir şekilde şunu görüyoruz; Onlar zihinlerinde nasıl bir Türkiye tasarlıyorlarsa, bizi tam da onunla itham etmeye çalışıyorlar. Hani kimileri, kendinde hangi kusur varsa, başkalarını o noktada suçlayarak rahatlamaya çalışırmış ya; bir nevi aynı sendrom! Dolayısıyla, AK Parti bugün malum çevrelerce maruz bırakıldığı “Tek adamlık, yaşam biçimlerine müdahale vb” suçlamaların hiç birini üzerinde barındırmadığı için, hatta tam tersine, Türkiye’yi tek adamlıktan, Milli Şeflikten, ya-

şam biçimlerine müdahale edilmekten kurtarıp çok seslilik içinde kardeşlik ufkuna taşımaya çalıştığı için hedef tahtasına konulmak isteniyor. Aynı çevreler geçmişte merhum Menderes ve Özal’a da “Tek adamlık ve diktatörlük” suçlamasında bulunmuşlardı. Hangi Başbakan milletin iradesine itibar edelim demiş, demokrasiyi geliştirmişse, derhal bu çevrelerce malum suçlamalara maruz kalmıştır. Yeri gelmişken tarihten bir örnek verelim: Yıl 8 Ekim 1952… Merhum Menderes’in Başbakan, İnönü’nün de CHP lideri olduğu bir dönem. Meclis’te CHP’liler Menderes’i diktatörlükle, özgürlükleri budamakla itham edince, Başbakan kürsüye gelir ve şöyle cevap verir: “Dünkü diktatörün bugün hak ve özgürlük müdafii kesilmesi sadece gülünçtür.” Aslında, bu çevrelerin asıl rahatsız olduğu, şey milli egemenliktir, millettir, Çünkü bu zihniyet kendi halkına yukarıdan bakan bir zihniyettir. Bu zihniyet, kendi milletini iç tehdit değerlendirmelerine konu edinen bir zihniyettir. Bu zihniyet, “Halk plaja akın edince vatandaş denize giremedi” diyen bir zihniyettir. Bu zihniyet, milletin değerlerine yabancı, kutsallarıyla kavgalı, medeniyetiyle mesafeli bir zihniyettir. Kısacası, bu zihniyet, kendilerini efendi, milleti ise maraba sayan bir zihniyettir. Bu yalın gerçeği dürüstçe ve doğrudan ifade edemedikleri için çevrecilik, ağaç vb bazı maskelerin arkasına saklanıyorlar. Bugün de oynanmak istenen oyunun özü budur. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 45


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

a n y a r k U ı s a n y A n ı n a y n ü D

46

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Aydın MENDERES Ukrayna dünyanın hem bugününün, hem de yarınının aynasıdır. Ukrayna’ya bakarak özellikle uluslararası ilişkilerde dünyada neler olduğunu görebilir ve neler olabileceğini önceden kestirebiliriz. Ukrayna’yı dikkatle izlemek uluslararası ilişkiler üzerindeki örtüleri kaldırmaya başlamak demektir. Bu yazımla bunu anlatacağım. Buna mukabil son günlerde yaşanan Rusya ile Ukrayna arasındaki doğalgaz krizi üzerinde durmayacağım. Zira bu kriz bu tür olayların ne ilki ne de sonuncusudur. Ukrayna’nın öneminin nereden kaynaklandığından hareketle nelere ayna tutabileceğini anlatmaya çalışacağım. Ancak bunu yapmadan önce bir iki hususun üzerinde durmamız gerekecektir.

AVRASYA VE SÜPER GÜÇLER Avrasya kelimesi çeşitli anlarda kullanılıyor. Ben ise gerek bu ve gerekse bütün yazılarımda Avrasya’yı Asya ve Avrupa kıtalarının birlikte oluşturdukları bir bütün olarak bir bütünün karşılığı olarak kullanacağım. Kısaca Avrasya eşittir Asya artı Avrupa demektir. Bugün süper güç olarak beş ülkeden bahsedilmektedir. Bunlar, ABD, AB, Rusya, Japonya ve Çin’dir. Sırasıyla Hindistan, Brezilya ve Arjantin süper güçler kulübüne aday yeni ülkelerdir. Süper güçler arasında çok ciddi bir rekabet olduğu kesindir. Tüm uluslararası ilişkileri etkileyen en önemli faktör de budur. Ancak giderek karmaşıklaşan dünya ekonomisi ve ülkeler arası ekonomik ilişkiler bu rekabeti hem teşvik etmekte, hem de sınırlamaktadır. Süper güçler birbirleri ile rekabet ettikleri kadar, birbirlerine bağımlıdır. Ya biri bir diğerinin finansörüdür; veya bir başkası bir diğerinin ihracat pazarı; ya da yine bir başkası farklı bir süper gücün kullandığı enerji kaynakları ve ham maddenin sunucusu durumundadır. Bu karşılıklı bağımlılık aralarındaki rekabeti görmemizi engellememelidir. Aksi halde Amerika’nın Afganistan ve Irak’a yaptığı müdahalelerin sebebini açıklayamaz hale geliriz. Bugünkü beş süper gücün dördü ise Avrasya’dadır. Avrasya’nın satranç tahtasına benzetilmesi de bundan kaynaklanmaktadır. UKRAYNA’NIN ÖNEMİ Ancak Avrasya’yı iki ayrı satranç tahtası olarak düşünmemiz gerekmektedir: Batısı ve doğusu. Atlas Okyanusu tarafındaki jeopolitik denge AB ile Rusya; Büyük Okyanus tarafındaki denge ise Rusya, Çin ve Japonya arasındadır. Amerika için ilk hedef Avrasya’nın doğusundaki ve batısındaki jeopolitik dengelerin bozulmamasıdır. Bunun için Amerika, Avrasya üzerindeki her iki satranç tahtasında da en aktif bir şekilde rol almaktadır. Ukrayna’nın önemi buradadır. Bu ülke Avrasya’nın batısındaki satranç tahtasının en önemli birkaç hanesinden birisidir. Ukrayna’nın geleceğini yukarıda saydığımız üç süper güçten hangisi belirleyecek olursa Avrasya’nın batısının geleceğini de belirlemiş olacaktır. Zira Ukrayna, Rusya ve AB’nin arasında yer almaktadır. Ancak bunda yalnız değildir. Diğerleri Baltık Ülkeleri, Polonya, Moldova, Gürcistan ve Azerbaycan’dır. Bu da Baltık-Hazar Hattı’dır. Amerika bu ülkelerin AB ve Rusya arasında bir tampon bölge oluşturmasını ister. Bunun için bu ülkeler her iki tarafa karşı da olabildiğince bağımsız kalmalıdırlar. Amerika’nın, Ukrayna’nın yanı sıra diğer ülkeler üzerinde de bu kadar ısrarla durması bir tesadüf değildir. 1970’li yılların sonunda Polonya’da patlak veren Walesa hareketi ve yine o tarihlerde Polonya kökenli bir kardinalin papa seçilmesi de bir tesadüf sayılmamalıdır. BÖLÜNME NE ANLAMA GELİR? Ukrayna homojen bir ülke değildir. Batısı Katolik ve daha fazla sanayileşmiştir. Doğusu ise Ortodoks ve daha az sanayileşmiştir. Amerika, Ukrayna’nın bütünlüğünü korumasını; Rusya ve AB’ye karşı bağımsız kalmasını ve son tahlilde Amerikan yanlısı bir dış politika izlemesini ister. AB ve özellikle Almanya’nın istediği ise ikiye bölünmesi, batısı AB ve Almanya ile bütünleşirken, doğusu da Rusya ile bütünleşmiş olacaktır. Böylece Amerika, Ukrayna’dan tamamen dışlanmış hale gelecektir. BaltıkHazar ekseni çözülecektir. Rusya’nın bu konudaki tercihi ise belli olmamış gözükmektedir. Zira Rusya’nın, AB (Almanya)’yı mı, yoksa Amerika’yı mı kendisine jeopolitik ortak olarak seçeceği hâlâ bir netlik kazanmamıştır. Kısacası Ukrayna AB, Amerika ve Rusya arasındaki rekabetin ve güç dengesinin aynasıdır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 47


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yassıada Kararları İptal Edilsin Celal Bayar’ın torunu Prof. Naskali: Darbeci zihniyeti itibarsızlaştırmak için, darbecilere verilen ünvan ve imtiyazlar da geri alınmalı.

Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Yassıada’da alınan kararların yok hükmünde sayılması için hukuki girişimde bulunacağını söyledi. Menderes ve beraberindekilere iade-i itibarı halkın verdiğini dile getiren Naskali, darbecilere verilen unvanların da geri alınmasını istedi. 27 Mayıs darbesinin ardından idam edilen eski Başbakan Adnan Menderes’in avukatı Burhan Apaydın’ın idam kararının iptal edilmesine yönelik Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvurması, Yassıada’da kurulan mahkemenin kararlarını gündeme taşıdı. Meclis’in bu konudaki çalışmaları devam ederken, o dönemde hakkında idam kararı çıkarılan merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, söz konusu mahkemenin aldığı kararların yok hükmünde sayılmasını istedi. Bu konudaki düşüncelerini açıklayan Naskali, Meclis’in Menderes ve beraberindekilere iade-i itibar vermesine ihtiyaç olmadığını söyledi. Onların hiçbir zaman itibarlarını kaybetmediğini anlatan Naskali, “Milletin hür iradesi ile hür seçimle iktidara gelmiş bir kadroydu onlar, itibar görmüşler ki iktidara gelmişler. Darbeciler meşru iktidarı devirerek iktidarı gasp etmişler. Bu kadro zaten hiçbir zaman iktidarını kaybetmedi ki iade-i itibar olsun.” ifadelerini kullandı. O MAHKEMELER KURMACAYDI Devletin iade-i itibar için geçmişte birtakım çalışmalar yaptığını hatırlatan Naskali şöyle devam etti: “Devlet bu hatayı telafi amacıyla geçmiş yıllarda üniversitelere ve havaalanlarına Adnan Menderes’in adını vermek suretiyle iade-i itibar yapmıştı. Şimdi gerekli 48

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

olan Yassıada’da darbenin kurguladığı, sonuçları en baştan belli olan mahkemenin iptali meselesi. Bunu şu sebeple gerekli görüyorum; darbe yapanlara yaptıkları icraatın kalıcı olmadığının gösterilmesi bakımından önemlidir. Yassıada kararları yok hükmünde sayılmalı. Böyle bir mahkemeyi yapamazlardı. Bu mahkemenin amacı başından belliydi. Kararlar, idamlar mahkeme başlamadan belliydi. Darbecileri meşru kılmak için mutlaka bir suç atfetmeleri gerekiyordu. O sebeple kurmaca mahkemeleri kurdular. Neticesi belli olan kararları da bu mahkeme kanadı ile ilân ettiler. Darbeleri caydırıcı kılmak için darbelerin artık kabul edilemez olduğunu göstermek için darbe iddiasının itibarsızlaştırılması gerekiyor.” DARBECİLERE VERİLEN ÜNVANLAR GERİ ALINMALI

Darbe yapanlara verilen unvanların geri alınmasını da isteyen Naskali, “Darbeleri caydırıcı kılmak amacıyla darbecilere verilmiş olan unvanların, onlara verilmiş olan imtiyazların geri alınması gerekiyor. Cemal Gürsel meşru yolla cumhurbaşkanı olmamıştır.” diye konuştu. Sadece Celal Bayar için değil, diğer yargılananlar için de hukuki girişimde bulunacağını ifade eden Naskali, “Yassıada kararlarının yok hükmünde sayılmasını sadece büyükbabam için değil orada yargılanan herkes için istiyorum. Bu konuda hukukî girişimde elbette bulanacağım. Mahkemenin almış olduğu kararlar insanları suçlu gören kararlar o dosyaların içinde var. Bu kararların yok hükmünde sayılması lâzım. Bunu çok gerekli görüyorum. Darbelerin tekrarlanmaması için, darbe zihniyetini caydırıcı kararlar almak gerekir” dedi.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bir Başka 27 Mayıs Prof. Dr. Vedat BİLGİN Darbelerin araştırıldığı, 12 Eylücülerin, 28 Şubatçıların yargılandığı günlerden geçiyoruz. Bu arada 27 Mayıs’ın bütün kurumsal yapılarının teker teker tasfiye edilmesi gerektiğinin tartışıldığı anayasa yapım süreci devam ediyor. 27 Mayıs’ın tarihsel olarak neyi temsil ettiği tartışılırken itirazlarda bulunanların, “Canım Demokrat Parti de Tahkikat Komisyonları kurmadı mı, çoğunluk diktatörlüğüne gitmeye kalkmadı mı” diye lafa başlayanların sayısı azalmasa da en azından kamuoyunda güç kaybettikleri aşikâr. Artık bu tür laflar etmenin ayıp olduğunu, bir cinayeti, bir darbeyi savunmanın, bırakınız demokrat olmaya insan olmaya bile yakışmadığını fark edenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

27 MAYIS’IN YÖNÜ Türkiye’nin yaşadığı değişimi, siyasete indirgeyerek açıklamak neredeyse adet olmuştur. Siyasetin toplumsal mekanizmalar içerisinde çok önemli işlevlerinin olduğunu en çok yazan ve savunanlardan birisi olarak söyleyebilirim ki, siyaset bir değişim imkânıdır. Bununla beraber siyasetin aktör ve ideolojisinin kurumsal yapısının değişmesini hazırlayan şartlar, aktörlerini ve toplumsal bağlantılarını yaratan dinamikler, doğrudan doğruya toplumsal değişme süreçleriyle, ekonomiyle, kurumlar arası ilişkilerle bağlantılıdır. Türkiye’yi 27 Mayıs’a götüren sürecin tarihsel kadrosu bellidir. Devlet-ordu arasındaki ilişkiler bütünüyle askerlerin ideolojik ve politik bir aktör haline geldiği bir mahiyet kazanmıştır. Seçimin, demokratik değerlerin kural olmadığı, herhangi bir itibarının da bulunmadığı bu tür siyasal yapılarda, seçilmiş adamların hayatlarının pamuk ipliğine bağlı olması sadece bir sonuçtur. Bu bakımdan Demokrat Parti tecrübesini Türkiye’nin bütün temel hak ve özgürlüklerinin kazanılması için yaşanmış bir acı olduğu kadar, siyasi bir birikim olarak da görmek durumundayız. 27 Mayıs’a giden süreç 1950’de başlamıştır, zaten 27

Mayıs cuntaları içinde yer alanların anıları okunduğunda DP iktidara gelir gelmez çalışmalara başladıklarını farkında olmadan itiraf ettiklerine şahit olunur. Farkında olmadan diyorum, çünkü onlar bu cunta girişimlerini adeta bir kahramanlık övgüsü beklentisiyle anlatmaktadırlar. Onlar için DP’nin ilk sivil Cumhurbaşkanı’nın Mustafa Kemal Paşa’nın silah arkadaşı, Milli Mücadele’nin sarıklı Galip Hocası olmasının hiçbir anlamı yoktur. Başbakan Menderes’in yine Kuva-i Milliyeci olarak Milli Mücadele saflarına katılmış olmasının da bir önemi yoktur.

BUGÜNÜ HAZIRLAYANLAR Kaybedilmiş bir Kıbrıs’tan KKTC’ye uzanan sürecin başlatıcısı Fatin Rüştü Zorlu’nun da bir önemi yoktur. Bu davada işkence gören, idam edilen, pencereden atılıp intihar etti denilen, demokrasinin kuruluş sürecine kurban edilen bütün isimlerin aslında bugünün inşa edilmesi için hayatlarını kaybettikleri ancak şimdi anlaşılmaktadır. Türklerin tarihinde ilk demokrasi girişiminin bu kadar vahşice cezalandırılmış olması, bütünüyle bir iktidar yapısının değiştirilme girişimine karşı koruma refleksiyle bağlantılıdır. Bürokrasinin, sivil ve asker kanatlarıyla devletin üzerine konumlandığı bir gelenekten, Tanzimatçılık ya da Batıcılık ideolojisiyle kendisini sahte bir ilerlemecilik fikrine kaptırdığı bir anlayıştan, demokrasiye yani halkın bir değer olduğunu iddia eden bir fikre geçişe asla izin verilmek istenmemiştir. Eğer toplumun sivil unsurları devleti dengeleyecek bir gelişme düzeyine sahip değillerse, devlet içinde örgütlenmiş bu unsurların iktidarı kaçınılmazdır. Türkiye’deki değişim, bugün devlet içerisindeki iktidar yapılarını, bir anlamda etkisizleştirerek toplumu, sivil unsurları ve bireyleri siyaset sahnesine taşımaktadır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 49


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Eski Türkiye’nin Yeni Türkiye ile Hesaplaşması:

Gezi Kalkışması

Prof.Dr. Bilal SAMBUR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Son bir aydır ülkemiz yoğun iç olaylarla boğuşmaktadır. Taksim-Gezi Parkı’nda başlayan olaylar, büyük şehirlere ve bütün Türkiye’ye yayılacak şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Son bir ay içinde yaşadıklarımız için çok şey yazılıp söylendi. Ancak yazılıp söylenilenlerin büyük bölümü sağlıklı net analizler olmaktan çok propaganda niteliği taşıyan polemikler ve söylemlerdi. Son yaşadıklarımızın Türkiye, Ortadoğu ve dünya ölçeğinde okunup anlamlandırılması gerekmektedir. Son yerel seçimler öncesi AK Parti tarafından vaat edilen Taksim projesinin uygulamaya konulması üzerine birtakım kişiler ve gruplar protesto eyleminde bulunmaya başladılar. Gezi Parkı’nda başlayan eyleme polisin hoyratça müdahalesi sonucu Gezi protestosu ulusal ve uluslar arası boyutta etkileri olan bir eylem haline geldi. Polisin yapmış olduğu ilk müdahalenin hiçbir şekilde ahlaki ve insani açılardan kabul edilemeyeceğini vurgulamak lazımdır. Gezi eylemleri olarak başlayan olaylar dizisinin kendiliğinden gelişen, doğal toplumsal tepkiler olduğuna dair yaygın bir söylem ulusal ve uluslararası kamuoyunda sürekli olarak ifade edilmektedir. Eylemler yoğun bir propaganda faaliyetiyle kutsallaştırılmaya ve meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Gezi, demokrasi, özgürlük, sivillik ve bireysellikle özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak Gezi etrafında yaratılan mitlerin aksine son bir aydır yaşadığımız olayların sivilleşmeye, demokratikleşmeye ve özgürleşmeye hiçbir katkısı olmamıştır. Yaşadığımız olaylar, hiçbir şekilde demokratik hak ve özgürlük talebinde bulan demokratik ve barışçıl protestolar değildirler. Bu olaylar dizisini, hükümeti ülkeyi yönetemez hale getirmeyi amaçlayan bir kitlesel kalkışma olarak değerlendirebiliriz. Hiçbir şekilde bir demokratikleşme, hukuk ve özgürlük talebi olmayan Gezi kalkışmasının merkezinde 50

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Başbakan’a yönelik nefret etrafında bir araya gelen bir azınlık, ondan öç ve intikam almak isteyen, ona hakaret etmek suretiyle tatmin olmak isteyen söylemler yer almaktadır. Başka bir ifade ile Gezi olaylarında demokrasi, hukuk ve özgürlük yoktur. Gezi olayları, Başbakan’a nefret ve AK Parti’ye düşmanlık temelinde var olan bir fanatizmden beslenmektedir. Gezi olayları, Eski Türkiye’nin Yeni Türkiye ile olan hesaplaşmasının bitmediğini göstermektedir. Eski Türkiye, 2002 sonrası oluşan yeni Türkiye’yi hiçbir şekilde kabul etmemiştir. Eski Rejim yanlıları, Gezi olaylarını Eski Türkiye’yi yeniden kurmanın ve hükümeti yıkmanın bir fırsatı olarak kullanmaya çalıştılar.Eski Türkiye yanlıları, Yeni Türkiye’deki konumlarından rahatsızdılar ve her şekilde bu rahatsızlıklarını tezahür ettirdiler. Eski Türkiye oligarşisinin çocukları, son kalkışmada sokaklara çıktılar.Bürokratik resmi ideolojinin mensupları, bu sefer çocuklarını sokaklara sürdüler ve yeni bir iktidar mücadelesi başlattılar.Eski düzenin iktidar elitlerinin çocukları, bugünkü sosyal, kültürel, ekonomik, entelektüel ve siyasi açılardan bulundukları konumlarla yetiştikleri aile, aldıkları eğitim ve sahip oldukları beklentiler açısından büyük bir açmaz içinde kendilerini görmektedirler.Devletin sahibi olarak tekrar iktidara sahip olmanın bu açmazı aşmada temel yol olduğunu düşünmektedirler. Eski rejim yanlılarının çocuklarının içinde bulunduğu açmaz, iktidardan yoksun olmanın yarattığı ontolojik bunalımdır. Yaşam tarzı endişesi gezi ideologlarının dayandığı temel argümandır. Şimdiye kadar farklı olan toplumsal kesimlerin inançları, kültürleri, kimlikleri ve yaşam tarzları konusunda hiçbir duyarlılık göstermeyen Gezi kalkışmacılarının kahir ekseriyeti, farklı kimliklere ve inançlara devlet gücüyle yapılan baskıları ve müdahaleleri desteklemişlerdir.Ortada seküler yaşam tarzlarına bir tehdit olmamasına rağmen, yaşam tarzına tehdit algısı oluşturmak suretiyle demokratik yollardan işbaşına gelmiş hükümetin ülkeyi yönetemez kılınmasının meşruiyet temeli oluşturulmaya çalışılmıştır. Son olaylar önümüze demokrasi, özgürlük ve haklar açısından bir program koymamıştır, ama totaliteryanizmin ve otoriteryanizmin her çeşidi bir ittifak halinde kendisini tezahür ettirmiştir. Totaliter sol örgütler, resmi ideoloji fanatiği kurum ve organizasyonlar, ulusalcı yapılanmaların hepsi son kalkışmada etkin aktörler olarak karşımıza çıkmıştır. Demokrasi ve özgürlük, totaliteryanizmi ve otoriteryanizmi gizlemek için maske olarak kullanılmıştır. Sahte demokrasi ve özgürlük söyleminin arkasına gizlenen solcu, ulusalcı ve Kemalist otoriteryanizm ve totaliteryanizme Gezi olaylarıyla toplumsal bir renk ve boyut kazandırılmaya uğraşılmıştır. Yaşadığımız olayların meşru demokratik protestolar olmaktan çok uzak olup, hükümete karşı antidemokratik bir kalkışma niteliği taşıdığı çok açıktır. Hatta çoğu solcu çev-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU reler, Gezi Parkı’nın işgalini devrim diye kutladılar. Aslında olanlar devrim olmadığı gibi, barışçıl demokratik protestolarda değildi. Olan hükümeti hedef alan antidemokratik bir kalkışmadan başka bir şey değildi.Sırf hükümete düşmanlık ve tepkisellik temelinde bir araya gelen küçük bir kalabalığın demokratik bir dönüşümün önünü açmaktan çok ülkenin normalleşmesine olumsuz yönde etkide bulunduğu görülmektedir. Gezi olayları süreci, toplumsal çoğulculuğu yansıtan bir olay değildir. Sosyolojik açıdan homojen olan, kendisinin dışındaki toplumsal kesimleri ötekileştiren ve düşman gören bir kitlenin organize ettiği olaylar dizisiyle karşılaştık. Devletin bürokratik elitlerinin çocukları, devletten rant elde ederek zenginleştirilmiş İstanbul dükalığı, mutlu azınlığın sanatçıları, şov ve magazin dünyasının bazı isimleri, klasik Kemalist kesimler, ulusalcı gençlik örgütlerinin mobilize ettiği lise ve üniversite öğrencileri, illegal sol örgütlerin militan kadroları Gezi olaylarının sosyolojik çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu kitlenin hedefinde hükümetin işlevsizleştirilmesi, zayıflatılması ve Erdoğan’sız bir Türkiye vardır. Gezi kalkışması demokrasinin en temel mekanizması olan sandığı anlamsızlaştırmak, önemsizleşmek ve işlevsizleştirmek için yoğun bir propagandanın kamuoyunda etkin olmasını sağladı. ‘Sandık her şey değildir’ şeklinde özetleyebileceğimiz zırvanın yoğun propagandası yapıldı ve hükümetin demokratik meşruiyeti zayıflatılmaya çalışıldı. Sandık yerine asıl olanın sokak olduğu, demokraside belirleyici olanın sokak ve meydandan başka bir şey olamayacağının mesajı verildi. Sandık yerine sokağın aktörleştirilmesi, aslında küçük bir azınlığın yönetim hakkının kendisinde olduğunu dayatmaktan başka bir şey değildir.Demokrasi oyununun kurallarını değiştirmek isteyen Gezi kalkışması, otoriter bir kalkışma olarak antidemokratik bir nitelik taşımaktadır. Başbakan Erdoğan’ın kibirli bir üsluba ve tepeden bakan tavırlar içinde olduğu şeklindeki propaganda ve manipülasyonlarla, yapılan gösterilerin haklı sosyal tepkiler olduğu, toplumun artık bu hükümetten usandığı teması ısrarla işlen-

meye çalışıldı. En önemlisi Başbakan Erdoğan’ın varlığının Türkiye’nin temel sorunu olduğu düşüncesinin sosyal hafızaya işlenmesi için çok uğraşıldı. Erdoğan’ı kibir ve tepeden bakmakla suçlayan Gezi kalkışmacılarının aslında tevazu, vakar ve tolerans erdemlerine sahip olmadıkları görülmektedir. Erdoğan’ı kibir ve diktatörlükle suçlayanlar, aslında kendi kibir ve dayatmacılıklarını maskelemektedirler. Başbakan’ın kibrinden, söylemlerinden ve üslubundan şikayet edenler, Erdoğan’ın ülkeyi yönetebilecek psikolojik sağlığa sahip olmadığını ifade etmeyi amaçlamaktadırlar. Başka bir ifade ile Gezi kalkışmacıları, Erdoğan’a ‘ülkeyi, sen değil biz yönetmeye daha layığız’ şeklindeki kibirli ve tepeden bakan tavırlarını ortaya koymaktadırlar. Sonuç olarak Gezi kalkışmasını, bazı toplumsal kesimlerin bir varoluş ve seslerini duyurma eylemi değil, tatmin olmaz bir iktidar mücadelesinin tezahürü olarak okuyabiliriz. Psikolojik harekatın bütün ince taktik ve stratejileri, Gezi kalkışmasında kullanılmıştır.Demokratik yollardan iktidara gelememenin yarattığı öfke, umutsuzluk, hırçınlık ve çaresizlik kaçınılmaz bir şekilde Gezi kalkışmacılarının şiddet ve vandalizme yönelmelerine neden olmuştur. Şiddet uygulama ve polisi şiddet yapmaya zorlamak suretiyle varlıklarını ve hakimiyetlerini daha görünür kılacaklarını düşünen Gezi kalkışmacıları, daha fazla özgürlük, hukuk ve demokrasi yerine daha fazla iktidar, imtiyaz ve tahakküm talep etmektedirler. Türkiye’de demokrasinin, hukukun ve barışın kaybetmesi ve zayıflaması, son kalkışmaya katılanların umurunda değildir. Bu kalkışmayı dizayn edenler, Türkiye’ye demokrasiyi, özgürlüğü ve barışı layık görmemekte, Kuzey Kore veya Suriye tarzı bir militarizmi uygun görmektedirler.Kendisinden farklı olanı tamamen ötekileştirmek ve düşmanlaştırmak suretiyle toplumu katı tabakalara ayırmak, toplumsal kesimler arasında ilişkiyi ve geçişkenliği ortadan kaldırmak suretiyle fanatizmi, şiddeti ve tahammülsüzlüğü üretmesi açısından yaşadığımız son olayların ortaya çıkardığı tahribatın ve sorunların giderilmesi açısından Türkiye’nin toplumsal bir rehabilitasyona, onarıma, iyileşmeye ve ilişkiye ihtiyacı bulunmaktadır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 51


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri

Prof. Dr. Ali KÖSE Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi Dekanı

“DÜN MİLLETİMİZ İÇİN HAYIRLI BİR İŞ YAPMAMIŞIZ VASFİYE HANIM!” Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a böyle seslenirmiş Tevfik İleri: “Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!” Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ydi o. 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebustu. Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış “Tevfik İleri nerede?” diye. Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp “ben senin belalınım, seni öldüreceğim,” demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış: “Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.” Yüksek Mühendis Mektebi’nde başladı Tevfik İleri’nin siyasi hayatı. Aksiyon adamı olacağı daha o yıllarda belliydi. MTTB başkanlığı yaptı. 1930 yılında Razgrad’da Türk mezarlığını tahrip eden Bulgarları protesto mitingleri düzenledi. Karayolları kontrol mühendisliğinden, Nâfia (Gelirler) Müdürlüğüne birçok görev ifa etti. Erzurum’dan Çanakkale’ye, Samsun’dan Ankara’ya birçok şehirde bulundu. 1938’de Erzurum’da ölen 32 günlük çocuğunu toprağa verirken şöyle demişti: “…ve nihayet her yurt köşesi gibi kalbimizle bağlı ol52

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

duğumuz Erzurum’a şimdi canımızla da bağlanmış olduk…” Evladının defnini bile vatan sevgisine bağlayan, tevekkülü vatan toprağıyla buluşturan bir aşk bu. O’nun ve arkadaşlarının vatan aşkı 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’yle iktidara kavuştu. Samsun Mebusu oldu. 10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı. Hep icracı görevler üstlendi. Ama en önemlisi o, Menderes’in Milli Eğitim Bakanı’ydı. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün açılışında o vardı. Din derslerinin ilkokul müfredatına alınmasının, yirmi yıl aranın ardından imam-hatiplerin tekrar açılmasının altında hep onun imzası vardı. Köy Enstitüleri’ni Öğretmen Okullarıyla birleştiren cesur milli eğitimciydi. Hatipliği parmak ısırtacak cinstendi. İdealistti. Memleket aşkını hep hisseden hissettiren bir kişilikti. Milliyetçiği sözle değil, icraatla yaptı. Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kuran da, Türk kültür eserlerinin yayınını başlatan da oydu. Ama hep endişe duydu bu vatan aşkının akamete uğratılmasından. İmam-Hatip okullarına kastı olanlardan hep saldırı bekledi. “Çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için Türkiye’nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar” deyip durdu. Seçimle yenmişlerdi milletin makus talihini. Hem de üç kez. Ama şalvarlı, çarıklı köylülerin Kızılay’da, Meclis’te dolaşmalarına, oradan ülkeye hükmetmelerine tahammül edemedi darbeciler. Halkın iradesini hiçe saydılar. Diğer mebuslar gibi Tevfik Bey’i de yolladılar zindana. Eşi Vasfiye Hanım’a, kızları Ayşe ve Cahide’ye, oğlu Cahit’e de evlerini zindan ettiler. Evin önüne asker diktiler. 27 Mayıs’ı bayram yapanlar birkaç saat sonra kapıyı çaldılar “Neden bayrak asmıyorsunuz?” diyerek. Kahredici bir soruydu bu, vatanın görüp göreceği en vatansever ev için. Evlendiği gün eşi Vasfiye Hanım’a “Önce vatanımızı, milletimizi seveceğiz, sonra birbirimizi” diyen Hemşinli Tevfik’in eviydi burası. Yassıada’da cehennemî bir hayata mahkum edildiğinde bile milleti için dua eden Tevfik’in. 18 Mart’larda öğrencileri toplayıp ilk defa Çanakkale’ye götüren Milli Eğitim Bakanı Tevfik’in. 27 Mayıs 1960 onun için de sonun başlangıcıydı. Darağacı listesinde o da vardı. Yassıada’da Menderes’in yoldaşıydı. Darbeyi kendine yediremedi. Kahrından kanser oldu. Darbecilerin insafı idamı müebbede dönüştürecek kadardı. Yassıada’dan Kayseri cezaevine gönderdiler onu. Hastalık ilerledi ve Ankara Hastanesi’ne taşıdılar. Ama keder büyüktü. Hemşin’de başlayan dünya sürgünü Ankara’da son buldu. Menderes’in idamına ancak 3 ay dayanabildi. 1961’in son günü yoldaşına kavuştu; “Menderes’siz yeni bir yılı istemem” der gibi. 24 Eylül’de Kayseri cezaevinden eşi ve çocuklarına elveda satırları yazarak sona yaklaşıldığını haber vermişti sanki: “Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… Gerisi laf-u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Ama şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.” Kızı Cahide 27 Mayıs’ın hemen sonrasını ancak yıllar sonra anlatabildi: “Babamı tevkif ettikten sonra diğer Demokrat


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Parti mebuslarına olduğu gibi bizim eve de arama için bir ekip geldi. Birden içeri daldılar… Kütüphanede, raflarda, annemin yatak odasında, çekmecelerde arama yaptılar. Sonradan annemin mücevherlerini aradıkları anlaşıldı. Tabii hiçbir şey bulamadılar, çünkü annemin doğru dürüst bir mücevheri yoktu. İçlerinden biri, ‘Benim karımın bile daha fazla mücevheri var. Sizin de hiçbir şeyiniz yokmuş’ dedi ve çıkıp gittiler…” Acılarla, zulümlerle dolu bir hayattı onunkisi. Ama acılarını şikayete dönüştürmedi hiç. Yaşanacak bir kaderi olduğuna inandı. Allah’a dayandı, sa’ye sarıldı, hikmete râm oldu. Mütevekkildi hep… Son mektuplarından birinde şöyle diyordu biricik Vasfiyesine: “… Günlerden çarşamba diyorlar. 27 Temmuz. Saat beş. Dünya İblis cenneti, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 04.30’da uyandım. Vasfiyem de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allahımızın lütfu olan bu güzel ve alacakaranlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…” Eşi Vasfiye Hanım geri kalmadı ondan. Zindan hayatının birinci yıldönümünde darbecilerin edatlar ve bağlaçlar dahil 50 kelimeyle sınırlandırdığı mektup yazma hakkını şu sözlerle kullanmıştı: “Canım Tevfikciğim, bugün Kurban Bayramı’nın ikinci günü. Aynı zamanda seninle bedenlerimizin ayrılık yılı arifesi. Kocaman bir sene geçti aradan. Ve bu kocaman bir senenin hülasasını yaparsak kâr zarar diye, bence kâr tarafımız ağır basıyor. Gerçi, çok ıstıraplar çektik ve çekmekteyiz, işte bu çiledir bence bizi kârlı çıkaran.” O da 50’şer kelimelik mektuplarla cevap veriyordu Vas-

fiyesine: “Dün ilk defa yıkandım… Ayın 6’sında komutanın müsaadesiyle Adnan Bey’le görüştüm… İyidir. Osmanlı Tarihi okuyor. Bir de Kur’an-ı Kerim. ‘Dört günde hatmedeceğim’ dedi. O da huzur-u kalp içinde…” Ruhun şad olsun Tevfik İleri. Sen bakandan öte bir ağabeydin bu ülkeye. Vatan hizmetkârı bir derviştin. Bu vatan seni hep hissetti. Hatırlar mısın Tevfik Ağabey? Seni Kayseri cezaevinden alıp tedavi için Ankara Hastanesi’ne götürmüşlerdi darbeciler. Sen üşümüştün de bir hemşire sana fazladan battaniye vermişti. Askerler azarlamıştı hemşireyi. Ne demişti o hemşire cevap olarak hatırladın değil mi?: “Ben size mesaimle bağlıyım, hislerimle değil.” Senin hayatını hissederek yazan Sadık Yalsızuçanlar, Harakâni’nin derviş tanımını hatırladı seni bize anlatmak için: “Derviş, yuvasından yavrularına yiyecek bulma umuduyla ayrılan, yiyecek bulamayan, yolunu yitiren ve bir daha yuvasına dönemeyen kuşa benzer…” Senin ağabeyin Menderes darağacı yolunda şöyle demişti onlara: “Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir…” Ağabeyin haklıydı. Şimdi onları hayırla anan yok. Ama siz hep hayırla anılıyorsunuz. Siz yiyecek aramaya çıkmıştınız fâni alemde. Onlarsa avlanmaya. Onlar sizi avladıklarını, sizin yuvaya dönmediğinizi zannediyorlar. Ama biz biliyoruz siz yuvadasınız Tevfik Ağabey… Hem de bâki olanda… Makbul bir kul olarak… Şahit ol Yâ Rab!.. Not: Bu makalenin esin kaynağı Sadık Yalsızuçanlar’ın Vefa Apartmanı başlıklı kitabıdır. Tevfik İleri’nin hayatını konu alan bu anı roman için Sadık Yalsızuçanlar’a müteşekkiriz. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 53


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

1950 GENEL SEÇİMLERİ

Prof. Dr. Muzaffer TEPEKAYA 1946 -1950Yılları Arasında Türkiye’de Yaşanan Siyasal Gelişmeler Bu yıllar Türkiye’de daha çok partiler arası ve parti içi çekişmelere sahne olmuş dönemlerdir. Sekizinci Dönem Meclis 5 Ağustos 1946’da toplanmıştır. Meclis toplantısının ilk günü CHP Cumhurbaşkanlığına İnönü’yü, DP ise Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ı aday gösterdi. İnönü, yeniden Cumhurbaşkanlığına seçildi. TBMM Başkanlığına da CHP’nin adayı olan Kazım Karabekir seçildi. Gerçi yeni meclis DP’nin gözünde hala meşru değildi. Çünkü iddialara göre seçimler dürüst yapılmamıştı. Bununla birlikte DP meclise katıldı. Amaç kendisini meşru muhalefet partisi haline getirmekti. (Koçak, 2004:183) İnönü Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Başvekillik görevini ise Recep Peker’e verdi. Peker’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi partiler arasındaki gerginliği daha da arttırdı. Meclisin açılmasıyla birlikte, DP seçim ile ilgili itiraz ve protestolarını açığa vurdu. Mecliste itirazları incelemek amacıyla her ne kadar komisyon kurulmuş olsa da bu komisyon inceleme ve araştırma görevini tam manasıyla yerine getirmedi. Bu dönemde partiler arasında önemli bir çatışmada Matbuat Kanunun’da yapılmak istenen değişiklik nedeniyle oldu. Peker hükümeti yasanın bazı maddelerini değiştirmek istedi. Değişiklikle zaten dar kapsamlı olan Matbuat Kanunu kullanılarak muhalefetin baskı altına alınmak istendiği öne sürüldüyse de CHP’nin oylarıyla değişiklik kabul edildi. (Koçak, 2004:183) Bu süreçte iki parti arasındaki karşılıklı suçlamalar artmıştır. Peker hükümeti, muhalefeti yasa dışına çıkmak ve halkı isyana kışkırtmakla; Bayar ise, Peker’i DP üzerinde sürekli, baskı uygulamak ve tek parti geleneklerini sürdürmekle suçluyordu. 54

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Partiler arasındaki ilişkilerin kopma noktasına geldiği bu dönemde sorunu çözmek için İnönü aracı oldu. 1947 yılının yaz aylarında iki parti arasındaki ilişkilerin yeniden kurulabilmesi için CHP ile DP arasında resmi olmayan bazı ilişkiler kuruldu ve görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler, hem CHP ile DP milletvekilleri arasında hem de doğrudan doğruya İnönü ile Bayar arasında yapıldı. İnönü, bu konuda Bayar ile Peker arasında aracılık yaptı, iki parti arasında hakem rolü oynadı. Bununla birlikte Başvekil Peker, bu görüşmelerden rahatsız olduğunu belirtmiştir. İnönü’nün iki partiyi yakınlaştırmaya çalışması, bu amaçla çok partili hayatın başlangıcındaki bu hassas dönemde hakem rolü oynayarak iki partiyi diyaloga zorlaması son derece olumlu bir gelişme oldu. Siyasal gerginliği azalttı ve siyasal gelişmeleri önemli ölçüde etkiledi. İnönü bu amaçla 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımladı. (Koçak, 2004:185) Cumhurbaşkanı İnönü bu bildiride; hükümetle muhalefet arasındaki ihtilafta Cumhurbaşkanı olarak tarafsız kalacağı güvencesini vermiş, hükümetin meşru siyasî partilere karşı hoşgörülü davranması gerektiğini ve muhalefetin güvence altında faaliyet gösterebilmesinin şart olduğunu belirttikten başka muhalefet partisinin de yasallık sınırlan içinde hareket etmeye özen göstermesi gereğini hatırlatmıştır. (Erdoğan, 1992:277) Bu beyanname, hemen hemen bütün araştırmacıların dikkat çektikleri gibi gerçekten tarihî değer taşıyan Türk demokrasi tarihinde dönüm noktası teşkil eden bir olaydır. Nitekim kamuoyunda ve basında da bu şekilde değerlendirilmiştir. Böylece Cumhurbaşkanı, mensubu bulunduğu iktidar partisi ile Demokrat Parti arasında tarafsız bir konumu kendi girişimiyle benimseyerek, hem çoğulcu demokrasinin gerçekleşmesi hususunda içtenliğini göstermiş, hem de devlet sistemi içinde Cumhurbaşkanlığı makamının demokrasinin gereklerine uygun bir kurumlaşmaya dönüşmesi yolunda ilk adımı atmıştır. Ayrıca siyasal muhalefet de herhangi bir baskıya uğramaksızın güvenceli bir statü içinde iktidar mücadelesi yürütebileceğinden emin ve rahat olacaktı. Başbakan Peker, bu Beyanname’den hiç hoşlanmamıştı. Ona göre; Cumhurbaşkanı’nın partiler arasında böyle bir tutum almaya yetkisi yoktu. Bu anti-demokratik bir girişimdi. Bu yöndeki görüşlerini kamuoyuna da açıklayan Peker, bu suretle Cumhurbaşkanı ile ters düştü. Peker, zamanla CHP içinde de desteğini önemli ölçüde yitirince, 9 Eylül’de istifa etmek zorunda kaldı. Sonuç olarak bu istifa yeni dönemin ruhuna ve genel gidişine uygundu. Daha sonra 10 Eylül 1947’de başbakan olarak atanan eski Dışişleri Bakanı Hasan Saka’nın hükümet programında ise, 12 Temmuz Beyannamesi ile açılan yeni dönemin ruhuna bağlı kalınacağı vaat ediliyordu. Gerçekten yeni hükümet oldukça liberal bir siyaset izlemeye ve muhalefetin yasal eşitliğini kabul eder tarzda hareket etmeye başladı. Bu arada CHP de kendini yeni şartlara uydurmak durumundaydı. 17 Kasım 1947’de toplanan Yedinci Kurultay, partinin tüzük ve programını yeni esaslar doğrultusunda bazı değişikliklere uğrattı. Bunlar bir yandan partinin içyapısını demokratikleştirmeye, öbür yandan partinin ideolojisini yumuşatmaya ve devrimci dozunu azaltmaya yönelikti. Buradaki en önemli amaç rakibi DP’nin CHP’nin klasik otoriter uygulamalarını halka şikayet ederek ve sık sık dine atıflarda bulunarak kazandığı popülarite karşısında CHP rekabette geç kalmamak için geniş kitleler için önemli bir meşruluk kaynağı olan İslam’a karşı tutumunu yeniden gözden geçirmek ve dini kurumlara önem verdiğini halka ispat etmekti. (Sitem Bölükbaşı, 2001:94) İzleyen iki yıl içinde dinde liberalleşmeyle ilgili yasal adımlar da atıldı ve Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi kurulması kabul


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 55


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU edildi. (Erdoğan, 1992:278) Demokrat Parti’de ise bu dönemde parti içinde önemli gelişmeler yaşandı. Parti içinde başlayan mücadele kısa zamanda parti içi bölünmeye yol açtı. DP Meclis grubunda parti içi muhalefet tam bir denetim sağlamayı başarmışken; DP Genel Yönetim Kurulu, parti disiplinine aykırı hareket etmekten bazı milletvekillerini Yüksek Haysiyet Divanı’na vererek partiden ihraç etti. Bu gelişme üzerine, DP genel yönetim kurulu içinde azınlıkta bulunan ve parti içi muhalefetin yanında yer alan bazı milletvekilleri kuruldan ayrıldılar. Kuruldan ayrılan milletvekilleri de partiden ihraç edildiler. İhraç bazı milletvekilleri tarafından da eleştirildi fakat eleştiride bulunan üyeler de DP merkezi tarafından parti disiplinine aykırı davranmaktan aynı akıbete uğradılar. Parti içi muhalefet, ihraç edilen üyelerin parti kongresine kadar parti meclis grubu toplantılarına katılmalarını önerdiyse de öneri DP merkezi tarafından reddedildi. İhraçtan sonra DP’nin TBMM’deki üye sayısı, bu sırada partiden ayrılan diğer milletvekilleriyle birlikte bir hayli azaldı. Bağımsız kalan eski DP’li 13 milletvekili ise mayıs ayında TBMM’de ‘Müstakil Demokratlar Grubu’nu kurdular. Böylece DP 1948 yılının ortalarında ciddi bir bölünme tehlikesi atlatmıştır. (Koçak, 2004:191) Bu gelişmelere rağmen ülkede ve basında Demokrat Parti’ye büyük bir teveccüh vardı. Sadece Ulus gazetesi, Demokrat Parti’yi yeren yazılara yer verirken diğer gazetelerde Demokrat Parti’yi destekleyen haber ve makaleler çıkıyordu. Örneğin Cihat Baban, 21 Temmuz 1949 tarihli Tasvir gazetesinde, Demokrat Parti’yi ihtilalcilikle suçlayanları eleştiriyor, Cumhuriyet Halk Partisi’nin önceki seçimlerde takip ettiği yolun anti-demokratik olmasından yola çıkarak, CHP’yi tenkit yağmuruna tutuyordu. (Baban, 22 Haziran 1949:1) Zamanla Demokrat Parti’nin yayın organı haline gelecek olan Zafer gazetesinde de Demokrat Parti’yi öven birçok yazı çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi Mümtaz Faik Fenik tarafından kaleme alman ‘Şahıslar Değil Prensipler Önemlidir’ başlıklı makaledir. 20 Haziran 1949 tarihinde Zafer gazetesi sütunlarında yer alan makalede Fenik, Demokrat Parti’nin Türkiye’de demokratik haklan kansız ve sessiz bir ihtilalle aldığını belirterek parti içinde ayrılık yaratanları sadece partiye değil demokrasi davasına da ihanetle suçlamıştır. (Fenik, 20 Haziran 1949:1) Mümtaz Faik Fenik’in parti içindeki muhalifleri suçladığı bu yazısından başka Demokrat Parti’nin iktidara sahip olacağı yolundaki yazılan da vardır. Bu yazılardan bir tanesi ‘Demokrat Parti Yarınki İktidara Namzettir’ başlıklı yazıdır. Bu makalede Fenik, memleketin geleceğini Demokrat Parti’ye teslim edecek olanın Halk Partisi değil, millet olduğunu belirtmiş, bu noktada Demokrat Parti’yi acemilikle eleştiren Cumhuriyet Halk Partilileri uyararak, “Halk Partisi kim oluyor ki? Memleket mukadderatını bir başka partiye devir ve teslim etmek salahiyetini kendisinde görüyor. Halk Partisi bu memlekete halk reyinin hiçbir ise yaramayacağını söylemek cüretini nereden alıyor? ” diye mecazi anlamda soruyordu. (Fenik, 23 Haziran 1949:1) Demokrat Parti lehine bir başka yazı da Nadir Nadi tarafından Cumhuriyet gazetesinde kaleme alınıyordu. ‘Netice’ başlıklı yazıda Nadir Nadi, II. Büyük Kongre’nin Demokrat Parti için olan öneminden bahsediyor, bu kongrenin toplanmasıyla Demokrat Parti’nin kalıcı ve sağlam olduğu, bütünlüğünü koruduğu, bütün kamuoyu önünde kanıtlandığını belirtiyordu. (Nadi, 24 Haziran 1949:1) 1950 Seçim Sürecinin Başlaması Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhalefet partisi Demokrat Partililerin de desteğiyle çıkartılan yeni seçim kanunu gereğince yargı tarafından yönetilen ve denetlenen ilk seçim olduğu için beyaz ihtilal olarak bilinen 14 Mayıs 1950 genel seçimleri ‘tek turlu üsteli çoğunluk’ sisteminin uygulandığı bir seçim olmuştur. Buna göre bir seçim çevresinde basit çoğunlukla 56

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

birinci gelen parti o seçim çevresindeki bütün milletvekillerini kazanmaktaydı. 1950 yılındaki seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması kararlaştırıldıktan sonra Türkiye, basındaki yansımalara göre son bir buçuk aya kadar sıcak seçim atmosferine girmemişti. Son bir buçuk aya yaklaşırken ise siyasi partilerin liderlerinin seçim konusunu ciddi anlamda ele almaya başladıklarını görüyoruz. Nitekim Demokrat Parti lideri Celal Bayar, 1 Nisan günü İstanbul’da yaptığı konuşmayla seçime atıfta bulunarak DP’nin hazır olduğu mesajını vermiştir. Bayar konuşmasında, “Vatandaşlar bizden DP’nin nasıl bir hareket edeceğimizi öğrenmek isteyecektir. Ve genel idare kurulumuz bunu halkımıza yakında neşredecektir” diyerek DP’nin seçime hazır olduğunu belirtmiştir. (Hürriyet, 1 Nisan 1950:4) Seçim şüphesiz bütün yurtta yapılacaktı. Fakat seçimin asıl cereyan edeceği şehir İstanbul idi. Nüfusu, coğrafyası, ekonomisi, sosyal ve tarihi şartları itibariyle önemli bir metropol olan İstanbul’da partilerin çekişmeli bir yarışa girmesi bekleniyordu. DP tarafından İstanbul’da Bayar önderliğinde Kasımpaşa, Kazlıçeşme ve Eyüp’te yapılan toplantılarda, 1946 seçimlerine atıf yapılarak yeni seçimlerin 1946’daki gibi olmamasını ve jandarmalarla valilerin seçime karışmaması gerektiği vurgulanarak hükümet uyarılıyordu. (Hürriyet, 3 Nisan 1950:4) Bu arada DP her ne kadar açılışlarla toplantılarla seçim atmosferini açmış olsa bile aynı zamanda farklı propaganda yollarını da denemekteydi. Bunlardan birisi ise basın üzerinden idi. DP Cumhuriyet gazetesine her gün 2.sayfasından verdiği reklamda “7 Mayısta çekiliyor” ve “Talihinizi bu hayırlı biletle deneyiniz” başlıklarıyla duyurduğu kampanyasında eşya piyangosu başlattığını seçmenlere duyuruyordu. (Cumhuriyet, 3 Nisan 1950:2) Seçim yarışı artık başlamıştı. Şüphesiz toplantılar, mitingler ve konuşmalardan önce seçim atmosferinin ve yarışının en önemli merhalelerinden biri ise aday belirleme ve adayları ilan etme sürecidir. Bu dönem parti genel merkezlerine insanların akın ettiği tatlı bir aday belirleme yarışının olduğu bir dönemdir. 1950 seçimleri sırasında bu aday belirleme yarışı İsmet İnönü’nün lideri olduğu Cumhuriyet Halk Partisi, Celal Bayar’ın lideri olduğu DP ve Yusuf Hikmet Bayur’un lideri olduğu Millet Partisi arasında geçiyordu. Basına bu partilerden kimin nereden aday olacağı haberi sürekli olarak sızıyor ve bu haberler her gün manşetten veriliyordu. Mesela 10 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesi manşetinden, “Partiler adaylarını seçti biz açıklıyoruz” başlığıyla DP’nin aslarından olan Bayar, Köprülü ve Menderes’in İstanbul’dan aday olacağının ve Refet Bele ile Burhan Felek’in CHP adına İstanbul’dan aday olacağının kesinleştiğini haber veriliyordu. (Cumhuriyet, 10 Nisan 1950:1) Aday belirleme aşaması sırasında Türk basınında birtakım köşe yazarları da kendi köşelerinden aday belirleyen partilere ithafen yazılar yazarak aday belirlemenin önemini belirten ve bu konuda bazı dikkatleri öne çıkaran köşe yazıları yazıyorlardı. Bu köşe yazarlarından birisi ise Cumhuriyet Gazetesi yazarı Abidin Daver idi. Daver, 7 Nisan tarihli ve ‘Adaylara Dikkat’ başlığıyla yazdığı köşe yazısında adaylarla ilgili şöyle bir köşe yazısı kaleme almıştır: “Milletvekili olmak için adaylığını koydurmak üzere partilere müracaat eden edene. Bu talipler arasında eski mebuslar, valiler, vekiller, partilerin il, ocak, bucak idare heyetleri erkânı, ordudan atılan yüksek rütbeli subaylar, hâkimler, devlet dairelerinde müsteşarlığa kadar yükselmiş büyük memurlar, profesörler, serbest meslek erbabı, şimdiye kadar siyasetle meşgul oldukları duyulmamış kimseler var. Bunun yanında hiçbir partinin listesine girmeyip müstakil olarak seçime katılacak adaylar da vardır. Fakat 9. Büyük Millet Meclisi’ne girecek ve büyük ekseriyet teşkil edecek olanlar şüphesiz partilerin adayları olacaktır. Bu defaki seçimde CHP kendi adaylarının %70’ini ma-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU halli parti teşkilatı tarafından seçilmesine ve %30’unun merkez tarafından seçilmesine karar verdi. Diğer partiler de elbette kendi aday listelerine koyacakları kimseleri tayin ederken seçim kabiliyetleri fazla olanlar hakkında mahalli teşkilatlarının rey ve fikirlerini alacaklardır. Aşağıdan yukarı doğru gittiği için ileri ve hakiki demokrasiye uygun olan bu mahalli parti teşkilatı tarafından aday gösterme usulünde partilerin mahalli idare heyetlerine mühim bir mesuliyet teveccüh etmektedir. Büyük Millet Meclisi yüksek karakterli kültürlü inkılâpçı ruhlu şahıslarına değil millete hizmeti ülkü edinmiş feragatli ve idealist kimseler yerine bu vasıflardan mahrum politikacılar ile dolmaması için milletin reyine arz edilecek adayların intibah ve tespitine çok titiz davranmak lazımdır. Allaha şükür ki aday kıtlığı yoktur Milletvekili olmak için çok talip vardır. O kadar ki partiler aday belirlemede güçlük çekmektedir. ” (Daver,7Nisan 1950:1) Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Nadir Nadi ise 19 Nisan tarihli köşe yazısında kadın adaylara dikkat çekiyor ve kadın aday sayısının arttırılması gerektiğini söyleyen yazısının bir bölümünde görüşünü şöyle açıklıyor: “Önümüzdeki seçimlerde partilerce kadın adaylara fazla rağbet edilmediği görülüyor. Sorarsanız halk kadınları azımsıyormuş. Bu şartlar altında 9. Büyük Millet Meclisi geçenlerden daha az kadın milletvekili göreceğimiz anlaşılıyor. Biz halkımızın ciddi olarak yukarıdaki hükmü benimsemiş olacağını sanmıyoruz. Ortada böyle bir hava esiyorsa bile bu kötü bir propagandanın üflemesiyle oluşmuştur. Atatürk inkılâplarının en başta gelenlerinden biri de şüphesiz insan hakları bakımından kadının erkek ile tamamen eşit hale getiren kanunlar sistemidir. Medeni kanun yürürlüğe gireli henüz çeyrek yüzyıl oldu. Bugün içtimai hayatımızın her yerinde kadınlar var. Hâkim, doktor, ressam avukat olan kadın neden milletvekili olamasın? İçimizde bu milletin davaları üzerine kafa yoran kadınlar yok mudur? Varsa çalışmak fikirlerini yürütmek hakkını onlardan nasıl esirgeriz?” (Nadi, 19Nisan 1950:1) Uzun uğraşlar ve sık elemelerden sonra DP aday listesi 25 Nisan’da neşredilerek basında geniş yer almıştır. Buna göre DP’nin adayları, 89 Avukat, 61 doktor, 57 tüccar, 43 mebus, 40 memur ve 141 adet diğer mesleklerden oluşuyordu. (Hürriyet, 25 Nisan 1950:1) Aynı zamanda DP aday listesindeki bazı bağımsız önemli şahsiyetler de basında geniş yer almıştı. Bu kişiler, Halil Özyörük, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Halide Edip Adıvar, Suat Hayri Ürgüplü ve Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi idi. (Cumhuriyet, 25 Nisan 1950:1) DP ve CHP’nin aday listelerinin ilanından sonra siyasi arenadaki uzmanların Hürriyet gazetesine yaptıkları açıklamalarda her iki partide de münevver zümrenin çok olduğu fakat nüfusun aslı olan çiftçilere ise fazla yer verilmediği eleştirileri yapılıyordu, (Hürriyet, 26 Nisan 1950:1) Aday listelerinin ilan edilmesinden sonra kimi köşe yazarları partilerin ilan ettikleri listeleri ele alan köşe yazılarıyla durumun analizini yapmışlardır. Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi, 26 Nisan 1950’deki ‘Listeler’ başlıklı köşe yazısında aday listelerinin analizini şu satırlarla yapmıştır: “Partiler aday listelerini nihayet ilan ettiler. Listeleri inceler ve kıyaslarsak önümüzdeki meclise dair az çok bilgi sahibi olabiliriz. Halk Partisi listesi yeni isimlere epeyce yer ayrılmış. Öyle anlaşıyor ki partiyi gençleştirmek, kocamış unsurları gençleştirmek için ve parti bünyesini daha demokratik hale getirmek için emek verilmiş. DP listesinin Halk Partisi’nin listesinden farla yeni isimlerin daha çok olmasıdır. Bu yeniler arasında memleketçe tanınmış çok etkili şahsiyetler var. Bunun yanında her iki partide işçi adaylarının olması işçilere önem verdiklerini gösteriyor. Yine listede çiftçilerin yer alması ziraatla ilgili önümüzdeki meclisin

heyecanlı tartışmalara içinde olacağını söyleyebiliriz. Her iki parti listesinde bizi memnun eden bir nokta; umumiyet itibariyle adayların fikri bir olgunluk seviyesi göstermiş olmalarıdır. Oysa birkaç ay önce şöyle bir faraziye söyleniyordu; Aday gösterme hakkı %80 mahalli teşkilatlara bırakılırsa meclis seviye itibariyle düşük olur. Maazallah teşrii organımız irtica tehlikesiyle karşılaşır. Oysa gazetelerde yer alan listeler bu fikirlerin yanlış olduğunu ispat etti. Halkımız bizce en iyisini seçecektir. ” (Nadi, 26 Nisan 1950:1) Bu arada seçim yarışı tüm hızıyla devam ederken Mareşal Fevzi Çakmak’ın ölüm haberi basında 11 Nisan günü yer alması seçim yarışı ve gerginliği yumuşatmıştır. İnönü ve Bayar’dan ardı ardına gelen taziye mesajları tansiyonu düşürmüş olsa da Mareşal’in ölüm haberini veren radyonun hemen akabinde müzik yayınına devam etmesi yeni bir gerginliğe neden olmuştu. Milli Talebe Federasyonu’nun üniversiteli gençleri organize ederek radyo önünde geniş katılımlı protesto gösterileri yapmaları (Cumhuriyet, 11 Nisan 1950:1), ertesi gün üniversite gençliğinin Beyoğlu’na çıkıp alkollü mekânları kapattırmaları (Cumhuriyet, 12 Nisan 1950:1) ve 13 Nisan’daki cenaze töreni sırasında gençliğin Arapça tekbirler getirip sloganlar atarak protesto gösterileri yapmaları (Cumhuriyet, 14 Nisan 1950:1) bir anda ortamı gerginleştirmişti. Daha sonra kamuoyuna ardı ardına yapılan açıklamalarla tansiyon düşürülmeye çalışılmıştır. Milli Talebe Federasyonu açıklamasında bu gösterileri kendilerinin yapmadığını ve aralarına üniversiteden olmayan insanlar sokularak dışarıdan organize edildiğini söylerken (Cumhuriyet, 14 Nisan 1950:1), Türkiye Gazeteciler Birliği ise 15 Nisan’da basma dağıttıkları bildiriyle olayları kınadıklarını belirtmişlerdir. (Cumhuriyet, 15 Nisan 1950:1) Olaylar sadece bu açıklamalarla da sınırlı kalmadı. Seçim atmosferinde yaşanan olaylar üzerine, iktidar ve muhalefet arasında karşılıklı suçlamalara neden oldu. İktidar Mareşalin cenazesinde yaşanan olaylar üzerine bu gerginliğin seçimlerde kavga ve çatışmalara neden olabileceğini belirtip bir takım önlemler alınacaktır şeklinde kamuoyuna bir açıklama yaptı. (Hürriyet, 19 Nisan 1950:4) İktidarın bu açıklaması üzerine muhalefet hemen harekete geçerek iktidarın bu açıklamasının seçimler sırasında baskı oluşturmak için yapıldığım belirtti. (Hürriyet, 19 Nisan 1950:4) DP lideri Bayar ise 20 Nisan’da basına verdiği demeçte, “Son yaşanan olaylar karşısında sükûnetli olalım. Son yaşanan olaylar mukaddesatımızın kullanıldığını bize gösterdi. Bu amaçla partimiz seçimlerin sükûnet içinde geçmesi için iktidara gerekli olan desteği verecektir ” (Hürriyet, 20 Nisan 1950:4) diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışmıştır. Bayar’ın bu açıklaması basında geniş yer almış ve bazı köşe yazarları tarafından da desteklenmiştir. Nitekim Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi; Celal Bayar’ı destekleyen ve diğer partileri de provokasyonlara karşı uyanık olmaya davet eden bir yazı yazmıştır: “Celal Bayar’ın önceki günkü demeci yurdun her tarafında iyi karşılandı. Memlekette karışıklık çıkarmak isteyenler de ümitlerinin boşa gittiğini bir defa daha gördüler. Celal Bayar bu açıklamalarıyla aynı zamanda demokrasiye büyük bir hizmet yapmıştır. Dünya işleriyle ahret işlerinin karıştırılmasından o kadar çok çektik ki bugün Cumhuriyetin 27. yılında büyük çoğunluğumuz herhangi bir şekilde geriye dönüş hareketine karşı çıkar. Bunu kötü niyetliler çok iyi bilirler ve bu nedenle uluorta kışkırtıcılıkta bulunmazlar ve fırsat kollarlar. Milletin heyecan ve teessürlerinden faydalanmaya çalışırlar. Çünkü düşman yurdumuzda normal bir hürriyet kurulmasını istemez. O da biliyor ki böyle bir nizam milli birliğin en sağlam temelidir. Bu itibarla DP başkanı Celal Bayar’ın demecinde istiklalimizi kastedenler hesabına onur kırıcı bir kuvvet buluyoruz. Bu nedenle artık diğer muhtelif partilerde uyanık olmalıdırlar.” (Nadi, 22 ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 57


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Nisan 1950:1) Olayları eleştiren bir başka köşe yazan ise Cumhuriyet gazetesinden Abidin Daver’dir. Daver, 14 Nisan tarihli köşe yazısında olayları şu satırlarla analiz etmiştir: “Son günlerde memlekette bazı irtica alametleri belirdi. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde hafiften esmeye başlayan bu irticai havası kayıtsızlıkla rastlanacak bir şey değildir. O meşhur 31 Mart Vaka’sının 41. yıldönümünde beliren bu alametlerden biraz kaygılanmamak mümkün olmuyor. Harekât Ordusu gelinceye kadar 11 gün müddetle İstanbul asilerin ve şeriat isteriz diyen güruhun tahakkümü altında kaldı. Aradan 41 yıl geçtikten sonra ileri demokrasi millete sağladığı geniş hürriyetlerden faydalanarak baş kaldıranlar, gerçi 31 Mart’taki gibi azgın değillerdir fakat irtica ve komünistliğe karşı kabul edilmiş olan kanun hiçbir ihmal gösterilmeksizin uygulanmazsa bu gibiler cüretlerini arttıracaktır. Bugünkü ileri demokrasi rejiminin geniş hürriyetini kötüye kullanmak isteyenlerin belirmesi taassup ve irtica ruhunun tamamıyla ölmemiş hatta canlanmak istidadında olduğunu gösteriyor. Son günlerde beliren olaylar karşısında Atatürk inkılâbına bağlı olan vatandaşların ve iktidarın dikkatini çekmek istiyoruz. İçinde bulunduğumuz seçim devresinin hararet ve heyecanı türlü tahrikler yapmaya ve hadiseler çıkarmaya müsaittir. İleri demokrasi rejiminin geniş hürriyet havası içinde yapılacak olan seçim mücadelesinde dikkat edeceğimiz nokta Atatürk inkılâbı diye tarihe geçen büyük Türk inkılâbına sadakat göstermek hürmet etmek ve ettirmek olmalıdır. “(Daver, 14Nisan 1950:1) DP adına iktidarın baskı yaptığı konusunda CHP’ye en sert eleştiriyi ise Fuat Hulusi Demirelli yapmıştır. Demirelli yaptığı konuşmasında, “Bu cennet vatanda hür ve mesut insanlar görmek istiyoruz. Şef için çalışan hükümet değil millete hizmet için çalışan halk istiyoruz” demiştir. (Cumhuriyet, 17 Nisan 1950:4) Bu arada bazı muhalefet üyelerinin tutuklamaları hem gerginliği tırmandırmış hem de baskı iddialarının daha gür bir şekilde seslendirilmesine neden olmuştur. Bunun yanında DP’li Dr. Mükerrem Sarol, Fahrettin Kösten ve Galip Kemal Söylemezoğlu’nun kanuna aykırı hitabetlerde bulunması iddiasıyla savcılığa verilmesi olayı yaşanmıştır. (Hürriyet, 28 Nisan 1950:1) Haklarında yapılan suçlama ise hükümeti tahkir ve tazyik etmek idi. Anadolu’nun çeşitli bölgelerine giden muhabirlerin merkezlerine gönderdikleri haberlerin gazetelerde ‘Yurttan Seçim Haberleri’ başlığıyla yayınlanması ve bu haberlerde muhalefetin baskı var iddialarını güçlendirecek haberlerin yer alması iktidar ve muhalefet arasındaki gerginliği tırmandırıyordu. Haluk Durukal Elazığ’dan bildirdiği seçim haberinde Elazığ’da CHP’nin açık ara önde olduğu yönünde idi. Bunun sebebi olarak da Elazığ’da hem valinin hem de Ergani Bakır İşletmesi Müdürü’nün CHP’den aday olması halkta korkuya yol açtığı şeklinde idi. (Cumhuriyet, 2 Mayıs 1950:1) Nitekim yine Cumhuriyet gazetesi muhabiri Haluk Durukal imzasıyla 4 Mayıs 1950’de yayınlanan habere göre; Malatya Valisi Said Koçak halka “DP pusulalarına el sürmeyiniz. Elinize verilirse bunları bucak müdürüne teslim edeceksiniz” demişti. Bu haberin duyulması üzerine DP İl Merkezi resmi makamlara başvurarak tahkikat başlatmıştır. (Cumhuriyet, 4 Mayıs 1950:4) Diğer taraftan DP ile CHP arasındaki seçim yarışında yeni bir safha ise karşılıklı afişler üzerinden yaşanıyordu. Demokrat Parti kendisine en uygun sloganı seçerek, bununla ilgili bir afiş hazırlatmıştır. İlk kez 1946 seçimlerinde kullanılan afiş, Selçuk Milar tarafından bir gecede çizilmişti. Bu afişte bir el resmi, üst kısmında ‘Yeter’ ortasında ‘Söz Milletindir’ ve alt kısmında ‘Demokrat Parti’ kelimeleriyle elin bileğine geçirilmiş ay yıldız58

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

lı bir manşet vardır. (Yeni Asır, 11 Temmuz 1946:1) Yıllar sonra bile hafızalarda kalan bu slogan, DP’nin kuruluşu ile beraber tüm halk tarafından benimsenmiştir. Halkın haklı çıkarlarını savunmak, iktidara sert çıkışlarda bulunmak, halkın yönetimde etkin biçimde rol oynamasını sağlamak gibi ifadeler içeren bu slogan DP’nin yükselişinde büyük rol oynamıştır. DP, “Yeter, Söz Milletindir” ifadesiyle CHP’ye karşı çıkarken, CHP ise afişlerinde “İnkâr haksızlık, eser ortada, yeni Türkiye”, “Onları da deneyelim deme, deneme zamanında değiliz” ve “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. Oyunu CHP’ye ver” sloganlarım kullanıyordu. (Milliyet, 7 Mayıs 1950:7) Cumhuriyet gazetesi muhabiri Necdet Evliyagil, İç Anadolu’dan seçim haberleri başlığıyla yayınladığı haberinde Sivas’ta idare adamlarının DP saflarında çalıştığını, valinin ise köy köy dolaşıp 5545 sayılı kanunu çiğneyerek CHP’ye oy istediğini bildiriyordu. (Cumhuriyet, 5 Mayıs 1950:5) Hükümetin iktidar imkanlarını kullanarak baskı ortamı oluşturduğu iddiası da muhalefet tarafından dillendirilmekteydi. Nitekim İnönü’nün Taksim konuşmasının İstanbul Radyosu tarafından CHP’ye tahsis edilen saatin dışında yayınlanması, DP tarafından hükümetin eleştirmesine ve İstanbul Radyosunun dava edilmesine sebep olmuştur. (Hürriyet, 7 Mayıs 1950:1) İktidarla Muhalefet arasında seçim yarışı, “karşılıklı baskı var yok kavgası” üzerinden hızla devam ediyordu. Buna ortam hazırlayan faktörlerden birisi Marshall yardımı meselesi idi. İktidar tarafından fısıldanan iktidar değişirse Marshall yardımı kesilir dedikodularıyla muhalefet baskı altına alınmış idi. Fakat Rusell Dor’dan yapılan açıklamada, “Marshall yardımı ABD ‘nin dış politikasının bel kemiğidir. Marshall yardımı partilere değil bilakis Türk milletine yapılıyor. İktidar değişirse de durum devam eder. İngiltere, Fransa ve Yunanistan’da da böyle oldu. İtalya’da ise komünist parti geldiği için kesildi. Türkiye’de ise gördüğümüz kadarıyla komünist parti bulunmuyor” denilmiş ve iktidar değişikliği olursa yardımın devam edeceği belirtilmiştir. (Milliyet, 10 Mayıs 1950:5) 1950 Seçimlerinin Miting Demeç ve Beyanlarının Basına Yansıması Seçim yarışının asıl döndüğü mecralardan birisi hiç şüphesiz meydanlardı. Meydanlarda atılan seçim nutukları, verilen beyan ve demeçler seçim atmosferini daha da canlı kılmaktaydı. Celal Bayar liderliğinde mitinglere başlayan DP’liler iktidara ekonomik, sosyal ve politik anlamda getirdikleri eleştirilerle hücum ediyorlardı. Bayar liderliğinde bütün yurtta yapılan DP mitingleri, bu mitingler sırasında iktidara karşı yapılan eleştirileri ve basına verilen demeçleri Türk basınında ayrıntılı olarak yer almıştır. Celal Bayar Çankırı’daki seçim konuşmasında dini alet etmenin kötülüğü üzerinde durarak DP’nin laiklik anlayışı üzerinde durmuş, 1946 seçimler sırasında yapılanlar olursa DP’lilerin karşı çıkacağını belirtmiştir. (Cumhuriyet, 6 Nisan 1950:3) Bayar, yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda genellikle hep 1946 seçimlerini hatırlatmış ve eğer yine iktidar tarafından serbest seçimlerin yapılması engellenirse buna karşı çıkacaklarını belirtmiştir. İktidar ise Bayar’ın bu beyanları karşısında muhalefetin şiddetten beslendiğini ve şiddete başvuracağını belirterek eleştirmişlerdir. Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi de 6 Nisandaki köşe yazısını işte bu şiddet konusuna ayırmış ve “Şiddet Politikası” başlıklı köşe yazısında durumu şu cümlelerle analiz etmiştir: ‘‘Seçim kampanyasında üzerinde durulan konulardan biri şiddet politikasıdır. İktidar partisi adına konuşan sayın hatipler böyle bir politikadan sakınılması gerektiğini muhalefete hemen her gün hatırlatıyorlar. Muhalefet sözcüleri ise vaktiyle şiddet politikasını asıl deneyenin iktidardakiler olduğunu söyleyerek kendileri bu yola sapmayı düşünmediklerini tekrarlayıp duruyorlar. Demokratik bir rejimin her türlü politika imkânlarıyla


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bağdaşabileceğini tahmin etmek mümkündür. Fakat şiddet politikası ile asla. Şiddet demek hürriyetin tam tersini işaret eden bir kavram demektir. Halk iradesini bünyesine mal eden yahut da etmek isteyen devletler her şeyden önce şiddetten kaçınacaklardır. Ne iş başındakiler ne de işbaşına geçmek isteyenler şiddeti bir başarı vasıtası olarak kabul edemezler. Çünkü bu takdirde rejimin temelini kendi hareketleriyle yıkmış olurlar. Şiddet idaresinin tatbik yeni olduğu memleketlere bakınız. Oralarda demokrasi sadece bir laftan ibarettir. Zorla iktidarı ele geçiren hükümetler o memleketlerde ancak zorla tutunabilirler. Şiddet politikası hastalığına kronik bir şekilde müptela olan bazı Güney Amerika milletlerinin hazin maceralarını gazetelerde sık sık okuyoruz. Oysa Türk milleti yaratılıştan ağırbaşlı uysal ve temkinli bir millettir. Haksızlık onu çok incittiği için hakkını aramak maksadıyla da olsa zora başvurmak istemez. Bu şartlar altında iktidar partisinin sayın liderinin seçim kampanyası nutuklarında şiddet politikası konusunu seçmelerini uygun bulmuyoruz. Bir adama 40gün deli denirse sonunda sahiden çıldırmış derler. Olmayan ve olması beklenmeyen bir faraziye üzerinde bu derece ısrarla durulmasında yurdumuza bir fayda getireceğini sanmıyoruz. ” (Nadi, 6Nisan 1950:1) DP lideri Bayar, mitinglerle iktidara karşı eleştirilerini sürdürürken aynı zamanda DP’nin önde gelen kurmayları da çeşitli yerlerde yaptıkları toplantılar ve mitinglerle iktidara karşı tenkitlerde bulunuyorlardı. 22 Nisan’da DP’liler, İstanbul’da 5 ayrı yerde miting yaptılar. Bu mitinglerde konuşan DP’li Fuat Hulusi; “İktidar diyor ki muhalefete biz müsaade ettik. Yoksa müsaade etmesek onlar vücuda gelmezdi. Bu ne diktatörce bir şeydir. Anayasa bu millete hürriyet verdi. Eğer müsaade iktidara bağlıysa iktidar halkı tanımıyor demektir” derken İstanbul Milletvekili Salamon Adato ise “Memleketin ihtiyacı olan kanunları ancak milletin içinden çıkanlar yapabilir” demiş bunun yanında DP’li Enver Kaya ise;“İktidar partisinin sandalyesiz propagandacıları var. Valiler belediye reisleri şehir şehir dolaşıp bol keseden ihsanlar dağıtıyorlar. Oysa millet ızdırap içinde ölüyor” demiştir. (Hürriyet, 23 Nisan 1950:1) DP lideri Bayar, Kastamonu konuşmasında ise iktidarla muhalefetin ayrı düştüğü hususları tek tek sıralayıp eleştirilerini dile getirdikten sonra iktidarla muhalefetin sadece dış politika konusunda mutabık olduğunu belirtmiştir. (Hürriyet, 1 Mayıs 1950:1) Celal Bayar, 2 Mayıs’ta Samsun, Bafra ve Çarşamba’daki mitinglerde ise DP’nin 3-5 yıllık tecrübesiz bir parti olduğu iddialarına cevap vermiş. DP’nin programı olmadığı iddialarına da cevap vererek mükemmel bir programlarının olduğunu belirtmiş. İktidara geldiklerinde işçiye grev hakkı vereceklerini Atatürk’ün izinde olduklarını ve milli iradeye saygılı olduklarını ve ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesine bağlı olduklarını deklare etmiştir. (Hürriyet, 3 Mayıs 1950:4) Celal Bayar, seçim gezisini Diyarbakır ve Elazığ’da yaptığı mitinglerle sürdürmüştür. Bayar buradaki mitinglerde; yeni

seçim kanunun oluşmasında DP’nin etkili olduğunu, Atatürk döneminde kararlaştırılan Şark Üniversitesini CHP iktidarının hala açamadığını, programsız hareketlerin yıllardır Türk milletine zarar verdiğini söyleyerek milli egemenliğe vurgu yapmış ve “Vatandaş istediğini iktidara getirip götürmelidir. Halinizden memnunsanız oyunuzu iktidara, değilseniz bize verin. Her şey sizin elinizde” demiştir. (Milliyet, 7 Mayıs 1950:7) Celal Bayar, Adana’da yaptığı konuşmasında da; “Seçim emniyeti için 4 sene uğraştık ve bizim sayemizde seçim kanunu çıkartıldı. Artık bizim istediğimiz hükümetler seçimle gelsin seçimle gitsin. Biz bu anlayışı oturtmaya çalışıyoruz. Bu nedenle reylerinizi kullanırken şartları düşünün. Zihniyete oy verin. Bizler şahıslarla değil zihniyetle uğraşan bir partiyiz” demiştir. (Milliyet, 9 Mayıs 1950:5) Seçim yarışı gösteriler, toplantılar ve mitinglerle devam ederken Demokrat Parti, seçimlere kısa bir süre kala 8 Mayıs 1950 tarihinde seçim beyannamesini neşretti. 9 Mayıs günü gazetelerin manşetlerini DP’nin seçim beyannamesi süslüyordu. DP seçim beyannamesinde kısaca şu eleştirileri ve çözüm önerilerini getiriyordu: “CHP zihniyeti henüz değişmemiştir. Eski gelenek aynen devam etmektedir. Memleketi bu hale getiren de zaten bu zihniyettir. Bir an önce iktisadi kalkınma yapılmalıdır. Çünkü nüfusun %80’i köylerde yaşamaktadır. Milli ekonominin temeli tarımdır. O yüzden öncelikle yapılacak şey tarımda kalkınma yapılmalıdır. Biz iktidara gelirsek; önce devlet masraflarını kısacağız. Devletin ekonomiye müdahalesini en aza indireceğiz. İşçi ve köylü için garp demokrasilerinde olduğu gibi kanunlar getireceğiz. Aynı zamanda iktidar olduğumuz takdirde vatandaş hak ve hürriyetleri anayasa da garanti altına alınacaktır. Dış politikada ise mevcut anlaşmalara riayet edeceğiz. Memleketi iktisadi kültürel bir bütün hale getirip milli birliği tesis edeceğiz.” (Hürriyet, 9 Mayıs 1950:4) Beyannamede ekonomik meselelere geniş yer verilmiş ve daha liberal bir program takip edileceği üzerinde durulmuştur. Ayrıca gerçek demokrasinin kurulacağı vaadinde bulunarak aşağıdaki konulara yer verilmiştir: “İktidara geldiği taktirde partimizin millete mal olmuş inkılaplarımızı ve geçirmekte olduğumuz son inkılabın elde edilmiş neticelerini mahfuz tutmayı ilk ve en mühim vazife sayması pek tabiidir. Bu maksatla Anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerini ve millet iradesine dayanan istikrarlı bir devlet nizamını teminat altında bulunduracak esaslı tadiller yapmak kararındayız. Çünkü bugünkü Anayasamız, millet hakimiyetini kabul etmesine rağmen, kuvvetler birliği esasına dayandığı ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kafi teminat altında bulunduracak müeyyidelerden mahrum olduğu için, millet hakimiyeti yerine, tek parti ve zümre hakimiyetine mani olamamıştır. Yine memlekette istikrarı teyit ve vatandaş haklarını teminat altında ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 59


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU bulundurmak bakımlarından tam istiklale kavuşturmak azminde olduğu bir adalet cihazı yanında idari cihazın da iktidar değişmesini tesirlerinden masun ve yalnız kanun emrinde ve milletin hizmetinde bulunmasını zaruri görmekteyiz. Şarkta, garpta, şimalde, cenupta; din, mezhep, sınıf farkları gözetmeden bütün vatandaşların hak ve hürriyetlerini ve maddi ve manevi yükseliş imkanlarını müsavi surette temin etmek, memleketi iktisadi ve kültürel bir bütün haline getirmek suretiyle, milli birliği en kuvvetli bir şekilde gerçekleştirmek mukaddes gayemizdir. 14 Mayıs seçimlerinde milletin yüksek iradesiyle iktidara geldiğimiz takdirde, bu gayeye varmak için, programımızın esasları dairesinde nasıl bir yol tutacağımızı umumi çizgileriyle vatandaşlarımıza izah etmiş bulunuyoruz. Söz Milletindir!...” (Vatan, 9 Mayıs 1950:1; Cumhuriyet, 9 Mayıs 1950:1; Zafer, 9 Mayıs 1950: l) Bayar, Bursa mitinginde ise İnönü’yü hedefine alarak, “II. Dünya savaşında yaşadığımız sıkıntılar iktidardaki zevat yüzündendi. Son dönemde yaşanan gelişmelere baktığımızda bütçede israfın had safhaya ulaştığı görülecektir. Borçlar 2 milyarı aşmış bulunuyor. Biz bütçeyi eleştirdikçe onlar bütçenin önemli bir kısmının orduya gittiğini söylüyorlar. Oysa ben o konuyu da araştırttım. Varlık vergisi gibi vergileri askeriyeye değil sivil ihtiyaçlara harcadılar. Sivil harcama askeri harcamanın 2 katı durumdadır” şeklinde ağır eleştiriler getirmiştir. (Milliyet, 10 Mayıs 1950:5) DP’nin beyannamesi incelendiğinde ve mitinglerde söylenenlere ve basına verilen beyanatlara bakılacak olursa aslında DP’nin iktidarla tam uyum içinde olduğu konunun dış politika konusunda olduğu görülecektir. Fakat eleştirileri de iki ana noktada toplamak gerekirse birinci noktanın CHP iktidarının takip ettiği ekonomide devletçi sisteme karşı DP’nin ekonomide daha liberal olduğunu ve devletin müdahalesinin en aza indirgenerek ekonomide tarımsal alan başta olmak üzere bir kalkınma hedeflendiği görülecektir. İkinci nokta ise, milli egemenlik konusudur. Yani demokrasi noktasında DP iktidarı eleştirmekte ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu sözünü gerçekleştirme eğiliminde olduklarını ve kişi hak ve hürriyetlerinin anayasal güvence altına alınmış ve bunların uygulanabilir olduğu bir düzeni savunduklarını görüyoruz. Türk Basınının 1950 Seçimlerine Bakışı Türk siyaset arenasında 1946 seçimlerinden sonra yaşanan ikinci çok partili seçim olan 1950 seçimlerine Türk basını daha iyi hazırlanmıştı. 1946 seçimleri ilk çok partili seçimdi. Fakat yaşanan 4 yıl ve bu süre zarfında edinilen tecrübeler sonucu Türk basını 1950 seçimlerine daha iyi organize olmuştu. Seçime en iyi hazırlanan gazetelerden birisi, Cumhuriyet gazetesi idi. 28 Nisan tarihli duyurusunda yurdun dört bir tarafına muhabirlerini gönderdiğini ve bundan sonra Cumhuriyet gazetesinin 8 sayfa çıkarak seçimin nabzım tutacağını ifade ediyordu. (Cumhuriyet, 28 Nisan 1950:5) Bu tarihten itibaren Cumhuriyet gazetesi her gün 5. sayfasını ‘Yurtta Seçim Hazırlıkları’ başlığı altında yurdun çeşitli yerlerinden gelen seçim haberlerine ayırmıştı. (Cumhuriyet, 29 Nisan 1950:5) Hürriyet Gazetesi ise daha çok haber ağırlıklı bir yayın politikası takip etmiştir. Yurttan seçim haberlerini, DP ve CHP’nin önde gelenlerinin beyanlarını haberleştirerek yayınlayan Hürriyet gazetesinde köşe yazarları yoluyla DP ve CHP arasında kesin olarak hangisini desteklediklerini belirten yazılar yayınlanıyordu. Aynı gazete içinde farklı görüşlerde insanlar da bulunuyordu. Cumhuriyet gazetesinden DP’den müstakil olarak Nadir Nadi aday olmuş, CHP’den ise Ömer Rıza Doğru, Cevat Fehmi Başkut ve Burhan Felek aday olmuştur. (Cumhuriyet, 26 Nisan 1950:1) Nadir Nadi başyazılarıyla DP’ye olan desteğini açıkça ifade ederken Cumhuriyet Gazetesinin bir başka yazarı Burhan Felek ise köşe yazılarında CHP’yi desteklemiştir. Bu nedenle 60

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Cumhuriyet gazetesi hem eleştiri hem de destek haberlerini yayınlayarak orta yolu takip ediyordu. Milliyet gazetesi ise haberleriyle iktidar ve muhalefete eşit olarak yer vermeye çalışırken başyazarı Ali Naci Karacan ise yazılarıyla DP’ye açık bir destek veriyor ve DP’ye şans verilmesi gerektiğini savunuyordu. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda CHP Genel Başkanı olan İsmet İnönü, 4 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul Taksim meydanında yapılan mitingde, “CHP seçimleri kaybederse İnönü elbette Cumhurbaşkanlığından çekilecektir” dedi. (Milliyet, 5 Mayıs 1950:1) Hürriyet Gazetesi seçimlere on beş gün kala anket başlatmıştı. Her gün birinci sayfasından kendi partinize rey verecek misiniz? Başlıklı soruyu soran ve gelen cevapların sonucunu birinci sayfasından duyuran Hürriyet gazetesi seçimin nabzını tutmaya çalışıyordu. Hürriyet gazetesinin seçimlerden önceki son anket sonucu ise DP;%50, CHP;%24, MP;%25 çıkmıştır. (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1950:1) Seçim yarışı İktidar ve muhalefet partileri arasında tüm hızıyla yaşanmaya devam ediyordu. Mitingler, gösteriler ve toplantılarla yapılan seçim propagandaları basında geniş yer alıyordu. Mitinglerde söylenen sözler verilen beyanatlar ve yapılan propagandaya karşı haber olarak veya köşe yazarları tarafından ele alınarak basında yer alıyordu. Türkiye’de 1946 seçimlerinden sonra yaşanan ikinci çok partili seçim 1950 yılında yaşanmıştır. 1950 seçimleri sırasında kullanılan propaganda usulünü Cumhuriyet gazetesi yazarı Mekki Said Eken ‘Seçimde Baş Ağrısı’ başlığıyla şu şekilde ele almıştır: “15 Mayıs 1950 günü birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız? Propaganda adı altında şuursuzca girişilen hareketlerin seviyesi 1946’da bile bu derece alçalmamıştı. Kötü ve galiz imalardan, tahrif ve iftiraya kadar her türlü şahsiyat şimdi Anadolu köylerinin berrak şemasında küme küme kara bulutlar halinde doluyor. İktidar ileri gelenleriyle resmi şahsiyetlerinin propaganda mevzuundaki durumu itidal çerçevesini aşmış sayılamaz. Buna mukabil parti propagandaları resmi bir siyasetin aksine gelişip durmaktadır. Halkın gözleriyle görüp kulaklarıyla işittiklerinin dahi tam aksine aksettirilmesi ve sonra bundan türlü türlü ahkâmlar çıkarıp böylece yanıltarak manevi baskı havasından medet umulması birçok bölgede kötü tesirler uyandırmıştır. Bu yanlış tabiyetin muhalefete karşı sempatiyi arttırmaya yaradığı ve hücuma uğrayanları daima mağdur mevkiinde bıraktığı hesaba katılmıyor. Muhalif müşahitler işin bu şekilde gelişmesine dışarıdan şikâyetçi gibi görünseler de içten memnun oluyorlar. ” (Eken, 6 Mayıs 1950:5) Azmi Ezer ise 1950 seçimlerinde kullanılan propaganda usulleri üzerine ele aldığı köşe yazısında şu cümlelere yer vermiştir: “Seçim faaliyeti artık pupa yelken gidiyor. Parti propagandacıları bucak bucak, köy köy dolaşıyorlar. Söyledikleri bütün sözleri tek bir cümle içinde toplamak kabil; biz iyiyiz onlar kötü. Köylerde bu propaganda yapılırken büyük merkezlerde fennin terakkilerinden de istifade ediliyor. Koca koca hoparlörler güneş batıncaya kadar çalışıyorlar. Söyledikleri malum; ‘Biz iyiyiz, onlar kötü. Evet bilhassa onlar kötü.’ Son günlerde işe 4. kuvvet de karıştı. Gazetelerde harıl harıl faaliyetler. Demokratların gazeteleriyle Halkçıların gazeteleri arasında sütun sütun bombardıman makaleleriyle dolu. İki tarafın da söyledikleri şu; ‘Biz iyiyiz, onlar kötü.’ (Ezer, 7 Mayıs 1950:5) Cumhuriyet Gazetesi yazarı Abidin Daver ‘Seçim Savaşında Olgunluk’ başlığıyla yayınladığı köşe yazısında ise 1946 seçimleri ile 1950 seçimleri arasında karşılaştırmalar yaparak yaşanan seçim atmosferinin kısa bir analizini yapmıştır. Daver, köşe yazısında durumu şu satırlarıyla ele almıştır:


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “1946 seçim günleriyle 1950 seçim günlerini mukayese edebiliriz. Bu mukayese yeni seçim mücadelesinin lehinedir. 1946 seçimleri adeta bir ihtilal ve husumet havası içinde anormal bir seçim mücadelesine atılmıştık. Fakat bunu mazur görmek lazımdır. Çünkü uzun aradan sonra çok partili bir seçime gitmiştik. Cumhuriyetin ilanından sonra siyasete karışmayan orduyu bile gazete sütunlarında tahrik edenler çıkmıştı. Aradan geçen 4 yılda çok şey değişti. Demokrasinin mücadeleci rejimine intibak etmiş bulunuyoruz. Bu defaki seçimlerde esen havanın bir fırtınaya dönüşmesinde yeni seçim kanunun verdiği emniyetin büyük etkisi olmuştur. Yeni kanun; hile karışmamasını vatandaşın reyine hürmet edilmesine kadar en ayrıntıya kadar her şeyi düşünmüştür. Ve seçimleri hâkimlerin kontrolüne vermiştir. İdari kuvvetlerin baskı yapma ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Sözün kısası seçim kanunu mükemmeldir. Fakat buna rağmen seçim suçu işleyecekler bulunacaktır. Adalet sistemi bunları cezalandıracaktır. İdari mekanizma güveni sağlayacak ve bunu bazıları adalete teslim etmekle mükelleftir sadece. Başbakan Günaltay “Herkes özgürce reyini versin. Mareşalin ölüm töreninde olanlara asla müsaade edilmeyecek. O zaman cenazeye hürmet ettik, şimdi yaparlarsa görürler.” dedi Seçim mücadelesini demokrasi ve inkılâp aleyhine kullanmak ve bir fesat çıkarmak isteyecekler ve bu milletin hayatına kasteden vatan hainleri olacakları için karşısında bütün Türk milletini bulacaklarından şüphe etmemelidirler. ” (Daver, 1 Mayıs 1950:1) Nadir Nadi de 9 Mayıs tarihli ve “Dün ve Bugün” başlıklı makalesinde 1946 seçimleri ile 1950 seçimlerini karşılaştırarak seçim atmosferinin analizini yapmıştır: “1946 seçimlerinde iktidar partisinin dayandığı başlıca propaganda silahı dış tehlike konusu üzerinde toplanıyordu. Deniyordu ki harp bitmiş fakat sulh henüz kurulmamıştır. Dünyanın vaziyeti her zamankinden daha karanlıktır. Biz ise topun ağzındayız. Düşman kapıda bekliyor. Bu şartlar altında tecrübesiz bir muhalefete yerimizi nasıl bırakırız? O zaman biz şöyle düşünüyorduk. Bu bir görüştür. Hürmet ederiz. Sahiden harp bitmiş fakat sulh kurulamamıştır. Dünya vaziyeti bulanıktır. Biz de tehlike ile burun buruna yaşıyoruz. Eğer bir gün patlarsa ilk top bizim kapımızda gürleyecektir. Bunu ferden ferde bütün millet böylece biliyor. Tehlikeyi ayrıca ısrarla belirtmek de Halk Partisi’nin hakkıdır. Fakat bir korkulu ihtimali hatırlatılarak vatandaşın reyini kazanmaya çalışmak başka. Birincisi meşru bir iktidar savaşı, ikincisi ise demokratik esaslarla zerrece ilişiği olmayan bir tahakküm metodudur. Fakat ne yazık ki 21 Temmuz imtihanı iyi niyetli temennilerin gerçekleşmesine imkân vermedi. İç vaziyetimiz büsbütün bulutlandı. Kendimize karşı da dışarıya karşı da layık olduğumuz güveni bulmakta güçlük çektik. Memleketi büyük ölçüde saran küskünlük havası ortasında hükümetler iş göremez hale geldiler. Sen ben kavgaları şahsiyat dedikoduları her tarafa yayıldı. Çok şükür sağ salim gene de bugünlere eriştik. Şimdi 1950’deyiz.Genel seçimlere şurada artık bir şey kalmadı, iktidar propagandasının dayandığı başlıca konulardan biri tıpkı 4yıl önce olduğu gibi gene dış tehlikedir. Yazımın başında dediğim muhakeme bugünde kelimesi kelimesine tekrarlanmaktadır. Harp bitti sulh olmadı, ortalık karanlık vs. geçen defaya kıyasla arada fark varsa da son hükmün bu defa vatandaşa bırakıldığıdır. Yani şimdi bu şartlar altında iktidardan nasıl ayrılırız denmiyor da ey vatandaş artık düşün de kararını ona göre ver denmeye getiriliyor.” (Nadi, 9 Mayıs 1950:1) Milliyet gazetesi yazarı Ali Naci Karacan ise 6 Mayıs tarihli köşe yazısında CHP’yi eleştiren ve DP’yi destekleyen bir yazı kaleme almıştır. Yazısında şu cümlelere yer vermiştir: “İzmir mitinginde İnönü CHP’li devlet reisi olarak çıkıp köy okullarını yaptırdık kadınları daha çok sosyal hayata soktuk vs. diyor. Şimdi şunu sormak lazım. Padişah dışarı atıldı. Din ve devlet işleri ayrıldı. Fes ve şapka inkılâbı yapıldı. Toprak

temizlendi. Bu topraklardan sen ne mahsul aldın? 25 yıl boyunca Halk Partililer yan yattılar ve devleti tecrübe tahtası yaptılar. Eğer yapmasalardı bugün çok ilerlerdik. Halk Partisi yol, köprü, sanayi alanında ve garplılaşmak için bir şey yapmadı. Takip ettiği devletçilik ile ekonomiyi mahvetti. Yaptığı tek şey var inkılâpçılık. (Karacan, 6 Mayıs 1950:1) 1950 Genel Seçimleri Uzun süren seçim yarış atmosferi 11 Mayıs günü sona erdi. Yeni seçim yasası gereğince seçim kurulu 11 Mayıs’ta seçim propagandasının sona erdiğini bildirmişti. 11 Mayıs günü tüm basında seçim propagandasının sona erdiği ve 14 Mayıs günü oy verme işleminin başlayacağı haberleri yer alıyordu. (Milliyet, 11 Mayıs 1950:1) 14 Mayıs 1950 günü ise çok partili hayatımız açısından önemli bir dönüm noktası yaşanıyordu. Türkiye ikinci defa çok partili bir seçim sandığına gidiyordu. Seçim tüm yurtta coşkuyla başlamıştı. Ertesi gün gazetelerin manşetlerine bakıldığında katılım oranın çok yüksek olduğu bir seçim olduğu anlaşılıyordu. Mesela Hürriyet Gazetesi bunu ispat edebilmek için yurdun çeşitli bölgelerine gönderdiği muhabirlerin haberlerini dayanak gösteriyordu. Bu amaçla Ankara’nın bir köyünde 120 seçmenden sadece biri gelmedi diye haber yapan gazete, seçimlere katılımın yüksek olduğunu söylemeye çalışıyordu. (Hürriyet, 15Mayıs 1950:1) Seçimlerin kati neticesi basında 17 Mayıs’ta yer almıştır. Buna göre seçimlere katılım oranı %89,3 olarak açıklanmıştır. DP 4.241.393 oyla ve %53,3 lük oy oranıyla 408 milletvekili çıkarırken CHP ise 3.176.561 oyla ve %39,9’luk oy oranıyla 69 milletvekili çıkarmıştır. Millet Partisi ise 250.414 oyla ve %3,1’lik oy oranıyla 1 milletvekili çıkarırken Bağımsızlar ise 383.282 oyla 9 milletvekili çıkarmışlardır. (Milliyet, 17 Mayıs 1950:1) Seçimler CHP açısından tam bir şok etkisi yarattı. Seçim sonuçlarıyla 27 yıllık CHP iktidan yıkılmış ve iktidar 4 yıllık bir parti olan DP’ye geçmişti. Seçim sonuçlarına göre CHP’nin aslarından olan Nihat Erim ve İsmail Rüştü’nün seçilememesi CHP genel merkezinde şaşkınlıkla karşılanmıştı. (Cumhuriyet, 17 Mayıs 1950:1) Demokrat Parti, tek parti döneminden hoşnut olmayan bütün toplum kesimlerinden destek almıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin mutlak çoğunluk elde etmesi, partinin arkasına aldığı desteği göstermektedir. (Lewis, 1991:314) 14 Mayıs seçimleriyle Demokrat Parti’nin barışçı yollarla müdahaleye yol açmadan iktidara gelmesi, bu dönemdeki benzer ülkeler arasında önemli bir olaydır. Seçim sonuçlan aslında CHP tarafına şok etkisi yaratmıştı. Kamuoyunda yapılan bazı anketlerde her ne kadar DP önde gitse de seçim sonucunda DP’nin bu kadar ezici üstünlüğü beklenmiyordu. Bu nedenle basının seçim sonuçlarına ilk bakışı DP’nin zaferi üzerinden değil 27 yıllık iktidarın devriliş üzerinden olmuştur. Ve ilk ele alman konular da bu yüzden iktidar ve 27 yıllık sürede yaptıkları ve neden iktidarın düştüğü gibi konulan ele alan köşe yazarları CHP üzerinden yaptıkları analizlerle seçim sonucunu değerlendirmeye çalışmışlarıdır. Bu köşe yazarlarından birisi ise Cumhuriyet gazetesi yazan Mekki Said Eken idi. Seçim sonuçlarım CHP genel merkezinden izleyip daha sonra CHP açısından seçim sonuçlarını değerlendirdiği makalesinde şu satırlarıyla seçim sonuçlarının CHP üzerindeki etkisini ortaya koyuyordu: “CHP aslında tam bir şoktaydı. Seçimi bir şekilde kaybedeceklerini inanmıyorlardı. CHP İstanbul Kurulu bütün planlarını teşkilatlarından gelen iyimser raporlara dayanarak hazırlamıştı, DP’nin bozgun halinde olduğu haberleri artık hiçbir kudret ve kıymet ifade etmiyordu. Aylardır CHP genel merkezine gönderilen bu haberler CHP çalışmalarını gevşetmişti. Şüphesiz seçimlerin kaybedilmesinde bu noktanın da göz ardı edilmemesi gerekir. “(Eken, 16Mayıs 1950:3) ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 61


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

62

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Milliyet gazetesi yazarı Ali Naci Karacan ise 17 Mayıs tarihli makalesinde CHP’nin kaybetmesinin nedenlerini köşe yazısında şöyle sıralıyordu; “CHP Basın Kanunu’nu çıkarmada savcı gibi davranmıştır. İktidarı bırakmamak için türlü oyunlar ve dalavereler yapmışlardır. Atatürk’ü koruma kanununu on yıl geçmesine rağmen yapmadılar. Yıllardır af kanununu çıkarmamak Reşat Aydınlı Vaka’sı, Mareşalin ölümünü umursamamak ve CHP ‘den halkın bıkması.” (Milliyet, 17Mayıs 1950:5) Türkiye’de gerçekleşen 14 Mayıs 1950 seçimlerine dış basın da büyük önem vermiştir. Yurtdışından seçimi takip etmek için gelen ajanslar ve muhabirleri Türk basınında geniş bir şekilde yer almıştır. İngiliz haber ajansı Reuter, Fransız günlük gazetesi Le Monde ve Vima gazetesi muhabirleri ve Basler Nachrichten, Neve Bemer Zeitung, Stockholm Tidingen ve Die Neue Zeitung gazetelerinin muhabirleri ile L’aurane, Zurich, Lausanne Radyolarının muhabirleri gelmiştir. (Milliyet, 10 Mayıs 1950:5) 14 Mayıs 1950 seçimlerine dış basında farklı yorumlar ve değerlendirmeler yapmışlardır. Yapılan bu yorum ve değerlendirmelere Türk basınında yer verilmiştir. Amerika’nın günlük gazetesi New York Times seçim sonucunu DP’nin kazandığını çünkü son zamanlarda Türkiye’de hayat pahalılığının arttığını köylünün şartlardan memnun olmadığını ve devletçi bir ekonomiyi savunan iktidar partisinin karşısında liberal bir ekonomik nizamı savunan DP’nin kazanmasının sürpriz olmadığını belirtiyordu. (Milliyet, 17 Mayıs 1950:5) İngiliz Daily Telegraph gazetesi ise “Seçimi DP’nin kazanmasının Türkiye’de siyaset değişikliğin değil uzun süreden beri devam eden tek parti iktidarının bir sonucu olmuştur” şeklinde yorum yaparak okuyucularına aktarmıştır. (Milliyet, 17 Mayıs 1950:5) İngiliz BBC haber ajansı ise seçim sonuçlan sonucu Türkiye’de uzun süredir devam eden iktidarın düştüğünü belirtip Doğu Avrupa’da pek çok memlekette totaliter bir yapı varken Türkiye’de bunun tam tersi oldu diyerek demokrasinin Türkiye’de güçlendiği yorumunu yapmıştır. (Milliyet, 17 Mayıs 1950:5) Bir başka İngiliz gazetesi Times ise seçim sonucu Türkiye’de iktidar değişikliğinin olmasını “Türkiye Biraz Karışacak” başlığı ile okuyucularına duyurmuş ve Türkiye’de yeni oluşan mecliste çok sayıda tecrübesiz ismin olduğunu belirterek yeni iktidarın yıllardır oturmuş olan bürokrasiyi tasfiye edeceğini belirterek Türkiye’nin karışıklıklara gebe olduğunu okuyucularına duyurmuştur. (Milliyet, 17 Mayıs 1950:5) Cumhuriyet Gazetesi ise Güney Amerika kıtasında bulunan Arjantin gazetelerini tarayarak seçim sonuçlarıyla ilgili haber aramıştır. 17 Mayıs tarihli haberinde de Arjantin gazetelerinin Türkiye’deki seçimle ilgili olarak seçimin tam bir demokrasi havası içinde cereyan ettiğini yazdıklarını okuyucularına duyurmaktaydı. (Cumhuriyet, 17 Mayıs 1950:1) Değerlendirme 1950’de yapılan milletvekili genel seçimlerinde Şubat 1950’de kabul edilen yeni bir yasanın hükümleri uygulandı. Yasa, seçimlerde yargı denetimini ve gizli oy-açık sayım ilkesine dayanıyordu ve siyasal partilerin sandık kurullarında temsilci bulundurabilmelerine olanak sağlıyordu. Ama muhalefetin diretmesine karşılık, nispi temsil yerine genel çoğunluk esası benimsenmişti. Buna karşın muhalefetteki DP’nin de desteklediği yasa Meclis’te büyük çoğunlukla kabul edildi. Bu yasa “aday esaslı blok oy” sistemini öngörüyordu. Siyasi partiler, illerden oluşan her bir seçim çevresinde, o seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısını aşmayacak sayıda aday gösterebiliyordu; daha az sayıda aday göstermeleri de imkan dahilinde idi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk’ün döneminde yapılan anayasa ile 14 Mayıs 1950 tarihinde yaşadığı barışçı-demokratik iktidar değişikliği, halkın iradesini ilk defa siyaset düzeyine

intikal ettirmesi bakımından tarihî bir olaydır. 1946 yılma kadar süren tek parti döneminin ardından Türkiye’de gerçekleştirilen ikinci genel seçim olan 14 Mayıs 1950 seçimleri sonucu iktidar, kavgasız ve çatışmasız bir şekilde yerini DP’ye bırakmıştır. Bu süreç aslında Türkiye için önemli bir süreçtir. Çünkü 27 yıllık tek parti rejiminin bitişi ve Türkiye’de DP iktidarının başlaması Türk demokrasi tarihi için önemli bir dönüm noktası olarak hatırlanmaktadır. Bu seçim bize her şeyden önce Türk halkının CHP yönetiminden ciddi anlamda memnuniyetsizliğini göstermektedir. Çünkü 4 yıl önceki seçim sonucuna göre Demokrat Parti’nin bu kadar oylarını katlayarak seçimden zaferle çıkmasının başka bir açıklamasını bulmak güçtür. Seçim sonuçları aslında DP açısından tam bir zafer ile sonuçlanmıştı. DP oyların %55’ini alarak parlamentonun % 85’inde 408 sandalye ile temsil edilecekti. Daha dört yaşındaki bir partinin 27 yıl boyunca iktidar olan CHP’yi devirmesi DP’liler tarafından yeni bir çağın başlangıcı olarak görülüyordu. Aynı zamanda çıkartılan yeni seçim kanunu gereğince yargı tarafından yönetilen ve denetlenen ilk seçim olduğu için 14 Mayıs 1950 seçimleri daha sonra ‘Beyaz İhtilal’ olarak isimlendirilmiştir. DP’lilerde seçimlerin serbest bir şekilde halkın iradesine dayanarak yapıldığı için 14 Mayıs’ı yeni bir çağın başlangıcı olarak isimlendirmişlerdir. 14 Mayıs 1950 seçimlerinin asıl kaybedeni ise CHP idi. 27 yıllık iktidar partisi beklenmedik bir şekilde yerini 4 yıllık bir partiye terk etmek zorunda kalmıştır. Her ne kadar 1946 seçimleri sırasında yaşanan gayri hukuki olaylar olsa da iktidar partisinin 1950 seçimleri sonucu koltuğunu kavgasız bir şekilde DP’ye bırakması takdir edilecek bir davranıştır. Bu durum demokrasinin işlemeye başladığının göstergesidir. II. Dünya savaşı sonunda dünyada totaliter rejimlerin yıkılması ve yeni bir dünya düzenine gidilmesi Türkiye’yi de etkilemiş ve 1946 yılıyla beraber yeni bir süreç başlamıştı. 1946 yılında DP’nin kurulması ve iktidarın 4 senelik süre zarfı içinde muhalefet tarafından denetlenebilmesi 14 Mayıs 1950 seçimleri sonucu iktidarın değişmesine zemin hazırlamıştır. 14 Mayıs 1950 seçimleri muhalefete düşen CHP açısından ise kendisini sorgulaması için bir fırsat olmuştur. Partinin 27 yıldır iktidarda olması CHP’yi yıpratmıştı. CHP’nin iktidardan düşmesi sonucu hemen 29 Haziran 1950 tarihinde kurultay toplanmış ve bir takım atılımlar yapılarak parti kendini yenilemeye çalışmıştır. Bu kurultay sırasında Genel Merkez, Genel Sekreter’in doğrudan delege tarafından seçilmesinin önünü açmıştır. Görüleceği gibi seçimlerden sonra yıllardır devam eden tüzüğün değiştirilmesi konusunda atak davranan bir CHP ile karşılaşıyoruz. 1950 seçimleri sonucu CHP’nin iktidarı kaybetmesi aynı zamanda kendi içinde bunalımların yaşanmasına da neden olmuştur. CHP’den ardı ardına istifalar yaşanmıştır. Aynı süre zarfında parti içinde Kasım Gülek’in Genel Sekreter seçilmesi sonucu parti Gülek taraftarları ve karşıtları olmak üzere ikiye ayrılmış ve iç çekişmeler yaşanmıştır. Sonuç olarak 14 Mayıs 1954 seçimleri DP açısından ve CHP açısından farklı yansımalara neden olmuştur. DP iktidarı ele geçirdikten sonra 27 yıl boyunca CHP’nin ekonomide sürdürdüğü devletçi model karşısında biraz daha liberal politikalar takip etmeye başlarken CHP ise yeni konumu itibariyle muhalefete ısınmaya çalışarak DP’ye karşı eleştirilere başlamıştır. Böylece 14 Mayıs tarihiyle beraber Türkiye’de demokrasinin uygulanabilirliği ispat edilmiş oldu ve Türk demokrasi tarihi açısından önemli bir tarih olarak hafızalarda yer etmiştir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 63


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

64

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

1950-1954 SEÇİMLERİ ve DP’NİN SEÇİM PROPAGANDALARI Doç. Dr. Dilşen İNCE ERDOĞAN Adnan Menderes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Demokrat Parti, Türk siyasal hayatının dış koşullar tarafından belirlenmeye başladığı bir dönemde doğmuştur. CHP’nin içinden doğan bu muhalif hareket ilk defa 29 Mayıs 1945’de bütçe görüşmeleri sırasında ortaya çıkmış ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu görüşmelerinde belirginleşmiştir. 7 Haziran 1945’de CHP’nin içinde yer alan dört milletvekili tarihe “Dörtlü Takrir” adı ile geçen önergeyi vermişlerdir. Bu önerge ile istenilen anti- demokratik kanunların kalkması ve meclisin tam anlamı ile hükümeti denetlemesidir. Fakat verilen Takrir 11 Haziran’da Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Meclisten geçerken reddedilmiştir. Buna karşın Adnan Menderes ve Fuad Köprülü görüşlerini Vatan gazetesinde yazmaya ve hükümeti eleştirmeye devam etmişlerdir. Her iki vekilin davranışı parti disiplinine aykırı bulunmuş ve partiden ihraç edilmişlerdir. Bunun üzerine Dörtlü Takrir’in altında imzası olan Refik Koraltan daha sonra da Celal Bayar CHP’den istifa etmişlerdir. İstifalar yeni bir partinin kurulacağının habercisidir. 7 Ocak 1946’da CHP’den ayrılan dört milletvekili Demokrat Parti’yi kurmuşlardır. II. Dünya Savaşı bitiminde Türkiye’de bir muhalefet partisinin gerekliliği hissedilmiştir. Hem uluslararası konjonktür hem de ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik çıkmaz DP’nin doğuşundaki etkenlerdir. Özellikle CHP’ye duyulan kızgınlık ve tek parti döneminden kaynaklanan bıkkınlık, vergi adaletsizliği ve jandarma baskısı, yiyecek özellikle de şeker sıkıntısına son vereceğini vaat eden demokratlar büyük yığınları arkalarından sürüklemeyi başarmışlardır. Bu nedenle DP, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirmiştir. Ticaret ve tarım sermayesini elinde tutanların yanında köylüler de partinin tabanını oluşturmuşlardır. Demokrat Parti’nin kurulması ile Türkiye çok partili siyasi yaşama adımını atmış ve Türk siyasi tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Yeni kurulan muhalefet partisi programını iki ana ilke üzerine oturtmuştur: Demokrasi ve Liberalizm. Kuruluş amacında anti-demokratik kanunların kaldırılması, üniversitelere özerklik sağlanması, basın üzerindeki baskının kaldırılması olan Demokrat Parti, büyük kitlelerin desteğini arkasına almayı başarmıştır. Onlar, demokrasiyi geliştirecekler buna bağlı olarak bireyin hak ve özgürlüğünü de arttıracaklardır. DP, ilk il şubesini 1 Şubat 1946’da Samsun’da Emekli Albay Şefik Avni Özdoğru’nun başkanlığında açmıştır. Ethem Menderes 4 Şubat’ta Aydın’da Avukat Zühdü Velibeşe 5 Şubat’ta Ankara’da il teşkilatlarını kurmuşlardır. DP kuruluşundan üç ay sonra 26 il ve 75 ilçede teşkilatlanmasını tamamlamıştır. Demokratların bu kadar kısa sürede halkın desteğini alması CHP’lileri şaşırtmış ve hemen Mayıs 1946’da Olağanüstü Kongre toplayarak seçim sisteminde bazı değişikliklerin yapılmasına karar

vermişlerdir. Artık seçimler tek dereceli yapılacaktır fakat yargı denetimi yoktur. Ayrıca genel seçimlerin 1947 de değil 1946’da yapılması kararlaştırılmıştır. Demokratikleşme yönünde adım atan CHP, seçimlere katılmadığı takdirde muhalefet partisini kapatma tehdidinde de bulunmayı ihmal etmemiştir. İsmet İnönü, 6 Mayısta Akşehir’de yaptığı konuşmada genel seçimlerin erken yapılacağını söylemiştir. TBMM, 5 Haziran’da Seçim Kanununu, 10 Haziranda ise genel seçimlerin bir yıl öne alınmasına dair kanunu iki red oya karşılık, 383 oyla kabul etmiş ve iki dereceli seçimle kurulmuş olan son Meclis, 1 Ağustosta tekrar açılmak üzere 14 Haziran’da kendisini feshetmiştir. 21 Temmuz 1946’da yapılan seçimlerde DP 65, CHP 394 ve bağımsızlarda 7 milletvekilliği kazanmıştır. 1946 seçimleri Türk siyasi tarihinde sonuçları itibari ile şaibeli seçimler olarak yerini almıştır. Çünkü seçimler jandarma baskısı altında yapılmış, oylar gizli olarak tasnif edilmiş ve kesin sonuçlara bir türlü ulaşılamamıştır. 1950 seçimleri ise, 1946 seçimlerinden her bakımdan farklılıklar taşımaktadır. Bu farklılıklardan ilki seçim kanununda yapılan değişikliktir. 1948 yılında seçim kanunda bazı iyileştirmeler yapılmış, fakat yeterli görülmemiştir. Bu nedenle 16 Şubat 1950’de yeni bir seçim kanunu kabul edilmiştir. Bu kanuna göre seçimler dar bölge ve nisbi temsil sistemine göre yapılacaktır. Seçim çevresinde en çok oyu alan parti o ildeki tüm milletvekilliklerini kazanmış olacaktır. Seçim kanununda yapılan değişiklikler, seçim kampanyalarındaki farklılıkları da beraberinde getirmiştir. 1950 yılındaki seçim kampanyaları 1946 seçim kampanyalarından daha hararetli ve heyecanlı geçmiştir. Halk, DP’yi daha iyi tanımış ve Adnan Menderes’i de kendisini bu “dinsiz partiden” kurtaracak kahraman olarak görmüştür. Seçime girecek MP, CHP ve DP radyoyu etkin olarak kullanmışlar, partilerin genel başkanları ve temsilcileri il il dolaşarak mitingler düzenlemişlerdir. Parti temsilcileri seçimlerde iktidarı kaybetmemek ya da iktidara gelmek adına milletin ayağına gitmiş, ülkeyi kalkındırmak ve milletin refah seviyesini yükseltmek adına yapacakları icraatları anlatmışlardır. 1950 seçimlerinde her iki partinin de seçim propagandasını oluşturan ana konu seçim güvenliğidir. 1946 yılında yapılan sonuçları dahi farklılıklar taşıyan bu seçim, halkın iktidar partisine olan güvenini kaybetmesine neden olmuştur. Halkın güvenini kaybeden bir partinin iktidarda kalması için bu güveni tekrardan kazanması gerekmektedir. CHP seçim mitinglerinde özellikle bu konuya vurgu yapmıştır. İktidarın sözcüsü olan Ulus gazetesinde CHP’nin ve başbakanın seçim güvenliği ile ilgili birçok demecine rastlamak mümkündür. Sürekli olarak seçimlerin huzur ve sükûn içinde yapılacağı, vatandaşların sandık başına huzur içinde gidip oy verecekleri, oy verme işlemi sırasında müdahaleler olursa da bu kimselere kanun yolu ile cevap verileceği belirtilmiştir. CHP tek parti döneminde uygulanan politikaların terk edildiğini söyleyerek kendini aklamaya çalıştıkça, o dönemde yapılanların ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 65


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yanlış olduğunu aslında kabul etmiş olmaktadır. CHP’li yerel yöneticiler iktidarı kaybetmek korkusu ile bu seçim öncesi de halka baskı yapmaya ve halkı korkutmaya devam etmişlerdir. Özellikle halkı, hükümetin mahsullerini almayacağı konusunda korkutmaktadırlar. CHP, 1950 yılı seçim kampanyasını İsmet İnönü’yü merkeze koyarak yapmıştır. İsmet Paşa’nın bu millet ve ülke için yaptıkları, Türkiye’ye demokrasiyi CHP ve partinin başında bulunan lideri İsmet İnönü’nün getirdiği, Türkiye II. Dünya Savaşına girmediyse bunda İsmet İnönü’nün payının olduğu belirtilmiştir. Demokrat Partililer de seçim güvenliği konusuna büyük önem vermişlerdir. Bu ülkenin 1946 yılında kötü bir seçim tecrübesi yaşadığını ve 1950 yılının Mayıs ayında gerçekleşecek olan seçimlerde yine aynı kötü tecrübenin yaşanmaması gerektiğini seçim mitinglerinde sürekli olarak dile getirmişlerdir. Bu nedenle seçimlere girmeden önce CHP ile birlikte seçim kabinesi kurulmasını teklif etmişler fakat teklifleri iktidar partisi tarafından kabul edilmemiştir. DP bu teklifi hem seçim güvenliği hem de kendisinin CHP’ye karşı kullanabileceği bir seçim kozu olması için teklif etmiştir. Bayar, CHP’nin dürüst seçim yapmak konusunda istekli iseler bu seçim kabinesi teklifleri kabul etmeleri gerektiği konusunu gazetelere verdiği demeçlerde belirtmiştir. Seçim güvenliği konusu ile birlikte DP, seçim propagandasını kendilerinin muvazaa partisi olmadıklarına dayandırmıştır. DP, CHP’nin muhalefeti kontrol altına almak adına kurdurduğu bir muvazaa partisi değildir. Seçim mitinglerinde propaganda amacı ile bu temel argümanları kullanan DP, ayrıca II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan iktisadi zorluklardan, 1946 seçimlerinde yapılan baskı ve yolsuzluklardan, halkın polis, memur ve jandarma baskısı altında yaşadığından, Sovyet tehdidini bahane ederek demokratik hak ve özgürlükleri kısıtladığından en önemlisi de CHP’nin halkı küçümsediği konularından bahsetmektedir. 1950 seçimlerinde demokratların kullandıkları “Yeter Söz Milletindir” sloganı da onları başarıya götüren önemli bir etken olmuştur. DP ülke genelinde milletvekili aday listesini 24 Nisan 1950 günü açıklamıştır. Toplam 478 kişi aday olarak seçmen listesine kendini kaydettirmiştir. CHP’de 1950 seçimlerine 487 aday göstererek girmiştir. Seçimler 14 Mayıs günü yapılmış ve Türk siyasi tarihine ilk demokratik seçim olma unvanını kazanmıştır. Türk halkı bu seçimlere büyük bir coşku ile katılmıştır. Adnan Menderes halkın içinden gelmiştir ve seçim kampanyaları boyunca da halkın arasında yerini almıştır. 1950 seçimlerinde Demokratların özellikle Adnan Menderes’in üzerinde durduğu konu halka rağmen halk için anlayışı yerine, halkla beraber halk için anlayışını halka anlatmaktır. Adnan Menderes il mitinglerinde yüzlerce kişiye hitap etmiş ve onları geçim sıkıntısından kurtaracağına söz vermiştir. Ve Menderes seçim sonrası iktidar koltuğuna oturduğunda da bu sözünü tutmuştur. Sakin geçen seçimlere Türk milleti % 89.3 oranı ile iştirak etmiştir. Seçim sonuçlarına göre DP 4.241.393 oyla mecliste 408 sandalye; CHP 3.176.561 oyla 69 sandalye; MP ise 250.414 oyla 1 sandalye kazanmıştır. CHP’liler alınan bu sonucu bir türlü kabul edememişler, kendilerine büyük bir haksızlığın yapıldığını düşünmüşlerdir. Çünkü onlar ülkeyi düşman işgalinden kurtaran Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin üyeleridir. Onlar, Cumhuriyeti ilan edenler ve ülkeyi II. Dünya Savaşı gibi büyük bir felakete sürüklemeyenlerdir. CHP’lilere göre halk kendilerine

66

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ihanet etmiştir. Sovyet tehdidi karşında Amerikan emperyalizminden medet uman İnönü, büyük bir istekle kabul edilen yeni seçim kanununa 1950’de yenilmiştir. “Ben demokrasiyi getirdim ve halk bana oy verir” anlayışı artık kaybedilmiştir. Sonuç olarak 1950 seçimleri dürüst ve özgür bir şekilde yapılmıştır. Bu seçimler hem demokrasinin zaferi hem de DP’nin zaferidir. 1950 seçimleri sonrasında devlet bakanı olarak görev yapan Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, seçim sonrası Türk milletinin kendilerini sevdiklerini, kendilerinin milletin içinden geldiklerini ve bu nedenle milleti en iyi anlayanların onlar olduğunu söyleyerek “Milleti sevmeyenler bu milletin safları arasına giremez. Bu milletin içine girilmedikçe milleti sevmedikçe bu millete hizmet edilemez. Bu nedenle biz bu milletin içindeyiz ve milletle beraberiz. DP, Türk milletini aldatmayacaktır. Sizin reylerinizle kuvvetinizle işbaşına gelen bu hükümet ve meclis Türk milletinin olacaktır. Her şeyden evvel DP’nin mücadelesi neşesiz kavme neşe vermektir. Hürriyetine sahip olmamış, yaşadığı topraklar üzerinde adalete susamış ve kendini idare edenlere karşı itimatsızlık içinde bulunulmuştur. Bu millete neşe vermek demokratların görevidir.” Bakan, özellikle de memurların tek düşüncelerinin halka hizmet olduğunu unutmamaları gerektiğini belirtmiştir. Eğer bu zihniyeti taşımıyorlarsa, bu memleketin hizmetine layık olmadıklarını da sözlerine eklemiştir. 1950 seçimlerinden hemen sonra Başbakan Menderes işe köyden ve köylüden başlanacağını, çünkü Türkiye’nin %80’ninin köylerde yaşadığını söyleyerek yapılacak işleri sıralamıştır. İlk olarak köylüye iyi tohum, gübre ve toprağı işleyeceği modern tarım araçları sağlanacak, toprağın verimi arttırılacaktır. Devlet köylüye toprağın verimini arttırması için yardım edecektir. Menderes sözlerini hayata geçirmeyi başarmış, köylüye ucuz kredi de sağlayarak tarımın hem modernleşmesine, hem de üretimi artırarak köylünün zenginleşmesine önderlik etmiştir. Sadece tarım alanında değil sanayi, inşaat, ulaşım sektöründe de büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Bayar’ın dediği gibi halk yapılanları gözleri ile görmüş, hayatında kolaylıklar yaşamaya başlamıştır. Bu değişim ve rahatlama da 1954 seçim sonuçlarına yansımış ve DP büyük bir farkla tekrar iktidar koltuğuna oturmuştur. 1954 seçimleri öncesinde Türkiye, dış politikada da yönünü tamamen Batı’ya çevirdiğini atmış olduğu adımlar ile göstermiştir. Batı’nın bir parçası olma konusunda büyük bir gayret içinde olan DP iktidarı, bu samimiyetini Kore’ye asker göndererek göstermiştir. Bu fedakârlığı karşısında da NATO üyeliğine kabul edilmiştir. CHP ve diğer muhalefet partileri de 1950 seçimleri sonrasında DP’ye karşı birlikte hareket edebilmek adına bazı adımlar atmışlardır. CHP düzenlemiş olduğu olağanüstü kurultayda tüzük değişikliği yaparak, gerekli görülen yerlerde diğer muhalefet partileri ile işbirliği içinde çalışabileceğini ilan etmiştir. 27 Ocak 1954 MP kapatılmış, yerine 10 Şubat 1954’de Osman Bölükbaşı liderliğinde Cumhuriyetçi Millet Partisi kurulmuştur. 12 Mart 1954 CMP bir bildiri yayınlayarak seçimlere muhalefetle işbirliği yaparak katılabileceğini açıklamıştır. Fakat iki parti arasında anlaşma sağlanamamıştır. 2 Mayıs1954 seçimleri Türk demokrasi tarihi, özellikle de Demokrat Parti tarihi açısından önem taşımaktadır. Birçok ilk 1954 seçimlerinde yaşanmıştır. Bu ilklerden biri DP’nin iktidar partisi olarak girdiği ilk seçimdir. Bu ilklerden bir diğeri de halk iki


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU partinin de icraatlarını görmüş ve yapılan icraatlara göre iktidara getireceği partiyi seçme olanağına sahip olmuştur. Her iki parti milletvekili listeleri için yoklamaları 28 Mart’ta yapmışlardır. İlk seçim beyannamesi 19 Nisanda CHP tarafından yayınlanmıştır. CHP, seçim propagandasını İsmet İnönü’nün şahsiyeti, DP ve Menderes’in partizanlığı ve ekonomik konularda DP’nin başarısızlığı üzerinde yoğunlaştırmıştır. 1950’de Sanayi Kalkınma Bankasının kurulması, 1951’de Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu’nun, 1954’de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nun kabul edilmesine rağmen ülkeye yabancı sermayeyi çekmek adına bir ilerleme kaydedilmediği, CHP’nin seçim mitinglerinde ele aldığı konuların başında gelmektedir. CHP yabancı sermayeye karşı olmadıklarını, fakat ülkenin de dışarıya bağımlı kılınmaması gerektiğini mitinglerde sürekli olarak dile getirmektedir. Hâlbuki unutulmaması gereken nokta, CHP’nin iktidarda iken 1947’de Truman Doktrininin açmış olduğu yolda bir kararname ile yabancı sermayeyi davet etme girişimini başlattığıdır. Demokratlar ise seçim kampanyasını iktisadi alandaki başarıları üzerine oturtmuşlardır. Celal Bayar, elinde DP amblemli bastonu ile seçim mitinglerine katılmış, özellikle İnönü’nün Yabancı Sermaye ve Petrol Kanununa yönelttiği eleştirileri yalanlamış ve bu kanunların kapitülasyonlar ile bir benzerliği bulunmadığı konusunda halka gerekli açıklamaları yapmıştır. Bayar, başlanılan büyük işlerin mutlaka bitirileceğini ve bu başarının kaynağının da halkın kendilerine olan inancı olduğunu vurgulamış, özellikle de milli iradenin karşısında kimsenin duramayacağını belirtmiştir. 1950 yılında iktidara geldikleri andan itibaren çimento, şeker ve dokuma sanayiinin geliştiğini; yol, köprü, baraj ve liman inşaatlarına önem verdiklerini, Kore Savaşına katılarak Türkiye’nin dışarıda, özellikle de ABD’ye karşı itibarını arttırdıklarını da vurgulamıştır. DP, tarım alanında uygulamış olduğu politikaları, köy yolları ve çeşmelerin yapımına verdikleri önemi ve memurların sultanlığına son verdiklerini seçim konuşmalarının ana konusu olarak işlemiş ve bu konularda sürekli olarak muhalefeti eleştirmiştir. Demokratlar kendilerine yapılan eleştirilere cevap verirken ve yaptıkları icraatları halka anlatırken yeni temeller atmaktan da geri kalmamışlardır. Unutulmaması gereken, Adnan Menderes öncülüğünde başlatılan kalkınma projelerinin bütün hızıyla devam ettirilmesidir. 1954 seçimleri öncesi parti liderlerinin 1950 ve 1946 seçim dönemlerine göre çok daha fazla seçim gezilerine katıldıkları görülmüştür. Bilindiği üzere seçim mitingleri düzenlemek DP’nin kuruluşu ile başlayan bir gelenektir. Partililer düzenledikleri il, ilçe mitinglerinde, iktidara geldiklerinde ya da iktidarda kalırlarsa neler yapacaklarını halka anlatmaktadır. Menderes, DP iktidarı için ordunun ne kadar önemli olduğunu, CHP’lilerin başlangıçta Kore’den bozguncu bir ruhla bahsettiklerini, fakat daha sonra Kore destanı demeye başladıklarını ve gülünç duruma düştüklerini; İsmet İnönü’nün ben harp meydanlarından geliyorum diye övünmesinin yersizliğini, çünkü Türk milletinin tamamının asker olduğunu, miting meydanlarında halka anlatmıştır. 28 Martta DP ve CHP’nin yoklamaları yapılmış ve sadece bu iki partiye aday olmak için 14.000 kişi başvurmuştur. 12 Nisan’da genel listeler ilan edilmiştir. Seçimler 2 Mayıs’ta yapılmış ve olaysız geçmiştir. Seçimlere Türkiye genelinde katılım oranı %88.63’tür. DP seçimlerde 5.151.550 oy ve %56.6 oy oranı ile 503 milletvekilliği; CHP, 3.161.696 oy ve %34.8 oy oranı ile

31 milletvekilliği, CMP 434.085 oy ve %4.8 oy oranı ile 4 milletvekilliği kazanmışlardır. Bağımsızlar 10 milletvekili olarak mecliste yerlerini almışlardır. Türkiye Köylü Partisi milletvekili çıkaramamıştır. Görülen odur ki, Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti hem 1950 hem de 1954 seçimlerinde halkın büyük desteğini kazanmış ve iktidar koltuğuna oturmuştur. DP’nin siyasi hayatta yerini alması ile seçim kampanyalarında yeni yaklaşımlar ve gelenekler benimsenmeye başlamıştır. Bunlardan en önemlisi halka verilen önemdir. Cahil, bir şeyden anlamayan halkın ayağına gidilmiş ve onların istedikleri partiyi oyları ile iktidara getirebilecek güce sahip oldukları anlatılmıştır. DP’nin kuruluşu ve seçim mitinglerinde yapılan konuşmalar ile halk sahip olduğu bu gücün farkına varmıştır. KAYNAKÇA GAZETELER Cumhuriyet, Tasvir, Ulus, Vatan, Zafer BASILI ESERLER AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), Hil Yay., İstanbul, 1984. AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Sarmal Yay., İstanbul, 1995. AHMAD, Feroz, Bedia Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara, 1976. AKŞİN, Sina, Türkiye’nin Kısa Tarihi, İş Bankası Yay., İstanbul, 2013. ALBAYRAK, Mustafa, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti 1946-1960, Phonix Yay., Ankara, 2004. BÖLÜKBAŞI, Deniz, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitapevi, İstanbul, 2005. BURÇAK, Rıfkı Salim, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Olgaç Matbaası, Ankara, 1979. CEM, İsmail, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2009. ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1945-1950), İletişim Yay., İstanbul, 1999. EKİNCİ, Necdet, II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yay., İstanbul, 1997. ERDEM, Tarhan, Anayasalar ve Seçim Kanunları 1876-1982, Milliyet Yay., İstanbul, 1982ERİM, Nihat, Günlükler, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2005. EROĞUL, Cem, Demokrat Parti, Ankara, 1990. GOLOĞLU, Mahmut, Demokrasiye Geçiş 1946-1950, İstanbul, 1982. KAÇMAZOĞLU, H. Bayram, Türk Sosyolojisinde Temalar I, Türkçülük, İslamcılık, Muhafazakârlık, Doğu Kitapevi, İstanbul, 2012. KAÇMAZOĞLU, Bayram, Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları, Birey Yay., İstanbul, 1988. KAHRAMAN, Hasan Bülent, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi, II, İstanbul, 2012. KARPAT, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1967. MCNEİLL, William H., Dünya Tarihi, İmge Yay., Ankara, 1988. SEDEN, Selime, Türkiye’de Demokrasi, İstanbul, 1946. ŞAHİNGİRAY, Özel, Celal Bayar’ın 1946, 1950 ve 1954 Yılları Seçim Kampanyasındaki Söylev ve Demeçleri, Doğuş Matbaası, Ankara, 1955. TBMM Albümü, 1920-1980, II, Ankara, 2010. TİMUR, Taner, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul, 1994. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Ankara, 1998. TOKER, Metin, Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yay., İstanbul, 1970. TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler 1859-1952, İstanbul, 1952. TUNCER, Erol, Osmanlıdan Günümüze Seçimler (1877-2002), Tesav Yay., Ankara, 2003. TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, IV, Bilgi Yay., Ankara, 1999. Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü, II, Ankara, 2010. YEŞİL, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1998. YETKİN, Çetin, Karşı Devrim, 1945-1950, Kilit Yay., İstanbul, 2011. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 67


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Vesayetçi Demokrasi Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ “Vesayetçi demokrasi”; demokrasinin bilinen özelliklerinin göz ardı edilerek farklı bir içerik ve anlayışla uygulanmasıdır. Genelde anti-demokratik sayılan yönetimlerden sonra henüz geçiş yapılan demokrasilerin bir yorumu niteliğindedir. Bu anlamda tam olarak yerleşmemiş, pekişmemiş ve olgunlaşmamış bir demokrasi aşaması olarak kullanılır. Ancak geçici olarak görülen bu aşama, demokrasinin istenen nitelikleri artırılmadığı için daha sonra kalıcı nitelik kazanır. Bu açıdan vesayetçi demokrasi uygulamaları sadece kısa süreli uygulamalar olarak değerlendirilemez. Demokrasinin vesayetçi türünü uygulayan ülkelerin homojen olarak aynı özelliklere sahip olmadıkları görülmüştür. Dünya üzerinde vesayetçi demokrasiyi uygulayan farklı kıtalarda yer alan, farklı yönetim kültürüne sahip ve farklı süreçleri yaşamış çeşitli ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkeleri vesayetçi demokrasiye sürükleyen sebep, uluslararası toplumun demokrasi talebinin yansımasıdır. Ancak bu ülkelerin demokrasi algılamasında yetersizlik, ayrıca otoriter yönetimlere olan yatkınlıkla beraber ülke içerisinde çeşitli sosyal problemlerin varlığı, çoğu vesayetçi uygulamayı yürüten silahlı kuvvetleri zorlayıcı bir güç olarak etkin bir konuma yükseltmiştir. Kısaca vesayetçi demokrasiler, çoğunlukla silahlı kuvvet olan polis ve ordu tarafından şekillendirilmekte ve sınırlı bir demokrasi uygulamasına dönüştürülmektedir. Vesayetçi demokraside vesayetin sahibi konumunda bulunanlar sadece polis ve ordudan oluşmamaktadır. Vesayet organları genellikle yeni bir siyasal düzenin kurulması ile ilk başta “modernleştirici elit” sıfatını alarak, toplumu önceden belirlenmiş olan “medeniyet seviyesine ulaştırma”, “her açıdan kalkındırma” misyonunu üstlenmiş olanlardır. Modernliğin unsurlarını ülkelerine ilk taşıyan olmakla da övünen bu organlar, daima toplumun önünde bulunduklarından vesayeti hakları olarak görmektedirler. Bu açıdan vesayetçi demokrasi, kısmi bir toplumsal dönüşüm hedefiyle hareket eden bir ideolojidir. Siyasi sistemin istikrar ve devamlılığı, vesayetçi demokrasi için öncelikli hedeftir. Bu istikrarın varlığı için eğer karşıt düşünce ve ideolojilerin “muhalefet” olgusu şeklinde ortaya çıkması engellenecekse bu durum vesayetçi demokrasinin kolaylıkla kabul edeceği bir anlayıştır. Demokrasinin asli unsuru sayılan muhalefeti yok kabul eden veya etkisiz bırakan eden bu düşünce, vesayetçiliğin demokrasi ile bağdaşmayan bir yönünü açıklamaktadır. Vesayetçi demokrasi, demokrasi idealinden uzaklaşılarak demokrasinin temel ilke ve değerleriyle çoğu yerde 68

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

uyuşmayan uygulamalara izin veren bir yönetimdir. Bu açıdan anti demokratik birçok öğeyi bünyesinde barındırır. Zaten vesayetin demokraside yer bulabilmesi paradoksal bir duruma işaret eder. Vesayetçi demokrasi bu açıdan başta elitist demokrasi yanlıları, otoriter demokrasi isteklileri v.b. kesimlerin rahatsız olmadığı bir demokrasi türüdür. Vesayetçi demokrasi, bünyesinde sübjektif bir demokrasi yaklaşımı içermektedir. Toplumun geneli için değil devlet aygıtında kümelenmiş vesayet organlarının oluruna mazhar olmuş olması yüzünden, vesayetçi demokrasinin objektif kıstasları karşılamak üzere değil, sübjektif nitelikleri yeterli görülen bir demokrasi yorumu olduğunu göstermektedir. Yapılan incelemede vesayetçi demokrasinin toplumun sosyal yönü ile yakından ilgili bir demokrasi yorumu olduğu görülmüştür. Uygulama bulan ülkelerde halkın sosyal sorunlara ilişkin iyi ve doğru arasında bir karmaşa yaşadığı tespit edilmiştir. Örneğin toplum bir dönem kötülenen ve yerden yere vurulan siyaset ve siyasetçilerin ve onların fikirlerinin vesayet organlarınca tekrar sahneye çıkarıldıklarını görebilir. Özellikle “milli güvenlik” ve “kamu huzuru”nun vesayet organları tarafından yeniden şekillendirilmesi bu amaca hizmete etmektedir. Vesayetçi demokrasi, diğer demokrasi uygulamalarından farklı olarak muhafazakâr bir demokrasi yorumudur. Çünkü rejimin, demokrasi düşmanlarının eline geçeceği ileri sürülmekte ve demokrasiyi korumak adına onun gelişip büyümesine engel olunmaktadır. Bu yüzden vesayetçi demokraside hem rejimin, hem vesayet organlarının gücünü muhafaza etmek adına sınırlı bir demokrasiye ancak olanak verilmektedir. Buradaki muhafazakârlık, rejimin vesayetçi ilkelerini gerçek demokrasiye rağmen yaşatmayı hedefleyen bir anlayışı içermektedir. Birey öncelikli gerçek demokrasi yerine, toplumu önceliğine almış ve onu inşa etmeyi düşünen cumhuriyetçi anlayışın ürünü olan vesayetçi demokraside vazgeçilmez nitelikte mutlak doğrular ve yaklaşılmaması gereken mutlak yanlışlar bulunmaktadır. Bu yaklaşım yüzünden demokrasi; bireyin içinde hissettiği bir anlayış olmaktan ziyade katılınması gereken bir projeye dönüşmektedir. Vesayetçi demokrasinin topluma olan güveni zayıftır. Çünkü toplum bu proje dâhilinde dönüştürülmektedir. Bu projede hâkim siyasi hareket olarak “demokrasi”nin kimi unsurları ve kurumlan da mutlaka bulunmalıdır. Bu sebeple vesayetin otoriterliği, demokrasi sosuyla topluma daha yumuşak bir şekilde yedirilmiş olacaktır. Diğer bir ifadeyle vesayetçi demokrasi; devletin otoriter yapısından esinlenen devletçi bir demokrasi modelinin uyarlanmış halidir.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Vesayetçi demokrasiler genelde cumhuriyet modeli içerisinde aktif yurttaşlığı öne plana çıkarır ve bu yurttaşlardan siyasal rejimin daima savunucusu olmaları beklenir. Savunulan rejim aynı zamanda rejimin koruyucularının ideallerini de yansıttığından, aktif yurttaşlar belli bir süre sonra vesayetin bir öğesine dönüşür. Vesayetçi demokrasi, çoğunluk karşısında gerekirse oligarşik kararlarını geçerli kabul eder ve bunu gerçekleştirecek organların kamuoyunda devamlı olarak etkin sayılmalarının yollarını arar. Vesayetçi organlar ise; azınlıkla kalanların rejim ile uyumunu sorgulayarak hangi grup ve kesimlerle uzlaşılıp beraber hareket edileceğini belirlerler. Vesayetçi demokrasinin, gelişmiş demokrasinin uzlaşmacı ve müzakereci siyasal kültürünü barındırmadığı gibi, elindeki vesayet organları vasıtasıyla toplumdaki farklılıkları kutuplaştırıcı, mutlaklaştırıcı ve dışlayıcı nitelikleri ile topluma bir vasi gibi davranmayı öğütleyen vesayetçi kültürü içermektedir. İncelemede de görüldüğü gibi sivil toplumun getirdiği düşünce ve örgütlenmesindeki serbestlik ve genişlik anlayışı, vesayetçi demokraside sınırlandırılması ve kontrol edilmesi gereken bir alana karşılık gelmektedir. Vesayetçi demokraside, vesayetin sürdürülebilmesi için; sivil toplumun örgütlenme ve beraber hareket etme yetersizliği öncelikle suiistimal edilir. Siyasal anlayışlarını karma bir platformda ortaya koyup tartışamayan halk yığınlarına, vesayeti ve yol göstericiliği “toplumsal bir iyilik” olarak gören vesayetçi demokrasi anlayışı sivil toplumun etkin olmasını ve böylelikle vesayeti sorgulamasını istemeyecektir. Demokrasiyi geliştirmesi beklenen siyasi partilerdeki demokrasinin yetersizliği, özellikle lider ve parti yöneticilerinin parti üzerindeki hegomanik yetkileri, vesayetçi demokraside kontrol altındaki partileri liderlerin vesayetine tabi kılmaktadır. Toplumda siyasi görüş ve anlayışları temsil eden partilerin, liderlerin kontrolünde kalması ve iktidar olduklarında parti patronajını sergilemeleri, vesayetçi demokrasiyi daha da güçlendirmektedir. Vesayetçi demokrasi uygulamasında öne çıkan açık veya zımni vesayet yetkileri, muğlâk bir çerçevede tanımlanan, ulus-devletin temel ve kalıcı menfaatlerini temsil etme iddiasıyla hükümet ve onun siyasi kararları üzerinde geniş bir gözetimi içermektedir. Bu yetkiler çoğunlukla demokrasi dışı bir şekilde yönetimi ele geçirenlerin, demokrasi karşısında kendilerini güvenceye aldıkları avantajlar şeklinde açıklanmaktadır. Vesayetçi demokrasi, oligarşik bir yönetime yaklaşan otoriter bir demokrasi yorumu olarak, başta yasalar olmak üzere kuralların kaynağı ve amacı bakımından tamamen egemen siyasal ideolojinin ve vesayetçi organların dünya görüşü tarafından şekillendirilmekte, özellikle

demokrasinin ileri formları ile gelişen insan hakları güvencelerine soğuk ve mesafeli yaklaşmaktadır. Bu açıdan vesayetçi demokraside kişi haklarından olan kamu hakları ve bu hakların Jellinek’in tasnifiyle oluşan pozitif statü haklarında eksiklikler bulunmaktadır. Ayrıca aktif statü hakları yani kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan diğer adıyla “katılma” veya “siyasi” haklar göstermelik ve işlevsizdir. Bu hakların Türkiye’deki demokrasi uygulamalarına ilişkin incelemede; tek parti döneminden itibaren vesayetçi yönetim anlayışının egemen olduğu, 27 Mayıs sonrasında 1961 Anayasası ile vesayetçi demokrasi rejiminin bürokratik organlar üzerinden tamamen inşa edildiğini ve bu suretle geçici olmaktan çıkarılarak kalıcı hale getirildiği ve 1982 Anayasası ile bu durumun pekiştirildiği tespit edilmiştir. Son olarak vesayetçi demokrasi, anti demokratik niteliği ağır basan, halkın demokrasi talebini geçiştiren, seçkinci organların vesayetini haklı gören, sosyal ve siyasal paylaşımın sorunlu olduğu toplumlarda süreklileşen yanları ile demokrasinin ancak kimi kural ve kurumlarının yaşatılmasına izin veren sınırlı ve eksik bir demokrasi uygulaması olarak değerlendirilmiştir. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 69


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yassıada Mahkemesi Bir ‘Çete’, Kararı ‘Suç Aleti’dir!

Doç. Dr. Osman CAN Yüksek Adalet Divanı her şeyiyle yok hükmündedir. Yassıada kararı bir hukuki işlem hüviyetine dahi sahip değildir. Karar olduğu iddia edilen şey Nasyonal Sosyalist Mahkeme kararları benzeri bir suç aletidir. Yeniden yargılamaya gerek yok. Ortada yargılanmamış bir cinayet vardır. Türkiye, tarihini tartışmaya devam ediyor. Bunda sayısız yarar var. Zira bu tarihin karanlık sayfaları açılıp temizlenmeden Türkiye’nin toplumsal barışını sağlaması pek mümkün değil. Şimdi Meclis’ten, Menderes, Zorlu ve Polatkan hakkındaki “Yüksek Adalet Divanı”nın verdiği idam kararının yok sayılması talep ediliyor. Gerekçe olarak da -medyaya yansıdığı kadarıyla- “Türk Milleti adına” karar verilmemiş olması gösteriliyor. Hemen belirtelim ki bu eksiklik bir kararın “yokluğu”na yol açacak bir eksiklik değil. Yokluk tartışmasını yapmanın daha temel gerekçeleri olmalı. Ki bu temel gerekçeler fazlasıyla mevcut. TEMEL SUÇLAMA: ANAYASA’YI İHLAL Hatırlayalım: 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle 26 yıllık faşizan tek parti diktatörlüğü sona ermişti. Ancak demokrasiyi içine sindiremeyen bu parti ve onun ideolojisine göre biçimlenen ordu, yargı, üniversite ve medyanın 50’li yılların başlarından beri altyapısını bir koalisyon biçiminde hazırladığı bir cunta 70

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

hareketi 27 Mayıs 1960’da darbe yaptı. Darbenin amacı sadece hükümeti devirmek değil, tek parti gereklerine göre biçimlenmiş siyasal düzeni yeni bir anayasa ile dokunulmaz kılmak ve seçilmiş hükümetlerin “27 Mayıs Koalisyonu”nun egemenliğine tehdit oluşturmasını engellemekti. Bunun için ilk önce 1924 Anayasası ilga edildi. Sonra yeni bir sistem kurulması için düğmeye basıldı. Ancak bu yeni sistemin kusursuz işlemesi için temizlik yapmak gerekiyordu. Orduda ve üniversitede çok esaslı tasfiyeler yapıldı. Danıştay’ın yarısı, Yargıtay’ın başkanlar dâhil altıda biri ve yargının neredeyse yarısı meslekten uzaklaştırıldı. Bu şekilde başta basın olmak üzere ittihatçılık ve tek parti ideolojisinin taşıyıcısı sosyal, ekonomik, bürokratik tüm unsurlar yeniden siyasal düzenin sahibi kılındı. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamı ise yeni sistemin meşruiyeti için, “doğru siyasal mesaj” oldu. DP’lilere Anayasa ile getirilen siyasi yasaklar bu tabloyu pekiştirmiş oldu. Suçlamaların pek çoğu, olağan bir yargılamada ciddiye alınabilecek nitelikte değildi. Ama temel suçlama Anayasayı ihlal suçuydu. Peki, ne yapmıştı DP’liler? -Seçim kanununda iktidar lehine değişiklik yapmak ve hürriyetleri kısıtlayan kanunlar çıkarmak. Bunları da ciddiye alırsak, 1924-1950 arasında daha ağır icraatlara imza atan başbakan ve cumhurbaşkanlarının tamamının idam edilmesi gerekiyordu. Bu dönemde temel haklar sınırlandırılmadı, terörize edildi, ortadan kaldırıldı... -Tahkikat (araştırma) komisyonu kurmak ve olağanüstü yetkilerle donatmak. Evet sorunluydu. Ama bu komisyon ile araştırılması arzulanan “bir siyasi parti ve etrafında toplanan yıkıcı unsurlar” konusu gerçekti ve sonuçta bunlar “27 Mayıs Koalisyonu” olarak darbeyi yapmıştı. Yargı bugünkü gibi adımlar atmayınca ve siyaset de basireti kaybedince eldeki tek tedbire, siyasal tedbire başvurulmuş oldu. Ama bu konuda Demokrat Parti’yi en son eleştirebilecek olanlar, onu yargılayıp kapatanlar ve sorumlularını idam ettirenler olabilirdi. Zira onlar zamanında araştırma yapacak bir komisyona dahi ihtiyaç duyulmamıştı. -CHP’nin haksız iktisaplarının hazineye iadesi. Ülkenin tek parti diktatörlüğü ile yönetildiği 26 yıllık dönemde kamu mallarının parti hesabına geçirilmesi nedeniyle partinin bu haksız iktisabının halka iadesi


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU anayasaya aykırı değil, bizatihi anayasal bir haksızlığın giderilmesi anlamına geliyordu. -Kanun ile yüksek hâkimleri resen emekliye sevk etmek anayasayı ihlal ise, 27 Mayıs sonrası yaşatılan kıyımlara bakıldığında, sözün bittiği noktada olduğumuz aşikârdır. SUÇLU İLE MAĞDURUN YER DEĞİŞİMİ M. Aksoy, H. V. Velidedeoğlu, T. Feyzioğlu, H. N. Kubalı gibi demokrasi, bilim ve hukuk adına hayırla yâd edilmeyecek akademisyenlerin icazeti ve zorlamasıyla bu ve benzeri suçlamalar bir bütün olarak “anayasal düzenin silah zoruyla değiştirilmesi” suçuna tercüme edilmiş ve idamlara giden yol açılmıştı. Demokrat partililerin söz konusu kanunların çıkarılması sırasında parlamentoda el kaldırmış olmaları suç fiili olarak kabul edilmişti. (Aynı yaklaşım sonradan Fazilet Partisi ve AK Parti hakkındaki kapatma davası iddianamelerinde zuhur etti). Oysa Anayasayı silah zoruyla değiştirme eylemi 27 Mayıs 1960 sabahı gerçekleşmişti. Dolayısıyla Ceza Kanunu anlamında esas idamlık eylemleri yapanlar darbeciler ve onlar adına yargılama yapanlardı. DP’lilerin eylemleri ise, ihlal ettikleri varsayılan anayasanın ilgasıyla suç olmaktan çıkmış olmalıydı. Usul açısından; 1. Yassıada’da yargılama yapanlar ile bunlara o yetkiyi verenlerin dayandığını iddia ettikleri hukuki metinler, ya darbeciler tarafından ortadan kaldırılmış ya da bizatihi darbecilerin yargılanmasını emreden normlar idi. Dolayısıyla yapılan yargılama yetki ve görev itibariyle anayasaya, hukuka ve temel hukuk ilkelerini ihlal anlamına geliyordu. 2. Yargılanan kişiler milletvekili dokunulmazlığına

sahip oldukları halde, bu gözardı edilerek yargılama yürütüldü. 3. Sonradan olaya özgü olarak kurulan bir mahkemede yargılama yapıldı, “doğal yargıç ilkesi” ihlal edildi. Anayasaya ve temel uluslararası sözleşmelere aykırı olarak ceza kanunları geriye yürütüldü. Dağdaki çobanından başlayarak tüm demokrat partililerin tutuklanması ve suçsuzluklarını kanıtlayana kadar bırakılmaması talep (Prof. M. Aksoy) ve uygulamalarıyla birlikte masumiyet karinesi ihlal edilmiş oldu. Sonuç olarak suçlamaların içeriği ve yargılama usulü açısından; suçlu ile mağdur yer değiştirdi. Suçlayanlar, suça konu olan eylemlerin daha ağırını zaten gerçekleştirdi. Kuruluş, usul, meşruiyeti ve uygulanan kurallar itibariyle bütünüyle hukuksuz, adalete, hakkaniyete, insan onuruna ve demokratik değerlere aykırı bir heyet üretip, buna “mahkeme” dediler. Böyle bir tablo karşısında “Yüksek Adalet Divanı”nı bir mahkeme olarak kabul etmek mümkün değildir. Değilse, adına “karar” dedikleri şeye biz ne diyeceğiz? Hukuk biliminde bir hukuki işlem, kurucu unsurlarının eksikliği nedeniyle çok ağır bir sakatlıkla malul ise, bu hukuki işlem “yok hükmünde” kabul edilir. Ama dikkat edelim, Yassıada kararı bir “hukuki işlem” hüviyetine dahi sahip değildir. Karar olduğu iddia edilen şeyin bizatihi kendisi, Nasyonal Sosyalist Mahkeme kararları benzeri bir “suç aleti”dir. Bu nedenle yeniden yargılama gerektirecek bir durum dahi yok. Ortada ceza hukuku anlamında işlenmiş, ama yargılanmamış bir cinayet vardır. Siyaseten de lanetlenmesi ve bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılması gereken bir siyasal sistem vardır. Olay budur!

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 71


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’in Halkla Bağının Metafiziği

Doç. Dr. Mustafa TEKİN1 İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Tarih, insanlar ve toplumlar için bir mücadele konsepti olduğu kadar, yaşama dair tüm tezlerin sınandığı bir alan olarak da karşımıza gelmektedir. İbn Haldun’un, meşhur eseri Mukaddime’sinde kendisinden önceki tarihçileri eleştirirken bu noktalara vurgu yapması belki bu sebepledir. Diğer yandan, zaman akıp giderken, bir yandan da tarih yapılmaya devam etmektedir. Tarihte ortaya çıkan (f)aktörler ise, başlattıkları hareket ile özne konumlarını vurgularlarken, daha sonrası için de sürekli bir referansa dönüşürler. Şüphesiz tarihe her geçen bir referans olmaz, belki iyi referans da olmaz. Ancak referans olan isimler, aslında bir ülkenin, bir toplumun geleceğinde de kurucu aktörler olarak durmaya devam ederler. Bu bağlamda sosyal 1 Bu makale, 10-12 Mayıs 2011 tarihinde Adnan Menderes Üniversitesi’nce Aydın’da düzenlenen “Türk Tarihinde Adnan Menderes” Sempozyumunda aynı adla sunulan bildiridir.

72

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

belleğin asla kaybetmediği ve hatırladığı müstesna bir konumda dururlar. İşte özelde Türkiye siyasi tarihi söz konusu olduğunda, Adnan Menderes, bu referans isimlerden ilk akla gelenleri arasındadır. Adnan Menderes niçin referans bir isimdir? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bir ismin referans olabilmesi Onun performansıyla doğrudan ilintilidir. Dolayısıyla Adnan Menderes’den bir referans olarak bahsediyorsak, Onun hayat boyu mücadelesini, hayatına mâlolan mücadelesini en başa koymak gerekmektedir. Bir insan, hayatını vereceği değerler uğruna mücadelesini zor zamanlarda bile sürdürmüşse, tabii ki bu niteliği tarih içinde onu manşete çıkaracaktır. Adnan Menderes, fikirleri, stratejisi, mücadelesi kadar icraatları ve kadroları ile de tarihe geçmiştir. Alev Alatlı, bir romanının kahramanına “havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tarih değil, tımarhanedir“2 sözünü söyletmektedir. Biz de bu motto üzerinden konuşacak olursak, hem çalışma ekibi hem etkilediği kitle hem de bugüne kadar oluşan sevgi bağı ile Adnan Menderes, siyasi hayatımız içerisinde bize sürekli kendisini hatırlatmaktadır. Öte yandan 1960 İhtilâli’nden sonra Türkiye’de demokrasi için yola çıkan her hareket, yapacağı işin meşruluğunu göstermek üzere Adnan Menderes ve Demokrat Parti’ye referansta bulunmaktadır. Üsttenci, tektipçi olmayan ve aşağıdan yukarıya (Halktan Meclis’e) bir siyaseti savunan her siyasal partinin sözlüğünde Adnan Menderes ve Demokrat Parti mutlaka yerini almaktadır. İster yakın dönem siyaset, ister demokrasi, isterse mücadele bağlamında olsun, Türkiye’nin siyasi ve sosyal tarihi Adnan Menderes paranteze alınarak yazılamaz. Hatta daha da ötede Türkiye’nin sosyal, kültürel, siyasal işleyişini anlamak için Adnan Menderes ve Demokrat parti zorunlu uğrak noktasıdır. Ayrıca toplumların gelecekte yapacakları atılım ve dirilişin bir istinat noktası ve yakın örnekliğe ihtiyacı vardır. Adnan Menderes ve Demokrat Parti, Türkiye siyasi hayatının kendisini daha sağlıklı kurmasında bir istinat (dayanma) noktası olduğu kadar yakın örnekliktir. Türkiye siyaseti bugüne gelinceye kadar zor ve engebeli yollardan geçmiştir. Bugün bir siyasi hareket 2 Alev Alatlı, Viva La Muerte!, 2. baskı, Boyut Yay., İst., 1992, s. 13.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

olarak var olmak isteyen parti ya da oluşumlar, soyut ideallerini sağlıklı bir şekilde ete kemiğe büründürmek istiyorlarsa, Adnan Menderes tecrübesini sürekli dikkate almak zorundadırlar. Aslında Adnan Menderes’in siyasi mücadelesi ve dönemi anlaşılmadan, Türkiye’de devletin ve siyasetin nasıl işlediğine dair bir kavrayış elde etmek pek mümkün görünmemektedir. Onun siyasetine bugün de referans yapılmasının temel sebeplerinden birisi halkla arasında kurduğu metafizik bağ ve kuvvedir. Onun konumu, referanstan karizmaya doğru bir süreç izlemiştir. Burada Adnan Menderes’in halkla bağının metafizikleştiğinin altını çizmekteyiz. Metafizik, bu ifadede operasyonel olarak nedensellik ilişkilerinin aşıldığı

bir durumu ifade etmektedir. Sosyal bellekte Adnan Menderes’in reddedilemez konumunun, kimi nedenselliklerden beslense de, onu aşarak metafizikleştiği, “açıklama“ ların dışına çıkarıldığı bir gerçektir. Bugünden Menderes’e yapılan referansların da gösterdiği anlamlardan birisinin bu olduğu söylenebilir. Metafizikleşmiş bağı şöyle bir anlatının örneklendireceğini bekleyebiliriz. Tarihten kıssalar, olaylar anlatan babaya oğlu duyduğu bir ismi, Adnan Menderes’i sorar; -Baba, Adnan Menderes nasıl birisi? -İyi bir adamdı oğlum. -Peki niye iyi bir adamdı? Ne yaptı? -Bizden biriydi, iyi bir adamdı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 73


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İşte bu, “bizden birisi”, “iyi bir adam” aidiyetle birlikte metafizik bağı en iyi anlatan ifadelerdir. Belki niye iyi olduğu şeklindeki soru ısrarla sorulmaya devam etse, “işte iyi biri” sözü tekrar edilir. Bu ifadeler bir tarihi, performansı, gönül bağını vb. içermesi açısından oldukça derin içeriklidirler. Biz bu makalede, özelde Adnan Menderes’in hayatı ve siyasal mücadelesini halkla kurduğu metafizik bağ merkezinde tekrar okumaya çalışacağız. SİYASA BİÇİMLERİ Siyaset söz konusu olduğunda, tarih boyunca çok genel olarak iki siyasa etme biçiminden söz edebiliriz. İlki, daha üsttenci bir yönetim şekli. Bu tür yönetim şekli, halkın (yönetilenlerin) talep ve isteklerini dikkate almadan, onları bir ideoloji ya da yönelim çerçevesinde dizayn etmeyi hedeflemiştir. Toplum, doğal seyrinin dışında dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu tarz, yukarıdan aşağıya doğru, duruma göre zecri tedbirlerle toplumdaki dönüşümü hızlı ve keskin bir şekilde gerçekleştirmek ister. İkincisi ise, devlet ve toplum için hedef belirlerken bunu alttan talep ve istekleri dikkate alarak yapmakta; siyasetin merkezine bunu oturtmaktadır. Bu siyasa biçiminde, toplumun doğal değişim süreci yönetilir ancak üstten aşağıya keskin dönüştürme yadsınır. Tarihsel tecrübe, her iki siyasa biçiminin örneklerini bize sürekli sunmaktadır. Baskıcı yönetimlerin yanında toplumun talep ve sorunlarının farkında olan yönetimler de tarihsel alanın içinde bize kendilerini gösterirler. Bu iki yaklaşımı “insan devlet içindir“ ve “ devlet

74

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

insan içindir“ şeklindeki iki kategorik ayrımda da bir şekilde görebiliriz. Bu iki kategori açısından değerlendirdiğimizde İnönü dönemi ile Menderes’in yönetim tarzını birbirinden ayıran en önemli noktanın “halkın talep ve isteklerini dikkate alma“ olduğunu görebiliriz. İsmet İnönü CHP’si, sürekli üsttenci bir tavırla toplumu dönüştürme gibi bir hedefe sahip olmuştur. Bu, ekonomik, sosyal, kültürel vb. bir çok açılardan bir baskıyı, homojenliği ve tekelciliği beraberinde getirmiştir. Menderes’in -peşinen söylemek gerekir ki- halkla oluşturduğu bağın metafiziği bu baskı, homojenlik ve tekelciliği çözündürmesiyle yakından bağlantılar taşımaktadır. İnönü CHP’si ülkeyi daha çok merkezde öbeklenmiş bürokratik mekanizma ile idare etmektedir ki, bu durum çoğu zaman aşağıdan yukarıya mobilize olma imkan ve fırsatlarını daraltmıştır. Eğitim, ekonomi vb. alanlar, bu mobilizasyonu sağlamadığı gibi merkez ve çevre arasındaki farkları ve imkanları daha da keskinleştirmiştir.3 Menderes, insan ve toplum faktörünü siyasetinin merkezine yerleştirmiştir. Menderes, İzmir il merkezindeki bir açıklamasında memleket partiler için değil, partiler memleket içindir derken bu farkı ortaya koymaktadır.4 Dolayısıyla Menderes üzerinden Demokrat Parti, halkın talep ve arzularının merkeze taşınması 3 Mustafa Çufalı, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi (1945-1950), Babil Yay., Ankara, 2004, ss. 13-37. 4 Celâl Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, Der. İsmet Bozdağ, Tercüman Gazetesi Yay., İst., 1986, s. 52.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU konusunda işlevsel olmuş ve bu bağlamda araçsallaşmıştır. Menderes’in bu açıklamasında geçen “Parti“ kelimesini çıkarıp yerine “devlet“i koyduğumuzda da, onun devlete iki türlü bakış tarzından hangisinde konumlandığını rahatlıkla görebiliriz. İnönü döneminde parti, araçsallıktan çıkıp tüm ilişki ve siyasetin merkezden belirlenerek sınırlandığı bir durumu tanımlamaktadır. Menderes, bunu tersine çeviren bir süreci başlatmıştır. Menderes, “7 Aralık 1945’te hiç hesapta yokken Demokrat Parti’yi kurduk. Türkiye’nin dertlerini Demokrat Parti’nin bu yeni adamları çözecekti. Bu yeni adamlar sözünü bilerek söylüyorum. Hepsi de temiz, çalışkan, dürüst Anadolu çocuklarıydı“5 derken bu hususu vurgulumaktadır. Adnan Menderes, aynı zamanda Demokrat Parti’ye tek partili yönetimce bir son vermek misyonunu yüklerken6, bu homojenlik ve tekilliği de farklılık ve renkliliğe çevirmeyi hedeflemekteydi. Bunun uzun vadeli anlamı; toplumun periferini en azından merkezle ilişkilendirmekti. İnönü, Halk Partisi üzerinden siyasa tarzında siyaset dışı enstrümanlara başvurarak mevcut konumunu devam ettirmek istiyordu. Bu bağlamda O, Perin’in ifadesiyle, “İnönü sürekli olarak basın ve orduyu, halka DP ve Menderes’e karşı kışkırtmaktaydı.“7 CHP, aynı zamanda sürekli olarak Demokrat Parti’yi farklı ithamlarla baskı altında tutmak istiyordu.8 Daha sonraki süreçte, kimi zaman Demokrat Parti iktidarına karşı darbe yapma istekleri sürekli gündeme gelecekti. Meselâ; 1957 seçimleri öncesinde de, ihtilâle taraftar olanlar vardı. Fakat Gürsel’in de müdahil olduğu bir grup da DP’nin ıslah olacağını ummaktaydı.9 İnönü’nün muhalefeti kabullenmesinin arkaplanında Türkiye içi ve dışı konjonktürel durumlar etkiliydi. Doğrusu O’nun muhalefeti onaylaması, “Ona razı olmak“ anlamından ziyade, muhalefete katlanmak şeklinde ifade edilebilir.10 Zaten Demokrat Parti’nin kuruluşundan 1960 darbesine kadar olan süreçte Demokrat Partililer Halk Parti’sinin her türlü bürokratik baskısından, kötü muamelesinden şikayetçi idiler.11 Demokrat Parti ve Menderes, İnönü CHP’sinin bu 5 Gürbüz Azak, Ben, Adnan Menderes Yani Astığınız Adam, Emre Yay., İst., 2006, s. 38-39. 6 Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş, 2. baskı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2001, s. 65. 7 Bkz. Mithat Perin, Menderes’i Kim Astırdı?, Dünya Yay., İst., 1995, s. 46 vd. 8 Ahmet Yeşil, a.g.e., s. 85. 9 Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset-27 Mayıs-12 Mart, 4. baskı, İletişim Yay., İst., 2009, s. 71. 10 Recep Şükrü Apuhan, 27 Mayıs’tan Yassıada Mahkemelerine Menderes Resmi Tarihi Değiştirecek Gerçekler, 3. baskı, Timaş Yay., İst., 2008, s. 69. 11 Tasvir 8-14 Temmuz 1946, Yeni Sabah, 16 Temmuz 1946’dan Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi-Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temelleri, İstanbul Matbaası, İst., 1967, s. 142.

üsttenci, dönüştürücü, halkın talep, beklenti ve arzularını dikkate almayan politikanın karşısına, bunları öncelikle eleştiren ve karşı duran bir siyasayla çıkmıştır. Demokrat Parti, Halk Partisi idaresinin kusurlarını açıkça tenkit etmek ve bunları kamuoyu önünde tartışma cesaretini göstermiştir. Açıkçası işin başından bu yana kuvvetini birkaç seçkinden değil, kitlelerden almıştır. İşlerin düzeleceği ümidini ve genellikle halkta hürriyet isteğini uyandırmıştır.12 Adnan Menderes’in bu siyasayı tercihi, onun halkla bağını kuvvetlendiren bir unsur olmuştur. Hatta o günden bu yana Türkiye’nin siyasi hayatına baktığımız zaman, birinci tür siyaset tarzını benimseyenlerin çok kısa sürede siyasetten tasfiye olduğunu görmekteyiz. Nitekim 1980 sonrası döneminin ANAP’ı ilk başta Menderes ve DP’ye referansla kendisini konumlandırmıştı. Turgut Özal ve ekibinin sosyal taban ve yönelim açısından Adnan Menderes’e benzediğini belirtmeliyiz. Fakat 1990’ların ikinci yarısından itibaren ANAP’ın siyaset olarak üsttenci ve halkın taleplerinden mesafe alıcı tavırları, onu Türkiye siyasi hayatının dışına çıkarmıştır. Açıkçası belirtmek gerekirse, Türkiye Tanzimat’tan bu yana bu iki siyasa arasında gel-gitler yaşamaktadır. Türkiye’de Adnan Menderes ve Demokrat Parti halk temelli, talep ve arzulara açık, periferi merkeze mobilize etme anlayışlar çerçevesinde siyaset yapanların bir referansı durumundadır. Bu anlamda halkın gönlünde sürekli bir yer edinmiş; Türkiye’de siyaseten kendisine pozitif referansların yapıldığı bir konum kazanmıştır. Nitekim halkın taleplerinin dillendirilmesi, demokrasi, millet-devlet arasındaki kaynaşma vb. gibi Türkiye’de demokrasi hanesine yazılan artı puanların, hala Adnan Menderes’e atıfla gündeme gelmesi bu bağlamda hatırlanabilir. Osmanlı’dan bu yana yaşanan modernleşme tecrübesinin en önemli handikapı olarak onun yukarıdan aşağıya doğru bir dönüşümü içermesi ifade edilmektedir. Yukarıdan aşağıya doğru modernleşme, halkın taleplerini dikkate alan doğal bir değişimi değil, yeni bir toplum tasarımını gündeme getirmiştir. Adnan Menderes, farklı bir anlayışla geniş halk kesimleriyle buluşmuş, insanlar büyük bir coşkuyla Adnan Menderes’in uzattığı ele karşılık vermişlerdir. Menderes, iktidarı boyunca halkla arasında kurduğu bu bağı muhafaza etmiştir. Hiç şüphesiz bu bağın oluşmasında Menderes’in kendi döneminde yaptığı icraatlar kadar, takip ettiği 12 Kemal H. Karpat, a.g.e., s. 146.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 75


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU siyasanın üslûbu ve halka verdiği değer de etkili olmuştur. Halk onu kendisinden biri olarak görmüştür. 1960 darbesiyle birlikte Menderes’in yaşadıkları toplumun vicdanında hala bir sızı olarak durmakta ve bugüne bakıyeler vermektedir. Adnan Menderes’in idamı, onun icraatları ve halkla kurduğu bağı daha da görünür kılıp sağlamlaştırmış, Menderes’i kahramanlaştırmıştır. Bugün toplumsal bellekte Adnan Menderes ismi zikredilince, akla gelen anahtar kelimelerden önde geleni halktır. Türkiye siyasetinde de demokrasi ve halk kelimelerine yapılan atıflar, somut olarak hep Adnan Menderes üzerinden yapılmaktadır. Demokrat Parti’nin “Yeter! Söz milletindir” mottosu, hala partilerin işe başlarken takip edecekleri yol haritasının başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bu sözün, özgül ağırlığının ötesinde, hala halkla bağları diri tutma noktasında etki taşıdığını görebiliriz. İşte halkla bağın metafizikleştiği noktalardan birisi budur. KONJONKTÜREL DURUM Şurası bir gerçektir ki, iktidar sürekli bir çekim merkezi olarak talep edilen bir niteliğe sahiptir. İnönü ve merkezi bürokrasi de tabii ki bu iktidarı bırakmak niyetinde değildir. Fakat Türkiye’yi çok partili hayat ve Demokrat Parti’nin kuruluşuna götüren bazı şartlar bulunmaktadır ki, konjonktürel durum bu açıdan önemlidir. Tam da bu noktada, Adnan Menderes’i iktidara götüren konjonktürel şartları ve Menderes’in burada nasıl bir duruş sergilediğine kısaca değinmemiz gerekmektedir. Öncelikle belirtilmelidir ki, Adnan Menderes’in CHP milletvekili olduğunda, başta bir muhalif tavrını göremiyoruz. Fakat muhalefet konumu süreç içerisinde belirmiştir. Burada konjonktürün Adnan Menderes’i muhalefet yaptığı ve Menderes’in mevcut konumunu kazanmasında konjonktürün belirleyici olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Her şeyden önce Adnan Menderes’in siyaset tarzında belirleyici olan şeyin bir üsttencilik olmadığını ve hatta CHP içinde de bu tür yaklaşımlara itiraz ettiğini bilmekteyiz. Fakat konjonktürel şartların Menderes’in iktidara gelme sürecinin yollarını döşediğini belirtmeliyiz. Dünyada gelişen bir takım olaylar, Türkiye’yi de yeni değişime zorlamaktaydı. Bildiğimiz gibi 1929 dünya bunalımı ile II. dünya savaşı arasındaki dönemin siyasal yaşamına tanıttığı önemli bir olgu vardır; faşizmin güçlenmesi ve disiplinli tek parti yönetimlerinin ortaya çıkması.13 Hitler’in, Mussolini’nin ikti13 Tevfik Çavdar, “Demokrat Parti”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, İletişim Yay., İst., 1983, s. 2060.

76

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

darları bir tecrübe olarak Avrupa’da yaşandı. Fakat II. Dünya Savaşı süreci dünya ölçeğinde kimi değişimleri zorunlu kılmıştır. Nitekim Alman ordularının Sovyetler Birliği’ne saldırması, daha sonra Japonya’nın Pearl Harbour baskını ile ABD’ni savaşa girmeye zorlaması, II. Dünya Savaşı’nın nitel yapısını değiştiren önemli olaylardır. Bundan sonra savaş, dünyaya yeni bir düzen verme iddiasında olan faşizm ile demokrasi arasında olmuştur.14 II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte, faşist iktidarlar da –Hitler gibi- yerlerini bırakmak zorunda kaldılar. Yeni gelişmeler demokrasi temelli oluşumları zorlamaktaydı. Dolayısıyla savaştan sonra, Türkiye’de tek parti idaresini sona erdiren ve o zaman göründüğü gibi, ülkeyi liberal ve parlamenter demokrasi yoluna oturtan değişimler meydana gelmiştir. Bu süreç 1945’te Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Anayasasını onaylamak üzere T.B.M.M.’ne geldiği zaman başlamıştır.15 Dolayısıyla Türkiye’nin bu dünya konjonktürü içerisinde tek partili hayatı sürdürmesi pek mümkün görünmemekteydi. Türkiye’deki toplumsal ve siyasal gelişmelerde doğrusu dış dinamiklere bağlı olarak bir değişimi zorunlu kılmaktaydı. İnönü dönemine genel olarak bakıldığında, bu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu dönemde nüfusun % 80’ini oluşturan kırsal kesimdeki küçük çiftçiler, yaşam seviyelerinde sağlıkta, eğitimde ya da iletişimde hiçbir iyileşme görmemişlerdi. 1953’te elektrik ulaşan köy oranı binde 2.5 düzeyindedir. Merkezin taşra üzerindeki sıkı denetimi vergi tahsildarları ile belirginlik kazanmaktaydı. Yine devlet popüler dini ifade şekillerini bastırarak; devlet ve uyrukları arasındaki en önemli ideolojik bağı koparmıştı.16 Meşhur varlık vergisi, itiraz edilmesi mümkün olmayacak şekilde illerdeki yetkililer tarafından belirlenmekteydi.17 Dolayısıyla sosyal ve ekonomik açıdan zorlu durumlar ülkeye hakimdir ve iktidarda bulunan İnönü ve CHP bu türden zaafiyetlerin tabi ki muhatabıdır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte alınan ekonomik tedbirler durumu daha da zorlaştırmıştır. Türkiye bir savaş ekonomisine geçmiş ki, bu durum sermaye birikiminin belirli ellerde toplanmasına sebep olmuştur. Savaş ekonomisi bir yandan zenginler yaratırken, öte yandan da işçi, küçük üretici, memur vb. yığınların olabildiğince yoksullaşmasına neden olmuştu... Zorunlu tüketim mallarının vesikaya bağ14 Tevfik Çavdar, a.g.m., s. 2061. 15 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, 7. baskı, T.T.K. Yay., Ankara, 1998, s. 303. 16 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Soner Gönen, 17. baskı, İletişim Yay., İst., 2004, ss. 299-301. 17 Tevfik Çavdar, “Demokrat Parti”, s. 2063.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lanmasının yanı sıra işçi, memur ve küçük üreticiler büyük vergi yükü altında da ezilmekteydiler. Ekonomik zorluklar, yoksullaşma sürüp giderken merkezi otoritenin kolluk kuvvetleri kanalıyla yaptığı baskı da artmaktaydı.18 Bu durum hem Halk Partisi’ne olan muhalefetin hem de Demokrat Parti’nin kuruluşunun ve sahiplenilişini açıklamaktadır. Bu muhalefet başlıca iki kaynaktan beslenmekteydi. Bunların birincisi, egemen sınıfların artan iktidar arzusu; ikincisi ise, halkın yaygın bıkkınlığıdır. Savaş sırasında ithalatın kısılması ve karaborsanın olabildiğince yayılması sonucunda ticaret burjuvazisi ve bir grup toprak ağası vurgunlar yapmıştı.19 Tüm bunlar olurken, aslında İnönü CHP’si de kendi içerisinde bir değişimin sancılarını yaşamaktadır. Çiftçiyi topraklandırma kanunu, bu sancıların kırılma noktasını oluşturmuştur. Adnan Menderes’le birlikte bu kanuna itiraz edenler ile partinin arası gittikçe azalmıştır. Süreç ilerledikçe özellikle Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, bir müddet sonra Vatan gazetesinde açık muhalefete geçmiştir. Bu muhalefet, millet denetiminin sağlanması, insan hak ve hürriyetlerinin güvenceye bağlanması, antidemokratik hükümlerin ilgası, baskının kaldırılması vb. gibi liberal ve demokratik temalar etrafında dönmekteydi. Bu yayın üzerine Parti divanı toplanıp 21 Eylül’de oybirliği ve bu iki milletvekilinin ihracına karar vermişlerdir.20 Aslına bakılırsa zaten çok partili demokratik hayata geçme zorunluluğu, baskı altında kalanları, bir anlamda takrircileri karşı tarafta parti kurmaya yönlendirmişti.21 Adnan Menderes ve arkadaşlarının muhalefeti, bir başka güce dayanmıyordu; ya bugün bazı milletvekillerinin başka bir parti bulduktan sonra partileri aleyhine muhalefete geçmeleri türünden değildir. Dolayısıyla onun muhalefetini konjonktür beslemekle birlikte konjonktürel değildir. Menderes, halkın mevcut iktidar ve muhalefetinin sınır ve çeperlerini iyi görerek bunu ispatlamıştır. Tabii ki halk, İnönü CHP’sine muhalifti. Ancak söz gelimi o dönemde var olan başka bir muhalefet partisine yönelmedi. Çünkü onlar bu muhalefeti yüklenip götürecek, sınırlarını çizecek bir ufuk ve vizyondan yoksundular. ADNAN MENDERES VE HALKLA İLİŞKİLERİNİN METAFİZİĞİ: Buraya

kadar

anlatılanlar,

aslında

Adnan

18 Tevfik Çavdar, “Demokrat Parti”, s. 2062-2063. 19 Cem Eroğul, Demokrat Parti-Tarihi ve İdeolojisi, 2. baskı, İmge Yay., Ankara, 1990, s. 46. 20 Cem Eoğul, a.g.e., s. 11. 21 Necdet Ekinci, İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, 3. baskı, Otopsi Yay., İst., 2004, s. 342.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 77


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Menderes’in halkla arasında oluşan bağın temel parametrelerini vermesi açısından yeterlidir. Adnan Menderes’in eğitim, bilgi, kişilik vb. özellikleriyle bir rol yapmadığı ve bu ülkenin insanları için üstün bir gayretle çalıştığı bir gerçektir. Bu durum esasında halk tarafından “Menderes bizden“ şeklinde bir algılamanın konusudur. İşte o “bizden“ duygusu, Adnan ve Menderes va halk arasındaki ilişkinin metafizikleşmesini sağlamıştır. Metafizik olma, halk ile Menderes arasındaki ilişkiyi, bağı karşılıklı menfaate dayanan reel olmasının ötesinde kopmaz, garantili ve korunaklı kılmıştır. Biz burada bir kaç başlık altında Adnan Menderes ile halk arasındaki ilişkinin metafizikleşmesini imkan dahiline sokan bazı noktalara dikkat çekmeye çalışacağız. 1- ADANMIŞLIK

Bir ülkenin tarihinde referans bir isim olabilmek, profesyonel bir perspektifin ötesinde amatör bir ruh ister. Amatör ruh, mesai saatlerine bakarak çalışmaz. Bunun, ancak bir adanmışlık duygusu ile gerçekleştirilmesi mümkündür. Adnan Menderes kendisini millete adamış bir insandı. Adnan Menderes, “ Ben Adnan Menderes... Kaderi yorulmak olan adam...Yalnızlığın hiç yalnız bırakmadığı Çakırbeyli çocuk; Başvekil Adnan...“22 derken, hayatın ileri dönemlerinde geriye baktığında gördüğü kendisini anlatır. Celal Bayar, Menderes’in vasıflarını sayarken, onun zekasına değinir ve kafası ve yüreğinin dengesinden bahseder. Ona göre Menderes’te halkın içinde yaşamanın, halkın içinden gelmenin gücü vardı. Büyük Türkiye idealine çalışarak, çok çalışarak varılabileceğine inanıyordu. Bunun için de gerçekten çok çalışırdı. Menderes’in eğlenmek için, dinlenmek için, ailesine vermek için çok az zamanı olmuştur.23 Adnan Menderes’in sabahleyin saatin altısında Ulus meydanı’nda dizlerine kadar kara batarak delegelelerle birlikte yürümesi ve orada bir kaç parça bir şey atıştırarak kalması ondaki amatör ruh ve adanmışlığı göstermektedir.24 Menderes ile ilgili şu yazılanlar bu adanmışlığı daha net olarak anlatmaktadır: “O’nun sabah karanlıklarında, arkasına henüz sabah traşlarını olmamış bir takım belediye adamlarına takarak, bir taraftan sandviçlerini yerken, bir taraftan da bizim sokağın tretuvarlarını ölçüp biçip, emirler verdiğini görmüşümdür. Kendi kendime sorardım; bu ne biçim Başvekil?“25 Gecesini gündüzüne katarak çalışması, ondaki adanmışlık duygusunun boyutlarını gösterme22 23 24 25

78

Gürbüz Azak, a.g.e., s. 47. Celâl Bayar, a.g.e., s. 60-61. Gürbüz Azak, a.g.e., s. 18-19. Gürbüz Azak, a.g.e., s. 33-34.

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

si açısından ilginçtir. Bu, Adnan Menderes’in sadece Demokrat Parti içindeki tavrı değildir. Nitekim dörtlü takrir konusunda CHP yönetiminin sorusuna şu cevabı vermekteydi: “Uzun zamandan beri parti içinde yaptığım mücadele CHP’yi kuvvetlendirmek ve onu demokratik bir mahiyete sokmak gayesine matuftu. Ben CHP’ye mensup bir milletvekili olarak sadece partiyi kuvvetlendirmek ve demokratik bir mahiyete sokmak için çalıştığıma kaniyim.“26 Menderes’e göre İnönü CHP’si, insanına, yurttaşına sanki taşa ve ağaca bakar gibi bakıyordu. Bir köyden alınmış bir torba buğday, nice babaları tedirgin etmiştir. Aç çocuğu için bir torba buğday taşıyan babalar hapse atılmıştır. Para yüzü görmemiş vatandaşlar “yol parası“ adıyla vergiler toplanılmıştır. Çıkmamış, büyümemiş ekinden onda bir (ve şu kadar dolu) mahsul istenmiştir. Menderes’e göre bunun sebebi, halkı tanımayanlar, milletin geçimi ile derdiyle uykusuz kalmayanlar yönetimin başında olmuştur. Bunlar aynı zamanda dünyanın gidişine de yabancıdır.27 İnönü ve çalıştığı bürokrasi, merkezin imkanlarını uyguladıkları siyasa ile halk aleyhine genişletirken, Menderes’in millet ve devlet için kendi işiymiş gibi çalışması, insanların derdiyle dertlenmesi bu adanmışlığı üst düzeyde göstermektedir. Nihayetinde bunun için başını bile vermekten çekinmemiştir. 2- ÜLKEYE BAĞLILIK

Adnan Menderes’in Türkiye’nin birçok açıdan yetersizlikler içinde bulunduğunun farkındaydı. Ülkede her alanda etkisini hissettiren bürokratik mekanizma, ülkedeki durgunluğun sebeplerinden biri idi. Demokrat Parti kendi programında iki noktanın altını önemle çizmekteydi. Birincisi, hürriyetçi bir anlayış. İkincisi de, devleti ve milleti üretime dönük politika ile güçlendirmek.28 Bununla bağlantılı olarak Demokrat Parti iktidara geçtikten sonra, tarımın desteklenmesi ; yol, su, enerji gibi alt yapı yartırımlarına hız verilmiş ; çimento, şeker ve tekstildeki kamu yatırımları hızlanmıştır.29 Gerçekten Demokrat Parti iktidara geçtikten sonra ülkede bu anlamda bir açılım meydana gelmiştir. Adnan Menderes ülkenin sorunlarını sahiplenmiş bir liderdi. Menderes’e göre her lideri büyüten yaralar mutlaka vardır. O, kendisinde yara olan hususları şu şekilde sayar: İnsanları kırıp geçiren hastalıklar, çare26 Metin Toker, Demokrasinin İsmet Paşalı Yılları-1944-1973-Tek Parti’den Çok Partiye 1944-1950, 4. baskı, Bilgi Yay., Ankara, 1998, s. 73. 27 Gürbüz Azak, a.g.e., s. 37 28 Celâl Bayar, a.g.e., s. 108. 29 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi-1950-1995, İmge Yay., Ankara, ss. 59-61.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

sizlikler, itilip kakılmalar, açlık, yolsuzluk, susuzluk. Menderes, bunların kendisini büyüten, dayanıklı ve hırslı kılan yaralar olarak görmektedir.30 O, iktidarı bir müddet azami düzeyde yararlanacağı bir mekanizma olarak görmediği gibi, tam tersine milletin dert ve sıkıntılar ile dertlenmekte idi. Menderes, idamına yakın şu ifadelerinde aslında ülkeye ve ülke insanlarına olan tutku ve yakınlığını şöyle ifade etmektedir : “Ben Adnan Menderes! Şu sıra üç misafir beklemekteyim. Bir kanun adamı, bir hoca, bir cellat... Merhaba kaderim, dünyadaki son ânlarım merhaba. Ceketimin iç cebinde İstiklal madalyası duruyor. Gösterdiğim kahramanlık ve sağladığım yararlar için Kurtuluş Savaşı’nda kazandığım madalyam…”31 Adnan Menderes’in hayatının muhtelif safhalarından alınacak dersler, her seferinde Onun ülkeye bağlılığını tekrar teyit edecektir. Bu bağlılığı ülke insanlarının hissetmesi, Menderes’e bağlılığı daha da artırmış denilebilir. 3- MİLLİ İRADEYİ TEMSİL

Demokrasinin en önemli sorunlarından birisi, Milli iradenin temsil edilme meselesidir. İnönü dönemi, iktidar ve otoritenin baskıcı yüzünün bürokratik mekanizmalarca halk üzerinde hissettirildiği bir zaman dilimiydi. Siyasal anlamda, Milli irade temsil edilmediği gibi, toplumsal ve kültürel anlamda alttan talepler dillendirilememekte, dillendirilse bile dikkate alınmamaktaydı. Böyle bir ortam, hayatın zor şartlar altında idamesine izin vermekteydi. Menderes, aslında hayalmiş gibi görünen bu taleplerin dillendirilmesine önayak olmuştur. 30 Gürbüz Azak, a.g.e., s. 54. 31 Gürbüz Azak, a.g.e., s. 25.

Şurası bir gerçektir ki, Demokrat Parti, Türk politik yaşamını “milli irade” kavramıyla tanıştırmıştır. DP, sivil ve askeri yönetimde kendisine sadık, en azından siyasi olarak tarafsız olabilmesi için devletin kurumlarının meşruiyetini kendisinde cisimleştiğine inandığı milli iradeye dayandırmıştır.32 CHP, iktidarın giderek kendi elinden kayacağı endişesiyle DP’yi yıpratmaya yönelik propagandalar yapmıştır. Bu propagandaların temelinde de, halkı kışkırtmak, isyana teşvik, şiddet ve anarşi ortamına zemin hazırlama gibi nedenler gösterilmiştir. Menderes bu ithamların karşısında yaptıkları “Milli Tesanüt Andı”nı hatırlatmakta ve CHP’nin işi tersyüz ederek aleyhinde kışkırtmalarda bulunduğundan şikayetçi olmaktadır.33 Menderes aslında burada halktan değil, merkezi bürokrasinin hala kendi aleyhine davranacaklarından endişelenmekte idi. Açıkça belirtmek gerekirse, Demokrat Parti milletin engin zekası ve kabiliyetine değer vermek ve ona uygun program yapmak suretiyle başarılı olmuştur.34 Dolayısıyla DP, davasını İnönü döneminde olduğu gibi, halka rağmen değil, halk için yürütmek zorundaydı. Halka inanmak, siyaseti halka götürmek bir mecburiyet idi. Sadece halkın içinden gelmek tabiki meseleyi halletmiyor. Söz gelimi; Celâl Bayar da, halkın içinden gelmiştir ama halk adamı olamamıştır. Menderes ise, toplum içinde ve belki de beklenmediği halde siyasette bir halk adamı olarak sivrildi. Ve çevresinde; hatta daha ziyade parlemento dışında, şehirde ve köyde kendileriyle dil birliği yapabildiği bir halk liderleri kadrosu toparlaya32 Süleyman İnan, a.g.e., s. 138. 33 Taşkın Tuna, Adnan Menderes Günlüğü, Şule Yay., İst., 2002, s. 71. 34 Cemal Anadol, Türk Siyaset Tarihinde Demokrat Parti, Yeni Kuvayı Milliye Yay., İst., 2004, s. 84.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 79


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Menderes’in hiç şüphesiz halkla yakın bağının en önemli göstergelerinden birisi, artık sembolik hale gelmiş olan bir el işaretinin yanındaki “Yeter! Söz milletindir” ifadesidir. Menderes’in bu slogan ve sembolü seçmedeki açıklaması da “halk” kavramına özenle referansta bulunmaktadır.39 Burada havaya kalkmış el işareti, aynı zamanda çevrenin merkeze olan bir itirazını da açıkça simgelemektedir. Bu sembol ve söylemin hiç bir praksis üretmeden bile sağlayacağı psikolojik iyileşme hesap edilebilir. Sonuçta bunun Menderes’in halkla kurduğu yakın bağın nedenlerine dair önemli ipuçları verdiği ortadadır. Tabi ki Menderes’in halka uzattığı elin karşıdan yansımaları da vardır. Meselâ 8 Temmuz 1946 tarihli Tanin Gazetesi’ndeki beyanatta, kasaba ve köylerin biraraya gelip DP şubesini açtıkları, Genel Merkezin ancak daha sonra haberdar olduğu yazıyordu.40 Bunu “gönüle girmek” gibi bir düzeyle ancak ifade edebiliriz.

bilmiştir.35 Nitekim bu sebeple Celâl Bayar Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Başbakanlık Bayar tarafından ama halkın arzusu olarak Menderes’e verilmiştir.36 Bizzat Celâl Bayar Menderes’in halkla kurduğu metafizik bağa dikkat çekmektedir: “Hiçbir şeyin milletten ayrı yapılamayacağına imanı vardı. Tek kuvvet ve tek irade olarak halka dayanmıştı. Halk da bu, kendisine dayanan Başvekili görmekte, tanımakta gecikmedi. Geniş kitlelerin sihirli muhabbetinde bu gerçek yatar. Halktan ayrı düşünmeden halka hizmet etme imkanının bulunmamış olması da Adnan Menderes’in bir diğer şansıdır. Ama bu şansı, kendisinden öncekiler de sonrakiler de Menderes ölçüsünde kullanmamışlarsa, bu sadece Menderes’in kolay bulunur bir devlet adamı olmadığını gösterir”.37 Menderes, halkın hassasiyet gösterdiği sorunlara çözüm bulma noktasında da aceleciydi. Meselâ, “Ezanın yeniden Arapça okunması”38 bunların başında gelmekteydi. 35 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı (1889-1960), 5. baskı, Remzi Kitabevi, İst., 1993, s. 203-204. 36 Erik Jan Zürcher, a.g.e., s. 322. 37 Celâl Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, s. 61. 38 M. Ali Birand vd., Demir Kırat-Bir Demokrasinin Doğuşu, 7. baskı, Milliyet Yay., İst., 1995, s. 81.

80

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Halkın benzer bir teveccühünü “Vatan Cephesi” ismiyle bilinen halk örgütlenmesinde izleyebiliriz. Bu durum, DP’ye muhalefet karşısında olmuştu. Demokrat Parti’nin muhalefete karşı aldığı önlemlerden birisi de, sine-i millete dönmek gibi bir biçimde yurt çapında örgütlenen “Vatan Cephesi”dir. İl merkezlerinden köylere kadar DP’lilerin önderliğinde, iktidarı desteklemek, onun aldığı kararların doğru olduğunu kamuoyuna açıklamak amacıyla bu adı taşıyan örgütler kuruluyor ve bunların kuruluşu hükümete çektikleri destek mesajları radyolarda saatlere varan uzun süreler içerisinde okunuyordu. “Vatan Cephesi”ni, yapay, uydurma isimlerle şişirilmiş, içi boş bir örgütlenme olarak düşünmek hatalıdır. Aksine olay, dayanacağı tabanı iyi bilen bir iktidarın bu tabaka ile ne oranda bütünleştiğini yansıtmayı amaçlayan bir güç gösterisi şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır.41 Hakikaten Menderes’e olan bu teveccüh, reel siyaset ilişkilerinin ve hatta siyasi başarılarının çok ötesindeki bir durumu ifade etmektedir. Onun idamı ise paradoksal olarak bu ilişkiyi metafizikleştirmiştir. 4- “HASO”LARA SAHİPLİK

“Haso”, “Memo” meselesi, iktidarda merkezi bürokrasi mi yoksa halkın mı olacağı konusundaki bir meseleye takabül etmektedir. Menderes, “Haso”lara sahip çıkarken, halka değer verme konusunda genel bir heyecan uyandırmıştı. DP, ilk seçimleri kazandıktan sonra DP’den Meclis’e alt sınıflardan gelenler kimileri 39 Taşkın Tuna, a.g.e., s. 84-85. 40 Ahmet Yeşil, a.g.e., s. 70. 41 Tevfik Çavdar, “Demokrat Parti“, s. 2069.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU tarafından “Haso” ve “Memo” şeklinde vasıflandırılmaktaydı.42 Üstelik Türkiye, İnönü döneminde mağduriyetlerin de halkla birlikte anıldığı bir zaman dilimini tanımlar olmuştur. Bu bağlamda insan hakları, sosyal adalet ve korkusuz yaşanacak bir hayat onlara uzaktı. Anlatıldığına göre, bazan harekete hazır bir tren durduruluyor, bir bakan veya tek bir milletvekili için bir vagon dolusu insan trenden indiriliyordu. Askerdeki oğluna, gurbetteki kocasına, hayalindeki işine kavuşmak hasretlisi vatandaş, istasyonlarda sefil oluyordu.43 Aslında halkın gönlünde kırgınlık oluşturan da, yoksulluk ve yoksunluktan ziyade bu durumdu. Menderes’in ilerleyen süreçte seçim seçim başarısının altında yatan sebepleri, tam da bu bağlamda iyi okumak önemlidir. Demokrat Parti gerçekten seçim süreci boyunca, hayat pahalılığı, kötü yönetim, çekilen sıkıntılar, hürriyetsizlik, anti demokratik kanunlar ve yolsuzluklar üzerinde durmuştu. Halk bunların tümünün olup olmadığını, yapanların kimler olduğunu düşünmüyordu. Kendi yaşadıklarını görerek ve düşünerek oy kullanmıştı… Onlar için adam yerine konmak önemliydi.44 Dolayısıyla Menderes, adam yerine konmayanlarla omuz omuza durmayı biliyordu. Onun sesi, dudağından ağzından, ciğerinden değil; çok daha derinlerden, yüreğinden gelmekteydi ki, inandırıcılığı bu yüzdendi.45 Menderes’in siyasi hayatında “haso”lara yaptığı sahiplik, halkla kurulan bağın nasıl derinden kurulduğunu farklı örnekler üzerinden de göstermektedir. Demokrat Parti’nin seçimi kazanmasının ardında, seyyar satıcılar sokaklarda Demokrat limonata satıyorlardı.46 Dolayısıyla halkın Menderes’i gönülden sahiplendiği görülmektedir. 5-ÜSTTENCİLİĞE MUHALEFET

Menderes, İnönü tarafından ülkenin sürekli üsttenci bir tarzda dizayn edilmesine de itiraz etmekteydi. Menderes, aslında kendisini toplumun üzerinde gören bürokrasiyi toplum ile bütünleşmeye zorlamıştı.47 Merkezi bürokrasi, hakikatin kendisinde olduğu edasıyla, toplumu sürekli belirlenen sınırlar içinde tutma çabasındaydı. Menderes’in karşıt tavrı ise, bunu çözündürmek üzerineydi. Menderes’e göre, İnönü CHP’si, âmir olmaktan, emreden olmaktan vatandaş olmaya vakit bulamamış 42 43 44 45 46 47

M. Ali Birand vd., a.g.e., s. 66. Gürbüz Azak, a.g.e., s. 37. Mustafa Çufalı, a.g.e., s. 83-84. Gürbüz Azak, a.g.e., s. II-III. Bernard Lewis, a.g.e., s. 317. İlkay Sunar, “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c.8, s. 2086.

bir partiydi. Milleti çözmeye, anlamaya ve ona yakın ve sıcak durmaya alışkın olmadığı gibi çaba da göstermiyordu. Ona göre, halka verile verile “ölme hakkı” verilmiştir.48 Menderes, otoriter, üsttenci ve halktan uzak olarak gördüğü bu tür siyasanın hiçbir dönemde uygulayıcısı olmamıştır. O, kendisinden bu yurdu tanımayanlar ve tuzu kuru olanlar ve devleti babalarından miras kaldı sananlar tarafından düşman ilan edildiğini belirtir.49 Demokrat Parti’nin ilk seçimleri kazanması son kertede, büyük ve sessiz yığınların görülmemiş desteği ile mümkün olmuştur.50 Üstelik Menderes ve Demokrat Parti’nin halkla mesafeli siyasete itirazı sadece söylem düzeyinde kalmamıştır. İcraatlar siyasete toplumun alt katmanlardan mobilizasyonun başlangıcı olmuştur. Artık milletvekili ile seçmen barışmıştır. Ankara’ya gelen seçmenler milletvekilleri ile görüşebilmiş, TBMM’ne girebilmiştir.51 Aslında bu safhada sorunların ne kadar halledildiği önemli değildir. Millet ile vekilinin buluşabilmesi başlıbaşına sembolik bir anlam ve önem kazanmıştır. SONUÇ

Adnan Menderes, Türkiye siyasi hayatının yerli ve bu topraklara değen bir siyaset anlayışının önemli bir figürüdür. Menderes’in hayatı, siyaseti ve mücadelesine bakıldığında, ”iktidara geçmek” gibi bir ifadenin Menderes’i tanımlamadığı gibi vakıayı açıklamaktan uzak olacağı da âşikardır. O, popüler bir ifadeyle ülkenin insanlarının gönlünde taht kurmuştur. Çok rahat bir şekilde anlaşılmaktadır ki, Menderes’in halkla teması çok kuvvetlidir ve bu bağ metafizik özellikler taşır. Fakat Menderes’in kurduğu bu bağ, daha öncesinden kendisine tevarüs eden -babadan oğula- bir bağ değildir. Öncesinde bir performans ve her şeyden önce iyi niyeti orada görmek mümkündür. Menderes, bu ülkeye ve halka kendisini adayan bir insan olarak öne çıkmış, çok çalışmıştır. Onun bu performansı ve iyi niyeti toplum tarafından dillendirilen “bizden” duygusunu gittikçe pekiştirmiş; sonrasında da bugüne de yansımaları olan metafizik bir bağ hale gelmiştir. Bugün kanaatimizce ülke insanlarının ve siyasetçilerinin Menderes’ten öğrenmeleri gereken en önemli şey; bir adanmışlık duygusuyla ülke insanlarına hizmet etmek ve sürekli çalışmayı hayatlarının merkezlerine yerleştirmek olacaktır. Bunu gerçekleştirenlerin ülke ile de ülke insanlarıyla da bağları kuvvetlenecektir. 48 49 50 51

Gürbüz Azak, a.g.e., s. 16-17. Gürbüz Azak, a.g.e., s. 41. Tevfik Çavdar, “Demokrat Parti”, s. 2068. Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 46-47.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 81


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes’in Din ve Vicdan Özgürlüğü’ne İlişkin Konuşmaları Doç. Dr. Adem EFE Çocukluğunu dindar bir kadın olan büyükannesinin yanında geçiren Menderes çevresi tarafından dinine bağlı bir kimse olarak tanınmıştır. Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes adlı hatıra kitabında şöyle bir olay anlatır. Bir gün Kızılçullu Amerikan Koleji’nden üç gencin kendisini görmek istedikleri haberini aldığını, bu gençlerin okudukları kolejde eğitim kadrosu içinde misyoner rahiplerin Müslüman Türk gençlerine Hıristiyanlık propagandası yaptıklarını, bir devlet büyüğü olarak kendisinden yardım istediklerini” ifade eder. Ve devamında da bu üç gençten birinin Adnan Menderes olduğunu söyler. Bütün bunları anlatmaktan maksadının da “Okul çağında bir gencin kendi okulunda olup bitenlere dikkatli olması, çevresindeki hocaların bazı arkadaşları üzerinde yaptıkları çalışmaları gözden kaçırmaması, bunları iyi değerlendirmesi, en sonra da buna engel olabilmek için çağın etkili devlet adamlarına başvurup derdini anlatacak ölçüde cesur olması” olduğunu beyan eder. Ona göre Adnan Menderes’in bu davranışı onun din ve milliyet konusunda hassasiyeti olan bir kimse olduğunun açık bir göstergesidir. Ayrıca Menderes’in 17 Şubat 1960 yılında vuku bulan Londra uçak kazasından salimen kurtulması da bazı çevreler tarafından “Allah’ın şan-ı ulûhiyeti’ne bağlanmış dolayısıyla karizmatik bir şahıs olduğu, Allah tarafından korunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bu şekilde çevre tarafından karizmatik bir şahsiyet olarak görülen Menderes’in din ve vicdan özgürlüğü hususundaki konuşmaları dikkat çekicidir. Menderes konuşmalarının birinde vicdan hürriyetini baskı altında tutmayacaklarını işaret etmektedir: “Din ve dünya işlerini birbirinden ayrı tutmayı ve vicdan hürriyetini baskı altında bulundurmamayı demokrasinin ana prensiplerinden addetmekteyiz. Bu hususta parti programımızla Türk Milletine karşı taahhüt etmiş bulunduğumuz esastan hiçbir tahrik bizi inhiraf ettirmeyecektir. Ne dindarların ne de kendini dinle alakalı görmeyenlerin birbirine karşılıklı olarak baskı altına almalarına ve bu suretle vatandaşların zümreleşip iki karargâh hâline gelmelerine asla müsaade etmemek icap eder.” “Memlekette vatandaşların fikir hürriyetinden, vicdan hürriyetinden ve şahsî, içtimaî ve siyasî hürriyet ve masuniyetlerin nimetlerinden gereği gibi faydalanabil82

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

meleri, ancak müstakar bir devlet hayatının temin edilmiş olmasına bağlıdır.” Bir başka konuşmasında da irticai asla prim vermeyeceklerini ama din ve vicdan hürriyetinin gereklerine riayet edeceklerini açıkladıktan sonra laikliği tanımlamakta ve bu uğurda neler yapacaklarını ifade etmektedir: “İrticai tahrike asla müsaade etmemekle beraber din ve vicdan hürriyetlerinin icaplarına riayet edeceğiz. Hakiki laikliğin manasını biz böyle anlamaktayız. Programımızda da sarahaten ifade edildiği gibi, hakiki laikliği dinin devlet siyasetiyle hiçbir ilgisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması şeklinde anlıyoruz. Bu itibarla gerek din dersleri meselesinde gerekse din adamlarını yetiştirecek yüksek müesseselerin faaliyete geçmesi hususunda icap eden tedbirleri süratle ittihaz etmek kararındayız.” Görüldüğü üzere Menderes bu bağlamdaki konuşmalarında din ve vicdan özgürlüğü konusunda Türk halkına karşı verdikleri sözden asla sapmayacaklarını belirtmektedir. Daha önceki dönemde dine karşı uygulanan katı politikaları terk etmelerini, daha çok din ve vicdan özgürlüğü getirmelerini ve dini ve geleneksel değerler konusunda halkın sesine kulak vermelerini isteyen halkın bu beklentisine “Yeter Söz Milletin” uyarısı/sloganıyla yola çıkan DP’liler, Anadolu’nun en ücra köşelerinde teşkilatlar kurup, gittikleri kırsalda halka hitap ediyorlardı.46 Bir başka ifadeyle DP’liler seçkinci ‘merkez’e değil, çiftçi, köylü, kasaba yani yoksul ve kırsaldan oluşan ‘çevre’ye kucak açıyordu. Buna olumlu cevap veren halk, ilk defa seçmen olarak kendi siyasal tercihlerini sandığa yansıtmıştı. Bunun neticesi olarak DP, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde toplam oyların % 53,3’ünü alarak 408 milletvekili elde etti. DP’nin bu başarısını CHP’li iktidar seçkinleri “karşı devrim” olarak adlandırdılar. Çünkü CHP’lilere göre, Menderes çok partili sisteme geçmekle birlikte din başta olmak üzere milletin birçok tarihi ve geleneksel isteklerine cevap vermişti ve bunlar tek parti düzeniyle çatışmaktaydı. Gerçekten de Menderes bir karşı devrimci olarak nitelendirilebilecek bazı uygulamalara imza atmıştı. Biraz kapalı olmakla birlikte Mustafa Kemal’in inkılâplarını halk tarafından ‘tutulan” ve ‘tutulmayan’ diye iki ayrı kategoriye ayırmıştı. Bu ayırım hükümete


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

halk tarafından benimsenmeyen bazı inkılâpları askıya alma, iptal etme imkânı verebilecekti. Halktan aldığı destekle iş başına gelen DP din ve vicdan hürriyeti konusunda birçok icraatlar gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu yüzden çevrenin gözünde DP “dini yeniden kurtaran parti”dir. DP’nin dinî ve geleneksel değerlere dayanarak bu alanda yeniden canlanmaya yol açan faaliyetlerinin belli başlıları şunlardır: 1) 1950: Türkçe Ezan, 29 Ocak 1932’de fiilen, 18 Temmuz 1932’de de resmi genelge doğrultusunda okunmaya başladı. Sonraki günlerde evkaf müdürlüklerine Türkçe Ezan metni gönderildi. Müftülüklere gönderilen genelgede ise Ezanı Türkçe okumaları, buna uymayanların kesin ve şiddetli bir şekilde cezalandırılacakları bildirildi. DP’liler iktidara gelir gelmez bu yasağın kaldırılması konusunu incelemeye aldılar. 4 Haziran 1950’de yaptığı bir basın toplantısında Adnan Menderes, Arapça Ezan okuma yasağının kaldırılmasını din ve vicdan özgürlüğü bağlamında ele alarak şunları söylemiştir: “Her taassup, cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvela taassup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice kavranılmış olması neticesidir ki büyük Atatürk birtakım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken, taassup zihniyetiyle mücadele etmek lüzumunu hissetmişti. Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında

çok lüzumlu bu mecburiyet ve tedbir, diğer tedbirlerle birlikte bugünün hür Türkiye’sine zemin hazırlamıştır. Ezanın Türkçe okunmasına mukabil, cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezat teşkil eder gibi görünür... Aradan bunca yıl geçtikten ve vaktiyle zaruri görülen tedbire artık ihtiyaç kalmadıktan sonra bunda ısrar, bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder. Şimdi meselenin laiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Diğer inkılâplarımız gibi laiklik esasının muhafazası, bugün için ancak prensiplere bağlı kalmakla mümkündür. Halbuki umumî adaba ve amme nizamına hiçbir aykırılık göstermeyen Ezan meselesinde memnuiyetin devamı laiklik prensibini menfi cihetten zedelemek manasını tazammun eder.” Dikkat edilirse Menderes bu beyanatında Arapça Ezan konusunu laiklik ilkesi çerçevesinde ele almakta ve yasağın devam ettirilmesinin, devletin din işlerine müdahale etmesi demek olduğunu, bunun da laikliğin asli manasına tamamen aykırı olduğunu savunmaktadır. CHP genel başkanı İsmet İnönü ret oyu vermesine karşın bazı milletvekillerinin kabul oyu vermesi ile Ezan 16 Haziran 1950’den itibaren Arapça aslına uygun olarak okunmaya başlamıştır. 2) 7 Temmuz 1950: Arapça Ezan üzerindeki yasağın kaldırılmasından üç hafta kadar kısa bir süre sonra, devlet radyolarında Kur’an yayınlarının başlatıldı. Bu ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 83


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU tarihten itibaren Ramazan ayında sabah, akşam, her biri onar dakika olmak üzere günde iki defa, diğer zamanlarda ise haftada bir defa cuma sabahları radyolarda Kur’an yayını yapılır hale geldi. 3) 4 Kasım 1950 tarihinde din dersleri ilkokul programına alındı. 4) 1951: Atatürk’ü Koruma Kanunu: Ticanî tarikatı mensuplarının 1940’ların sonlarında Atatürk’ün heykellerine saldırılar düzenlemeleri sebebiyle buna engel olmak amacıyla 1951 yılında çıkarıldı. 5) 1951: 1951-1952 ders yılında İmam Hatip Okulları tekrar öğretime başladı. 6) 1953: Toplanma ve Vicdan Hürriyetini Koruma Kanunu: DP muhalefette iken dinin siyasi amaçlara alet edilmesini yasaklayan 163. maddedeki yeni düzenlemeyi desteklemiş olmasına rağmen, 1950’de iktidara gelmesiyle birlikte bu maddeye muhalif olanların ümidini artırmıştı. Bu maddeden rahatsız olan İslamcı basın da madde hakkındaki eleştirilerini sürdürmüştü. Buna rağmen DP, 1952-1953 yıllarında laiklik aleyhtarı grupların takibat altına alındığı sırada “Toplanma ve Vicdan Hürriyetini Koruma Kanunu” diye adlandırılan 6187 nolu kanun aracılığıyla 163. maddenin etki alanını genişletme yolunu tercih etti. 6187 nolu kanun 163. maddenin cezayı gerektiren sahasını daha da genişleterek din ve kutsal değerlerin sömürülmesi yoluyla şahsi ve siyasi menfaat elde etmeyi yasaklıyordu. Kanun birçok açıdan eleştirilmesine karşın 23 Temmuz 1953’te mecliste kabul edildi. 7) 13 Ağustos 1956 tarihinde din eğitimi ortaokul programına dâhil edildi. 8) 1959: İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. DP din ve vicdan özgürlüğü bağlamında geliştirdiği ve uygulamaya koyduğu bu faaliyetlerinden dolayı CHP ve belli bir aydın kesimi tarafından irticaya prim vermekle suçlanırken, muhafazakâr çevreler tarafından da yeterli olmadığı düşüncesiyle eleştiriye uğramıştır. Mesela Eşref Edib, Demokrat Parti’nin lideri Celal Bayar’ın Yozgat ve İskenderun’da yaptığı konuşmalarda: “DP gerek din ve gerek milliyet meselelerinde nokta-ı nazarını açıkça nizamnamesine koymuş ve millete ilân etmiş bulunuyor. Nizamnamemizdeki bu ana prensiplere göre din hürriyeti diğer hürriyetler gibi mukaddestir. Vatandaş dilediği dini seçmekte ve bu dinin icaplarını yerine getirmekte serbesttir. Bu prensibin tatbike konulması şekli, zamanı geldiğinde düşünülecektir. DP’nin memlekete getirdiği ciddi hürriyet havasının ortaya koyduğu bir mecburiyet olarak iktidar, din meselesi ve dinî tedrisat etrafında birtakım müzakereler için teşebbüsler yapmış ve meseleyi Meclis Kürsüsüne getirmiştir. “Sırası geldiğinde Demokrat Parti de nizamnamesindeki ana prensiplere dayanarak görüşlerini ve bunların tatbik şeklini millet huzurunda konuşacaktır.” şeklin84

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

deki açıklamalarını yazısına alıntı yaparak, DP’nin din siyasetinin belirgin olmadığını söylemektedir. Edib’e göre DP din hakkında görüşlerini açıkça beyan etmekten çekinmektedir. Eşref Edib, DP’nin bu konuda çekinceli davranmasını şöyle izah etmektedir. 9) Din meselesi milletin en hassas ana davasıdır. Geniş topluluklarda açıkça buna temas edilirse büyük heyecan husule getirmesi mümkündür. Bu takdirde iktidar bunu vesile ittihaz ederek irticai ileri sürer, kanunî teşebbüslere meydan verilmiş olur. 10) DP’nin din meselesindeki esas umdesi, milletin vicdan-ı umumisine tamamıyla uygun değildir. Eğer yarın, bu hususta liderlerin hakiki görüş ve düşüncelerini açıkça söyleyecek olurlarsa halk kitleleri bunu hazmedemeyecek, galeyana gelecek, bir anda partiden yüz çevirecektir. Binaenaleyh iktidara gelinceye kadar DP bu hususta daima umumi sözlerle idare-i maslahat yolunu tutmak mecburiyetindedir. 11) DP’nin din meselesinde çok hayırlı ve tamamıyla milletin arzu ve iradesine uygun düşünceleri vardır. Fakat bunları şimdiden söylemek istemez. Eğer dinin inkişafı yolundaki hayırlı tasavvurlarını söyleyecek olursa iktidar, bu fikirleri uzak bir ihtimal olsa da-benimser, bu suretle milletin gönlünü kazanır, devamını temin eder. 12) Bir ihtimal daha var o da, DP’nin bu husustaki fikir ve görüşleri henüz kat’i bir surette takarrür etmiş değildir. Edib’e göre zamanın şartları gereği DP bu husustaki görüşlerini halk kitleleri huzurunda izah etmeyebilir. Ama gazetelerde, broşürlerde, meclis kürsüsünde izah edebilir, sırası geldiğinde bu meseleleri millet huzurunda konuşacağını söylüyor. İnşaallah. Bir parti lideri için bu en mühim bir vazifedir. Görüldüğü üzere DP’nin din politikası ve bu husustaki icraatları İslamcı basın tarafından eleştirilmiştir. Başbakan Adnan Menderes 1950’de İzmir’de ve 7 Ocak 1956’da Konya Hükümet meydanında laiklik kavramı ve din öğretimi konusunu ele aldığı Menderes, İzmir ve Konya’da yaptığı konuşmalarda: “Vicdan hürriyeti bahsine gelince, Türk milleti Müslümandır ve Müslüman kalacaktır. Evladına ve gelecek nesilleri dinini telkin etmesi, onun esasını ve kaidelerini öğretmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır. Halbuki mekteplerde din dersi olmayınca, evladına kendi dinini telkin etmek ve öğretmek isteyen vatandaşlar bu imkândan mahrum edilmiş olurlar. Müslüman çocuğu, dinini öğrenmek gibi pek tabii haktan mahrum edilmemek icab eder. Böyle mahrumiyet ve imkânsızlık vicdan hürriyetine uygundur, denilemez.” şeklindeki konuşmaları muhalefetin “Adnan Menderes dini siyasete alet etti” diye feryat etmesine yol açmıştır. Buna karşılık aynı konuşma, İslamcılar tarafından ise Menderes’in tekrar kendilerine dönmesi biçiminde algılanarak alkışlanmıştır.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 85


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’in Mizacı Üzerine –Psiko-Biyografik Bir Deneme-

Doç. Dr. Süleyman İNAN

Politik şahsiyetlerin biyografileri son zamanlarda akademik tarih çalışmalarında ilgi görmekte ve farklı disiplinlerden yardım alarak yeni boyut kazanmaktadır. Psikolojinin rehberliğindeki ve basitçe kişiyi daha iyi anlama olarak tanımlanan “psiko-biyografi” (psychociography) de bunlardan biridir1. Psiko-biyografi, incelenen kişinin ruh ve iç dünyasına yönelir ve kayda geçmiş arşivsel bilgi, anı ve anlatılardan yola çıkarak mantıklı/ tutarlı açıklamalar getirmeye uğraşır. Akademik alanda yöntemi hâlâ tartışılan ve henüz yaygınlık kazanmamış böylesi çalışmaların2 bilimselliği, bu durumda kolaylıkla yazanın yaklaşımı, ele alış tarzı ve tutumuyla ilişkilendirilebilir. Dolayısıyla ihtiyat için bu çalışmanın, Adnan Menderes’in mizacını tamamıyla cevaplandırma/çözme iddiasında olmadığını belirtmeliyim. Hatta aşağıda yapılan açıklama veya varılan yargıların tersine, başka bazı iddialar ileri sürülebilir veya gözlemler paylaşılabilir. Yazının başlığında geçen “...Üzerine” ifadesi ile de çalışmanın akademik olma çabası kadar, deneme çabasının da öne çıkartıldığını vurgulamalıyız. Hatta bu çalışma, son kertede, yazılanlardan yola çıkarak sadece tasvirî kişi incelemesi yapan klasik tarih çalışmalarından farksız bulunabilir. Bu noktada, bu yazının sınırları içerisindeki geçen mizaç kavramının çerçevesi belirlenmelidir. Günlük kullanımda mizaç kavramı, karakter, kişilik gibi kavramlarla farksız görülür ve aralarındaki ince ayrımlar gözetilmez. Bir kimsenin “kişiliksiz” olduğunu ya da “sert mizaçlı” olduğunu söylemişliğimiz veya bu tür sözleri duymuşluğumuz vardır. Bu kullanım biçimleriyle kastedilen başkasının bizim üzerimizdeki izlenimidir ve bu açıdan o kişiyi değerlendirici bir nitelik taşır. Psikoloji ise, bu kavramları, günlük dildeki karşılıklarından çok daha farklı ve kapsamlı ele alır. Mizaç konusunda psikologların ortaya koyduğu birçok tanımlama vardır. Psikolojinin mizaca dair uzlaşmaya vardığı genel bir tanım yoksa da, yine de ortak bazı unsurlann belirlenmesi mümkündür. Psikolojiye giriş mahiyetindeki temel başvuru kitaplarında mizaç için getirilen tanımların çoğunda kişiye özgü ayırt edici özelliğinin vurgulandığı görülür. Bu noktada Rod 1 William Todd Shultz, “Introducing Psychociography” Handbook of Psychociography, New York: Oxford University Press, 2005, s.3. 2 Türkiye’de belki tek dikkat çekici örnek, Vamık D. Volkan’ın Norman Itzkowitz’le birlikte yazdıkları ve Türkçe’ye Ölümsüz Atatürk olarak basılan eseri zikre değerdir.

86

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Plotnik’in mizaç tanımı toparlayıcı nitelik taşır: “Büyük oranda genetik faktörlerden kaynaklandığı için küçük yaşta ortaya çıkan ve duygu durumu ve duygusal davranışlardaki nispeten sabit ve uzun süreli bireysel farklılardır.”3 Ama belirtmek gerekir ki, mizaç konusu bazı psikologların geliştirdikleri kişilik teorilerinin içinde ele alınmıştır. Bunlardan en bilineni ve popüler olanı Sigmund Freud’un psikanaliz kuramıdır. Bu çalışmada ise, Amerikalı psikolog Gordon Willard Allport’un (1897-1967) “ayırt edici özellik” (trait) olarak anılan kişilik teorisindeki mizaç açıklamaları Menderes’i anlamak için tercih edilecektir. Allport, mizaçta üç öğeyi öne çıkartır: 1) Genel yetenek, 2) Fiziksel özellik, 3) İşlenmemiş materyal4. Mizaç, kişinin duygu yapısının kalıtsal yönüne ilişkin bir kavram olsa da, yukarıda sıralanan üç unsur sonradan sosyal ve fizikî çevreye bağlı olarak nisbî bazı değişiklikler gösterebilir. Bu çerçevede Menderes’in mizacı, aşağıdaki gibi ve tabi ki temelde bir tarih yazısı olarak ele alınacaktır. I. Genetik (Doğuştan Kazandığı) Mizaç Özellikleri Sıcakkanlı/Güleryüzlü; Mahcup / Çekingen; Sakin tabiatlı / İtidalli/ Geçimli II. Çevresel (Sonradan Kazandığı) Mizaç Özellikleri İhtiraslı; Karizmatik (Zarafetli/ Nezaketli-Hatip) Menderes’in Genetik (Doğuştan Kazandığı) Mizaç Özellikleri

I.I. Sıcakkanlı / Güleryüzlü Menderes’le ilgili anılarda öne çıkan unsur, kendini herkese kolaylıkla sevdirme özelliği bulunmasıdır. Aracısız görüştüğü her kimseyi kendi yanma çekmeyi başaran bir sıcaklığından söz edilir. İnsanı çeken bu cazibe, kocaman yuvarlak yüzde beliren ve âdeta tüm çehreye yayılan gülümsemeyle somut bir hâl alır. Şair ve yazar Necip Fazıl kendisini makamında Menderes’in karşılamasını “çok şekerli, baldan tatlı bir tebessümle” gerçekleştiğini belirtir5. Konya milletvekili Himmet Ölçmen Yassıada duruşmalarında kendini savunurken söz Menderes’e geldiğinde o niye sanık durumunda dercesine ondan “şeker gibi adam” diye bahseder6. Bu sevgi halkası karşıtlarının da görmezlikten gelmediği bir olgudur. Ethem Menderes’e 27 Mayıs darbe3 Rod Plotnik, Psikolojiye Giriş, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2009, s.384 4 Banu Yazgan İnanç-Esef Ercüment Yerlikaya, Kişilik Kuramları, Ankara: Pegem Yayınları, 2008, s.247. 5 Necip Fazıl, Benim Gözümde Menderes, İstanbul: b.d. yayınları, 1998, s.225. 6 Tevfik İleri, Yassıada ve Kayseri Günlükleri, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2003, s.268.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sinin sonradan lideri olacak Cemal Gürsel’in, darbeden üç hafta önce -3 Mayıs’ta- genelkurmay başkanı olarak bağlı olduğu Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yolladığı mektubunda “Menderes’in her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğunu” belirtir. Hatta, aynı mektupta, son üzücü olayların üstesinden Menderes’e olan bu sevgi yoluyla gelinebileceğinden söz edilerek “kırılanların gönüllerinin alınması” ve millete “yeniden güven telkin edilmesi” önerisi geçirilir7. Sevginin ölçüsü, özellikle Atatürk benzetmeleriyle açıklanmaya çalışılır. Methiye düzen sevenleri onu “ikinci Atatürk” olarak görmekten kendini alamaz8. Tabi bunu, Menderes’in rakibi İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı dönemini var saymayan çıkışla, nihayetinde yine politik bir söylem olarak kabul edebiliriz. Ancak, Atatürk’ten sonra Menderes’le birlikte -pek çok unsurla birlikte düşünüldüğünde- yepyeni bir dönemin başladığı çokların birleştiği bir olgudur. Ona karşı darbe hareketinin içinde yer almış olan Orhan Erkanlı bile halkın Menderes’e olan sevgisini neredeyse “ölçüsüz” olduğunu ikrar ederek der ki; “Kim ne derse desin, Menderes Atatürk’ten sonra Türk halkının en çok sevdiği ve peşinden gittiği kişidir.”9 Menderes’e olan halkın sevgisi bazı zamanlar kutsî boyut kazanır. Doktoru ve yakın arkadaşı Mükerrem Sarol’un teşhisiyle, özellikle Egelilerin ona muhabbeti âdeta “manyetik bir tesirle” metafizik boyutlara yaklaşır: “[Halkıyla] kontakta iki taraf birbirine eşitti. Bazen halk Menderes’i etkiliyor, bazen Menderes halkı etkiliyordu. Fakat Menderes her iki hâlde de etki gücü merkezinin kendisi olduğunu sanıyordu.”10 Aşkî olarak ona bağlananlar, neredeyse yüce bir varlığa tapınmayı andıran “perestij” yakıştırması yapar11. Sevenlerinin ona her şeyini vermeye hazır olduğu bir ruh hâlinin, gerçekleşmese de en azından tipik halk konuşmalarında geçtiği vakidir. Müsteşar Yavuzalp’ın tanıklıklarından birinde, bir yurt gezisinde hiç de dengesiz görünmeyen birinin oğlunu süsleyip onun için isterse kurban edebileceği anlatılmıştır12. Özellikle 1959’daki Londra’daki uçak kazasından sonra sağ kurtulan Menderes’e bundan sonra gösterilecek sevgi aşırı boyutlardadır ve sevenlerin ona adanmışlığım açıkça ortaya koyar13. İdamından sonra yağmurun yağması olayı da, Allah’ın sevgili kuluna rahmet ettiği biçimindeki yorumlarla, bu sevgi sonraları özellikle 7 Erdal Şen, Belgelerin Dilinden Yassıada’nm Karakutusu, İstanbul: Zaman Kitap, 2007, s.28 8 Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs ihtilâli ve Sebepleri, İstanbukYağmur Yayınları, 2006, s.21. 9 Anılar... Sorunlar... Sorumlular, İstanbul: Baha Matbaası, 1973, s. 353. Vurgu bana ait. 10 Mükerrem Sarol, Bilinmeyen MenderesII, İstanbul: Kervan Yayınları, 1983, s.1069-1070. 11 Abdurrahman Dilipak, Menderes Dönemi, İstanbul: Beyan Yayınları, 1990, s.7. 12 Ercüment Yavuıalp, Menderes’le Anılar, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1991, s.105. 13 “Bir kavuşma! (...) Ruhların birbirine doğru akışı! İstikamet almış, birbirini münteha[son] bellemiş, göze görünmez seyyalelerin, deruni bir incizab [ilgi] ile birbirinde erimesi.”. Burhan Belge, “Menderes Sevgisi”, Zafer, 1 Mart 1959.

dini hassasiyetleri fazla olan çevrelerde menkıbevî bir içerik kazanır.

Yassıada duruşmalarında sonradan kamuoyunda “köpek-bebek” diye anılan gayri ciddi konuların ilk görülen davalardan olması, biraz da onları küçülterek kutsallık atfedilen bu sevgiyi yıkmak içindir14. Hatta şuna inanmak gerekir ki, darbeciler Menderes’in idam edilmemesi hâlinde halkın bu engin sevgisiyle tekrar siyasete geri döndüğünde kendilerinden hesap sorabileceğini düşünmüştür. Bu yüzden, Milli Birlik Komitesi üyeleri son anda bir engelle -örneğin İnönü’nün kurtarma girişimleri bilinir- karşılaşmak istemediklerinden idam infazını çabuklaştırırlar. Bu noktada, Menderes’in idamından hemen önce bıraktığı bir paragraflık son sözlerinde “Dirimden korkmayacaktınız. Ama (...) Menderes’in ölüsü (...) bir gün sizi silip süpürecektir” ifadesi çok anlamlı bulunmalıdır. Menderes’in, geçmiş yılların devlet işleriyle somutlaşan asık suratlı ciddi siyasetçi tipinin tersine, her zaman güleç yüzlü ve sıcak yaklaşımı ile halkın yeni siyasetçi tipini şekillendirdiği düşünülebilir. Sonradan bunu yapmaya çalışanların bir kısmında yapmacıklık sırıtacak kadar dikkat çekmiştir. Bu sevginin içinde elbette hayranlık ve minnettarlık da etkilidir. Sade vatandaşın gündelik gözlemi bunu tasdik eder1’. Çünkü görülmemiş bir üretim artışı, mal dolaşımı vs. söz konusudur. Ancak, eğeli yazar ve çizer olan Gürbüz Azak, Menderes hiçbir 14 Erkanlı,Anılar....Sorunlar...Sorumlular,s.123-125.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 87


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU şey yapmamış ve iyilik yapmamış bile olsaydı “millete tebessümü geri veren” bir lider olarak yine de kıymetlidir der: “Ağlamayı beğenmeyen kahırlı halka tebessüm etmeyi o öğretmiştir.”15 Menderes, izleyeceği siyaset için, halkın sevgisiyle bir kişi kültü oluşmasına kendisinin de izin verdiği akla gelebilir. Çünkü bunu, parti içi demokrasiyi işletmeyen, partisinin meclis grubunun yetkilerini kendinde toplayan tartışmasız bir lider olmada lehine kullanmasını bilmiştir. Menderes, yaptığını fark ettiği bazı hataların yine sevgi yolu ile hoş görülebileceğine veya çabuk bağışlanacağına inanmış gibidir. Menderes’in Sarol’a “Bu ‘Menderes füsunu’ varken nice karanlıklar dağılabilir” dediği söylenir16. Yalnız bu, onu her zaman vahim hatalardan azade etmez. Mesela Necip Fazıl, “işte bu gülüşünü acı ve asık bir suratla işe çevirmeyi bilseydi” diyerek onun bu yönünü eleştirir17. Özellikle 1950 ortasındaki ihtilalcilerin soruşturmasını sonuna kadar ileri götürmemesi, sonradan büyük bir siyasî hata olarak değerlendirecektir.

I.II. Mahcup / Çekingen Menderes, küçük yaşta öksüz kalarak içe dönük birisi olarak yetişir. Ailesinin Menderes’in üzerindeki etkisine dair pek fazla bilgiye sahip değiliz. Ama onu küçük yaşta alıp yanında büyüten babaannesi Fıtnat Hanımın Menderes’in üzerinde etkisi belirgindir. Fıtnat Hanım, ailenin tek yadigârı olarak göreceği Menderes üzerinde titrerken fazlasıyla tedbirli davranmasının onu çekinik yaptığı söylenebilir. Kız kardeşi Melike’nin ölümünden sonra onun geçirdiği hastalıklar ve fizikî güçsüzlüğü nedeniyle Fıtnat Hanım’ın onunla yoğun ve özel olarak ilgilendiği düşünülebilir. Hatta Menderes’in bir süre onu “anne” olarak tanıdığı bilinir. Menderes, Aydın’da Serbest Cumhuriyet Fırkası içinde politikaya ilk atıldığında çekingen ve ürkek bir kişi imajı yansıtır. Esasında bu çekiniklik siyasette başarılı ol(a]mayacağı düşüncesinden kaynaklanmaz. Asıl neden, daha en başta siyasete girip girmeyeceğiyle ilgili kararsızlıktır. Menderes’in eşi Berrin Hanıma, evlenmeden önce politikaya aktif olarak katılmayacağına dair söz verdiği bilinir18. 1931’de genç bir milletvekili olarak TBMM’ye girdiğinde, bu kez, başka türlü bir çekiniklik vardır. Bu, politikadaki tecrübesizlik ve bu yeni alanda hissettiği eksiklikten kaynaklanan kendine güvensizlik hâlidir. Mahcubiyetinin nedeni, biraz da, Meclisin kendinden daha yaşlı ve kıdemli üyelerinin toyluğu nedeniyle onu yeterince ciddiye almayacaklarından çekinmesidir. Bu noktada, belki de, Aydemir’in yer verdiği Peker’in küçümsemesi ile ilgili görüşlere inanmak gerekir19. 1931’de Atatürk’ün devşirdiği dikkate şayan Gürbüz Azak, Ben Adnan Menderes, İstanbul: Zafer Yayınları, 2000, s. 8. Sarol, Bilinmeyen Menderes II, s.1072. Fazıl, Benim Gözümde Menderes, s.225. Süleyman İnan, Muhalefet Yıllarında Andan Menderes, Ankara: Liberte Yayınları, 2006, s.57. 19 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, İstanbul: Remzi Kitabevi,

15 16 17 18

88

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

gençlerden biri olarak verdiği izlenim, taşradaki yerel siyasetten apayrı başkentten belirlenen ülke siyasetini en baştan anlamaya çalışan biri şeklindedir. Akrabası Tevfik Rüştü Aras’tan -kendisi sonra kabul etmese de- himaye gördüğü şeklindeki söylentiler de bu imajı pekiştirir. Bu yüzden gençliğinin vereceği atılganlık yerine, temkinli hâli dikkat çeker.

1945 sonrası siyasî ortam ise, ona düşüncelerini daha özgürce söyleme imkânı verir. 1946-50 evresi için Necip Fazıl “siz o zamanlar doğrudan doğruya kendi öz rengini kumaşa hâkim kılmaktan çekinen, bir tohumun merkezindeki gizli mihrak hâlinde için için yaşayan ve sert çizgili tezahür ifadelerinden kaçman bir mizaca sahiptiniz.”der20. On yıllık başbakanlık döneminde zamanla kendine güveni kimileri için aşırı özgüven olarak algılanır. Kendi başarısına olan sonsuz güveninin muhakemesini etkilemeye başladığı ve bazen iyice hesaplanmamış yollara götürdüğü yakınların bile gözlemleri arasına girer. Gerçekte o, çoğu kişi için toplumsal açıdan özgüvenli biri olarak görünse de, kişisel olarak özelde hep mahcup hâli devam eder. Örneğin bunu, oğlu Aydın “anneme hediye aldığını hatırlamam” sözüyle yansıtır21. Pek çok kürsü konuşmasında eşi Berrin Hanım bile sadece bir kez onun yanında bulunmuştur22. Menderes’in kokteyl, yemek gibi benzeri resmî toplantılarda görünecek kadar biraz kalıp, sonra oradan ayrılmayı tercih etmesi sıkılganlığına yorulur. Arkadaşı Samet Ağaoğlu, bu konudaki gözlemini şu şekilde aktarır: “Menderes kalabalık bir salona girerken ayakları birbirine dolaşırdı. On yıl süren iktidar devresinde onu politik zaruretler olmadıkça herhangi bir davette gören olmamıştır. Bulunduğu zamanlarda da birkaç arkadaşı ile bir yana çekilip biraz oturur, sonra kalkıp giderdi!”23. Nihayet, 1960-61’deki Yassıada duruşmalarında onun bu utangaçlığı trajik bir hâl alır. Bu durum, en çarpıcı şekilde DP muhalifi ve Yassıada duruşmalarında yolsuzluk iddialarını inceleyen, o sıra Maliye Bakanlığında hesap uzmanı ve malî müfettiş olan Nejat Gülen’in anılarında yer verilir: “Mahkemeler başlarken, mahkeme başkanı Menderes’e ve tüm sanıklara, mahkememizi kabul ediyor musunuz diye sordu. Bir tek Allah’ın kulu çıkıp da ‘Hayır biz milletvekiliyiz, ihtilâlciler bizi yakalayıp buraya getirdiler, bizi muhakeme edemezsiniz’ demedi. Bence deseydiler hiç olmazsa Adnan Menderes böyle bir kahramanlık yapıp ‘Siz kim oluyorsunuz? Bu tevkif edilen milletvekillerinin hiç birinin suçu yoktur, ben liderim, onlar ben ne dedimse onu yaptılar, ben de sizi tanımıyorum, beni mahkeme 2000, s. 20 Şen, Belgelerin Dilinden..., s.lll. 21 Aydın Menderes’ten naklen, akt. Nuriye Akman, Elli Kelime, İstanbul: benseno Yayınları, 2001, s. 16. 22 İsmet Bozdağ, Darağacında Bir Başbakan, İstanbul: Truva Tayınları, 2001, s.224. 23 Samet Ağaoğlu, Marmara’da Bir Ada, İstanbul: Baha Matbaası, 1972, s.34.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU edemezsiniz, asıl ihtilâlciler, 27 Mayısçılar suçludur, bizi bırakın, onları mahkeme edin. Size hesap vermem’ deseydi Adnan Menderes’i asamazlardı. Ama nerede? Mahkemeler Başlayınca gördük ki, karşımızda âciz bir mahluk var. Reis Beyefendi Hazretleri... diye lafa başlıyor, kırılıyor, dökülüyor, kadınsı hareketler yapıyordu. 0 kadar korkak, o kadar zavallı bir adamdı ki... Onu gözlerinde büyütmüş olanlar inanamıyordu. Canım adama ilaç veriyorlar herhalde diyenler vardı. Olur mu o astığı astık, kestiği kestik Menderes bu muydu?”24 I.III.Geçimli/İtidalli /Sakin tabiatlı Menderes’in politik hayatındaki fark edilen anlarda sakin tabiatı dikkat çeker. Onun asabi hali yakın çevresinin birkaç tanıklığı hariç anlatılara neredeyse hiç yansımaz. Muhatabına karşı sesini yükselttiği vaki değildir. Sinirlendiği anda nadir bağırmaları varsa da bu kendine dönüktür ve âdeta “yüreğindeki acıyı boşaltmak” içindir25. Üstünde ilgiyle durduğu bir konunun başka mecraya kaydırılması onun canını sıkar ve böyle anlarda başını sallayarak “lahavle” dediği bilinir26. Menderes’in galiz söz sarf ettiği duyulmuş değildir. Uzun yıllar yanında bulunmuş Tevfik İleri bir kere bile küfrüne şahit olmamıştır27. Menderes’in bu sakin tabiatı, politikada izlediği yolda onu makul ve itidalli yapar. Fikri beğenmese de bunu karşısındakine söylemez ama onun fikrini değiştirmeye çalışır28. Celal Bayar onunla ilgili anılarında onun bu vasfını özellikle belirtir: “Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Denilebilir ki, fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Doğru düşünmesini bilirdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. (...) Fikirlerini sonuna kadar savunmasını severdi. (...) düşüncelerinde büyük çoğunlukla haklı çıkıyordu.”29 Aydın Menderes’in verdiği bir mülakatta “babam kesinlikle kavga adamı değildi” sözleri özellikle onun Celal Bayar’la kıyaslanmasında bir anlam taşır. “Ölümle kol kola gezmiş”, “sert” yapılı30 Bayar’a karşılık, Menderes’in yapı olarak “daha uzlaşıcı” yanı temayüz eder31. Eski DP’li Rıfkı Salim Burçak da, Menderes’in Bayar’dan farkını muhalefetle olan ilişkilerinde değerlendirir: Bayar’ın fikri sabitliğine karşı; Menderes, bazen tereddüde düşerek muhalefete yaklaşıp bahar 24 Aralarımda 27 Mayıs ve Yassıada, İstanbul: Kastaş Yayınevi, 2005, s.148-149. 25 Cihad Baban, Politika Galerisi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2009, s.135. Mesela Yavuzalp anılarında Menderes’in İnönü’yü kastederek “ben o ihtiyarı mahvedeceğim” diye bağırdığından söz eder. 26 Menderes’le Anılar, s.103. 27 2B Yassıada ve..., s.301. 28 n Baban, Politika Galerisi, s.133. 29 Başvekilim Adnan Menderes, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986, s.60-61 30 Hulûsi Turgut, Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, İstanbul: Doğan Kitap, 2007, s. 232. 31 13 Sevin Zorlu’dan naklen, akt. Hulûsi Turgut, Yassıada’da Yaptırılmayan..., s.234.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 89


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU havalarına girişmenin yollarını arar32. Bunun en bariz örneği Menderes’in Londra uçak kazası sonrası gösterdiği hâlidir; çünkü İnönü onu Ankara istasyonunda karşılamaya gittiğinde Menderes’in âdeta her şeyi unutacak gibi bir tavrı dikkat çeker. Menderes’in işte bu mizaç özelliği, atlatamayacağı bir soruna kafa tutmasına engel olur. Örneğin iktidarın ilk yıllarında Milli Savunma Bakanı Seyfi Kurtbek’in ordu üzerinde sağlam bir denetim kurmasına imkân verecek radikal reform girişiminden subayların sadakati için vazgeçer33. 1955’te ordu içinde ihtilal hazırlığı yaptığı belirlenen 9 subayın tutuklanmasından sonra soruşturmanın derinleştirmesini yine benzer sebeple istemez. Menderes başbakan olduktan sonra kişisel gücünü hem kendi parti grubu hem de Meclis’te pekiştirip icraatlara girişirken mümkün olduğunca bir engelle karşılaşmak istemez. Karşılaştığında da öncelikle bunu uzlaşmayla çözümlemeye çalışır. Onun bazı zamanlar istifa resti çekmesi, gücünü yeniden sağlamlaştırmak içindir34. Menderes’in son zamanlarda gereksiz yere hırçın görmeye illa ki inanmak istiyorsak bile, bir olguyu kesin olarak kabul etmemiz gerek: Menderes geçen yılların yorgunluğuyla sinirleri yıpranmış olarak tahriklere gelmiştir. Özellikle 1957’den sonra siyasi rakipleri ve başta İnönü, Menderes’in zayıf tarafı olarak gördüğü “kızması ve köpürmesini” bilerek kullanmayı yeğler35. Bu yüzden Menderes’e atfedilen kimi sözlerin yakıştırma ihtimali söylenmiş olma ihtimali kadar geçerlidir.

II. Menderes’in Çevresel (Sonradan Kazandığı) Mizaç Özellikleri

II.I. İhtiraslı Siyasete atılan her kimsede belli bir ölçüde kişisel yükselme arzusu vardır. Menderes’in de ihtirası siyasete girdikten sonra göze çarpar ve politik kariyerindeki her bir yükselişte daha da açığa çıkar. Politikada adım adım yükselişinde izlediği yol, N.Fazıl’ın anlatımıyla “zamanı ve mekânı kollayıcı, ...huzursuzluklardan kaçınıcı... sindire sindire başarmak isteyen... bir simyacı gibi dozları tanıyan ve nihai terkibine güvenmek” şeklindedir36. “Yüreğinde yanan erişilmez ihtiras”a rağmen “gururunu bastırmasını” bilir; fark edilmeyi ve sıranın kendisine gelmesini bekler37. Yalnız bir kere, 1945’te CHP milletvekili iken Alaettin Tiritoğlu aracılığıyla Saraçoğlu hü32 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), Ankara: Nurol Matbaacılık, 1998, s.776-777. 33 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, İstanbul: Hil Yayınları, 1992, s.155. 34 j5 DP’li Emin Kalafat, Celal Bayar’ın kendisine Menderes’in o zamana dek on beş kez istifa gönderdiğini fakat Başvekil yapacak başka adamı olmadığı için, her defasında bu isteğini kabul etmediğini Nihat Erim’e anlatmıştır. Hatta Bayar’dan geri aldığı bu istifa mektubunu Kalafat Menderes’in huzurunda yine Bayar’ın talebi üzerine yırtıp attığını ve buna sevinen Menderes’in kendisinin “boynuna sarılıp öptüğü” de aynı yerde aktarılır. Nihat Erim, Günlükler, C.II., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005, s.642-643. (28 Aralık 1957) 35 AhmetHamdi Başar, Demokrasiye Geçiş, DP İktidarı ve 27 Mayıs, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, s.588. 36 Şen, Belgelerin Dilinden..., s.112. 37 88 Baban, Politika Galerisi, s.130.

90

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

kümetinde tarım bakanı olarak alınmasını rica ettiği, fakat Saraçoğlu’nun onu bu göreve getirmediği bilinir. Gazeteci Altan Öymen, Menderes’in muhalefet yıllarındaki siyasetindeki yeteneklerini daha iyi görme imkânı bulan İnönü’nün “Keşke hükümete alsaymışız” diye hayıflandığını belirtirken, onun geç fark edildiğinin altını çizer38. Menderes’in başbakanlık dönemindeki icraatlarında asıl itici gücü ihtiras olur. İcranın başı olduğu başbakanlık sonrası Menderes, kendisini halkın hizmetine adar. Siyasetin doğasında, halk için hayırhah ve yararlı işler yapmayı heyecanlı kılan şey politikacının adanmışlık duygusudur. Bu adanmışlığı, oğlu Aydın, “hizmet dervişine” benzetir ve Menderes’in kalkınma ihtirası için ‘Rahmetli babam mücadelesini vatanı mamur hâle getirmeye, imar ve inşasına, tek kelimeyle özetlersek kalkınmasına yöneltmişti’ diye açıklar39. Menderes’i bu yıllarda gerçekten heyecanlandıran ve heveslendiren yegâne kavram “kalkınma”dır. Bu yöndeki her hamle, her geçen zaman geniş yığınların desteği ve sevgisiyle onu derin bir kişisel misyonu olduğu inancına götürür. Şu sözler Menderes’e aittir: “Ben kendimi bu millete hizmet için adamış bir insanım! Bu millet de, kendisini hizmete adayan başbakanını bağrına basmış! millet ile ben, iki su gibi karışmışız birbirimize.” Menderes’in “görülmemiş kalkınma” sözüyle yaymaya çalıştığı İktisadî büyüme sevdası için hissettiklerini içten bulmak gerekir. Kayda geçen birkaç cümlelik resmî vasiyetinde bile, aklında “vatana ve devlete saadetler” dilemek vardır. Başkanlığının onuncu yılında bu ihtiras, âdeta mistik bir hâl alır. Müsteşar Ahmet Salih Korur Londra kazası sonrası onun gözlenen değişimini aktarırken, Allah’ın kendisini Türkiye’yi idare etmek için yarattığına kendisine de inandırdığından söz eder ve Menderes’in ellerini havaya kaldırarak “bak, bu ellerimi görüyor musun, bu ellerle Türkiye’yi hamur gibi yoğurarak kalkındıracağım. Allah beni bunun için yarattı” dediğinden bahseder40. Böylesi bir misyon anlayışı da, doğal olarak her türlü muhalefetin tahammülünü zorlaştırır. Bir ülkü ve dava olarak gördüğü ülke kalkınmasına yönelik muhalefetten gelen her çıkışı, buna bir engel olarak görür. Dolayısıyla onun politika ve izlediği yollarının doğruluğunu sorgulayan çoğu eleştiriye sertçe ve hatta kızgınlıkla tepki göstermeye iten de, ondaki bu misyonuna olan inançtır4’. En sonunda Menderes, “her hareketinin, her kararının, kendisine göre uygun gördüğü her şeyin beğenilmesini 38 ” Altan Öymen, Bir Dönem Bir Çocuk, İstanbul: Doğan kitap, 2009, s.508. 39 Aydın Menderes Anlatıyor: Acılı Günler, haz. Muammer Yaşar, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1987, s.148. 40 Erkanlı, Anı/ar...,s.355.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bekler bir hâle” gelir41. Son zamanlarda muhalefetle olan bu mücadelesi, günlük mesaisinin büyük bölümünü alır hale gelmiştir. O kadar ki, o sıra radyoda yayımlanan “Radyo gazetesi” adlı programdaki konuşma metnini bile kendi hazırlayacak kadar muhalefete cevap yetiştirme işini bizzat üstlenir. Hatta radyo gazetesini okuyan spikerin yeterince etkili olmadığını düşünerek yerine başka birinin verilmesine kadar sürece müdahil olur47. II.II. Karizmatik (Zarafetli / Nezaketli) Menderes, anne, baba ve kardeşini verem illetinden kaybedince sıhhatine daha çok önem verir. Kaçmak ve ürkmek yerine bedenen de mücadele etmeyi tercih eder ve inatla bazen risk alsa da daha sağlıklı olmak için hayata sarılır. 1930’da fırtınalı bir günde yanında çiftliğin kâhyasıyla birlikte nasıl atını sürüp taşkın Çine çayını geçtiği o muhitte bir efsane gibi anlatılır42. 1948’de Çeşme’de denizde yüzerek uzaklara açıldıktan sonra, bir arkadaşının yaptığının tehlikeli olduğunu söylediğinde verdiği cevap şudur: “İnsan kendine itaat ettikçe insan olur”43. Tüm hayatında onu enerjik kılan spor (futbol, yüzme, yürüyüş) hep var olmuştur. Neredeyse her sabah koşar adım birkaç saat yürüyüş yapmaktan hiç vazgeçmez. Vatan yazarı Orhan Karaveli 1959’daki Amerika gezisi sonrası onun hakkında şu gözlemlerini yazısına geçirir: 41 16 Sarol, Bilinmeyen Menderes II, s.788. 42 4İİ Aydın Menderes Anlatıyor:s. 121-122. 43 Baban, Politika Galerisi, s.133.

“Enerjiksiniz. Geceleri yalnızca birkaç saat uykuyla geçiştirdiğiniz zaman dahi sabahları sizi dipdiri görüyorum. Yüzlerce insanla el sıkışıyor, konuşuyor, espriler yapıyor ve kesinlikle yorgunluk belirtisi göstermiyorsunuz.”50 Oğlu Aydın Menderes, verdiği bir mülakatta babasının bu yönünü onu tarif ederken şöyle açıklar: “Gece üç saat uykusu olan, asgari iki üç saat yürüyen, mesela Çankaya’dan çıkıp İskit’lere kadar yürüyen biri. Yıldız Parkı’nda onunla bir-bir buçuk saat yürüdüğümüz oldu. Ben o zaman öğrenciyim. Yokuşun en dik yerine gelince, “Yokuş çıkılmadıktan sonra yürünmüş olmaz, azot almaz insan, yürümek demek yokuş çıkmaktır’ derdi. Kendinden yaşça genç olan birçok arkadaşının izin isteyip aşağıda arabaya döndüklerini gördüm. Hatta kendisi eşofmanlı falan da değil. (...) Bütün ömrü sürekli hareket halinde geçmiş bir insan. Sıcak suyla yıkandığını gören yok. Günde iki-üç kere soğuk suyun altına girip çıkıyor.”44. Menderes’in, I.Dünya savaşında henüz askere alınmadan önce İzmir’in Karşıyaka takımında futbol oynadığı bilinir. Onun bu sportif kişiliği milletvekili iken 1937’de CHP’ye bağlı Türk Spor Kurumu’nda ona asbaşkanlık görevi getirir. Bu açıdan bakılınca, 27 Mayıs darbesinden sonra özellikle Yassıada günlerinde onun duruşmalardaki zayıflamış hâli, duygusal olduğu kadar fizikî bir çöküntü olduğu da kabul edilmelidir. Çünkü 44 Akman, Elli Kelime, s.15. Aydın Menderes, başka bir mülakatından bunu tekrarlar: “Günde iki-üç saat yol yür(üyen), her gün bir iki kere soğuk suyun altına giren insan ...” Aydın Menderes Babasını Anlatıyor, haz. Veli Sırım, İstanbul: Nesil yayınları, 2008, s.101.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 91


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

her gün birkaç kilometre yol yürümeyi işten bile saymayan birisi için, aylarca iki metrekarelik kapalı bir alana tecrit edilmiş bir hâlde bırakmanın sonucu tahmin edilebilir.45“ Ağaoğlu onun Yassıada duruşmalarındaki hâlini “esen sam yeli, taşan suyla mahsulleri mahvolmuş bir toprak adamı” olarak tasvir eder.46 Menderes’in dış görünüşünün ne kadar albenili ve hoş olduğu konusunda birlik vardır. Giyimine özellikle çiftliğe bey olarak geldikten sonra dikkat ettiği düşünebilir. Köylülerin algısındaki beye uygun bir imaj çizmeye çaba sarfeder. Bu bakımdan, kâhyanın Menderes daha çiftliğine gelmeden önce “bey dediğin ...” diye başlayan nasihat dolu sözlerinin söylenmiş olması inandırıcıdır: “Bey dediğin... güçlü, beli tabancalı, burma bıyıklı, yüzü gülmeyen, çatık kaşlı, heybetli bir insan. Öyle bir adam ki, kimse yüzüne bakamaz. Kimse ona sual soramaz. O ne derse, o olur.”’47 Onun şıklığı biraz da beyliğindendir. İzmir’in tanınmış ailesi Evliyazâde- lerden genç Berrin’in Aydın’dan gelen ve “çiftçi” diye bilinen ilk görüşte Menderes’in zarafetinden etkilenmiş olduğu anlatılır. Gerçekten Menderes’in şıklığı onu tasvir edenlerce ayrıca hep vurgulanmıştır. Üstünde çok sevdiği bilinen kruvaze ceket ve içinde küçük ve dik yakalı gömlek vardır. Gömlek yakası her zaman temiz durur. Onu, açık yakalı ve spor gömlekle gören yoktur48. İnce uzun ve 45 Aydın Menderes, bir mülakatında babasıyla Yassıada’daki görüşmelerinden sonra zihnine yerleşen sorunun “Bu kadar dinamik, canlı insan dört duvar arasında ne yapıyor” olduğunu söyler. Aydın Menderes Babasını Anlatıyor, s.101. 46 Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes, İstanbul: Baha Matbaası, 1967,s.l78. Başka kitabında şunları sorar: “Neden bu kadar halsizdi? Bütün hayatında durmadan döğüşmüş, döğüşmesini bilen bu adama ne olmuştu? Hangi düşünceler, hangi sözde dost telkinler onu bu duruma sürükledi* Yoksa bu hâli sezdiği feci sonun karşısında teslim olmak mı idi?...”. Marmara ‘da Bir Ada, s.34. 47 Aydemir, Menderes’in Dramı, s.48. 48 5 Yavuzalp, Menderes’le Anılar, s.104.

92

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

daha çok koyu renkte desensiz kravatlar tercihidir. Pantolonu her zaman muntazaman ütülüdür. İskarpin ayakkabıları her daim boyalı ve parlaktır. Bu dış görünümü tamamlayan temel aksesuarlar, plastik kordonlu metal kol saati, sol yakasında ipekten cep mendili, kemik çerçeveli simsiyah bir güneş gözlüğüdür. Yağmurlu günlerde ince bir pardösüsü ise eksik olmaz. Yenice marka filtresiz sigarasını hep ahşap ağızlıkla içer. Menderes’in nezaketinin, yakın siyasî tarihte ender olduğu konusunda ittifak vardır. Tüm anılarda ortak nokta, onun, son derece kibar, nazik, incitmeyen, en alttakilere bile sevgili ve yumuşak konuşan biri olduğudur. Yassıada’da sorgusu sırasındaki onun ifade vermeye her gelişinde “evvela kapıdan girerken, sonra otururken ve nihayet sorgusu tamamlanınca kalkarken reverans yaptığı”, üyelerin hepsini “teker teker selamladığı” gözlenmiştir’6. Hasımların gözünde o, fazla insaflı ve “müstesna terbiyesiyle” dikkat çeker49. Darbecilerden Dündar Seyhan’a inanmak gerekirse eğer, komiteciler, Yassıada’da tutuklu kaldığı hücrede görmek için yanma gittiklerinde Menderes’in onlara “geleceğinizi bilseydim giyinir, traş olurdum” demiştir50. Yassıada duruşmalarında başsavcılık makamının idamını talep ettiğinde onun son savunmasındaki hitabı “sayın yüce divan, sayın iddia makamı” olur. Bu bakımdan onun nezaketi abartılı bile bulunur. O kadar ki, kendini idama götüren cellâda bile “sizi rahatsız ettim” diyecek kadar aşırı nazik olduğu söylenir51. II.III. Hatip Menderes, gençliğinde Aydm’daki çiftliğinin başına geçtiğinde köylülerin dikkatini üzerine çekeceği ortama 49 Talat Asal, Yassıada, Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası, İstanbul: Doğan Kitap, 2009, s. 90. 50 Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstanbul: Nurettin Uycan Matbaası, 1966, s.123. 51 Fazıl, Benim Gözümde Menderes, s.444.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU gelmiş olur. Onun toprak beyliği, sohbet meclislerinde kendini merkeze koyan, ağzına baktıran, sözü dinlenir bir rol biçer. Bu bakımdan, daha o sıralarda konuşmasına özen gösterdiği söylenebilir. Daha erken tarihlerde, onun kelime dağarcığını besleyen faktörün, uzun yıllar yaptığı askerlik hayatı olduğunu da düşünmemiz gerekir. Çünkü, askerlikte yazışmalar bürokrasinin ağdalı diliyle yapılır ve Menderes de I.Dünya Savaşı’ndan başlayan İstiklal Harbi’yle devam eden askerlik hayatında cephe gerisinde daha çok bu işleri yapar. 1920’ler boyunca Aydın’da kimi örgütlerde ona verilen görevlerde, hem tahsilliliğin hem de beyliğin unsurlarını birleştirerek eşraf vasfını yine konuşmalarıyla belli eder. Milletvekilliğinin ilk yıllarındaki Ankara’daki hukuk öğrenimi de ona mevzuat diline vakıf olmasına imkân verir. 1945 yılına kadar -yaklaşık 14 yıl boyunca- TBMM kürsüsünde bir kere konuşmuşluğu olmasına rağmen, onun CHP’deki Halkevleri müfettişliği, spor işleri gibi alt düzey ve dış görevleri çeşitli kesimlerle temasını kolaylaştırır. 1945’teki Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısı görüşmelerinde hükümete yönelik eleştirel konuşması “dört başı mamur” olarak değerlendirilir. Giderek göze çarpan siyasî polemiklerdeki ustalığı da, Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra, ona muhalefet yıllarında partinin sözcülüğü görevini getirir. Tek parti devrinde siyasetin kıyısında kalmış büyük yığınların Menderes’i ayağına kadar gelen bir “kurtarıcı” olarak görme eğilimi, her geçen zaman onu kalabalıkların adamı yapar. Gerçekten de, bilinen mahcubiyetine rağmen o kalabalıklar karşısında âdeta bambaşka biri olur. Siyasî mitinglerde kendine sadık kesimlere hitabında, coşkun ve aşkındır. Bazı politikacıların seçmenlerine “şirin” görünmek için mizacın dışına çıkarak yaptıkları konuşmalar ona terstir52. Muhalefetin sataşmalarında ise, cevap dili keskindir. Gazeteci Çetin Altan’ın darbe sonrası eleştirmek için kaleme aldığı bir yazıda belirttiği gibi Menderes, kalabalık karşısında “şakşaktan sarhoş ol(ur]”53. Kesin olan şu ki, gördüğü destek ve sevgiyle Menderes’in onlardan güç aldığıdır. Bu yüzden Menderes’in Yassıada duruşmalarında daha ilk savunmasında mahkeme heyetine yönelik sarfettiği “konuşma melekemi yitirdim” sitemi anlaşılabilir. “Kalabalıkların adamı”54 olan bir insanın yalnızlaştırılıp hiç kimseyle konuşturulmaması ona verilecek belki de en büyük cezadır. Menderes’in lisanı, onu anlatanlarca hep övülür. Necip Fazıl, konuşması elbisesi gibidir, der: “Ağır kumaş52 Celâl Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986, s.156. 53 Muhafız subay Mehmet N. Taşdelen, onun uzun müddet kullandıktan sonra çöpe attığı ahşap ağızlığı bir hatıra olarak kendinde yıllarca saklamıştır. Yassıada, Menderes ve Muhafızları, İstanbul: Bir Harf Yayınları, 2005, s.174. 54 Tabir Nazlı Ilıcak’ın. Yalnız Adam Menderes, İstanbul: Merkez Yayıncılık, 2007, s.7.

tan, iyi ütülü ve muntazam”. Yine ona göre Menderes’in dili biraz ağdalı ve özellikle “su katılmamış Osmanlı”dır: “’Unutmak’ yerine ‘feramuş’ diyecek kadar Osmanlı; hatta Tanzimatçıdır55. Yassıada’daki mahkeme yargıcı Başol, kendisine hitap tarzını eski Türkçeyle “Reis Beyefendi Hazretleri” olduğunu, buna karşın Bayar’ın ona göre daha yaşlı olmasına rağmen öz Türkçe “sayın başkan” 55 Fazıl, Benim Gözümde Menderes, s.443-444.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 93


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dediğinden söz eder56. Yine Başol, Menderes’in duruşmadaki hâlini tasvir ederken; “kavraması yerinde, söyleyeceğini iyi formüle edip cevap vermesini bilen bir kişiydi”57 diye anar. Yakın arkadaşı Samet Ağaoğlu’na göre Türkçeyi onun kadar iyi konuşana rastlanılmamıştır: “Cümleler ağzından, fışkıran sular gibi dökülüyordu. Birçok tekrarlamalara, dönüp dönüp aynı noktalara gelmelere rağmen fikirler insicamını kaybetmiyor, bunu da konuşmanın nerede bitmesi gerektiğini sezişte gösterdiği maharetle sağlıyordu.”58 Menderes’in kalabalık karşısındaki bu konuşmaları heyecan ve galeyanla bazen “ihtiyatsızca]” sözler sarfetmesine yol açmaz değildir59’. İrticalen konuştuğunda bilinçaltındaki düşüncelerini dışa vurur ve bu onu bazen onarılmaz hatalara sevk eder. Diğer taraftan onun her şeyi kontrollü, ne söyleyeceğini hesap eden, hep ferasetli sözler sarf etmesi de her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden kendisine yakıştırılan ve yakın çevresine söylediği rivayet edilen kimi sözleri yayıldığında, kendini siyaseten zor durumda bırakacağı ana kadar bu 56 57 58 59

94

Turgut, Yassıada’da Yaptırılmayan ..., s.258. Turgut, Yassıada’da Yaptırılmayan ..., s.258. Arkadaşım Menderes, s.38-39. Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, s.19.

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

söylentileri avantajı olarak kullanmayı yeğler. Akimdan geçeni söyleyip sonrasında pişmanlığını gösteren belki de tek istisna, 17 Mayıs 1960’da -yani darbeden 10 gün önce- Salihli’de profesörlere “kara cüppeliler” demesidir. Ağaoğlu’na göre, Menderes’in İstanbul’da profesörlerle görüşmeyi planlamışken bu benzetme yersizdi ve kürsüden inerken Ağaoğlu’na “istemeden oldu, ama düzelteceğim” demiştir60. Gerçek olan şu ki, Menderes’in etkili olan konuşmaları da işte bu irticalî konuşmaları olmuştur. Bu konuşmalar, onun “önce tereddütle başlayıp, sonra kelimeleri teker teker çıkartarak yavaş yavaş açılan” bir tarzdadır. Menderes’in bütçe görüşmelerindeki gibi uzun konuşmalarını yazdıklarından okuyarak yaptığı da olmuştur. Ama bunlar, hemen son saatte kâğıda dökülen konuşmalar olduğu için, bu da onun yazıyı okurken okuma güçlüğü çekmesine bile yol açmıştır.61 Sonuç

Kişiye özgü ayırt edici özellikleri mizaç olarak tanımlarsak eğer, Menderes’te bu bazen zaaf, bazen erdem olarak ele alınmıştır. Menderes’in işte tam da bu tarafı, onu diğer politik şahsiyetlerden ayırır. Onun duyguları60 Arkadaşım Menderes, s.165. 61 Tasvir S.Ağaoğlu’nun. aynı kitaptan, s.38.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU nı gizlemeden yaşama hâli, esasında “halktan biri” olma niteliğini öne çıkartır. Onun duygusallığı kimi zaman tutarsızlıklarla malul bir siyaset izlemesine yol açmışsa da, geçmiş zamanın devlet ciddiyetiyle örtüşük siyasî şahsiyetlerin çizdiği erişilmez ve kendinden ayırıcı imajın yanında milletin kendi içinden çıkarttığı -”içimizden biri” söylemiyle somutlaşan- biri olarak insan doğallığının timsali olur. Onu anlatanların ve başta Ş.Süreyya Aydemir’in altını çizdiği “çift şahsiyetlilik”62, gerçekte onun takip ettiği siyasetinde ve liderlik karizmasında mizaç özelliklerinin -ülkenin siyasi ve sosyal yapısından ayrı olarak- baskın geldiğini gösterir. 1961’den sonra çoğulcu siyasî ortamda billurlaşmaya başlayan parçalanmış siyasette o, merkez sağın “tarz ve tavır” bakımından arketipi olmuştur. Olumlu olan bazı yönleriyle (sıcaklığı, nezaketi, zarafeti, hatipliği) sonraki zamanda örnek alman siyasî bir figür olduğunda şüphe yoktur. KAYNAKLAR Ağaoğlu, Samet. Arkadaşım Menderes. İstanbul: Baha Matbaası, 1967. Marmara’da Bir Ada. İstanbul: Baha Matbaası, 1972. Ahmad, Feroz. Demokrasi Sürecinde Türkiye. İstanbul: Hil Yayınları, 1992. Akman, Nuriye. Elli Kelime. İstanbul: benseno Yayınları, 2001. Asal, Talat. Yassıada, Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası. İstanbul: Doğan Kitap, 2009. Aydemir, Şevket Süreyya. Menderes’in Dramı. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000. Aydın Menderes Anlatıyor: Acılı Günler, haz.Muammer Yaşar, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1987. Aydın Menderes Babasını Anlatıyor, haz.Veli Sırım, İstanbul: Nesil yayınları, 2008. Azak, Gürbüz. Ben Adnan Menderes, İstanbul: Zafer Yayınları, 2000. Baban, Cihad. Politika Galerisi. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009. Başar, Ahmet Hamdi. Demokrasiye Geçiş, DP İktidarı ve 27 Mayıs. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007. Başgil, Ali Fuat. 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri. İstanbul: Yağmur Yayınları, 2006. Bayar, Celâl, Başvekilim Adnan Menderes, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986. Belge, Burhan. “Menderes Sevgisi”, Zafer, 1 Mart 1959. 62 Necip Fazıl, bunu duygusal dalgalanmalar anlamında “piknik tip” tabiriyle verir. Benim Gözümde Menderes, s.217. Başka bir yerde daha ileri gider: “Adnan Bey, hem tek ve hem çift numaraya para koyan mizacıyla hep buydu ve hep bu olarak kaldı.” aynı eser, s. 208. Tarık Günersel de yazdığı kurmaca hikâyesinde, konuşturduğu “Kadın” karakterinin Menderes’e söylediği”Yoksa senin ikiz kardeşin mi var?” repliğiyle anlatır. Yarım Bardak Su, İstanbul: Mitos Boyut Yayınları, 2004, s.67.

Bozdağ, İsmet. Darağacında Bir Başbakan. İstanbul: Truva Tayınları, 2001. Burçak, Rıfkı Salim. On Yılın Anıları (1950-1960), Ankara: Nurol Matbaacılık, 1998. Dilipak, Abdurrahman. Menderes Dönemi. İstanbul: Beyan Yayınları, 1990. Erim, Nihat. Günlükler, haz.Ahmet Demirel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005. Erkanlı, Orhan. Anılar... Sorunlar... Sorumlular, İstanbul: Baha Matbaası, 1973. Fazıl, Necip. Benim Gözümde Menderes. İstanbul: b.d. yayınları, 1998. Gülen, Nejat. Anılarımda 27 Mayıs ve Yassıada, İstanbul: Kastaş Yayınevi, 2005. Günersel, Tarık. Yarım Bardak Su, İstanbul: Mitos Boyut Yayınları, 2004 Ilıcak, Nazlı. Yalnız Adam Menderes. İstanbul: Merkez Yayıncılık, 2007. İleri, Tevfik. Yassıada ve Kayseri Günlükleri. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2003. İnan, Süleyman. Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes. Ankara: Liberté Yayınları, 2006. İnanç, Banu Yazgan -Yerlikaya, Esef Ercüment. Kişilik Kuramları. Ankara: Pegem Yayınları, 2008. İpekçi, Abdi -Çoşar, Ömer Sami. İhtilâlin İçyüzü. İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2010. Karaveli, Orhan. Görgü Tanığı. İstanbul: Pergamon, 2001. Öymen, Altan. Bir Dönem Bir Çocuk, İstanbul: Doğan kitap, 2009. Plotnik, Rod. Psikolojiye Giriş. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2009. Sarol, Mükerrem. Bilinmeyen MenderesII. İstanbul: Kervan Yayınları, 1983. Sayarı, Sabri. “Adnan Menderes”, Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, İstanbul: Kitap Yayınevi, s.2008. Seyhan, Dündar. Gölgedeki Adam. İstanbul: Nurettin Uycan Matbaası, 1966. Shultz, William Todd. “Introducing Psychociography”, Handbook of Psychociography. New York: Oxford University Press, 2005. Şen, Erdal. Belgelerin Dilinden Yassıada’nm Karakutusu. İstanbul: Zaman Kitap, 2007. Taşdelen, Mehmet N. Yassıada, Menderes ve Muhafızları. İstanbul: Bir Harf Yayınları, 2005. Turgut, Hulûsi. Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar. İstanbul: Doğan Kitap, 2007. Yavuzalp, Ercüment. Menderes’le Anılar. İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1991. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 95


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES 96

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

BİR NAR AĞACI VAR BİR DE DAR AĞACI NAMERDE NAR DÜŞTÜ YİĞİDE DAR AĞACI!

DEMOKRASİ PLATFORMU ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 97


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Türk Siyasi Hayatından Kısa Bir Kesit:

Adnan Menderes’in İdama Sürüklenişi “açık oy, gizli sayım ve sayımdan sonra seçim sonuçlarının derhal yakılması” kuralını 2100 yıl arayla ne Aristo ne Ruso bilir. Çünkü CHP liderinin neden ve nasıl bir çok partili hayat istediğini hatırlamamız gerekir. Yoksa İnönü’nün iktidarı en az Beşer Esed kadar sevdiğinden hiç şüphem yoktur. Rahmetli Menderes, onda iktidar hastalığı olduğunu söylerdi.

Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ülkemiz, 1945 yılında çok partili siyasal hayata dördüncü kez, yine dış güçlerin çıkarı ve yönlendirmesi altında adımını atmıştır. İlki, 1912 yılında İTT’in sopalı seçimleri iken; ikincisi onun devamı olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) isyana sürüklenen Şeyh Said isyanını bahane ederek, 124 günlük ömrüyle bugünkü Mısır’da İhvan gibi yerli ve yabancı firavunların beraber kundağında boğduğu bebek Musa gibi, Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1925-TpCF); üçüncüsü ise bundan daha trajikomik olarak 99 günlük ömrüyle, bizzat Kamal Atatürk’ün emriyle açılıp kapanan uzaktan kumandalı (muvazaalı) Serbest Cumhuriyet Fırkası’dır (1930-SCF). Bunun kapanma gerekçesi ise yine tıpkı 31 Mart, tıpkı İzmir suikastı yalanı, Şeyh Said kışkırtması gibi iç ve dış hain güçlerce yönetilen Ergenekon marifeti olan Menemen olayı gösterilir. Oysa Menemen bundan dört hafta sonra sahneye konulur tıpkı bugünkü Tahrir ve Gezi Parkı olayları gibi. Ve sonuncusu aynı niyetle yapılan 1946 seçimleri. Dünya demokrasi tarihinin yüz karalarından biri olan, 98

|

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Burada CHP lideri İsmet İnönü’nün temel amacı, majestelerin kontrolünde olacak bir muvazaalı partiler sistemini kurmaktı. Tıpkı, 1930 yılındaki Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi kurulacak sistem, halkın gazını alıp barajların kapaklarından fazla suları boşaltacak ve böylece Türkiye, BM’nin hür bir üyesi olarak demokratik ülkeler grubunda yer alacaktı. Bu girişimin temel amacı CHP’yi sonsuza dek Türkiye’nin başında tutmaktı. Tıpkı bugünkü Suriye’nin Esed’i ya da şimdi tekrar piramidinden dirilip mumyalarını söken Mısır firavunu Hüsnü Mübarek gibi. (Devlet Başkanı olsa asla şaşırmayın. Çünkü bizdeki Ergenekon’un hastane fareleri Meclis’e koşarak gitmişlerdi. Haa, unutmayalım ki Şaron da diriliyormuş. Ancak Adnan Menderes, Celal Bayar ve basiretli Türkiye halkı bu oyunu, aynı ustalıkla 14 Mayıs 1950 yılı akşamına kadar oynamıştır. Öyle ki halk, CHP’yi bundan dört ay sonra da sonra muhalefetten tasfiye edecekti. Çünkü şehid Ali Adnan Menderes basiretiyle olayın farkındaydı ve DP’nin kuruluşunda Türk demokrasinin manifestosu olarak şu nutku irad eder: “Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en samimi dileğimdir.”(07 Ocak 1946)


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bu süreçten sonra İnönü, Basın+Ordu+Üniversite ve sırça köşklerde oturan içi kof dışı Beyaz elit(?)lerden oluşan bir “Zinde Kuvvetler” cephesi kurmuştur. Amaç, ne pahasına olursa olsun iktidarı “Hasso ve Memmolar”dan geri almaktı. Çünkü onların ağzı çorba kokmakta ve böylece uzaya gidecek(!) olan Türkiye’nin de hızını kesmekteydi. Bu şer ittifakının üyelerinden olan basın şu taktikleri uygulamıştır: (Kaynak, CHP yayın organı Ulus’un yazarı Cüneyt Arcayürek) Ulus, Başbakan Menderes’i adım adım izlemek kararı almıştı. Karar, elbette ki Nihat Erim’indi. Başbakan, bir barajın temelini mi atmaya gidecek, Ulus muhabiri Ankara’dan oraya gönderiliyordu. DP önderi bir başka ile gidip nutuk mu söyleyecek, Ulus muhabiri bir gün önce Menderes’in gideceği kente varıyor, bir ön haber veriyor, sonra… Menderes’e ve DP’ye alabildiğine saldırıyorduk. Haberdeki bu tutumu başyazı, yan yazılar imzasız yorumlar izliyordu. Ulus, hemen her gün yeni bir rüzgâr estiriyordu. Ulus’un benimsediği bu muhalefet türü, zaman içinde, DP’nin basına karşı tutumunda olumsuz davranışlara dönüşmüş ve bu saldırgan düşünce giderek bütün gazetelere, daha doğrusu gazetecilere sinmeye başlamıştır. Basın, olayları akışından çıkarıp abartarak, olayın içine kimi ayrıntılar ve yanlış bilgiler de koyarak iktidarı çılgına çevirecek yöntemlerle uyguluyordu. Tıpkı Rabia, Tahrir ve Gezi Parkı’nda CNN ve Reuters’in ve bizdeki kuyruklarının iki yüzlü tavrı gibi. Peki ya daha DP iktidarının ikinci gününde darbe girişiminde bulunan ve 6/7 Eylül olaylarında sessiz kalan ordudaki cuntalara ne demeli. DP’nin 1957 seçimlerini

kazanması üzerine, Batı destekli cuntaların darbe hazırlıkları en üst seviyeye çıkmaya başlamış ve 24 Aralık 1957’de bir komite adına Faruk Güventürk adında bir cuntacı, Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’le darbe konusunu görüşmüş ve onu kendi saflarına liderlik için çekmeye bile çalışmıştı. Tıpkı Tuncay Güney gibi bu komiteye girmeye çalışan Samet Kuşçu adlı bir subay Ocak 1958’de darbe oluşumunu bizzat Menderes’e ihbar etmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın geniş bir soruşturma isteğine ordu hayır demiştir. Tarihe dokuz subay olayı olarak geçen bu olay sonrasında askeri mahkemede ‘ihtilal hazırlamak’ suçlamasıyla yargılanan dokuz subay, altı ay sonra beraat ederken, ihbarda bulunan Samet Kuşçu ise iki yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. 1959 yılı Demokrat Parti’yi yıpratacak ve sonunu hazırlayacak İstanbul Topkapı, Çanakkale, Geyiklide ve Kayseri’de olaylara sahne olur. Buna karşılık olarak 12 Nisan 1960 günü DP grubu yayımladığı bildiri CHP’yi “silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla”, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçlar. Buna önlem olarak süresi ve yetkisi belirli yani üç ayda işini bitirecek bir Tahkikat Komisyonu’nun kurulması olur. 18 Nisan’da Demokrat Parti’nin önergesi TBMM’de kabul edildi. İnönü o gün TBMM’de yaptığı konuşmada ‚Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır, diyerek 1960 askerî darbesine start verdiği görülmektedir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 99


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İnönü, meclis kürsüsünden yaptığı bu konuşmasında; Türkiye’de yapılması planlanan darbeye Kore Darbesi’ni örnek göstererek, bir anlamda darbe girişimine yeşil ışık yakmıştır. Bu konuşması nedeniyle de meclisten on iki gün uzaklaştırma cezası almıştır. İnönü bu olayı, tüm il ve ilçe teşkilatlarına bildirmiş, CHP teşkilatlarını meclisteki durumdan haberdar etmiştir. Bundan sonra, meclis içerisindeki muhalefet iktidar çatışması sokaklara taşmış ve ihtilale giden süreç başlamıştır. Menderes 24 Mayıs’ta soruşturma komisyonunun görevini tamamladığını ve sonuçların en kısa sürede kamuoyuna duyurulacağı açıklayarak ortamı yumuşatmaya çalışmıştır. Menderes olayları yatıştırmak için, radyo ile halka şu konuşmayı yapsa da ok yaydan çıkmıştı: İhtilalden dem vurulmakta, ihtilalin bir hak olduğu felsefesinden bahis açılmakta. Bu bir ihtilal mı sanki? İhtilali kim yapıyor? Hazırlanmış, tertiplenmiş ve içleri kinle doldurulmuşların teşkil ettiği bir zümrecik, “çapulcular” Üç dört gündür, köşe kapmaca oynar gibi, sokaktan sokağa, meydandan meydana kaçışıp dağılan, dağılıp tekrar toparlanan sanki bir gerilla teşkilatı ve tıpkı bir iskelettin ve adalenin sarıp kaplayarak, vücudun meydana gelmesi gibi, bu gerilla iskeletinin etrafında bir kısım avare insanlar Bu mu ihtilal? Bu İstanbul sokaklarında dolaştırılan bir yapmacık, bir uydurma göstermelik. Bu düpedüz bir asilik hareketi. Bir ayaklanma teşebbüsü. Bu, düpedüz bir siyasî irtica Kavgasız, gürültüsüz, sükûnet içinde ve serbest bir seçimde Halk Partisi’nin şansı nerede ise sıfıra düşmüş. Ve dördüncü bir seçimi kaybetmeye ne Halk Partisi’nin ne de onun eski ve hakikî temsilcilerinin tahammülü yok. Parti de onlar da, bir dördüncü seçimi kaybetmeye dayanamazlar. O halde ne olacak? Gerilla teşkilatı, şayet seçim olursa, bu teşkilat ile seçim günlerini bir cehenneme çevirmek, kan ve ateş tufanı içinde seçimleri ve onun neticelerini yakıp yok etmek. Askerler arasında sevildiğinden Cemal Ağa lakaplı, emeklilik için çantasını hazırlayan ve İzmir’deki çiftliğinde çiftlik hayalleri kuran dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel tarafından, Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes’e, ülkenin içerisinde bulunduğu karışıklık ortamından nasıl çıkılacağı ile ilgili bir mektup yollanmıştır. 27 Nisan günü yani İhtilal’dan tam bir ay önce profesörler, Güney Kore darbesini örnek göstererek üniversite öğrencilerini kışkırtıyorlardı. Yurt öğrencileri yurt yurt dolaştırılıp, “yarın sabah yedide Üniversite 100 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bahçesinde” diye 555K’nın ilk provasını uygulayacak İhtilal’dan sonra da bu gençlerin, asla ispatlanma gereği dahi duyulmayan cesetlerin asfalta katıldığı yalanı, kumandalı basın tarafından her gün yazılacaktı. Bu süreçten sonra da 27 Mayıs 1960 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde CHP ve İsmet İnönü ile işbirliği halindeki bir cunta darbe yapmış, darbe sonrasında DP iktidardan uzaklaştırılmıştır. Ancak asıl darbenin TSK’ya vurulduğunu bilmek gerekir. Çünkü 27 Mayıs darbesinden sonra (290 general’den) 275 general ve amiralle, 7.000 albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin % 90’ı, albayların % 55’i, yarbayların % 40’ı, binbaşıların da % 5’ydi. İnkılâp Subayları (Eminsu) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı tamamen ABD’den temin edilmişti. (27 Mayıs darbesinin sabahında Org. Cemal Gürsel telefonda İnönü’ye “Emrinizdeyim Paşam” der. İki darbeci subay da Paşa’yı ziyaret ettikten sonra beraberce balkondan bindirilmiş kıtaları selamlamışlarken. ) 15 yargıç ve 9 savcıdan oluşan Yassıada duruşmaları, o güne kadar kimsenin adını pek duymadığı, Yargıtay üyesi Salim Başol başkanlığında 14 Ekim 1960 yılında başlamıştır. Bugün için Başol’un adı, hukukun katli olarak tarihe geçen 592 sanık ve 19 ayrı davadan yargılamalar sonunda idam, müebbet ve ağır hapis cezalarıyla tarihe geçmişse de, Başol’un en iyi sözü “sizleri buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor olmuştur”. Ne de olsa merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatini söylermiş. 39 kişilik 27 Mayıs cuntasının resmi teşkilatı olan Millî Birlik Komitesi’nin emriyle 15 idam sayısız müebbet ve ağır cezalara çarptırılan DP’lilerden Bayar, yaş haddinden idamdan kurtulurken Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edilmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve çok sayıda DP bakanı ve milletvekilleri Kayseri cezaevinde tutulmuş ve Yassıada mahkemesinde aylarca yargılanmışlardır. Bunlardan bazıları intihar etmiş bazıları ise acımasız şartlara dayanamayarak kısa sürede hayatını kaybetmiştir. Özetle Cem Eroğul’a göre İnönü, Menderes’i şöyle yıkmıştır: Tahrik edip, çileden çıkartmak, çileden çıkarıp hata işletmek, hataları amansızca yüzüne vurarak daha çok çileden çıkarıp, daha çok hata işletmek… ta ki hatalarının içinde boğulana kadar.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Halkın Tahayyülünde Adnan Menderes

Doç. Dr. Caner IŞIK Siyasal hayat, halkın ihtiyaç ve beklentilerinin farklı siyasal iktidarlar tarafından karşılanma biçimlerinin anlaşılması ile ilgilidir. Başbakan Ali Adnan Menderes de Türk siyasal hayatını anlamada bir döneme damgasını vurmuş bir şahsiyettir. Adnan Menderes gerek iktidarda olduğu 10 yıllık dönemde iken yaptıkları gerek trajik ölümü ile değerlendirilmiş, yargılanmış ve anlaşılmaya çalışılmıştır. Değerlendirilmiştir, çünkü yapıp ettikleri tarih sahnesinde etkileyen bütün unsurlarıyla ortadadır. Yargılanmıştır, çünkü toplumda hala bir kutupsallık temelinde anlaşılmaktadır; anlaşılmaya çalışılmıştır çünkü derinlemesine yapılan siyasal analizlerde artı ve eksileri olan bir insan ve birçok ihtiyacın acilen giderilmesi gereken bir ülkenin siyasi liderliğini yapmıştır. Bu anlamıyla Adnan Menderes bir yandan Türk siyasal hayatında halka yönelik siyaset yapma geleneğinin ve demokratik uygulamaların başlatıcısı kabul edilirken, diğer yandan popülist siyasetin başlatıcısı ve Cumhuriyet devriminin karşı devrim sorumlusu olarak aktarılmıştır. Bu temelde Adnan Menderes hakkında halk tahayyülü ve onun işaret ettiği anlamların çözümlenmesi ile bir dönem Türk siyasal hayatının zihniyet şeması ve bunun günümüzdeki yansımaları da anlamlı hale gelebilecektir. Türk siyasal hayatında halka yönelik siyaset yapma geleneğinin ve demokratik uygulamaların başlatıcısı olarak kabul edilen Adnan Menderes genel olarak şöyle temellendirilir. Menderes Celal Bayar’ın ifadesine göre; “Halk iradesi felsefesine çok bağlı, milletten başka dayanacak güç olmadığına iman etmiş, tam bir demokrattır. Gücünü ‘halkın içinde yaşamış ve onun içinden gelmesinden alır. Halkın psikolojisini, özellikle köylünün psikolojisini çok iyi bilir ve bunu liderliği için doğru kullanabilir.

Bununla birlikte, milyonlarca insanla, kısa süre içinde ‘sihirli bir muhabbet’ gerçekleştirebilen bir siyasi önderdir” (Bozdağ: 1986). Menderes’in idam sehpasında “hiçbirinize kırgın değilim, vazifenizi yaptınız, vatan sağolsun” demesi de onun siyasi önderliği ve vatana dair bağlılığı hususunda ciddi bilgiler vermektedir. Bunun yanında Menderes’in demokratlığı hakkında halk arasında anlatılan bir anekdot anlayış hakkında önemli ipuçları verir. Menderes iktidarda iken bir üniversite öğrencisi olan Deniz Baykal, bir şekilde Başbakan Menderes’in boynuna yapışmış, yakasından tutup ileri geri sarsarak “bize özgürlük verin” diye söylemiştir. Menderes ise son derece sakin bir şekilde, Baykal’ın ellerini işaret ederek “başbakanın yakasına yapıştın, daha ne özgürlüğü istiyorsun” demiştir. Bu ve buna benzer efsanemsi anlayışlar halk nezdindeki Menderes anlatılırken daha detaylı bir şekilde aktarılacaktır. Tarihsel bir şahsiyet olarak Menderes’i anlama biçimimiz, ne kişisel ve politik tarih üzerinden belirli verilere dayanarak bir yüceltme girişimi ne de şu anda kullanılan politik değerlere bağlı olarak geçmişe dönük bir yargılama olabilir. Bu noktada Menderes’in kişiliğinde belirginleşen toplumsal tahayyüllerin inşa edilme biçiminin önemli bir sosyal bilimsel veri olduğu varsayılabilir. Adnan Menderes karşıtlarına göre Adnan Menderes, Cumhuriyet devriminin kazanmalarını gerileten, ülkenin tam bağımsız karakterine zarar veren bir siyasi şahsiyettir. Bunun içinde Türkiye’yi ilk dışa bağımlı hale getiren bir siyasetçi olması, özelleştirme ile gelişmekte olan ülkenin sanayisini zor duruma sokması, vatan topraklarına yabancı sermayeyi davet etmesi, “tahkikat komisyonları” gibi uygulamaların yapılması, CHP hükümetinin 1948’de kurduğu imam hatip kurslarını imam hatip liselerine dönüştürmesi ve sayısını artırması, Said-i ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 101


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Nursi’nin yaşadığı Emirdağ’ı ziyaret edip şeriatçı gösterilerle karşılanması, CHP’yi muhalefet edemez duruma getirmesi, Cumhuriyet devrimlerini ve uygulamalarını güç duruma düşürmesi gibi iddialar savunulmaktadır. Yeni kurulmuş ve savaştan yeni çıkmış Cumhuriyet devriminin kırılgan yapısı ile oynandığı ve o dönemden sonra Cumhuriyet devrimlerinin ilk coşkusuna hiç ulaşamadığı ve bu anlamıyla Türk milletinin çok önemli, tarihi bir fırsatı kaçırıp emperyalizme teslim olduğu iddiası aktarılmaktadır (Aydoğan, 2002). Karşılıklı bu iddialar, Türk siyasal tarihi sürecinde anlaşılıp analiz edilecek konulardır. Biz çalışmamızda halkın tahayyülündeki Menderes’i anlatmaya çalışarak, zaman zaman bu karşıtlıklar temelinde örneklere başvurup konunun daha da anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışacağız. Halk tahayyülündeki Adnan Menderes’i anlama koşulları Halk denilen grup, topluluk ve kitle üzerine çok farklı tanımlamalar yapılmaktadır. Halkbilim alanında yapılan tanımlamalar halk kavramını daha anlaşılır hale getirmiştir. Halk tarihsel olarak, elitin karşıtı olarak kullanılmıştır (Dundes: 2004). Bu elit siyasal iktidarın belirlemesiyle farklılaşabilmektedir fakat halk hep bu elite göre daha belirlenen bir konumda duran grup, topluluk ve kitledir. Söz konusu üç ayrı kavram halktan ne beklendiği hakkında da üç ayrı anlayışa karşılık gelmektedir. İlki halka bir kitle gözü ile bakan anlayış onun manipülatif (yönlendirilebilir) bir yığın olduğu anlayışını kabul eder. İkincisi halkın bir çoğunluk olan topluluk olduğunu kabul eden anlayıştır, bu anlayış popüler söylemlerin ve popülist siyasetin etkin olduğu kavrayıştır. Bu anlayışa göre halk sosyal yapıyı yönlendirmek için özgül değerleri vurgulanması gereken çoğunluktur. Üçüncü anlayış ise halkın sosyal bir grup olarak anlaşılması ile ilgili olan değerlendirmedir. Bu anlayışa göre halk en küçük birim olan aileden geniş bir birliktelik olan millete kadar bir değerler sistemini ortak olarak yaşayan yapıyı işaret eder. Bu anlamıyla bir meslek grubu da bir sosyal organizasyonda halk kavramı içinde değerlendirilir. Halk bilimciler bu üç kullanımı da farkında olarak birbirine dair üstünlükleri ve eksiklikleri ile birlikte kullanırlar. Modernleşme süreci sekülerleşme ve bireyselleşme süreçleri ile paralel hareket eder. Ülkemizin modernleşme süreci doğal bireyselleşme ve sekülerleşmenin bir sonucu değildir. Modernleşme sürecimiz üst yapısal kurumların doğrudan modernleşme sürecine, modernleştirici olarak katılımı ile gerçekleşmiştir. Cumhuriyet devrimi ile gerçekleşen modernleşme çabalarımız, bireyleşmenin de kendine özgü şartlar altında totaliter bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaya çalışmıştır. Bu süreçte kitlelere modern insan tipi popülist şablonlarla aktarılmaya çalışılmış bu da toplumun gelenek değerleri ve inanç dünyası ile çatışmalar yaşanmasına sebep olmuştur. Bu süreç aydınların Cumhuriyet normlarını politikalarla kitlelere aktarmaya çalıştığı bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamıyla halka dair yapılan birçok şey halka rağmen yapılmak durumda kalmıştır. Anlatılan ve yapılanların halk için olduğu doğru bir biçimde anlatılamamış, her yapılan devrim köklü bir geleneğin sürekli dönüşümü zorlayıcı etkisi altında kalmıştır. Siyasetin popülizmle olan doğrudan ilişkisi Türk siyasal hayatını da her biçimde belirlemiştir. Halk siyasal olanı bir “yandaş”lık bir tarafgirlik olarak anlamış ve siyaseten yapılan her şeyi bu taraftarlık çerçevesinde ele alınmıştır. Hatta halk arasında siyaset yapmak “belli yalanlarla kendi menfaati doğrultusunda kişiyi kandırmaya çalışmak” gibi bir anlama gelmiştir. Siyasetin böyle gayrı ahlaki bir zeminde şekillenmesi, toplumda kutuplaşmanın siyaset aracılığı ile oluşmasını sağlamıştır. Söz konusu bu ayrışmanın ilk görünür hale geldiği, tarih sahnesine çıktığı dönem ise Adnan Menderes’in Başvekillik yaptığı dönemdir. Çünkü söz konusu dönemde, çok partili hayata geçişle birlikte, eleştiri yapılanların değerlendirilmesi, eski yapılanların yerine yeni metotların denenmesi, anlayış farkı gibi etken102 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

lerle farklı duruşlar ve bu farklı duruşların gerekçelendirildiği anlamlar ayrışmıştır. Kaba bir tasnifle, Modernleşme sürecini kendi içinde bağımsız bireyler yetiştirme olarak anlayan, daha Batılı değerlerle donanmış, sekülerleşmiş bireyler yetiştirmeyi hedefleyen, doğru bilgiyi gerekirse otoriter yöntemlerle uygulanmasını savunan, üretici, devrimci, ulusal karakterli ve siyasal alanda tam bağımsız olmayı gerekli gören bir anlayış olarak anlayan bir grubun karşısına çok partili döneme geçişle birlikte ikinci bir grup çıkmıştır. Bu gruba göre belirleyici öğe çoğunluk olan halktır ve halkın taşıdığı gelenektir. Gelenek ise daha çok dini değerler dünyasından anlamını bulan bir yapı arz etmektedir. Bu anlamıyla Cumhuriyet devrimi sonunda yapılan ve halkın geleneksel beklentilerine uymayan her anlayış, halkın beklentileri doğrultusunda yeniden organize edilmesi gerektiği görüşünü savunan bir anlayıştır. Bu anlayış da modernleşme karşıtı değildir fakat modernleşmeyi “kendilik” değeri içinde dini hayatı dışlamadan gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bu anlayış, Osmanlı mirasına bir geleneksel bağla bağlı olup, Osmanlı’nın kültürel ve tarihsel devamını temsil etmeyi daha doğru bulmaktadır. Yine bu anlayış, emperyal güçlere karşı bağımlı, işbirliği içinde bir ekonomi ve siyasal yapı öngörmektedir. Söz konusu anlayış emperyalist nitelikli ülkeler tarafından da destek bulmakta ve bu tarz siyasal yapılarla kendi emperyal amaçlarını söz konusu ülkelerde gerçekleştirmektedirler. Birincinin açmazı bağımsızlık adına içe kapanma iken, İkincinin açmazı ise uluslararası güç unsurlarının denetimine girmektir. Kabaca sınıflandıracak olursak bu iki anlayış kendisini çok partili hayata geçiş dönemiyle somutlandırmış, daha sol değerlerle bütünleşmiş gözüken CHP ilk grubu temsil ederken, daha çok sağ değerleri temsil eden DP ise ikinci grubun anlayışına karşılık gelmiştir. Halka dair siyaset yapma da yukarıdaki belirlemeler ve beklentiler ortamında şekillenmiştir. Emperyal güçlerin birinci dünya (paylaşım) savaşı sonunda parçalamayı hedefledikleri Osmanlı İmparatorluğu’ndan Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti emperyal devletlerin istediği gibi kurulmamıştır. Kurtuluş savaşı sonunda kurulan devlet devrimci kadrolarla hızlı bir modernleşme, buna bağlı bir sekülerleşme ve bağımsız bireyler yetiştirme isteklerini yürürlüğe koymuşlardır. Bu durum otoriter uygulamalarla gerçekleşebilmiş, halkın beklentileri içinde kültürel alan ulusal kültürün belirleyiciliğinde şekillendirilmiş, dini alanın toplumsal alana etkisi azaltılmaya çalışılmıştır. Bağımsız bireyler yetiştirme hedefi ile dinin “kul”luk bilinci arasındaki çelişkiden dolayı dini alan ve dini hayat devlet tarafından daha bağımsız bireyler yetiştirebilecek tarzda yapılandırılmaya çalışılmıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, eğitim öğretimde birlik kanunu, halifeliğin kaldırılması, Kuran’ın anlaşılabilmesi için Türkçeleştirme çalışmaları, Ezan’ın Türkçe okunması gibi çalışmalar bu minvalde yapılan çalışmalardır (Bila: 1979). Bu çalışmalar halk nazarında çok da doğru anlaşılmadan özellikle karşı devrimcilerin propagandası ile halka dinden uzaklaşma, dini hayatın baskı altına alınması olarak anlatılmış ve halkta bunlara sempati beslemiştir. Cumhuriyet devrimi sonrası olan birçok yenilik toplumsal hayata yeni bir hız vermiş ve toplumsal hayat yeniden organize olmuştur. Söz konusu süreçte yaşanan ikinci dünya savaşı ve Türkiye’nin bu savaşta tarafsızlık ilkesine sadık kalarak, en zor zamanları bu duruşla aşmaya çalışması yaşanan sürecin zorluğuna başka zorluklarda eklemiştir. Özetle söylenecek olursa, devrim uygulamalarının yarattığı güçlükler, halkın eğitim probleminin tamamen halledilememiş olması ve ikinci dünya savaşının yokluk dönemlerinin sıkıntıları eklenince devrim kadrolarının hedeflerinde düşme, sapma ve yanlış uygulamalar yapılmasına olanak sağlamıştır. İşte çok partili döneme geçiş dönemi problemlerin bir şekilde düğümlendiği bir döneme denk gelmiştir. Bu anlamıyla çok partili döneme geçerek, daha önce yapılması devrim kanunlarına göre suç olan unsurlar bir çıkış yolu olarak görülmüş ve bunun uygulamasını


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yapmak Adnan Menderes ve hükümetine düşmüştür. Bu anlamıyla Adnan Menderes’in kişisel beklentileri ve duruşunu aşan birçok problem, birçok çözümsüz bırakılmış konu vardır ve bunlar gruplaşmış yapıların beklentileri doğrultusunda yeni bir bakışla çözülmesi vadiyle iktidara gelmişlerdir. Adnan Menderesi destekleyen yapılar içinde Cumhuriyet devrimi karşıtları, eski dini önderler, Amerikan mandacıları, antikomünistler, işbirlikçi sermaye, toprak ağaları gibi güç grupları varken kültürel devrimi dini alanlarına saldırı olarak anlayan büyük çoğunluk olan halk da vardı. Halk tahayyülünde şekillenen Adnan Menderes’te böyle bir tarihsel sürecin içinde tarihsel, kültürel beklentiler içinde anlamlandırılmıştır. Bunu Aydın şehir merkezinde Aydınlılarla yaptığımız, derinlemesine görüşmeler vasıtasıyla ortaya çıkarabildiğimizi çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Söz konusu tahayyülün anlaşılması aslında halkın siyasal süreçleri nasıl anladığı hakkında bilgi vermektedir. Bu anlamıyla Cumhuriyet devrimin yapmak istediği bağımsız yurttaş projesinin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkarken, halk adı verilen topluluğun sağduyu bilgisinin önemli bir sosyolojik ve antropolojik gösteren olduğu da ortaya çıkmaktadır. Siyasiler bu iki durumu bir birine karşıt iki durum olarak kullanmayı tercih edip bu alanda popülist veya otoriter uygulamalar geliştirmişlerdir. Fakat bunu aşan bir deneyimi daha ülkemiz insanı bir birleştirici akıl etrafında gerçekleştirememiştir. Siyasal alan halka rağmen doğruların uygulandığı veya halkın istediği diye popülizm ile ileride halka zarar verecek, halkın gelişiminin önünü tıkayacak uygulamalara sahne olmuştur. Örnek olarak halkın büyük bir çoğunluğu hiçbir siyasi lidere güvenmemekte hatta siyaset yapmanın bir şekilde yalan yapmakla eşdeğer olduğunu düşünmektedir. Buna rağmen kendini de siyasal tartışmalardan alamamaktadır. Bu tartışmalarda kendisini konumlandırdığı yere göre gerekirse militanca yapıp edilenleri savunmaktadır. Bu savunma da kendi deneyimleri ihtiyacı temelinde bir değerlendirme yapılmayıp, siyasi kimliğin olası işaret ettiği temel anlam dünyasına referansla kişiyi savunmaktadır. Dini alan çoğu zaman bu bilginin yorumlanmasını belirleyici olmuştur. Anlamak için bir örnek vermek yerinde olacaktır. İslam dini kutsal kitabı olan bir dindir ve kitabı olan Kuranı Kerim’in okunması dini doğru anlamak için en önemli kılavuzdur. Bu konuda İslam âlimleri arasında tartışma yoktur. Dinin doğru anlatılması Kuranın okunması ve anlaşılması ile gerçekleşecektir. Dindar ve geleneksel bir yapıya sahip olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nda Kuran’ın öğretimi konusunda milli, halkçı bir tutum sergilenmemiştir. Aksine Kuran bilgisini bilen dini elitlerin vasıtasıyla halk din adına yönlendirilmiştir. Bu durum Cumhuriyet dönemiyle birlikte bizzat Mustafa Kemal’in kendi kişisel çabaları ile halledilmeye çalışılmış ve ilk tercüme Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırılmıştır. Bu tercüme yapmaktaki amaç, halkın dinini asıl kaynağından öğrenmesidir. Bu durum din üzerindeki seçkinliklerini korumak isteyenler tarafından, ‘Kuran çevrilemez, bir harfi bile yanlış okunsa büyük günah olur’ diyerek anlatılmış ve günümüzde bile bu propagandaya inanan birçok dindar insan Allah’ının kitabından mahrum olarak dini hayatını yaşamaya çalışmaktadır. Bu örnek şu maksatla verilmiştir. Halkın dini sandığı birçok şey aslında farklı iktidar gruplarının varlığını sağlamlaştırma bilgisidir. Cumhuriyet devrimi bu yapıyı değiştirmek istemiş fakat yaptıkları dini yok etmek olarak halka yansıtılmıştır. Bu konuda dini alanı kullanan elitler olduğu gibi ruhsal bilginin her türüne karşı tepkili olan başka bir menfaat grubu da vardır. İşte bu iki menfaat grubunun çatışması halkı ve halkın geniş anlamdaki tahayyülünü çatışmacı, taraftar bir biçimde şekillendirmiştir. Söz konusu ortam her bilginin bu taraflılık süzgecinden değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Adnan Menderes ve ona dair oluşan halk tahayyülü yukarıda bahsettiğimiz sosyal ortam içinde oluşmuştur. Gelenek, din, kültür ve bunlara bağlı yapılan siyasal yaptırımlar bu çerçeve içinde anlamlandırılmıştır. Bu anlamıyla halkın zihinsel ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 103


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU dünyasında Menderes özetle şöyle hatırlanmaktadır. Adnan Menderes’i Atatürk keşfetmiş ve siyasete sokmuştur. 1946 seçimlerinde Aydından DP milletvekili olamamıştır. 14 Mayıs 1950 Demokrat Parti, “Yeter! Söz Milletindir” sloganıyla tek başına iktidara gelmiştir. Gelir gelmez ilk iş olarak Türkçe Ezanı eski haline getirmiştir ve halk için dini bir kahramana dönüşmüştür. Yanlış uygulamalara işaret ederek “Millete mal olmuş inkılâplarımızı koruyacağız” diyerek Atatürk devrimlerini millete mal olmuş ve olmamış olarak ikiye ayırmış ve daha başka bir yol izleyeceğini halka anlatmıştır. İlkokullarda isteğe bağlı din dersini tersine çevirmiştir. Ekonomik alanda serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verilmiştir. Menderes kendi grup toplantısında “Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar. Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak var mıdır? Siz güçlüsünüz ki şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir, hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” Diyerek demokraside halk iradesini nasıl andığının işareti vermiş, halkın belli bir niteliğe kavuşması değil, olduğu yerin anlaşılması ve onun istediği gibi yapılması ilkesini seçtiğini işaret etmiştir. CHP ve muhalefete karşı ciddi sınırlayıcı baskıcı yöntemler kullanmıştır. Gerek CHP gerek üniversite gerekse ordu içinden yapılan uyarıları dikkate almamış, halk iradesini her şeyin üstünde tutmuştur. Basın yayma kısıtlama getirmiş, sendikal örgütlenmeleri yasaklamış, üniversitelilere “kara cübbeliler”, Said’i Nursi’ye “Mübarek adam” demiş, “Odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm”, “ben orduyu yedek subayla da yönetirim” gibi ifadeler kullanmıştır. Bunlarla birlikte, dış yardımlarla, kıtlık içindeki ülkeye sıcak para akışını sağlamış, tarımda atılımlar yapılmasına olanak vermiş, köylüyü sosyal hayatın içine katabilmiş, dini hayatın sosyal alanda etkinlik alanlarının yollarını açmış, Kore savaşma asker göndererek NATO’ya girmemizi sağlamış, ülkenin her tarafında yollar

104 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

inşa etmiş ve trajik ölümüyle halkın anlam dünyasında derin bir iz bırakmış siyasi bir liderdir (İleri: 1986, Sükan: 1992, Tuna: 2002, Turgut: 2007). Adnan Menderes’ üzerine yapılan değerlendirmeler ve bunların popüler alandaki yansımaları derinlikli ve analitik bir değerlendirmeden uzaktır. Değerlendirmeler yukarıda kısaca ifade ettiğim bazısı sloganlaşmış ifadelerden ibaret olan bilgilerle yapılmıştır. Bu anlamıyla çift kutuplu bir yapı görünmektedir. Çoğunluk olarak toptan bir kabul söz konusu iken, eleştirenlerde ise sosyal ve siyasal alana dair bir bilgi birikimi varlığı görünmektedir bu alanda siyasi ve ekonomik yapı analizleri söz konusudur. Bu anlamıyla, Adnan Menderes’i militanca savunanlardaki savunma durumu, duygusal tepkilerin organize olması olarak tezahür ederken, eleştirel bir gözle değerlendirenler ise daha bireysel temelde, ekonomik analizlerle destekli ve ulusal bağımsızlık beklentilerinden hareket ederek değerlendirme yapmaktadırlar. Adnan Menderes’in siyasal politik alanda neler yaptığı tarihçiler, sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından detaylı bir şekilde tartışılmakta ve değerlendirilmektedir. Bizim yapmaya çalıştığımız ise yapılmış olan eylem ve söylemlerin nasıl bir anlamlandırma ile halk tarafından içselleştirildiğidir. Bu anlamıyla halkın tahayyülündeki Adnan Menderes çoğu zaman gerçek Adnan Menderes’ten bağımsızlaşarak bir tarafta olmayı gösteren siyasi bir simgeye dönüşmüştür. Adnan Menderes ve Halk İki ana bölümde sunulabilecek olan bu bölüm aslında karşılıklılık temelinde kurgulanmış bir kimliği anlamaya yönelik bir çabanın sonucudur. İlk bölüm bir önceki bölümde ifade ettiğim halkın tahayyülündeki Adnan Menderestir. Adnan Men-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU deres yukarıda da analiz ettiğimiz gibi kutupsallık temelinde bir anlamlandırma ile anlaşılmıştır. Gerek taraftarları gerekse karşıtları toptan bir biçimde taraf olmuşlardır. Bu iki anlayış son tahlilde efsaneleştirmelere kadar gidebilecek hikâyelerle Adnan Menderes’i evliya, suçlamalarla hain olarak adlandırılmasına kadar genişletilebilecek bir karşıt kutuplu atmosfer içindedir. Bunda ülkenin geçtiği siyasal süreçler, tarihsel arka plan, modernleşme pratikleri etkilidir. Aydın içinde yapmış olduğumuz görüşmelerden birinde bir vatandaşın söyledikleri sade vatandaşın, siyasal alanın halk tarafından nasıl anlaşıldığına yönelik önemli veriler vermektedir. Vatandaş1 siyasetçiler için; “Bunların davası siyaset davası burada her kafadan bir ses çıkar. Çıkar menfaat üzerinedir bu meseleler. Bizi okyanusun ortasına atmışlar kendileri gemilerde bizler köpek balıklarıyla mücadele ediyoruz, durum budur (H.H). Birçok siyasi tartışmanın gerçekte bazı şeyleri örtmek için yapıldığını işaret eden ve halkın gerçekte kendi başına hayatın acımasızlığı içine atıldığının iddia edildiği bu yaklaşım aslında halk arasında yaygın da olan bir anlayıştır. Bu farklı bir umutsuzluk halinin kanıksanması anlamına gelir. Bu anlayış aslında politik tartışmalarla yıpranan halkın da siyaset alanına dair anlayışını yansıtmaktadır. Halkın gerek kutupsallık temelinde gerekse siyasal alana güvensizlik temelinde yaptığı değerlendirmeler dışında, çalışmamızın bu bölümünde Adnan Menderes için halkın nasıl bir unsur olduğu üzerinde durulmaya çalışılacaktır. Başlarken Adnan Menderes’in Cumhuriyet devriminin kurucu entelektüellerinden biri olduğu belirtilmelidir. Bu anlamıyla Adnan Menderes de halkın eğitilmesi, ilerletilmesi, yönlendirilmesi gereken bir kitle olduğuna inanmıştır. “Ben kimi istersem seçtiririm” anlayışı bunun yansımasıdır. Bunun yanında farklı bir biçimde “siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” diyebilecek kadar demokratik iradeye inanmış bir insandır (Sükan: 1992, Tuna: 2002). Bu ikisi arasındaki denge çoğu zaman Adnan Menderes’in kafasındaki planın gerçekleşmesi için stratejik davranmakla alakalı olması muhtemeldir. Başka bir ifade ile Menderes yaptığı şeylerin arasında sistemin bütünlüğünü bozacak şeylerin teyidini halktan alarak bir meşruiyet kaynağı olarak halkı kullanmıştır. Halk son tahlilde başvuru merciidir. Bunun yanında Menderes halkın anlamayacağı birçok konuda NATO’ya girmek, Marşal planı, özelleştirmeler gibi konularda halk meşruiyetini aramamış, doğrudan uygulamaya geçmiştir (Turgut: 2007, Tuna: 2002) Fakat dini hayata dair olan veya Osmanlı geleneğinin devamını yansıtacak işler için halk meşruiyetini her zaman önemsemiştir. Çünkü Cumhuriyet devriminin ana mantığının halkça tam benimsenmediğini görmekte ve kültürel alandaki devrimi Cumhuriyet elitleri kadar önemsememektedir. Bu anlamıyla Osmanlı bürokrasisinin aydın tipindeki bir sürekliliğin halkası olmak onun için daha anlamlı görünmektedir. Bu yönüyle halk ile çok temelde kültürel köken ve ideolojik yönelim olarak bir benzeşimi söz konusudur. Menderes bu durumu sıkıştığı anlarda halk meşruiyeti bağlamında ortaya koyacak ve değişimde halkın isteklerini yerine getirmek bağlamında meşruiyet sağlayacaktır. Bu durum halkın Menderesi benimsemesinde de belirleyici olacaktır. Adnan Menderes halkın beklentilerini karşılamak vadiyle iktidara gelmiştir. Ona göre CHP ile ülkeye hizmet etmek mümkün görünmemektedir. Bu anlamıyla yeni bir parti kurar ve siyasal doktrinini oluşturur. Oluşturduğu doktrin halk diye anladığı kitlenin ihtiyaçlarını giderecek, ait olduğu devlet mekanizmasını da en uygun biçimde işletecek bir uygulamalar bütünüdür. Başka bir ifade ile söyleyecek olursak Adnan 1 Görüşmelerden elde edilen bilgilerin kime ait olduğu kişilerin ad ve soyadının baş harfleri parantez içinde belirtilerek belirtilmiştir. Örneğin; “Adnan Menderes Aydınhdır” (Ö.G=Örnek Görüşmeci). Görüşme yaptığımız kişilerden daha sağlıklı bilgiler alabilmek için burada gerçek adlarını belirtmemeyi tercih ettik. Görüşme listelerinde görüştüğümüz kaynak kişiler gerçek ve değiştirilmiş adları ile zikredilmiştir. İsmini kullanmamıza izin verenler gerçek adları ile, kullanmamız konusunda tereddütü olanlar ise değiştirdiğimiz adları ile yazılmıştır.

Menderes’in iktidarda yaptıkları, halk diye anladığı kitlenin beklentilerini karşılamak içindir, devlet organizasyonunu kullanma biçimi ise devletten anladığına uygundur. Adnan Menderes’in temel olarak tahayyülünü oluşturan halk Aydın’lı halktır. Çünkü çocukluğu ve hayatını temel olarak şekillendiren birçok şey Aydın, Çakırbeyli çiftliğinde gerçekleşmiştir (İleri: 1986, Tuna: 2002). Aydın onun için, toprak ve ait olduğu değerler bütününün bir görünümüdür. Aydın Adnan Menderes’in memleketidir. Aydın’da CHP kadrolarından siyasete girmiş, daha sonra 1946’da Aydın DP milletvekili adayı olup seçilememiştir (Turgut: 2007). Adnan Menderes’in bu konuda bir kırgınlığı olduğu iddia edilse bile, iktidarda olduğu süre içinde özellikle Ethem Menderes vasıtasıyla Aydın’la bağını hiç koparmamıştır. Halka Aydına fazla yatırım niye yapmamış diye sorduğumuzda aldığımız cevap halkın Menderes’i nasıl sevdiğinin izlerini taşımaktadır. Adnan Menderes’in “bütün ülkeye hizmet ettikten sonra Aydın’ı küçük bir Paris yapacağını” söylediğini aktarmışlardır (F.Ç). Menderes memleketi olan Aydın’a gelmiş ve ihtiyaçlarını karşılamıştır. Menderes’in Aydın şehri ve oradaki yaygın kültürel durumla bir kaç bağlamda ilişkisi vardır. Öncelikle Aydınlı bir çiftlik sahibidir. Başka bir ifade ile büyük toprak sahiplerinden biridir. CHP’den ayrılma gerekçesi de yapılması planlanan büyük toprak reformuna karşı direnişidir2. İkinci Aydınlı özelliği ise efeliğidir. Adnan Menderes gençlik yıllarında kurtuluş savaşı sürecinde efelik geleneği ile bağı vardır. Efelik Aydın kültürü açısından özellikle sosyalizasyonda önemli bir bağdır. Vatan sevgisi, cesaret ve düşkün hakkını korumak söz konusu efelik geleneğinin temel düsturlarından biridir. Her Aydınlı gibi efe hikâyeleri ve efe kahramanlık öyküleri ile büyümüştür. Adnan Menderes’in üçüncü bir özelliği ise çok iyi bir eğitim görmüş olmasıdır. Amerikan Kolejinden mezun olan Menderes dönemin Aydın entelektüelleri arasında idealist bir şahsiyettir. Bu halinden dolayı CHP kadroları içinde de Batı Anadolu ve Akdeniz bölgesi sorumluluğu yapmıştır. Adnan Menderes siyasal kimliğine refakat edecek halk tipini Aydın kültürü içinde şekillendirmiştir. Buradan “ağa” gibi veren olmayı, lider ruhuyla hareket etmeyi ve halkın yanında kararlar almayı temel prensip olarak yapısına işlemiştir. Celal Bayar, Menderes hakkında şunları söylemiştir; “Zeki bir adamdı Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Kuvvetli bir mantığı vardı. Fikirlerini sonuna kadar savunmayı severdi. Kendisinde halkın içinde yaşamanın, halkın içinden gelmenin gücü vardı.” (Bozdağ: 1986) Bayar’ın belirttiği özellikler Aydınlı halk içinde de tekrar edilen özelliklerdir. Bu anlamda kendini sevenlerine doğru yansıtabilmiş bir şahsiyet olduğunu söylemek mümkündür. Aydın halkı ile Adnan Menderes arasında duygusal bir yakınlık olduğunu iddia etmek yerindedir. Görüşmelerimiz esnasında kaydettiğimiz şu ifade çok dikkate değerdir; “Sana deyim, önce Allah, sonra Peygamber, sonra Atatürk, sonrada halkın gözünü açtığı için Adnan Menderes gelir benim için” (MY). Görüldüğü üzere Menderes taraftarı olan Aydınlılar için üzerinden uzunca bir zaman geçmesine rağmen, ideal şahsiyetler arasında yer alır. Adnan Menderes’in yurt çapındaki her mitingi, yüz binlerin akın ettiği meydanlarda yapıldı. Adı ve soyadı, binlerce çocuğa isim oldu. Halk, bu yeni başbakanını sevdi. O kadar çok sevdi ki uzun yıllar geçse de bu sevgi hiç bitmedi (İleri: 1986). Bu durum daha duygusal bağlamda Aydınlılar arasında daha açık bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Halkın Tahayyülünde Adnan Menderes 2 Adnan Menderes’in CHP’den kopmasına neden olan olay 1945 yılında çıkarılan “çiftçiyi topraklandırma kanunu”nun 17. Maddesidir. Adnan Menderes, daha en başında kimin tarafında olduğunu cümle aleme göstermiş ve büyük toprak sahiplerinin ki kendisi de bunlardan biridir, safında yer almıştır. Bu sürecin sonunda dörtlü takrir ile CHP’den ayrılıp DP’yi kurmuştur (Bila: 1979).

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 105


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Halkın belleğinde Adnan Menderes’e yönelik birçok söz ve hatıra kalmıştır. Bunlar trajik ölümüyle birlikte yeniden yorumlanmış, bazıları kulaktan kulağa aktarılarak efsaneleşmiştir. Bunların başında siyasi bir şahsiyet olan Adnan Menderes vardır. Bu yönü taraftarları ve karşıtları olarak daha sonra iki ayrı grubun söylemlerinden örnekler vererek açıklanacaktır. Burada daha az belirleyici olan ve insani yönüne vurgu yapılan bölümleri aktarılacaktır. Bunlardan ilki çiftlik sahibi Adnan Menderes’tir. Adnan Menderes iyi bir toprak dostu, toprak aşığıdır. Kendi çiftliğiyle de bizzat kendisi ilgilenir, köylü ile doğrudan ilişki kurmayı sever ve onlara karşı cömert davranır diye aktarılmıştır. Örnek olarak Adnan Özaydınlı’nın anlattığı bir anekdotu vermek yerinde olacaktır. “Adnan Menderes’in çiftliğinde Listler motoru patladı Çeştepe’den Molla Veli kâhyası beni buldu. Bende motoru başka motorla tamir ettim. Muharrem çavuştan 10 beygirgücü motor alıp tamir ettik. Adnan Menderes geldi ilk sorduğu soru “bu çocuklar yemek yedimi” oldu, hatırlı adamdı. Motoru iyi tamir ettiğim için bütün motorlarını bize emanet etti.”(AÖ) Başka bir anekdot ise Fahrettin Çınar’dan;”Çakırbeyli’deki çiftliğini halka dağıttı. 32 traktörü de ölünce kahyası Vedat Çiftçi tarafından kullanıldı.” (FÇ)3 Çiftlik sahibi olarak Adnan Menderes babacan, paylaşımcı ve köylüyle dost olan bir görünüme sahiptir. Bunun tersine köyü Çakırbeyli’de çıkar çatışması yüzünden ters düştüğü durumlar da söz konusu olmuştur (SC). Fakat bunlar Aydın halk kültüründeki Adnan Menderes efsanesinin oluşmasını engellememiştir. Aydınlılar için Menderes’in bir önemli özelliği de halk yanında halk gibi olmasıdır. Halkın çektiği yokluğu iyi bildiği için halkın karnının doyması için her şeyi yapmıştır diye anlatılmıştır. Görüşmelerde aktarılanlara göre, Aydın’lılara çalışsın diye tekstil fabrikası kurmuş ve Aydın kahvelerinden çalışsın diye insanlar toplamıştır. Aydın’da yaptığımız görüşmelerden bir kaç örnek vermek yerinde olacaktır; “Halk onun döneminde para gördü yokluk çekmedi.” (AÖ) “Adam kayırmayı sevmezdi, herkesi kendinden bilirdi.”(AÖ) “Tren garında gördüğümüz Erzurumlu dadaşlar ağlardı, biz onun sayesinde aş gördük, ekmek gördük diye, siz sahip çıkmadınız derlerdi bize. Sürekli onun çiftliğini ziyarete gelirler.” (FÇ) “Menderes Atatürk’ün maaşının artmasına karşı çıkmış, sana bu maaş değil bunun 10 katı da layık ama senden sonra gelene layık olur mu onu bilmem hem halk fakirken bu yakışmaz demiş ve Atatürk maaşının artmasını kaldırmış. Tek o karşı çıkmış.” (FÇ) “Menderes yurt içinde bir geziye çıktığında gittiği her yerde yollarda insanlar kurbanlar kesermiş, böyle seviyolarmış, tapıyolarmış adama yav, buralarda biz kıymetini bilemedik o başka, Aydın’dan Ankara’ya kadar kurban kesmişler. Halk öyle severmiş.” (NY) Bu ve bunların benzeri birçok örnek vermek mümkündür. Bu örneklerde abartı olayın duygusal temelde anlaşılmasının izlerini verirken, reel politiğin anlaşılmasını engelleyici bir dünya kurgusu da göze çarpmaktadır. Adnan Menderes’in aktarımlarda efsaneleştirildiği bir yön de dindar, seçilmiş ve gelenekçi oluşuna dairdir. Bunu da görüşmelerden parçalar alarak aktarmak yerinde olacaktır. “Allah tarafından büyük adamdı, onun 200 dönüm arazisinin içinden bir su çıkardı, tertemiz buz gibi, onun 1 km ötesinden çıkan su içilmezdi. Allah’ın hikmeti işte. Nasıl bir adam düşün...” (RA) “Dikkat et adamın uçağı düşüyo ölmüyo, Allah sürekli ko3 Gerçekte tamamen bir toprak dağıtımı olmasa bile halk onun toprak dağıtan biri olarak anılmasını istemiştir. Çünkü karşıt taraftan Adnan Menderes’in toprak ağası olduğu ve iktidarda olduğu süre boyunca zenginliğine zenginlik kattığı yönündedir. Bu iki söylem de halkbilimi açısından efsaneleştirme süreçlerine örnektir.

106 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ruyo adamı, zeytin ağacına takılıyo, adamı zorunan öldürdüler baktılar bu adam ölmez, niye Allah koruyo da ondan.” (OD) “Adam Fransa’da padişahın çocuklarını buluyor, yalvar yakar ülkelerine gelmesini sağlıyor, Osmanlı’ya çok saygısı var yapılan yanlışların hepsini düzeltecekti adama müsaade etmediler.” (MÇ) “Seçimi kazanıyor hemen Ezanı serbest bırakıyor. Halk Ezanı okuyacak korkuyor, gelip götürürler diye, sonra rahmetli oldu Dursun efe Allahu ekber deyince millet gözlerinden yaşlar döküyor.” (NA) İfadelerden de anlaşıldığı üzere özellikle dinsel gerekçelerle efsaneleştirme süslenmiştir. Seçkinliği Türk geleneklerindeki kut alma yapısına uygun olarak, ölümden korunma, bereket sağlama motifleri ile de anlamlı kılınmıştır. Taraftarı olan halk kitlesi Adnan Menderes’i dokunulmaz kılmaya, eleştirilmez kılmaya çalışmış ve manevi alandan getirdiği kendince delillerle bunu anlamlı kılmaya çalışmıştır. Bu tarz efsaneleştirmeler, reel politik alanın anlaşılmasını da zorlaştırmakta, bir tabiiyet ilişkisi içinde olayların anlaşılmasını salık vermektedir. Adnan Menderes hakkında halkın hafızasında kalan en önemli olay ise idam edilmesidir. İdamı yaptığı her şeyin duygusal değerlendirilmesi sonucunu doğurmuş gibidir. Bu konuda yargılandığı 13 suçtan 12’sinden hüküm giymesine (Yalçın: 2004] rağmen hiç yargılanmadan idam edilmiş gibi bir anlatım söz konusudur. Bu konunun nasıl bir şekilde anlaşıldığı görüşmelerde derlediğimiz ifadelerin yansıtılması ile daha iyi anlaşılacaktır; “Aydınlılar başbakanına sahip çıkamadı derler. Doğrudur, bana da askerde dediler. Aydın’dan bir ışık yansaydı, Türkiye ayaklanırdı dediler, ama biz sahip çıkamamışız suçsuz yere adamı, halkı seviyor diye asmışlar. Adamın ailesini bile komadılar, Adnan ‘a kaza süsü verdiler, Yüksel’e tüp süsü verdiler; Aydın’a kaza süsü verdiler. Ailesini bile yok ettiler. Bütün sağı bitirmek için bunlar yapılıyor, bunlar din düşmanı.’’ (FÇ) “Bir köpek, don, bebek davasına adamı astılar. Gümrüksüz mal getirmiş diye astılar” [MÇ], “Don davası, Ayhan Aydın davasına adamı harcadılar.” { MY] “Darbeden sonra Aydın’da eczacı Ziya Evren ile sinemacı Hakkı Bey darbeyi kutlamaya Ankara’ya gidiyor. Afyon plakalı bir araba çarpıyor ve ikisi de ölüyor. Allah razı gelmiyor, bu haksızlıklara.” [MY] Adnan Menderes’in idamı konusunda alanda çok şaşılacak bir bilgi yokluğu söz konusudur. Adnan Menderes’in yargılandığı davaların neredeyse hiçbirinden insanlar haberdar değildir. Beraat ettiği bebek davası yani gayri meşru çocuğunu öldürtmeye teşebbüs davası ile gümrüksüz yurtdışından eşya [don] getirme davası gündemde gözükmektedir. Örtülü ödenekten zimmetine para geçirme suçu, vatan cephesi örgütü ile başka bir sınıf üzerine baskı kurmak suçu, İstanbul ve Ankara’da kanuna aykırı üniversite basmak ve halka ateş açmak suçu. Tahkikat komisyonu kurup komisyonun olağanüstü yetkilerle donatılması ve bu yetkilerle anayasanın kaldırılmasına yeltenmesi suçu gibi suçlardan ve ciddi suçlamalardan neredeyse halk içinde kimsenin haberi yoktur. Bu durum halkın seçici algısı ile açıklanabileceği gibi, Adnan Menderes’in idam edilmesi ile halkın önünde mazlum konuma düşüp her suçtan azade olmasını sağlaması gibi bir durum da karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamıyla söz konusu dönem hakkındaki her politik argüman bu acı karşısında anlamsız bir kavganın ortaya yeniden çıkmasını sağlamaktadır. Halk üzerinde Menderes ve onun yansıttığı zihniyet ayırıcı, dışlayıcı ve taraf tutucu bir yapıyı yaratmış ve bu dışlayıcılık özelliği ile kendini var etmiştir. Bu dışlayıcı mekanizma, her şeyi kendi perspektifinden anlamaya odaklı bir anlayışı beslemiş, duygusal tepkileri yücelterek, haklılığı geleneksel, duygusal ve dini gerekçelerle kanıtlamaya çalışmıştır. Bu durum, yukarıda da belirttiğimiz gibi reel poli-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU tik argümanların tıkanmasını sağlamış ve popülist politikalarla halkın yönlendirilmesi kolaylaşmıştır. Menderes idam edilmiş fakat Menderes üzerinden anlamlandırılan zihniyet ölmeyecek bir şekilde diriltilmiştir. Bu zihniyet Menderesten sonra da Menderes’in ardılı olarak kendini göstererek siyasal alanın hâkimi ve belirleyicisi olmuştur. Adnan Menderes taraftarlarına göre onun dönemindeki durum Adnan Menderes dönemi hakkında birçok belirlemede bulunduk, birbirine karşıt iki tarafın görüşlerine halkın ifadelerinden yararlanarak örnekler vermek yerinde olacaktır. Burada zikrettiklerimiz, toplanılan ifadelerin sadece bir kısmıdır. Bütün ifadeleri vermek, yerine çarpıcı olanlarını sunmak anlamayı daha da kolaylaştıracaktır. “Menderes’ten önce gaz yağı yoktu, babam muhtardı yine yoktu. Sonra bir bolluk oldu hiç karşılaştırmam bile, demek ki hep İnönü yiyomuş.” “Millet karasabandan traktöre geçti. İlk defa evlerde radyo oldu. Bisiklet lükstü ama istense alınabilirdi”. “Köylüde büyük bir kalkınma oldu. Halk partisi, kasketli köylünün kalkınmasını çekemedi. Kıskandı. Köylü çocuğunu okutabildi. Astsubay okuluna gönderebildi.””Tekstil fabrikasını kurdu, gar yaptı, bulvarı yaptı, daha ne istiyorsunuz söyleyin dedi “Menderes memleketin her yerine hizmet götürdü, zibidi çocuklarına aldırış etmedi, kodomanları korumadı, İnönü’nün yalakalarına fırsat vermedi”. “Halkevleri vardı, komünist yuvası onu kapattı, yerine vatan cephesi kuruldu ki hep halktan Müslüman insanlar ülkesine sahip çıksın istedi.” (MY) Halkının hepsini sevdi ama askeri önemsemedi. Halkı kalkındırdı ama askere parasını vermedi, askeride beslese idi bunlar başına gelmezdi”, “Kore harbinde milleti çok kırdırdı. Halk da ona kızdı. Kore nere dediler ama komünizm var idi Nato iyi oldu.” (MT) “Girişimci, faydalı işler yapan bir kişi idi, geleceği görürdü; İzmir Aydın arasındaki yol yapınca uçak mı indirecen bu yola demişler, bak yetmedi otoban yapıldı, ileri görüşlü adamdı. Amerika ile iyi olalım diye Kore’ye asker gönderdi ve NATO’ya girdik, şimdi de Afganistan’a gönderiyoruz. Bunlar normaldir.” (BP) “Kasım Gülek börek ister / Doğru lafa yürek ister Ofis buğdayına kum katmadı / Çift öküzü yol parası için satmadı Yeni cami direk ister/Doğru lafa yürek ister Belki kandırırım diye bir de göbek atmadı / Çarığa da vur bir zımba. Buğdayını yiyip ambarına un katmadı / Odun yüklü eşeğini pazarlarda satmadı” (HG) Adnan Menderes dönemi hakkında Menderes taraftarı halkın kanaati genel olarak burada ifade edilen doğrultudadır. Köylüyü sosyal hayata katması, köylüye değer vermesi, halkın refah düzeyinin artması, yokluk döneminin bitmesi, yol yatırımlarının yapılması, NATO’ya girip komünizme karşı mücadele edilmesi ve dinin korunması gibi ana başlıklar altında değerlendirilebilecek bir taraftarlık söz konusudur. Görüşmelerde dikkatimizi çeken en önemli nokta Adnan Menderes hakkında anlatılan olumlu görüşlerin çok rahat bir biçimde efsaneleşmesidir. Sosyoekonomik temelde politik analizler neredeyse yok gibidir. Savunmak ailesinden birini savunmak gibi, duygusal temelli bir yakınlık ve ruhsal seçilmiş olduğuna dair bir kabulle değerlendirme vardır. Söz konusu görüşmeler esnasında reel politik değerlendirmeler hakkında bazı belirlemeler yaptığımızda, görüşme yaptığımız kişiler savunmaya geçip, bizim bahsettiğimiz eleştirilerin hepsinin “İnönücüler” tarafından ortaya atıldığını halkı aşağılamak için bunların dile getirildiğini belirtmişlerdir. Bir örnek vermek gerekirse; 27 Mayıs askeri müdahalesini yapan Albay Alpaslan Türkeş’in de milli ve manevi değerleri olduğunu ve bu kişilerin Adnan Menderes’i ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 107


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU idam ettirdiğini söylediğimizde bu bilgiyi yanlış olarak bildiğimiz yönünde uyarılmışızdır. Bu bilgiyi bilenler ise ya açıklama yapmış ya da Türkeş’inde kandırıldığı konusunda efsanevi açıklamalarda bulunmuştur bunlardan biri şöyledir; “Türkeş darbe yaparak hata yaptığını kabul etti zaten. Ona demişler ki, bir harp okulu öğrencisi vurulmuştu. Onu et balık kurumuna götürüp kıyma yapmışlar demişler. Türkeş darbe yapınca hemen et balık kurumuna gitmiş, gerçekten kıyma yapılmış mı yapılmamış mı diyerek, bakmış ki yok öyle bir şey o saat anlamış Türkeş kandırıldığını ama geç olmuş.” (MY) Görüldüğü üzere taraftar halkın tahayyülündeki Adnan Menderes şahsiyeti rasyonel tartışma ve değerlendirme zemini üzerinde yer almamaktadır. Söz konusu durum garip bir şekilde tamamlanmışlık duygusunun da eşlik etmesiyle araştırmaya da gerek duymayan, bulunduğu duygu durumunu koruyarak yaşadığı ülkenin durumlarına duygusal tepkiler veren bir siyasal duruş gerçekleştirilmektedir. Bu durum reel politik alanın popülist bir biçimde yeniden kurgulanmasına imkan sağlamaktadır. Halk kendinden saydığı herkesi bu anlamıyla bu duygusallık ve efsaneleştirici zihniyet içinde anlamlandırmakta ve gerçekten kendini ilgilendiren birçok konuda apolitik davranmaktadır. Bu durum Cumhuriyet devriminin gerçekleştirmeyi amaçladığı, modern, sorumluluk sahibi birey olan yurttaşla uyumlu görünmemektedir. Bilmek ve bilgi ile analiz etmek yerine inanmak ve inandığını savunmak hali gündelik politik ortama egemen olmuştur. Adnan Menderes döneminden sonrada söz konusu bu efsaneci zihniyet durumu popülist siyaset yapanların en çok başvurduğu, yönlendirdiği ve beslediği durum olmuştur. Adnan Menderes karşıtlarına göre Menderes döneminin durumu Adnan Menderes dönemi üzerine karşıt görüş bildiren kişilerin çok rahat görüş bildirmedikleri ve isimlerini kullanma konusunda tereddütlü davrandıkları gözlenmektedir. Kişilerle daha yakın ve güvenilir bir ilişki gerçekleştirince dönemin reel politik durumu hakkına bilgili oldukları ve pozitif yönde efsaneleştirme eğilimi içinde olmadıkları tespit edilmiştir. Fakat konuşmaktan çekinmelerindeki en belirleyici etkenin günümüz politik durumunun Menderes dönemine benzediğini ve düşünce özgürlüğü olmadığını belirtmeleridir. İki dönemde de siyasi sebepli mahkemeler kurulup yargılamalar yapılmıştır denmiştir. Hatta tahkikat komisyonları ile Ergenekon davalarının da aynı mantıkla yapıldığı tespiti yapılmıştır. Buradan hareketle Adnan Menderes karşıtlarından bir kaçını zikretmek açıklayıcı olacaktır. “1950’den sonra Behice Boran gibi birçok aydın Türk Barışseverler Cemiyeti üyeleri, DP hükümetinin Kore’ye asker gönderilmesi kararını protesto ettiği için kapatıldı ve 15 ay hapis cezasın çarptırıldı”. (HY) “Halkın sefaletini ve ezikliğini gören Adnan Menderes, 1953 yılında CHP’nin bütün mallarına el koydu ve Partisi’ni kapattı. Basın kanununu değiştirdi, düşünce özgürlüğünü kaldırdı, kendini eleştirenleri hapse attırdı.” (GY) “Kadınlarla gayrimeşru ilişkileri vardı. Ayhan Aydan davası da bunla ilgilidir, daha sonra opera sanatçısı Suzan Sözen vardır, kocasının bile haberi varmış, Yılmaz Karakoyunlu’nun kitabında okumuştum”(KG) “Utanıyorum böyle bir adamın adını taşıyan lisede okumuş olmaktan da memleketimin neredeyse ulusal kahramanıymış gibi lanse edilmesinden de, Yörük Ali efedir Aydın’ın ismi, bağımsızlık mücadelesi verendir, Menderes gibi düşmanlık yapanın değil” (CE) “Uluslararası platformda, bağımsızlık savaşı veren kuzey Afrika ülkelerine karşı (Tunus, Fas, Cezayir vb.) emperyalist devletler desteklendi. Sonradan hükümetin bilgisi dâhilinde yapıldığı anlaşılan 6-7 Eylül olayıyla, azınlıkların işyerleri yağmalandı. 108 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Vatan cephesi ve tahkikat komisyonu gibi demokrasiye uymayan baskı örgütleri oluşturuldu.(doğan:2002) görüldüğü üzere eleştiriler Cumhuriyet devrimi kazanımlarının yok sayılması, bunun için baskıya başvurulması, toplumun iki temel kutba ayrılması gibi eleştiriler yapılmaktadır. Bu eleştiriler ilk gruptakiler kadar coşkulu bir biçimde dile getirilmemiştir. Bunda günümüz siyasal ortamının güvenli görülmediği kabulü etkilidir. Kendilerini muhalif olarak gören ve bu muhalefete karşı tahammülsüz bir hükümetle karşı karşıya olduğunu düşünen bir kitlenin kendini koruma refleksi içinde bu yanıtlardaki çekingenliği anlaşılabilir. Halkın tahayyülü ve kolektif hafızanın inşası Adnan Menderes’in halkın tahayyülündeki durumu hakkında yapmış olduğumuz belirlemeler, Türk siyasal hayatının anlamlandırma süreçlerinin genelinde hâkim zihniyet durumuna karşılık gelir. Halk daha çok kendi ile benzeşim kurduğu liderler veya kendinden saydığı liderlerin yapıp ettiklerini anlamaya, sahiplenmeye meyilli olarak siyasal alanda yapıp edileni değerlendirir. Bu anlamıyla bu değerlendiriş ve bunun süreç içinde farklı görünümlere benzer şekilde uygulanması, kolektif hafıza terimi ile açıklanır ve halk tahayyülünün kolektif hafıza vasıtasıyla kendini tekrar eden anlamlar üretmeye devam ettiği söylenebilir. Reel politik değerlendirmelerden uzak duygusal ve taraftar bakış açısı ile şekillenmiş bu anlayış kendi anlayış durumunun iktidardaki konumuna göre ifadesini de farklılaştırır. Kendisini rahat hissedemediği, baskı altında tutulduğunu düşündüğü dönemlerde içe kapanıp kendisi hakkında efsaneler uydurur. Geçmişten kahramanlar yaratır, reel politikten uzak bir anlam dünyasına savrulur ve bu dönemde iktidardan uzak olması sebebiyle hınç ve kin duyguları biriktirir. Başına gelen her şeyin kendi ideolojik veya dini durumundan dolayı geldiğini düşünür ve bunu iddia eder. Yaptığından dolayı sorumluluk üstlenmez çünkü en büyük haksızlığa uğramış olduğunu düşünür. Bu anlayış güçlü ve iktidara sahipken ise başka türlü bir anlayış geliştirir. Popülizme yatkın, duygu temelli oluşturulmuş siyasal yapılar, güçlü ve iktidarda oldukları zamanlar düşman olarak algıladığı karşıt görüşe karşı yok edici ve pervasız olurlar. Bu anlamda kendi içinde olanlara, kendi gibi olanlara karşı imkânlar açmayı doğal bir seçim olarak görürken, kendi dışındakileri dışlamaktan çekinmez. Profesyonel yöneticilik yerine kendi taraftarlarını tatmin etmeyi önemserler. Bu durumda, birikmiş kinini, öfkesini kusar ve bunun kötü bir şey olduğunu düşünmez. Hak edilmiş bir yargılama yaptığını düşünür. İkincisi intikamcı olur ve intikam alırken karşı tarafın her türlü kötülüğü hak ettiğini düşünür, bundan dolayı vicdanı rahatsız olmaz. Üçüncü olarak, güçlendikçe kendi dışındaki her şey düşmanlaşır, karşıtlık temelinde kendini var ettiği için, mutlaka karşıta ihtiyacı vardır. Karşıt güç olarak gördüğü tamamen yok olursa bu sefer düşman yaratmaya içsel dinamiklerini kullanarak devam eder çünkü böyle bir mekanizma düşmansız işlemez. Dördüncü durum ise bu siyasal yapı ve yapılar günümüzde popülist siyaset vasıtasıyla bir sürekliliğe sahiptir ve günümüzde hala gündemdedir. Bu anlayışın değişmesi veya sorgulanması yapılıyor gibi görünse de, pratikteki gündem ile uzak hedefteki gündemin uyumsuzluğu bu ayrımcı, dışlayıcı siyaset tarzını sürekli olarak gündemde tutmaktadır. Sonuç Adnan Menderes’in halk tahayyülündeki durumunun incelendiği çalışmamızda günümüz popülist siyasetinde yönlendirdiği unsurların bir örnek olay etrafında anlaşılmasının kapıları açılmıştır. Adnan Menderes’in halk hakkındaki görüşleri ve halkın onun hakkındaki görüşleri ve bunların temsilleri arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bağ reel politikle ilgisi olmasının ötesinde kültürel olarak ait olunduğu kültürel kökenin ortaklı-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ğına dair bir vurgu ile meşruiyetini sağlamaktadır. Söz konusu popülist söylem ile siyasal alanını organize eden kişinin dilinde siyasi tartışmaları ve siyaseti sevmediği hakkında bir söylem vardır. Aynı söylem siyaset yapmanın ayrım yaptığı, can sıktığı hakkında da sık sık tekrarlanır. Aslında burada içteki beklentinin reel politik argümanlarla anlatılamamasından kaynaklı bir siyasal olandan soğuma vardır. Yoksa bu kişiler kendinden sandıkları kişilerin yanında çok rahat siyasal alan hakkında belirlemeler yapabilirler. Bu anlamıyla çalışmamız farklı anlayışları, halk tahayyülünde değerlendirerek, politik kavrayışımızın kültürel kökleri ve kültürel eğilimleri hakkında belirlemeler yapmıştır. Adnan Menderes hakkındaki halk tahayyülü, halk ile yapılan görüşmelerde ortaya çıkarılmıştır ve gerekçelendirilmiştir. Halk kültüründe insanların Adnan Menderes’i nasıl inşa ettikleri ortaya çıkarılmıştır. Halkın kendi yaşantılarını anlama sürecinde kullandığı kodların anlamları tespit edilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, çalışmamız tarihsel sosyal gerçeklerin halk anlamlandırması ile kolektif hafızaya nasıl işlendiğini ve bu zihniyet durumunun tekrar eder bir biçimde siyasal olanı anlamlandırmada nasıl etkili olduğunu ortaya koymuştur. Kaynakça: AYDOĞAN, Metin, (2002), Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, Umay Yay. İst. BİLA, Hikmet, (1979), CHP’nin Tarihi 1919-1979, D.M.S. Matbaa. 1. Baskı, Ankara. BOZDAĞ, (1986), İsmet, Celal Bayar Anlatıyor: Başvekilim Adnan Menderes, Tercüman yayınları, İstanbul. DUNDES, Alan, (2004), Halk Kimdir? (Halkbilimde Kuramlar ve Yaklaşımlar 1, Haz: M.Öcal Oğuz vd. İçinde) Milli Folklor Yayınları, Ankara. İLERİ, Rasih Nuri, (1986), 27 Mayıs Menderes’in Dramı, Yalçın Yayınları, İstanbul. SÜKAN, Dr. Faruk, (1992), Başbakan Adnan Menderesin Meclis Konuşmaları T.B.M.M.1950-1960. Yasin Kültür Ofset Lim. Şir. Ankara. TUNA, Taşkın, (2002), Adnan Menderes’in Günlükleri, Şule yayınları, İstanbul.

TURGUT, Hulusi, (2007), Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, Doğan Kit. İst. YALÇIN, Soner, (2004), Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Doğan Kitap, İstanbul. Kaynak Kişiler Adnan Özaydınlı, 84 yaşında, Aydın merkez doğumlu, Kore Gazisi, Emekli Ahmet Semerci, 63 yaşında, Aydın Bozdoğan doğumlu, Esnaf Bilal Poyraz, 54 yaşında, Aydın Merkezde yaşıyor, Emekli Cenk Engin, 2 6 yaşında Aydın Merkez. Fahrettin Çınar, 68 yaşında, Aydın Merkezde yaşıyor Esnaf Galip Yılmaz, 62 yaşında, SSK emeklisi, Aydın Yılmazlar Köy Halim Harlı, 57 yaşında, Aydın, Çine. Haşan Yüce, 55 yaşında, Emekli öğretmen, Aydın. Hatice Gürsoy, 83 yaşında, Muğla doğumlu, Derleme: Ömer Güngörmüş Kerem Görmez, 45 yaşında, Aydın. Musa Yener, 74 yaşında Aydın Merkezde yaşıyor. Mustafa Çetin, 48 yaşında, Aydın Merkez’den yaşıyor Esnaf. Mustafa Tuncel, 70 yaşında, Aydın Çine’de yaşıyor, Emekli. Niyazi Yardımcı, 72 yaşında Aydın merkez. Numan Asıltürk, 82 yaşında Aydın, Koçarlı doğumlu, Aydın merkezde yaşıyor. Osman Duran, 54 yaşında, Aydın’a Konya’dan göç etmiş, 25 Senedir Aydın’da. Recep Altıntaş, 80 yaşında, Aydın merkezde yaşıyor, Emekli. SacitYüksek,57yaşında,AydınÇakırbeyli’de yaşıyor. Emekli.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 109


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

110 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


Yassıada düzmece mahkemesinde fotoğraf makinası tripodundan idam sehpası kuranlar; bu fotoğrafın ön cepheden çekilmesine mani olmuşlar, Millet korkusu ile bu karede görünmekten kaçınmışlardı... İdamdan hemen sonra ise bu rezil gürûh ada gazinosunda kafa çekip kutlama yaparak derin korkularını bastırmaya çalışacaklardı. Mazluma rahmet, zalime lanet... Ahmet Şerif BAYINDIR


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

? r i d e N i s a r k o m e D i r e İl

Her parti ileri bir demokrasi ve bunu temin edecek yeni bir anayasa vaat ediyor. Ben kendi payıma ileri bir demokrasinin ne olduğunu bilmiyorum. Kimse de bunu söylemiyor. İki ihtimal var, ya ileri bir demokrasi ve yeni bir anayasa deyince herkesin aynı ve somut bir şeyi anlayacağını zannediyorlar. Sanki ileri demokrasi ve bunu temin edecek yeni bir anayasa toplumumuzda o kadar iyi anlaşılmış, hatta farklı partilerin bile üzerinde ittifak edebilecekleri hale gelmiş ki, bunu söyleyince artık başka bir şey söylemeye ihtiyaç olmadığını düşünüyorlar. İkinci ihtimal ise, iki de bir ileri bir demokrasi ve yeni bir anayasadan bahsederek aslında içi boş duran bu kavramları içi dolu ve herkes tarafından malummuş gibi göstermeye çalışıyorlar. Acaba seçim sonrasında yeni bir anayasa ve onun getireceği bir demokrasi ihtimali varmı? Bana göre yok. Bunun ilk sebebi AK Parti’nin yeni bir anayasa yapmasını kolaylaştıracak kadar çok milletvekili çıkarma heves ve heyecanını kaybetmiş olduğu izlenimini almamdır. Seçim bildirgesi de yapılan listelerde bu izlenimi güçlendiriyor. Listeler deyince AK Parti’nin sadece Güneydoğu’daki yaptığı liste üzerinde duracağım. Aşiretleri ve şeyhleri bırakıp onların yerine okumuş, yetişmiş bu tür bağlardan uzak modern bireyleri tutmak, mantığı olan bir tercihtir. Ancak bunun birkaç ay sonra yapıla-

112 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

cak bir seçimde olumlu sonuç vermesi uzak bir ihtimaldir. Eğer AK Parti bu bölgede oy kaybederse, bunun çıkaracağı milletvekili sayısının dışında yol açacağı muhtemel spekülasyonlar dolayısıyla da büyük bir riski olacaktır. Bugüne kadar yeni bir anayasa yapılamamasının ve demokratikleşememenin Kürt meselesinin çözümünün önünü kapattığı söylendi. Doğruydu da. Ama şimdi Kürt meselesi demokratikleşme ve yeni bir anayasanın önünü tıkamış durumdadır. Bölücü örgütün bir adadaki mahpus eski başı, “15 Haziran’a kadar mühlet, bu tarihten sonra yeni bir anayasa ve Kürt meselesi için hemen gerekli adımlar atılmazsa, işin sonu topyekun savaşa kadar varır” diyor. Bu demektir ki, yeni Meclis açıldığı vakit bir tehdit ve hatta bir ültimatomla karşı karşıya kalacaktır. Yeni Meclis’in bunu kabul etmesi mümkün değil. Muhtemelen AK Parti’de bunu gördüğü için seçimlere çok fazla asılmamaktadır. İşin çok düşündürücü yanı, bu tehditte bulunan ya da ültimatomu veren kişi devletin elinde mahpustur. T.C. Devleti imkan vermediği takdirde kendi örgütüne herhangi bir şey ulaştırabilmesi de mümkün değildir. Bu herkesin dikkate almasını gerektiren bir husutur. Bu şartlar altında siyasi partiler kolay kolay yeni bir anayasaya el uzatamazlar. Yine bu şartlar herkesin “Fitne katilden beterdir” ayeti kerimesini hatırlayıp uzun uzun üstünde düşünecekleri zamandır. Yine Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi, sebebi ne olursa olsun “Allah öfkesini boğanları sever.” Gün herkesin herkesi sükunete ve kardeşliğe davet zamanıdır. Allah milletimizi ve bütün Müslümanları her türlü fitneden ve fitnebazdan korusun.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DEMOKRASİ HERKESE LAZIM Gülay GÜNDEAY Adnan Menderes Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü

lar.

Havası da sıcaktır Aydın’ın, insanları da. Çalışkandır-

Aynı zamanda adeta bir Şahin edasıyla Efeler gibi özgürdür, liderdirler. Mert ve cesur, mazlumun dostudurlar. Yaşadığım şehir öyle özeldir ki tarih boyunca birçok medeniyete beşiklik yapmıştır. Dünyanın hiçbir köşesinde olmayan 22 ören yeri vardır. Heredot’un da söylemiyle “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü parçası” üzerinde inciri, kestanesi, zeytini ve bin bir çeşit sebze ve meyvesi ile cennetten bir parçadır Aydın.

Ancak bereketli Menderes toprakları, 1961 yılından bu yana bir o kadar da hüzünlüdür. Aydın yiğidini, halkımız Başbakanını kaybetmişti. Hem de hiç yoktan sebeple. Halk diyorum çünkü O gönüllerde halkın Başbakanıydı. Hala dededen toruna zihinlerde taptaze kalabilmesinin de sebebi budur bence. Doğruluk ve haklılık davası aramıyoruz. Zaman, geçen bunca yıllar sonrasında gidenlerin ardından ağıtlar yakıp, birilerini günah keçisi yapmak zamanı değil. Biz bu gün, beğenelim ya da beğenmeyelim milyonlarca insanın, adı demokrasi olan bir sistemle kendisini yönetmek üzere seçtiği vekillerini, onun izni olmaksızın alaşağı etme mantığı konusunu konuşmalıyız. Tüm insanlar için iyilik, adalet ve mutluluk nedir sizce? Azınlıktaki zengin bir zümre ile halk arasında ekonomik gelir uçurumunun olmamasıdır. Köyden kente göç oranının çok düşük olmasıdır. Eğitim hizmetinin, sağlık hizmetinin kaliteli olması ve her yere eşit seviyede götürülebilir olmasıdır. İnsan olduğumuzun farkına varabilmek ve insanca yaşanabilir hale gelebilmektir. Milletin, kendi geleceğinden kaygı duymamasıdır. Hal böyle olunca demokrasinin millete verdiği haklar çerçevesinde kendi geleceğini belirleme hakkı doğrultusunda kendine yakışanı seçmektedir ve seçilemeyenler bundan dolayı kaygı duymak yerine saygı duymayı öğrenmelidirler. Kısacası mutlu bir toplum tarifi için birçok madde var ama amacım burada hepsini saymak, onları tarif etmek değil.

Millet, kendi kaygılarını bilir ve demokrasi içinde bunu çözer. Birilerinin, milleti ve devleti adına kaygı duymasından, kaygılarını ifade etmesinden ziyade kendisine hizmet edilmesini ister. Millet, devletin bekasından, maddi ve manevi kendi geleceğinden kaygı duyduğu için devletin başına demokrasi ile getirdiklerini, gene demokrasi ile götürmesini bilecek kadar da akıllıdır. Beyler, bayanlar demokrasi belli bir zümreye değil, herkese lazım. Bunu unutmayalım, unutturmayalım lütfen. Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de en fazla tekrar eden kelimelerden birisi de “Hiç Düşünmez misiniz?” dir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği aklıdır. İşte bu yüzden akıllı olup tarihte yaşanmış bazı önemli dönüm noktalarından ders alıp, bunların tekrardan yaşanmaması için elimizden geleni yapmaktır. Sanırım bu da tarihi doğru bir şekilde öğrenmemiz, öğretmemiz ve bundan korkmamamızla olacaktır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 113


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Türkiye Tarımının Altın Çağı:

Demokrat Parti Dönemi Duygu YILMAZ Tarih Uzmanı

Demokrat Parti (DP), Türkiye’de çok partili sisteme geçişle birlikte 7 Ocak 1946’da Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) ayrılan bir grup milletvekili tarafından kurulmuş ve 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde de oyların mutlak çoğunluğu ile iktidara gelmiştir. DP, iktidarı 1950 seçimlerinde devraldıktan sonra on yıl süreyle bu görevde kalmayı başarmıştır. CHP’den daha liberal bir ekonomi anlayışına sahip olan DP iktidara geldikten sonra; halkın, büyük toprak sahiplerinin ve savaş dönemi zenginlerinin desteğini alarak Türkiye’de demokrasi anlayışını geliştirmeyi amaçlamıştır.1 DP programında, CHP tarafından da benimsenen cumhuriyet rejimi ve laiklik üzerinde durmuş, demokratik esaslara en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğuna vurgu yapmıştır. Esasen iki parti arasında temel farklılık ekonomi ile ilgili yaklaşımlarıdır.2 DP programının birinci bölümünde hem hürriyetler hem de ekonomik sistem açısından liberalizm ve demokrasi partinin genel ilkeleri olarak ele alınmıştır. Parti programında ekonomik görüşlerin temeli, özel teşebbüsü desteklemenin devletçiliğin görevleri arasında sayılmasıdır. Programda, verimsiz çalıştıkları nedeniyle kamu kuruluşlarının özel teşebbüse devredileceği, zorunluluk olmadıkça piyasalara müdahale edilmeyeceğini bildirmiştir. Ayrıca memlekette iş hacmini daraltan, hayatı pahalılaştıran tekel fabrikalarının elverişli şartlarla hususi teşebbüs ve sermayeye devredilmesi, devlet girişiminin olabildiğince daraltılması, devletin ekonomik alanda koruyucu ve denetleyici olarak görev alması ve ana sanayiye yönelik girişimler dışında işi serbest kurallara bırakmak esası öngörülmüştür.3 Genel ilkelerin ikinci ağırlık merkezini teşkil eden demokrasi görüşü ise, doğrudan doğruya, partinin kuruluş gayesi olarak gösterilmektedir.4 DP hükümetlerinin temel ekonomi politikası, CHP’nin 1946’dan itibaren izlediği politikayı sürdürmek olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası dünya 1 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 2012, s. 485. 2 Mustafa Çufalı, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi (1945-1950), Ankara, 2004, s.65-66. 3 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:9, Birleşim:3, Cilt:1(29 Mayıs 1950), s. 27. 4 Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İstanbul, 2003, s. 31-90.

114 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ekonomisi yeniden genişleme sürecine girmiştir. Türkiye’nin batı sistemi içerisinde yer alma çabası, 1930’larda sürdürülen ithal ikameci, devletçi ve dış dengeye dayalı modelin terk edilmesini gündeme getirmiştir. 1946 yılında yapılan cumhuriyet tarihinin ilk devalüasyonundan sonra ithalat kısıtlamaları gevşetilmiş ve izleyen yıldan itibaren Türkiye ekonomisi sürekli açık vermiştir. Truman Doktrini ve Marshall Planı kapsamında gelen yardımlar altyapı yatırımlarına ayrılmıştır.5 DP yönetimi de ilk yıllarında benzer politikaları izlemeye çalışmıştır. Sık sık Türkiye’ye gelen Dünya Bankası uzmanları, Türkiye’nin geniş olanaklara sahip bir tarım ülkesi olduğunu vurgulamışlardır. Bu raporların en ünlüsü “Barker Raporu”dur.6 DP iktidarı ise bu raporlar ve öneriler doğrultusunda geleneksel tarım ürünleri ve hammadde ihracatı, buna karşılık sanayi ürünleri ithalatına dayalı bir eklemlenme modeli ile uluslararası ekonomik iş bölümü içerisinde yer almıştır. Özellikle dış krediler aracılığıyla alt yapı yatırımları hızlandırılmıştır.7 DP, Türkiye’ye gelen yabancı uzmanlarında görüşü doğrultusunda Türkiye’nin bir tarım ülkesi olduğunu düşünmüş ve parti programında esas olarak ekonomik kalkınmanın tarım sektörüne dayandırılacağı ilkeleri üzerinde durulmuştur. Böyle bir karar alınmasında en önemli faktör belki de DP genel başkanı Adnan Menderes’in aynı zamanda bir çiftçi olmasında yatmaktadır. Menderes’e göre Türkiye için tarım hayati bir değer taşımaktadır. Menderes tarımı ve köylüyü o derece benimsemiştir ki köylünün ve çiftçinin gerçek partisi DP’dir.8 Tarıma yapılan yatırımın daha çabuk geri döndüğünü düşünen Menderes: “Memleketimizde ziraat en bakir mevzuu teşkil ediyordu. Süratle istihsali artırmak kabiliyeti en kolay olan saha idi. Nihayet ziraat, nüfusumuzun yüzde sekseninin ve en mahrum bir kısmının, maişet vasıtası idi. Bizim memleketimizde içtimai adalet başka memleketlerdeki gibi amale davası olmaktan çok daha fazla çiftçi ve köy davasıdır. Halkımızın 5 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908 -1985, İstanbul, 1998, s.74-77. 6 Barker Raporu: Dünya Bankası raporu olarak bilinen ve heyetin başkanı James M. Barker’in adını taşıyan rapor, 1949 yılında, Türkiye’nin talebi üzerine gelip inceleme yapan heyetin eseridir. 7 Serdar Turgut, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi, Adalet Yay., Ankara, 1991, s. 143-158. 8 Zafer, 17 Nisan 1952.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DP Döneminde Tarımsal Üretim

1950

1951

1952

1953

1954

İşlenen Tarım Alanı (Bin Hektar)

14.542

15.272

17.361

18.812

19.616

Traktör Sayısı (Adet)

16.585

24.000

31.415

35.600

37.743

Buğday Üretimi (Bin Ton)

3.870

5.600

6.440

8.000

4.900

Arpa Üretimi (Bin Ton)

2.040

2.700

3.180

3.640

2.400

Tarım Kredileri (Milyon TL)

412

646

1.067

1.213

1.497

bu yüzde sekseni milli gelirden ancak yüzde 35-40’ı almakta geri kalan yüzde 20 nüfus ise, milli gelirin yüzde 60 ve daha fazlasını elde etmekte idi” şeklinde açıklamaklarda bulunmuştur.9 Bu düşünce tarzından hareketle Türkiye’de tarım alanında önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir. DP’yi iktidara taşıyan, genelde ülke nüfusunun %80’ini oluşturan tarım ve köylü kesimi, özelde ise büyük toprak sahipleriyle ticaret burjuvazisinin ittifakı olmuştur. Tek Parti’nin tarım-köylü kesimine yeni yükler getiren Milli Korunma Kanunu da DP’nin iktidarını hazırlayan iç sebepler arasında yer almıştır. Dolayısıyla DP iktidara geldiğinde tarım kesiminin zararlarını telafi edeceğini bildirmiştir. Adnan Menderes 1950 seçimleri sonrasında iktidar koltuğunda oturduğunda köyü ve köylüyü ön plana çıkararak tarım alanında büyük başarılara imza atmıştır. Bu başarılarında,10 devlete ait olan toprakların bir bölümünün köylüye dağıtılmış, boş toprakların işletmeye açılmış, meraların bir kısmının ekim alanı haline getirilmiş olması yatmaktadır. Bu durum hem topraksız köylünün toprak sahibi olmasına hem de işsizliğin azalmasına neden olmuştur. Ayrıca Adnan Menderes Hükümeti, halka söz verdiği gibi ucuz kredi, tohum ve gübre desteği de vererek tarımsal ürün talebini arttırmıştır. Tarım alanında atılan bu adımlar fiyatların yükselmesine ve üreticilerin gelir düzeyinin de artmasına neden olmuştur.11 Bu dönemde tarım kesiminde emeğin verimliliğini artırmak amacıyla yaygın bir makineleşmeye gidilmiş, kısa bir süre içerisinde, traktör sayısı yaklaşık on misli artırılmıştır. Ayrıca, tarımsal alet ve makineler ithal edilip, kolay işleyen bir kredi mekanizması yoluyla bu araç ve gereçler köylünün kullanımına sunulmuştur. Tarımsal ürünlerin taşıma ve depolanması için de yeni önlemlerin alınmış, ürünlerin

düşük fiyatlarla hemen elden çıkarılması önlenerek gerçek fiyattan satılması sağlanmıştır. Ziraat Bankası kanalıyla da, tarım kesiminin kredi ihtiyacı geniş ölçüde karşılanmış, tarımsal ürün fiyatları yükseltilerek üreticilere daha fazla nakit girişi sağlanmıştır. Yukarıdaki tablo, DP döneminde tarımsal üretime ait verileri göstermektedir. Tablodaki rakamsal verilerden de görüleceği üzere 1950’de 14.542 hektar olan ekim alanları, kamu mülkiyetinde olan tarımsal arazilerin 18.000 civarında aileye dağıtılıp üretime açılmasıyla 1954 yılında 19.616 hektara ulaşmıştır. 1950 yılında toplam tarımsal üretimin %60’ı bitkisel üretimden, %37’si hayvansal üretimden oluşan tarım sektöründe, modernizasyonla birlikte traktör sayısı 10 yılda 16.585’ten 42.135’e yükselmiş, traktör sayısındaki ilk yıllardaki artış hızı dış yardımların azalmasıyla dönemin sonuna doğru yavaşlamıştır. 1950-1954 döneminde gübre kullanımı 4 kat artmış, buğday üretimi yaklaşık 4.000.000 tondan 8.500.000 tona, pancar üretimi 850.000 tondan 4.500.000 tona, yükselmiştir. Bu durum, tarımsal ürünlerin depolama ve ihraç pazarlarına ulaşımını kolaylaştıracak tesislerin yapımını da hızlandırmıştır. Dönem içerisinde tarımsal kredilerde de önemli artış olmuş, 1950 yılında 412.000.000 TL olan tarımsal krediler, 1954 yılında 1.497.000 TL’ye ulaşmıştır.12 Yapılan icraatlar tarım-köylü kesiminin beklediği güveni pekiştirmiştir. Bu dönem, Cumhuriyet dönemi iktisat tarihinin “Tarım Devrimi” adı ile anılmasına neden olmuştur.13 Sonuç olarak, DP’nin tarım politikası ülkenin ekonomik kalkınmasının kaynağı olarak görülmüş, başta makineleşme olmak üzere çağdaş girdi kullanımının artması tarım alanlarının genişlemesi, verimlilik artışı, büyük ölçüde iklim şartlarına bağlı tarımsal üretimin artmasında büyük rol oynamıştır.14

9 Zafer, 8 Ocak 1953. 10 Cem Eroğul, a.g.e., s. 142. 11 İrfan Kalaycı, Türkiye Tarım Sektöründe Yapısal Dönüşüm Politikaları (19232013), İstanbul, 2012, s. 103.

12 M. Serhan Yücel, Demokrat Parti, İstanbul, 2001, s.29. 13 Oktay Yenal, Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, İstanbul, 2010, s.99. 14 Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi, Tarihsel Gelişim-Bugünkü Durum, Bursa, 2007, s.121.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 115


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Hücresinin kapısında toplanan infazcılar hayli telâş içindeydiler. Zorlu onları, yine eşsiz nezaketiyle adeta karşılıyordu. Hoca efendi nin belirgin heyecanını farkediyor, sakin olmasını tavsiye ediyordu. Başsavcı Egesel, hakkındaki kararın MBK tarafından tasdik edildiğini söyleyince: ‘Anlıyorum, hepiniz vazifenizi yaptınız. Hiçbirinize kızgın değilim. Mümkünse bir ricam olacak. Bir mektup yazmak istiyorum ve ayrıca abdest alacağım” diyordu. Başsavcı, “Kısa olsun” karşılığını veriyor,kağıt ve kalem getiriliyordu. Bileklerinden kelepçesi çıkarıldıktan sonra önüne konulan tek yaprak kağıda şunları yazıyordu:

16/9/1961 “Sevgili Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Ağabeyciğim: Şimdi Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim. Sizlerin daima sakin ve huzur içinde yaşamaları beni daima müsterih edecektir. Bir ve beraber olun. Allahın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim. Ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin. Ve Allah’ın inayeti ile onların huzuru temin edin. Hepinizi Allah’a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta beraber olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun.” 116 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Fatin Rüştü ZORLU İdam sehpası altında, böylesine yazılmış bir mektubu, dünyada emsal göstermek mümkün değildir. Yazı çok muntazam, fikir akışı berrak ve herkesi teselli edişi çok şayanı hayretti. Kağıdı tamamen, satır altına kadar doldurmuştu. O yazarken başı ucunda dikilenler şaşkına dönmüşlerdi. Sonra abdestini almak için pabuçlarını ve çoraplarını çıkarmış dini icaplara uygun bir biçimde abdest almış ve ayni intizam içinde giyinmişti. Hoca efendi titriyordu. Nerede ise telkin ve teselliyi, ZORLU yapacaktı. Artık sıra beyaz idam gömleğini giymeye gelmişti. Önüne hüküm özeti yaftası da konuyor ve sehpaya doğru yürüyüş başlıyordu. Bu arada ada kumandanını da görmüştü. Ona da şunları söylüyordu: “Sizi görmekten çok memnun oldum. Veda edemediğim için çok üzgünüm. ” Ve ilâve ediyordu: “Lütfen kızıma söyleyiniz. Nişanlı bulunduğu gençle evlensin. Bu son arzumdur. ” Hiç birinin son arzuları ailelerine duyrulmamıştı. Bunları ben dosyalarından ve araştırarak tesbit ettim. Muzdarip insanlara duyurdum. Ama bir şey ihmal edilmemişti. Ailelerden ölüm cezası masrafları isteniyordu. Hem de amme alacaklarının tahsili hakkındaki kanun uyarınca. Kollarına girmiş bulunan iki gardiyanla birlikte yürüyorlardı. İdam sehpası görünmüştü. Tam sehpanın önünde duruyor ve başsavcıya hitaben: “Allaha ısmarladık” diyordu. Herkes gibi başsavcı da şaşkınlıktan perişandı. Cevaben: “Güle, güle”

deyince, ZORLU o kendine has tebessümü ile toparlanıyor ve, “Selametler” diye lakırdısını düzeltiyordu. ZORLU, “Zararı yok, olabilir” cevabını verdikten sonra, “Kendi işimi kendim bitirmek istiyorum. Bu işe memur olanlar müsaade ederlerse hakkımı daha çok helâl edeceğim” ricasında bulunuyordu. Cellad da görev yapamayacak durumdaydı. Hareketleri beceriksizceydi. İpi ZORLU’nun boynuna geçirmekte güçlük çekiyordu. ZORLU diyordu ki: “Ne telâş ediyorsun, ben öleceğim.” Ter içinde kalan cellad sandalyeden inerken Fatin Rüştü ZORLU arzu ettiği gibi kendi işini kendi bitirmişti bile... O güzel adam... O mert adam... O büyük diplomat ve devlet adamı ipte sallanıyordu. Nasıl da kıydılar bu eşsiz insana? Yapılan bu pis iş Büyük Türkiye’ye ne kazandırdı? Fatin Rüştü ZORLU’nun infaz tutanağında şunlar yazılıdır: “Fatin Rüştü ZORLU’dan son arzusu soruldu. Bir mektup yazmak istediğini buna müsaade edilmesini ve apdest almak istedi. Kendisine mektup yazmak için müsaade edildi ve abdest aldırıldı. Keyfiyet işlem zabıtla tesbit edildi. 16.9.1961” İmzalar: Y. Adalet divanı Başsavcısı - Altay Ömer Egesel Y. Adalet divanı üyesi - Mehmet Çokgüler Dr. Üsteğmen - Lütfü Tuncay Zabıt Kâtibi - Ali İhsan Yerci. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 117


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Tevfik İleri’yi Rahmetle Anıyoruz M

illî Eğitim Eski Bakanı Merhum Ahmet Tevfik İleri, vefatının 52. yıldönümünde mezarı başında anıldı. Burada İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından okunan 52 Hatmi Şerif´in duası edildi, ardından da Bakan Avcı ve ailesi tarafından mezarına çiçek konuldu. Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, insanların öldükten sonra amel defterinin kapandığını, ancak istisnalarının da bulunduğunu belirterek, “Merhum (Tevfik İleri) ne mutlu ki Maarif Vekili olarak bugün kabri başında Kur´an okuyan evlatları var” dedi.

118 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Anma programı; Kocatepe Camii Konferans Salonu’nda düzenlenen ‘Ahmet Tevfik İleri ve Eğitim Misyonu’ konulu panelle devam etti. Panele Nabi Avcı’nın yanı sıra Bakan Yardımcısı Orhan Erdem, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin, öğretmen ve öğrenciler katıldı. Saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan programda Ahmet Tevfik İleri Belgeseli’nden kesitlerin yer aldığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Panelin açılışında konuşan Bakan Avcı, "Bugün Türk Maarif

tarihinin ve Türk demokrasi tarihinin büyük şahsiyetlerinden birini; Merhum Maarif Vekilimiz, Millî Eğitim Bakanımız Tevfik İleri´yi vefatının 52. seneyi devriyesinde hep birlikte hasretle, muhabbetle ve rahmetle anıyoruz. Biliyorsunuz bizim kültürümüzde sadaka-i cariye diye bir kavram var. Sürüp giden, amel defterlerini açık tutan. İnsanlar öldükten sonra defterleri kapanıyor, ama bunun istisnası var, istisnaları var. Bu istisnalardan biri de geride hayırlı evlatlar bırakmak, onların hayır duaları ile anılmak ve kalıcı eserler bırak-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

mak. Merhuma ne mutlu ki bunların her ikisine de sahip. Hem anne baba olarak hayırlı evlatları var, hem de işte görüyorsunuz Maarif Vekili olarak bugün kabri başında Kur´an-ı Kerim okuyan evlatları var, Allah’tan rahmet diliyoruz. Onunla birlikte de-

mokrasi şehitlerimize, mücadele arkadaşlarına ve eşine Allah’tan rahmet diliyoruz.” diye ifade etti. Bugünün güzel bir gün olduğunu, çünkü milletin yapılan iyilikleri, güzellikleri unutmadığını hatırlatan bir gün olduğunu ifade eden Bakan Avcı, "Ben, bu salonu

dolduran sevgili çocuklarımıza, öğrencilerimize ve öğretmenlerimize ayrıca çok teşekkür ediyorum. Birçoğunuz muhtemelen onun adını taşıyan mekteplerde okuyorsunuz. Ben de ayrıca bir öğrenci olarak O’na minnet borçluyum. İmam Hatip okulun-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 119


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

da okuma şansım olmadı, imam hatip mezunu değilim ama yine Tevfik İleri’nin imzasını taşıyan bir başka mektepten, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Merhum Menderes’in de Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin mütevelli heyeti üyesi olduğunu ve 27 Mayıs’tan sonra sırf o Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin mütevelli heyeti üyesi olduğu için bu üniversitenin kapatılmaya kalkışıldığını belki birçoğumuz bilmiyoruz. Ama 60 ihtilalinin, 60 darbesinin ardından az kalsın ODTÜ kapatılacaktı. Neyse ki sonunda aklıselim sahibi birkaç kişinin himmeti ile gayreti ile bunun da önüne geçilmiş oldu. Allah’tan rahmet diliyorum. Her sene inşallah, senelerce onu böyle hayırla yad edecek evlatlarının arkasının hiç kesilmemesini temenni ediyorum" diye konuştu. Bakan Avcı´nın konuşmasının ardından anma programı, panelistlerin konuşmaları ile devam etti. Panelde, Ahmet Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri ‘Tevfik 120 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İleri ve Din Eğitimi: İmam Hatip Liseleri’, Tevfik İleri’nin kızı Cahide İleri ‘Tevfik İleri’nin öğretmenlik anlayışı ve öğretmenlere mesajı’, TRT Tevfik İleri Belgeseli yapımcısı Mukaddes Mut ‘Tevfik İleri’den bir belgesele yansıyanlar’, Sadık Yalsızuçanlar ‘Tevfik İleri’nin hayatından kareler’ ve İskender Okudan ise ‘Milli Eğitim Bakanı olarak Tevfik İleri’ başlıklı sunumları gerçekleştirdi. CAHİT İLERİ’NİN KONUŞMASI

Ben de sözlerime hamdü sena ederek Allah’a şükrederek, başlamak istiyorum.Allah dinimizi öğretmenin ve öğrenmenin baskı altına alındığı karanlık dönemlerden sonra babamı çok hayırlı çok bereketli hizmetelere vesile etti. Vefatından 52 yıl sonra huzurunuzda hayırla anılıyor ve ben de bu muhterem heyet içinde yer alarak size hitap ediyorumı. Müsaadenizle İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüsü’nün açılışına ilişkin konuşmak istiyorum. Konunun uz-

manları burada, benim haddime düşmez ama kusurlarım affola. Babamın henüz siyasete atılmadan. 1949 da, mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesinde vereceği bir konferans hazırlığından bir bölüm aktararak başlamak istiyorum: Anlaşılan güncel konular arasında sıkça olduğu gibi Atatürkçülük ve İnkılablar var. Bunlara atıf yaparak diyor ki: İrtica muhakkak ki inkılabımızın baş düşmanıdır. Fakat Allah’a inanmak ve müslüman olmak hiçbir zaman bu inkılabın dışında kalmış değildir ve kalamaz. Bir ankete verdiği cevapta, bütün mütefekkir münevverlere rağmen Allah’a inanmadığını söylemiş olan bir kimsenin bugün, Atatürk inkılabı maskesi altında 17 milyon vatandaşın Allah’ına, dinine ve akidelerine hücum etmesi hoş karşılanmamıştır. Aynı tahsili yapmış, aynı kudrette iki gençten birisi namazını kılsa ve orucunu tutsa, diğeri bunları yapmasa ve aksine boş


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU zamanlarında içse ve kumar oynasa, soruyorum bunların hangisi bu memleket için daha faydalıdır? Yazık. Athenagoras, Başkan Truman’ın alnından öper, takdis eder, Truman yobaz olmaz; Yüzbinlerce İtalyan seçim arefesinde komünistlik tehlikesine karşı Papa’nın önünde diz çöker, onlar yobaz olmaz. İngiltere kralı, Churchill ve milyonlarca İngiliz, kiliselerde zafer için, barış için Allah’a yalvarırlar, onlar yobaz değil. Fakat bizde dinden ve din lafından, Allah adından vebadan korkar gibi korkulur. Hayır arkadaşlar. Kızılların ekmeğine yağ sürmeye ve bastığımız dalı kesmeye hakkımız yoktur. İşte bu düşünce içindeki nisbeten genç bir aydınımız Bakan

olduğu zaman hatta olur olmaz önüne gelen hizmet fırsatını tepmemiş ve yararlanmış. İmam hatip okullarının kuruluş veya yeniden canlandırılması dönemine ben şahit olamadım çünkü o tarihlerde ben 6-7 yaşla-

rında idim .Ne olduğunu ne bittiğini daha sonra okuduklarımdan dinlediklerimden öğrendim. Celalettin Ökten Hocanın unutulmaz gayretlerini, bizim evimizi de şereflendirdiğini ve Babamla birlikte verdikleri mücadeleleri

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 121


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU daha sonra öğrendim Ocak 51’de Babamın göreve gelişinden 4-5 ay sonra İmam Hatip Okullarının açılacağına dair ilk resmi beyanı görüyoruz. Bütçe görüşmeleri sırasında bir soru üzerine tutanaklarda şu kısa kayıt var: Tevfik İleri: Bir arkadaşımız İmam - Hatip meselesine temas etti. İmam - Hatip kurslarının mektep haline gelmesi için bir komisyon kurduk, şekil ve programını hazırlıyoruz, inşaallah bu mektepleri açacağız. (Şiddetli alkışlar, bravo sesleri) Soruyu soran ve talepte bulunanı da rahmetle analım : Erzurum Mebusu Fehmi Çobanoğlu. Komisyon kararı 13 Ekim valilere tebliğ 18 ekim. Hayırlı işde acele edilmiş ve İmam Hatip Okulları 51-52 ders yılında açılmış oluyor. Bu okulların hangi maddi imkânsızlıklarla ve maddi ve manevi sıkıntılarla hayata tutunduklarını içinde yaşayanların anlattıklarından biliyoruz. Hocası ile öğrencisi ile maddi destek vereni ile isimli isimsiz kahramanlar hizmet görmüşler. Yahya Kutluoğlu Hocadan öğreniyoruz ki bir vesile ile Babam şöyle demiş : “Biz bu İmam Hatip Okullarını aslanın ağzından değil midesinden aldık.” Yaşanan mücadeleyi galiba en kısa ve açık bir şekilde ifade etmiş. Ben Kuruluş sürecine doğrudan şahit olmadım ama ilerleyen senelerde evimizde İmam Hatip Okullarında okuyan çocuklara karşı nasıl bir sevgi olduğunu hissettim, biliyorum. 122 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yüksek İslam Enstitüsünün açılışı sırasında artık 15 yaşımda idim ve dolayısıyla artık aklım eriyordu. Babamın bu Enstitünün açılmasından dolayı duyduğu büyük tatmin hissini ve sevinci hatırlıyorum. Bu sevinci babam İslam Enstitüsünü açarken yaptığı konuşmada şöyle dile getirmiş: “İşte bugün kurduğumuz bu müessese, Ankara ilahiyat Fakültemizin yanında, milletimize İslamiyet’i her türlü hurafelerden ari olarak ve bütün halisiyetiyle telkin edecek, edebilecek kifayette ve liyakatte münevver din adamları yetiştirecektir. Şüphe yok bunların milletimize, sade milletimize değil, çok yakın bir gelecekte bütün İslam Alemine ve beşeriyete büyük hayırları dokunacaktır. Cenabı Haktan bu temennilerimizin tahakkukuna imkan vermesini niyaz ederek Yüksek İslam Enstitüsünü açıyorum.” Yüksek İslam Enstitüsünün açılış sürecinde de belli ki “hayırlı işde acele edin” hadisi şerifi yol göstermiş. 1959 da babamın bu sefer vekaleten Milli Eğitim Bakanlığına getirilmesi ile aynı günlerde, mayıs sonunda Konya mebusu Fahri Armaoğlu ve 59 milletvekili gerekli kadro teklifini veriyor, Haziran başında Rize mebusu İzzet Akçal başkanlığındaki ilgili komisyon acilen görüşülmesi talebiyle teklifi Meclise aktarıyor ve 10 Haziranda kanun çıkıyor. Teklif sahiplerini ve komisyon üyelerini de huzurunuzda rahmetle anıyorum. Bu kanunun verdiği güç ileTa-

lim Terbiye’den ve müdürler komisyonundan gerekli kararlar 17 kasımda tamamlanıyor ve Yüksek İslam Enstitüsü 19 kasım 59 da açılıyor. Bu açılıştan hemen sonra Babamın Samsun’da halka yaptığı bir konuşma vardır. Beni çok hislendiren bir konuşmadır.çok heyecanlı bir sesle konuşmasının bu konularla ilgili bölümünde şuları söylüyor: “Biz sadece bu memlekette baraj liman iskele yapmadık. Biz sade bu memlekette yol köprü fabrika yapmadık. Biz sade bu memlekette köylüye içecek su köylüye yiyecek buğday temin etmedik.Biz aynı zamanda bu milletin bekaası için, ilelebet payidar olması için lazım olan manevi gıdayı da Türk çocuklarına vermek yolunu aradık,bulduk. İlk mekteplerimize din dersleri 50’den sonra girdi.Aradan bir müddet geçti orta mekteplere din dersini biz koyduk…Fi zamanında bir takım melun vasıtalarla yetiştirmeye çalıştıkları bir kısım öğretmenler gittikleri yerlerde çocuklarımıza Allah’ın yok olduğunu ispata çalışırken Muallim mekteplerine;çocuklarımızı yetiştirecek olan öğretmenlerin yetiştirildiği mekteplere din dersini biz koyduk.Bu milletin köyünde nahiyesinde kasabasında ve şehrinde muhtaç olduğu din adamlarının yetiştirilmesi için İmam Hatip Mekteplerini biz açtık. İmam Hatip Mekteplerinden mezun olan gençlerimizin hiç olmazsa bir kısmını ve en kaabiliyetlilerini daha yüksek ihtisas (lisansı)ı ile mazhar kılmak için bu


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sene İstanbul’da bir Yüksek İslam İlahiyat Enstitüsünü de biz açtık. Ve Allah’a ne kadar şükretsem azdır,Hamdden şükürden acizim, Demokrat Parti iktidarınınnın bu en güzel işlerinde vasıta olmak da, Allah’a bin defa hamdolsun, sizin mebusunuz Tevfik İleri’ye nasip oldu.” Bu konuşmadan 6 ay sonra 27 Mayıs darbesi oldu. Bütün hükümet, Demokrat Parti Meclis grubu ve bazı bürokratlar darbeciler tarafından Yassıada esir kampına konuldu. Bu sürecin özellikle başlarında esirlere çok çirkin sözlü ve fiziki saldırılar yapıldı. Babam o günleri andığı bir notunda kendisine yapılan bir sözlü saldırıya işaret ederek şunu kaydetmiş: ( Şimdi okuyacağım ifadede bir küfür var. Özür diliyorum hepinizden. Ayıbı bana değil söyleyene olsun.) “Çek tesbihini bakalım eşşekoğlueşşek!” “Vay ticani, sakalı var mı bakalım?” Bu ticani benim. Bunu anladık, ya müslüman kim? Münevver, medeni, İslamiyetin istediği müslüman kim? Bu esaret 1,5 sene sürdü. Düzmece bir mahkeme DEMOKRAT PARTİ iktidarını sözümona yargıladı. Yargılama denen gösteri bir kepazelikti. Bu mahkemenin sonunda Babam için verilen hüküm “idam yerine müebbet hapis”. Hükmün gerekçesinde deniyor ki: “Sanık Tevfik İleri, Demokrat Parti iktidarının gericiliği tutan ve teşvik edenleri arasında bulunmakla tanınmıştır” Bu adamların “gericilik” derken neyi

kasdettiklerini biliyoruz. Dolayısıyla ben de diyorum ki “evet Allah’a bin şükür olsun” Bu kararlarla başbakanımız Adnan Menderes şehit edildi. Kararlardan kısa süre sonra Babam hastalığı nedeniyle Ankara’ya hastahaneye nakledildi. 27 Mayıs döneminin dehşet atmosferine rağmen hastahane Başhekimi bize insanca davrandı. Hem biz babamı devamlı ziyaret edebildik hem bir çok seveni gelebildi. İhsan Toksan Hoca nakletmişti. Ankara İmam Hatipden arkadaşları da gelenler arasında imiş. Babam onlara demiş ki : Benim günahım da vardır ama bu müesseseleri açtığım için Allah Beni affeder…

Babamın bu müebbed hapsi sadece 3,5 ay sürdü. Allah O’nu 52 yıl once bu dünyadan alarak kurtardı. Şehit edilmiş olan başbakanımız Adnan Menderes, İmam Hatipler, Yüksek İslam Enstitüsü ve diğer hayırlı işlerde Babamın hizmet edebilmesine vesile olan, ona yardım eden, ona yol açan büyüğümüz idi. Duam ve inancım odur ki her ikisinin de amel defterleri açık kaldı. İmam Hatip camiası kendisine yakışan vefa duygusu içinde her ikisini de unutmadı ve dualarıyla anmaları ile hep onların yanında bulundu. Bu camiaya minnetlerimi sunuyorum.

Başbakan Erdoğan, “100 Yıllık Hikâye İmam Hatip” etkinliğine katıldı. Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Liselerinin 100. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Burhan Felek Spor Salonu’nda düzenlenen “100 Yıllık Hikâye İmam Hatip” etkinliğine katıldı. Başbakan Erdoğan “1951 yılında İmam Hatip Okullarını tekrar açan, milleti okullarıyla buluşturan, milletin adamı, demokrasi mücadelesinin abidevi şahsiyeti merhum Adnan Menderes’e, onun Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.” dedi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 123


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yalanlar, Aldananlar ve 27 Mayıs

H. Emre OKTAY Demokrat Partinin 10 yıllık iktidarı, alçak bir darbe ile sona erdirildi. Hakaretler, işkenceler, yargılamalar, Yassıada’da ölümler, müebbet hapisler ve infazlar… Yassıada Mahkemelerinin Demokrat Partililer için verdiği hükümler o kadar ağırdır ki, yargıçlar adeta dünya mahkûm etme rekoru kırmışlardır. Tüm dünyayı kana bulayan 70 milyon insanın canını kaybetmesine, daha fazlasının sakat kalmasına sebep olan Hitler ve kanlı ekibinin yargılandığı Nürnberg Mahkemelerinden 12 idam kararı çıkmıştır. Yassıada’dan ise 15 idam kararı! Ayrıca 30 müebbet ve 20 ila 5 yıl arası çeşitli ağır hapis cezaları. Bu bakımdan, geçen zaman içinde insanlarımız, ‘ Demokrat Partililerin hataları neydi, ne yaptılar, ne suç işlemişlerdi’ gibi sorularla bu ağır hükümlerin gerekçelerini bulmaya çalıştılar. Zira Yassıada’da yapılan bu haksızlıklara akıl erdirmek gerçekten imkânsız gibidir. 27 Mayıs 1960 Darbesi Türkiye Cumhuriyetimize, Türk Halkına o kadar büyük zararlar vermiştir ki, bugün 2013 yılında bile hala o zararlar tamamıyla telafi edilememiştir. Eğer 27 Mayıs zamanında masaya yatırılıp, yargılansaydı eminim ki, 124 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bu gün Balyoz, Ergenekon, İnternet Andıcı, 28 Şubat gibi yargılamalar olmuyor ve kimsenin canı yanmıyordu. 27 Mayıs’ta darbeci subayların akıl hocalığına zamanın üniversitesi, basını ve muhalefeti CHP soyunmuşlardı. O zaman ülkemizde üniversite sayısı az bugünkü gibi değil Ankara Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Teknik Üniversite gibi. Koskoca İstanbul Üniversitesinin rektörü Ordinaryus Profesör Sıddık Sami Onar, Profesörlerden Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı, Doçent Muammer Aksoy darbe gerçekleştiği gün adeta bayram sevinci yaşamışlar, sanki ülke düşmanlardan kurtulmuş gibi sokak şenlikleri yapmışlardır. İlk heyecan atlatıldıktan ve Demokrat Partili bakan, milletvekili, dönemin bürokratları, Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı ite kaka, küfür, tekme tokat, tükürükler içinde Yassıada’ya tıkıldıktan sonra, darbeci subaylar, üniversite hocaları hep beraber oturmuşlar ve darbeyi yasallaştırmaya çalışmışlardır. Hazırlıksız, programsız, apar topar ülkeyi ele geçirmiş olan darbecilerin bir derdi de meşruiyet (yasallaşma) idi. Bu konuyu darbeciler hukuk profesörlerine sorunca aldıkları cevap darbecileri bile şaşırtır. Anayasa hukuku profesörleri Sıddık Sami Onar ve Hüseyin Nail Kubalı derler ki:


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “Meşruiyet ihtilalinizdir. Hukukun hiçbir önemi yok, ne isterseniz yapın, güç sizde..” Bu arada, DP’li tutuklular Yassıada’da çile doldurmaya başlarken, Doçent Muammer Aksoy’un Forum Dergisinde bir yazısı yayımlanıyor. Yazının başlığı şöyle, “En Büyük Tehlike Yersiz Acıma Hissidir” Yani Muammer hoca diyor ki, aman, sakın Yassıada’daki mahkûmlara acımayın, canlarını okuyun. Nitekim Yassıada’da ada kumandanı Yarbay Tarık Güryay’ın kumandasında dövmeler, tecrit, zindana atmalar şeklinde işkenceler başlıyor. Amaç tutuklulardan mahkûm olmalarını sağlayacak, darbeyi haklı ve mazur gösterecek ifadeler alabilmek. Darbeciler ve akıl hocaları, İlk işlerden biri olarak darbeyi yücelten, DP’yi kötüleyen, hain ilan eden bir takım yazıları ders kitaplarına soktular ve bu dersler okullarda genç dimağları DP aleyhine zehirlemeye başladı. 27 Mayısçıların kendilerini korumak amacıyla darbeden sonraki ilk Meclis’e dayattıkları, Tedbirler Kanununun da etkisiyle (ki bu kanuna göre DP’yi ima yoluyla bile olsa meth etmek veya darbeyi ima yolu ile bile olsa eleştirmek beş yıl hapis ile sonuçlanacaktı) DP aleyhtarı propagandalar 1980 yılına kadar, 20 sene sürdü. Bu arada CHP’li bazı yazarların kitapları, makaleleri de en çok okunan gazetelerde yer buldu ve şiddetli bir bilgi kirlenmesi yaşandı. 2003 yılına kadar bizler 27 Mayıs’ı topluma açık bir ortamda konuşurken ürkerek sesimizi kısıyorduk. Bu gün ise çok şükür büyük bir rahatlama, özgürlük ortamı gelmiştir. Ancak bazı insanların bilinçaltlarında yıllarca süren darbeci dezenformasyonun etkisini hala görmekteyiz. Sayın Serhan Yücel’in “Menderes Dönemi 1950-60” yazısının sonuna doğru rahmetli Menderes’in kişiliği hakkında bir değerlendirme yapmış, bu değerlendirmede, Menderes’ten pek hoşlanmayanlar Menderes’i çift kişilikli tanımlamış, kimi zaman çocuk ruhlu, kimi zaman da psikopat Menderes’ten söz etmişlerdir, diyor ve bu değerlendirmelerin Cihad Baban ve Şevket Süreyya Aydemir’e ait olduğunu yazıyor. Evet, doğrudur bu değerlendirme özellikle ismet Paşaya yakınlığı ile tanınan Şevket Süreyya Aydemir’e (İhtilalin Mantığı ve İkinci Adam İsmet İnönü 3. Cilt) aittir. Keza Cihad Baban da darbeden sonraki Kurucu Meclis ’de görev almış bir Halk Partilidir. Psikopat kelimesi de daha DP iktidar olmadan muhalefetteyken sertlik yanlısı CHP Hükümeti başbakanı Recep Peker tarafından kullanılmıştır. Menderes söz alıyor ve Mecliste, Recep Peker Hükümeti bütçesini akıl dolu konuşmalarla eleştiriyor. Recep Peker adeta ateş püskürüyor, sinir içinde kürsüye geliyor ve Menderes’in sözleri için psikopat bir ruhun tezahürü gibi demokrasi ile ilgisi olmayan hakaretamiz kelimeler kullanıyor. Menderes’in düzensiz olduğu, hayata bakışının dağınık olduğu, randevuları, gizli aşkına kadar attığı adımlarda düzensiz vurdumduymaz olduğu yazılmış. Bu aşağılamalar da mı Şevket Süreyya’dan veya Cihan Baban’dan anlaşılmıyor. Bendeniz Menderes’i sadece kitaplardan öğrenmedim. Kendisini bizzat gördüm ve elini öptüm keza Celal Bayar’ın da. Bu bakımdan gerçekten şanslıyım. Menderes daima şık giyinen, müthiş bir karizması olan, gerçek bir beyefendi idi. Son derece kibar, alçak gönüllü, sıcak ve çok güzel konuşan, çok zeki bir insandı. Zaten bu güzel konuşma ve zekâ bir za-

manlar Mustafa Kemal Atatürk’ü de etkilemişti. Atatürk bir yurt gezisi esnasında Aydın’dan geçerken Menderes kendisi ile görüşmek istemiş. Serbest Fırka olayından dolayı İzmir ve havalisine kırgınlık duyan Atatürk isteksiz davranmış. Ancak kısa bir süre için nezaket icabı görüşmeyi kabul etmiş. Fakat görüşme saatlerce sürmüş ve Atatürk görüşme esnasında sigara paketini bitirmiş, fincan fincan kahve içmiş. Menderes’in ülke sorunlarının çözümü üzerine olan görüşlerini Atatürk çok beğenmiş ve çocuk bunları yazılı istiyorum, dönüşte aldıracağım, demiş ve yakın çevresine de bu çocuk mutlaka Meclis’te olmalıdır talimatını vermiş. İşte rahmetli Menderes böylesine düzenli bir insanmış. Şevket Süreyya, Cihat Baban Menderes’ten olumlu anlamda pek etkilenmemişler ama Mustafa Kemal Atatürk onu siyasi arenaya, Meclis’e çağıracak kadar etkilenmiş. Bence, Halk Partili, hatta 27 Mayıs da görev almış bir takım yazarlardan Menderes ve Celal Bayar’ın kişiliğini okurken, birde Samet Ağaoğlu’ndan, Nusret Kibritçioğlu’ndan, İsmet Bozdağ’dan, Cemal Fersoy’dan, Burhan Apaydın’dan vb. okumak şarttır. Dünyada Celal Bayar, Adnan Menderes kadar dezenformasyona uğramış kimse yoktur. Şimdi yıllarca DP, Bayar, Menderes aleyhine yapılan dezenformasyonun neler olduğunu kısaca irdeleyelim ve bir kere daha 27 Mayıs’ın ne kadar boş sebeplerle yapıldığını görelim: -Dediler ki Menderes bir toprak ağası idi ve toprak reformunu önlemiştir. Menderes’in bir toprak ağası olması söz konusu bile değildir. Toprak ağası tabiri zaten doğuya mahsustur ve ağaların aşiretleri vardır. Menderes ailesinin Ege Bölgesinde bir çiftlikleri (Çakır bey çiftliği ) vardır. Çiftlik sahibi bir aileden gelmek Menderes için büyük avantaj olmuştur. Köylüyü, çitçiyi yakinen tanımış, sorunlarını anlamış, sorunlar için kafasında çözüm yolları geliştirmiştir. İktidara geldiği zaman aç Türkiye tarım ürünlerinde ihracata başlamıştır… Menderes Toprak Reformu kanununa son derece akılcı gerekçelerle karşı çıkmıştır. Şöyle ki, Meclis ’de Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile ilgili yapılan tartışmalardan Menderes’in sözlerini aktarıyorum:

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 125


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “Büyük toprak mülkiyetinin hâkim olmasından ve çiftçinin büyük bir kısmının topraksız veya tamamen proletaryalarmış bulunmasından ıstırap çekmiş ülkeler çok görülmüştür. Ama Türkiye’de manzara bu değildir. Hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir ki, ülkede en adi bir çift ayakkabı pahasına bir dönüm toprak edinmek imkânları mevcut olagelmiştir.” Menderes, ülkede yerleşim alanlarının belirli yerlerde sıkışık olarak oluştuğunu, hâlbuki tüm ülke gezildiğinde, yüz binlerce hektar tarıma elverişli toprağın hiç işlenmeden beklemekte olduğunun görüleceğini söylemekte, tarım kesimindeki geri kalmışlığın sebebinin de yanlış teşhis edilmekte olduğunu ifade etmektedir. Ve bu hususta esas faktörün Atatürk ilkelerinden, ‘Köylü milletin efendisidir’ ilkesine uyulmamaktan kaynaklandığını belirtmektedir. Önemli olanın toprağı bölük pörçük dağıtmak olmadığını, köylüye teknik bilgi verilmesinin, köylünün modern aletlerle donatılmasının, köylüye zirai kredi, iyi tohum, iyi cins hayvan yardımı yapılmasının olduğunu vurgulamaktadır. Menderes, aşar vergisinin kaldırılmasının çok olumlu olduğunu ama hala köylünün çift öküzünden vergi almak suretiyle köylünün belinin büküldüğünü de hatırlatıyordu. Menderes, çağın gerisinde kalmış olan Tarım Bakanlığı ıslah edilmeden ziraat alanında hiçbir ilerleme olamayacağını ileri sürüyordu. (Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes, Süleyman İnan, 2006) Menderes Meclis’teki konuşmalarında, Toprak Reformu (Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu) görüşünün geri kalmış bir anlayış olduğunu belirtiyor ve o zaman için yepyeni bir kavramdan söz etmeye başlıyordu, ‘Kooperatifçilik’

126 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

“Zirai reform adı altında daha çok uzun yıllar kendine özgü üretim devrinde kalmaya mahkûm ve hep birbirine benzer basmakalıp işletme şekilleriyle toprağı dağıtıp parçalamak dünyanın dün gitmekte olduğu ve bugün terk edilmek üzere bulunan bir yoldan yürümeye başlamak olacaktır. Küçük işletmeleri yer yer birleştirmek suretiyle üretimi kolektifleştirmek ve bu yoldan orta ve büyük işletmelerin faydalarını elde etmek bile farzdır.” Menderes’in Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu konusundaki görüşlerini kısaca özetleyecek olursak; Menderes’e göre toprağın küçük parçalar halinde dağıtılması her şeyden önce toprağın işlenmesini zorlaştıracaktır. Önemli olan çiftliklerin modern makinelerle, bilgi ile donanmasını sağlamak, kaliteli gübre temin etmektir. Bunun içinde köylüye kolay, ucuz kredi vermek, vergilendirmede adil ve ılımlı olmak gerekmektedir. Sermayeyi korumak, kolektif, çalışmak, kooperatifçiliği geliştirmek esastır. -Dediler ki karşı devrimi Menderes hükümeti başlattı, Ezanı Araplaştırdılar: Karşı Devrim ne demek? Atatürk ilke ve devrimlerine karşı bir hareket başlatmak demektir. Atatürk DP öncesi yani 1950 öncesi, CHP İsmet İnönü döneminde unutturulmaya çalışıldı. Bu gerçeği inkâr etmek mümkün değil. Paralardan, pullardan Atatürk resimleri, devlet dairelerinden Atatürk portre ve büstleri kaldırıldı yerlerine Milli Şef İnönü’nün resimleri kondu. Atatürk’ün naaşı Etnografya müzesinde bir köşe de tahnit edilmiş (bir çeşit mumyalama) vaziyette adeta unutulmuş, Anıtkabir inşaatı tahsisat yetersizliği gibi bahanelerle bir türlü bitirilememiştir. DP Menderes Hükümeti iktidara gelir gelmez, özellikle Celal Bayar’ın yö-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU netimiyle paralara ve devlet dairelerindeki yerlerine Atatürk resim ve büstleri iade edilmişti. Çıkarılan yeterli tahsisat ile Anıtkabir inşaatı de 1953 yılında tamamlanmış ve halkın ziyaretine açılmıştır. Ayrıca Atatürk’ün Hatırasına Saygı Kanunu çıkartılmış ve Atatürk hatırası koruma altına alınmıştır… Selanik’te ki Atatürk’ün doğduğu evde restore edilerek müze haline getirilmiş, halkın ziyaretine açılmıştır. Ezan konusuna gelince; 1932 yılında alınan bir kararla Ezan Türkçe okunmaya başlamış, Arapça Ezan okumak yasaklanmıştı. Ülke genelinde hoşnutsuzluk yaratan bu uygulamaya İnönü Milli Şef döneminde bir de hapis ve para cezası eklendi. Yani Ezanı aslı gibi, Bilali Habeşi’nin okuduğu gibi, Allahu Ekber, diyerek okursanız üç ay hapis yatıyordunuz. Demokrat Parti iktidara gelir gelmez bu yasağı kaldırdı ve ülke genelinde adeta bayram havası esti. Ezanı Arapçalaştırma diye bir şey söz konusu değil. İsteyen Türkçe isteyen de Arapça okusun, dediler. O tarihten itibaren ibadetine düşkün vatandaşlar arasında Türkçe Ezan okuyan veya okumak isteyen görülmedi. Türkçe Ezanı savunanlarında zaten namaz, oruç ile pek ilgisi olmayan kişiler olduğu anlaşıldı. -Dediler ki, DP Hükümeti Halk Partisinin mallarını gasp etti. Komik bir iddia. Yapılan iş sadece CHP’nin üzerinde görülen devlet mallarının hazineye intikalinden ibarettir. 1950 öncesi İnönü Tek Parti döneminde parti devlet birlikteliği uygulaması yapılıyordu. Yani partinin devleti gibi. Bir ilin valisi aynı zamanda CHP il başkanı oluyordu. Devlet malları da CHP envanterinde ve kullanımında bulunuyordu. Ancak 1950 de seçimleri Demokrat Parti kazanınca çok partili hayat bilfiil başladı. DP’den başka partiler de kuruldu. Her parti kendi imkânları ile çalışırken CHP hala devlet mallarını kullanmaktaydı. Örneğin eski TBMM binası CHP Genel Merkezi olarak kullanılıyordu. İşte DP bu çarpık durumu bir kanunla düzeltti. Eski TBMM binası dâhil CHP’nin kullanımında olan devlet mallarını hazineye intikal ettirdi. Eski TBMM binası da müze yapıldı. Dikkatinizi çekerim DP üzerine hiçbir CHP malı almıyor sadece hazinenin malını hazineye iade ediyor. Gerçek ne kadar farklı değil mi? -Dediler ki Köy Enstitülerini DP kapattı. Püsküllü bir yalan…2010 yılında önemli televizyon kanallarımızdan birinde, bir tartışma programında, ordumuzun en üst kademelerine gelmiş bir orgeneralimiz Necati Özgen Paşa konuşmaları arasında “Köy Enstitülerine yazık oldu, maalesef DP Köy Enstitülerini kapattı” şeklinde bir ifade kullandı. Bir orgeneralimizin bu ifadeyi kullanması beni üzmüştü. Çünkü bu ifade tamamen yanlış bir ifadedir. DP Köy Enstitülerini kapatmamıştır. Sadece kendinden önceki CHP iktidarının son döneminde, 1949 yılında işlerliğini kaybetmiş, sayıları azalmış olan köy enstitülerini İlk öğretmen Okullarıyla birleştirerek, eğitim sistemi içinde sıkıntı yaratmaya başlamış olan bir sorunu halletmiştir. 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu ile Köy Enstitüleri resmen kuruldu. Enstitülerin sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı kalmayıp, sağlık görevlileri, teknisyenleri gibi meslek erbabı da yetiştirmeleri düşünülüyordu. Anadolu’da bir aydınlanma hareketini başlatabilmek için iyi niyetle düşünülmüş bir uygulama idi,

Köy Enstitüleri. Ama başarılı olmak için ne yazık ki iyi niyet asla kâfi gelmemektedir. Sorunları iyi okumak, iyi etüt etmek ve doğru kararlar almak başarı için şart oluyor. Köy Enstitülerinin yiyecek, barınak gibi tüm masraflarının köylü tarafından karşılanması isteniyordu. Zaten sefalet içinde, açlık çeken köylü böyle bir masrafı karşılayacak durumda değildi ve tepki gösteriyordu. Kendisi de bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” adlı çok önemli kitabını okuyanlar o tarihteki köylerimizin sefil, acıklı halini üzüntü içinde öğrenebilirler. Enstitülerde karnı açlıktan guruldayan, ensesi bit ısırıklarından yanan köy çocuğuna keman çalmak doğal olarak anlamsız gelir. 1946 yılında, Tek Parti Dönemi Recep Peker hükümeti kurulunca, Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer getirildi. Artık, Recep Peker başbakanlığında sağcı bir kabine kurulmuş oluyordu. Recep Peker yukarda bahsettiğimiz gibi, Menderes’e psikopat diyen kişi. Reşat Şemsettin Sirer de, Köy Enstitülerinin babası olarak bilinen İsmail Hakkı Tonguç’u, İlk Öğretim Genel Müdürlüğünden uzaklaştırdı. Arkadan Tonguç’cu veya solcu olarak bilinen diğer enstitü yöneticileri, öğretmenleri görevlerinden alınarak başka yerlere atandılar. Tonguç bir ortaokulun resim öğretmenliğine gönderildi. Ancak bu hükümet değişikliği ve enstitülerde uygulanan yeni yapılanmalar, yararlı olacağına zararlı olmuş, enstitülerde bu sefer milliyetçi-komünist, ilerici-gerici sürtüşmeleri başlamıştır. 1947 yılında çıkarılan 4274 ve 5210 sayılı yasalarla köy okullarının öğretmen, sağlık memuru ve ebe evlerinin yapımlarının devletçe üstlenilmesi kabul edilmiş, enstitülere verilen demirbaşlar at, manda, inek vb. gibi hayvanlar dâhil ve donanım araçları geri alınmış. Hasan oğlandaki Yüksek Köy Enstitüsü ile bütün eğitmen kursları kapatılmıştır. Mevcut olan enstitülerin programlarında yeni düzenlemelere gidilmiştir. Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer Köy Enstitülerini kuruluşlarındaki sistemin dışına çıkartarak işleyişlerini adeta durdurmuştur. Recep Peker kabinesinden sonra Şemsettin Günaltay kabinesi görev başına gelmiştir. Şemsettin Günaltay, Mili Eğitim Bakanlığına Tahsin Banguoğlu’nu getirmiştir. Banguoğlu döneminde, 1949 tarihinde çıkartılan 5541 sayılı yasa ile enstitülere yalnız köy çocukları alınması uygulamasından vaz geçilmiştir. Artık enstitülere dörtte bir oranında belediyesi bulunan kasabalardaki çocuklar alınmaya başlamış, karma eğitimden de vaz geçilmişti. Bu dönemde 5210 sayılı yasa ile de İlkokullara din dersi konuyordu. Görüldüğü gibi, Köy Enstitüsü sistemi başlangıçta, köylerde ilköğretim sorununu çözecek bir model olarak düşünülmüş, ancak 1946’dan sonra CHP Hükümetleri, adım adım bu sistemi kaldırmaya yönelmişlerdir. 1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldiği zaman, topyekûn köyleri kalkındırma politikaları izlemeye başladı. Madem köylü milletin efendisi idi, o halde köylere yol, köylere su, köylere elektrik, köylere sağlık hizmetleri aksamadan ulaştırılmalıydı. Ve DP iktidarı, artık devleti, köylüden alan değil köylüye veren bir konuma getiriyordu. Süratle uygulanmaya ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 127


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU başlayan bu politikaların sonucunda öğretmen okullarından yetişen öğretmenlerin köylere gitmeleri ve oralarda başarılı olmaları mümkün olmaya başladı. DP ilk kabinesi, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri döneminde, 27 Ocak 1954 tarihinde çıkartılan 6234 sayılı kanunla, sayıları azalmış ve atıl vaziyette bulunan köy enstitüleri bütünüyle İlk Öğretmen Okullarına dönüştürülmüşlerdir. -Dediler ki, ‘Demokrat Parti 1954 seçimlerinde, kendisine oy vermediği için Kırşehir ilini, cezalandırmak için ilçe yapmıştır.’ Bu gün hala DP muhalifleri veya konuyu iyi bilmeyenler tarafından kullanılmakta olan bu ifadenin gerçekle ne derece ilgisi olup olmadığını irdeleyelim. 1924 yılından itibaren, ülkemizin siyasal haritasında, yani köylerin, ilçelerin, illerin düzenlenmesinde, sürekli değişiklikler yapıldığını görüyoruz. Ekonomik zorunluluklar, coğrafi yapı, ulaşım, nüfus vb gibi faktörler bu yerleşim düzenlemelerinde etkin rol oynamıştır. Savaş dışı hallerde nüfus sürekli arttığı için, köylerin ilçe yapılması, ilçelerin il yapılması düzenlemesi kulağa olağan geledurmuştur. İllerin ilçeye dönüştürülmesi düzenlemesi ise, doğal olarak, özellikle o ilde yaşayanlar arasında olağan dışı görülmüş ve tepkilere neden olmuştur. İşte Demokrat Partinin iktidar olduğu 1950-60 dönemi içinde de, yukarda belirttiğimiz gibi, doğal olarak, ilçelerin il, illerin ilçe yapılması şeklinde siyasal haritada değişiklikler yapılmıştır. Bu düzenlemeler içinde, 1954 yılında Kırşehir’in önce ilçeye, üç yıl kadar sonra da tekrar İl’e döndürülmesi düzenlemesi muhalefet tarafından yıllarca DP aleyhine malzeme yapılmış ve olumsuz propaganda olarak kullanılmıştır. 1954 yılındaki bu Kırşehir’in ilçe haline getirilmesi düzenlemesinde, DP iktidarının politik ve çok yönlü düşünmeden, acele davrandığı, bu işlem için iyi zamanlama yapmadığı söylenebilir. Zira 1954 seçimleri yeni tamamlanmış ve Kırşehir ilinin 5 milletvekilliğini de Osman Bölükbaşı’nın CMP’si kazanmıştır. İşte bu yüzden, hemen seçim ertesinde Kırşehir ilinin ilçe haline getirilmesi düzenlemesi, DP muhalifleri tarafından Kırşehir’in DP’ye oy vermediği için ilçe yapılarak cezalandırıldığı şeklinde propaganda edilmiştir. Hâlbuki bir parti, DP, ikinci defa katıldığı Genel Seçimleri % 57,61 oy alarak kazanıp, 541 sandalyeli Meclis’te 502 sandalye ’ye partisinin milletvekillerini oturttuktan sonra hala 39 muhalefet milletvekilinin 5’i bir ilden çıktı diye, o ili cezalandırmak gibi saçma bir işle uğraşır mı? Biraz düşününce, Kırşehir’in ilçe yapılması olayının kasıtlı olduğu düşüncesi, akıl ve mantığa pek sığmamaktadır. Ama belirttiğimiz gibi, bu işlem ne kadar coğrafi zorunluluklardan da doğsa, zamanlaması bakımından bir hata olduğu görülüyor. Meclis’ten küçük bir diyalog; Osman Bölükbaşı: Köylüler feryat ediyor. Menderes kulağını aç, zalimliğini de erkekçe yap! (Gürültüler.) Başvekil Adnan Menderes: (Devamla) Erkekliği o derece tekeline aldı ki, hiç kimsede kalmadı! (Gülmeler.) Osman Bölükbaşı: Sana nispetle çoktur! Başvekil Adnan Menderes Meclis’teki ağır tartışmalar üzerine konu ile ilgili olarak söz alıyor ve Kırşehir’in ilçe yapılması olayının altında yatan gerçekleri içeren aşağıdaki şu konuşmayı yapıyor; 128 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

“…Kırşehir faciası diyorlar…14.000 nüfuslu bir kasabanın bir kaza merkezi olması eğer bir facia ise, bunun 55.000 nüfuslu bir Adapazarı’nın senelerce kaza olarak kalması faciası gibi mukabillerini ifade etmek de mümkün olabilir. Adapazarı’nı 15 gün evvel il yaptınız. Eğer memlekette ilçe kalmak facia ise, hemen söyleyeyim ki, memleketimizde halen 500 ilçe vardır. ( o tarihte y.n.) Onlar da bu hale göre facia içindedirler. Biliyorsunuz bir zamanlar Akşehir, Artvin, Ardahan gibi birçok yerler il idi. Sonra ilçe oldular. Nihayet bunlardan bazıları sonra yine il haline getirildiler. Bazıları da ilçe olarak kaldılar. Bunlar iktisadi ve coğrafi zaruretler yüzünden olmuştur.” -Yine dediler ki, 1955 6-7 Eylül Olaylarını Menderes Hükümeti tertipledi ve gayrı Müslimlerin Türkiye’yi terk etme süreci başladı. Tamamen yanlış, gerçeklerden uzak bir suçlama. Ne yazık ki, 6 Eylül Olaylarından sonra Yunanistan’ın Türkiye hükümetine açtığı davanın iddianamesi Yassıada Mahkemesinde esas alındığı için ve Menderes, Fatin Rüştü Zorlu bu davada 5 yıl hapse mahkum edildikleri için yıllarca hükmünü sürdüren bir dezenformasyon yaratılmış oldu. İşin esasına gelirsek: 6 Eylül 1955 tarihinde, ülkemizde, özellikle azınlıkların yoğun yaşadığı İstanbul şehrimizde meydana gelen bir takım tedhiş olayları, yakın tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir. Bu olaylar ülkesini seven, aklı başında her Türk yurttaşını derinden üzmüştür. Çapulcu görünüşlü bir takım insanlar İstanbul kentimizde Osman Bey, Tünel, Karaköy, Kadıköy, Adalar gibi semtlerde tüm dükkânları talan ediyorlar, dükkânlardaki kumaşlar, giyecekler, buzdolapları, koltuklar, kanepeler vb. parçalanarak sokaklara saçılıyor. Bölgedeki kilise, sinagog gibi ibadethaneler tahrip ediliyor, papazlar, hahamlar itiliyor, kakılıyor, dövülüyorlar. Tüyleri diken diken eden korkunç sahneler… Polisin yer yer yetersiz kaldığı olaylar, asayiş için çağrılan askeri birliklerin de gecikmesi sonunda 6 Eylül gece saat 24,00 a kadar devam ediyor. 6 Eylül’ün 7 Eylül’e bağlandığı gece yarısı saat 24,00 de askeri birlikler duruma hâkim oluyorlar. Galata ve Unkapanı köprüleri açılıyor, Beyoğlu ve İstanbul yakası arası geçişler engelleniyor, sokaklarda tanklar ve askeri birlikler görülmeye başlıyor… Bu noktada önemli bir hususu vurgulayalım. ‘6-7 Eylül Olayları’ ifadesi tamamen yanlıştır. Çünkü 7 Eylül de hiçbir olay olmamıştır. Tüm olaylar 6 Eylül günü gece saat 24.00 de bitmiştir. 7 Eylül temizlik günüdür. 6 Eylül olaylarından en büyük zararı doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve dönemin iktidar partisi DP görmüştür. Ancak çok gariptir ki, bu talihsiz olayların faili olarak da yine Türkiye Cumhuriyeti ve DP Hükümeti gösterilmiştir. Nerede?.. Talihsiz Yassıada Mahkemelerinde!!.. 6 Eylül Olayları, Türk-Yunanistan ve Kıbrıs meselesiyle yakından ilişkilidir. 1955 yılında Türkiye’de özellikle İstanbul kentinde yoğunlaşmış olarak yaşayan 70.000 Rum ve 20.000 Elen vardır. Rumlar ve Elenler aynı şekilde Yunan kökenli insanlar. Aralarındaki fark Rumlar Türkiye Cumhuriyeti uyruklu, Elenler ise Yunanistan uyruklu.. Yunan Pasaportu taşıyan Elenler Türkiye’de iş kurabiliyorlar ve mülk sahibi olabiliyorlar. Bu bağlamda Türkiye’deki demokratik, özgür ortama dikkatinizi çekmek isterim. 6 Eylül Olayları ile ilgi-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU li orijini Yassıada Mahkemesinde olan ve bugüne kadar hala telaffuz edile gelen ikinci büyük yalan, ‘6 Eylül Olaylarından sonra Rumların ülkemizden korkarak kaçtıkları’ yalanıdır. Rumlar da, Elenler de elbette o feci olaylar esnasında korkmuşlardır ama ülkemizden kaçmamışlardır. Zira 1959 yılında İstanbul’da yaşayan Rum ve Elenler’in sayısında hiçbir azalma olmamıştır. 6 Eylül 1955 Olaylarından iki sene sonra yapılan 1957 Genel Seçimlerinde Yunan orijinli bu vatandaşlarımızın oylarını DP’ye verdiklerini de anlıyoruz. Bu oylar olduğu gibi DP’ye gitmiştir. Rum ve Ermeni İstanbul milletvekilleri bu seçimden sonra Meclis’te yer almışlardır. Örneğin Hıristaki Yuvanidis, Aleksandros Hocapulaos, Zakar Tarver. Olaylardan sonra DP Hükümeti olaylardan zarar gören Rum, Elen, Musevi, Ermeni hatta Türk herkese maddi manevi destek sağlamıştır. Banka kredileri, para yardımları, tahrip olan mekânları temizleyecek, onaracak yeterli ekiplerin oluşturulması vb. Bu gün 2013 yılında ülkemizde hiç Elen bulunmaması ve Rumların sayısının da 2.000’lere düşmüş olmasının sebebi bambaşkadır. Şöyle ki; 1964 yılında İsmet İnönü azınlık hükümeti iktidarda. Kıbrıs’ta meşhur, Kanlı Noel Olayı 24 Aralık 1963 tarihinde cereyan ediyor. Lefkoşe’nin Kumsal semtinde 11 Türk, Rum tedhiş örgütü EOKA tarafından öldürülmüştür. Bunlardan dördü Emekli Doktor Tuğgeneral Nihat İlhan’ın ailesidir. Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evinin banyo küvetinde eşi Mürüvvet, çocukları Murat, Kutsi ve Hakan ölü olarak bulunmuştur.

Bu feci olay üzerine 1964 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkartılıyor ve Türkiye’deki Yunan uyruklu Elenler’in yanlarına alabilecekleri sadece 20 kilo eşya ve 200 TL. Para ile ülkemizi 48 saat içinde terk etmelerine karar veriliyor. Elenlerin önemli bir kısmı Rumlar ile evlendikleri onlardan çoluk çocuk sahibi oldukları için ülkemizden sürülenlerin sayısı 30.000’leri buluyor. Anlaşılacağı üzere, ‘6 Eylül Olaylarından sonra azınlıklar Türkiye’yi terk ettiler’ ifadesi bir dezenformasyondan başka bir şey değildir. Şimdi gelelim 6 Eylül 1955 Olaylarına giden sürecin nasıl başladığına; 1955 yılı, Rum tedhiş örgütü EOKA, adadaki Türklere ve İngilizlere karşı terör olaylarını yoğun bir şekilde sürdürmekte, İngiliz askerlerini, polisleri öldürmekteler. Türkler gibi can kayıpları, yaralanmalar yaşayan İngilizler de Kıbrıs’taki bu ortamdan bezmiş durumdalar. Ancak İngilizler Doğu Akdeniz’in güvenliği bakımından Kıbrıs’taki askeri üslerinin varlığının korumasına yaşamsal önem vermektedir. Bu durumda İngiliz Hükümeti Londra’da Türkiye ve Yunanistan’ı da davet ederek üçlü bir konferans düzenlemeye karar verir. Konu Doğu Akdeniz’in güvenliği ve Kıbrıs’ın geleceğidir. Türkiye İngiltere’nin teklifini hemen kabul eder. Yunanistan ise kerhen kabul etmiş bir görüntü vermektedir. Konferans, 29 Ağustos 1955 tarihinde Londra’da Lancester House’da yapılacaktır. Türk heyetine Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakan vekili Fatin Rüştü Zorlu başkanlık etmektedir. Heyette Milli

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 129


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Savunma Bakanı Ethem Menderes, Dışişleri Genel Sekreteri M. Nuri Birgi, Londra Büyükelçiliğine yeni atanan Suat Hayri Ürgüplü, Atina Büyükelçisi Settar İksel, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi Genel Müdürü Orhan Eralp ve Büyükelçi Mahmut Dikerdem bulunmaktadır. Konferansı organize eden İngiltere Dışişleri Bakanı Harold MacMillan’dir. Yunan delegasyonunun başında da Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos vardır. Açılış konuşmasını yapan Harold MacMillan, Kıbrıs adasının stratejik bakımdan İngiltere için büyük önem taşıdığını vurgular. 1 Eylül’de ise Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin yeni Kıbrıs tezini açıklar. Tezi öğrenen Yunan Delegasyonu şoka girerken, EOKA’dan bezmiş olan İngilizler tezi gayet mantıklı bulmuşlar ve Türk Tezinden yana bir tavır içine girmişlerdir. Tük tezinde Rahmetli Zorlu, Lozan Antlaşmasını ortaya koymaktadır. Lozan Antlaşması, Kıbrıs Adasına özel bir statü tanımıştır. 30.madde ile Türkiye Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarını yalnız İngiltere’ye devrettiğini belirtmiştir. 31.madde ile de adada yaşayan halklara, antlaşmanın imzalanmasından itibaren iki yıllık bir süre içinde Türk ya da İngiliz uyrukluğu arasında tercih hakkı tanımıştır… Ada 400 yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuş, tarihin hiç bir döneminde Yunan idaresine geçmemiştir. İngiltere’nin de benimsediği Türk tezine göre artık Yunanistan taraf olmaktan dahi çıkmaktadır. Durum Türkiye için bir zafer, Yunanistan için ise bir hezimettir. Hatta ertesi gün çıkan Yunan gazeteleri ‘Yunanistan Kıbrıs’ı kaybetti’ şeklinde başlıklar atmıştır. Konferansın Sonuç Bildirgesi üzerinde çalışılırken, ‘5 Eylül’ü 6 Eylül’e bağlayan gece, Yunanistan’da Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde bir bomba patladı’ şeklinde tüyleri diken diken eden bir haber yayılır. Türkiye’de radyo 13.00 haberlerinde Selanik’teki bomba olayını duyurur. Saat 16,30’da 130 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

da Mithat Perin’in sahibi olduğu, Gökşin Sipahioğlu’nun yazı işleri müdürlüğünü yaptığı İstanbul Ekspres Gazetesi ikinci baskısını yapmış ve gazete sokaklarda satılmaya başlamıştır. Türkiye’de, Kıbrıs olaylarından dolayı zaten çok gergin olan halkın bu haberle iyice heyecanlandığı görülür. Saat 18,0020,00 arası Beyoğlu’nda üniversite öğrencileri yürüyüş yaparlar. Sloganlar, marşlar eşliğinde yapılan bu yürüyüşte hiçbir olay olmaz. Bir süre sonra, saat 20,00 de Cibali Sigara Fabrikası işçileri ağırlıklı olmak üzere bir işçi yürüyüşü başlamıştır. Ancak bu sefer durum farklıdır. Osman bey’de Haylayf ’ın camları kırılmış, Beyoğlu’nda CKM mağazası saldırıya uğramıştır. Burada CKM’nin Cevat isimli bir Türk’e ait olduğunu, o mağazanın Rumlar ile bir ilgisinin bulunmadığını belirtmekte fayda var zannederim. İşçi yürüyüşü saat 22,00 dolaylarına kadar sürer. Bu yürüyüşte çığırından çıkan kalabalıklar Osmanbey, Beyoğlu, Tünel, Tepebaşı, Karaköy’e kadar önlerine çıkan dükkanları, bazı kilise, sinegog hatta evleri paramparça ederler. Arkadan, saat 22,00 den sonra ne idüğü belirsiz, hırpani insan sürüleri bölgeye akın ederek, tahrip edilen mağazaları yağmalamaya başlarlar. Polisin yetersiz kaldığı bölgeye askeri birlikler saat 24,00 da ulaşırlar. Ve olaylar biter. Haberler Londra’ya ulaştığı zaman, Türk Delegasyonu üzerinde tahripkâr bir bomba gibi patlar. Kazanılan zafer dolayısıyla yükselen moraller bir anda çöker. 8 Eylül’de konferans, olaylar nedeniyle sonuç bildirgesi yayımlamadan dağılır. TÜRKİYENİN YENİ KIBRIS TEZİ, KIBRIS ZAFERİ HAVADA KALMIŞTIR. Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında Türk Heyeti, Londra’dan Ankara’ya dönerken belki ağlamaklıdır. Ama Yunan Heyetinin belli etmemeye çalışsa da mutlu olduğundan hiç şüphe yoktur… Bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin… DP iktidarının zafere bir adım kala, bir akrep gibi kendini sokması ve her


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU şeyi berbat etmesi ne akla ne de mantığa sığmaz. DP’yi 6 Eylül olaylarını tertiplemekle suçlamak ancak bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bir gafletten başka bir şey değildir. Bu olaylar niçin Yunanistan derin devletinin eseri olmasın? Niye, bazı kişiler, bu ihtimali düşünmeden kolaya kaçarak sadece DP iktidarını suçlamakla yetinirler? 6 Eylül Olayı cereyan ederken, içimizde yaşayan 20.000 Yunan uyruklu Elen’in olduğunu unutmamak lazım… (Kıbrıs meselesini ve 6 Eylül Olaylarını en ufak ayrıntısına kadar, belgeleriyle öğrenmek isteyenlere, araştırmacı-yazar Mehmet Arif Demirer’in 6 Eylül Olaylarına 50.Yılda Yeni Bir Bakış ve Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği adlı kitaplarını önemle öneririm) -Dediler ki, Menderes basına baskı yaptı ve İspat Hakkını kaldırdı. Tamamen yanlış…. Şöyle ki, sanki ispat hakkı varmış da, bu hakkı DP iktidarı kaldırmış gibi anlatıla geldi.’ Hâlbuki İspat Hakkı, 1950 DP İktidarından önce ortadan kaldırılmıştı. Olay 1949 yılında şöyle meydana gelmiştir: 27 Ocak 1947 İktidar Partisi CHP, ana muhalefet partisi de DP. CHP hükümeti İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer, yaptığı bir konuşmada Moskova ajanlarının acemi politikacıları da kandırmakta olduğunu söyler, bir takım kişileri ima eder ve konuşmasını Fevzi Çakmak üzerinde yoğunlaştırır. Seçimlerde DP’den aday olan ve milletvekilliğini kazanan Mareşal Fevzi Çakmak için adeta bir karalama konuşması yapmıştır. Sökmensüer konuşmasında mareşalin, bilerek veya bilmeyerek komünist faaliyetlerine iştirak ettiğini ileri sürer, ispata çalışır. İçişleri Bakanının bu konuşmasından sonra, CHP’li Hüseyin Cahit Yalçın, Nihat Erim, Falih Rıfkı, Asım Us, Tarık Us Mareşal Fevzi Çakmak’a ağır hücumlarda bulunmaya başlarlar. Mareşal Fevzi Çakmak ise, bilakis kendisinin komünizm ile mücadele eden biri olduğunu iler sürer, ithamları reddeder. Demokrat Partinin ileri gelenleri, iktidar partisi CHP’nin bu saldırılarına şiddetle karşı koyarlar. DP İstanbul İl Başkanı Kenan Ömer Öner asıl komünistlerin CHP saflarında bulunduğunu söyler. Ve Köy Enstitülerini örnek verir. O tarihte, Köy Enstitülerinde komünizm propagandası yapıldığına dair söylentiler vardır. Köy Enstitülerinin vurgulanması, kurucularından Hasan Ali Yücel’in ima edilmesi demektir. Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, 8 Şubat 1947 tarihli Ulus Gazetesinde, “Söz ettiğiniz eski Milli Eğitim Bakanı ben miyim? Diye sorar…11 Şubat 1947 tarihinde ise Yeni Sabah Gazetesinden Prof. Kenan Öner, Hasan Ali Yücel’e cevap verir, şunları yazar: “Evet, o Maarif Vekili sizsiniz. Siz yalnız komünistleri bakanlığınızda beslemekle ve uğradıkları hücumlara karşı onları korumakla kalmadınız, Bakanlığınızın telkinleriyle milliyetçik belasına başlarını soktuğunuz 23 genci İspanyolların engizisyonuna rahmet okutacak işkencelerle ezdirdiniz, harap ettiniz ve hırpalattınız.” Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, Kenan Öner’e hakaret davası açar. Kenan Öner de TCK’nın 481/1 fıkrası gereğince Hasan Ali’ye isnat ettiği hususların görevi ile ilgili olduğunu ileri sürerek mahkemeden ispat

hakkı ister. Mahkeme 24 Nisan 1947 tarihli celsesinde Kenan Öner’in isteğini haklı bulur ve hakikatin ispatına izin verir. Kenan Öner, ithamlarının delillerini bir bir ispat eder ve mahkemeden beraat kararı çıkar. Ancak Temyiz Mahkemesine gidilir. Temyiz Mahkemesinde de, belli yasa gereğince bu kararla ilgili olarak TEVHİD-İ İÇTİHAT GENEL KURULUNA GİDİLMİŞ (Yatgıtay Görüşleri Birleştirme Genel Kurulu) hakikatin ispatına izin olup olmadığı hakkında, dava konusu olay tetkik edilmiştir. Sonuç olarak verilen 16 Mart 1949 tarih ve 24/3 sayılı, Resmi Gazetenin 26 Mart 1949 tarih ve 7216 sayılı nüshasında yayınlanan kararla, bakanların ve her dereceden memurlar hakkında, vazifelerini ifa ederken bile olsa işledikleri her çeşit suçtan dolayı, onların bu suçu işlediklerini söyleyen ve yazanların aleyhlerine dava açılması halinde aleyhine dava açılanların mahkemede yazdıklarını ve söylediklerini İSPAT ETME HAKLARI KALDIRILMIŞTIR. Buna göre bir bakana veya herhangi bir memura vazifesi ile ilgili bile olsa, bir suç isnadında bulunanlar, otomatik olarak mahkûm edileceklerdir.” Yani Yargıtay, 1949 yılında siyasetçileri, hakkında belge açıklanamayacak kişiler, sınıfına sokulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu düzenlemenin, bu kararın verildiği Parlamentonun DP’nin hükümet ettiği Parlamento olmamasıdır. Bu karar yukarda anlattığımız gibi CHP İktidarı zamanında alınmıştır. Karar, o dönemde Yargıtay İçtihat Birleştirme Genel Kurulu yani tüm Yargıtay başkan ve üyelerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir kurul tarafından düzenlenmiştir. 2 Mayıs 1955 tarihinde Fethi Çelikbaş ve bazı DP milletvekili arkadaşları, Meclis’e ‘İspat Hakkı’ önergesi veriyorlar. Yani yıllarca anlatıldığı gibi ispat hakkı uygulaması zaten var da DP kaldırmıştır gibi bir durum yok. Fethi Çelikbaş ve arkadaşlarının zaten DP içinde aradığını bulamayan bir grup olduğu söylenir. Önergeleri kabul edilmeyince bu milletvekilleri partiden ayrıldılar. DP’den ayrılanlar arasında Ekrem Hayri Üstündağ, Fethi Çelikbaş, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Turhan Güneş, Ekrem Alican, İbrahim Öktem gibi siyasetçiler de bulunuyordu. Ayrılan 20 kişi Meclis’te ‘Yirmiler’ olarak anılmaya başladı. Bir süre sonra, 20 Aralık 1955 günü yirmiler tarafından yeni bir parti, Hürriyet Partisinin kurulduğu ilan edilecekti. Menderes de ispat hakkından dolayı böyle bir partinin doğmuş olduğu fikrine karşı şu cevabı verir: “Bizde ispat hakkı mevcuttur. İspat olunduğu takdirde her türlü yolsuzluk, suiistimal ve uygunsuz hareketlerin yazılmasında kanuni hiçbir mahsur yoktur. Bizde kanunlarımızın ispatına cevaz vermediği tek şey hakaretten ibarettir. Biz iktidarda olduğumuz müddetçe hakarete ispat hakkı tanımayacağız. Onlar iktidara gelirlerse küfre de, hakarete de istedikleri kadar hürriyet tanıyabilirler.” Basın hürriyeti ve sansür meselesine gelince. 21 Temmuz 1950 de, DP iktidarının ilk aylarında, 5680 Sayılı Basın Kanunu çıkartıldı. Basın özgürlüğü açısından önemli iyileştirmeler getirildi. Daha önceki 1931 tarihli Basın Kanununun hükümete tanıdığı geniş yetkiler kaldırıldı. Örneğin artık gazete çıkarmak için izin almak gerekmeyecek, bildirimde bulunmak ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 131


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yeterli olacaktı. Basın suçları toplu basın mahkemelerinde yargılanacaktı. Dolaysıyla bu karar ile basın için bir güvence niteliği ortaya çıkıyordu. Gazete sahipleri artık gazetelerinde yayımlanan yazılardan dolayı ceza sorumluluğu taşımayacaklardı. Sorumlu olanlar yazı işleri müdürleri ve yazarlardı. 9 Mart 1954 tarihinde ise, 1954 Genel Seçimlerine iki ay kala yeni bir basın kanunu çıkartıldı; ‘Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun’ Bu kanunla basına bazı sınırlamalar ve denetim getiriliyordu. Çünkü 1950 çıkartılan Basın Kanununun yarattığı özgürlük ortamı, edep kurallarını aşacak derecede istismar edilmeye başlamıştı. 17 Ocak 1953 günü Başvekil Adnan Menderes Gaziantep’te yaptığı bir konuşmada, basın dünyasında görülmekte olan edep dışı ortamdan şikâyet etmektedir: “Türlü acayip ve mukaddes isimler altında bir sürü gazete ve risale (broşür) yayımlanmaktadır. Bunların tetkikinde ilk göze çarpan nokta bütün bu neşriyatta kullanılan lisandır. Din çok ulvi, mukaddes ve nezih bir mefhumdur (kavram). Bunların kullandıkları lisan ise terbiyeli bir insanın ağzına almayacağı kadar kötü, bayağı ve müstehcendir (edebe aykırı). Size sözde dini bir gazeteden misaller vereyim. Şimdi okuyacağım yazının serlevhası (başlığı) ‘Piç’tir ve içinde ezcümle şunlar yazılıdır. ‘Sen ey anasının rahmine bilmem hangi balo gecesinde düşmüş olan piç…sen solda sıfır…sen bir hiç..Sen ey Allahsız, ahlaksız, dinsiz, vatansız, haysiyetsiz, şerefsiz, namussuz, seviyesiz, arsız, yüzsüz, siz ve ne kadar siz varsa üzerinde te-

132 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

celli (belirme) ve temerküz (toplanma) etmiş rezil…sen ey bedbaht düzenbaz, madrabaz, kumarbaz, hilebaz, ne yazsak ne söylesek az olan it..’ 20 Şubat 1955 tarihine gelindiğinde Meclis’te Menderes’in basın konusu ile ilgili yaptığı konuşmadan: “Size daha neler okuyacağım. Hürriyet bu mu? Bu yazılardan dolayı kimse mahkûm olmadı. Çünkü memlekette sorumluluk var. Bizim memlekette gazete kapatmak artık hükümetlerin elinden çıkmıştır. İşte beşinci senemiz kapatılmış tek gazete yoktur. Bununla iftihar ediyoruz. İşte mukaddes basın hürriyeti, hepiniz tiksindiniz, üzüldünüz. Acaba Menderes kadar hücuma uğramış bir başbakan var mıdır? Arkadaşlar bu kadar ağır devlet yükü altında çalışırken bir de kendimize sövdürmeyeceğiz. Nezaketini muhafaza etmiş bir gazete ne kadar ağır yazarsa yazsın kalemine dokunmayacağız. Yeter ki sövmesin. Demin okuduğum en hafifinden deyyus, kerata edebiyatına bir takım hâkimler on gün ceza veriyor sonra da bu cezayı tecil ediyorlar. Bir başka hâkim ‘Bir Kara Çete Geldi İktidarı Ele Aldı’ yazısının muharririni beraat ettiriyor. Sonra da bu hâkimler hizmetlerinin mükâfatı olarak seçimlerde CHP’den milletvekili namzedi (aday) oluyorlar.” İşte DP döneminde özellikle 1960 yılında darbeye doğru giden süreçte görülen sansüre giden yol böyledir. 1954 yılında yürürlüğe giren basın kanunu, 7 Haziran 1956’da kapsamını genişleterek devam ettirilecektir. Hükümet tarafından, basın kanununa yapılmak istenen ilaveler, Meclis’te tartışılırken kanun, CHP muhalefetinin şiddetli eleştirilerine muhatap oluyordu. Ama sonuçta Basın Kanunu yeni şekliyle TBMM’de 274 kabul, 48 ret oyu alarak yürürlüğe girdi. Artık basın ve radyo yoluyla işlenen suçlara, toplantılarda işlenen suçlar, kavramı da eklenmişti. 27 Haziran 1956 tarihinde de, ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ TBMM’de kabul edildi… Bugün içinde bulunduğumuz 2013 yılında, her siyasi görüş kendi TV Kanalını kurup, kendi gazetesini çıkartırken, o tarihte DP lehine yazılar yazmak, sadece iktidarla iyi geçinme kaygısından doğan bir satılmışlık olarak değerlendiriliyordu. Yani DP iktidarını övmek, yandaş yazılar yazmak, genel basının gözünde bir suç haline gelivermişti. -Vatan Cephesi Ocakları. Vatan Cephesi Ocakları uygulaması, aslında CHP ile başlayan bir tür ocak bucak uygulaması girişimine DP’nin karşılık vermesiyle başlamıştır. Ancak uygulamaların vebali DP üzerinde kalmış ve bu uygulamalar DP aleyhine bir malzeme olarak, muhalifleri tarafından yıllarca kullanılagelmiştir. Derler ki: “Vatan Cephesi toplumu kamplaşmaya götürebilecek son derece tehlikeli bir adımdır. Adnan Menderes iktidarının anti demokratik uygulamalarından biridir. Demokrat Partililer bu uygulama ile CHP’ye karşı, kendilerini destekleyen insanları Vatan Cephesine davet etmekteydiler. Bu durum halkı ikiye bölmek gibi çok tehlikeli bir sonuç doğuruyor ve gerginlik kaynağı oluyordu.” 1 Nisan 1959 tarihinde muhalefet lideri İsmet İnönü ve CHP’nin ağır topları, basını da peşlerine takarak, ‘Bahar Taarruzu’ adını verdikleri meşhur propaganda gezilerine başlarlar.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Bu geziden bir süre önce, Türk Halkının teveccühüne mazhar olduğu için 1950-1954-1957 seçimlerini tek başına hükümet edecek kadar oy almak suretiyle kazanmış olan DP iktidarını, seçim yoluyla yenemeyeceklerini düşünen zamanın muhalefeti, İsmet İnönü’nün yönlendirmesiyle, DP iktidarına karşı birleşmiş ve güç birliği yapmıştır. İşte böyle bir ortamda CHP’nin bahar taarruzu Trakya’dan başlamıştı. CHP ekibi Kırklareli’nin Kocasalih bucağında tantanalı bir miting yapıktan sonra, burada bir ocak açtılar ve bu ocağa ‘Güç Birliği Ocağı’ adını verdiler. Görüldüğü gibi, daha ortada Vatan Cephesi Ocağı gibi bir ocak yok. CHP’nin önerisiyle, tüm muhalefet yetkilileri İsmet Paşa’nın Heybeliada’daki evinde toplanmışlar, 10 gün süren müzakerelerden sonra aralarında varılan bir antlaşma ile DP İktidarına karşı güç birliği yapmışlar, yani maddi manevi tüm güçlerini birleştirmişler ve bahar taarruzu adını verdikleri propaganda gezisine çıkmışlar ve muhtemelen o toplantıda alınan karara dayanarak güç birliği ocaklarını kurmaya başlamışlar. Gezilerinde gittikleri ve uygun buldukları yerlerde güç birliği ocaklarını açmaya devam ediyorlar. Demokrat Parti kendilerine karşı başlatılan ve adına sanki bir savaşmış gibi taarruz kelimesi eklenen CHP muhalefetinin bu şaşalı girişimlerine karşı doğal olarak savunma ihtiyacı duyar. Demokrat Parti Genel Başkanı, Adnan Menderes, bir süre sonra, yaptığı bir konuşma ile partisinin Güç Birliği Ocakları karşısında Vatan Cephesi Ocaklarını açmasını ister. Ülkede, bir tarafta muhalefetin Güç Birliği Ocakları, diğer tarafta da iktidarın Vatan Cephesi Ocakları açılmaya başlar. Ancak kısa bir zaman geçtikten sonra Vatan Cephesi Ocaklarının ülke sathında mantar gibi bittiği, Güç Birliği Ocaklarının da sönmeye başladığı görülür. Menderes’in Türk Halkı gözündeki siyasi kredisi, itibarı Vatan Cephesi Ocaklarına ilgiyi çığ gibi büyütüyordu. Bu ocaklara ülke sathında özellikle aydın kişilerin de itibar ettiği dikkat çekiyordu. Güç Birliği Ocakları uygulaması ise tam bir fiyasko ile sonuçlanıyordu. Güç Birliği Ocakları ortadan kalkınca, geriye meydanda sadece Vatan Cephesi Ocakları ve bu ocaklara karşı muhalefetin yürüttüğü karalama kampanyaları kaldı. Vatan Cephesine kaydolan vatandaşların isimleri radyoda, belirli saatlerde bir bir okunmaya başlamıştı. Hükümetin bu uygulaması muhalefetin eleştirilerini doruğa çıkarmıştı. Anadolu’nun birçok köyünde, ilçesinde, ilinde radyoda okunan isimlerini merak ve ilgiyle dinleyen vatandaşlar varken muhalefet ve basın programlarda mükerrer isim okunduğunu ve bu uygulamanın adil ve demokratik olmadığını haykırıyorlardı. Eğer Güç Birliği Ocakları tutsaydı kendileri acaba aynı uygulamayı yapmayacaklar mıydı? -Kara Cüppeliler-Ben orduyu yedek subaylar da idare ederim-Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz? Rahmetli Adnan Menderes, ben orduyu yedek subaylarla da idare ederim, gibi saçma bir sözü asla kullanmamıştır. Bu iddia da bir dezenformatif iftiradan başka bir şey değil. Amaç darbeci askerleri Menderes’e karşı kışkırtmak. Rahmetli Hasan Polatkan’ın, rahmetli Refik Koraltan’ın avukatı Hüsamettin Cindoruk’un bu konuyla ilgili anlatımını naklediyorum.: “Mahkemeler esnasında Başsavcı Altay Ömer Egesel

Menderes’e bu konuyu sormuş. Menderes’in cevabı resmi kayıtlarda vardır. ‘Efendim ben devleti idare ettim, yedek subaylık yaptım, kendi gücümü biliyorum. Bu ordu yedek subaylarla nasıl idare edilebilir. Bunu kim uydurmuş?’ ‘Menderes’in 1955 yılında parti Meclis grubunda, gruptan güvenoyu istemiş ve almıştır. Menderes, biraz önce bakanları bir bir düşüren grubun kendisine sevgi ve coşkuyla sahip çıkması üzerine duygulanmış, yaptığı konuşmada Türk Halkını temsil eden milletvekili arkadaşlarına hitap ederken, ‘Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz’ gibi bir cümle sarf etmiştir. Bu cümle de yıllarca Menderes aleyhine bir malzeme olarak kullanıldı. Hâlbuki bu cümle de ne kötülük var. Bir kere halkı temsil eden, halkın seçtiği milletvekillerinin gücünün her şeyin üstünde olduğu vurgulanıyor. Sonra hilafetin 1924 yılında Musul’un geleceğinin ele alınacağı, İngilizlerle yapılan Haliç Konferansından hemen önce kaldırılmasının bir hata olduğunu ileri süren birçok düşünürümüz vardır. Milli Mücadeleyi maddi manevi destekleyen Hint Müslümanları ve Mısır Müslümanlarından çekinmekte olan İngiltere bu ilga kararıyla çok rahatlamış, değil Musul’u bize bırakmak güneydoğu sınırının daha yukarı, dağlık alanlara yani bugün PKK’nın bayıldığı alanlara çekilmesini dayatmıştır. Ve Hilafetin ilgasından sonra başta Hint Müslümanları (sonradan Pakistan) olmak üzere İslam âlemi hayal kırıklığına uğramış ve Türkiye’den desteklerini çekmişlerdir. Zira istiklal savaşı saltanat ve hilafetin korunması üzerine motive edilmişti. Eğer hilafet kaldırılmasaydı kim bilir günümüzde İstanbul’da Vatikan tarzı bir hilafet merkezinin olması Türkiye’ye maddi çok şeyler de sağlayabilirdi, bugün başımızı çok ağrıtan bölücü faaliyetlere karşı birleştirici bir rol oynayabilirdi. Bütün bunlar tartışmaya açıktır. Menderes’in Kara cüppeliler, sözüne gelince. Samet Ağaoğlu, ‘Arkadaşım Menderes’ adlı eserinde bu sözün hikâyesini açık seçik anlatmıştır. Eski tabirle 27 Mayıs’a takaddüm eden günlerde İstanbul ve Ankara’da CHP gençlik kollarının organizasyonları sonucunda itilip kakılan, sürekli ağır bir şekilde eleştirilen, iftiralara maruz kalan Menderes küçük bir Anadolu seyahatine çıkar. Gittiği yerlerde mahşeri kalabalıkların büyük sevgisiyle karşılaşır ve yaptığı bir konuşmada, demokrasilerde iktidarların seçim yoluyla değişeceğini, iktidar değişikliğinin asla sokaklarda gerçekleşmeyeceğini vurgular ve İstanbul’da meydana gelmiş sokak olaylarına değinirken, o olayların organizatörleri olduğu ortada olan profesörler için ‘bir takım kara cüppeliler’ ifadesini kullanır. Konuşmadan sonra Samet Ağaoğlu’nun yanına gelmiş ve ‘üzüldüm, ağır oldu, düzelteceğim, demiş….Yıllar sonra düşünüyorum. 27 Mayıs Darbesini teşvik eden, darbenin akıl hocalığına soyunup Yassıada’ya ve işkencelere, infazlara giden süreci başlatan hatta infazından 4 saat önce bitkin, komadan yeni çıkmış rahmetli Menderes’e aşağılamak için anüsten prostat muayenesi yapan ve sağlıklıdır asılabilir raporu veren bu profesörler kara cüppeli değil ne idiler!? -ANAYASAYI GERÇEKTE KİMLER İHLAL ETTİ? 27 Mayıs Darbecileri ve akıl hocaları idamlara gerekçe olarak Anayasanın ihlalini (146/1) ve İsmet İnönü’yü öldürADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 133


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU me girişimini göstermişlerdi. Güya Meclis Tahkikat Komisyonu ile Anayasa ihlal ediliyor ve Topkapı’dan İstanbul’a girmekte olan İnönü DP iktidarının emriyle öldürülmeye çalışılıyor. Bu suçlamaların ne kadar gerçek dışı, yapay olduğunu gelin kısaca irdeleyelim. 1960 yılı başından itibaren ülkede bir el sürekli karışıklıklar, huzursuzluklar çıkarmaktaydı. Yalan bir takım dedikodular da fısıltı gazetesi ile kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştı. Menderes Kars ve Ardahan’ı Ruslara sattı. Celal Bayar’ın 103 milyon serveti var. Taşlıtarla’da 7.000 çapulcuya asker elbisesi giydirilip silah verilecek ve halkın üzerine ateş açmaları sağlanacak ve böylece ordu ile halkın arası açılacak vb. En güçlü söylenti de CHP’nin orduyu baştan çıkardığı ve darbe yapılacağı dedikodusu idi. Bu son dedikodunun bir gerçek olduğu kısa sürede anlaşılacaktır. Demokrat Parti hükümeti bu huzursuzluk yaratan söylentilerin kaynağını bulmak için bir avukat tutup muhalefet partisi CHP’yi mahkemeye verecek değildi herhalde. Seçilmişlerden meydana gelen hükümet doğal olarak dönemin Anayasası 1924 Anayasasına başvurdu. Anayasasının 22. Maddesi hükümete ne yapacağını göstermektedir.

134 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Madde 22- “Sual ve İstizah (açıklayıcı bilgi isteme, gensoru) ve Meclis Tahkikatı (soruşturma) Meclisin cümle-i salahiyetinden olup ( yetkisinden) tatbik şekli İç Tüzük ile kararlaştırılır. “ Burada çok önemi olan husus, işe el koyanın hükümet değil TBMM olması noktasıdır. Ve önerge TBMM’de oylanarak kabul veya ret edilecektir. Yürürlükteki 1924 Anayasa sistemine göre; TBMM’nden çıkmış olan kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz. TBMM’nden çıkmış kanunlar mutlaka Anayasa’ya uygundur ve bütün vatandaşların o kanunlara uyması zorunludur. Çünkü 1924 Anayasasının 103. maddesi hiçbir kanunun Anayasaya aykırı olmayacağı amir hükmünü taşır. Görüldüğü gibi 1924 Anayasasının 22. maddesi açık seçik bir şekilde Meclis Tahkikatının hiçbir kısıtlamaya uğramadan TBMM’nin başlıca yetkilerinden biri olduğunu belirtiyor ve bu tahkikatın ne şekilde uygulanacağının tayin ve tespitini de Meclis İçtüzüğüne bırakıyor. Meclis İçtüzüğünde Meclis Tahkikatı iki bölümde mütalaa edilmiştir. Birinci bölüm 169. madde, “Bakanlardan biri veya bakanlar kurulunun tümü hakkında yapılacak olan cezai ve mali sorumluğu gerektiren fiiller” hakkındadır. İkinci bölüm 177. madde, “ TBMM’nin


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU resen (bağımsız olarak) bilgi almak istediği her çeşit konu hakkında bir tahkikat komisyonu kurulabilir” Bu iki maddeyi 16. bap içinde toplayan Anayasa, tüm tahkikat komisyonlarının görevli kılındıkları soruşturmayı ve araştırmayı yürütmek için ne gibi yetkilere sahip olacaklarını da aynı bap’ın öteki maddelerinde belirlemiştir. 27 Mayıs 1960 tarihinden önce TBMM’de kurulmuş olan Tahkikat Komisyonlarına bir göz atacak olursak, komisyon kurulması taleplerinin çoğunun CHP’den geldiğini görürüz; (Necmettin Önder, Siyasi Hesaplaşma yahut 27 Mayıs, yeni baskı 2008) Meclis’teki tahkikat açılma girişimleri yeterli sayıyı bulup kabul ettirilirse CHP’nin bu uğraşıları mubah, aynı şeyi DP gerçekleştirirse günah olmaktadır. Daha Tahkikat Komisyonu önergesi Meclis’te konuşulurken Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri adeta paniğe kapıldılar ve önergeyi şiddetle eleştirmeye başladılar. Söz alan İsmet İnönü açık seçik darbeye yeşil ışık yakan meşhur sözlerini bu tartışmalar esnasında sarf etti. İnönü’nün sözleri: “Eğer baskı rejimi kurulursa ihtilal behemehâl olur. Böyle bir ihtilal dışımızda bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz bende sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.” Tahkikat Komisyonu Meclis’te kabul edildikten sonra, bu komisyona iç tüzüğe göre, bazı yetkiler veren Yetkiler Kanunu Meclis’te müzakere edilirken, İnönü yine söz alarak bu sefer aşağıdaki sözleri sarf ediyor: “Kore Başkanı Syngman Rhee kurtuldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru onun elindeydi. Halbuki sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne üniversite, ne de polis var! Olur mu böyle baskı rejimi? Muvaffak olur mu bu?” “Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir” İşte bu konuşmalardan sonra 28-29 Nisan 1960 da tüm üniversite öğrencilerinin sokağa döküldüğünü bir takım anarşik eylemlerle hükümeti özellikle Menderes’i istifaya çağırdıkları görülür. Akabinde olaylarda polis öğrenciye BayarMenderes’ten emir alarak ateş açtı ve yüzlerce ölü var. Ölüler saklanıyor. Kuyulara atıldılar. Et ve Balık Kurumu buzluklarındalar. Cesetler kıyma makinelerinden geçirildi ve Konya yolu inşaatında asfaltın altına saklandı. Fısıltı Gazetesi tüm şiddetiyle çalışmaya başlar. Zaten kısa bir süre sonra ortamın oluştuğunu düşünen askerler darbelerini gerçekleştireceklerdir. Bu yalanlara askerler de o kadar inanmışlardı ki, Yassıada’da rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay cesetler nerde, yerlerini söyle soruları ile işkenceye maruz kalmıştı. Babamın ölü falan yok, zaten ölü varsa aileleri nerede, şeklinde mantıklı cevabı daha çok dayak yemesi ve hayatını kaybetmesine sebep olacaktır. Yassıada’da Topkapı Olayları Davası görüşülüyor. Topkapı’da İnönü ile aynı araç da olan Kasım Gülek çağrılmış dinlenmiş ama yargıç Salim Başol hiç memnun kalmamış zira rahmetli Gülek,, ‘doğrusu elimi vicdanıma koyarak İnönü’yü öldürmek istediler, diyemem’ diye ifade vermiştir…Talat Asal, Burhan Apaydın gibi avukatlar mahkemeden İnönü’nün dinADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 135


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU lenmesini isterler. Eğer öldürülmesi istenen şahıs İnönü ise, olayı bizzat kendisinden dinleyelim, derler. Ama gerek başsavcı Altay Ömer Egesel gerekse Baş yargıç Salim Başol bu son derece makul öneriyi şiddetle ret ederler. Derler ki, “İnönü gibi seçkin bir şahsiyeti buraya çağırmak sizin haddinize mi?” Eğer İsmet İnönü mahkemeye gelseydi ve deseydi ki aramızda şiddetli çekişmeler oldu ama beni öldürmek istediler. Diyemem. Siyasi yaşamda idamlara karşı olduğunu belirten küçük bir konuşmada yapsaydı, kesinlikle Türk Halkını yaralayan o melun infazlar yapılamazdı. Ayrıca Muammer Aksoy (5 Kasım 1969-Siyasi Haklar Oyunu ve Sonuçları) 14’ler yurt dışına sürüldükten sonra yeni Anayasa yapmak üzere Kurucu Meclis ve Temsilciler Meclisinin oluşturulduğunu ve Temsilciler Meclisinin tamamen Halk Partililerden meydana geldiğini MBK’sinin yetkilerinin Temsilciler Meclisine devredildiğini söylüyor ve ekliyor. ‘ İnönü’ye Milli Birlikçiler, Yassıada Hükümlerinin tasdikinde Temsilciler Meclisinin yetki sahibi olmasını teklif etmişler, İnönü bu teklifi hemen reddetmiş ve başladığınız işi tamamlayın, diyerek infazların CHP’den meydana gelen, İnönü’nün son derece kuvvetli olduğu Temsilciler Meclisinden geçmesi imkânını yani idamların kendisi evet demedikçe infaz edilmemesi imkânını, kendi arzusu ile ortadan kaldırmıştır. Evet, sonra da İnönü avucunun içine gelen bu imkânları elinin tersi ile ittikten sonra, idamları önlemek için mektup yazdım, çok üzüldüm gibi politik yollara girmiş gözüküyor.

DARBENİN AKIL HOCALARI PROFESÖRLER KURULU VE KANUN ADINA YAPILAN KANUNSUZLUKLAR Darbeden hemen sonra darbeci asi subaylar Ankara’ya çağırdıkları profesörlerden meydana gelen bir kurul oluştur-

136 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

dular. Yeni Anayasa yapmak ile görevlendirilen bu profesörlerin meydana getirdiği kurula “ Profesörler Kurulu” dendi. Bu profesörler, darbecilerin bazı DP’lileri serbest bırakmaya başladıklarını görünce, darbecilere bir uyarıda bulundular. Dediler ki, “Siz seçimle gelmiş bir meşru iktidarı silah zoruyla devirdiniz. Şimdi devirdiğiniz iktidar mensuplarını yargılayıp, bunların suçluluklarını ortaya koyup onları mahkûm etmelisiniz. Aksi takdirde darbeniz meşruluğunu kaybeder. Siz suçlu duruma düşersiniz ve cezanızda divan-ı harpte yargılanıp idam edilmek olur.” İşte bu uyarı üzerine Yassıada Mahkemeleri ve idamlara kadar gidecek olan süreç başlamıştır. (kaynak, Demirkırat Belgeseli, bizzat Alpaslan Türkeş-Hıfzı Veldet Velidedeoğlu anlatıyor) Diğer bir deyişle bu hukuk ve Anayasa profesörleri, seçimlere aylar kala yapılmış olan darbeyi yumuşatıp, demokrasiyi koruyup, darbeye karşı çıkacaklarına, darbecilere arka çıkarak idam ve hapis yolunu açıyorlar. Bu hukuk profesörlerinin hukuk adına yaptıkları hukuku katletme girişimlerini üç ana kategoriye ayırabiliriz: Birincisi, evrensel hukukun değişmez kuralı, ‘Suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur’ kuralı varken profesörler darbecilere diyorlar ki, ‘Devrilen DP iktidarı, gayrimeşru kabul edilip, sorumlu tutulduğuna göre, bu iktidarı teşkil eden bütün şahıslar hakkında bir suç karinesi (ipucu) mevcuttur. Aksi ispat edilene kadar hepsi suçludurlar. Aralarında bazı suçsuzlar varsa, bunları yargı tespit edecektir. Bu iş yapılana kadar hepsi tutuklu olmalıdır’ Böylece, Demokrat Partililer için, en tabi hakları olan suçsuzluk karinesi iptal ediliyor. İkincisi, ‘Yargılamaların yürürlükteki ceza kanunu hükümleri içinde yapılması, yani suçların kanuniliği ve özel mahkememler kurmak yolunun kanunsuz olduğu’ biliniyordu. Hatta darbeden sonra Adalet Bankalığına getirilen Abdullah Gözübüyük bu kanuna dikkatleri çekmişti. Ancak Profesörler kurulundan hukuk profesörü Naci Şensoy, garip bir görüş ileri sürdü; ‘Kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibi, uluslararası uygulamada ancak normal zamanlarda işler, ihtilal zamanlarının, rejimlerinin özel hukukları vardır’ dedi. Sözleri darbeciler tarafından tereddütsüz kabul edildi. Böylece, bir garabet olan, ‘Kanunsuz suç olur’ prensibi kabul edildi. Üçüncüsü, yine evrensel hukukun bir prensibi; ‘Suç olduğu iddia edilen bir eylem, işlendiği andaki kanunlara göre yargılanır, Yeni çıkan bir kanun geçmişe uygulanamaz’ Hukukçu profesörler bu kuralı da ellerinin tersi ile ittiler ve yeni çıkardıkları kanunları makabline şamil (geçmişe yürütmek) kıldılar. Özetleyecek olursak, hukuk profesörlerinin darbecilere verdiği mesaj, darbenin meşruluğunun yıkılan DP iktidarının suçluluğuna bağlı olduğu görüşüdür. Yani ölüm cezaları ile darbenin meşruiyeti doğru orantılıdır. Bu arada darbenin halktan kopuk olduğu hemen hissedilmiştir. Ankara,


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İstanbul’da ikamet eden CHP’liler, üniversite, yargı, basın dışındaki büyük halk kitleleri sessizdiler ancak, ‘asamazlar, hele bir assınlar’ söylentileri de duyulmaya başlamıştı. Ama ne yazık ki, bu söylentiler darbeciler üzerinde bir inat gibi ters tepki yaratıyordu Ankara’da toplanan profesörler kurulu ilk etapta ikiye ayrılmışlardı. Bir grup yeni Anayasa üzerinde çalışırken diğer grup geçici Anayasayı süratle düzenliyorlardı. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Doç. Dr. Muammer Aksoy ve Devlet Bakanı Amil Artus’tan meydana gelen bu küçük grup idamlara giden sürecin temelini atıvermişlerdi. Milli Birlik Komitesine TBMM’nin tüm yetkilerini hatta fazlasını veriyorlar ve Yüksek Adalet Divanı tarafından verilecek idam kararlarının onama yetkisini de MBK’ne bağlıyorlardı. Daha mahkemeler başlamamış, ortada kanunen suç diye bir şey yok, fakat profesörler idam kararlarından, kararların onanma yetkisinden bahsediyorlar. Düşünün eli silahlı bir takım genç subaylar TBMM kapısına kilit vuruyorlar ve kendileri Milli Birlik Komitesi adını verdikleri bir komite kuruyorlar. Bizim hukukçu, Anayasacı profesörler de TBMM’nin tüm yetkilerini, daha başlamamış Yassıada Mahkemelerinin idam kararlarının onama yetkisini bu darbeci kurula veriyorlar. İşte İnönü CHP’sinin, Üniversite profesörlerinin hatta zamanın basınının, kandırılmış gençlik kuruluşlarının desteklediği, deli gibi savunduğu demokrasi anlayışı böyleydi. Darbecilerin hemen benimsedikleri bu görüşlere dayanarak ilk etapta iki değişiklik yapıldı. ‘Hüküm zamanında 65 yaşını doldurmuş mahkûmlar için idam cezasının infazını önleyen maddeyi kaldırdılar’ Hedef özellikle, o tarihte 77 yaşında olan Celal Bayar’ı asmak. Sonra düşündüler Yassıada’da tutuklu 595 kişi var. Bunların hepsini çeşitli derecede cezalandırabilmek için yeni bir suç ihdas ettiler. Anayasayı ihlale fer-i iştirak (ikinci dereceden) yani fer-i fail, ikinci derece de fail. Fer-i failler 164/3. maddeye giriyorlar ve cezaları 5-15 yıl gibi hapis. Anayasayı ihlalde birinci dereceden faillerin cezası da 146/1 idam. Rahmetli Celal Bayar anılarını yazdığı, Kayseri Cezaevi Günlüğü kitabının 27 Haziran 1962 tarihli anlatımında Yassıada Mahkemeleri ve Baş yargıç Salim Başol ile ilgili çok önemli şu açıklamayı yapmış: “…Yassıada davaları bu plan esası üzerine yürütüldü ve kararlaştırıldı. Mahkeme reisi Başol bile aldığı talimata uyarak, duruşmada ‘BEN SİZİN CEZALARINIZIN DERECESİNİ TAYİN EDEMEM’ sözünü ağzından kaçırdı. Hakikatte bu plan orduyu siyasete sokan ve ayaklanmayı temin eden Halk Partisi ve liderinin (İsmet İnönü) eserdir. MBK vasıtasıyla divana bir direktif olarak verilmiştir, aynen tatbik olunmuştur.” Hepsinden önemlisi bir darbe yapıldığı zaman zaten Anayasa ortadan kalkmış olur. Hele demokrasiden söz etmek ciddi bir safdilliktir. Artık ülke, ülkenin geleceği bir takım subayların iki dudağı arasından çıkacak laflara kalmıştır ve isteseniz de darbe yönetimini, kendileri istemediği sürece değiştiremezsiniz…Ne demişler en kötü sivil yönetim, en iyi darbe yönetiminden evladır.. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 137


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes’i İki Kere Astılar Seda ŞİMŞEK Türkiye, yarımasırdır o idamın acısı ile yaşıyor. Başvekil Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarının... Egemenliği millete vermenin bedelini darağacında ödeyenler onlar... 17 Eylül’de mezarlarının başındayız Ümran Menderes ile. Aydın Menderes’in vefatının ardından artık bayrak onun elinde. Aydın Bey’in bıraktığı yerden devam ediyor. Biricik eşinin başında ona Türkiye’yi anlatıyor. Mezarının üstünde, gelenlerin bıraktığı “Unutmadık, unutturmayacağız” yazılarını görünce gözleri doluyor, “Unutmadılar, unutturmayacaklar” diyor huzur içinde.

Kaynatılan 27 Mayıs kazanı İşte o darağacı, işte o “darağacındaki Başvekil” fotoğrafı yıllarca Türk siyasetini esir aldı, demokrasiye pranga oldu. Bugünlerde kaynatılmak istenen 27 Mayıs kazanının içindeki Türkiye’nin, demokrasinin tasviridir Aydın Menderes’in anlattığı o gün. Onları milletin gönlünden sökemediler. Aydın Menderes, “Nasıl Hz. Yusuf kuyuda kalmadıysa Adnan Menderes gerçeği de her gün giderek biraz daha aydınlığa çıkacaktır. Necip Fazıl,merhum Adnan Menderes ile ilgili şiirinde ‘Kızanlar zeybeğimi vurdular. Kalkmasın diye demezarının üstüne taş üstüne taş koydular’ diyor. O taşlar hemen kalkmıyor. Birer birer kalkacaktır” derdi.

Aydın Menderes’in anlattığı 17 Eylül 1961 Rahmetli Aydın Menderes’ten dinlemiştim 17 Eylül 1961’i. Boğazı düğümlenmişti, adeta tekrar tekrar yaşıyordu demokrasinin utanç gününü. Ürperdim, sesi kulaklarımda çınlıyor, işte onun anlattığı 17 Eylül 1961: “17 Eylül 1961 Pazar günü, saat 1 sularında Yassıada’dan Adnan Menderes’i İmralı’ya getiren hücumbot limana yanaşır, Adnan Menderes’i karaya çıkartırlar. Elleri arkadan kelepçelenir. Üzerine idam gömleği giydirilir. Karar bir kere daha yüzüne okunur. 2 gardiyanın kolunda Adnan Menderes ağır ve metin adımlarla darağacına yürür. Hava günlük güneşlikken birden bire kararır. Rüzgâr esmeye, kuşlar acayip bir şekilde uçuşmaya başlar. Adeta bir kıyamet gününün kopyası gibi bir durum hâsıl olur. Hava iyice kararır, yağlı ilmeği Adnan Menderes’in boynuna geçirirler. Merhum Menderes’ten yüksek sesle bir ‘Allah’ sedası yükselir. Herkesin eli ayağı tutulmuş gibidir ve o anda yağmur yağmaya başlar. Adnan Menderes’in naaşını önce Allah’ın rahmeti yıkar, darağacı kırıldığı için Adnan Menderes’i ikinci kere darağacına çekerler. Bir süre sonra da darağacından indirirler. İdamedenlerin hepsi oradan ayrılır gider. Sadece İmralı’nın mahkûmları kalır. Onlar adeta Türk Milleti’nin oradaki temsilcileridir. Merhum Adnan Menderes’in naaşını alırlar, yıkarlar, teçhiz ve tekvin işlemini onlar yapar. Bir gece önce gömülen Zorlu ve Polatkan’ın yanına gömerler. Başına da diğerleri gibi kimin olduğunu belli etsin diye küçük bir taş koyarlar. Adnan Menderes’in ölüsünü onu asan devlet değil, onun acısıyla 50 yıldır yanıp kavrulan millet kaldırır.” 138 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, o taşların kaldırılması için elini uzatanlardandır. Yıllarca siyasette Menderes’in mirasını yiyip Anıt Mezar’a korkudan gelemeyenleri de görmüştür Türk siyasi tarihi. Aydın Menderes vefat etmeden önce teşekkürünü de iletmişti aslında Başbakan Erdoğan’a, “Erdoğan’da olan samimi Menderes sevgisinin zerresi onun yerine oturup siyasi mirasını tüketenlere nasip olsaydı bu anmalar çok daha önceden düzenli bir şekle girerdi. Menderes’i, hatırasını yaşatmak gibi bir borcu olanlar tamtersine onu unutturmaya çalıştılar. Ama Allah ruhsat verdikten sonra millet ne baskı dinler ne hileye aldanır. Sevdiğini er geç bütün dünyaya ilan eder, ispat eder, çeşitli baskı ve hile yapanları ise ‘unutmak’ dediğimiz tarihin kullanılmış eşya bölümüne gönderir” diyerek. Bir yanda tarihin kullanılmış eşya bölümüne gidenler ki onlar siyasetin “kara yüzü”dür, diğer yanda nesilden nesile, gönülden gönüle aktarılan siyasetin “güler yüzü...”Millet o güler yüzleri hep hayırla yâd eder. Allah’ın Resulü, Peygamber Efendimiz’in dediği gibi “Hayrı güler yüzlülerde arayınız.”


27 Mayıs’a * Karşı Çıkmak Neden Şart? Çünkü; ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

darbelerin anasıdır./27 mayıs olmasaydı; 12 mart, 12 eylül, 28 şubat ve hatta 27 nisan bile olmayacaktı./ 27 mayıs,

belinde silah olan

askerin,

kendini

memleketin tek sahibi olarak görme alışkanlığı

/

27 mayıs’la pekişti. 27 mayıs, sivil hükümetlerin yaptıkları hataların, ancak

sandık yoluyla

tarumar etti. /darbe kışkırtıcılığı, 27 mayıs’la cezalandırabileceği anlayışını

birlikte

aydınların milli sporu haline geldi.

/“anayasaları ancak darbeciler yapar” anlayışı, 27 mayıs’la birlikte doğdu.../askerin kışladan çıkma geleneğini27mayısbaş-

/ insafsızca ve zorbaca ezdiğinin ilk örneğini 27 mayıs verdi.

lattı. darbe hukukunun birilerini nasıl da

*Ahmet Hakan COŞKUN | 139

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderesler ve Mart’ın Gözleri Nasuhi GÜNGÖR Afyon -Sandıklı yolunda geçirdiği trafik kazasının hemen ardından Aydın Menderes’in zihninden peşpeşe üç rakam geçiyordu: 1, 8 ve 15... Menderes önce Sandıklı Devlet Hastanesi’ne, oradan da helikopterle Ankara’ya getirildi. Yoğun bakımdayken bile yanından bir an olsun ayrılmayan hayat arkadaşı Ümran Menderes’e de aynı rakamları söylüyordu Menderes... 1, 8 ve 15... Ümran Hanım yaşadığı acının etkisiyle önce buna bir anlam veremedi. Ama sonra anladı ki Aydın Bey, ağabeylerinin her ikisi de mart ayında gerçekleşen vefatlarına işaret ediyordu. 8 MART 1972: ÇATIDA ÖLÜM Yüksel Menderes, ailenin en büyük çocuğuydu. Hukuk öğreniminin ardından İsviçre’de bir fakülte daha bitiriyor ve kısa zaman sonra da Dışişleri ailesine katılıyordu. En küçük kardeşi Aydın’la arasında 16 yaş vardı. Küçükken onu yanına alır, organların nasıl çalıştığından tarihe kadar pek çok şey anlatırdı. Zaman akıp gitti. Önce 27 Mayıs, ardından Yassıada faciası, iki kardeş arasındaki yakınlığı daha da pekiştirdi. Büyük ağabeyinin ısrarıyla 1970 yılınıın sonlarında Demokratik Parti’nin Aydın İl başkanı olmuştu Aydın Menderes. Yüksel Bey de hem Aydın milletvekili, hem de partinin genel başkan vekiliydi. Onun Çankaya’da Güvenevler tarafında oturduğu çatı katında iki kardeş sık sık biraraya geliyor ve siyaset başta olmak üzere çeşitli konularda uzun sohbetler ediyorlardı. Aydın Bey, annesi Berin Hanım’la Tahran caddesinde kalıyordu. Sıkıyönetimin koyduğu gece sokağa çıkma yasağı devam ediyordu. Sohbetler neredeyse yasağın son dakikalarına kadar sürüyor, sonra Aydın Bey eve dönüyordu. 1972 şubat ayının sonlarıydı. Aydın Menderes Ankara’daydı. Büyük abisinin bütçe müzakerelerinde yapacağı konuşmanın hazırlıkları devam ediyordu. O yıllarda bütçeyle ilgili görüşmeler şubat ayı sonunda yapılıyor, 1 Mart’ta yeni mali yıl başlıyordu. AYAKTA ALKIŞLANAN KONUŞMA 140 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Şubat ayının son gününde partisi adına bütçe konuşmasını yaptı Yüksel Menderes. Gerçekten çok begenilen ve ses getiren bir konuşma olmuştu. Son Adalet Partisi hükümetini ve ardından kurulan Nihat Erim hükümetlerini de eleştiren son derece kapsamlı bir konuşmaydı bu. Herkes hararetle kutladı Yüksel Bey’i. Kendisinin Kızılay’da sürekli elbise diktirdiği bir terzisi vardı. 7 Mart günü kardeşiyle arasında şöyle bir konuşma geçti: ‘Gel seni de bizim terziye götüreyim Aydın. Kumaşlar senden, elbiseler benden.’ Olur cevabı üzerine terzide bir araya geldiler. Oradaki işler ve sohbetin ardından Yüksel Bey ‘Yarın Sadettin Bey (Bilgiç) gelecek, şu şu işleri konuşacağız’ dedi. Sonra da ona dönüp ‘Ya Aydın, bu siyasete erken girmek daha başka oluyor’ diyerek iltifatlarda bulundu. ‘Aman abi olur mu öyle şey ‘diye mahçup bir edayla cevapladı kardeşi. ‘Yok, yok’ dedi abisi. ‘Seninki tam çekirdekten yetişme oluyor.’ ‘Akşam konuşuruz, seni ararım’ sözleriyle ayrıldılar. Yazık ki bu son görüşmeleri olacaktı. Yüksel Menderes’in evinde yatılı kalan Anjelik isminde bir gayrimüslim kadın vardı. Hatfada bir gün izinliydi ve 7 Mart akşamı o da yoktu. ACI BİR TELEFON 8 Mart sabahı Berin Hanım, oğlu Aydın’ı erken satte uyandırdı: ‘Oğlum telefon geldi, abin rahatsız diyorlar. Seni acele istiyorlar.’ Aydın Bey hızla kalkıp giyindi. ‘Ben sizi ararım, haber veririm’ diyerek kısa mesafeye rağmen taksiye binip yola çıktı. Bir gün önce gezip sohbet ettiği abisiyle ilgili ne olduğunu anlamaya çalıştı yol boyunca. Yüksel Bey’in kaldığı apartmanda yukarı çıkarken Faruk Sükan’la karşılaştı: ‘Hayrola beyefendi, ne oluyor?’ ‘Ben de bilmiyorum, gel beraber bakalım.’ Evin kapısı açıktı. Abisi yemek masasının yanıdaki halının üzerinde yatıyordu. Bir ayağı hafif dizinden bükülmüş, pabucu da çıkmış kenarda duruyordu. Aydın Menderes hemen anlamıştı abisinin hayatta olmadığını. Sükunetini korumaya çalışarak ‘Hayrola nedir?’ diye sordu. ‘Havagazı’ cevabını aldı. Kokuyu alanlar kapıyı açıp Yüksel Bey’i o halde bulmuşlardı. Devamını kendisinden dinliyoruz: ‘Tam bir muammaydı. Tanıdıklar gelmeye başladı. Oradan eve telefon


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU edemiyorum, anneme ne söyleyeceğim. Ayrılıp eve geldim. Dünyada bir insanın yapacağı en zor işlerden birisi, bir anneye çocuğunun öldüğünü söylemek. Ve o da benim annem aynı zamanda. Babamın acısı var, yaşadığımız olaylar var. Annem nedir diye gözlerime bakıyor. Elden gelen bir şey yok diye durumu anlatıyorum kendisine. ‘Oğlum nasıl olur, ben akşam saat 22.30’da abinle telefonda konuştum. Gayet güzel konuştuk.’ Kendisi de önceki gün birlikte olduklarını ve her şeyin normal olduğunu anlattı.’ Adnan Menderes’in acısına, şimdi de evlat acısını eklemek zorundaydı Berin Hanım. Tam o sırada ailenin yanında bulunan Sadettin Bilgiç’in şu sözleri gerçekten çok anlamlıydı: ‘Kesinlikle bunun intihar olduğuna millet ve kamuoyu inanmayacak.’ İNTİHAR MI, YOKSA... Bir gün önce terziye giden, annesiyle sohbet eden, en yakınındakilerin en küçük bir anormallik hissetmediği bir insan, gerçekten havagazını açıp intihar etmiş olabilir miydi? Aydın Bey’in cevabı: ‘Terazinin iki kefesi de boş kalıyor. Bir gün önceden insan hiçbir işaret vermez mi veya bir durgunluk, düşünce hali olmaz mı? Tabii psikolog ya da psikiyatrist değiliz. Ama bizim gördüğümüz bu.’ PEKİ İNTİHAR DEĞİLSE? Biri mi girdi eve, giren ne yapar, niçin yapar. Kendisi o saatte kalkıp giyinmiş. Bir yere mi gidecekti de vazgeçti; bu sorular cevapsız. Fakat bir soru cevapsızsa buradan hareketle bu cinayetir, suikasttır, diyebilmek kolay iş değil.

KENDİ YAZISIYLA BIRAKTIĞI NOTLAR? ‘Orada mektuplar, yazılar var. Ama karalama gibi, okunmuyor. Tamamen yazısı bozulmuş. Havagazının tesiriyle mi böyle bir şey olmuş, kelimeler birbirine karışmış, başka bir şey mi bilmiyoruz. Somut bir şey ortaya çıkana kadar bir şey diyemeyiz. Çünkü hepimizin sorumlulukları var.’ Sizin kazanız da bir Meclis konuşmanızın ardından geldi. Rahmetli ağabeyinizin vefatı da. Sakin bir konuşmaydı, ama çok geniş bir muhtevası vardı. Bir önceki Adalet Partisi hükümeti ve Nihat Erim hükümetleri eleştiriliyordu. Kendisinin siyasi kariyeri açısından önemli bir konuşmaydı. Ama bunlar üzerinden bir şey söylemek uygun olmaz. Peki 1968 yılında eşinden ayrılmış olmasının üzerinde ciddi bir etkisi var mıydı? ‘Hayır, ben böyle bir etki hissetmedim. Ayrıca kendisi içine atan yapıda bir insan da değildi. Sürekli konuşur, sohbet ederdik.’ 1 MART 1978: BU KEZ TRAFİK KAZASI Mutlu Menderes, ailenin ortanca çocuğuydu. 1968 sonbaharında evlenip eşiyle İzmir’e yerleşti. 1970’de Demokratik Parti kurulunca İzmir İl Yönetim Kurulu’nda görev aldı. 1973 seçimlerinde ise tıpkı rahmetli abisi gibi Aydın milletvekili oldu. Önce CHP-MSP hükümeti. Ardından hükümetsizlik, sonra Milliyeçi Cephe hükümeti çalışmaları. Mutlu Menderes, Sadettin Bilgiç’le birlikte hükümetin kurulması için DP’den istifa ederek çalışmalara katıldı ve Adalet Partisi’ne geçti. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 141


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

VEFA SAYFASI

N A K A B R E M U H R E M

Merh u m Erbakan’ın ailesine, Türk milletine, İslam alemine baş sağlığı diliyorum. Çok büyük bir İslam mücahidini, Türk milletinin aziz bir evladını kaybettik. Yapmak istedikleri hep yaşayacak ama yeri kolay kolay dolmayacaktır. Allah gani gani rahmet eylesin. Cenabı Hak ona rahmetiyle muammele eylesin ve onu cennetiyle müşerref eylesin. Merhum Erbakan yaptıklarıyla istediği yere varabilir miydi? Bunu bilemeyiz. Ancak “Amellerin niyetlere göre” olduğunu biliyoruz. Bu Hz. Muhammed’in hadisidir. Biz ve bizden sonra gelecekler merhum Erbakan’ı yaptıklarından çok yapmak istedikleriyle değerlendireceklerdir. Müslümanlık II. Mahmut’tan itibaren giderek baskı altına alınmıştı. Cumhuriyet bunun en kesif olduğu dönemdir. 1950’de DP iktidar olunca özellikle merhum Adnan Menderes’in büyük gayretleriyle Müslümanlığın üzerindeki baskılar kaldırılmaya başlandı. Ezanın istenildiği dilde okunulması serbest bırakıldı. Her yeri yeniden Allahu Ekber nidaları kapladı. Kur’an kursları, İmam Hatip okulları, İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri açıldı. Mevlid radyolarda okunur oldu. Millet ibadetini serbestçe yapa-

142 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

lir

bihale

geldi. Buna şiddetle karşı çıkanlar oldu. Laiklik elden gidiyor diye DP’ye insafsızca çullandılar. 27 Mayıs darbesi bunun için oldu. Müslümanlığın üzerine yeni baskılar getirilmek istenildi.

MİLLİ SİYASETÇİ

Buna karşı çıkanların başında merhum Necmettin Erbakan gelir. Bu baskılara kendine özgü bir üslupla karşı çıktı. Bununla yetinmedi. Ekonomik, sosyal ve idari hayattan tutunda toplumsal hayatın her kesiminde İslam’ın uygulanması gereken kuralları olduğunu anlatmaya çalıştı. Milli bir siyasetçiydi. Türkiye’nin çıkarları üzerine titredi. Bunların neler olduğunu, nerede olduklarını ve kimlerin bozmak istediğini aziz milletimize anlatmaya çalıştı. İslam birliğinin bütün İslam dünyası içerisindeki çok kararlı bir savunucusuydu. Pek kısa süren Başbakanlığında bu amaca hizmet etmek üzere D8’i gerçekleştirdi. Amacı Batı ile kavga ve çatışma değildi. İslam devletlerinin birlik içinde olmamasından dolayı Batı’nın Müslümanların hakkını yemesine karşıydı. İslam devletleri birleşmeli, ellerindeki kozları masaya koymalıydılar. Böylece uluslararası ilişkilerde de adil bir dünya doğmalıydı. Üslubunda zaman zaman sert, zaman zaman ise mülayimdi. Halin icaplarına göre davranmaya çalıştı. Tam bir hocaydı. Eğitti ve öğretti. Nice talebeler yetiştirdi. Her zaman saygı rahmet ve Fatiha ile aziz hatırasını anacağız.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

CHP Demokrasiyi Hiç Hazmedememiş Bir Partidir Hüseyin KOCABIYIK Atatürk, İnönü ve ekibinin hükümet etme tarzından çok rahatsızdı. Kendi yakın çevresine “bunlar halkı perişan ediyor” diye durmadan yakınıyordu. Memlekette yolsuzluk ve suistimaller almış başını gitmişti. Bir düşündüğü vardı, siyasi hayata bir muhalefet partisini dahil edecek ve o parti vasıtasıyla hükümeti “murakabe” etme imkanı hasıl edecekti. Bu önemli görevi en güvendiği arkadaşı Fethi Bey’e verdi. Kardeşi Makbule Hanım’ı da o yeni partinin içine kattı. Fethi Bey 4 Eylül’de İzmir’e geldi, İzmir’de yer yerinden oynadı. Pasaport’ta toplanan 50 bin İzmirli, İnönü yönetimini protesto etti. CHP’liler ilk mızıkçılığı burada yaptı, İzmir’in şahlanışından korkan İnönü soluğu Atatürk’ün yanında aldı. Söylediği şuydu: Serbest Fırka’yı hemen ortadan kaldırmazsan ortada CHP’nin külü bile kalmayacak! Bu arada yerel seçimler yapıldı, güya İzmir’de CHP kazanmıştı. Düpedüz sahtekarlık yapmıştı CHP. Atatürk’ün yaveri anılarında yazar, “İdare kazandı çocuk, idare!” dediğini. Ve sonunda Serbest Fırka’yı da kapattırdı CHP’liler. Türkiye’de iyi bir demokrasinin kurulmasını tam 16 sene geciktirdiler.

1946 SEÇİMLERİ: İKİNCİ SAHTEKARLIK İnönü milli Şef ’ti ve demokrasi, çok partili hayat, daha doğrusu, iktidarın paylaşılması ona göre değildi. Ancak İkinci Cihan Harbi bitmiş, faşist yönetimler tarihe gömülmüş ve yeni bir dünyanın kuruluş çalışmaları başlamıştı. Kuzeyde savaş galibi Rusya aç bir kurt gibi boğazlarımıza, Doğu vilayetlerine gözünü dikmiş durumdaydı. Kurnaz İnönü durumun savaş zamanından daha zor olduğunu gördü ve batı bloğuna yanaşmak istedi. Batı ise İnönü’ye açık bir mesaj verdi: “Bizim mahalleye gelmek istiyorsan önce demokrasiye geçeceksin.”

ken imkansızdır. Ancak bu ülkede CHP adında hazımsız bir parti vardır. CHP demokrasiyi sadece seçkinlerin oynadığı bir seçmece oyunu olarak görür. Nitekim kaybettiği her seçimde bir süre CHP’nin hırçınlıklarını seyrederiz milletçe.

İnönü, San Francisco bileti alabilmek için Demokrat Parti’nin kuruluşunu kabullenmek zorunda kaldı. 1945’de muhtarlık seçimleri yapıldı, külliyen hiledir, jandarma dipçiğiyle seçimlere nasıl müdahale edildiğine ünlü Aslan Köy olayları şahittir.

VE 2014, 30 MART SEÇİMLERİ

Ve çok partili hayatın ilk seçimi 1946’da yapıldı. Demokrasimizin en büyük seçim sahtekarlığı da CHP tarafından hayata geçirildi. 46 seçimlerinde yapılan açık oy gizli tasnif hilesi o kadar alenidir ki, rahmetli gazeteci Abdi İpekçi 27 Mayıs kitabında bu hileden dolayı bir grup subayın İnönü’ye karşı ihtilal yapacağını yazar. Ve nihayet 1946’da CHP’nin seçimlerde yaptığı hile o kadar büyük ve ayıplıdır ki, Türkiye’de o tarihten bu yana yapılan tüm seçimlerde hiçbir iktidar hile yapmaya cesaret edememiştir.

1994 İSTANBUL-ANKARA SEÇİMLERİ Türkiye hilesiz, entrikasız seçim yapabilen nadir ülkelerden biridir bugün. Bu ülkemiz ve milletimiz için çok övünülecek bir durumdur. Seçimlerde sonucu etkileyecek bir hile fiilen ve huku-

1994 yerel seçimlerinde aynı hırçınlıklar yaşandı. Tayyip Erdoğan İstanbul’da, Melih Gökçek Ankara’da seçimleri kazandı. Aynı gün CHP’liler seçimi sabote etmek için her şeyi yaptı, çöplerde oy pusulaları bulundu. İstanbul’da banliyö trenlerinde kızlara jilet atıldığı şaiyaları yayıldı. Gerçek ise hepsinin yalan olduğuydu. Dört gün önce demokrasi tarihimizin en anlamlı seçimlerinden birini gerçekleştirdik. Yaptığımız tüm seçimler gibi hilesiz ve dürüst bir seçimdi bu. Hep olduğu gibi CHP’nin kaybettiği bir seçimdi tabii. Özellikle Ankara ve İstanbul seçim sonuçları CHP yönetimini ve ittifak ettikleri paralel yapıyı hayal kırıklığına uğrattı. Kaybetmişlerdi ama bunu bir türlü kabullenemiyorlardı. Hemen kafalarındaki o kaos planını devreye soktular. Seçime şaibe düşürecekler ve insanları sokağa dökeceklerdi. Amiyane tabirle kimse yemedi bu numaraları. Türkiye bir kez daha hakim denetiminde dürüst bir seçim yaptığı için CHP’nin ve onun fetbaz adayı Mansur Yavaş’ın kaos çabaları hiçbir sonuç vermeyecek. Ancak CHP demokrasi tarihimize bir kez daha seçimlerde hile yapma alışkanlığı olan parti olarak geçecektir. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 143


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

46 Şafağı’nda Demokrat Parti

Nizamettin SARIBAŞ Demokrat Prati Eski Genel Sekreteri Adnan Menderes Demokrasi Platformu Aydın Temsilciliği’nin düzenlemiş bulunduğu “Demokrasiye İlk Adım” toplantısına davet edilmem, Adalet Partisi ile Anavatan Partisi’nde İl Başkanlığı ve nihayet merhum Aydın Menderes’in Genel Başkanlığını yaptığı Demokrat Parti’de Genel Sekreterlik ve Genel Başkan Yardımcılığı gibi siyasi görevler ifa etmiş birisi olarak beni çok memnun etmiş ve duygulandırmıştır. Bu münasebetle toplantıyı tertip edip, bendenizi davet nezaketini gösteren Platform Başkanı Sayın Ahmet Şerif Bayındır başta olmak üzere, il temsilcisi Hakan Karaman’a ve emeği geçen Platform mensuplarına teşekkürlerimi arz ediyorum. Yüce Atatürk’ün büyük dehası ve silah arkadaşlarıyla birlikte gösterdiği dünyada eşi görülmemiş ölçülerdeki kahramanlıkları ve ulusumuzun büyük fedakarlıkları ile kazanılan ulusal Kurtuluş Savaşımız sonunda 29 Ekim 1923’de ülkemiz insanları modern yönetim biçimi olan Cumhuriyet’e (yani halk idaresine) kavuşmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın nasıl ve hangi şartlarda kazanıldığı, Cumhuriyet’in ne zorluklar içinde kurulduğu ve hangi olumsuz şartlarda bile korunması gerektiği hususu Yüce Önder Atatürk tarafından Onuncu Yıl Nutku’nda ve Türk Gençliğine Hitabesi’nde çok açık şekilde belirtilmiştir. Yüce Kurucumuz sağlığında, Cumhuriyet’in demokratik bir yapıya kavuşmasını çok arzu etmiştir. Bu hususta yaptırdığı denemeler maalesef başarılı olamamıştır. Demokrat parti, Milli Mücadele’den sonra ülkemizde yaşanmış en büyük halk hareketinin siyasi zemini ve adı olmuştur. Kuruluşunun 68. yılını idrak ettiğimiz bu önemli 144 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

gün münasebetiyle yaşadığımız toprakları on asırdır, bize yurt olarak kazandırmış, imar etmiş; adaleti, barışı dünyaya hakim kılmaya çalışmış bütün ecdadımızı; İdarecilerimizi, şehitlerimizi, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve kahraman silah arkadaşlarını, Demokrat Parti’nin ilk Genel Başkanı 3. Cumhurbaşkanımız merhum Celal Bayar’ı; parti kurucuları merhum Refik Koraltan ve merhum Fuat Köprülü’yü ve nihayet ülkemizin demokrasi ve hürriyet içinde kalkınması davasını unutulmaz hizmetleri ile milletimize kazandıran, gönüllerimizde müstesna bir yere sahip olan, Demokrat Parti hareketinin kurucusu ve önderi, milletimizin sevgilisi, Demokrat Parti’nin ikinci Genel Başkanı. Demokrasi şehidimiz, cennet mekân Başbakanımız merhum Adnan Menderes’i ve O’nun kader arkadaşları demokrasi şehitleri, Dışişleri Bakanımız merhum Fatin Rüştü Zorlu’yu; Maliye Bakanımız merhum Hasan Polatkan’ı; hemşehrimiz, İçişleri Bakanımız merhum Dr. Namık Gedik’i ve bu dünyadan ahirete göç etmiş bütün demokratları rahmet, şükran ve tazimle anıyorum. Ruhları şad olsun. Demokrat Parti’nin kuruluşuyla ‘Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu’ hususu, “Yeter, söz milletindir!..” diyerek, 07 Ocak 1946 tarihinde hayata geçirilmiştir. Demokrasinin temelleri, yani ilk adımı atılmıştır. Burada 2. Cumhurbaşkanımız merhum İsmet İnönü’nün tarihi izni vermesi hususunu belirtmem gerekir. Her ne kadar 21 Temmuz 1946 seçimlerinde milletin iradesi yok sayılmış olsa da milletin sarsılmaz, inanç ve azmi sayesinde 14 Mayıs 1950 tarihinde egemenlik, millete teslim edilmiştir. Ülkemizde ilk kez demokratik seçimler sonunda bir siyasi parti iktidara gelmiştir. Ve Cumhuriyetimiz demokratik şekilde yapılanmaya başlamıştır. Ülkemiz böylece demokrasi ve refah kavramlarıyla tanışmış, insanımız şahsına bağlı, dokunulmaz bir niteliğe sahip temel hak ve hürriyetleri olduğunun idrakine ulaşmıştır. Ancak gelişen zaman içinde demokrasinin her şeyden önce ‘temsil’ demek olduğu gözden kaçırılmıştır. İş bu temsilin anlamı, milletvekllerinin ulusu oluşturan bireylerin istek ve düşüncelerini yasama ve yürütme organlarında dile getirmesi ve bunların gerçekleşmesini sağlamasıdır. Ulusumuzun temsilinde en önemli aktörler, siyasi partilerimizle halkımız tarafından seçilen milletvekilleridir. İşte bu temsil görevinin mükemmel olabilmesi, siyasi partilerimizin bünyelerinde demokratik kurallara azami şekilde riayet edilebilmesine, siyasi partiler ve seçim yasalarındaki şartların halkın kendi temsilcilerini


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

seçmesine imkan vermesine bağlıdır. Ne yazık ki bugün ülkemizdeki uygulamalar yurttaşlarımızın özgür iradelerini hiçe saymaktadır. Zira demokratik sistemimiz çeşitli darbeler ile adli, bürokratik ve askeri vesayet gibi totaliter baskılar nedeniyle ve en önemlisi iç ve dış güçlerin bunları yönlendirmesi yüzünden tıkanmak ve iflas etmek üzeredir. Aklın yoluna göre çare ve çözüm bellidir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri milletin gerçek temsilcileri tarafından kuvvetler ayrılırı esasına göre yeniden şekillendirilmelidir. Kısacası yasama ve yürütme tamamen birbirinden ayrılmalıdır. Bu şekillendirmede; 1- Yasama organına yasa çıkarma veya değiştirme yetkisiyle erklerin denetimi görevi verilmelidir. (Anayasal, adli, idari ve mali yargı denetimi de sürmelidir.) 2- Yürütmenin başı (Başbakan veya Başkan) millet tarafından seçilmeli ve bakanlar yasama organı dışından atanmalı ve icraatları yasama organının denetimine tabi olmalıdır. Açıkçası milletvekilleri yürütme görevi yapmamalıdır. Yapması gerekirse milletvekilliği görevini bırakmalıdır. 3- Yargının bağımsız ve tarafsız olması dünyadaki olumlu örnekler dikkate alınarak mutlaka sağlanmalı-

dır. Nihai yetkinin millet egemenliğinde olduğu unutulmamalı, yargının yeniden yapılandırılmasında bu husus gözden kaçırılmamalıdır. Netice olarak yargı vesasayetine yol açabilecek düzenlemelerden kaçınılmalıdır. 4- Millet iradesinin parlementoya tam olarak yansıması için anayasal şartlar ile siyasi partiler yasası ve seçim yasaları mutlaka yeniden düzenlenmelidir. Çoğulculuğu esas alan iki türlü dar bölge seçim sistemi hayata ve uygulamaya geçirilmelidir. Böylece demokratik temsildeki adalet sağlanacak; yasama ve yürütme organlarınının iç içeliği bertaraf edildiği için (yürütme ayrı seçimle işbaşına getirildiği için) seçim barajlarına gerek kalmadan ülkede istikrar sorunu da yaşanmayacak, parti içi demokrasinin önünde engel kalmayacaktır. Bütün bu olumsuz ve karamsar tablodan ürkmemek. Ülkemizin aydınlık geleceğinin inşası konusunda gençlerimize güvenmek. İnanmak gerektiği hususunu belirtirken; Akıl yolunu, bilim ve tekniğin imkanlarını seçerek, bu güzel yurdumuzda sevgi ve hoşgörünün hakim olduğu ortamları inşaa etmek suretiyle, birlik ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi güçlendirerek, yakın gelecekte bu sözde demokrasiyi gerçek demokrasiye çevireceğimize ve Demokrat Parti ile atılan ilk adımın Yüce Atatürk’ün koyduğu büyük hedefe ulaşacağına dair güçlü inancımı ifade ediyor. Bu inancımın yüce ulusumuzun büyük çoğunluğu tarafından paylaşıldığını sanıyorum. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 145


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ABDULLAH KARS Tiyatro Sanatçısı - Şair 146 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

1954’te Kayseri’de Asım Yahyabeyoğlu’nun İl Başkanı olduğu sırada merhum Adnan Menderes’in mitinginden evvel bana başımda İmamhatip okulu şapkasıyla bir şiir okutmuşlardı. Şiirden sonra rahmetli Menderes elimi öptü ve beni taltif etti, çenemden tuttu sırtımı sıvazladı. Bende Adnan Menderes’e karşı sonsuz bir sevgi ve muhabbet oluşmuştu. “Siz çift kanatlısınız de-


Menderes’ler Hepinize Yanmışım Menderesler hepiniz için alev alev yanmışım; Suçlu olmadığınıza adım gibi inanmışım. Devleti, milleti uğruna, haksız ipe giderken, Türkiye’deki sevenleri kurtaracak sanmışım. Zulümlere uğramakta yoktur Menderes’in eşi, Tüm Vatanı aydınlatmıştı, tutuldu dünya güneşi Yol, okul, camiler açtırmış, doğru Ezan okutmuş; Çalışmaktan, inanmaktan suçlu olmuş merhum kişi. İftiralar ve ithamlar, ihtilalle sıra bekler, Menderesler kervansaray, orada konaklar dertler; Şaibeli ölümlerle, iki oğlu vefat etmiş, Menderes’in sadık eşi, dertleri dertlere ekler. Menderes Yassıada’da, cunta her şeylerin aldı, Biriken dertler, çileler annede, Aydın’da kaldı; Giden gelen mektuplara Millî Birlik Komitesi, Elli kelime içinde, olacak kararı aldı. Ağzı açık gelen zarfı, Aydın okudukça ağlar, Mektup su gibi içilir, okuyan yüreğin dağlar; Dayanamaz Aydın’ına, anne gizliliği sağlar. Tekrar tekrar okumaktan gözyaşı sel olur çağlar. Berrin Hanım sıkıntıda, en büyük acıyı tattı, Menderes’in yadigârı son yüzüğünü de sattı; Sevenleri gayet sessiz, hiç kimseye gözükmeden, Kapı altından gizlice, zarf içinde para attı. Askerlerim her paşaya inanmasın da uyansın, Her zaman kışlasını da peygamber ocağı sansın. Köpekti, bebekti bütün asılsız iftiraları, Menderes’e atfeden hain düzenbazlar utansın. Ben yazmaktan sıkılırım; alçakların karasını, İcra yoluyla aldılar, cellatla ip parasını; Suçsuz ilan edilse de o, tarihler utanacak, Kapatamayacak kimse. Menderesler yarasını...

ğil mi?” dedi. Ben o zaman anlayamadım, meğer şapkamdaki beyaz şeritlerden ötürü söylemiş. Hep o istikamette yol almaya devam ettim. Rahmetlinin idamı sırasında da İmamhatipi bitirdikten sonra lise son sınıfa devam ediyordum ki o arada idam oldu. O’na şiirler mi söylesem, destan mı yazsam der iken bir şiir yazmıştım. Tiyatroyla iştigal ediyorum, Şeyh Şamil’i oynarken 80

günlük turnenin sonunda evimize döneli 3 gün olmuş. Çıkan bir yangında bu güzel şiirim de yanmıştı. Çok üzüldüm. Şiirlerimin yandığına değil, yalnız Menderesin şiirine çok üzüldüm. Rahmetli Aydın Menderes vefat ettikten sonra ikinci bir şiiri yazma ihtiyacı bende adeta zaruri bir hal aldı. Ve şimdi “Menderesler Hepinize Yanmışım” şiirini yazdım. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 147


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes’in Yolunda İstiklal ve İstikbal Davamız Mustafa SAVAŞ Bu millet söz hakkına sahip olduğu zaman, biliyorlar ki ayaklarındaki prangayı kırar, kalkınır. Böyle olursa Türkiye Cumhuriyeti, iktidar olmanın yanında muktedir de olur ve bu millet iradesi bir daha asla prangaya vurulamaz… İşte bu endişe, hem içerideki hem dışarıdaki şer odaklarını yine rahatsız etmeye başladı bile. Bundan dolayı bu millet iradesine söz hakkı vermek istemeyenler yine meydanlara indiler, yine kapalı kapılar ardından gizli senaryolar yazıyorlar. Ama bu defa tarih tekerrür etmeyecek. Çünkü bugün bu millet, sahip olduğu “söz hakkı ve oy oranıyla birlikte” sadece iktidar değil muktedir olmayı da başarmış durumda. Demokrasi şehidimiz, Merhum Başbakanımız Sayın Menderes, “Söz milletin” diyerek o kadar büyük bir başkaldırışta bulundu ki, bu uğurda, canı pahasına milletine öyle bir kapı araladı ki, işte bugün bu millet, bu kapıdan geçerek tam bir muktedir olma mücadelesinde. Tarih 1950… Altın harflerle silinemeyecek şekilde zihinlere yazılan bu büyük iradeyi silmek için bu şer odakları 10 yıl kadar çabaladılar. Hayatına son verdikleri bir Başbakan’ı, farkında olmadan milletinin gönlünden ismi asla silinemeyecek şehit olmuş bir lidere dönüştürdüler. Bugün onu rehber edinen bir millet iradesi 1963’te, 1964’te ve 1971’deki müdahaleleri de kendisi için bir tecrübe bildi. 12 Eylül ve 28 Şubat müdahaleleriyle yolundan saptırılmak istendi. Fakat yine başaramadılar. İşte Merhum Menderes’in araladığı bu kapıdan geçen bir milli irade, 12 senedir kendi kendisini yönetiyor. Bu 12 yılda 3 genel seçim, 2 mahalli seçim ve iki referandum yaşandı. Ayağındaki prangaları kırmış olmanın rahatlığıyla büyük bir sıçrama yapan bu millet, gerek bölgesinde, gerekse dünya genelinde hatırı sayılır bir konuma ulaştı. Atalarının 1453’te karadan gemi yürütmesinde sergilediği üstün zekâyı kendisine örnek aldı, Asya ve Avrupa Kıtalarını deniz altından Metro ve araçla geçilir hale getirdi. Kendi tankını, kendi savaş gemisini, kendi silahını üretti. Kendi insansız hava araçlarıyla sınır güvenliğini sağladı. Dünyanın en büyük havalimanı projesiyle bütün dünyaya bir mesaj daha verdi. Asya ve Avrupa arasında koparılamayacak büyük ve güçlü bir köprüyüz dedi ve bu bağı 3. Köprü ile perçinledi. Kanal İstanbul Projesiyle İstanbul Boğazı’na kardeş bir boğaz inşa etmek için kolları sıvadı. Milli Hava Yolu Şirketi Türk Hava Yolları ile dünyanın en çok bölgesine uçuş yapan filosunu kurdu. Dünyanın en büyük futbol ve basketbol takımlarının ve en meşhur sporcularının resmi sponsoru oldu; bütün dünyaya Türk isminin büyüklüğünü bir kez daha gösterdi. Memleketi Aydın’da inşa ettiği dünyanın 148 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

en büyük 5. Barajı’na, “Çine Adnan Menderes Barajı” adını koyarak bu büyük ismi yaşatmak için çaba sarfetti. İşte bu millet, söz sahibi olduğu zaman, bütün dünya genelinde dengeleri alt üst edecek bir iradeye ve güce sahip olabiliyor. Bundan dolayı şimdi yine aynı senaryo gündemde ve aynı oyunlar sahneleniyor… İşte bundan dolayı diyoruz ki, bu defa tarih tekerrür etmeyecek. İşte bundan dolayı diyoruz ki 30 Mart milattır. İşte bundan dolayı diyoruz ki 30 Mart, merhum Menderes’in canını uğrunda feda ettiği bir demokrasi mücadelesi için direniş günüdür, işte bundan dolayı bu mücadele merhum Başbakanın milletine en büyük vasiyetidir. Bundan dolayı “Söz milletindir” diyoruz. Bundan dolayı Çine’de doğmuş ve bu topraklarda büyümüş birisi olarak kendi memleketime hizmet için bu topraklara geri döndüm. Halka ve Hakka hizmet amacıyla demokrasi yolundaki bu mücadeleye kendi topraklarımda başladım. Beni büyüten bu topraklara borcumu ödemek için buradayım. Merhum Menderes’in ve dava arkadaşlarının mahşer günü haklarını bizlere de helal edebilmesi için, kararlılıkla, yılmadan ve yolumdan sapmadan bu mücadeleye devam ediyorum. Ruhunuz şad olsun Sayın Başbakanım. Bu millet sizi asla unutmayacak.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes:

Cellâtlarından Daha Uzun Yaşayan Adam Yalçın PEKGÜZEL “O’nu unutulmaz kılan nedir” ve bu gün bile “hala niçin MENDERES” diye sorulacak olursa bunun cevabı hiç kuşkusuz “Çünkü O bir Aydın’lıdır!” gibi basit bir cümle olamaz. Rahmetli MENDERES sadece bir AYDIN’ lı olmanın çok ötesinde önem taşıyan karakteristik ve politik bir aktördür. MENDERES ’i bu kadar önemli kılan O’nun temsil ettiği çizgi ve anlayıştır. O çizgi, bu ülkenin bin yıllardır getirdiği büyük birikimden beslenen bir “medeniyet” ve “kerim devlet” anlayışı çizgisidir. Bu çizgi Türk Milletini tarih sahnesine taşıyan ve onun medeniyet ve imparatorluk kurucu gücünü ortaya çıkaran ana çizgidir. Devlet millet kaynaşmasının sağlandığı ve ideolojik saplantılar yerine projelerin devreye sokulduğu ve Türkiye’nin dinamiklerinin harekete geçirildiği bu anlayış ülkemizin bir çok alanda sıçrama yapmasını sağlayan temel faktördür. O kendini ülkesine ve milletine adamış bir misyon adamıdır. Bir çok yurtsever gibi bunun bedelini de hayatıyla ödemiştir! “Cumhuriyet”; Karlofça,’ dan o güne kadar neredeyse üç yüz yıl süren bir gerilemeye karşı bulabildiğimiz son çaredir. ATATÜRK ve silah arkadaşları devasa Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ kurdular. Ve batı karşısındaki gerilemeyi ilk defa durdurmayı başardılar. İstiklal Savaşının asıl önemi de burada yatmaktadır. Atatürk’ün teslim etmediği bayrak OSMANLININ AY YILDIZLI BAYRAĞIDIR. Adnan MENDERES’ in bazı arkadaşlarıyla İstiklal Savaşında kurduğu çetenin adı da AYYILDIZ ÇETESİ’ dir.

Ancak Cumhuriyet’i kuran kadrolar her devrimde olduğu gibi “arayışın” getirdiği zorluklardan kaynaklanan “abartılı uygulamalar” ve “çelişkileri” de beraberlerinde getirdiler. Bir yandan 20.Yüzyıl’ın en büyük tefsiri ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİNİ kaleme aldırırlarken bir yandan da “ALLAHU EKBER” seslerini “TANRI ULUDUR’ a çevirdiler. Sonra gelenler ise KUR’AN öğrenmeyi bile zorlaştırdılar. Küskün güzel insanlar baskılarla evlerinin bahçesinde birer “GÜL YETİŞTİREN ADAM” a döndüler. Ta ki “bu genç gelecekte başbakan olacak” diyen ATATÜRK’ ün öngörüsü gerçekleşene kadar. MENDERES Cumhuriyet’in “arayışlarını” ve “abartılarını” yukarıda bahsettiğimiz çizgiye oturtan muhteşem bir insan ve liderdir. ATATÜRK’ ün “Muasır Medeniyet Seviyesinin Üstüne” çıkma hedefini bir slogan olmanın ötesine ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 149


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU taşımış; bu hedefe ulaşma yolunda somut yatırım hamleleriyle önemli katkılar sağlamıştır. O; makul olanın, aklıselimin ve sağduyunun temsilcisidir. Nazik, kibar ve gerçek bir beyefendidir. İmkânsızlıklar içinde, yüz binleri meydanlara toplayabilen inanılmaz bir hatiptir. Halkı hor gören elitlerin, seçkinci aydınların ve batı hayranlarının karşısında tam bir halk adamı ve yerlidir, Bir o kadar da millidir. MENDERES yol demektir, su demektir, elektrik demektir, makineleşmek demektir, kısaca kalkınma demektir. Ve tabiî ki de özgürlük ve demokrasi demektir. O’nun sağladığı serbestlik ve refah ile 1950 1960 yılları arasında Türk halkının ortalama boyu 15 cm. uzamıştır. Menderes, 17 Eylül 1961’de idam edilene kadar süren DP iktidarında Türkiye yılda ortalama yüzde 7,8 oranında büyüdü ve Türkiye’nin GSMH’ si Dünya toplamının binde 6.43’ünden, binde 7.52’sine yükselmiştir. Eğer bir insanlık ayıbı ve suçu işlenerek idam edilmeseydi Türkiye bu gün Cumhuriyet’in 100. yılında ulaşmayı hedeflediği 25.bin dolarlık fert başına milli geliri çoktan yakalamış bir ülke olacaktı. O sadece ekonomi alnında değil dış politika alnında da önemli başarıların kazanılmasında büyük rol oynadı. Hatay’ ın ATATÜRK tarafından Anavatana kazandırılmasının ardından Türkiye uluslararası arenada ilk defa kaybettiği topraklar üzerinde hak iddia edebilecek cesareti gösterebiliyor ve ulusal çıkarlarını koruma kararlılığını açıklıkla ifade edebiliyordu. Gelişmeler şöyle başlamıştı. 1957 seçimlerinde zafer kazanan DP’nin Üçüncü Hükûmeti’ ni de Adnan Menderes kurdu. Bakanlar Kurulu’nda yedi yeni bakan yer aldı. Çanakkale Milletvekili Fatin Rüştü Zorlu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı oldu… Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı’na yeniden seçildiğini söylemek gereksiz. Ama DP’nin dört kurucusun150 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

dan diğer ikisi, yani Koraltan ve Köprülü’nün bu kez eski makamlarına gelemeyecekleri yolundaki basın tahminleri sadece temenniden ibaret kaldı. Refik Koraltan TBMM başkanıydı. Köprülü de şimdilik yine Dışişleri Bakanı’ydı. ADNAN MENDERES’ in parlamentoya aldığı yeni çehre Fatin Rüştü Zorlu, Hoca’nın Dışişleri koltuğunu kısa bir süre içinde sallayacak ve yerini alacaktı. Köprülü, Türkiye’nin geleneksel dış politikasını, yani karınca ezmez bir politik yaklaşımı dikkatle uygulamayı sürdürüyor; koltuğunu devraldığı CHP’li Necmettin Sadak’ın Kıbrıs’a bakış açısını değiştirmiyordu. Bu yüzden de İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda birçok dominyonunda olduğu gibi Akdeniz’deki bu stratejik önemi yaşamsal olan adadaki egemenliği bırakmaya hazırlandığı bir dönemde Yunanlıların ilhak politikası gündeme gelince Türkiye, bakış açısının yanlışlığını gördü. MENDERES’in kader arkadaşı Yeni Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU bu fark edişin asıl mimarı olacaktı. Zorlu, Londra ve Zürih antlaşmalarını gündeme getiren, Kıbrıs Mukavemet Örgütü’nün oluşturulmasında rol alan bir “adam”dı. Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olmasının Türkiye’nin Kıbrıs’ta yeni bir politika izlemesiyle eşdeğer olduğu nice zaman sonra ortaya çıkacaktı. CHP’den devraldığı dış politikayı aynı ihtiyatlı tutum içinde yürüten Fuat Köprülü Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde herhangi bir iddiası olmadığını söylemişti… Fatin Rüştü Zorlu’dan sonradır ki bir yandan Londra ve Zürih Antlaşmaları’nın temel taşlarının döşenmesi için çalışmalar başlamış, öte yandan, adada bir Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması için adımlar atılmıştı. Fatin Rüştü Zorlu, ağustos ayının son günü İngiltere’nin girişimiyle Türk ve Yunan hükûmetlerinin de katıldığı Londra Konferansı’nda Kıbrıs’ta İngiltere’nin yanı sıra, Türkiye’nin de söz hakkı olduğunu ısrarla savunmuştur. Konferansın ev sahipliğini yapan İngiliz Dışişleri Bakanı MacMillan Kıbrıs’ın İngiltere’nin bir iç soru-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Paşa Konağı - Aydın Adnan Menderes Anısına düzenlenmiş odadan bir kare

nu olduğu görüşünde ısrar ederken, Zorlu adanın kaderinin sadece Türkiye ile İngiltere arasında tayin edilebileceğini savunmuştu… Zorlu, aynı gün bir Yunan gazetesine verdiği demeçte komşuya bir kavşaktan ayrılan iki yoldan birisini seçmelerini belirterek “Ya Kıbrıs’tan ya da Türk dostluğundan vazgeçmelisiniz” dedi. Türk Dışişleri Bakanlığı koltuğunda ilk kez bir şahin oturuyordu. Nitekim 1974 Kıbrıs Barış Harekatı MENDERES ve ekibinin Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla Türkiye’ye sağladıkları haklara dayandırılarak gerçekleştirilebilecekti. Ülkesine böylesine kazanımlar sağlayan bir lidere ne yaptığımız ise ne inanılır ne de akıl alır gibi değil. Ne yaptığımızın cevabı aşağıdaki satırlarda yatıyor. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu Yassıada yargılamalarında Adnan MENDERES aleyhine tanıklık eden Prof. Dr. Nail Kuralı’nın tarihi itirafta bulunduğu söyledi. 27 Mayıs

darbesi için ‘tam bir cinayettir’ diyen Kuzu, “O gün ifade veren Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, kürsüde hocamdı. Olayın üzerinden 10-15 yıl geçmişti, kendisine, ‘Hocam ben o dosyayı inceledim, Yassıada dosyasında öyle aman aman bir şey yoktu’ dediğimde, etrafına bakınıp bana, ‘ÇOCUK BİZ ONLARI KATLETTİK’ dedi.” diye konuştu. Bu ayıbı işleyenler ve idam kararı alanların daha sonra millet suratlarına tükürmüş ama yüzlerindeki o tükürüğü silecek mecali kendilerinde bulamamışlardır. Kimse onları hayırla anmamakta ve hatta hatırlamamaktadır bile. Ama MENDERES kendini asan “CELLÂTLARINDAN DAHA UZUN YAŞAYAN ADAMDIR”. O bir şehittir ve ölmemiştir!. Milletinin gönlünde yaşamaya devam etmektedir. Tıpkı Üniversitemizin adında olduğu gibi. Mekanı cennet olsun!

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 151


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Merhum Menderes’in Hatırasına Hitaben Çine Barajı seyir terasının dinginliği almış. Açılışını yaptığımız gün akan insan seli, seninle birlikte barajın hayalini kuran Egeliydi. Yaşlılar bastonlarıyla akın akın geldiler. Dönemin iktidarları için “Bugüne kadar vaat ettiler. Gerçekten yapılmış mı? Gözlerimizle görmeye geldik.” dedi yaşlılar. Evet Başvekilim. Artık bıraktığın Türkiye yok. Başlattığın işlerin, hayalini kurduklarının gerçekleştiği hizmete girdiği günlerde yaşıyoruz. Seni Özlüyoruz Başvekilim. Görebilmeni istediğimiz o kadar çok icraat yapılıyor ki müsterih ol. Bizi sensiz bırakanlar aziz milletini hizmetsiz bırakmayı başaramadılar. Demokrasiye balta vuranlar hesaplarını tutturamadılar. Müsterih ol! Başvekilim.

Demet PİLEVNELİ AK Parti Aydın Kadın Kolları Başkanı Kıymetli Başvekilim size bu satırları Çine Barajı’ nın seyir terasından yazıyorum. Hani pamukları hep sel bastığında hayalini kurduğun Çine Barajından. Her selde mahvolan ürünü seyrederken, yapılması için can attığın barajdan. Hatırana ithafen senin adını verdik Sayın Başvekilim. Çine Adnan Menderes Barajı adı. Tam hayalini kurduğun gibi göz alabildiğine hizmet, doyasıya manzara. Öyle ki suyun serinliği, selin acımasızlığını unutturuyor. Çiftçinin yaşadığı geçmiş feryatları sessizce örtüyor. Selin zararı ve hüznünün yerini

152 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ezana ve başörtümüze kastedenler inanca saygıyı öğreniyorlar. Sanayileşme için attığın adımlar bugün “Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma” hedefine taşındı. Yurtdışına çıktığımızda başımız dik Türk olmanın onurunu yaşıyoruz. Millet Halk ayrımı yapanlar halka rağmen var olamadıklarını gördüler. Seni darağacına iki kez çıkaranlar, tüm sevenlerine hasretini reva görenler milletin adamlarının neslini tüketemediler. İnsanlar yaşlanınca değil hayalleri tükenince ölürler. Sen naif sesinle, yumuşak üslubunla Yassıada’ nın soğuk ve utanç duvarları arasında “Milletim” hayalinden hiç ödün vermedin. Belki de bu yüzden milletin nazargahı olan kalplerinde seni öldürmeyi başaramadılar. Kıymetli Başvekilim, Sana 2013 Aydın’ından sesleniyorum. Bıraktığın bayrağı onurla taşıyoruz. Durmak Yok! Hizmete Devam.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Darbeler Demokrasisi Yalçın TAZE DP Genel Başkan Danışmanı Politika Araştırma Merkezi Genel Müdürü

İlk olarak Eski Yunan’da, şehir devletlerinde uygulanmaya başlanan ve Doğrudan Demokrasi’ye en yakın yönetim şekli olan Atina Demokrasisi’nden beri, belki de “en ideal” olarak kabul görmesine nazaran, eleştiriye en fazla mazhar olan yönetim şeklidir demokrasi. Demokrasinin bir yönetim şekli mi, yoksa “ideal kamusal yönetim”e giden bir süreç mi olduğu da tartışılmaktadır. Türkiye, demokrasiyi çok geç tartışmaya başlayan veya daha doğru bir ifade ile, dahil olduğunu iddia ettiği “Batı Medeniyeti”ne kıyasla, gerçek manada çok daha geç anlayan, anlamış olsa dahi bir takım etkenlerle, temel ilkeleri bile bazen “uygulayamayan” bir ülke olarak, çalkantılı bir demokrasi tarihine sahiptir. Oldukça büyük kırılmalarla seyreden, kimi zaman talep dahi edilemeyen bir “ülkü” olarak demokrasi, bu topraklarda “buruk” bir macera tadındadır aslında. Türkiye’nin bu “buruk” demokrasi macerasını iki dönem olarak incelemek, doğru anlamak bakımından yararlı olacaktır. Ülkenin ilk darbesi 27 Mayıs’a kadar olan dönem birinci dönem, sonrası, ikinci ve belki de üzerinde en çok durulması gereken dönemdir. Tanzimat Fermanı, Türkiye’de demokratikleşmenin ilk adımı olarak kabul edilebilir. Ferman sayesinde; özel mülkiyetin korunması, mal, can ve namus güvenliği, vergi sisteminde adaletin sağlanması ve yargı sisteminin şeffaflaşması gibi demokratik ilkelerin temin ve tesisi öngörülmüş, kısmen de olsa Fermanda vaat edilenler yerine getirilmiştir. Türk siyasi tarihinde demokrasinin anılmaya başladığı dönem olan bu ilk dönem demokrasi denemesinin acı tarafı, demokrasinin temeli olan liberal görüşe bağlı kaygıların değil, jeopolitik kaygıların, iktidar kaygılarının ve iç siyasi kaygıların, bu gibi bir düzenlemeye neden olmasıdır. Fermanın okunması ile ortaya çıkan beklentiler, “teba” açısından karşılanmadığı gibi, Ferman, Osmanlı Devleti’nin varoluş kaygılarını yok edecek sonuçlar da doğurmamıştır. Dahası düzenlemenin, dayanak noktasının, “teba” mensupları değil devlet odaklı olması, yani, düzenlemelerin, tebanın kaygı ve sorunlarına çözüm üretmek, tebanın mensuplarını yönetime bir parça da olsa dahil etmek yerine, devleti, içinde bulunduğu zor durumdan çıkarmak için yapılması, kısa süre sonra başka “ıslah” girişimlerinin yaşanmasına neden olmuş, ancak bu girişimlerin de istenilen sonucu vermemesi, Osmanlı’nın yeni bir anayasal düzene, zorunlu devrini sağlamıştır. Padişahın yetkilerini kısmen kısıtlayan ancak Türk siyasi tarihini, parlamenter demokrasi ve siyasi parti gibi tanımlarla tanıştıran bu dönem, 29 yıl sekteye uğramış ve ikinci bir fasılla 1922’ye kadar devam etmiştir. Osmanlı’nın, Dağılma Dönemi olarak adlandırılan ve 1792 Yaş Antlaşması ile başlayan dönemde yapılan

birçok düzenleme, ülkede Demokrasinin tarihi içinde, birer başlık olarak yer almaktadır. Ancak tartışılması gereken yapılan düzenlemelerin neyi hedefe aldığıdır. Osmanlı’nın Dağılması ve Modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile Türkiye, Tanzimat ile tanıştığı kavramlar üzerinde daha ciddi tartışmalara girişmiştir. 600 senelik “tek”in iktidarından halkın iktidarına geçişi amaçlayan Cumhuriyet rejimi, bir demokrasi denemesi olarak kabul edilebilir. İçinde bulunulan Milli Mücadele şartları ve birlik oluşturma kaygısı dolayısıyla bu dönem, demokrasinin yaşandığı değil, demokrasiye geçişin amaçlandığı bir dönemdir. Mustafa Kemal’in Türkiye için öngördüğü ideal rejim muhakkak ki demokrasi temelli bir rejimdir. Ancak kendi döneminde, demokrasinin işlerlik kazanıp kazanmadığı, Atatürk’ün 37. Sultan olup olmadığı da Demokrasi tarihimizin önemli meselelerindendir. Burada diğer bir temel sorun da elbette o dönemin şartları itibariyle demokratik ilkelerin “uygulanabilirliği”dir. Mustafa Kemal sonrası Türkiye’si, Paşa’nın ölümünden, 14 Mayıs 1950 “Demokrasi Bayramı”na kadar, amaçladığı hedeften de vazgeçmiş görünmektedir. İnönü iktidarı döneminde, demokrasinin tesisi değil adeta terhisi amaçlanmıştır. Hülasa, bu dönem -adı ile müsemma-, “Tek Parti Dönemi” olarak, demokrasinin ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 153


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ruhu ile tezat bir içerik barındırmaktadır. “Tek”in iktidarından Halkın iktidarına geçmek için nice “kavga”lar vermiş bir Millet, İnönü iktidarı ile birlikte yeni bir “tek” ile tanışmış, Milli Şef ’lik makamı ile karşılaşmıştır. 1946 yılında ,öncesinde her biri CHP’li olan, Mustafa Kemal’in son Başvekili Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’nün kurmuş oldukları Demokrat Parti, hususiyetle 1946-1950 yılları arasında, başta kurucularının verdikleri mücadele ile, amaç edinilen Demokratik düzenin tesisi için çaba sarf etmiştir. Türkiye ölçekli bir “ulus-devlet” içinde Demokratik bir düzenin, olmazsa olmazı varsayılan siyasi partilerin sisteme dahil olduğu, “demos”un “serbest” olarak yönetime müdahil olabildiği 1950 seçimleri ile birlikte, Türk siyasi hayatındaki ilk ve gerçek “demokratikleşme süreci” yaşanmaya başlamıştır. 2 Mayıs 1954 Seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan ve gücünü/iktidarını pekiştiren Demokrat Parti, özellikle bu dönemden itibaren bir takım antidemokratik uygulamalar gerçekleştirdiği iddiasıyla tenkit edilmiştir. Ancak ayrıntılı incelendiğinde, dönemin, hem ulusal, hem uluslararası alanda maruz kaldığı olumsuzluklar, Cumhuriyet’in ilk döneminde uygulanabilirliği tartışılan demokratik ilkelerin bu dönemde de “uygulanabilirliği”ni sorgulamaya neden olacaktır. “Doğrudan Demokrasi’nin sahip olduğu ilkeler baz alınarak eleştiriye tabi tutulan bu dönem, akla, ABD’li

154 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

siyaset bilimci Robet A. Dahl’ın, Levent Köker’in çevirisi ile yayımlanan “Demokrasi ve Eleştirileri” (Democracy and Its Critics) kitabında bahsettiği bir örneği getirmektedir. Ölçek sorunu olarak adlandırılan ve Demokratik sistemin tesisi için gerekli olan halkın, sayısal değerini belirten sorunsala ithafen, Dahl kitabında; kent-devletinden ulus-devlete doğru olan tarihsel değişimin, demokrasinin sınırlarını ve olanaklarını ne denli derinlemesine dönüştürdüğünden bahsetmektedir. Dahl’ın verdiği örnek durumu daha iyi kavramaya yardımcı olacaktır; “Bu dönüşüm o denli derindir ki, beşinci yüzyılda Atina’da yaşayan biri, aniden bizim ortamımızda (bir Atina yurttaşı olarak o, erkek olacaktı, kadın değil) kendisini bulsaydı, bizim demokrasi dediğimiz “şeyi”, muhtemelen tanınması imkansız, itici ve demokrasi olmayan bir şey olarak görecekti. Perikles dönemindeki bir Atina’lı için, bizim demokrasi olarak gördüğümüz şeyin, belki de demokrasiden başka her şey olabilmesinin nedeni, küçük, daha kişisel ilişkilere sahip ve daha katılımcı kent-devletinden, bugünün devasa, daha kişisellikten uzak ve daha dolaylı yönetimlerine doğru ölçek değiştirmenin siyasal yaşam ve siyasi kurumlar üzerinde yarattığı sonuçlardır.” Dahl’ın örneğinden anlaşılacağı gibi, demokratik olmamakla itham edilen Demokrat Parti döneminin eleştirilmesi sırasında referans alınan, Atina Demokrasisi gibi görünmektedir. Buraya kadar “bahis”le, ele aldığımız dönem, uygulamaların mahiyeti bakımından tartışmalı olabilir, ancak bizim iki dönem olarak nitelendirmemize sebep olan durum, demokrasi sürecine yön veren nedenlerle alakalıdır. Bu ilk dönem, demokrasi ile alakalı, “samimi ya da değil” bir takım girişimlerde bulunulduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Samimiyet ilkesi, hükümet edenlerin, “demokratik” olarak nitelendirebileceğimiz uygulamaları, ne nedenle yaptığına yöneliktir. Kimi gerçek manada demokratikleşme hedefine yönelik olarak yapılan, kimi, iktidarın/saltanatın devamlılığı amacıyla “okunan” demokratik ilkeler en nihayetinde, demokrasinin tesisi yolunda, vücut bulabilmiştir. İkinci dönemde, durum daha da karmaşık bir hal almaktadır. Zira ortada yine demokrasi odaklı bazı uygulamalar varken, neden tamamen değişmiş; bir iktidar devamlılığı ya da salt demokrasi sevdası ile yapılmaktan çok uzak bir şekilde, güya demokratikleşme yönlü uygulamalar, antidemokratik eylem ve uygulamaların etkilerine karşılık olarak ortaya çıkmıştır. 27 Mayıs 1960 Darbesi’ni Milat olarak kabul edebileceğimiz bu İkinci Dönem, uygulamaların içeriğine bakarak yeni bir kavram, ya da terminolojiye, demokrasi ile alakalı “küstahça” yeni bir terim kazandırabilir. Zira bu dönem ile birlikte demokrasinin “ideal” olması durumu tamamıyla değişmiş, demokratik ilkelerin uygulanmasındaki amaç, olağanüstü durumlardan “normalleşme”ye geçişe evrilmiştir. Kısacası bu dönemdeki “demokratik” olduğu iddiası ile hayata geçirilen


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU birçok uygulamada asıl gaye, normalleşmenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, bu dönem yaşanan demokrasiye verilecek isim “Darbeler Demokrasisi” adını alacaktır. 27 Mayıs Darbesi ile Türkiye, demokrasi tarihinin en derin ve en ciddi yaralarından birini almıştır. 1957 seçimlerinde, önceki iki seçime kıyasla ciddi bir düşüş yaşayan Demokrat Parti, iddia edilen antidemokratik uygulamalar nedeniyle değil, aksine “safsata”dan ibaret bir takım nedenlerle ve hatta nedensiz, asker/sivil zorbalıkla iktidarından edilmiştir. Daha da acısı, Millet’in yetkilendirdiği bir Başbakan ve beraberinde iki bakanı idam edilmiş, Türkiye, demokrasi adına olduğu kadar insanlık adına da kara bir lekeye sahip olmuştur. 1960 Askeri Darbesi’nden itibaren Demokratikleşme adına atılmış gibi görünse de, başta 61 Anayasası olmak üzere birçok “özgürlükçü” adım, aslında siyasi hayatı ve ülkeyi normalleştirmek için, ama belki de sadece “birileri” öyle istediği için atılmıştır. 1961 Yılında idam cezalarının infazından bir ay kadar sonra, demokrasinin elzemlerinden siyasi partilerin iştiraki ile seçimler yapılmıştır. Bu seçimlerin demokratik olup olmadığı tartışmalıdır, zira postal sesinin eksik olmadığı günlerde, hele hele “Başbakan”ını idam eden bir sistemin içerisinde, gerçek manada “hür” bir seçim yapılmış olduğunu iddia etmek delilik olacaktır. Ancak, netice itibariyle seçimlere gidilmiş ve demokrasinin bir gereği yerine getirilmiştir(!). 1961 Seçimlerinde ve sonrasında, demokrasi torbasına girebilecek her uygulamada, yine belirli kaygılarla normalleşme gayesi görülmektedir. Örneğin, 1960 Darbesinin hemen akabinde oluşan yönetimin, uluslar arası anlaşma ve bağıtlara sadık kalacağını açıklaması dahi, sonrasındaki normalleşme kaygılarının temelleri ile alakalı fikir edinmemize yardımcı olacaktır. Bahsettiğimiz bu İkinci Dönem’de, miladın hemen ardından, Anayasal manada yaşanan ve siyasal sistemle alakalı gelişmeler, demokrasi süzgecinden geçirildiğinde, elbette ki elek üstü olan uygulamalara rastlanacaktır, ancak genel yapısı itibariyle her biri Darbeye/Darbelere istinaden yapılanlardır. 27 Mayıs’tan sonra, Darbeler Demokrasisi olarak nitelendirdiğimiz demokrasi şekline örnek teşkil edebilecek birçok durum ortaya çıkmıştır. Bizim için ele alınması gereken ise, Darbeler Demokrasisinin, darbelerden beslenen bir anlayış ve her darbe sonrası bir yön değiştiriş olması nedeniyle; bugüne kadar “darbe” olarak nitelenen askeri müdahalelerin aslında siyasi ve ekonomik hedeflerden sapan sivilleri “yola getirmek” kastıyla yapılmış olması ve hemen sonrasında bunu kanıtlar yöndeki “tuhaf ” gelişmelerdir. 1960’tan sonra, Türkiye; bir Askeri Muhtıra, bir Askeri Darbe, bir Post-modern darbe ve bir de elektronik muhtıra ile karşılaşmıştır. Dolayısıyla malzeme çeşitliliği bakımından, Türkiye’nin zengin darbe mutfağında, verilecek örnekler de zengin olacaktır. Ancak, tanıkların ve sanıklarının birçoğunun hayatta ve ehliyetli bulunması nedeniyle, 28 Şubat Süreci veya daha “afili” adı ile Post-modern darbeden örnek vermek daha isabetli olacaktır. Hususiyetle, 28 Şubat’tan sonra Türkiye’de demokrasi

ile alakalı tartışmaların temelinde, birçok meselede olduğu gibi, demokrasinin de, işlerliği konusunda beyanda bulunanların “işine geldiği” gibi referans belirlemesi de yatmaktadır. Ortaya çıkacak “fayda”ya göre, kimi zaman ileri demokrasiler örnek gösterilirken kimi zaman da anti demokratik rejimler, anti demokratik eylemler ve idareler örnek gösterilmektedir. 28 Şubat’ın yıkıcı etkilerinin ortadan kaldırılması, sürecin normale ve/veya süreç öncesine evrilmesi amacıyla yapılmış bir takım düzenlemeler “demokratikleşme” olarak afişe edilmekte ve yürütme her kimse, zihniyetinde demokrasi yatmasa bile, demokrasiye hizmet eder görünmektedir. 28 Şubat sürecinde, devletin “derin aklı” olarak siyasete ve siyasete hitap eden kurumlara yön veren MGK’nın, verdiği kararların ve kararlara istinaden gerçekleşen uygulamaların etkilerinin ortadan kalkması dahi, oldukça uzun bir zaman alacaktır. Ancak, Türkiye’de o günden bugüne, birey odaklı gibi görünen ve uygulanması esnasında liberal bir takım söylevlerle hayata geçen uygulamaların birçoğu, aslında bu zamanı kısaltmaya yöneliktir. “Bin yıl” süreceği ile alakalı beklenti, demokrasi bilinci oturmamış bir anlayışla oluşmuş bir sistemin, bekli de, gerçek manada işler bir demokrasi tesis edemeyeceğinin fark edilmesindendir. 28 Şubat süreci sonrası yaşananlar ve “demokratikleşme” ile alakalı atılan adımlar, aksak bir bilincin eseridir. Hükümet etme kudretini elinde bulunduranlar “demokrat” olduklarını beyan etmek için, sürecin getirilerini, götürmekten ve/veya götürmeye çalışmaktan ileri gidememiştir. “Bakın bizden önce…” ile başlayan cümleler, kendileri zamanında yapılan düzenlemelerin daha çok sorgulanmasına neden olmuş ancak bunu kendileri dahi görememiştir. Daha da fenası, kimi uygulamaların “kendilerinden öncekiler”e rahmet okutacak kadar antidemokratik olmasıdır. Tüm bu “bahis”lerden uzak olarak, kavramımıza en ciddi katkıyı yapacak olan, aslında mevcut anayasal düzendir. Bu, modern ve “demokratik” ülkenin, halen, bir “darbe anayasası” ile yönetildiği en bilinen gerçektir. Anayasanın, kavramsal tanımı üzerinden, bir düzenlemenin/yasanın anayasaya uygunluğu şartı düşünüldüğünde, sonuç çok net biçimde ortaya çıkacaktır. Samimi bir şekilde, sistemin demokratikleşmesini isteyen bir irade ortaya çıksa bile, mevcut Anayasa ile isteğine ulaşamayacaktır. Darbeler Demokrasisi, bu ülkede hükmünü, gerçekten Demokratik ve sivil bir Anayasa’nın tesisi ve buna istinaden işler bir Demokrasinin temini ile yitirecektir. Liberal dünya görüşünün siyasal yansıması olan bir yönetim şekli olarak Demokrasi’nin, bu ülkede, darbelerin yıkıcı etkisini yok etme işlevinden ziyade, bireyi özgürleştirme işlevi elbette ki keşfolunacaktır. Tüm bunların dışında, yine birçok “aksak” meselede olduğu gibi, soruna bağışıklık ve ön kabul timsali “burası Türkiye” söylemini de terk etmek faydalı olacaktır. Zira, bu Güzide memlekete ve Aziz Millet’e yakışan, aksaklıkların, bu ülke devletinde kabul edilmediğini belirten cümleler bulmaktır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 155


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Hatıralarda Adnan Menderes

İsmail Hakkı DOKUZLU İşadamı - AYTO Onursal Başkanı Bu yazımda önemli şahsiyet Adnan Menderes’in Başvekillik yaptığı yıllarda onu gören, onu tanıyan, o devri yaşayan kişilerin anlattıkları ve tanık oldukları olayları sizlere aktarmak istiyorum. Aydın’da doğmuş büyümüş, Aydın’da yaşamış bir kişi olarak Adnan Menderes’in doğumunu, yaşamını, siyasi hayatını ve o hazin sonunu yakından ilgi duymuş, çeşitli kitaplardan ve kaynaklardan okumuş, çocukluk yıllarında hemşehrimize yapılan bir haksızlık olarak gördümse de ilerleyen yaşlarımda ülkemize yapılan hatta dünya siyasetine yapılan bir haksızlıktı O’nun ve arkadaşlarının yaşadıkları diye düşündüm. Babamın bana anlattıklarından duyduğum şunlardır: 1950 ve 1960 yılları arasında Başvekil olduğu yıllarda birgün babam gece saat 24.00’da evden çıkıyor. Menderes döneminde yapılan Aydın Tren Garı’nın binasının önünden bir kişinin o saatte etrafı seyrederek gezdiğini, yanına yaklaştığında bu kişinin o dönemin Başvekili Menderes olduğunu görüyor. Ne bir koruma ne bir hizmetli, tek başına şehri dolaştığına şahit oluyor. Yine yakın komşumuz, daha sonra rahmetli olan bir amcamızdan yine o yıllarda rahmetli Başvekilin bir çiftçinin 156 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bisikletinin arkasında otururken gördüğünü işitmiştim. Bu güne geldiğimizde bırakın devlet ve hükümet büyüklerini, bürokratlarımızın bile bu serbestlikte olmadıklarını görmekteyiz. Yakınlarımızdan duyduğum bu iki olay Menderes’in ne kadar mütevazi bir insan olduğunun göstergesidir. Menderes mütevaziliğini her yerde göstermiş, hatta Aydın’a bir hizmet istendiğinde Aydın için hep kendi memlekitine yaptı derler diyerek ertelemiş, Aydın’ı hep sonraya bırakmış. (10 yıllık iktidarı döneminde Aydın Tekstil Fabrikası ve Aydın Tren Garı yapılmıştır) Menderes’in mütevaziliği bunlarla da kalmamış Yassıada’da yargılandığı davalardan biri olan Örtülü Ödenek Davası’nda örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmekle yargılanmış, kanunda örtülü ödenekteki kaynakların kullanımı Başvekil tarafından sınırsız olmasına ve kayıt tutulmadan harcanılabileceğini belirtmesine rağmen mahkeme 10 yıllık kayıtları istemiş, örtülü ödeneğinin büyük bir kısmı Kıbrıs’ta kurdurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı için harcandığı halde ve bunu bir devlet sırrı olduğu için, Aydın’daki arazilerine el konulmasına ve bu davadan suclu bulunmasına rağmen açıklamamıştır. Yine babamdan duyduğum bir konuyu daha açmak istiyorum. Babam 17 yaşlarında, 1950 seçimi öncesi Adnan Menderes’in şu anda Aydın Vilayet Binası önündeki meydanda halka hitaben bir konuşma, bir miting yaptığını söyledi. Ama bu mitingdeki ayrıntı merhum Menderes’in irticaen yaptığı konuşmanın 4 saat olmasıydı.Tam dört saat boyunca halka hitap etmiş ama meydandan bir kişi bile ayrılmamış. Hemşerilerini can kulağıyla dinlemişlerdir.Adnan Menderes iyi bir konuşmacı, aynı zamanda iyi bir hatipti. Türk Milleti’nin sevgisi ve saygısı ölümünün üzerinden tam 54 geçmiş olmasına rağmen hiç azalmamıştır hatta artarak çoğalmıştır. Türk Milleti’nin Menderes sevgisini size başka açıdan anlatmak için kendi yaşadığım bu anıyı burada sizinle paylaşmak istiyorum. Aydın Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım yıllarda TOBB’un bir toplantısına katılmak üzere Ankara’daydım. Toplantı salonuna girdiğimde beni Aydın Ticaret Odası Başkanı olarak tanıttıklarında ön sıradaki koltuktan Karadenizli olduğunu sonradan öğrendiğim bir oda başkanı yerini vermek için ayağa kalktı. Ben kabul etmedim, başka yere oturmak istesem de ısrarla bana yerini vererek ön sırada oturmamı sağladı. Daha sonra niye yerini ısrarla verdiğini sorduğumda siz rahmetli Menderes’in memleketinden ve onun hemşehrisisiniz diye cevap verdi.


m i r e l z e m l i ç e g z Va

Bu başlıktan amacım Türkiye’nin vazgeçilmezleridir. Türkiye’yi yönetenlerin vazgeçilmez kılmaları gereken-

lerdir. Bir, hiçbir şart altında KKTC’den ödün verilemez. Burada Türk askerinin mevcudiyeti azaltılamaz. Kıbrıs için nihai çözüm olarak iki bölgeli, iki milletli ve iki devletli bir konfederasyondan vazgeçilemez. Hiçbir şeyin İsrail’i Türkiye’nin Kıbrıs’ta vereceği en ufak bir ödün kadar memnun etmeyeceğini bilmemiz gereklidir. İki; Irak’ın bölünmesi asla kabul edilemez. Irak’ın kuzeyinin petrolü var. Onunla bütünleşin teklifi Türkiye için bir kandırmacadır. Türkiye Irak’ın kuzeyiyle bütünleşirse İran’ın güneyi yani Basra körfezi, yani Irak’ın kaymağı İran’ın eline geçer. İran, Sasani devletinin bile ulaşamadığı Akdeniz’e ulaşmış olur. Türkiye ile İran arasında 1636’da imzalanıp günümüze kadar gelen Kasr-ı Şirin antlaşmasının büyük bir

böl ü m ü İran’ın lehine bozulmuş olur. Üç; buna mukabil Türkiye İran’a yapılacak bir saldırıya asla yardımcı olamaz. İran’la ilişkiler bugünkü haliyle sürdürülmelidir. ALMADAN VERİLMEZ Dört; Karabağ meselesi çözülmeden Ermenistan’la hiçbir anlaşma yapılamaz. Ermenistan’la 2008’de imzalanan protokol bu haliyle TBMM’den geçirilemez. Beş; dış politikada önce almadan hiçbir şey verilemez. Verilecek peşin alınacak veresiye olamaz. Altı; Türkiye tekrar ABD, İsrail ve AB’nin dümen suyuna sokulamaz. Yedi; Türkiye’nin ulus ve üniter devlet özelliğinden asla bir ödün verilemez. Sekiz; tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek vatan ilkesinin kesinlikle lafzının ve ruhunun dışına çıkılamaz. AK Parti iktidarı özellikle 2007’den sonra yukarıda söz konusu hususlarda hep doğru ve kararlı adımlar atmıştır. Başbakan Erdoğan’ın (one minute) çıkışı Türk dış politikasında devrim niteliğinde büyük bir değişikliktir. Gönlümüzün arzusu bu çizginin devamıdır. Nasipse bu konulara ileride geniş bir şekilde değineceğim.

“Başbakan Erdoğan’ın (one minute) çıkışı Türk dış politikasında devrim niteliğinde büyük bir değişikliktir.” Aydın MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 157


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Maşallah, Barekallah... RAHMETLİ ADNAN MENDERES’İN O DEVRİN ŞARTLARINDA ALDIĞI ŞU SEÇİM SONUÇLARINA BAKINIZ...

1950: %52 1954: %57

KISKANDILAR / KORKTULAR VE ASTILAR... O BİZİM EBEDÎ BAŞVEKİLİMİZ... YAŞASAYDI CUMHURBAŞKANI DA OLACAKTI... O BİZİM GÖNÜLLERİMİZDE 4. CUMHURBAŞKANIMIZ... O BİZİM ŞEHİDİMİZ, NURLAR İÇİNDE YATSIN! Ahmet Şerif BAYINDIR

158 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes Yerleşik Düzen Tarafından Neden Asıldı? H

Yiğit BULUT

iç yorum yapmadan birkaç detayı paylaşmak istiyorum: 1-1950’de yapılan yol tesviyesi 266 km iken, 1958’de 1216 km oldu. 2-1950’de 432 km olan asfalt kaplama, 1958’de 1806 km oldu. 3-1950’de 1669 metre köprü vardı, 1952’de 4144, 1954’te 5214, 1955’te 6842 km köprü yapıldı. 4-1950’de 1800 olan traktör sayısı, 1958’in başında 44.500 seviyesine geldi. 5-1950-1960 arasında Makine Kimya Kurumu, Denizcilik Bankası, Et ve Balık Kurumu, DMO, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Türkiye Kâğıt Fabrikaları, Ereğli Demir Çelik açıldı... 1950-1960 arasında Türk ekonomisinin Amerika’dan daha iyi verilere sahip olduğu dönemler oldu... Sevgili dostlar, ekonomide neler yapıldığına dair daha onlarca madde yazabilirim... Menderes “ekonomiyi” ayağa kaldırmış, 1946 sornası “teslim alınan” dinamikleri “özgürleştirme-millileştirme” yolunu seçmiş ve “istenmeyen adam” ilan edilmişti! 1958’de ilk küresel darbeyi aldı ve Türk hükümeti, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmasını kabul ederek 4 Ağustos tarihinde istikrar önlemlerini açıklayarak doları 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkardı... Sonuç 1: Kim Türkiye’yi “küresel sistemden” ve “yerleşik uzantılardan” kurtarmaya çalıştıysa bedelini “çok ağır” ödettiler! Bu sefer OYUN tutmayacak ve BEDEL ÖDEME ZAMANI bu oyunu kuranlar için çoktan geldi! Sonuç 2 : YAPI HALA DEĞİŞMEMEK için direniyor! Biz aramızda ‘kimler ne yapmaya çalışıyor’ tartışması yaparken Türkiye’deki seçim sonuçlarını etkilemeye yönelik ‘iftira, adli girişimleri finansal manipülasyondan fikri baskıya’ kadar her şey yapılıyor. Kimler mi yapıyor? Çok açık değil mi! DEVLET içine ve ülke geneline yerleşen ve SÖKÜLMEMEK için direnen KİRLİ DÜZEN!

Sonuç 3: Dönüp hatırlayalım; “One minute” krizi sonrası Türk devletine “İsrail’e nasıl kafa tutarsın” diye saldıran o kadar çok “milli yazarımız” vardı ki; okurken hangi ülkede yaşıyoruz diye aklım almıyor, kafama da şu soru takılıyordu; ölçü “kime göre” kaçmış! Türk devletinin Başbakanı, Dışişleri Bakanı; aman İsrail kırılmasın, AB gücenmesin diye mi dikkat edecek konuşurken! O Türkiye çoktan geçti! Son söz: Uzun süredir burada anlatmaya çalıştığım “iç-dış yerleşik düzen tarafından kontrol edilen Türkiye” tezinin gerçeğimiz olduğu son dönemde yaşananlarla bir kez daha net olarak görüldü... Türkiye “kontrol altında tutulmak” istenen ve bu kontrol sırasında “varlıkları” iç-dış yerleşik düzen tarafından 2003 yılına kadar dönem dönem emilen bir ülke. VE EN ÖNEMLİSİ BU ÇARK DURMALI diyen her lider ve kadro bu sistem tarafından yok edilmek isteniyor! UYAN TÜRKİYE UYAN ARTIK! ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 159


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Hukuk ve Yargı Açısından 27 Mayıs yapılacaktı” tasavvuruyla, ‘niyet okuma’ metoduyla idam kararları vermiştir. Menderes, Zorlu ve Polatkan bu yolla ‘siyaseten katl’ edildiler. 27 Mayıs darbesinin hukuk tarihimizdeki korkunç tahribatı, Yassıada faciasından ibaret değildir. Hukuk profesörlerinin utanmadan “devrimler normal hukuk kurallarıyla bağlı olmaz” diyerek verdikleri fetvalarla İhtilal Mahkemeleri kuruldu, bu fetvalarla geriye yürüyen ceza kanunları çıkarıldı. Merhum Abdi İpekçi “İhtilalin İç Yüzü” adlı kitabında hukuk profesörlerinin bu utanç verici fetvalarını anlatmıştı. (Sf. 276, 317, 322) Dahası, 27 Mayıs Danıştay ve Yargıtay’da hâkim ve savcı kıyımı yaptı. Anayasa Mahkemesi’ni de kendi kafasındaki yargıçlardan oluşturdu. Sonra da “yargı bağımsızdır” denildi! Taha AKYOL Böylece adaletin en önemli ilkelerinden biri olan 27 MAYIS darbesinin de Menderes’le arkadaş“yargının tarafsızlığı” da 27 Mayıs’ta katledildi! larının idam edilmesinin de temel gerekçesi “anaAdalet, hâlâ çıkamadığımız bir dehlizin içine atıldı yasayı ihlal” iddiasıdır: Menderes Meclis’te CHP böylece. hakkında Tahkikat Komisyonu kurmuştu, bu şekilKarşılıklı Saplantılar de CHP’yi kapattırarak diktatör olacaktı... 27 Mayıs demokrasiyi kurtarmıştı! 27 Mayıs’ı savunanların Ben Menderes yanlısıyımdır ama bugün tatezi budur. Şimdi Demokrat Partililerin yargılandı- rihten ders alınması için şunu belirtmeliyim: 27 ğı Yassıada Mahkemeleri’ne gidelim. 18 Mayıs 1961 Mayıs’a sürüklenmemizde Menderes ve Bayar’ın da günlü duruşma... Tahkikat Komisyonu Başkanı İnönü’nün de veballeri vardır. İnönü’nün ‘vatanı saDP’li Nusret Kirişçioğlu sorgulanıyor. Kirişçioğlu, tıyorlar’ propagandası daha 1955’te orduda cuntaTahkikat Komisyonu’nun nihai raporunu anlatıyor: ların kurulmasına yol açtı. Aynı sebepten Kemalist CHP’nin kapatılması falan yok, sadece yıkıcı mu- gençlik ve Kemalist üniversite militanlaştı. Metin halefet yaptığına dair örnekler veriliyor, İnönü’nün Toker “İnönü ihtilale yeşil ışık yaktı!” diye yazmışbunları önlemesi isteniyor. Fakat Yassıada’daki ‘dev- tı. (İsmet Paşa’yla On Yıl, Cilt 2, sf. 237) Çünkü rim mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, diyor ki: İnönü, Bayar ve Menderes’in diktatörlüğe gittikleri “İddiaya göre bu raporda varılan neticeler yu- saplantısına kapılmıştı... Bayar ve Menderes ise “yamuşaktır. Kamuoyunun baskısı altında yumuşak lan haberleri, ihtilal tahriklerini önleyeceğiz” diye olmuştur. Daha sert neticelere varılacaktı!” (Yassıa- basın ve muhalefete gittikçe ağırlaşan baskılar yaptılar. Çünkü İnönü’nün daha 1950’lerin başından da Zabıtları, Anayasa Davası, cilt I, sf. 440) Adaleti hukukçular katletti! Mahkeme Başka- itibaren ihtilal hazırladığı saplantısına kapılmışlarnı Başol’un sözleri utanç vericidir! Toplam üç bin dı... Karşılıklı vehim ve sert kavgalarla yuvarlanan sayfa tutan mahkeme zabıtlarında böyle yüzlerce kartopu çığa dönüştü, Türkiye 27 Mayıs darbesinin örnek vardır. Bugün hiçbir hukukçu yüzü kızarma- altında kaldı, seçimlere gideceğini açıklamış meşru dan bunu savunamaz. Yassıada Mahkemesi, delil- iktidar süngüyle devrildi! Adalet katledildi! Elli bilere göre değil, İstiklal Mahkemeleri gibi, “olacaktı, rinci yılında 27 Mayıs’ı kınıyorum. 160 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

27 Mayıs’ın ve Geçen Yılların Anlamı Mustafa KARAALİOĞLU 27 Mayıs’ın; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askeri darbesinin 49. yılındayız. 49 yıl önce bugün, tek başına iktidarda olan Demokrat Parti’ye karşı sonradan idamlarla kanlanan bir askeri darbe yapılmıştı. Darbe, emir-komuta zinciri içinde gerçekleşmemişti ama sonradan, sivil katılımlarla ve elbette dönemin CHP’sinin desteğiyle fevkalade disiplinli bir şekil aldı. 27 Mayıs demokrasi tarihinin en kötü hatıralarına tanık olunan bir dönemin adı oldu. Ardından gelecek 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle, 28 Şubat 1997 post-modern darbesinin yolunu açtı. 1962 ve 1963 Albay Talat Aydemir darbe teşebbüslerinin itici gücü oldu. Ve nihayet, 2003-2004 yıllarında tertiplendiği şimdi açık bir şekilde ortaya çıkan Sarıkız, Ayışığı ve Eldiven gibi akamete uğrayan darbe teşebbüslerinin ilham kaynağı oldu. O darbeye 49 yıl önce alt rütbeli subay olarak tanık veya müdahil olan veyahut da o dönemde Harp Okulu’nda bulunan subay adaylarının yıllar içinde takip eden bütün darbe ve darbe teşebbüslerinin içinde olması anlamlı bir durumdur ve 27 Mayıs’ın tesirleri açısından benzersiz bir önektir. Bu hal, darbe geleneğinin de darbeci zihniyetin de nasıl kesintisiz bir süreç olduğunu bir film şeridi netliğinde ortaya koymaktadır. Yani 27 Mayıs tek başına kötü, tatsız ve acı bir hatıradan ibaret değildir. Hem askeri vesayetin sivil siyaset üzerindeki gövde gösterisi, hem de bu vesayetin devamlılığı itibariyle önemli bir hadisedir. Bugün geriye dönüp bakıldığında söylenebilecek tek şey, “Keşke başarılı olamasaydı” demektir. Keşke başarılı olmasaydı da Türkiye darbeyi bir yöntem olarak benimseme ve bir seçenek olarak görme ihtiyatına müracaat edemeseydi. 27 Mayıs’ın iktidarı DP’den geri alıp iade ettiği sosyal, ekonomik ve bürokratik sınıflar çok partili hayatta her sıkıştıklarında orduyu yakın ve acil bir seçenek olarak görmüşler ve alenen göreve çağırmışlardır. Takip eden yıllardaki darbeler ve teşebbüslerin tamamında bu sınıfsal kazanım duygusunun ve salt iktidarı elde etme arzusunun gücü görülmektedir. Bahaneler ise, sadece “bahane”dir. Bazen terör, bazen bölünme, bazen de irtica. O bahanelerin bitmek tükenmez tekrarları da hiç şaşırtıcı değildir. 27 Mayıs’a giderken DP ve Menderes aleyhine oluşturulan akıl almaz propagandaların bir benzerini 12 Eylül öncesinde, bir başka benzerini 28 Şubat’ta ve nihayet hemen hemen aynı argümanlarla benzerlerini bugün bile görebiliriz. Tabi sadece sözlü

propaganda değil, aynı zamanda provokatif eylemler ve cinayetler eşliğinde... Bugünün Ergenekon Davası yakın tarihin darbe teşebbüslerini ve o teşebbüslere eşlik eden eylemleri ortaya çıkarmıştır. 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylülün ve elbette 28 Şubat’ın perde arkalarını da bir ölçüde biliyor ve zaten artık tahmin de edebiliyoruz. Onyılların suskunluğunun ardından bu ancak, demokratik tecrübe ve medyada yıllar içinde gelişen çok seslik sayesinde başarılabilmiştir. Darbe talepkarlığı henüz tümüyle tasfiye edilemedi, orduyu, ekonomik, sosyal ve bürokratik iktidar için hala en güçlü seçenek olarak gören insanlar aramızda yaşıyor ama 49 yıl sonra geldiğimiz nokta yine de umut verici sayılabilir. Zira, Türkiye artık darbeyi geride bırakmış ve darbeciliği utanılacak hale getirmiştir. Dahası, darbe müteşebbislerinin yargılanması süreci de başlamıştır. Geç olmuştur belki ama, olabilmiştir. 27 Nisan 2007 tarihinde yayınlanan askeri bildiriye 28 Nisan sabahı verilen cevap bu ülkede darbe döneminin artık tarihe karışmasının miladıdır. Ergenekon davasının ucundan yakalayarak ülkenin üzerinden çektiği karanlık örtü de yıllardır sadece ancak sağda solda kritik edilebilen darbe zihniyetini hukuk nezdinde “gerçek bir suç” sınıfına sokmuştur. 27 Mayıs’ın öfke ve gaddarlıkla idama yolladığı merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorluyu rahmetle anıyoruz. Tarihinde böylesine dramatik bir hatıra olan bir ülkenin ihtiyacı olan tek şeyin daha fazla demokrasi olduğunu bir kez daha hatırlayarak ve hatırlatarak..! ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 161


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Darağacı Parası... Ve... Cellat Ücreti Yavuz DONAT Geçen hafta darbenin (12 Eylül 1980) yıldönümüydü... Bugün Adnan Menderes’in asılışının (17 Eylül 1971) yıldönümü. Asıldığının ertesi günü... Menderes ailesinin Ankara’daki evinin (Tahran CaddesiAr- man Apartmanı) kapısına “İki kâğıt” asıldı. B i r i n d e “Menderes’in neden asıldığı’’ yazılıydı. İkincisinde de Menderes’in asıldığı “Darağacı’nın bedeli” ile Menderes’i asan “Cellada ödenen para.” Toplanı 150 lira. Bu para “Menderes’in ailesinden” isteniyordu... Aile “Ödedi.” Başbakan Adnan Menderes... 52 yıl önce asıldı. Ama bugün adı “Tabelalarda” asılı: Adnan Menderes Havaalanı... Adnan Menderes Üniversitesi... Adnan Menderes Meydanı... Adnan Menderes Bulvarı... Adnan Menderes Anadolu lisesi. Hani ‘Milletin gönlünde taht kurmak” diye bir söz var ya... Menderes... İşte “Ta kendisi.” Rahmetle anıyoruz.

BELGE Tevfik İleri... Menderes’in Bakanıydı. Yassıada’da yargılandı... Kayseri Cezaevinde yattı. Hastalandı... Hastaneye kaldırıldı... Öldü. “Gerçekten ölüp ölmediğini kontrol için” hastaneye iki savcı geldi. İki savcıya ödenen para Tevfik İleri’nin ailesinden istendi. İnanılır gibi değil... “Yassıada’da tutuklu Hasan Polatkan’ın yemek bedelinden doğan borcunun” istenmesi gibi. Erdal Şen’in kitabında “Bunlara benzer o kadar çok belge” var ki.

YASSIADA TUTANAKLARI Mahkeme Başkanı Salim Başol’dan seçmeler... Erdal Şen bir kısmını derlemiş. (Belgelerin Dilinden Yassıada’nın Karakutusu... Zaman Kitap... 2007) Başol’dan, Adnan Menderes’e: -Bizim burada boş laf dinleyecek vaktimiz yok. Kâfi bitti. -Eğer ben kısa kesin deyince kesmezseniz, kestirmesini bilirim. 162 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

-Yapma, okundu, anlamadınız mı? -Kendi çiftliğinizin ve kendi maaşınızın peşinden koşmasını bilirsiniz. Sadece Menderes’i değil... Celal Bayar’ı ve diğerlerini... Mahkeme Başkanı öyle bir azarlıyor... Öyle bir aşağılıyor ki... Tam bir “Utanç” tutanakları.

AT DOSYASI Pazar günü yazmıştık... ‘Yat Davası... At Davası... İt Davası.” Örnekleriyle. Siyasi yaşamımızda “Böyle dava” çok. Lübnan Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ’a dört at hediye eder. Arap Emirlikleri’nden ve Irak’tan da, Başbakan Adnan Menderes’e beş at hediye edilmiştir. Atlar Eskişehir-Çifteler’deki haraya gönderilir.. Satılır. Satıştan sağlanan para cami inşaatına harcanır. Darbe olunca... Mahkeme “At dosyasını” açar: İddia ‘Yolsuzluk yapıldığıdır.” Ancak... Yolsuzluk yapıldığına dair hiçbir bulgu elde edilemez, “İhtilal hukuku” beraat kararı vermeyi de kendisine yediremez. Düşünülür... Taşınılır... Ve sonra da: Atların, Çiftelerdeki harada kaç gün kaldığı... Ne kadar ‘Arpa, ot, sap, yulaf yediği” hesaplanır. Devlet dokuz at için “47 bin lira yem masrafı” yapmıştır. Dava 1964’te karara bağlanır:.. Menderes’in idamından 3 yıl sonra. Dedik ya... Siyasetimizde ‘Ayıplı dava” çok.

ÖNSÖZ Yaşayan neler görüyor?.. Keser dönüyor, sap dönüyor ve gün geli yor, hesap dönüyor. İhtilalden sonra, ordu içinde “Silahlı Kuvvetler Birliği” vardı... Şahinler. Yassıada’da yargılananların “Başta Celal Bayar olmak üzere” 50’sinin idamını isteyenler. Şahinlerin başını “Daha sonra iki kez darbe girişiminde bulunan” Talat Aydemir çekiyordu. Şimdi... Celal Bayar’ın torunu Prof Dr. Emine Gürsoy Naskali’nin kitabından (Yassıada Duruşmalar-Anayasa Davası Toplu Savunması... Kitabevi... 2013) birkaç satırı birlikte okuyalım: 1963’te Talat Aydemir giriştiği ikinci darbe hamlesinden sonra idama mahkûm edilmişti. O sırada Celal Bayar Ankara hastanesinde tutuklu bulunuyordu. Aydemir’in yakınlan Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy’a gelerek idamın durdurulması için şefaatte bulunmasını rica etmişlerdi. Evet... Keser dönüyor, sap dönüyor.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’in Sırrı Ortaya Çıktı Erkin USMAN Tarihçi Mehmed Niyazi “Teşkilat Refik, rahmete erdi” başlıklı yazısında Adnan Menderes’in bilinmedik bir sırrına değiniyor. Şimdi o yazıdan birkaç pasaj... *** Marmara Kıraathanesi’ne ilk gençlik yıllarımızda gitmeye başladık. Orada Erol Güngör, Nuri Karahöyüklü, Saip Atademir, Mükremin Halil İnanç gibi değerli büyüklerimizle birlikte Refik Demir ağabeyimizi de tanıdık. 27 Mayıs darbesinden sonra herkesin yüzü asıktı, milletin sevgilisi olan Adnan Menderes bir darbeye kurban gitmişti. Milletin geleceği, Demokrat Partililerin durumu kamuoyunda ciddi bir endişe kaynağı idi. Refik Demir daha çok Ziya Nur Aksun, Erol Güngör ağabeylerin masasına otururdu. Refik ağabey Yalova’nın Güney köyünden idi, o köyden de Milli Birlik Komitesi’nden üyeler, subaylar vardı. Onlardan haber getireceği için Refik ağabeyin masasına otururduk. Bazı münasebetsiz adamlar Refik ağabeyin masasına oturunca Refik ağabey, karşısındakini ona gösterip, “Bu teşkilattandır” diyerek adamı uyarır, o da biraz oturduktan sonra kaçar giderdi. Böylece daha rahat bir konuşma ortamı doğardı. Adam kaçırmaları bu şekilde devam ettikçe Refik ağabeyin ismi de ‘Teşkilat Refik’ olarak kaldı. Aslen Dağıstan kökenli bir aileye mensuptu. 1925 yılında Yalova’nın Güney köyünde dünyaya geldi. Aslında o köyün asıl adı Reşadiye idi. Herhalde Sultan Reşat’ı çağrıştırdığı için Cumhuriyet döneminde adını değiştirip Güney köyü yapmışlar. Emekli General Mehdi Sungur ağabeyimiz, kardeşi Abidin Sungur Bey gibi pek çok muhterem insan o köyden çıkmıştır. Refik ağabey, Devlet Hava Meydanları Meteoroloji Müdürlüğü’nden emekli oldu. Eski Türkçeyi ve Fransızcayı çok iyi bilirdi, dünyası kitaplardı. Onu arayan, Sahaflar’da, Cağaloğlu’ndaki kitapçılarda bulurdu. Emekli olmakla hayattan elini eteğini çekmemişti.

2. ABDÜLHAMİT’İN KIZINA ZİYARET Rahmetli Muzaffer Ozak Hocamız da Marmara Kahvesi’nin müdavimlerindendi. 2. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’yla yakın tanışıklığı vardı. Bir akşam hoca, Ayşe Osmanoğlu Hanımefendi’nin bir hatırasını nakletmişti: “Türkiye’ye dönen Osmanoğlu’nun kızlarına bir mühendis sahip çıkarak kendilerine bir dairesini tahsis etmiş ve her ay da düzenli olarak maddi yardımda bulunuyormuş. Bir sabah erken saatlerde kapıları çalınmış, Ayşe Hanım kapıyı açınca şık giyimli bir adamla karşılaşmış. Adam, “İnşallah rahatsız etmemişimdir, size ve annenize hoş geldiniz demek için ziyaret ettim” demiş.

Ayşe Hanım içeriye buyur etmiş, karşılıklı hal hatır ederlerken kapıcı günün gazetelerini getirmiş. Gazeteyi alan Ayşe Hanım, “Menderes İstanbul’da” manşetini görünce karşısındakinin Adnan Menderes olduğuna iyice kanaat getirmiş ve “Beyefendi, niçin geleceğinizi önceden haber vermediniz, sizi elimizdeki bütün imkanlarla ağırlamak isterdik” demiş. Menderes de, “Valide Hanım, bizler politikacıyız, sevenimiz kadar sevmeyenimiz de var. Haberli gelseydik buraya gazeteciler doluşur, muhtemeldir ki nahoş hadiseler cereyan edebilirdi” cevabını vermiş.

EVİN KİRASINI SAĞLAYAN MENDERES’MİŞ Epeyce sohbet ettikten sonra kalkarken Menderes bir ihtiyaçları olup olmadığını sormuş, Ayşe Hanım da kendilerine bir mühendisin sahip çıktığını, ihtiyaçlarının bulunmadığını söyleyerek teşekkür etmiş. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra Menderes’in mallarına el konulunca, mühendis, Berin Hanım’a gelip ya kirayı ödemelerini ya da evi boşalttıracağını söylemiş. Evin kirasını ve maddi desteği sağlayan aslında Menderes imiş.

BERİN HANIM PARMAĞINDAKİ YÜZÜĞÜ SATMIŞ Berin Hanım parmağındaki yüzüğü çıkarıp oğlu Mutlu’ya vermiş ve kuyumcuya gidip bozdurmasını istemiş. Böylece Ayşe Osmanoğlu’nun geçimi Berin Hanım’ın üzerinde kalmış. Rivayet edilir ki Menderes’in geçirdiği uçak kazasından sonra Berin Hanım kendisine uçak düşerken aklından neler geçtiğini sormuş, Menderes de cevaben Berin Hanım’ın Ayşe Osmanoğlu’nun kirasını ödeyip ona yardımcı olmaya devam edip etmeyeceğini düşündüğünü söylemiş. Bu dramatik sohbetin ardından Teşkilat Refik’in gözleri doldu, “Yassıada mahkemesinde şu husus açıklandı. On yıl boyunca başbakanlık yapan Menderes bir tek kez dahi maaşını almamış, maaş için gelen çeki imzalayarak Hazine’nin tahsil etmesi için geri göndermiştir” dedi ve gözyaşlarını silerek masadan kalktı. Onun bu hali masada bulunan herkesi derin bir hüzne boğmuştu. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 163


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Çanlar Kimin İçin Çalıyor? Bekir HAZAR

Gıyaseddin Emre... Üç dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olarak görev yaptı. 27 Mayıs darbesinde Demokrat Parti milletvekili olarak yargılandı, 2.5 yıl hapis yattı. O Ezanın değiştirildiği, tam 18 yıl “Tanrı Uludur” diye okunduğu dönemlere tanıklık etmiş bir milletvekiliydi. Kur’an-ı Kerim okunmanın yasak olduğu dönemlerde genç bir delikanlıydı. “Kur’an-ı Kerim yetersiz” diyorlardı o günlerde. Birileri çıkıp “Kur’an-ı kerim ıslah edilmeli” diyordu. Allah’ın gönderdiği kutsal kitabı yetersiz buluyorlar ve “ISLAH” edilmeli diyorlardı haşa. Böylesine bir garabet bir dönem vardı ortada. İnönü’nün CHP’si inançlara zulmediyordu o günlerde. Milletvekili Gıyaseddin Emre işte o zulmün yaşandığı dönemlerdeki olaylardan sadece birini paylaşıyordu bizlerle. Milletvekilimiz Ganiçok köyünde doğmuştu. O köye bir gün Jandarma girdi. Başlarındaki onbaşı köyün ileri gelenlerinden Halid Ağa’nın evine girdi çamurlu postallarıyla. Sedire uzandı ve ayaklarını pencerenin genişliğinde bulunan kitapların üzerine uzattı. Çamurlu postallarına kitaplar destek oluyordu. Halid Ağa yerinden kalkıp, en üstteki kitabı yavaşça çekip aldı. Sonra Jandarma onbaşının ayaklarını tekrar geride kalan kitapların üzerine koydu. Jandarma onbaşı “Ne yapıyorsun?” diye bağırdı. Halid Ağa “Postallarını üzerine koyduğun kitap Kur’an-ı Kerim’di, onu aldım efendim” dedi. Yerinden kalkan jandarma onbaşı elinden Kur’an-ı Kerim’i aldı, yere atıp “Hala bu çöl kitabını mı okuyorsunuz”diye bağırdı. Postalları ile Kur’an-ı Kerim’i çiğnedi. Milletvekili Gıyaseddin Emre doğduğu köyde yaşanan bu olayın devamını şöyle anlatıyor; “Halid Ağa yan odaya geçip silahını aldı, geri dönüp onbaşı ve yanındaki 164 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bir askeri vurdu. Bir anda bütün bölgeye bu İSYAN diye propaganda yapıldı. Ardından köye yüzlerce jandarma baskın yaptı. Halid Ağa ve yakınlarını, akrabalarını meydana topladılar. O gün tam 131kişi çoluk-çocuk demeden kurşuna dizilerek öldürüldü.” Evet bir imparatorluğu parçalayan AKIL, bu ülkede kendini kendine tarihine, ecdadına, inançlarına düşman ederek İÇERİDE DAİMA BİRBİRİYLE KAVGA EDEN BİR TOPLUM’a dönüştürdü. İçerideki çatışma, parçalanmış bir imparatorluğun torunlarına yüzünü dışarıya döndürmeyi YASAK etti. İçerideki kavgalardan dolayı dışarıya ayıracak zamanımız yıllarca HİÇ olmadı. Bakın taa 1534 senesinde Viyana’da Aziz Stephan Katedrali’nde ilginç bir uygulamaya geçildi. Bu katedrale dolgun bir maaşla memur atandı. O memurun tek görevi vardı. Katedralin en üstündeki kuleye çıkacak ve ufka bakacaktı. Eğer uzaklarda Türk Akıncıları görülürse ÇAN’ı çalıp “TÜRKLER GELİYOR” diye şehri uyandıracaktı. Tam 422 yıl o uygulama sürdü. 1956 yılına kadar sürekli “Türkler Geliyor” diye bağıracak bir ÇANCIBAŞI memur o katedralde hazır bulundu. Ancak 1956’da bu önemli istihdama son verdiler. Çünkü artık TÜRK tehlikesi kalmamıştı. Zira Türklerin dışarıya çıkacak mecali yoktu ve birbiriyle savaşıyordu. Artık Türklerde yeni bir dönem başlıyordu. Kendi BAŞBAKANLARINI ASMA dönemiydi bunun adı. Çanlar içeride Türkler için çalıyordu. Ve ipin ucu dışarıda da olsa asanlar da, çanı çalanlar da Türkler’di. Yıllardır birileri nakış gibi işlemiş ve başarmıştı. Ezan üzerine ÇAN projesi tutmuştu.


ü s ü ç l Ö n ı ’ m a l İs

İslam’ın ölçüsü kendisidir. İslam’a göre neyin ne olduğunu anlamak için önce Kur’an-ı Kerim ve Resulullah’ın (S.A.V.) sünnetine bakılır. Buralarda ne denilmişse esas olan odur. Merak ettiğimiz konuya bu kaynaklarda rastlanamayabilinir. O zaman Müslümanların elleri ve kolları bağlı mı kalır? Hayır. Kalmaz. Ancak bu ayrı bir konudur. Bu yazımızda ılımlı İslam tabirini biraz önce söz konusu ettiğimiz İslam’ın temel kaynaklarına göre ele alacağız. FETİH SURESİ Müslümanlar’ın gerek birbirlerine ve gerekse kendilerinden olmayanlara, gerek kendi buyrukları altındaki Müslümanlara ve gerekse Müslüman olmayanlara nasıl davranacakları Allah tarafından Resulüne (S.A.V.) vahiy yoluyla bildirilmiştir. Bu konuda çeşitli durumları da ihtiva eden pek çok ayet mevcuttur. Önce Fetih Suresi’nin (48) son ayetine bakalım: “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun maiyyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (ve metin), kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû’ ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allah’tan (daima) fazl (-u kerem) ve rızaa isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış, gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sapları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Ashab hakkındaki bu teşbih) onunla kâfirleri öfkelendirmek için (dir). İçlerinden iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlara Allah hem mağfiret, hem büyük mükâfat va’d etmiştir.” Ölçü meydandadır. Müslümanlar birbirlerini şefkat ve merhametle kucaklarken kendilerinden olamayan ve her şeyi inkâr edenlere karşı tavizsiz ve dik bir duruş ortaya koyacaklardır. Bu da onların Müslümanlara karşı öfkesini arttıracaktır. Ayetin burasını şöyle yorum-

lamamız gerektiği kanaatindeyim: “Siz dik tavrınızı koruduğunuz müddetçe inkârcıların size karşı olan öfkeleri artacaktır. Bunu önceden bilin ve buna hiç önem vermeyin. Kendi yolunuzda yürüyün. Ne olacağınıza kendiniz karar verin. Başkalarının sözlerine bakarak hareket etmeyin!’ buyurmaktadır. Maide Suresi’nin (5) 54. ayetinde de yine “Müslümanların müminlere karşı alçak gönüllü, hakikati inkâr edenlere karşı onurlu ve kendilerini kınayabileceklerin kınamasından korkmayan kimseler olmaları gerektiği” vurgulanmaktadır. BARIŞ ESASTIR İslam’da barışın korunması esastır. Yine Kur’an-ı Kerim’de “Dinde zorlama yoktur” buyrulmuştur. Tegallüb (zorla boyun eğdirme) yoktur. Hz. Muhammed (S.A.V.) Mekkeli müşrikleri yenecek güce ulaştığı halde kesinlikle bu yola gitmedi. Mekke’nin fethi zor kullanılarak değil önce gönüller fethedilerek gerçekleştirildi. Kimseyi düşman saymak ve onlara saldırmak da kesinlikle söz konusu değildir. Müslümanlar kendi güvenliklerini sağlamakla mükelleftirler. Bu zorunludur. Kendilerine yönelmiş bir tehdit yoksa başkalarıyla savaş ve çatışma da olmayacaklardır. Kur’an-ı Kerim’de “Onlar savaşı bırakırsa siz de bırakın” buyrulmuştur. Dokunmayana dokunulmayacaktır. Müslümanlar başkalarının sözleri ve tavırlarıyla kendilerinin yönlendirilmesini asla kabul etmeyeceklerdir. Topraklarının işgalini, her türlü zillete düşürülmeyi de asla kabul edemezler. Değişmez ölçü budur. Bundan dolayıdır ki İslam ılımlı veya ılımlı olmayan diye ikiye ayrılamaz. Böyle bir ayrım İslam’a uymaz, Müslümanlar da kabul etmezler. Batılı ülkeler aynı zamanda kendileri söylediği için uymak mecburiyetinde oldukları uluslararası hukukun genel prensiplerine uydukları takdir de hiçbir gerilim söz konusu olmaz. Müslümanlara güç kullanarak ve propagandayla boyun eğdirilemez. Müslümanların üzerine düşen Allah’ın istediği ve emrettiği gibi Müslüman olmaktır. Yoksa Amerika’nın özendirmeye çalıştığı ve İslami olmayan bir Müslümanlığa itibar etmeleri söz konusu olamaz. Buna Türkiye’deki Müslümanlar da dahildir. Bütün dünyanın bunu bilmesinde de büyük bir fayda vardır. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 165


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yakın Tarihten Bir İtibarsızlaştırma Kampanyası “Yüksek Adalet Divanı” denilen ve divan başkanı tarafından, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” denilerek amacı belirtilen, zaten yapı itibariyle Engizisyon mahkemelerini andıran bir mahkemede beraat ettiler, ama o süreçte gazeteler, dergiler, radyolar ve filmler vasıtasıyla yapılan itibarsızlaştırma propagandası o kadar iğrençti ki, Hürriyet’in manşeti yüzünden ağladığımı hatırlıyorum... 4. Vinileks Şirketi Davası: Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın şirkete usülsüz kredi sağladığı ve rüşvet aldığı iddia edildi. Adnan Menderes ve Hasan Polatkan’la Türkiye Vakıflar Bankası (her operasyonda banka mutlaka vardır) Genel Müdürü başta olmak üzere, bir çok üst düzey bürokrat da işin içine çekildi. Bu çerçevede oluşturulan aşağılama kampanyası aylarca sürdürüldü. Hâlbuki o kredi, o zamana kadar ithal edilen suni deri imal etmek için verilmişti. Dişleri sökülen dış sermaye de işin içindeydi.

Yavuz BAHADIROĞLU 27 Mayıs 1960’da darbe yapanlar, önlerinde büyük bir problemle karşılaştılar: Silah zoruyla devirdikleri DP yöneticilerini halk için için seviyordu. Önce bunun aşılması lâzımdı. “İtibarsızlaştırma” operasyonunu başlattılar. En başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere, DP yöneticilerine atılmadık iftira, isnat edilmedik suç kalmadı: Bir yandan da fısıltı gazetesi devreye sokulmuş, iktidarın büyük kıyma makinelerinde üniversite öğrencilerini kıyma yaptığı yalanını yaymışlardı. Nihayet ciddiyetten uzak davalar açılmaya başlandı. Kısaca bakalım... 1. Köpek Davası: Afgan Kralı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a değerli bir Afgan tazısı hediye etmişti. Celal Bayar bu köpeği sattırıp, parasıyla bir köye çeşme yaptırdı. Bunu dillerine doladılar. İşin içine Tarım Bakanı Nedim Ökmen’i de katıp “nüfuz ve makamlarını kötüye kullanarak, çıkar sağladıkları” iddiasıyla, aşağılamaitibarsızlaştırma kampanyası eşliğinde dava açtılar... 2. 6-7 Eylül Olayları Davası: Bir gazete, Atatürk’ün Selanik’teki evinin Rumlar tarafından bombalandığı yalanını manşete çekti. Bunun üzerine sokağa dökülen kışkırtılmış kalabalıklar azınlıklara ait evlere ve dükkânlara zarar verdiler. Bundan hükümet sorumlu tutuldu. Oysa bu operasyon hükümete muhalif localarda plânlanıp yönetilmişti. 3. Bebek Davası: 27 Mayıs cuntası, Menderes’in imam nikâhlı eşinden olup doğum esnasında ölen çocuğunu doğum hekimine baskı yaparak öldürttüğü yalanıyla dava açtı. Bu konuda yapılan iğrenç yayınları hatırladıkça hâlâ midem kalkıyor...

166 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

5. Dolandırıcılık Davası: Eski bakanlardan Hayrettin Erkmen ve Zeyyat Mandalinci, ABD’ye yaptıkları geziden artan dövizleri geri vermemekle suçlanıp “dolandırıcı bakan” ilân edildiler. Oysa harcama makbuzları bürolarındaki kasada duruyordu, ama büroları basan subaylar tarafından yok edilmişti. 6. Arsa Davası: Tarım Bakanı Nedim Ökmen, eşine ait arsaları fahiş fiyattan hükümete satmakla suçlandı. Tabii itibarsızlaştırma yayınları eşliğinde… 7. Ali İpar Davası: İşe bakın ki, burada da bir Ali var, ama bu apartmanları olan Ali değil, gemileri olan Ali. Hakkından fazla döviz tahsis edildiği gerekçesiyle dava açıldı. Hükümet döviz hırsızlık yapmak ve hırsızlığı teşvik etmekle suçlandı… 8. Değirmen Davası: Ticaret Bakanı İbrahim Sıtkı Yırcalı yolsuz ve usulsüz kredi kullanma suçuyla yargılandı. Hiçbir şey çıkmasa da, aleyhine korkunç yayınlar yapıldı, iftiralar atıldı… 9. Barbara Davası: Alman hizmetçilerine bir miktar döviz tahsis ederek Döviz Kanunu’nu ihlal suçlamasıyla, Hasan Polatkan ve Refik Koraltan yargılandılar. Hizmetçi ile aralarında hayali aşk hikâyeleri uyduruldu. Alçakça bir itibarsızlaştırma kampanyasına malzeme yapıldılar… Örtülü Ödenek Davası: Başbakan Adnan Menderes ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Başbakanlık örtülü ödeneğini yasalara aykırı biçimde kullanmaktan yargılandılar. Oysa örtülü ödeneğin nasıl kullanılacağına başbakanlar karar verir ve kaydı tutulmazdı. Menderes kayıt tutmasına ve hiçbir yolsuzluk ispat edilememesine rağmen, bu yüzden “hırsız” ilân edildi… Ha bir de işin “yargı” boyutu var: Başbakan Adnan Menderes, hükümete, 25 yıllık hizmet süresini dolduran yargıçları emekliye ayırma hakkı tanımıştı. Bu kanunla yargı bağımsızlığını ihlal etmekle suçlandı. O dönemde gazetelere atılan nefret dolu manşetleri hatırlamak bile istemiyorum. Ne dersiniz? Çok şey değişmemiş gibi…


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Son Menderes Senai DEMİRCİ Mazlumluktan prim devşirmedi. Bildiklerini söylese, hissettiklerini açık etse, onca iktidar kulesini yıkabilir, zalim muteberleri rezil edebilirdi. Sustu. Az konuştu. Çok okudu. Yıl 1991. Ankara Kocatepe Kitap Fuarı’ndaki İz Yayıncılık standına yanaşır adamın biri. Ünlüdür. Özellikle soyadıyla bir devrin zulmünü hatırlatır. Ve milletin vicdanına gömdüğü derin acının mezar taşı gibi yürür aramızda: “Son Menderes”. Soyadının getirdiği itibara yaslanmayı reddetti. Mazlumluktan prim devşirmedi. Hakkıydı da bu. Bedelini ödemişti. Devletinden adalet beklerken, bir eylül akşamı dalları kırılıp, yaprakları ağır bir hazan rüzgârına kapıldığında sadece 14 yaşındaydı. “…güzel, ipekten yumuşak, veli mizaçlı, hizmet dervişi” bir baba alacaklıydı milletinden. Milletin selâmeti uğruna, Ezanın yeniden seslendirilmesi hatırına, yetimliğini kutsal bir emanet gibi taşıdı yüreğinde. Devletinden nefret etmeye hakkı vardı. O günlerde-ve yazık ki bugünlerde de- en güvenilir sanılan kurumlara isyan bayrağı açabilirdi. Bildiklerini söylese, hissettiklerini açık etse, onca iktidar kulesini yıkabilir, zalim muteberleri rezil edebilirdi. Sustu. Az konuştu. Çok okudu. Okumak için uzattı başını kitap standından içeri. Fuara geldi görüntüsü vermek umurunda değildi. Soruyordu. Meselâ bir hadis külliyatının 6. cildinin çıkıp çıkmadığını soruyordu. “Falanca tercümenin yeni baskısı yapıldı mı?” Yarım saatten fazla kâh ayakta kâh oturarak inceledi kitapları. Gözlerinde ciddi sorgulamalarla geziniyordu sayfalar arasında. Elindeki listeyi kontrol edip fuarın diğer stantlarına doğru yöneldi. [Bu özel hatırasını paylaştığı için kardeşim dostum Muhammed Özdemir’e teşekkürler.] Hürriyetimiz adına bedellerin en ağırını ödeyen o delikanlının gözüne girmek için son fırsatımız bugün ve yarın. Bizim utanmayalım diye utanıyor Aydın o fotoğrafta. Biz ağlamayalım diye dişlerini sıkıyor. Biz üzülmeyelim diye susuyor. İçindeki ukdeyi biz mahcup olmayalım diye onca yıldır çözmeden saklıyor: “İçimde bir ukde olarak kalmıştır. İki dakikacık bile komutan bizi yalnız bırakmadı, doğru dürüst bir vedalaşma imkânı bulamadık. İçimizde kalan, söylemek istediklerimiz vardı ama sıra gelmedi.” Söylemek istedikleri vardı. Haykırabilirdi isterse, hep sustu. Vatanının itibarına zarar gelmesin diye. Milletin yüreğine kin ve nefret düşmesin diye. Kin ve nefrete karşı, kin ve nefret üretmekten hep kaçındı. Dediği gibi, “sıra gelmedi.” Sırası olmadı hiç. Babasının kanını yerde bıraktı ama canıyla söylediği son sözlerinin ardından durdu canla başla: “Kat’iyyen muğber de-

ğilim, hiçbir iğbirar duymuyorum.” (Muğber, gücenmiş demek. Merhum Menderes Osmanlıca konuşurdu.) Ne ilk ne de son Menderes bir rövanş ve misilleme duygusu barındırdı yüreğinde. Kendilerine yapılan haksızlık üzerinden yeni bir haksızlık üretmek, aslında zalimleri haklı çıkarırdı. Her türlü misilleme düşmanını kendine öğretmen yapmak demekti. O fotoğrafın mağrur komutanı gibi olmaya kalkmadı hiçbir Menderes. Her kimse o komutan gururun karşılığını Hesap Günü geldiğinde kendi aynasında nasılsa kendi gözleriyle görecekti nasılsa. Son Menderes, fotoğraftaki o mahcup çocuk, içindekileri susturan o mahzun delikanlı, o fotoğrafta kalan sevdiklerinin her birinin acısını taşıdı yüreğinde. Her dönem bir acıyla sarsıldı. O acıları biz bir kenara bıraktık; taşıyamadık, ama o tek başına omuzlandı. Biz unuttuk o hep hatırladı. Her defasında azalan ailenin çoğalan hüznü Aydın’ın omuzlarında kaldı. Önce “ipekten yumuşak” baba gitti. Hem de nasıl? “…sanki, bir el göğüsleri yarmış, ciğerlerini oradan koparmışçasına, belki daha büyük bir acı…” Sonra Yüksel gitti. (Yıl 1972; intihar etti diyorlar, acaba?) Sonra Mutlu ağabeyi veda etti. (1978, trafik kazası (mı?)) 1991’de ise, hüznünü suskunluk zarfına beleyen o asil kadın, hepimiz adına “kadın” olarak sancıyan, “anne” olarak içine ağlayan Berin Hanım veda etti Aydın’a. Son yıllarında yatalak olan annesinin her dakikasında yanında oldu Aydın Menderes. Öyle ki, bir yere gidecek olsa, “Anneciğim şuradayım, şu saatte çıkacağım, şu vakitte yanında olacağım” diye dakika dakika hesap verirdi. Belli ki anne duası almayı kurtuluşu biliyordu. Ezanı uğruna can vermekle şereflenen rahmetli babasının hatırını saydığı Rahmet Elçisi’nin [asm] müjdesini umuyordu. O’nun [asm] “kime iyilik edeyim?” diye soran sahabesine “annene, annene, annene…” diyerek üç kez işaret ettiği muhteşem iyilik yolunu sessizce adımlıyordu. Ne Berin Hanım ne Yüksel ne Mutlu ne Aydın kalbimizin başköşesinde ağırladığımız Adnan Menderes hatırasına halel getirecek bir şey yaptı. Sustular sadece. Beklediler. Bize iyiliklerin en güzelini en sessizini yaptılar. İyiliğin en zorunu başardılar. Tarihin “Menderes” sayfası, Hasan [ra] ve Hüseyin [ra] gibi, ahiret saltanatı adına dünya saltanatından vazgeçişin buruk ama asilce kapandı. Şimdi bizi bekliyor Aydın Menderes… Bizi bekliyor Berin Menderes… Bizi bekliyor Adnan Menderes… O fotoğrafa mağrurca giren talihsiz komutanın mezarı ne kadar yalnızsa, o kadar kalabalık olacak Son Menderes’in cenazesi. Delikanlıların elini kolu bağlayan, bir hanımefendiyi, bir “ana”yı içine doğru ağlatan Yassıada’nın o zulüm odasına hep beraber yürüyeceğiz. O delikanlının gözlerinin baktığı yerde çok olacağız, çok… Okunan Ezanların her hecesince rahmet eyleye Rabbimiz Menderes’e ve ailesine… El Fatiha

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 167


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

14 Mayıs 1950 Seçimleri veya Beyaz İhtilal Süleyman KOCABAŞ Araştırmacı Yazar

Demokrasiye Geçiş ve 21 Temmuz 1946 Seçimleri Türkiye’nin siyasi hayatının 1923-1946 zaman dilimine, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarına dayalı “tek partili dönem” denilmiş CHP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945 Gençlik ve Spor Bayramı demeci ile iç ve dış şartların zorlaması sonucu çok partili hayatın başlayacağını açıklaması ‘demokrasiye geçiş’in başlangıcı olarak kabul edilebilir. İnönü’den gelen bu işaret üzerine Türkiye’de siyasi partiler kurulmaya başlamış, bunlardan birisi olarak da 7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve arkadaşları tarafından Demokrat Parti kurulmuştur. CHP ve İnönü kurulan partilerin daha ülke genelinde teşkilatlarını tam kuramadıkları halde ve bunların itirazlarına rağmen ‘baskın seçim’ kabilinden 21 Temmuz 1946’da ‘erken seçim’ kararı almıştır. Seçimler normalinde 1947 yılında yapılacaktı. 1946 Seçimleri tarihimize ‘hileli seçimler’ adıyla geçmiş, bu haliyle CHP iktidarını bir müddet daha sürdürmüştür. Hakim teminatlarından yoksun, nisbi temsil, ‘açık oy gizli tasnif ’ esaslarına göre yapılan seçimlerin adil olması mümkün değildi. Nitekim adil olmayışı sonucu seçimleri birçok yerde DP kazandığı halde ‘CHP kazandı’ gösterilmiş, DP 66 milletvekiline bağlanmış, bu yolla CHP 1923’te başlayan iktidarını 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar sürdürme imkanına kavuşmuştur. 14 Mayıs 1950 Seçimleri 1950 Seçimleri çıkarılan yeni seçim kanununa göre hakim teminatında, nisbi temsil, gizli oy açık tasnif esaslarına göre yapıldığı için adil seçimler olmuş, seçimden DP büyük bir zaferle çıkmış, oyların %53.59’unu alarak 408 milletvekili çıkarmıştır. Karşısındaki güçlü rakibi CHP oyların %39.98’ini alarak 69 milletvekili, Millet Partisi ise %3.40 oy alarak 9 milletvekili kazanmıştır. Beyaz İhtilal Demokrasi, en kısa tarifiyle ‘halkın kendi kendisini idare etmesi, yönetime halkın iradesi ve isteklerinin hakim olması’ şeklinde tanımlanır. Toplumların tarihinde günümüz itibariyle ‘en iyi idare şekli’ olarak görülen demokrasiye geçişler çok sancılı olmuş, bu sancılar bizim tarihimizde de yaşanmıştır. Bizde büyük mücadeleler verilerek 1876’da 1. Meşrutiyet, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanları, demokrasiye geçişin kilometre taşları olmuş, 1920-1938 zaman diliminde ‘Atatürk’ veya ‘Anadolu İhtilali’ denilen ‘Atatürk Devrimleri’nin yapılış yıllarında 168 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

da ‘demokrasi ideali’ en özlenen ideal olmaya devam etmiş fakat devrimler ‘halka rağmen’ yapılacağı için bu işlerlik kazanamamış, ‘otoriter cumhuriyet’ esasına dayalı tek partili düzen ülke yönetimine hakim olmuştur. Bizde demokrasiye geçişin mimarı denilen İnönü’nün anlattıklarına göre, 1945’e gelindiğinde devrimler tutmuş, bu sebepten demokrasiye geçişte bir engel kalmadığı için ‘Atatürk’ün de ideali’ buydu denilerek ‘demokrasi devrimi’nin tamamlanması İnönü’ye nasip oldu şeklinde yorumlanmıştır. 1945’te demokrasiye geçişe müteakip yapılan 2. seçim 14 Mayıs 1950 seçimleri, 91 yıllık cumhuriyet dönemi tarihimizde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Başbakan Adnan Menderes 29 Mayıs 1950’de hükümet programını okurken bunun önemini şöyle vurgulamıştı: “1950 seçimlerinin 9. TBMM’nin tarihindeki yeri çok önemlidir. Milletvekilleri, ilk defa milli iradenin serbest tecellisi ile milletin mukadderatına hakim hale gelmişlerdir.” İkinci olarak, “Tarihte diktatörler diktatörlüklerini kolay kolay terk etmezler, diktatör İnönü’nün kendi iradesiyle demokrasiye geçmesi onun bir erdemi olmuştur” yorumu da dikkate alınırsa 14 Mayıs 1950 seçimlerinin neden ‘Beyaz İhtilal’ olduğu daha iyi anlaşılır. ‘Beyaz’dan amaç iktidar değişikliğinin kan dökülmeden yapılmasıdır. O zamanın siyasileri ve günümüzün yazarları da olayın Beyaz İhtilal olduğunu vurgulamışlar, bu cümleden olarak 1950 seçimleri ile Meclis’e giren DP Milletvekili Samet Ağaoğlu ‘Beyaz İhtilal’ , gazeteci Cüneyt Arcayürek ‘Büyük Devrim’ , Emin Karakuş ‘Kansız İhtilal’ , Metin Heper ‘Yeşil Devrim’ olarak nitelendirmişlerdir. New York Herald Tribune gazetesi de seçimleri ‘Beyaz İhtilal’ olarak yorumlarken şunları yazmıştı: “Türkiye bir Cumhurbaşkanlığı diktatoryasından şimdi demokrasiye doğru planlı, nizamlı ve emsalsiz süratle bir değişim geçirmektedir.” Atatürk’ün modernleşme programı, İnönü’nün eli altında Türk Anayasası’nda da söylendiği gibi “Her Türk hür doğar, hür yaşar” prensibini bir realite haline getirecek şekilde ve derecede siyasi bir hürriyete inkılap etmiştir. Fahir Giritlioğlu “Kan dökülmeden Halk Partisi ve İsmet İnönü tarafından başlatılan bu ihtilale kendilerinin kurban gitmesi tarihin bir cilvesidir” tespitini yapmıştır. Çevrenin Merkeze Hakim Olması Tanzimat-Meşrutiyet-Cumhuriyet geleneğinden günümüze ‘vatanın kurtarılması ve toplumun refahının sağlanması’ konusunda sivil-asker-bürokratlar ve aydınların emeli, Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkartmak olmuş, günümüzde


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

çağdaş medeniyet örneği batı medeniyeti olduğu için genelde Türkiye’nin 200 yıllık tarihine batılılaşma cereyanı damgasını vurmuştur. Topyekün batılılaşmayı savunan sivil-asker-bürokrat ve aydınlara seçkinci-devrimci bir grup; batılılaşmayı istemekle beraber, yönetimde kendi milli ve dini değerlerimize de yer verilmesini isteyenlere ise ‘liberal-evrimci grup’ denilmiştir. Tek parti döneminde ülkenin yönetimine seçkinci-devrimci grup hakim olmuştur. ‘Liberal evrimci grubun’ toplandıkları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 1925’te, Serbest Cumhuriyet Fırkası 1930’da kapatılmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerini DP’nin kazanması liberal-evrimci grubun iktidara gelmesi olarak yorumlanmıştır. İşte bu seçimleri ‘Beyaz İhtilal’ ve bir başka deyimle ‘gerçek halk ihtilali’ yapan, ‘çevre’nin kadrosu denilen liberal-evrimci grubun, merkezin kadrosu denilen seçkinci-devrimci grubu tasfiye etmesi ile çevreyi merkeze ve iktidara taşıması olmuştur. Türkiye’de bir nevi kurulan ilk halk iktidarı işte bu DP iktidarı olmuştur. Menderes Dönemi ve Çağ Atlayan Türkiye Başbakan Menderes’in iktidara geldiği 1950’de Türkiye ‘Hititler dönemi’ni yaşamaya devam ediyordu. Türkiye Menderes dönemi denilen 1950-1960 zaman diliminde çağ atladı. Bu dönemde tek parti döneminde yapılan işlerin kat be kat üzerinde işler yapıldı. Şehirler modernleştirildi. Özellikle köyün kalkınmasına önem verildi ‘Kalkınma aşığı Menderes’ bu atılımlarının yanında çevrenin isteklerine uygun olarak ‘inanç açılımı’ da yaptı. 16 Haziran 1950’de Türkçe Ezan aslına çevrildi. Bu seçkinci-devrimci grup tarafından ‘darbe sebebi’ sayıldı. İmamhatip okulları, Yüksek İslam Enstitüleri açıldı. Okullarda din dersleri okutulmaya başlandı. Radyodan Kur’an ve mevlid yayınına başlandı vb... Bütün bu sebeplerden çevre Menderes’i ‘kendi adamı’ olarak bağrına bastı. ‘Halk kahramanı’ oldu. Beyaz İhtilal’den Kara İhtilal’e CHP 1950 seçimleri de dahil günümüze kadar girdiği hiçbir seçimi kazanıp iktidara gelemedi. Buna sebep halka yabancılaşmış, ihtilalci bir parti olması idi. Tek parti döneminde dev-

rimler ‘halka rağmen’ yapılmış, üstelik halkın ekonomik refahı da sağlanamadığı için halk CHP’den iyice soğumuştu. 1950 seçimleri aynı zamanda merkez denilen seçkinci-devrimci grubun otoriter yönetiminin halk tarafından tasfiye ile çevrenin kadrosu denilen liberal-evrimci grubun merkeze, iktidara taşınması demektir. İşte bütün bu olup bitenleri seçkinci-devrimci grup hazmedemedi. Menderes Hükümetleri’nin bütün yaptıklarını ‘Atatürk ilke ve inkılapları’na aykırı olarak görüp ona cephe aldı ve darbe sebebi saydı. İşin esasına bakılırsa yapılanların ilke ve inkılaplara aykırılığı yoktu. Zamanın reformlarındandır denilerek ıslahat yapılıyordu ve bu gerekliydi. CHP’nin ve lideri İnönü’nün 3 seçimi üstüste kaybetmesi de O’nu iyice hırçınlaştırdı. Başbakan Menderes’e karşı ‘yıkıcı ve kırıcı muhalefet’ yapmasına yol açtı. Başbakan Menderes de kendi ifadesiyle “Demokrasi ve Hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önlemek için” tedbirler almaya başlayınca; bu seçkinci-devrimci grup tarafından “Ülkede demokrasi katlediliyor, Menderes diktatörlüğe doğru gidiyor” şeklinde yanlış yorumlanınca Türkiye kendisini ‘Beyaz İhtilal’ karşısında ‘Kara İhtilal’ olan 27 Mayıs 1960 darbesi içinde buldu. 27 Mayıs 1960 darbesi seçkinci-devrimci grubun halkın serbest iradesi ile iktidar olmuş liberal-evrimci kadroları Anayasa ve kanunlara aykırı olarak tasfiyesi olduğu için ‘Kara İhtilal’ sıfatını kazanmış, Menderes’in atılımları ile Türkiye’nin kısa zamanda ‘süper güç’ olmasının yolu da kesilmiştir. ‘Kara İhtilal’ üstelik günümüzdeki seçkinci-devrimci darbeler geleneğinin yolunu açmış, bu ‘Kara İhtilal’in baş azmettiricisi İnönü olduğu için O’nun ‘demokrasiye geçiş’ erdemleri ve kahramanlığını da sıfırlamıştır. Günümüz itibariyle ‘Kara İhtilal’ tarihimize gerçekten kara bir ihtilal olarak geçmiş, Demokrat Parti’li mağdurların itibarları iade edilmiş, ‘Demokrasi Şehitleri’ olarak anılan Menderes-Zorlu-Polatkan için ‘ziyaretgah’ olarak Anıtmezar’lar yaptırılmıştır. Bugün hiçkimse kara darbeyi yapanların adlarını ve mezar yerlerini bile bilmemektedir. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 169


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yeni Türkiye’ye Eski Âdet

Retrospektif Bir “Gezi” Okuması Metin KARABAŞOĞLU Kendisini demokrasi ve özgürlükle tanımlayan Batı, söz İslam dünyasına geldiğinde halkın oylarıyla seçilen dini hassasiyetler taşıyan dindar veya dine hürmet eden insanları nedense hazmedemiyor. Mesela Tayyip Erdoğan dindar bir kişi, hani bunu hazmedemediler diyelim. Adnan Menderes dindar bir kişi değildi; ama dine hürmetkâr biri olduğu için onu da hazmedemediler. Hâlbuki İslam dünyasında bulunan ülkelerin halkları ağırlıklı olarak dini hassasiyetler taşıyan insanlar olduğuna göre halkın oylarıyla seçilenlerin de çoğunlukla dindar veya dine hürmetkâr olması gayet tabi. Batı(lı)’nın dini ve dindarı hazım problemi var Peki, mesele nedir? Eğer, İslam dünyasında demokrasi ve özgürlük hakikaten tesis edilmiş olsa, bunun anlamı ‘dindar’ veya ‘dine hürmetkâr’ olan insanların yönetimde olması, onların seçimi anlamına gelecek. Fakat bu onları rahatsız edegeldiği için böyle yönetimler yerine hep ya bir askeri darbeyle başa gelmiş veya bir hanedan, bir krallık suretinde yönetimi sürdüren özgürlükten nasipsiz, demokrasi ile tanımlaması mümkün olmayan diktatöryal rejimlerle ‘çalışmayı’ tercih ettiler. Niye tercih ettiler? İşte Tayyip Erdoğan örneğinde görüyoruz. Halkının desteğini alan, bir Müslüman ülkenin, Müslüman yöneticisi Batılı ülkelerin kendi menfaatleri, kendi ideolojileri eksenindeki taleplerine karşı mesafe koyabiliyor. ‘Hayır’ diyebiliyor. Özellikle de arkasında halkının desteği olduğunu bildiği için bunu diyebiliyor. Diğer taraftan, halkının desteğine sahip olmayan bir yönetici ise varlığını devam ettirebilmek için uluslararası güç odaklarının desteğine muhtaç. O yüzden Tayyip Erdoğan kötüydü, ama İsmet İnönü ve Mustafa Kemal iyiydi onlara göre. O yüzden Muhammet Mursi kötü, ama Hüsnü Mübarek çok iyiydi onlar için! O yüzden bugünkü Tunus yönetimine şüpheyle yaklaşıyor, Habib Burgiba ve haleflerinin yaptıklarını takdirle seyrediyorlar. İran, Pakistan, Ürdün, Suriye... Listeyi uzatmak mümkün.

“Avrupa dinsizleri” ve “Asya münafıkları” Bediüzzaman’ın ‘Avrupa dinsizleri’ ve ‘Asya münafıkları’ tabirine baktığımızda bu ilişkiyi görürüz. Avrupa’nın 1648 Vestfalya Barışı’ndan beri küresel anlamda dünyaya hâkim olan güç odağı olarak, kendi içinde çatışmaları vardı. Bir dönem Fransa Almanya ile kapışır, başka dönem İngiltere Almanya ile çatışır veya onlar zayıflar; Amerika aradan çıkar. Bu defa Rusya Amerika ile çatışır... Batı’nın kendi içerisindeki gerilimleri bir yana bırakırsak; son tahlilde Batı’nın, Batı(lı) güçler ittifakının ve onlar içerisinden öne çıkan birinin belirleyici olduğu bir dünya sistemi içinde yaşıyoruz üç yüz elli senedir. Bu dünya sistemi içerisinde Müslüman ülkeler; kontrol edilen, birbirine düşürülen, bir ittihad-ı İslam anlayışı içerisinde buluşması istenmeyen; böyle bir buluşmanın, Batı karşısında, Batı hegemonyasını kıracak bir ‘karşı ağırlık’ olacağı endişesi getiren

170 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bir tablo çiziyor Batı için İşte bunu istemiyorlar. Bunun meydana gelmemesi için ne lazım? Öncelikle Müslüman toplumların veya devletlerin birbiriyle entegre olmaması lazım. Bilakis, birbiri ile çatışma halinde olması lazım. İkincisi o ülkelerin yöneticilerinin halkın desteğine sahip olması değil, Batı(lı) yönetimlerin desteğine mahkûm olması lazım... Eğer ülke yönetimi, ezkaza halkın desteği ile gelmişse o zaman onların bir şekilde zayıflatılmaları, ülkelerinin istikrarının bozulması ve bu şekilde yine Batı(lı) güçlerin desteğine veya onlarla pazarlığa mecbur ve mahkûm olması lazım. Dahası Müslüman devletlerin birbiriyle sorunu olduğu gibi kendi içlerinde de çatışma unsurlarına sahip olması lazım, ta ki Batı(lı) güçler tarafından, yönetilebilsinler, yönlendirilebilsinler!

“Devâü’l-ye’s”imiz, çıkış yolumuz nedir? Bediüzzaman’ın 1912’de yazmış olduğu “Devâü’l-ye’s” i vardır. Çok kısa, ama muazzam bir risaleciktir. Orada şöyle bir soru vardır: “Batı’nın muvaffakiyetinin sebebi nedir?”. Osmanlı’nın o zamanki halini düşündüğümüzde şunu görürüz; Osmanlı o haliyle özgür ve bağımsız kalabilen az sayıda Müslüman toplumlarından biridir. Zaten İslam dünyasının dörtte üçü doğrudan Batı(lılar) tarafından sömürgeleştirilmiş haldedir. Bu durumda Batı’nın öne geçme sebebi sorulduğunda Bediüzzaman bunun bir maddi sebebi, bir de manevi sebebi var, diyor. Orada şunu söylüyor: Batı, -özelde de o günün süper gücü olarak İngiltere’yi kastederek söylüyor- dünyanın neresinde bir Hıristiyan görürse ‘bu benim din kardeşim’ diye sahip çıkar, onun üzerinden o bölgede bir ‘hükümranlık’ ilişkisi kurmaya çalışır. Buna karşılık, dünyanın neresinde iki Müslüman varsa onun arasını ayırmaya çalışır, ta ki onların beraberliklerinden kendisine karşı bir güç ortaya çıkmasın. Müslüman olsun olmasın bütünüyle sömürgeleştirdiği dünyada o sömürü düzenine karşı Müslüman dünya yekpare bir rakip, bu sömürüyü ortadan kaldıracak ve daha ‘adil bir dünya’ talebini dile getirecek bir rakip haline gelmesin. İşte Avrupa dinsizleri ve onların yerli uzantıları olarak Asya münafıkları diye bir şey söz konusu ise Bediüzzaman bunu, yukarıda açıkladığımız olguya binaen söylüyor. Avrupa dinsizleri ve Asya münafıkları ittifakı devam ediyor. Bugün ne gördük? Türkiye yirmi günde ne gördü? Son tahlilde Avrupa dinsizleriyle Asya münafıklarının nasıl bir ‘ittifak halinde’ olduğunu gördük. Şunu da gördük: Bu ülkede kendisini güya ‘vatansever’, veya vatanın ‘asıl sahibi’, güya ‘ulusalcı’ diye tanımlayan insanların aslında ne kadar da kendi halkından nefret eden, kendi halkından korkan, kendi hâkimiyeti için her türden dış unsurla işbirliğine ne kadar hazır olduğunu da gördük. Bana göre bu yeni bir hikâye değil; bunu, ta Osmanlının son dönemlerinde bazı devlet adamları ve ardından İttihat-Terakki’nin belli bir grubuyla Batı(lı) güçler arasındaki ilişkiler çerçevesinde yüz, yüz elli yıllık bir hikâyenin uzantısı olarak okumamız gerekiyor!


i r e l z i a V a y d e M Başbakan Erdoğan 3 Mart 2010 Diyanet İşleri Teşkilatı’nda kuruluş, yıldönümü münasebetiyle yapılan toplantıda güzel bir konuşma yapmış ve çok önemli bir hususa değinmiştir. Bunu yaparken çok nazik bir üslubu seçmiş ve değindiği bu hususu çok yerinde bir istek olarak ifade etmiştir. Başbakan’ın üzerinde durduğumuz sözleri şudur: Bu milleti ve bizi medya vaizlerinin elinden kurtarmanızı rica ediyorum, demiştir. Şimdi burada duralım Mehmet Akif’in Asım’daki şiirinden bir alıntı yapalım. Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü. Hadi göster bakayım şimdi de Ibnü’r-Rüşd’ü? İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim? Koca İlmiyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh: Zevk-ı fıkhîsi bütün, fikri açık, rûhu nezîh? Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek; Hani bir tane ‘usûl’ âlimi, yâhu, bir tek?. Şiirin bir bölümünü biraz da kısaltarak buraya aldık. Mehmet Akif’in bu gayet veciz mısraları bugüne ait bir gerçeği de bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. İslam’ın nice yüzyıllardır anlaşılmasında ve uygulanmasında meydana gelen boşluğu doldurabilecek bir tane bile alimimiz yoktur. Mehmet Akif’in sözlerinin özeti de işte budur. Halbuki Akif’e göre bunlara sahip olmak toplum için bir zaruret mesabesindedir. GÜNÜMÜZ Akif’in bu şiirini yazdığı vakit Medreseler açıktı. Ancak Akif bu şiirinde Medereselerin de içine düştüğü büyük yetersizliği bütün açıklığıyla dile getirmiştir. Daha sonra Cumhuriyet ilan edildi. Laikliğe geçtik. Din eğitimi durduruldu. Diyanet İşlerine önem verilmedi. Sonra 1950 geldi. Demokrat Parti Kuran kurslarının, İmam Hatip Okullarının, Yüksek İslam Enstitülerinin ve Ankara İlahiyat Fakültesi’nin açılmasını sağladı. DİT layık olduğu önemi kazandı. Hatta ibadetten mevlüde kadar; farzlarından nafilesine kadar İslam’ın bütün vecibelerini yerine ge-

tirmek için halkta büyük bir canlanma oldu. Her köye ve her mahalleye fakru zaruret içerisinde olan insanlar çok kıt kaynaklarına rağmen kendi aralarında para toplayarak camiler yaptırmaya başladılar. İmam Hatip okulları ve Kuran kursları da hızla gelişti ve büyüdü. *** İlahiyat Fakültesi ve Yüksek İslam Enstitülerinde okuyanlar hem Batı’nın ilmini, düşüncesini ve felsefesini hem de İslamiyet’i ana kaynaklarından öğrenebilecekleri imkanlara kavuşmuşlardı. Bu süreç 60 yıldır arada bir tökezletilmek istense de başladığı gibi devam etme fırsatını bulmuştur. Bu gelişmelerden DİT’ te kendi payına düşeni almış ve bunun üzerine büyük bir gelir kaynağına sahip Diyanet İşleri Vakfı’da kurulmuştur. Bütün bu gelişmelere rağmen Mehmet Akif’in yukarıdaki şiirini okuduğumuz vakit acaba hangi duygulara kapılıyoruz? Çok şükür Mehmet Akif’in şikayetçi olduğu kısırlığı aştık diye sevinebiliyor muyuz? Yoksa bütün bu gelişmelere rağmen Mehmet Akif’in şikayetçi olduğu eksikliklerin aynen devam ettiği kanaatine mi varıyoruz? Mehmet Akif’in şikayetlerinin giderilmesi açısından bütün bu gelişmelerin meydana getirdiği durum maalesef tam bir hayal kırıklığıdır. Halbuki günümüzde başta Türkiye olmak üzere bütün İslam dünyasının önünde İslam medeniyetini yeniden ihya ve inşa etmek görevi durmaktadır. MEDYA VAİZLERİ

Müslümanlık televizyonlarda Başbakan Erdoğan’ın pek yerinde tabiriyle medya vaizlerine kalmıştır. Bu durum bile söz konusu büyük boşluğu tek başına ortaya çıkartmaktadır. Gerçi Diyanet’te, dini eğitim veren akademik çevrelerde özel televizyonlar bunları çıkarıyorlarsa biz ne yapalım diyebilirler. İlk bakışta haklı da gözükebilirler. Gerçi bazı başka televizyonlarda din adamlarımızın yaptığı programlar faydalı ama yeterli değildir. Diyanet ve din eğitimi veren kurumlar bu medya vaizlerinin ve bunları çıkartan televizyonların üzerine gitmelidirler. Böyle yaptıkları zaman o televizyonlar böyle bir çıkışa karşı koyamazlar. Bu kesimden de pek çok insanı konuşmacı olarak ekranlarına çıkartırlar. Bu bir reyting meselesidir. Türkiye’de bu medyacı vaizlerden kurtulmuş olur. Din adamlarımız elbette bizden çok iyisini bilirler. Nehiy anil münker ve emr-i bil maruf, bütün Müslümanların üzerine farzdır. Müslümanlıkla ilgili yanlış bir şey söylenince din adamlarımız anında çıkıp bunun doğrusunu söylemelidirler.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 171


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes Neden İslam Kahramanı? Mehmet Abidin KARTAL Menderes neden İslam kahramanı? Bu sorunun cevabını iyi anlamak için Menderes dönemi öncesi alınan kararlar ve uygulamalar ile Menderes döneminde alınan kararlar ve uygulamalara bakmak gerekir. Bu karşılaştırmada her iki dönem arasındaki dine yaklaşım ve laikliğin uygulanması farklılıkları konuya açıklık kazandıracaktır. Türkiye’de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışılan bir konudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin “din ve devlet işlerinin ayırımı” olduğu belirtiliyor ve Türkiye’de de böyle olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesçe malumdur. Türkiye’de laiklik, dinin devletten ayrılması değil, devletin dini belli bir forma sokması olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu tavır ve tutum, esasında İslam’ın reforma tabi tutulması ve milli ilke ve amaçlarla uyumlu bir “milli İslam”ın meydana getirilmesi çabasından başka bir şey değildir. Türkiye’deki laiklik uygulamasının en can alıcı noktası ve bariz vasfı özellikle 1950’ye kadar budur; yani Türk laikliği İslam’ı reforme eden ve milli bir İslam oluşturmaya yönelen çabaların bir ürünüdür. Cumhuriyet yönetiminin ilanının hemen arkasından başlatılan radikal düzenlemeler ve yenilikler çerçevesinde yapılanların çoğu doğrudan veya dolaylı olarak dine müdahale şeklinde tecelli etmiştir. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Riyaseti’nin kurulmasını sağlayan 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanun, Cumhuriyet yönetiminin dine ilk müdahalesidir. Bu kanun dini “itikadat ve ibadat”tan ibaret hale getirmiş, geriye kalan alanları ise dinden çıkararak siyasal kurumların tekeline aktarmıştır. Cumhuriyet laikliğinin dine müdahale olduğu zaten ilgililerce de ifade edilen bir durumdur. M. Kemal’in hatıratını yazan Falih Rıfkı Atay “Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur... Kemalizm ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır.”1 diye yazmıştır. Bize göre bu tespit doğrudur ve yaşanan pratiği açıklamaktadır; zira yapılanlar bundan başka bir şey değildir. Bu amaca yönelik uygulamalar laisizmin “Sünni İslam” karşısında “sapkın” bir ideoloji ve rakip olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.”2 Hatta her gün karşılaştığınız, “Ben Müslüman’ım. Allah’a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlük davranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim.”şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin, daha doğrusu deforme edilmiş resmi İslam’ın payının büyük olduğunu sanıyorum. İslam’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay’ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir. “İslam dini Peygamberimizin Mekke’de bulunduğu sırada yaptığı ahlaki telkinlerden ve bu olgunluğa varmanın bir vasıtası diye tavsiye edilen vazifelerden ve ibadetlerden mürekkeptir. Medine’de bir devlet kurulduktan sonra başvurulan Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahalli şartların icabının yerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaidelerin bin küsur yıl sonra başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esas olamaz.”3 Türkiye’de imparatorluk çökünce evrensel mantalite ve değerler de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal ve yerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamda İslam’ın evrensel ve uluslar 172 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmaz. Kaldı ki, Osmanlı Devleti’nin sonlarına doğru dinin millileştirilmesi konusunda da ciddi görüşler ileri sürülmüş ve toplum buna hazırlanmıştı. Ziya Gökalp, 1915 yılında yazdığı “Vatan” şiirinde dindeki Türkçülükle ilgili ipuçlarını veriyordu. O şöyle diyordu: “Bir ülke ki camiinde Türkçe Ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın... Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!” Z. Gökalp’ın bu özlemeleri 1930’lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, Ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur’an’ın ve diğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. Esas itibariyle dine bir müdahale şeklinde uygulanan laiklik, dinin dünyaya, dünyevi alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir. Bu durumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerek kişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye’deki laikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır.4 Türkiye’de laikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması ve kişisel bir yapı haline getirmek istenmesi, dindarlara baskı uygulanması, dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısında cumhuriyet ideolojisinin ve kadrolarının düşünce ve idealleri yatmaktadır. Bununla ilgili olarak küçük bir belge sunmak istiyorum. Birinci baskısı 1930 ikinci baskısı da 1988 yılında yapılmış olan Prof. Dr. A. Afet İnan’ın Medeni Bilgiler kitabında M. Kemal’in el yazılarıyla verilmiş olan metinde dinle ilgili son derece ilgi çekici bir bölüm mevcuttur. M. Kemal ve arkadaşlarının din hakkındaki görüşünü yansıtan bu bölüm, laiklik anlayışına temel oluşturmuştur. “...Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiç bir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükselmesine hasr etmeğe mecburdurlar. Bununla beraber Allah’a kendi milli lisanıyla değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan din, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler...”5 Afet İnan’ın kaleme alıp M. Kemal’e takdim ettiği ve onun kontrolünden geçen bu satırlarda ifade edilen kana-

atleri yargılamak, birilerini suçlamak, küçük düşürmek gibi bir amacımız yok; yapmak istediğimiz Türkiye’de uygulanan laikliğin temellerini anlamak ve açıklamaktır. Bu satırlarda ifadesini bulan din konusundaki kanaatlerin, laikliğin bir “ulusal İslam” oluşturma hedefine yönelik olmasını nispeten açıklamaktadır. Dini Araplara mahsus bir yapı olarak kabul etmemiz durumunda onun millileştirilmesi ve Türkleştirilmesi anlam kazanmaktadır. Cumhuriyet ideolojisi yabancı yapılara karşı savaş açmamış mıydı? Türkiye’deki laikliğin, 1950 öncesinde, dine açıkça bir müdahale, dini siyasal ve toplumsal hayattan uzaklaştırma, nihayet “ulusal İslam”, “milli din” oluşturma amacına yönelik bir kamu politikası olarak ifade edilmesi mümkündür. 1923-1950 döneminde Türkiye’yi Cumhuriyet Halk Partisi yönetmiştir. Bırakınız üretim yapmayı, hele ihracat yapmayı, bir şehirden diğerine mal götürmek bile zordu. Jandarma her şeydi. Geliri olmayandan vergi toplanır, vermeyenlere ceza yağardı. İslâmiyet zümrüdü anka kuşuna dönmüştü, adı var kendisi yoktu. Kur’an bile toplatılan kitaplar arasındaydı. Avrupa’da fabrikalar, atölyeler, laboratuarlar açılırken, bizde kahveler, meyhaneler ve barlar açılırdı. Bizde çağdaşlık, köy enstitülerinde kızlarla erkeklerin beraber okutulmasında ve bu okullara dinle ilgili herhangi bir şeyin girmemesinde aranmıştı. Müslüman’ın dinini öğrenmesi, anlaması, yaşaması yasaktı. 14 Mayıs 1950 bu yasaklara, bu yasakları yapanlara “hayır” demekti. Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihî bir ders verdi. Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu. Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıl boyunca aslına uygun olarak okutulması yasaklanan Ezana hürriyetini veriyor, Ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’an okunmasına başlanmıştı. Vatandaşların, dinlerini gereği gibi yaşamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’an derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlanmıştı. Halk Partisi’nin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camilere tamir yardımı yapılmıştır. İmam Hatip Okulu sayısı 19’a çıkarılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştı. Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslüman’dır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Bundan dolayı, Ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, “İslâm kahramanı” olarak adlandırılmıştır. Çünkü, Ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 173


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de Ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz. Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş, bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkan dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır. Menderes, 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz.” idi. Böylece CHP iktidarında temel hak ve hürriyetlere getirilen kısıtlamalara karşı çıkılmıştır. Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı… Bu kurtuluşun, bu kalkınmanın toplum tabanındaki ifadesi, mahsulün yahut işlenenin para etmeye başlamasıydı. Fakir halk kitlelerinin de üstüne giyecek, çocuğuna giydirecek bir şeyler bulmaya başlamasıydı. Ormancı korkusunun, hacizli, kırbaçlı, jandarmalı vergi tahsilatının sona ermesiydi. Senelerce aç kalan, devlete vergi yetiştirmekten kendisine parası kalmayan milyonların cebinin para görmesiydi. Elektrikti, suydu, yoldu, fabrikaydı… Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözleri kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilali yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. Artık milletin ürettiği para etmeye, millet kazancının hayrını görmeye başlamıştı. Eskiden, devletin istediği miktardan arta kalırsa kilosu 20 kuruşa satılan buğday, kısa zamanda 45 kuruşa çıkarılmıştı. Pancar üretimi % 190, buğday üretimi % 230 artmış, pamuk, tütün, çay gibi ürünleri de % 100’lük üretim artışları sağlanmıştır. 1948’de 1.750 traktörü olan Türkiye’nin 10 yıl sonra eriştiği rakam, bunun 25 katıydı. 10 sene zarfında 21.500 köy içme suyuna kavuşmuş, köy okullarının sayısı 20.000’i bulmuş, köylerde elektrik yüzü görür olmuştu. Bütün bunlar, keyfi idari harcamaları kısan, yatırımlara ayrılan bütçe payını % 25’lere, % 30’lara çıkaran Menderes hükümetinin eseriydi. Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir.6 Menderes ve Ezan-ı Muhammedî Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden Ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur. 174 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Seçimden 20 gün sonra yayınlanan demecinde Menderes; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden Ezanın asliyetiyle okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, bu yasak devam ederken cami içinde bütün ibadet ve duaların Arapça olarak yapıldığını ifade ederek, bir bakıma yasağın mantıksızlığına dikkat çekmiştir. Menderes Hükümetinin bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlaması ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri, Ezan-ı Muhammedi’nin (a.s.m.) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir.7 Adnan Menderes ve Bediüzzaman Said Nursî Bediüzzaman Said Nursî, çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle fikren alâkadar olup Demokratları destekledi. Menderes’i açık bir şekilde destekleyerek talebelerini de bu doğrultuda yönlendirdi. Bu desteğinin sebeplerini muhtelif vesilelerle izah etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’an hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak, İslâm’ın çok önemli olan ancak günümüz siyasî cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir.8 1- “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz” (En’am Sûresi, 164. ayet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlâl edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslâm kardeşliği esas alınıp Kur’an’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı. 2- “Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (asm) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkârlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hâkimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer. 3- “Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır. Bediüzzaman’ın Menderes’e desteğinden en çok rahatsız olanların başında CHP lideri İnönü gelir. Bu konuda gerek kendisi, gerekse partisinin yayın organı gibi hizmet gören bazı gazeteler çok sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Üstad’ın Ankara ziyareti mecliste çok sert tartışmalara sebep olmuştur. İnönü’nün meclis kürsüsünde Menderes’e hitaben: “Siz şeriatı hortlatıyorsunuz, irticayı hortlatıyorsunuz. Bediüzzaman’ı gezdiriyorsunuz...” sözlerine karşılık Menderes’in: “Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakkat çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?” cevabı üzerine İnönü: “Efendim siz, Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz. Öyle zaman gelecek ki, sizi ben dahi kurtaramayacağım” şeklin-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU deki meşhur tehdidini savurmuştur. Bediüzzaman 1950’de demokrat hükümetin önüne bazı hedefler koyar.9 Birincisi Ezanı aslına çevirmek, ikincisi Kur’an’ı radyolardan okutmak ve Risale-i Nur’u serbestçe neşrettirmek, üçüncüsü ise Ayasofya’yı ibadete açtırmak. Bunlardan ilk ikisi gerçekleştirildi. Ayasofya’nın ibadete açılması ise gerçekleşmedi. Bediüzzaman’ın ifadesiyle Ayasofya İslam’ın fecr-i sadıkıdır. Bu konuda Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetnamesine sahip çıkılmasını istemiştir. O bu vasiyetnamenin ihlal edilmesine karşı çıkmış ve şu sert sözleriyle tepki göstermiştir: “Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz.”10 Yaşanan Olaylar 1933’lerden önce doğan Cumhuriyet nesli, Demokrat Parti iktidarı öncesinde camilerden ancak “Tanrı Uludur” seslerini duymuştu. O günleri yaşayanlardan, ilk “Allahüekber”i sekiz yaşında duyan Nafiye Karabaşoğlu, 1950’nin o unutamadığı Haziran gününü şöyle anlatıyor, “Bir akşam vakti, çoluk çocuk toplanmış, dışarıda, meydanlıkta oyun oynuyorduk. Mahallenin meydanlığında, o sıra kulağımıza ‘Allahüekber’ sadası geldi. Nereden geldiğini ilk anda fark edemedik. Caminin minaresinden okunduğunu biraz sonra anladık. Daha önce ‘Allahüekber’ ile Ezana başlandığı vaki değildi. Şaşırdık. Çocuk halimizle oyun oynamayı bırakıp yere çömeldik. Dinlemeye koyulduk. Analarımız, babalarımızda meydanlığa fırladılar. Herkes orada toplanmıştı. Büyüklerimiz ne günlere kaldıydık, Allah’ım çok şükür diye ağlaşıyorlardı. Sanki zindandan kurtulmuş gibiydiler. Adamlar camiye koştu, kadınlar kapı önlerine toplanıp Kur’an okudular, dualar ettiler. Bize de, çocuklar bugün en büyük bayramımız, bayram edin dediler. Herkes evinde ne kadar artık gazyağı varsa getirdi, külle karıştırıp fincanlara koydu. Biz çoluk çocuk fincanları sokak sokak dolaştırdık, her tarafı ışıttık, ortalığı bayram yerine döndürdük. O gece hepimizin bayramıydı.”11 Menderes Dönemi millet iradesinin şahlanışıdır. Menderes döneminde son derece de büyük değişiklikler yaşanmıştır. Maddî hayatta yaşanmıştır, manevî hayatta yaşanmıştır. 1950 öncesi keyfî idare, zulüm, baskı var, hürriyetler yok. En önemlisi de din ve vicdan hürriyeti yoktur. Sadece camiye gitmek isteyen dindar vatandaşlar değil, bütün Türk milleti din ve vicdan hürriyetinde büyük bir açılım istemekteydi. Demokrat Parti’nin ve Menderes’in hizmetleri içerisinde sayılabilecek Kur’an kurslarının ve imam hatiplerin açılması, Ezanın istenildiği dilde okunmasına izin verecek şekilde kanunun değiştirilmesi gibi hizmetler milletimiz için çok makbule geçmiştir. Demokrat Parti dönemi din eğitimi ve öğretimi için yeni bir uyanış dönemidir. Menderes’in İdamının Gizli Sebepleri 27 Mayıs darbesine ve merhum Menderes’in idamına asıl sebep nedir? Burada Menderes’le ilgili onun sözlerinden kaynaklanan üç ayrı iktibas yapıp okuyucularımızın da dikkatlerine sunmak istiyorum. Bunlar din ve vicdan hürriyeti bağlamındadır. Birinci Menderes hükümeti programında Başvekil Adnan Menderes “İnkılâpların tutanları vardır, tutmayanları vardır. Tutanları millet kabul etmiştir. Dolayısıyla bunlar devam edecektir. Ve bu yolda bu hükümet de üzerine düşen bütün görevleri yerine getirecektir. Ancak tutmayanlara ge-

lince, onları tutturmak selefimiz olan iktidara düşerdi. Onların bunca yıl yapmadıklarını, yapamadıklarını bu hükümet kendisi için bir görev saymayacaktır” demiştir. İkinci iktibas, 1950’den sonra bir çok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılâp, en büyük devrim demokrasi devrimidir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu” sözlerini sarf etmiştir. Üçüncüsü ise 1952’de İzmir’de Merhum Menderes, “Türk milleti Müslüman’dır, Müslüman kalacaktır ve Müslümanlığın icaplarını da yerine getirecektir” diye konuşmuştur. Menderes’in din ve vicdan hürriyeti yolunda attığı bu adımlar sadece bir liberalleşme, sadece hürriyetlerin genişlemesinden ibaret değildir. Bu sözler merhum Menderes’in iç dünyasını da bize yansıtan, onun mü’mince hisleriyle dolu olduğunun ispatıdır. Bunlar idam kararında yazılmamış, ama Menderes’in kaderi üzerinde de çok etkili olmuştur. Darbeye ve Menderes’in idamına bu sözleri, bu bakışı sebep olmuştur denilebilir. Menderes’in maddî imar ve hizmetlerin yanı sıra özellikle mânevî hizmetlerde büyük rolü vardır. Dine ve vicdan hürriyetine, din eğitimi ve öğretimine dair hizmetlerin gerçekleşmiş olmasında merhum Menderes’in çok büyük ağırlığı vardır. Bu hususta şahsî ısrarı, gayreti, tâkibi ve inancı vardır. Bediüzzaman’ın kendisini “İslâm kahramanı” diye takdir etmesinin hakikati budur. Menderes, İmam-ı Azam’ın Türbesinde Neler Düşündü? Menderes, Türkiye’nin mutlaka bir Ortadoğu politikası olması gerektiğine inanıyordu. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’den bu politikanın belirlenmesini isterse de sonuç alamaz. Bu arada Mısır büyükelçimizle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Dulles’ın “Mısır siyasetiniz nedir?” sorusuna elçinin “Bilmiyorum” diye cevap vermesi bardağı taşıran damla olur. Menderes tam anlamıyla yalnızdır. Dışişleri Bakanlığı’nı kendisi sürüklemek zorundadır. İpleri eline alır ve harekete geçer. Şu sözler kendisine ait: “Biz Arap komşularımızla dostuz. Eğer bazen bu hisler bir sis perdesi altında gizlenmiş gibi görünmüş ise de bunun geçici sebeplerden ileri geldiğine ve bundan böyle bütün bütün yok olmasının da mukadder bulunduğuna hiç şüphe etmiyoruz.” Araplarla dostluğumuzun arasındaki engellerin kaldırılması kaçınılmazdır ona göre. Öyleyse ne yapılmalıdır? Önce İngiltere’nin, ardından da ABD’nin tutumunu yoklayan Başbakan, Ortadoğu gezisine çıkan Dulles’ı, programda yokken Ankara’ya davet eder ve uzun bir görüşme sonunda onu da ikna eder. Menderes, Nasır’a karşı harekete geçmiş ve İngiltere ile ABD’yi de ikna etmiştir. İlk hedef, Irak’la işbirliğidir. 6 Ocak 1955’te Bağdat’a giden Menderes, bir fırsatını bulup Nuri Said Paşa’yla baş başa görüşür. 13 Ocak’ta Türkiye-Irak ortak bildirisi yayınlanır. Uzun zamandır uyuşuk bir dış politika güden Türkiye’nin gösterdiği bu inanılmaz ataklık, İngiltere ve ABD’yi bile şaşırtmıştır. Daha çok şaşıran ise Mısır ve İsrail’dir. İkisi de Türkiye’nin aleyhine döner. Anlaşmayı bozmak için uğraşırlar. İsrail Devlet Başkanı Ben Gurion, şoka girmiştir. Menderes 23 Şubat’ta tekrar gider Bağdat’a ve ertesi gün, Bağdat Paktı haberi, ajanslardan dünyaya yayılmaktadır. İngiltere davet edilir pakta, sonra da ABD. Birincisi girerken, ikincisi dışarıda kalmayı tercih edecektir. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 175


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Anlattıklarımızdan çıkarılması gereken sonuç şudur: Türkiye, Atatürk döneminden sonra ilk defa Ortadoğu’da “bir şey” yapmaya çalışmakta, öncülüğü ele almaktadır. İşte Sebati Ataman’ın aşağıdaki hatırasını bugünlerin gazete sayfalarının arasına koyarak okuyun. Adnan Menderes, Bağdat’ta İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini ziyarete gitmiştir. Sonrasını beraber okuyalım: “Dualarımızı okuduk, ayrılacağız. Adnan Bey kımıldamıyor. Öylece kaldı, âdeta murakabeye daldı. Nihayet silkinip kendine geldi. Dışarı çıkarken yanına yaklaştım ve sordum: “Beyefendi, bir murakabeye daldınız, merak ettim, o esnada ne düşündünüz?” Kolumdan tutup bir kenara çekti ve şu cevabı verdi: “Sebati, bu mezarını ziyaret ettiğimiz şahsiyet, burada ve yakın şarkta, bizim memleketimiz de dahil bütün İslam ülkelerinde ebedî olabilecek bir nizam kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu nizam da yıkılmış, darmadağın olmuştur. Şimdiki İslam ülkelerinin vaziyetini görüyorsun. Bu nizamın başka esaslar dahilinde yeniden kurulması, sulh ve sükûnun avdet etmesi lâzımdır. Biz de buraya bunun için geldik.” Menderes’in sözlerini dinlerken, gözüm yaşlar içinde kalmıştı. Bana “Ağlıyor musun?” diye sordu ve sözlerini sürdürdü: “Ağlama, bu olacak, muhakkak olacak, biz görmeyeceğiz ama torunlarımız muhakkak görecek.” Sebati Ataman ekliyor: “Menderes çok büyük adamdı.”12 Menderes’e mektuplar yazan, onu ikaz eden Said Nursi’nin Menderes’le mürşit diyalogunu görmekteyiz Said Nursi’nin Menderes’e ve demokratlara mektuplar göndermesinin esas sebebi, onlara Kur’an’ın bazı “kanun-u esasilerini” hatırlatmaktı. Bu mektuplarında onları doğrudan şeriatı yürürlüğe koymaya çağırmıyordu. Fakat yeni kanunların bu temel prensipler doğrultusunda yapılmasını, yeni politikaların bu yolla belirlenmesini ve mevcut kanunların yine bu yolla uygulanmasını teklif ediyordu.13 Adnan Menderes, dini bütün halkına, özellikle Bediüzzaman ve talebelerine karşı her zaman sıcak hisler beslemiş bir kişi olarak, demokrasinin ülkede yerleşmesini istiyordu. Bu itibarla, dini hizmetlere öncülük edenlere husumet besleyen odaklara pirim vermiyordu. Bir keresinde, Said Nursi’nin Ankara’ ya yaptığı bir ziyareti bahane eden ve bundan dolayı Menderes’e hücum eden İsmet Paşa ile polemiğe girmişti. İnönü ise, “Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz, öyle zaman gelecek ki sizi ben bile kurtaramayacağım” sözlerini bu esnasında sarf edip tarihe geçirmişti. Bediüzzaman’ın ve diğer dindar halk tabakalarının DP’ye destek vermesinden rahatsız olan, Halk Partisi’ne yakın, devlette yuvalanmış bürokrat ve küçük memurlar, DP anlayışının hilafına, din hizmeti yapanlara ve özellikle Nur Talebelerine karşı eski alışkanlıklarını devam ettirebilmekte idiler. Ancak Bediüzzaman ve yakınında bulunan talebelerinin, kendi zaviyelerinden iktidara bir takım tavsiyelerde bulundukları bilinmektedir. Bu tavsiyeler şöyle özetlenebilir: Şeâir-i İslamiyenin önünü açan Demokratların hem mevkilerini korumanın, hem de vatan ve milletini memnun etmenin yegâne çaresi olarak “ittihad-ı İslam” anlayışını kendilerine dayanak yapmalıdırlar. Ayrıca uluslararası konjonktürün de bunu gerektirdiği, bunun batılı büyük devletlerin de işine gelebileceği, zira ateizm ve materyalizmden herkesin zarar görebileceğinden dolayı İslam birliği anlayışına eskisi gibi husumetin olamayacağı görülmektedir. Bu vatanı yabancı istilasına karşı koruyabilecek yegane dayanak 176 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU da İslam anlayışıdır. Demokratlar, ülkeyi komünistlik ve masonluğun etkisinden bu sayede çıkarabilirler. Ezanı aslî şekliyle okumanın serbest bırakılmasından dolayı milletin gerçek anlamda desteğini kazanan Demokratların, dindarların zararına olabilecek bazı icraatlarda bulunarak bu kuvvetlerini kaybetmemeleri gerekmektedir. İçlerine sızan istibdat yanlısı bazı şahıslara dikkat edip bunların demokrat camiaya zarar vermesi önlenmelidir. Bediüzzaman, vatana ve millete en ziyade hizmeti yapabileceklerinden dolayı Demokratların desteklenmesi gerektiğinin altını sürekli çizmiştir. Cazibeli olan milliyetçi ve modernist partilere karşı bu partinin, nokta-i istinat olarak İslamî değerlere sahip çıkmasının bir mecburiyet olduğunu, aksi halde birçok yanlışın faturasının, birçok yalanlarla Demokratlara yükleneceğini haber vererek, adeta 27 Mayıs darbesinin fotokopisini şu ifadelerle nazara vermektedir: “Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlup etmeye bir ihtimal-i kavi hissettim. Ve İslamiyet namına telaş ediyorum.”14 Bu ikazların yapılmasından sonra, fazla bir zaman geçmeden halkın destek verdiği bir meclis ve iktidar süngüyle ezdirildi. Böylece milletin iradesi, millet nam ve hesabına ortadan kaldırılmış oldu. Ülke ikiye bölünmüş ve bir taraf acılara gark olurken bir taraf eğleniyordu. Yani, Türkiye’nin ve Türk milletinin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri gerçekleşmiş oldu. Birileri ideolojik kinlerini tatmin edip iktidarlarını pekiştirdiler, şüphesiz; ancak, DP’nin artı ve eksileriyle yaptığı hamlelerin önü kesilerek bütün bir milletin geleceğine müdahale edilmiş oldu. 1960 ihtilalinin Bediüzzaman’ın tabiri ile “Halkçıların ırkçıları elde ederek, memleketi felakete sürüklediği” bir gerçektir. Bu tahripçiler 80 yıldır devam ettirdiklerini muhafaza etmeye çalışıyorlar. Dünyadaki, Türkiye’deki gelişmeler ve manevi müjdeler bize gösteriyor ki, bu tür hareketler başarılı olamayacaklardır. Bu tür hareketlerin içinde olanlar milletin iradesine saygı göstermeyi öğreneceklerdir. Bediüzzaman gelecekle ilgili bunun müjdesini vermiştir. “Ey benden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş sessizce nurun sözünü dinleyen ve gaybi bir nazarla bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Tahirler, Yusuflar, Ahmetler... sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız. ‘sadakte-doğru söylediniz’ deyiniz, böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım varsın beni dinlemesinler, tarih denen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin için konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz, şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz; mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız, o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız, kapıcıya tembih edeceğiz, bizi çağırınız, mezarımızdan ‘henien leküm-helal olsun’ sesini işiteceksiniz…15 Bediüzzaman’ın, güncelliği, geleceği kuşatma kapasitesi ve uygulanabilirliği açısından yaptığı uyarılara bakıldığında bugün hâlâ iktidarlarımızın muktedir olamadığı, siyasi iradenin, kamu erkinin statükosu karşısında toplumun değer sistemini inşa etmede zayıf kaldığı bir gerçektir. Aşağıdaki tespitleri buna işaret etmektedir: “Özünde jakoben siyasi dönemin çerçevelerine dokunulamaması, çerçeve içine yerleştirilmiş devlet aygıtlarının toplumu kıskaca alması olduğu bilinmesine rağmen, darbelerin

hızarından geçmiş siyasetçiler, yasama gücünü kullanarak yapısal çözümleri gerçekleştirme heyecanını ve kararlılığını gösteremedikleri gibi, ürkek bir psikolojinin gölgesi altında, reel politik bir sürecin algı fukaralığı içerisinde kalmışlardır. Bunun birinci derecede sorumlusu darbeler olsa da, siyasetin dirayetli olamaması da not düşülecek bir husustur. “Bugün de hâlâ geçerliliğini koruyan sivil, demokratik, toplumsal refleksleri güçlü, hesap verebilen, şeffaf, katılımcı, toplumun üretim ve girişim potansiyelini harekete geçirebilecek sivil bir duruş ve yapısal çözümlerin bir zaruret haline gelmiş olmasıdır. Bu özellikleri taşımayan bir cumhuriyet etrafında şekillenen bir diktatörlük öbeğinin darbe yasalarıyla toplumu dizayn etme çabaları, çatışma üretmektedir. Yaşanan çatışmaların ve enerji kayıplarının özüne inildiğinde; Bediüzzaman’ın Menderes’in şahsında, millet ve İslamiyet adına endişe ettiği konular ile yol gösterici ikazları, geçerliliğini korumaktadır.”16 Sonuç olarak şunları ifade etmek mümkündür: Bediüzzaman, her şeyden önce eşya ve hadisenin açıklamasını iman mefhumunda aramış ve bunu yaşadığı asrın idrakine büyük bir başarı ile kazandırmıştır. İman ile aklın telif ve terkibini yapmak Bediüzzaman’ın çağımıza yönelik en belirgin misyonudur. Bediüzzaman, İslam’ın bütün şeairlerine hassasiyetle sahip çıkmıştır. Ülkeyi idare edenlerden de aynı hassasiyeti göstermelerini istemiştir. Adnan Menderes, İslamiyet’in en önemli şeairinden Ezanı aslına çevirdiği ve dini hassasiyetlere sahip çıktığı için, Bediüzzaman’ın “İslâm kahramanı” teveccühüne mazhar olmuştur. Öz Bediüzzaman’ın Menderes’e neden İslam kahramanı dediği merak edilen bir husustur. Bu sorunun cevabını iyi anlamak için Menderes dönemi öncesi alınan kararlar ve uygulamalar ile Menderes döneminde alınan kararlar ve uygulamalara bakmak gerekir. Bu karşılaştırmada her iki dönem arasındaki dine yaklaşım ve laikliğin uygulanması farklılıkları konuya açıklık kazandıracaktır. Bu yazıda bu karşılaştırmalar yapılarak Menderes’e İslam kahramanı denilme nedenleri araştırılmaktadır. Dipnotlar 1. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İst., 1969, s. 393. 2. Mümtaz’er Türköne, “Türk Siyasetinin Eskimeyen Kilidi” Türkiye Günlüğü, Sayı: 21, Kış 1992. 3. Sebilürreşad, III-65, Kasım 1949. 4. Davut Dursun, Dine Müdahale Aracı Olarak Laiklik , KÖPRÜ, 1995 Yaz, Sayı. 51. 5. A. Afet İnan, Medeni Bilgiler, TTK, Ankara 1988, s. 364-368. 6. Geniş bilgi için bkz.; Demokrat Parti’nin İktisat Politikası (1950-1954) Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000 7. Said Nursi, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İst., 2008, s. 765. 8. A.g.e., s. 759. 9. A.g.e., s. 860. 10. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İst., 2007, s. 869. 11. Köprü, Eylül 1986, Sayı: 102. 12. Mustafa Armağan, 14 Haziran 2009, Pazar, Zaman. 13. Weld Mary F., Bediüzzaman Said Nursi Entelektüel Biyografisi, Etkileşim Yayınları, 2006, İstanbul. 14. Said Nursi, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2008, s, 746-748. 15. Said Nursi, Münazarat, İst. 1994, s. 55. 16. İsmail Benek, “Said Nursi’den Menderes’e Mesajlar” Demokrasi Platformu Dergisi, Bahar 2010. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 177


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

27 Mayıs Tahribatı Naci TEPİR

Cumhuriyetin ilânından (1923), çok partili devrin başlangıcı olan 1950’ye kadar Ülkemiz tek parti diktatöryesi ile idare edilmiştir. Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla (14 Mayıs 1950) birlikte Ülkemizde yepyeni bir devir başladı. İnsanımız köle durumundan, onurlu vatandaş statüsüne kavuşturuldu. Fakirlikten ve ağır vergilerden kurtarıldı. Ülkede ziraat, ticaret, sanayi ve diğer her alanda hızlı bir şekilde kalkınma ve ilerleme görüldü. Demokrat Parti iktidarının on yıl gibi kısa bir zamanda, her alanda yaptığı büyük hizmetler, ancak birkaç cilt kitaba sığar! Bu hizmetlerin en önemlisi de halkımıza “Din Hürriyetinin sağlanmasıydı! Şöyle ki; Halk Partisi Devrinde, bin seneden beri İman ve Kur’ân bayraktarlığını yapan şerefli bir ecdadın torunlarına kendi mukaddes kitabı olan “Kur’ân-ı Kerîmin” öğrenme ve öğretilmesi ile “Ezan-ı Muhammedi’nin aslı yasak edilmişti. Mübarek ecdadımızın özene bezene büyük bir titizlikle yaptığı camiler, medreseler, tekkeler ve sair yerler birer depo, ahır ve harabeye döndürülmüştü! Daha bunun gibi, halkımızı rencide eden inanç, örf ve fikir sahasında bir çok tahribatlar yapılmıştır! Bilhassa, gerici damgasıyla dindarlar üzerinde uzun yıllar devlet terörü estirilmiştir! Bunun en çarpıcı misali, zamanımızın en büyük âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin (ra), bütün dünyada büyük taktir kazanmış, milyonlarca insanın eğitim aldığı ve bu güne kadar 60 dolayında dünya dillerine çevrilen altı bin sayfalık “Risale-i Nur” tefsirinin uzun yıllar yasaklanması ve okuyucularının büyük bir takibat altına alınarak cezalandırılmasıdır! İşte Demokrat Parti iktidarı bu çarpıklıkları ortadan kaldırarak, halkımıza nefes aldırmıştır! Ayrıca, komşu İslâm Devletleriyle kısa adı “CENTO” ve “SEATO” olan kuvvetli ittifaklar kurarak da Devletimizi dünyada saygın hale getirmiştir. Tabi ki, Ülkemizin içte ve dıştaki bu büyük kalkınma ve ilerlemeleri, bilhassa Batılı ezelî düşmanlarımızın ve onların yerli işbirlikçisi hainlerin işine

gelmiyordu! Onun için gizli çalışmalar yapıp, fırsat kollamaya başladılar. İşte, Cumhuriyet Tarihimizde ilk defa görülen ve büyük tahribatlara sebep olan 27 Mayıs 1960 darbesi, dış düşmanların desteklediği ve yerli hainlerin maşalık yaptığı bir tahribattır! Onu takip eden diğer darbeler de hep aynı gayeyle yapılmıştır. Şahsî menfaatleri için, kendi ülkesine ve halkına ihanet eden, vicdanı tefessüh etmiş bu hainleri, Vatan Şairimiz Rahmetli Namık Kemal şu manzumesiyle ne güzel tarif etmiştir: “Muini zalimin dünyada erbabı deanettir. (zalimlere yardım eden kimselerin dünyada işleri alçaklıktır); “ Köpektir zevk alan, seyyad - ı bîinsafa hizmetten (insafsız avcıya hizmet etmekten ancak köpekler zevk alır)!” Nasıl kî, Demokrat Parti İktidarının yaptığı büyük hizmetleri anlatmak için ciltlerle kitap yazmak lâzım. Öyle de, darbeci eşkıyaların yaptıkları tahribatı vesikalarla anlatmak için yine ciltlerle kitap yazmak lâzım! EĞİTİMDE TAHRİBAT Yakın zamanlara kadar darbe krizine yakalanan Ülkemizde yapılan her darbe, Ülkeyi en az elli yıl geriye götürmüştür. Öyle ki, darbecilerin birçok sahada yaptıkları tahribatlar, tamiri mümkün olmayan veya tamiri uzun yılları gerektirecek ağırlıkta olmuştur. Bu tahribatlarının en başında da Meclisi kapatıp, Devlet idaresindeki bütün dengelen altüst edip, Adaleti, Hukuku katlettikten sonra, “Eğitim ve Öğretim”e el atmışlardır. Bunda da gayeleri, kendilerini vatan kurtaran kahraman (!) göstererek, halka rağmen dîn karşıtı militarist resmî ideolojiyi gelecek kuşaklara enjekte etmek ve kendilerini onların lânetinden kurtarmaktı. Bu hususta Devletin maddî ve mânevî imkânlarını uzun yıllar tepe tepe kullanmışlardır. Onun içindir ki, Eğitim Sistemimiz hâlâ felçlidir! Meselâ 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar, ilk iş olarak okullarda okutulmakta olan “Cumhuriyet Tarihi” ve “Yurttaşlık Bilgisi (Vatandaşlık Bilgisi)” kitaplarından Demokrat Partinin iktidar devri (1950-1960) ile ilgili konuları çıkartılıp, kendi zihniyetlerine göre hazırlattıkları konuları eklemişlerdir. Çıkarılan konularda, Demokrat Parti Devri’ndeki olaylar, gelişmeler, yapılan büyük hizmetler ve meydana getirilen eserler” olduğu gibi anlatılmakta idi. Darbecilerin yazdırdıkları konularda ise, “darbeciler büyük kahraman (!) sayılıyor, Demokrat Parti idarecileri ise vatan haini (!) diye lanse ediliyordu.” Bir de üstüme üstlük, 27 Mayıs’ı “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak ilân ettiler! Fakat halkımız tarafından nefretle karşılandığı için, sonraki yıllarda kaldırıldı. Ayrıca, Demokrat idareciler hakkında “Memleketi sattılar, üniversite talebelerini kıyma makinalarında doğradılar, Devlet Hâzinesini soydular” (!) gibi utanmadan birçok iftiralarda bulunmuşlardır. Halbuki Demokratların altın ve dövizle doldurduğu Hazineyi soyanlar da kendileriydi! Bu yetmiyormuş gibi, “Hazine tıngır mıngır boş” diye ilânatta bulunarak, halktan milyarlarca lira tutarında para, altın ve değerli eşya toplamışlardır!? Yani darbeciler aynı zamanda büyük bir soyguncu, yalan ve talan çetesiydi!1 Ülkemizi ve halkımızı nesiller boyu zararlara uğratıp büyük acı çektiren darbecileri ve onların şakşakçılarını protesto edip; hunharca şehit edilen Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu, Hasan Polatkan’ı, hapislerle eziyete uğrayan Risale-i Nur Talebeleri ve türlü türlü işkence gören bütün vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum!.. Dipnot 1- Bu konu hakkında, biz Demokrat Eğitimciler Derneği olarak, Devlet Hazinesinin, 27 Mayıs darbecileri tarafından yağmalanmasıyla ilgili delilleri havi hazırladığımız Şikâyet Dilekçemizi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuş bulunuyoruz.

178 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bir Adnan Menderes Belgeseli N. Serkan DAĞLI Bazı insanlar vardır, kaç yıl geçerse geçsin hayırla yad edilir ve her zaman anılırlar. Bazı tarihe not düşen olaylar vardır ve bu olaylara sebebiyet veren büyük insanlar. İşte tarihe not düşecek kadar büyük hizmetler yapan bir başbakan geldi geçti bu topraklardan. Medeniyet güneşinin doğuş noktası, kararan vicdanların umut ışığı oldu demokrasi süvarisi ve Hürriyet aşığıydı Andan Menderes. Köylü halkı hor ve hakir görüp aşağılayan, sazına tel almak için ulus çarşısına gitmek isteyen Aşık Veysel’i üstü başı düzgün değil diye ulus çarşısına girmesine müsade etmeyen zihniyeti değiştiren kişiydi Menderes. Çok partili sisteme geçildiğinde de kara zihniyet devam ediyor; ‘’Açık oy gizli tasnif ve sayımdan sonra oylar yakılıyordu’’. Demokrasi tarihinde bu kara lekeyi kaldıran kişiydi Menderes. Sabah 06.00’da başlayan yolculuğu 1’lere kadar devam ederdi. Güneydoğu ‘ya yağmur yağmadığı için geceleri uyuyamayan, bu durumu kendisine dert edindiği sırada, Diyarbakır valisinin telefonla kendisine yağmur yağmaya başladı haberiyle eski neşesine kavuşan bir başbakandı Menderes. İlk icraatlarından biri Ezan uygulamasıydı. ‘Tanrı Uludur’ diye okunan Ezanları ‘’Allahu Ekber’’ nidalarına çevirdi. ‘Yeter Söz Milletin’ dedi. 1958 yılında Time Dergisi ondan ‘’İnsan kudretinin dairesinde Menderes, memleketi tek başına idare etmeye kadir gibi görünüyor’’ şeklinde bahsediyordu. Menderes’in oldukça iyi bir İngilizcesi vardı. Uluslararası toplantılarında, ikili temaslarda tercüman kullanmazdı. Yaptığı icraatların ardı arkası kesilmedi. Kendisinden önce 8 bin olan içme suyuna sahip olan köy ve mahalle sayısını 1960 yılına gelindiğinde 35 bine yükseltti.10 yılda 20’den fazla barajı hizmete soktu.5 gemi alamayacak durumda olan ülkeye 15 adet yük ve taşıma gemisi kazandırdı. Samsun, Mersin ve Giresun dahil olmak üzere toplam 11 liman, 5 havalimanı açılışı yaptı. İlkokul sayısını 17 binden 25 bine, ortaokul sayısını 662’ye yükseltti. Atatürk Üniversitesi, GATA ve Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünün açılışını yaptı. Kara Kuvvetleri Komutan iken hazırladığı raporda 2.500-5.000 Kürt insanın imha edilmesi teklifini şiddetle reddederek bir katliamı önledi. Din dersi haftada bir gün oldu, İmamhatip liselerinin ve camilerin sayıları hızla arttırıldı. İstanbul ve Ankara Radyolarında Kur’an’ı Kerim okunmaya başladı. Devler radyolarını camiye çevirdiniz diyen ‘’Celal Bayar’a rest çekerek istifa etme teklifinde bulundu. Milletin mayası imandır, ahlaktır, İslam’dır’’ dedi. Ankara Kocatepe Camisinin temellerini çiftliğinde bulunan atlarını satarak attı. Hedeflerinden birisi Eyüp Sultan’ı Mekke ve Medine benzeri bir uğrak yere çevirmekti. Oğlu Aydın ile birlikte bir kandil akşamı, halkın kandile olan rağbetini görmek için Fatih ve Sultanahmet Camilerini gezdi. Memnuniyetini oğluna dile getirdi. Yaptığı bu büyük hizmetlerden dolayı Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri onu bir “İslam Kahramanı” ilan etti.

Ülkeye yaptığı maddi hizmetlerden daha çok manevi alanda yaptığı hizmetler bazı çevreleri büyük ölçüde rahatsız etti. Daha sonraları ise ardı arkası kesilmeyen iftira furyaları esmeye başladı.’’ Bebek davası, fatura davası, anayasayı ihlal davası’’ bunlardan sadece birkaçıydı. Medyada bu haberlere destek vererek gerekli ortamı hazırladı. Bir gazete yapmış olduğu karikatürde ‘’Asker, Üniversite ve Medya’’ üçlüsünü yayınlayarak gerekli ortamı hazırlayan sistemin unsurlarını gösteriyordu. Yapmış olduğu hiçbir açıklama onu idam sehpasına götürmekten alıkoyamadı. Avukatı Burhan Apaydın’a “Ben anayasa ihtilali iddialarından, idamdan değil, tarihe hırsız bir başbakan olarak geçmekten korkuyorum” diyerek ölüme yaklaştığı son günlerinde yine vicdanın asil duruşunu gösteriyordu. Ve tarih 17 Eylül 1961, saat 13.25’i gösterdiğinde idamı gerçekleşerek Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Ve bu olay tarihte yaşanan kara bir leke olarak 50 yıldır durmaya devam ediyor ve edecektirdirde. Zabıt tutanaklarına düşülen yazı şuydu: ‘’Hayata veda ettiğim şu anda devlete ve millete saadetler diler, karımı ve çocuklarımı şerefle andığımı bildiririm’’. Tarihe altın harflerle yazılan hizmetler ve bir hizmet adamının hazin sonu. Bir Adnan Menderes Belgeseli. Rahmet, minnet ve şükranla anıyor. Sizleri Kâinatı yaratan Allah(C.C)’ya emanet ediyorum. Selam ve Dua ile. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 179


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

MİLLETİMİN ŞİMDİKİ BİLİNCİ O ZAMAN OLSAYDI, VERİR MİYDİ SENİ EY NUR YÜZLÜ BAŞVEKİL CELLATLARA? Ahmet Şerif BAYINDIR 180 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes’in Osmanlı hassasiyeti M. Latif SALİHOĞLU Başbakan Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı zıtlaşmaya sevk eden ve Menderes’i istifanın eşiğine kadar getiren iki mühim hadise var ki, bu her iki hadise de-iki yıl arayla-Haziran ayı ortalarında yaşandı. Birincisi: İktidara gelir gelmez, 17 Haziran 1950’de Meclis’in gündemine getirtmiş olduğu 18 yıldır yasaklı “Ezan–ı Muhammedî” meselesi. İkincisi: Tam iki yıl sonra, yani 16 Haziran 1952’de gerçekleştirilen bir kànun değişikliğiyle, 28 sene önce (3 Mart 1924’te) sürgün edilen Osmanlı Hanedanına mensup bazı kimselerin, anavatanları olan Türkiye’ye gelip kalabilmelerine dair mesele. Dinî itikadı kuvvetli olan Menderes, aynı zamanda Osmanlı’ya hayran bir devlet adamı olup, onlara revâ görülen haksızlığı peyderpey kaldırmak istiyordu. Ne var ki, bu her iki meselede de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la anlaşamıyordu. Buna rağmen, yine de inandığı hakikatleri hayata geçirmekten geri kalmadı. 1950 senesinin Haziran ayı ortalarında “Muhammedî Ezan”ın eski hürriyetine kavuşması için elinden gelen her türlü gayreti göstererek “İslâm kahramanı” hüviyetini kazanan Menderes, iki yıl sonra da ecdadına karşı beslediği vefa duygusunun bir eseri olarak, Osmanlı Hanedanına mensup hanımlar ile vefat etmiş şahsiyetlerin Türkiye topraklarına avdet edebilmelerini kolaylaştıran bir kànunî düzenlemeye imza attı. Acımasız sürgün kararı 3 Mart 1924’te Meclis’e kabul ettirilen bir kànunla, Hilâfetin kaldırılmasına ve “Hanedan–ı Osmanî”nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları haricine çıkartılmasına karar verildi. Derhal tatbikine geçilen bu karara göre, halife ve Osmanlı hanedanının erkek, kadın bilcümle fertleri ile damatlar, prensler, prensesler ile bilumum çocukları, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen men’edilmişlerdir. Ayrıca, ilgili kànunun ilân tarihinden itibaren âzami 10 gün içinde Türkiye’yi terk etmeye mecburdurlar. Dahası, bu kimselerin, Türk vatandaşlığı sıfatı ve hukuku kaldırılmıştır. Dolayısıyla, daha evvel sahip oldukları gayr–ı menkulleri de ellerinden alınmış olup, bunlar üzerinde tasarruf edemezler. Vatana avdet kararı 1924’te hudut harici edilen Osmanlı Hanedanı mensupları için, kànun metninde “Türkiye Cumhuriyeti

sınırları dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen men’edilmişlerdir” ifadesi yer alıyordu. Başbakan Menderes, işte bu vahşiyane “ebedî yasağın” önüne geçerek, ömrünü 28 yıla indirgedi. 16 Haziran 1952’de Meclis tarafından kabul edilen yeni kànun, Resmî Gazetede aynen şu başlıkla neşredildi: “Hilâfetin ilgasına ve Hanedan–ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair (3 Mart 1924 tarihli) kànunun değiştirilmesi ve aynı kànuna bazı maddeler eklenmesi hakkında kânun.” 5958 sayılı bu kànunun maddeleri arasında ise, dikkate değer şu ifadeler yer alıyor: * Kaldırılan (ilga edilen) Hilâfet ve Osmanlı saltanatı hanedanının padişahlar sülbünden (neslinden) olan erkek çocuklarının Türkiye’ye gelmesi yasaklanmıştır. Bunların dışında kalanlar ise, Türkiye’ye gelebilirler. * Türkiye’ye gelebileceklerin müracaatları halinde, herhangi bir şart aranmaksızın vatandaşlığa kabul edilmelerine Bakanlar Kurulu karar verir. * Vatandaşlığa kabul edilenler, bu kànunun yürürlüğe girmesinden itibaren umumî hükümler dairesinde mal–mülk edinebilirler. İşte, bu tarihten itibaren, Osmanlı Hanedanına mensup hayattaki bazı hanımlar ile bir kısım vefat etmiş olanların mezarları Türkiye’ye nakledildi. Aynı sene içinde mezarı İsviçre’den Eyüpsultan Kabristanı’na nakledilenler arasında, Ahrarların liderlerinden Prens Sabahaddin Bey de var. Türkiye’ye avdet ettikten sonra kiralık evlerde ikamet etmek mecburiyetinde kalan Osmanlı hanımlarına maddî–mânevî en büyük desteği verenlerin başında, yine Adnan Menderes gelir. 1952’den tâ 1960’taki darbe tarihine kadar yaşlı Osmanlı hanımlarının (Teşvikiye taraflarındaki) ev kiralarını ödeyen Menderes, işkenceli Yassıada günlerinde dahi onları unutmamış ve gerekli yardımların yapılması için çırpınıp durmuştur. Ama ne yazık ki, Menderes’in darbe sonrası çekmiş olduğu sıkıntılara paralel şekilde, Türkiye’deki Osmanlı mensupları da yeni bir sıkıntılı hayata giriftar oldular. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 181


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

“Müslümanların ABD’nin özendirmeye çalıştığı İslami olmayan Müslümanlığa itibarı söz konusu olamaz.” Aydın Menderes

182 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


n ı ’ t r a M 12

ü m ü n ö d l ı Y 35.

Bu yazımda, 12 Mart’la ilgili bazı tespitlerde bulunacağım. Lehinde veya aleyhinde bir şey söylemeyeceğim. Buradaki tespitler, okuyucularımızın geçmişteki önemli olaylarla ilgili bilgilerini derinleştirmek ve gerçeğe daha fazla yaklaşabilmelerini sağlamak içindir. Bunun için de daha farklı bir bakış açısına ihtiyaç vardır. 1.) 12 Mart olmasaydı başka bir askeri müdahale olacaktı: Diğer bir ifade ile 12 Mart başka bir askeri müdahalenin önünü kesmek için yapılmıştır. 1961 baharından itibaren orduda önemli sayıda general ve subay yeni bir askeri müdahalenin yapılması gerektiği kanaatindeydiler. Bu düşünceden 1962’de 22 Şubat ve 1963’te 21 Mayıs’ta iki tane başarısız darbe girişimi çıkmıştı. Söz konusu kanaat 1970’li yıllara doğru anarşik olaylar arttıkça yeni bir ivme kazanmıştı. Gelişmeler ülkenin 27 Mayıs’a benzer, hiyerarşik olmayan ve solcu bir askeri müdahaleye doğru ilerlediğini gösteriyordu. Ordu içi örgütlenmeler yapılmıştı. O günkü MİT Başkanı bunu Genelkurmay Başkanı’na bildirdi. O da 10 Mart akşamı TSK’daki bütün generalleri ve albayları Genelkurmay’da toplantıya çağırdı. Konuşmalar yapıldı. Bir ara Genelkurmay Başkanı söz alarak “anarşinin önlenmesi, reformların yapılması ve hükümetin istifa etmesi yolunda Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanının imzasıyla bir muhtıra verileceğini, şartlan yerine getirilmezse, ordunun idareye el koyacağının açıklanacağını” ifade etti. Birlik sağlanmış, sonuç belli olmuştu. Başbakan Demirel istifa etti. Yeni başbakan tayin edilene kadar Demirel Başbakanlık’a hiç gitmedi. Buna mukabil Genelkurmay’dan her gün evine imzalanmak üzere bazı generalleri emekliye sevk eden kararnameler gidiyordu. 2.) 12 Mart’ın temel sebebi ordudaki hiyerarşiyi yeniden kurmaktı: 27 Mayıs askerdeki hiyerarşiyi tamamen ortadan kaldırmıştı. Bir teğmen Genelkurmay Başkanı’na neredeyse emir verecek hale gelmişti. 12 Mart’ın kendisi de bir askeri müdahale olmakla birlikte bu sefer her şey ordunun kendisinin emir ve komuta zincirinin içerisinde cereyan ediyordu. Hiyerarşi sağlanmıştı, İlk icraat ise hiyerarşi dışı askeri müdahale iste-

yen general ve subayların tasfiyesi olmuştu. Cunta yanlılarının askerle ilişkileri kesiliyordu. 3.) 12 Mart ordunun sol’la flörtüne son verdi: 1960’lı yılların ortasından itibaren sol fikirler hızla yayılmıştı. Ordu mensupları da bundan etkilenmişti. Özellikle yeni bir müdahale yanlıları çeşitli derecelerde solcu fikirler taşıyorlardı. Hatta Kara ve Hava Kuvvetleri gibi bazı kuvvet komutanlarının da sol düşünceler taşıdıkları biliniyordu. Ancak bu kişiler kendilerine Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yollarının açılabileceğini düşünerek diğer generallerin emekli edilmelerine sessiz kalmışlardı. 12 Mart Muhtırasındaki reformlardan kasıt sol reformlardı. En başta da toprak reformu geliyordu. TBMM dı-şından bakan olanlar solcu olarak tanınıyorlardı. Ancak bu durum çok uzun sürmedi, 1971 Aralık’ında Genelkurmay Başkanı 11 bağımsız ve reformcu bakanı hedef alan sert bir beyanda bulundu. Birinci Erim Hükümeti istifa etti. Soldan dönüş başlamıştı. Askerin solla flörtü bitmişti. Daha sonra sıra devletinkine gelecekti. 1972 yılında 61 Anayasasının üçte biri değişti. Bu değişiklikler, 12 Mart’ın devirdiği AP’nin istekleri yönündeydi. 1973’te ordu KK Komutanı Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını destekler gibi gözükse de bunda ısrarcı olmadı. Gürler seçilemedi. AP ve CHP anlaşarak Emekli Oramiral ve Kontenjan Senatörü Fahri Korutürk’ü Cumhurbaşkanı seçtiler. 12 Mart bitmişti. Tepki oyları Ecevit’e 12 Mart önce sol gösterdi, sonra sağ vurdu denildi. 12 Mart, AP iktidarına son vermişti. Yerine acaip hükümetler kuruldu. Nihat Erim, CHP’den istifa ettirilerek bir günde bağımsızlaştırıldı ve Başbakan oldu. Demirel ve AP 12 Mart’a karşı durmaya çalıştılar. Parlamento kapatılır endişesiyle fazla ileri gidemediler. 1972 yılında askerin istediği Anayasa değişikliklerine oy verdiler. Ancak hiçbir zaman bu durumu 12 Mart AP’nin dediği yere geldi gibi bir siyasi söyleme dönüştürmediler. Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmeyişinde Parlamento’da en önemli rolü Demirel oynamıştı. Bunu kendisi ve partisi için 12 Mart’ın rövanşı olarak gördü. Bundan dolayı da 1973 seçimlerinde de büyük bir zafer bekliyordu. Beklediği olmadı. Bütün tahminlerin tersine, Ecevit’in CHP’si birinci parti olmuştu. 12 Mart’ın hemen ertesinde ‘bu bana karşı yapıldı’ diyerek CHP Genel Sekreterliği’nden istifa eden Bülent Ecevit, 12 Mart’a karşı tepki oylarını toplamayı başarmıştı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 183


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DP’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi

Hürriyet Misak’ı ile Milli Misak Mustafa Nevruz SINACI Tarihi ve kadim Demokrat Parti, mutlak bir ihtiyaç, hayati gereklilik ve mecburiyet sonucu kurulduğunda, Türkiye’de demokrasi, insan/vatandaş hakları, adalet ve hukuk yoktu. Anayasa da tanımlanan “kuvvetler birliği” ilkesi, sadece ve yalnızca müstebit İsmet İnönü anlamına gelirdi. Başkaca bir anlamı ve önemi yoktu. Zira dönem itibarıyla İsmet İnönü, hem CHP Genel Başkanı, hem Başbakan ve hem de Cumhurresisi idi. Hükümetin baş’ları sadece bir kâtip hükmünde olup, Milli Şef ’in emir ve direktiflerini yerine getirirlerdi. Memleketin her yanında hâkim ve hükümran Halk Partisi ceberrutları sâyesinde milli gelir kavramı alt üst olmuş, nüfusun kahir ekseriyeti açlık, yokluk, hastalık ve kıtlıktan kırılır hale düşmüştü. Üstüne üstlük, sefaletten bitap, biçare ve bin türlü ıstıraptan bizar vatandaş, bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de hükümet baskısı, haksız vergi takibi, gasp, irtikap, haraç, mezat vukuatları ve jandarma zulmünden bitaptı… İşte, Demokrat Parti, Celâl Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının; Cumhuriyet, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukuk mücadelesi bu zor ve ağır şartlar altında başladı. Milli Mücadele, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbını tekrar ruhlandırma yolunda başlayan bu mücadele; Kararlı adımlar, meşakkatli merhaleler ve fazilet timsali tertemiz, berrak, şeffaf ve tertemiz bir mücadele sonucu 14 Mayıs 1950’de kazanıldı. Bu nedenle DP’nin efsanevi zaferine “Beyaz İhtilâl” ve “Demokrasi Bayramı” denildi. Şimdi mücadele muhteviyatına ve aşamalara bakalım:

I. DP KONGRESI (07-10 Ocak 1947) VE HÜRRİYET MİSAK-I 7 Ocak 1947 günü başlayarak dört gün süren DP I. Büyük Kongresi’nin Türk siyaset, adalet, hukuk ve demokrasi tarihindeki yeri çok büyüktür. Bu Kongre ayrıca Partinin bütün hayatında etkisi görülecek kararlara vesile ve olaylara da sahne olmuştur. Tarihi ve kadim DP’nin ilk Kongresinde, delegeler adeta bir ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular. Aralarında Prof. Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Osman Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Sarol ve Osman Sarol’un bulunduğu bir grup, “Parti Milletvekillerinin Meclis’ten çekilmelerini” istiyor; İktidarı, 184 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

milletle karşı karşıya getirmeyi tek çıkar yol görüyordu. Buna karşılık: Adnan Menderes, Refik Şevket İnce, Ekrem Hayri Üstündağ, Hulusi Köymen’in sözcülüğünü yaptığı ve zaman zaman Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen grup ise, (ilerde “müfrit (aşırı/taşkın) ve muhafazakâr” kanat saflarında yer alacak bazı şahsiyetler), çok sert konuşmaları ile dikkatleri çekmiştir. Bursa delegesi Fuat Ama, “istibdat devrinde millet padişaha karşı, ‘senden büyük Allah var’ derdi. Bugün de biz iktidar sevdalılarına, senden büyük millet var diyoruz” diye konuşurken, General Sadık Aldoğan, “Yapılacak iş, Anayasayı tadil etmek değil, Anayasaya aykırı kanunlar yapan CHP’ni yaptığı kanunlarla beraber süpürüp atmaktır” diyordu.. Kongrede, özellikle Bölükbaşı büyük tesir bırakmış ve Abdülhamit’ten bahisle, “Taçsız-tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin adı ile tadı bir olmamıştır” biçimindeki konuşması ile İsmet İnönü idaresini çok ağır bir surette yererek kınamıştır. Sonuçta Demokrat Parti milletvekillerinin Meclise katılmadan “sine-i millete” dönmesini isteyenlerin başında gelen İstanbul İl Başkanı Prof., Kenan Öner’in Divan Başkanı seçildiği Kongre’de (Kenan Öner ve onun gibi düşünenlere göre: Meclise girmek Halk Partisi iktidarını ve iktidarın devlet yönetimindeki “totaliter” görüşlerini, hele seçimlerdeki baskı ve hilelerini en azından affetmek olacaktı) genç kuşaklardan Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer ile Samet Ağaoğlu GİK’e girmişlerdir. Osman Bölükbaşı ise kulis aralarında, delegelere kendisini, “Ne de olsa hamurları tek parti devrinin teknesinde yoğrulmuş kuruculara karşı GİK’de demokrat düşüncenin garantisi olmak” vaadi ile takdim etmiş, nefes nefese konuşması ile delegeden delegeye koşmuş, ancak isteğine kavuşamamıştır (Ağaoğlu, 1992: 58-59). Nihayet Büyük Kongrenin 4. günü olan 10 Ocak 1947 tarihinde:, “Anayasaya aykırı kanunların tasfiyesi, Seçim Kanunu’nun güvenceli hale getirilmesi, devlet başkanlığı ile parti başkanlığının ayrılmasını” isteyen “Hürriyet Misakı” ilan edilmiş ve bu şartlar yerine getirilmediği müddetçe, Meclis’ten çekilip “sine-i millet”e dönme yetkisi, Kurucuların hâkim olduğu Genel İdare Kuruluna verilmiştir. Başlarında Prof. Kenan Öner’in bulunduğu hizip, şiddetli hareket edilmesini ve DP mebuslarının istifalarını vererek sine-i millete dönülmesini ve CHP iktidarının gayr-ı meşru olduğunun ilan edilmesini istiyordu. Samet Ağaoğlu, Bölükbaşı, Mükerrem Sarol, Osman Kapani ve İsmet Bozdağ bu düşüncede olanlardandı. Bunlara ilaveten kongrede delegelerin pek çoğu, büyük kongreye ait olan Meclis’ten çekilme yetkisinin, Kurucuların hâkim olduğu GİK’e verilmesi taraftarı


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU olmamasına rağmen, kurucular bu konuda ağırlıklarını koyarak istedikleri kararı çıkartmışlardır (Goloğlu, 1982: 155).

II. DP KONGRESI (20-24 Haziran 1949) VE MİLLİ MİSAK (MİLLİ AND) “ – Seçim kanununun ve seçimlerle alâkalı hükümlerin vaz’ından maksat millet iradesinin serbest tecellisini teminden ibarettir. Mevzuu kanunlara ve müesses nizama aykırı hareket, kuvvet darbesi, millet ve vatandaş haklarının ihlali neticesine varacağından, buna meydan verilmemek üzere; Memleket için büyük zarar ve tehlikeleri mucip olacak bu hale müsaade edilmemesi, bu mevzuda haklarına tecavüz olunan bütün vatandaşların meşru müdafaa halinde kalmaları, haklarını Anayasa ve Türk Ceza Kanununun müeyyidelerine dayanarak hareket etmeleri kaçınılmaz bir zaruret olacaktır. Bu hususların rey sahibi bütün partilere ve Türk umumi efkârına bildirilmesi, ayrıca Hükümetin ve vazifelilerin keyfiyetten haberdar edilmelerinin temini zaruri görülmüştür. Ancak, tek parti zihniyetini ve Halk Partisi iktidarını, kanunların ihlali pahasına da olsa devamını kararlaştırmış olanlar, kongremizin bu kararı almış olmasını halkı ihtilale teşvik mahiyetinde tefsir etmeye kalkışabilirler. Hal bu ki ihtilâl mevcut ve müesses içtimai ve siyasi nizamın cebren değiştirilmesine matuf bir hareket olup, yukarıda tarif/tavsif edilen hareketler ihtilal tabirinin tamamıyla şümulü dışında, meşru hakların ve meşruiyetin müdafaası mahiyetindedir. Bu itibarla vatandaş siyasi hak ve hürriyetlerinin kullanılmasına ve milli hâkimiyet ve hürriyet esaslarının tahakkukuna herhangi bir surette engel olacak kanun dışı hareketlerden tevakki olunması lüzumunu memleketin en yüksek menfaatleri hesabına belirtmek isteriz. Aksi yolda harekete teşebbüs edenlerin ise, milli vicdanın ifadesi olan millet husumetine maruz kalmak gibi ağır ve tarihi bir mesuliyete mahkûm olacakları muhakkaktır.” Halk Partisi/CHP tarafından bu karar “Milli Husumet Andı” olarak algılanmış ve ard niyetle tahrik unsuru olarak kullanılmıştır. Oysa Hürriyet Misakı; Cumhuriyetin temeli Misak-ı Milli’nin tamamlayıcı/bütünleyici, vazgeçilmez bir unsuru olup 1938-1950 arası Halk Partisi ve hükümetlerince ısrarla takip olunan ve yer yer kin, nefret, şiddet, mezalim ve husumetle uygulanan despotizm ve demokrasi karşıtı diktayı hedef alan onurlu ve soylu bir duruştur.

MİLLİ MİSAK VE HÜRRİYET MİSAK’ININ ETKİ VE YANKILARI Demokrat Parti I. Kongresi’nde kabul edilen “Hürriyet Misakı”, yaklaşık 7 ay sonra kısmen etkisini gösterip, semeresini vererek İnönü’nün, “partiler arasında tarafsız kalacağı ve DP’nin güvence altında muhalefet yapabileceği” sözünü vermesine yol açtı. Daha sonra, 20 Haziran’da başlayıp 24 Haziran 1949’a kadar 5 gün süren II. Kongrede kabul edilen “Milli Misak”; Demokrat Parti hareketi’nin, millet tarafından önceleri muvazaa olarak algılan imajını temelden değiştirdi. Hürriyet Misakı’nın tamamlayıcı unsuru ve tam bir azim, irade ve ka-

rarlılık gösterisi niteliği arz eden Milli Misak, halkın büyük bir umut, itimad, özgüven ve heyecanla DP’ye sarılmasına vesile oldu. Esasında, zamanla durum bunun da çok ötesine geçti. Dönem itibarıyla başkaca hiçbir alternatifin olmadığı gerilim yüklü bir ortamda, geniş halk kitleleri; Baskı, sömürü, esaret, zulüm ve işkenceden kurtulmak umuduyla DP’ye, içtenlikle, samimiyet ve teveccühle sarılıp bağlandılar. Sebep ve inandırıcı unsur “Hürriyet Misakı ile Milli Misak” idi…

MODERNLEŞME TARİHİNDE 1950 SEÇİMLERİNE UZANAN YOL Demokrat Parti ilk katıldığı 1946 seçimlerinde “iktidarın seçim pusulalarında hile yaptığını” ilan edip Recep Peker hükümetini yerden yere vuruyordu ve 1947’de yaptığı ilk kongresinde Hürriyet Misakı’nı kabul etti; bu, misak-ı millinin kasıtlı bir taklidiydi. DP, Hürriyet Misakına dayanarak, hükümetin demokrasiyle bağdaşmayan kimi yasaları geri çekmemesi durumunda meclise girmeyeceğini ilan etti. İsmet İnönü bu tehdidin önemini o saat kavradı. Çünkü oy pusulalarında yapılan hileler yüzünden Peker hükümeti hem içte hem de dış dünyada “meşruiyeti kuşkulu” ilan edilmişti ki bu görüş, ABD katında da onaylanmıştı. Amerikan yardımının çok önemli olduğu bir dönemde İnönü hemen Peker’in istifasını istedi, yerine San Francisco Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık eden Hasan Saka’yı getirdi. Ve CHP hemen “değişim siyasetine” soyundu. Kasım 1947 kurultayında ilk kez serbest girişimi savundu, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın 17. maddesini geri çekeceğini açıkladı. Ardından dini siyasete alet ettiğini öne sürdüğü DP’yi alt etmek amacıyla okullarda din eğitimine izin verme kararı aldı. İsmet İnönü’nün yenilikçilere destek vermesine rağmen parti parçalanmadı; bu da CHP’nin içindeki disiplinin göstergesiydi. CHP’nin bu uzlaşmacı tutumu DP’de derin sorunlara yol açtı. Çünkü DP’lileri bir arada tutan şey, tutarlı bir siyasi program değil, CHP’ye karşı yürüttükleri ortak muhalefetti. Demokrat Parti önderlerini fazla ılımlı bulan kimi milletvekilleri 1944’te İnönü’nün Genelkurmay Başkanlığı’ndan azlettiği Fevzi Çakmak’ın önderliğinde Millet Partisi’ni kurdu ve DP’nin meclis gurubu 1949’da yarı yarıya azaldı. Ama DP, böylece daha tutarlı bir partiye dönüştü; safra atmış oldu. İnönü Millet Partisi’nin DP oylarını böleceği inancından yola çıkarak, daha önceleri “İslamcı eğilimleri” nedeniyle dışladığı Şemseddin Günaltay’ı başbakanlığa getirdi. Seçim yasası muhalefetin dayatması sonucunda değiştirildi; Şubat 1950’de seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması kararlaştırıldı. Sonuçsa CHP için tam bir hüsrandı; DP oyların yüzde 53.4’ünü alırken CHP yüzde 39.8’de kaldı. CHP seçim sonuçlarını itirazsız kabul etti, hatta İnönü, kimi durumdan vazife çıkarmaya meraklı askerlerin darbe yapmasını engelledi. Türkiye demokrasiyi benimsemişti; iktidar halkın oylarıyla el değiştirmişti. Bu demokrasiyi sindirme süreci on yıl devam etti. Derken, 27 Mayıs’ta diktacılık, vesayet tutkusu ve elitizm yeniden hortladı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 185


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Hürriyet misakı, Demokrat parti’nin kuruluşunun ilk yıldönümünde toplanan (7 ocak 1947) büyük kurultay sonunda yayımlanan bildirge. Özgürlüklere yönelik soyut bir özlemler paketi niteliğindeki bu bildirge, iktidar yanlısı basında ve hükümette büyük tepkilere yol açtı. İktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesi üzerine, cumhurbaşkanı İnönü ile DP Genel Başkanı C. Bayar arasında başlatılan görüşmeler, İnönü tarafından yayımlanan “12 Temmuz beyannamesi” ile yeni ve olumlu bir yörüngeye girdi. (18.10.2012, Aziz Üstel, Star Gazete)

DEMOKRASİYE DOĞRU BİR ADIM: 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ

İnönü, “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ve itiraf ediyordu. 1945 yılı Türkiye’nin siyasi hayatında yeni bir dönemin kapısını açtı. II. Dünya savaşı sonrasında demokratik değerlerin kutsanmaya başladığı günlerde Türkiye de rejimini serbestleştirme yoluna girecekti. Uzun yıllar sonra ilk kez iktidar partisinin karşısında bir muhalefet partisinin kurulmasına izin verildi. CHP’den ayrılan bazı milletvekilleri Demokrat Partiyi kurarak siyasal alanda muhalefete başladılar. İktidar ve muhalefet partisi arasındaki mücadele çoğu zaman gerginliklere sahne oldu. Bu gerginliklerden biri 1946 seçimlerinin ardından yaşandı. Türkiye’nin ilk çok partili genel seçimi olan 1946 yılı seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Recep Peker’i başbakanlığa atadı. Demokratikleşme yoluna girmiş Türkiye’de, tek partili rejimle özdeşleşmiş bir kişiliğin başbakanlığa getirilmesi muhalefet partisinde büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Peker kabinesinin göreve başlaması ile iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik günden güne arttı. Peker muhalefete oldukça sertti. 1947 bütçe görüşmelerinde hükümeti eleştiren Demokrat Parti liderlerinden Menderes’e “maraz bir psikopat ruhun ifadesi” şeklinde karşılık verecekti. Bu ifadeler muhalefetin meclis oturumlarını uzunca bir süre protesto etmesine sebep olurken iktidar muhalefet ilişkisini daha da gerginleştirdi. İktidar ile muhalefet arasındaki ilişki gitgide bozulurken 7 Ocak 1947 tarihinde Demokrat Parti kurultayı toplandı. Bu kurultayda Hürriyet Misakı adı verilen bir rapor kabul edildi. Kurultayda kabul edilen raporda Anayasaya aykırı anti demokratik yasaların kaldırılması, yargı bağımsızlığı, seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi, hükümetin ve idarenin tarafsızlığının sağlanması, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının birbirinden ayrılması gerektiği açıklanıyordu. Demokratik bir yönetim için gerçekleşmesi gereken bu isteklerin karşılanmaması halinde ise sine-i millete dönüleceği ifade ediliyordu. Demokrat Partinin aldığı bu karar CHP ile DP arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdi. Nisan ayında yapılacak İstan186 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bul ara seçimlerine Demokrat Parti girip girmemeyi tartışırken Recep Peker 1 Nisan da seçime katılmak istemeyen DP’ye “ istiklal mahkemeleri kanunun hala meri (yürürlükte) olduğunu hatırlatıyordu. Bu gelişme Demokrat Parti ile CHP arasındaki ilişkileri tam anlamıyla kopardı. Demokrat Parti İstanbul’daki ara seçimlere katılmadı. İktidar ile muhalefet arasında gerginliğin sürekli bir şekilde artması üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Recep Peker ve Demokrat Parti lideri Celal Bayar ile haziran ayının ilk haftasından itibaren bir dizi görüşme yaptı. İnönü Recep Peker’den çok partili sistemin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacak düzenlemeler yapmasını talep etti. Ancak Peker bu isteklere karşı çıktı. Bu gelişme üzerine 12 Temmuzda cumhurbaşkanı İnönü tarafından bir beyanname yayınlandı. ‘12 Temmuz Beyannamesi’ adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verildi, 12 Temmuz günü ise gazetelerde yayımlandı. İnönü beyannamede, iktidar ve muhalefetin iddialarını dinlediğini, kendisinin her iki partiye de eşit mesafede olarak her iki tarafın da haklılık paylarının olduğunu ifade ediyordu. Bununla beraber “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ediyordu. İnönü, “Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin bulunacaktır” ifadeleriyle iktidar ve muhalefetin ülke demokrasisine katkı sağlamak için beraber çalışması gerektiğini belirtiyordu. Bu beyanname ile İnönü Türkiye’nin yönünün çok partili demokrasi olduğunu tek partili düzene bir daha dönüş olmayacağını açıkça ilan etmiş oldu. Yaşanan bu gelişmelerin ardından Başbakan Recep Peker Ağustos ayının sonunda istifa etmek zorunda kaldı. (Ömer Aymalı- Dünya Bülteni / Tarih Dosyası)

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ Hükümet Reisi ve Muhalefet Lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki konuşmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve fikirlerimi söylemek zamanı gelmiştir. 7 Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celal Bayar bana DP idare heyetinin baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikâyet etti. Haberdar ettiğim Başbakan, aynı mevzuları daha evvel aralarında görüştüklerini hikâye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare mekanizmasının memleketin huzurunu bozacak mahiyetteki tahriklere karşı çok güç durumda kaldığını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için, 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. Başbakan ve Yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Genel Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasıda karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizmasının baskı yaptığı iddiasını kabul edemeyeceğini ve şikayet vesikalarını tetkik


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ve takibe hazır olduğunu tekrar söyledi ve Muhalif Partinin çalışma usullerini düzeltmesi lazım olduğu iddiasında kaldı. 17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana, vaziyeti arkadaşlarıyla görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassıs olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını ifade eyledi. Bunun üzerine; 2 defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisiyle muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra.; “Biz de kendimize düşen vazifeleri sadakatle ifa edeceğiz, size söz veriyorum” dedi ve iki ay sonra Büyük Meclis toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilave eyledi. Bu beyanatı Bay Bayar’a 21 Haziran tarihinde naklettim. Bay Bayar, bu konuda fiili neticeye intizar edilmesi lazım geleceğini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar Muhalefet Liderinin Sivas nutkunda ve Hükümet Reisinin 2 Temmuz tarihli beyanatında ve ondan sonraki karşılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hulasa olunursa, iki taraf şikayetlerinde ve savunmalarında ısrar etmiş ve şiddetli tartışmalar esnasında karşılıklı iyi niyetlerin ifadesi olan bazı tatmin edici parçalar hatırlarda kalmıştır. Siyasi havayı yumuşatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin, kendiliklerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıştır. Bunun dışında olarak, durum, Muhalefet Partisi Liderinin “fiili bir netice beklemek” şeklinde ifade ettiği hükümde görülür. Yani, bir başka ifadeyle durum karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir. Şimdi ben, bu düğümü çözmeğe çalışacağım. İki tarafın şikâyet ve müdafaalarının delillerini tafsil etmekte fayda görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkârca da kâfi derecede bilinmektedir. Gördüm ki, taraflardan hangisinin haksız yahut hangisinin daha evvel karşısını kırmağa başlamış olduğunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı yaptığını Hükümet Başkanının kabul etmemesini, öyle bir hareketi tasvip etmeyeceğini katiyetle beyan eylemesini, bir teminat ifadesi olarak aldım ve bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, Muhalefet Liderinin kanundışı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanışa getiren bu durumu, memlekette siyasi partilerin çalışıp gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Şimdiye kadar, memlekette geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını, bir seneden beri geçirdiğimiz tecrübelere, onların dayanamamış ve bu günkü siyasi durumu elde edememiş olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri geçirdiğimiz tecrübeler ağır ve bazen ümit kırıcı olmuştur; amma, gelecek için her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet temin edilmiştir. Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazımdır. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinledi-

ğim karşılıklı şikâyetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm. İdare mekanizması, yani Valilerimiz ve maiyetleri, bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi. Sorumlu Hükümetin huzur ve asayiş vazifesi münakaşa götürmez. Fakat meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız, eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır. Bu arada, siyasi partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat göstermeleri icap eder. Siyasi partilerin hangisi işbaşına gelirse gelsin onları, idare mekanizmasında çalışanların, haklarına ve itibarlarına karşı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır. Zannediyorum ki, Hükümet Reisi ile Muhalefet Lideri arasındaki son tartışmada, iki tarafı sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düşmeksizin, her iki tarafın bekledikleri şeyleri söylemiş ve temin etmiş oluyorum. Vatandaşlarıma, Hükümetle ve iktidar partisi ile muhalefet partisi arasında görüşme ve araya girme safhalarını olduğu gibi anlatmış olduğumu ümit ederim. Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir. Bu neticeye varmak için karşılaştığım güçlükler, çok zaman, yalnız ruhi mahiyette olan amillerdir. Bu güçlükleri yenmek için, siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda veya muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim. Bu beyanatımı, neşrinden önce, Başbakanla Muhalefet Lideri görmüşlerdir. 12 Temmuz 1947, T.C. Cumhurbaşkanı - İSMET İNÖNÜ (NÜVE FORUM, Tarihten olaylar – 12.12.2013)

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 187


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yönlendirmelerin Gölgesindeki Yassıada Mahkemeleri İsa KAYACAN 27 Mayıs 1960 sabahı radyodaki ses, her zaman haberleri okuyan spikerden farklıydı. Genç bir Albay olan Aparslan Türkeş, ordunun yönetime el koyduğunu duyuruyordu. 10 yıllım DP iktidarı sona ermiş, emekleme dönemindeki demokrasi rafa kaldırılmıştı. O gün Türkiye için, kendi başbakanını asacak bir dönem başlıyordu. daha önce kimsenin adını duymadığı Yassıada”da yakın tarihin en büyük siyasi davası başladı. Yassıada davalarıyla ilgili çok şey söylendi, yazılıp-çizildi. Ama belgeler üzerindeki değerlendirmelerden uzak kalındı hep. Aradan 46 yıl geçti. Duruşmalara ait tutanakların gizliliği kaldırıldı. Anayasa Mahkemesi”nin elinde bulunan belgeleri teslim alan Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, bunları araştırmacılara açtı. Yassıada belgeleri 3 bin 527 ayrı klasörden oluşuyordu. Belge adedi bini geçiyor. Bu konudaki değerlendirmelerden hareketle, Zaman gazetesinde 4-9 Eylül 2006 tarihlerinde, bu tarihler arasında Erdal Şen imzasıyla bilgi ve belgelerin değerlendirildiği haber-yorum ve bilgiler yer aldı. Bu satırların yazarı olarak bendeniz de, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünden aldığım bilgi ve belgeler doğrultusunda incelemeler ve değerlendirmeler yaptım.

CEMAL GÜRSEL”İN SANSÜRLENEN MEKTUBU Demokrat Parti iktidarı 1960 yılı başında zorlanmaya başlamıştı. Öğrenci olayları başta olmak üzere değişik olaylar İktidarı zorlarken, DP iktidarına karşı baskılar artıyordu. 3 Mayıs 1960 tarihine gelindiğinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, Adnan Menderes”e takdim edilmek üzere bir mektup yazıp, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes”e verdi. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan memnun olmadıklarını belirten Cemal Gürsel, önerilerini 15 madde halinde sıralıyordu. 1. maddede Cumhurbaşkanı Celal Bayar”ın istifası isteniyordu. Ve “Cumhurbaşkanlığına sayın Adnan Menderes getirilmelidir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim, bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve millete yeniden güven telkin edilmeli” deniyordu. Ethem Menderes mektubu Adnan Menderes”e iletti. Mektup ne basına sızdırılmış, ne de kabine içinde tartışılmıştı. Cemal Gürsel mektubu “muhtıra” olarak kabul etmiş, böyle düşünmüştü. Kısa süre sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde darbe geldi. Ülkenin idaresi kısa adı MBK olan, Milli Birlik Komitesine geçti. 24 gün önce, Menderes”e Cumhurbaşkanlığı teklif eden Cemal Gürsel MBK”nın başkanı olmuştu. Gürsel”in ifadesiyle, “milletin çok sevdiği Menderes idamla yargılanmak 188 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

üzere Yassıada”ya gönderilmişti. Radyo ve gazetelerde her gün darbenin doğruluğu, haklılığı yönünde haberler yer alıyordu. MBK ihtilali meşru göstermek için, Gürsel”in Ethem Menderes”e gönderdiği mektubu gündeme getirmişti. Mektup 12 Temmuz 1960 tarihli Resim Gazete”de yayınlandı, kamuoyuna duyuruldu. Hem Ethem, hem de Adnan Menderes mektubunu sansürlenerek yayınlandığını farketmişlerdi. Çünkü, Menderes”i öven “ Cumuharbaşkanı olmalıdır” şeklindeki ifadeler Resmi Gazetedeki mektupta yer almıyordu. Başbakan ve Bakanların makamlarındaki her türlü eşya ve evraka el konulduğu için bu mektubun aslı da artık ellerinde değildi. Gerçek ispatlanamayacaktı... * Cemal Gürsel”in, Adnan Menderes”e iletilmek üzere yazdığı, sonra sansürlenerek kamuoyuna açıklanan mektubu: Yassıada duruşmaları başladığında, Cemal Gürsel”in mektubu hemen gündeme getirildi. İstanbul-Ankara olaylarıyla ilgili davanın oturumu devam ederken Mahkemenin anlı-şanlı Başkanı Salim Başol; “Cemal Gürsel size gereken uyarıyı bir mektupla yapmış. niçin gereğini yerine getirmediniz” diye sorarak, Menderes”i suçlamıştı. Mektup okundu. Menderes”le ilgili kısım ortada yoktu. Gürsel”in Menderes”i yücelttiği mektup, mahkeme salonunda devrik Başbakan”ı suçlayan bir metin haline dönüşmüştü.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU İŞTE MEKTUBUN TAM METNİ Aziz vekilim, dün geceki konuşmalarınızdan cesaret ve ilham alarak zatı alilerine, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkında düşüncelerimi arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bildim. Sayın Başvekilin açıklamalarını dinledim ve okudum; bunlar da benim düşüncelerimin kabülüne müsait bir zeminin henüz mevcut olmadığı aşikar olarak belli ise de gene de görüşlerimin sizlere iblağının zaruretine inanıyorum. Muhterem vekilim, şu hakikati kabul etmek lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp son karar ve feci olaylara kadar devam eden vak”alar vatandaş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi güç hoşnutsuzluklar yaratmıştır. Hele ordunun talebelere karşı akılsızca kullanılması için vehametini artırmış, ordu mensuplarında da huzursuzluk ve güvensizlik hisleri belirmiş, korkulan şey olmuş, ordu politikaya karıştırılmıştır. Sayın vekilim, Bu ahval küçümsenecek, cebir ve şiddetle geçiştirilecek şeylerdir değildir. Memleket, hükümet ve partinin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için sükunetli fakat ciddi ve zecri tedbirler almak lazımdır. bu tedbirler şunlar olmalıdır. 1. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Cumhurbaşkanlığına Sayın Adnan Menderes getirilmelidir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim. Bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve millete yeniden güven telkin edilmelidir. 2. Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat çıkartılması ve yeni kabine mutlak dürüst, makul zorcu değil, adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır. 3. İstanbul, Ankara valileri ve Emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir. 4. Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun kaldırılmalıdır. 5. Ankara Örfi İdare kumandanı değiştirilmelidir. 6. Partilerin ocak, bucak teşkilatı kaldırılmalı, sadece vilayet merkezlerinde ve mahdut partilerle yapılmalıdır. 7. Parti faaliyetleri azami senede iki defa vilayet merkezlerinde ve mahdut partiliklerle yapılmalıdır. 8. Mevkuf gazeteciler bir af kanunu ile kısa zamanda tahliye edilmelidir. 9. Son hadiseden tevkif edilen talebeler tecriden serbest bırakılmalıdır, ilim müesseseleri yeniden faaliyete geçirilmelidir. 10. Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar tecriden kaldırılmalıdır. 11. Vatandaş hürriyet ve eşit muamele hakkına mutlak surette riayet edilmelidir. 12. Ordunun mes”eleleri süratle hal edilmelidir. 13. Din istismarcılığından vazgeçilmelidir. 14. Suiistimaller oluyor mu, bilmiyorum, fakat olduğu

hakkında umumi bir kanaat mevcuttur ve milletin hükümete karşı itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddetle ber bertaraf edilmesi lazımdır. 15. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyükleri memleket gezilerinde suni büyük vatandaş toplulukları ile karşılaşmalar yapmak usulü kaldırılmalıdır. Çok muhterem vekilim; Bu yazdıklarım asla bir parti ve politika mülahaza ve tesiriyle değildir. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz ediyorum. Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. Memleketten çok şeyler yaptığımız muhakkaktır, fakat bu da asla kafi değildir. Bu yapılan işleri müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asil mühim olan toplumun ruhunda yaşama şevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin yüksek ve necip hislerle donatılmıştır. Olaylar bu yolda olmadığımızı göstermektedir. Talebelerin hürriyet duygusu ile yaptıkları masumane tezahürata karşı, idarecilerin hatası yüzünden kıtalar sevk edilmesi ve onların desteği ile emniyet kuvvetlerinin ilil yuvalarının içine kadar girerek talebeleri profesörleri beraber coplarla ve kurşunlarla tedip edilmesi feci bir şeydir. O hengamede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakımından büyük hata olduğuna kaniim. Bizim, gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali hissiz, duygusuz müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyoruz? Sayın vekilim, maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cüretkâranedir. Fakat memleket için, millet için, hükümet ve hatta partimizin selameti için dikkate alınması lazımdır ve hatta çok lazımdır. Derin ve sonsuz hörmetlerimi sunarım. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal GÜRSEL ( K-Bkz : Erdal Şen, Zaman G. 04.09.2006) * Tarihi Yassıada Mahkemelerinin Başkanı Salim Başol: ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 189


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU “Susmazsanız sustururum”. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Yassıada Mahkemeleri, tarihin acı gerçekleriyle doluydu. Adnan Menderes ve Demokrat Parti mensupları Yassıada”da 14 ayrı davadan yargılandı. Üç idam, 12 müebbet ve yüzlerce ağır hapis cezası çıktı. 11 ay süren duruşmalarda şaşırtıcı suçlamalar yapıldı. bunlara ilişkin deliler de mahkeme dosyalarına girdi.

MAHKEME BAŞKANI HEP AZARLADI O Yassıada duruşmalarında, mahkeme Başkanı olan Salim Başol, hep azarlayıcı tutumuyla dikkat çekti. Sanki peşin hükümlüydü. bir yerlerden talimat almıştı sanki. Örneğin, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” cümlesiyle tarihe geçen bir başkan oluyordu Salim Başol. Hemen hemen her duruşmada, her sanığa karşı aşağılayıcı sözler sarf ediyor bu davranışını ısrarla sürdürüyordu. Tutanaklara bakıyoruz. Buradan anlıyoruz ki, Salim Başol”un bu tavrına zaman zaman tepkilerde gösterilmiş. Bunlardan biri Tevfik İleri olarak görülüyor. Tevfik İleri; “Burada kolaylıkla başımıza oynanıyor. Oynansın, helal olsun, peşinde değiliz. Fakat, şeref ve namusumuzla oynanmasın. Tahkikat komisyonunun sorgusuna çağrıldığı için, ailelerin nasıl telaş ettiğinden bahsedildi. Ya 13 buçuk aydan beri, bizim kan kusan çocuklarımız” diye isyan ediyordu. Bu arada, dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan”da kendisine bir türlü söz vermeyen Mahkeme Başkanı”na; “İdam istenilen bir davada kendimi müdafaa etmeyem mi” diye soruyordu.

MAHKEME BAŞKANI SALİM BAŞOL”UN KULLANDIĞI İFADELERDEN Yassıada duruşmaları sırasında, Mahkeme Başkanı Salim Başol”un kullandığı ifadelerden bazıları örnek olması bakımından şöyle sıralanmakta efendim: • Yapmazsan yapma. Gelmiş buraya tomarlarca müdafaa yapıyor (Bakan Hadi Hüsman”a) • Yapamazsan ne yapalım? Yapan yapar. (Fatin Rüştü Zorlu”ya) • Daima böyle lüzumsuz şeyler söylersiniz zaten. (Menderes”in avukatı Burhan Apaydın”a) 190 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

• Bu söylediğiniz sözler yetersiz. Sizin tahsiliniz ne? (Milletvekili Kadir Kocaeli”ne) • Manasını anlamadığım cümleleri sarf etmenden belli. (Milletvekili Kadir Kocaeli”ne) • Sizi susturmak için başka ne yapmalı? (Adnan Menderes”in avukatı Talat Asal”a) • Siz doğru söylemiyorsunuz. (Şahitlere) • Kafi. Susmazsanız sustururum. (Bakan Zeki Eratman”a) • Oturun yerinize.( Bakan Zeki Eratman”a) • Eğer ben kesin deyince kesmezseniz kestirmesini bilirim. (Adnan Menderes”e) • Bunları bırakın, zorlamayın kendinizi. (Adnan Menderes”e) • Öyle değil, öyle değil, öyle değil. Otur yerine! (Milletvekili Hüseyin Fırat”a) • Sen yalancı şahide benziyorsun. Anlat bakalım neymiş? (Bir şahide) • Öyle şey olmaz, kısa kes , az konuş! (Bakan Hasan Polatkan”a) • Ya p ma, okundu, anlamadınız mı? (Adnan Menderes”e) • L ü zumsuz laflar bunlar,, buyurun hadi. ( Mi l l e t vek i l i Rüknettin Nasuhioğlu müdafiine) • Bizim burada boş laf dinleyecek vaktimiz yok başka. (Adnan Menderes”e) • Kendi çiftliğinizin ve kendi maaşınızın peşinden koşmayı bilirsiniz. (Adnan Menderes”e) • Sizi on beş dakikadan fazla dinleyemeyiz. (Bakan Hasan Polatkan”a) • Ben ömrümde yalan söylemedim demek müdafaa değildir. Bunlar asılsız sözlerdir. (Bakan Hamdi Ongun”a) ( K-Bkz Erdal Şen, Zaman G. 07.09.2006) * Onlar nerde, bilmiyorum! Yassıada kararlarıyla, idam edilenlerse, milletin gönlünde. Aradan bunca yıl geçti. Yassıada mahkemeleri, işleyiş biçimiyle, sonuçlarıyla, tarihteki yerini aldı. suçsuz yere bu millete, bu devlete hizmet etmiş pırıl pırıl insanlar asıldı. O gün için, Milli Birlik Komitesi üyeleri güç kullanarak, yanlışlarıyla, doğruları saptırarak milletin yanında gibi görünebildiler... Ama yıllar sonra ne oldu? Şimdi onlar nerede, neredeler? Kimse bilmiyor. Ama, Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Hasan Polatkan gibi memleket evlatları, milletin gönlündeki yerlerinde yaşıyorlar. Hele 49 yıl sonra, Yassıada Mahkemelerinin belgeleri kamuoyuna açıklanınca, Cemal Gürsel”in Menderes”e yazdığı mektuptaki övücü, methedici maddelerin çıkarılıp, sadece uyarı bölümlerini kamuoyuna açıklayınca, başları göğe değdi o günkü Milli Birlik Komitesi üyelerinin sanki... Öyle zannettiler... Ama öyle değildi, öyle değilmiş. Zaman gazetesinin 4,5,6,7 ve 9 Eylül tarihli sayılarında Politika Muhabiri Erdal Şen imzasıyla kamuoyuna açıklanan, Yassıada tutanaklarıyla ilgili yorumlardan sonra şu soru ortaya konuldu: “Onlar şimdi nerede, nerelerde bilmiyoruz. Yassıada kararlarıyla idam edilenlerse, milletin gönlünde” cevabı verildi. Bu yayından sonra, saptırmalar oldu. Bunlardan bazı bölümler, aktarmalar alalım buyrun: • Mektubun ortaya çıkması en büyük arzumdu. Mektubun 27 Mayıs”tan sonra değiştirildiği birinci derece tanıkların beyanlarıyla biliniyordu. (Aydın Menderes) • Yassıada belgeleri, Türkiye”nin telekulakla 56 yıl önce tanıştığını ortaya çıkardı. DP iktidara gelince Menderes”i dinlemek için PTT bünyesinde özel birim oluşturulmuş. • Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur”an-ı Kerim basmak için Almanya”ya matbaa sipariş etti. Prova baskıları beğenildi. Bu girişim, darbeden sonra Menderes aleyhine kullanıldı. Kur”an sayfaları dava dosyasına girdi. • Yassıada siyasilere karşı acımasızca davranan, ağır sözler sarf ederek, “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” sözleriyle, tarihin kara sayfalarındaki yerini aldı. • Yassıada mahkemeleri, hem kuruluşu, hem yargılama biçimi, hem de kararların verilişi açısından incelendi-

ğinde adil yargılama biçimi, hem de kararların verilişi açısından incelendiğinde adil yargılama ilkesinin açık bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. (Sami Selçuk), • Bir güce bağlı olan, özel olarak kurulan ve önyargılı şekilde hareket eden bir organa mahkeme denemez (Ümit Kardaş), • Soru sormamı müsaade etmedi Başol. “Soracağım, sormayacaksın” tartışmasından sonra beni dışarı attı mahkeme başkanı. Ertesi gün beni “ askerlik yapmadı” diye askere aldılar. Halbuki ben askerliğimi 31. Piyade Alayı”nda yedek subay olarak yapmıştım (Talat Asal), • 27 Mayıs”ı silahlı kuvvetler değil, silahlı subaylar yaptı. Beş bin subayı emekliye sevk ettiler. Bir iç hesaplaşma gerçekleştirdiler aslında (Hüsamettin Cindoruk) • Mektuptan üç satırın çıkartılmış olduğunu ve bunların çok önemli cümleler olduğunu gördük. Gerçekten tarihi öğrenmeden gidiyoruz demek ki! (Çetin Altan) • Bu baskı sadece mahkemelere has bir durum da değildi. Darbeden çok sonraları bile bu olumsuz hava herkes tesir etti. (Sadettin Bilgiç) Evet, tekrar soruyoruz: Darbeyi yapanlar, idam kararlarını verip, uygulayanlar şimdi nerelerdesiniz? Ama aşağıladığınız, idam edilmesinden memnun olduğunuz vatan evlatları, şimdi Türk milletinin kalbinde yaşıyorlar. Yaşamaya devam edecekler... KAYNAKLAR: 1- Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü-Arşivleri-Ankara. 2- Erdal Şen ( Zaman Gazetesi, 4,5,6,7,9 Eylül 2006-Ankara)

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 191


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ortada Bir Kansızlık Var Ama...

İHTİLAL DEĞİL... DARBE! TSK’YA İFTİRADIR... CUNTA, ÇETE! KANSIZ MI?... BUNA KARGALAR GÜLER! MİLLETİME NAMLU ÇEVRİLDİ... NE ZAFERİ BE! 192 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Ahmet Şerif BAYINDIR


e d ’ P H C n ı r a l n a m ü l Müs

Herkes için olduğu gibi, benim için de Müslüman’ım diyen herkes Müslüman’dır. Bunun yanı sıra şu da bir gerçektir ki, bazı Müslümanlar diğerlerinden daha dindar daha mütedeyyin ve ibadetlerine diğerlerine göre daha düşkündürler. Bu da herkesin kabul ettiği bir gerçek olup dinimizde Müslüman kelimesi ittifakla daha dindar ve ibadetlerine daha riayetkar Müslümanları kastetmek için kullanılmaktadır. Ülkemizde bu tür Müslümanların sayısının pek çok olduğu, siyaset ve seçimlerde gayet önemli bir rol oynadığı da herkesin malumudur. Ancak anlaşılan odur ki, CHP için bu böyle değildir ya da böyle olmasının hiçbir önemi yoktur. Türkiye’de mütedeyyin, dindar ve ibadetlerine riayetkar büyük bir kesimin var olmasının hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Ya da CHP’nin umurunda değildir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin seçim bildirgesini 22 Nisan Cuma günü tam da cuma saatinde okuması her kesimden insan tarafından kınandı. Demek ki CHP mesajının dindar insanlara ulaşmasını düşünmüyor. Yoksa Kılıçdaroğlu seçim bildirgesini bütün TV kanallarında bir saat önce veya bir saat sonra okuyabilirdi.

CHP mazereti kendinden büyük olacak büyük bir kabahat işlemiştir. Gerçi bu yaptığına bir mazeret arayıp aramayacağını da bilmiyoruz. Bir mazeret arasa ne diyecektir ki? Açıklamanın cuma namazı saatine rast geldiğini fark edememişiz mi diyecektir? Koskoca CHP Genel Merkezi’nde bunu hatırlayıp, hatırlatacak acaba Allah’ın bir kulu yok mudur?

k o Y Adı

CHP’nin değiştik, değişiyoruz sözlerinin ne kadar boş olduğu ortaya çıkmıştır. “Kırk yıllık Yani, olur mu Kani” deyimi, bir kere daha gerçeklik kazanmıştır. Taşıma suyuyla değirmenin dönmeyeceği belli olmuştur.

Bir hususu daha kişisel kanaatim olarak ekleyeyim. Deniz Baykal genel başkan olsaydı böyle bir ayıbı işlemezdi. Bu büyük ayıp Kılıçdaroğlu ve CHP’yi seçime kadar da seçimden sonra da takip edecektir. HUTBE İLE İLGİLİ KISA BİR NOT: Hanefi mezhebine göre cuma hutbesi ittifakla her dilde okunabilir. Bu itibarla son zamanlarda cuma namazını ayrı bir cemaat teşkil edip Kürtçe hutbeyle kılınmasında Hanefi mezhebi açısından dine karşı hiçbir aykırılık yoktur. Ancak Kürt kardeşlerimizin büyük bir ekseriyetinin, hele Diyarbakır’da yaşayanların Şafi mezhebinden olduğunu biliyoruz. Hatta buralardaki camilerde cuma namazının kılınmasında hutbe dışındaki Hanefi ve Şafi mezhebi arasındaki farklılıklarına riayet edilmiştir. Söz gelimi Diyarbakır Ulu Cami’de cemaatin bir kısmı Hanefi mezhebinin uygun gördüğü şekilde cuma namazını eda ederken, aynı zamanda Şafi vatandaşlarımız da bu husustaki Şafi mezhebinin kabul ettiği esaslara uymuşlardır. Bu uygulama hep böyle devam etmektedir. Sivil itaatsizlik adına Kürtçe cuma hutbesiyle namaz kılan kardeşlerimizin hangi mezhepten olduğunu bilmiyoruz. Eğer Hanefilerse bu şekilde yapmalarının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Ancak eğer Şafi mezhebine mensupsalar o zaman başvurdukları bu sivil itaatsizliğin Kürtçe hutbe okuyarak değil, Hutbeyi Arapça okuyarak yani Şafi mezhebini istediğine uyarak yerine getirmeleri gerekir. Bizimkisi sadece bir hatırlatmadır. Doğruyu ise sadece Allah (C.C) bilir ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 193


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Rahmetli Menderes Abdülmenafoğullarındandır!...

Ecz. Mehmet GEBENÇ Yazı başlığındaki söz Aydın ilimizin Buharkent ilçesinde yaşamış, 9 Temmuz 2002 tarihinde 105 yaşında Hakk’a yürümüş, Bediüzzaman Hazretlerine büyük sevgi besleyen, manevi derecesi çok çok yüksek Mübarek Ayşe Teyze’mize aittir. Merhum Adnan Menderes’in Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in soyu olan Abdülmenafoğulların’dan olduğunu (bu soy zincirinde Adnan ismi vardır) Medine’den önce Konya’ya daha sonra Aydın ilimize geldiklerini Mübarek Ayşe Teyze ifade etmişlerdi. Ayrıca Mübarek Ayşe Teyze merhum Menderes’in “Türkiye’deki şehitlerimizin başı” olduğunu da ifade etmişti. Sağlığında kendisini ziyaret eden kişilerin rahmetli Adnan Menderes’i sevip sevmediğini bilen Mübarek Ayşe Teyze rahmetli Menderes’i sevmeyenlere sıcak davranmaz ve bir an önce ziyareti sonlandırmalarını isterdi. Bu konuda yaşanmış birçok anekdotlar vardır. Mübarek Ayşe Teyze rahmetli Menderes’in naaşının idam sehpasından indirildiği andan itibaren dedesi Hz.İbrahim(a.s) tarafından “Aramıza hoşgeldin” sözleri ile karşılandığını, uzun bir yolun sağına soluna dizil194 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

miş milyonlarca akrabası tarafından kaside ve ilahilerle karşılandığını (hatta o kaside ve ilahileri de terennüm etmişti ancak biz hazırlıksız yakalandık ve ses-görüntü kaydını alamadık) rahmetli Adnan Menderes’in katıksız şehit olduğunu ifade ettiler. Mübarek Ayşe Teyze’nin anlattığı ve bizim sorarak cevap aldığımız birçok olay ve konu da manevi alemin de aktif ve dinamik olarak ve boşluk bırakmadan görevlerini noksansız yürüttüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Tarihe not düşülmesi açısından bir konuya kısaca değinelim. Sayın Recep Tayip Erdoğan Bey, İstanbul’da Ben de 20 Ekim 1991 seçimlerinde Aydın Milletvekili adayı olmuştum. 6 Haziran 1992’de Nazilli Belediye Başkan Adayı olmuştum. Sayın Recep Tayip ERDOĞAN Bey, Pınarhisar cezaevinde misafir(!) iken Mübarek Ayşe Teyze’ye sorduk “Sayın Recep Tayip Erdoğan Bey ile ilgili bir şeyler söyleyebilir misiniz?” Mübarek Ayşe Teyze kısa bir tefekkürden sonra şunları söyledi: “İsmini söylediğiniz kişi Adnan Menderes gibi gelecek, imanı ve iyi niyeti çok kuvvetli” deyince biz sorduk “Nereye gelecek Ayşe Teyze?” Ayşe Teyze anında cevapladı: “Merhum Adnan Menderes nereye geldiyse oraya gelecek” dedi. Yani Recep Tayyip Erdoğan Bey’in Başbakan olacağını daha o zaman bildirdi ve Mübarek Ayşe Teyze devam etti: “Ancak içeriden ve dışarıdan rahat bırakmayacaklar” dedi. Mübarek Ayşe Teyze konuyu değiştirip başka mevzulara girince başka soracağımız soruları soramadık. Bir başka günkü ziyaretimizde 1960 darbesinde DP’nin ileri gelenlerinden olan ve cezaevleri ağzına kadar dolduğu için Fatih İlkokulu’nda yatan rahmetli Babamı sordum. Rahmetli Babamı bana öyle tarif ettiler ki hayretten sordum: “Mübarek Ayşe Teyze siz rahmetli Babamı sağlığında hiç gördünüz mü?” cevaben “Rahmetli Babanızı sağlığında hiç görmedim ancak şu anda rahmetli Menderes, rahmetli Babanız yemyeşil bir yerde her tarafı ağaç ve pınarlarla dolu bir yerde beraberler ve sohbet ediyorlar” deyince “Kişi sevdiği ile beraberdir” Hadis-i Şerifini hatırladım. Rahmetli Menderes’in katıksız şehit olduğunu (Çanakkale ve diğer cephelerde ki şehitlerimiz dahil hepsinin başı) olduğunu Mübarek Ayşe Teyze’den duyduk. Demokrasi şehidi ifadesi çok sığ kalan şehit Adnan Menderes’ten bahsederken kutsal değerlere olan hassasiyetinden örnekler vermeden geçemeyiz. Öncelikle Ezan-ı Muhammedi’nin (s.a.v.) tekrar aslına döndürülmesi (o devrin şartlarında) başlı başına kutsal değerlere saygısının en belirgin ifadesidir. 2013 yılında bile başörtüsü meselesinin çözümünde iyi niyetli sayın Başbakanımızın ne kadar zorlandığı göz önüne alındığında (Mübarek Ayşe Teyze’nin kerametidir) o devirde (dün-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU yaya kapalı toplumda) Ezan’ın aslına döndürülmesinin ne anlama geldiğini sizler düşününüz. (açık oy gizli tasnif; açık oy kaçık tasnif vb. saçmalıklar) 1970’li yıllarda Ankara’da öğrenci iken bir mekanda oturuyor sohbet ediyorduk. O mekana merhum gazeteci Ziyad Ebuziya da geldi. Tanışma faslında benim Aydınlı olduğumu öğrenince merhum Adnan Menderes’in kutsal değerlere olan bağlılığını vurgulamak için bir anısını anlattı: Birgün Başbakan Menderes benimle özel görüşmek istedi, bir mekanda görüştük. Çok sıkıntılı ve dertliydi. “Sayın Başbakanımız sizi böyle üzen şey nedir?” diye sorduğumda Başbakan “İki aydır üstümde yoğun bir baskı var. Topkapı’daki Kutsal Emanetler’in bir gemiye doldurarak Amerika’ya gönderilmesi isteniliyor” dedi. Sayın Başbakanımıza “Canınızı sıkan, sizi üzen konu bu ise iki gün sonra bu problemi çözüldü biliniz” deyince merhum Başbakanımızın heyecandan gözleri parladı ve “Nasıl çözüm üreteceksiniz?” diye merakla sordu. Ben de “Sayın Başbakanım iki gün sonra öğrenirsiniz” dedim ve bir gazetede “Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler’in Amerika’ya gideceğini öğrenen Rusya bu gemiyi batırmak üzere iki denizaltını harekete geçirdi!...” başlıklı haber yaparak bütün büyükelçiliklere ve yabancı misyon şeflerine gönderdik. Ortalık toz duman oldu ve karıştı. Konuyu bir daha kimse gündeme taşıyamadı. Gazeteci Ziyad Ebuziya 27 Mayıs 1994 tarihinde vefat ederek 27 Mayıs 1960 tarihinde bir darbe ile zulme uğrayan merhum Adnan Menderes ile kadim arkadaşlığını sürdürmüş oldu. Kutsal Emanetler’e olan hizmetlerinden dolayı her 2 vatan evladına milletimiz adına en içten şükranlarımızı arz ediyoruz. Mekanları cennet olsun. Peygamber Efendimiz’e(s.a.v.) sevenleriyle birlikte komşu olsunlar inşallah. Her devirde olaylara farklı bakabilen insanlar vardır. Önemli olan bu insanların bilgi ve birikimlerinden faydalanabilmektir. Rahmetli Adnan Menderes o kıt imkanlar ile bunu en iyi yapan ender insanlardandı. Rahmetli şehit Adnan Menderes’i öyle birkaç yazı ve resim ile anlatmak mümkün değildir. Yazılanlar ve söylenenler ile yazılacak ve söylenecek olanlar okyanusta bir damladır. Türkiye’deki şehitlerin başı olan merhum Adnan Menderes’i saygıyla anıyoruz. Bu vesile ile Sayın Başbakanımız’dan ve TRT’den Sorumlu Devlet Bakanımız ve Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç Abimizden şehit merhum Adnan Menderes’in TRT arşivlerindeki gün yüzüne çıkmamış ses ve görüntülerinin kamoyunun bilgisine sunulması hizmetine değerli katkılarını sabırsızlıkla bekliyoruz. Vatanımı ve milletimi seviyorum diyen her vatandaşımız yaşadığı sıkıntıları, yanlışlıkları düzeltmeye hazır bekleyen üç Cumhuriyet Altınımıza (Sayın Cumhurbaşkanımız’a, Sayın Başbakanımız’a, Sayın Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç Abimize) Sayın

TBMM Başkanımıza, Sayın Bakanlarımıza ve Sayın Milletvekillerimize usulüne uygun olarak çözüm önerileriyle birlikte iletmelidir. Milletvekillerimiz her ay en az bir projeyi Sayın Başbakanımız’a arz etmelidir. Böylece “İnsanı yüceltelim ki devlet yücelsin, insanı rahatlatalım ki devlet rahatlasın” tavsiyesi yerine gelmiş olsun. Üç Cumhuriyet Altınımız ve ekibi gece gündüz sistemi iyiliğe-güzelliğe-doğruluğa yüceltelim diye uğraşırlarken hiç kimse ibreyi tersine çevirmeye uğraşmamalıdır. Rahmetli babam ilkokul mezunu olduğu halde DP Milletvekillerinden daha fazla(onlarca) projeyi merhum Adnan Menderes ile paylaşmıştır. İnsanımızı ve devletimizi rahatlatan her projenin birer sadakay-ı cariye olduğunu unutmayalım. İnsanlar; karizmaya sadece saygı duyarlar. Samimiyetin arkasından giderler. Merhum Adnan Menderes’i yok edeceğini zannedenler yok olup gittiler; samimi olan merhum Adnan Menderes’in arkasından insanlar hala gitmektedirler. Unutmamaktadırlar. Sağlıcakla kalınız. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 195


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yörüklerin Gururu Başvekil Adnan Menderes

Bekir AYGÜL Cumhuriyet Tarihimizde yeni bir çığır açarak milletimize ışık kaynağı olmuş, Yörüklerin gururu Başvekil Adnan Menderes, şehit olmasının üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen milletimiz tarafından unutulmamış, sevgisi, saygısı artarak devam edegelmiştir. Cumhuriyetimiz yaşadıkça, milletimiz var oldukça bu sevgi bitmeyecektir. Başvekil Adnan Menderes’in Yörük karakterinin getirdiği din, vatan, millet aşkı ve mücadeleci kimliği, öğrencilik yıllarında misyonerlik faaliyetlerini görüp onlara savaş açmasıyla kendini gösterir. Bu özellikleri, vatanı işgale yeltenen emperyalist güçlere karşı Aydın’da Ayyıldız çetesini kurarak vatan savunmasında önemli hizmetlerde bulunması ile olgunlaşır. Kurtuluş savaşı ona istiklal madalyası getirir ve Gazilik unvanı ile şereflenir. Siyasi arenaya girip, kendini milletine kurban olarak adamasıyla da doruklara çıkar. Bir daha o doruktan hiç inmeyerek, gelecek kuşaklara güzel bir örnek olarak tarihin altın sahifelerinde yerini alır. Adnan Menderes’in siyasi arenaya girdiği sıralarda iç ve dış konjoktürel yapının müsait olması ile ülkemizde çok partili siyasi hayata adım atıldı. Akabinde Türk ve İslam coğrafyasının alışık olmadığı bir şekilde Adnan Menderes’in başını çektiği muhalefet partisi demokratik seçimlerle ve halkın özgür iradesiyle iktidara geldi. Bu iktidara geliş ülkemizde yerleşik yönetim anlayışı zihniyetini; halkı horlayan, dayatmacı, despot yapıyı allak bullak etti. Yerleşik düzenin bürokratik eliti, Demokrat Parti’nin iktidara gelişini bir karşı devrim olarak algıladı. DP üzerinden demokrasiye geçilmesi siyasi açıdan hazmedi196 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

lemedi. Halkın özgür iradesiyle iktidarın değişmesine rağmen siyasi elit, çiftçi ve kasaba toplumu görünümündeki halkın vatandaş olma bilincinden yoksun, seçme yeterliliği olmayan sosyal bir kitle olduğunu düşünüyordu. Demokrat Parti iktidarı ise ülkemizin ufkunu, milletimizin gözünü, gönlünü açtı. Bu dönemde, geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde demokratikleşme sağlandı ve özgürlük alanları genişledi; edebiyatta, sanatta, müzikte, sinemada yepyeni kapıların açılmasına vesile oldu. Sessiz kalabalıklar, sahipsiz kitleler milli egemenliği hissetti ve yönetimde söz sahibi oldu. Aynı zamanda, dış politikada bilinen kalıpların dışına çıkılarak dinamik bir dış politika izlendi, cesur adımlar atıldı. Alt yapı hizmetleri ve sanayi yatırımları ile ülke baştan sona mamur hale getirilmeye çalışıldı. Ağır sanayiye ağırlık verildi. Ülkede yirmi bir adet baraj, Onlarca şeker, çimento, dokuma fabrikası yapıldı. Yol, içme suyu, elektrik konularında önemli mesafeler kat edildi. Tarımda modernleşme çalışmaları kapsamında Türk Traktör Fabrikası kuruldu. Toprak Mahsulleri Ofisi aracılığıyla üreticiye tohumluklar dağıtılmaya başlandı. Toprakta verimi artırmak için kurulan Azot sanayi sayesinde çiftçi ilk defa kimyevi gübre ile tanıştı. Milyonlarca hektar bataklık kurutuldu. Yerli halka dağıtılan toprak alanları onaltı milyon dönümü aştı. Kendi toprağını işleyen ailelerin sayısı iki milyondan üç milyona yükseldi. Kümes hayvanlarından bal üretimine kadar tarımın her sahasında sıçrama yaşandı Türkiye’nin büyük projelerinden olan GAP’ın ilk temeli atıldı. Ülkeye Et ve Balık Kurumu, DSİ, Vakıflar Bankası, THY, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı vb birçok yeni kurumlar kazandırıldı. İlk yerli lokomotif de bu dönemde yapıldı. ODTÜ, Ege Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, GATA açıldı. Okur-yazarlık oranı yüzde otuzlardan yüzde kırklara çıktı. İşçiler ilk kez sendikal haklara kavuştu. Hafta tatili, yıllık tatil, asgari ücret içtimai hayata dahil oldu. Sağlık alanına da özel bir önem verildi. Ülkemizin gördüğü en yüksek büyüme oranlarına ulaşıldı. Türkiye ekonomisi yıllık ortalama yüzde yedi büyüdü. Ülkede bu hizmetler yapılırken, demokrasi kurum ve kurallarıyla yerleşmeye başlamışken, Demokrat Parti iktidarı ile etkinliği kaybolmuş olan bürokratik elit, durumdan vazife çıkararak 27 Mayıs 1960 da darbeyle iktidarı ele geçirdi. Tevkif edilen Adnan Menderes ve arkadaşları hukuk gasp edilerek Yassıada’da katledildiler. Yapılan zulümleri ise milletimiz hiçbir zaman affetmedi. İdam edilenlere, demokrasi şehidi unvanını verdi. Bir darbeyle iktidar değişikliği yaşayan ülkede başka bir devire çığır açıldı. Demokrasi sık sık kesintiye uğradı. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Menderes ve arkadaşları unutulmadı. Halkımızın gönlünde taht kurarak yaşamaya devam ettiler. Ruhları şad olsun.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Devrim’in Arabası Yolda Kaldı Abdullah YAŞAR Son günlerin dikkat çeken yerli yapımlarından ‘Devrim Arabaları’ filminde bir yandan tamamı Türk mühendislerden oluşan bir ekip Türkiye’nin ilk otomobilini yapmaya çalışırken öte yandan onlarla aynı zamanda devrin iktidarı da Yassıada’da dünya tarihinde eşi görülmedik bir biçimde yargılanıyorlar. Devrim Arabaları’nın yani ilk Türk otomobillerinin yapımına başlanmasını talimatını bizzat dönemin MBK (Milli Birlik Komitesi) Başkanı Cemal Gürsel veriyordu filmde. Yani Menderes ve arkadaşlarının meşru iktidarını devirenlerin İzmir’deki evinden alelacele Ankara’ya getirtip memleketin başına koydukları emekli General Cemal Gürsel. Cemal Gürsel’in bu ilk yerli otomobil talimatına neden olarak ise dünyada yankılanan ‘Türkler bu işleri beceremez’ sözleri gösterilmiş. Filmde Gürsel’in ‘bu işler bize göre değil, bu sevdadan vazgeçelim’ diyen etrafındakilere ‘biz aslında devrimi zihinlerde yapmalıymışız’ diyerek tarihe not düştüğü anlatılıyor. Oysa ne garip değil mi? Bu sözleri söyleyen şahıs, milletin iktidara getirdiği, on yıl gibi kısa bir sürede memleketi imar eden, yaptıkları icraatlarla bütün dünyanın ilgisini çeken kısacası asıl devrimi gerçekleştiren Adnan Menderes hükümetini deviren darbecilerin başında olarak bunu söylüyordu. Aynı Gürsel, Devrim adı verilen ilk yerli otomobillerin Türk milletinin gurur kaynağı olacağını da sözlerine ekliyor. Öyle bir ülke düşünün ki, Cumhurbaşkanından tutun Genelkurmay Başkanına, Başbakanından tutun Milletvekillerine kadar neredeyse tüm iktidarını sudan sebeplerle, münferit, yalan dolan hadiselerle bir adaya hapsetmiş insanlık dışı muamelerle yargılarken, diğer yanda onları -yani kendi insanlarının seçtiklerini- devirenler yine kendi insanlarının gururunu düşünerek yerli otomobil üretmeye çalışıyorlar. Elbette böyle bir ülkenin Türkiye olması çok hüzün verici. Hüzün verici olduğu kadar da düşündürücü. Oysa o günlerde bütün dünya bizim kendi otomobilimizi yapıp yapamayacağımızdan çok bizim kendi kendimizi yönetemediğimizi konuşuyordu. Bu ne aldanmışlıktır ki, meşru iktidarı devirerek tüm dünyada imajımızı yok edip gururumuzu incitenler, sözümona yerli otomobil yaparak dünyadaki imajımızı düzelteceklerini, gurumuzu yükselteceklerini sanıyorlardı. ‘Devrim’in arabası dışarıda yapılıyordu belki ama kendisi Yassıada’da hapisteydi. Oysa Menderes ve arkadaşları kısa sürede ne devrim’ler yapmışlardı. İktidarlarının henüz 3.yılında yani 1953 yılında Türkiye, dünyanın sayılı hububat üreticisi ülkelerinden biri konumuna gelmişti. Demokrat Parti iktidarı altyapı yatırımlarına ve karayolu ulaşımına büyük önem vermişti. Şimdilerde trafiği rahatlatmaya yetmeyen 4 şerit geliş-gidişli Vatan Caddesi’ni yaptırırken ‘buraya uçak mı indireceksin’ diye dalga bile geçmişlerdi. Menderes önce yerli otomobilin geçeceği yolları yapması gerektiğini biliyordu. Sadece yollar mı; 1950’ye kadar elektrik üretimi son derece düşük düzeyde olan Türkiye, on yıl zarfında büyük atılımlar yaptı. 1950’de devlet bütçesinden yatırımlara sadece 260 milyon TL ayrılabilmiş iken, 1960’ta bu

miktar 2 milyar 260 milyon TL’ye çıkıyordu. Yatırım hacmindeki bu artışlar doğal olarak millî gelire doğrudan yansıyor, Gayri Safi Millî Hâsıla 1950 yılında 10 milyon TL iken 1960’ta beş misli artarak 50 milyon TL’ye yaklaşıyordu. Ama bütün bunları yapanlar münferit gösterilerle, gazetelerin yalan dolan dolu beyanatlarıyla, bu ülkenin kalkınmasını, ayağa kalkmasını istemeyenlerin üstün gayretleriyle apar topar bir adaya kapatılıyordu. Filmdeki mühendislerden birinin de söylediği gibi “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmıyordu”. Belki o darbeyi yapmasalardı, bugün sadece kendi otomobilimizi değil kendi uçağımızı da yapıyor olacaktık. Çünkü 1960 yılında kendisinden işçi isteyen Alman Başbakanı’na “Bekleyin, birkaç yıl sonra biz sizden işçi isteyeceğiz” diyordu Başbakan Menderes. Ama aynı Menderes’i; son sözleri milletine saadetler dilemek olan yılların Başbakanını güpegündüz idam ediyorlardı yerli otomobil peşinde koşanlar. Hasta kendi doktorunu öldürüyor, hastalığına tek başına çare aramaya çalışıyordu. “Memlekete huzur getireceğiz” diyerek işbirlikçileriyle darbe yapan ve bunu devrim sayarak bayram havası estiren diğer bir deyişle yabancıların darbesini yapıp, yerli otomobil hayali peşinde koşanlar Türkiye’yi tam yirmi sene boyunca toparlayamadılar. 3–5 öğrenci hareketiyle hükümet devirenler 3–5 milyon öğrencinin hayatıyla oynamaktan çekinmediler. Menderes’ten sonra değil araba üretmek memlekete bir çivi bile çakamadan ikinci darbeye yol açtılar. Üstelik yaptıkları devrim kendi evlatlarını çoktan yemişti bile. Filmin sonunda ne mi oldu? Devrim Arabaları, ‘Cemal Ağa’nın huzuruna çıktılar ve çok gidemeden yolda kaldılar. Tıpkı Cemal Ağa’ların ‘devrim’i gibi…

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 197


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes Döneminde Kalkınma “YETER, SÖZ MİLLETİNDİR!” ÇERÇEVESİNDE lığı dönemine rastlamaktadır. Nitekim; siyasi ve askeri başarıları yeterli görmeyen, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, savaştan çıkmış bir ulusun bu ihtiyacını dikkate alarak, İzmir İktisat Kongresi de denilen 1. İktisat Kongresini, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde toplamıştır. O zaman; sanayici, tüccar, çiftçi ve işçi kesiminden temsilcilerden oluşan 1,135 delege ile toplanan kongrenin açılış konuşmasında Atatürk, bunu, şu sözlerle vurguluyordu: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner. Bu kuvvetli ve parlak zaferimizi de taçlandıracak olan bayındırlık yolunda sonuç alabilmek için, ekonomik egemenliğimizin sağlanması ve güçlendirilmesi gerekir.” Hatta; Kongreyi müteakiben, 28 Mayıs 1927’de Sanayi Teşvik Kanunu çıkartılarak özel sektör eliyle kalkınmaya önemli teşvikler getirilmiştir. Ancak; bu Yasa, 15 yıl süreyle yürürlükte kalmış ve liberal ekonomik politikalar ancak 1930 yılına kadar uygulanmıştır. Bunun arkasındaki nedenler; özel girişimcilerin elinde yeterli sermaye bulunmaması gibi, mali ve teknik bilgi yetersizliği ve uluslararası mali işlerde deneyimsizliği olduğu kadar, 1929 Büyük Ekonomik Bunalımının devletçiliği körüklemesi de etkili olmuştur.

Adnan Menderes’in hayatındaki ipuçları

Ömer Burak ALACAOĞULLARI Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi

Kalkınma nitel, büyüme nicel kavramdır Kimi zaman kalkınma, kimi zaman gelişme olarak adlandırılan kavram, ekonomik büyümeden farklıdır. Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında artış olmasıdır ve para yaratımında artış olmasına bağlıdır. Yani bir ülkenin ekonomik büyümesi, ülkenin fert başına Gayrı Safi Milli Hasılası’nın (GSMH) reel olarak artması anlamına gelmektedir. Burada söz konusu olan temel veriler; üretimin unsurları olan sermaye, işgücü, toprak (doğal kaynaklar) ve teknolojiye dayalı nicel bir oranı temsil etmektedir. Ancak; ekonomik gelişme ve kalkınma kavramları, uzun süre içinde milli gelirdeki artışla birlikte, ekonomik yapıda sanayi ve hizmetler sektörü lehine değişmeleri, sosyal ve kültürel alanlardaki gelişmeler gibi nitel unsurları içerir.

Adnan Menderes’e kadar kalkınma politikalarına verilen önem ve öncelik Gerçi; savaştan çıkmış fakir, fakir olduğu kadar genç, girişimci ve üretken nüfustan yoksun bir Türkiye’nin ihtiyacı olan ilk kalkınma hamleleri, Adnan Menderes’in Başbakan198 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’in hayatındaki ipuçlarını incelerken, kendisinin 17 Eylül 1961’de idamını müteakip hazırlanan en güncel olduğu kadar en ayrıntılı biyografisi niteliği taşıyan Şevket Süreyya Aydemir’in 1969 yılında Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan kitabında, Menderes’in hayatı üç bölüme ayrılmaktadır (Menderes’in Dramı, 1969, s.60). İlk bölüm, doğuşundan, İstiklal savası sona erip de Çakırbeyli çiftliğine ikinci defa dönüşüne kadar olan safhadır ki Adnan Menderes geçirdiği dört büyük ve ölümcül hastalığı da hayatının bu evresinde tecrübe eder. İkinci bölüm, Menderes’in toprağa dönüş serüvenidir. 1922 ile 1930 arasını kapsar ve sekiz sene sürer. Üçüncü bölüm ise politika devridir. “Politikacı Menderes” Bu dönem; Şevket Süreyya Aydemir’e göre, ne bir zafer be de bir mucizedir, çünkü zafer olmak için hesap ve muvazene; mucize olmak için de devam unsurundan yoksundur. Bu itibarla; Menderes, özellikle Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) siyaset yaparak bu alanda da deneyim kazanmıştır. Ayrıca; o, hep halkın ve milletin yanında durmuş ve onların desteğine dayanmıştır ve 7 Aralık 1945’te, CHP’den birlikte ihraç edildikleri arkadaşları Celâl Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan ile Demokrat Parti’yi (DP) kurmuştur. Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun ifade ettiği gibi: “Merhum Menderes yıllardır tek parti ve tek tipleştirme politikalarının cenderesinde ezilen halk iradesini iktidara taşırken “Yeter! Söz Milletindir” sloganını rehber edinmiştir.” Bu slogan; demokrat bir mesaj taşırken, aynı zamanda özel sektör gi-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU rişimciliğine kadar yorumlanacak liberal iktisadi bir içeriğe de sahiptir. Dolayısıyla; 14 Mayıs 1950’de CHP’nin 27 yıllık iktidarı sona ermiş ve Menderes’in partisi (DP), Mecliste büyük çoğunluğa sahip olarak iktidar koltuğuna oturtmuştur. Bu çerçevede; Menderes, Başvekil olarak 51 yaşında yaptığı ilk konuşmasında şu sözleri söylemiştir: “Biz aynı partinin, birbirini takip eden hükümetlerinden değiliz. Millet iradesiyle iktidara gelen bir partiyiz. …Milli ve siyasi murakabeden mahrum bir iradenin çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların irtikabına, birçok israflara ve ifratlara yol açmıştır. ….Böylece ve zamanla, müdahaleci kapitalist, bürokratik ve inhisarcı bir devlet tipi ortaya çıkmıştır.” (Menderes’in Dramı, 1969, s.188)

Demokrat Parti İktidarı ve Kalkınma Stratejisi DP’nin 14 Mayıs 1950 yılında serbest seçimle iktidara gelmesi ve iktidarın milli iradeye uygun bir biçimde değişmesi, kalkınma stratejisinde ve uygulanan ekonomik politikalarda önemli değişikliklere ve her alanda ihtiyaçların had safhada olduğu Türkiye’de politikaları uygulamada Menderes’in elinin güçlenmesine neden olmuştur. DP iktidarının on yıllık döneminde GSMH, yılda ortalama %7,2 gibi yüksek bir hızla artmıştır. Ancak; bu artış yıllık ortalama %11,0 oranında enflasyon ile sağlanmıştır. Kalkınma hamlesi gözle görülür şekilde hissedilmiş, ekonomide dinamizm yaratılmış ve önemli ölçüde yapısal değişim sağlanmıştır. Öncelikle; nüfusun %90’ını teşkil eden köylü ve işçilerin refah düzeyi önemli ölçüde artmıştır. Memurların da refah düzeyi; 1950-1954 yılları arasında yükselmiş, ancak 1954 yılından itibaren hızlanan enflasyon bu kesimin milli gelirden aldığı payı nispi olarak azaltmıştır. Çok sayıda altyapı tesisleri kurularak ve yurdun dört bir yanında karayolları ağı genişletilerek tarım kesiminin, ekonomiye entegrasyonuna çalışılmış ve çok büyük orana sahip tarımsal nüfustan oluşan toplum sosyal bir dinamizm kazanmıştır. Özel kesim; önemli ölçüde sermaye birikimi sağlayarak, yeni teknolojilerle büyük ölçekli sanayi tesisleri kurmayı başarmıştır. Görüldüğü üzere; eğer DP iktidarı, fiyat istikrarını sağlayacak, yani enflasyonu önleyecek ve tarımda üretim artışıyla birlikte yerli sanayide de dış pazarlar araştırıp ihracatı geliştirecek mekanizmalara ve politikalara daha fazla ağırlık verseydi, 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin ekonomide kronik yapısal sorunlar yaşamasının önüne geçilebilirdi. Menderes’in uyguladığı kalkınma hamleleri konusunda, Prof. Dr. Orhan MORGİL hocamızın “Demokrat Parti’nin 1950-60 Döneminde Uyguladığı Kalkınma Politikaları çalışmasındaki1 şu temel açıklamalar ışık tutacaktır: “Esasen 1950 yılında serbest seçimle iktidarın değişmesinde uygulanan devletçilik politikasına tarım kesiminin ve işadamlarının gösterdiği tepkiler önemli bir rol oynamıştır. Demokrat Partinin uygulayacağı ekonomik politikaların geniş halk kitlelerinin refahını arttıracak bir yönde olması; demokratik seçimle kendi kaderine sahip çıkan Türk milletinin yeni iktidardan yaptığı taleplerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle; Demokrat Partinin uyguladığı iktisat politikaları ve kalkınma stratejisi, devletçi politika-

lardan çok farklı temellere dayanmıştır. Şimdi ana hatları ile Demokrat Parti iktidarının uygulamaya koyduğu kalkınma stratejisini ve iktisat politikalarını inceleyelim. Demokrat Parti, serbest piyasa ekonomisine ve özel sektörün gücüne dayanan bir kalkınma stratejisini esas almıştır. Günümüzde ortaya çıkan gelişmeler, Demokrat Partinin iktisadi kalkınma ile ilgili temel felsefesinin ne kadar doğru olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu yeni kalkınma stratejisinin hayata geçirilmesi için aşağıdaki tedbirler uygulamaya konmaya çalışılmıştır: a) Dış ticaret geniş ölçüde liberalize edilerek serbest dış ticaret politikasına geçilmiştir. b) Kambiyo rejimi önemli ölçüde serbestleştirilerek, Türk ekonomisinin giderek dünya ekonomisine açılması ve yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi sağlanmaya çalışılmıştır. c) Kaynak dağılımında fiyat mekanizmasına ağırlık verilmesine gayret edilmiştir. d) Madenler, ulaştırma ve enerji ile ilgili Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) dışındaki kuruluşların özelleştirilmesi ve böylece devletin iktisadi hayata doğrudan müdahalelerinin azaltılması amaçlanmıştır. e) 1950 yılında vergi tarihimizdeki en köklü vergi reformu yapılarak Türk ekonomisinde Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi uygulamaya kon-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 199


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

muştur. Ancak; nüfusun, o tarihte %80’nin yaşadığı ve gelir düzeyi çok düşük olan tarım kesimi, Gelir Vergisinden istisna edilmiştir. Yatırım Politikası değiştirilerek, devlet yatırımlarında önceliğin sanayi kesimi yerine tarım kesimine ve altyapı yatırımlarına verilmesi kararlaştırılmıştır. Tarımsal üretimin genişletilmesine ağırlık verilmesinin temel nedenlerini ise, kalkınma stratejisi açısından aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz. a) 1950 yılında tarım kesimi toplam istihdamın %80’ni ve GSMH’nın %52’ni sağlamaktaydı. Tarım kesiminde üretim ve gelir düzeyinin artırılması; sanayi ve hizmet kesimine talep yaratarak, bu kesimlerin gelişmesine imkân sağlayacaktır. Diğer taraftan; tarımsal üretimin artışı, sanayi kesimine ham madde teminine imkân verecektir. b) 1950 yılında ihracatın %86’sı tarım ürünlerinden sağlanmaktaydı. Tarımsal üretimin genişlemesi ihracatı arttıracak ve kalkınmanın dış finansmanına yardımcı olacaktır. Özellikle, sanayi yatırımları için gerekli yatırım mallarının ithalatı bu 200 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

şekilde mümkün olabilecektir. c) Devletçilik politikasının uygulanması ile bozulan gelir dağılımı düzeltilecek ve nüfusun %80’nin yaşadığı tarım kesiminde refah düzeyi arttırılmış olacaktır. 1950-60 arasında devlet yatırımlarının %50’nin tahsis edildiği altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesinin kalkınma stratejisi açısından dört temel nedeni vardır. a) Ekonomide tarım, sanayi ve hizmet kesimleri arasında tam bir entegrasyon sağlamak. b) Özellikle artan tarım ürünlerinin ihracatını sağlayarak, Türk ekonomisinin uluslararası ekonomi ile entegrasyonunu arttırmak. c) Altyapı tesislerini geliştirerek, özel yerli ve yabancı sermayenin sanayi kesiminde -özellikle imalat sanayi sektöründe- yatırım yapma imkânlarını genişletmek. d) Hızlanan nüfus artışı nedeniyle giderek genişleyen emek arzına, iş imkânları yaratmak. Türkiye’de 1950-60 döneminde ilk defa çok büyük ölçüde altyapı tesisleri kurulmuştur. Barajlar, limanlar, havaalanları, silolar ve karayolları, bu dönemde inşa edilmiştir. Sanayi kesiminde yatırımların ve dolayısıyla hızlı bir büyümenin yerli ve yabancı özel sektör eliyle sağlanması, kalkınma stratejisinin diğer temel unsurunu teşkil etmiştir. Türk özel sektörüne sanayi yatırımları için önemli teşvikler getirilmiştir. Dünya Bankasından sağlanan fonlarla 1950 yılında kurulan Türkiye Sanayi Kalkınma Bankası, Türk özel sektörüne döviz ve Türk parası olarak uygun şartlarla uzun vadeli yatırım kredisi vermiş ve proje yardımında bulunmaya başlamıştır. Diğer taraftan, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesini sağlamak amacı ile 1951 yılında çıkartılan bir kanunla (Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu), yabancı sermayenin teşvik edilmesi yoluna gidilmiştir. Beklenen miktarda yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmemesi nedeniyle, 1954 yılında çıkartılan ve diğer ülkelere model teşkil eden ve halen yürürlükte bulunan Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ile yabancı sermayeye çok kapsamlı teşvikler getirilmiştir. Böylece imalat sanayi sektörünün yabancı sermayenin katkısı ile modern teknolojileri transfer ederek hızla gelişmesi amaçlanmıştır. Uygulanan bu politikalar sonucunda; 1950-60 arasında özel sektör, çok büyük bir dinamizm kazanmış ve bugün imalat sanayi sektöründe faaliyet gösteren büyük holdinglerin önemli bir kısmı, bu dönemde kurulmuştur.”

Sonuç Bu çalışmada; Adnan Menderes döneminde kalkınma stratejisinin ekonomik olduğu kadar “Yeter Söz Milletindir” çerçevesinde siyasi, hatta toplumsal altyapısı araştırılmıştır. Bir söz vardır: “Kemal odur ki, dost değil, düşman onu takdir etsin.” Sözlerimi bir iddia ile bitirmek istiyorum ve bu iddiayı inkar edecek bir kişinin dahi çıkacağını zannetmiyorum: eğer Adnan Menderes’in idam edilmeseydi, ülkemizde ekonomik refah ve demokratik ortam bugün daha gelişmiş ve ileri olacaktı. Sanırım ne demek istediğimi anlamak için sadece 2. Dünya Savaşına girmesine rağmen bugünkü halleriyle bir Almanya, bir Japonya tarihi geçmişlerine bakmak yeterli olacaktır. Kaynak http://www.adnanmenderesdemokrasiplatformu.org/?p=2532

1


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes ve Türkiye’nin Yeni Ufukları Ali Görkem ÇARE Demokrasimizde kara bir leke olan 27 Mayisin 54. yılına gireceğimiz bu günlerde bu darbeyi lanetle kınıyorum.Yalnızca milletini ve geleceğinin istikbalini düşünen bir Başbakan olan Menderese yaptığı yenilikler ve ülkesine olan sevdasından ötürü her donem şükranla anılacaktır. Menderes ve arkadaşları siyasi ve demokrasi hayatımızda yeni ufuklar açmışlardır. 1950’de Türkiye’de her açıdan yeni bir dönem başlamış, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle Türkiye’de ilk kez demokratik bir yolla ve halkın özgür iradesiyle bir secim yapılmıştır. Bu yeni siyasal oluşum ve çok partili parlamenter sisteme geçiş, ülkede büyük bir coşku ve umut yaratmıştır. Demokrasinin bütün kurum ve kuralları ile iyileştirilmiştir. 15 Mayıs 1950’de CHP’den iktidarı devralan Demokrat Parti’nin programı da demokratik düzene olan inancını belirleyin açıklamalarla olmuştur.

leri diye adlandırılan kesimler, toplumsal barışı zedeleyecek bir konuma gelmiştir. Türkiye, savaş sonrası Adnan Menderes ve Hükümetleri ile uluslararası dengede Batı Bloğu içinde yer almak için savaş sırasında sürdürdüğü tarafsızlık politikasından sıyrılmıştır.

Programın birinci maddesi : “Siyasal yaşamımızın birbirine karşılıklı saygı gösteren partiler ile yönetimine inanan Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve genel siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet amacıyla kurulmuştur. “ demektedir

Batıda yapılan antlaşmalarda ve kurulan tüm siyasal, ekonomik ve savunma örgütlerinde yer alma çabası içinde olmuştur.

Kuruluş amacı böyle belirlendikten sonra programın 4. maddesinde de demokrasinin tanımı yapılarak şöyle demektedir:

Uluslararası Para Fonu ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankasına) üye olmuştur.

“Geniş ve ileri anlamıyla Demokrasi bütün devlet faaliyetlerinde ulusal istenci ve halkın çıkarını egemen kılmak, yurttaşın bireysel ve toplumsal hak ve özgürlüklerine sahip olmasını gerçekleştirmek, yurttaşlar arasında hukuk eşitliğini, karşılıklı sevgi , saygıyı ve uyumu sağlamaktır.” Bu tür inanç ve açıklamalar halkımızda onay görmüş ve coşkuyla karşılanmıştır. Son derece olumlu demokratik yaklaşımlar sosyal politikaya ve demokrasinin çoğulcu niteliğine dönük açıklamaları da arkasından getirmiştir.

Türkiye, savaş sonrası Batı’da kurulan diğer kuruluşlar olan Avrupa

Demokrat Partinin iktidara gelmesi ile oluşan toplumsal ve ekonomik güçleri temsil etmiş ve güçlenen Devletimiz, uluslar arası gelişmelere de ışık tutmuştur. Demokrat Parti iktidara gelirken programında işçilere yönelik önemli ve olumlu ilkelere yer vermiştir. Programın 5. maddesinde sosyal adalet ve dayanışmadan söz ettikten sonra, “insanlık onurunun korunması için, çalışmak isteyen her işsiz yurttaşa iş bulunmasını, ihtiyarlık, hastalık ve sakatlık gibi durumlarda yurttaşların yardım görmelerini, demokrat bir toplumun başlıca amaçlarından sayarız” denilmiştir. Türk halkının Menderes ve arkadaşlarına olan inancı ve parti tüzüğüne ve programa olan güvenin ardından seçimleri kazanan Demokrat Parti: 14 Mayıs 1950 gününün hemen sonrasında icraatlarına başlamıştır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş ancak savaştan etkilenmiş ve savaş ekonomisiyle idare edilmiştir. Önceki dönemde hızlanan büyüme ve sanayileşme, toplumsal yapıda savaş zengin-

Türkiye, savaş sonrası dönemin uluslararası ekonomik rejiminin belirlenmesi amacıyla toplanan Bretton Woods Konferansı’na da katılmış, bu konferansta kurulmaları kararlaştırılan yeni uluslararası ekonomik iki temel kuruluşa

Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ( EECD, daha sonra OECD) ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’ya üye olmuştur. 1950 ila 1960 döneminin sosyo-ekonomi yönetimini özetlemek mümkün değildir. Yapılan yenilikler ve reformlarla Türk ekonomisi büyümüş ve uluslararası alanda değer ve itibar kazanmıştır. Türkiye çok partili hayata geçtikten sonra kendine iddialı hedefler koyan ve bu hedeflere ulaşmak için büyük bir caba harcayan bir ülke haline gelmiştir. Rahmetli Menderes’in idamdan önce son sözü olan “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim.” Sözü Şahadete Yürüyen bir insanin ülkesini ne kadar sevebileceğini ortaya koymaktadır. Demokratik durusu, azmi, mücadeleciği,çalışkanlığı ve başarılarıyla milletimizin gönlünde müstesna bir yere sahip olan Menderesi daima saygıyla hatırlayacağız.Siyasi tarihimizdeki en önemli kilometre taşını oluşturan çok partili siyasi hayata geçiş surecinde etkin rol oynayan Menderes,demokrasimizin ve ülkemizin her konuda gelişmesine büyük bir katkı sağlamıştır. ADNAN MENDERES, demokratik çizgisi , fikirleri ve hizmetleriyle milletimizin gönlünde müstesna bir yer edinmiştir.Ömrünü milletin yücelmesi ve ülkemizin kalkınması için çalışan Menderesi bu ülke ilelebet saygı ve şükranla hatırlayacaktır. Aziz ruhu şad olsun. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 201


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bediüzzaman Çizgisinde Menderes ve Günümüz Siyaseti düğü Bediüzzaman Said Nursi hazretleriydi. Bediüzzaman Said Nursi veya nüfusa kayıtlı ismiyle Said Okur 1878 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya gelen İslam alimi ve tefsir yazarıdır. Kendisinin “Bediüzzaman” isminin yanı sıra “Molla Said”, “Molla Said-i Meşhur”, “Said-i Nursî”, “Said-i Kürdî” gibi isimler kullandığı da bilinmektedir. Hayatını Risale-i Nur adını verdiği tefsir kitaplarının ışığında İslam’a ve İslam’ın emirlerini ve yasaklarını insanlara öğretmeye adamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında yaşamış olması dolayısıyla hayatı iniş çıkışlarla doludur. Bu iniş çıkışların ilkini tek parti dönemi olarak ele alabiliriz.

Tek Parti Döneminde Bediüzzaman Said Nursi

Efe Mert ÜNAL Ağaçların çiçeklerinin artık meyve vermeye yeltendiği bir mayıs 14’ü, 1950 yılıydı. Millet; ‘’beyaz devrim’’ diyordu. 27 yıllık tek parti dönemi bitiyor ve millet ilk defa dediğinin olmasının mutluluğunu yaşıyordu. Peki Neydi Bu ‘‘Beyaz Devrim’’? Yılların biriken zulmünden bunalan millet eline rey silahı geçer geçmez hedefi 12’den vuruyor ve Demokrat Parti iktidarı başlıyordu. Millet yasaklardan bıkmış, en önemli seçim vaadi yasaklardan kurtulmuş, özgür bir Türkiye olan Demokrat Parti’yi belki de bu yüzden iktidara taşımış ve buna da ‘‘Beyaz Devrim’’ demişti. Demokrat Parti iktidarının en önemli atılımları da yasaklar ve özgürlükler üzerine olacaktı. Başbakan Adnan Menderes ilk icraat olarak Ezan-ı Muhammedi’yi aslına çevirmekle işe başladı. Daha sonra bu icraatları, okullarda ‘din dersi’ verilmeye başlanması, Kuran-ı Kerim’in basılmasına izin verilmesi ve TRT Radyosu’nda dini yayın yapılması gibi icraatlar takip edecekti. Milleti memnun eden bu değişimler kanaat önderleri, camia liderleri gibi topluluğa hitap edebilen nice kişi ve kişizadeleri de ziyadesiyle memnun edecekti. Bunlardan birisi de tek parti iktidarın en büyük zulümleri reva gör202 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bu dönemde Bediüzzaman Said Nursi siyasetin içinde olmaktansa eğitim yolunda gitmeyi tercih etmiştir. Bediüzzaman’ın siyasetle ilgilenmemesi, ‘’iktidara talip olmaması’’ ve hatta gazeteleri bile takip etmemesi O’nun bütün gayretini ve hizmet metodunu Kur’an hakikatlerini tefsir etmeye hasretmesinden dolayıdır. Ancak Bediüzzaman’ın kolluk kuvvetlerinin ve CHP’li bürokratların yoğun baskısına maruz kalması, göz hapsinde tutulması, iftiralara maruz kalması ve tevkif edilmesi onun zaman zaman siyasi beyanlarda bulunması sonucunu doğurmuştur. Bu, Bediüzzaman’ın Tek Parti Döneminde maruz kaldığı uygulamaların hukuki değil, siyasi kaynaklı olmasından dolayıdır. Bediüzzaman, Tek Parti Döneminde siyasetten uzak kalmasını, hatta hiç ilgilenmemesini Kur’an hakikatlerinin insanlara anlatılmasının önemine değinerek izah eder. İnsanların dinin toplumsal rehberliğine şiddetli şekilde ihtiyaçları olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bu vazifeyi yaparken siyasetin dinin önüne geçmesi halinde Kur’an hakikatlerinin tali ve araçsal olacağını ifade eder. Kendisini Tarihçe-yi Hayat adlı eserinde dindar bir cumhuriyetçi olarak nitelendiren Bediüzzaman rejim karşısındaki tavrını vicdan ve fikir hürriyeti çerçevesinde ortaya koymaktadır. Buradaki rejim Tek Parti Döneminde uygulanan modernleşme politikalarını ifade etmekte, bir siyasi rejim olarak Cumhuriyeti kastetmemektedir. Bediüzzaman Tek Parti rejimi karşısındaki tavrını “rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz” sözleriyle ortaya koymuş, anayasanın tanıdığı din, vicdan ve ifade hürriyetinin bu muhalefete engel olmadığını belirtmiştir. Fiili bir hareketleri olmadığı sürece vicdan ve ifade hürriyetinin şümulüne dahil olduklarını ifade etmiştir.

Çok Partili Dönemde Bediüzzaman Said Nursi Çok partili siyasal hayat, siyasi iktidarın, her vatandaşa ve siyasi görüşe açık esnek bir alan olduğunu hatırlatmış, devlet otoritesinin yalnızca CHP’nin tekeline bırakılamayacak bir olgu olduğunu ortaya koymuştur. Tek Parti Döneminde sindirilen sivil muhalefet çok partili siyasal hayatla birlikte tekrar ortaya çıkmıştır. Bu muhalefet Demokrat Parti çevresinde toplanmıştır. Türkiye’nin siyasal şartları düşünüldü-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ğü takdirde Demokrat Parti’nin yalnızca klasik anlamda bir muhalefet partisi olmadığı görülmektedir. Demokrat Parti, toplumun değerlerine sırt çevirmeyen, halkı belli bir kalıba sokma hedefi olmayan, iktidarı dar bir çevrenin tekelinden alıp millete mal etmeye gayret eden ve tabandan gelen bir oluşumdur. Ki bu dönemde Demokrat Parti iktidarı Risale-i Nurların basılmasına izin vermiştir. Bediüzzaman da Demokrat Parti’yi desteklemiş ve çevresindeki insanlara “vatan ve millet menfaatine” Demokrat Parti’yi desteklemeleri önerisinde bulunmuştur. Bediüzzaman’ın Demokrat Parti ile ilgili olumlu değerlendirmeleri ve bu partiye açıktan destek vermesi Demokrat Parti’nin otoriter, seçkinci ve kökten reformcu CHP’ye muhalif bir siyasi hareket olarak ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Demokrat Parti’nin demokratik, toplumla barışık ve özgürlükçü siyasi çizgisinin Bediüzzaman için öncelikli olduğu söylenebilir. Nitekim Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra yazdığı bir mektubunda “siyaseti dinsizliğe alet eden bir grubun karşısında siyaseti dine dost yapan bir oluşuma destek vermek gerektiğini” ifade etmiştir. CHP içinde örgütlenen ve siyaseti dinsizleşmeye alet eden bir zihniyetin karşısında din, vicdan ve ibadet hürriyetini savunarak halkın değerlerine bir bütün olarak saygı duyan Demokrat Parti’nin desteklenmesini önermiştir.1 Ancak Bediüzzaman Said Nursi hiçbir zaman Demokrat Parti ile birlikte devletin belirli kanatlarında ne kendisi ne de müritlerinin yer almasını istememiştir. Desteğini bir kanaat önderi olarak vermiş ve millete hayırlı olacağını düşündüğü bir iktidarın galibiyeti için bir vatandaş gibi çalışmıştır. Başbakan Adnan Menderes ile yüz yüze görüşmemiş olan Bediüzzaman Sadi Nursi aracı ve mektup yoluyla fikirlerini Başbakan’a bildiriyor ve Başbakan’da aynı şekilde mukabele ediyordu. Bu aracılardan biri de dönemin Demokrat Parti Muş milletvekili Gıyasettin Emre’dir. Gıyasettin Emre, Bediüzzaman Said Nursi’nin Menderes için söylediklerini şöyle aktarıyor: “Bediüzzaman Hazretlerinin Adnan Menderes’e müteaddit defa, ‘Din kahramanı’ diye buyurduklarına şahid olmuşumdur.2 1 Feyzullah Cihangir - Köprü Dergisi (2004 Bahar) 2 Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi’yi Anlatıyor 3. Kitap

“Adnan Menderes bir din kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuştur ve olacaktır. Fakat Adnan Bey arzu ettiği hizmetinin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim olmuştur, ketm etmeyeyim. Ama ben de hizmetimin semeresini, Adnan Bey gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi, ileride görülecektir’ demişlerdi. Görüldüğü üzere Bediüzzaman Said Nursi Demokrat Parti’yi açıktan desteklemiş ancak hiçbir zaman devlet içerisine sızmaya ya da müritlerini sızdırmaya gerek duymamıştır. Bediüzzaman’ın iktidara talip olmaması O’nun bütün gayretini ve Kur’an hakikatlerini tefsir etmeye harcamasından dolayıdır. Kendisini ’’din alimi’’ olarak gören her Allah yolcusunun yapması gerektiği gibi dini hükümlerin yerine getirilmesi için gayret etmesi Bediüzzaman Said Nursi’yi siyasetle iç içe olmaktan alıkoymuş ve bu yola sokmuştur.

Günümüzde Nur Cemaati ve Siyaset Aslına bakılırsa Nur Cemaati de günümüzde bu çizgiden dışarı çıkmamıştır.Bediüzzaman’ın yaşantısını aynı şekilde yansıtmaya çalışan cemaat, Risale-i Nur esaslarını ele alarak eğitim faaliyetleri yürütmektedir. Ancak kendisini Nurcu olarak nitelendiren ve de liderlerinin her durumda arkasından giden güruh siyasetle iç içe olmuştur. Ve Bediüzzaman’ın “Euzü billahi mine’ş-şeytan ve’s-siyase” duasından uzak kalmıştır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi Şualar adlı eserinde: “Beşinci esas: Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünkü hâlisâne hizmet-i Kur’âniye, onlara herşeye bedel, kâfi geliyor.’’3 demesi dahi onları siyasetten uzak tutmamış ve Bediüzzaman Said Nursi’nin hayalini gerçekleştirdiğini iddia ederken belki de O’nun isminin arkasına sığınıp kendi düsturlarını yaşamış ve yaşatmaya çalışmıştır. Her cemaatin, her topluluğun bir siyasi çizgisi olabilir ve bir partiyi destekleyebilir. Desteklemekten öteye parti kurup siyasete aktif olarak atılabilir. Ancak Bediüzzaman Said Nursi’nin izinden gittiğini iddia edip O’nun yaşam felsefesini ve siyasete bakışını yansıtmamak bir yanılgıdır kanaatimce. 3 Bediüzzaman Said-i Nursi - Şualar

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 203


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İpe Takılan Demokrasi Rıdvan KAVAS Bir adam düşünün; hep zorluklarla mücadele etmiş, hep acı çekmiş, hep zoru sevmiş… Bir adam düşünün; demokrasinin öncüsü ülkesi ve vatanı için canını bile verebilecek ve her şeyden vazgeçebilecek bir adam düşünün. İşte o adam Adnan Menderes Adnan Menderes sadece Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı değildi. Adnan Menderes sadece bir Başbakan değildi. Adnan Menderes bir demokrasi kahramanıydı. Bizim ilk hocamızdı, bize yol gösterendi. Bu ülkeye demokrasiyi getiren kahramandı. Türkiye’nin millet iradesiyle seçilen ilk Başbakanıydı. (Tabi şaibeli 1946 seçimlerini saymazsak.) o demokrasinin ilk devrimcisiydi. O Türk halkının yıllardır beklediği bir liderdi. Türkiye tarihinin en kötü ve en zor dönemlerinden birini geçiriyordu. Kurulu bir diktatör düzen ve o diktatör düzene göre hareket etmek zorunda olan gözlerine perde indirilen ve her şeyden habersiz masum bir millet vardı. Milletin ne iradesi vardı ne de milletin dertlerini, selzenişlerini dinleyen ve duyan bir otorite vardı. Kuraklık, fakirlik, açlık, adaletsizlik, zulüm, milletin parasını çar çul edildiği bir dönem vardı. İşte Adnan Menderes Türkiye’nin en zor ve karanlık dönemlerini geçirdiği bu zamanlarda Türkiye’nin yükünün en ağır olduğu bu dönemde kendisini ve dava arkadaşlarını vatana ve millete adayarak milletin iradesiyle milletten aldığı güçle bu yükün altına girmeye talipti. Adnan Menderes ve dava arkadaşları kurulu düzene başkaldırarak, kurulu düzenin günahlarına ortak olmayarak kurulu düzene meydan okudu. Onlar bu yola çıkarken sadece milletin gücüne ve milletin iradesine güvenerek yola çıktılar. Ne belli bir sermaye grubunu ne de karanlık odakların maşası oldular. Onların tek derdi ve amacı Türkiye Cumhuriyetini karanlıktan aydınlığa çıkarmaktı. Evet o artık milletin iradesiyle gelen, tek parti döneminden sonra demokrasinin ilk başbakanıydı. Vatana ve millete hizmet yolunda çok zor ve karalık günler geçiriyor, kirli tuzaklar kuruluyordu. Muhalefet çirkinleşiyor, milletin iradesine saygı duymuyor, sandıkla gelen bir hükümeti devirmek için her türlü pis yolu kendilerine amaç edinmişlerdi. Siyasetin bu kadar çok çirkinleştiği bir dönemde Adnan Menderes hiçbir zaman şikayet etmedi, karamsarlığa kapılmadı, halkına karşı hiç somurtmadı, halkını hor görmedi, ince ve nazik sesiyle hep bir şeyleri anlatmanın 204 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

derdindeydi. Hep çözüm üretti, iş üretti, yıllardır kanayan yaralara merhem oldu. Artık Türkiye Cumhuriyetinde fakirlik, yoksulluk yerini bolluğa bırakmıştı. Ekonomi canlanmış, eğitimde reformlar yapılmış, yeni yollar ve barajlar yapılmış, diktatör otorite milletin dini inançlarını hiçe sayarak yaptığı yanlış düzenlemeler düzeltilmiş, halkın inançlarına saygı duyulmuştur. Türkiye o zamana kadar en demokratik, en huzurlu günlerini yaşamaya başlamıştır. Adnan Menderes ve dava arkadaşları bu milletin huzurunu korumak için statükoya prim vermemiş ve bu karanlık güçlerle de mücadelesini sürdürmüştür. Demokrasiyle gelen bir lidere demokrasi dışı müdahalelerde bulunuyorlardı. Millete hizmet yolunda yürüyen hükümete sürekli çelme takma peşindeydiler. Adnan Menderes ve dava arkadaşlarını yolundan etmeye çalışanlar bir şeyi unutuyordu ve arada bir ayrımı yapamıyorlardı onların sevdası koltukken Adnan Menderesin sevdası vatana hizmet etmekti. Onlar güçlerini derin devletten alırken Adnan Menderes ve dava arka-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU daşları gücünü milletten alıyordu. Demokrat Parti hükümeti gün geçtikçe sıkıntılı süreçlerden geçiyor her türlü iftiraya maruz kalıyor, kirli mihrakların hedefi haline geliyordu. Türkiye’nin gelişmesinden ve büyümesinden rahatsız olan kesimler kirli planlarını hem içerde hem dışarda harekete geçiriyordu. Türkiye içinde de statükoyla birlikte aynı safta yer alan muhalefet, medya ve devlet çevresindeki bazı kuruluşlar hükümeti devirmek için planlarını harekete geçirmişlerdi. Medya halkı kışkırtıyor, yalan yanlış haberlerle halkı sokağa döküyor, iç karışıklığa ortam hazırlıyordu. Muhalefet kışkırtılan halka silah dağıtıyor ortamın gerginleşmesi için elinden geleni ardına koymuyordu. Bu olayları fırsat bilen askeriyenin içindeki bazı kişiler darbe için hazırlık yapıyordu. Gençlerin Demokrasiyle İmtihanı Ülke kaosa sürüklenmeye çalışılıyor iç karışıklık çıkarılmak için her yol deneniyordu. Muhalefet dış güçler ve ülke içindeki bazı marjinal gruplar aslı astarı olmayan sebeplerden dolayı kargaşa çıkarıyor ve halkı da sokağa dökmek için uğraş veriyorlardı. Özellikle İstanbul ve Ankara’da artık sokaklar savaş alanına döndürülmek isteniyordu. O dönemin bazı medya organları yalan yanlış haber yapıyor, özellikle Türkiye’nin genç neslini sokağa dökmek için çaba sarf ediyorlardı. Nitekim bu gayretler sonuç verdi, önce üniversite öğrencileri, CHP gençlik kolları, harbiye okulunda öğrenim gören öğrenciler sokağa çıkmış, hükümeti devirmek için pek de yabancı olmadığımız olaylara öncülük ediyorlardı. Gençler özellikle İstanbul ve Ankara’nın sokaklarını savaş alanına çeviriyordu. Bazı kesimler bu gençleri kandırıyor, yalan yanlış haberler veriyor ve devletle gençleri karşı karşıya getiriyordu. Demokrasiye karşı olan, Türkiye’nin ilerlemesinden rahatsız sözde demokratik, özde darbeci olan kişiler ve kurumlar boş durmuyor, özellikle CHP gençlik kolları ülkenin huzuru ve düzeninin bozulması için her yolu kendine mübah sayıyor, gençleri silahlandırıp polise ve devlete karşı ateş açtırıp, kardeşi kardeşe vurdurup, kan üzerinden siyaseti amaçlayıp hükümeti devirmenin planlarını yapıyordu.Ordunun içindeki bazı askerler gece gündüz demeden kendi kurumlarında yetiştirdikleri öğrencileri galeyana getirip sokağa döküyor, devlete karşı öğrencileri kışkırtıyor, ordu ile devleti karşı karşıya getiriyorlardı. Medya ise boş durmuyor, aynı muhalefet ordu gibi tüm gayretiyle çalışıyor, gayri meşru olan her şeyi masum ve günahsız gösterip bu olayları meşrulaştırıyordu. özellikle gençliğin damarına basıp, ölmemiş olan gençleri öldü gibi gösterip adeta gençleri sokağa davet ediyordu. Ülkede bu kadar olumsuzluk yaşanırken ülke kaosa sürüklenirken bile Adnan Menderes ve arkadaşları demokrasiden ödün vermiyor, her sorunu demokrasinin çizdiği çizgiler doğrultusunda çözmeye çalışıyor, demokrasinin

çizgisinden çıkmıyordu. Savaş alanına dönen sokaklara gidiyor, gençlerle konuşup, dertlerini dinlemeye ve anlamaya çalışıyor ve gençlerin yaptığı yanlışları büyük olgunlukla karşılıyor, onlara babalarının gösterdiği şevkati gösteriyordu. Hiçbir zaman gençleri suçlamıyor, aksine gençlerin doğru yolu bulması için elinden geleni ardına koymuyordu. O dönemde Kızılay meydanında CHP’nin gençlik kollarında üye ve başkan olan Deniz Baykal, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Adnan Menderes’in boynundan tutup hareket etmesine bile sağduyuyla karşılıyordu, adeta tüm Türkiye ve Dünya’ya ahlak dersi veriyordu. Nitekim beklenen oluyor, kirli ve karanlık odaklar gençleri maşa olarak kullanarak iç savaş çıkarıp, ordunun hükümete el koymasını sağlıyordu .O dönemin gençliği diğer diğer dönem gençliğinede örnek oluyor, hatası telafi edilmeyen bir yanlışa sebebiyet veriyordu. Demokrasi ve hakkı aramanın sokakları ateşe vermekle olduğunu, esnafların dükkanlarına zarar vermek olduğunu, kamu malını yakıp yıkmakla olduğunu gösteriyor, günümüzde pek de yabancı olmadığımız olayların ilk örneğini 1960 darbesinde sokağa inenler veriyordu. Türkiye gibi gençlerde bu demokrasi ile imtihanda sınıfta kaldı. Tarih 27 Mayıs 1960 gününü gösterdiğinde Türkiye Cumhuriyetinde o kara lekenin hiçbir zaman silinmeyeceği ve milletin bu ihaneti unutmayacağı bir darbe yapılıyordu. Milletin iradesine ilk defa ve son olmayacak darbedir bu. Sandıkla gelen bir hükümet silah zoruyla devrilmişti ve milletin iradesine kelepçe vurulmuştu ve milletin iradesi hapse atılmıştı. Adnan Menderes ve dava arkadaşları hukuktan ve adaletten uzak bir mahkemede yargılanıyor, yalancı şahitler ve belgeler ortaya konularak suçlu konumuna düşürülmek için her şey yapılıyordu. Ve bu yargılama sonucundan 16 Eylül; Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idama çarptırılmış ve bir gün sonra Adnan Menderes idam edilmişti. Türkiye demokrasi ile sınavında 10 yıl başarılı olmak üzere bu 10 yılın sonunda sınıfta kalmıştı. Türkiye bundan sonraki dönemlerde yamalı demokrasiye muhtaç kalmış ve uzun bir süre istikrardan uzaklaşan bir ülke olmuştur. Bu darbe kendinden sonraki darbelere örnek olmuş, Türkiye’yi rakamlarla bile ifade edemeyeceğimiz bir zarara uğratmış, Türkiye’yi geriye götürmüştü. Türkiye sessiz devrimden sessizliğe gömülen bir ülke konumuna gelmişti. Adnan Menderes ve dava arkadaşları bizlere dava şuurlarını bırakmış, vatana ve millete karşı sorumluluklarımızı göstermişlerdir. Bu millet şehit liderlerini hiçbir zaman unutmadı ve unutmayacaktır. Yazımı son bir söz ile bitirmek istiyorum; ‘en kötü demokrasi, en iyi darbeden daha iyidir’ ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 205


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

HÜRRİYET Yüksek heyetimiz dört maddeyi ihtiva eden takririn incelenmesini ana meseleler diye adlandırarak ve diğer dilekler ve meselelerden ayırmak suretile hususi bir heyete atfederek ayrıca seçtiği komisyonumuza havale etmiştir.

milletvekili seçimlerinin malum şartlar altında cereyan etmiş olması neticesi olarak grubumuzun Meclisteki durumunun nezaket ve ciddiyet arz etmekte olduğu hiç kimsenin gözünden kaçmayacak açıklıktadır.

Bu takririn ana meseleler diye ayrılmasının ve adlandırılmasının çok yerinde olduğunu bildirmekle söze başlayalım. Dört maddelik bu takrire dikkat edilecek olursa, bütün olarak mütalaayı icabettirecek ve birbirine bağlı ve birbiri içinde bulunan meseleleri ihtiva ettiği kolayca görülebilir. Filhakika takririn ihtiva ettiği maddeler anayasaya aykırı kanunlar, idare cihazı karşısında partimizin durumu, seçim kanununun değiştirilmesi ve Demokrat Parti Meclis Grubu’nun durumu gibi meseleler olduğuna göre bunların birinin halli diğerinin haline bağlı ve müessir olduğu açıktır.

Son günlerde grubumuzun Meclisi terk etmek mecburiyetinde kalması bu halin yeni bir delilini teşkil etmektedir ki, yüksek heyetinizin henüz bu hadisenin tesir ve teessürü altında bulunduğunu da bugüne kadar devam eden İdare cihazının vatandaşları ve muhtelif partileri tesir altına alabilmesi anayasanın ruhuna ve metnine aykırı olan bir takım kanunî hükümlerin meriyette bulunmasına; vatandaşlar ve muhtelif partiler üzerindeki böyle bir baskının ise; seçimlerde vatandaş iradesinin serbest tecelli edememesine, reylerin masum bulunmamasına sebep olduğu ve bunun ise doğrudan doğruya millet hâkimiyetinin tamamen tahakkuk edememesine ve hatta devletin kuruluşuna kadar tesirler icrasına yol açtığı ve nihayet bütün bunların da partimizin grubunun Meclisteki vaziyetini ağırlaştırarak tehlikeler doğurduğu, reddine imkân bulunmayacak bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Görülüyor ki takririn ihtiva ettiği meseleler tamamen birbirine bağlı ve birbirinin sebep ve neticesidir.

Bu takririn verilmesini icap ettiren sebepler olarak kısaca, partimizin kuruluşundan beri karşılaştığı gayri tabii şartlar gösterilebilir. Bunlar üzerinde partimiz genel başkanının açış konuşmasında da ehemmiyetle durulmuştur. Kanunlar arasında Anayasa’nın ruhuna ve metnine aykırı olan kanun hükümlerinin mevcut olduğuna ve bunların vatandaş hak ve hürriyetlerini baskı altında bulundurmakta ve millî iradenin serbestçe tecellisine engel teşkil etmekte olduklarına şüphe yoktur. İdare cihazının tek partili devrede olduğu gibi kayıtsız şartsız iktidar partisi emrinde çalışmakta devam ettiği ve partimizin kurulmasını önlemeğe, geciktirmeğe ve partimiz mensupları ile partimize taraftar olan vatandaşlar üzerinde her türlü tazyiklere tevessül ettiği, kuruluşundan beri partimizin muhtelif faaliyetlerinde vazifeler almış olan sizlerce de gayet iyi bilinmektedir. Devlet faaliyet ve idaresine milletçe el konmamasına ve topluluk hayatımızda millet murakabesinin bir türlü tahakkuk ve bir kelime ile millet hâkimiyetinin teessüs edememesine başlıca amil olan vatandaşın reyini kullanırken her türlü tesirden azade olarak vicdanının emrettiği gibi reyini kullanabilmesi ve kullandığı reyin de emniyet altında bulunması ve amme vicdanının buna inanması şartlarının temin edilememesine sebep olan seçim kanununun değiştirilmesinin bütün milleti alakalandıran bir mesele haline geldiğini takdir etmeyen kalmadığı gibi taşıdığımız temsil sıfatı dolayısıyla hepiniz bu meselenin halini başta gelen bir vazife olarak deruhte etmiş bulunuyorsunuz. Grubumuzun Meclisteki durumuna gelince: Tek parti zihniyetinin devam etmekte olmasının türlü tecellileri, bilhassa

206 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yüksek Heyetinizin Ana davalar diye adlandırdığı ve bir bütün teşkil eden bu meselelerin hal yolunun bulunması partimizin kuruluş maksatlarıyla doğrudan doğruya alakalı olduğu kadar Türk demokrasinin gerçekleşebilmesi için de halli mutlak zaruri meseleler olarak ortada durmaktadır. Kongremizin ruznamesine dâhil diğer meseleler bugün arz ettiğim manzara karşısında tali bir ehemmiyette kalmaktadır. Diğer tarafından yukarıda da temas ettiğimiz gibi kongre açılış nutkunda üç maddede ifade edilen ve her hangi bir partinin görüşü olmaktan ileri, millî vicdanda şuurlaşan davalar olarak ele alman üç meseleyi hatırlatmak isteriz. 1- Vatandaş hak ve hürriyetlerini haleldar eder mahiyette olan ve Anayasamızın ruhuna ve metnine uymayan kanun hükümlerinin kaldırılması, 2- Vatandaş reyinin emniyet ve masuniyetini sağlamak ve millî hâkimiyet prensiplerini teminat altına almak maksatlarıyla seçim kanununda değişiklikler yapılması, 3- Devlet reisliği ile fiili parti reisliğinin bir zat uhdesinde birleşmemesi esasının kabulü.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

MİSAKI Kongre açılış nutkunun ve binnetice bu üç esasın yüksek heyetinizce tasvibedilmiş olması ve takrir muhteviyatının da bu meselelerle sıkı sıkıya bağlı ve hatta aynı mahiyet taşımakta bulunmasını bir defa daha müşahede etmek yerinde bir iştir. Asıl kayda şayan olan nokta gene yukarda da temas ettiğimiz veçhile vilayetlerden gelen delegelerin ekserisinin de komisyonumuza tevdi edilen takririn ihtiva ettiği dört meseleyi ele almış olmasıdır. Nitekim bu delillerin hemen hepsinde seçim kanununun vatandaş iradesinin serbest tecellisi, reylerin masuniyetini teminat altında bulunduracak şekilde tadilinin temini, Anayasaya uygun olmayan kanun hükümlerinin ortadan kaldırılması ve idare cihazının tarafsızlığından doğan ve bir arada mütalaası her vatandaşın yüreğini sızlatan, endişeye düşüren idari tasarrufların nihayete ermesinin ilk şartı olmak bakımından da Devlet Reisliği ile fiili parti reisliğinin bir zatın uhdesinde birleşmemesinin kabulü millî hâkimiyet esasının zaruretleri olarak tespit edilmiş ve bu meseleler karşısında parti grubumuzun Meclisteki durumunun günün şartlarına göre mütalaa edilerek bu hususta bir karar alınması yüksek heyetinize bırakılmış bulunmaktadır. Bu itibarla komisyonumuz takririn ihtiva ettiği ilk üç mesele hakkında ayrıca bir mütalaa serdine lüzum görmeyerek üç günlük çalışmalarını parti meclis grubumuzun durumu üzerinde toplamıştır. Çok kısa bir zamanda yurdun her köşesinde, geniş ölçüde vatandaşların partimiz etrafında toplanmış olması ve bilhassa seçimlerde milyonlarca vatandaşın reylerini partimiz lehinde kullanması ve seçimlerden sonra da cereyan eden hadiselerin ümit kına ve üzücü olmalarına rağmen parti içinde çalışmalarına azimle devam etmesi ve bu azim kararını yüksek heyetimizle temsil edecek kadar bütün bir varlık meydana getirmesi elbette ve elbette muayyen millî maksatların elde edilebilmesi için yapılmış fedakârlıklardır. (Grubumuzun Meclisteki faaliyetleri bu maksatlar istikametinde en küçük bir inkişaf elde edilmesi şöyle dursun bilakis tek parti zihniyetinin bütün devlet faaliyetlerini tanzim edecek olan Büyük Millet Meclisi’nde de eskisi gibi hüküm sürmekte olduğu meydandadır. Demokratik gelişmemizin uzun bir sürüncemeye düşmesi demek olan ve parti faaliyetlerimizin akamete uğraması

gibi bir netice doğurabilecek bu hali daima göz önünde bulundurmak lazım gelmektedir. Doğuşundan beri her istikametteki faaliyetlerini kanunlara ve meşruiyet esaslarına göre devam ettirmekte olan, her hal ve karda daima bu yolda yürümek azminde olan partimizin, Meclis Grubumuzun durumunu ciddiyetle ele alması bir zarurettir. Tek parti zihniyetinin millî vicdana mal olan meseleler karşısında gidiş istikametinde memleketin demokratik inkişafını sağlayacak mahiyette küçük belir tiler göstermemekte devam etmesi karşısında Grubumuzun Meclis’ten çekilme si Partimiz için içtinabı mümkün olmayan tabii bir karar olacaktır. Partimiz kuruluş maksatlarım sürüncemeye ve sürüklenmeye bırakmak suretiyle memleketimizde demokratik inkişafın gecikmesine göz yummak Demokrat Parti’nin asla kabul edemeyeceği bir neticedir. Bu sebeple böyle bir kararın devlet kurulu şunda meydana getireceği akisler üzerinde durmayarak bu tarihî kararı almak partimiz için zaruret olacaktır. Yüksek heyetimizin toplanmasıyla ve Parti faaliyetlerine el koymasıyla bir dönüm noktasına ulaşmış olan Partimiz Grubunun Meclisteki faaliyeti hakkında bugünden kâfi bir karar almayarak hadiselerin inkişafım bundan sonra da sıkı sıkıya takip ederek her yolda bir karar alması salahiyetini seçiminizle teşekkül edecek Genel İdare Kuruluna vereceğimiz bu salahiyet ve bu salahiyetin gerektiği zaman kullanılması keyfiyeti Parti Meclis Grubumuzu demokrasi aleyhindeki tecellilerine şahitlik etmek mevkiinde kalmak gibi bir durumdan kurtaracak ve Yüksek Heyetimizde tanı ve kâfi ifadesini bulmuş olan Türk Demokrasisi davasının mutlak gelişmesini temin yolundaki azim ve kararımızın bir ifadesini teşkil edecektir. Hadiselerin icabettirdiği zaman karar almak üzere yüksek heyetimizin toplanabilmesindeki müşkülatın bu yetkinin Genel İdare Kuruluna kayıtsız ve şartsız olarak verilmesi hususunda ayrı bir sebep teşkil ettiğini arz etmek isteriz. Karar yüksek heyetinizindir. 7-11 Ocak 1947 tarihleri arasında toplanan DP Birinci Büyük Kongresi’nde kabul edilmiştir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 207


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Menderes Hükümetleri I. Menderes Hükümeti (22 Mayıs 1950 - 09 Mart 1951) Başbakan: Adnan Menderes Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Samet Ağaoğlu Devlet Bakanı: Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu Adalet Bakanı: Halil Özyörük Millî Savunma Bakanı: Refik Şevket İnce İçişleri Bakanı: Rükneddin Nasuhoğlu Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü Maliye Bakanı: Halil Ayan (Hasan Polatkan) Millî Eğitim Bakanı: Avni Başman (Tevfik İleri)

Bayındırlık Bakanı: Fahri Belen (Kemal Zeytinoğlu) Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Zühtü Hilmi Velibeşe Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Nihat Reşat Belger (Ekrem Hayri Üstündağ) Gümrük ve Tekel Bakanı: Nuri Özsan Tarım Bakanı: Nihat İğriboz Ulaştırma Bakanı: Tevfik İleri (Seyfi Kurtbek) Çalışma Bakanı: Hasan Polatkan (Ahmet Hulusi Köymen) İşletmeler Bakanı: Muhlis Ete

II. Menderes Hükümeti (09 Mart 1951-17 Mayıs 1954) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Samet Ağaoğlu Devlet Bakanı: Fethi Çelikbaş Devlet Bakanı: Refik Şevket İnce (Lütfi Karaosmanoğlu-Muammer Alakant-Celal Yardımcı) Adalet Bakanı: Rüknettin Nasuhioğlu (Osman Çiçekdağ) Millî Savunma Bakanı: Hulûsi Köymen (Seyfi Kurtbek - Kenan Yılmaz) İçişleri Bakanı: Halil Özyörük (Lütfi Karaosmanoğlu - Ethem Menderes ) Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü Maliye Bakanı: Hasan Polatkan

Millî Eğitim Bakanı: Tevfik İleri (Salim Burçak) Bayındırlık Bakanı: Kemâl Zeytinoğlu Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Muhlis Ete (Ali Güreli) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Ekrem Hayri Üstündağ Gümrük ve Tekel Bakanı: Rıfkı Salim Burçak (Nuri Özsan-Sıtkı Yırcalı-Emin Kalafat) Tarım Bakanı: Nedim Ökmen Ulaştırma Bakanı: Seyfi Kurtbek(Yümnü Üresin) Çalışma Bakanı: Nuri Özsan (Samet Ağaoğlu - Hayrettin Erkmen) İşletmeler Bakanı: İbrahim Hakkı Gedik (Sıtkı Yırcalı)


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

III. Menderes Hükümeti (17 Mayıs 1954-9 Aralık 1955) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Fatin Rüştü Zorlu (Fuat Köprülü) Devlet Bakanı: Mükerrem Sarol Devlet Bakanı: Osman Kapani (Ethem Menderes-Fahrettin Ulaş) Adliye Bakanı: Osman Çiçekdağ Millî Savunma Bakanı: Ethem Menderes İçişleri Bakanı: Namık Gedik (Ethem Menderes) Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü Maliye Bakanı: Hasan Polatkan

Millî Eğitim Bakanı: Celâl Yardımcı Bayındırlık Bakanı: Kemâl Zeytinoğlu İktisat ve Ticaret Bakanı: Sıtkı Yırcalı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Behçet Uz Gümrük ve Tekel Bakanı: Emin Kalafat Münakalat Bakanı: Muammer Çavuşoğlu Tarım Bakanı: Nedim Ökmen Çalışma Bakanı: Hayrettin Erkmen İşletmeler Bakanı: Fethi Çelikbaş(Samet Ağaoğlu)

IV. Menderes Hükümeti (14 Aralık 1955-25 Aralık 1957) Devlet Bakanı: Cemil Bengü Devlet Bakanı: Şem’i Ergin(Fatin Rüştü Zorlu) Devlet Bakanı: Emin Kalafat Devlet Bakanı: Celal Yardımcı Devlet Bakanı: Fahrettin Ulaş Adalet Bakanı: Hüseyin Avni Göktürk Millî Savunma Bakanı: Şem’i Ergin İçişleri Bakanı: Ethem Menderes (Namık Gedik) Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü Maliye Bakanı: Nedim Ökmen (Hasan Polatkan)

Millî Eğitim Bakanı: Ahmet Özel Sağlık Bakanı: Nafiz Körez Gümrük ve Tekel Bakanı: Hadi Hüsman Tarım Bakanı: Esat Budakoğlu Münakalat Bakanı: Arif Demirer Çalışma Bakanı: Mümtaz Tarhan Bayındırlık Bakanı: Muammer Çavuşoğlu (Ethem Menderes) Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Fahrettin Ulaş (Zeyyat Mandalinci-Abdullah Aker) İşletmeler Bakanı: Samet Ağaoğlu

V. Menderes Hükümeti (27 Aralık 1957-27 Mayıs 1960) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Tevfik İleri Devlet Bakanı ve BaşbakanYardımcısı: Medeni Berk Devlet Bakanı: Samet Ağaoğlu(Haluk Şaman) Devlet Bakanı: Emin Kalafat (Abdullah Aker) Devlet Bakanı: Muzaffer Kurbanoğlu(Yusuf İzzet Akçal) Adliye Bakanı: Esat Budakoğlu(Celal Yardımcı) Millî Savunma Bakanı: Şem’i Ergin(Ethem Menderes) İçişleri Bakanı: Namık Gedik Dışişleri Bakanı: Fatin Rüştü Zorlu Maliye Bakanı: Hasan Polatkan Millî Eğitim Bakanı: Celâl Yardımcı (Mehmet Benderlioğlu) Nafia Bakanı: Ethem Menderes (Tevfik İleri) Ticaret Bakanı: Abdullah Aker (Hayrettin Erkmen)

Gümrük ve Tekel Bakanı: Hâdi Hüsman Ziraat Bakanı: Nedim Ökmen Münakalat Bakanı: Muammer Çavuşoğlu (Fevzi Uçaner - Muzaffer Kurbanoğlu - Şem’i Ergin) Çalışma Bakanı: Hayrettin Erkmen (Haluk Şaman) Sanayi Bakanı: Samet Ağaoğlu (Sıtkı Yırcalı - Sebati Ataman) Basm Yayın ve Turizm Bakanı: Sıtkı Yırcalı (Ali Somuncuoğlu) Sağlık Bakanı: Lütfi Kırdar Münakalat Bakanı: Fevzi Uçaner İmar Bakanı: Medeni Berk (Hayrettin Erkmen) Koordinasyon Bakanı: Sebati Ataman (Abdullah Aker ) İşletmeler Bakanı: Fethi Çelikbaş (Samet Ağaoğlu)


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Türk Siyasal Muhafazakarlığının Kurumsallaşması ve Demokrat Parti Bu çalışmada iki konu üzerinde durulmuştur: Siyasal muhafazakârlık ve Demokrat Parti. Bunun için 1789-1960 tarihleri arasındaki Batı ve Türk siyasal hayatında siyasal muhafazakârlık incelenmiştir. Bu çerçevede hazırlanan bu çalışmada, Türk siyasal hayatının en önemli partilerinden biri olarak görülen DP’nin, siyasal muhafazakârlığın temel ilkelerine göre analizi yapılmıştır. Edmund Burke’ten günümüze kadar onlarca düşünürün savunduğu siyasal muhafazakârlığın başta gelen unsurları olarak şunlar tespit edilmiştir: Din, siyasal muhafazakârlığın temel direğidir, Birey gibi canlı bir organizma olan topluma, devrimler gibi toplumsal mühendislik projeleriyle müdahale edilemez, devrimcilik yerine tedrici değişim ve dönüşüm gerekir, Özel mülkiyet dokunulmazlığı ve serbest piyasa taraftarlığı, Devlet ve otoriteye, en kötü düzen en iyi düzensizlikten daha iyidir düşüncesiyle bağlılık, muhafazakârlığın daha da önem kazanacağı şimdiden çok net olarak görülmektedir. Çünkü insan, sosyal ve sorumluluk sahibi düşünen bir varlıktır. Çıplak akıl, seküler düşünce ve saf bilime karşı; cesareti, sabrı, iyi niyeti, yardımlaşmayı, kutsal değerleri; hapishaneli ve maddeli-fıkralı yasaklardan daha öncelikli gören duygusal zekâyı ve ahlâklı bilimi savunan, akıl ve devrimlere karşı çıkan siyasal muhafazakârlık tanıyamadığımız Batı’nın gelenekçi boyutunu temsil ettiği ve bu düşüncenin bugün Batı siyasal hayatının en önemli iki siyasal düşüncesinden biri olarak başta İngiltere, ABD, Almanya hatta Fransa’da iktidarda olduğu görülmektedir. Ancak Batı dünyasındaki bu güçlü konumuna rağmen, siyasal muhafazakârlık ülkemizde yeterince tanınmamakta, olumsuz ve sadece basit bir tutum gibi tanıtılmaktadır. Oysa siyasal muhafazakârlık modernleşmek için örnek aldığımız Batı Dünyası’nın bizimle ortak olan ama al(a)madığımız ve asıl ihtiyacımız olan değerleri içeren, ideolojiler üstü zengin ve çok güçlü olan bir hayat sistemidir. Örneğin günümüzün batılı muhafazakâr düşünürlerden O’Sullivan, şöyle diyor: Bugün Batılı muhafazakârların İslam’a karşı bir grup olmadığını, hakikî muhafazakârların dünyayı süsleyen medeniyetler çoğulluğuna büyük önem verdiklerini, bugün toplumda büyük bir kültürel çöküş yaşandığım ve bu hususta Müslüman ve Ba210 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

tılı muhafazakârların uzlaşabileceklerini, medeniyetler arası diyalog gibi bu sorunu kutsal olanın canlandırılmasıyla aşma noktasında buluşabileceklerini; yeni bin yılda Hıristiyanlarla Müslümanların birlikte yürüyebileceğini ve kendilerini beraberce gerçekleştirebileceklere ifade etmektedir . Bu düşünceye bizler de aynen katılmaktayız ki, ne biz ne de Batılı muhafazakârların Amerikalı neoconları muhafazakâr olarak kabul etmediklerini buradan hemen hatırlatalım. Bu açıdan siyasal muhafazakârlık, günümüzde Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezine karşı ; dünyanın varlığı, huzuru ve barışı için “Medeniyetler İttifakı” düşüncesine ortak bir zemin sağlayan tarihî, doğal, barışçıl ve tüm dünyanın üç beş kişinin malı gibi alıp satan şirketlerine karşı, Allah’ın sofrasında oturan dost ve düşman herkesin yaradandan dolayı güzel ve özel olduğu, özgünlük ve özgürlüğünü koruyabileceği bir düşünce sistemidir. Bu nedenle siyasal muhafazakârlık, başta dünyanın ve insanlığın varlığı için hayatî derecede önemlidir. Çünkü ahlâksız kapitalizmin pençesinde kıvranan insanlık gittikçe yalnızlaşmakta, teknoloji ve para karşısında, değersizleşmekte adeta buharlaşmaktadır. Bu açıdan siyasal muhafazakârlık saf


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU bilim, akıl ve devrimlere karşı çıkan dünyanın kalan kısmının, ortak zeminidir. Böylece siyasal muhafazakârlık Batı’nın bizim gibi olan yüzünü de göstermektedir. Oysa biz Batı’yı sadece kapitalizmiyle, sekülerizmiyle, saf akıl ve bilimciliğiyle biliyorduk. Ancak bu araştırmanın sonucunda da görülüyor ki, Batı’nm bizim gibi bir daha yüzü vardır ve onlar bizler gibi aile, din, ahlâk, kültür, tarih, gelenekler gibi aynı şeyleri istiyorlar. Böylece saf bilim, akıl ve devrimlere karşı çıkan siyasal muhafazakârlığın Batı’nın gelenekçi boyutunu temsil ettiği ve bu düşüncenin bugün Batı siyasal hayatının en önemli iki siyasal düşüncesinden biri olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle aslında iki Avrupa’nın var olduğunu ve bizim yanlış Avrupa yolunda Batılılaştığımız ve bu nedenle bir türlü kendimiz gibi kalıp kalkınamadığımızın sebebi de anlaşılmış oluyor. Oysa siyasal muhafazakârlık, gelişmek için batılılaşma ile örnek aldığımız Batı dünyasımn bizimle ortak olan ama Edmund Burke’ten yüzyıl sonra bile alamadığımız ama asıl ihtiyacımız olan değerleri içeren modem, çağdaş bir düşünce sistemidir. Türk siyasal muhafazakârlığı ise Genç Osmanlıların İslamcı, Osmanlıcı ve gelenekçi kanadından doğmuştur. Bu nedenle Türk Muhafazakârlığında din temel direktir. Örneğin, herhangi bir laik her türlü yola sapabilirken bir muhafazakâr bu konuda dört kat daha dikkatli olmalı, mutlaka inançlı ve geleneklerine bağlı olmalıdır. Bu anlamda bir Batılı muhafazakâr ateist de olabilirken, bir Türk muhafazakâr için bu kabul edilemez görünmektedir. İslamcılık ve Prens Sabahaddin’in düşüncelerinin toplamından oluşan Türk siyasal muhafazakârlığım 1902 Paris Kongresi’nden başlatmak konuyu tammlamak açısından büyük kolaylık sağlar. Bu tarihî takip eden başlıca olay 1908 tarihli II. Meşmtiyet ve Ocak 1913 Bab-ı Ali baskınıyla, Fransız İhtilalı’mn laik, devrimci, pozitivist A. Rıza’mn devrimci çocukları Enver, Talat ve Cemal’lerin İttihat ve Terrakicilerin iktidarı darbeyle ele geçirmeleri olmuştur. Buna karşı muhafazakârlar HİF’de toplanmaya başladılar. Muhafazakâr Said Halim Paşa’ya göre bir parti normalde halktan devlete doğru kurulurken, mecliste kurulan HİF, 1930’da kurulan SCF gibi sadece tabanın muhafazakâr olduğu ve İTF düşmanlarının toplandığı bir toplanma havuzu olmuştur. Ancak HİF iktidara gelemeden kısa sürede dağılmıştır. Halk ve Aydın muhafazakârlarımız da Osmanlının yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde 124 günlük TpCF (1924) ve 99 günlük SCF’de (1930) toplansa da iktidar olarak herhangi bir varlık gösterememişlerdir. Bu ruhla akan nehirde denize ulaşan sadece Demokrat Parti (1950) olmuştur. İşte DP bu yarım asırlık Türk Siyasal muhafazakârlığının muzaffer komutanıdır ve bugün muhafazakârlık ve kişiler DP’yi ve Adnan Menderesi kendilerine taban ve referans almakta ve bundan gurur duymaktadırlar. DP’yi on dört yıllık tarihî boyunca (1946-1960) kurucularının kimliği, programı, ifade ve icraatları bakımından esas alarak yaptığımız analizde şu sonuçlara ulaştık: 1. DP on yıllık iktidarı boyunca cumhuriyetin ilk yıllarında radikal devrimleri geri çevirmeyi amaçlayan Arapça Ezan, Anayasa’nın eski dile çevrilmesi, köy enstitülerinin kaldırılması

gibi düzenlemeler yapmıştır. Seçilmişleri atanmışların üzerine çıkararak bürokrasinin etkisini kırmıştır ve bu nedenle DP “karşı devrimci” olarak tanımlanmıştır. Biz bu anlamda DP’nin iktidarım, Türk siyasal muhafazakârlığının 1699 Viyana’sından beri geri çekilen Sakarya Zaferi’ne benzetiyoruz. 2. DP iktidara geldikten sonra CHP döneminin din üzerindeki kısıtlama getiren yasalarım kaldırmıştır. DP’nin iktidar döneminde Arapça da Ezanın okunabilmesine izin verilmiştir ki o günden beri hiç kimse Türkçe Ezanı okumadığı gibi, camilerin, İmam Hatip okullarının sayısı hızla artmış ve bunların yüksek okulları da açılmıştır. İlkokullara zorunlu din dersi konulması ve haftanın belli günlerinde programlı olarak radyodan Kur’an okunması, halkın dini değerlerine önem verilmesi, dini cemaatler üzerindeki baskıları hafifletilmesi bu dönemde başlatılmıştır. Ancak en önemlisi Türk halkının yüz yıldır bağlanan basiret ve düşüncesi özgürce tekrar açılmış kendine güveni gelmiştir. 3. Aile, cemaatler ve STK’ların, eskiden vakıf ve lonca Türk toplununum temeli olduğunu topluma yaptığı vurgu ile DP’nin “millî irade olarak tanımladığı toplum mefhumunu, bürokrasi, elit kesim, CHP ve ordudan üstün tuttuğu görülmüş ve seçim sonuçları sonucu ortaya çıkan millî iradeye büyük önem verilmiştir. Bu dönemde ara kurumlar adına özellikle dini ve tarihî eserleri koruma demekleri sayısında çok büyük artış olmuştur. Sendikalaşma, sonucu ve çalışanların haklarıyla ilgili ciddi iyileştirmeler yapılmıştır. 4. Geleneksel değerlerin ihyası için (halk ve sanat müziği, müze, köy romancılığı gibi) çalışmaları destekleyen DP, Türkİslam tarihine önem vermiştir. Başta İstanbul’un ihyası olmak üzere tarihi eserlerin onarılmasına (Sultan Ahmed, Eyüp, Süleymaniye Camii gibi) büyük önem veren DP iktidarı aynı şekilde Osmanlı hanedanı vatandaşlığa almıştır. yurda giriş yasağım hafifletmiş ve hanedanın bayan üyelerine iade itibarlarım vermiştir. 5. DP iktidarı döneminde Türk Dış Politikası’nın o güne kadar ilk kez ve çok yoğun bir şekilde eski Osmanlı ve İslam coğrafyasına (Güney Asya, Uzakdoğu dâhil) yönelik açılımlarda bulunulmuştur. Bağdat Paktı ile Ortadoğu’nun Müslüman ülkeleriyle ilişkiler güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu konuda DP, Türkiye’nin 1923’ten sonra Osmanlı Dünyası ile genel olarak zayıflayan tarihî bağlarım yeniden kurmaya çalışmıştır. 6. Devlet ve otoriteye saygı konusunda DP, özellikle 19461950 arası muhalefet döneminde kanunlara bağlı kalmaya dikkat etmiş ve bu özelliğini iktidarının ilk yıllarında da sürdürmeye çalışmıştır. DP özellikle 1954 seçimlerinde elde ettiği meclisteki mutlak çoğunluğuna güvenerek devlet ve otoriteyi, CHP, ordu ve bürokrasi karşısında daha sıkı ve zorlayarak kontrol etmeye çalışmıştır. Ancak bu ileri düzeydeki kontrol Başbakan Adnan Menderes’in kalifiye eleman ve düşünce eksikliğinden dolayı sık sık hükümetlerin değişmesine neden olmuştur. 7. DP dört yıllık hayatı boyunca seçim sistemini değiştirme gibi yasal protesto yollarını kullanırken; CHP tıpkı İTF gibi saha dışı destekle basın, bürokrasi ve orduyu kışkırtarak iktidara gelmeye çalışmıştır. DP’liler ikinci sopalı seçimler olan 1946 seçimlerinin sonrasında bile yasadışı yollara sapmamış ve ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 211


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU bir sonraki seçimlerde yasal yollarla iktidara gelme çabası da başarılı olmuştur. Dolayısıyla DP’liler düzen ve otoriteye bağlı, mükemmel muhafazakâr örneklerdir. 8. DP ekonomi politikası bakımından programına uygun olarak özel sektörü ve serbest piyasayı savunmuştur. Ancak ekonomik kaynakların yetersizliği nedeniyle kimi zaman devletçi politikalar da uygulamıştır. Öyle ki devlet bu dönemde (1950-60) en büyük yatırımcı olmuştur. Buna karşılık kapsamlı kamulaştırma programları uygulamaması, piyasaya müdahale etmemesi ve özel sektörü ve serbest piyasayı geliştirmek için yerli ve yabancı yatırımcılara her türlü imkânı sunmuştur. Bu açıdan DP ekonomik olarak, liberal muhafazakâr bir partidir. İlkkez Anadolu sermayesinin oluşumunu sağlayan DP’nin bu düşüncesinin sayesinde bugün iç pazarda ve dünyamn yüzlerce ülkesinde Anadolu kaplanları olarak at koşturmaktadırlar. 9. Muhafazakârlığın Türkiye’yi ayakta tutan bir omurga olduğu, bu gün için muhafazakâr bir parti olan AK Parti’nin

212 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Türkiye’nin her bölgesinden; Kürt, Türk, Alevi-Sünni hatta pozitif laikliği savunanlardan bile oy almasında görülmektedir. Bu nedenle Kürtçülüğü, Türkçülüğü ve militan laikliği savunan partilere karşın toplumun çoğundan oy alan muhafazakâr partiler silsilesinin DP, AP, ANAP ve AK Parti Türkiye’nin siyasal ve sosyal çimentosu görevini görmekte olup DP de bu binanın ilk temel harcı olarak tarihteki yerini almıştır. 10. DP’nin seçimler yoluyla iktidara gelmesi, halkın devlete olan güven ve bağlılığım sağlamış ve bugün Ortadoğu’da yaşanan halk-devlet çatışmasını önlemiştir. Bu süreç Türkiye’nin ve demokrasinin kurumsallaşmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bu nedenle bugün ülkemiz ve muhafazakâr demokrat parti modeli, özellikle Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerce örnek alınmaktadır. Bu örnek model hiç şüphesiz DP’nin Türk siyasal hayatına verdiği bir katkı ve ülkemizin iki yüz yıllık Batılılaşma sürecini, kendisi gibi kalarak absorbe etmesini başarmasını sağlamıştır.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bir Menderes gider Bin Menderes gelir! Hakikati boğarak susturamazsınız! ADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 213


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Demokrat Parti’nin CHP Üzerinde Etkileri (1946-1950) DP’nin kurulmasından sonra, CHP tek partinin ve parti devlet bütünlüğünün verdiği rahatlığı hızla terk etmeye başlamıştır. 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan II. CHP Kurultayında, CHP kurucuları yeni durum karşısında politikalarım gözden geçirmek zorunda kalırlar. Öncelikle CHP II. Kurultayında “değişmez genel başkanlık kaldırılmış, yerine dört yıllık süreler için partili milletvekilleri içinden ve Büyük Kurultay tarafından seçilmesi kararına bağlı değişebilir genel başkanlık sistemi getirilmiş, tek dereceli seçim usulü benimsenmiş, sınıf esasına dayalı demekler ve örgütler kurulabileceği kabul edilmiştir1. Bu dönemde halkın sevgisini kazanmak için dini, siyasî girişimlerde bulunmuştur. Nisan 1947’de, Millî Eğitim Bakam Reşat Şemsettin Sirer, din tedrisatı için bir kanun tasarısı hazırlamaya başlamıştır.2 Mayıs 1947’de CHP, dinî tedrisatı yapan özel okulların açılması yönünde kanun hazırlamaya başlamıştır. Temmuz ayında da CHP Divanı’nda kabul edilen dinî tedrisat kanununu ile dinî eğitim yapacak dershanelere izin verilir. Din hususunda yapılan faaliyetin halkta CHP lehine olumlu tesir sağlaması için, 3 Temmuz 1947 tarihli Son Telgraf Gazetesi, baş sayfada, “Türkiye’de İslâm Dini Tedrisatı” haberine göre, CHP’nin yeni siyasî süreç karşısında pozisyon almaya başladığı görülmekteyse de ülkedeki siyasî ortam hala demokratik Batı ülkeleri ölçüsüne göre, çok uzak bir noktada bulunmaktadır ki; CHP’nin siyasal kimliğini yeniden belirleyen III. Kurultay olmuştur. III. Kurultay, 17 Kasım 1947’de Ankara’da yapılmıştır. Kurultay’da CHP’nin programı ve ideolojisi devrimci olmaktan çıkarılarak daha mutedil bir hale getirilmiştir. Sosyal meselelerde Kurultay ortanın sa1 Rahmi KUMAŞ, CHP’nin Soyağacı, Çağdaş Yayınlan, İstanbul, 1999, s. 47-48, 2 Son Telgraf Gazetesi, 3 Temmuz 1947,

214 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ğında bir konum almış, Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin çalışma dü-zenleri değiştirilmiştir. Parti tüzüğünde değişiklik yapılmış, Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı ayrılmış, illerde valilerin CHP Başkanı olmalarına son verilmiştir. Ayrıca Parti programının laikliği tanımlayan maddesi değiştirilmiş, 1935’te kabul edilen programda, laiklik; “dini düşünceleri dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmak” olarak tammlanıyorken, bu kurultayda “siyaset” kelimesi çıkartılarak kavram, “din ve devlet/dünya işlerinin birbirinden ayrı olması” koşuluna indirgenmiştir. Bu Kurultay’da yapılan değişiklik ve alman kararların önemli bir kısmı laiklik ve din alanında olmuştur. Aralık 1947’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi önemli mik-tarda artırılmış ve Diyanet İşleri Başkanlığının murakabesi ile bir dergi çıkarılmasına karar verilmiştir3. 11 Şubat 1948’de CHP Grubu’nda, imam hatip mektepleri teklifi için bir komisyon kurulmuştur. Şubat 1948’de Fatin Gökmen, imam hatip okullarının tekrar açılması için bir kanun teklifi vermiş ve CHP Grubu’nda görüşülmeye başlanmıştır. 1949 yılında da birçok ilde de (İstanbul, Afyon, İzmir, Ankara, Isparta, Kastamonu, Seyhan, Trabzon ve Urfa) imam hatip kursları açılmış, Millî Eğitim Bakanlığı, bu kursların ortaokul muadili, iki yıllık meslek okulları haline getirilmesine karar vermiştir. 16 Şubat 1949’da ise ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında din dersi okutulmaya başlanmıştır. İlahiyat Fakültesinin açılması için 30 Şubat 1949’da kanun hazırlanmıştır. Özetle tarih ve din büyüklerinin türbelerinin ziyarete açılması, iba-det ve ayinlerin serbestçe yapılması, haftada bir saatlik de olsa, seçmeli din derslerinin ders programlarına konması, CHP’nin din eğitimine önem verdiğini belirten bir maddenin parti progra3 Son Telgraf, 19 Aralık 1947


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

mına konması, yeni-den İmam-Hatip Okulları ile bir İlahiyat Fakültesi açılması için ilke ka-rarı alınmıştır4. Bu dönemde unutulmaya yüz tutmuş şaibeli ve idam-larıyla meşhur İstiklal Mahkemeleri de yürürlükten kaldırılmıştır (4 Mayıs 1949). CHP’nin son marifeti ise tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair ka-nunun değiştirilerek bazı türbelerin açılışı olmuştur. Örneğin 21 Nisan 1950’de Yavuz Sultan Selim’in türbesi halka açılır5. Aybar’a göre, “Al-lah’ın adım asla sebepsiz yere anmayan kararlı bir laisist olan İnönü ve CHP, bugüne kadar devrimciliği ve laikliğiyle övünen bu parti (CHP) selameti, hayatının en kritik döneminde dini kucaklamakta bulmuştu.6 Kısaca DP’nin kurulmasından itibaren ve özellikle DP’nin I. ve II. Kongrelerinde aldığı kararlar doğrultusunda, CHP adeta makas deği-şikliğine giderek, siyasal muhafazakârlık değerlerinin en önemli öğesi olan, devrimleri durdurma sürecine girmiş (hatta siyasî bile olsa ihlal etmiş) “din” ve “halk önceliği” alanında önemli değişikliğe gitmek zorunda kalmıştır.

Bu arada DP’nin yıllardır çok istediği ve başardığı Türk Siyasal Hayatına en büyük katkısı olan seçim kanununda değişikliğe gidilmiştir. 7 Şubat 1950’de Meclis’te görüşülmeye başlanan seçim kanunu, “gizli oy, açık tasnif, seçimlere her türlü yargı güvencesi ve muhalefet partilerine de radyoda propaganda yapma imkânı verilerek”, 5545 No.lu Milletvekili Seçimi Kanunu 16 Şubat 1950 tarihinde kabul edilmiştir. Böylece DP’nin istediği tüm şartlar kabul edilmiş7 oluyordu. Böylece DP artık eşit şartlarda bir seçime tamamen hazırdı. CHP, DP açısından bir Yunan Ordusu gibi Anadolu bozkırlarının içine çekilmişti. Bundan sonra artık Tekâlif-i Milliye emirleri ile seçim propagandaları yapılacak sathı müdafaa taarruzuyla CHP’ye ilk öldürücü darbe vurulacaktı ki, bu durum 1908 yılından beri ilk gerçek demokratik seçimler ile olacaktı. Bu seçimlerin sonucunda 60 yılı aşkın bir süredir laik, merkezci, otoriter, devletçi CHP, bir daha 27 yıllık tek parti döneminin rahatına ve iktidarına kavuşamayacaktır ki istikbalde de bir ışık görülmüyordu 7 EROĞUL, s. 81.

4 Şerafettin TURAN, Türk Devrim Tarihi Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s. 105-107. 5 Son Telgraf, 22 Nisan 1950 6 AHMAD s. 154

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 215


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yarım Asırlık Resmî Yalanı Sona Erdiren Mektup “Bu mektubun orijinal halini ortaya çıkarmış olmanız tarihî bir öneme sahip. Mektup yıllarca sansürlü haliyle takdim edildi ve o şekilde değerlendirme yapıldı. Aslının bulunmuş olması gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Rahmetli Adnan Menderes mektubun kendisiyle ilgili olan kısmını biliyordu. Ancak bu mektup tahrif edilmiş haliyle okunduğu için bir şey demedi. Çünkü oradaki şartlar farklıydı. Bunu ispat edebileceğiniz bir durum yoktu. Söylemesi de bir şeyi değiştirmeyecekti. Ayrıca Celal Bayar’la ters bir duruma düşmenin uygun olmayacağım düşündü. Ancak bu mektup sansürlenmeden okunsaydı idamdan söz edilebilir miydi? Tabii ki hayır.” Talat ASAL

Yassıada’nın karakutusunu; o dönemde yaşanan haksızlıkları belki de en iyi anlatacak bir belgeyle açıyoruz. Karakutunun içinden yarım asırlık ‘resmî yalan’ı sona erdirecek bir zarf çıkıyor. Devletin kendi arşivinden, devletin kendi resmî organlannı yalanlayan önemli bir mektup zarfı bu. 27 Mayıs’ı yazmış olanlar, bunun ortaya çıkmasıyla beraber yanlış ve eksik bilgilerini değiştirmek zorunda kalacak. Kısacası yakın tarih yeniden masaya yatırılacak. İlk mercek altına aldığımız, bir mektup. Ama bu, hiç de sıradan bir kağıt parçası değil. 27 Mayıs’ın hemen akabinde Resmî Gazete’de bile ilan edilen, Yassıada’yla ilgili yazılı her eserde mutlaka atıf yapılan bir mektup bu. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, hükümeti muhatap alarak yazdığı, 27 Mayıs’tan 24 gün önce kaleme alınan yazıdan bahsediyoruz. Cuntacıların, sivil idareye el koymalarını haklı göstermek için sürekli gündemde tuttukları, günümüzde de zaman zaman hatırlatılarak bugünün siyasetçilerine gönderme yapılan mektubun orijinal hali yanm asır sonra da olsa gün yüzüne çıkmış oldu. Mektubun hikayesi oldukça ilginç. Darbeden sonra Cumhurbaşkanlığına getirilen Cemal Gürsel, Kara Kuvvetleri komutanı iken Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup vermişti. Bugüne kadarki resmî bilgilere göre, mektupta sadece ülkedeki gelişmelerle ilgili olarak Başbakan Adnan Menderes’in uyarıldığı aktarılıyordu. Mektup bu haliyle Yassıada duruşmalannda okundu; hatta Resmî Gazete’de yayımlandı. Ancak mektubun orijinali sadece hükümetin uyarılmasından ibaret değildi. İlk maddede Gürsel, çok hayatî bir öneride bulunuyordu. Öneri şuydu: “Adnan Menderes’i halk çok seviyor. Menderes Cumhurbaşkanı olmalıdır.” Mektubun yazılmasının üzerinden bir ay bile geçmeden ihtilal oldu. Darbenin ardından mektuptaki ‘Menderes’in Cumhurbaşkanlığına önerildiği’ kısım herkesten gizlendi. Bu bölüm kayıtlardan çıkarıldı; devlet kurumlanna bile sansürlü hali verildi. Fark edilemeyen bir şey vardı ki, aslında mektubun orijinal hali Yassıada belgeleri arasına girmişti. Gerçekleri saklamak mümkün değildi. Er ya da geç herkes bunu öğrenecekti. Öyle de oldu. O günlerde mektubu sansürlü haliyle yayınlatanlar bunu yıllar 216 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

önce arşive kaldırırken orijinalini tahrif etmeyi akıllarına getirmemiş; belki de ‘atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacak’ deyip gerek görmemişlerdi. Mektubu daha iyi analiz edebilmek için o günlere doğru hafızaları tazelemekte fayda var. Demokrat Parti iktidarı 1960 baharında sıkıntılı günler geçiriyordu. İstanbul Üniversitesi ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin çıkardığı olaylar gerilimi artırdı. Çıkan her olaydan iktidara fatura kesiliyordu. DP’liler ise sokak hareketlerini CHP’nin organize ettiğini düşünüyordu. İktidar, olayların ardındaki gerçeğin ortaya çıkarılması için Meclis’te bir Tahkikat Komisyonu kurmuş ve komisyona geniş yetkiler vermişti. Ankara ve İstanbul’da daha sert tedbirler alınması için Örfî İdare kurulmuş; başına askerler atanmıştı. Ancak tüm bu girişimler hükümet karşıtı cepheyi sertleştirmekten başka bir işe yaramadı. DP üzerindeki baskı artıyordu. 3 Mayısa gelindiğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Gürsel, Adnan Menderes’e takdim edilmek üzere bir mektup yazıp Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e verdi. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmadıklarını belirten Gürsel, önerilerini 15 madde halinde sıraladı. 1. maddede Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın istifa etmesi isteniyordu ve “Cumhurbaşkanlığına Sayın Adnan Menderes getirilmedir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim. Bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve millete yeniden güven telkin edilmeli.” deniliyordu. Ethem Menderes, mektubu Adnan Menderes’e iletti. Mektup ne basma sızdırılmış, ne de kabine içinde tartışılmıştı. Cemal Gürsel ise mektuba ‘muhtıra’ misyonu biçti. Aradan bir ay bile geçmeden darbe geldi. 24 gün önce Menderes’e Cumhurbaşkanlığını teklif eden Cemal Gürsel, ihtilalin başına geçti. Gürsel’in mektupta kullandığı tabirle ‘milletin çok sevdiği Menderes’ idamla yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderilmişti. Radyo ve gazetelerde her gün darbenin haklılığını ortaya koyan haberler yayınlanıyordu. MBK, ihtilali meşru göstermek için Gürsel’in Ethem Menderes’e gönderdiği mektubu gündeme getirdi. Mektup 12 Temmuz 1960 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Hem Ethem Menderes hem de Adnan Menderes mektubun sansürlenerek yayınlandığını fark etti. Çünkü Menderes’i öven, “Cumhurbaşkanı olmalıdır...” şeklindeki ifadeler Resmi Gazete’deki mektupta yer almamıştı. Ancak yapılacak bir şey yoktu. Başbakan ve bakanların makamlarında bulunan her türlü eşya ve evraka el konulduğu için bu mektubun aslı da artık ellerinde değildi. Gerçeği ispatlamalarının imkânı yoktu. Mektubun Saklanış Serüveni Ortaya çıkan orijinal mektubun şimdiye kadar saklanma serüveni de kayda değer. Eski Yüksek Soruşturma Kurulu Başkanı Fazlı Öztan imzasını taşıyan teslim-tebellüğ yazısında, Öztan, mektubu bir önceki başkan Hayrettin Şakir Perk’in kasasından 4 Ocak 1961 tarihinde üç hakim stajyeri ve zabıt varakası ile teslim aldığını belirtiyor. Mektubun önemine binaen zarfın kapalı biçimde 15 Ocak 1963 tarihinde yeni göreve başlayan Anayasa Mahkemesi başkanına teslim edildiği ifade ediliyor. 7 Haziran 1966’ya ait başka bir tesellüm kâğıdında da zarfın içine konulan mektubun, görevi devralan yeni Anayasa Mahkemesi Başkanı İbrahim Senil’e teslim edildiği bilgisi yer


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU alıyor. Devlet Arşivleri’nden çıkan mektup zarfının üzerindeki tarih 7 Haziran 1966 tarihini taşıyor. Yani 1966’dan beri zarf içinde muhafaza edilen mektup, 40 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor; hem de tekrar kapalı bir zarf içine alınmamak üzere. Söz konusu mektupta değişiklik yapıldığı iddiası daha önce Alparslan Türkeş’in anılarında gündeme gelmişti. Türkeş, anılannı anlattığı bir gazete röportajında mektubun birinci maddesinin tahrif edildiğini öne sürmüş ve mektubun orijinalinde Menderes’e Cumhurbaşkanlığı önerildiği bilgisini dile getirmişti. Ne varki bugüne kadar mektubun aslını kimse görmediği için bu iddia havada kaldı. Mektupla ilgili resmî söylemin dışına çıkmak istemeyenler, “Türkeş MBK’dan 14’lerle birlikte tasfiye edilmişti. İntikam için bunu söylemiş olabilir.” gerekçesine sığındı hep. Cumhuriyet Arşivleri’nin raflannda bulunan mektubun orijinalinin ortaya çıkmasıyla gerçekler resmî olarak da tescillenmiş oldu. Mektubun aslı iddia olmaktan çıktı; devletin kendi arşivinde resmiyet kazandı. Tutanaklara Göre Mektubun Tartışıldığı An Yassıada duruşmalan esnasında Gürsel’in mektubu gündeme geldi. Ankara-İstanbul Olaylan ile ilgili davanın 4. oturumu devam ederken Mahkeme Başkanı Salim Başol, sözü mektuba getirdi. “Cemal Gürsel size gereken uyarıyı bir mektupla yapmış. Niçin gereğini yerine getirmediniz?” diyerek Menderes’i sıkıştırdı. Mektubu okuttu; tabii ki sansürlen-miş haliyle. Menderes’in Cumhurbaşkanlığına önerildiği kısım yine atlandı. Gürsel’in Menderes’i yücelttiği mektup, mahkeme salonunda devrik Başbakan’ı suçlayan bir metin haline dönüştürülmüştü. Menderes’in Cumhurbaşkanlığına layık görüldüğü bölüm okunsaydı, zaten o kişi hakkında idamla ilgili dava açılabilir miydi ki? Menderes, gerçeği bildiği halde sesini çıkarmadı. Darbeden sonra makamlarındaki tüm mektuplara el konulduğu için kendisinde bu mektup yoktu. Gerçeği ispatlaması mümkün değildi. Mektup Resmî Gazete’de bile yayımlandığı için en üst makamdaki Cemal Gürsel’i yalancı duruma düşürmek istemedi. Celal Bayar yerine Cumhurbaşkanlığına önerildiği için ‘mektubu sansürlü olarak okudunuz’ demek Celal Bayar’ı da rencide etmek anlamına gelecekti. O yüzden Menderes en kritik noktada tercihini ‘ses çıkarmama’ yönünde kullandı. İşte mahkeme tutanaklarına göre mektubun tartışıldığı an: Salim Başol: Kara Kuvvetleri Kumandanı bulunan ve halen Devlet ve Hükümet Başkanı olan Orgeneral Cemal Gürsel bir mektup yazmış. 3/5/1960 tarihli bu mektup inkılaptan sonra radyodan yayınlandı ve umumi efkâra bildirildi. Resmi Gazete’nin 12 Temmuz 1960 tarih ve 10549 sayılı nüshasının son safihesinde ilan edilmiştir, neşredilmiştir. Bu mektubu aldınız mı? Ethem Menderes: Aldım efendim. S.B.: Ne oldu? E.M.: Düşündüm, müteaddit defalar okudum. O günlerde

bundan zarar gelmesi ihtimali suretiyle mektubu ifşa etmemeyi lüzumlu gördüm. Fakat mektuptaki tekliflerden 1. maddesine ben vasıta olacak değilim. Ancak Sayın Başvekil’e arz edebilirdim. Ayaküstü Gürsel’den böyle bir mektup gelmiş olduğunu söyledim. Neler var, diye sordu. Birkaç maddesini kendisine söyledim. S.B.: Ayaküstü? E.M.: Bilhassa 1. maddesini söyledim. Alttan birkaç maddesini okudum. 1. madde mühimdi. Onun üzerine sustu. Adeta lisan-ı haliyle şimdilik bunun üzerinde durmanın zamanı gelmediği gibi bir hal hissettim. S.B.: Maddelerden hiçbiri ele alınmış değil. (Salim Başol maddeleri tek tek okuyor. Ancak sürekli bahsi geçen 1. maddede Menderes’i öven kısımlar atlanıp, sadece uyarıcı kısımlar vurgulanıyor.) Demek ki böyle bir mektubu ayaküstü başbakana açabildiniz, o da şimdilik yapılacak bir şey yok dedi. Bu mektuptan kimseye bahsettiniz mi? E.M.: Hiç kimseye efendim. S.B.: Yazık, bunu yazan daha o vakit üç silahlı kuvvetlerden birinin başıydı. Bence tek başına yazılacak bir şey de değil. Çünkü gayet mühim ve tehlikeli. (Adnan Menderes’e dönerek) Peki siz bu mektup hakkında ne muamele yaptınız? A.M.: Bu mektubu şimdi dinliyorum beyefendi. S.B.: Hiç göstermedi mi? A.M.: Hayır beyefendi. Yalnız Gürsel Paşa’dan bir mektup aldığını söyledi... Bu metni aynen görmüş olsaydım.. S.B.: O vakit lüzum hissetmemişsiniz, şimdi hayatî olduğu anlaşılıyor. Hisleri şifahî olarak açmak var, bir de kâğıt üzerine dökmek var. Kâğıt üzerine dökünce ehemmiyet peyda eder. A.M.: Beyefendi nasılsa gafletime gelmiş, ben bunu okumadım. Bu haliyle asla ve kat’a bana anlatılmış değildir. S.B.: Diğer arkadaşlarınız duymadı mı? A.M.: Hayır beyefendi ayak üzeri konuşuldu. S.B.: İnkılaptan 24 gün evvel alınmış bir yazı, ehemmiyetli. Peki, münderecatına vukuf peyda etseydiniz ne yapardınız? Böyle bir mektup geldiği halde arkadaşlarınızla paylaşmamanız fahiş bir hata. A.M.: Ehemmiyetli bir mektup olduğunu bilseydim elbette çeker alırdım. Aydın Menderes: Bu belgenin, mektubun bulunması en büyük arzumdu. Mektubun orijinalinin ortaya çıkması en çok merhum Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes’i sevindirdi. “En büyük arzum gerçekleşti.” sözleriyle sevincini dile getiren Menderes, duygularını şöyle anlatıyor: “Tarihe ışık tutacak son derece önemli bir belge sizin aracılığınızla ortaya çıkarılmıştır. Gerçi mektubun 27 Mayıs’tan ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 217


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU sonra değiştirildiği birinci derece tanıkların beyanlarına dayanarak biliniyordu. Ancak mektubun aslı ortada yoktu. Şimdi mektup orijinaliyle karşımızda durmaktadır. Darbecilerin tarihî belgeleri tahrif ederek, milletine yalan söyleyerek işe başladığını bütün çıplaklığıyla göstermektedir. Artık kimse ‘bu mektup değiştirilmiş’ iddiasını görmezlikten gelemez. Bu önemli belgenin 27 Mayıs’ı yeni bir boyuta taşıyacağı kesindir. Tarih yazımını değiştirecek yeni bir belgeyle karşı karşıya gelinmiştir. Kendim tatmin olmak için değil; ama bu gerçeğin tam olarak ispat edilmesi ve gerçek deliline kavuşması için böyle bir belgeye ulaşılması en büyük arzumdu. Bunu temin ettiğinizi işittiğini vakitte de çok büyük bir heyecan ve memnuniyet duydum. Bundan dolayı sizlere müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim.” Menderes’in avukatı: Mektubun aslı okunsaydı idamdan söz edilebilir miydi? Adnan Menderes’in Yassıada duruşmalarında avukatlığını yapanlardan Talat Asal da, mektubun aslını Menderes’in duruşma esnasında niye anlatmadığını şöyle izah ediyor: “Bu mektubun orijinal halini ortaya çıkarmış olmanız tarihî bir öneme sahip. Mektup yıllarca sansürlü haliyle takdim edildi ve o şekilde değerlendirme yapıldı. Aslının bulunmuş olması gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Rahmetli Adnan Menderes mektubun kendisiyle ilgili olan kısmını biliyordu. Ancak bu mektup tahrif edilmiş haliyle okunduğu için bir şey demedi. Çünkü oradaki şartlar farklıydı. Bunu ispat edebileceğiniz bir durum yoktu. Söylemesi de bir şeyi değiştirmeyecekti. Ayrıca Celal Bayar’la ters bir duruma düşmenin uygun olmayacağım düşündü. Ancak bu mektup sansürlenmeden okunsaydı idamdan söz edilebilir miydi? Tabii ki hayır.” İşte O Mektup Aziz vekilim, Dün geceki konuşmalarımızdan cesaret ve ilham alarak zatıâlilerine, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkında düşüncelerimi arz etmeyi millî ve vatanî bir vazife bildim. Sayın Başvekil’in açıklamalarını dinledim ve okudum; bunlar da benim düşüncelerimin kabulüne müsait bir zeminin henüz mevcut olmadığı aşikâr olarak belli ise de gene de görüşlerimin sizlere iblağının zaruretine inanıyorum. Muhterem vekilim, şu hakikati kabul etsek lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp son karar ve feci olaylara kadar devam eden vak’alar vatandaş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi güç hoşnutsuzluklar yaratmıştır. Hele ordunun talebelere karşı akılsızca kullanılması işin vahametini artırmış, ordu mensuplarında da huzursuzluk ve güvensizlik hisleri belirmiş, korkulan şey olmuş, ordu politikaya karıştırılmıştır. Sayın vekilim, Bu ahvâl küçümsenecek, cebir ve şiddetle geçiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, hükümet ve partinin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için sükûnetli fakat ciddi ve zecri tedbirler almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır: 1. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Cumhurbaşkanlığına Sayın Adnan Menderes getirilmelidir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim. Bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve millete yeniden güven telkin edilmelidir. (Sansürlenen bölümde ilk cümleden sonrası tümüyle çıkarılmış yerine, ‘Çünkü, bütün kötülüklerin bu zattan geldiği hakkında memlekette umumi bir kanaat vardır’ cümlesi eklenmiş.) 2. Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat çıkarılmalı ve yeni kabine mut218 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

lak dürüst, makul zorcu değil, adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır. 3. İstanbul, Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir. 4. Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun kaldırılmalıdır. 5. Ankara Örfi İdare Kumandam değiştirilmelidir. 6. Partilerin ocak, bucak teşkilatı kaldırılmalı sadece vilayet merkezlerinde mümessiller bulundurulmalıdır. (Bu madde sansürlenen mektupta çıkarılmış.) 7. Parti faaliyetleri azami senede iki defa vilayet merkezlerinde ve mahdut partililerle yapılmalıdır. (Bu madde sansürlenen mektupta çıkarılmış.) 8. Mevkuf gazeteciler bir af kanunu ile kısa zamanda tahliye edilmelidir. 9. Son hadiseden tevkif edilen talebeler tedricen serbest bırakılmalıdır, ilim müesseseleri yeniden faaileyete geçirilmelidir. 10. Şimdiye kadar çıkarılan bütün anti-demokratik kanunlar tedricen kaldırılmalıdır. 11. Vatandaşın hürriyet ve eşit muamele hakkına mutlak surette riayet edilmelidir. 12. Ordunun mes’eleleri süratle halledilmelidir. 13. Din istirmarcılığından vazgeçilmelidir. 14. Suiistimaller oluyor mu, bilmiyorum; fakat olduğu hakkında umumi bir kanaat mevcuttur ve milletin hükümete karşı itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddetle bertaraf edilmesi lazımdır. 15. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyüklerini memleket gezilerinde sun’î büyük vatandaş toplulukları ile karşılamalar yapmak usulü kaldırılmalıdır. Çok muhterem vekilim; Bu yazdıklarım asla bir parti ve politika mülazaha ve tesiriyle değildir. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz ediyorum. Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. Memlekette çok şeyler yaptığımız muhakkaktır; fakat bu da asla kâfi değildir. Bu yapılan işleri müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve yap-mıştır. Asıl mühim olan toplumun ruhunda yaşama şevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır. Olaylar bu yolda olmadığımızı göstermektedir. Talebelerin hürriyet duygusu ile yaptıkları masumane tezahürata karşı, idarecilerin hatası yüzünden kıtalar sevk edilmesi ve onların desteği ile emniyet kuvvetlerinin ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleri beraber coplarla ve kurşunlarla te’dip etmesi feci bir şeydir. O hengâmede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakımından büyük hata olduğuna kaniim. Bizim, gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali hissiz, duygusuz müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyoruz? Sayın vekilim, maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cü- retkârânedir. Fakat memleket için, millet için, hükümet ve hatta partinizin selameti için dikkate alınması lazımdır ve hatta çok lazımdır. Derin ve sonsuz hürmetlerimi sunarım. Orgeneral Cemal Gürsel Kara Kuvvetleri Komutanı


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 219


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DEMOKRAT PARTİ I. KONGRE ALBÜMÜ’NDEN 7 Ocak 1946 MİLLETVEKİLLERİ - 1947

ÖN SÖZ Birinci büyük Kongrenin sayın delegeleri bana, o müstesna toplantının bir albümünü hazırlamak şerefini verdiler. Bu pek zevkli vazifeyi heyecanla ifaya çalıştım. Albüm, milli hayatımızda ve tarihimizde lâyık olduğu büyük mevkii olan birinci büyük kongremizin hâtırasını tesbit etmektedir. Bu mütevazi eserin daha mükemmel bir şekilde hazırlanması elbette mümkündü. Bu sebeple, pek sayın delege arkadaşlarımın müsamahasını rica eder, saygılarımı arzederim. İstanbul Milletvekili SENİHİ YÜRÜTEN 220 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 221


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DEMOKRAT PARTİ I. KONGRESİ AYDIN ve KÜTAHYA DELEGELERİ

222 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 223


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Konya Belediye Reisi M. Sıdkı Bilgin Şehrimizin Büyük Misafiri

BAŞVEKİLİMİZ Sayın

ADNAN MEND ERES Şereflerine 27. V. 1960 Cuma günü saat 20.30 da Belediye Torrance Gazinosunda verilecek yemeğe teşriflerini saygı ile rica eder.

224 |

Gidilemeyen davet!

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

SEN GERÇEK BİR EFEYDİN EFELİĞİ MİLLETİN İÇİN YAPTIN... BOYNUN, DÜZMECE MAHKEMEDE ARKADAŞLARIN ZARAR GÖRMESİN DİYE BÜKÜLDÜYSE BÜKÜLDÜ... YOKSA KİMSEYE BOYUN DA EĞMEDİN... EFELİKTE BEDEL CANLA ÖDENİR. ONU DA VERDİN GİTTİ... NURLAR İÇİNDE YAT, ŞEHİDLERİN PİRİ MENDERES... ADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMU ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 225


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes’in Savunması Pek Muhterem Başkanım ve Yüce Divanın Muhterem, yüksek iddia Makamı; Sözlerime başlamadan evvel bir hususu arzedeyim: Bir fikir perişanlığı içinde not edebildiğim müdafaamda tekrarlar, hatalar ve dil sürçmeleri olursa mazur görmenizi istirham ederim. Muhterem Reisim, Anayasa’yı ihlâl adı ile anılan bu davanın vasfı ve esas mahiyeti yüksek malumları olduğu üzere siyasidir. Bu dava ile birleştirilen diğer davalar da hemen hemen aynı mahiyeti taşımaktadır. Birçok memleketlerde eşine rastlanması pek nadir siyasî davalar oldukları da aşikârdır. Bu cihet kayıt ve tesbit etmekten maksadım, son derece özel mahiyetleri itibarı ile bunların çok değişik ve nisbî telâkkilere maruz ve zaman içinde sür’atle değişen ve mekâna göre de yine çok değişik görüş ve neticelere bağlı bulunan mes’eleler veya siyaset hâdiselerinin ortaya çıkardığı bu davalarda zamanın siyaset cereyanları içinde yaşanan heyecanların tesirinden uzak kalabilme müşkillerine işaret etmekten ibarettir. Bu halin hususiyle müdafaa durumunu son derece güçleştirdiğini ve bu itibarla inkılâbına asıl gayesinden ve Yüce Hey’etinizin Yüksek Adâlet duygularına iltica etmenin bizim için en esaslı teminatı teşkil ettiğine inandığımı arzetmekle müdafaama başlamak istiyorum. Büyük Hakimlerim; milletçe benimsenmiş bir ihtilâlin mukabil tarafında imişim gibi görünmenin neticesi olarak hâkim bulunan fikir ve siyasî cereyanların mahiyeti yüksek malumlarıdır. Meselâ dinlenen yüzlerce, binlerce şahidin bu tesirlerden kendilerini kurtaramadıkları ve bir kısmının da, geçmiş devrin dava mevzuu haline gelmiş olduğu da bir hakikattir. Davaların son derece hususi karekterini belirtmek maksadı ile arz ile ilâve edeyim ki, ne Anayasayı ihlâl davası adı ile, ne de bu kavram ve mahiyeti ile bir dava siyasi tarihimizde mevcut değildir. Sadece bu gerçek dahi, derhâl şu suâlleri hatıra getirmektedir. 1950’de D.P. iktidara gelinceye kadar acaba Anayasa mı yoktu, yoksa Anayasayı ihlâl mahiyetinde veya ona aykırı kurumlar ve hareketler mi memlekette mevcut değildi? Anayasa elbette mevcuttu ve bunun yanında tek parti idaresi de uzun zaman devam etmişti. Buna mukabil bu anayasayı tebdil, tağyir, ilga veya ihlâl davası diye bir dava, biraz evvel arzettiğim gibi, acaba ne için şimdiye kadar görülmüş değil, hattâ akla bile gelmemiştir? Bu suâller, tek başına şu müşahade dahi mes’elenin ve davanın son derece özelliğini, eski tabirle nev’i şahsına münhasır hüviyetini ve siyasi mahiyetini göstermeye kâfidir sanıyorum. İddia olunuyor ve deniyor ki; Anayasa mevcuttur ve çeyrek asır çeşitli sebeplerle esas hükümleri ve ruhu itibariyle tatbik 226 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

edilmemiş dahi olabilir. Fakat 1950 seçimleri bir plebisittir. Anayasanın ahitleşmesi veya denetlenmesi ancak bu tarihte başlar. Böyle bir iddiayı ileri sürmek suretiyle şimdiye kadar böyle bir davaya rastlanmamış olması bu hukuki izaha bağlanmak istenmektedir. Ancak 1950 seçimlerinin bir plebisit olduğu iddiası takdiri ve sübjektif bir mütalâa olmak hududunu geçmez. Çünkü, 1950 seçimleri bir plebisit değil, herhangi bir seçim gibi nihayet bir seçimden ibarettir. Yüce Hakimlerim, kısaca temas ettiğim Kararname ve iddianamedeki şu görüş veya tez yakın tarihimizin siyaset olaylarının geniş bir izah ve tahlili yapılmak suretiyle de bir temele dayandırılmak istenmektedir. Halbuki, bütün bu tahlil ve izahlar hürriyet ve demokrasiyi tahakkuk ettirmede birçok safhalardan geçilmesi, nihayet şartların tekemmül etmiş bulunması zarurî bulunduğu hakikatim ortaya koymaktan ileri bir neticeye varamaz. İşte bu tahlil ve izahlar sırasında deniliyor ki; memleketimizde hürriyet ve demokrasi mücadelesi bir, birbuçuk asırlık bir maziye dayanmaktadır. Gerçekten, hattâ taa Tanzimattan başlayarak Birinci Meşrutiyet, ikinci Meşrutiyet, Büyük Atatürk’ün giriştiği milli hâkimiyet mücadelesi ve memleketimizi bugüne eriştiren safhalar ve olaylar içinde bu izahlar tamamı ile doğrudur. Fakat bütün bunlardan çıkan netice; bir memleketin Garplı manasında demokratik bir idareye kavuşabilmesi uzun ve çetin yollardan ve safhalardan geçmek ve şartların olgunlaşmasına bağlıdır. Zira bunun olgunlaşması için bir memlekette ortam ve iklimin birçok bakımlardan müsait hale gelmesi yani siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel şartların olgunlaşması ve hususiyle tatbikattan edinilen köklü tecrübelerin, an’aneler halinde olgunlaşması ve vicdanlarda yer etmesi zaruridir. Nitekim, Garbın ileri demokrasileri bütün bu yönlerden çok müsait şartlar altında ve ancak asırlar içinde bugünkü kemâle ermiş bulunuyor. Fakat derhal arzedeyim ki, bu şartların kemâle ermemiş bulunması ve bilhassa bir memleketin tarihinden gelen türlü tesirlerin gayri müsait oluşu o memleket için hiçbir suretle bir nakısa olarak görülemez. Bu sözlerim insanlık siyasî tarihinin ortaya koyduğu bir hakikatin ifadesinden ibarettir. Bu hakikat hürriyet ve demokrasi uğrunda uzun zamanlar sarfolunduktan sonra milletimizin eşsiz evlâdı Atatürk’ün millî hakimiyet savaşı yanında o eşsiz kudreti ve prestiji ile tahakkuk ettirmek yolundaki gayretlerine rağmen demokratik idareyi bütün veçheleri ile tahakkuk ettirmiş olmak imkânını bizzat hayatında idrak edememiş olması ile de isbat ve iddiasını bulmaktadır. Ancak bu tarihî vakıa da Atatürk devrinin ihtişamını elbette ve hiçbir surette gölgelendiremez. Çünki milli hakimiyet prensibinin esasını ve Türkiye Büyük Millet


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Meclisinin kuruluşu, saltanatın ilgası, 1924 Anayasasının kabulü ve daha birçok inkılâpların tahakkuk ettirilmiş olması ve nihayet çok partili hayata geçmek için denemeler, bütün bunlar kâfi gelmemiş ve şartların daha da olgunlaşması ve vasatın daha da aydınlanmasını beklemek icap etmişti. Tek parti idaresi Atatürk’ü kaybetmemizden sonra da devam etti. Evet Büyük Hakimlerimiz, bir tarafta demokratik bir idarenin temel kanunu olduğu ve kuvvetlerin tefriki esasına dayandığı iddia olunan 1924 Anayasası, diğer tarafta ise tek parti idaresi. Bu hâl çeyrek asır devam ediyor. Bunun izahı arzettiğim gibi ancak demokratik bir idarenin bir hamlede tahakkuk ettirilemeyeceği ve bu yönden birçok şartların olgunlaşması lâzım geleceği hakikatına dayanabilir. Bunun yanında 1924 Anayasasının mahiyet ve hususiyeti üzerinde de kısaca durmak icab eder. Çünkü davanın esasını bu Anayasanın tebdil, tağyir ve iptala teşebbüs etmek suçu teşkil ettiği gibi yine bu Anayasanın hüküm sürdüğü zamanlarda tek parti hakimiyetinin neticesi olarak Anayasanın ruhuna ve hükümlerine aykırı tatbikatın bir dava mevzuu haline gelmemiş olması vakıanın bir de 1924 Anayasası yönünden görmek icabeder kanaatındayım. Tek parti devrinde, hatta çok partili hayata girdikten sonra da Anayasaya aykırı kanunların çıkması ve tatbikatın yine Anayasaya aykırı devam etmesinin 1924 Anayasasının yönünden sebebleri var mıdır? Bu sualin cevabını eski Anayasanın bünyesinden ve onu yapanların vicdanında hakim olan inanıştan alması lâzım gelir. Bu konuda ilk dikkate çarpan hakikat şudur ki; 1924 Anayasası devletin esas kuruluşuna ait hükümler dışında yalnız umumi prensipler kurmakla iktifa etmiş ve bunların ne tatbik suretleri, ne de müeyyidelere bağlanmaları hususunda hükümler vaz etmemiştir. Bunun sebebi olarak gene ilk akla gelen zamanın icaplarına göre tedbirler almak ve hadiseler karşısında sür’atle hareket edebilme gayesinin kanun vazıının vicdanına hâkim bir kanaat olduğu düşüncesi olmak lâzım gelir. Kaç asırlık İngiliz demokrasisinin bugün dahi yazılı bir Anayasası bulunmadığını bu münasebetle hatırlamak ve bu vakıayı manalandırmak bakımından yerinde olur kanaatindeyim. Hakikat şudur ki, kanun vazıı, 1924 Anayasası ile her şeyden evvel bir rejim değişikliğini mektup hale getirip tahakkuk ettirmeyi, yani saltanat idaresinden millî hâkimiyet

rejimine geçmeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki, kuvvetler birliği esasına dayanan tek Meclisli bu idarenin memleket mukadderatına kayıtsız, şartsız hâkim olması gayesi her mülâhazanın üstünde yer almış ve Anayasanın temel yapısı böylece yoğrulmuş ve muhtevası böyle bir maksatla kaleme alınmıştır. Bu konuda kıymetli zamanlarınızı israfdan sakınarak asıl maksada, maruzatıma kısaca devam edeceğim. Filhakika Anayasaya aykırı kanunların çıkarılamayacağı yine anayasada bir madde ile tasrih edilmiş bulunuyor. Ancak bu madde kanun vazıına bir hitap ve bir nevi direktif mahiyetinde kalmış ve Anayasa bünyesi içinde buna mâni olacak şekilde diğer birtakım hükümlerin vaz’ı derpiş olunmadığı

gibi ayrıca başka bir müeyyide de konulmamıştır. Bunun tek müeyyidesi yalnız ve yalnız herhangi bir kanun teklifi veya lâyihası hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülürse Meclis Anayasa Encümeninde ve Meclis Umumi Heyetinde bu iddianın incelenmesi ve müzakeresine dair mevcut bir tek hükümden ibaret kalmıştır. Çünkü biraz önce arzettiğim gibi bu iddia hilâfına olarak Anayasa, kuvvetlerin tefriki esasına değil, tek Meclis hâkimiyeti esasına dayanmakta ve Anayasaya muhalefet iddialarının kanunların tefsiri, kararlar ıstarı, hatta Başkumandanlık sıfatının Meclis’in manevî şahsiyetinde mündemiç bulunması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Türk milletinin yegâne ve hakiki mümessili olduğu bu Anayasada yer almış bulunmaktadır. Bunun neticesi olarak Anayasaya aykırılığı iddiası ile malûl herhangi bir ikinci Meclisde müzakeresi veya Anayasa Mahkemesi kurulması yolu ile kanunların hükümeti ıskat tatbikatı ile derpiş olunamamıştır. Yeni Anayasamızın bu ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 227


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

konularda gerekli birçok hükümleri ve maddeleri ihtiva etmesi de kıyaslandığı takdirde 1924 Anayasasının bu hususiyetini pek açık olarak belirtmekte ve bundan doğacak mahzurları önlemeye matuf çok itinalı çalışmaların mahsulü olan hükümlerin ve buluşların yeni Anayasada yer almasındaki maksat ve gayeyi açıkça ortaya koymaktadır. Bu mülâhazaları sırf 1924 Anayasasının esas bünyesini belirtmek maksadı ile arzetmiş bulunuyorum. Yoksa bu maruzatımla 1950’den sonra Anayasaya aykırı olarak çıkarılmış kanunların mevcudiyetini kabul ve bunların mazeret sebebi olarak ileriye sürme maksadını gütmemekteyim. Çünkü esasen bir dikta rejimi kurmak maksadı ile Anayasaya aykırı kanunların çıkarılmış olduğu mütalâasının varid olmadığı kanaatındayım. Reis Beyefendi, büyük hâkimlerimiz, yüksek müsamahanıza sığınarak 1950’ye kadar devam eden dört yıllık çok partili devreye kısaca temas etmek mecburiyetindeyim. Zira, bu devreye ait hâdiselerin tahliline girişilerek iddialar dermayan olmuştur. Ezcümle deniliyor ki; 1946 seçimlerinden sonra teşekkül eden Meclis’e D.R milletvekillerinin katılması, bu seçimlerin dürüst yapılmadığı hakkında ileri sürdükleri iddiaların samimiyetsizliğini gösterir. Yine deniliyor ki, muhalefette iken bile Demokrat Parti’de tahakküm vardı. Bunun için bu parti ikiye ayrıldı. Birinci husus olarak, yine bu devre zarfında o zamanın muhalefet partisi liderinin ve ileri gelenlerinin konuşmaları ve aidlerinin samimiyetsizliğini iktidara geldikten sonraki tutumları meydana çıkarmış bulunuyor, denilmektedir. Üç noktada hülâsa ettiğim bu mütalâalar dikta rejimine gidilme hususundaki kasıd ve niyetlerimizin delillerinden olarak ileri sürülmektedir. Evvelâ arzedeyim ki; dürüst yapılmadığı iddia olunan 1946 seçimleriyle kurulmuş olan Meclis’e Demokrat Parti milletvekillerinin katılmış olmaları, seçimlerin dürüst yapıldığı manasını tazammun etmez. Meclis’e katılmamızın birinci sebebi, demokratik bir idarenin kısa bir zamanda tahakkuk ettirilemeyeceği hususundaki inancımızdan gelen bir müsamahalı görüşün neticesidir. Saniyen Meclise muhalefet olarak görüyorduk. 228 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Bundan ancak düşmanlar ve memlekette karışıklık çıkarmak isteyen bedbahtlar memnun olurdu. Binaenaleyh, ne pahasına olursa olsun, Meclis’e katılmayı bir milli vazife saydık. Her şey zamanla düzelir diye düşünüyorduk. Parti içinde bu iltihaka aleyhtar olan kuvvetli bir cereyanın mevcut olduğunu ilâve etmeliyim. Bu cereyan gittikçe kuvvetlendi ve D.P.’nin bir muvazza neticesi kurulduğu ve iktidarın bir muvazza âleti haline geldiği propagandası, kanaati yaygın bir hal aldı. 12 Temmuz Beyannamesini Demokrat Parti idarecilerinin samimiyetle benimsemiş olmaları, bu propagandaları, Demokrat Parti’nin bir muvazaa partisi olduğu hakkındaki şüpheleri büsbütün kuvvetlendirmişti ve parti içindeki ikilik, ayrılık fikirleri hâd bir hale gelmişti. Adeta mutediller ve müfritler veya daha başka bir tabirle muvazaacılar ve samimi muhalefet taraftarları olarak ana parti içinde bir takım cereyanlar baş gösterdi. Evvelâ parti içinden ikiye bölündü. Biraz sonra da bu fikir ayrılığı yeni bir partiye vücud verdi. 12 Temmuz Beyannamesi iktidarla muhalefet arasındaki gerginliği yumuşatmak yolunda meşkûr bir adımdır. Bu kanaatle bu beyannameyi o zaman samimiyetle benimsemiştik. Muhalefette iken konuşulanlar ve vaad olunanlarla vazifeye geldikten sonra bunun tam aksi bir yol tutulmuş olduğu iddiasına gelince: Hâdiselerin bu iddiaları teyit etmediğini biraz daha aşağıda arzedeceğim. Kaldı ki; muhtelif zamanlarda ve değişik şartlar karşısında parti idarecilerinin değişik şekilde konuşup esaslı görüşler ileri sürmeleri konusunda en tecrübeli devlet ve siyaset adamlarımızın konuşmalarından ve davranışlarından pek çok misâller vermek mümkündür. Meselâ, kısaca iktidardaki Halk Partisi ile muhalefetteki Halk Partisi’nin birbirinden çok ayrı olduğuna dair söz ve davranışlardan pek çok örnekler vermek bizim için de mümkündür. Demokratik bir istihalenin bütün safhalardan geçmesi, gelişmesi ve olgunlaşması yolunda bulunan bir memlekette bunlar görülen şeylerdir. Kaldı ki; vazifeye geldikten sonra da muhalefetteki konuşmalarımıza ve davranışlarımıza bağlı kalmak hususundaki gayretlerimiz çok büyük olmuştur. 1954 seçimlerinin daha büyük bir çoğunlukla kazanılmış olması, umumi efkârımızın iddia olunduğu şekilde menfi bir hareket ve davranışımız olmadığına kaani bulunduğunu göstermeye kâfidir zannediyorum. Pek Muhterem Yüce Divan; partilerin kuruluşundan başlayarak 1950 umumi seçimlerine kadar olan devreye ait sözlerime son vermeden önce bir iki mülâhazayı daha ilâve etmeme Yüksek müsaadelerinizi rica ederim. Bu dört yıllık devre denilebilir ki, 1946 seçimlerinin tesiri altında yapılmıştır. Bu seçimlerin malûm şartlarla yapılmış olması memlekette çok partili hayat için bir talihsizlik olmuştur. İktidarla muhalefet arasındaki münasebetlerin zaman zaman çok gergin bir hal almasında bunun rolü ve tesiri büyüktür. Her iki taraf birbirini şiddet politikası ile itham eder olmuş ve maalesef bu gergin hava, şiddetli çatışmalar siyasi hayatımızda kökleşmiş ve adeta kötü bir gelenek halinde yerleşmiştir. Buna rağmen 12 Temmuz


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

beyannamesinin ruhuna uygun olarak Demokrat Parti idarecileri gayretler sarfetmekten bir an için hâlî kalmamışlardır. Bu cümleden olarak devri sabık yaratmayacağız prensibini ortaya atmak suretiyle D.P. itidâl politikasının açık, kat’i bir delilini ve senedini vermiş oluyordu. Parti mücadelelerinin şiddetine rağmen, bu gayretler tamamiyle boşa gitmiş değildir. Bu sebepledir ki, zamanın iktidarı bir seçim kanunu getirmek yoluna gitti. D.P. ise bunu büyük bir memnuniyet ve teşekkürle karşıladı. 1950 seçimleri sükûn içinde yapıldı. Bu arada Demokrat Partinin seçim beyannamesinde hâkim bulunan itidâl ruh ve havası da ayrıca kayda değer önem taşır. Bu beyanname gözden geçirilecek olursa bu hakikati kabûl ve teslim etmemek elden gelmez. Muhterem Yüce Divan; dikta kurulmaya teşebbüs olduğunu veya kurulduğu iddialarına gelince, bu iddiaların Halkevlerinin kapatılması, Halk Partisi mallarının Hâzineye devri, Emekli Sandığı Kanunun 39. maddesi ile Basın ve Seçim Kanunlarında yapılan değişiklikler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun kabulü ve nihayet Meclis Tahkikat Encümeni’nin kurulması ve selâhiyet kanununun çıkarılmış olmasıyla sabit görülmek isteniyor. Hatta parti daha faaliyete başladığı ilk günlerden itibaren yani muhalefette bulunduğu zamanlar dahil 14 yılın bütün hadiseleriyle bir mantık bağı ile birleştirilerek bir dikte rejimi yoluna gidildiği iddiası beslenmek ve takviye edilmek isteniyor. Müdafi avukatlarımız gerekli müdafaaları yapmış oldukları için bütün bu konularda huzurunuzu tasdi etmekten sakınacağım. Ancak, diktaya gidiş iddiası hakkında umumî olarak kısaca maruzatta bulunmak zaruretini duymaktayım. Evvelâ şunu arzedeyim ki; ne kadar keskin bir zekâ ve zengin bir muhayyile ile işlenmiş ve ne kadar sıkı bir mantık örgüsü ile örülmeye çalışılmış olursa olsun, uzun zaman mesafeleri ile bir birinden ayrılmış bulunan ve tekevvün etmelerine sebeb olan şartlar bu kadar değişik olan kanun, hâdise veya mes’eleleri

bir araya getirip bunlardan bir bütün vücuda getirmenin zorluğu açıkça görülür. Saniyen, meselâ 951 ara seçimlerinden biraz evvel Halkevlerinin kapanması ile Demokrat Parti’nin o zaman açık bulunan yirmi mebusluktan onsekizini kazanmış olması, keza Halk Partisi mallarının 954 seçimlerinden önce Hazine’ye alınması kanunu çıkarmakla seçimlerde bir evvelkinden daha büyük bir ekseriyetle tekrar iktidara gelmesi, iddia ve mütalaalara hakim olan mantıkla izahı imkân dahilinde görülmüyor. Aksine olarak bu hareketlerin seçimlerde Demokrat Parti’ye ancak rey kaybına mal olmuş olması lâzım gelir. Bu cümleden olarak Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu sıkıcı bir kanun olduğu için gene umumi efkârda aksi tepki yaratması binaenaleyh seçimlerde iktidar aleyhine bir netice doğurmasını kabul etmek tabiî ve mantıkî olmaz mı? O halde bu kanunların çıkarılması seçimlerde mutlaka kazanmak maksadına yaramak şöyle dursun, çıkaranlar için ancak seçim şansını zayıflatan sebepler olarak kabul olunabilir. Hakikat şudur ki, D.P. iktidara gelir gelmez, devri sabık yaratmayacağız prensibine bağlı kalarak ve ilk iş olarak Af Kanunu’nu çıkardıktan sonra matbuat kanununu da hemen hemen ortadan kaldırırcasına köklü tâdiller yapmıştır. Matbuat Kanununa tecavüz ve hakaretleri önleyecek bazı hükümlerin konulması ise, tam altı yıl sonra olmuştur. Zaman zaman Meclis Grubu’nda tedbirler mes’elesinin konuşulması üzerine önemle durulmakta, bu mes’ele dikta rejimine gitmenin bir yolu olduğu ısrarla iddia olunmaktadır. Vakıa tedbirler mes’elesi grupda müteaddid defalar müzakere mevzuu olmuştur. Fakat bu, dikta rejimini tesis maksadı ile değil, aksine olarak memleketin bir buhrana doğru sürüklenmekte olduğu görülerek ciddî ve samimi bir endişenin neticesinden başka bir sebeble değildir. Demokrasinin anitezi hürriyetsizlik olduğu gibi hürriyetlerin kötüye kullanılması da bu memlekette çok yaygın hale gelmesi ile demokrasinin tahribinin neticesi olan bir anarşi yolu olduğunda da şüphe yoktur. Nitekim bu fikriADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 229


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mi 21/4/1960 tarihli Grup toplantısında şu sözlerimle apaçık belirtmiş oluyorum: “Bizim hürriyetleri tahdit etmek emelimiz değildir. Bilâkis teyit etmek emelimizdir. Hürriyetlerimizin tehdit altında bulunduğundan endişe etmekteyiz.” İddia olunuyor ki; iktidardan düşmek istemediğimiz için tedbirler almak ve dikta rejimi kurma gayret ve hevesine düşmüşüz. Hakikatli halde bir seçimle işbaşına gelen bir iktidarın en tabii ve mukadder istikbalidir. Bu münasebetle derhal arzedeyim ki, 1960 baharında seçimlere gitmeyi kat’i olarak arzu ediyor ve kararlaştırmış bulunuyorduk. Seçimi kaybetsek dahi en azından büyük bir muhalefet grubu olarak yine Meclis’te bulunacaktık. Kaldı ki, seçim şartlarını haklı olarak lehimizde mütalâa ettik. Seçimlerin yaz sonuna tehirini düşündüren sebeb ise, gergin olan parti münasebetlerinden ve bir takım tahriklerin mevcudiyeti dolayısıyle alman malûmata nazaran seçimlerde müessif hâdiseler çıkmasının kuvvetli bir ihtimâl olarak kendisini göstermiş olmasındandır. Tahkikat Encümeni’nin kurulmasına yol açan bu endişe oldu, seçimleri gaib etmek endişesi değil. Pek kıymetli Reisin, Muhterem Başol’un üzerinde defalarla durduğu; seçim zeminini temizleyeceğiz veya müsait hale koyacağız, şeklinde ifadesini bulan fikir ise, seçimlerin serbest, dürüst ve sükûn içinde ve müessif hâdiselere meydan vermeyecek şartlar ve vasat içinde yapılması gaye ve temennisinin bir ifadesinden başka bir şey değildir. Yoksa diktatörlük kurmak için tedbirlere girişmek manasına değildir. Bir takım kararlı veya gizli faaliyetleri tahkik edip bulmak, muhalefetin de huzuru ile Mecliste müzakere edilerek hatta ne kadar sert münakaşalar olursa olsun neticede salım seçim vasatı bulmak, karşılıklı ithamların doğurduğu çözülmez gibi görünen düğümleri çözmek ve hatta seçimler üzerinde müşterek anlayış ve kararlara varmak mümkün olurdu. Ayrıca bu müzakereler yolu ile durumun aydınlanması bazı vatandaşları ve müfrit particileri dürüst harekette bulunmaya sevkedecek bir uyarıcı tesiri de olacaktı. En şiddetli münakaşa ve çatışmalardan sonra, sükûn ve karşılıklı anlayış zihniyetinin hüküm sürmeye başlaması çok görülen hâdiselerdendir. En gergin bir zamanda 12 Temmuz

230 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

beyannamesinin ortaya atılması gibi... Binaenaleyh, iktidarla muhalefet neticede seçimlere ait müşterek bir takım görüşlere varabilirlerdi. Yoksa bütün bu çabalar ve tedbirler aslında ne partiyi kapatmak ve ne de dikta rejimine gitmek için değildi. Bunların hatalı bir teşhis ve düşünce ve hatalı bir yol olduğu anlaşıldı. Anayasayı tebdil, tağyir veya iptâl fikri, dikta rejimi kurulması maksadı asla tasavvur edilmiş değildir. Dikta rejimi kurma maksadını gütmediğimizi hâdiseler bugün daha iyi göstermektedir. Dikta rejimine gidilmek istenirse en evvel bir kuvvete dayanmak ihtiyacı hâsıl olur. Silahlı kuvvetlerimizin en küçüğünden en büyüğüne kadar, başında bulunan subay ve kumandanlarımızın bir teki ile dahi bu mevzuda bir araştırma ve anlaşma zemini hazırlayacak en düşük bir temas ve teşebbüs olmamıştır. Böyle bir şey olsa idi çoktan meydana çıkardı. Diğer taraftan İstanbul’daki Üniversite olaylarının, merkezi hükümet için ani ve sürpriz halinde vukua geldiği derhal İdarei örfiye ilânı ile vaziyeti ordumuza tevdi etmekte hiç gecikmediğimiz duruşmalar esnasında müşahade buyurulmuş hakikatlerdendir. Ankara’da Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülteleri hâdiselerinin ise Idarei Örfiyenin ilânından sonra vukua geldiği gene yüksek malumlarıdır. Örfi idarenin gerek İstanbul, gerekse Ankara’da harekât ve tedbirlerine mümkün olduğu kadar riayet etmek ve karışmamak yolunda olduğumuz meydana çıkmış hakikatlardandır. Bütün bu olayların cereyanı esnasında hükümetin durumu yetkililere emanet etmiş olduğu anlaşılmıştır kanaatindeyim. Harb Okulu yürüyüşü dolayısıyla itidâl ve sükûnla hareket etmiş olduğumuz elbette ki dikkatli ve nüfuzlu nazarlarınızdan kaçmamıştır. Hükümet olarak hiçbir gizli veya aşikâr tedbirimiz olmadığı da olayların neticeleri ile sabit bir keyfiyettir. Binaenaleyh dikta rejimini kurmak niyetinde olanların böyle hareket edeceklerine akıl erdirmenin mümkün olmadığını yüksek müsaadeleri ile arz ve ifade etmek isterim, ihtilâlden iki gün evvel seçimleri ilân etmek için bir hafta veya on gün sürecek ve tam manası ile demokratik bir zihniyetle yurt gezisine çıkmak üzere Ankara’yı terk etmek dikta rejimini ne suretle alâkalandırabilir? Mayıs ortalarında İzmir’e gidiyorum. Orada seçimlerin kısa zamanda yapılacağını her türlü tereddüdü bertaraf edecek bir açıklıkla ifade ediyorum. Eskişehir’de de aynı suretle konuşuyorum. Diğer taraftan Meclis Komisyonunda seçim kanunu üzerinde muhalefetle beraber çalışılıyor, mutabık kalınıyor. Lâyiha Meclis Umumi Heyetine tevdi olunuyor. Ve yüksek malumları olduğu üzere gündeme alınıyor. Eskişehir’deki konuşmamda tahkikat encümeninin vazifesini bildirmiş olduğu ve yolumuzun dürüst seçim yolu olduğunu ve hiçbir surette bu yoldan ayrılamayacağımızı umumî efkâra bildiriyorum. Meclis Tahkikat Komisyonunun vazifesini bitirmiş olduğunu ifade etmemin olduğu olmadığını çünkü o zaman komisyonun vazifesini henüz bitirmemiş olduğu Yüksek Başkanlık makamı bir duruşma esnasında ihtar etmişlerdi. O zaman da arzetmiş olduğum gibi raporun yazılıp bitmiş olduğu malûmatını Komisyon sözcüsünden öğrenmiş bulunuyordum. Ayrıca bu malûmatın umumî efkâra bildirilmesinin faydalı ola-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Yassıada’da idamla yargılanan Demokrat Partililer, sağdan sola: Celal Bayar, Adnan Menderes, Osman Kavuncu, AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’ın amcası 4 dönem Kayseri milletvekili ve DP Genel Başkan Yardımcısı Kamil Gündeş

cağını da düşünüyorduk. Binaenaleyh, Tahkikat Komisyonun vazifesini bitirmiş olduğunu ifade etmiş olmam yersiz veyahut sayılmamak icab eder. Bütün bu davranış ve olaylar dikta rejimi kurmak maksadıyla hareket olunduğu veya dikta rejimi kurulmuş bulunduğu fikri ve iddiası ile telif olunamayacaktır kanaatindeyim. Muhterem Reis beyefendi; bazı arkadaşların hatıra defterleri Yüce Huzurunuzda ele alındı, bir hayli incelendi. Benim şimdi bahis konusu etmek istediğim, çok yakın arkadaşım Ethem Menderes’in hatıra defterlerinden naklen ve tarihe geçirilmek maksadı ile huzurunuzda okunmuş olan bir pasaja dair birkaç cümle söylemek istiyorum. Tarihe geçmesi maksadı ile de olsa o kelimeleri Yüksek İddia Makamının nezih lisanı ile keşke tekrar edilmemiş olsa idi. Arkadaşım Ethem Menderes’e bunu birisi söylemiş, insanlar birbirlerini ne kadar sevseler, kızgın, zamanları olur. Böyle zamanlarda dedikoduya rastlanır, aleyhte yapılan çekiştirmeler iç ferahlığı verebilir, böyle bir zamanda olacak. Kim söylemiş kendisine, bilmiyorum. Maalesef o kötü sözleri hemen defterine aktarmış. Bu sebeble kendisine aslâ kırgın değilim. Fakat böyle sözleri hâlâ söyleyemeyeceğimi ben de tarih huzurunda ifade etmek isterim. Değil Bakan veya Milletvekili arkadaşlarım hakkında hiç kimseye karşı böyle sözleri söylemez. Hepsi huzurunuzdadır. En şiddetli münakaşa ettiklerimden birisi dahi kendisini kıracak bir muamelede ve sözde bulunduğumu söyleyemez. Hepsi ile münasebetlerim daima kardeşlik, karşılıklı sevgi ve saygı dairesinde olmuştur. Odacı ve kapıcılara hallerine göre, efendi, yakın tanışıklığım yoksa ve genç memura da bey demek suretiyle hitab etmek daima adetim olmuştur. Bunu hep bilirler. Büyük Hâkimlerim, müdafaama başlarken arzettiğim gibi,

bu davaların temeli siyasî hâdiselerin ve hayatının seyyal zemini üzerine dayanmaktadır. Bu davaları saran hava ve şartlar bu derece biz sanıklar aleyhinde olması ihtilâlin karşısındaymışız gibi görünmemizin ve onbeş yıl boyunca gerek muhalefette ve gerek iktidarda iken şiddetli mücadeleler geçirmiş olmamızın bir neticesi, bir bahtsızlığıdır. Tek parti idaresinin kutsileştirilerek övüldüğü zamanlar, efsaneleştirildiği zamanlar çok uzak değildir. O zamanlarda da 1924 Anayasası mevcuttu ve bugün hakkımızda tatbiki istenen ceza kanunu hükümleri yürürlükte idi. Hâlbuki biz şimdi tek parti idaresi kurmak iddiası, vatana ihanet ithamı karşısındayız. Dikta kurmak şöyle dursun yıllarca önce beliren anarşi tehlikesini önlemek dahi mümkün olamayacak sert bir mücadele ile karşı karşıya bulunduk. Biz Anayasanın ilgasını veya diktatörlük kurmayı asla düşünmedik. Ne muhalefeti başsız bırakmak, ne de memleketi muhalefetsiz bırakmak bir an için aklımızdan geçmedi. Tedbirler diye düşündüklerimizin isabetli olmadığı hataları ile, neticeleriyle tahakkuk etmiş bulunuyor. Fakat tedbirler diye düşünürken bir diktatörlük ihtiası peşinde değil, hep anarşi endişesinin pençesinde hareket ettik. Ne yazık ki, siyaset hayatının çok seyyal heyecan dalgaları bizi şimdi vatana hıyanet etmiş olmak ittihamının pençesine atmış bulunuyor. 14 yılın muhasebesi bizi ne demokrasiyi tahrip, ne de vatana ihanet neticesine götürmez. Adalet tarihine şerefle kaydedilecek kararlar vereceğinize eminim. Bizi haysiyete, hayata ve hürriyete kavuşturmanızı adil vicdanlarınıza sığınarak kemal hürmetle istirham eylerim. Nihayet bütün duruşmalar esnasında Yüce Divanın ve Yüksek Riyaset Makamının lütufkârlık derecesine varan nezaket ve nezahetini şükranla ifade etmekle müdafaama son verir ve Yüce Huzurlarınızdan ayrılırım. Sayın Yüce Divan, Sayın iddia Makamı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 231


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Adnan Menderes: Milletin Sevgilisi Konferansımız ADÜ’de Gerçekleştirildi Demokrasi şehidi Adnan Menderes, idam edilişinin 52. yıldönümünde memleketi Aydın’da düzenlenen konferansla anıldı. Platformumuz tarafından organize edilen “Adnan Menderes: “Milletin Sevgilisi” konferans 17 Eylül 2013 tarihinde Adnan Menderes Üniversitesi Atatürk Kongre Merkezi Miletos Salonu’nda gerçekleşti. Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı ve Hüseyin Kocabıyık’ın Menderes’in hayatını ve siyasi kişiliğini anlattığı konferansa; Aydın AK Parti Milletvekilleri Mehmet Erdem ve Ali Gültekin Kılınç, MHP Milletvekili Ali Uzunırmak, Vali Yardımcısı Muhsin Çatmadım, Eski Milletvekilleri Ahmet Rıza Acar, Ahmet Ertürk, Recep Taner, Belediye Başkan Yardımcısı Şefika Çoban, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, Koçarlı Kay-

232 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

makamı Mehmet Sülün, Rektör Danışmanı ve Adnan Menderes Araştırma Uygulama Merkez Müdür Yrd. Doç. Dr. Birsen Erat, Aydın Belediyesi Eski Başkanı Hüseyin Aksu, AK Parti İl Başkanı Sadık Atay, Adnan Menderes Demokrasi Platformu Yönetim Kurulu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır ile daire müdürleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve vatandaşlar katıldı. Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı; bir Aydınlı olarak Adnan Menderes’in hayatında çok ayrı bir önemi olduğunu vurgulayarak, “Adnan Menderes’in idamından birkaç dakika önce söylediği sözler onun kimliğini bize anlatıyor. Siyesetçi Menderes’in yaptığı eylemlerle ilgili idam edilmesini bugün bile anlayamazken, suçlamalara baktığımızda elle tutulur tek tortu bile bulamazken, son nefesinde millete bağlılığını ifade edebilecek kadar büyük insan


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.” dedi. Menderes’in yaptıklarının yarım asır sonra anlaşılmaya başladığını ve iade-i itibar edildiğini kaydeden Bursalı, “Rahmetli Menderes’in sistematik zulüm çektiği hepimizin malumu. Yapılmak istenin ne olduğunu, onu aşağılamaya çalışanların son çabaları anlatmaya yetecektir. Menderes yaşadığının acısına bakmadan onları teskin etmeye çalışan özel bir insan. Menderes’in siyaset hayatı da renkliydi. Üretim araçlarının devletleştirme faaliyetlerine karşı çıkıyor. CHP’den ihraç edildikten sonra 1950’de yüzde 50 ve sonrasında 57 oy oranıyla halkın sevgilisi olarak iktidara gelip demokratik olmayan şekilde idam ediliyor. Çok iyi bir aile babası ve eşine aşık bir kişi. 52 yıl sonra bu güzel insanı ve devlet adamını böyle sevgiyle anabiliyoruz. Son yıllarda yapılan iade-i itibar itibariyle Menderes ve diğer demokrasi şehitlerine yönelik atılan tüm siyasi adamları, hükümet ve muhalefetin desteğini önemsiyorum. Devamı gelmeli. Biz onu gerçekten çok sevdik. Menderes demokrasiye sahip çıktığı için en ağır bedeli ödedi. Demokrasi için bedel ödeyen bir gazetenin mensubu olarak da Menderes’i anmaktan şeref

duyuyorum” dedi. Yazar Hüseyin Kocabıyık da Menderes’in hatıralarına sahip çıkan ve konferansı düzenleyenlere teşekkür etti. Menderes davasının yılmaz mücahidi olarak gördüğünü söylediği Ahmet Şerif Bayındır’a şükranlarını sundu. Menderes’in büyük devlet adamı, unutulmaz Başvekil olduğunu ve onu rahmetle andıklarını belirten Kocabıyık, “Bugünkü siyasi gündem içinde Menderes’i anlatmaya gerek yok. İçinde bulunduğumuz şartlarda Menderes’in yeniden keşfedilmesi ve anlatılması lazım. Barış yaratan bir lider olarak onu anlatacağım. Dönemin vesikalarına bakıldığında objektif olarak anlattığımızda barış üreten, devrinde toplumsal, ülke ve dünya barışını döşeyen bir lider. Menderesle ilgili vesika karıştırmış biri olarak böyle bir tespit yapıyorum. Menderes’in barış üreten çabaları var. Aydın Menderes o dönem için ‘Türk siyasetinin Kerbelası’dır’ derdi. Türk siyaseti için bir travmadır. O ve arkadaşları katledildiği günden bu yana kan ve gözyaşı durmadı.” dedi. Konuşmaların ardından katılımcılar rahmetli Adnan Menderes ile ilgili sorularını yönelttiler ve anılarını paylaştılar. MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak,

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 233


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

LC L TEMSİ AY D I N İ

İLİĞİ

OCABIYIK - Hüseyin K LI A S R U B m Şebne 0 ze�es� Yazarı

Yen

�en�

Yen� Asır Ga

:16.0 13 Salı Saat - AY D IN 17 Eylül 20 kezi er M re g menderesdp n rk Ko nder.com twitter.com/ A D Ü Atatü adme

es� Genel � Asır Gaze�

Yayın Y�ne�

/menderesdp facebook.com

“27 Mayısta olanlar milleti devlete düşman etme durumudur. Devletlilerin hatasını devlet adamları düzeltmelidir. Rahmetli Menderes ebediyete intikalden sonra çok büyük dersler verdi. Atatürk dahil birçok devlet adamını toplumun ortak değeri olarak algılanmalı. Eleştirilen yönleri olabilir. Rahmetli Menderes ve ebediyete intikal edenleri hizmetleriyle değerlendirmeliyiz” dedi. AK Parti Aydın Milletvekili Mehmet Erdem de verilen bu bedellerin ardından demokrasinin kıymetinin bilinmesi gerektiğini belirterek, “Menderes’le ilgili ih-

234 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

tilalin anonsunu yapan partili milletvekili Menderes’e sahip çıkıyor. CHP de Menderes’in kabrini ziyaret ediyor. Bunlar güzel şeyler” dive konuştu. Konferans, Yönetim Kurulu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır’ın; Aydın Milletvekilleri Mehmet Erdem ve Gültekin Kılınç, Ali Uzunırmak, Vali Yardımcısı Muhsin Çatmadım, Belediye Başkan Yardımcısı Şefika Çoban, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu ve Koçarlı Kaymakamı Mehmet Sülün’e plaket takdimi ile sona erdi.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

17 Eylül’ün Yıldönümünde Aydın’da Bey Camii’nde Mevlid Cemiyeti Sevgi Yolunda Lokma Hayırı Yapıldı Aydın İl Temsilciliğimiz’in etkinliğinde Aydın Sevgili Yolu’nda Merhum Başbakan Adnan Menderes’in ölümünün yıl dönümü dolayısıyla Bey Camiinde öğle namazı öncesinde mevlid-i şerif okutuldu ve sonrasında lokma döktürüldü. Sevgi Yolu’nda gerçekleştirilen lokma hayrına halkın ilgisi büyük oldu. Bu CemiyeteYönetim Kurulu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır da katıldı. Gün içinde Aydın Valimiz Sayın Erol Ayyıldız, Belediye Başkanımız Özlem Çerçioğlu, Milletvekillerimiz Mehmet Erdem ve Semiha Öğüş, Eski Milletvekilimiz Recep Taner, Koçarlı Kaymakamı Mehmet Sülün ve AK

Parti İl Başkanı Sadık Atay da ziyarette bulundular. Günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapan Bayındır, ölümünün üzerinden 52 yıl geçmesine rağmen Adnan Menderes’in hala milletin sevgilisi olduğunu bildirdi. Geçen yılların Menderes'e olan sevgi ve saygıyı artırdığını vurgulayan Bayındır, “Adnan Menderes’in memleketinde camilerde lokma döktürülmesi, mevlitler okutulması, hatimler indirilmesi, konferanslar düzenlenmesi, bizi memnun ediyor. İnşallah uzun yıllar boyunca uygulanan karartma, günümüzde bir zemberek etkisi ile tam tersine dönecek ve Menderes layıkı ile gelecek nesiller tarafından yad edile-

cek” dedi. “YENİ NESİL TEŞVİK EDİLİYOR” Adnan Menderes ve Türk milletinin iki sevgili olduğunu, 27 Mayıs ve 17 Eylül ile iki sevgilinin birbirinden ayrılmak istediğini savunan Bayındır, “İki sevgiliyi birbirinden ayırma operasyonu başarısız olmuştur. Milletimiz, Adnan Menderes gibi bir devlet adamını bağrına basmış, ebediyen de Başvekil olarak basmaya devam edecektir. Aydın’da adına üniversiteler yapılması, bulvarlara, sokaklara adının verilmesi gerçekten yeni nesillerin Menderes’in misyonunu öğrenmesi için bir teşvik unsurudur.” dedi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 235


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İdamların 52. Yılında Anıtmezar’da Anma Töreni Düzenlendi Merhum Başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 52. yılı nedeniyle Topkapı’daki Anıt Mezar’da anma töreni düzenlendi. “İnfaz demokrasiye ve milletin ilerleme şuuruna yapıldı’’ AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, “Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın infazı, onların şahıslarına ve zatlarına yönelik değildi, demokrasiye ve milletin ilerleme şuuruna karşıydı” dedi. Törende konuşan Soylu, aslında darbecilerin, milletin milli hasletleri, inançları, özgürlüğü ve demokrasiyle sorunu olduğunu vurgulayarak, “O kadar kinliydiler ki 1960 darbesi onların kinlerini, nefretlerini bir şekilde söndürmedi. 1980 darbesinin sonrasına kadar 27 Mayıs’ı, bu millete hakaret ederek, küçük düşürerek bayram olarak kutlattılar. Biz neyin ne olduğunun farkındayız. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın infazı, onların şahıslarına ve zatlarına yönelik değildi, demokrasiye ve milletin ilerleme şu-

236 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

uruna karşıydı” diye konuştu. Soylu, Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin en önemli sebebinin, millete tahammülsüzlük olduğuna dikkati çekerek, “Sizin zenginleşmenize, özgürlüklerinize, aynı safta birlikte namaz kılmanıza, cemevinden camiye kadar, bu ülkedeki bütün inanç noktalarına kadar, herkesin özgür ve kardeş yaşadığı bir ülkeye tahammül edemiyorlar” dedi. ÜMRAN MENDERES: “ÜLKEMİZ ARTIK BU OYUNLARA GELMEMELİ” İdamlardan dolayı üzüntüsünü dile getiren merhum Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes ise “Bunu kader olarak nitelendirmek olabilir mi? Nereden bakarsak bakalım akıl, mantık ve vicdanlarda yer bulmayacak. Ülkemiz artık bu oyunlara gelmemeli. Zira bunlar bizi ileriye taşımıyor. Zaman ve hizmet kaybına yol açıyor. Madem demokrasi diyoruz o zaman demokratik yollardan amacımıza ulaşalım” dedi.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Gazetecilerin sorularını cevaplandıran Ümran Menderes, “Şehitlerimizin 51. yılını anmak üzere burada bulunuyoruz. Ben öncelikle programı düzenleyen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na teşekkür ediyorum. Yaşananlar çok acı. Allah bir daha yaşatmasın. Ancak şu da var ki Türkiye’de artık ihtilaller sorgulanır oldu. Menderes ve arkadaşlarının demokrasi için açmış oldukları yolda devam etmeliyiz. Söyleyecek fazla bir şey yok. Nur içinde yatsınlar” dedi. Programda Merhum Adnan Menderes ve arka-

daşları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için Yasin-i Şerif okundu. Okunan Yasin-i Şerif ’in ardından kürsüye çıkan Ümran Menderes, anma törenine katılan herkese teşekkür ederek şöyle konuştu: “Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, Türkiye demokrasi şehitlerini unutmadı. Her gün onlara karşı sevgi ve saygının arttığını görüyoruz. Bu da şunu gösterir ki seçimle gelen seçimle gitmeli. Türkiye yükselmeye devam etmeli. Yeter söz milletindir cümlesi her şeyi içinde barındırıyor. Demokrasi şehitlerimizi anarken daha demokratik günlere ulaş-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 237


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Merhum Adnan Menderes’i Anma Mesajları:

“Milletimizin gönlünde müstesna bir yer edinmiş olan Adnan Menderes, Türkiye’nin demokratikleşmesine, kalkınmasına ve ilerlemesine eşsiz katkılar sağlamıştır. Türkiye’nin demokrasi tarihine damgasını vuran değerli siyasetçi Adnan Menderes, inanıyorum ki, Cumhuriyetimize, demokrasimize, ülkemize ve milletimize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacak, aziz milletimiz nezdinde her zaman bir halk kahramanı olarak anılacaktır. Merhum Adnan Menderes’i vefat yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyor, sevenlerine ve ailesine iyi dileklerimi sunuyorum.”

mamızın, bunun nimetlerinden hep birlikte istifade gururunu yaşamalıyız. Onların başlattığı demokrasi mücadelesini her gün büyüterek sürdürmeliyiz.” Konuşmaların ardından İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Rahmi Yaran, Adnan Menderes ve arkadaşları için dua okudu. Bakan Bağış ve diğer konuklar Adnan Menderes’in kabrine çiçek koyarak dua etti. Ardından merhum Aydın Menderes ve Berin Menderes’in kabirleri de ziyaret edildi. Adnan Menderes ve arka-

238 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

daşları için Fatih Camii’nde mevlit okutuldu. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, yayınladığı mesajda, Menderes’in idam edilmesini lanetlediğini söyledi. Çiçek, “Merhum Menderes’in idamıyla, Türk tarihinde 140 yıl ara verilen çirkin bir gelenek hortlatılmış, işlenen bu cinayetle siyasi tarihimize kara bir leke sürülmüştür. Vicdanımızın kabul edemediği bu idam, ruhumuzu burkmuş, milletimizin şuuraltında derin bir travmaya dönüşmüştür.” dedi.


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. (Ahzab 33/23)

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 239


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Demokrasiye İlk Adım “Demokrasiye İlk Adım” Konferansımız 7 Ocak’ta Aydın’da Gerçekleştirildi. Aydın’da Platformumuz tarafından 7 Ocak 1946 tarihinde kurulan Demokrat Parti’nin kuruluş yıldönümünde ’Demokrasiye İlk Adım’ konferansı düzenlendi. Nevzat Biçer Düğün Salonu’nda gerçekleşen konferans ADÜ Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Dilşen İnce

Erdoğan’ın katkılarıyla hazırlanan “Adnan Menderes” belgeselinin izlenmesiyle başladı. Konferansın açılış konuşmasını yapan Yönetim Kurulu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır, demokrasi şehidi Adnan Menderes’i doğduğu topraklarda, Demokrat Parti’nin kuruluş yıldönümünde bir kez daha saygıyla andıklarını söyledi. Bayındır, Menderes’in memleketi Aydın’ın demokrasinin başkenti olduğunu kaydetti.

“Demokrasiye İlk Adım” konulu sunumunu gerçekleştiren Türkiye Parlamenterler Birliği (TPB) Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, 7 Ocak 1946 tarihinde kurulan DP’nin Türk siyaset tarihindeki önemine değindi. DP’nin kurulduğu 1946 yılının “Demokrasinin Şafağı” olarak adlandırıldığını kaydeden Korkmazcan “7 Ocak 1946’da atılan demokrasi adımı tıpkı Kuvay-ı Milliye gibi, halkımızın tarih boyunca bağımsız


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ve egemen bir millet olarak ‘kendi iradesini devlet hayatına hakim kılma’ arzusuyla başlamıştır. Biz demokratlar 1946 Şafağı’nda yola çıktık. 1950 yılında iktidar olduk. Demokrasi şafağı maalesef 1960 darbesiyle karanlığa gömüldü. 1960 darbesi demokrasinin katledilmesidir. 1946 Şafağı’nda yola çıkanlar her zor dönemeçte yeniden fazilet yolculuğuna çıkacak enerji, umut, kuvvet ve kudrete sahip oldu. 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı 12 Eylül’ü bir yol kazası olarak değerlendirmek, kural dışı hareket olarak değerlendirmek lazım. Bu millet vesayet rejimine yıllarca razı olacak bir millet değildir.” dedi. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ve demokrasi mücadelesiyle dünyaya adını duyurduğunun altını çizen Korkmazcan, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu eserlerimizi 21. yüzyıla da taşımamız gerekiyor. Süreç doğrul yöneltilirse, Türkiye dünya barışının sağlanmasında çok büyük bir rol üstlenecek. Türkiye; İslam dünyası ve Türki cumhuriyetlerin demokratik gelişimlerine katkı sağlıyor. İslam dünyası ve Türki cumhuriyetler dünyanın av sahası olmaktan kurtulduğunda, gerçek dünya barışı o zaman sağlanabilecektir. Türkiye; Atatürk’ün ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesine her zaman gönülden bağlı kalmıştır. İç kavgalarla kaybedecek vaktimiz yok, el birliğiyle demokrasi seferberliği başlatmalıyız.” Adnan Menderes’in Türk milletine kazandırdığı özgüven ve hizmetleriyle anıldığını belirten Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu da “Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, 3 Şubat 1931 tarihinde kentimize yaptığı ziyarette ‘Dikkate değer bir gençtir’ dediği Adnan Menderes’i keşfetmiş ve Adnan Menderes’i talebi olmamasına rağmen milletvekili yapılması talimatını vermiştir. Ulu Önder o büyük öngörüsüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekteki Başbakanını bulmuştur. Rahmetli Adnan Menderes’i ölümünün 52. yılında doğduğu bu topraklarda minnetle anıyoruz. Aydın’da kurulan merkez ilçeye Adnan Menderes ismi verilmesi için mücadele ettik. Ancak Efeler oldu. Efeler de güzel bir isim ama önümüzdeki yıllarda yapılacak değişiklikle merkez ilçeye Adnan Menderes isminin konulması için çabamızı sürdüreceğiz” şeklinde konuştu. Bazı insanların icraatları kadar ölümleriyle de toplumlara önemli mesajlar verebildiğine işaret eden MHP Aydın Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ali Uzunırmak ise, “Rahmetli Menderes tüm siyasetçilerin ve demokrasiyi savunanların ortak değeri olmalıdır. Rahmetli Menderes istismarlardan ve ithamlardan kurtulmalıdır. Eğer biz Menderes’in katline sebep olanların pişmanlığını temin edebilirsek o zaman hedefe ulaşabiliriz. O cephe içerisinde savaşarak Menderes’i katledenleri pişman olmaktan muzaffer olup olmamayı tartıştırırsak biz Rahmetli Menderes’in düşüncesine hizmet etmiş olmalıyız. Bize düşen demokrasi tarihinde Adnan Menderes’i demokrasiyi savunan bütün siyasetçilerin ortak değeri, ortak bilinçlenmesi haline getirmeliyiz. Aydın’ın siyasetçileri bunu başarmalıdır. Bunun için de Adnan Menderes konusundaki tüm akademik ve bilimsel çalışmaları desteklemeliyiz” şeklin-

Hasan Korkmazcan

Ali Uzunırmak

Özlem Çerçioğlu ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 241


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU de konuştu. Tiyatro sanatçısı Abdullah Kars’ın okuduğu ‘Menderesler hepinize yanmışım’ adlı şiirin duygusal anlar yaşattığı konferansa Vali Yardımcısı Mustafa Yıldız, TBMM İdare Amiri ve MHP Aydın Büyükşehir Başkan Adayı Ali Uzunırmak, Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, ADÜ Rektörü. Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, MHP eski Aydın Milletvekili ve Efeler Belediye Başkan Adayı Recep Taner, Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık, Kültür ve Turizm İl Müdürü Nuri Aktakka, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle birlikte çok sayıda davetli katıldı. Konferansın sonunda Yönetim Kurulu Başkanımız Ahmet Şerif Bayındır tarafından Hasan Korkmazcan’a teşekkür plaketi takdim edildi. Bayındır, ayrıca Adnan Menderes ve demokrasi davasına bağlıkları ve çabalarından dolayı Ali Uzunırmak, Özlem Çerçioğlu, Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, Recep Taner ve Haluk Alıcık başta olmak üzere Aydınlı birçok demokrata şükran plaketi takdim etti.

ACI KAYBIMIZ Aydın’ımızın sevilen, sayılan simalarından KÖKLÜ DEMOKRAT Özer Üttü Ağabeyimiz Hakk’a yürüdü. En son 7 Ocak 2014 DEMOKRASİYE İLK ADIM etkinliğimize katılan Özer Ağabey doyasıya fotoğraf çekmiş, kadim dostlarıyla hasret gidermiş ve Platformumuzun şükran plaketini almıştı. Mekanı Cennet, kabri pür nur olsun inşallah. Bir uzun ömür boyunca taşıyageldiği demokrat misyonun şerefli bayrağı asla yere düşmeyecek, Aydın’ın genç Özer’leri bir şafaktan bir şafağa yürümeye devam edeceklerdir. Aydın’ımızın ve camiamızın başı sağolsun.

242 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU



ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 245


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Türkiye’nin İlk %100 Yerli Lokomotifleri:

Karakurt ve Bozkurt Halkın demir yolu sevgisini artırmak üzere Eskişehir Cer Atölyesi’ne iki küçük buharlı lokomotif üretme talimatı verildi. Lokomotifler Ankara’daki Gençlik Parkı’nda işletilecekti. Yıl 1957, Gençlik Parkı bir bayram yeridir. Herşeyi ile Eskişehir Cer Atölyesinde üretilen iki küçük buharlı lokomotif, “Mehmetçik” ve “Efe”, hem Ankara’yı, hem de Eskişehir’i sevince boğar. 1750 m2’lik bir güzergahta, Havuzbaşı ve Esmen adı verilen istasyonlar arasında 20 km /h hızla gidip gelen 35 ton yük kapasiteli iki küçük buharlı lokomotif bir yandan çocukların sevinçlerini, bir yandan Eskişehir Cer Atölyesinin gururunu ve büyük lokomotifleri de üretebilmenin umudunu taşır. 1951 yılında Türkiye’de ilk mekanik kantar imalatını, lisans veya know-how alınmaksızın gerçekleştirmiş olan Devlet Demiryolları Cer Atölyesi. Türkiye’nin gözde kurumlarından biri haline gelir. Artık gerçek bir atılıma hazırdır. Sonunda beklenen fırsat gelir.

BÜYÜĞÜNÜ DE YAPABİLİR MİSİNİZ? 4 Nisan 1957’de Eskişehir’de (Çukurhisar) Çimento Fabrikası açılma merasiminde bulunan Başvekil Sayın Adnan MENDERES, 5 Nisan’da Devlet Demiryolları Cer Atölyesine şeref vermiş ve Fabrikaların bütün müştemilatı ile bilhassa Çırak Okulunu gezerek tetkik etmiş, sanatkarlarla, İşçi Sendikaları ve Federasyon Heyetleri ile de hasbıhalde bulunmuşlardır. Daha sonra, halka, treni ve demiryolunu sevdirmek amacıyla o yıl Ankara Gençlik Parkında işletilecek olan minyatür trenlerin, hazırlanmış bulunan lokomotiflerinden birine binerek gezmiş ve çok beğenerek “Bu lokomotifin büyüğünü sizden istesem yapabilir misiniz?” demiştir. Cer Atölyesi zaten yıllardır bu talimatı beklemektedir. 1958 yılında, atölye, Eskişehir Demir yolu Fabrikası adıyla yeni ve büyük hedefler için organize edildi.

246 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İLK LOKOMOTIF DOĞUYOR; “KARAKURT” RAYLAR ÜSTÜNDE. 1958 yılında, Eskişehir Cer Atölyesi, Eskişehir Demiryolu Fabrikası adıyla yeni ve büyük hedefler için organize edilir. Hedef ilk yerli lokomotifi imal etmektir. Bu, 1915 beygir gücünde, 97 ton ağırlığında, 70 km/h hız yapabilen ilk Türk buharlı lokomotifi KARAKURT ‘tur. 25 yıl olarak öngörülen hizmet süresinden 10 yıl erken, 1976 yılında demir yollarına veda etti. Halen Eskişehir’de bugün TÜLOMSAŞ adını alan Eskişehir Cer Atölyesi’nde Türkiye’nin yerli teknoloji geliştirme çabalarının bir anıtı olarak sergileniyor. Bu arada, Karakurt’un ikizi olarak, yine 1961 yılında Sivas Cer Atölyesi’nde imal edilen Bozkurt lokomotifi de 25 yıl dolu dolu hizmet ettikten sonra 1994 yılında emekliye ayrıldı. Bozkurt da Karakurt gibi doğduğu yerde Türk sanayisinin gelişimini gösteren bir abide olarak sergileniyor. Bozkurt, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’na ait o zamanki adı Sivas Demiryolu Fabrikaları olan Tüdemsaş firması tarafından üretilen ikinci Türk lokomotifinin adı. Sivas Cer Atölyesi, Sivas Demiryolu Fabrikası adını alarak yerli lokomotif ve yük vagonu üretmek üzere yeniden orga-


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU nize edilmiştir. Bu reorganizasyon çalışmasından sonra 1959 yılında yapım çalışmalarına başlanan ve tamamı, Türk işçi ve mühendislerinden oluşan ekip tarafından çok kısa bir sürede bitirilen Bozkurt Lokomotifi Eskişehir’deki Tülomsaş firması tarafından üretilen Karakurt Lokomotifi ile aynı zamanda hizmete girmiştir. Bu iki lokomotifin en büyük özellikleri ilk yerli Türk lokomotifleri olmasıdır. Sivas’ta Türkiye Demiryolu Makinaları Sanayii A.Ş’de (TÜDEMSAŞ) 56202 seri numarasıyla üretilen Türkiye’nin ikinci yerli lokomotifi olan Bozkurt, 1961 yılında demir yollarında hizmet vermeye başladı. 25 yıl demir yollarında aralıksız sefer yapan lokomotif, teknik ömrünü doldurması nedeniyle kurum tarafından emekliye sevk edildi. Üretildiği fabrika önünde kurulan rayların üzerine konu-

lan Bozkurt, fabrikaya gelen ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor. Ziyaretçiler buradan ayrılmadan mutlaka lokomotifin önünde hatıra fotoğrafı çektiriyor. Hatıra fotoğrafı çektirenlerin arasında birçok bakan, milletvekili ve bürokrat da bu-

lunuyor. Buhar basınç kazanı, boş ağırlık, işletme, sürtünme ağırlığı, çekme kuvveti gibi özelliklerin fabrikanın önünde hazırlanan bir yazı ile anlatıldığı lokomotif, üretildiği günden bugüne kadar geçen zamanı ise önüne konulan tabelada kendi duygularıyla şöyle değerlendiriyor: Ben Sivas demir yolu fabrikalarında Türk işçi ve mühendisinin el birliği ile imal ettiği Bozkurt isimli 56202 nolu tamamen yerli ilk lokomotifim. Güzel yurdumu arkamda binlerce ton yükle doğudan, batıya, kuzeyden, güneye yüzlerce kez geçtim. Hizmet sırasında geçirdiğim sayısız hastalık demir yolu personelince iyileştirildi. Yaklaşık 25 yıllık hizmetin sonunda ekonomik ve teknik ömrümü doldurduğum gerekçesi ile emekli oldum. İmal edildiğim, adı sonra değiştirilen ve gelişen TÜDEMSAŞ’ta 25 yıl hizmet ettiğim raylarımın üzerine oturttular, boyadılar, bir gelin gibi süslediler. Etrafım çiçek ve çimenlerle donatıldı. Bulunduğum yerden kuşların cıvıltısı içinde, üretimi ve onarımı yapılan vagonların servise verilişini mutlulukla izliyorum. Rahatım, mutluyum, ilginize teşekkür ediyorum.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 247


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU ADNAN MENDERES “BİR ZEYBEK SEVDASI” ETKİNLİĞİYLE İZMİR’DE ANILDI Merhum Başbakan Adnan Menderes, Demokrat Parti (DP) eski Genel İdare Kurulu üyesi Samet Ocakoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Bir Zeybek Sevdası” etkinliğiyle anıldı. Merhum Başbakan Adnan Menderes’i konu alan ve Demokrat Parti (DP) eski Genel İdare Kurulu üyesi Samet Ocakoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Bir Zeybek Sevdası- Başvekil Adnan Menderes’’ etkinliği, Konak Belediyesi’nin desteğiyle Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Ocakoğlu, Adnan Menderes’in hayatından kesitler sundu. 2013 yılı Nisan ayında Aydın’da gerçekleştirdiği etkinlikte bir üniversite öğrencisinin söylediği sözlerini anımsatan Sametoğlu, “Bedenini, ruhunu, becerilerini, yaşamlarını hazine bellediği ortak değerlerimize adeta irat kaydedip bu alemden gelip geçerken ardında her geçen gün büyüyen bir abide bırakan Merhum Başvekil Adnan Menderes’e ve babamın arkadaşlarına yönelik duygularım; Nisan 2013’de Aydın’da gerçekleştirdiğim etkinliğimizin ziyaretçisi bir üniversite öğrencimizin ‘Ben, ülkeme böylesine hizmetler yapmış bir şahsiyetin ismini taşıyan üniversitede eğitim görmekten onur duyuyorum’ sözlerinde kendine yer bulmaktadır. Toprağı yiğit yatağı Aydın’dan yetişen ve Yunus’un söylediği ‘yiğit iken ölen’ şanlı zeybeklerden olan Başvekil Adnan Menderes- Bir Zeybek Sevdası etkinliği, gönüllerimizdeki duygularımızı, zihnimizin düşüncelerini, ritmimizi, iddiamızı ve umutlarımızı Konak Belediyesinin sanat salonlarından alıp memleketin en uzak köşesine ulaştıracaktır. Başvekil Adnan Menderes adına etkinlik düzenlemenin sorumluluğunun bilincinde olarak, kıymet kadir bilen millet huzurunda teşekkür ederim. İfa ettiğimiz görev şahsıma bir kere daha onur vermiştir. Merhum Başvekil Adnan Menderes’i ve babamın arkadaşlarını rahmet, saygı ve sevgi ile yad ediyorum. Büyük yürüyüşümüz ve iddiamız Türkiye lehine sürdürülecektir. Zorluklarımız elbette istikametimizin güzelliğindendir” şeklinde konuştu. Bir Zeybek Sevdası- Başvekil Adnan Menderes etkinliği İzmir Devlet Türk Dünyası Dans ve Müzik Topluluğu’nun sanat gösterisiyle sona erdi.

3. CUMHURBAŞKANIMIZ MERHUM CELAL BAYAR İZMİR’DE ANILDI Konak Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Alsancak Kültür ve Sanat Merkezi, ‘3.Cumhurbaşkanı Celal Bayar/Milli Mücadele’den Çankaya’ya’ paneline ev sahipliği yaptı. Benal Nevzat Salonu’nda gerçekleşen panele siyasetçi yazar Samet Ocakoğlu, İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, Demokrat Parti İl Başkanı Aydoğan Karaoğlu ve araştırmacı siyasetçi Galip Çetin konuşmacı olarak katıldı. Konak Belediye Başkanı ve DSP adayı Dr. Hakan Tartan, Samet Ocakoğlu’na gösterdiği vefa nedeniyle teşekkür ederek, “Türkiye’nin çok değerli Cumhurbaşkanlarından, Milli mücadeleden sonra Türkiye’nin yeniden şekillenmesi sürecinde büyük etkisi olan sahibi Sayın Celal Bayar’ı anıyoruz. Biz değerlerimize sahip çıkan bir toplum olduğumuz sürece geleceğe umutla bakacağız” notunu düştü. Samet Ocakoğlu ise konuşmasında şunları söyledi: “Daha 20’li yaşlarda, sansürün çok ağır olduğu, ülkede ve Avrupa’da neler olduğunu takip etmenin çok zor olduğu bir dönemde Bayar’ın yabancı bir bankada çalışıyor olması, bu sayede iktisadi ve basınla ilgili materyal sağlayabilmesi avantaj sağlamış, genç yaşlarda Avrupa’yı çok iyi okuyabilmiştir. Terazinin bir kefesine iktisadi gelişimi koymuş, bir taraftan da ülkede kötü giden şeyleri ayırt edebilmiş, sonucunda da milli iktisadi görüşü oluşabilmiştir. Cumhurbaşkanı olarak da Celal Bayar, 10 yıllık görev süresinde Cumhurbaşkanlığı halk murakabesinden geçmiş tek cumhurbaşkanıdır. Yani 1950 seçimleri ardından TBMM’de Cumhurbaşkanlığı görevine getirildikten sonra demokratik parlamenter rejimin, çok partili hayatın olduğu 1954 seçimlerine girmiş, seçilmiş, 1957’de tekrar seçilmiş ve hem siyasi partisi hem Cumhurbaşkanlığı dönemi halkın murakabesinden geçmiştir.”

248 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


m a r y a B e d ’ e y i n a m y e l ü S

OKURLARIMIZIN ve milletimizin kurban bayramı mübarek olsun. İnşallah bu bayram ve yeni yıl bütün İslam dünyasına ve dünyaya huzur, banş ve refah getirir. Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri, Dinliyor vecd ile tekrâr alınan Tekbîr’i; Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü’min neferin! Kimdi? Bânîsi mi, mîmân mı ulvî eserin? Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli; Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz, Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o, Görünür halka bugünlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde Yukandaki alıntı Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiirindendir. Bu şiirin tamamı bir şaheserdir. Bütünüyle bir şiir olmanın çok ilerisinde birşeydir. Nedir denilirse kelimeler bunu tanımlamakta yetersiz kalmaktadır. Belkide gerçek ve öz şiir işte budur. Zira şiir kelimelerin yetersiz olduğu yerde başlar. Öyle bir şekilde gelişir ki başka hiçbir türlü anlatılamayacak olan ancak şiirde kendini açığa çıkartır.

YAHYA KEMAL ve BİZ YAHYA Kemal’i tanımak “biz”i yani kendimizi tanımaktır. Yahya Kemal’in özellikle bazı şiirleri pek çoğumuzun birbirinden çok farklı sebeplerle de olsa görmek istemediğimiz “biz’”i bize yansıtır. Yahya Kemal “biz”i yansıtırken onu kuru bir tanımlamayla klişeleştirmez ve yaşadığımız hayattan kopartmaz. Yahya Kemal’i anlamak ise Süleymaniye’deki Bayram Sabah’ını anlamakla başlar. Bu onu, dolayısıyla da “biz”i anlamanın olmaz ise olmaz şartıdır.

BİRLEŞEN ZAMAN ve MEKAN Şiir Süleymaniye Camii’ndeki bir bayram namazını anlatmaktadır. Günlük hayatımızın olağan sahnelerinden birisidir. Ama

ı h a Sab

bu mekanda 1071’den o güne kadar (hatta günümüze kadar da) geçen tarihimiz günümüzle ve yarınla birleşmektedir. Bunu şairin ve bizim zihnimizde ve gönlümüzde birleştiren zaman da mekan da ve olay da herhangi bir olağanüstülük taşımamaktadır. Ama o anda geçmişimiz ve geleceğimiz bir araya gelmektedir. “Görünür halka bugünlerde teselli gibi o” mısrağında bu bütünleşme gerçekleşir. Şiirin tamamına bakılınca burada tesselli- nin boş bir avuntu olmadığını, aynı zamanda ümit anlamına da geldiği anlaşılır. Son iki mısrağında ise “hem bu topraklarda bu- gün.. bizde kalan her yerde/ hem de çoktan beri kaybettiğimiz yellerde” derken mekandaki birleşme gerçekleşmiş olur.

TARİHİN ve GELECEĞİN ÖZNESİ ŞİİRİN son bölümünde Yahya Kemal tarihimizin ve geleceğimizin asıl öznesini ortaya çıkartır. Bu onu bütün şairlerden ve düşünürlerden ayırır. Bu özne her zaman “hem büyük yurdu kuran hem de koruyan kudretimizdir.” Büyük yurt derken son iki mısraya da gönderme yapılmaktadır. Bu özne aynı zamanda “va-tanın hem yaşayan vârisi hem yaşayan sâhibi- dir “. Bu özne aynı zamanda büyük geçmişin tekrarlanabileceğinin de bir bayram sabahı Süleymaniye’de halka yansıtan ümididir. Peki kimdir bu özne?

MİLLET YAHYA Kemal tarihimizin ve geleceğimizin bu gerçek öznesini “nefer esvaplı birisi olarak” resmeder. Resmeder diyorum çünkü Yahya Kemal onu o kadar güzel ve aynı zamanda da kısa bir şekilde tarif etmiştir ki, adeta bu kişi bir anda gözümüzün önünde canlanıverir. Bu mü’min neferin siması son derece saf ve yiğit yüzlerinin en güzelidir. Biraz hüzünlü ve biraz da yorgundur. Peki “kimdir bu nefer esvaplı biri?” Acaba Şair için bazı Avrupa başkentlerindeki meçhul asker anıtlan mı ilham kaynağı olmuştur? Ancak bu anıtlar o ülkelerde var olan milletlerin sadece bağımsızlık aşkı ve kahra- manlıklannın simgesidir. Bu şiirde yer alan “nefer esvaplı birisi” ise doğrudan doğruya milletin kendisidir. Milleti şair bu şekilde taay- yül etmiş ve millet şair’in bu tarifinde müşah- haslaşmıştır (kişileşmiştir). Kısacası özne millettir. Tek kurucu da, kurtancı da O’dur. Şiirde “millet” kelimesi yok ama kendisi vardır. Bu da şair’in azametidir. Bu aynı zamanda düşünce hayatımızda bir devrimdir de. İlk defa millet kendi tarihinin ve geleceğinin yegane öznesi olarak anlatılmaktadır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 249


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İnsanlığın Çiğnendiği Yassıada M. Latif SALİHOĞLU Demokrasi tarihimizin en acı, en feci bir safhasını teşkil eden “27 Mayıs Darbesi”nin ne olduğunu, nasıl yapıldığını ve ne mânâya geldiğini bilmeyen bir kimsenin “Yakın tarihimizi yeterince biliyorum” dememesi lâzım. Hele hele siyasete, hatta siyasî konulara girmemesi ve bu işe hiç bulaşmaması icap eder. Kezâ, darbe sonrasında Yassıada’da yaşananları bilmeyenler için de, aynı hatırlatmalarda bulunmak durumundayız. İşte, bilhassa yeni nesillere ve konuya dair bilgisini tashih veya tazelemek isteyenlere yardımcı olmak maksadıyla, yakın tarihimizin bu pek yakıcı safhasını dikkat nazarlarına takdim etmek istiyoruz. Öyle zannediyoruz ki, bu yazı serisini okurken, hiç bilinmeyen, yahut çok az bilinen bazı mâlûmatlara da şahit olacaksınız. Adada nice cânlara kıyıldı... Cuntacıların emriyle Yassıada’da kurulan ve adına “Yüksek Adâlet Divanı” denilen o alçak mahkeme, dokuz ay süren hakaret ve işkence yüklü duruşmalara, nihayet 11 Ağustos 1961 günü son verdiğini açıkladı. Mahkeme, 15 Eylül günü (46 yıl önce bugün) ise, “nihaî karar”ını açıkladı. Açıklanan bu karara göre, 10 Haziran 1960’tan beri, yani 1 yıl dört aydır Yassıada’da tutulan Demokrat iktidarının 400’den fazla siyasetçi, yönetici ve bürokratlarına şu cezalar verildi: 143 kişiye 4 yıl 2 ay, 117 kişiye 5 yıl, 15 kişiye 6 yıl, 6 kişiye 7 yıl, 2 kişiye 8 yıl, 17 kişiye 10 yıl, 3 kişiye 15 yıl, 1 kişiye 20 yıl, 30 kişiye müebbet hapis, 14 kişiye ise idam cezası. Geriye kalanlardan ise, 7 kişi Yassıada’da vefat ettiği ve bir kısmı da suçsuz bulunduğu için, onlar hakkında beraat kararı verildi. Yassıada Mahkemeleri’nde DP’li idama mahkûm edilen 14 kişinin ismi şöyle: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman. Bu şahıslardan sadece Fatin Rüşdü Zorlu, Hasan Polatkan (16 Eylül) ve Adnan Menderes’in (17 Eylül) cezaları infaz edildi. Diğerlerinin cezası ise, Millî Birlik Komitesince müebbet hapis cezasına çevirildi. Çoğu, buradan alınarak Kayseri Cezaevine gönderildi. Burada dikkat çeken bir husus şudur: Mahkeme kararıyla idam edilenlerin sayısı 3 kişi görünmekle birlikte, aslında Yassıada’da verilen kurbanların sayısı 10 kişiden fazladır. Zira, bir yılı aşkın bir zamandır enva–i çeşit hakaret ve işkenceler altında ezilip perişan edilen 8-9 önemli (siyasetçi, bürokrat) şahsiyet daha aynı yerde vefat etmiştir. Bu demokrasi şehitlerinin isimleri şöyledir: Lütfi Kırdar (İstanbul milletvekili, Sağlık Bakanı), Gazi Yiğitbaşı (Afyon milletvekili, İstiklâl Madalyası sahibi), Yusuf Salman (İstanbul milletvekili), Lütfü Şaylan (Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi), Yümni Üresin (emekli general ve bakan), Nuri Yamut (emekli Genelkurmay Başkanı), İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay ve eski Savunma Bakanı Kenan Yılmaz. Bunlara ilâveten Konya eski Valisi Cemil Keleşoğlu’nun da Yassıada’da intihar ettiği açıklanmıştır ki, bu açıklama da şüphelidir.

250 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Tıpkı, 27 Mayıs Darbesinin üçüncü günü işkenceyle öldürülen İçişleri Bakanı Namık Gedik için yapılan “intihar etti” açıklaması gibi... Bunları da hesaba kattığımızda, darbecilerin katlettiği mazlûm Demokratların yekûnu 13 kişiyi buluyor. İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu Emre Oktay, babasının işkence ile katledildiğini söylüyor. Hakaretli işkenceler O olağandışı dönemde Yassıada’ya tayin edilen komutan, Yarbay Tarık Güryay’dır. Bu şirret adam, aynı zamanda şımarıktır, seviyesizdir ve olabildiğince gaddardır. Öyle ki, bu yarbaydan bazı generaller bile çekiniyordur. Bu durum, o günlerde yer yer başların ayak, ayakların baş olduğunu açıkça gösteriyor. Aynen, Albay Türkeş’in de bir süreliğine bazı generallerden üstün tutulması gibi... Ada Komutanı Tarık Güryay, çoğu zaman eli sopalıdır. Adaya getirilen hemen her mazlûmu önce o huzuruna alır ve bir ton hakaretten geçirerek koğuşlarına gönderir. Bazan da bakanlara, milletvekillerine dilediğince sopa atar, kişinin soyuna sopuna varıncaya kadar ağır küfür ve hakaretlerde bulunur: Sakıtlar, düşükler, kuyruklar, inekler, soysuzlar, vesâire... Bazı mazlûmların da isim veya soyisimleri değiştirilerek ve bozularak telâffuz edilir: MEB Tevfik İleri’ye “Tevfik Geri” diye hitap edilmesi gibi.. İzzetli Demokratlar, Güryay ve adamlarının hakaretlerini aynen iade eder. Tabiî her türlü işkenceyi, hatta ölümü dahi göze alarak... Nitekim, bir kısmı ölmüş, yahut öldürülmüştür. Yassıada, işte böyle hemen her gün ölüm kokan bir yerdi. Bu cehennemî gerçeği anlamakta zorlananlara, aynı cendereden geçmiş olan şair Faruk Nafiz Çamlıbel, “Zindan Duvarları” (1967) isimli eserinde şu dörtlükle cevap verir: Dâvet Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız… Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada? Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız! Başıbozuk ve kafası karmakarışık bir cunta hareketinin sebep olduğu “27 Mayıs Darbesi” ve hemen ardından yaşanan “Yassıada duruşmaları”na dair detaylı bilgilere birçok kaynaktan ulaşmak mümkün. 1) Öncelikle, bu elim hadiselerin bazı şahitleri: Aydın Menderes, Melik Fırat, Gıyaseddin Emre ve yüzlerce fotoğrafı gizlice çeken muhafız subayı Mehmet Taşdelen gibi. 2) Hatıra ve araştırma kitapları: Erzurum DP Milletvekili Prof. Rıfkı Salim Burçak’ın “Yassıada ve Öncesi”, Tarık Güryay’ın “Bir İktidar Yargılanıyor”, Nazlı Ilıcak’ın 1975’te yayınlanan iki ciltlik “27 Mayıs Yargılanıyor” isimli eserleri gibi... 3) Gazete ve dergilerde, hadiselerin yıldönümlerinde çıkan müstakil ve dizi yazılar: Hürriyet, Milliyet, Yeni Şafak (27 Mayıs 2004), Yeni Asya, Akis ve Aksiyon’un (598. sayı, 22 Mayıs 2006) arşivi gibi. Bütün bu kaynaklardan araştırarak ve hayattaki bazı şahitlerle de bizzat görüşüp dinleyerek derlediğimiz bilgileri burada sizlerle


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

paylaşmaya çalışıyoruz. İnsanlık dışı muameleler Yassıada duruşmalarıyla ilgili kaynakların ve şahitlerin istisnasız tamamı, Demokratlara hem darbe esnasında, hem de özellikle Yassıada’da çok kötü muameleler yapıldığını doğruluyor. Öylesine bir kötü muamele ki, bunu ancak ve ancak “insanlık dışı” tabiriyle tanımlamak mümkün. İşte, o günlerde yaşanan yüzlerce vak’adan sadece birkaç misâlin özeti. “20 baş hayvan” diyen hayvan DP’li Devlet Bakanı Mükerrem Sarol şunları anlatıyor: “...Davutpaşa Kışlasından 20 kişilik bir kamyona bindirildik. Başımızdaki binbaşı başladı sataşmaya. Önce bana ‘Söyle bakalım, bu milyonları nerede yiyeceksin’ dedi. Ben ‘Benim milyonlarım yok’ dedim. ‘Öyleyse sana yardım toplayalım da, evini barkını geçindirirsin’ diye alay etti. Sonra, diğer arkadaşlarımın yakasına yapıştı. Yakışıksız sözler söyledi.

Ardından, yalanlar dizisi başladı: ‘Et Balık Kurumu ambarlarında üniversiteli gençlerin öldürülüp kıyma haline getirildiğini, Bayar’ın bankalarda milyonları çıktığını, Menderes’in altın külçeleri kaçırırken yakalandığını...’ anlatıp durdu. Sonra da son derece çirkin ve sapıkça konuşmalar yaptı. Nihayet araba durdu, gemiye bindirileceğiz. Binbaşı eline listeyi aldı ve gemi komutanına ‘işte size 20 baş hayvan getirdim’ diye bağırarak söyledi. Arabadan çıkıp gemiye atlayanın da yemediği tekme, küfür, hakaret yoktu. Aynı bed muamele Yassıada’ya çıkarken de tekrarlandı. Ada komutanı Tarık Güryay, aramızda eli sopayla dolaşır, önünde herkesin ayağa kalkmasını isterdi. Yine de, hakaret ve işkence yapmaktan geri durmazdı. Bütün asker ve subayları dolduruşa getirmişlerdi. Hepsi bizi birer vatan haini gibi görüyordu. Gördüğümüz muamele de ona göre oluyordu. Hiç unutmam, yanımda arkadaşım Selahaddin Karayavuz vardı. Ona, ‘Ben bu şartlarda burada yaşayamam. Bu haysiyetsiz muamele ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 251


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU karşısında, kafamı demirlere vura vura öleceğim’ dedim.” Ölümü tercih edenler Yassıada’da Demokratlara yapılan insanlık dışı haysiyetsizce muamele, sadece M. Sarol’un değil, bir çoklarının canına tak etmiş ve onları böyle yaşamaktansa ölümü seve seve tercih edecekleri bir noktaya getirmişti. Ölmek isteyenlerden biri de DP Fatih ilçe başkanlarından Dr. Faruk Sargut idi. Dünya gazetesinin 21 Temmuz tarihli sayısında, Sargut’un gayrımeşrû yollardan servet edinmiş olduğu şeklinde çok ağır bir suçlama vardı. Bu alçakça iddia, bardağı taşıran bir damla oldu. Zaten mevcut sıkıntılara tahammül edemeyecek dereceye gelen bu vakarlı insan, gazete haberini okuyunca büsbütün üzüldü, kahırlandı. İddialara cevap vermek imkânına da sahip değildi. Dr. Sargut: Kendi kendine ‘Böyle zillet içinde yaşamaktansa, hayatıma son vermem daha hayırlıdır’ gibi sözler söylemeye başladı. 22 Temmuz günü lavaboda çamaşır yıkarken, çamaşır ipiyle kendini asmaya teşebbüs etti. Hırıltı sesini duyan güvenlik görevlileri onu son anda kurtarıp hastaneye kaldırdı. İnsanlıktan çıkanlar, hasta vaziyetiyle de onu yargılamaya devam ettiler. Nitekim, aynı hasta ve hatta ameliyatlı bir halde iken, Prof. Osman Turan’ı da, üstelik işkenceler çektirilerek ve eli bağlı şekilde (Güryay tarafından) sopayla dövülerek yargılamaktan çekinmediler. (Bkz: 27 Mayıs Yargılanıyor; Sarol ve Turan’ın anlattıkları) Dr. Lütfi Kırdar’ın duruşma esnasında vefatı Sağlık Bakanı olan Dr. Lütfi Kırdar da, Yassıada’daki işkenceli meşakkate dayanamayıp vefat edenlerden. Muhtelif şahitlerin aktardığı Kırdar’ın ölüm şeklini, Erzurum DP milletvekili A. Melik Fırat’tan dinleyelim: “...Adaları hiç görmemiştim. Bir hisarın karşısında indik. Bizi Yarbay Tarık Güryay elinde sopasıyla karşıladı. Bizi indirince, sıra halinde tek tek götürdüler koğuşlara. Tarık Güryay ve yanındakiler bize ‘Siz bir hırsızın peşinden gittiniz. Türkiye’nin paralarını çalıp, Rusya’ya kaçacaktınız değil mi?’ dediler. Askerlere de bunları anlatmış ve kandırmışlar. Hatta, ‘DP’liler talebeleri öldürüp, Et Balık Kurumunda kıymaya karıştırmışlar’ gibi iddialara bile inandırmışlar herkesi. Adaya getirilen milletvekillerine çok kötü muamele yapılıyordu. Bizden sonra, bakanlar da getirildi. Dr. Lütfi Kırdar, İstanbul’un eski valisi. Sağlık Bakanıydı. Yaşlıydı, iri yarıydı. Bir çelme atmışlardı; düşmüş, alnı kan içinde kalmıştı. Bizim koğuşa gelince, yanına gittim, alnındaki kanı sildim. Mahkemede ifade verirken düşüp kalp sektesinden vefat etti. Bunu hiç unutmam.” *** Yassıada duruşmaları esnasında yaşanan elim safhaları ve kahredici sahneleri kelimelerle anlatmak imkânsız. Orada, pek yakın bir tarihte yaşananların, insanlık tarihinde ikinci bir benzeri yoktur; dünya durdukça, benzerî tabloların tekrarlanacağını da hiç sanmıyoruz. Ancak, yine de o günleri unutmamak ve o dönemde yaşananların içyüzünü bilmek lâzım. Tâ ki, vahşî tabiatlı şahıslar yeniden meydan almasın, fikirleri hiçbir zaman revaç bulmasın.

252 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Tâ ki, o zaman çekilen âhlar yerde kalmasın, çiğnenen insan hakları yeniden şâha kalksın, hukuk ve adâlet zulümkârlıktan temizlensin ve milletin hür iradesi yeniden itibar kazansın. İşte bu maksatla, sizlerle birlikte o günleri hatırlayıp, ulaştığımız bir kısım mâlûmatı paylaşmaya çalışıyoruz.

Dr. Lütfi Kırdar Duruşma esnasında maruz kaldığı ağır itham ve hakaretler karşısında fenalaşarak yere yığıldı. Yassıada’nın hazân mevsimi Bundan yarım asır kadar evvel Yassıada’da yaşanan hazan günleri, aslında bütün Türkiye’nin acı ve ıztırap yüklü “hüzün günleri”dir. O acı ve hazin günleri iliklerine kadar hisseden meşhûr Şâir Faruk Nâfiz Çamlıbel’in tâbiriyle, o bir avuçluk kara parçasında “Bir vatan derdi birikmiş”ti. Şair, dosdoğru söylüyordu. Çünkü, bir Demokrat mebûs olarak kendisi de oradaydı ve aynı dert ile hem–dert olmuştu. Marmara Denizini “bir mavi göz”e, Yassıada’yı ise, o gözdeki bir “elem ketresi”ne benzeten meşhûr “Han Duvarları”nın şairi, Yassıada’nın o günkü hazin manzarasını ise, bu kez “Zindan Duvarları” isimli eserinde işte şu ölümsüz mısralarla resmediyor: Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri; Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada. Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada. Evet, o günlerin Yassıada’sında hakikaten bir vatan derdi birikmişti. Bu büyük dert ile yanan milletin gözlerinden ise, damla damla elem katreleri akıyordu. Bilhassa, o yılki Eylül ayının tam ortalarına gelindiğinde, akan gözyaşı damlaları, adeta sel olup taşmaya başladı. Zira, 14 ayrı dâvâdan yargılandıkları halde, cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce partili arkadaşı, o günlerde en ağır cezalara çarptırıldı. Mahkeme kararları arasında 13 kişi için idam cezası vardı. Bunlardan üçünün infazı 16 ve 17 Eylül günlerinde yapıldı ki, her üçü de hür irade ile seçilmiş güzide birer vatan evlâdıydı: Biri Maliye Bakanı Polatkan, biri Dışişleri Bakanı Zorlu ve biri de Başbakan Adnan Menderes idi. Berin Hanımın çilesi Bir yıldan fazla süren kahır ve çile yüklü Yassıada günleri, 27 Mayıs (1960) darbesinden hemen sonra, yani Haziran ayının daha ilk yarısında başlamıştı. İşte, mazlûm başbakanın eşi Berin Hanımın 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Adnan Menderes’e hitaben yazmış olduğu ifadeler: “Adnancığım, “Üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. İki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor, fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. “Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. “Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim.” *** Bu sözlerin sahibi, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye’nin mukadderatında söz ve irade sahibi olan seçilmiş bir başbakanın eşidir... Ne acı, ne hazin bir durum, değil mi? Esasında, bundan çok daha hazin durum şudur: İhtilâl günü yakalanıp gözetim altına alınan başbakanın aile efradı, Başbakanlık Konutundan kapı dışarı edilir. Berin Hanım, bu durumda ne yapacağının şaşkınlığı içinde, Adnan Beye şu satırları yazarak bir fikir ister: “Köşk’ü tahliye etmemiz lâzım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevinirim. “Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana, sıhhatine duâ ediyoruz.” İlk mektuba cevap Yassıada’ya götürülen Adnan Menderes’ten gelen ilk “sıhhat haberi”ne karşılık, fedakâr eş Berin Hanım şu cevabî mektubu yazar: “Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harab olduk. “Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. “Neyse... Çamaşır, para göndereceğim ama, nasıl bilemiyorum.

İsteğini bana hemen yaz. “Aydın, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana duâ ediyoruz. Sıhhat ve selâmetle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz.” 50 kelimelik mektuplar Yassıada’ya toplatılıp aylarca sorgulanan mazlûm Demokratların mektuplaşmalarına kelime limiti getirilmişti. Aileleriyle, dostlarıyla olan mektuplaşmalarında, en fazla 50 kelime yazabilirlerdi. Limiti aşan kelimeler, anında sansürleniyordu. Menderes çifti, bu 50 kelimelik tasarruf hakkını, sadece birbirleri için kullandı. Başkaca hiçkimseye, hiçbir mektup yazmadılar. Ancak, buna rağmen düzinelerce iftiralara uğradılar. Karşılıklı mektuplar, çoğu kez zamanında ulaşmaz, ulaştırılmazdı. İşte, bu durumdan yakındığını da ifade eden Menderes’in mektuplarından bazı cümleler: “Berin’im, “İki gündür mektup alamadım...” *** “Berin’im, “Dün de mektup gelmedi, 9 tarihinden sonra alamadım. “Neredesin? Onu dahi bilemiyorum, teessürümü tahmin edersin...” *** “Berin’im, “Dün, 10’dan 14’e kadar 7 mektubunu aldım. Bunlar mektup değil, her kelimesi bir damla gözyaşı. Ve bunlar içime damla damla aktı...” *** Hazân mevsimi hüzünlü olur. Yassıada’nın hazânı ise, yakıcı bir alev gibi hüzünlendirir insanı. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 253


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU Zira, böylesi bir hazân mevsiminde, tutundukları hür irade dalından kopartılan üç güzide vatan evlâdının boğazına idam ilmiği geçirildi ve hoyratça savruldu bir avuçluk ada toprağına. Ve, o toprak parçası, tüm Anadolu halkının gözünde adeta bir elem katresine dönüştü. O güzide şehitler için katre katre hazin gözyaşları akıtırız da, darbeyi yapanların o kaskatı yüreğini bir nebzecik olsun yumuşatamadık. Bir türlü nedamet etmedikler, pişmanlık duyduklarını söylemediler. Ne yazık ki, onlara göre hâlâ “Şartlar olgunlaşırsa, darbe meşrû olur”muş. Oysa, şartları olgunlaştıran da yine kendileri... Yassıada cehennemine hapsedilen Demokratların kendi aileleriyle yaptıkları mektuplu yazışmalarına bile müdahale edilmiş ve 50 kelimeyi aşan mektuplarına yasak konulmuştu. Hayırsızada bombalandı Yassıada’ya götürülen 600 kadar DP’li mâsumun aileleri (görüşçüler), belli bir sürenin ardından nihayet ziyaret imkânını bulabildiler. Görüşçülerin ilk kez ziyarete geldikleri gün, Bandırma’dan kaldırılan savaş uçaklarını adaların üzerinden uçurttular, hatta gözdağı vermek için, 400 metre mesafedeki Hayırsızada’yı da bombaladılar. Tam bir çılgınlık hali. Orduda ast–üst dengesi de bozulmuş, her komutan aklına estiği gibi hareket eder bir hale gelmişti. Son sözler, son bakışlar Yassıada’da yapılan duruşmaların sona ermesiyle birlikte, bütün dikkatler verilecek cezalara odaklandı. Mazlûm maznunlar, bir yıl müddetle çekmiş oldukları eziyetlerin neticesinde, bitkin ve perişan bir vaziyette iken, şimdi de cezalarının infaz edileceği günü beklemeye koyuldular. Yassıada cehenneminde diğer mazlûmlarla aynı sıkıntılara mâruz kalan “Han Duvarları” şairi Faruk Nafiz Çamlıbel’in, orada yaşadıklarını “Zindan Duvarları” isimli eserinde şu sözlerle mısralaştırdığını görüyoruz: Gece zindanda Yusuflar sıralanmış yatıyor Yüzlerinden okudum sapsarı rüyâlarını Kimi sehpada görür kendini çarmıhta kimi Ve ararlar yine zindandaki dünyalarını Zindandan sehpaya doğru giden bu kahramanların son duruşları, son bakışları gibi, son sözleri de şâyân–ı hayret ve takdirdir. İzzetlerinden, vakarlarından zerrece taviz vermediler. Yiğitçe durdular ve ölüme de merdane bakarak gittiler. Üç şehitten merhum Hasan Polatkan’ı hemen hiç konuşturmadılar, hatta onun 170 sayfayı aşan müdafaasını dahi yok saydılar. Onca feryâdına karşılık ise, ‘Kısa kes, otur yerine!’ azarıyla mukabele ettiler. (Polatkan’ın savunması, Rasim Ekşi tarafından kitaplaştırıldı.) Zorlu’nun son sözleri Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, abdest alarak idam sehpasına doğru yürüdü. Bu arada, bir mektup yazmak ve son sözlerini kâğıda dökmek istedi. Elleri kelepçeli olduğundan rahat yazamıyordu. Her nasılsa birileri merhamete geldi ve kelepçeyi çözdüler. İşte, ölüm sehpasına doğru giderken, Zorlu’nun kaleminden dökülen sön sözleri:

254 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

“Sevgili Anneciğim, Emelciğim (Hanımı) ve Abiciğim, “Şimdi, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir. “Bir ve beraber olun. Allahın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. “Anne, sevdiklerimi muhafaza edin ve Allahın inayetiyle onların huzurunu temin edin. “Hepinizi Allaha emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun.” Menderes’in son mektubu Şimdi de, Başvekil Adnan Menderes’in idam edilmeden önce zâlim cuntacılara hitaben yazmış olduğu mektubunu okuyalım: “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. “İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silâhların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? “Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duâm sizlerle beraberdir.” Adnan Menderes’in son sözleri, duyan okuyan her vicdan sahibini derinden etkilemeye devam ediyor. Dine hizmetin cezası Mahkeme Başkanı Salim Başol, bir gün duruşma salonuna şöyle bir baktı salona ve Menderes’e dönerek, şunu söyledi: “‘Evet, evet Menderes! Sen dinî an’aneleri ayağa kaldırmaya çalıştın. Haydi, şimdi gelip o hizmet ettiğin kimseler seni kurtarsın bakalım.” “İslâm kahramanı” Menderes ise, Başol’a şu karşılığı verdi: “Başkan, başkan! inşaallah dediğiniz doğru ise, yani din–i mübine hizmet etmişsem, ne mutlu bana.” Ağaoğlu susturuldu Azerî asıllı DP’li Samet Ağaoğlu, Yassıada duruşmaları esnasında, bir gün mahkeme başkanı Salim Başol’un hukuk dışı muhâkeme tarzını tenkit eder. Sıkışan Başkan Başol, hiddet ve öfke içinde Ağaoğlu’na şu karşılığı verir: “Sus! Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” Kore kahramanı “Kore kahramanı” olarak bilinen Tahsin Paşa da Yassıada’daki tutuklular arasında bulunuyordu. Genç bir üsteğmen olan oğlu ise, darbecilerin yanında yer almıştı. Oğlunun bu vaziyeti, iki de bir nazara veriliyordu. Bu durum, haliyle paşayı kahrediyordu. Derdine ikinci bir dert katıyordu. Gülmek de yasak Yassıada’da tebessüm etmek de yasaktı. Zira tebessüm, bir alay, bir hiçe sayış edası şeklinde görülüyordu. Derhal ikaz geliyordu. Kaldı ki, traji–komik durumlar dışında, zaten orada kimsenin gülecek hali yoktu. Yassıada’da 27 Mayıs Darbesi sonrası yaşanan acı hatıraların ve


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU mazlûmlara orada revâ görülen insanlık dışı muamelelerin son bölümüyle, bu yazı serisini şimdilik noktalıyoruz. CHP’linin DP’li oğluna ceza DP Antalya Milletvekili Av. Adnan Selekler, hem maznun, hem de müdafaa avukatı olarak iki buçuk sene Yassıada ve Kayseri Cezaevi’nde mahpus kaldı. Babası koyu CHP’liydi. Ama o, bütün tenkitlere rağmen Demokrat Parti’de sebat etti. 1957 seçimlerinde kazanmış olduğu milletvekilliği, 27 Mayıs 1960’da son buldu. 32 ay süren milletvekilliğinin karşılığını 30 ay işkence görerek ve hapis yatarak ödedi. Hamid Fendoğlu (Hamido) Malatya Belediye Başkanı iken, bombalı bir sûikast sonucu katledilen (17 Nisan 1978) Hamit Fendoğlu (nâm–ı diğer Hamido) da Yassıada’da idamla yargılananlardan. Dört yıla yakın hapis yattı. 1946’dan itibaren DP gençlik kollarından bu partiye giren Fendoğlu’nun suçu, Bayar ve Menderes’i çok sevmesi, takdir etmesi ve onlar için “nümayiş”te bulunmasıdır. Fakat o, yine de “idamlıklar” ile birlikte yargılanmaktan kurtulamaz. Buna rağmen, o metanetini bozmaz, bulunduğu yerde Menderes’e yine lâf söylettirmez ve gerektiğinde kaba kuvvet kullanmaktan bile çekinmez bir karaktere sahipti. Bu yüzden olacak ki, Yassıada’da ona “DP’nin Kaba Kuvvetler Komutanı” diye bir de lâkab takmışlardı. Bülent Ecevit yan çiziyor İsmet Paşanın en yakın adamlarından Bülent Ecevit de, Yassıada duruşmalarında “tanık” sıfatıyla gelip konuşanlardan biridir. Mahkeme, Ecevit’in “Himmet Dede hadisesi” sebebiyle çağırmıştı. Güya, Ankara’dan Kayseri’ye gidecek olan İsmet Paşa, Demokratlar tarafından Himmet Dede (Ürgüp) istasyonunda üç saat kadar zorla bekletilmiş ve Kayseri’ye sokulmamıştı. Ne var ki, Ecevit, mahkemede hiç yoktan başka bir konuya girdi ve Kıbrıs politikasından dolayı Menderes’e yönelik suçlamalarda bulundu. Menderes’in Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilâtına (TMT) para ve silâh yardımında bulunması, Ecevit’e göre suç teşkil ediyordu. Gariptir, Dışişleri Bakanı Zorlu’ya da “Kıbrıs’ı sattı” ithamında bulunan aynı Ecevit, 1974 Temmuz’undaki “Kıbrıs harekâtı”nda, Menderes ve Zorlu’nun diplomatik başarılarına (Türkiye’nin garantörlük hakkı) sığınmak durumunda kaldı. Şehit Gazi Yiğitbaşı Yassıada duruşmaları esnasında vefat edip Hakk’ın rahmetine kavuşan mümtaz şahsiyetlerden biri de DP Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı’dır. Bu zat, Üstad Bediüzzaman’ın çok yakın dostudur. Hürmette ve hizmette kusur etmezdi. 1950 Haziranında Ezan-ı Muhammedî’nin serbestiyeti için büyük gayret gösterenlerin başında geliyordu. O da, bu mukaddes hizmetinin karşılığını Yassıada’da hayatıyla ödedi. Mâruz kaldığı ezâ, cefâ, kahır sebebiyle, orada şehit oldu. Üstad’ın Menderes’e selâmı Dr. Tahsin Tola anlatıyor: “Ankara’ya gideceğim zaman Isparta’da Üstada uğradım. Üstad, şunları söyledi: ‘Adnan Bey kardeşime selâm söyle... O bizim himayemizdedir. Eğer biz onu himaye etmezsek (eliyle işaret ederek) bir anda altı üstüne gelir. Bizi âlem–i İslâmdan, Pakistan’dan çağırıyorlar. Eğer burayı bırakıp gitsek, bir

anda altı üstüne gelir. Burayı biz muhafaza ediyoruz.’” Üstad Bediüzzaman, gelecek tehlikeyi hissetmiş gibi konuşmuş. Zira, onun vefatından sadece iki aylık bir zaman sonra, ihtilâl cuntası harekete geçti ve Menderes iktidarını devirdi. Ne demek istiyoruz? Meşrû iktidarları alaşağı eden darbeler, elbette ki gayr–ı meşrû sayılır. Meşrûiyet dışı oldukları için de, darbelerin savunulacak hiçbir tarafı olmaz. Toptan ve kökten reddedilir: 27 Nisan (1909, Hareket Ordusu), 27 Mayıs (1960), 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) darbeleri bu kategoriye girer. Gerçi, bu ve benzeri darbeleri savunanlar var hâlâ... Ama biz, hangi gerekçeyle olursa olsun, hiçbir darbeyi, hiçbir şekilde tasvip etmiyoruz ve edemeyiz. Dahası, yakın tarihimizde yaşanmış olan bütün o kanlı ihtilâlleri reddin de ötesinde, tel’in ediyoruz. Bu lânetimiz, bundan sonraki muhtemel niyet ve girişimler için de aynen geçerli. Demokrasinin canına okuyan, temel hak ve hürriyetleri ayaklar altına alan, hukuk ve adâleti katleden, siyaseti alt–üst eden, hür iradeyi hançerleyen, vatana ve millete maddî–mânevî en büyük zararı dokunan darbeleri red ve tel’in sadedinde ne söylense az gelir. İşte, bu kadar net ve bu derece kuvvetli gerekçelere dayanarak, burada şunları da belirtme ihtiyacını duymaktayız: Darbeleri esastan reddettiğimiz gibi, cuntacıların hukuk ve adâlet dışı icraat ve tasarruflarını da reddediyoruz. Bu cümleden olarak, cuntacıların yegâne hedefi olduğu anlaşılan Demokrat iktidarları devirme ve partilerini (DP, AP) kapatma tasarruflarını tanımıyoruz. Tek başına iktidar olan o aynı misyon partilerinin hak ve hukuklarını sonuna kadar savunuyoruz. Kaybedilen haklarının tamamını geri istiyoruz. En başta da, iktidar hakları... Keza, onlara haksızlık yapan odak ve zihniyetlerin, çıkıp alenen özür dilemesini istiyoruz. O köklü partilerin kapanmasıyla, onların misyonuna değil de, mirasına konmaya çalışan nevzuhûr siyasî eğilim ve oluşumları da kabullenemiyor ve içimize sindiremiyoruz. Aksi takdirde, ihtilâlleri meşrû görüp tasarruflarını da kabullenmiş sayılırız. Hâsılı, bütün o darbeleri red ve icraatlerini hiçe saymalıyız ki, milletin hiçe sayılan hak ve hukukunu da savunup iadesini isteyebilelim. “Nemelâzım” diyen ve haksızlıkların üzerine yatılmasını kabullenenlerden değiliz biz. *** Yine Zindan Duvarları şairi Faruk Nafiz’in bir dörtlüğüyle nihayet verelim: Âdem evlâdı boğarken baba bir kardeşini, Basıyor bağrına hemcinsini müşfik canavar. Beşerin zıddına, hayvan soyu insanlaşıyor, Zorbanın şefkati yok, lâkin itin şefkati var. Ey izzet sahibi vakur, güzel insan, Ezilmedin, bükülmedin; işte son an. Dünya durdukça rahmet okunacak sana, Ve elbet, lânetler okunacak seni asana. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 255


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ANEKDOTLAR k partili uş. Bir ülkede te km yo r bi ış rm ya pula Bir va lkenin şefi para Ü . ış rm va si ra sürekli bir demok . Fakat millet ış m ır st ba ı ın tçiymiş. fotoğraflar adığından şikaye şm pı ya n rı lla ürünü olarak pu mış. Posta müd aş ul de fe şe t sormuş. Bu şikaye latmış, sebebini an u m ru du , ıl desin çağırmış bilememiş. Nas ni ği ce ye di ğil de Müdür ne klı tarafına de m za n lu pu Sonrası ki millet kürüyor diye. tü na fı ra ta ı ilk adım fotoğrafl demokrasiye ek rç ge a nr mı? So … atılmış tabii ki

Bir gün Muğla Milletvekili Selim Yatağan’ın eşi oldukça üzgün görünüyordu ve morali de hayli bozuktu. Selim Bey içinde bulundukları durumdan hayli muzdaripti. Darbe yanlısı gazetelerin aleyhte propagandaları; düşükler, kuyruklar edebiyatı; “Fareler içerde, kuyrukları dışarıda kaldı” yönündeki yayınlar, her türlü yalan haber ve tezvirat onu hayli üzüyor ve “Bunca hizmete rağmen tarihe böyle mi geçecektik,” sözleriyle endişelerini dile getiriyordu. Her ne kadar halk, yapılanları tasvip etmiyor ve demokratlara sempati besliyorduysa dahi, Tedbirler Kanunu nedeniyle bu duygularını açıklayamıyordu. Bu durum karşısında da Selim Bey, tarihe böyle geçeceklerini düşünerek üzülüyor ve bunları dert ediniyordu. Eşi de üzüntüsünün ve moral bozukluğunun sebeplerini anlattı. Erzurum Milletvekili Rıfkı Salim Burçak, tarih profesörüydü; eşi Dilşat Hanım da son derece kültürlü, bilgili ve münevver bir hanımdı. Dilşat Hanım, Selim Bey’in eşinin bu hissiyatı karşısında gayet olgun bir tavırla, Rıfkı Salim Burçak Bey’in bu konudaki fikrini nakletti: “Tarihi diktatörler değil, halk yazar. Gün gelecek tarih eşlerimizin ne kadar ulvi bir görev yaptıklarını ve halkımızın gönlünde ne kadar derin bir yeri olduğunu yazacaktır. Tarih bugünün gazete manşetlerinde değil, sonradan yazılır ve halkın yüce gönlündekileri yansıtır” diyerek hepimize moral aşılıyordu. Muazzez AKIN’dan

256 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

1961 yılında B aşaran Kasabas den bir Jeep ındaki evimiz ile Nazilli’ye geliyordum, or trenle yedek su adan bay öğretmen lik yaptığım To gidecektim. A kat’a nnem bahçed en sümbüller, ler ve bir takı nergism çiçekler to plamıştı, zorla elime tutuştur onları du. Tokat’a kadar bu sümbülleri ve nergisleri ta ma imkanım yoktu. Onun şıiçin Başaran K 3 km. mesafed öyü’ne eki Menderes Köprüsü’ne ge Jeep’i durdurdu lince m, köprüde bi r Fatiha okudum çiçekleri Men deres Irmağı’n ve a attım. Rahmetli Adn an Menderes’i zarı bilinmiyor n o zaman m edu, ama bir deniz ortasın duğunu tahm da olin ediyorduk. Ben Fatihaları annemin verd mla iği çiçekleri su ya atarak, nas Menderes ırm ıl olsa ağı Menderes’i n medfun ol denizlere götü duğu rür düşüncesi yle böyle bir tören yapmış kişisel tım. Şimdi de mokrasi şehid mezarının da imizin hi bilinmediğ i o günlerden lere geldik. Art bu günık O’nu üniver site çatısı altın limin ışığında da bianabiliyoruz. Bu, aziz millet kadirşinaslığın imizin ın bir gösterge sidir. Bu iki yaşamak benim günü için büyük bir mutluluk, anıla mı sizlerle payl rıaşmak da büyü k bir mutluluk. Hasan KORK MAZCAN’dan


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Rahmetli Adnan MENDERES, 1952 yılında Samsun Limanı’nın temelini atmıştır. Limanın ihale bedeli 62 milyon liradır. O vakit İsmet Paşa meşhur bir konuşma yapar; “Mercimek kadar aklı olanlar böyle bir limanın yapılamayacağını bilir.” Hâlbuki 1956 yılında bu liman yapılmış, tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Menderes’in Büyük Türkiye Sevdasını Mercimek Akıllılar Anlayamadı.

27 Mayıs Darbesi’ne hutbe

Baha Akşit Kayseri Cezaevi’ne dair bir anısını şöyle anlatmaktadır: Kayseri’nin İncesu ilçesinde bir trafik kazası olmuş. Kazayı yapan Fransız profesör bir çocuğa çarpmış. Savcılık da pro fesörün oradaki mahkemede yargılanması mahzurlu olur diye Kayseri’ye göndermiş. Bu kişinin hapishane kaydını yaparken görevli ler yabancı dil bilmediklerinden zorlanmış. O sırada bahçede dolaşan bizim arkadaşlarımı zdan yardım istemişler. Profesör bizim arkada şlara (Osman Kapani ve Sadık Giz) “Siz kim siniz; bahçede dolaşan 100 kadar kişi kim?” diy e sorunca, bizimkiler “Mahkûmuz” demiş. Bunun üzerine “Suçunuz ne?” demiş, arkada şlar da profesörün trafik cezasından gelmiş olduğunu bilmeden “Trafik” demişler ve pro fesör ne kadar ceza aldınız deyince de “en haf ifimiz 5 sene, tabii 6-10 seneye kadar çıkıyo r, bunun içinde idamlık ve müebbetlerimiz de var” demişler. Bunun üzerine adamcağız fen alık geçirecek hale gelmiş. Biraz kendini top ladıktan sonra “Peki siz kime çarptınız? Bur ası trafik cezaevi mi?” demiş. Bizimkiler de “İsmet Paşa’ya çarptık, onun cezasıdır verilen ” demişler.

27 Mayıs askeri darbesinin 48’inci yıldönümünde Milli Birlik Komitesi’nin halkın desteğini sağlamak için bir hutbe hazırladığı ortaya çıktı “27 Mayıs İnkilabı’nın Önemi Hakkında Hutbe” adıyla günyüzüne çıkan tarihi vesikada, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Demokrat Parti’lilerin “Dünyada ve ahirette” cezalarını çekmesi gerektiği vurgulanıyor. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Elemanı Prof. Dr. İsmail Kara’nın günyüzüne çıkardığı belge, iki sayfa olarak Arap alfabesiyle Türkçe ve Arapça yazılmış. Toplumsal Tarih Dergisi’nin bu ayki sayısında yayımlanan belge, “27 Mayıs İnkilabının Önemi Hakkında Hutbe” adını taşıyor. “Kahraman ordumuzun hummalı gayretleri cümlemizin malumudur” diye başlayan hutbede, Türk millitenin haksızlıklara tahammülü olmayan bir millet olduğuna değinilerek Milli Birlik Komitesi’nin bu milleti temsil ettiğine dikkat çekiyor. Türkiye’nin “İmanda birlik, vatanda dirlik” ruhuna ihtiyacı olduğunun belirtildiği yazı şöyle devam ediyor: “O halde aziz cemaat, biz de millet olarak köylü ve şehirli hepimiz elbirlik Milli Birlik Hükümeti’mize, ordumuza müzahir olmalıyız. Geceli gündüzlü çalışmalıyız. Bu yolda bizim çalışmalarımız vatani bir vazifedir.” Hutbenin Arapça bölümünde Demokratlara doğrudan veya ima yoluyla “gasıp”, “zalim”, “hukuk tanımayan”, “dünya ve ahiret cezasını haketmiş kişiler” olarak gösterilerek, “Ey Allahın kulları, sadede gelirsek, Yüce Allah şöyle buyurmuştur:’Artık bugün (hesap günü) hiç kimseye zerrece zulmedilmez ve siz ancak yaptıklarınızın cesasını çekeceksiniz (Yasin, 36754)” deniyor. Kara ayrıca, 27 Mayıs’ı izleyen günlerde İstanbul Müftüsü Prof. Nazif Şahinoğlu’nu ziyaret eden Milli Birlik Komitesi’nin üç üyesi ile İstanbul Emniyet Müdürü’nün müftüye “Biz de Müslümanız, ihtilali mahsus cuma günü yaptık, ihtilalin gayelerinden biri de dinimizi takviye etmektir” dendiğini aktarıyor.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 257


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

YAŞA ADNAN MENDERES Tek başına bir devri dolduran şahsiyetsin. Bir asır açan deha, millete hürriyetsin. Muvaffak bir lidersin, baş tacısın milletin. İyiye mülayimsin, kötü ruhlara çetin. İleri görüşünü görmeyenler nerede? Zafer bayrağı nasıl dalgalandı Kore’de? Ey en beliğ bir hatip, en kudretli, en büyük, Türkiye’ye bir nimet, ey ikinci Atatürk. Türkiye’nin kalbini fethettin ey bahtiyar, Bu millet peşindedir artık ebede kadar İste; fırtına olup devirelim dağları, Senin mesut devrinden atıp kirli çağları, Yükselttiğin vatandaş çınlıyor minnetli ses, ŞAHLANAN MİLLETİNLE YAŞA ADNAN MENDERES... Faruk TÜRKAN 258 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

İPE ÇEKİLEN MARŞ

Oy anam!... Nasıl yücelmiş de sallanır! Çekmişler besbelli Vatana karşı... Sanki İzmir’e bakıyor, sanki Kars’a, Sanki, soyunmuş da nesi varsa, Bir ak türkü olmuş gidiyor... Susmuş İstiklâl Marşı... Kesilmiş soluğun sesin, Bayrak mısın nesin?.. Bak dön yana, Bu akan su senin, cıvıldayan okul, giden yol. Barajlar, limanlar, fabrikalar... Halkının gözyaşları da senin şimdi. Gel, mahzunluğumuza sokul, Gel, güçsüzlüğümüzde “çaresizlik” var... Mahzunsun, ipincesin, Söyle, kalkmışın, nesin?.. Dağ yürümüş vatan yürümüş, Sarmış netameli karanlıklar yönü yöreyi, Bir rezil ümide bağlanmış bunca insan, Bir rezil susmakta bulmuş kurtulmayı. Sen, tek başına yiğit,. Sen tek başına git!.. Verdin, hâlâ vermektesin Menderes değil de nesin?.. Millet mi değiliz ne, vatan mı?.. Yanlış mı geldin yoksa aramıza?.. Sen yetmemişsen uyanmamıza, Söyle, yetecek ne, çağlayan kan mı?.. Etilerden bu yana doğmadı, doğmayacak, Ne senin gibi şafak, ne bizim gibi korkak! Yürü yanımsıra, yürü Menderesim, Sen bizim iz düşmüş benzerimizsin!.. Suçsuzluğun, suçundan yaman!.. Del’olur düşünen aman, Menderesim darağacında, Menderes vatan!.. Bana deme Kayseri!.. Vay Kayseri, vay anam!.. Sen, ipe çekilmiş hürriyetsin!.. Kayserim, Zorlum, Polatkanım, Menderesim!.. İsmet BOZDAĞ, 1960 ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 259


GÜNEŞ BATMADI Bu şehit kanı ile sulanmış topraklarda, Bir uçtan bir uca tüm bir vatan sathında Dadaşlar vardır Seymenler vardır Zeybekler vardır Bir Dadaşların Dadaşı vardı Bir Seymenlerin Seymeni vardı Bir efelerin efesi vardı Bir zeybeklerin zeybeği vardı Mayısın bir güneşli sabahında Vatan için Millet için, İnsanlık için çıkmıştı yola Gönlünde insan sevgisi, kafasında vatan aşkı vardı Azgın sulara dizgin vurmak istiyordu Vurdu! Kıraç topraklara bereket getirmek istiyordu Getirdi! Alın terini ekmek yapmak istiyordu: Yaptı! Suyu ışık, suyu güç yaptı... Alın terini toprakta eritti, bacada tüttürdü Ekmek yaptı Gönlünde insan sevgisi, kafasında vatan aşkı ile Açmıştı gözlerini dünyaya... Gönlünde insan sevgisi, kafasında vatan aşkı ile Sevgisine, aşkına dayanmadan açık gitti gözleri Dünyaya Darağacında... Marmara’da dalgalar var Vurur Adaların kıyılarına Günle mavileşen gece ile siyahlaşan Dalgalar vurdu her gün boyu lılra yılı Bir mapusane adasına, İmralı’ya Vurdu dalgalar yıllar yılı, taşlı ama taçlı Bir kabre Şimdi yatıyor, uğrunda mahkum olduğu Vatan Caddesinin üstündeki şanlı, ayyıldızlı Al bayrağın süslediği Anıt Mezarında Vatanın bağrında Yanında kader arkadaşlarının ve mor çiçeklerle Bezenmiş Berin’inin mezarı olduğu halde Dağlar, taşlar Mavileşen, yeşilleşen siyahlaşan dalgalar Uçan kuşla, akan sular, esen yeller O’nun sevgisiyle yanan gönüller O Dadaşların Dadaşını O Seymenlerin Seymenini O Efelerin Efesini O Zeybeklerin Zeybeğini söyler gün boyu, Dadaşım der Seymenim der Efem der... MENDERES’im Nur içindeki şehidim benim... Süngülerin altında yaptığım savunmada Güneş batarken gölgeler büyük olur demiştim Bağışla beni. Her günün seherinde yükselen ses semada yansıyor “GÜNEŞ BATMADI.”

Talat ASAL (MENDERES’İN EFSANE AVUKATI)


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 261


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

262 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 263


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

264 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Fotograflar: BYEGM Arşivi. T.C. BAŞBAKANLIK BASIN YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’ne Teşekkür Ederiz. ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU | 265


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

BAZI İŞLER HEPİMİZİN İŞİDİR! Öykümüz; Herkes, Birisi, Herhangibiri ve Hiçkimse adlı dört kişi hakkında. Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağından emindi. Gerçi bunu Herhangibiri de yapabilirdi ama Hiçkimse yapmadı. Birisi buna çok kızdı. Çünkü Herkes’in işiydi. Herkes, Herhangibiri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama Hiçkimse, Herkes’in yapamayacağının farkında değildi. Sonunda Herhangibiri’nin yapabileceği bir işi Hiçkimse yapmadığı için, Herkes Birisi’ni suçladı… 266 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Karikatürler

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 267


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

GÖNÜLLÜLÜK FORMU Ad, Soyad: T.C. Kimlik No: Anne / Baba Adı: Doğum Yeri: Doğum Tarihi: Nüfusa Kayıtlı Olduğu Yer: Eğitim Durumu: Meslek / İş: Kısa Özgeçmiş:

Referanslar:

Neden Adnan Menderes Demokrasi Platformu?

Projeleriniz Nelerdir?

Çalışma Arkadaşlarınız:

İletişim Bilgileriniz:

268 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

Projelerimizden... Ezan-ı Muhammedi Günü Projemiz Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak ilk gerçekleştirmek istediğimiz proje Başkanımız Sayın Ahmet Şerif Bayındır’ın önerisi olan ”Ezan-ı Muhammedi Günü” Projesidir. Bunun Diyanet İşleri Başkanlığımıza sunulmadan evvel olgunlaştırılması için gerekli istişareler, ilmi araştırmalar yapılması gerektiği aşikardır. İnşallah buna muvaffak olduğumuzda güzel yurdumuzda Kutlu Doğum kutlamaları gibi bir de “16 Haziran Ezan Günü”müz olacaktır. Ezanın asli şekliyle okunabilmesi için şahsi iradesini en güçlü bir şekilde, bu ilk icraatıyla ortaya koyan ebedi ve abide Başvekilimiz merhum Adnan Menderes’in de böylece ruhu şadolacaktır diye düşünüyoruz. Aziz ruhuna bugün dolayısıyla milyonlar fatihalar bağışlanacaktır inşallah. Ayrıca yeni nesillerimizin Ezanın mesajları konusunda bilinç düzeyleri arttırılmış olacaktır. Belki de kurulacak Ezan Akademisi ile Müezzinlerimize Ezan’ın İslam’ın sözlü manifestosu olmasından tutunuz da nota bilgisine, makam bilgisine, pratik bilgisine kadar köklü bir eğitim verilebilecektir. Şimdiye dek basın yoluyla kamuya duyurduğumuz bu projemizle ilgili çok olumlu geri dönüşler aldık. Herkesten Allah razı olsun. Yine de buradan ifade edelim ki konuyla alakalı herkesin yardım ve desteklerini bekliyoruz. Ortak akılla başaramayacağımız proje yoktur. Bu duygu ve düşüncelerle projemize katkı ve destek sunan tüm kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyoruz.

Hayrat Kiosku Projemiz Adnan Menderes Hayratı’nın görünüş olarak Anıtmezar’ı çağrıştıran, tek katlı, çok kenarlı, kurşun çatılı sanatsal bir yapı olması düşünülmektedir. Şehirlerin insan trafiği bakımından yoğun noktalarına yapılması planlanmaktadır. Buradan inşallah günlük olarak içme suyu, ekmek, simit, lokma, çorba, helva gibi gıda maddelerinin ücretsiz dağıtımı yapılacak olup ayrıca bir de kitap satış standı bulunacaktır. Ebedi Başvekilimiz merhum Adnan Menderes’in aziz ruhuna fatihalar bağışlanmasına güzel bir vesile olacak bu projemizin gerçekleşmesi hususunda destek olacak kardeşlerimizin bizlerle irtibat kurmalarını hassaten istirham ederiz… Saygılarımızla…

Adnan Menderes Külliyeleri Projemiz Herşeyde tedriciyet kurallarının olduğunun bilincindeyiz. Fakat bu bizi güzel ve hayırlı hizmetlerin hayalini kurmaktan alıkoyamaz elbette. İşte aşağıda paylaştığımız tasarım bizim öncelikle Ankara, İstanbul ve Aydın’da inşa etmeyi planladığımız külliye projemizdir. Camisiyle, Aşeviyle, Yurt Binalarıyla, Sosyal ve Kültürel Salonlarıyla, Kütüphane / Arşiv ve Dokümantasyon Merkezleriyle, Demokrasi Müzesiyle, Enstitü ve Akademisiyle, Hazire ve Makam mezarlarıyla… Yaşayan, nesilden nesile aktarılan Adnan Menderes Davasının adeta müccessen hali… Fiilî ve kavlî dualarınızı bekler, saygılar sunarız.

Diğer Projelerimiz • • • • • • •

YASSIADA DEMOKRASİ AKADEMİSİ TÜRKİYE ADNAN MENDERES ARAŞTIRMALARI MERKEZİ (TAMAM) ADNAN MENDERES ENSTİTÜSÜ ADNAN MENDERES VE DEMOKRASİ KÜLLİYATI ADNAN MENDERES SANATSAL ETKİNLİKLER MERKEZİ ADNAN MENDERES SEMPOZYUMLARI TÜRKİYE SANAT VE ZENAAT MERKEZİ (TÜSAM) (Merhum Aydın Menderes’in Arzusudur.) • DEMOKRASİ KÖYÜ • DEMOKRAT AİLELER ALBÜMÜ (1946-1960) • BÜYÜKŞEHİRLER İÇİN ADNAN MENDERES KÜLTÜR MERKEZİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 269


Facebook Sayfamızdan

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

270 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

| 271


ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

ADNAN MENDERES ARŞİVİMİZE DESTEK VERİN! DEĞERLİ OKURLARIMIZ DERGİMİZDE KULLANMAK ÜZERE ELİNİZDE BULUNAN ADNAN MENDERES ve DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNE AİT KİTAP, DERGİ, GAZETE, FOTOĞRAF, SES KAYDI VE BENZERİ HATIRA DEĞERİ TAŞIYAN TÜM MALZEMELERİ LÜTFEN BİZE ULAŞTIRINIZ... ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER... ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU DERGİSİ Bahçelievler Mah. Aşkabat Cad. No: 6/2 Çankaya/Ankara Tel: 0.312 215 44 45 Faks: 0.312 215 44 55 GSM: 0532 376 76 91

FİKİR, PROJE ve ÖNERİLERİNİZİ BEKLİYORUZ

Adnan Menderes’e ve Demokrasiye gönül vermiş, yenilikçi, üretken ve hizmet odaklı bütün kardeşlerimiz; fikir, proje ve önerilerinizi bize iletin, Platformumuzun desteğiyle birlikte hayata geçirelim. ÇABAMIZA KATKI / BAĞIŞ T.C. Ziraat Bankası Ankara Bahçelievler Şubesi(626) Hesap No: 64018974-5001 IBAN: TR58 0001 0006 2664 0189 7450 01 PTT Ankara Bahçelievler Şubesi Hesap No: 10420535 Ankara Maltepe Vergi Dairesi Vergi No: 0080799684

272 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU


“Bir Menderes Gider, Bin Menderes Gelir, Hakikati boğarak susturamazsınız!” Adnan Menderes “Bu Aziz Milletin mayası iman ve ahlaktır.” Adnan Menderes “Ben kendimi bu Millete hizmet için adamış bir insanım! Bu Millet de, kendisini hizmete adayan Başbakanını bağrına basmış! Millet ile be, iki su gibi karışmışız birbirimize.” Adnan Menderes “Eskişehir Cer Atölyemiz ilk yerli lokomotifimizi yapsın, adı da Karakurt olsun; Sivas Cer Atölyemiz ise Bozkurt’u yapsın.” Adnan Menderes “CHP çok partili fakat eski tek parti düzeninin egemen olduğu bir Türkiye ister.” Aydın Menderes “CHP Değişmez ‘Kırk yıllık Yani olur mu Kani?’ deyimi CHP için gerçekliğini korumaya devam ediyor.” Aydın Menderes “CHP’nin adetidir. İktidar olamayınca diktatörlük geliyor der. Askeri darbeye teşvik eder.” Aydın Menderes “Yassıada; işkencenin, siyasal ve sosyal rezaletin simgesidir.” Talat Asal “Adı gibi özü de sözü de zorlu bir diplomat ve devlet adamı idi Fatin Rüştü Zorlu… Onu Birleşmiş Milletler’de Genel Kurul’a hitap ederken izledim. Konuşan kişi değil, Türkiye idi sanki. Hem de Atatürk’ün egemenlikten taviz vermeyen Türkiye’si. ” Rauf Denktaş

“Benim gözümde Menderes önce yaradılışı kendisince, ruhu çeşitli düğümlerle yoğrulmuş, bunlarla ideallerini bazen bir arada yürüterek büyük eserler veren, bazen de onların çarpışması altında sarsılan üstün bir insan. İşte ben Menderes’i bu pencereden seyrediyordum.” Samet Ağaoğlu “Merhum Adnan Menderes Şeflik döneminde bir Milleti olduğunu unutan Devleti, O Aziz ve Necip Millet’in ayağına götürüp barıştırmıştı.” Ahmet Şerif Bayındır “Demokrasi’den yana olmak; Milletten yana olmaktır.” Ahmet Şerif Bayındır

Twitter’dan Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Başbakanımızın Menderes söylemi gençlerin bu konuda bilinçlenmesini sağlıyor. Allah ebediyen razı olsun. Fatiha’lar gönderiliyor bilvesile.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Menderes’e yaptığının daha binde birini yapmadı Tayyip Bey’e bu CHP. Aslında yapamadı. Millet uyandı kardeşim. Yedirir mi son Menderes’ini…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr 90 yıldır devlet gücünün CHP’li yapamadığı milleti bir istihbari camia mı CHP’li yapacak? Ham hayal…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ahmak’ul humakadan tahammuk etmiş sersem ahmaklar! Sokaktan iktidar çıkmaz demokrasilerde. Sandıktan çıkar, dönün evlerinize.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Dersaneyi okula çevirenlere düşmanlık; Camiyi ahıra çevirenlere dostluk… Yaman çelişki… Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Evet Milletimiz farkında. 1946’da Menderes çaldı! Şimdi Tayyip Bey çalıyor. Demokrasi ve Kalkınma mayası tabii ki. Büyük Türkiye mayası!

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Deliye şeker tattırmışlar, çarşıda şap bırakmamış. Kasetle genel başkan olan biri başbakan da öyle olunuyor sandı zavallım. Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ben Abdüllatif Şener’in ihtisas alanının şarap olduğunu sanıyordum. Meğer ses tahlilinden de anlıyormuş. Çok yönlü biri vesselam.

“Demokratların bir hatası varsa o da 1950’de İktidar olduklarında ‘Devr-i Sabık yaratmayacağız’ demeleridir. Ah keşke…” Ahmet Şerif Bayındır

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Bak arkadaş, devlete paralel yapı oluşturulabilir. Hiç önemi yoktur. Millete paralellik sözkonusu olmadığından köksüzdür, dağılır gider.

“Bazen diyorlar ki Milletimiz Menderes’in idamına tepki vermedi… Yuh! Demek geliyor içimden… Yahu daha nasıl tepki vermesini bekliyorsunuz? O zamandan bu zamana O’nun devamıyım diyenleri iktidar yapmıyor mu hep?” Ahmet Şerif Bayındır

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndrMalûm medyada haber izliyorum, daraltı geliyor. Yalan, iftira, ihanet… Başbakanı izliyorum içim ferahlıyor. Büyük Türkiye’yi görüyorum Zât’ında.

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Menderes asılırken Millet demokraside çıraktı, Özal zehirlenirken sezemedi kalfaydı, şimdi Milletin ustalık dönemi kardeşim. Oyuna gelmez!

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Rahmetli Aydın Menderes Kayseri ve Malatya meydanları çok önemlidir derdi. Tayyip Bey’in Malatya mitingi gösteriyor ki bu iş tamamdır beyler…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Yağlı ilmek boynuna geçirilirken O; “Allah Devlete ve Millete zeval vermesin” diyordu... İşte Adnan Menderes.

“1950’lerde halka; barajı köstebekler oyacak, Adana’yı sel götürecek diyen CHP; bugün Marmaray için, şom ağzıyla senaryolar yazıyor. Değişmez bunlar katiyyen.” Ahmet Şerif Bayındır “Dost düşman herkes müttefiktir ki Adnan Menderes asılacak insan değildi.” Ali Görkem Çare

YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM YETER SÖZ MİLLETİNDİR 14 MAYIS 1950 - AK DEVRİM

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Ayının kırk şarkısı var kırkı da ahlat üstüne. Bizim şer cephesinin şarkısı ise: Hükümet istifa! –Emriniz olur efendim...

@asbyndr Bu millet bin yıllık mayasını çalıp götüren CHP’ye oy mu verir kardeşim? Size ne oldu böyle? Başınıza bi şey mi düştü? Akıntıya kürek çekmeyin…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Darağacında sallanan Menderes’in rugan ayakkabıları kendisine kalacak diye sevinen cellat ve iktidar bize kalacak diye sevinen zihniyet…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Nazlı Hanım Merve Kavakçı’nın yanında örtüsüz RP’liydi. Şimdi TV ekranında Öymen’in yanında örtülü CHP’li olmuş :)

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Her dönemde kim “Adnan Menderes’in izindeyiz” dediyse bu kadirşinas millet onlara desteğini esirgemedi. Bu nokta önemli…

Ahmet Şerif Bayındır @asbyndr Bundan böyle devlet kapıları birilerine kapandı da; asıl önemlisi millet gönül kapılarını tıpkı CHP’ye kapattığı gibi kapattı.

@asbyndr


ADNAN MENDERES BAHAR/2014

ÖZEL SAYI

DEMOKRASİ PLATFORMU ANKARA

3 AYDA BİR YAYIMLANIR

BAHAR/2014 ÖZEL SAYI


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.