YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
MERSİN’DE DEĞİŞEN KENTSEL MEKÂN: ÇAMLIBEL’DE MORFOLOJİK DEĞİŞİM Tolga ÜNLÜ Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tunlu@mersin.edu.tr
ÖZET Kentsel mekanın biçimlendirilmesi sürecinde değişimler genellikle parça parça gerçekleşmektedir ve tek parselde binaların (yıkılıp) yapılması, yapı adalarının biçimlerinin, yapı yüksekliklerinin ve yapılaşma düzeninin değişimi ile kendini göstermektedir. Bunlar doğrudan gözlenebilir olan morfolojik değişimlerdir ve bir kentin kendine özgü niteliklerinin ve karakterinin güçlenmesini sağlayabileceği gibi kentsel bağlamın bozulmasına, morfolojik sürekliliklerin zedelenmesine neden olabilmektedir. Bu yazı kapsamında, Mersin kentinin kuruluşundan itibaren konut alanı özelliği gösteren, 1980’li yıllardan sonra birtakım MİA (Merkezi İş Alanı) işlevlerinin de yer almaya başladığı Çamlıbel bölgesindeki morfolojik değişim tek parseldeki değişiklikler üzerinden yapılacaktır. Bu tür gelişmelerin Çamlıbel’de ve Mersin genelinde yaygın bir şekilde gerçekleştirildiği göz önünde bulundurulduğunda, değerlendirme Mersin’de kentsel mekânın biçimlendirilmesi hakkında genel sonuçlar üretilmesini mümkün kılmaktadır. Araştırmada, Mersin özelinden yola çıkarak, planlama denetim mekanizmalarının işleyişi kapsamında Türkiye’deki kent planlama pratiği içinde kentsel mekânın nasıl biçimlendirildiği ve kentsel mekânda değişimin nasıl yönetildiğinin incelenmesi amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, yerel yönetimlerin süreçteki etkinliği sorgulanacaktır. Anahtar sözcükler: Kentsel morfoloji, planlama denetim mekanizmaları, niceliksel ve niteliksel denetim, kentsel değişimin yönetimi ABSTRACT URBAN CHANGE IN MERSIN: MORPHOLOGICAL CHANGE IN CAMLIBEL The change in the urban built environment usually reveals itself through alterations in morphological characteristics such as change in building height, building block forms, building arrangement, and plot dimensions. The morphological changes usually came into being in piecemeal fashion and they are the observable changes in the urban built environment. They are conceived to be significant since they might enhance or erode the distinctiveness of a place, and the character of the city. In the study, the morphological changes in Çamlıbel, a residential area since foundation of city of Mersin in the beginning years of nineteenth century however some CBD functions penetrated in the last two decades, are analyzed through a plot-based research. Since such morphological changes are common in Mersin, the results of the study enable to produce interpretations about management of urban change in Mersin. The study aims to analyze the operation of planning control mechanisms through morphological changes in the urban built environment. Furthermore, it endeavors to examine the management of urban change in the Turkish planning system with reference to Mersin case and to investigate aims of local planning authorities during the implementation planning decisions and urban change. Keywords: Urban morphology, planning control mechanisms, quantitative and qualitative control, management of urban change
178
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
GİRİŞ Kentsel mekânın biçimlenmesi sürecinde, kentsel yapılı çevrede morfolojik, işlevsel, görsel veya bağlamsal özellikler değişim göstermektedir. Bu değişimlerin bazıları geniş bir alanı kapsamakta ve gözlenmesi mümkün olmayabilmektedir. Oysa, özellikle tek parsel ya da yapı adası ölçeğinde gerçekleşen değişimleri somut olarak gözlemek olasıdır. Kentsel mekândaki bu tür değişimler genellikle parça parça gerçekleşmektedir ve tek parselde binaların (yıkılıp) yapılması, yapı adalarının biçimlerinin, yapı yüksekliklerini ve yapılaşma düzeninin değişimi ile kendini göstermektedir. Diğer bir anlatımla, kentsel mekânda doğrudan gözlenebilen değişimler morfolojik özelliklerdeki (yapı yüksekliği, yapılaşma düzeni, parsel boyutları, yapı adası biçimi vb.) değişiklikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kentsel morfolojinin ilgi alanı da temelde parsellerde, yapı adalarında, yapılarda ve sokak örüntüsünde gerçekleşen ve gözlenebilir olan fiziksel biçimlenmedir [1]. Whitehand ve Larkham kentsel morfoloji alanında yapılan araştırmaları üç gruba ayırmaktadır [2]. Birinci grupta yer alan araştırmacılar genellikle kentlerin geçmişinden (özellikle ortaçağdan) günümüze kadar geçirdikleri fiziksel değişimleri hâlihazır haritalar, fotoğraflar ve kent planları üzerinden tanımlamayı amaçlamaktadır. Bu tür araştırmalar, istisnaları olsa da genellikle kimlikleri ve geçmişleri güçlü olan kentleri kapsamaktadır. Kentsel morfoloji alanındaki ikinci grup araştırmalarda ise kentsel mekândaki değişim, bu süreçte yer alan farklı aktörlerin eylemleri üzerinden tanımlanmaktadır. Üçüncü grup araştırmalar kent planlama disiplini ile yakından ilişkilidir. Bu araştırmalarda, kentsel mekânda değişime yönelik karar alma mekanizmaları ve süreçleri, bu süreci yönlendiren araçlar ile aktörler arası ilişkiler değerlendirilmektedir. Bu tür araştırmalar
aynı zamanda planlama ve tasarım kuramlarının planlama pratikleri yönünden irdelenmesini sağlamaktadır [3]. Uzun olmayan geçmişine rağmen yaklaşık iki yüzyıllık bir süreçte Mersin kenti nüfus büyüklüğü yönünden Türkiye’nin büyük kentlerinden biri haline gelmiştir1. Bununla birlikte kentin fiziksel biçiminde de gelişimler ve değişimler yaşanmıştır. Bu gelişim ve değişim özellikle 1980’lerden sonra hız kazanmıştır2 ve Mersin kentinde gözle görülür morfolojik değişimler gerçekleşmiştir. Mersin kentinde özellikle son yirmi beş yılda yaşanan morfolojik değişimin yukarıda değinilen farklı bakış açılarından ele alınması olasıdır. Bu yazı kapsamında, Mersin kentinin kuruluşundan itibaren konut alanı özelliği gösteren, 1980’li yıllardan sonra birtakım MİA (Merkezi İş Alanı) işlevlerinin de yer almaya başladığı Çamlıbel bölgesindeki morfolojik değişim değerlendirilecektir. İncelemede alanın hâlihazır haritaları, alana yönelik üretilmiş planlama kararları ve belediye meclis kararları temel belgeler olarak kullanılacaktır. Bu belgelerden yola çıkarak alandaki fiziksel gelişme ve değişim ile birlikte alana yönelik plan kararları ile bu kararların verilme süreçleri incelenecektir. Bu bağlamda, inceleme yukarıda tanımlandığı biçimiyle üçüncü grup araştırma yaklaşımı kapsamındadır. Değerlendirme tek parseldeki fiziksel değişim üzerinden yapılacaktır. Bu tür gelişmelerin Çamlıbel’de ve Mersin 1
5216 sayılı yasa yürürlüğe girmeden önce üç ilk kademe belediyesinin (Akdeniz. Toroslar, Yenişehir) oluşturduğu Mersin’in kentsel nüfusu 2000 yılı nüfus verilerine göre 537842 kişidir ve nüfus büyüklüğü açısından Türkiye genelinde onuncu sıradadır. 2 DİE’nin 2000 yılı bina sayım verilerinde bina bitişi tarihlerine göre, Mersin’de 2000 yılında oluşmuş yapılaşmanın %74’ü 1980 yılı sonrasında gerçekleşmiştir.
179
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
genelinde yaygın bir şekilde gerçekleştirildiği göz önünde bulundurulduğunda, değerlendirme Mersin’de kentsel mekânın biçimlendirilmesine ilişkin sonuçlar elde edilmesini sağlayabilecektir.
yetersizlik ve eksikliklerin göz ardı edilmesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla, planlama denetim mekanizmalarında süreç ile sonuç ayrı ayrı değil birbirinin içine geçmiş bir alanda tanımlanmaktadır.
Araştırmada, Mersin özelinden yola çıkarak, planlama denetim mekanizmalarının işleyişi kapsamında Türkiye’deki kent planlama pratiği içinde kentsel mekânın nasıl biçimlendirildiği ve kentsel mekânda değişimin nasıl yönetildiğinin incelenmesi amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, yerel yönetimlerin süreçteki etkinliği sorgulanacaktır.
Bu kapsamda, kentsel planlamada denetim mekanizmaları, plan kararlarının alınması, plan kararlarının plan kararlarının uygulanması ve bu aşamaların yönlendirilmesini kapsayan süreçler içinde işlemektedir. Diğer bir anlatımla, planlama denetim mekanizmaları, çeşitli aktörlerin (meslek adamları; yerel/merkezi yönetimler; müteahhitler; mülk sahipleri; bölgede yaşayanlar) katılımı ile çeşitli süreçler (plan yapım, plan onama, plan uygulama, bina yapım süreçleri) sonucunda kentsel yapılı çevrenin biçimlendirilmesi etkinliği olarak tarif edilmektedir [4]. Bu mekanizmanın işleyişi, planlama hukuku içinde tanımlanmış kurallar çerçevesinde tarif edilmiştir. Bu anlamda, planlama denetimi, sosyal olarak kamusal alanın biçimlenmesi ile ilgili iken, diğer yandan ―daha görülebilir biçimde― kentsel mekânın fiziksel biçimlendirilmesi ile ilgilidir.
Bu çerçevede, yazının ilk bölümünde kentsel mekânın biçimlenmesinde farklı denetim anlayışları ele alınacaktır. İkinci bölümde farklı denetim anlayışlarına göre Türkiye planlama sisteminde denetim mekanizmaları irdelenecektir. Üçüncü bölümde ise Mersin Çamlıbel bölgesinde tek parsel ölçeğinde gerçekleşen morfolojik değişim farklı denetim mekanizmaları perspektifinden değerlendirilecektir. Sonuçta ise Türkiye planlama sisteminde kentsel mekânda değişimin yönetilmesi sürecindeki sorunlar, morfolojik değişiklikler üzerinden vurgulanacak ve bu sorunların çözümüne yönelik tutumlar üzerinde durulacaktır. 1. KENTSEL MEKÂNIN BİÇİMLENDİRİLMESİNDE DENETİM MEKANİZMALARI Kentsel mekânın biçimlendirilmesi sürecinde aktörlerin bilinçli eylemleri, planlama ve tasarım araçları ile sürecin işleyişi, bu yazı kapsamında planlama denetim mekanizmaları olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, planlama denetim mekanizmaları salt sonuca odaklanan bir bakış açısıyla tanımlanmamaktadır. Sonuca odaklanan bir bakış, sürecin işleyişindeki sorunlar ile planlama ve tasarım araçlarının niteliksel
Gerçekleşecek yapılaşmanın ölçeğine göre; bir yerleşimin biçimlenmesi, yeni yapıların inşa edilmesi, mevcut yapıların yıkılması ve yeniden yapılması, binalara ek yapılması ve arazi kullanımları ile binalarda çeşitli nitelikte değişiklikler yapılması planlama denetiminin alanı içinde kalmaktadır. Bu süreç içinde kentsel planlama, bir yandan aktörlerin eylemlerini kısıtlayıcı bir etken olarak ortaya çıkarken, diğer yandan farklı eylemlerin bir alanda buluşmasını sağlamakta, diğer bir deyişle aktörlerin davranışları ile eylemlerinin eşgüdümünü sağlamaktadır. Planlama denetim mekanizmalarının işleyişi, kentsel yapılı çevrenin karakterine ve bağlamına göre farklı biçimler alabilmektedir. Denetim mekanizmaları, sonuca odaklandığında teknik içerik ön
180
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
plana çıkmakta ve süreç, niceliksel ölçütlerin uygulanmasına indirgenebilmektedir. Diğer yandan, kentsel mekânda niteliğin artırılmasının amaçlandığı durumlarda denetim niteliksel bir içerik kazanabilmektedir. Bu çerçevede, yazı kapsamında, planlama denetim mekanizmalarının işleyişi en genel anlamda iki farklı biçimde kavramsallaştırılmaktadır. Aşağıda özellikleri vurgulanacak olan bu yaklaşımlardan birincisi niceliksel denetim, ikincisi niteliksel denetim olarak adlandırılmaktadır. Niceliksel ve niteliksel denetim, farklı anlayışların uç noktalarını işaret etmektedir ve genellikle planlama pratiğinde iki yaklaşım bir arada kullanılmaktadır. Birçok yabancı örnekte (özellikle Batı Avrupa ve ABD’de) niceliksel yaklaşımın süreç içinde yerini niteliksel yaklaşıma bıraktığı görülmektedir. Bu yazıda, denetim anlayışlarının iki biçimde kavramsallaştırılmasının amacı uç noktalardaki bakış açısının farklılaştırılmasıdır. 1.1. NİCELİKSEL DENETİM ANLAYIŞI Niceliksel denetim anlayışının temelindeki ana kabul, yapılı çevreyi biçimlendiren toplumsal ilişkilerin değişken olmadığı, değişikliklere açık olmadığı, durağan olduğu ve toplumun değişmeyeceği, toplumsal sistemin her zaman bir dengede olduğudur. Farklı çıkarlara sahip, ama kendi yararlarını maksimize etmeye çalışan bireyler, sistemi, değişmez olarak tarif edilmiş olan toplumsal dengede sabit tutmaya çalışmaktadır. Böylece, toplumun mekanik bir temsili yapılmakta ve değişikliklere uyum sağlama olasılığı ihmal edilebilir boyutta görülmektedir [5]. Bu durumda, sabit ve değişmeyen kurallar oluşturulduğunda kentsel mekânın biçimlenmesinin denetlenebileceği düşünülmekte, yapılı çevre ile ilgili kuralların bütün koşullarda aynı şekilde uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bu kapsamda, planlama hukuku teknik bir araç olarak kavramlaştırılmaktadır [6].
Yüksek düzeyde kesinliğe (certainty) dayanmakta olan düzenleyici (regulatory) sistemde öncelikli olan kentsel yapılı çevrenin niceliksel olarak üretilmesi ve sürecin niceliksel olarak denetlenmesidir. Gelişim ve dönüşüm için gerekli olanlar ayrıntılı olarak yazılı hale getirilmiştir [7]. Böylece, planlama ve yapılaşma süreçleri en küçük ayrıntısına kadar denetlenebilir kılınmıştır. Yapılaşmayla ilgili bir önerinin değerlendirilmesi, sonucunda reddedilmesi ya da kabul edilmesi teknik ve yasal uygunluğa indirgenmektedir [8]. Bu anlamda, kentsel yapılı çevrenin üretimi ve denetimi teknik bir şekilde değerlendirilmektedir [9] ve standartlaşma, gelecekle ilgili öngörülerin denetlenebilirlik düzeyinin yüksek olmasına ve kentsel yapılı çevreyi oluşturan parçaların tek tek birbirinden bağımsız olarak denetlenmesine olanak vermektedir [10]. Bunun sonucunda, standartlaşma ülke düzeyinde kuralların ve kentsel yapılı çevrelerin aynılaşmasını ve denetim mekanizmalarında bürokratikleşmeyi beraberinde getirmektedir [11]. Booth bu sürecin üç ayırt edici özelliğini vurgulamaktadır: standartlaşmış konut tipleri, gereğinden fazla genişletilmiş taşıt yolları ve mekânsal bağlamın niteliklerinin göz ardı edilmesi [12]. Bu çerçevede, akılcı bir modele dayanan niceliksel denetim anlayışında kademelenme temel denetim araçlarından biri olmaktadır. Yukarıdan aşağıya örgütlenmiş bir sistemde emre (command) dayalı bir mekanizma kurulmaktadır ve bu mekanizma niceliksel anlayışın uygulanması için çekici bir hale gelmektedir [13]. Tektipleştirmeye, aynılaştırmaya, ayrıntılı denetime ve yukarıdan aşağıya katı bir kademelenmeye dayalı niceliksel anlayış kentsel yapılı çevrenin oluşumunda farklı bağlamların oluşmasına, yerin kendine özgü özelliklerinin ortaya çıkmasına ve yerleşimlerin karakterinin güçlenmesine olanak sağlamamakta, kentlerin giderek
181
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
birbirine benzemesine, diğer bir deyişle aynılaşmış mekânsal bağlamların oluşmasına neden olmaktadır. Bu yönüyle, niceliksel tutum, bağlamdan bağımsız bir üretim ve denetim anlayışı sunmaktadır. 1.2. NİTELİKSEL DENETİM ANLAYIŞI Niceliksel anlayışın mekanik ve durağan toplum kavramsallaştırmasına karşılık niteliksel anlayışta, toplumun devingen olduğu ve sürekli değişen karmaşık ilişkilerle biçimlendiği kabulü yapılmaktadır [14]. Buna göre, toplum içindeki farklılıklar ve benzerlikler toplumun karmaşık yapısını oluşturmakta, bu karmaşıklık içinde gelecekle ilgili uzun dönemli kestirimlerin yapılması olası görülmemektedir [15]. Bu kapsamda, niteliksel denetim anlayışına göre yasal süreçler, sosyal ilişkilerin oluşturduğu karmaşık ilişkiler ile yapılı çevrenin özellikleri ve bağlamı içinde şekillenmektedir. Bu anlamda, yasal kurallar ilişkiseldir ve bulunduğu bağlam içinde sosyal ilişkilerle anlam kazanabilirler. Diğer bir anlatımla, kentsel yapılı çevre ve onu oluşturan kurallar birbirinden ayrı iki varlık olarak ele alınmamakta, karşılıklı etkileşimle birbirini oluşturan oluşumlar olarak değerlendirilmektedir. Bu durumda planlama hukuku yorumsal (interpretive) ve diyalektik bir içerik kazanmakta, hukukun bağlamsallığı (contexuality of law) gündeme gelmektedir [16]. Kuralların oluşturulması ve uygulanmasıyla ilgili yorumlama süreçleri takdir hakkına (discretion) bağlı bir denetimi de beraberinde getirmektedir. Onaran ve Sancar’a göre kentsel mekânın biçimlendirilmesi süreçlerinde yorumlama kaçınılmazdır, çünkü her oluşum ve her öneri sürekli değişim halinde olan kendi özgün koşulları içinde değerlendirilmelidir [17]. Denetim mekanizmalarının takdir hakkı ve katılımın
işleyişinde sağlanması
niceliksel anlayış tarafından geliştirilen, standartlara ve kademelenmeye dayalı tektipleştirici ve aynılaştırıcı tutuma bir tepki olarak ortaya çıkmakta ve bireylere yorumlama özgürlüğü, kararların yerin özelliklerine göre verilmesini sağlamaktadır [18]. Diğer yandan, kuralların önleyici (anticipatory) içeriği, gelecekte oluşabilecek sorunların çözümüne yönelik politikaların bugünden geliştirilmesine olanak vermektedir. Bu yönüyle, değişen koşullara uyum sağlama potansiyeli yüksek olan niteliksel denetim anlayışında esneklik etkin bir yer edinmekte, kentsel mekânda değişimin yönetilmesi için seçenekler oluşturmaktadır [19]. Bu süreçte amaç tek tek binaların oluşmasını sağlamak değil, binaların kamusal alanla ilişkileri çerçevesinde yerel düzeyde farklılaşma sağlamak, diğer bir deyişle yerin kendine özgü özelliklerini, kimliğini ve karakterini ortaya çıkarmaktır [20]. Bu anlamda, denetim mekanizmalarından beklenen yerin özelliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlayacak bir işleyiştir. Hall’a göre bu işleyiş devingen ve karşılıklı etkileşime açık bir kademelenme ve yasal kurallar ile mümkün olmaktadır. Bununla birlikte, tüm aktörlerin katılımın sağlandığı karşılıklı görüşmeler, danışma ve bilgi alışverişi, sürecin işleyişinde etkin olmaktadır [21]. Ayrıntılı denetim yerine esnek bir sistemi, plan kararlarının uygulanmasında yorumlama ve takdir hakkının kullanımını, yerin morfolojisinin, çevresiyle kurduğu ilişkinin ve karakterinin, bu anlamda yerin kendine özgü özelliklerinin ortaya çıkarılmasını ön planda tutan niteliksel tutum bağlam bağımlı bir üretim ve denetim anlayışı sunmaktadır. Bu kapsamda, kent planlarının yanı sıra özellikle Batı Avrupa ve ABD’de tasarım yönetmelikleri, tasarım özetleri, tasarım kılavuzu ve gelişme özetleri (design codes, design briefs, design guides ve
182
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
araçlar
planlar ise “uygulama imar planı” olarak tanımlanmaktadır3.
2. TÜRKİYE PLANLAMA SİSTEMİNDE DENETİM MEKANİZMALARI
Türkiye planlama sistemindeki kademelenme içinde nazım imar planları çoğunlukla 1/5000 ölçekli olarak üretilmekte ve genellikle tüm kenti kapsamaktadır. Nazım imar planları kent genelinde arazi kullanımının dağılımını, ana ulaşım sistemini, yaşama ve çalışma alanlarındaki nüfus yoğunluğunu ve genel bir şekilde yapı adalarının biçimlerini belirlemektedir. Nazım imar planlarının kentsel gelişime yönelik genel kararların alındığı, stratejik içerikli bir belge olması beklenmektedir. Ancak, genellikle nazım imar planları arazi kullanımının ve yapı adalarının biçimlerinin ayrıntılı bir şekilde belirlendiği belgeler olmaktan öteye gidememektedir (şekil 1).
development briefs) kullanılmaktadır.
gibi
Birçok ülke kendi koşullarına göre farklı planlama ve tasarım tutumları ile denetim anlayışları geliştirmiştir. Hepsinde ortak olan, belirli bir kademelenme çerçevesinde üretilmiş olan kent planlarının yapılaşma için genel bir çerçeve oluşturmasıdır. Batı Avrupa ve ABD örneklerinde görüldüğü gibi niceliksel anlayışın geliştiği ülkelerde kentsel mekânın biçimlendirilmesine yönelik kentsel tasarım politikaları oluşturulmakta, kentsel yapılı çevrenin özelliklerine ilişkin beklentiler yazılı ve görsel olarak ifade edilmektedir. Plan kararlarının uygulanmasında kullanılan bu araçlar yerin kendine özgü niteliklerini ortaya çıkarmayı ve yere karakter kazandırmayı amaçlamaktadır [22]. Bu araçlar bir yandan kademelenmeye bir devinim getirirken diğer yandan kentsel mekânın biçimlendirilmesi sürecinde doğrudan etkin bir konumda bulunmaktadır. Türkiye planlama sistemi ise Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren niceliksel anlayışın sunmuş olduğu katı ve durağan kademelenme anlayışına bağlı olarak şekillenmiştir. İmar planları olarak adlandırılan kent planları da bu kademelenmeye göre üretilmektedir. 2.1. İmar Planları Türkiye planlama sistemindeki kademelenmeye göre, günümüzde yürürlükte olan 3194 sayılı İmar Kanunu’nda imar planları, farklı kademelere göre tanımlanmıştır. Bu yazı kapsamında kentsel yerleşime ve kentsel mekânın biçimlendirilmesine yönelik planlar incelemenin konusu olduğundan alan ve kent ölçeğindeki planlar üzerinde durulacaktır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nda kent ölçeğindeki planlar “nazım imar planı”, alana veya kent içinde bir bölgeye yönelik
Uygulama imar planları, çoğunlukla 1/1000 ölçekli olarak üretilmiş ayrıntılı arazi kullanım planlarıdır. Bu planlarda arazi kullanımının yanı sıra yapı adalarının biçimleri ile yapılanma koşulları (yapı düzeni, çekme mesafeleri, yapı yüksekliği, kat sayısı vb.) ayrıntılı bir şekilde belirtilmektedir. Diğer bir anlatımla, kentin morfolojik özelliklerinin denetlenmesi ve kentsel mekânda değişimin yönetilmesi sürecinde temel belge uygulama imar planı olmaktadır. Nazım imar planları gibi 3
Buna göre ‘Nazım İmar Planı’ “varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak hâlihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan plandır. ‘Uygulama İmar Planı’ ise tasdikli hâlihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri, ayrıntıları ile gösteren plandır” (madde 5).
183
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
uygulama imar planları da yapılaşma süreçlerinde yasal olarak bağlayıcıdır ve yapı ruhsatı uygulama imar planı koşullarına göre düzenlenmektedir.
resmi işaret etmekten öteye gidememektedir. Dolayısıyla gelecekte yapılaşmanın ansızın tamamlanacağı ve toplumsal yapının değişikliğe uğramayacağı kabulü yapılmaktadır. Bu planlarda önemli olan yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, parsellerde binaların nasıl yapılacağına yönelik plan koşulları geliştirilmesidir. Diğer bir anlatımla, imar planları kentsel mekânı biçimlendirmekten çok yerleşim için yeni alanlar üretmeyi amaçlamaktadır [23]. Gelişme ağırlıklı planların temel amacı ise bireysel parsel üretmektir. Tek parsel, ―niceliksel olarak denetlenebilirliği yüksek olduğundan― hem planlama sürecinde hem de plan uygulama sürecinde üretilmesi gereken temel birim haline gelmektedir. Parsele dayalı anlayış, parsellerin birleşmesinden yapı adalarının oluşmasını sağlarken, önemli olan inşaat haklarının nasıl dağıtıldığı olmaktadır. Bu anlamda, öncelikli olan kentsel mekân oluşturmak değil, inşaat haklarının dağıtılması, parsellere yapı ruhsatı verilebilmesidir. Bu yönüyle imar planları, katı, durağan ve esneklikten uzak yapıları ile yasakçı ve reaktif bir içerik kazanmaktadır [24].
Şekil 1: Mersin Kenti Nazım Planı’nda kent merkezine yönelik bir bölüm (üstte) ve gelişme konut alanlarına yönelik (altta) bir bölüm (Kaynak: Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi)
Türkiye planlama sisteminde imar planları ile sunulmuş olan anlayış niceliksel üretim ve denetim anlayışı ile koşutluklar göstermektedir. Nazım ve uygulama imar planları, çoğunlukla belirli bir zaman sonraki anı göstermektedir ve dondurulmuş bir
Kentsel yapılı çevrenin biçimlenmesinde etkin konumda olan uygulama imar planlarında, temel olarak üç farklı düzenleme ve denetleme alanı geliştirilmiştir. Bunlardan birincisi, yönetmelik hükümlerine bağlı denetimin uygulandığı alanlar; ikincisi, parsel düzenine göre denetimin uygulandığı alanlar; üçüncüsü ise emsal uygulaması alanlarıdır. — Yönetmelik Denetim Alanları
Hükümlerine
Bağlı
Türkiye planlama sisteminde, yapılaşmanın plan kararlarına göre gerçekleşmesi gerekmektedir. İmar yönetmelikleri imar planı hükümlerini tamamlayıcı nitelikte bulunmaktadır ve yönetmelik hükümlerinden plan kararlarının
184
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
uygulanmasını yönlendirmesi beklenmektedir. Bu anlamda, plan notlarıyla birlikte imar yönetmelikleri, plan kararlarının gerçekleştirilme araçlarıdır. Diğer bir anlatımla, plan paftaları üzerinde görselleştirilmiş olan plan kararları, yapılaşma sürecinde önceliklidir. Ancak, kimi zaman alana yönelik yapılaşma tümüyle yönetmelik hükümleri gereğince gerçekleşmektedir. Bu alanlar, bu yazı kapsamında “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları” olarak adlandırılmaktadır.
niceliksel denetim anlayışına göre biçimlenmekte ve kentsel mekânda değişim yönetmelik hükümlerince belirlenmiş olan standartlara uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Özellikle kent merkezlerinde yapılaşmış alanlarda uygulanan yönetmelik denetimi sonucunda birbirine benzer, aynılaşan alanlar oluşmaktadır.
“Yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda yönetmelik hükümleri öncelik kazanmaktadır ve plan hükümlerinin yerine geçmektedirler. İmar yönetmeliklerinin kentsel mekânın biçimlenmesinde en etkili oldukları bölgeler olan bu alanlar imar planlarında “meskûn alan” olarak belirlenmektedirler ve imar planlarında genellikle yapı adalarının taranması ile gösterilmektedir (şekil 2). Bu bölgeler genellikle daha önceden yapılaşmış alanlardır ve yapılaşmaya plan yoluyla müdahale edilmesi mümkün görülmeyen bölgelerdir. Parsele dayalı anlayışın hâkim olduğu “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda, planların tamamlayıcısı olan yönetmelikler de çoğunlukla bu parsellerin ve bu parsellerde oluşacak yapıların boyutları ile ilgili hükümler geliştirmektedir ve kentsel mekân üretmekten çok kentsel parsel üretmeye odaklanmaktadır. Bu alanlarda, yapılanma koşulları çoğunlukla parsellerin cephe aldığı yolların genişliklerine göre belirlenmektedir. Bu noktada, zincirleme bir etki söz konusudur. İlk başta, bina yükseklikleri yol genişliğine göre, parsellerdeki çekme mesafeleri ise bina yüksekliklerine göre belirlenmektedir. Böylece, kentsel mekânın biçimlenmesini belirleyen en önemli etken yol genişliği olmaktadır. Bu anlamda, “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda kentsel yapılı çevre,
Şekil 2: Mersin Kenti Uygulama Planı’nda “yönetmelik hükmüne bağlı denetim alanları” (Kaynak: Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi)
— Parsel Alanları
Düzenine
Bağlı
Denetim
“Parsel düzenine bağlı denetim”, “yönetmeliğe bağlı denetim” gibi parsel odaklı bir anlayışa dayanmaktadır. Bu yaklaşımda, kentsel yapılı çevrenin üretimi ve kentsel mekândaki değişim niceliksel ölçütlere göre yönetilmeye çalışılmaktadır. Bu alanlara yönelik yapılanma hükümleri, kentsel yapılı çevrenin morfolojik özelliklerini denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda, plan hükümlerinde, parseller temelinde yapı düzenine (ayrık, bitişik ya da blok), yapı yüksekliğine (kat sayısı olarak) ve çekme mesafelerine yönelik ayrıntılı hükümler geliştirilmektedir. Bunlarla birlikte, kimi zaman parsel boyutları, taban alanı
185
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
katsayısı (TAKS) ile bina yerleşim alanları ve kat alanı katsayısı (KAKS) ile inşaat alanı denetlenmektedir (şekil 3).
olarak üretim ve denetimin kolaylaşması sağlanmaktadır. — Emsal Uygulama Alanları Emsal uygulaması, Türkiye planlama sistemi içinde imar planlarının uygulanmasına esneklik kazandırabilecek bir olanak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu uygulama ile, kentsel yapılı çevre üzerinde ayrıntılı ve katı bir denetim getirilmemekte, yapılaşmaya yönelik esnek ölçütler sunulmaktadır. Emsal uygulamasının temel birimi çoğunlukla yapı adası olmaktadır4 ve genellikle kentlerin yeni gelişmekte olan ya da henüz gelişmemiş bölgelerine yönelik kullanılmaktadır. Bu anlamda, kentlerde kooperatif veya site olarak adlandırılan konut gelişmeleri genellikle “emsal uygulaması” ile gerçekleşmektedir.
Şekil 3: Mersin Kenti Uygulama Planı’nda “parsel düzenine bağlı denetim alanları” (Kaynak: Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi)
Bununla birlikte, “parsel düzenine bağlı denetim”de de kentsel yapılı çevrenin biçimlenmesinin yol genişliğine bağlandığı sıklıkla görülen bir durum olmaktadır. Buna göre, belirli genişlikteki yollardan cephe alan parseller için benzer plan hükümleri geliştirilmektedir. Örneğin, aynı yapı adasında, daha geniş bir sokaktan cephe alan parsel için daha fazla yapı yüksekliği öngörülmektedir. Buna bağlı olarak çekme mesafeleri de değişebilmektedir. “Parsel düzenine bağlı denetim”de, binaların tek tek parsellerde gelişeceği, plan hükümleri gereğince parsellerde yeterli bahçe alanının bırakılacağı ve bu parsellerin bir araya geldiğinde yapı adasını oluşturacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede, “ağaçlara tek tek bakmakta, ormanı görememekteyiz” [25]. Diğer bir anlatımla, bu yazıda “parsel düzenine bağlı denetim alanları” olarak tanımlanan bölgelerde kentsel mekân oluşturulamamakta, parsel üretmeye odaklanılmaktadır. Böylece, niceliksel
“Emsal uygulama alanları”na yönelik üretilmiş yapılanma hükümlerinin temelini inşaat alanı oluşturmaktadır. Bu kapsamda, yapı adası ölçeğinde öngörülmüş olan emsal değeri (E=inşaat alanı oranı-kat alanı katsayısı) yapı adasının alan büyüklüğü ile çarpılarak alandaki toplam inşaat alanı bulunmaktadır (şekil 4). Toplam inşaat alanının nasıl kullanılacağı ise çoğunlukla alana yönelik üretilecek tasarıma bağlı olmaktadır. “Emsal uygulama alanları”nda yapı yüksekliğinin denetlenmediği durumlarda, kentsel yapılı çevrede farklı yapı yükseklikleri oluşabilmekte, bu da kent içinde bütüncül bir kentsel algının ve karakterin oluşmasını engelleyebilmektedir. Bu durumda, denetim süreci genellikle piyasa mekanizmasına bırakılmaktadır. Ancak, kat yüksekliğinin inşaat alanı ile 4
“Emsal uygulaması” bazı durumlarda parsel ölçeğinde de kullanılabilmektedir. Bu tip uygulamalar, çoğunlukla, “Yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları” veya “parsel düzenine bağlı denetim alanları”ndaki plan hükümlerinin “emsal uygulaması” hükümlerine dönüştürmek amacıyla, plan değişiklikleri aracılığıyla gerçekleşmektedir.
186
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
birlikte denetlendiği “emsal uygulaması alanları”nda kent içinde karakter bölgelerinin oluşmasına olumlu katkı yapılabildiği örnekler de oluşabilmektedir.
Şekil 4: Mersin Kenti Uygulama Planı’nda “emsal uygulama alanları” (Kaynak: Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi)
Bu çerçevede, “emsal uygulaması” kentsel yapılı çevrenin üretilmesi sürecinde meslek adamlarına tasarım süreçlerinde esneklik, yerel yönetimlere ise denetim süreçlerinde esneklik ve takdir hakkının kullanılması olanağını sunmaktadır. Diğer yandan, “emsal uygulama alanları”nda üretilecek projelere yönelik geliştirilecek tartışma ortamları ise denetim mekanizmalarında katılım düzeyini artırabilmektedir. Bu yönüyle, “emsal uygulaması”, niceliksel üretim ve denetimin egemen olduğu Türkiye planlama sisteminde niteliksel üretim ve denetim için seçenek oluşturmaktadır.
hükümler bulunurken, uygulama imar planlarında daha ayrıntılı yapılanma koşulları sunulmaktadır. Bu koşullarla, farklı yapı düzenlerinde (ayrık, bitişik, blok, emsal vb.) veya farklı arazi kullanım bölgelerinde (konut, ticaret, sanayi vb.) yapılaşmanın hangi ölçütlere göre gerçekleşeceği belirlenmektedir. Bu koşullar, bir yandan yapı adaları ve parsellerdeki çekme mesafeleri, yapı yükseklikleri ve yapı yoğunluğunun kullanımı ile ilgili ölçütler sunarken diğer yandan tekil yapılarda bina bağımsız birimlerinin kullanma biçimi ve yapı biçimlerine ilişkin ölçütler getirmektedir. Türkiye planlama sistemi içinde oldukça katı ve durağan bir çerçeve sunan imar planlarının uygulanma sürecinde etkin bir rol üstlenen plan notları, bu durağanlığın aşılması, planlama sürecine esneklik kazandırılması ve yapılaşmanın yerel koşullara uygun şekilde gerçekleşmesi yönünde olanaklar sunmaktadır. Örneğin Bodrum’da yapıların yükseklikleri, renkleri ve mimari biçimleri denetlenerek yapılaşmanın belirli bir karakter kazanmasına yardımcı olmaktadır. Diğer yandan, plan notları ile geliştirilecek koşullar plan uygulama süreçlerinde meslek adamlarına tasarım esnekliği sağlarken yerel yönetimlere yönetimsel (administrative) esneklik 5 kazandırabilmektedir . Bu yönüyle, kentsel mekânda değişimin yönetilmesi sürecinde plan notları özellikle yerel yönetimlere niceliksel üretim ve denetim anlayışı karşısında niteliksel seçenekler sunmaktadır. ●●●
2.2. Plan Notları İmar planları ile bir bütün oluşturan plan notları, imar yönetmelikleri gibi plan kararlarının uygulama sürecinde tamamlayıcı niteliktedir. Nazım imar planlarının plan notlarında, daha genel, kenti ve yakın çevresini ilgilendiren
Yukarıda da değinildiği gibi, Türkiye planlama sisteminde genel özellikleri itibariyle niceliksel denetim anlayışına koşut 5
Yerel yönetimlerce plan notlarına dayalı esnekliğin uygulandığı bir örnek aşağıda incelenecek olan çalışmada görülmektedir.
187
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
bir tutum gelişmiştir. Ancak, sistemin içinde denetim mekanizmalarının işleyişine ve bu işleyiş sonucu biçimlenecek kentsel mekâna nitelik kazandıracak seçenekler (özellikle emsal uygulaması ve plan notları) bulunmaktadır. Bununla birlikte, Batı Avrupa ve ABD planlama ve tasarım uygulamalarında niteliksel denetim anlayışı çerçevesinde araçlar üretilmiştir ve niteliksel bir anlayışın geliştirilmesi yönünde bunlar örnek olmaktadır. Aşağıda, Türkiye planlama sistemi içinde niceliksel denetim anlayışına seçenek olarak sunulan emsal uygulamasının ve plan notlarının sağladığı esneklik ve takdir hakkının nasıl kullanıldığı, bu kullanım sonunda kentsel mekânda morfolojik değişimin nasıl gerçekleştiği Mersin’de Çamlıbel konut bölgesindeki örnek üzerinden değerlendirilecektir. 3. ÇAMLIBEL KONUT MORFOLOJİK DEĞİŞİM
BÖLGESİNDE
Kentsel yapılı çevreye yapılan müdahaleler çeşitli nitelikte değişikliklere neden olmaktadır. Bu değişiklikler parsel ölçeğinde ya da daha geniş bir alanda gerçekleşse de bir kentin karakterinin olumlu ya da olumsuz etkilenmesi sonucunu doğurabilmektedir. Yukarıda da değinildiği gibi, bu değişikliklerden en gözlenebilir olanı kentsel mekânda yaşanan morfolojik değişimlerdir. Kat yüksekliklerinde, yapılaşma düzeninde, parsel boyutlarında, sokak örüntüsünde ve yapı adası boyutunda değişikliklere neden olan morfolojik değişim, gerçekleştiği dönem içinde, o dönemin yerleşim özelliklerine yönelik önemli ipuçları verebilmektedir. Bir dönemdeki fiziksel gelişim doygunluk sağladığında planlı ya da plansız müdahalelerle yeni oluşumların önü açılmakta ve yeni bir fiziksel biçimlenme başlamaktadır. Bu değişim genellikle, yapı yüksekliklerinin artmasıyla kendini göstermektedir.
Aşağıda, Mersin Çamlıbel konut bölgesinde gerçekleşen morfolojik dönüşüm, gerçekleştiği dönemler itibariyle incelenecektir. İncelemenin çıkış noktası, Çamlıbel konut dokusu içinde morfolojik özellikler açısından farklılaşma getiren yapının varlığıdır. Dolayısıyla, inceleme tek parseldeki değişim üzerinden gerçekleşecektir. Alanda gerçekleşen morfolojik değişimin sonuçları ile bu değişim sırasında aktörlerin davranış biçimlerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. İnceleme alanına yönelik, günümüze kadar üç adet imar planı (1938 Jansen Planı, 1964 İller Bankası Planı ve 1986 Kent Merkezi Revizyon Planı) ve iki adet hâlihazır harita (1957 ve 1977 yıllarında) üretilmiştir. Morfolojik dönemlemenin temelini kentsel mekânın biçimlendirilmesine yönelik kararların alındığı imar planları oluşturmaktadır. Buna göre dönemler, “Jansen Planı Dönemi”, “İller Bankası Planı Dönemi” ve “Kent Merkezi Planı Dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Alana yönelik üretilen plan kararlarının gerçekleştirilme düzeyi ise hâlihazır haritalardan izlenebilecektir. Ancak öncelikle Çamlıbel konut bölgesinin Mersin kenti içindeki konumu ve özellikleri vurgulanacaktır. 3.1. ÇAMLIBEL KONUT KONUM VE ÖZELLİKLER
BÖLGESİ:
Günümüzde kent merkezinin çeperinde yer alan Çamlıbel’de Mersin kentinin 1830’lu yıllarda kuruluşundan itibaren gelişmeler olduğu anlaşılmaktadır. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında Hamidiye Mahallesi’nde kalan alanda bahçeli bir yerleşme düzeni bulunmakta, bahçeler içinde ise genellikle iki katlı konutlar yer almaktadır [26]. Alan, Mersin’in kent merkezini oluşturan ve en eski yerleşim alanını oluşturan Camişerif ve Mesudiye mahallerinin batısında, kent merkezinin çeperinde bulunmaktadır.
188
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Günümüzde, alan içinde bahçeli yerleşme düzeninden kalan yapılar azalmıştır ve konut dokusu içinde kaybolmuştur. Özellikle, yeni açılan yollardan sonra alandaki yapılaşmanın özelliklerinin değişmeye başladığı görülmektedir. Bu yollardan İnönü Bulvarı alanın güney sınırını, Cengiz Topel Caddesi batı sınırını, Silifke Caddesi ise kuzey sınırını oluşturmaktadır. Alanın batısında ise Kültür
Merkezi Binası (eski Halkevi Binası) ile Cumhuriyet Meydanı bulunmaktadır. Ana yollar boyunca yapı yüksekliklerinin artmış olduğu ve kısmen ticaret işlevinin gelişmekte olduğu görülmektedir. Morfolojik değişimin incelendiği alan Çamlıbel’in güneydoğu sınırını oluşturan yapı adasında yer almaktadır ve güneyinden geçmekte olan İnönü Bulvarı’na cepheli konumdadır (şekil 5).
Şekil 5: Çamlıbel’in ve inceleme alanının Mersin kenti içindeki konumu
3.2. MORFOLOJİK DÖNEMLERİNDE GELİŞİMİ
GELİŞİM ÇAMLIBEL’İN
Yukarıda değinildiği gibi Çamlıbel’in gelişimi ve inceleme alanında yaşanan morfolojik
değişimlerin değerlendirilmesi için oluşturulan morfolojik dönemlemenin temelini alana yönelik alınmış plan kararları oluşturmaktadır6. 6
Morfolojik değişimler uygulama imar planları üzerinden değerlendirilecektir ve yazının ilerleyen
189
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
3.2.1. Jansen Planı Dönemi Mersin kentine yönelik ilk imar planı 1938 yılında hazırlanmıştır. Bu plan, günümüzde çoğunlukla Mersin kentinin merkezi alanında kalan bölgeleri kapsamaktadır. Planı hazırlayan kişi 1927 yılında Ankara için düzenlenen kısıtlı, davetli imar planı yarışmasını kazanmış ve böylece Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk imar planını hazırlayan Hermann Jansen’dir. Jansen, dönemin en önemli kişilerden biri olan Camillo Sitte’nin öğrencisi olmuş, aynı zamanda Ebenezer Howard’ın başkanlığını yaptığı “Uluslararası Konut ve Kent Planlama Federasyonu”nun düzenlediği kongrelere katılmıştır [27]. Bundan dolayı Jansen, Sitteci planlama ilkelerinden ve Howard’ın bahçe-kent anlayışından etkilenmiştir. Bu etkiler, Jansen’in 1938 yılında Mersin için hazırladığı planda da görülmektedir. Jansen Planı’nda tarihi merkez ve yapılaşmış alanlarda Sitte ilkelerinin, gelişme konut alanlarında ise bahçe-kent ilkelerinin uygulandığı görülmektedir. Bu kapsamda, Jansen Planı’nda tasarım ve planlama tutumlarında bölgeleme yapılmıştır. İnceleme alanı, bu planda yapılaşmış bölgede yer almaktadır ve mevcut sosyal ve fiziksel yapıyı değiştirecek tasarım önerileri geliştirilmemiştir. Bu anlamda, alana yönelik özel bir planlama kararı bulunmamaktadır ve alanın mevcut dokusunun korunmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır (şekil 6). Çamlıbel’de inceleme alanı ve çevresinde günümüzdeki sokak örüntüsü ve yapı adaları biçimlerinin büyük bir oranda Jansen Planı’ndan sonra gerçekleştiği görülmektedir. Bu anlamda, alandaki ikiboyutlu biçimlenmede Jansen Planı’nın ve plandan önce gerçekleşen yapılaşmanın etkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kentsel biçime ilişkin olarak yapı bölümlerinde imar planı deyimi uygulama imar planı karşılığı olarak kullanılacaktır.
yüksekliklerinin, parsel boyutlarının ve yapılaşma düzeninin günümüze göre oldukça farklı olduğu görülmektedir. 1957 tarihli hâlihazır haritadan anlaşıldığı üzere, inceleme alanı ve çevresinde genellikle geniş bahçeler içinde iki katlı bir yapılaşma gerçekleşmiştir. 1957 yılında inceleme alanının güneyinde henüz İnönü Bulvarı bulunmamaktadır (şekil 6). 3.2.2. İller Bankası Planı Dönemi Jansen Planı’ndan sonra üretilen plan, 1963 yılında İller Bankası tarafından yapılmış olan nazım ve uygulama imar planlarıdır. Bu planların, Jansen Planı gibi günümüz Mersin kenti yayılma alanı ile karşılaştırıldığında çok geniş bir alanı kapsamadığını söylemek mümkündür. İller Bankası Planı ile birlikte kentin ulaşımı ile ilgili önemli kararlar alınmış, günümüzde kentin ana taşıyıcı yollarından olan GMK Bulvarı ile İnönü Bulvarı bu planla öngörülmüştür ve ilerleyen yıllarda gerçekleştirilmiştir. Bu yazı kapsamındaki inceleme alanı İller Bankası planı ile birlikte İnönü Bulvarı’ndan cephe almaya başlamıştır. İller Bankası Planı’nda gelişmekte olan ya da herhangi bir gelişme olmamış alanlarda kentsel mekânın niteliğini artırmaya yönelik tasarım kaygılarının geliştiği, bunun yanında, yapılaşmış alanlarda, plan hükümlerinden çok yönetmelik hükümlerinin geçerli olmasının benimsendiği anlaşılmaktadır. İnceleme alanı da o dönemde kentin yapılaşmış alanlarından biri olan Çamlıbel’de yer aldığından alana yönelik planlama kararı geliştirilmemiş, kentsel mekânın biçimlendirilmesi tümüyle yönetmelik hükümlerinin denetimine bırakılmıştır. Dolayısıyla, alan “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda yer almaktadır (şekil 7). Bu çerçevede, alanda, yirmi yıl içinde önemli morfolojik değişimler gerçekleşmiştir. Yazı kapsamında
190
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
morfolojik değişimin incelendiği parselin bulunduğu yapı adasında, 1957 yılında iki katlı olan yapıların, 1977 tarihli hâlihazır haritalardan izlendiği üzere, üç adet parselde on katlı yapılara dönüştüğü, bununla birlikte bir adet yedi katlı ve bir adet de dört katlı yapının gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Yapı adasının biçim ve büyüklüğü korunurken, yapı adasındaki
mülkiyet örüntüsünde kısmen değişiklikler oluşmuş, on katlı yapılardan biri yeni oluşan bir parselde gerçekleşmiştir. İncelemenin temelini oluşturan parselde ise yapılaşma durumunun 1957 yılına göre değişmediği, parselde yirmi yıl önceki gibi iki katlı bir yapı olduğu görülmektedir (şekil 7).
Şekil 6: 1938 Jansen Planı’nda inceleme alanının fiziksel yapısının korunması öngörülmektedir (solda). Plan sonrasında alanda gerçekleşen yapılaşma (sağda) (Kaynak: Jansen Planı- Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi Arşivi ve 1957 tarihli halihazır haritalar-Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi).
Şekil 7: 1964 İller Bankası Planı’nda inceleme alanı “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda yer almaktadır (solda) Plan sonrasında alanda gerçekleşen yapılaşma (sağda) (Kaynak: İller Bankası Planı ve 1977 tarihli halihazır haritalar-Mersin Büyükşehir Belediyesi Planlama Arşivi).
Kat yüksekliklerine bağlı olarak alanda gerçekleşen morfolojik değişimde, yönetmelik hükümlerine göre yapılanma
koşulları getirilmiş olmasının etkisi bulunmaktadır. Bu etki, İller Bankası Planı öngörülerine göre alanın güneyinde İnönü
191
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Bulvarı’nın açılmasıyla hız kazanmıştır. Böylece, Çamlıbel ve inceleme alanı çevresindeki en geniş yol olan İnönü Bulvarı’ndan cephe alan parsellerde hızlı bir dönüşüm ve kat yüksekliklerinde artış meydana gelmiştir. Bu durum, yapı adasının güneybatısındaki diğer yapı adalarında da gözlenmektedir. 3.2.3. Kent Dönemi
Merkezi
Revizyon
Planı
Mersin kentine yönelik ilk iki imar planı, plan hazırlama ve onama yetkisinin merkezi yönetimde olduğu yıllarda hazırlanmıştır. “Kent Merkezi Revizyon Planı” ise 1986 yılında, 3194 sayılı İmar Kanunu ile plan hazırlama ve onama yetkilerinin yerel yönetimlere devredildiği dönemde hazırlanmıştır. Yerel ölçekte yürütülmüş olan planlama çalışmasından kentin kendine özgü sorunlarına çözüm bulması, kentin kendi özelliklerinin ve karakterinin ortaya çıkarılmasını sağlaması beklenmektedir. Ancak, “Kent Merkezi Revizyon Planı”nda, Jansen Planı ve İller Bankası Planı’nda alana yönelik geliştirilen tutumun devam ettirildiği görülmektedir. Diğer bir anlatımla, planda Çamlıbel’de yer alan tüm yapı adalarındaki gelişimin yönetmelik hükümlerine göre gelişmesi öngörülmüştür. Böylece, alana yönelik hazırlanmış son plan olan “Kent Merkezi Revizyon Planı”nda da kentsel mekânın biçimlendirilme süreci yönetmelik hükümlerine bırakılmıştır. Yapı adasının biçiminde bir değişiklik olsa da yapılaşma esasları ile ilgili bir tutum değişikliği yaşanmamıştır. Yapı adası içinde arka bahçe olarak kullanılan alan, 1986 planı ile “genel otopark” haline dönüştürülmüştür (şekil 8). Yukarıda kısaca özetlendiği gibi inceleme alanındaki sokak örüntüsü ve yapı adası biçimlerinin çoğunlukla Jansen Planı döneminde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, alandaki yapılaşmanın yönetmelik hükümlerinin denetimine
bırakılmış olmasının -bu hükümlerde değişiklik yapılması ve yeni yolların açılması ile- kat yüksekliklerinin artması sonucunu doğurduğu görülmektedir. Alanda gerçekleşen üçüncü boyuttaki değişimler 1957 İller Bankası Planı döneminde hız kazanmıştır. Günümüzde, Çamlıbel’de yapı yüksekliklerindeki artış göreceli olarak doygunlaşmıştır, ancak aşağıdaki örnekten de izleneceği gibi Çamlıbel’de morfolojik değişimler geniş alanlarda değil tek tek parsellerde gerçekleşmektedir ve parsellerde gerçekleşen yapılaşma yakın gelecekte Çamlıbel’de yeni bir morfolojik dönemin doğabileceğini göstermektedir.
Şekil 8: 1986 Kent Merkezi Revizyon Planı’nda inceleme alanındaki yapılaşmanın denetimi önceki planlarda olduğu gibi yönetmelik hükümlerine bırakılmıştır.
3.3. İNCELEME MORFOLOJİK DEĞİŞİM
ALANINDAKİ
Çamlıbel’de parsel ölçeğinde gerçekleşen morfolojik değişimler çerçevesinde değerlendirilebilecek en belirgin örneklerden biri inceleme alanında meydana gelmiştir. Morfolojik değişimler iki biçimde oluşmuştur. Birincisi, alandaki mülkiyet örüntüsü ve parsel boyutlarının
192
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
değişmesine neden olan ve ikinci boyutta gerçekleşen değişimlerdir. İkincisi ise kat yüksekliklerinin değişmesine neden olan üçüncü boyuttaki değişimlerdir. — İkinci Boyutta Değişimler İnceleme alanı, yukarıda da değinildiği gibi Çamlıbel’in güneydoğu sınırını oluşturan yapı adası (556 sayılı ada) ile ve bu yapı adasındaki tek parselle (35 sayılı parsel) sınırlandırılmıştır. Ancak tek parsel, bir süreç sonucu ortaya çıkmıştır. 35 sayılı parselin oluşmasından önce, parselin üç parçalı olduğu görülmektedir. Bu üç parçadan birincisi yapı adasının güneyindeki İnönü Bulvarı’na cepheli 16
sayılı, ikincisi kuzeydeki Atatürk Caddesi’ne cepheli 13 sayılı, üçüncüsü ise herhangi bir yola cephesi olmayan 13 ve 16 sayılı parseller arasında kalan 7 sayılı parseldir (şekil 9). Mersin Belediyesi İmar Müdürlüğü’nün 14.02.1989 tarihinde vermiş olduğu “İmar Durumu” ile 7 ve 16 sayılı parsellerin birleştirilmesi şartı gündeme gelmiştir. Bunun ardından alanda ikinci bir parsel birleştirme işlemi yapılmış, Mersin Belediyesi Encümeni’nin 28.02.1989 tarih ve 423 sayılı kararı ile üç parsel birleştirilmiş ve 35 sayılı parsel oluşturulmuştur. Böylece, alanda gerçekleşecek üçüncü boyuttaki değişimler için mülkiyet örüntüsü ve parsel düzeni oluşturulmuştur.
Şekil 9: 556 sayılı yapı adasında, araştırma konusu morfolojik değişimler gerçekleşmeden önceki mülkiyet düzeni
193
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
— Üçüncü Boyutta Değişimler Üçüncü boyutta gerçekleşen morfolojik değişimler, yapı yüksekliğindeki değişiklikler sonucu ortaya çıkmaktadır. İnceleme alanı, plan koşullarına göre “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanları”nda yer aldığından alandaki kat yüksekliklerinin yönetmelik hükümlerine göre belirlenmesi esas alınmıştır. Bu kapsamda, yapı yükseklikleri cephe aldıkları yol genişliklerine göre belirlenmektedir. Alanın güneyindeki İnönü Bulvarı, kuzeyindeki Atatürk Caddesi’nden geniş olduğundan, yönetmelik hükümlerine göre parselin güneyinde daha yüksek bir yapının yapılması gündeme gelmiştir. Alanda gerçekleşen ilk parsel birleştirmenin ardından 7 ve 16 sayılı parsellerin birleşmesi sonucu oluşan parselde sekiz katlı, 13 sayılı parselde ise yedi katlı bir yapının yapılmasına izin verilmiştir. Yapı adasındaki parsel düzeni ve yapılaşma biçimi göz önüne alındığında, bu karar çevresine uyumlu ve morfolojik sürekliliği koruyan bir yapılaşmayı öngörmektedir (şekil 10). Üçüncü boyutta gerçekleşen ikinci değişim ise birinci değişime göre belirgin olandır. Bu değişimin temelinde alandaki ikinci parsel birleştirme bulunmaktadır. Bu durumda, alanda sekiz ve yedi katlı iki yapı yerine İnönü Bulvarı’na cepheli tek yapı yapılması gündeme gelmiştir. Böylece, parsel birleştirmeleri sonucu oluşan 35 sayılı parselde 19x25 metre boyutlarında onaltı katlı bir yapının yapılmasına izin verilmiştir. Alandaki morfolojik değişimin belirgin hale gelmesinin dayanağı bu değişimdir. Yapının inşaatı günümüzde tamamlanmıştır ve kullanılmaktadır (şekil 11). Alandaki parsellerin birleştirilmesi ve sonucunda 16 katlı bir yapıya izin verilmesinin, sosyal ve politik alanda çeşitli tepkilere neden olduğu anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda Mersin Belediyesi’nin
1989 yılında 157 sayılı kararı ile alanda plan değişikliği yapılmış ve 16 katlı yapı yapılmasına yönelik verilen izin iptal edilmiştir. Bu işlem sırasında, ilgili belediye meclis kararında “İnönü Bulvarı üzerinde 10 katlı bir yapılaşmanın gerçekleştiği, 35 sayılı parselde 16 katlı bir yapı yapılmasının kentsel silueti bozacağı” belirtilmiş ve parselde iki bina yapılması öngörülmüştür. Bu doğrultuda, parselin İnönü Bulvarı’na cepheli güney bölümünde on katlı, Atatürk Caddesi’ne cepheli kuzey bölümünde ise yedi katlı bir yapının yapılması yönünde karar alınmıştır. Ancak, bu kararın bir ay sonrasında aynı belediye meclis üyelerinin 180 sayılı kararı ile 157 sayılı karar iptal edilmiş, alanda onaltı katlı yapının yapılmasına izin verilmiştir. Böylece, daha önce parsel birleştirmelerle gerçekleşen üçüncü boyuttaki değişim, plan değişikliği ile de sağlanmış olmaktadır. ●●● İnceleme alanının yer aldığı Çamlıbel’deki gelişime morfolojik dönemlemeler çerçevesinde yukarıda değinilmiştir. Her dönemleme kendi içinde belirgin morfolojik özellikler göstermektedir. Bu kapsamda, inceleme alanında (35 sayılı parselde) parsel birleştirmeleri öncesinde yer alan iki katlı yapının ‘Jansen Planı Dönemi’nde gerçekleştiği 1957 tarihli hâlihazır haritalardan anlaşılmaktadır. Çevresindeki yapıların ise ‘İller Bankası Dönemi’nde gerçekleştiği görülmektedir. Bu anlamda, her dönem kendi kentsel bağlamını oluşturmuş ve bu bağlam içinde morfolojik özellikler yönünden bir süreklilik sağlanmıştır. 1986 yılında yürürlüğe giren ‘Kent Merkezi Revizyon Planı’ ise yeni bir dönemin kapılarını açmaktadır. Her ne kadar plan kararları anlamında bir yenilik getirilmese, yapılaşma yine yönetmelik hükümlerinin denetimine bırakılsa da plan notları ile kentsel yapılı çevredeki değişimin yönetilmesine yönelik esneklik ve takdir hakkı (discretion) olanağı sunulmaktadır.
194
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Şekil 10: İnceleme alanında yer alan 7, 13 ve 16 sayılı parsellerin birleştirilmeleri sırasında Mersin Belediyesi tarafından üç farklı seçenek oluşturulmuştur. İkinci seçenek, 1989 yılında 180 sayılı meclis kararıyla onanmış plan değişikliği sonucu gerçekleşmiştir.
195
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Şekil 11: İnceleme alanında uygulanan ikinci seçenek sonucunda 16 katlı yapının inşaatı tamamlanmıştır ve günümüzde kullanılmaktadır.
196
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Alanda gerçekleşen ikinci ve üçüncü boyuttaki değişimlerin temelinde ‘Kent Merkezi Revizyon Planı’ndaki plan notlarının kullanılması bulunmaktadır. Yukarıda değinildiği gibi, plan notlarının kullanımı kentsel yapılı çevrenin biçimlendirilmesi sürecinde Türkiye planlama sisteminde hâkim olan niceliksel anlayışın yerine niteliksel anlayışın geliştirilmesine yardımcı olabilmektedir. Böylece, kentin kendine özgü özelliklerinin ortaya çıkarılabileceği ve kentsel karakterin oluşmasına katkı sağlayabilecek seçeneklerin oluşturulması mümkün olabilecektir. Yukarıda kısaca özetlenen parsel birleştirmeleri ve onaltı katlı yapının ortaya çıkmasında etkin olan plan notunda “yapı nizamı uygulamalı imar adalarında parsel alanı en az 1200 m2 olmak kaydıyla planın verdiği inşaat alanını aşmamak, imar yönetmeliğine uymak şartıyla kat düzenlemesi yapmaya Belediye yetkilidir” hükmü getirilmiştir. Bu kapsamda, kentsel yapılı çevredeki değişimin yönetilmesi sürecinde belediye tek parsel ölçeğinde düzenlemeler yapmaya, planla belirlenmiş olan parsellerdeki yapılaşma koşullarını değiştirmeye, bu konuda yorumda bulunmaya yetkili kılınmaktadır. Böylece, yapılaşmanın denetimi sürecinde belirli bir esneklik sağlanmış ve belediye tarafından takdir hakkının (discretion) kullanılması olanaklı hale getirilmiştir. Esneklik ve takdir hakkının kullanımı, alandaki yapılaşma düzeninin değişimi ve buna bağlı olarak yapının yüksekliğinin çevresindeki diğer yapılara göre artırılması ile sonuçlanmıştır. Bu kullanımın temelinde alandaki parsellerin ayrı ayrı inşaat haklarının hesaplanması ve bu hakların tek parsele yüklenmesi bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla, 7 ve 16 sayılı parsellerin birleştirilmesi ile oluşan parselin ve 13 sayılı parselin inşaat hakları toplamının yeni
oluşan 35 sayılı parselde kullanılması yönünde bir karar alınmıştır. Bununla birlikte, bu tür bir dönüşümün sağlanması için imar planında alana yönelik denetim biçimi de değişime uğramıştır. Alan 1986 Kent Merkezi Revizyon Planı’nda “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanı”nda yer almaktayken parsel ölçeğinde yapılan müdahale ile “emsal uygulama alanı”na dönüştürülmüştür. “Emsal uygulaması” ile parsellerin toplam inşaat alanı tek parselde kullanılmış ve bunun sonucunda, 35 sayılı parselde 16 katlı bir yapı gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda, plan notunun sunmuş olduğu esneklik ve takdir hakkı, niceliksel bir anlayışla kullanılmış, yapılaşma inşaat hakkının hesaplanmasına indirgenmiştir. Yapılaşmanın oluşum sürecinde, niceliksel olarak bir sorun görünmese de niteliksel olarak sorunlar olduğu görülmektedir. Alanın çevresinde oluşana kentsel bağlamın morfolojik özellikleriyle uyumlu bir yapılaşma yerine bu özelliklerden farklı bir yapılaşma tercih edilmiştir. Böylece, alanda 1964 İller Bankası Planı ile oluşmuş olan morfolojik özelliklerde süreklilik sağlanamaması sonucu ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, parsel ölçeğinde başlayan morfolojik değişimin çevresinde yeni oluşumlara neden olma potansiyeli de bulunmaktadır. Bu anlamda, alana parsel ölçeğinde yapılan müdahalenin kentsel bağlamı dönüştürücü etkisi bulunmaktadır ve yeni bir morfolojik dönemin özelliklerini işaret etmektedir. Günümüzde, alan çevresinde benzer bir oluşum gözlenmemektedir, ancak yapıların kullanım ömrü dolduğunda, değişen morfolojik özellikler çerçevesinde benzer oluşumların gerçekleşmesi olasıdır.
197
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
SONUÇ Bu yazı kapsamında ele alınan araştırmada kentsel mekandaki değişim morfolojik özelliklerdeki değişiklikler üzerinden değerlendirilmiştir. Çamlıbel örneği, Türkiye planlama pratiğinde egemen olan niceliksel denetim anlayışın yerel ölçekteki planlama pratiklerinde de hakim olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda, kentsel yapılı çevre, standartların ve teknik ölçütlerin uygulanması ile biçimlendirilmeye başlanmaktadır. Böylece, kentsel mekanda değişimin yönetilmesi teknik bir boyuta indirgenmektedir. Çamlıbel örneğinden izlendiği gibi yerel yönetimler, kentsel yapılı çevredeki değişimleri planlamanın teknik boyutu ile yönetmeye çalışmakta, sürece etkinlik kazandıracak denetim mekanizmalarına ve kentsel mekana nitelik kazandıracak politika ve araçlar geliştirmeye uzak durmaktadır. Bu çerçevede, denetim mekanizmalarının niceliksel ölçütler tarafından yönlendirilmesi sonucu ve niteliksel bir anlayışın geliştirilmesine yönelik politika ve araçların yokluğunda, kentsel yapılı çevrenin biçimlendirilmesi piyasa mekanizmalarına terk edilmektedir. Herhangi bir alanda gerçekleşecek yapılaşmaya yönelik geliştirilen önerilerin niceliksel ölçütlere uygun olması durumunda önerinin geri çevrilmesi seçeneği zayıflamaktadır. Bu durumda değerlendirme süreci rutin eylemlerle şekillenmekte ve süreçte bürokratikleşme yaşanmaktadır. Diğer yandan, Çamlıbel örneği niceliksel denetimin parsele dayalı anlayışı pekiştirdiğini işaret etmektedir. Kentsel mekânda değişimin yönetilmesi temelde niceliksel ölçütlere dayalı olduğundan yapı alanının, yapı yüksekliğinin, çekme mesafelerinin denetlendiği bu durumun sınırlarını tek tek parseller oluşturmaktadır. Böylece denetimin ve üretimin parselleşmesi gündeme gelmektedir.
Bunun sonucunda kentsel mekan bireysel eylemlerle şekillenmeye başlamakta, bu süreçte en etkin araçlar plan değişiklikleri haline gelmektedir. Çamlıbel örneğinin gösterdiği gibi plan değişikliklerinin yanı sıra parsel birleştirmeleri ve parsel bölünmeleri de özellikle “yönetmelik hükümlerine bağlı denetim alanlarında” etkin olmaktadır. Bu süreç prototip üretimi beraberinde getirmekte, kentler kendine özgü karakter oluşturmaktan, kendi yerel özgünlüğünü korumaktan uzak bir biçimde şekillenmektedir. Türkiye planlama sistemi içinde niceliksel anlayışın aşılması yönünde seçenekler bulunmasına rağmen, Çamlıbel örneği bu seçeneklerin niteliksel bir anlayış geliştirilmesi biçiminde değerlendirilemediğini göstermektedir. Özellikle, planlama sistemi içinde emsal uygulamasının ve plan notlarının sunmuş olduğu esneklik ve takdir hakkı (discretion) kullanımının niteliksel bir anlayış oluşturmak amacıyla kullanılmadığı, bu olanakların niceliksel anlayış çerçevesinde kaldığı görülmektedir. Bireyselleşmiş niceliksel denetim ve üretim anlayışı sonucunda gerçekleşen yapılaşma alanda oluşan kentsel bağlamın ve morfolojik sürekliliğin bozulmasına neden olabilmekte, çevresinden tümüyle farklı bir morfolojik dönemin işaretlerini verebilmektedir. Bu yönüyle, bireysel parsellerde, kentsel bağlamın bozulmasına neden olan yapılaşma, çevresindeki diğer oluşumlar için devindirici güç haline gelebilmektedir. Çamlıbel’de incelenen örnek bu yaklaşımın tek parsel ölçeğinde gerçekleştiği bir örnektir. Yukarıda değinilen sonuçların genelleştirilmesi için kuşkusuz Mersin ve diğer kentlerde yeni araştırmaların yapılması gerekmektedir. Ancak, gerek Çamlıbel’de gerekse Mersin genelinde benzer nitelikte örnekler gelişmiştir ve gelişmektedir.
198
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
Bu alanda yapılacak araştırmalar iki temel grupta toplanabilmektedir. Birincisi, kentsel mekanda morfolojik değişimin tanımlanmasını sağlayabilecek iken, ikinci gruptaki araştırmalar planlama kararlarının uygulama sürecindeki sorunlardan yola çıkarak yeni stratejilerin geliştirilmesini amaçlayabilecektir. Çamlıbel örneği göstermiştir ki bireysel eylemler kentsel mekanda niteliksel bir gelişme sağlayamamaktadır. Bu kapsamda, bireysel eylemlerin denetlenebileceği bütüncül stratejilerin, kentlerde niteliksel demetim anlayışını geliştirecek araçların ve kararların benimsenme düzeyinin artırılacağı katılım olanaklarının oluşturulması ikinci grup çalışmaların merkezinde yer almalıdır. KAYNAKLAR 1. CONZEN, M.R.G. (1960); Alnwick: Northumberland: A Study of Town-Plannin Analysis, Institute of British Geographers Publication 27. WHITEHAND, J.W.R. (1992); “Recent Advances in Urban Morphology”, Urban Studies, vol. 29, nos. 34, s.619-636. 2. WHITEHAND, J.W.R. ve LARKHAM P.J. (2000); “Introduction”, WHITEHAND, J.W.R. ve LARKHAM P.J. (eds) Urban Landscapes: International perspectives, s. 1-22. 3. MOUDON, A. V. (1997); “Urban Morphology as an Emerging Interdisciplinary Field”, Urban Morphology, 1, 3-10.
6. IMRIE R. and THOMAS H. (1997); “Law, Legal Struggles and urban Regeneration: Rethinking the Relationships”, Urban Studies, vol. 34, no. 9, pp. 1401-1418. 7. DELAFONS, J. (1991) “Design control-the American experience”, The Planner, TCPSS Proceedings, 13, December. 8. ONARAN K.S. ve SANCAR, F.H. (1998); “Design review in small communities”, Environment and Planning B: Planning and Design, vol 25, pp 539557. 9. BIDDULPH, M.J. (1998); “Choices in the design control process”, Town and Planning Review, vol. 69, pp. 23-48. 10. BAER, W. C. (1997); “Toward design of regulations for the built environment”, Environment and Planning B: Planning and Design, vol. 24, pages, 37-57. 11. TEWDWR-JONES, M. and HARRIS N. (1998); “The New Right’s commodification of planning control” in ALLMENDINGER, P. and THOMAS H. (eds.), Urban Planning and the British New Right, Routledge, London, New York. 12. BOOTH, P. (1983); “Development control and design quality”, Town and Planning Review, pp. 265284. 13. FRIEDMANN, J. (1987); Planning in the public domain, New Jersey, Princeton University Press. 14. HALL, A. C. (1996); Design Control: towards a new approach,. Oxford, Butterworth Architecture. 15. ALLEN, (1997); Cities and Regions as Selforganising Systems: Models of Complexity, Gordon and Breach, the Netherlands.
4. PUNTER, J. ve CARMONA, M. (1997); The Design Dimension of Planning: Theory, Content and Best Practice for Design Policies, E. & FN Spon, London.
16. IMRIE R. and THOMAS H. (1997); “Law, Legal Struggles and urban Regeneration: Rethinking the Relationships”, Urban Studies, vol. 34, no. 9, pp. 1401-1418.
CARMONA, M. (1996); “Controlling urban design, Part 1: A possible renaissance”, Journal of Urban Design, 1(1), pp. 47-73.
17. ONARAN K.S. ve SANCAR, F.H. (1998); “Design review in small communities”, Environment and Planning B: Planning and Design, vol 25, pp 539-557
5. ALLEN, (1997); Cities and Regions as Selforganising Systems: Models of Complexity, Gordon and Breach, the Netherlands.
18. BOOTH, P. (2003); Planning by Consent: The Origins and Nature of British Development Control, Routledge, London, New York.
199
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
T. Ünlü
ALLMENDINGER, P. and THOMAS H. (1998); “Planning and the New Right” in ALLMENDINGER, P. and THOMAS H. (eds.), Urban Planning and the British New Right, Routledge, London, New York.
23. GÜNAY, B. (2003); “Şehircilik: Bir Kültür Üretme Sorunsalı”, Şehircilikte Reform, 8 Kasım Dünta Şehircilik Günü 27. Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, Ankara
19. BAER, W. C. (1997); “Toward design of regulations for the built environment”, Environment and Planning B: Planning and Design, vol. 24, pages, 37-57.
24. BADEMLİ, R. (2002); “Plan uygulamaları”, MİMARLAR ODASI GENEL MERKEZİ (2002); İmar Hukukunda Toplum ve Mimarlık, Mimarlar Odası, İstanbul.
20. CARMONA, M. (1998); “Residential design policy and guidance: prevalence, hierarchy and currency”, Planning Practice and Research, vol. 13, no 4, 407-419.
25. BADEMLİ, R. (2002); “Plan uygulamaları”, MİMARLAR ODASI GENEL MERKEZİ (2002); İmar Hukukunda Toplum ve Mimarlık, Mimarlar Odası, İstanbul.
21. HALL, A. C. (1996); Design Control: towards a new approach,. Oxford, Butterworth Architecture.
26. YENİŞEHİRLİOĞLU, F. (2004); “Mersin Evleri”, Mersin, Sırtı Dağ Yüzü Deniz: Mersin, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
22. CARMONA, M. (1999); “Innovation in the control of residential design”, Town Planning Review, vol. 70, no 4.
27. TANKUT, G. (1993); Bir Başkentin İmarı, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul
200
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
EKOLOJİK PLANLAMADA KULLANILABİLECEK ANALİTİK BİR MODEL ÖNERİSİ – ÖMERLİ İÇME SUYU HAVZASI ÖRNEĞİ∗ Mehmet Doruk ÖZÜGÜL Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Beşiktaş / İstanbul dozugul@yahoo.com
ÖZET Doğal değerleri bir koruma kullanma dengesi içerisinde ele almak fikri, bir diğer deyişle doğal kaynakların sürdürülebilirliği, planlama disiplininde ağırlıklı olarak geçen yüzyılın son çeyreğinden başlayarak kendisine yer bulmuştur. Pratik bir gereksinmeden (yaşanan geniş çaplı çevre sorunlarına çözüm arayışı) kaynaklanan bu bilinç, planlamayı, doğa bilimlerini özellikle de ekolojiyi daha iyi tanımaya yöneltmiştir. Bu yöneliş doğal değerleri daha iyi içselleştiren bir planlama anlayışının ve bu amaca yönelik olarak kullanılabilecek araç arayışlarının da önemli birer çalışma sahası olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde “Ekolojik Planlama” olarak bilinen yaklaşım yukarıda sözü edilen arayışların ürünüdür. Bu yazı, Ekolojik Planlama yaklaşımı çerçevesinde geliştirilen ve üç temel adımı içeren analitik bir model önerisi ışığında Ömerli İçme Suyu Havzası’nın yerleşmeye uygunluk değerlendirmesi sonucunda ulaşılan bulguları sunmaktadır. Bu üç adım; çalışma alanının doğal değerlerinin hassasiyetlerini saptamaya yönelik analitik bir çalışma, değerlendirmede ele alınan faktörlerin, faktör puanlarının ve ağırlıklarının (Analitik Hiyerarşi Süreci yardımı ile) tespiti ve “Uygunluk Analizi” şeklinde sıralanabilir. Havza 1970 yılındaki görece bakir yapısı ile ele alınmakta (dolayısıyla 1970 yılının analitik verileri kullanılmakta) ve yerleşmeye uygunluk yönündeki bulgular günümüzdeki gelişme deseni ile karşılaştırılarak yaşanan çevre sorunları neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde yorumlanmaktadır. Diğer bir deyişle bahsi geçen bilincin ürünü olmayan bir gelişme anlayışının sonuçları bu bağlamda tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler : Ekolojik Planlama, Uygunluk Analizi, Analitik Hiyerarşi Süreci.
ABSTRACT An Analytic Model Proposal for Ecological Planning – Ömerli Watershed Case The idea of disscussing natural values within the context of conservation – use balance (in other words sustainability of natural resources), has been taking place in planning agenda particularly starting from the last quarter of the former century. This consciousness, which is based on a practical necessity (solution proposals for the wide range environmental problems), directed planning discipline to a well recognition of the natural sciences and particularly ecology. This new orientation, caused some new research fields, like a planning approach that aims to internalize the natural values and some tools serving this aim, to develop. Today, the approach known as “Ecological Planning” is a product of the above-mentioned attempts. This article, is presenting the findings of a settlement suitability evaluation, which was developed within the framework of Ecological Planning Approach and carried out with the help of a three stepped analytic model proposal, for Ömerli Watershed. These three steps could be summarized as follows; an analytic study to state the natural sensitivities of the study area, determination of factors, factor scores and weights (with the help of Analytic Hierarchy Process) for evaluation and “Suitability Analysis”. The watershed is disscussed with its relatively virgin structure in 1970’s (using the data of 1970’s) and the findings of suitability evaluation is compared with today’s landuse pattern also interpreting actual environmental problems within their cause and effect relations. In other words, the effects of a development approach which is not considering the before-mentioned consciousness is evaluated. Keywords: Ecological Planning, Suitability Analysis, Analytic Hierarchy Process.
∗
Bu yazı Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir Planlama Doktora Programında tamamlanan “Ekolojik Planlamada Kullanılabilecek Analitik Bir Model Önerisi” isimli doktora tezinden üretilmiştir.
201
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
1. GİRİŞ VE KAVRAMSAL TARTIŞMA Genel bir anlatımla, insanın mutlu ve sağlıklı bir şekilde yaşayacağı çevre, planlama eyleminin hem ilgi alanını hem de temel amacını tanımlar. Bu amaca dönük olarak düşünceyi eyleme (bu iki adımı da içerecek şekilde) taşıyacağı öngörülen yollar, araçlar ve politikalar konusunda benimsenen öncelikler ve tercihler de planlama kavramının içerisinde konumlanırlar. Bu tercihler kimi zaman farklı planlama anlayışlarının ortaya çıkmasına neden olacak ölçüde önem kazanmaktadırlar.
Elbette herbir tercih bir farkındalık ve ihtiyacın ürünü olarak gündeme gelmektedir. Planlama disiplini de karşılaştığı sorunları tutarlı bir şekilde yanıtlama ihtiyacından hareketle, son 40 yıldır coğrafya, sosyoloji, iktisat, matematikmantık, ekoloji gibi bilim dalları ile etkileşerek evrilmiştir. Özellikle 1960 ve 1970 yılları arasında planlamanın bağımsız bir bilim dalı olması yolunda gösterilen çabalara koşut olarak pek çok değerlendirme tekniğinin de bu disiplinde uygulandığı / geliştirildiği görülmektedir. Şüphesiz bu araçlar mesleğin rasyonel bir zemine oturtulması noktasında önemli roller üstlenmektedirler.
Şekil 1: Planlamada Yaşanan Değişimler – Değerlendirme Yöntemleri1
1 Şeklin hazırlanmasında Faludi (1973) [1], Healey, McDougall, Thomas (1981) [2], Keleş (1972) [3] ve Paden (2003) [4]’dan yararlanılmıştır.
202
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Dahası bu dönem sadece sözü geçen çaba ve gelişmelerle değil aynı zamanda insanlığın geniş çaplı çevre sorunları ile yüzleşmek durumunda kaldığı bir dönüm noktasıdır. Planlama çalışma amacına yönelik olarak bu kadar açık ve doğrudan bir tehdit oluşturan sorunlara karşı hiç şüphe yok ki kayıtsız kalmamıştır. Burada kısaca değinilen sorun ve çözüm arayışlarının ışığında doğal çevre ve ekolojik değerler planlamanın günümüze dek artan bir önemle eğildiği konulardan olmuşlardır. Öyle ki sürdürülebilir kalkınma / gelişme, çevreye duyarlı gelişme, ekolojik planlama gibi yeni kavramlar bunu takip eden 10 yıl içerisinde sıkça ifade edilmeye başlanmış, farklı ölçeklerdeki pek çok plan ve programın amaç düzleminde konumlanmışlardır. Ancak bu amaca nasıl ulaşılabileceği yönünde çeşitli arayışlar sürmektedir. Ekolojik değerleri ele alış biçimine göre planlama anlayışlarını günümüz koşullarında değerlendirdiğimizde ekonomik gelişmeyi ön planda tutan bir yaklaşımdan derin ekolojik perspektife doğru bir sınıflandırma yapılabilir. Bu sınıflandırmayı aşağıdaki şekilde özetlemek olasıdır2 1. Ekonomik büyümenin ön planda tutulduğu yaklaşım (Doğal kaynaklar insanlığın ekonomik olarak gelişmesinde kullanılmak için varolan değerler bütünü olarak ele alınmaktadır), 2
Bu konuda en bilinen sınıflandırma insan merkezci ve insan merkezci olmayan şeklinde yapılmıştır. İnsan merkezci bakışta doğa sadece insanın istek ve kullanımı bağlamında anlamlandırılırken, insan merkezci olmayan bakışta insanın kullanımından soyutlandığında dahi doğanın kendisine ait bir değeri olduğu görüşü hakimdir. Norveçli düşünürler, Arne Naess ve Sigmund Kvaløy derin ve yüzeysel ekoloji ayrımını vurgulayarak insan merkezci olmayan yaklaşımın önemli isimleri arasına girmişlerdir [5]. Jansen bu konuda 5 temel ideolojik ayrımı sunmaktadır. Bunlar; Klasik Doğa Koruma, Korumanın Kültürel Boyutu, Toplum Sağlığı, Koruyarak Büyüme ve Ekolojik İdeoloji olarak sınıflandırılmaktadır. Metin içinde sunulan ilk 4 yaklaşım, Colby tarafından 1989 yılında derin ekolojik yaklaşımı da bir beşinci anlayış olarak içerecek biçimde ilk kez ifade edilmiş ve insanın doğal kaynaklara bakışından hareketle planlamaya yön verebilecek alternatif ideolojiler sistemli bir biçimde aktarılmıştır [5], [6].
2. Çevre korumayı hedefleyen yaklaşım (Özü itibariyle ekonomik gelişmeyi gözetmekte buna ek olarak ekosistemin öğeleri üzerindeki çevresel etkileri önlemeye çalışmaktadır), 3. Kaynak yönetimini hedefleyen yaklaşım (Doğal kaynaklara ve onların kullanılma yoğunluk ve düzeylerine inmekte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir planlama gibi kavramlarla doğal kaynakların mümkün olduğunca uzun ve “adilane” kullanımını öngörmektedir), 4. Büyümenin ekoloji ile uzlaştırıldığı yaklaşım (İnsan doğa ile eşit öneme sahiptir ve ekolojik kavramların planlamada kullanımı sıkça rastlanır bir durum halini almaktadır. Bu yaklaşımda ekonomi ve ekoloji alanlarının sürekli olarak etkileştikleri kabul edilmektedir), 5. Derin ekolojik yaklaşım (Ekonomik büyüme ihtiyacında olmayan bir ekonomi, biyo-bölgesel otonomiler, ekonomik, teknolojik bağımlılığın azalması gibi insanlık için yeni bir yaşam anlayışı -kimilerince ilkelliğe geri dönüş biçiminde nitelenentanımlanmaktadır). [5], [6], [7], [8]. 1.1 Ekolojik Planlama Anlaşılacağı gibi doğal değerlerin sürdürülebilirliğine yönelik bir hedef tespiti doğayı daha iyi içselleştiren bir planlama anlayışını da zorunlu kılmaktadır. Stit’e [9] göre ekolojik planlama “doğal kaynakların kullanımına ilişkin olarak, üzerinde uzlaşılmış karar verme sürecinde çeşitli olasılıklar veya kısıtlar önermek maksadıyla biyo-fiziksel ve sosyo-kültürel bilgiyi kullanmak”tır. Kısıtlı doğal kaynaklar ve hassas ekolojik dengelerin devamını sağlarken insan türünün ihtiyaçlarını karşılamak çabası bu yaklaşımın temelini oluşturmaktadır. Tanımlar kapsamında üzerinde durulması gereken bir diğer konu bu dengelerin devamını sağlarken birden fazla disiplinin bir arada (bir eşgüdüm içerisinde) çalışması zorunluluğudur. Bu “çok disiplinli” çalışma
203
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
ortamı gerek gelişme, gerekse koruma eylemlerinin üst ölçekten detaya doğru inerken barındırdığı konuların genişliği ve çeşitliliği ile ilgilidir3 [9].
yapay sınırlarla örtüşmeyen bir bütün olarak ele alınması, planlar hiyerarşisi bağlamında bir eşgüdümün sağlanması vb. konuları içermektedir),
Bir diğer önemli konu da planlama disiplinin uzun süredir kullanmakta olduğu üst düzey planlardan detay planlara doğru geçişi öngören, ölçekler arası eşgüdüm ve ilişkilerdir. Doğal kaynak envanterlerinin oluşturulduğu, olasılık ve sınırlayıcıların tespit edildiği, uygunluk ve taşıma kapasitesi hesaplarının yapıldığı, risklerin ve olası çevre etkilerinin önceden değerlendirildiği, hassas ekolojik unsurların ortaya konulduğu bir üst düzey çerçeve plan (master plan) temel yönlendirici olarak görülmektedir [10]. Bu planla öngörülen koruma ve kullanma dengeleri detay planlarda korunmak koşuluyla planlama eylemi devam etmektedir.
2. Planlamada indirgemecilik yerine karmaşık ilişkilerin belirlenmesi (Burada çalışılan bölgenin çeşitli özelliklerinin bütünden yanıltıcı bir biçimde soyutlanarak basitleştirilmesi veya çok boyutlu olguların benzer şekilde indirgenmesi yoluyla planlamaya konu olması yerine karmaşık ve çok boyutlu ilişkilerin saptanması kastedilmektedir),
Yukarıdaki saptamalardan hareketle, ekolojik planlamayı, ekosistem öğeleri arasında optimum bir dengeyi sağlamak hedefinde olan, başka bir deyişle doğal kaynakların koruma – kullanma dengesini öngören, doğa içinde, doğa ile uyumlu yerleşmeyi hedefleyen, bunun için ekolojik temelli bir master planın yönlendiriciliğinde, mikro ölçek planlara çözüm üretilen bir yaklaşım olarak tarif etmek mümkündür [11]. Bu planlama anlayışında benimsenen ilkeleri şu şekilde sıralamak yerinde olacaktır; 1. Bütüncül bir planlama anlayışının kabulü (Çalışılan bölgenin doğal kaynaklarının hinterland etkileşimleri bağlamında coğrafi havzalar özelinde pratikte çoğu zaman 3
Tarif edilen çoklu karar oluşturma süreci beraberinde 2 uzlaşma düzeyini getirmektedir. Bunlardan ilki “teknik uzlaşma düzeyi”dir. Teknik uzlaşma düzeyinden plan kararlarının oluşumunda etkin olarak bulunan profesyonel meslek grubu temsilcileri arasında yaşanması öngörülen uzlaşma kast edilmektedir. İkinci uzlaşma düzeyi ise “geniş katılımlı uzlaşma düzeyi”dir. Bu düzey plan kararının ilgilendirdiği tüm katılımcı grupları (kullanıcı-halk, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, yerel ve merkezi yönetimin temsilcileri vb.) ile birlikte varılacak bir uzlaşmayı anlatmaktadır.
a. İkili nedensellik yerine nedenselliğin benimsenmesi,
çoklu
b. Kesin sonuçlar yerine olasılıklar ve her olasılığın neden olacağı etkiler üzerinde durulması, c. Disiplinlerarası ve ilgi grupları arasında bilgi alış verişinin benimsenmesi [12]. Bahsi geçen planlama yaklaşımında kullanılabilecek sürece değinmeden önce, yerleşik alanlar ve henüz yerleşilmemiş alanlar için yaklaşımın farklı iki anlayışı ve süreci benimsediğini belirtmekte fayda vardır. Yerleşik alanlarda gerçekleştirilen planlama çalışmalarında mevcut durumun rehabilitasyonu ve bununla ilgili geri kazanım seçenekleri üzerinde durulması gerekirken henüz yerleşilmemiş alanlarda bu planlama yaklaşımını uygularken aşağıdaki gibi bir planlama süreci uygun olacaktır. 1. Mevcut durumun analizi, 2.Önceliklerin bölgeyle ilgili hassasiyetler),
belirlenmesi (çalışılan koruma öncelikleri ve
3. Gelecek tahmini ve risk analizleri (arazi kullanımların takibinden yararlanarak; a. Eğilim analizleri, b. Mevcut durumdan elde edilen etki değerlerinden faydalanılarak gelecekteki arazi kullanımın kestirimi) 4. Değerlendirme,
204
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
5. Mekansal planlama ve her aşamada katılımcı bir anlayış [12], [13]. 2. KAPSAM Bu yazı ilki alan çalışmasında benimsenen ve “Ekolojik Planlama Yaklaşımı”’ndan beslenen bir yöntem ve model önerisini içeren, ikincisi örnek alanın analizine ilişkin genel bazı verileri sunan, üçüncüsü ilgili bölümde detayları ifade edilen analitik model ışığında örnek alanda gerçekleştirilen çalışmanın önemli bulgularını aktaran ve dördüncüsü alanda günümüzdeki gelişme deseni ve bunun sonucu olarak saptanmış bulunan çevresel sorunları ortaya koyan toplam 4 alt bölümden oluşmaktadır. Bir başka deyişle yazının ilerleyen kısımlarında ifade edilen dinamiklerin etkisi altında gelişen örnek alanın öneri model ışığında gelişmediği durumda yaşanan çevresel sorunları bir yandan neden sonuç ilişkileri çerçevesinde ortaya konulmakta diğer yandan çözüm önerisi bu dizge içerisinde sunulmaktadır. Bu bağlamda 1970’li yılların analitik verilerine dayanarak Ömerli İçme Suyu Havzası’nda konut ve tarım fonksiyonları için görece uygun alanları saptanmış ve günümüzdeki arazi kullanımla karşılaştırılmıştır. Ülkemizde özellikle 1950’li yıllardan bu yana büyük bir nüfus baskısı altında sürekli büyümeye zorlanan bir metropol olan İstanbul’un en önemli doğal kaynaklarından bir tanesi olarak bilinen Ömerli Havzası’nın 1970’li yıllardaki görece bakir yapısı ile çalışma alanı olarak seçilme nedenleri arasında; bu havzanın gerek kentin en önemli içme suyu havza sistemlerinden bir tanesi oluşu, gerek su ekosisteminin yanı sıra barındırdığı orman alanları, verimli tarım alanları ve gerekse günümüzde Türkiye’nin korunması gerekli (biyolojik çeşitlilik açısından) doğal alanları arasında öneminin sıkça tekrarlanması bağlamında taşıdığı yüksek “ekolojik ve işlevsel değeri” ilk sırayı almaktadır. Havzanın, İstanbul’un gelişiminde son derece yüksek bir hızla
yapılaşma süreci yaşaması ve bu büyümenin yasadışı yapısı nedeniyle taşıdığı “büyük problem alanı” kimliği de bu seçimde etkendir. Ayrıca, Ömerli Havzası günümüzde tarım alanları, orman alanları ve su kalitesi üzerinde önemli tahribatların yaşandığı bilinen alanların başında gelmesi açısından da önem taşımaktadır. 3. 1970 YILI ÖMERLI İÇME SUYU HAVZASI İÇIN DOĞAL DEĞERLERLE UYUMLU BIR GELIŞME ÖNGÖRÜSÜ –GÜNÜMÜZ KOŞULLARI İLE KARŞILAŞTIRMA 3.1 Yöntem Çalışmada 1970’li yılların verilerinden yararlanılarak, Ömerli İçme Suyu Havzası henüz tam anlamıyla tahrip edilmeden önce yapılacak bir “Uygunluk Analizi”4nin sadece tarım ve yerleşime uygunluk5 açısından nasıl sonuç vereceği araştırılmaktadır. Üzerinde gelişilmesi diğerlerine kıyasla daha uygun olan alanların bugünkü yerleşim deseniyle nasıl bir benzerlik ve\veya farklılık taşıdığı incelenmekte, farklılıklardan kaynaklanan ve günümüzde yaşanan çevre sorunları ise birer sonuç ürün olarak sunulmaktadır. Çalışmada Uygunluk Analizi’nde kullanılan faktör ağırlık katsayılarının belirlenmesinde ise Saaty’nin geliştirmiş olduğu değerlendirme cetveli ve “Analitik Hiyerarşi Süresi”6 7 4
Bir dizi “Önceden Değerlendirme Yöntemi” arasından “Uygunluk Analizi”nin (Örtme Tekniği veya Elek Analizi şeklinde de kullanıldığı bilinmektedir) seçilme nedenlerini şöyle açıklamak mümkündür. Uygunluk Analizi yöntemi koruma ve gelişmeyi eşzamanlı olarak ele alma imkanı sunmaktadır [14]. Benzer bir şekilde, mutlak korunması gereken nitelikteki Ömerli Havzası’nda, metropol bütününün 1950’li yıllardan bu yana sanayileşme bağlamında sağladığı istihdam olanakları dolayısıyla aldığı göçe paralel olarak, yaşanan gelişme baskısını doğru yönlendirmek bir zorunluluktur. 5
Çalışma kapsamında yerleşim ve yerleşilebilir alan kavramları, konut alanları ve bu alanlara hizmet vermek üzere gerekli donatı alanlarını ifade eden anlamlarıyla ele alınmıştır.
6
Thomas L. Saaty tarafından 1980’lerde ortaya atılan “Analytic Hierarchy Process (AHP)” literatürde Çok Kriterli Karar Verme (Değerlendirme) Yöntemleri (Multiple Criteria Evaluation Methods) ana başlığı altında geçmektedir. Yöntem enerji politikalarının planlanması, yerseçimi gibi
205
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
(AHP) bağlamında kullandığı aritmetiği esas alınmıştır.
M. D. Özügül
matris
Kullanılan analitik model Şekil 2’de sunulmaktadır. İlk aşamada gerçekleştirilen incelemeler ışığında havzanın ekolojik hassasiyetleri tespit edilmiş, daha sonra uzman görüşleri ve literatür araştırması yardımıyla Uygunluk Analizi’nde kullanılan puanlar ve AHP ile belirlenen faktör ağırlıkları saptanmıştır. Sırasıyla, Uygunluk Analizi ve AHP’nin uygulanma süreci aşağıda detaylı olarak aktarılmaktadır.
Adım 2 Her Arazi Kullanım Türü için Faktörlerin Puan Değerlerine Karar Verilmesi Adım 3 Her Arazi Kullanımı için Tüm Faktörler Açısından Çalışma Alanının Birim Kareler Bazında Puanlanması Adım 4 Her Arazi Kullanım Türü için Çakıştırma ve Genel Değerlendirme Adım 5 Çalışma Alanının Sınırlayıcılarının (Eşiklerinin) Tespiti Adım 6 Farklı Arazi Kullanım Türlerine Uygun Alanları Birarada Gösteren Bir Sentez Haritasının Elde Edilmesi, adımlarından oluşmaktadır.
Şekil 2: Öneri Analitik Model (Özügül, 2004)
Uygunluk Analizi, üzerinde çalışılan alanı farklı işlevlere uygunluğu açısından tanımlamada kullanılan faktörler ışığında puanlamak esasına dayanmaktadır. Değerlendirme süreci; Adım 1 Analizlerin Genel Değerlendirmesi (Her Analizin ayrı ayrı) konularda kullanılmıştır. AHP 3 aşamalı bir değerlendirme önermektedir. Bunlar; 1. Alternatiflerinin oluşturulması, 2. Karar kriterlerinin belirlenmesi ve 3. Bir amaca yönelik olarak çeşitli aşamalarla gerçekleştirilen analizdir. Yöntem kompleks durumları ele alırken bir dizi karar alternatifi ve farklı seviyelerde kriter ve alt kriterleri belirleyip matrislerle bunları karşılaştırmak yoluyla adım adım bu kompleksliği çözmede kullanılabilir [15]. Bilindiği üzere, AHP kompleks sistemlerle ilgili kararları akılcı bir biçimde oluşturmada kullanılan temel bir yöntem olarak ortaya atılmış, ilerleyen yıllarda çok kriterli bir değerlendirme yöntemi olarak kullanılmıştır [16], [17], [18], [19].
Yukarıda kısaca özetlenen değerlendirme sürecinin son aşamasında işlev alanlarının birden fazlasının gelişmesine uygun olarak ortaya çıkan ortak alanlar “risk alanları” olarak tanımlanabilir. Bu alanlar değerlendirme sürecinin içerisinde birden fazla işlevin üzerinde gelişmesine elverişli alanlardır. Birbiri ile çelişen işlev alanları açısından (yerleşme ve tarım gibi) bu durum üzerinde karar üretilmesi gereken kritik bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Ele alınan çalışma alanı değerlendirmeye konu olan birim karelere ayrıldıktan sonra (koordinat sistemine uygun), tarım ve yerleşme işlevleri detayları Tablo 1’de sunulan faktör puanlarlarıyla değerlendirilmektedir. 0 (en iyi puan – işleve en uygun) – 10 (en kötü puan – işleve en az uygun) puan aralığında her faktör grubu tarafından ayrı ayrı notlanan birim karelerin her işlev için uygunluğu genel toplamların hesaplanması sonrasında mümkündür. Bu hesaplamalar sırasında faktörlere değerlendirmedeki önem derecelerine göre uygun bulunan faktör ağırlıkları birer çarpan olarak kullanılmaktadır.
7
Bu çalışmada gerek Uygunluk Analizi’nde kullanılan puanları belirlemede, gerekse Analitik Hiyerarşi Sürecin’de faktör ağırlıklarını belirlemede literatür çalışması ve uzmanlarla mülakatlar gerçekleştirilmiştir.
206
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Tablo 1: Alan Çalışmasında Benimsenen Faktörler, Puanları ve Ağırlıkları (Özügül, 2004)
Faktör ağırlıklarının hesaplanmasında benimsenen Saaty’e ait değerlendirme cetveli aşağıdaki şekilde özetlenebilir. Tablo 2: Saaty’nin Değerlendirme Cetveli (Klosterman et al, 1993)
Bu değerlerden hareketle çalışmada Uygunluk Analizi’nde dikkate alınacak faktörlerin ağırlıklarının hesaplanması için aşağıdaki matris ve ona bağlı olarak açıklanan aritmetik hesap yöntemi kullanılmıştır. Tablo 3: Alan Çalışmasında Benimsenen Faktör Ağırlıkları
207
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Bu matristeki değerleri, Aij (A=faktör, i=satır ve j=sütun) ilişkisinde i faktörünün j faktörüne kıyasla ne kadar önemli olduğunun bir ifadesi şeklinde yorumlamak yerinde olacaktır [20], [21].
orman alanları, su ekosistemi ve tür çeşitliliği ile İstanbul metropolünün yaşam kalitesinde son derece önemli korunacak değerlere sahiptir.
Ağırlık faktörlerinin hesabını bir örnekle aktarmakta fayda vardır (n matriste ele alınan faktör sayısı 8’dir). Bakı = ⁿ√(1x1x (1/7)x (1/8) x (1/8) x (1/9) x 2 x (1/3)) = 0.34 Benzer biçimde; eğim 0.34, tarımsal arazi sınıfları 1.90, jeolojik yapı 2.59, kayaç geçirimi 2.59, su ekosistemi 3.83, mevcut arazi kullanımı 0.26 ve erozyon durumu 0.69 olarak hesaplanmıştır. Ağırlıkların hesabında bir sonraki adım faktörler için hesaplanan değerlerin toplam içindeki payını bulmaktır. 8 faktör için bulunan değerlerin toplamı 12.54’dür. Bakı faktörünün ağırlığına 0.34/12.54 = 0.03 şeklinde ulaşılmaktadır. Benzer hesaplamalarla Eğim 0.03, Tarımsal Arazi Sınıfları 0.15, Jeolojik Yapı 0.20, Kayaç Geçirimi 0.20, Su Ekosistemi 0.31, Mevcut Arazi Kullanımı 0.02 ve Erozyon Durumu ise 0.06 ağırlıklarına sahip olmaktadır. 3.2 Çalışma Alanının Konumu ve Genel Özellikleri Ömerli İçme Suyu Havzası İstanbul’un Asya yakasında 29 11’ – 29 40’ doğu boylamları ve 41 07’ – 40 51’ kuzey enlemlerinde yer almaktadır. Havza yaklaşık 621 km²’lik bir alanı kaplamaktadır. Bu alanın 23 km²’si 1972 yılında kullanıma açılan baraj gölüdür [22]. Marmara Denizi’ne güneyde en yakın noktasında 5 km’lik bir mesafede bulunan Ömerli Havzası, en uç noktaları esas alındığında kuzey güney yönünde 28 km ve doğu batı yönünde 39 km’lik boyutlara sahip olup, idari açıdan 2 il ve 8 ilçeye bölünmektedir8. Bu havza barındırdığı 8 Ömerli Havzası idari sınırlar açısından İstanbul ve Kocaeli il sınırları içerisinde bulunmaktadır. Havza; Pendik, Maltepe, Kartal, Ümraniye, Sultanbeyli, Tuzla, Şile ve Gebze’ye ait alanların kesiştiği bir idari çeşitlilik durumu göstermektedir.
Şekil 3: İstanbul’un Kentsel Alan Gelişimi ve Çalışma Alanının Konumu (Özügül, 2000 [23])
Ancak havzanın doğal değerleri geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli bir nüfus ve yapılaşma tehdidi altındadır. Ömerli İçme Suyu Havzası üzerinde 1950’li yıllardan bu yana yaşanmakta olan nüfus baskısını, elbette ülke koşulları ve o koşullar kapsamında İstanbul’un karşı karşıya kaldığı özel durumu göz ardı ederek açıklamak gerçekçi olmayacaktır. İstanbul, tarihte iki büyük medeniyetin başkentliğini yapmış (Doğu Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu) ve Cumhuriyet Türkiye’sinin de en büyük metropolü olarak her zaman cazip ve önemli bir kent olmuştur. Tarihteki bu önemli konumu İstanbul’a bir kültür mirası niteliği yüklemenin yanı sıra ekonomik açıdan da önemli bir özellik kazandırmıştır. Geçmişte liman ve ticaret fonksiyonlarının da etkisiyle önemli bir ekonomik aktivite merkezi olan kent, Cumhuriyet sonrası sanayileşme çabalarının ayrılmaz bir parçası olmuş, günümüzde de ülkenin global ekonomiye eklemlenmesinde en önemli kent işlevini yüklenmektedir. Tüm bu nitelikleriyle İstanbul tarihin hemen her çağında nüfus çeken bir kent olmuştur. İstanbul’un 2000 yılı verilerine göre nüfusu 10.018.735’dir. Bu rakam Türkiye’nin toplam nüfusunun yedide birine denk
208
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
gelmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’un Türkiye toplam nüfusundan aldığı pay ancak yaklaşık ondörtte bir seviyelerindedir. Özellikle 1950’li yıllardan bu yana İstanbul sunduğu istihdam olanakları başta olmak üzere bir dizi nedenden ötürü yoğun göç alan bir kent halini almıştır (Tablo 4).
Elbette bu nüfus artış süreci başta doğal kaynakların tahribine yol açan hızlı ve ilkesiz yapılaşma gibi bir dizi mekansal sonuca da neden olmuştur.
Tablo 4: İstanbul,Türkiye ve Ömerli Havzası’nın Nüfus Gelişimlerinin Karşılaştırması (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1997 [24]; http://www.die.gov.tr)
Benzer bir karşılaştırmayı Ömerli Havzası ve İstanbul için gerçekleştirecek olursak 1975 yılında İstanbul nüfusunun binde 4’ünün yaşadığı içme suyu havzasında 2000 yılı verilerine göre İstanbul nüfusunun yüzde 3,1’i barınmaktadır9. Ömerli İçme Suyu Havzası’nın 1970 yılındaki yapısını temel alarak hazırlanan analizler üzerinde gerçekleştirilen incelemelerden hareketle havzanın genel özellikleri aşağıda sunulmaktadır; Havza doğu ve batı olarak ikiye ayrılacak olursa; gölden doğu yönüne doğru ilerlendikçe yüksekliğin 300 metrenin 9
Çalışma alanını yakından ilgilendiren Pendik, Maltepe, Kartal, Ümraniye, Sultanbeyli, Tuzla, Şile ve Gebze’nin yaşadığı nüfus gelişimi incelendiğinde hepsinin 1970 yılından günümüze kadar önemli nüfus artışlarına mekan teşkil ettiği görülmektedir. İçlerinden özellikle Sultanbeyli, Kartal, Maltepe ve Ümraniye’de yaşanan nüfus artışları 1985-90 yılları arasında %200 hatta Sultanbeyli için %2100 seviyelerine ulaşmıştır.
üzerine çıktığı daha yüksek kesimlere gelinmektedir. Batı ve göl çevresindeki kısımları 0-150 metre yükseklikte iken, gölün doğu yönündeki uzantılarından itibaren arazi doğuya doğru yükseklik kazanmaktadır. Havza genel bir anlatımla tepe, vadi ve ovalardan oluşmakta, düz ve düze yakın eğime sahip ovalar daha çok havzanın batı kısmında ve gölün güneyinde bulunurken, tepeler havzanın doğu yönündeki sınırına yakın bir kısmı kaplamaktadırlar. Havza kuzey ve güney olmak üzere iki parça halinde değerlendirilecek olursa; güneyde içerisinde havzayı besleyen akarsu yataklarının yer aldığı kuzey-güney doğrultulu vadiler, kuzeyde ise benzer nitelikte fakat doğu-batı yönünde konumlanmış vadiler bulunmaktadır ve bölgenin topoğrafyası daha çok erozyon birikim dönüşümleri sonucunda oluşmuştur.
209
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
•
M. D. Özügül
Eğim havzanın kuzey ve doğu kısımlarında artış göstermektedir. Yaklaşık %40’ı %6-20 eğim grubunda bulunan havzada %31’in üzerinde eğime sahip alanlar yaklaşık %4’lük bir orana sahiptir.
•
Havzanın yaklaşık yarısı doğu ve batı yönlerine bakan arazi yüzeylerinden oluşmaktadır. Ancak bakı faktörü, arazinin hafif engebeli bir yapıya sahip olması dolayısıyla iklim ve toprak üzerinde önemli farklılaşmalara yol açmamaktadır.
•
Havzanın su dengesi, bitki örtüsü ve tüm doğal canlı yaşamı için jeolojik yapısı ve bununla bağlantılı olarak kayaç geçirimi büyük önem taşımaktadır. Yaklaşık yarısı geçirimli ve yarı geçirimli kayaçlardan oluşan havza zemininin bu yapısı yüzeysel su akışı ve yer altı su kaynaklarınının beslenmesi açısından belirleyici niteliktedir.
•
•
Havzanın ancak yaklaşık %16’sı verimsiz (6. ve 7. sınıf) tarım toprakları ile kaplıdır. Genel olarak toprak yapısı, fizyografik unsurlar ve iklimin etkisi altında şekillenen bitki örtüsü havzada orman alanları ve orman altı örtücülerden (maki ve psödomakiler) oluşmuştur. Özellikle orman alanları havzanın su dengesinin korunması açısından büyük öneme sahip alanlardır.
•
Havzanın yaklaşık olarak %44’ü mutlak10 ve kısa mesafeli koruma alanlarına11, %11’i ise orta mesafe koruma alanlarına12 dahildir.
•
Yerleşim alanlarının yaklaşık %1’lik bir paya sahip olduğu 1970 yılında havza yapılaşmış çevre unsurları açısından
günümüze kıyasla oldukça bakir bir yapı sergilemektedir [11]. 3.3 Uygun Yerseçimine İlişkin Bulgular Bu değerlendirmede yerleşilemez alanların (çalışma alanının yaklaşık %34’ünü oluşturmaktadır) çoğunlukla mutlak ve kısa mesafeli koruma alanları, tarım alanları, jeolojik olarak sakıncalı alanlarla örtüştüğü görülmektedir. Birinci derece yerleşilebilir alanlar (çalışma alanının yaklaşık %3’ü – 18km²) ise daha çok gölün güneyinde ayrıca güneydoğu ve güneybatısında yer almaktadır. Bu alanlar; • verimli tarım alanı olmayan (1. – 4. Sınıf tarım toprakları haricindeki alanlar) • orman alanı olmayan • kayalık alan olmayan • mutlak, kısa ve orta mesafeli koruma alanlarında bulunmayan • geçirimsiz kayaçlar üzerinde bulunan alanlar şeklinde değerlendirilebilir. İkinci derecede yerleşilebilir alanlar (12km²) • orman alanı olmayan • mutlak ve kısa mesafeli alanlarında bulunmayan
koruma
• verimsiz tarım topraklarıdır (6. ve 7.Sınıf) (Şekil 4). Tarım işlevine öncelikli olarak uygun olan alanlar 1-4. sınıf tarım toprakları olarak kabul edilmiştir. Havzanın daha çok doğu ve güney kısımlarında yayılım gösteren verimli tarım toprakları çoğunlukla uzun mesafe koruma alanında13 bulunmaktadır (Şekil 5). Bu alanlar aynı zamanda düz ve düze yakın ovalarla ve yer yer de vadilerle örtüşmektedir.
11
Havza içerisinde yerleşilebilirlik ve tarım işlevlerine uygunluk açısından ortak bir değerlendirme gerçekleştirildiğinde tarıma uygun olup yerleşime uygun olmayan
12 Kısa mesafeli koruma kuşağından sonraki 1km’lik mesafe.
13 Orta mesafeli koruma kuşağından havza sınırına kadar olan alandır.
10
Su seviyesinden itibaren ilk 300 metrelik mesafe.
Mutlak koruma alanı sınırından sonraki 700 metrelik mesafe.
210
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
alanların gölün batı ve güney kısımlarındaki verimli tarım alanlarında yer aldığı görülmektedir. Yerleşime uygun olup, tarıma uygun olmayan alanlar ise çalışma alanında daha geniş yer tutmaktadır. Burada özellikle yerleşmeye uygun olan alanların tamamına yerleşmek yerinde bir seçim olmayacaktır. Tüm bu değerlendirme sürecini takiben tekrar çalışma alanı için önemli unsurlarla yerleşilebilir alanları karşılaştırmakta yarar vardır. Özellikle orman alanlarının bulunmadığı güney kesimlerdeki uzun mesafe koruma alanlarında yerleşmek, orman alanlarının içerisindeki yerleşime uygun alanları ise (gölün doğu ve kuzey kesimleri) yerleşmeye açmamak havza için daha doğru bir seçimdir. Bu seçim hem havza doğal kaynaklarının korunması için, hem de güneyde mevcut teknik ve sosyal altyapı olanaklarına yakınlık açısından daha tutarlı olacaktır (Şekil 6).
Şekil 4: Ömerli İçme Suyu Havzasının Yerleşilebilirlik Değerlendirmesi (Özügül, 2004)
Şekil 5: Ömerli İçme Suyu Havzasının Tarımsal Yerleşilebilirlik Değerlendirmesi (Özügül, 2004)
211
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Şekil 6: Ömerli İçme Suyu Havzasının Yerleşilebilirlik ve Tarım İşlevleri Açısından Sentezi (Özügül, 2004) Tablo 5: Ömerli İçme Suyu Havzası’nda Yerleşilebilirlik (1970 yılı) – Tarım İşlevine Uygunluk Çapraz Sorgulaması14 (Özügül, 2004)
yaşayabilecektir. Oysa günümüzde Ömerli İçme Suyu Havzası sınırları içerisinde yaklaşık 306.000 kişi, yani yukarıda belirtilen nüfusun yaklaşık 5 katı nüfus barınmaktadır [11]. 3.4 Günümüzdeki Gelişme Deseni ve Çevresel Sonuçları Ömerli İçme Suyu Havzası özellikle 1950’li yıllardan bu yana aşağıdaki gibi özetlenebilecek nedenler dolayısıyla önemli değişimler yaşamıştır;
Bu değerlendirme sonucunda yaklaşık 30 km²’lik bir yerleşilebilir alan saptanmıştır. Havza alanlarında yasayla tanımlanan yapılaşma hakları çerçevesinde 1 km²’de yaklaşık 2000 kişi barınabilmektedir. Böylece havzada yaklaşık 60.000 kişi 14
•
Tablodaki birim km²’dir.
212
1956 yılında İmar ve İskan Bakanlığı’nın bölgede bir organize sanayi bölgesi (Dudullu Organize Sanayi Bölgesi) ilan etmesi,
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Havzaya ulaşım olanaklarının artması (Üsküdar-Şile yol bağlantısı, TEM’in inşası, 2. Boğaz Köprüsünün yapımı),
•
Neredeyse tamamı yasadışı yapılaşan havzayı da ilgilendiren imar afları ile adeta yasa dışılığı teşvik eden politik tutum,
•
Kent içerisinde giderek büyüyen sorunların nüfusu kent çeperlerine doğru itmesi,
•
1980’lerden sonra su havzalarında (Büyükşehir Belediyesi’nin denetiminden yoksun olarak kendi planlarını yapma ve uygulama yetkisine sahip) belde belediyelerinin kurulması,
•
Kent içerisini terk eden büyük ve küçük ölçekli sanayinin su havzaları içerisinde bulunan belde belediyelerinde yer seçmesi,
•
Su havzalarında yaşanan yetki ve sorumluluk kargaşası [25].
•
Bu gelişmelere koşut olarak Ömerli İçme Suyu Havzası büyük bir nüfus ve yapılaşma baskısı altında kalmış, yapay ve doğal çevre unsurlarında önemli değişimler yaşanmıştır. Bu değişimin mekansal yansımasını arazi kullanım yapısında gözlemlemek mümkündür
Şekil 7 ve Tablo 6’dan açıkça görüldüğü üzere havza sınırları içinde yerleşim alanları önemli ölçüde gelişirken (30 yıllık sürede havza toplamının yaklaşık %15’i, önceki yerleşimlere ek olarak yerleşim alanına dönüşmüştür) ormanla kaplı yüzeyler giderek küçülmektedir. Havza sınırları içerisindeki endüstri tesislerini de bu arazi kullanım değişiminin önemli bir parçası olarak ele almak yerinde olacaktır. Ömerli İçme Suyu Havzası’ndaki endüstri tesislerinin sayısı 1990-1999 yılları arasında yaklaşık iki katına çıkmıştır (1990 yılında 231 olan toplam endüstri tesisi sayısı 1999 yılında 458’e yükselmiştir). 1999 yılında toplam 458 sanayi tesisinin bulunduğu havzada en çok metal sanayii işlemleri endüstrisi (60), metalik olmayan madenlerin çıkarımı ve işlenmesi endüstrisi (48), tavukçuluk endüstrisi (43), demir-çelik endüstrisi (33), akaryakıt ve LPG (32), ağaç ürünleri endüstrisi (32) ve hayvan besiciliği (29) faaliyetleri yürütülmektedir. 1990 yılından bu yana en büyük artışlar metal olmayan madenlerin çıkarımı ve işlenmesi, plastik endüstrisi ve akaryakıt ve LPG dolum istasyonlarında gözlenmektedir [29], [30]. Arazi kullanım değerlerinde yaşanan değişim yerleşme, endüstri ve tarım eylemlerinin gerçekleştiği alanın havza toplamı içerisinde orman alanlarını tahrip ederek genişlediğini göstermektedir (Tablo 6). Bilindiği gibi orman alanları havzanın su miktarı ve kalitesini olumlu yönde etkileyen bir özellik taşımaktadır. Orman alanlarını tahrip etmenin yanı sıra özellikle yerleşme ve endüstri ve bu işlevlere hizmet eden diğer donatılar havza içerisinde kaplanmış-geçirimsiz yüzeyi arttırmakta böylece yağmur sularının yüzeysel akışını ve buharlaşmayı arttırıcı, yeraltı su kaynaklarını ise fakirleştirici bir risk özelliği taşımaktadır. Oysa havza sistemlerinde su döngüsü oldukça hassas olarak ele alınması gereken bir konudur.
Tablo 6: Ömerli İçme Suyu Havzası’nın 1970 – 2000 Yılları Arasındaki Arazi Kullanım Değerlerinin Değişimi (Suri, 2000; Coşkun, Sen, Ekercin, Coşkun, Özpolat ve Erdem,2001[26])15
15
Tabloda havzanın toplam alanına ilişkin farklı değerler havza sınır kabullerinin farklılaşmış olmasından kaynaklanmaktadır.
213
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Şekil 7: Ömerli İçme Suyu Havzası’nın 1970 (Suher, 1963 [27]; İmar ve İskan Bakanlığı, 1960 [28]) ve 1997 yılındaki Arazi Kullanımı (Suri, 2000)
Ayrıca yukarıda sıralanan insan eylemlerinin atmosfere, toprağa ve suya verdikleri atıklar açısından da kirletici kaynak özelliği taşıdıkları bilinmektedir. Yukarıda kısaca özetlenen gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu olarak günümüzde Ömerli İçme Suyu Havzası’nda gelişen yerleşmeler, endüstri ve tarım alanları bir dizi çevre sorununa neden olmuştur. Bunları aşağıdaki biçimde özetlemek mümkündür.
ve Sultanbeyli yerleşmelerinin yakınlarından geçerek göle akan akarsuların kuzey ve doğudaki akarsulara kıyasla evsel ve endüstriyel atıklar nedeniyle daha kirli olduğu uzmanlarca hazırlanan raporlarda belirtilmektedir. Ayrıca rezervuar, azot ve fosfor yükünün fazlalığından ötürü O.E.C.D. tarafından gerçekleştirilen bir sıralamaya göre “ötrofik” göller sınırına çok yakın olarak yer almıştır [31].
•
Havzada orman alanlarının giderek azalması havzanın su dengesi açısından büyük bir risk özelliği taşımaktadır.
•
•
Gelişen yerleşim alanları gerek kaplanmış yüzey miktarının artması sonucunda yeraltı suyunun beslenmesini olumsuz yönde etkileme riski oluşturmakta, gerekse atıklarının kirletici etkisi dolayısıyla havzada su kirliliğine neden olmaktadır. Sözgelimi havza içerisinde nüfusun büyük kısmının geçirimli kayaçlar üzerinde barındığı Samandıra, Paşaköy, Sarıgazi
Tarım alanları kullanılan pestisitler dolayısıyla su kirleticilerin başında gelmekte, havzada yapılan çalışmalardan bazılarının bulgularına göre başlıca toksik kaynak olarak nitelendirilmektedir.
•
Ayrıca endüstri kaynaklı su kirliliği de bugün için havzada bilinen çevre sorunları içerisinde yer almaktadır (Tablo 7).
•
Bunlara ek olarak TEM otoyolu da havza için etkili bir kirletici (özellikle hava kirliliği yönünde çalışmalar mevcuttur) olarak belirtilebilir.
214
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Tablo 7: Ömerli İçme Suyu Havzası’nda Su Kirletici Kaynaklar ve Yarattıkları Kirlilikler (Üçüncü İstanbul Su Temini ve Kanalizasyon Projesi (TIWS) ÇED Raporu, 2000 [32])
4. GENEL DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER Ekolojik Planlama’ya ilişkin kavramsal çerçeveden de anlaşılabileceği gibi ne planlama ne de ekoloji disiplini karşılaştığı herhangi bir problemi bütün – parça ilişkisini gözardı ederek ele alma yolunu seçemez. Sözgelimi ekosistemin herhangi bir öğesi hem o ekosistem bütünü için belirleyici bir özellik taşımakta ve etkileştiği diğer öğelerle sıkı sıkıya bir neden sonuç ilişkisi içerisinde bulunmakta, hem de ekosistem bütünü tarafından belirlenmektedir. Benzer şekilde planlanan herhangi bir birim de kendisini kapsayan bütünsel sistemden soyutlanamayacak bağlarla o bütüne bağlıdır (kaldı ki planlanan birim kimi zaman bir doğal ekosistemi de içerebilmektedir). Aşağıda İstanbul’un doğal değerlerini korumaya ilişkin olarak özetlenen çözüm olasılıklarını bu sistemsel kavrayışla yorumlamak yerinde olacaktır. Aynı noktadan hareketle eskiden beri tekrarlanan bir öneriyi yinelemekte yarar vardır. Ülke bütününde tek kutuplu bir büyüme yerine alternatif kalkınma / yatırım odakları üretilmelidir (ki böylesi öneri ve girişimlerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir). Ancak bu yolla İstanbul doğal değerlerinin koruma – kullanma dengesinden söz edebilecek bir konuma gelebilecektir.
Metropol ve içerisinde bulunduğu bölgeyi kapsayan üst ölçek stratejik planın (ve gelecekteki makro ve mikro ölçekli planların), ekonomik kalkınma kadar doğal değerlerin sürdürülebilirliğini de merkeze alan bir görüşü içselleştirmesi konusunda, istikrarlılık kazanması bir diğer önemli husustur. Bu planın olası çevresel (gerek doğal ve gerekse kültürel değerler) etkileri henüz plan uygulamaya konulmadan önce Stratejik ÇED araçları ile sınanmalıdır (bu konudaki yeni yasa tasarısı da bu sınamayı zorunlu kılmaktadır). Sözü edilen planın başarı koşulları arasında metropoldeki gelişmeleri sürekli takip etme (monitoring) ve etkin bir denetim sisteminin rolü büyüktür. Bu noktada önem taşıyan bir diğer konu hem doğal hem de kültürel değerlere ilişkin kapsamlı bir envanterin oluşturulması, bu bilginin sürekli ve sistemli olarak güncellenmesi, bu değerlerde yaşanan değişimin şeffaf bir anlayışla geniş kitlelerle paylaşılmasıdır. Böylesi bir yapı (ilerisi için) hem gerçekçi sorun tanımlarını ve plan önerilerini hem de bilgilenen tüm aktörlerin sürece daha donanımlı katılımını mümkün kılacaktır.
215
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
Doğal açıdan önem taşıyan havza alanları, orman alanları gibi özellikli alanlar için yukarıda sözü edilen makro planla eşgüdüm içerisinde üretilecek ekolojik temelli master planların da bu süreçte doğal değerlerin korunma-kullanma özelliklerini belirleyici bir rolü olacaktır. Bu planlar çalışılan alanın taşıdığı doğal hassasiyetler ve risklerin değerlendirildiği, insan müdahalesinin boyutlarının ve konumlarının belirlendiği ve “gerçekten doğal değerleri korumayı” hedefleyen planlar olmalıdır. Özelde Ömerli Havzası için de burada sıralanan ilkeler geçerlilik taşımaktadır. Havza’nın orman alanları, tarım alanlarının öncelikli ve mutlak olarak korunması son derece önemlidir. Geçirimli kayaç yapısının insan yapısı çevreye dönüşümü engellenmelidir (bu konuda halihazırda yapılaşılmış alanların yer altı suyunun beslenmesine olanak tanıyacak şekilde geri kazanımıyla ilgili adımlar atılmalıdır). Bu bağlamda koruma yönetmeliğinden çok bir imar yönetmeliği kimliği ve özelliği kazanmış olan yasal sistem “içtenlikle” koruma amacına dönük olarak düzenlenmelidir. Bu konunun paralelinde havza alanına ilişkin yapılaşma anlayışı tamamen, çok boyutlu olarak ve alanın hassasiyetlerini dikkate alan özgün çözümlerle yeniden ele alınmalıdır. Gerek yerel kullanıcının sağlıklı bir çevrede yaşaması ve gerekse küreselleşme sürecinde çekici bir kent olmak amacıyla metropoldeki yaşam kalitesini üst düzeyde tutmak böylesi arayışlar ve düzenlemelerle daha olası gözükmektedir. Unutulmamalıdır ki planlama insana özgü bir eylem alanıdır (ya da öyle bilinmektedir) oysa bu eylemin sonuçları gezegendeki tüm yaşam sisteminin geleceğini belirlemektedir.
KAYNAKLAR
[1] Faludi, A., (1973), A Reader in Planning Theory, Cox & Wyman Ltd, London, Fakenham and Reading. [2] Healey, P., McDougall, G. ve Thomas, J., (1981), “Theoretical Debates in Planning: Towards a Coherent Dialogue”, Planning Theory Prospects for the 1980s, Pergamon Pres, pp. 5-23. [3] Keleş, R., (1972), Şehirciliğin Kuramsal Temelleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 332, Ankara. [4] Paden, R., (2003), “Marxism, Utopianism and Modern Urban Planning”, Utopian Studies, pp. 82111. [5] Naess, P., (1992), “Urban Development and Environmental Philosophy”, Urban Ecology, Seventh Conference on Urban and Regional Research, Ankara, pp. 53-71. [6] Colby, M., E., (1989), “The Evolution of Paradigms of Environmental Management in Development”, Strategic Planning and Review Department, The World Bank, SPR Discussion Paper No.1. [7] Eraydın, A., (1994), “Değişen Planlama Kuramları Çerçevesinde Ekolojik Planlama Yaklaşımları”, Kentsel Tasarıma Ekolojik Yaklaşım, 12-13 Mayıs 1994 tarihli Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu Kitabı, MSÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul, sf. 240-254. [8] Tekeli, İ., (1999), “Çevre ve İnsan Yerleşme Sistemlerine İlişkin Ontolojik Kabullerin Planlama Yaklaşımlarını Farklılaştırması Üzerine”, Modernite Aşılırken Siyaset, İmge Kitabevi, Ankara, sf. 111129. [9] Stitt, F., A., (1999), Ecological Design Handbook – Sustainable Strategies for Architecture, Landscape Architecture, Interior Design and Planning, McGrawHill, New York. [10] Marsh, W., M., (1991), Landscape Planning: Environmental Applications, John Wiley&Sons, Inc. [11] Özügül, M., D., (2004), Ekolojik Planlamada Kullanılabilecek Analitik Bir Model Önerisi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul. [12] Atabay, S. ve Özügül, M., D., (2000), “Sürdürülebilir Kalkınma ve Ekolojik Planlama”, 2000 GAP Çevre Kongresi Kitabı, Şanlıurfa, Harran Üniversitesi Mühendislik ve Ziraat Fakülteleri, 2. cilt, sf. 357-353. [13] Kaule, G., (1995), Ecological Orientated Planning, Institut für Landschaftsplanung und Ökologie Universtat, Stutgart.
216
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
BİR KENT OKUMA ARACI OLARAK MEKÂN DİZİM ANALİZİNİN KURAMSAL VE YÖNTEMSEL TARTIŞMASI Ela ÇİL Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, BOM Bilim Dalı elacil@ttnet.net.tr
ÖZET Bu makalede, nesnel bir kent okuma yöntemi olan mekan dizim analizinin kuramsal ve yöntemsel tartışması yapılmaktadır. Mekan örgütlenmesiyle sosyal yapı arasında doğrudan ilişki olduğu savıyla oluşturulmuş olan mekan dizim analizi, özellikle kentsel açık alanlarda hareket ve görüş alanlarını çakıştırarak insanların bir araya gelme potansiyelini araştırmaktadır. Analizin eksik bıraktığı ya da göz ardı ettiği bazı konular ve bunları geliştirmek için yapılan son dönem çalışmalar örneklenmektedir.
ABSTRACT THEORETICAL AND METHODOLOGICAL DISCUSSION OF THE SPACE SYNTAX ANALYSIS AS A TOOL FOR READING THE CITY This paper is focused on the theoretical and methodological discussion of the space syntax analysis. Space syntax is a method developed to derive the social logic of space with the theory that society has a spaital logic. The analysis is especially useful in reading the urban open spaces for their potentials of bringing people together randomly. While situating the research paradigm within the other urban analysis methods, the aim of the paper is to objectively critisize the potentials and the pitfalls of the methodological approach and the technique.
218
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
1. GİRİŞ Kenti okumak, kentin bileşenlerinin birbiriyle ilişkilerini kavramayı; bir yerin hem tarihsel hem çağdaş, hem işlevsel hem simgesel, hem resmi hem de gündelik yaşamına dair katmanları ayrıştırarak bunların ilişkilerini anlamayı içerir. Bir başka deyişle, bir kenti okumak; kente bakmak, kentteki ilişkileri araştırmak, hemen fark edilemeyenleri görünür kılmak, örüntüleri okumak ve bunlardan mekana dair anlam çıkarma yöntemidir. Bir kenti okumak, o yerin geleceğine dair kestirim yapabilmek, herhangi bir müdahalede bulunabilmek için gereken ön adımdır. Kentin farklı katmanlarının birbirleriyle nasıl örtüştüğünü anlamadan o katmanlardan herhangi birine dair bir değişiklik ya da yenilik önerisinde bulunmak insan anatomisini bilmeden ameliyat yapmaya benzetilebilir. Kentin katmanları çoğunlukla durağan şeylerden oluşmaz; kent, oluşum ve dönüşüm halinde olanla, sabit olan parçaların bileşkesidir. Karmaşık ilişkiler ağı kenti bir yandan cazip kılar ama bir yandan da onu anlamamızı zorlaştırır. İlişkileri anlamak için sadeleştirdikçe indirgemecilik ve nedenselcilik tehlikesi araştırmacıyı bekler; olduğu gibi anlatmak ise ancak sinema sanatının alanına girer. Tasarım dünyasında fiziksel olanla ilgili olduğumuz halde, kenti anlamak ya da bir düzenleme yapmak için sadece fiziksel bileşenlerin arasındaki ilişkiye incelemek yeterli değildir; ‘fiziksel’ olanla ‘olgusal’ olanın, ‘soyut olanla (simgesel, kavramsal, düşsel, anısal) ‘somut’ olanın arasındaki ilişkiyi anlamamız gerekir. Bu sayede, mekan deneyimini kavrama yolunda nesnel adımlar atılmış olur ve bir yer (kent), onun bütün boyutları göz önüne alınarak değerlendirilir. Bugüne kadar, daha çok mekanın fiziksel özelliklerinin birbiriyle ilişkilendirilmesiyle yetinerek kenti okumak yaygın olmuştur.
Bunların arasında iki boyutlu analizler: doluluk-boşluk, kat yükseklikleri, yapı adasıparsel büyüklüğü, v.b.; ya da çevresel estetik ve görsel algı üstüne üç boyutlu analizler çoğunluktadır. Ancak, sadece fiziksel olan bileşenlerin kendi aralarında ilişkileriyle yetinmeyip sosyal, ekonomik ve kavramsal olanla fiziksel olanın ilişkisini kurarak bir yeri / kenti okumak 1970 sonrası mimarlık alanında da yaygınlaşmaya başladı. Bunların arasında yapısalcılık ve marksizimin etkisiyle yapılan kent 1 analizlerinin , 1990’dan sonra ise koloniyel dönemin ve küreselleşme olgusunun kenti nasıl değiştirdiğini anlamaya yönelik çalışmaların yayımlandığını görebiliriz.2 Ancak, bir kentsel durum ya da değişimle ilgili kavramları oluşturduktan sonra, onları değişik bütününden kopararak birbirleriyle gruplamakla, tek bir yere bakıp oradaki farklı katmanların birbirleriyle ilişkisini anlamak arasında önemli farklar vardır. Özellikle, küreselleşme ve kapitalizmin kent kullanım alanları ve mekan örgütlenmesinde yarattığı değişikliği açıklamak için kullanılan bir yöntem olarak biyopsiye gönderilen parçalar gibi dünya üzerindeki yerleşimlere yaklaşıldığını görmekteyiz.3 Belki de bu tavrın, hem küreselleşme hem de kapitalizmin içinde barındırdığı parçalanmaya (fragmentation) uygun bir anlatım şekli olduğu için de yadırganmaması gerekir. Tek bir yeri derinlemesine inceleyen çalışmalar arasında tipomorfoloji (typomorphology) çalışmalarını görmekteyiz. İtalya’da Cannigia ekolü ve İngiltere’de ise Conzen ekolünün başı çektiği tipomorfoloji, yukarıda bahsedilen fiziksel analizlere iyi birer örnek olarak alan kullanım biçimleri ve mülkiyetin izlerini zaman/tarih katmanıyla birleştirerek yapılan bir kent okumasıdır.4 Yine bütüncül yaklaşımlara örnek olarak sosyal katmanın izlerini kent coğrafyasında haritalayan
219
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
çalışmaları görebiliriz. Bu çalışmalar, özellikle David Harvey ve Edward Soja’nın temsil ettiği sosyo-kültürel ve ekonomik coğrafya dizisi altına sokulabilir.5 Bu makalede, bahsi geçen çalışmalarla yer yer örtüşen yer yer de dolaylı olarak kesişen bir kent okuma yöntemi olan mekan dizimsel analiz (space syntax analysis) yöntemi açımlanacaktır. Kentin farklı bileşenlerini fiziksel mekân üstünden okumaya çalışan yöntemlerin arasında sayılabilecek olan mekan dizimsel analiz sadece kent ölçeğinde değil, konutu da kapsayan farklı ölçeklerdeki mekansal organizasyonları irdelemek için kullanılabilir. Ancak, bir kentsel açık alanla, bir yapının örgütlenmesi farklı yöntemleri içerdiğinden bu makalede sadece kent inceleme yöntemi üstünde durulacak ve bu yöntemi destekleyen kuramın diğer kent analiz kuramlarıyla karşılaştırmalı bir çözümlemesi yapılacaktır. 2. Mekan Dizim Analizi Mekân dizimsel analiz, Bill Hillier ve Jullienne Hanson önderliğindeki araştırma grubu tarafından Bartlett School, University College London’da geliştirilen bir mekân okuma yöntemidir. 1984’te yayımlanan Social Logic of Space (Mekânın Sosyal Mantığı) adlı kitabın başlığından da anlaşılabileceği gibi analizin kuramı, mekânı yaratan sosyal yapının mekânın fiziksel kurgusundan çıkarsanabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Mekân dizimi yöntemiyle bir mekân kurgusunu analiz etmek, mimarlık alanında görece daha alışıldık olan biçimsel (morphologic) ya da tipolojik (typologic) analizlere göre mimari kurgudaki şekilsel ilişkilere dayanmadığı için mekân ve onu oluşturan sosyal yaşam ilişkisi hakkında farklı bilgiler çıkarsamamızı sağlamaktadır. Mekân dizim analizi, geometrik olandan ziyade topolojik bir düzlemde mekan organizasyonunu okumamızı
sağlamaktadır. Bu düzlem, biçimin gerisinde mekansal dokuyu oluşturan sosyal mantığı anlamak için kurulmuştur. Mekân dizim analizinin öncelikli hedefi, içindeki harekete bağlı olarak fiziksel mekânın insanları bir araya getirme potansiyelini anlamaktır. Nesnelerden ziyade nesneler arası ilişkilere, birey ya da bireylere dair mekânsal deneyimden toplumsal olgulara doğru çerçevemizi genişleten mekân dizimi analizi, bugüne kadar konut yapılarını da içeren pek çok ölçekte uygulanmıştır. Konut dışındaki uygulama alanları şu başlıklar altında sıralanabilir: • Kentlerin karmaşık fiziksel yapılarını tanımlama; • Yaya hareketi ve kentsel doku ilişkisini anlama ve buna bağlı olarak yeni tasarımlarda alternatiflerini karşılaştırma; • Gene yaya harketinin incelenmesine bağlı olarak yol bulma (way-finding) ve mekânın okunabilirliği (intelligibility) • Gösteri merkezleri, müze, hastane gibi karmaşık fonksiyonlu yapılarda hareketin organizasyonu çözümleme ve planlama; • Herhangi bir yapı ve aktivite için yapım öncesi yer seçiminde ve eklenen yapının hareketin organizasyonu bağlamında kente etkisini kestirim; • Suç-mekan ilişkisi; • Ortak kullanım alanlarına ulaşılabilirlik; • Sosyal bağlamda, mekana içkin mahremiyet, kontrol ya da sosyal hiyerarşiyi kavrama; • Bir mekanın ya da bir yerin içe kapalılık - dışa açıklık bağlamında irdelenmesinde. Bütün bu başlıklar, mekanın işlerliğinin altında yer alabilir; bu yüzden de, işlev dediğimiz olgunun içini doldurduğu için de dikkate değerdir. Ayrıca, sadece farklı
220
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
katmandaki olguları değil, farklı ölçeklerdeki etkileri de birbiriyle ilişkilendirebilmesi mekan dizimsel analizi giderek kullanılır kılmıştır. 1980’lerin ikinci yarısından sonra kullanılmaya başlanan ve hızla yaygınlaşan mekân dizim analizi akademik çevrelerde tartışma da yaratmıştır. Bu tartışmaların çoğu bir yandan yöntemin sınırlılığı ve deterministik yaklaşımı üstünde dururken diğer yandan da yöntemdeki hatalar üstünedir. Tartışmaların içeriği ilerideki bölümde açımlanacaktır. Ancak bu tartışmaların çok azı, analiz yönteminin dayandığı kuramsal tabanı irdelemiş ve yöntemle kuram arasındaki ilişkiyi diğer analiz yöntemleriyle farkını açıklayarak incelemiştir. Bu makalede, eksik bırakıldığı düşünülen bu konu kentsel bağlamda ele alınmaktadır. Özellikle, Türkiye’deki pek çok lisansüstü çalışmasına6 temel oluşturan mekân dizim analizinin bu açıdan ele alınmasının bir açığı kapatacağı ve bir kaynak olarak katkı yapabileceği düşünülmektedir. 3. Mekân Dizim Analizinin Düşünsel Arka Planı: Mekân, hangi ölçekte olursa olsun, sosyal yapının sadece temsili ya da yan ürünü değildir. Mekân kurgusu, sosyal yapıyı ve hatta onu oluşturan farklı katmanları da etkileyen bir boyuttur. Dolayısıyla, sosyal yapı ile mekân arasındaki ilişki karşılıklıdır.7 Bu düşünceler sadece, analizin kuramcıları Hillier ve Hanson’ın iddiası değildir; belki mekan üstüne en çetrefilli metni kaleme almış olan Henri Lefebvre de Production of Space başlıklı kitabında çok benzer savları tartışır.8 Lefebvre, her toplumun kendi mekanını ürettiğini, her toplumsal kuruluşun aynı zamanda mekansal bir kuruluş da olduğunu belirtir. Lefebvre’e göre mekan, toplumun hem ürünüdür hem de onu sürekli dönüştüren bir
mekanizmadır. Lefebvre’in üçlemesi, algılanan/fiziksel mekân, zihindeki soyut mekân ve yaşanan mekân bir yerin farklı katmanlarını açıklamak için kullanılabilir. Lefebvre’in amacı mekana yöntem olarak diyalektik bir çerçeveden yaklaşmak ve mekanın aynı zamanda politik bir kavram/durum/olgu olduğunu ispatlamaktır. Hillier ve Hanson, metinlerinde politik sözcüğünü hiç kullanmazlar; ancak, incelenen ilişkiler: kullanıcı-ziyaretçi, kontrol eden-kontrol edilen, mekan üstündeki iktidarın sadece işlevsel bile olsa nasıl bir örüntü oluşturduğunu ortaya çıkarmaktadır. Nitekim, Kim Dovey’in parlamento binaları ve alışveriş yapıları üzerine yaptığı analiz, sadece görünen iktidarı değil de saklı iktidarı mekan kurgusundan okuması açısından önemlidir.9 Lefebvre’e göre, doğal ya da fiziksel mekan ile toplumsal mekan arasındaki en önemli fark, doğal mekanın basitçe yan yana koyan, dağınık özelliğine karşılık, toplumsal mekanın esas olarak birleştiren, belli bir noktada bir araya getiren ve böylece merkez-çevre ayrımı doğuran bir özelliği olmasıdır.10 Buradaki toplumsal mekanı, insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir maddesellik olarak düşünmemiz hata olur; Lefebvre’in tartıştığı bu katman, Habermas’ın da ana teması olan ve fiziksele dönüşmeden de varolan bir kamudur.11 Ancak, Hillier ve Hanson’ın iddiası, bu toplumsallığın ya da kamusallığın, farklı olanaklar sunan güncel iletişim ortamlarına rağmen hala fiziksel kurgudan beslendiğidir. Hillier ve Hanson, insanların fiziksel olarak bir araya gelme olasılıklarının mekânın düzenlenmesi yoluyla artırılmasının hala gerekip gerekmediğini ya da bir araya gelmenin toplumsal etkilerini tartışmaz; bu durumun bir gereklilik olduğu ön kabulüyle epistemolojik dünyalarını kurarlar. Bu bağlamda, mekan dizimi-sosyal yapı arasındaki ilişkiyi açıklayan kuramları normatif bir yapıdadır.
221
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
Bu normatif kuramın içinde toplumun fiziksel mekanı nasıl oluşturduğundan çok, fiziksel mekanın toplumu nasıl etkilediğine dair yorumlar yapmak daha zordur; çünkü öncelikle, bu ilişki üstüne çalışmak determinizmin riskli zemininde gezinmeyi gerektirir. Ayrıca, mekanın üretimine rolleri birbirine eşit olmayan pek çok aktör katılır. Bundan başka, bu iddianın araştırılması için oluşturulacak proje kapsamında faktörlerinin birbirine ve bütüne etkisini ayıklamak uzun bir süreç ve antropoljik anlamda içerden deneyimi gerektirir. Ancak Hillier’a göre, fiziksel çevrenin toplumu oluşturma potansiyeli sınırlı olsa da, etkisi kesin ve tanımlıdır.12 Her mekân örgütlenmesinin kullanıcılarını birbirleriyle kaynaştırıcı ya da birbirlerinden koparıcı bir etkisi vardır. Bu neden-sonuç ilişkisi bağlamında katı bir ilişki olmasa da, mekân kurgusu, sosyal katmanda ve gündelik yaşamda insanların birbirleriyle karşılaşmasında önemli bir etki yapar. Bu etkinin en net şekilde görünür olduğu yerler kentsel açık alanlar, bir başka deyişle, sosyal mekanın ya da kamusal alanın oluşmasına imkan veren yerlerdir. Şüphesiz, sosyalleşme ne sadece kentsel açık alanlarla ne de internet siteleriyle sınırlıdır; kamusal bina olarak adlandırdığımız ve bu ikisinin dışında kalan binalar da buna dahil edilebilir. Burada, ‘kamusal’ terimini resmi ya da devlete ait olan mekan parçalarıyla sınırlı tutmamak; devlete ait olanı da içeren ve herkesin teklifsizce bir araya gelebileceği mekanlar olarak düşünmek gerekmektedir. Ancak burada Hillier’ın incelemeye çalıştığı başka bir noktanın altını çizmek de fayda var. Farklı işlevleriyle insanların bir araya gelme olasılığını arttıran halka açık yapıların kentte nerede ve hangi mekansal ilişkilerle konumlandıkları önemlidir. Bu konumlandırma sadece semtin kimliği ya da o lokasyonun kent hareket şebekesine nasıl eklemlendiği bağlamında değil, hareket
halindeki algıya hakim olan ya da onun dışında kalan binaların kent kurgusuyla çakıştırılmasıyla yapılabilir. Nitekim, Hillier’ın tek başına kaleme aldığı Space is the Machine başlıklı kitabının bir bölümü sembolik ve araçsal akslar olarak adlandırdığı görüş akslarının toplumu yeniden üretme etkileri üstüne bir tartışmayı içerir.13 Ancak, bu noktada belki temel soru şudur: Bir hareket ağının, toplumu oluşturan bireylerin bir araya gelmesine olanak verecek bir dokuda olup olmadığı neden önemsenmelidir? Kamusal mekân ya da kentsel ortak kullanım alanları olarak adlandırılan bu kent/yerleşim parçalarının var olması ve kentliler tarafından kullanılması ne anlama gelir? Dahası her kamusal mekân, kentsel ortak kullanım alanları aynı simgesel anlama ve işlevsel öneme mi sahiptir? Ya da bu soruları fiziksel mekâna daha yakın başka bir soruyla formüle edecek olursak: Bir kentte, yapılar topluluğunda, ya da binada, insanları bir araya getirme potansiyeli yüksek olan alan ya da mekanları belirlemek neden önemlidir? Bugüne kadar, kentsel ortak kullanım alanları üstüne yapılan çalışma ve tartışmaların ortak argümanı, kentsel mekânlardaki bireylerin --birbirleriyle doğrudan iletişimde bulunsunlar ya da bulunmasınlar- bir araya gelme olanağının olmasının sağlıklı bir toplum için gereken en önemli faktörlerden biri olduğudur.14 Çok kabaca tanımlanacak olduğunda sağlıklı bir toplumun içermesi gereken asgari özelliklerin başında, demokratik yapı, suç oranının azlığı, ve ekonomik dengenin varlığı gelir. Ancak, tüm bunların mekânsal düzenlemeler ile sağlanabileceğini zannetme gafletine düşülmemesi gerekir; dahası, mekân dizimsel analizin bu sosyal olguları mekânda okuyabildiğini farz etmek yanıltıcı olur. Mekan dizimsel analizin argümanı, kentlilerin etkileşim potansiyelinin dolaylı da olsa fiziksel
222
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
çevrenin ürünü olduğudur. Ancak bu noktada, insanların bir araya gelişlerinde, önceden anlaşılarak olanla, kendiliğinden olan arasında da ayrım yapmak gerekir, zira birincisi herhangi bir yerde olabilecekken, ikincisi mekanın örgütlenmesinden doğar.15 Analiz yöntemi bugüne kadarki kullanımlarında, sosyal hiyerarşi ve iktidarın mekânsal temsili, suç oranın yüksek olduğu alanlarla güvenli mahallerin karşılaştırılması ve mekân kullanımında cinsiyet ayrımına değgin yorum yapabilmek için nesnel bir şema ortaya çıkarsa da, yöntemin, tasarımcıların öncelikli kaygısı olan üçüncü boyuttaki şekil/biçim ve kurgu ilişkisi üstüne yorum yapmak için oluşturulmadığını belirtmek gerekir. Aslında bir anlamda analizin hedefi tam da budur: Tasarımcıların plan ve kitle şekillerine gösterdikleri ilgiye alternatif sunmak ve hatta bu yoğunlaşma nedeniyle mimar ve plancıların sınırlı çözümler ürettiklerini vurgulamaktır. Bir anlamda, modernist kent plancılığının biçimsel özelliklerine yönelik saldırılara sağduyulu bir yanıt verilmek istenir; modernizmdeki temel sorunun şekilsel özelliklerde değil hareketin organizasyonunda olduğunun altı çizilir. Modernist kent planlamacılığına getirilen yapıcı eleştiriler mekân dizimsel anlayışın kuramıyla sınırlı değil elbet. Başta Rowe ve Koetter’in Collage City ve Alexander ve diğerlerinin A Pattern Language adlı kitapları olmak üzere modernist planlama eleştirileri ve onları takip eden, argümanlarla desteklenmiş alternatifler 1960’ların başından beri ortaya konmaktadır. Ancak, mekan dizimsel analiz, sadece modernizm eleştirilerini değil, mekanla doğrudan ilişkili sosyal teorileri de fiziksel mekanın kurgusuyla bağlamak ister. Öyle ki, endüstri devrimi sonrası başlayan toplumsal değişiklikleri çekinceyle karşılayıp eleştiren Tönnies ve Durkheim’ın, toplum yaşantısında modernliğin sonuçlarını net bir şekilde ortaya koyan Giddens’ın, ve
kamusallığı olabildiğince farklı katmanlarda tartışan Habermas ve Sennett’in teorilerini bir de fiziksel örüntü üstünden okumaya kalksak en yakın araç mekân dizimsel analizin yöntemi gibi durmaktadır. Mekân dizimsel analizi temsil bağlamında karşılaştırınca Jane Jacobs’ın önerileri – kent dokusu küçük bloklardan kurulmalı önerisi dışında- sözel ifadeyle sınırlı, Alexander’ınkiler esneklikten uzak ve tekrarcı, Krier’inkiler şabloncu ve şekilsel bulunabilir. Aslında, kuramsal ve söylem düzlemde de Hillier’in en yakınlaştığı araştırmacı Christopher Alexander’dır. Alexander da Hillier gibi “yaşayan yer”le başarılı tasarımı bir tutar. Dahası her ikisi de ortaklıkların, genellenebilir olanın peşindedir. Hem Alexander hem de Hillier, mimari kurgunun değerini, onun “bireylerin sosyal varlıklar olarak kolektifliklerini kavratma potansiyelinde” 16 görürler. Bir başka değişle mekanlar, özellikle kentsel açık alanlar, insanları kendiliğinden bir arada bulunduran kurguda olmalıdırlar. Ancak araştırmacıların kullandığı temsil bağlamında Alexander, mimari ifadeden ayrılmaz ve sosyal biçimle mimari/kentsel biçimi birbirinden ayırmamaya çalışır. Mekan dizimsel kuram ise kullandığı graflarla mekansal kurguyu soyut düzlemde temsil eder. İnceleme nesnesi bağlamında ise, Jacobs’ın Manhattan sokaklarına dayandırdığı örnekler dışında, modernizm eleştirilerinin görsel ve deneyimsel dayanağının çoğu ya tarihseldir, ya da geleneksel olarak adlandırılan, bir plancısı olmadan, kendiliğinden ve zaman içinde oluşan yerleşimlerdir. Böylece bu tür yerleşimlerden seçtikleri örnekleri kullanan yaklaşımlar, birden bire sorunu, ‘planlanmışa karşı kendiliğinden’ ya da ‘moderne karşı geleneksel’ ikilemine indirgeyerek aslında çıkmaza sokarlar. Dahası, tarihsel örneklerde genellikle seçmeci davranılır; argümana uyan örnekler farklı zaman dilimlerinden ve
223
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
kültürlerden seçilir. Çoğunlukla da, seçilen örnekler şekil-zemin (figure-ground) haritalaması dışında analitik bir gözle irdelenmeden başarılı örnekler olarak sunulur.17 4. Yöntemin Matematiği ve Terimler Mekân dizimi analizi, kent örüntüsünün yeniden temsil edilmesiyle başlar. Kent örüntüsünü analiz etmek üzere yapıların dışında kalan tüm alanlara çizilebilecek en uzun doğru, içinden geçebileceği en çok alanı kat ederek çizilir. Birbiriyle kesişerek çizilen bu çizgiler bir anlamda, kentsel mekânda hareket eden kişinin potansiyel olarak en uzağa erişen göz hizasıdır. Çizilen doğrular ya da ‘görüş aksları’(lines of sight ya da axial lines18), hareket alanları ile potansiyel görüş alanlarının çakıştırıldığı bir temsil biçimidir.19 Aslında “hareketin” ‘mekân algısı’nı ‘görsel algı’dan ayıran en önemli faktör olduğu da düşünülecek olursa mekânsal dizim analizinin harekete verdiği önem ortaya çıkar.20 Bu analizin amacı, içinden en çok geçilen açık alanlardan en az kullanılan mekâna doğru, yerleşimdeki sokakların hiyerarşisini oluşturmaktır. İçinden çok geçilen sokaklar, alanlar “bütünleşik” (integrated), az geçilen ise “yalıtılmış” (segregated) olarak 21 adlandırılır. Analiz sonunda en bütünleşik görüş akslarından en yalıtılmış olanına doğru renklerle kodlanmış yeni bir harita ortaya çıkar. En bütünleşik sokaklar, bir yerleşimin en kamusal, başka bir deyişle, bir yerde yaşayan ya da orada herhangi bir nedenle kısa süre için bulunan (yazıda bundan sonra ziyaretçiler olarak kullanılacaktır), tüm insanları bir araya getirme potansiyeli sunan ortak açık alanlardır. Teknik ifadeyle, en bütünleşik sokaklar, başka bir yere gitmek için bile içinden en çok insanın geçme olasılığının bulunduğu kanallardır. En bütünleşik sokaklar hareketin organizasyonu bağlamında bir yerleşimin kalbi (integrated core) olarak kabul edilebilir. Yalıtılmış
sokakları ise amacımız sadece o sokakta olan bir yere gitmek ise kullanırız. Kent bağlamındaki analizde potansiyel hareket şebekesini açıklamak üzere en az iki farklı ölçek dikkate alınır. Bu iki ölçekten, maksimum-çap (R-Max) adı verilen analiz ölçeği tüm yerleşimin bütünleşme değerini verirken, üç-çap (R-3) adı verilen diğer ölçek ise yerleşim içindeki lokal bütünleşme değerlerini verir. Maksimum-çap analizi (yazıda bundan sonra makro analiz olarak kullanılacaktır), teknik olarak herhangi bir aksın diğer tüm akslarla mesafesini dikkate alıp tüm sistemde ne kadar bütünleşik ya da yalıtılmış olduğunu incelerken üç-çap analizi (yazıda bundan sonra mikro analiz olarak kullanılacaktır), her aksın kendisinden üç adım uzaklıkta olan akslar içindeki değerini araştırır.22 Aslında, makro analiz sadece yerleşim sakinlerinin birbirleriyle bir araya gelmesine değil, aynı zamanda ziyaretçilerle karşılaşma olanağının bulunduğu alanları da açığa çıkarır. Mikro analiz ise, mahalli örüntülerin kendi aralarındaki hiyerarşisini belirler ve daha çok yerleşimde ikamet edenlerin birbirine rastlama olanağının fazla olduğu alanları gösterir. En bütünleşik bölgenin, bir yerleşime dışardan gelenlere doğrudan açık olan bir alanla üst üste çakışması en muhtemel sonuçtur. Bütünleşik alan, bir yerleşimin geometrik olarak da merkezinde ise, bir başka deyişle, görece yalıtılmış mahallerin ya da semtlerin çoğuna eşit uzaklıkta ise, o yerleşimin dışardan gelenleri içine alan bir sistem olduğu söylenebilir. Bunun aksi, ziyaretçilerin hareket şebekesine entegre olmadan yerleşime girip çıktıklarını gösterir. Makro ile mikro ölçekteki analizleri birbiriyle ilişkilendiren kavram ‘okunabilirlik’tir (intelligibility). Bu bağlamda okunabilirlik, parçaların birbiriyle bağlanabilmesi yoluyla bütünün çıkarsanması olarak tanımlanabilir. Hillier’ın (ve bina ölçeğindeki mekansal algı bağlamında daha önce Arnheim’ın da)
224
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
belirttiği gibi “kentsel mekânın bütünü, insanın durduğu noktadan tam olarak görülemez ve deneyimlenemez; kişinin sistem içinde hareket etmesi ve parçaları zaman içinde birleştirerek resmin bütününü elde etmesi gerekir”23. Bir anlamda, hem makro hem de mikro analizde bütünleşikliği yüksek olan kentsel açık alanlar, semt sakinleriyle kent sakinlerini (ya da mahalleli ile diğer kasabalıları) bir araya getirme olasılığı en yüksek olan kent mekânlarıdır. Ancak okunabilirlik, sadece sosyal mekan oluşturma potansiyelinin yüksekliğini tanımlayan bir terim değildir. Daha işlevsel bir anlamda, okunabilirliği yüksek değerde bir sokakta yolumuzu bulabileceğimiz savlanır. Bu yerler mekân dizimsel analiz açısından yerleşimin en “okunabilir” mekânlarıdır. Mekân dizimi açısından okunabilirlik, Kevin Lynch’in kent imgesini dayandırdığı görsel idrakten çok,24 sokak şebekesine ait ‘hareketi yönlendirme potansiyeli’ ile ilgilidir. Bir başka deyişle, hem makro hem de mikro ölçekte de bütünleşik sokaklarda yürüyen biri, yerleşimin bütününe dair imgeyi aklında daha kolay tutabilmekte ve bulunduğu yerden “merkez” olarak idrak edilen yere ulaşmayı, o yere yabancı bile olsa tahmin edebilmektedir. Bu demektir ki, mikro seviyede bütünleşik ama makro seviyede yalıtılmış olan sokaklar, bütüne ait imgeyi sunmada görece zayıf olan kent mekânlarıdır. Bu açıdan en zayıf olan sokaklar ise, tahmin edilebileceği gibi, her iki ölçekte de yalıtılmış olan sokaklardır. Sınırlarını kavrayabildiğimiz açık alana dair verilerle (lokal /mikro bilgi) o yöne doğru gitmesek bile görebildiğimiz başka alanlara dair verilerin (global/makro bilgi) senkronik olarak ilişkilendirilebilmesi yönlenme açısından mekan algısının püf noktasıdır. Özellikle, fiziksel çevre karmaşıklaştıkça iki farklı ölçekten gelen verilerin o mekân içindeki birey tarafından kavranması önem kazanır; bunun tersi bir durum ise yönlenme sorunlarını ortaya çıkarabilir. Mekan
dizimsel analizin okunabilirlik kavramı, bu iki ölçeğin çakıştırılabilmesidir. ‘Okunabilirlik’ ve ‘bütünleşiklik,’ mekân dizimi analizinin, bir yerleşimin biçimsel özellikleri ile onun sosyo-kültürel dünyası arasındaki ilişkiyi yorumlamaya imkân veren iki temel kavramıdır. Hareket ve görüş olanağı (visibility), bir mekânsal örgütlenmenin (configuration) içindeki bireye nereye ve ne kadar erişim olanağı sunduğunu ortaya seren parametreler olduğu kadar, tam yanına gitmeden de bazı şeyleri görüp göremediğimizi, dahası görünmeden de görüp göremediğimize dair bilgi verir. Görürken görünmeme ya da aynı mekânda olmadan mekândakileri görebilme bir toplumdaki kontrol ve güç ilişkilerine dair ipuçları verebilir. Bir mekân içinde, hareket ve görünebilirliği sosyal kontrolü oluşturan mekânsal kompozisyon ve o kompozisyonu örgütleyen işlevlerle ilişkilendirdiğimizde o mekânları kullananlara dair sosyal hiyerarşi açısından yorum yapabiliriz. Görüş aksları, ‘mekânın dizimi’yle ‘görünürlüğü’ analizin daha ilk aşaması olan temsil bağlamında birbirleriyle ilişkilendirdikleri için kontrol ve mahremiyete dair yorum yapılmasına olanak sağlar. 5. Mekân Dizimsel Analizle Varılan Bazı Sonuçlar Çekim Noktaları Dinamiği
ve
Hareketin
Kendi
Hillier’ın kendi analizlerinden yola çıkarak ortaya attığı en önemli sav, bir kent ya da kent parçasının büyümesini ve biçimsel değişikliğini belirleyen birincil etkenin aktivite değil, hareket ekonomisi 25 olduğudur. Bu bir anlamda mekanın insanları bir araya getirme olasılığının sadece işlev ile insanları bağıntılandırılmasından değil, aynı zamanda, o mekanı oluşturan parçaların bir araya geliş özelliklerinden de oluştuğu savını desteklemektedir. Hillier ayrıca, yayanın hedefe yönelik hareketiyle bir kentsel açık alan içinde yürüyüşünü de
225
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
birbirinden ayırmak gerektiğini ifade eder; birincisi alan kullanımının yarattığı bir dinamizmken ikincisi mekan kurgusunun oluşturduğu bir fonksiyondur.26 Yaşayan bir kentsel mekan ise, her iki fonksiyonun da birbirini destekler biçimde var olmasını gerektirir.27 Özellikle dükkânların yaya hareketinin yönünü ve yoğunluğunu nasıl etkilediği sorusunu da kapsayan çalışmalar yapılmıştır. Peponis’in Yunanistan’daki altı yerleşim üzerine yaptığı analizlerin alanda yapılan gözlemlerle karşılaştırılması, dükkanların, kullanım-hareket bağıntısını güçlendirdiğini ama makro ölçekte bir değişiklik yaratmadığını, buna karşın mikro ölçekte etkisinin olduğunu göstermiştir.28 Aynı konuyu bir başka çalışmasında vurgulayan Peponis, yoğunluk ya da karma kullanım gibi zonlamaya karşı alınabilecek önlemlerin uzun vadede kentsel yaşam kalitesini sağlamada yeterli olmadıklarını, hareketin organizasyonu ve vaziyet planını göz önüne alan tasarım kararlarının hayati önemde olduğunu ifade eder.29 Peponis ve diğerlerinin Atlanta üzerine yaptıkları araştırma, kent için kullanılabilecek pek çok bulgu ve öngörüyle beraber, sadece şekilsel niteliklerle kentsel kuramları ilişkilendirerek ya da kişisel deneyimleri göz önüne alarak bir kenti, kenar kent (edge city) ya da kaotik örüntü gibi tanımlamanın yeterli olmadığının altını çizer; çünkü mekan dizim analizi gibi nesnel bir gözlükle mekan kurgusu incelemeye alındığında, bazı yerleşimlerin alışılmışın dışında ilişki biçimleri sunsa da “işleyen” bir yapıda oldukları çıkarsanabilir. Yol Bulma Okunabilirliği
ve
Kentsel
Çevrenin
yaratılmış bir kentsel çevrede sanal gözlükle gezinen deneklerin, geldikleri kavşaklarda istatistiksel olarak geniş açılı kavşaklarda yürümeyi, daha az açılı yolların kesişimiyle oluşan kavşaklara tercih ettiklerini göstermiştir.31 Bu araştırmanın bulgularından yararlanan başka araştırmalar, görüş akslarıyla onların sonlandıkları sınırlar ve kırılma açılarındaki ilişkinin irdelenmesine odaklanmışdır. Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi okunabilirlik, mekan dizimsel analizin, mekanın kavranışı sorunsalıyla yayanın yön kararlarına dair teorilerin çakıştırıldığı anahtar kavramdır. Bir kentin hangi arketipler arasında ilişkiler kurularak idrak edildiğini ilk araştıranların başında Kevin Lynch gelir. Lynch’in alan çalışmasını tamamlayan önemli bir araştırma parçası deneklere imge haritalarının çizdirilmesidir. İmge haritalarının mekan dizim analizi bulgularıyla karşılaştırılması ise yenidir. Young Ook Kim tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, hem deneklerin çizdiği imge haritasını analiz etmiş hem de deneklerin çizdiği yerin mevcut durum planını analiz ederek karşılaştırmıştır.32 Kim’in vardığı sonuçlar, analizin okunurluğu yüksek olarak değerlendirdiği alanların denekler tarafından çizilen haritalarla çakıştığını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmaların kentsel açık alanların üçüncü boyuttaki niteliklerini ve mekansal olmayan ama zihnin bir yerle ilişki kurmasını sağlayan kentsel öğelerin etkisini deneylerin dışında bıraktıklarının altını çizerek ancak çevresel psikoloji çalışmalarının belli bir katmanının sağlamasını yaptıklarını vurgulamak gerekir. Mekan Suç İlişkisi
Ruth Conroy-Dalton, insanların aşina oldukları hedeflere doğru hareket ederken dönme açısı en az olan rotaları tercih ettiklerini ortaya çıkarmıştır.30 Yaptığı araştırmalardan birinde, sanal ortamda
Suçun işlenmesinde suçun işlediği yerin mekansal niteliklerinin sorumluluğu olup olmadığı tartışmaları Pruitt-Igoe konut bloklarının yıkımından beri tartışma
226
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
konusudur. Sosyal problemler ve ekonomik farkların suçu işleyen kişi üstünde ve suçun işlediği yerle ilişkisi kaçınılmazdır. Ancak, Jane Jacobs’un da dile getirdiği gibi güvenlik sadece özel olarak kurgulanacak bir önlem değil, gündelik hayatın içinde çoğunlukla farkında olmadan uygulanan bir durumdur.33 Bugüne kadar, mekan dizimsel analiz yöntemiyle bu konuya odaklanan dört çalışmanın sonuçları yayımlanmıştır. Bu çalışmalardan, Jones ve Fanek, Hillier ve Shu, Shu ve Huang’ın araştırma bulguları birbiriyle örtüşürken Nubani ve Wineman onlardan farklı sonuçlara varmıştır. İlk üç araştırmacı daha önce ortaya atılmış kentsel kuramları doğrulayarak bütünleşik alanlarda suçun diğer alanlara göre daha az olduğunu saptamışlardır. Shu ve Huang, farklı gelir seviyesine ait kişilerin oturduğu semtleri ayrıştırarak yaptıkları araştırmada suç ve mekan ilişkisini bir katman daha zenginleştirerek karşılaştırmışlardır. Araştırmacılar, alt gelir seviyesindeki kişilerin oturduğu bir semtin eğer makro seviyede bütünleşik ise burada hırsızlık suçuna az rastlandığını; orta gelir grubunda ise mikro ölçekte bütünleşik alanlarda makro ölçeğe oranla daha az hırsızlığa rastlandığını bulmuşlardır. Ayrıca, orta gelire mensup kişilerin ikamet ettiği hem makro hem de mikro ölçekte bütünleşik alanların yalıtılmış alanlara oranla çok daha güvenli olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu araştırmanın sonucunda yüksek gelir seviyesiyle mekan dizimsel nitelikler arasında bir ilişki bulunamamıştır.34 Nubani ve Wineman ise önceki araştırmalarla çelişen bir sonuca vararak yalıtılmış bölgelerde suç oranının daha az olduğunu görmüşlerdir. Bu bulguları daha önceki çalışmaların odaklandığı yerlerle karşılaştırarak farklı sonuca ulaşmalarının onların incelediği Ypsilanti’nin (Michigan) yaya hareketine bağlı olmayarak gelişen ve nerdeyse tüm gündelik ulaşımın otomobile
bağlı olarak oluşturmuş bir yer oluşuyla açıklamışlardır.35 6. Mekân Dizimsel Analizin Sınırları ve Teknik Gelişmeler Mekân dizim analizi geliştirildiği günden beri pek çok eleştiri almıştır.36 Pek çoğu, yöntemin kendini geliştirip yenilemesine olanak veren bu eleştiriler, yöntemin eksiklerini temsil ortamı üzerinden açıklamışlardır. Bu eleştirileri, aşağıdaki maddeler halinde özetleyebiliriz: • Bir planın üstüne çizilebilecek tek bir görüş aksları haritası olmadığı için her araştırmacının az da olsa farklı görüş aksları haritası çizebileceği; • Alan kullanımına dair bilgilerin, bina yükseklikleri ve sokak genişliklerinin analizin yapıldığı sayısal ortama katılamaması; • Yaya kaldırımı ile kent karayolunun aynı değerde olabilmesi; • Görüş akslarının metrik uzunluklarının değerlendirmede fark yaratmaması; • Topografyadaki farklar nedeniyle görüş akslarının engellenebileceğinin gözardı edilmesi; • Kentin bütününe değil de sadece bir kent bölgesine odaklanıldığında görüş aksları haritasının nasıl sınırlandırılacağının gene araştırmacının kararına bırakılmasıdır. Bu eleştiriler bağlamında analizin hem teknik hem de kuramsal olarak çerçevesinin nasıl geliştiğini tartışmadan önce daha genel bir görüşe değinmekte fayda var. Peponis’e göre mekân dizimsel analizin açmazlarından birisi analiz bulgularının bazen çok bilindik ya da zaten hemen tahmin edilebilecek sonuçlar ortaya çıkarması, bazen de sonuçların analizin yöntem ve terminolojisine aşina olmayanlara çok karmaşık gelmesidir.37 İstatistik ve matematik disiplinlerinden alınan bazı yöntemler, mimarlık disiplinine uzak olabildiği gibi, gene bu disiplinlerde mekan dizim analiz literatüründeki özgün
227
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
adlarından farklı ifade edilen terimler de karışıklığa yol açabilmektedir. Yönteme özel eleştiriler ise, yöntemin nesnel ve kantitatif tabanına rağmen sanıldığının aksine yoruma dayalı yönlerinin daha analizin ilk aşamasında başladığıdır. Bunun nedeni, bir kentin açık alanlarından geçen görüş akslarının, sayısal ortamda bile olsa gözün kararıyla çizilmesidir. Çizgiler ne kadar ince elenip sık dokunarak çizilse de elle çizildikleri için, açık alanları birbirine bağlayan en uzun çizginin çizilebilindiği kesin değildir.38 Ancak görüş aksları, tüm temsil biçimleri gibi, salt soyutlama tekniği değildir; özellikle soyut olarak temsil edilen iki olgunun çakıştırılması olduğu için, bir değil, iki defa indirgemecilik tehlikesi vardır. Mekan dizimcilerin bu eleştiriye getirdikleri yanıt, tüm haritaların belli bir soyutlama düzeyinde olduğu ve kartografın eninde sonunda her şeyi temsil düzlemine aktaramayacağı yönündedir. Ancak Alasdair Turner’ın da dile getirdiği gibi, geliştirilen herhangi bir analiz modeli, temsil ortamında çalışan kişinin yorumunu en aza indirmeye özen göstermelidir.39 Ancak bu problemin teknik yönü kadar sosyolojik yönü de vardır. Problemin sosyolojik yönü en çarpıcı biçimde Edward Soja tarafından dile getirilmiştir.40 Soja’ya göre, araştırmacılar için kritik nokta, baktığımız her yerde yapı aramaya başlamamız ve kenti oluşturan, kentin parçası olan, ama kentin dışında da olabilecek olanları göz ardı etmeye başlamamızdır. Ormanları, piknik alanlarını, koruları; farklı, alternatif kamusal alanları; vaziyet planında anlamlı gelmeyen boşlukları, inceleme alanının (dolayısıyla kabul edilen mimarlık ve kent tanımlarının) dışında tutmaya başlayabiliriz. Teknik problemlerin en doğrudan etkilediği araştırma kulvarı mekan algısı (spatial perception) ve mekanın kavranışına (cognition) bağlı yol bulma çalışmalarıdır. Mekan dizimsel analiz paradigmasına bağlı
araştırmacı grubun kendi içinden de desteklenen çalışmalar, aynı kavrayış durumlarına yol açan mekansal organizasyonların aralarında radikal fark olan sayısal değerlerle ifade edildiği savını ortaya atmaktadır.41 Hem görüş akslarını çizen kişinin yorumunu, hem de görüş akslarının analizdeki ağırlığını en aza indirmek amacını içerecek şekilde bu problemi gidermek amacıyla görüş aksları kesiştikleri ve bu kesişim nedeniyle açısı değişen her çizgi tarafından parçalara ayrıştırılarak analiz edilmektedir.42 Ayrıca, geliştirilen yeni yöntemin, araç trafiğini de araç hareketinin doğasına uygun analiz edeceği öngörülmektedir.43 Analizin bir diğer ve belki daha önemli açmazı ise mekan sınırları arasındaki nitelik farkının uzun süre göz ardı edilmesidir. Örneğin, hareketi sınırlayan ama görsel engel yaratmayan çeperler de sağır duvarla aynı kategoride ele alınır. 2000’den sonra odaklanılan bir problem olarak mekanı sınırlayan öğelerin niteliği, özellikle coğrafya bilgi işlem (GIS) programlarıyla desteklenen yeni çalışmalarla giderilmeye çalışılmaktadır.44 Bunlar arasında sayısal coğrafya bilgi işlem programlarını kullanarak topografik verileri sosyal ağırlıklı verilerle birleştirerek değerlendiren çalışmalar artmaktadır. Özellikle, Kubat ve diğerlerinin İstanbul topografyasını örnekleyerek yaptıkları çalışma önemlidir.45 Bu çalışmalarda bina yükseklikleri ve alışveriş merkezlerine göre çizgilere ağırlık değerleri verilerek İstanbul tarihi yarımada analizi yapılmıştır. Araştırma üçüncü boyutu gözetmeksizin yapılan analizlerle paralellik göstermekle birlikte yerel uzmanların tarihi yarımadanın merkez değerlendirmeleriyle örtüşmemektedir. Bu bağlamda yazarlar, “İslami” kentlerin mekan dizim analizinin ağırlıklı olarak dayandığı görünürlük (visibility) özelliğine bağlı olmadan oluşması fikriyle açıklamaktadırlar. Kuşkusuz bu açıklama yeni bir metne ve tartışmaya yol açabilecek önemdedir.
228
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
Bir diğer alanda yapılan çalışmalar ise kullanıcılar arasında farklılık göz etmeksizin yapılan mekan kullanım sıklığı araştırmalarıyla bilgisayar analizlerinin karşılaştırılması, mekan dizimsel açıdan bütünleşik olan alanların kentliler tarafından da sık kullanıldığını ortaya çıkarmakta ve analiz sonuçlarının güvenirliliğini ispatlamaktadır. Ancak, kullanıcıları kendi içinde, kadın-erkek, çocuk-yetişkin, yerleşik kentli ve ziyaretçi(turist) gibi kategorize etmeye başladığımızda bütünleşik alanların her tür kentli tarafından aynı oranda kullanılmadığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Gospodini’nin Mikonos adasındaki Chora kasabasına dair incelemesi turistlerle kasabalıların mekan dizimiyle örtüşen yoğunlukta açık alanları kullandıklarını açıklarken46, Kubat’ın İstanbul’un Galata semtine ait incelemesi turistlerle İstanbulluların yoğunluk açısından farklı rotaları kullandıklarını ve sadece kentlilerin bütünleşik alanlarla çakışan bir yürüyüş hattını benimserken turistlerin sadece iki çekim noktası (Tünel ve Karaköy) arasında gidip geldiklerini ortaya çıkarmıştır.47 Aynı bulgularla paralel bir başka çalışma da bu makalenin yazarı tarafından yapılmış ve Assos/Behramkale tarihi yerleşiminde Assoslularla turistlerin açık alan kullanım yoğunluklarının farklı olduğu, turistlerin çok belirgin bir biçimde tek bir rotada hareket ettiğini ortaya çıkarmıştır.48 Ancak, Galata semtinden farklı olarak Assos’un kahve ve cami önü meydanı hem turistleri hem de yerlileri bir araya getiren ve mekân dizimsel analizde de bütünleşik olan bir açık alan olarak ortaya çıkmaktadır. Farklı sınıftan bireylere ve cinsiyet ayrımcılığına odaklanarak kentin bütünleşik alanlarını okuma denemesi mekân dizimsel analiz literatüründe görece azdır. Kamusal alanların tam anlamıyla kamuya ait olabilmesi, her kategoriden bireyin o alanı çekinmeden kullanabilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Pek çok örneklemde ise, mekan örgütlenmesine içkin hareket mantığının ve
insanların bir araya gelme potansiyelinin sosyal kodlar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak engellendiğini görmek mümkündür. Örneğin deHolanda tarafından farklı sınıflara ait semtlerden 297 kişiyle yapılan söyleşi bulgularıyla varılan serbest zamana bağlı mekan kullanım tercihlerinde, orta sınıf olarak tanımlanan grubun mekana bağlı olmayan bir araya gelme sistemini tercih ederken, işçilerin mekana daha bağımlı olduğu ortaya çıkmıştır.49 Doğrudan mekana ulaşabilme, herhangi bir yerde bulunabilme açısından baktığımızda ise, bir Doğu Ege kasabası olan Kula’da 1970’lere kadar kadınların kasabanın en bütünleşik alanı olan çarşıya sosyal kodlar nedeniyle çıkamadıklarını görmekteyiz.50 Mekan dizimsel analizin ortaya koyduğu potansiyel, belki de tam da bu potansiyelin içerdiği olanaklardan korkulduğu için toplumun kadın yarısına men edilmiştir. Mekan dizimsel analizin önemli tartışma konularından biri de mikro ölçeğin sınırlarıdır. Bugüne kadar, analiz yoluyla semtleri ya da alt bölgeleri birbirinden ayırmak mümkün olmamıştır. En az üç değerinde olabilen ve mikro ölçek için kabul edilen alan çapı araştırmacıya bırakılan bir karardır; yerin kendisinden ortaya çıkan bir değer değildir. Ancak son çalışmalarda bu problemi bir nebze ortadan kaldırmak amacıyla çap-çap (radius-radius) analizi de eklenmiştir.51 7. Sonuç ve Tartışma Mekân dizimsel analizin sağladığı yararlar faydacı (pragmatist) hedefleri, açıklamacı hedefleri tatmin ettiği kadar memnun etmez. Faydacı açıdan örneğin, mekan dizimsel analiz sonucunda yaya hareketinin dağılımına bağlı olarak yeni bir işlevin kentsel plandaki yeri konusunda karar vermemiz daha kolay olabilir; tasarım aşamasındaki sorunlar açısından, yaşayan mekânların oluşturulması için hareketin nasıl organize edilmesi gerektiği ya da karmaşık fiziksel çevrelerde insanların nasıl
229
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
yön bulduklarına dair çıkarsamalar yapma olanağımız artar. Ancak, kuramsal anlamda anlamacı faydası daha fazladır; mekan dizimsel analiz, fiziksel mekânın örgütlenmesi ile kültürün (hem gündelik yaşam hem de kimliğin temsili bağlamında) ilişkisini irdelemek için uygun bir altlık oluşturur. Günümüzde kentsel açık alanların halen etkili kamu alanları olup olmadığı sorusu önemli bir sorudur. Eğer kentsel açık alanlar, kentlilerin birbirleriyle bir araya gelmek için (ya da yönetenlerle yönetilenlerin iletişim kurmak için) seçtiği mekanlar olmaktan çıktıysa, hangi tür mekanlar bu işlevleri üstüne almıştır? Karar verme mekanizmaları, politika üretim yöntemleri (bürokratik mekanizmalar) değişmedikçe kentsel açık alanların mekan dizimsel açıdan değerlendirilmesi zaman kaybı gibi görünebilir; ancak, mekan dizimsel analizin avantajı, karar verme mekanizmalarını estetik katmanda tarafsız kalarak daha kolay etkileyebileceği yönündedir. Mekan dizimsel analiz ayrıca, kentsel canlılaştırma (regeneration), soylulaştırma / seçkinleştirme (gentrification), ya da dönüşüm (transformation) kavramlarıyla tariflenen tasarımlara bir alt yapı / analiz tahtası sunabilir. Sadece ne yapılması gerektiğiyle değil; problem olarak görülenlerin de bir daha gözden geçirilmesi bağlamında mekan dizimsel analizin yarar sağlayacağı muhakkaktır. Özellikle 21.yy.ın başında İstanbul için planlanan pek çok değişiklik: Galataport, Maslak kuleleri, Haydarpaşa Gar bölgesi, Kartal ve Küçükçekmece kentsel dönüşüm projeleri, farklı ölçeklerin birbirleriyle ilişkilerinin analiz edilmesine imkân veren mekân dizimi analiziyle de irdelenmelidir. Özellikle Cumhuriyet Türkiyesinin mimari ve kentsel panoramasını inceleyen çalışmaların pek çoğunun politik ve
yönetsel söylem ve edimlerin betimlenmesi ve eleştirisi olduklarını görmekteyiz. Kuşkusuz çok gerekli olan bu çalışmaların kent ve mimarinin fiziksel düzlemine değinmekten çekinmeyen incelemelerle desteklenmesi gerekmektedir. Problemler, mimar ya da kent plancısının sorumluluk alanına geldiği andan itibaren karşılaşılan sınırlılığın sosyal olgularla fiziksel düzlemin ilişkilendirilememesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, mekanın / yerin / kentin fiziksel olandan kalkınarak okunmaya başlanması sorumluluk alınan düzlemle hesaplaşmaktan kopulmaması açısından önemlidir. Kenti iyi okumak, iyi bir başlangıç yapmaktır. Referanslar 1
Aldo Rossi, The Architecture of the City, Boston: The MIT Press, 1982; Françoise Choay, “Şehircilik ve Göstergebilim” Mimarlık, sayı: 11-12 ,1982; Mario Gandelsonas, The Urban Text, Boston: The MIT Press, 1991; Spiro Kostof, The City Shaped: urban patterns and meanings through history. Boston: Little, Brown and Co., 1991; Spiro Kostof, The City Assembled: the elements of urban form through history, Boston: Little, Brown and Co., 1992. 2
Saskia Sassen, The Global City: New York, London, Tokyo, New Jersey: Princeton University Press, 2001, Robbie B. H. Goh, Brenda S. A. Yeoh, Theorizing The Southeast Asian City As Text: Urban Landscapes, Cultural Documents, And Interpretative Experiences, World Scientific Pub. 2003. 3
Bu çalışmaların en ilgi çekici örnekleri, Rem Koolhaas’ın başı çektiği araştırma gruplarının yayınlarında bulunabilir. Rem Koolhaas ed., Mutations, Barselona: Actar, 2001 ve Rem Koolhaas, Bruce Mau, SMLXL, Monacelli Press, 1997.
4
Conzen, M. R. G. "The use of Town Plans in the Study of Urban History." In The Study of Urban History, ed., H. J. Dyos. New York: St. Martin's Press; 1968; Caniggia, Gianfranco and Gian Luigi Maffei. Architectural Composition and Building Typology, Interpreting Basic Building. Firenze: Alinea Editrice, 2001; Anne Vernez-Moudon, Built for Change: Neighborhood Architecture in San Francisco, Boston: The MIT Press, 1986. Tipomorfoloji çalışmalarına Tanzimat ve Cumhuriyet döneminde imar planı ve mülkiyet değişiminin kent
230
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
dokusundaki izlerinin arayan çalışmalara örnek olarak ise Pinon, Pierre. "Anadolu ve Balkanlardaki Yerlesim Dokusu Uzerine Bir Tipoloji Denemesi” (An Essay on the Typology of Settlement Patterns of Ottoman Cities in Anatolia and the Balkans). in Osmanlı Mimarlığının Yedi Yuzyılı ‘Uluslarustu Bir Miras.’ eds., Nur Akin, Afife Batur, and Selcuk Batur, 166-79. Istanbul: YEM, 1999; Pierre Pinon ve Stefanos Yerasimos, “Releves Apres Incendie et Plans D’Assurances: Les Precurseurs du Cadastre Stambouliote” Environmental Design, Journal of the Islamic Environmental Design Research Centre, no 13-14, 1993. 5
Bu tür coğrafi çalışmaların en başat örnekleri olarak Edward Soja, Postmodern Geographies, Londra:Verso, 1989,190-249; Alan Pred, Richard. Lost Words and Lost Worlds: Modernity and the Language of Everyday Life in Late NineteenthCentury Stockholm. Cambridge: Cambridge University Press, 1990; Saskie Sassen, The Global City: New York London Tokyo. Princeton: Princeton University Press, 1991. New ed., 2001; Murat Güvenç-Oğuz Işık, “İstanbul’u okumak: Statü-konut mülkiyeti farklılaşmasına ilişkin bir çözümleme denemesi” Toplum ve Bilim, sayı 71, 1996.
6
Bazı mekan dizimsel analiz kullanılarak yapılmış Türkçe lisansüstü çalışmalarından örnek vermek gerekirse: Özlem Özer, “Yaya hareketleri ve Mekan İlişkisi: İstanbul-Galata Bölgesi Örneği,” yayımlanmamış y.l. tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Ens., 2006. Asuman Dağ, “Mekansal Dizim ve Görünür Alanın Mimari Mekan Algısına Etkisi” yayımlanmamış y.l. tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Ens., 2005. Fırat Sarı, “Şehirsel Mekanda Biç,m ve İşlev İlişkileri: İzmir Liman Bölgesi…” yayımlanmamış y.l. tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Ens., 2003. Mehmet Topçu, “Şehir Morfolojisi Üstüne bir Çalışma: Konya ve Antakya…” yayımlanmamış y.l. tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Ens., 2003
12
Bill Hillier, “The Hidden Geometry of Deformed Grids: or why the space syntax works, when it looks like it should not” Environment and Planning: Planning and Design, vol.26, 1999, 169-191. 13
Bill Hillier, Space is the Machine. Londra: Cambridge University Press, 1996, 215-239 14
Kamusal alanı mekan üstünden bu bağlamda okuyan eserlere örnek olarak: Hannah Arendt İnsanlık Durumu, İstanbul: İletişim yay. 1994; Richard Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1996 15
John Peponis, “Interacting Questions and Descriptions” Proceedings 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta; 2001. 16
Adrian Forty, Words and Buildings, New York: Thames & Hudson, 2000; 114. 17
Colin Rowe ve Fred Koetter, Collage City Boston: The MIT Pres, 1978. Şekil-zemin ilişkisi özellikle alan-yoğunluk ilişkisini anlatmak üzere kullanılır. 18
Literatürde her iki terimde birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılır. Atlanta merkezli araştırmacılar çoğunlukla lines of sight terimini kullanırken, Londra merkezli araştırmacılar axial lines terimini kullanır. 19
Çizgilerin analizi bilgisayar ortamında yapılmaktadır. Mac işletim sisteminde Axman, Windows işletim sisteminde ise Spatialist adlı programlar analiz için çizgiler arası hiyerarşik sırayı hesaplamaktadır. 20
John Peponis, Descriptions”.
“Interacting
Questions
and
21
Bill Hillier ve Jullianne Hanson, The Social Logic of Space, Cambridge: Cambridge University Press, 1984.
Integration sözcüğünün bugüne kadar farklı Türkçe karşılıkları olmuştur: entegrasyon, tümleşiklik ya da kaynaşıklık. Kanımızca, bu terimlerden ziyade bütünleşik sözcüğü mekan dizim kuramıyla da örtüşen anlamıyla daha uygundur.
8
Space.
22
Kim Dovey, Framing Places Mediating Power in Built Form. New York: Routledge, 1999.
23
7
Henri Lefebvre, The Production of Cambridge: Blackwell, 1995. 9
10
Mahmut Mutman, “Üretilen Mekan, Yok olan Mekan” Toplum ve Bilim, 64-65/Kış 1994, 181-196. 11
Jürgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
Bu, çizilmiş olan her aks için bilgisayar ortamında tek tek yapılır.
Bill Hillier, “The Architectures of Seeing and Going…” Proceedings 4th International Space Syntax Symposium, Londra; 2003. 24
Kevin Lynch, The Image of the City. Boston: The MIT Press, 1960. 25
Bill Hillier, “Cities as Movement Economies” Space is the Machine, 1995; Bill Hillier, “The Hidden
231
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
Geometry of the Deformed Grid” Environment Planning B: Planning and Design, 26, 1999, 169191; Bill Hillier, “A Theory of the City as Object” Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001. 26
Bill Hillier, “The Knowledge that Shapes the City, the human city beneath the social city” Proceedings 4th International Space Syntax Symposium, Londra; 2003. 27
John Peponis v.d., ”Regularity and Change in Urban Space” Ekistics 334-35, 1989, 4-16 28
John Peponis v.d., “The Spatial Core of Urban Culture” Ekistics 334-35, 1989, 43-55. 29
John Peponis v.d., ”Regularity and Change in Urban Space” 30
Ruth Conroy Dalton, “The Secret is to Follow Your Nose, Route Path Selection and Angularity” Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001.
31
Ruth Conroy, “Spatial Navigation in Immerse Virtual Environments” yayımlanmamış doktora tezi, Londra: University College London, 2001. 32
Young Ook Kim, “The Role of Spatial Configuration in Spatial Cognition” Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001. 33
Jane Jacobs, Death and Life of Great American Cities. New York: Vintage Books, 1961. 34
S. Shu ve J. Huang, “Spatial Configuration and Vulnerability of Residential Burglary: a case study of a city in Taiwan” Proceedings of the 4th International Space Syntax Symposium, Londra; 2003. 35
Linda Nubani ve Jean Wineman, “The Role Of Space Syntax in Identifying the Relationship Between Space and Crime” Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. 36
(Bina ölçeğindeki araştırmalar üstüne yapılan eleştiriler dışarda tutulmuştur.) Carlo Ratti, “Space Syntax: some incosistencies” Environment and Planning B: Planning and Design, 2004, vol. 31, 487-499.
37
John Peponis, Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001.
38
Michael Batty, “The Automatic Definition and Generation of Axial Lines and Axial Maps”, Environment and Planning B: Planning and Design, vol. 31, 2004; 615-640. 39
Alasdair Turner, “Could a Road-centre Line Be an Axial Line in Disguise?” Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. 40
Edward Soja, “In Different Spaces, Interpreting the Social Organization of Societies” Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001. 41
Nick Dalton, John Peponis, Ruth Conroy-Dalton, “To tame a TIGER one has to know its nature: Extending weighted angular integration analysis to the description of GIS road-centerline data for large scale urban analysis” Proceedings of the 4th International Space Syntax Symposium, Londra; 2003; 42
Alasdair Turner, “Angular Analysis” Proceedings of the 3rd International Space Syntax Symposium, Atlanta, 2001; Bill Hillier ve Shinichi Iida, “Network Effects and Psychological Effects: a Theory of Urban Movement” Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. 43
Alasdair Turner, “Could a Road-centre Line Be an Axial Line in Disguise?” Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. 44
Carlo Ratti, “The Lineage of the Line: Space Syntax Parameters from the Analysis Urban DEMs” Environment and Planning B: Planning and Design, 2005, vol. 32, 547-566. 45
Sema Kubat v.d. “A 3-D Anlalysis of the Street Network in Istanbul: an extension of Space Syntax using GIS” Islamic Area Studies with GIS- new horizons in Islamic studies Okabe Atsuyuki ed. Routledge, New York, 2004; 207-221. Yasushi Asami v.d. “Introducing the Third Dimension on Space Syntax: Application on Historical Istanbul” Proceedings of the 4th International Space Syntax Symposium, Londra; 2003. 46
Gökhan Ülken, Erincik Edgü, “Social Dynamics of Urban Transformation” Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. içinde. 47
Sema Kubat v.d., “Movement Activity and Strategic Study for Istanbul’s Historical Galata
232
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E. Çil
District”. Proceedings of the 5th International Space Syntax Symposium, Hollanda; 2005. 48
Ela Çil, Exploring the Spatial Structure of Assos/Behramkale, an Assesment of Two Analytical Methods” yayımlanmamış araştırma raporu, Ann Arbor: Doctoral Program in Architecture, 2001. 49
Frederico de Holanda, “Class Footprints in the Landscape” Proceedings of the 2nd International Space Syntax Symposium, Brazilya; 1999. 50
Ela Çil, “Exploring the Construction of the Identities of Kula, A Place in Aegean Anatolia” yayımlanmamış doktora tezi. Ann Arbor: University of Michigan; 2005. 51
Bill Hillier, Space is the Machine.
233
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
M. D. Özügül
[14] Steiner, F., (1999), The Living Landscape – An Ecological Approach to Landscape Planning, McGraw-Hill, New York. [15] Klosterman, R.,E., Brail, R.,K., Bossard, E.,G., (1993), Spreadsheet Models for Urban and Regional Analysis, New Jersey. [16] Gholamnezhad, A., H. and Xia, S., R., (1984), “Formulating Energy Startegies and Policies for China; A Systematic Approach”, Environment and Planning B, 11:213-228. [17] Golden, B., L., Wasil, E., A. and Harker, P., T., (1989), The Analytic Hierarchy Process: Applications and Studies, Springer-Verlag, Berlin. [18] Hamalainen, R., P. and Seppalainen, T., O., (1986), “The Analytic Network Process in Energy Policy Planning”, Socio-Economic Planning Sciences, 13:399-405. [19] Rahman, S. and Frair, L., C., (1984), “A Hierarchical Approach to Electricity Utility Planning”, International Journal of Energy Research, 8:185196. [20] Nijkamp,P. and Vreeker, R., (2000), “Sustainability Assessment of Development Scenarios: Methodology and Application to Thailand”, Ecological Economics, 33:7-27. [21] Vreeker, R., Nijkamp,P. and Welle, C., (2001), “A Multicriteria Decision Support Methodology for Evaluating Airport Expansion Plans”, Transport and Environment, 7:27-47.
[26] Coşkun, H., G, Sen, Z., Ekercin, S., Coşkun, M., Z., Özpolat, A. ve Erdem, T., (2001), “Uzaktan Algılama ve Coğrafi Bilgi Sistemlerinin Ömerli Barajı ve Havzasında Uygulanması”, Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilişim Günleri, 13-14 Kasım 2001, Fatih Üniversitesi, İstanbul. [27] Suher, H., (1963), İstanbul’da Bölge Planlamasına Yardımcı Bir Araştırma, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Teknik Üniversite Matbaası, İstanbul. [28] İmar ve İskan Bakanlığı Marmara Bölge Planlama Teşkilatı, (1960), Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı, İstanbul. [29] İSKİ, (1990), Havza Koruma Daire Başkanlığı Bilgisayar Dökümleri, İstanbul. [30] İSKİ, (1999), Havza Koruma Daire Başkanlığı Bilgisayar Dökümleri, İstanbul. [31] D.S.İ. 14. Bölge Müdürlüğü, (1990), İstanbul Baraj Gölleri Kirlilik Araştırma Raporları, İstanbul. [32] Üçüncü İstanbul Su Temini ve Kanalizasyon Projesi (TIWS) ÇED Raporu, (2000), Üçüncü İstanbul Su Temini ve Kanalizasyon Projesi (TIWS) ÇED Raporu, cilt 6 – Çevresel Değerlendirme.
İnternet Kaynakları http://www.die.gov.tr
[22] Suri, L., (2000), İçme Suyu Havzalarında Planlama ve Yönetim Ömerli İçme Suyu Havzası Örneği, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul. [23] Özügül, M., D., (2000), İstanbul’un İçme Suyu Havzalarının Değerlendirilmesi, Ekolojik Planlama Doktora Dersi Raporu, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul. [24] İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, (1997), Nüfus ve Demografi 19271990, İstanbul Külliyatı Cumhuriyet Dönemi İstanbul İstatistikleri 1, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı İstanbul Araştırmaları Merkezi, EKSEN Basım Yayın, İstanbul. [25] Özden, P., (2004), “Kentsel Gelişim Politikaları ve Su Havzaları: İstanbul Metropoliten Alanına Yansımalar”, İstanbul ve Su, 8-9 Ocak 2004, , İstanbul, sf.169-186.
217
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
PLANLAMA- KORUMA İLİŞKİSİ ÜZERİNE YENİ BİR SİSTEM ÖNERİSİ Dr. Elif ÖRNEK ÖZDEN * , Prof. Dr. Zekai GÖRGÜLÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Mimarlık Fakültesi, İstanbul, Yıldız, Beşiktaş elifornek@gmail.com , eornek@yildiz.edu.tr , gorgulu@yildiz.edu.tr ÖZET Binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan ya da doğa ile birlikte yarattığı ve bugün " Kültür ve Tabiat Varlıkları Mirası" diye adlandırılan belgeleri koruma olgusu, çağımızda insanlığın ortak sorunu olarak kabul edilen ve üzerinde önemle durulan bir olgu ve sorumluluktur. İletişim araçlarının ulaştığı hızlı gelişmenin dünya halklarını birbirine yaklaştırması, bu ortak mirasa sahip çıkmayı kuvvetlendirmekte ve sahiplerinin sorumluluğunu arttırmaktadır. Bu sorumluluğun en önemli getirisi ise, kültür ve tabiat varlıklarını korumada, tüm dünya ülkelerinin ortak bir dil ve kritere sahip olma zorunluluğudur. Bu amaçla korumacılığa ilişkin yasal sistemlerin gerekliliği kabul görmüş, önceleri bireysel çaba ve girişimlerle sınırlı kalan koruma kavramındaki gelişim giderek her ülke için uluslararası sorumluluğa ulaşan bir konuma gelmiştir. Çalışmanın temellendiği sorun da korumanın geldiği bu önemli noktaya rağmen ülkemizin mevcut planlama sistemi içinde Koruma Amaçlı Planlamanın, yasalara ve kurumlara rağmen “istenilen” / “olması gereken” düzeyde gerçekleşememesidir. ‘Korumada etkin olan aktörler” bugünkü yapılanma içinde planlamayı işlevsizleştiren ve koruma uygulamalarını engelleyen rolleri, oluşumları, birbirleri ile ilişkileri ve denetimsizlikleriyle sorunun temel kaynağı olarak görülmektedirler. Anahtar Kelimeler : Kentsel Koruma, Koruma Amaçlı Planlama, Korumada Etkin Olan Aktörler, Planlama- Koruma Sistemi ABSTRACT A NEW SYSTEM PROPOSAL ABOUT THE PLANNING- PRESERVATION RELATION Preservation of the documents that humanity created directly or together with nature during the thousands years of civilisation history is today called “Heritage of Cultural and Natural Properties”. This preservation is a fact and responsibility recognised as a common problem of humanity and to which big importance is attached in our era. The rapid development of the communication means makes world’s people closer to each other day by day, reinforces the idea of preservation of the common heritage and increases the responsibilities of its owners. The most important result of this responsibility is that all the world countries should have a common language and criteria to preserve the properties of culture and nature. To this end, people recognised the need for a legal system or systems, and the improvement in preservation, which had been limited to individual efforts and attempts before, reached a level that imposes individual and international responsibility on every single country. The starting point of the study is based on the fact that the Planning for Preservation in the current planning system did not be implemented at “desired”/”necessary” level in spite of relevant laws and institutions. The main reasons of this problem are the roles and formations of the actors and their relations with each other and uncontrolled situation effective in preservation in the current structure which hinders the functionality of the planning and prevents the preservation practice. Key words: Urban Preservation, Preservation Plans, Actors Effective in Preservation, Planning Preservation System
*
Örnek Özden, E., (2005), ‘Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunmasında Planlama-Koruma İlişkisi Üzerine Yeni Bir Sistem Önerisi’, (basılmamış), Doktora Tezi, YTÜ, İstanbul.
234
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
ile çelişen kararlar alınmakta, bu da korumayı güçleştirmektedir.
1.GİRİŞ 1950 yılından günümüze kadar, hızlı bir kentleşme sürecine giren ülkemizde, kırsal alanlardan kentlere olan göç, yerleşim sorununu beraberinde getirmiş, yerleşme alanları olarak bir yandan yeni alanlar seçilirken, bir yandan da merkezi tarihi doku içindeki alanlar cazip hale gelmiştir. Böylece; zengin tarihsel çevreye sahip olan kentlerimiz, bu değerlerin bir kısmını yitirmiştir, bir kısmını ise yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Geçmişin tümünün kaybedilmesi korkusu ise “koruma” fikrinin doğmasına neden olmuştur. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının en önemli aracı ise planlamadır. Kentsel doku, mimari ve mühendislik yapılarının varlıklarının sürdürülmesi, bu fiziksel verilerin bir kültürel dizgenin vazgeçilmez öğeleri olduğunun kabulü, korumanın işlevselliğini, önemini ortaya koymaktadır. Çünkü bu değerlerin oluşmasında yörenin ekonomik ve sosyal özellikleri (yaşama alışkanlıkları, gelenekler, iklimsel özellikler gibi bireyin, dolaylı olarak da toplumun yaşam biçimlerine yön veren pek çok etken) önemli rol oynamakta; bu faktörler de fiziksel çevrenin oluşumuna etki etmektedir (1). Geçmişten geleceğe bir köprü oluşturan tarihi çevreyi korumanın önemi sadece işlevsel bir yararlılık kazandırmak ya da hayranlık uyandıran genel görünümlerinin korunması değil, bütün bunların yanında ortaya koydukları “kimlik”ten dolayı da olmaktadır. Ulusal ve etnik çatışmaların arttığı günümüzde kültürel devamlılığın anlamı daha da önem kazanmakta ve uluslar gün geçtikçe tarihi çevrenin korunmasına daha çok önem vermektedirler. Koruma kararlarının sadece tarihsel bölgeye yönelik olmaması, kent imar planları yapım aşamasında kentin özellikleri dikkate alınarak kent bütünü ile etkileşim içinde olması gereğinin kavranılması ayrıca önemlidir. Aksi halde kent içinde birbiri içine geçmiş alanlar için; birbirinden kopuk, birbiri
235
Ülkemizde taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası” ile tanımlanan “Koruma Amaçlı İmar Planları” öncelikli işlev üstlenmektedir. Yasal ve kurumsal gelişim açısından Avrupa ülkelerine paralel bir gelişim gösteren ülkemiz; planlama açısından istenen düzeye ulaşamamıştır. Bunda en önemli etkenler koruma düşüncesinin toplumda yaygınlaşmaması sonucu ne kullanıcıda ne de uygulamayı yapan birimlerdeki aktörlerde ortak inanç ve bakışın sağlanamamış olması, koruma politikalarının koruma ile ilgili birimlerde benimsenmemesi ve hatta net bir koruma politikasının bile olmaması, finansman sorunlarının bir türlü aşılamaması, korumanın bir kamu yararı olduğu bilincinin gelişmemesi olarak sayılabilir. 2. PLANLAMA-KORUMA İLİŞKİSİ “Ulusal bir yerleşme ve kalkınma planı çerçevesi içinde bilimsel yöntemlere göre yapılan araştırmalara dayanarak, plan, program ve projelerini hazırlamasını ve bu amaçla girişilecek çabaların gerçekleştirilmesini de kapsayan bir sanat ve çalışma alanı” (2) olarak tanımlanan kentsel planlama, batı uygarlığının aydınlanma, sanayileşme, kentleşme süreci içerisinde geliştirilmiş bir kavramdır. Özellikle sanayileşme sürecinde kentlerde ortaya çıkan sorunlara çözüm üretmek arayışları içerisinde, kentsel mekan sorunlarını oluşturan düzene eleştiri getirmek ve sanayileşme sürecindeki kentlerde ortaya çıkan sorunları azaltmak, mekanı sağlıklaştırmak ve yaşanabilir kılmak amaçlarına yönelen bir kavram olmuştur. Bir yandan Batı uygarlığının düşünsel kaynaklarından beslenmiş, diğer yandan da uygulamada yaşanan sorunları
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
aşmaya yönelerek sürekli bir sorgulama ile gelişmiştir. Sorgulama sürecinde kent planlamanın etkinliğini sağlamak ve bu etkinliği sınırlayan sosyal sistem ile onun karar çevresi konusundaki kazanımlar planlamanın sosyal ve politik boyutlarını ön plana çıkartmıştır. Fiziki planlamanın kent ölçeğinden kent üstü ölçeğe sıçraması 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ortaya çıkardığı sorunların bölge planlamayı kavramsallaştırması ile gerçekleşmiştir. Ülke fiziki planı ise 2.Dünya Savaşı sonrasındaki ilk yıllarda çıkmış ve böylece mekansal planlama kavramı, ülke, bölge ve kent planlamadan kır planlamaya inen bütünsel bir içerik kazanmıştır. Ülkemizde ilk planlama dönemi olarak tanımlanabilecek Cumhuriyet’in kuruluş yılları dünya ölçeğindeki ekonomik bunalım dönemi ile eş zamanlıdır. Ancak kriz döneminin 1950’li yıllara kadar kademeli devam edişi ve kapitalizmin öngördüğü liberal politikaların çökmesine karşın özellikle büyük kentlerde başlayan “kent planlama” anlayışı ve politikaları oluşturma çabası vardır. Bu çaba yeni kalkınma doktrinleri ile birlikte gündeme gelen “devletlerin sosyal işlev ve görevleri” ilkesinin yaşama aktarılma anlayışında izlenmektedir. İkinci dönem kentlere hızlı göç olgusunun ortaya çıktığı 1950’li yıllar ile başlayan ve kökten değişen ekonomik politikalara uyum süreci içinde planlamanın bir yana bırakılarak operasyonel çözümlerle sonuç aranmaya başlandığı dönemdir. 1960’lar askeri müdahale sonucu ”sosyal hukuk devleti” olduğu anayasasında yer alan bir ülke olarak kent planlamaya yansıyan “yeniden planlama”ya ağırlık verilen ve özellikle planlama eğitimi veren okulların açıldığı, planlama kademelenmesine (özellikle bölge planlama) önem verilen bir dönem olmuştur (3). 1970’li yılların ortalarından itibaren yaşanmaya başlanan ekonomik kriz ile birlikte dünyanın dört bir yanını saran büyük bir değişim süreci oluşmaya başlamış ve 1980’den itibaren yeni dünya düzeni, küreselleşme, neo-libaralizm
236
gibi kavramlarla tanımlanan süreç hayatın her alanına damgasını vurmaya başlamıştır. Küreselleşme ile birlikte kente farklı bakış açıları ve farklı önceliklerle yaklaşılmaya başlanmış, yarışan kentler, küresel kentler gibi yeni kavram ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Bu süreç paralelinde 1970’li yılların sonlarından itibaren planlamanın 1960’lardaki bütünselliği reddedilmiş, parçacı planlama yaklaşımları gündeme gelmeye başlamıştır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeni planlama yaklaşımları olarak adlandırılan bir dizi model ve kavram tartışılır ve savunulurken, genel anlamda planlamada bir gerileme süreci yaşanmıştır. Planlama kavramı üzerine benzer tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Bugün üç ayrı planlama yaklaşımından söz etmek mümkündür : Plan yerine kentsel projeler, Küreselleşmenin plan reddine karşılık, modernist kent ve planlamaya sahip çıkış, Modernist ve postmodernist yaklaşımları eleştirel bir bakış ile irdeleyen yaklaşım ki bu yaklaşım temelde bütüncül planlamaya sahip çıkmakla birlikte, süreç ve model açısından yeni yaklaşımlar ortaya koymaya çalışmaktadır (4). Ülkemizin izlediği planlama politikaları kısaca bu şekilde tanımlanabilir. Bu süreçte planlama çalışmalarının temel felsefesini oluşturan planlama yaklaşımları da zaman içerisinde dinamik değişkenlere uyum amacı ile değişiklikler göstermiş ve klasik kent planlama yaklaşımından, geniş kapsamlı yaklaşıma, sistem yaklaşımına doğru çeşitlenmiştir. Özellikle 1980’lerden bu yana, dünyada değişim ve küreselleşme sonucunda giderek daha fazla önem kazanan kentlerin planlamasında yeni yaklaşımlar gündeme gelmiştir. İçerdiği farklı planlama anlayışı ve uygulamada sağladığı başarılarla dikkat çeken stratejik
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
planlama, giderek daha karmaşıklaşan, hızlı değişen ve belirsizliklerle yüklü bir dünyada ve kent ötesi belirleyicilerin kentlerin gelişmesi üzerindeki etkilerinin arttığı süreçler içinde etkinlik sağlayabilen bir yaklaşımdır. Planlamaya koruma açısından bakıldığında ise kentlerin özellikle 1950 sonrası yaşadığı hızlı ve plansız kentleşme hareketleri sonucu ortaya çıkan rantların kısa vadede elde edilme çabası kültür ve tabiat varlıklarının hızlı tahribine neden olduğu ve 1980 sonrası yaşanmaya başlanan planlama olgusuna ilişkin kavram ve tanımlardaki karmaşanın “özel amaçlı planlar” kavramının ortaya çıkışı ile birlikte plan yapımından uygulanmasına kadar her boyutta yetki ve sorumluluklara da yansıdığı görülmektedir. Kültürel ve doğal değerlerin korunmasının 1983 yılında çıkarılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası ile tanımlanan ve “öncelikli görev” olarak nitelenen Koruma Amaçlı İmar Planları ile sağlanması hedeflenmiştir. Stratejik planlama yaklaşımı içerisinde “Koruma Amaçlı İmar Planları” bir “eylem planı” olarak değerlendirilebilir. Stratejik seçme yaklaşımı “karar kuramı”na dayanmaktadır. Karar kuramındaki “mantıklı karar verme” olgusunda olduğu gibi, planlamada stratejik seçme yaklaşımında da, değişik olasılıkları içeren bir dizi seçenek arasından, bunları belirsizliklere karşı olası çıktıları ile alıp, karşılaştırarak bir seçme yapılması süreci tanımlanmaktadır. Planlama sürecinde, bu karşılaştırarak seçme işlemi, değerlendirme aşamasında gerçekleştirilmektedir (5). Stratejik planlama; orta vadeli program, bütçe ve eylem planlarını içermektedir. Stratejik plan yapıldıktan sonra uygulama için eylem planlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Eylem planlarının gerçekçiliği bütçenin yapılması ile bütünlük göstermektedir. Bu kapsamda stratejik planlama; farklı kamu organlarını bir araya getirerek, birlikte karar üretilmesini sağlayan, orta ya da uzun vadeli geniş kapsamlı bir dizi stratejik gelişme hedefini
237
ortaya koyan, fiziksel, mali ve kurumsal boyutları olan bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu süreç, çok sektörlü yatırım planlaması, stratejik planlama formunda bir yönetim planı olarak algılanmaktadır. Güncel durumun değerlendirilmesi, aktör ve temaların belirlenmesi, alternatiflerin sunulması, fikir birliğinin sağlanması gibi aşamaları olan stratejik planlamada teknolojinin takip edilmesi de çok önemlidir (6). Böyle yaklaşıldığında stratejik planlama; uygulamaya ilişkin çerçeve politikaları içeren, çok sektörlü stratejiler ve programlara odaklanan, kapital harcamaları ve operasyonlarla ilgili olarak bütçe bağlantılı, tüm ilgili tarafların katılımına açık, stratejik seçme olanağı sağlayan, 5 – 20 yıl ufku olan, orta – uzun vadeli gelişme perspektifi sunan, denetim mekanizmaları ile bütüncül bir süreç olarak ele alınmaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki; yerleşmelerin gelişmelerini sürdürürken tarihi karakterlerini de kaybetmelerini önlemek ve kendilerine uygun olmayan kullanımlardan arındırılmalarını sağlayacak araç planlamadır. Tarihi varlıkların hem kontrol altın alınmasının ve hem de müzecilik anlayışının dışına çıkılarak kentin yaşayan bir parçası olarak değerlendirilmesinin en önemli aracı planlamadır. Kentlerde ve kent parçalarında kent planlamasının uygulanması, bu uygulamada insanla ilgili değerlere giderek daha çok önem verilmesi sonucunda, tarihsel çevrenin özelliklerine daha duyarlı ve saygılı bir kent planlama yaklaşımı gelişmiştir. 2.1. PLANLAMA-KORUMA İLİŞKİSİNDE İLKELER Bugün kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının, bir başka deyişle tarihi, kültürel ve doğal çevrelerin korunmasının tek aracı “Koruma Amaçlı İmar Planları”dır. Koruma amaçlı imar planı
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
terimi 1970’li yıllarda Türkiye’de yeni ortaya çıkan çevre koruma olgusunu yasal bir çerçeveye oturtabilme çabalarının ürünüdür. Bu terim, zaman içinde koruma yaklaşımının içeriğini belirleyen bir hale gelmiştir. Bu yaklaşımla yapılan imar planları yasanın belirlediği sit alanları ile sınırlı kalmış, alanın kent bütünü içindeki yeri, tanımı, gelecekteki rolü ve ilişkileri bir yana bırakarak kentsel sit alanının tek başına planlanması haline dönüşmüştür. Oysa korumada kuramsal yaklaşım tarihsel dokunun kentin yaşamına doğru ve dengeli katılım ile gelişmesini sağlamayı gerektirir ki imar planı ölçeği bu durumu tam olarak karşılayamaz ve kent bütününe ilişkin planlama kararlarının her ölçekte (ülke, bölge, havza, kent) sit alanı ile bütünleştirilerek korunması gereklidir. Salt planların hazırlanması ve onaylanması da bu süreçte yeterli değildir, yapılan planların uygulanması gereklidir. Gerek genel planlama anlayışı olarak gerekse korunacak alanlar özelinde koruma amaçlı imar planlarının üretilmesinde aşağıdaki ilkeler benimsenmelidir : ¾ Nazım plan, uygulama imar planları yapımı öncesi her türlü kurumsal ve bireysel talep ve görüşler alınarak değerlendirilmelidir. ¾ Planların yapılması ve onanması ve farklı ölçeklerle olan ilişkilerinin tanımlanmasında hiyerarşi esas olmalı ancak, farklı ölçeklerdeki planlara çeşitli kurum, sivil toplum örgütleri ve kişilerin girdi vermesi desteklenmelidir. ¾ Her ölçekte planlamaya veri sağlayan kurumların birbiri ile eşgüdümünü sağlayacak veri tabanının oluşturulması zorunludur. ¾ Sivil toplum kuruluşları ve bilimsel kurumların görüşlerinin alınacağı ortak çalışma düzlemlerinin oluşturulması gerekmektedir. ¾ Koruma alanları özelinde koruma kurulları, temel ilkelerin belirlendiği, stratejilerin üretildiği, standartların oluşturulduğu birimler olarak düzenlenmeli, bu doğrultuda gerek
238
üniversiteler ve meslek odaları ile gerekse sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılarak toplumu koruma konusunda bilinçlendirmeye yönelik çalışmaların da yürütüldüğü bir misyon yüklenmelidir. Kent kimliğinin ve kent belleğinin korunması, tarihi kentsel dokunun yeniden canlandırılması sosyal, ekonomik ve fiziki mekanın birlikte bütüncül olarak ele alınması ile mümkündür. Kamunun bizzat yatırımcı olması nedeni ile uygulamayı yönlendirici, tetikleyici ve teşvik edici rolü önemlidir. Dolayısı ile bugünkü yapılanmada edilgen bir konumda olan kamunun etkin pozisyon yüklenmesi gerekmektedir. Korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının değerleri yitirilmeden gelecek kuşaklara aktarılması, çağdaş koruma anlayışının benimsendiği planlama çalışmaları ile mümkündür. Günümüzde kent planlarında fizik mekanın katı bir bakış açısı ile ele alınması ve yerel dinamiklerden kopuk bir anlayış ile hazırlanmaları sorununun önüne geçebilmek adına stratejik ve kapsamlı planlama anlayışının benimsenmesi önemli bir araç olarak görülmektedir. Farklı konular özelinde tanımlanan sorunlu alanlar, nazım plan ölçeğinde “eylem alanları” olarak tanımlanmalıdır. Bu kapsamda sit alanları da benzer bakış açısı ile planlama bütünlüğü içinde “eylem alanları” olarak değerlendirilmelidir. Eylem planlamasında aktörler çok güçlü olarak karşımıza çıkmaktadır. Koruma Amaçlı İmar Planları da bir eylem planı olarak değerlendirildiğinde korumada etkin olan aktörlerin yeniden yapılanması ve görev tanımlarının yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Bu yaklaşım çerçevesinde, kültür varlıklarını korumada yetki ve sorumluluk sahibi olan kamu kurum ve kuruluşları arasında eşgüdümün
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
sağlanması, hepsinin de uzman kadrolarını geliştirmeleri gereği tartışılmazdır. 2.2. PLANLAMA-KORUMA YENİ HEDEFLER
İLİŞKİSİNDE
Kent planlamayı, gelişmeci bir perspektif ile, yeni alanların imara açılmasına indirgeyen planlama anlayışının artık terk edilmesi gerekmektedir. Planlama salt fiziksel çevrenin düzenlenmesine indirgenmemeli, toplumsal, ekonomik ve fiziksel mekanı bir bütün olarak ele almalıdır. Bu doğrultuda kültürel değerlerin ve tabiat varlıklarının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması planlamanın her kademesinde ana amaç olmalıdır. Planlama anlayışı olarak stratejik planlama anlayışının benimsendiği bakış doğrultusunda bir araç olarak tanımlanabilecek eylem planlaması; güncel sorunlar ve olanakları uzlaşmacı bakış ile değerlendiren bir vizyon tanımlamalı, bu sorun ve olanaklar için stratejik amaçlar tanımlamalı, hedef belirleyerek, uygulama stratejileri ve programlar oluşturmalı ve süreci geri dönüşlerle değerlendirmelidir. Tüm bu bakışlar doğrultusunda; kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında en önemli araç olan planların; sit alanı ilanı sonrasında elde edilme, onaylanma ve uygulama süreçlerinin uzaması, bu durumda da korunacak değerlerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması sorununu planlama boyutunda gidermek üzere yeni bir sistem önerilmektedir. Bu sistemin 7 ana hedefi bulunmaktadır. •
İlgili Kurumlar Arasında Eşitlik ve Eşgüdüm Kültür Bakanlığı’nın koruma konusu ile ilgili birimleri olan Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurulları ile yereli temsil eden belediyelerin, sık sık yetki çatışmaları yaşamaları ve birbirleri ile kopuklukları etkin koruma için sorun yaratmaktadır. Bu nedenle bu üç birimin görev tanımları yeniden yapılmalı, koruma ile ilgili oluşumları farklılaştırılmalıdır. Mevcut sistemde koruma
239
kurulları belediyeler ve ilişkili oldukları diğer kurumlarla da olması gereken eşgüdüm sağlanamamaktadır. Oysa koruma kurulları, geçiş dönemi yapılaşma koşullarını birebir mekanda imara dönüştüren kararları veren birimler olarak, özellikle tarihi dokunun yoğunlaştığı alanlarda planların yapılmasına veri vererek katkıda bulunabilirler. Kurumlar arasında ilişki ve eşgüdüm gerektiren bir başka önemli konu Koruma Amaçlı İmar Planı yapımıdır. “Koruma Amaçlı İmar Planı” özellikli bir plan türü olarak tanımlanmakla birlikte; bu planları yapacak / yapabilecek plancılar ya da planlama ekipleri tanımlanmamıştır. Bu planı üretmesi gereken ilçe belediyelerinin kendi bünyelerindeki planlama ya da imar grupları ile yeterli olamayacakları açıktır.** Büyükşehir Belediyeleri dışındaki belediyelerin büyük çoğunluğunun teknik kadrosunda şehir plancı, arkeolog, mimar, inşaat mühendisi, harita mühendisi v.b. gibi teknik vasıflı meslek gruplarını temsil eden çalışanların bulunmaması, çalışanların çoğunluğunun da eğitimleri sırasında tarihi çevreyi korumaya yönelik bilgi almamış olmaları yerel yönetimlerin korumadaki yetersizliklerinin bir nedenidir. Planlama eğitimi veren okullardaki koruma eğitiminin de böyle bir planı yapmaya yeterliliği tartışmalıdır. Yine sadece plancıdan / plancılardan oluşan ekiplerin de uygun olmadığı görülmektedir. • Parasal Kaynaklar Gerek tek yapı ölçeğinde gerekse doku ölçeğinde korumanın en önemli sorunlarından birisi parasal kaynakların yetersizliğidir. Koruma işlemi oldukça pahalı bir eylemdir. Kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan kültür 5226 sayılı yasa değişikliği ile şehir plancıların koruma planlarının müellifi olduğu ve ekip çalışması gerektirdiği yasa maddesi olarak tanımlanmıştır
**
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
ve tabiat varlıklarının korunması, bu kuruluşların bütçelerine her yıl Kültür Bakanlığı’nca bu amaçla konulan ödeneklerle yapılmaktadır. Uygun gördüğü durumlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel İdareleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları, maliklere, koruma, bakım ve onarım için teknik eleman ve ödenekleri ile yardımda bulunmaktadır. Özel mülkiyete konu kültür varlıklarının korunması ise Resmi Gazetenin 24.6.1985 tarih ve 18791 Sayılı “Özel Hukuka Tabi Gerçek Ve Tüzel Kişilerin Mülkiyetinde Bulunan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Katkı Fonu Yönetmeliği” ile sağlanmaktadır. Bunların yanısıra diğer parasal katkı; I.ve II. grup taşınmaz kültür varlıklarının her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olmasıdır. Kültür ve tabiat varlıkları yapılacak onarım vb. çalışmalar için kültür ve tabiat varlıklarından belediyece alınacak vergi, harç ve harcamalardan muaftır. Yine, anıt eserler turizm amaçlı olarak kullanılacak ise Turizm Bakanlığı’nca kredi sağlanabilmektedir. 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 12.maddesi ile emlak vergilerinin %10 oranında artışı sonucu elde edilecek gelirin ‘Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı’ olarak kullanılması öngörülmüştür. Yine aynı maddede 2985 sayılı Toplu Konut Yasası uyarınca verilecek kredilerin %10’unun tescili taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu işlerine ilişkin başvurularca kullanılması hükme bağlanmıştır. Ancak bu kaynakların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Halkın korumaya bakışını değiştirebilmek, bu amaçla iyi örnekler ortaya koyabilmek ve yapılan planları uygulamaya geçirebilmek için daha etkin kaynaklara ihtiyaç vardır. • Kararlarda Açıklık / Katılım Koruma kararlarından en çok etkilenenler kuşkusuz sit alanı ilan edilen bölgede yaşayanlardır. Planlama sürecinde çoğunlukla yer almayan / alamayan bu kesimi temsil edebilecek sivil toplum örgütleri
240
olarak nitelendirilen meslek odaları, vakıflar, dernekler v.b. ise planlama ve uygulama aşamasına doğrudan müdahalede bulunamamakta, ancak görüş bildirerek sürece katkı koyabilmektedirler. Karar ve uygulamalardan doğrudan etkilenen ve sürece dahil edilmeyen, alınacak kararlarda düşüncelerine danışılmayan, bu nedenle de gerekli bilincin bir türlü yaygınlaştırılamadığı alanın kullanıcısı olarak nitelendirilen sakinler ise, yasal olarak ilgili Koruma Kurulu’nun verdiği kararlara uymak zorunda olmasına rağmen, yaşadığı alana ilişkin kararlardan çok sonra haberdar olmasının da etkisi ile sadece kişisel menfaatine uymayan durumlarda, şikayetçi oldukları konularda yine ilgili Koruma Kurulu’na başvurarak görüş almaktadırlar. Kararların daha katılımcı ortamlarda alınması, (bu katılım ortamı, koruma kurulu –belediye / valilik– sivil toplum örgütleri gibi koruma kararını alan- uygulayan ve etkilenen birimlerin temsilcilerinden oluşmalıdır) ya da hemen açıklanması, özellikle koruma kararlarından en çok etkilenecek kişilerin ve grupların kararlar kesinleşmeden bilgilendirilmesi, görüşleri alınıp planlama sürecine katılması ile toplumda koruma bilincinin yaygınlaştırılması ve gerekli kamuoyu desteğinin, giderek parasal desteğin sağlanması mümkün olabilecektir. •
Planlamanın Süreç Olarak Ele Alınması “Sit Alanı” ilan edilen alanda geçiş dönemi yapılaşma koşullarının yürürlükten kalkması Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planlarının yürürlüğe girmesi ile mümkün olmaktadır. Büyükşehir belediyelerinin olduğu yerlerde nazım planın ve uygulama planının farklı birimlerce hazırlanması (büyükşehir belediyesi - ilçe belediyesi) ve eş zamanlı olmayışı uygulama ve kararların tutarlılığı açısından sorun yaratmaktadır. Taşınmaz kültür ve tabiat
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
varlıklarının korunması sadece bulunduğu kent ile de sınırlı kalmayan, mevcut planlama kademelenmesi içinde bölge planı – kent planı ilişkisini de kurgulayacak şekilde ele alınmalı ve nazım plan ile uygulama imar planının eş zamanlı üretilmesi sağlanmalıdır. Günümüzde planlama sürecine eklenen “havza” kavramının da korunacak alanlara uygulanması ile “Havza Ölçeğinde Koruma” kavramı geliştirilmiştir. Bu kavrama göre; koruma amaçlı planlamada “sitler”le sınırlı kalmanın yeterli olmadığı ve bu nedenle birbiri ile tarihsel, ekolojik ve sosyo-ekonomik etkilenmeler içinde bulunan yaşam değerlerinin aynı doğayı ve coğrafyayı paylaştıkları “çevre ve kültür havzalarının” bir bütün olarak korunması ve yaşatılması hedeftir (7). Yine mevcut planlama sistemimizdeki özel amaçlı plan türleri zaman zaman bir “eylem planı” niteliğinde katkı sağlasalar da; Parçacı yaklaşımdır, Yapılaşmaya fizik mekana yansıyacak olan sosyal ve ekonomik verilerin ilgili yerleşmenin bütününde toplanamamasından kaynaklanacak aksaklıklara neden olmaktadır, Mevcut yapılaşmaya göre oluşturulacak yeni plan kararlarının alanın yakın çevresini, giderek tümünü kapsayan plan içinde sağlıklı yorumlanabilme zorluğu oluşturmaktadır, Koruma planı = mevzi plan anlayışı ile planlar yapılmasını alışkanlık haline getirme riski taşımaktadır. Günümüz pratiğinde yukarıda sayılan bu nedenlerle tarihi alanların kent içi ilişkisinin kurulamadığı, planlama alanı bütünü içinde oluşturulmuş özerk bir bölge, sınırları çizilmiş ve bu sınırların dışı yokmuş / boşmuş gibi algılandığı düşünüldüğünde, bölgesi ve yakın çevresi ile hiçbir ilişkinin kurulamayacağını söylemek yanlış olmaz. Bu durumda planının öngördüğü sosyal, ekonomik, kültürel ve fiziksel kararların dışında, parsel ölçeğinde tek bina ya da anıt koruma kararlarının
241
üretilmesi, kent bütününden tamamen soyutlanmış kararlar dizgesi olarak değerlendirilmenin önüne geçilememekte ve planlama bütünlüğü bozulmaktadır. Bu sorunu aşabilmek için koruma amaçlı planların, kent bütününe yönelik bir stratejik kararlar dizini bağlamında ‘eylem planı’ olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısı ile stratejik planlamanın ve disiplinler arası çalışma sistematiğinin hayata geçirilmesini zorlayacak kurumsal düzenlemeye ihtiyaç vardır. • Etik kavramının benimsenmesi Ahlak felsefesi olarak tanımlanabilen “etik” kurallar sisteminin benimsenmesi, kültür varlıklarımızın korunmasında günümüzde karşılaştığımız sorunları çözebilecek ve kültürel varlıkların korunmasında kurumsallaşmayı etkinleştirecek etkili bir araca sahip olunmasını sağlayacaktır. Etik, kurumlar ve haklarla ilgilidir. Günümüzde varolan tüm evrensel değerler, kurallar, başta insan hakları olmak üzere, etik kavramından doğmuştur. Böyle olmakla birlikte etik kurallar, hukuksal alanın yerini almaktan öte, bu alanı tamamlayıcı ve kurumsallaşmayı destekler niteliktedir. Dünyada etik kurallar (Code of Ethics) birçok alanda oluşturulmuş olup uygulandığı alandaki tüm ilişkileri düzenlemektedir. Kültürel varlıkların korunması konusunda ise UNESCO başta olmak üzere; ICOM (The International Council of Museums), ICOMOS (International Council on Monuments and Sites) ve ICCROM (International Centre for the Study of the Preservation and Restoration) gibi örgütlerin bünyelerinde örnek alınabilecek çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmalar; kültürel varlıkların transferi sırasında hem birey - kurum, birey - toplum arasındaki ilişkileri düzenlemekte hem de kanun dışı edinim, yasak kazılar, illegal transferi yasaklayıcı önlemleri içermektedir.
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
Ülkemiz için korumadan doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu kamu kurum ve kuruluşlarının rollerinin yeniden düzenlenmesiyle uygulama öncesi ve sonrasında uyulması gereken temel esasların belirlenmesi gerekmektedir. • Koruma Bilincinin Oluşturulması Kültürel varlıkların korunması her şeyden önce bir bilinç meselesidir. Ülkemizde koruma bilincinin yerleştirilmesine katkı sağlayacak faaliyetlerin, kültürel varlıklara sahip çıkmanın, insanımızın kendisine ve geçmişine olan saygısının bir ifadesi olduğu bilincinin tüm toplumda yaygınlaştırılmış olduğunu söylemek güçtür. Yine koruma adına ve planlamaya katılım adına, bilinç yaratmak ve yaygınlaştırmak için en etkin olması gereken sivil toplum kuruluşlarının bu konuda destek görmedikleri de ortadadır. Koruma bilincini oluşturmanın en temel yolu eğitimdir. Bilinçlendirme süreci koruma konusundaki bilgilendirme ile hız kazanacak ve yaygınlaşacaktır. Bu nedenle, temel eğitim kurumlarından başlamak üzere, koruma kavramı özeline inen ancak kent ve planlama kavramlarını da içeren bir bilgilenme sürecinin eğitim sistemimize dahil edilmesi gerekmektedir. •
Koruma Mevzuatının Yeniden Ele Alınması Ülkemizde imar hareketleri çeşitli yasa ve yönetmeliklerle yönlendirilmektedir ve planların ölçek hiyerarşisi, yapım yöntemleri gibi benzeri uygulama konuları kanunlarla uyumlu olmak durumunda olan yönetmeliklerle belirlenmiştir. Ancak, uygulamada imar ile ilgili kanun ve yönetmelikler arasında boşluklar ve çelişkili durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle İmar Yasası ile Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Yasası’nın birlikte ele alınması gerekmektedir. 2.3. PLANLAMA-KORUMA İLİŞKİN ÖNERİLER
SİSTEMİNE
242
1.) Geçiş dönemi yapılaşma koşullarının içeriği daraltılmalı ve süresi kısıtlanmalıdır. Bir bölgenin sit ilan edilmesi bilindiği gibi alandaki tüm uygulamaları durdurmakta ve gelişmeyi yönlendirmeyi sadece geçiş dönemi yapılaşma koşullarına bırakmaktadır. Geçiş dönemi yapılaşma koşullarının sona ermesi koruma amaçlı imar planların onaylanması ile gerçekleşmektedir. Ancak plan yapım sürecinin çok uzun zamana yayılması, geçiş dönemi yapılaşma koşulları ile uygulamaların çok uzun süreler devam etmesi, çelişkili kararlara ve yanlış uygulamalara neden olabileceği gibi denetimsizliği de beraberinde getirmektedir. Geçiş dönemi yapılaşma koşullarının plan yapılıncaya kadar geçen süreçte çok fazla kısıtlayıcı olmaması, planın üretilmesini geciktiren bir başka sorundur. Ayrıca, geçiş dönemi yapılaşma koşullarının; parçacıl yaklaşımlar getirmesi, çoğunlukla parsel ölçeğinde karar üretmesi, mekansal organizasyon şemasının bütünlüğünü bozması, kent bütünü ile entegre olamaması gibi, sorunları zaman zaman hatalı uygulama kararlarını da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, özellikle korunması gereken değerlerin yoğun olduğu yerlerde, bu değerlerin yitirilmemesi ve çağdaş koruma anlayışı paralelinde kentin yaşayan parçaları olarak korunmasının sağlanması için en kısa sürede planın hazırlanması zorunluluktur. Geçiş dönemi yapılaşma koşulları tüm ülkemizde uygulanan ve sit alanı içindeki gelişmeleri yönlendiren karardır. Sit ilanı öncesinde alana ilişkin bir planın olmaması, plansız ancak sit olma özelliği gösteren, bu nedenle de farklı bir bakışla ele alınması gereken alanı sadece üç ay içinde üretilen sözel kararlar dizgesine bağlı bırakmanın önüne geçmek gerekmektedir. Üst ölçekli mevcut planı hiç olmayan yerlerde geçiş dönemi
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
yapılaşma koşulları tanımlanmamalıdır. Geçiş dönemi yapılaşma koşulları sadece tescil, tescilli bina, tescilli bina bitişiği, anıt eser, anıt ağaç gibi sadece korunması gereken değerler için karar üretecek, bunun dışındaki talepleri yapılacak olan planla değerlendirecek şekilde daha tanımlı bir çerçevede hazırlanabilir. Geçiş dönemi yapılaşma koşulları geçici de olsa bir “nizam”ı oluşturmak ve sürdürmek durumundadır. Bu nokta, en azından “sit” alanı ile ilgili bazı bilgilerin derlenmesini, bu bilgilerin değerlendirilmesini ve sonuçta bazı hükümler üretilmesini gerektirir. Sadece belli konulara geçici çözüm getirmeyi de amaçlasa, bu hükümlerin bir aylık süre içinde üretilemeyeceği açıktır. Ayrıca, Koruma kurullarının yapısı ve çalışma biçimi de bu tür belgelerin kısa zamanda üretilemeyeceğini göstermiştir. Sonuçta, birbirine çok benzeyen, geçerli olacağı alanın kendine özgü niteliklerini gözardı eden, tip imar yönetmeliğinden alınan kalıpları tercih eden ve korumaya yönelik kimi yaklaşımları herhangi bir doyurucu ve bilimsel çalışmaya dayanmayan belgeler oluşturulmaktadır. Bu nedenle, geçiş döneminin kısa tutulmalı ve daha çok tek yapı ölçeğindeki restorasyon etkinliklerinin çözümlenmesi tercih edilmelidir. Koruma amaçlı uygulama imar planına yol gösterecek olan koruma amaçlı nazım imar planlarının (iptal edilmiş olsa dahi), kısa sürede (3 ay) revizyonunun yapılarak , “yol gösterici şema planlar” olarak kabul görmesi ve geçiş dönemi yapılaşma koşullarına rehberlik etmesi sağlanmalıdır. 2)Zamanında üretilemeyen koruma amaçlı imar planları için sorumlulara açılacak davalar ile ödeneklerin kısıtlanması gibi caydırıcı cezalar getirilmelidir. “Koruma amaçlı imar planı” özellikli bir plan türü olarak tanımlanmakla birlikte; bu planları yapacak / yapabilecek plancılar ya da planlama ekipleri tanımlanmamıştır. İlçe belediyelerinin bu planı üretmesi gerektiğinden kendi bünyelerindeki planlama ya da imar grupları ile yeterli olamayacakları
243
açıktır. Planlama eğitimi veren okullardaki koruma eğitiminin de böyle bir planı yapmaya yeterliliği tartışmalıdır. Yine sadece plancı / plancılardan oluşan ekiplerin de uygun olmadığı görülmektedir. Doğası gereği farklı disiplinlerle çalışması gereken plancılar, “Koruma Amaçlı” planlarını üretebilmek için arkeoloji, sanat tarihi, restorasyon, mimarlık, hukuk, peyzaj gibi pek çok farklı meslek grubu temsilcilerinden oluşan ekipler kurulmalıdır. Koruma Amaçlı İmar Planlarının yasal sürede yapılması zorunludur. Ancak yasal süresi içinde üretilmeyen planların sorumluları için ödenek kısıtlaması, yetki kısıtlaması gibi caydırıcı cezalar getirilmelidir. 3) Tüm sit türleri için ilan edilme kriterleri standart hale gitirilmelidir. Bir bölgenin sit alanı ilan edilmesi, bir anlamda o bölgede koruma adına yaşanan olumsuzlukları ortadan kaldırmak üzere, o bölgeye farklı bir statü kazandırmak ve planlamasında da özel bir amaç belirlemek olarak değerlendirilir. Yani bir anlamda “planlamanın doğal akışı içinde korunamayan ve yitirilmeye başlanan değerlerin önlenmesi için sit alanı vardır “ denilebilir. Yaşanan pek çok örnek, bir bölgeyi korumak adına sit alanı ilan etmenin mutlak koruma demek olmadığını göstermektedir. Kimi zaman sit alanı ilan edilen bölgelerde gerek derecelendirmeden kaynaklanan, gerekse geçiş dönemi yapılaşma koşullarının esnekliğinden kaynaklanan koruma aleyhine uygulamalar olabilmektedir. Sit alanlarının ilan edilmesinde mevcutta sadece tanımlardan hareket edilmektedir. Oysa türü ne olursa olsun (özellikle doğal sit alanı için), bir bölgenin sit alanı ilan edilmesi için belli bir analitik etüd aranmalıdır. Böylece tanımı ve neden sit alanı ilan edildiği ve sınırları da tartışılmaz olarak kabul edilen alanların korunması daha kolay olabilecektir. Her alan için ortak aranacak bu kriterler
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
dizgesi, kurullar özelinde değişmeyecek ve tartışılamayacaktır. Üst ölçekli planlarla yapılanlardan kopuk, ilan edildiği sınırlar içinde kalan Koruma Amaçlı İmar Planı, kentin gelişimine yönelik fiziki planlar ile mevcut ve gelecekteki planlar birleştirilmemekte ve yaşam kalitesini yükseltecek ve yeni işlevler yüklenerek kent bütünü ile entegre olmuş yaşanan bir kent bütünü haline getirememektedir. Kapsamlı planlamayı konuşuyor olsak da ülkemiz planlama sisteminde yitirilmeye başlanan, planlamanın gereği olarak mutlak olması gereken planlama sürecinin işletilmesi gerekmektedir. Planlama süreci ve aşamaları doğru kurgulandığında korunması gereken yapılar ve dokuların veri olarak planlama çalışmaları kapsamına alınması sağlanacaktır. Bu doğrultuda, üst ve alt ölçeklerin birbiri ile ilişkisi ve entegrasyonu sağlandığında gerek kentin gelişmesini yönlendiren nazım planlarda gerek daha doku bazında kararlar getiren uygulama planlarında gerekse binaya, parsel kullanımına, sokak kaplamasına, kent mobilyalarına kadar karar getiren kentsel tasarım projelerinde korunacak alanlarla (yapı ve dokularla) tutarlı kararlar alınacak ve doğru uygulamalar yapılabilecektir. Günümüzde tartışılan “ Havza boyutunda koruma” yaklaşımında, koruma, yöresel ekonomik kalkınma ile desteklenmektedir. Tekil yapısal / anıtsal korumadan, sokak, mahalle, kent ölçeğine taşınan koruma anlayışı, “havza” kavramına taşınmaya başlamıştır. “Havza ölçeğinde koruma” kavramı özellikle sit alanlarında uygulandığı gibi, sınırlı, parçacı alanların planlamasında ve uygulamasında karşılaşılan sorunların çözümü için önemli bir fırsat olarak görülmelidir. 4) Koruma bilincini yaratmak ve yaygınlaştırmak için en etkin olması gereken sivil toplum kuruluşları henüz bu niteliğe kavuşamamışlardır. Bu konuda desteklenmelidirler.
244
Korumanın ekonomik ve kültürel boyutlarının yanısıra toplumsal boyutu da vardır. Uygulamaları etkileyen ve uygulamalardan doğrudan olarak etkilenen de bu toplumsal boyuttur. Bir yönü ile tüm toplum kesimlerinin koruma konusunda bilinçlenmesi paralelinde ülke koruma politikaları etkilemeye kadar gidebilecek bir bakışı tanımlayan toplumsal boyut, bu anlamda bir güç oluşturmaktadır. Toplumun korumaya bakışı ne kadar bilinçli olursa, doğru uygulamalar da o kadar artacaktır. Çünkü yanlış ve kötü uygulamalar karşısında duracak bir toplum baskısı, uygulamacıları doğrudan etkileyecektir. Ancak ülkemizde böyle bir bilinç olmadığı gibi, planlama sistemimiz de katılımcı değildir. Bu bilinci ve bilgi birikimini oluşturmak üzere, yerel sivil toplum örgütlerinin kurulması desteklenmelidir. Burada önemli rollerden biri belediyelere düşmektedir. Böyle bir örgütlenmeyi desteklemeleri ve planlama çalışmalarından, bölgedeki yatırımların yönlendirilmesinin danışılmasına kadar, belediye sınırları içinde yaşayan vatandaşı ilgilendiren her konuya bu örgüt temsilcisini dahil etmeleri gerekmektedir. Düzenlenecek periodik bilgilenme toplantıları ile koruma ve planlama bilincinin yaygınlaştırılması ve olumsuz bakışın ortadan kaldırılması mümkün olacaktır. Bu sivil toplum örgütlerinin belediye içinde bir yerleri ve temsilcileri olmalıdır. Belediye Meclisi toplantılarına katılmalı, görüşlerini bildirebilmelidir. Tarihsel mirastan herkes sorumludur. Bu nedenle koruma adına sarfedilen çabaların sadece koruma ile ilgili doğrudan sorumlu aktörler ile sınırlı kalması sorunu aşılmalı ve ortak miras için “kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğin” güçlendirilmesine de öncelik verilmelidir. Bu birlikteliğe örnek olan en önemli örnek;
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
“Tarihi Kentler Birliği”dir. Tarihi Kentler Birliği, Kültür Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, ÇEKÜL Vakfı ve Mimarlar Odası’nın katkıları ile 54 tarihi kent belediyenin, “Birlik Tüzüğü”nü kabul etmesi ve “Tarihi Kentler Birliği Kuruluş Bildirgesi”ni imzalamaları ile kurulmuş ve o tarihten buyana üye sayısı 123’ü bulmuş olan bir “kamu – yerel – sivil – özel birlikteliği”dir. Buna benzer oluşumların artarak sürmesi için çalışmalar yapılmalıdır. 5) Envanter eksikliği giderilmeli, bilgi altyapısı güncellenerek devamlılığı sağlanmalıdır. Sadece kentsel korumanın değil kentsel planlamanın da önündeki en önemli engellerden biri envanter eksikliğidir. Halihazır haritaların tamamlanmadığı ya da digital ortama geçirilmediği yerler bulunmaktadır. Ülke genelinde hiç planı yapılmamış kentsel bölge hemen hemen yoktur. Ancak bilgiler güncellenmediği için ve arşivleme sistemi olmadığından, planın revizyonu çalışmaları en baştan arazi tespitleri ile başlamaktadır. Oysa ki rutin bilgi güncellemeleri ile çok uzun süren arazi tespitlerinin her an en son hali ile elde edilmesi mümkündür. Bu yöntem ile aynı zamanda alanının farklı kesitlerdeki gelişimini izlemek de mümkün olacaktır. Koruma açısından da böyle bir sistemin önemi büyüktür. Tescilli her binanın halihazır haritalara işlenmesi ve zaman içinde oluşabilecek değişikliklerin rutin dönemlerde kontrol edilmesi, yine aynı şekilde sit alanı sınırlarının da halihazır haritalarda görülmesi gerekmektedir. Planlama çalışmasının temel verileri olan bu bilgilerin halihazır harita üzerinde bulunması yapılacak analiz çalışması sürecini son derece kısaltacaktır. 3. KORUMA İLE İLGİLİ AKTÖRLER VE ÖNERİ ROLLERİ Dünyadaki son gelişmeler, küreselleşme, herkese ama özellikle ve öncelikle plancılara, ülke ölçeğinde, kent ölçeğinde hızla yerine getirilmesi gereken önemli görevler yüklemektedir. Bilinçli bireylerin, kentlilerin,
245
yöneticilerin, yerel yöneticilerin kentlerin kimlikli gelişmesi ve ülkemizin dünya üzerinde kimlikli ve saygın bir ülke olarak yerini alması için, kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri zorunludur. Oysa günümüzde kamu duyarlılığının yeterince yaratılamadığı, sorumlulukların yeterince paylaşılamadığı ve aktörler arası diyaloğun yeterince kurulamadığı görülmektedir. Sivil toplum kuruluşları ve bilimsel kurumların görüş ve değerlendirmelerinin alınacağı çalışma ortamlarının kurumsallaşması gerekmektedir. Planlama – koruma ilişkisi üzerine kurgulanan yeni sistemin uygulayıcı aktörleri mevcut sistemde olduğu gibi Kültür Bakanlığı adına görev yapan Yüksek Kurul, koruma kurulları ve belediyeler ve valiliklerdir. Ancak mevcut sistemde Kültür Bakanlığı ve bünyesindeki kuruluşlar koruma konusunda koordinasyon ve organizasyon görevini yerine getirmemekte ve bu nedenle koruma sürecinde yer alan her birim farklı bir şekilde hareket etmektedir. Doğal, tarihsel, kentsel ve arkeolojik sit alanlarının önemi ve ülkenin kalkınma potansiyelindeki yeri konusunda merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, bilimsel kuruluşların, plancıların ve ilgili diğer kuruluşların benimsediği ortak politikalara gereksinme vardır. Bu nedenle oluşumları ve görevleri yani rolleri yeniden betimlenmeli ve sorun olarak tanımlanan eşgüdüm eksikliğini gidermek ve koordinasyonu sağlamak üzere yardımcı birimler oluşturulmalıdır. • Kültür Bakanlığı* Günümüzde korumanın objesi sadece “ulusal kültür mirası “ olarak değil, dünya / insanlık tarihinin mirası – evrensel değerleri olarak tanımlanmaktadır. Bu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın iki farklı ve önemli alandan sorumlu olmasının doğru olmadığı düşünülerek Kültür Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı olmak üzere iki farklı bakanlık halinde olmaları önerilmiştir.
*
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
tanım da korunması gerekli değerlere sahip her ülke gibi ülkemize de önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu doğrultuda da Kültür Bakanlığı’nın koruma konusunda geniş perspektifler içeren koruma politikaları üretme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluğu yerine getirmek üzere, Kültür Bakanlığı’nın yeni yapılanma içine girme zorunluluğu bulunmaktadır. “Kültürel değerlerini yaşatmak, geliştirmek, yaymak, tanıtmak, değerlendirmek, benimsemek, kültür konuları ile kamu kurum ve kuruluşlarını yönlendirmek ve işbirliğinde bulunmak, tarihi ve kültürel varlıkların tahribini ve yok edilmesi önlemek amacı” ile kurulan Kültür Bakanlığı’nın amacına tam olarak ulaştığını günümüz kesiti için söylemek mümkün değildir. Bu nedenle Kültür Bakanlığı’nı daha etkin kılabilmek için aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir : ¾ Personel eksikliğinin giderilmesi gerekmektedir. ¾ Parasal kaynakların doğru kullanılması sağlanmalı ve yeni kaynak yaratma arayışlarına gidilmeli ve kaynak yönetim merkezi kurulmalıdır. ¾ Eğitim birimleri kurulmalı, bu birim aracılığı ile koruma konusunda özellikle belediyeler ve koruma kurullarında görev yapan / yapacak personelin meslekiçi eğitimlerini yönlendiren / yol gösteren bir birim olarak da görev yapmalı, kurumlarla ilişkileri sağlamak ve koordinasyon için danışma merkezleri oluşturulmalıdır. Bu merkezler aynı zamanda eğitim ve halkla ilişkiler konusunda da çalışmalar gerçekleştirmelidir. ¾ Dokümantasyon merkezleri kurulmalı ve tüm ülke için envanter ve arşiv çalışmaları tamamlanmalıdır. Koruma Yüksek Kurulu üyelerinin koruma konusunda uzmanlaşmış kişiler yerine büyük çoğunluğunun merkezi yönetim kuruluşlarının temsilcilerinden oluşturulması
246
tarihi çevreyi korumada en önemli işlevin yerine getirilmesinde eksiklikler ve sakıncalar yaratmaktadır. Ayrıca Koruma Kurullarının seçilme yolu ile değil de atama yolu ile oluşturulması da sakıncalıdır. Mevcut sistemde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun oluşumu, 10 bürokrat ve 6 seçilmiş üye olmak üzere 16 üyedir. Tabii üyelerin üyelikleri, kurumlarındaki görevleri süresince devam ederken, seçilen üyelerinin üyelikleri 5 yıl sürelidir. Bu üyeler iki dönemi aşmamak şartıyla yeniden seçilebilmektedirler. Önerilen yeni sistemde yüksek kurulun seçilen ve atanan üyelerinin aynı kalması, ancak, bu üyelerin tarafsız ve mevcut siyasi yapıdan bağımsız olarak görev yapmaları (etik hareket etmeleri) sağlanmalıdır. Yeni sistemin yüksek kurula yetirdiği yeni üyelik sistemi öğretim üyeleri arasından yine öğretim üyelerince seçilmesi öngörülen danışmanlık sistemidir. Bu danışmanlar her toplantıya katılan ve kararların alınması ve uygulanmasını denetleyen, ilkesel bütünlüğü ve eşgüdümü sağlayacak birimler olarak tanımlanmıştır. Yüksek Kurulun bürokrat ağırlığı bilimsel bir eylem olan koruma için yeterli olamayacağı gerekçesi ile bilim adamlarından oluşan danışma kurulunun bu eksikliği kapatacağı ve bürokrat ağırlıklı yapıyı bilimsel verileri ile destekleyeceği düşünülmektedir. Ancak yine de 5226 sayılı yasa ile tanımlanan yüksek kurulun karar birimi olmayıp denetleyen ve tavsiye eden birim olması daha uygun görülmektedir. Üyelerin görev süreleri dolmadıkça ya da istifa etmedikçe görevden alınmanın olmayacağı, dolayısı ile kalıcı bir birim olarak görev yapacak olan yüksek kurul, kuruluş amacında olduğu gibi, ilke kararları üreten, koruma politikalarını belirleyen, koruma kurullarını denetleyen ve eşgüdümlerini sağlayan birimler olarak
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
tanımlanmıştır. Koruma politikalarının saptanması ve tüm koruma kurullarının bu politikalar bağlamında çalışmasının denetlenmesi oldukça önemlidir. Yine ilke kararlarının yoruma açık olmayacak ve herkes tarafından aynı anlaşılacak şekilde düzenlenmeleri sağlanmalıdır. •
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulları Ülkemizdeki koruma kurulu sistemi, kurulların yapılanmalarında varolan sorunlara rağmen, hemen her ülkede görülen bir uygulamadır. Dünyanın her ülkesinde koruma ile ilgili konularda karar erki koruma konusunda uzmanlardan oluşan “özerk” kurullardır. Hollanda gibi bazı ülkelerde konulara göre uzmanlaşmış kurullar da vardır (9). Kurulların iç yapısı, çalışma esasları, kurullarda koruma konusunda uzman kadrolara yer verilmesi, kararlarda kurullar arası eşgüdüm ve kararlılık / benzerlik sağlanması, özerk çalışma ortamının ve çağdaş çalışma koşullarının yaratılması, kurul kararlarının şeffaflaştırılması ve ulaşılabilir kılınması, gündeminin yoğunluğunun azaltılması, koruma kurullarının farklı siyasi baskı grupları ve bazen de halk ile karşı karşıya gelmesinin engellenmesi…. gibi pek çok konu kurullarla ilgili iyileştirilmesi ve çözüm üretilmesi gerekli konulardır. Kurulların özerk yapılarını korumak koşulu ile, çalışma koşullarının düzeltilmesi, bilimsel gereklere uygun kararlar üretebilmelerinin desteklenmesi gerekmektedir. Koruma kurulları bir üst kültür katmanı, kültür mekanizması olarak kurgulanmalıdır. Koruma bölge kurulları, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili parsel ölçeğinde veya alan ölçeğinde korumaya ve uygulamaya yönelik karar organıdır. Kurulların bilimsel ve teknik altyapı hizmetleri koruma kurulu müdürlükleri ile sağlanmaktadır. Oysa Koruma Kurulları günümüzde; oluşumları, olanakları ve yetkileri anlamında sorunlar yaşamaktadır. Kurullarda alınan kararlar, kurul üyelerinin
247
kişisel bilgi birikimine ve korumaya bakışına göre alınmaktadır. Bu da her kurul özelinde farklı nitelikli geçiş dönemi yapılaşma koşullarının işletilmesini getirmektedir. Kurul üyelerinin değişmesi durumunda aynı geçiş dönemi yapılaşma koşulları farklı uygulanabilmektedir. Yine kararlar alındığı gibi uygulanamayabilmektedir. Oysa koruma kurulları, koruma konusunda en yetkin, güven duyulan, kararları tartışılmaz olan kurumlar haline dönüşmelidir. Bu sorunları gidermek üzere kurgulanan yeni koruma bölge kurulunun aşağıdaki nitelikleri içermesi öngörülmüştür : • Koruma her ne kadar operatif bir eylem ise de yine de bilimsel bir tabana oturmaktadır. Koruma bir bilimdir ve bu nedenle oluşumları akademik birimlerce seçilmiş üyelerden oluşmaktadır. Üyelerin uzmanlık alanlarının yetersiz olduğu belirlenen koruma bölge kurullarına ihtiyaç duyulan mimarlık tarihi, peyzaj, jeoloji konularında uzman üyelerin dahil edilmesi öngörülmüştür. Kurulda görev alacak uzman kişilerin seçilme kriteri olmalıdır. Kurul üyeleri akademik gelişmelerini belirtilen konularda tamamlamış, bilgi birikimini yayınları ile kanıtlamış, kurulda görev almaya gönüllü akademisyenler arasından akademik kurullarca seçilen öğretim üyelerinden oluşmalıdır. Kurul üyelerinin belirlenmesi ve ataması konusunda ise; “açıklık” ve ‘yetkinlik’ ilkesi esas alınmalıdır. • Üyelerin sıkça değişmesinin yarattığı sorunları ortadan kaldırmak amacı ile yeni bir yapılanma tanımlanmıştır. Buna göre; kurulun çekirdek kadrosu, büro müdürlükleri ve danışman kadrosundan oluşmaktadır. Büro müdürlüklerinin kadroları genişletilmiş ve raportörlerin
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
•
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
uzmanlık alanları üyelerin uzmanlık alanları ile aynı olacak şekilde yeniden tanımlanmıştır. Aynı üyelerde olduğu gibi raportörler için de her uzmanlık alanından bir temsilci olma zorunluluğu getirilmiştir. Yüksek Kurul uygun gördüğünde, koruma bölge kurulu büro müdürünün talebi doğrultusunda raportör sayısını arttırabilecektir. Büro müdürlüğü için öngörülen bir başka kadro koruma konusunda yeterliliği kanıtlanmış, bu konuda çalışmalarda bulunmuş iki öğretim üyesi (emekli olabilir) ve bu konuda yetiştirilecek yükseklisansını ya da doktora çalışmasını koruma konusunda tamamlamış bir mimar ve bir şehir plancı ile bir hukuk danışmanı olmak üzere beş kişiden oluşacak daimi danışma birimi koruma kurulunda görev yapacaktır. Üyelerin her gün kurulda olması mümkün değildir. Ancak bu önerilen ekibin, kurul başvurularını kendi içlerinde görüştükten sonra görüşülmesi gerekli olan dosyaları koruma kurulu gündemine getirmeleri, görüşülmesine gerek olmayanların işlemlerini kendilerinin yapmaları, koruma kurullarını şu an olduğu gibi “imar bürosu” gibi çalışma yükünden kurtaracaktır. Bir anlamda “yasa gücünde” olan Koruma Yüksek Kurulu ve tüm Bölge Kurulları kararlarının, Bakanlıkça uygun periyotta ve abonelikle de yaygınlaştırılarak ilgi duyan tüm kesimlere (üniversitelere, kütüphanelere, meslek kuruluşlarına vb.) ulaşabilecek şekilde yayımlanması, uzun süredir genel beklentidir. Yasada bunu sağlayacak maddeler yer almalı; böylece hem tüm kurulların aldıkları kararlar tek bir dergide derlenerek “kararlar arasında uyum sürecine” katkıda bulunulmalı hem de “yayım” nedeniyle de kararların “gerekçeli” olarak
248
yazılmalarının sağlanmalıdır (10).
gerekliliği
• Yerel Yönetimler Yerel yönetimler halkın seçtiği kişiler olarak, halka karşı sorumlulukları olan, bilinçlenme, eğitim, kararlara katılım, kültürel ve doğal mirasın korunması gibi konularda ön planda olması gereken birinci derecede önemli kuruluşlardır. Oysa ülkemizde pek çok belediyede mimar, inşaat mühendisi, şehir plancı gibi teknik personel bulunmamaktadır. Bu nedenle fiziksel çevrenin yapılaşmasında en etkin birim olan belediyelerin koruma konusunu sahiplenmeleri ve bu konuda görev almaları güçtür. Tarihsel kent dokularını gerek korumaya duyarsız imar planları gerekse zamanında üretilemeyen koruma amaçlı imar planları olmamasından kaynaklanan sorunlar nedeni ile “koruyamama”nın en önemli sorumlularından biri olan belediyelerdir. Yerel yönetimlerce benimsenecek planlama anlayışı, öncelikle tarihsel dokunun korunduğu, yaşatıldığı ve yeni yapılaşmanın da kültürel çevreye saygılı ve uyumlu olduğu, bir plana dayalı olmalıdır. Koruma sorunu ile en fazla karşı karşıya kalan birimler olan yerel yönetimler, sağlıklı, halkın desteğini alan bir koruma yöntemi yerel yönetimlerin ve o yörede yaşayan vatandaşların korumaya olan inançları ile gerçekleşecektir. Bu inanç, yerel yönetimlerin bu dokuların kentsel kalitesini arttıracak uygulamalara kaynak aktarımı ile olacaktır. Yine, merkezi idare ve yerel yönetimlerin üstleneceği öncü yaklaşımlar, korumanın ekonomik ve moral boyutunu da destekleyecektir. Gerek alan ölçeğinde gerek tek yapı ölçeğindeki uygulama girişimleri o bölgenin bütünündeki girişimleri özendirecektir. Ancak bu yaklaşımın bütüncül planlama anlayışı çerçevesinde ele alınması gereği unutulmamalıdır. Seçilen örneğin bütün içindeki konumu ve
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
çevrelerindeki gelişmeleri tetikleyebilmesi bir planlama stratejisi olarak geliştirildiğinde amaçlanan sonuca ulaşabilecektir. Bu nedenle, yerel yönetimler tek tek yapı onarımı yerine, bu dokunun değerini arttıracak sistemler geliştirmelidirler. Belediyeler koruma kurullarının aldığı kararların uygulayıcısıdır. Ancak, koruma yönündeki kurul kararlarının uygulanmasında, tek sorun bu olmamasına karşın, kararın doğruluğu ve tutarlılığı, yerel yönetimin inançsızlığı ve duyarsızlığı ile karşılaştığı sürece kararların alındığı gibi uygulanması / istenilenlerin gerçekleşmesi mümkün değildir. Denetimsizlik, kötü uygulamalar, kurul kararlarından sapmalarla bir anlamda koruma mekanizmasının işletilmesi mümkün olamamaktadır. Mevcut koruma dizgesinin önemli bir sorunu; koruma ile ilgili kurumsal yapılanmada yaşanan eşgüdüm - organizasyon sorunlarıdır. Oysa kurullar geçiş dönemi yapılaşma koşulları ile birebir mekanda uygulamaya yön veren birimler olarak özellikle tarihi dokunun yoğunlaştığı alanlarda planların yapılmasına veri vererek katkıda bulunabilecek birim iken, plan yapım aşamasında devreye girememekte ve çoğunlukla planla sadece onay aşamasında karşılaşmaktadırlar. Belediyeler de geçiş dönemi yapılaşma koşullarının geçerli olduğu süre içinde, yasal sürede planı hazırlayamadıkları gibi, sorumluluğu koruma kurullarına aktararak kendilerini süreçten soyutlamaya çalışmaktadırlar. Uygulamadaki bir başka sorun, vatandaştan gelen baskılar sonucunda kurul kararlarının esnetilerek uygulanmasına belediyeler tarafından göz yumulmasıdır. Olması gereken organik bağın oluşmasına engel olan bu durumun ortadan kaldırılması için belediyeler ve kurullar sit alanı ilanından itibaren birlikte çalışmalıdırlar. Planlama çalışmalarının tümü için geçerli olan bu süreç, koruma hedefi için mutlak gerekmektedir. Koruma Kurullarının yetki alanlarının çok geniş olması, çoğunlukla
249
birden fazla ilin dolayısı ile birden fazla belediyenin bulunması da eşgüdüm sorunu yaratan bir etkendir. Bu anlamda koruma kurullarının ve belediyelerin bir arada çalışmaları da zorlaşmaktadır. Bu sorunu gidermek üzere yeni bir birimin oluşturulması öngörülmüştür. Teknik Uygulama ve Denetleme Birimi adlı bu birim, belediye bünyesinde ancak özerk olarak çalışacak, belediyenin görevlendireceği iki kişiden oluşan teknik ekip (en az bir şehir plancının olması zorunludur) ile koruma kurulunun görevlendireceği (raportör ya da danışman ekipten seçilecek) üç kişiden (birinin imar hukukçusu olması zorunludur) olmak üzere toplam beş kişiden oluşacak bu birim kurul ile belediye arasındaki eşgüdümü sağlayacak ve alınan kararların mekanda uygulamasının denetlenmesinden sorumlu olacaktır. Bu birim, korunması gereken alanlarda alınan koruma kararlarının uygulamaya geçilmesinde karşılaşılabilecek hukuki sorunların çözümünün nasıl olabileceğini araştıracaktır. Yine alınan kararların uygulanmasındaki finansman sorunları için model aramak, mülkiyet sorunlarının çözümü için strateji belirlemek gibi doğrudan uygulama ile ilgili sorunların çözümü, uygulamalar için kaynak temini ve yapılan uygulamaların denetlenmesinden sorumlu olacaktır. Bir başka sorumluluk alanı ise; basit onarımlar için gelen başvuruları değerlendirmek, karar almak ve uygulamaktır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nda değişiklik yapan 5226 sayılı yasa ile basit onarım yetkisi belediyelere bırakılmıştır. Ancak tam olarak tanımı yapılmamış ve sınırları saptanmamıştır. Önerilen teknik temsilcilik, kurulla işbirliği içinde, bu görevi yerine getirebilecek nitelikte bir birimdir.
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
• Kamu Kurum ve Kuruluşları Kültür varlıkları, ülke kimliğinin oluşmasında önemli roller üstlenirler. Bu değerlerin korunması ve devamlılığının sağlanması ülke kimliği ile eşdeğer olarak düşünülebilir. Kültürel varlıkların korunması kamu yararına olan bir eylemdir. Bir başka deyişle, korumanın kamu tarafından benimsenmesi ve özellikle kamunun yatırımcı olması, kamunun uygulamayı yönlendirici ve teşvik edici rolü çok önemlidir. Kültür varlıklarının günümüzde giderek artan şekilde kamu kurumları tarafından değerlendirildiği örneklerin görülmesi de koruma adına olumlu gelişmelerdir. Kültür mirasının korunmasında doğrudan yada dolaylı olarak sorumlu kamu kurum ve kuruluşları bu konuda geliştirecekleri genel stratejileri, kuramsal ve uygulamaya yönelik olarak belirleyecekleri ilkeleri ve sorumlulukları konuyla ilgili uzmanlar, akademik kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve kamuoyunun temsilcileri ile paylaşmalı ve kararlar olabildiğince geniş katılımlı bir ortamda alınmalıdır. • Plancı Mekana dayalı rantların dağıtımını ve paylaşımını organize etme süreci yaşayan ya da işlevsizleştiren bir imar planlama anlayışı bağlamında koruma amaçlı imar planlarının bir yararı olamayacağı açıktır. Bu nedenle merkezi politikalarda ahlaklı kabuller ile yerelin ve sivilleşmenin öne çıkarılması gerekmektedir. Bu noktada da plancının öncelikli işlevi bu mücadele ve uğraşların içinde yer almak ve yeni düzen plancının kimliğini tanımlamaktır. Sözü edilen yeni düzen; kentin ve planlamanın gündeminde olan yaşanabilirlik, kentli, sürdürülebilirlik, sivil toplum örgütü, hakça dağıtım, uzlaşma, yerleşme ahlakı gibi kavramların benimsendiği, “yerel”in güçlendiği bir düzendir. Böylesi bir sistem içinde de kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile bir eylem alanı planlaması olan koruma amaçlı imar planı daha da anlam kazanacaktır. Bu doğrultuda yereli savunan, yerel siyasetin içinde yer alan ve planlamayı toplumsal bir eylem olarak kabul eden ve ettiren plancı,
250
planlamayı yeniden kurabilecektir (11). Plancı, koruma amaçlı imar planlarının üretilmesinin çeşitli aşamalarında görüşme ve fikir alışverişine yönelik tartışma ortamları oluşturmalı, bu toplantılara belediye, koruma kurulu, gerektiğinde müze müdürlüğü, bakanlıklar gibi ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinin katılımını sağlamalıdır. Bu çalışma ortamları kararların daha sağlıklı, kabul edilebilir ve uygulanabilir olmasını sağlamak amacı ile kullanılmalıdır. • Sivil Toplum Kuruluşları Günümüzde İtalya ve Fransa gibi çevre ölçeğinde koruma gerekliliğinin bilincinde olan Avrupa ülkelerinde gönüllü kuruluşların kentsel planlama ve düzenlemelerde etkin rol oynadıkları görülmektedir. Bu etkinlikler kimi zaman çeşitli kampanya ve şenlikler düzenleyerek halkı bilinçlendirmek olurken kimi zaman da üye aidatlarından elde ettikleri gelirlerle halkı koruma çalışmalarına ortak etme ve aktif katılım duygusunu canlı tutmak şeklindedir. İngiltere’nin gönüllü kuruluşlarının sayısı ve etkinliği açısından benzerlerine oranla daha farklı bir konumu bulunmaktadır. İngiltere’de 8.000’in üzerinde, sit alanı olarak belgelenmiş uluslararası tüzük ve standartlara uygun olarak “karakter ve görünüşleri ile özel bir mimari veya tarihi ilgi uyandıran özellikleri ile korunması ve değerlerinin arttırılması istenen bölgeler” tanımlanmıştır. Bu sit alanları ile ilgili her türlü belgeleme, planlama ve uygulama çalışmalarında etkin olarak gönüllü kuruluş ve vakıfların görev aldığı görülmektedir (12). Ülkemizde de benzer çabaların başladığı söylenebilir. Mevcut dernek ve kuruluşların çabaları yeterli olmamakla birlikte; oluşmuş olan bu enerji doğru yönlendirilebilirse daha da etkin bir güç odağı haline dönüştürülebilir. Gerek koruma adına doğru kararlar alınması gerekse kararların doğru olarak uygulanmasını denetleyen sivil hareketin bir güç odağı olması da aslında koruma
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
adına yaşanan pek çok problemin (rant gruplarının oluşması, uygulamalarda esneklik talebi gibi) kendiliğinden çözülmesine neden olacaktır. Bu nedenle bu oluşumların desteklenmesi önceliklidir. Tarihsel miras gelecek kuşaklara aktarılmak üzere herkesin sorumlu olduğu bir olgudur. Bu nedenle koruma adına sarfedilen çabaların sadece koruma ile ilgili doğrudan sorumlu aktörler ile sınırlı kalması sorunu aşılmalı ve ortak miras için “kamu-yerel-sivilözel birlikteliğin” güçlendirilmesine öncelik verilmelidir. • Kullanıcı Koruma uygulamalarından en çok etkilenen kesimdir. Davranışları ile koruma ya da korumama kararlarında etkin olabilecek bir güç grubudur. Bu grup, korumanın çıkarlarına ters düştüğünü düşündüğü durumlarda öncelikle yerel yönetimlere, daha sonra koruma bölge kurullarına baskı yaratmakta ve koruma kararlarının esnetilmesini hatta uygulanmamasını istemektedirler. Toplumun her kesimini temsil eden kullanıcı (düşük, orta ve üst gelir grubu) benzer davranışları göstermekte ancak etki oranları yaptırım güçleri oranında fazlalaşmaktadır. Bu nedenle kullanıcının eğitilmesi ve bilinçlenmesi önemlidir. Bunun için gerek temel eğitimden başlamak üzere eğitim sistemi içinde gerekli düzenlemelerin yapılması gerekse toplumsal örgütlenmeler ile bilicin yaygınlaştırılmasına çalışılması zorunludur.
4. SONUÇ ve ÖNERİLER Korunacak kentsel miras kentsel belleğin bir parçasıdır. Korumanın sadece fiziki mekanların düzenlenmesi, fonksiyonunun değiştirilmesi, kullanıcısının değiştirilmesi çağdaş koruma anlayışı çerçevesi açısından tartışılır bir konudur. Bugün, kent kimliğinin ve belleğinin korunması, tarihi kentsel dokunun yeniden canlandırılması, sosyal, ekonomik ve fiziki mekanların birlikte bütüncül olarak ele alınması ve planlanması gerekliliği artık çağdaş koruma anlayışının
251
çerçevesini çizmektedir. Bu ise kentlinin mekanı algılaması, benimsemesi ve yeniden kullanmaya istekli olması ile mümkündür. Tüm bunlar da merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin bu katılımı sağlayacak politikalar ve araçlar üretmesi ile mümkün olabilecektir. Bu süreçte planlamanın salt fiziki boyutu ile değil, finans kaynaklarını yaratmak, organizasyon şemasını kurmak, etaplamalarını oluşturmak biçiminde ele alınması gereklidir. Tarihi ve kültürel değerler ile çevre zenginliklerinin korunabilmesi planlama ile mümkündür. Bu nedenle mekana dayalı rantların dağıtımını ve paylaşımını organize etme süreci yaşayan ya da işlevsizleştiren bir imar planlama anlayışı bağlamında üretilen “koruma amaçlı imar planları” anlayışı yerine, koruma amaçlı imar planlarını bir “eylem planı” olarak ele alan bir planlama bakışı yaygınlaştırılmalıdır. Türkiye’de tarihi kent dokularının korunması ve geleceğe taşınması, bütün içinde değişik ölçeklerde birbirleri ile ilişkileri sıkı kurulmuş, temel hedefleri belirlenmiş bir tasarımın ürünü olmalıdır (13). Bu doğrultuda tarihi ve kültürel değerler ile çevre zenginliklerinin korunabilmesi için gerekli kurumsal ve yönetsel merkezler ile ekipman ve kaynak planlamasının her kent için ayrı ayrı düzenlenmesi yerine, aynı kültür ve çevre coğrafyası içindeki komşu kentlerde sürdürülecek kimlikli kentleşme ve mimari, kentsel dokunun doğal değerler ile birlikte ve bütünleşik olarak korunması için havza ölçeğinde koruma stratejileri ve eylem programlarının planlanması çok daha verimli olacaktır. Koruma imar planları genel planın bir parçası olarak ele alınmalı, koruma politika ve yaklaşımları kentsel bütünün planlanması ile birlikte düşünülmelidir. İmar planlarında gözardı edilen tarihi
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
çevre ve kent ilişkisi kurulmalı, koruma imar planlarında ise yeterli çözüme ulaşmayan, kentle bütünleşmeyen sosyal yapı, aktivite ve kullanım biçimleri çözümlenmelidir. Korumada etkin olan tüm birimlerin uzman, bilgi ve teknik donamım eksiklerinin giderilmesi, maddi olanaksızlıklarının ortadan kaldırılması gerekmektedir. Yine bu birimlerin bilimsel yaklaşımları, akademik bilgi ve enerjiyi doğru kullanmaları, yapılan bilimsel çalışmaları kendi uygulamalarına aktarmalarına olanak verecek iletişim ve eşgüdümün sağlanması gerekmektedir. Korumada karar alıcı ve uygulayıcı birimler üzerindeki siyasi politikanın ve rantiye gruplarının baskılarının engellenmesi gerekmektedir. Kentsel sit alanlarının bir bütün olarak korunma, yaşatılma ve işletilmesinde tek sektöre değil, birden çok sektöre dayalı bir çözüm aranmalıdır. Kent yönetimi işletmecilik bilinci ile yapılmalıdır. Bunda, kooperatif organizasyonları etkin bir araçtır. Ayrıca kamu idarelerinin katılımı sağlanmalı, bireysel teşebbüsler güçlendirilerek teşvik edilmelidir. Yerleşme siyasasının ve toprak rantı bağlamında bu sistemin bir parçası olan koruma mevzuatının, ekonomik boyut dikkate alınarak yeniden yapılanması ve korumaya maddi destek sağlayacak, kullanım olanakları genişletecek mekanizmaların oluşturulması kaçınılmazdır. Koruma ve gelişme her ne kadar birbirinden çok farklı kavramları ifade etseler de aslında birlikte uyum içinde ele alınarak stratejik planlamaya entegre edilmesi gereken olgulardır. Kentsel korumanın entegrasyonu ve kalkınma metodlarından oluşan benzer araştırma öncelikleri, stratejik kent planlamasında sürdürülebilirliği sağlamaktadır. Denilebilir ki; koruma, sürdürülebilir kalkınma için bir araçtır. Kent koruma mekanizması, dinamik değişikliklerin, devamlılık faktörünün tarihi dokudaki etkisi ve koruma vicdanı ve kültürel değerlerin kural ve değerlere etki etmesi sayesinde sürdürülebilir bir kimlik kazanır (14).
252
Tüm bu kabuller ve ilkeler kapsamında Şekil.1’de tanımlanan sistem oluşturulmuştur. Tarihi yapı ‘ yerine ikamesi olmayan’ bir değer, bir evrenselliktir. Bu nedenle korumak tüm insanlığın sorumluluğudur. Bu sorumluluk korumada etkin olan aktörlerin en üst biriminden en alt birimine kadar tüm kesimlerce benimsenmeli ve uygulanmalıdır. Öneri sistem mevcutta var olan sistemden çok da farklı olmamakla birlikte, mevcutta işletilmeyen ve yerine getirilmeyen görevlerin gerçeklemesine yönelik yeni birimler monte edilmiştir, ağırlıklı olarak mevcut sistemin “iyileştirilmesi”ne dayanmakta, ancak yetersiz kaldığı düşünülen konular için de “reform” niteliğinde yeni organizasyonlar içermektedir. Tüm bu sistemin çalışması ve koruma çalışmalarının önündeki engellerin aşılması bilinç, iyi niyet ve etik ile mümkün olabilecektir. 5226 sayılı yasa ile değişiklik yapılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yasası çalışmada önerilen bazı değişiklikleri destekler bir yapıdadır. • Koruma amaçlı imar planının bir sene içinde üretilmesinin güç olduğunun ve daha gerçekçi bir zamanın tanımlanmasının gerekliliğinin vurgulandığı çalışma sürecinde kabul edilen değişiklik ile plan üretme süresi iki yıl (bir yıl ek süre verilebilir) olarak yeniden düzenlenmiştir. Benzer şekilde geçiş dönemi yapılaşma koşullarının hazırlanması için tanımlanan bir aylık sürenin yetersizliği vurgulanmıştır. Yasa değişikliği ile geçiş dönemi yapılaşma koşullarının hazırlık süresi üç aya çıkarılmıştır. • Koruma amaçlı planların üretilmesinin uygulamaya geçilmesi için yeterli olmadığı ve onay için koruma kurullarında çok uzun süreler beklediği belirlenmiştir. Onay için süre
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
•
•
•
•
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
kısıtının olmaması bir sorun olarak ortaya konmuştur. Yasa değişikliği ile koruma bölge kurullarına, koruma amaçlı imar planlarının ay, uygulamaya yönelik projeleri ise en geç üç ay içinde karara bağlamak zorunluluğu getirilmiştir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ile yapılan anket çalışması sonucunda pek çok kurulda eksikliği hissedilen peyzaj mimarı, hukukçu gibi uzmanlık alanlarına yönelik eksikliklerin giderilmesi öngörülmüştür. Yasa değişikliği ile, her kurul için hukuk dalından bir üyeyi öngörülmektedir. Çalışma kapsamında önerilen ise; her kurul özelinde ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarının desteklenmesi ancak her kurulda hukukçunun (danışman kadrosunda da olabilir) mutlak bulunması önerisi yeni değişiklik sonucu yasa ile benzerlik göstermektedir. Yeni sistemde kurul ile belediye arasında olması gereken eşgüdümü sağlayacak birim olarak önerilen ‘Teknik Uygulama ve Denetleme Birimi’; yasa değişikliğiyle ruhsata tabi olmayan tadilat ve tamiratlar için görevlendirilen ‘koruma, uygulama ve denetim büroları’ ile benzer bir biçimdedir. Koruma için fonların ve kaynakların yetersizliği vurgulanmıştır. Yasa değişikliği ile kaynak aktarımında yetersiz görülmekle birlikte artış gerçekleşmiştir. Koruma amaçlı planların üretilmesinin uzmanlık ve ekip çalışması gerektirdiği vurgulanmıştır. Yasa değişikliği ile şehir plancıların koruma planlarının müellifi olduğu ve ekip çalışması gerektirdiği yasa maddesi olarak tanımlanmıştır.
Ancak 5226 sayılı yasa ile değişiklik yapılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yasası’nın çalışma kapsamında 253
değerlendirilmesi sırasında eleştirilen kararları da bulunmaktadır. • Tanımlarda halen eksiklikler bulunmaktadır. Getirilen bazı tanımlar net değildir ve diğer şehircilik ve imar ile ilgili yasalarla örtüşmemektedir. • Yapılaşma hakları kısıtlanmış tescilli taşınmaz kültür varlıklarına veya bunların koruma alanlarında bulunan ya da koruma amaçlı imar planları ile yapılaşma hakları kısıtlanan taşınmazlara ait mülkiyet veya yapılaşma haklarının kısıtlanmış bölümlerini aktarım alanı olarak tanımlamaktadır. Olumlu gibi görülen bu maddenin nasıl uygulanacağı yönetmelik ile gerçekleşecektir. Ancak yönetmeliğin henüz hazırlanmamış olması nedeni ile belirsizlikler içermektedir. • 3194 sayılı İmar Yasası’nın 21.maddesi kapsamına giren ruhsata tabi olmayan tadilat ve tamiratları; özgün biçim ve malzemeye uygun olarak, bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmuş idarelerin izin ve denetimine bırakılmıştır. Ancak bu maddenin amacından farklı uygulamalara konu olma riski bulunmaktadır. • Yüksek kurulun ve koruma bölge kurulunun bürokrat ağırlığının arttırılması bilimsellik adına bir sorun olarak görülmektedir. Yüksek kurulun denetleyici ve ilke koyucu kimliğinden farklı olarak karar verici hale gelmesi de bu anlamda bir sorun olarak görülmektedir. Son söz; Ülkemizde koruma kararı alınan kentlerin, tarihi alanlarına yönelik olarak yapılan imar planları geçmişin korunması gerekli türlü değerleri ile günümüzün ve geleceğin gelişme şekli ve hızı arasındaki gözle görülür çatışmanın kontrol
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
edilmesini sağlayacak bir araç olarak nitelendirilebilir. Ülkemizdeki en temel hatalardan biri koruma planlamasının imar planlamasından ayrı bir faaliyet alanı ve ayrı süreçler olduğu düşüncesidir. Oysa planlama eylemleri bir bütündür. Koruma amaçlı planlanacak alanlar, kent planlarından ayrı olarak ele alınmamalıdır. Tarihi bir çevrenin eski bir dokunun, özelliği olan bir iskan alanının ya da bir doğa parçasının korunması kent planlaması bütünü içinde düşünülmeli, koruma ile ilgili her türlü planlama kararları, korunacak alanların kendi özelliklerine göre, imar planı kapsamında alınmalıdır. Bu bakış ile korunacak alanların planlanması ile kentsel planlama arasında fark yoktur. Adı özelleştirilmeden de korunması gerekli yapılar ve alanlar, planlamanın vazgeçilmez verisi olarak nitelendirilecektir. Böylece planının öngördüğü sosyal, ekonomik, kültürel ve fiziksel kararların dışında, parsel ölçeğinde tek bina ya da anıt koruma kararlarının üretilmesi, kent bütününden tamamen soyutlanmış kararlar dizgesi olarak değerlendirilmenin önüne geçilecektir ve planlama bütünlüğü bozulmayacaktır. KAYNAKLAR (1) Tapan. M.,( 1998), ‘Cumhuriyet Döneminde Doğa ve Kültür Varlıklarını Koruyamamanın Korunması’, 75.yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları,ss:199-207, İstanbul. (2) Keleş, R., (1998), Kentbilim Terimleri Sözlüğü, İmge Kitabevi, Ankara (3) Görgülü, Z., (1993), “İmar Planlama Koruma ve Plancı İlişkileri Üzerine Bir Derleme, Yapı Dergisi”, 137:35-39 (4) Uysal, Y., (2001), ‘Yeni Küreselleşmenin Kıskacında Kent ve Planlama’, Kent ve Planlama Dosyası, Mimarist, sayı:3, ss:61-78, İstanbul.
254
(5) Bilsel, G., (1998), Alt-bölge Planlamasında Stratejik Planlama Yaklaşımı, III.Bölge Bilimi Türk Milli Komitesi, 8.Ulusal Bölge Bilimi, Bölge Planlama Kongresi, İTÜ, Mimarlık Fakültesi,”İstanbul, ss: 56-78. (6) Levinsohn, A., (1989), Urban and Regional Information Systems Association, Proccedings of the 1989 Annual Conference,V II, Boston, URISA’89. (7) www.tarihikentlerbirligi.org.tr. (8) Madran, E., (2000) , ”Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Mevzuatının Gelişimi ve Yargısal Denetim” (Derleyen; Ersoy, M., Keskinok, Ç.,), Mekan Planlama ve Yargı Denetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, ss:156-200. (9) Eyüpgiller, K., (2000), ‘Anıt Koruma’da Hollanda Örneği’, Arredamento- Mimarlık, Sayı:2, ss: 80-87, İstanbul. (10) Görgülü, Z.,(2003),‘Planlamaya Duyarlı Siyaset’ Tarihi Kentler Birliği Dergisi, ss:52-53. (11) Görgülü, Z. (2001), ‘Kültür ve Doğa Varlıklarının Korunmasında Planlamanın ve Plancının İşlevi’, ss: 207- 210, Taç Vakfının 25.yılı Anı Kitabı ‘Türkiye’de Risk Altındaki Doğal ve Kültürel Miras’ TAÇ Vakfı, İstanbul. (12) Ross, M., (1996 ),‘Planning and the Heritage’, E&ENSon, London, , s: 155 (13) Sözen, M. , (2002), ‘ Doğa ve Kültüre Yeniden Birlikte Bakmak’, ‘Türkiye’de Tarihi Kent Dokularının Korunması ve Geleceğe Taşınması Sempozyumu, T.C. Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Ankara, ss: 72- 74. (14) Kocabaş, A., (1994), “Urban Conservation for Sustainable Development Towards a Research Agenda”, Architecture and Planning in the Developing World, University of York.
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
E.Örnek Özden, Z. Görgülü
YÜKSEK KURUL
KÜLTÜR BAKANLIĞI
ÖRGÜTLENME ŞEMASI
• • • • • • • • • •
Bakanlık Müsteşarı, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, Bakanlığın ilgili Müsteşar Yardımcısı, Eski Eserler ve Müzler Genel Müdürü, Turizm Genel Müdürü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının İlgili Genel Müdürü veya Yardımcısı, Orman Genel Müdürü veya Yardımcısı, Vakıflar Genel Müdürü veya Yardımcısı Maden İşleri Genel Müdürü veya Yardımcısı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü veya Yardımcısı
Koruma kurulları başkanlarından Bakanlıkça seçilecek 6 üye
KORUMA BÖLGE KURULU
DANIŞMA KURULU
BELEDİYE (Koruma, Uygulama, Denetim Büroları)
BÜRO MÜDÜRLÜKLERİ
DANIŞMAN KADRO
ÜYELER
TEKNİK UYGULAMA ve DENETLEME BİRİMİ Şekil 1: Öneri Örgütlenme Şeması
255
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
2–8 Ekim 2006 Mimarlık ve Kent Şenliği II Çiğdem POLATOĞLU BAYTİN, Ömür BARKUL Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Her yıl ekim ayının ilk pazartesi günü dünyada ve ülkemizde “Dünya Mimarlık Günü” olarak kutlanmaktadır. 2006 yılı programında Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi bu günü, bir “Kent Şenliği” programı içerisinde “Kentler, Sokaklar” temalı bir etkinlikle kutladı. 2–8 Ekim 2006 tarihleri arasında “Mimarlık ve Kent Şenliği II” adıyla düzenlenen etkinlikler; basın açıklaması, film gösterimleri, sergiler, söyleşiler, fotoğraf yarışması ve atölye çalışmaları ile oldukça zengin bir açınıma sahipti.
dinamikler ve sosyo-ekonomik dönüşümler hakkında da önemli bilgiler bulmak olanaklıdır. Bu nedenle atölye çalışmalarında, Boğaziçi köyleri, iskele meydanları ve ona açılan sokaklar üzerinden Boğaz köylerinin tarihselliğini okumak, zaman içinde oluşmuş mimari dokuların analizini yaparak mekândaki değişim ve dönüşümü yorumlamak, yakın geçmişte yaşanan sosyo-ekonomik olguların kent mekânına etkisini tartışmak ve bu anlamda çözüm önerileri üretmek amaçlanmaktadır.*
“Kamusal alan olarak sokak” konusunu, bir tartışma ve araştırma konusu olarak gündeme getirmeyi amaçlayan “Kent Düşleri” atölyeleri, “Boğaziçi Köylerinde İskele Meydanları ve Sokaklar” konusuna odaklanarak, kent ve sokakları için yeni düşünceler geliştirmek, analizler yapmak ve bunları farklı bakış açılarıyla irdeleyerek ortaya koymaya çalıştı.
Boğaziçi Köyleri ve İskele Meydanları, özgün karakterleri ve eşsiz mimari oluşumlarıyla, tasarım ve planlama için pek çok veri sunmaktadır. Her biri farklı karakterdeki bu meydanlarda, kentsel
* Kent Düşleri Atölyelerinin tüm çalışmaları Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından yayın haline getirilecektir.
256
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
Ç. Polatoğlu Baytin, Ö. Barkul
Kent Düşleri Atölyesi I Anadolu Hisarı İskelesi ve Sokaklar YTÜ ICUS (Uluslararası Kentsel Çalışmalar Araştırma Merkezi) Atölyesi II Çalışma Alanı Yürütücüler Atölye Sunuşu Gezi Rehberi
: Anadolu Hisarı İskelesi : Ömür Barkul Çiğdem Polatoğlu Baytin : Doğan Kuban : Sezai Gülşen
Kent Düşleri Atölyesi II Kuzguncuk İskelesi ve Sokaklar Çalışma Alanı Yürütücüler
Atölye Sunuşu
: Kuzguncuk İskelesi ve iskeleye inen sokaklar : Deniz İncedayı Mahmut Durmuş Ayşen Ciravoğlu Sami Yılmaztürk : Cengiz Bektaş
Kent Düşleri Atölyesi III Çengelköy İskelesi ve Sokaklar Çalışma Alanı Yürütücüler Atölye Sunuşu
: Çengelköy iskelesi ve iskele çevresi : İnci Şahin Olgun, Bahar Aksel Enşici : Güzin Konuk
Atölyelerin Çalışma Programı 1.Gün Atölye sunuşları YTÜ Mimarlık Fakültesi Prof. Dr. Alpay Aşkun Salonu Alan gezileri Anadolu Hisarı, Kuzguncuk, Çengelköy 2.-3.Günler Atölye çalışması YTÜ Mimarlık Fakültesi-Tasarım Atölyesi Sunuş ve tartışma TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
257
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
YTU Arch. Fac. e-Journal Volume 1, Issue 4, 2006
1. ULUSAL SOSYAL BİLİMLERDE SÜRELİ YAYINCILIK KURULTAYI‘NDAN İZLENİMLER Çiğdem Polatoğlu Baytin*, Nazlı Ferah Akıncı* * YTÜ Megaron Yayın Kurulu üyesi
02-03 Kasım 2006 tarihlerinde Ankara’da gerçekleşen Tübitak-Ulakbim kurultayında; dergi editörlüğü ve hakemlik sistemi, araştırma ve yayın etiği, bilimsel makale ve yayın nitelikleri, sosyal bilimler süreli yayınlarında bilim dili sorunu, akademik yükseltme ve atamalar açısından süreli yayıncılık konu başlıklarında toplam 17 bildiri sunuldu ve tartışıldı. Megaron adına izlediğimiz toplantıda özellikle vurgulanan konuları sizlerle paylaşmak istiyoruz. Dergi editörlüğü ve hakemlik sistemi; 1. Editörün konusunda uzman ve yayın yapan biri olması önerildi. 2. Makalelerin, en az iki hakem tarafından değerlendirilmesi uygun bulundu. 3. İki hakem raporu olumsuz ise neden diye üstelenmemesi gerektiği sonucuna varıldı. 4. Süreç sırasında yazar-hakem birbirini bilmeli, daha sonra bilmemeli şeklinde görüşler tartışıldı. 5. “Eş editörlük” sistemi vurgulandı. 6. “Alan editörlüğü” ile makalelerin dengesiz dağılımının önlenebileceği belirtildi. 7. Hakem raporlarında hiçbir açıklama olmadan ret, kabul ya da alaycı ifadelerin olumsuzluğu yanında yöntem, kaynak konusunda yol gösterici hakemlik yapmanın olumlu niteliği belirtildi. 8. Hakemlerin özverili katılımlarının karşılığının nasıl verilebileceği tartışıldı. 9. Editör, organizasyonun yanı sıra yazıları ilk olarak değerlendirip ret kararını verebilmelidir.
10. Üniversite dergilerinin azlığına dikkat çekildi ve dergi sayısının arttırılması için kurultayda tavsiye kararı alınması görüşüldü. 11. Ulusal dergilerde yer alan hakemler ödüllendirilmelidir. Türk dilinde bilimsel yayın üretilmesi desteklenmelidir. Günümüzde, halihazırda bütün nitelikli yazılar yurtdışı dergilere gitmektedir. Araştırma ve yayın etiği; “Her zaman doğruyu söyle, dediğini hatırlamak zorunda kalmazsın” Mark Twain
258
12. Araştırma konusunda etik; her konuda araştırma yapılabilir mi? Araştırma ve sonuçları insanlığın iyiliğine hizmet etmeli savından hareketle, insanlığın deneysel araştırmalarda denek olarak kullanılmasındaki etik ve insanlık dışı uygulamalar vurgulandı. Tıp bilimi yanı sıra sosyal bilimler alanında da bu tür yaklaşımların olumsuzluğu ortaya konuldu. 13. Araştırmada dürüstlük sorunu; bilimsel yanıltma, uydurma, saptırma; dürüst hata (deneysel hata, yöntemsel hata, insan hataları gibi istemeden kötü niyet olmadan ortaya çıkan hatalar), yalancılık ve saptırma (uydurma, masa başında beklentilere uygun veri üretme, istenen sonuca ulaşmak ve kendi beklentisini öne çıkarıp diğerlerini yok sayma), aşırma (kendine ait olmayanı kaynak göstermeksizin kullanma) konuları detaylı olarak irdelendi. 14. Araştırmanın raporlaştırılması; tekrarlı yayın (az bir değişiklikle aynı çalışmayı
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
Ç. Polatoğlu Baytin, N. F. Akıncı
8. Doktora tezinin parça parça yayınlanmasının etik olmadığı görüşüldü. 9. Uluslararası dergilerin gündemine göre çalışmaların oluşturulması doğru bulunmadı. Bu bağlamda atamalarda istenen ön koşulların irdelenmesi gerekliliği ve Türkiye gündemine göre olması gereken konular öncelikli oluşturulmalıdır. 10. Çalışmaların ulaşılabilir olması sağlanmalıdır. 11. Atıf alma çalışmanın kaliteli olduğu anlamına gelmemelidir. 12. Sosyal Bilimler alanında uluslararası dergilerin sayısının arttırılması gerekmektedir. 13. Ulusal dergilerde yayın yapanların desteklenmesi ve ödüllendirilmesi gerekir. 14. Derginin dağıtımı iyi yapılmalıdır. Okuyucu oranının fazla olması sağlanmalıdır. Sanal dergi bütün bu endişeleri gidermek adına iyi bir çözüm olarak görülmektedir. 15. Dergilerde; araştırma makaleleri, derlemeler, olgu tanımları, bildiriler, çeviriler ve diğer şeklinde çalışmalar yer alır. Asıl önemlisi araştırma makaleleridir. Dergilerde araştırma makalelerinin sayısı arttırılmalıdır. 16. Bilimsel makale, bilim arasında bilgi alış-verişini sağlamalıdır. 17. Makaleler uzlaşma aracı olarak tanımlanabilir. 18. Kuramı eksik deneysel çalışmalar iyi sonuçlandırılamıyor.
birçok dergiye göndermek), bölünmüş yayın (bir araştırmanın bölünerek birçok dergiye gönderilmesi) yapılması etik bulunmadı. 15. Çalışmayı destekleyen tüm kurum ve kişilerin belirtilmesi ifade edildi. 16. Yazarlık hakları; danışmanlar tez öğrencisinin tezine ortak olabilir mi? ikram yazarlık, hayalet yazarlık konuları tartışıldı. 17. Her yerde olması gereken bilimsel metin aynıdır. Oto kontrolün önemi vurgulanmış ve oto kontrol tanımlaması yerine Türkçede karşılığı olan “öz denetim”in kullanılması gerektiğinin altı çizilmiştir. Bilimsel makale ve yayın nitelikleri; 1. Bilim insanı, iyi bir araştırmacı niteliğine sahip olmalıdır. Araştırmaların yayına dönüşmesi planlanmalı ve uygulanmalı, araştırma ve yayın beraber yürütülmelidir. 2. Sosyal Bilimlerde makalelerin genellikle tek yazarlı olması, bilgilerin paylaşılması açısından sakınca yaratmaktadır. Bu nedenle ekip çalışmasının daha başarılı sonuçlar doğuracağına ilişkin görüşler getirildi. 3. Olumlu ya da olumsuz hakem raporu sonuçları çalışmayı geliştirmek için bir fırsat olarak görülmeli ve eleştiriye açık olunmalıdır. 4. Çalışmaların yayınlanacağı dergilere nasıl ulaşılacağı endişeleri dile getirilirken, yayıncılar açısından kaliteli makalelerin sayısının azlığına dikkat çekildi. 5. Sosyal Bilimlerde araştırma sonuçları genelde kitap olarak yayınlanıyor olması makale üretiminin azlığının da bir nedeni olarak görüldü. 6. Literatür taramasında eski yayınların (öncül çalışmaların) yer almasının önemi vurgulandı. 7. Sosyal Bilimlerde makale yazabilmek için kaliteden ödün vermeden pratik anlayış kazanılmalıdır.
Sosyal bilimler süreli yayınlarında bilim dili sorunu 1. Makalelerde Türkçe kelimelerin kullanılmasının önemi vurgulandı. 2. Dilin, toplumun üretim boyutunda kendini gösterdiği ifade edildi. 3. Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü oluşturuluyor. 2007’de yayınlanacağı duyuruldu.
259
YTÜ Mim. Fak. e-Dergisi Cilt 1, Sayı 4, 2006
Ç. Polatoğlu Baytin, N. F. Akıncı
1. Doçentlik jürileri önemli bir adım. Türk, türkü okumuyor, bu tip atamalarda yapılan çalışmaların irdelenmesi sağlanıyor. 2. Doktora bilim insanı olmak açısından önemli bir adım. 3. Ulusal dergilerin atamalardaki önemi arttırılmalıdır.
4. Türkçe Genel Birimleri Sözlüğü’nün de çalışmalarda kullanılması gerektiği vurgulandı. 5. Yabancı dilde kaliteli makalenin yayınlanmasının da önemli olduğu gündeme getirildi. 6. Yabancı dil öğretme tekniklerinin konuşmaya da yansıtılmasının öneminden bahsedildi. Akademik yükseltme ve açısından süreli yayıncılık
atamalar
• I.Ulusal Sosyal Bilimlerde Süreli Yayıncılık Kurultayı kitabı, 2007 yılında yayınlanacaktır.
I.ULUSAL SOSYAL BİLİMLERDE SÜRELİ YAYINCILIK KURULTAYI 02 Kasım 2006 Perşembe Açılış Konuşması • Prof. Dr. Cem SARAÇ TÜBİTAK-ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı Tanıtımı • Nuray DEMİRKOL 1. Oturum : Türkiye'de Sosyal Bilimler ve Süreli Yayıncılık • Prof.Dr. Korkmaz ALEMDAR (Oturum Başkanı) • Prof. Dr. Korkut BORATAV : Sosyal Bilimler Veri Tabanı Çalışmalarında Tarihsel Perspektif • Prof. Dr. Taner TİMUR : Türkiye'de Sosyal Bilimler Alanındaki Bilimsel Süreli Yayınlarla İlgili Sorunlar • Prof.Dr. Yaşar TONTA : Açık Erişim: Bilimsel İletişim ve Sosyal Bilimlerde Süreli Yayıncılık Üzerine Etkileri • Doç. Dr. Doğan ATILGAN : Türkiye'de Açık Arşiv Çalışmalarının Gelişimi ve Ankara Üniversitesi Örneği 2. Oturum : Dergi Editörlüğü ve Hakemlik Sistemi • Prof.Dr. Kasım KARAKÜTÜK (Oturum Başkanı) • Doç. Dr. Sinan OLKUN : Eğitim ile İlgili Uluslararası Bilimsel Dergilerde Editörlük Süreci: Fırsatlar, Sorunlar ve Çözüm Önerileri • Prof. Dr. İzzettin ÖNDER: Hakem ve Jüri Sistemlerinde Aleniyet • Doç. Dr. Nazmi KOZAK : Türkiye'de ve Dünyada Dergi Editörlüğü ve Hakemlik Sistemi • Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber ŞAHİN : Eğitim İle İlgili Süreli Dergilerde Hakemlik ve Sorunları (Eğitim Araştırmaları Dergisi Örneği)
4. Oturum : Bilimsel Makale ve Yayın Nitelikleri • Doç. Dr. Aydan BALAMİR (Oturum Başkanı) • Prof. Dr. Aytül KASAPOĞLU : Bilimsel Yayınlarin Niteliğinde Etkili Olan Faktörler: Bilim İnsanı ve Bilim Politikalarinin Rolü • Prof. Dr. Selami SARGUT : Buluşsal Arayış ya da Sav: Bilimsel Makale Niteliği Üzerine Düşünceler • Doç. Dr. Şener BÜYÜKÖZTÜRK - Y.Doç. Dr. Ömer KUTLU : Sosyal Bilim Araştırmalarında Yöntem Sorunu 5. Oturum : Sosyal Bilimler Süreli Yayınlarında Bilim Dili Sorunu • Doç. Dr. Erdinç SAYAN (Oturum Başkanı) • Prof. Dr. İclal ERGENÇ : Bilim Dili Türkçe ve Sosyal Bilimler Dergilerindeki Görünüm • Prof. Dr. Osman TOKLU : Sosyal Bilimlerde Yabancı Dilde Yayın Yapma ve Sorunları • Doç. Dr. Leyla Subaşı UZUN : Bilimsel Söylem ve Özellikleri 6. Oturum : Akademik Yükseltme ve Atamalar Açısından Süreli Yayıncılık • Doç. Dr. Recep BOZTEMUR (Oturum Başkanı) • Prof. Dr. Adil TÜRKOĞLU : Sosyal Bilimler Alanında Yükseltmeler Konusunda YÖK'ün Yaptığı ve Yapması Gereken Çalışmalar / (Tam Metin) • Doç. Dr. İsmail GÜVEN : Yurtdışı Sosyal Bilimler Dergilerinde Yayın Süreci • Ar. Gör. Binali TUNÇ : Akademik Yükseltmeler ve Atamalar Açısından Süreli Yayınların Anlamı
3. Oturum : Araştırma ve Yayın Etiği • Prof.Dr. Gürbüz ERGİNER (Oturum Başkanı) • Prof. Dr. İnayet AYDIN : Sosyal Bilimlerde Araştırmadan Yayına Etik Değerler • Prof. Dr. Mehmet ECEVİT : Bilimsel Bilgi Problematiği: Araştırma ve Yayın Etiğinde Toplumsal Ayrıcalıklar ve Ayrımlar • Prof. Dr. Tuba ONGUN : Araştırma ve Yayın Etiği • Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN : Bilimsel Makale Yazma Etiği: Eleştirel Gözlemler
Sempozyum program bilgilerine, http://www.ulakbim.gov.tr/cabim/vt/uvt/sbvt/kurultay1 adresinden de ulaşabilirsiniz.
260