YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
KENTSEL KIYI ALANLARINDA YER ALAN SANAYİ BÖLGELERİNDE DÖNÜŞÜM POTANSİYELİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ; HALİÇ – TERSANELER BÖLGESİ Bora YERLİYURT**, Prof.Dr.Emre AYSU** Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Mimarlık Fakültesi, İstanbul, Yıldız, Beşiktaş *byerli@yildiz.edu.tr **eaysu@yildiz.edu.tr ÖZET 20.yüzyılın başlarında sanayileşmenin getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar ve yeniden yapılanma süreçleri tartışılırken, 21.yüzyıla girerken sanayi sonrası toplumlardaki dönüşüm süreci ve buna paralel olarak gelişen küresel değişimler gündeme gelmiştir. Küreselleşmeyle birlikte sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci, sosyal ve ekonomik politikalarda olduğu gibi, özellikle gelişmekte olan ülkelerin kentleşme süreçlerinde de önemli değişikliklere neden olmuştur. Sanayi sektörünün yerini hizmetler sektörüne bırakması, kentlerin sosyo-ekonomik yapısıyla birlikte arazi kullanış desenlerini de etkilemiştir. Bu süreç içinde uygulanan desantralizasyon politikaları ile kent merkezlerinden geri çekilen sanayi fonksiyonunun boşalttığı alanların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusu önem kazanmıştır. Bu noktada ‘Kentsel Dönüşüm’ kavramı, kentsel planlamanın önemli bir enstrümanı olarak ön plana çıkmıştır. Çalışma kapsamında, sanayisizleşme süreci sonucunda kentsel kıyı alanlarında konumlanan atıl kalmış sanayi alanları, kentsel dönüşüm bağlamında irdelenmiş ve benzer özellik gösteren Haliç kıyısında konumlanan tersaneler bölgesi ve geri alanı bu çerçevede değerlendirilmiştir. Varsayımlar doğrultusunda çalışma alanındaki kentsel dönüşüm sürecinde etken olması beklenen faktörler irdelenmiş ve elde edilen sonuçlara göre bu faktörlerin kentsel dönüşüm sürecine olası etkileri ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: Kentsel Dönüşüm, Sanayi, Kıyı, Sanayisizleşme, Haliç THE EVALUATION OF TRANSFORMATION POTANTIAL OF THE INDUSTRIAL ZONES LOCATED ON THE URBAN WATERFRONTS; HALİÇ – DOCKYARDS REGION ABSTRACT While in the beginning of the 20th century the socio-economic problems and restructuring issues brought by industrialization were being discussing, towards the 21st century the global factors in parallel with the transformation process of post industrial societies are started to be discussed. Supported by the globalization process of transition through industrial society to information society, besides the social and economical politics, it has also considerable modifications especially on urbanization process of developing countries. The installation of services instead the industrial sector is effected the socio-economic organization and the land use patterns of the cities. Though the implementation of decentralization politics, the approaches in order how to maintain the retreated industrial areas in the centre of cities rather gained importance. At this point, the ‘Urban Transformation’ concept is brought forth as a fundamental instrument of urban planning. In the scope of this paper, the retreated industrial areas during the deindustrialization process are examined and in accordance with this study the naval dock yard region and its hinterland in the Golden Horn is evaluated as a case study. According to the assumptions, potential factors which affect the urban transformation process of the region are inquired and outcomes are put forward. Keywords: Urban Transformation, Industry, Waterfront, Deindustrialization, Golden Horn
*
Yerliyurt, B., (2008), ‘Kentsel Kıyı Alanlarında Yer Alan Sanayi Bölgelerinde Dönüşüm Potansiyelinin Değerlendirilmesi; Haliç – Tersaneler Bölgesi’, (basılmamış), Doktora Tezi, YTÜ, İstanbul.
194
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
B.Yerliyurt, E.Aysu
1.GİRİŞ Kentler de canlı varlıklar gibi doğan, büyüyen, yapıları sürekli değişen toplumsal birimlerdir [1]. Kentler kuruldukları tarihlerden günümüze, her dönemin gerektirdiği farklı sosyo-ekonomik, toplumsal, politik ve teknolojik dinamikler doğrultusunda değişen yeni yaşam biçimlerine cevap verebilecek dönüşümlere ihtiyaç duyarlar. Bu dönüşümler sayesinde kent, kendini yeni koşullara göre yeniden kurgulayarak devamlılığını sağlamaktadır. Kentlerde yaşanan ilk büyük çaplı dönüşümler endüstri döneminde ortaya çıkmıştır. Kentlerinin mekânsal yetersizlikleri, artan nüfus, sağlıksız yaşam koşulları gibi endüstrileşme temelli sorunlar bu dönemin ortak dönüşüm nedenleridir. Günümüzde ise, ülkemiz ve gelişmekte olan benzer ülke kentlerinde dönüşüm gerekliliğini oluşturan nedenler çeşitlilik göstermektedir. Fiziksel anlamda bakıldığında; günümüz kentlerinin mevcut yapı stoklarının fiziksel ömürlerini dolduruyor olmaları, altyapı problemleri, kentsel estetiğinin bozulması, sosyal anlamda bakıldığında; artan nüfusla birlikte yasadışı yapılaşan alanlar, kentlerin kimliksizleşmesi, teknolojik anlamda bakıldığında ise; ulaşım ve mekânsızlaşma gibi genel başlıklar ile bu çeşitlilik açıklanabilir. Söz konusu dönüşüm gereklilikleri “kentin yeniden üretimi” sürecini de beraberinde getirmektedir. Bu süreç kendiliğinden gelişebildiği gibi planlı bir biçimde de gerçekleşebilir. Kendiliğinden gelişen dönüşümlerin kente maliyeti yüksek olmaktadır. Benimsenecek planlı yaklaşımlar hem ekonomik anlamda hem de kentsel mekan anlamında kentin daha sağlıklı bir yeniden üretim süreci geçirmesini sağlar. Bu noktada karşımıza “Kentsel Dönüşüm” olgusu çıkmaktadır. Kentsel dönüşüm ulus devlet anlayışının bir adım ötesine geçmiş ve küreselleşen dünyada kendine yer arayan kentlerin, yeni
kimliklerinin yaratılması ve süreç içinde bu kimliklerinin pazara sunulabilmesi açısından son derece önemlidir. 20.yy’ın ikinci yarısında ekonomik durgunluk, üretim organizasyonundaki değişim, yeni pazar arayışları, çevre kirliliği ve ulaşımdaki yeni gelişmeler kent merkezindeki mevcut sanayi alanlarının kısmen veya tamamen terk edilmesini gündeme getirmiştir. Su kenarında yer alan, gerek teknolojik gerek ticari gerekse kültürel anlamda hızla gelişimini sürdüren kentlerde boşalan kent merkezleri turizm, rekreasyon gibi yeni çekim güçlerinin yaratılması bakımından önemli potansiyellere sahiptir [2]. Böylesi bir durum küreselleşen dünyada kendine yer arayan kentlerin yeni kimliklerinin yaratılması ve ihtiyaçları olan donatıların yerleştirilmesine olanak sağlar. Bu anlamda kentsel alanlarda gerçekleştirilen dönüşüm projelerine bakıldığında bu projelerin önemli bir bölümünün kıyı alanlarında yer seçtiği görülmektedir. Sanayisizleşme süreciyle birlikte büyük bir bölümü atıl duruma gelen kıyı alanlarında bulunan sanayi dönemine ait fonksiyon alanları, küreselleşmeye ayak uydurma çabasındaki kentlerin ‘potansiyel yeni fonksiyon alanları’ olarak ön plana çıkmaktadır. Birçok anlamda buluşma ve aktarma noktasında bulunan İstanbul söz konusu kentsel dönüşümleri son on yıldır yaşamakta olan bir su kenarı kentidir. Kent, su kimliğini konumlandığı alanın doğal çevre verileri olan Marmara Denizi, Haliç ve boğaz’ın yanı sıra su yüzeylerinin çevresinde yükselen kara parçaları ve tepelerinden almaktadır. Tez çalışmasında İstanbul’un en önemli su kenarı bölgelerinden biri olan Haliç örnek alan olarak seçilmiştir. Bu bölge, İstanbul Metropoliten Alanı’nın sanayisizleşme sürecinde fonksiyon değişikliklerine uğrayan ve halen bu değişim sürecinin devam etmekte olduğu geniş bir kıyı alanıdır. Bu kıyı bandında yer alan
195
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
potansiyel müdahale alanlarından biri de işlevini büyük ölçüde yitirmiş olan tersaneler bölgesi ve geri alanında yer seçen küçük imalat birimlerinin yoğunlaştığı alandır. Araştırma kapsamında, eski tersane alanı ve geri bölgesi fiziksel ve sosyal özellikleri açısından irdelenerek bölgenin dönüşüm potansiyeline ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. 2. ÇALIŞMA ALANINDAKİ KÜÇÜK SANAYİ BİRİMLERİNİN DÖNÜŞÜM POTANSİYELİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci ve etkisinde gelişen küreselleşme hareketiyle birlikte metropol özelliği gösteren kentlerde artan ulusal ve uluslararası sermaye yatırımları bu kentlerin gelişme eğilimleri (sanayinin merkezden çekilmesi) ve makroformları üzerinde önemli bir belirleyici etken olmuştur. İstanbul metropoliten alanı da tipik olarak bu gelişim süreçlerinin gözlemlendiği bir örnektir. “Kuruluş yıllarında ticaret ve küçük el sanatları birimlerinin yer aldığı tarihi şehir merkezi, metropoliten şehrin gelişme eğilimleri doğrultusunda kabuk değiştirmiş ticaret alanlarıyla birlikte, konut bölgelerinde de küçük üretim birimleri yer almaya başlamıştır” [3]. Tarihi merkez ve yakın çevresinde konumlanan küçük üretim birimleri güncel eğilimler doğrultusunda merkez dışına yöneltilmiştir. Ancak yine de bu birimlerin önemli bir bölümü faaliyetlerini devam ettirmektedirler. Bu eğilimin sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: • • • • •
Kuruluş maliyetinin minimum olması Piyasaya yakın olma; Fazla sermaye gerektirmeyen sektörlere uygun piyasanın mevcut olması Kalifiye ve kalifiye olmayan ucuz işgücü sunusu Ara madde ürün kullanan üretim birimlerinin bir arada bulunması
•
Merkezin kayıt-dışı ekonomik faaliyetlere uygun zemin oluşturması [3]
Bu avantajlardan dolayı merkez ve çevresinde yer seçen küçük üretim birimlerinin oluşturduğu niteliksiz çalışma koşulları, ulaşım problemi ve görsel kirlilikle birlikte teknolojik gelişmeler koşutunda üretim yöntemleri ve pazarın değişmesi ve merkez dışında yeni üretim birimlerinin gelişmesi gibi etkenler, bu birimlerin merkezden taşınmasını gündeme getirmiştir [4]. Araştırma kapsamında çalışılan tersaneler bölgesi ve geri alanında yer alan küçük sanayi birimleri benzer karakterde gelişme göstermiş bir örnektir. İlk dönemlerinde tersane fonksiyonuyla birlikte yaşayan geri alandaki imalat birimleri, günümüzde tersanelerin büyük ölçüde işlevlerini yitirmesine karşın, yukarıda belirtilen sebepler nedeniyle sanayi fonksiyonunu devam ettirmektedirler. Bir su kenti olan İstanbul’un önemli bir kentsel kıyı alanında konumlanan bu sanayi alanının kentsel yaşama olan olumsuz etkilerinden dolayı plan kapsamında kentsel alan dışına çıkarılmaları bir gerekliliktir. Ancak yapılan üst ölçekli planlarda karşılığını bulmasına rağmen planlama pratiği açısından henüz tam anlamıyla başarıya ulaşamamıştır. Bu noktada alanda kurgulanacak kapsamlı bir kentsel dönüşüm stratejisi sanayi fonksiyonunun bölgeden taşınması için önemli bir planlama aracıdır. Araştırmanın Amacı: Kentsel dönüşüm stratejilerinin doğru kurgulanması adına, dönüşümü öngörülen alanın analitik çözümü ve bunun doğru yorumlanması önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda araştırmanın amacı kentsel dönüşüm kapsamında ele alınması öngörülen çalışma alanında yer alan küçük sanayi birimlerinin, varsayımlar doğrultusunda kentsel dönüşüm potansiyellerinin değerlendirilmesi ve bu
196
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
B.Yerliyurt, E.Aysu
doğrultuda alanın ortaya konmasıdır.
fırsat
ve
kısıtlarının
gerçekleştirilebilmesinin faktörlerinden biridir.
en
önemli
Varsayımlar:
Bulgular:
Çalışma alanında gerçekleştirilen veri toplama, tespit ve anket uygulamaları sonucunda elde edilen bilgiler, kentsel dönüşüm kapsamında çalışma alanının sanayi fonksiyonundan arındırılması konusundaki sorun ve potansiyelleri ortaya koymak hedefiyle, aşağıdaki varsayımlar doğrultusunda değerlendirilmiştir.
Bu bağlamda ilk olarak çalışma alanında bulunan küçük sanayi birimlerinin işyerinin taşıma konusundaki istek veya isteksizliği değerlendirildiğinde;
•
•
•
•
•
Sanayi kuruluşunun mekânla ilişkisinin güçlü olması dönüşüm sürecinde sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltır. Bölgede, sanayideki üretim çeşidinin mekana bağımlılığının yüksek olması, sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltır. Bölgedeki sanayinin konumlandığı alanlardaki yapı-parsel ilişkileri ve altyapı olanakları gibi fizik mekan koşullarını belirleyici özellikler, sanayinin bölgeden taşınma eğilimini etkiler. Bölgede gerçekleşen sanayi faaliyetlerinin tersane ile ilişkisinin varlığı sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltır. Kullanıcıların dönüşüm sürecine bakış açısının olumlu olması dönüşüm sürecinin uygulanabilir olması ve hızlı en gerçekleştirebilmesi açısından önemli faktörlerden biridir.
Görüldüğü gibi varsayımların kentsel dönüşüm bağlamındaki ana değerlendirme ölçütünü, mevcut kullanıcıların küçük sanayi birimlerini alandan taşımaları konusundaki eğilimleri (istek ya da isteksizlikleri) oluşturmaktadır. Çünkü kentsel dönüşüm sürecinin başarılı olması için mevcut kullanıcıların sürece dahil olması (edilmesi) beklenir. Sürece katılma eğilimindeki kullanıcı kentsel dönüşüm sürecinin sağlıklı, süratli ve sorunsuz
Anket uygulanan 67 birim sahibinin %51’i taşınma eğilimindeyken, %49’luk kesimi iş yerini taşımak istemediğini belirtmiştir. Taşınma eğilimindeki %51’lik kesimin %85’i alandaki altyapı sorunlarından kurtulmak ve OSB’nin avantajlarından yararlanmak için, diğer %15’lik dilim ise işyerini genişletmek amacıyla taşınmak istediğini belirtmiştir. İşyerini taşıma eğiliminde olanların lokasyon olarak 4 tercihi bulunmaktadır; Bayrampaşa, Ümraniye, İkitelli ve Tuzla. Bu yerlerin en önemli ortak özelliği hepsinin OSB’ye sahip olmalarıdır. Bu yerlerden en çok tercih edileni ise %57’lik bir oranla İkitelli’dir. Burada ilgi çekici olan nokta, 1995 planında ikitelli OSB alanının, bu ve benzer özellik gösteren (merkezde yer alan) bölgelerdeki küçük sanayi birimleri için gösterilmiş alan olmasıdır. İşin konusuna ilişkin değerlendirme; Anket çalışması kapsamında değerlendirilen 67 işletmenin iş konuları çeşitlilik göstermektedir; makine parça imalat, pres sanayi, torna atölyesi, çelikmetal sanayi, dökme demir, tesisat malzemeleri, yat malzemeleri imalatı, tekstil, mermer atölyesi, gıda sanayi, orman ürünleri işleme, vb.. Bu konular ana kollara göre aşağıdaki gibi gruplandırılmıştır: Metalürji: 48 (%72), Kimya: 6 (%9), Ahşap: 5 (%7), Diğer: 8 (%12). Metal sanayinin içindeki en büyük payı %42’lik değerle makine parçaları imal eden işletmeler almaktadır. Metale dayalı sanayinin bu kadar ağırlıkta olmasının sebebi son yıllarda etkinliğini yitirmesine karşın, tersane alanlarının bölgedeki varlığı
197
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
olarak değerlendirilebilir. Alanda tespit edilen bu sektörel dağılım ile işyerlerinin kentsel dönüşüm kapsamında bölgeden taşınma eğilimi arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki çıkmamıştır. Ancak dönüşümü öngörülen alandaki küçük sanayi birimlerinin sektörel gruplamasından elde edilen veriler, kentsel dönüşüm stratejileri üretme sürecinde son derece önemli olabilmektedir. Örneğin mülakatlarda torna atölyelerinin 1990’ların başından beri üretim hacimlerinin daraldığı ve bununla birlikte çalışan sayısını da azalttığı belirtilmiştir (torna atölyelerinin tamamında 0-5 kişi aralığında çalışan vardır). Bu anlamda torna atölyelerinin kentsel dönüşüm sürecinin ilk etabında taşınması, sürece katkı sağlaması ve benzer iş kolları ile bir arada bulunmasının getirdiği avantajlardan yararlanması açısından bir fırsat olarak görülebilir. İşyerlerinin kuruluş değerlendirme;
yıllarına
ilişkin
Anket yapılan işletmelerin yarısından fazlası (%55) 1990 ve 2000 yılları arasında kurulmuştur 1990’lardan günümüze kadar değerlendirildiğinde ise bu oran %71’lere kadar çıkmaktadır. İşletmelerin kuruluş yılları ile taşınma eğilimi arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki çıkmamasına karşın alanda bulunan %29 oranındaki 1990 öncesi kurulmuş (20-30 yıllık) işyerlerinin taşınmaları, ekonomik zorluklarının yanı sıra, alışkanlıklar, müşteri çevresi vb. açılardan işyeri sahipleri için manevi zorluklara da yol açabilecektir. Bu durum stratejilerin belirlenmesi sürecine bir girdi olarak değerlendirilmelidir. Mülkiyet durumuna ilişkin değerlendirme; Kentsel dönüşüm sürecinde stratejilerin kurgulanması ve buna bağlı olarak mekanın organizasyonunda çözülmesi gereken en önemli düğümlerden biri de mülkiyet konusudur. Mülk bedelleri, kira bedelleri, arsa birim m2 maliyetleri gibi veriler, süreç içinde gerçekleştirilmesi olası kamulaştırma
maliyetleri ile doğrudan ilintilidir. Her şeyden daha önemlisi hak sahiplerinin onayı olmadan çözülmeye çalışılacak mülkiyete ilişkin sorunlar kentsel dönüşüm sürecinin sosyal boyutunu zayıflatmakla kalmayıp, sürecin yasal prosedürler sebebiyle uzamasına da neden olacaktır. Alanda yapılan anket çalışmasına göre 67 birime ilişkin mülkiyet analizi sonuçlarına göre; alandaki işyerlerinin %43’ü mülk sahibi, %57’si kiracıdır. İlk bakışta %43’lük sahiplilik oranı dezavantaj yaratabilecek bir rakam olarak algılanabilecektir. Mülk sahibi olan işletmeleri, kentsel dönüşüm sürecinde alandan taşıma konusunda güçlükler yaşanabilecektir. Ancak alanda kurgulanacak kentsel dönüşüm uygulamasının, etaplamalı (kademeli) bir model olarak öngörüldüğü durumda, işyerlerinde kiracı olarak devam eden %57’lik kesim azımsanmamalıdır. İlk etapta kiracı kesimi bir takım teşviklerle ya da caydırıcılıklarla kentsel dönüşüm sürecine katmak daha kolay gerçekleşebilecektir. Sonraki aşamada da katılımı sağlanan kiracıların tasfiyesinden sonra yapılacak uygulamalar, mülk sahiplerinin ikna sürecinde de etken olacaktır. Aynı zamanda yapılan çapraz sorgulamada da ortaya çıkan tabloya göre kentsel dönüşüm kapsamında taşınma isteğine olumlu bakan kullanıcıların %71 gibi önemli bir oranı alanda kiracı olarak yer almaktadır. Bu tablo varsayıma paralellik gösteren niceliklere sahiptir. Genel olarak kiracılar taşınma eğilimi göstermektedir. Taşınma eğiliminde olan kiracıların toplama oranı ise %36’dır. Mülkiyet durumu ile ilgili yorumları, kiracıların ödediği bedelleri de değerlendirmeye dahil ederek daha da genişletmek mümkündür. Anket uygulanan kiracıların %51’i 0-500YTL, %43’ü 5001000YTL ve %6’sı da 1000 YTL üzerinde aylık bedel ödemektedir. Bu değerlere göre %94’lük bir oran 1000 YTL’nin altında bir kira bedeli ödemektedirler. Kira bedelleri
198
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
B.Yerliyurt, E.Aysu
göreli olarak çok düşük olması nedeniyle kirada olan işletmelerin mülk sahiplerinin de çeşitli teşviklerle kentsel dönüşüm sürecine katılımı, aynı zamanda mülkün de sahibi olan işletme sahiplerine göre daha kolay gerçekleşebileceği öngörülebilir. Ancak, burada bahsedilen değerlerin sadece alanın sosyal profili doğrultusunda ortaya çıkan gelir normları çerçevesinde değerlendirmesi göz ardı edilmemelidir Alanda çalışanların değerlendirme;
profiline
ilişkin
Çalışma alanında bulunan işletmelerde çalışan iş gücünün baskın bir oranda (%82) işyerinin çok yakınında (Hasköy, Kasımpaşa, Kulaksız, Halıcıoğlu) ikamet ettiği görülmektedir. Bu durum işyerini taşıma isteğindeki birimler için bir dezavantaj olarak gözükmektedir. Çünkü ucuz işgücü temini konusunda en önemli faktörlerden biri çalışan-işyeri ulaşım ilişkisidir. Çalışanların % 70’i asgari ücret ve altında çalışan niteliksiz işgücü olduğu da dikkate alındığında işyerinin taşınması konusu, nereye taşınacağı ile ilintili olarak bu işgücü potansiyelinin kaybolması anlamına gelebilecektir. Ancak buna bağlı olarak sorulan “işyeri taşınması halinde taşındığı yerde de devam etmeyi düşünür müsünüz?” sorusuna alınan yanıtlar, istihdamın mekanla ilişkisinin taşınma eğilimini olumsuz yönde etkilemeyeceğini göstermektedir. Çünkü çalışanların %95’lik bir bölümü soruya olumlu yanıt vermişlerdir. Ancak elde edilen bu veride göz ardı edilmemesi gereken nokta, alınan yanıtların; • taşınılacak yer somut olarak ortaya koymadan, • alternatif iş opsiyonu sunulmadan alındığı, • ve işine bağlılık çerçevesinde duygusal (hissi) olarak cevaplandırılmış olabileceğidir.
Bununla birlikte çalışanların gelir düzeyi ile ikamet yeri arasında da istatistiki olarak anlamlı bir ilişki yoktur. Alandaki sanayi değerlendirme;
üretimine
ilişkin
“Bölgede, sanayideki üretimin mekana bağımlılığının yüksek olması, sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltır” varsayımından hareketle, işletmelerin hammadde temin ettiği ve ürün sattığı lokasyonlar tespit edilerek işyerinin pazar ile olan ilişkisi değerlendirilmiştir. Buna göre; işyerlerini taşıma eğilimleri ile pazarla olan ilişkileri arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak, işletmelerin üretim için kullandıkları ham maddeyi nereden temin ettiklerine bakıldığında bu kuruluşların %94’ünün İstanbul içinden hammaddeyi temin ettiği görülmektedir. Bu oran içerisinde öne çıkan en önemli lokasyonlar, Tuzla (%7,5) , Bayrampaşa (%7,5), İkitelli (%3)’dir. Öne çıkan üç bölge, işletmelerini taşıma eğiliminde olan %51’lik kesimin taşınmak istediği organize sanayi bölgelerinin bulunduğu yerleri işaret etmektedir. Bu işletmelerin %57’sinin aynı iş kolundaki işletmeler ile aynı mekanda bulunmak istemeleri de bu durumu destekler nitelikte bir veridir. Üretilen ürünün satıldığı yerlere bakıldığında ise, %47 oranında Türkiye geneline, %53 oranında ise İstanbul ve çevre illeri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu tablo, süreci etkilemesi muhtemel olan kullanılan hammadde ve satılan ürünün mekana bağımlığının olmadığına, başka bir deyişle işyerlerinin pazarla olan ilişkisinin mekandan bağımsız olduğuna işaret etmektedir. Alandaki Sanayinin fizik mekan koşullarına ilişkin değerlendirme; “Bölgedeki sanayinin konumlandığı alanlardaki yapı-parsel ilişkileri ve altyapı olanakları gibi fizik mekan özellikleri,
199
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
sanayinin bölgeden taşınma eğilimini etkiler” varsayımı doğrultusunda yapıların ek mekan ihtiyaçları ve altyapı sorunlarına yönelik değerlendirme yapılmıştır. Fizik mekan koşulları ile taşınma eğilimleri arasında anlamlı bir ilişki belirlenmemiştir. Ancak; Taşınma eğilimindeki %51’lik kesimin %35’i alandaki altyapı sorunlarından kurtulmak için, %15’lik dilim ise işyerini genişletmek amacıyla taşınmak istediğini belirtmiştir. Alanda 100 m²’den küçük iş yerlerinin oranı %30 iken 100-300 m² arasında olan iş yerleri %55 oranındadır. İş yerlerinin büyüklüğü, yapılan işin konusu ve çalışan sayısı ile doğrudan ilişkilidir. İşletmelerin %63’ü ek mekana ihtiyacı olmadığını belirtmiştir. Ek mekan ihtiyaç duyduğunu belirten %37’lik kesimin ise %65’inin kendi mevcut alanında genişleme imkanı bulunmamakla beraber, bugünkü alandan farklı bir yerde genişletilebileceğini ifade etmişlerdir. Alandaki sanayi fonksiyonunun tersanelerle olan ilişkisinin değerlendirilmesi; Varsayıma göre bölgede gerçekleşen sanayi faaliyetlerinin tersaneler ile ilişkisinin varlığı sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltacak bir faktördür. Bu doğrultuda elde edilen verilere göre İş yeri sahiplerinin % 70’lik bir kısmı Tersane alanının kendi işine hiçbir etkisi olmadığını, %19’luk bir kısmı ise olumsuz olarak etkilendiklerini belirtmiştir. Yani tersane alanlarının bölgedeki küçük sanayi birimlerinin %89’luk bir oranına olumlu bir etkisi yoktur. Bu değer bölgedeki sanayinin tersanelerle ilişkisinin olmadığını ve taşınma eğilimini azaltacak bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir. Bu değerlendirmelere ek olarak işyeri sahipleri ile yapılan mülakatlarda elde edilen bazı veriler, sübjektif nitelikte olmasına karşın çalışma alandaki genel havayı hissettirmesi açısından önem taşımaktadır. Bu verilerden bir tanesi işyeri sahiplerinin bulundukları alandaki (çalışma alanı) sanayi sektörünün geleceği
konusundaki görüşleridir. İşyeri sahiplerinin %79’u bu konuda olumsuz görüş belirtirken, sadece %7,5’luk bir kısmı olumlu görüşe sahiptir. Bir diğer konu ise işyeri sahiplerinin (işyerlerini taşıma eğiliminden bağımsız olarak) bölgede gerçekleştirilmesi düşünülen bir kentsel dönüşüm çalışmasına bakış açılarının ne olduğudur. Bu noktada işyeri sahiplerinin %91 gibi önemli bir kısmı kentsel dönüşüm konusuna olumlu baktıklarını ve bu süreçte üzerlerine düşen özveriyi göstermek konusunda istekli olduklarını belirtmişlerdir. Buraya kadar olan bölümde çalışma alanında elde edilen veriler çalışmanın varsayımları doğrultusunda çapraz tablolama yöntemi yardımı ile değerlendirilerek yorumlanmıştır. Bundan sonraki bölümde ise, yine alan çalışmasında elde edilen veriler ışığında, alanda yer alan küçük sanayi birimlerinin kentsel dönüşüm sürecine dahil olma potansiyelini belirleyen temel faktörler istatistiksel anlamlılık açısından ele alınarak, önsav sınama yöntemi ile ortaya konmuştur. Bu çerçevede çalışma alanındaki kentsel dönüşüm potansiyelinin varlığı, alanda yer alan küçük sanayi birimlerinin alandan taşınma isteği veya isteksizliği olarak ölçülmüştür (değerlendirilmiştir). İlk bölümde belirtilmiş olan varsayımlar doğrultusunda mülk sahipliği, çalışanların ikamet yeri, üretimin yakın çevreye bağımlılığı, sanayinin konumlandığı alanlardaki yapı-parsel ilişkileri ve altyapı olanakları gibi fizik mekan koşullarını belirleyici özellikler, gerçekleşen sanayi faaliyetlerinin tersane ile ilişkisi, kullanıcıların kentsel dönüşüm sürecine bakış açısı, dönüşüm (iknakatılım) sürecinin uygulanabilir olması ve hızlı gerçekleşmesi açısından en önemli faktörlerdir. Tez çalışmasının varsayımlarına konu olan bu faktörlerin, küçük sanayi birimlerinin alandan taşınma isteğinin olumlu ya da olumsuz oluşu doğrultusunda farklılık (değişkenlik) göstermesi beklenmektedir. Bu noktada
200
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
B.Yerliyurt, E.Aysu
alan çalışmasında elde edilen veriler “t testi” yöntemi uygulanarak değerlendirilmiştir. Çalışmanın bu bölümüne uygun olarak t testi yöntemlerinden “Bağımsız iki grup arası farkların testi (Independent Samples ‘t’ test)” uygulanmıştır. Bu yöntem iki farklı örneklem grubunun ortalamalarını karşılaştırır. İki grubun üyeleri birbirinden ayrıdır. Gruplar arasında kesinlikle ortak üye olmamalıdır. Buradaki iki farklı örneklem grubunu çalışma alanında gerçekleştirilecek kentsel dönüşüm kapsamında bölgeden taşınmaya istekli ve isteksiz olan küçük sanayi birimleri oluşturmaktadır. Bu bağlamda “t testi” sonucunda elde edilmek istenen; hipotezler doğrultusunda alandaki küçük sanayinin karakterine yönelik sorulardan (anketlerden) elde edilen cevapların, taşınma isteğinde ve isteksizliğinde olan birimler arasında anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini anlamaktır. SPSS programı kullanılarak hazırlanan veri tabanı, yine aynı paket programda “t testi” için tekrar kurgulanmıştır. Test edilen bütün başlıklar ayrı ayrı değil tek bir tabloda ifade edilmiştir. Test sonuçları Tablo 1’de özetlenmiştir.
Tablonun değerlendirilmesi; Temelde ortaya çıkan tabloda iki hipotez (H0 ve H1) değerlendirilecektir. İlk hipotez (H0) ortalamaların eşit olduğu, alternatif hipotez (H1) ise ortalamaların farklı olduğu durumdur1. Bu hipotezler; H0: bölgeden taşınma isteğine göre sınıflandırılmış iki grup (isteyen-istemeyen) arasında, sorgulanan başlığın ortalama değeri arasında fark yoktur. H1: bölgeden taşınma isteğine göre sınıflandırılmış iki grup (isteyen-istemeyen) arasında, sorgulanan başlığın ortalama değeri arasında fark vardır.
1
Tabloda birçok istatistik (sig, t, vb.) verildiği görülmektedir. Burada kıyaslama için bakılması gereken değer t değerinin anlamlılığını gösteren Sig (significance of t) değeridir. Bu değer 0,05 (1-α =1-0,95=0,05)’ten büyük çıkarsa h0 da belirtilmiş olan hipotez reddedilemez. t değerinin anlamlılığının gruplar arası fark olması durumunda 0,05 değerine eşit veya bu değerden küçük olması beklenir.
201
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
Is Y erini Nakletme İs teği
Tablo 1 “t Testi” Sonuç Özet Tablosu
İş in K onus u
evet hayır evet hayır evet hayır evet hayır evet
K uruluş Y ılı Is Y erinin G eniş liği E k mekan İhtiyacı Atölyenin G eniş letilmes i
hayır evet hayır evet hayır evet hayır evet
Mülkiyet K ira B edeli Ç alış an S ayıs ı Hammadde Alınan Y er Nereye S atıldığı benz er iş kollarındaki iş letmelerle aynı mekanda olma is teğ i
hayır evet hayır evet
hayır Hang i K oş ullarda Is Y erini T aş ımak evet İs ter hayır S emtin S anayi G eleceği H akkında
evet
T ers anenin İş ine E tkis i
hayır evet
T ers ane Y erine Ne G elmes ini s ter
hayır evet
D önüş üm S urecine K atilimi
hayır evet hayır
Test sonucunda doğrultusunda;
çıkan
S td. Mean D eviation 3,71 2,223 4,64 2,759 3,71 0,871 3,76 0,936 1,32 1,273 1,27 1,126 0,65 0,485 0,61 0,496
N 34 33 34 33 34 33 34 33
t
S ig.
Mean
(2‐tailed)
D ifference
‐1,522
0,133
‐0,93
‐0,234
0,816
‐0,052
0,173
0,863
0,051
0,342
0,733
0,041
34 33
646,62 635,97
484,303 487,69
0,09
0,929
10,648
34 33
0,74 0,42
0,511 0,502
2,513
0,014
0,311
34 33
323,62 575,36
474,094 501,174
‐2,113
0,038
‐251,746
34 33
0,38 0,33
0,652 0,54
0,335
0,739
0,049
34 33 34 33
472,38 607,12 470,44 575,36
503,969 493,604 505,824 501,173
‐1,105
0,273
‐134,739
‐0,853
0,397
‐104,922
34 33
0,03 0,64
0,171 0,489
‐6,826
0,000
‐0,607
34 33
30,09 635,88
171,204 487,812
‐6,823
0,000
‐605,791
34 33
0,26 0,3
0,567 0,637
‐0,26
0,795
‐0,038
34 33
0,59 0,39
0,892 0,704
0,991
0,325
0,194
34 33
2,09 2,52
1,944 2,386
‐0,804
0,424
‐0,427
34 33
0,06 0,12
0,239 0,331
‐0,882
0,382
‐0,062
veriler
H0 da belirtilen “bölgeden taşınma isteğine göre sınıflandırılmış iki grup arasında, sorgulanan başlıkların ortalama değerler arasında fark yoktur” hipotezi aşağıdaki faktörler bağlamında reddedilebilir hipotez olarak karşımıza çıkmaktadır. Birinci bağımsız grup olarak tanımlanan ‘işyerini taşıma isteğinde olan küçük sanayi birimleri’ ile ikinci bağımsız grubu oluşturan ‘işyerini taşıma isteğinde olmayan küçük sanayi birimleri’ arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösteren değişkenler:
• İşletmelerin Mülk sahipliliği (sig. değeri = 0,014 <0,050 ) • İşletmelerin Kira bedelleri (sig. değeri = 0,038 <0,050 ) • İşletmelerin hangi koşullarda taşınmak isteyebilecekleri (sig değeri=0,00 <0,05 ) • İşletmelerin benzer iş kollarındaki işletmelerle bir arada aynı mekanda olma istekleri (sig değeri = 0,00<0,05) “t testi” taşınmayı isteyenler ile istemeyenler arasında, hangi değişkenlerin istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösterdiğini ortaya koymasına karşın bu farklılıkların
202
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
B.Yerliyurt, E.Aysu
nasıl ve nelere bağlı farklılıklar olduğunu yansıtmamaktadır. Bu sebeple kategorik veri olan bu değişkenlerin arasındaki farklılıkları incelemek üzere ise, çalışmanın bu aşamasında “ki-kare testi (chi square test)” kullanılmıştır. “Ki-kare” analiz yöntemine ilişkin açıklamalar doğrultusunda testi uygulamak için “t testi”nin sonucunda ortaya çıkan anlamlı farklılık gösteren dört değişken tekrar gruplandırılmıştır: •
İşletmelerin Mülk sahipliliği o Kendi mülkü o Diğer (kiracı, vakıf) • İşletmelerin Kira bedelleri o 0-500ytl arası (mülk sahipleri dahil) o Diğer (500 YTL ve üstü) • Benzer iş kollarındaki işletmelerle bir arada aynı mekanda olma istekleri o Evet istiyor o Hayır istemiyor • İşletmelerin hangi koşullarda taşınmak isteyebilecekleri o Ekonomik destek (vergi, kredi, teşvik,) o Diğer Buna bağlı olarak uygulanan ki kare testleri ve sonuçları aşağıdaki gibidir; Mülkiyet ve kira bedeli değişkenleri ile taşınma isteği arasındaki “ki kare” testinin sonucu olarak (Tablo 2); çalışma alanında bulunan küçük sanayi birimi sahibi eğer aynı zamanda işlettiği sahibin mülk sahibi ise, kentsel dönüşüm kapsamında işyerini taşıma konusunda isteksiz davranmaktadır. Bunun tersi olarak, mülkün sahibi olmayan yani kiracı olan işletme sahipleri ise taşınma konusunda isteklidirler. Bir başka bakışla mülkiyet durumu ve kira bedeli faktörleri birleştirilerek değerlendirme yapıldığında, tesise ödediği aylık kira bedeli 0 – 500 YTL (bu dilime hiç ücret ödemeyen mülk sahipleri de dahildir) olan küçük sanayi biriminin taşınma isteği bulunmamaktadır. Özetle mülk sahibi olan
işletme sahipleri ya da göreli olarak çok düşük kira veren işletme sahipleri, kentsel dönüşüm kapsamında işletmelerini taşıma isteği konusunda olumsuz düşünmektedirler. Bu sonuç tezin, “mekan ilişkisini güçlendiren faktörlerden biri olan mülk sahipliliği oranının fazla olması, sanayinin bölgeden taşınma eğilimini azaltır” varsayımının çalışma alanı özelinde de doğru olduğu sonucunu vermektedir. Meslektaşları ile ayni çarşıda olma isteği değişkeni ile taşınma isteği arasındaki “ki kare” testinin sonucu olarak (Tablo 3); Meslektaşları ile ayni çarsıda olmak isteyen işyeri sahipleri işyerlerini taşıma konusuna olumlu yaklaşırken diğerleri taşınma eğiliminde değillerdir. Taşınma konusuna olumlu bakan 34 birimden 33’ü meslektaşlarıyla aynı çarşıda olma isteğindedir. Bu bağlamda kentsel dönüşüm sürecinde benzer iş kollarındaki işletmelerle bir arada aynı mekanda olma isteğindeki birimlere iş konularına göre daha önceden belirlenmiş uzmanlaşmış sanayi çarşılarında yer gösterilmesi, süreci hızlandırabilecek ve taşınma isteğinde olmayan ancak benzer iş kollarındaki işletmelerle aynı mekanda olma isteğinde olan %15’lik oranı da teşvik veya ikna etmek için önemli bir araç olabilecektir. Taşınma koşulları değişkeni ile taşınma isteği arasındaki “ki kare” testinin sonucu olarak (Tablo 4); işyeri sahipleri ekonomik avantajlar (vergi indirimi, kredi, teşvik, vb.) sunulması koşulunda işyerlerini taşıma eğiliminde olurken, diğer koşulların taşınma eğilimine olumlu bir etkisi bulunmamaktadır. Bu bağlamda kentsel dönüşüm stratejisi kurgusunda, düşük faizli, uzun vadeli krediler ve vergi indirimi (gittiği lokasyona göre) gibi teşvik edici finansal enstrümanlar kullanılarak sanayinin bölgeden taşınması süreci kolaylaştırılabilir.
203
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
3.SONUÇ Bu değerlendirmelerin sonucunda çalışma alanında kurgulanacak stratejik bir kentsel dönüşüm yaklaşımında küçük sanayi birimlerini bölgeden nakletme konusunda süreci kolaylaştıracak ön plan çıkan bazı etmenler özetle aşağıdaki gibidir; Tablo 2 Mülkiyet Ve Kira Bedeli İle Taşınma İsteği Arasındaki “Ki Kare” Tablosu İşyerini nakletme isteği Evet
Hayır
Mülkiyet Durumu
Diğer
24
14
Kira Bedeli
Kendi mülkü Diğer
10 14
19 5
0-500 YTL
20
28
Ki-kare Değer
Serbestlik derecesi
5.411 5.583
1 1
Sig. (anlamlılık) 0.27 0.29
Tablo 3 Benzer iş kollarındaki işletmelerle aynı mekanda olma istekleri İle Taşınma İsteği Arasındaki “Ki Kare” Tablosu İşyerini nakletme isteği Ki-kare
Meslektaşları ile aynı çarşıda olma isteği
Evet
Hayır
Evet
33
12
Hayır
1
21
Değer
27.973
Serbestlik derecesi
1
Sig.
0.000
Tablo 4 Taşınma Koşulları Değişkeni İle Taşınma İsteği Arasındaki “Ki Kare” Tablosu İşyerini nakletme Ki-kare isteği Evet Hayır Değer Serbestlik Sig. derecesi Hangi Koşulda Diğer 14 28 taşınmak ister Ekonomik destek (vergi 0.000 20 5 13.655 1 indirimi, kredi, teşvik, vb.)
• Bölgede gerçekleştirilecek kentsel dönüşüm projelerine ilişkin en önemli değişkenler, alandaki mülkiyet durumu ve kullanıcıların hangi araçlarla teşvik veya ikna edilebileceğidir. • Alandaki kullanıcılar arasında kiracı olan işletme sahiplerinin mülk sahibi olanlara kıyasla dönüşüm kapsamında iş yerlerini taşıma isteğine anlamlı bir oranda olumlu baktığı tespit edilmiştir. Bu sebeple, etaplı olarak gerçekleştirileceği öngörülen bir kentsel dönüşüm yaklaşımda, sanayi birimlerinin bölgeden taşınması noktasında ilk etapta mülk sahibi olmayan birimler üzerinde
yoğunlaşılması, süreci hızlandırabilecek bir strateji olacaktır. • Taşınma eğilimindeki birimlerin teşvik edilmesi ve devamında diğer birimlerin de ikna edilme sürecinde vergi indirimi, uzun vadeli düşük faizli teşvik kredileri gibi finansal destek açılımları ön planda tutulması en önemli faktörlerden biridir. • Tespit edilen bir diğer önemli teşvik unsuru da taşınma eğilimindeki birimlere iş konularına uygun olarak uzmanlaşmış sanayi çarşılarında ve en azından eşdeğer özelliklerde yer olanağı sunulmasıdır.
204
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
Bu değerlendirme yaklaşımına temel verileri sağlayan ölçütler kentsel dönüşümü öngörülen alanın coğrafi konumu (çevre verileri, iklim, doğal yapı, vb.), sosyoekonomik yapısı, siyasal (politik) statüsü, yasal yönetsel kısıtları, vb. faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilecektir. Buna bağlı olarak, değerlendirme ölçütlerindeki olası değişkenlikler dönüşüm potansiyeline ilişkin değerlendirme yöntemlerinde de farklılık ya da çeşitliliği beraberinde
getirecektir. Bu noktada önemli olan, hangi ölçütler ya da yöntemle olursa olsun kentsel dönüşüm alanlarının belirlenme sürecinde, öngörülen alanların rant odaklı değil bilimsel yaklaşımlar ile değerlendirilmesi gerekliliğidir.
KAYNAKLAR [1] Keleş, R., (2004), Kentbilim Terimleri Sözlüğü, 8.Baskı, İmge Kitabevi, Ankara. [2] Hoyle, B., (1988), “Development Dynamics At The Port City”, Revitalising The Waterfront, Belhaven Press, London [3] Giritlioğlu, C., Yüzer, A. Ş., (2003), Sanayi Alanları Yeni Düzenleme Stratejileri - İstanbul Örneği, İTÜ Dergisi, Mimarlık, Planlama, Tasarım, Cilt:2, Sayı:1, 119-127, İstanbul [4] Giritlioğlu, C., (1996), “İstanbul metropoliten alanında eski merkez ve alt merkezler arasında belirlenen ilişkiler”, İstanbul 2020 Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Belbim Matbaası, İstanbul
205
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
BOSNA-HERSEK’İN SAVAŞ SONRASI DEĞİŞEN KONUT POLİTİKASI – MOSTAR ÖRNEĞİ: YENİ YERLEŞİM ALANLARI Pınar ENGİNCAN 1a, İhsan BİLGİN b a
Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Dumlupınar Bulvarı, Antalya pengincan@akdeniz.edu.tr b İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı, İstanbul bilgin@bilgi.edu.tr ÖZET Çalışma üç ana başlıkta yapılmıştır. Giriş bölümünde Yugoslavya’nın dağılma süreci, sosyalist kent kuramları ve sosyalist kentte konut alanları tariflenmiş, çalışmanın kapsamı açıklanmıştır. İkinci bölümde; Bosna – Hersek’in değişen konut politikası, sadece Yugoslavya dağıldıktan Bosna – Hersek kurulduktan sonraki dönemi irdeleyerek değil, aynı zamanda Yugoslavya’dan devralınan konut politikası bağlamında 1950’lilerden itibaren ele alınmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise; Bosna – Hersek’te yürütülmüş olan konut politikalarının Mostar’a nasıl yansıdığı, 1950’lilerden itibaren kentin konut alanlarının kent yerleşimini nasıl etkilediği, savaşla değişen politik sistemin kente yansımaları incelenerek, mevcut konut politikası bağlamında kentin yeni yerleşim alanlarına yönelik çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Bosna – Hersek, Mostar, konut politikası, konut alanları, yeni yerleşim alanları BOSNIA-HERZEGOVINA’S CHANGING POST WAR HOUSING POLICY – MOSTAR CASE: NEW SETTLEMENT AREAS ABSTRACT The study composes of three main topics. Yugoslavia’s separation process, socialist city theories and housing areas in socialist cities have been described and the scope of the study has been explained in the introduction section. In the second section; Bosnia – Herzegovina’s changing housing policy has been examined not only by including the period after Yugoslavia’s separation and establishment of Bosnia – Herzegovina but also the period starting from 1950s in terms of housing policy taken from Yugoslavia. In the third and final section; the reflection of housing policies conducted in Bosnia – Herzergovina to the city Mostar, the impact of the housing areas of the city on the city settlement since 1950s and the reflection of the political system changing with the war on the city have been studied and inferences have been made regarding the city’s new settlement areas in the context of the current housing policy. Keywords: Bosnia – Herzegovina, Mostar, housing policy, housing settlements, new settlement areas
1
Bu makale, birinci yazar tarafından Y.T.Ü Mimarlık Fakültesi’nde devam etmekte olan “Sosyalist Sistemden Kapitalist Sisteme Geçen Ülkelerde Konut Alanlarının Yeniden Üretim Sürecinin Aktörler ve Roller Üzerinden Değerlendirilmesi – Mostar Örneği” isimli doktora tezinden hazırlanmıştır.
206
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
1.GİRİŞ Yugoslavya Federasyonu’nun 1980’li yıllar boyunca yaşadığı ekonomik ve siyasi bunalım, 1990 yılında Yugoslavya’nın dağılma sürecinin başlangıcı olacak şekilde keskinleşmiştir. 1992 yılında Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasıyla sorun daha çok Bosna-Hersek sorunu haline gelmiştir. Yugoslavya’nın parçalanmasını gerçekte en az istemiş olanlardan biri olan BosnaHersek’te bunalım, Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar arasında bir iç savaşa dönüşmüştür [4]. Ayrıca, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını kazanmasından, savaşın çıktığı 1992 yılına kadar, ülkede her ne kadar serbest piyasa ekonomisine geçilmeye ve bu sistemin koşulları oluşturulmaya çalışılmış olsa da, yeni sistemin etkileri savaşın sonuçlarıyla birleşerek savaş sonrasında, kentlerde, ağır deformasyona yol açmıştır. Her kent kendi tarihsel gelişiminde süreçte yasadığı dönüşümlerin izlerini taşımaktadır. Feodal dönem kentlerin yayılımına olanak sağlamamış, ancak var olan kentlerin yoğunluğunun artmasına neden olmuştur. Ardından gelen kapitalist çağ, barındırdığı teknolojik gelişimlerle kentlerin bir yandan nüfusunu arttırırken, diğer yandan da alansal anlamda yayılmalarını hızlandırmıştır. Sosyalizme gelindiğinde ise, sanayileşmenin; sosyalist kuramın öngördüğü örgütlenme biçimi ile hızlanarak kentleşmeyi yaygınlaştırdığı görülmektedir [3]. Bugün sosyalist kentlerin arasındaki ayrımlar, gerçekte nitel bir ayrımdan çok, geçirdikleri sosyalist deneyimin süresinin uzun ya da kısa olusuyla ilintilidir. Zira bu kentlerin kapitalist sistemin izlerini taşımaları kapitalist sürecin uzunluğuna karsılık sosyalist dönemlerin kısa olmasındandır. Dolayısıyla, özellikle sosyalist ülkelerin karşılaştıkları başlıca sorun kapitalist sistemin bıraktığı izleri olabildiğince çabuk silmektir [3].
Ancak bilinmektedir ki; kentler, uzun sürede oluşan toplumsal sistemlerdir. Dünyadaki en eski sosyalist devletin dahi seksen yıllık bir tarihi bulunduğu göz önüne alınacak olursa, sosyalist kentlerin yapıları ile olmayanların içyapıları arasında çok da keskin olmayan ayırımların bulunduğu anlaşılacaktır. Söz konusu ayırımlar, kentlerin daha planlı gelişmesine yönelik üretilen ilkelerde yatmaktadır. Bu noktada Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde kent yapılarının aslında köklü değişikliklere pek fazla uğramadıkları söylenebilmektedir [3]. Sosyalist kentlerin oluşmasında ve biçimlenmesinde öncelikli olarak kent topraklarının özel iyeliğe konu olmaması büyük rol oynamıstır. Kapitalist dönemden devralınan kentlerin sosyalist sisteme uydurulmasından daha kolay bir seçenek olan yeni kent merkezlerinin oluşturulması pek çok sosyalist ülkede denenmistir. Özellikle kent merkezlerinin sanayileşme ile yaşadığı nüfus artışını dengelemek amacıyla kent çeperlerinde genişlemeler ve yeni yerlesim alanları yaratılmış, konut alanları uydu kentlere dönüştürülerek sanayiye yakınlık bağı kurulmaya çalışılmıştır. Yine de edinilen Sosyalist Ülke deneyimlerinde sosyalist kurama en çok Yugoslavya kentlerinin uyduğu bilinmektedir [3]. Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası kitabında sosyalist kent kuramını tarif ederken aslında Bosna-Hersek’in savaş öncesindeki (Yugoslavya) koşullarını da anlatmaktadır: “Sosyalist ülkelerin hemen hemen hepsi, kendilerine özgü kent yaratmaya çalışmakla birlikte, bunlar içinde sosyalist kurama en çok uyduğu görülenler Yugoslavya kentleridir. Üretim araçlarının ve dolayısıyla kent topraklarının özel iyeliğe konu olmaması, sosyalist kentlerin biçimlenmesinde katkıda bulunan başlıca etmenlerden biri olmuştur. Bir kentin çeşitli semtleri arasında keskin ve açık çelişkilerin bulunmaması, oturma alanlarının kalitesi,
207
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
insanların konut ve temel kent hizmetleri gibi en temel gereksinmelerinin belli bir düzeyde karşılanmış olması, toplumsal yapının kentler arasında ve kentlerin bütün kesimlerinde türdeşlik göstermesi, sosyalist kentin dayandığı bir ilkedir. Lüks ve zengin mahallerde varlıklı ailelerin; fakir, gösterişsiz ve kent hizmetlerinden yoksun semtlerde ise emeğiyle geçinen yoksul kitlelerin yığılmasından doğan karşıtlıklara sosyalist, yani sınıfsız toplumların kentlerinde yer olmaması gerekir” [3]. Savaşla değişen sistem, Bosna-Hersek’in ve özellikle de bu çalışmanın örneği olan Mostar kentinin yukarıda sözü edilen ve kısmen oluşmuş koşullarını da değiştirmiş, henüz gelişmemiş ve fonksiyonları tam oluşmamış yeni bir sistemle savaşın neden olduğu sorunlara çözüm aranmaya çalışılmıştır. Bu noktadan hareketle bu çalışmada, Bosna-Hersek’in değişen konut politikası incelenmeye ve konut politikası temel alınarak Mostar özelinde çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır. 2.BOSNA – HERSEK’İN DEĞİŞEN KONUT POLİTİKASI Sosyalist kent planlamasının temel öğeleri arasında kitlelerin konut gereksinmelerinin karşılanması öncelik taşımaktadır. [3]. Özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda Yugoslavya’da devletin konut açığını gidermek için toplu inşaat programları uyguladığı bilinmektedir. Bosna-Hersek’in iç savaşla değişen konut politikasını anlamak, bu anlamda sosyalist rejim döneminden başlayan reformların konut tedarikini nasıl yönlendirdiği ve gelinen noktanın tarifi açısından önemlidir. Sadece Yugoslavya değil, aynı zamanda Doğu Avrupa’ya da bakıldığında, üretim sistemini belirleyen konut politikalarının dört karakteristik özellik taşıyarak dönüştüğü görülmektedir. Bunların; konut ediniminde merkezi yönetimden yerel yönetimlere
doğru yetki, görev ve kaynak aktarımı (desantralizasyon) ile devlet konut stokunun özelleştirilmesi, konut üretiminde önemli oranda azalma ve mevcudun yeniden yapılandırılması, kademeli yeniden yapılanma ve konut finans sisteminin gelişimi –kiralık sektörde esaslı ama gecikmiş reformlar– olduğu belirtilmektedir [1]. Sözü edilen reformlardan özelleştirme ve desantralizasyonun Yugoslavya dağıldıktan sonra değil, 1970’li yıllardan itibaren giderek artan bir hızla uygulanmaya çalışılmış olduğunu bu noktada vurgulamak önemlidir. Zira bugün Bosna-Hersek’in konut üretimi konusunda yaşadığı sıkıntıların kaynağı her ne kadar 1992– 1995 yılları arasında yaşanmış olan iç savaşmış gibi görünse de Yugoslavya’dan devralınan sorunların katkısını hafife almamak gerekmektedir. 1970’lerde Yugoslavya Devleti konut üretim sorumluluğunu büyük çoğunlukla özel sektöre devretmiş, kendisi de destek amaçlı araçlar üretme fikri üzerinde yoğunlaşmıştır. Doğrudan üretici sübvansiyonu yerine, kiracılara konut indirimi ve konut sahiplerine de vergi indirimi sağlayarak tüketici sübvansiyonuna yönelmiştir. Ayrıca, 1965’te daha fazla ekonomik teşvik sağlamak için oldukça radikal bir reform yürürlüğe konmuştur. Bu reforma göre merkez tarafından planlanan ekonominin yerini büyük ölçüde piyasa ekonomisine bırakması söz konusu olmuştur [5]. 1974’te çıkarılan yeni tüzükle de öz yönetime sahip konuta yönelik çıkar toplumları (self-managing interest communities for housing – SHC) oluşturulmuştur. Buradaki amaç, SHC’ler aracılığı ile isletmelerin konut tedarikindeki görevini, sosyal yardım sahasına ve piyasaya doğru genişletmektir. Ancak yine de 1970’lerin sonunda yaşanmaya başlayan konut krizi 1980’lerde şiddetlenerek devam etmiştir. Bu dönemde konut edinimi sorumluluğu “toplumdan
208
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
bireye” geçmekle beraber 1987’den sonra da çok pahalı olan banka kredileri de konut sıkıntısını azaltmak için bir seçenek olmaktan uzak kalmıstır [5]. Aslında konut alanındaki bu özelleştirme trendi konut kriziyle aynı döneme denk gelmektedir. Kamu finansmanındaki düşüş ve bunun konut sahipliğine yönelik yeniden yapılandırılması pek çok Batı toplumlarındaki özelleştirme özellikleriyle benzerlik göstermektedir. Ancak özellikle Yugoslavya’daki durum konut sayısının azlığından dolayı farklıdır. Dolayısıyla burada birincil hedef konut sayısındaki azlığın giderilip, özel kredi kurumları ve vergi indirimleriyle etkin konut talebinin yaratılması olmuştur [5]. Yugoslavya’da kişisel gelir vergisi hiç bir zaman uygulamaya konmamıs olduğundan vergi indirimleri, “konut sahibi olmak” yönündeki herhangi bir talebi mali yönden destekleyen bir araç haline gelememiştir. Dolayısıyla konut sahibi olmak isteyene herhangi bir devlet yardımının bulunmadığını belirtmek doğru bir tanımlama olacaktır. Yine de devlet, bu dönemde başka bir ‘araç’ı devreye sokmuştur: enflasyon. 1976 yılında %9 olan enflasyon, 1987 yılında %130’a ulaşmış ve aslında var olan toplam kredi sermayelerinin %90’ı zaten sabit faiz oranıyla %10’un altında 15–25 yıl arasında değişen sürelerde verilmiştir. Bu, yeni konut sahibi olanlara dolaylı mali yardım sağlayan ve verimsiz insaat endüstrisine en azından biraz talep getiren bir kredi sistemi olmuştur. Ama bu etki, kredi sermayesi çoğaltılmadığı için kalıcı olamamış, söz konusu konut kredileri, üst sınıfın enflasyondan fayda sağladığı bir mekanizmaya dönüşmüştür. Dolayısıyla “özelleştirme” teriminin Yugoslavya’da sosyal sektör finansmanının özel sermayeye akması anlamına geldiği söylenebilmektedir [5].
Ayrıca, Yugoslavya’daki özelleştirmenin Batı özelleştirmelerinden diğer bir farkı da çok düşük olan kiralık konut oranlarıdır. Bu dönemde gerçekleştirilmeye çalışılan söz konusu sosyalist reformlar, mülkiyet haklarını değiştirmeden karar verme sorumluluğunu dağıtmayı ya da piyasaların benzetimi yolunu seçtiklerinden aslında başarısız olmuşturlar. Szelényi (1988)’ye göre bu başarısızlığın temel sebebi mülkiyet haklarının ‘yanlış tanımlanması’ ile ilişkilidir ve konut sistemiyle ilgili olarak mülkiyet haklarının en az iki tür yanlış tanımlaması bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; ücretlilerin mülkiyet haklarındaki kısıtlamalardır. Bu sistemde devlet veya kamu kurulusu konut maliyetlerini karşılaması gereken ücret bileşenini düzenleme hakkına bütünüyle sahiptir. Bunu yaparken işçilerin ya da “iş gücü sahiplerinin” mülkiyet haklarını sınırlamaktadır. Konut üretiminde ana eksen ihtiyaç değil hak ediş olduğundan, devlet planlamacıları, idareciler ve kamu kuruluşu yöneticileri sistematik olarak konut sistemini özellikle daha yüksek gelir grubundan gelen daha eğitimli gruplara göre düzenlemektedir. Dolayısıyla bu “yanlış ifadenin” genel sonucu olarak nispeten daha az konut inşaatı ve sosyal açıdan adaletsiz tahsisler ortaya çıkmıştır [11]. İkincisi ise; gayrimenkul sahipleri ve geliştiricilerin mülkiyet haklarındaki kısıtlamalardır. Tüm sosyalist ülkelerde özel konut mülkiyeti bir veya iki birimle sınırlandırılmıştır. Kar amacıyla konut inşaatı ya da yönetimi yapılmasına izin verilmemektedir. Sonuç olarak, yasallasmıs herhangi bir özel kiralama sektörü gelişmemiş, bu sayede kişisel birikimler gayrimenkul sektöründe yatırım olarak değerlendirilmemiştir. Oysaki Batıdaki piyasa ekonomilerinde orta düzeyde gelir sahibi yöneticiler, profesyoneller, akademisyenler ve küçük işletme sahipleri genellikle birikimlerinin bir bölümünü bir tür
209
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
emeklilik sigortası olarak gayrimenkul sektörüne yatırmaktadır. Kar amacıyla özel konut mülkiyetine izin verilmemesi ile sosyalist planlamacılar, daha az birikim yapılması ve daha fazla tüketim yapılması eğilimini şiddetlendirmiş ve düşük miktarda sermaye birikimini sınırlayarak sermayenin yetersiz sermayeli konut sektörüne akısını azaltmıstır [11]. Sonuç olarak; merkezi ve yerel yönetim kademelerinin sosyalist reformları konut sistemini ihtiyaçtan çok hak edişe göre düzenlemiş olmalarından dolayı düşük gelir gruplarının konut ihtiyacı karşılanamamış, özellikle 1980’lerden sonra konut inşaat hacmi de düşmeye başlamıştır. Yugoslavya döneminden miras alınan sorunlu konut sistemi, 1992–1995 yılları arasında yaşanan iç savaşın sonuçları ile birleştiğinde ortaya çıkan tablo bugün Bosna-Hersek’in içinde olduğu durumu tariflemektedir.
•
Savaş sonrasında ülkelerine dönenlerin konuta ilişkin sorunları ile ilgili çalışmalar yapılmasıdır [13]. Aslında konut politikasının gelişiminin ülkedeki ekonomik gelişme ve sosyal uyum için de önemli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle SP’in (Stability Pact For South Eastern Europe) konut politikaları geliştirmek amaçlı 2004 yılında hazırladığı raporda ulusal eylem, uluslar arası destek, konut politikası ve konut finansmanına yönelik üzerinde çalışılması gereken altı öncelikli alan belirlenmiştir ve bu alanlar bir üstte listelenmis olan problem eksenleriyle çakışmaktadır. Bunlar; 1.Aşağıda belirtilenler gibi alanlarda yasal ve düzenleyici değişiklikler: a.İşlevsel bir konut sektörü için gerekli olan konut yönetimi, arazi yöntemi, inşaat izinlerinin verilmesi ve açıkça tanımlanmış kira güvenliği. b.Tüm düzeylerde devlet konutları veya özel konutlar için bölgeleme ve arazi mülkiyeti tapuları da dahil olmak üzere kentsel yönetim ve planlama.
Özellikle 1980’li yıllarda düşmeye başlayan konut üretimi 1992 yılında savaşın çıkısıyla durma noktasına gelmiştir. 2000 yılında tamamlanan toplam konut adedinin (özel sektör tarafından üretilen) 6000 civarında olduğu [12] düşünülecek olursa BosnaHersek’in pek çok kentinde çözüm olarak ortaya çıkan enformel konutların nedeni anlaşılabilmektedir. Bosna-Hersek’in konut üretimine yönelik olarak var olan problemleri dört ana eksende toplamak mümkündür. Bu problemler; • • •
Devlet konut stokunun özelleştirilmesi ve kiralık konut sektörünün desteklenmesi, Ulaşılabilir (her bütçeye uygun) konut üretimi, Hem konut üretiminin bir sistematiğe oturtulabilmesi hem de konut sahiplerinin konutlarını onarabilmeleri için gerekli finans araçlarının devreye sokulması,
c.Sınırlar arası (AB sınırı dahil) ve sektörler arası işbirliğini de gerektiren kapsamlı mekansal planlama. 2.Konutları ve inşaatları etkileyen vergiler ve sübvansiyonlar ile kamu hizmetleri giderleri. 3.Sosyal açıdan daha zayıf veya hassas gruplar için sosyal konut dağıtım mekanizmaları çerçevesi gibi sosyal politikalar. 4.Hem işlevsel bir bankacılık sistemini hem de ipotek tescili ve uygulaması için güvenli bir sistemi gerektiren ipotekli kredilerin gelişimini teşvik eden konut finansmanı.
210
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
5.Yukarıda belirtilen alanlarda kurumsal gelişim ve kapasite arttırımı. 6.Karşılıklı değerlendirmelerin yapılmasıdır [13]. Sözü edilen bu çalışma alanları incelendiğinde Bosna-Hersek’in şu an bir konut ya da kentsel planlamaya yönelik oluşmuş/netleşmiş herhangi bir politikanın var olmadığı görülmektedir. Konut politikalarını geliştirmesi için yapılacak çalışmalar, sınırlı ekonomik gelişmeye bağlı olan bir sosyo-ekonomik çevrede ve sınırlı finansal sektör gelişimi, yüksek işsizlik oranı ve henüz devam etmekte olan özelleştirme çalışmalarının varlığında yapılmak zorunda kalınmaktadır.
İkinci Dünya savaşı sonrasında uygulamaya geçen sosyalist rejim ile kent politik, ekonomik ve sosyal anlamda yeni bir gelişim ivmesi kazanmıs ve bu da kentte her alanda değişikliklere yol açmıştır. Burada ilk vurgulanması gereken Mostar şehrinin şiddetli göçlerin etkisi altında kalmasıyla yeni kamu yapıları ve konut ihtiyacındaki artıştır. Kentin bu gelişim sürecinde, devletin planlama ve denetim girişimleri devreye girerek bu ihtiyaçları karşılamaya çalışmıştır. Yugoslavya Dönemi’nde Mostar’da kentsel gelişim, ülkenin genelindeki yerleşimlerde olduğu gibi Bosna-Hersek genelindeki gelişime paralel bir gelişim izlemiştir (Sekil 1).
Dolayısıyla, bir yandan konut politikasını geliştirmeye çalışan ülke bir yandan da günlük sorunlarına çözümler bulmak adına henüz kararları alınmamıs bir konut politikası dâhilinde iş yapmaktadır. Pratikte ne tip uygulamalar yapıldığı, devlet konutlarının nasıl bir yöntemle özelleştirildiği, yürütülen konut üretim sisteminin nasıl uygulandığını bu çalışmanın örneği olan Mostar kenti üzerinden incelemek bu noktada daha anlaşılır olmaktadır. 3.SONUÇ YERİNE: MOSTAR’DA YENİ YERLEŞİM ALANLARINA YÖNELİK ÜLKE KONUT POLİTİKASI BAĞLAMINDA ÇIKARIMLAR Bugün Mostar’da savaşın getirdiği değişlikleri ve yeni yerleşim alanlarında yürütülen çalışmaları inceleyebilmek için Mostar’da Yugoslavya Dönemi’nde konut alanları anlamında yapılan çalışmaları irdelemek ve tarihsel süreçte kazanımlarını veya eksikliklerini belirlemek gerekmektedir. Bu yöntemle Bosna-Hersek’te yürütülen konut politikalarının Mostar’da oluşan sonuçlarını ya da kente nasıl yansıdığını algılamak kolaylaşmaktadır.
Şekil 1. Eski Yugoslavya Dönemi’nde Mostar Kenti Genel Görünümü
Kente bu devirde yapılan başlıca müdahalelerden birincisi tren istasyonunun Stolac Tepesine kurulması ve ikincisi de kentin dışında bir endüstri bölgesinin geliştirilmiş olmasıdır. Ancak planlama
211
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
evresinin kısa tutulması, acele kararların verilmesi ve kurumsal yapılanma ve denetimin yetersizliği nedenleriyle özellikle 1968’den sonra yasal olmayan konut inşaatları ve yetersiz sokak düzeni gibi sorunlar baş göstermeye başlamıştır [10]. Tablo 1. Hırvat bölgesi’nde yer alan konut alanları ve yapım yılları
sıkıntılar nedeniyle hala tamamlanamamış olanlar bulunmaktadır. Bugün Hırvat Bölgesi’nde kalan Eski Yugoslavya Dönemi’nde üretilmiş olan toplu konut alanları ve mahalleleri ile yapım yılları Tablo 1’de listelenmistir. Adı geçen alanların kentin neresinde olduğunun daha iyi kavranabilmesi için de Sekil 2’de Mostar kentindeki mahallelerin sınırlarının çizildiği harita verilmiştir.
Eski Yugoslavya Dönemi’nde inşa edilmiş olan toplu konutlar Eski Kent ve çevresinin sınırlarında yer almaktadırlar. Bugün Boulevard Caddesi’nin batısında kalan ve Hırvatların ağırlıklı olarak yaşadıkları kesim bütüne yakın bir oranda bu toplu konutlardan oluşmuş tam bir modern şehir görünümündedir. Bu bölgenin Neretva Nehri’ne kıyısı Eski kent ve çevresine oranla yok denilebilecek kadar azdır. Bu bağlamda bölgenin kurgusunda nehir baz alınamamış, içsel öğelere yoğunlaşılmıştır. Mevcut toplu konutların ilk örnekleri daha çok az katlı ve uzun bloklardan oluşan ve konumlandırılıslarıyla iç avlular oluşturulan sistemlerdir. Bu örnekler içinde “U” ve “L” avlulu blok sistemlerine de rastlamak mümkündür. İnşa edilmiş olan toplu konut örneklerinin tarihleri günümüze yaklaştıkça kat adetleri artmış ve bloklar giderek noktasallaşmışlardır. Toplu konut alanlarında otopark, yeşil alan gibi öğeler düşünülerek gerekli boşluklar bırakılmaya çalışılmıştır. Savaş öncesinde inşa edilmeye başlanmış olan ancak savaş sırasında kesintiye uğrayarak yarıda kalan toplu konut örnekleri arasında bugün yaşanmakta olan ekonomik
Şekil 2. Mostar’da Yer Alan Mahalleler
Kentin güneyinde yer alan endüstri alanının yakınına konuşlandırılan “Rodoč Mahallesi”, 1950’lerin başlarında bir işçi yerleşmesi olarak tasarlanmıstır. Uygulama iki etapta gerçeklestirilmis olmakla birlikte yerleşim için hazırlanmış olan paftalar ile bölgedeki mevcut durum karşılaştırıldığında yerleşimin tamamının uygulanamadığı görülmektedir. Özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda Yugoslavya’da devletin konut açığını gidermek için toplu inşaat programları uyguladığı bir dönemde bu
212
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
konut alanının yarım kalması oldukça ilginçtir ama bir o kadar da anlamlıdır. Zira, diğer tüm sosyalist ülkelerde olduğu gibi konut üretimi ihtiyaca değil hak edişe göre üretildiklerinden, o süreçte üretilmiş olan konutların kent için yeterli olduğu fikrinin geliştiğini düşünmek çok da yanıltıcı olmayacaktır. Ayrıca “Centar II” mahallesinde başlanmış olan bazı toplu konut örnekleri de savaşın araya girmesiyle yarım kalmışlar, bugün hala bazıları tamamlanamamışlardır. Rodoč ve Centar II mahallelerinin aksine Bakijina Luka konut bölgesi ve Bijeli Brijeg mahallesi tamamlanmış yerleşmelerdir [7]. Mostar’da bugün Hırvat bölgesinde kalan bu toplu konut alanlarının yanı sıra kentin doğu kıyısında yer alan ve Boşnak Bölgesi’ne dahil olan toplu konut alanları da bulunmaktadırlar. Bu alanlar bölgenin kuzey ve güneyinde yer almaktadırlar. Kentin Yugoslavya Dönemi’ndeki konut alanlarının gelişiminden sonra Mostar kentinde 1992–1995 yılları arasında yaşanan Yugoslavya iç savaşıyla nelerin değiştiği ve şu an ne tip problemlerle uğraştığı, ülkenin konut politikası geliştirme yolundaki çalışmaların kente nasıl yansıdığını da incelemek gerekmektedir. 1992–1995 yılları arasında yaşanan Yugoslavya iç savaşı sırasında kent, Bosna-Hersek Bölgesi içinde en çok zarar gören şehirlerden biri olmuş, sadece, fiziksel ve ekonomik yapısı değil, sosyal yapısı da değişmiştir. Uğradığı fiziksel zararın yanı sıra simgesel anlamlarını da yitirmis, kent nüfusunda azalmalar yaşanmıstır. İç savaş yıllarına kadar yüzyıllarca bir arada yaşamış olan Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar kopma noktasına gelmiş, savaş sonrasında, Sırpların büyük çoğunluğu kenti terk ederken, Hırvatlar ve Boşnaklar arasında kent resmi olmayan fiili sınırla bölünmüştür (Sekil 3).
Şekil 3. Savaştan sonra sınır kabul edilen Boulevard Caddesi
Savaştan sonraki bu on yılı aşkın süreçte, kent, politik bir istikrara ulaşamamıştır. Kentteki bu politik istikrarsızlık hayatın her alanına yayılarak, hem günlük yaşamda hem de kamusal alanda yoğun olarak hissedilmiş, bir kentte bulunması gereken tüm yönetsel ve yaşamsal organizasyonlardan Mostar’da, – biri Boşnak, diğeri ise Hırvat tarafına ait olmak üzere – ikişer tane yer almıştır. Bu bir kent içindeki ikili yönetim sistemi, kentin bir bütün olarak gelişmesini engellemiştir. 2002 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan taraflara ait, birbirinden farklı yapılara ve amaçlara sahip kent planlama ofisleri ile enstitüler, günümüzde kapanmış ve yerini kent bütününe hizmet eden ve Mostar Büyüksehir Belediyesi’ne bağlı olarak çalışan Stari Gard Kurumu’na (Stari Grad Agency) bırakmıştır [8]. Ne var ki, gelinen noktada, bu değişiklik de kentte bir tanımsızlık yaratmıştır. Savaştan sonra bir yandan, kentin yeni yerleşim alanları ile ilgili planlama çalışmaları, diğer yandan da Eski Kent ve çevresinin korunması ve restorasyonu bağlamındaki çalışmalar çeşitli aktörlerce yürütülmüştür. 2002’deki
213
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
değişiklikle bu birimler birleştirilirken, eski aktörlerin yeni rollerinin neler olacağı, sisteme yeni katılan aktörlerin nasıl roller üstleneceği, sistemin nasıl çalışacağı, hangi yasaları ve yönetmelikleri nasıl uygulayacakları belirlenememiş ve yeni kurum planlama üzerinde çalışmaya aslında tam da bu nedenlerle henüz başlayamamıştır. Bir yandan sistem oturtulmaya çalışılırken, bir yandan da onarım, restorasyon ve yeni yapılaşmalar devam etmektedir. Bu noktada, kentin yaşamakta olduğu sistem değisimi ve belirsizliğin yanı sıra, yapılı çevre bağlamında varolan sorunlarına kısaca değinmek anlamlı olacaktır: • Savaş sırasında kente ait konut stoku % 70-75’i altyapısıyla birlikte zarar görmüş, bugüne kadar yürüttüğü onarım ve restorasyon çalışmalarıyla kullanılabilir konut stoku % 75-80’lere ulaşmıştır. Ancak kullanılabilir konut stokundaki bu artış, konut sorununun çözüme kavuştuğunun bir göstergesi olamamış, sorun giderek daha ciddi boyutlara ulaşmıştır. Evleri yıkılan çoğu kent sakinleri evlerini onaracak olanak bulamamış, avlularında yer alan ek yapıları elden geçirerek, buralarda sağlıksız kosullarda yaşamaya başlamışlardır.
de karşılayamayanlar ise; bugün kentin yamaçlarında yer alan gecekondu niteliğindeki niteliksiz konutları enformel yoldan üreterek barınma ihtiyaçlarına çözüm bulmaya çalışmışlardır (Sekil 4) [2]. Kent nüfusu, savaş öncesine oranla % 20 daha az olmakla birlikte, çevre köy halklarının savaş sonrasında Mostar’a gelmesi ve özellikle savaş sırasında kenti terk etmek zorunda kalan Mostar halkının kente geri dönmesinin planlanması ile nüfus artışı öngörülmektedir. Bu artış gerçekleşmese bile kent konut stokunda niteliksel ve niceliksel anlamda mevcut bir açık hâlihazırda bulunduğu göz önüne alınacak olursa kentteki konut sorununun artan ciddiyeti daha rahat kavranabilecektir. [2]. Kente dışarıdan yardım amaçlı gelen yapı malzemelerinin kentteki onarım ve restorasyon çalışmalarında kullanılması, özellikle Eski Kent ve çevresinde yer alan konut alanlarının tarihi ve mimari özelliklerini kaybetmesini hızlandırmaktadır [2]. Savaş sırasında hasar görmüş ve bu yüzden sahipleri tarafından kullanılamayan yapılar ile yıkık parseller, enkaz görüntüleri giderek çöplük haline dönüşmüş ve güvensiz mekânlar olarak kent yaşamını olumsuz yönde etkilemişlerdir [10]. Ancak savaştan sonra geçen bu süreçte büyük çoğunluğu onarımlarını tamamlamıştır. Kent içi sınır kabul edilen Boulevard Caddesi üzerindeki yapılar bugün % 85 oranında restore edilerek sınır kimliğinin yok edilmesine çalışılmış olsa da, cadde, taraflar arasında psikolojik bir sınır olma özelliğini korumaktadır (Şekil 6) [9].
Şekil 4. Kentin yamaçlarında yer alan gecekondu bölgesi
Ayrıca kenti tümüyle terk etmiş olan Sırpların evlerine çevre köylerden gelenler yerleşmişlerdir. Konut ihtiyacını bu şekilde
2002 yılı öncesinde varolan Kent Planlama Bölümü tarafından belirlenen yeni yerleşim alanları ile ilgili çalışmalar hala belirsizlik taşımaktadır [9].
214
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
Piyasaya konut üretilmeye başlanmış, ancak kentte yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle hedef kitleleri konusunda sorunlar yaşanmaktadır [9] Maddeler halinde yukarıda belirtilmiş olan kentin sıkıntıları aslında ülkenin genel olarak yaşadığı sorunların daha küçük bir ölçekte tariflenmesinden ibarettir. Elbette bazı sorunların kentin sosyal durumundan kaynaklandığını iyi algılamak önemlidir. Özellikle kent yönetimi düzeyinde yaşanan değişiklikler hiç şüphesiz ki ilerleme kaydetmekte dezavantaj sağlamıştır.
Şekil 6. Boulevard Caddesi
Bosna-Hersek genelinde yürütülmekte olan özelleştirme projeleri kapsamında devlet konutlarının kullanıcıya aktarılması Mostar’da da uygulanmıstır.
Şekil 5’de verilen yönetsel yapı kentin 2002 yılına kadar olan yapılanmanın zaman içinde nasıl dönüştüğünü işaret etmektedir. 2002 yılından sonra kentte planlama kararlarının alınamadığı göz önünde tutularak Hırvat ve Bosnak Belediyeleri kaldırılarak yerine semt ofisleri kurulmustur. Ayrıca kent içinde ikişer tane bulunan planlama bölümleri ve enstitüler birleştirilerek tek bir kurum çatısı altında toplanmışlardır: Stari Grad Kurumu. Özellikle bu işleyiş şeması Mostar’a özgü bir durum yaratmaktadır. Şöyle ki; kent yönetiminin etnik ayrımla ikili sistemi aslında kentte yeni yerleşim alanlarının uygulanması ve kararlarının verilmesini engellemiştir. Ayrıca kentte yaratılan sınır (Boulevard Caddesi – Şekil 3 ve Şekil 6) kentte savaş gerginliğinin korunmasına neden olmuştur.
Bu uygulama sırasında da yeni bir sistem geliştirilmiştir. Bu yeni sisteme göre; konut bedeli konulduktan sonra konutta yaşayan ailenin fertlerinin toplam çalışma yılları hesaplanmaktadır. Yapıların eskime oranları yıllara göre çıkartılmaktadır. Ayrıca savaş yıllarında dağıtılmış olan sertifikaların oranları da bunlara eklenmektedir. Konut ilk kullanım bedelinden bu oranların toplamı düşülerek geri kalanının alıcı tarafından ödenmesi beklenmektedir [7]. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; bir ailede anne ve babanın toplam çalışma yılları 35 yıl, oturulan konut 10 yıllık bir yapı ve savaştan alınan sertifika 15 puanlık bir sertifika ise tüm bu değerler toplandığında (35+10+15) konutun satış bedelinin % 60’ı düşülmekte ve geriye kalan % 40’lık dilim ödenerek ev sahibi olunmaktadır. Meydana getirilen bu yeni özelleştirme yasaları kapsamında herkesin oturduğu konuta sahip olması ve kentte yaşanan genel mülkiyet sorununu çözmesi amaçlanmıştır. Ancak Mostar halkı 1992– 1995 yılları arasında yaşadığı iç savaştan ekonomik alan da dâhil olmak üzere her alandan ciddi yaralar alarak çıkmıştır.
215
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
Ayrıca kentte yaşanmakta olan ciddi oranda işsizlik de oldukça gündemde iken konutu satın almayı kolaylaştırıcı da olsa böyle bir sistemde konut edinmek Mostar halkı için oldukça zor gözükmektedir.
Mostar Büyüksehir Belediyesi tarafından ilk etapta imara açılması düşünülen alanlar kuzeyde 5000, güneyde 2000 birimlik konut alanları ile bu alanlara cevap verecek yeterli miktarda donatı alanı toplamıdır. Güney için 30.70 hektarlık bir alan söz konusu iken, kuzey yerleşim bölgesi için alanın boyutu herhangi bir kesinlik kazanmamıştır [6]. Kuzey ve Güney Yerleşkelerinin haricinde Rodokop Bölgesi de (Şekil 7) spor ve rekreasyon alanı olarak düşünülmüştür [2]. Ancak henüz reel bir çalısma başlamamış, başlayamamıştır.
Şekil 7. Kuzey ve Güney Yerleşkeleri
Yeni yerleşim alanları ile ilgili çalışmalara gelinecek olunursa bugün kent yönetimi tarafından gelişim aksı olarak kuzey-güney doğrultusu ifade edilmektedir ve kent, gelişimi açısından yeterli imar potansiyeline sahiptir [7]. Kentin güneyinde yer alan endüstri bölgesinde bugün işlemeyen fabrikalar ve boş arazilerden başka hiçbir şey yoktur. Kuzeye gidildiğinde ise askeri karargâh kente neredeyse sınır çizmekte ve daha kuzeyde boş araziler yer almaktadır (Sekil 7) [2]. Bu anlamda Mostar’da doğu ve batı yönlerinde gelişim dağlarla sınırlanmışken, kuzey-güney yönünde herhangi bir sınır bulunmamaktadır. Yine de bugün için
Kentin kuzeyinde ve güneyinde yapılmış olan çalışmaların finansal kaynak bulunamaması nedeniyle uygulamaya geçilemediği, gelen yardımların genellikle Eski kent ve çevresinin onarım ve restorasyonu için kullanıldığı ve zaten bu amaçla geldiği bilinmektedir Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Eski kent ve çevresinde yürütülen çalışmaların istenilen oranda nitelikli olabilmesi ve sonuçlarına ulaşabilmesi, kent bütününde yapılan çalışmalarla doğrudan bağlantılıdır. Eski kent ve çevresi üzerindeki yoğunluk azaltılmadığı sürece yapılan koruma ve restorasyon çalışmalarının hedeflerine ulaşamayacağı açıktır. Bu anlamda yeni yerleşim alanları ile ilgili çalışmalara en az Eski kent ve çevresinde yürütülen çalışmalar kadar önem verilmeli ve kaynak bulunmaya çalışılmalıdır. Yeni yerleşim alanları için yapılmış olan proje çalışmalarının uygulamaya dönmesi sadece kent değil, ülke bazında yasanan savaş sonrası ekonomik sıkıntılar nedeniyle sürekli olarak ertelenmektedir. Ancak kent yönetimi tarafından sürekli vurgulanan bu ekonomik sıkıntıların yanı sıra başka sıkıntıların da olduğu, özellikle projelendirme aşamasının toplu konut üretimi örgütlenme ve işletmesinin nasıl gerçekleşeceği konusu göz ardı edilerek gerçekleştirildiğini söylemek oldukça doğru
216
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
P.Engincan, İ.Bilgin
olacaktır. Kağıt üzerinde yapılmıs olan projelerin değişen ekonomik koşullarda ve mülkiyet biçiminde hedef kitlesinin kimler olduğu, nasıl bir konut politikasının parçası olacağı, bakım ve onarım giderlerinin nasıl karşılanacağı hakkında kent yönetimi dâhil olmak üzere kentte hiç kimsenin bilgisi bulunmamaktadır. Merkezi yönetimin henüz geliştiremediği konut politikasının bir önceki bölümde sözü edilmiş olan eksikleri kentte karşılığını bulmakta, kentte bütüncül bir planlamadan ya da herhangi bir kentleşme ve konut politikasından gerçek anlamda söz etmeyi mümkün kılmamaktadır. Ancak diğer bir yandan da yapılı çevre üretimine bir şekilde devam edilmistir, edilmektedir. Özellikle Hırvat ve Boşnak Belediyelerin farklı tutumlarla kente müdahaleleri ve verdikleri müdahale izinleri kenti her geçen içinden çıkılması daha güç noktalara ulaştırmaktadır. Tablo 2’de belediyelerin müdahaleleri verilmistir. Tablo 2. Boşnak ve Hırvat Belediyelerin Müdahaleleri
stratejik olarak gelişim bölgeleri ilan edilen kuzey ve güney yerleşim alanları içinde yer almaları, bundan sonraki çalışmaları etkileyeceği açıktır. Dolayısıyla, kentte yerel yönetimin acil olarak stratejik planlama yapması, kentin gelişimini kontrol edebilmesi açısından önemlidir. Ülkenin konut politikasını geliştirmeye çalıştığı böyle bir süreçte kentin stratejik olarak planlanmış olması ileride alınacak politik kararlarla kentin kentsel gelişim bağlamında çok daha iyi bir noktaya varacağının göstergesi olacaktır. KAYNAKLAR [1] Baross, P., Struyk, R., (1993), “Housing Transition in Eastern Europe – Progress and Problems”, Cities, Vol. 10, No. 3, 179–188. [2] Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul. [3] Keleş, R., (2004), “Kentleşme Politikası”, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 92-95. [4] Kut, S., (2005), Balkanlar’da Kimlik ve Egemenlik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 50. [5] Mandic, S., (1990), “Housing Provision in Yugoslavia: Changing Roles of The State, Market And Informal Sectors”, Goverment and Housing– Development in Seven Countries, Urban Affairs Annual Reviews, Volume 36, 259-272, Sage Publication, USA. [6] Mostar Boşnak Bölgesi Kent Planlama Bölümü ile Yapılan Kişisel Görüşme, 1999, Mostar. [7] Pašić, A., 2000, sözlü görüsme, İstanbul.
Tablo 2’de yer almamış da olsa kentte üretilen yeni konutlar bulunduğu bilinmektedir. Serbest piyasaya geçilen böylesi bir dönemde her ne kadar hedef kitlesi kestirilemese de konut üretiminin yapılabiliyor olması elbette memnuniyet vericidir. Ancak inşaatları dahi tamamlanan bu konutların kent planlama ofislerince
[8] Pašić, A., (2005), “Celebrating Mostar”, CIP, Sarajevo, 163-137. [9] Pašić, A., 2006, sözlü görüsme, İstanbul. [10] Özilkiz, P., (1999), “Mostar, Brankovac Mahallesi’nde Sıhhileştirme Çalışması”, yayınlanmamıs Yüksek Lisans Tezi, İTÜ, İstanbul.
217
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
KONSTANTİN KALFA’NIN MEKTUBU Oya ŞENYURT
Ekselansları Prens Lobanow Rusya İmparatorluğu Majestelerinin Padişah Hazretleri elçisi Ekselansları, Bir Rus şahıs olup Konstantinopolis’te ikamet eden ben, Constantin Kalfa, aşağıda yazılanları sizlere ibraz etme şerefinde bulunmaktayım: İmparatorluğun emriyle Göksu ve Küçüksu Kasrı’nın inşaatını yaptığımdan beri, Mösyö Lorando adında bir Fransız bankacıya 300 Osmanlı Lirası borcum vardı. Bu borç, imparatorluk hazinesinden adı geçen inşaatın günlük masraflara ait alacağı karşılamak üzere, kendisinden borç aldığım meblağın faizinden kaynaklanmaktaydı. Niyetim, adı geçen kasrın inşaatı için imparatorluk hazinesinin bana vermiş olduğu resmi senetler karşılığında bizzat kendim avans olarak verdiğim meblağı tahsil eder etmez kendisine olan borcumu ödemekti. Ancak Ekselansları, bugüne kadar, imparatorluk hazinesinden alacaklı olduğum meblağın ödenmesindeki gecikmeden dolayı ortaya çıkan tüm zarar, faiz ve masraflar için Osmanlı hükümetini sorumlu tutmakta olduğum (13 Haziran 1863 tarihli) şikayetimin, o dönemde Rus şahısları ve Osmanlı şahısları arasında geçen tüm davalara bakmak için kurulmuş olan karma komisyona gitmesinden sonra, bu konu birçok oturumda tartışıldıktan sonra, alacaklı olduğumu gösterir bütün resmi kanıtları ve hesaplarımın doğruluğunu gösterdim. Şikayetimin haklı olduğuna ikna olan komisyon, tartışmaları sona erdirip tam kararını açıklamak üzereyken, ki bu konuda (ad hoc) bir notadan sonra elçilik tercümanı M. Makieff’in de katıldığı 17 Mart 1876 tarihinde Hariciye Nezaretleri’ne yazılan raporda açık bir şekilde görüldüğü gibi, yükümlülüklerini ertelemek için yeni bahane bulmakta zorlanan Babıali, sefaretin tekrarlanan itirazlarına rağmen, keyfi davranarak karma komisyonun feshedilmesine karar vermiştir. Sonra savaş çıkmıştır ve Ekselansları, durumum bu noktada kalmıştır. Buna karşın, yukarıda açıkladığım nedenlerden ötürü hala tahsil edemediğim imparatorluk hazinesinden alacak olduğum meblağla bağlantılı olarak, günümüzde faiziyle birlikte yaklaşık 2800 Osmanlı Lirası’na varan Sayın Lorando’ya olan borcumdan dolayı, St. Petersbourg senatosunun 18 Temmuz 1877 tarihli kararıyla evimi ve bir diğer mülkümün yarısını satmaya mahkum edildim. Böylelikle bu karara dayanarak Sayın Lorando mülklerimin istimlak edilip satılmasını talep etmek için Babıali’ye müracaatta bulunmuştur. Ancak Babıali’nin, kalabalık bir ailenin babası olduğumu, Osmanlı hükümetinin kayıtsızlığından dolayı uzun yıllardan beri paramın ödenmemesinden, yoksunluktan ve
219
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
O.Şenyurt
yaşımdan dolayı yıkıldığımı dikkate alarak, biri çocuklarımın yuvası olan, bir diğeriyse geliriyle ailemin en temel ihtiyaçlarını bile zar zor karşılayabildiğim iki gayrımenkul mülkümden acımasızca mahrum olmama asla razı olmayacağına inanmaktayım. Ayrıca Sayın Lorando’nun alacağını şimdiye kadar ödeyemememin nedeni, Osmanlı hükümetinin, alacaklı olduğum meblağı ödemeyi günümüze kadar geciktirmesinden ortaya çıkan anormal durumdur. Sonuç olarak, Osmanlı otoritesi, bana olan borcunun on beş yılı aşması ve alacaklımın müracaat etmesinden ötürü harekete geçmelidir. Osmanlı Otoritesi düşünmelidir ki, eğer kendisiyle ilgili yaptığım şikayet 3 milyon kuruş (Ptres) tutarına varmaktaysa, kuşkusuz 14.000 Osmanlı Lirasından fazlası değerinde sikkeye [Sequin(?)] hala sahip olmaktayım. Osmanlı otoritesi, hiçbir şeyin gerçek değerinde olmadığı, özellikle de mülklerin gerçek değerde satılmadığı bir dönemde, mülklerimin satışına girişmek yerine, benim de mahkum olduğum meblağı karşılayabilmem için, bir an önce alacağımı ödemelidir. Bunun sonucunda Ekselansları, Babıali’den ya Hazine-i Hassa’dan alacağım tutar karşılığında adı geçen alacaklıma benim adıma ödeme yapmayı üstlenmesini, ya alacaklımı, imparatorluk hazinesinden kendi alacağımı tahsil edebileceğim zamana kadar beklemeye ikna etmesini, ya da Hazine-i Hassa’dan alacaklı olduğum miktarın tahsil edilmesinden önce mülklerimin satışının durdurulmasına yönelik gerekli talimatların verilmesi ve yasal işlemlerin başlatılmasını talep etmek için bugün başvurmaktayım. Aksi takdirde, mülklerimin öz değeri üzerinden değer kaybından ve aynı zamanda tarafıma oluşabilecek olan tüm zarar, masraf ve faizden Babıali’yi sorumlu tutmaktayım. Sizden ricam, Ekselansları, üç kez yapmış olduğum müracaatı Babıali’ye iletmeniz ve Osmanlı Hükümeti’nin hala kayıtsız kalması durumunda kullanmak üzere, iletinizin resmi bir nüshasının tarafıma verilmesini sağlamanız. Ekselanslarının ricamı dikkate değer bulması umuduyla, En içten saygılarını sunma şerefinde olan, Emrinize amade olan hizmetliniz, (imza) Constantin Kalfa Konstantinopolis 29/10 Eylül 1878
220
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
2. BİR RUS KALFA, SAVAŞ VE ÖDENMEYEN İNŞAAT BEDELLERİ Hemen belirtmek gerekir ki; metnin başında verilen mektubun Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi yapılmıştır [1]. Mektubun başında iki farklı kasırmış gibi ifade edilen yapı; Abdülmecid tarafından Nikogos Balyan’a kagir olarak inşa ettirildiği bilinen Küçüksu Kasrı’dır. Kasrın Göksu’da yer alması ve daha önce yerinde bulunan eski ahşap bir kasrın adının Göksu Kasrı olarak anılması sebebiyle [2], Konstantin kalfa tarafından “Göksu ve Küçüksu Kasrı” olarak, her iki adıyla yazıldığı tahmin edilmektedir. Konstantin kalfanın mektuptaki ifadelerinden, kalfanın Küçüksu Kasrı’nın inşaatını yaptığı ve bu yapının inşasında Nikogos Balyan’ın tek başına çalışmadığının çıkarımı yapılabilir. Kalfanın ilk şikayetinin 1863 yılında olması, alacağının ve inşaat işinin daha geri tarihlerde olduğunu ve büyük olasılıkla kasrın kullanıma açıldığı 1857 yılına kadar dayandığını göstermektedir. Kaldı ki; bu konuda kalfanın oğlu Athaniasos tarafından yazılmış olan bir mektup inşaat alacağının 1863 yılından daha gerilere gittiği konusundaki yargıyı güçlendirmektedir. Bununla birlikte inşaat alacak davasını aydınlatan belgelerden mektup dışındakilerin hiçbirinde inşaatla ilgili bilgiye rastlanmamaktadır. Ancak, Osmanlı’nın son dönemlerinde inşaatların seyrinin uzun sürdüğü ve ödemelerin geciktiği gözönünde tutulursa, Konstantin kalfanın şikayetlerinin başlangıcının Abdülmecid dönemine (18391861) dayanması ve 1861 yılında tahta geçen Abdülaziz dönemi Küçüksu Kasrı tamiratlarına ait bir alacak davası olmaması olasılığı yüksek gözükmektedir. Küçüksu Kasrı’nın yapımında çalışan kişi ya da kişiler detaylı bir araştırma konusu olmadığı gibi, Abdülaziz ve Abdülhamit döneminde kasrın tamiratlarını yapanlar da incelenmemiştir. Ancak, makale konusunun araştırılması sırasında ortaya çıkan bir belge Küçüksu Kasrı’nın Abdülhamit
döneminde yapılan Serkiz Balyan’a göstermektedir [3].
bazı tamiratlarının ihale edildiğini
1878 yılında Rus İmparatoru’ndan yardım talebinde bulunmak amacıyla Rus tebaasından Konstantin kalfa tarafından yazılan mektup; yapının tamiratından doğan maddi sorunların ötesinde, inşaat faaliyetlerinde ortaya çıkan karmaşık sorunlardaki çözüm mercilerinin de ne kadar çeşitli ve ilginç ilişkilerle birbirlerine bağlı olduğunu göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda gerek gayrımüslim kalfaların, gerekse yabancı mimar ya da kalfaların inşaat alacakları sebebiyle, devletle olan anlaşmazlıkları azımsanacak ölçüde değildir [4]. İyi düzenlenmiş bir ihale kanunu ve en önemlisi modern hukuk sisteminin olmayışı; kalfaları, resmi işlerde devlete karşı savunmasız ve güç durumda bırakmaktaydı. Diğer taraftan, devletin kaynaklarının inşaat ödemeleri yüzünden kalfalar tarafından suistimal edildiği durumlar da nadir değildi. İhale kanununun olmayışı kuşkusuz, kaynakların israfına da yol açmaktaydı. Devlette kuvvetler ayrımı prensibinin olmadığı bir ortamda yargının sultana doğrudan bağlı olması, beraberinde pek çok sorunu ortaya çıkarmıştır. Sistemdeki tüm bu eksiklikler üzerinden, düşünülmesi gereken bir başka nokta, Rus Konstantin kalfa ve Osmanlı devleti arasındaki inşaat alacaklarından doğan anlaşmazlığın; Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında uluslararası krize yol açmasıydı. Konstantin kalfanın önce inşaat işleri yüzünden banker Lorando’ya borçlanması sonra devletten alamadığı parası yüzünden hem bankere borçlu kalması hem de parasızlık yüzünden zor duruma düşmesine sebep olan karışık olaylar zinciri bu makalenin konusunu oluşturacaktır.
221
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
O.Şenyurt
ödenmesi için sahip olduğu gayrimenkulün satılmasına karar verilmiştir. Konstantin kalfa, Hazine-i Hassa zimmetinde olan paranın ödenmesini istemektedir. Paranın hazine tarafından ödenmemesi ve emlakının satılması durumunda gerek sözkonusu emlakın kıymetinden oluşacak zarar ve ziyan, gerekse faiz ve diğer masraflar için Babıali’yi mesul tutacağını beyan etmektedir. Bununla birlikte, Konstantin kalfanın talep ettiği şeylerin haklı olduğu Babıali nezdinde de onaylandığından bu paranın ertelenmeden ödenmesi için gerekli tedbirin alınacağı ümit edilmektedir.
Şekil 1. Küçüksu Kasrı’nın eski fotoğrafı (Kaynak: Library of Congress Loc.gov II.Abdulhamid)
Şekil 2. Küçüksu Kasrı’nın eski fotoğrafı (Kaynak: Library of Congress Loc.gov II.Abdulhamid)
Konstantin kalfanın Rus sefaretine yazdığı arzuhal üzerine, Rus sefareti de bir resmi yazı ile Osmanlı devletine başvuruda bulunmuştu. Rus sefaretinden gelen yazının tercümesi, Rus İmparatorluğu tebaasından Konstantin kalfanın Küçüksu Kasrı’nın inşaatından dolayı, 1863 senesinden kalan parasının ödenmesi hakkında sefaret tarafından Babıali’ye bir kaç kez başvuru olduğunu göstermektedir. Konstantin kalfanın verdiği arzuhalin onaylanmış suretinden anlaşıldığı üzere, kendisi inşaat masrafını kapatmak için Fransa tebaasından Mösyö Lorando’dan borç almıştır. Toplam faizi ile birlikte 2800 Osmanlı Lirasına ulaşan borcunu devletten inşaat bedeli yüzünden alamadığı kapatamamıştır. Bu sebeple meblağın
18 Mart 1876 tarihinde hariciye nezaretinde düzenlenen mazbatadan anlaşılan; kurulan Osmanlı-Rus komisyonu paranın ödenmesine karar vermek üzereyken Babıali taahhüdatının gecikmesine bir çare olmak üzere sefaretin protestosuna bakmayarak komisyonu otoritesini kullanarak fesh etmiş ve arkasından da Osmanlı-Rus Savaşı patlak vermişti. Diğer taraftan, kalfanın Mösyö Lorando’ya borcu faizi ile yaklaşık toplam 2800 Osmanlı Lirası’na ulaşmıştı. Kalfanın borcu yüzünden Petersbourg şehri senatosu kalfanın sahip olduğu ev ve diğer evinin yarı hissesinin satılmasına 18 Temmuz 1877 tarihinde karar vermiş ve Mösyö Lorando da Babıali’ye başvurarak bu kararın uygulanmasını talep etmiştir. Kalfa, hazinede olan paranın ödenmemesi sebebiyle zor durumda olduğunu ve bu zor durumun Mösyö Lorando’ya olan borcunun ödenmesine engel teşkil ettiğini dile getirmektedir. Ayrıca, Babıali tarafından durumunun dikkate alınarak, Babıali’nin, evladının ve eşinin gerekli ihtiyacını gidermeye yetecek olan mülkü ile hanesinin satılmasına izin vermeyeceği inancındadır. Kalfa on beş senedir borcunun ödenmemesi sebebiyle emlakının satılmasına kalkışmak yerine, hükümetten, Mösyö Lorando’ya olan borcun acele olarak ödenmesini veya Lorando’nun alacağının ödenmesi konusunda beklemeye ikna
222
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
edilmesini ve tüm bunların yapılmaması durumunda da hazine ile muhasebesi görülmedikçe emlakın satılmaması konusunda gerekenlere emir verilmesini talep etmiştir. Aksi durumda emlakının gerçek değerinden az bir fiyata satılmasından ortaya çıkacak zarar ve ziyan ile faiz ve dava masrafı için Babıali’yi sorumlu tutacağını beyan etmiştir [5]. Konstantin kalfanın davasının görüldüğü bu dönemde 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 harbi) patlak vermesi, kalfanın Rus tebaasından olması nedeniyle alacağının uzun süre ertelenmesini gerektirecekti. Rus savaşı, mebus-hükümet ilişkilerini de olumsuz yönde etkiledi. Savaş sırasında yapılan yolsuzluklar, idaresizlikler savaş heyecanı içinde bulunan mebusanın gözünde ihanet rengine bürünmekteydi. Normalden daha sert olan eleştiriler, eleştiriye karşı zaten alışkın olmayan paşaların mebusana ve meşrutiyete düşman olmalarına yol açmaktaydı. Savaş karışıklığı içinde başıbozukların, Çerkez muhacirlerin davranışları dolayısıyla gayrımüslim mebusların dile getirdikleri şikayetler, bir süre sonra müslimgayrımüslim mebuslar arasında gerginliklere de sebep oluyordu. Bu gibi durumlar, sarayın ve Babıalinin mebusana ve Birinci Meşrutiyet’e bir an önce son verme arzularını arttırıyordu [6]. Konstantin kalfanın devletten hak iddia etme süreci savaş sebebiyle ortaya çıkan iç ve dış karışıklıkların olduğu bir döneme denk düşmüştür. Ancak, şunu da hatırlatmak gerekir ki; bu karışık döneme gelene kadar kalfanın alacağı hakkındaki görüşmeler on beş senedir devam edegelmiştir. Savaş sonrasında, Rus ve Osmanlı karma komisyonu arasındaki anlaşmazlık sebebiyle tarafsız bir gözün konuyu değerlendirmesi için dönemin Flemenk sefirine görev verilmiştir [7]. İstanbul’da bulunan Flemenk sefiri 19 Şubat 1881 tarihinde, Osmanlı devletinin Konstantin kalfa hakkındaki kararını, evrakların hepsini gözden geçirmeden ve
yüzleşme olmadan verdiğini ve bu durumun Konstantin kalfa tarafından kendisine iletildiğini bildirmiştir. Flemenk sefiri, kalfanın yaşadığı borç-alacak davasını hayretle izlediğini ve garip bulduğunu ifade etmektedir. Kararı veren hakimin tarafsızlıkta kusur ettiğini düşünen sefir, araştırmayı sıkı tutarak, Münif Paşa’nın başkanlığında kurulan Osmanlı-Rus komisyonunun 1870-1872 yılları arasında yaptığı 31 toplantının içeriğini oluşturan mazbatalarını dava evrakı içinde bulmuştur. Bunun içeriğinden, sefir söz konusu toplantılar esnasında konuşulanların kayıtlarına ulaşmayı başarmıştır. Bununla birlikte, Konstantin kalfanın kendisini savunması için ihtiyaç duyduğu evrakların kendisine verilmediği ortaya çıkmıştır. 8 Şubat 1879 yılında imzalanan muahedenamenin [8] 11. maddesi gereği oluşan Osmanlı-Rus komisyonunun toplantı mazbatasından çıkarılmış bir fıkrada “Gerek hazine gerek maliye nezareti bu anlamda lazım gelen tüm izahatı vermeye yetkilidir. Bu sebeple ikisinin de vekillerinin sorgulanması rica olunur” ifadesi yer almaktadır. 1880 tarihindeki toplantıya hazine vekili katılmamıştır. Evrakın ibrazı için 1872 yılında da son ve kesin olarak 31 gün mühlet verilmiştir. Evrakı davalı sıfatıyla ibraz edip edemeyecekleri Flemenk sefiri tarafından maliye nezareti vekillerine sorulduğunda da inkar yoluna başvurmuşlardı. Sonradan sefire evrak olarak gönderilen iki layıhanın da Münif Paşa zamanında komisyon tarafından tetkik olan delillerin dışında bir şey içermediği anlaşılmıştır. Flemenk sefirine göre, Konstantin kalfaya ödenecek tutar faiziyle birlikte ilk tutarın üç misliydi. Osmanlı Devleti ise, davanın açılmasından sonra, alelacele tefecilikle ilgili bir nizamname hazırlayarak anaparanın bir mislini geçen faizin ödenmemesi konusunda karar almıştı. Bu sebeple, protokolde geçen hükme ters düşen bu kararla anaparanın üstüne sadece bir misli faiz ilave ederek hesabın
223
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
O.Şenyurt
kapatılmasına karar verilmiştir. Böylelikle, Flemenk sefirinin kalfanın lehine olan kararı, Meclis-i Vükela üyeleri tarafından kabul görmemiştir [9]. Konstantin kalfanın devletten talep ettiği Küçüksu kasrı inşaat bedelinin ödenmesi konusundaki çabaları, belge tarihlerinden de anlaşılacağı gibi uzun zaman almıştır. Bu davanın kalfanın ölümünden sonra da devam ettiğini arşiv belgelerinden çıkan mektup açık bir biçimde ortaya koymaktadır. 23 Temmuz 1891 yılında Paris’de Boulevard St. Marcel 84 numarada “Kalfa” imzasıyla takdim edilen ariza [10] Konstantin kalfanın oğlu Athaniasos tarafından yazılmıştı. İmzanın müellifi Athaniasos kalfa, Osmanlı devleti ve babası Konstantin kalfa arasında 30 senedir devam eden davanın maliye nezareti tarafından sonlandırılmaya çalışıldığını belirtmektedir. 142.000 Osmanlı Lirasını aşkın bir meblağı sadece 37.000 Osmanlı Lirası ödeyerek kapatmayı maliye nazırı Agop Kazayan’ın Meclis-i Mahsus-ı Vükela’ya bir maharet gibi gösterdiğini Athaniasos kalfa arizasında ifade etmektedir. Arizada, 30 sene sonra devletin borcunun faiziyle birlikte 142.000 Osmanlı Lirasını aşkın hale gelmesi dikkat çekicidir. Athaniasos’a göre, “bu hesap düzleme işlemi dürüst, namuslu bir aileyi zor duruma sokmuştur”. Faiziyle birlikte Konstantin kalfanın alacağının ancak üçte birini alabilecek olan Athaniasos, yaklaşık 25.000 Osmanlı Lirası zararlarının olduğunu öne sürmektedir. Athaniasos, kardeşi George’un tüccardan bir Ermeni’nin başkanlığı altında bazı dolandırıcılarla işbirliği yaparak babası Kosti [11] kalfayı aldattıklarını, bununla birlikte devletin büyük memurlarından bazılarını davet ederek ve bunların nüfuzlarından faydalanarak çok miktarda parayı içeren senetleri Konstantin kalfaya imzalattırdıklarını iddia etmektedir. Anlaşılan, Konstantin kalfa alacağı paranın bir kısmını senet imzalayarak bürokratlara rüşvet olarak bırakmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu durumu arizasında
aktaran Athaniasos kalfa, maliye nazırı ile bir kaç kez görüşme isteğinde bulunduğunu fakat nazırın bundan kaçındığını belirtmektedir. Sadaretten verilen emir üzerine Athaniasos kalfayla zoraki bir kaç görüşme yapan maliye nazırı, görüşmelerinden birinde Athaniasos’un Bedros Efendi ile görüşmesini tavsiye ederek aradan çekilmiştir. Bedros Efendi durumu enine boyuna düşündükten sonra olayların bu yönde gelişiminin bir çok hıristiyanın menfaatini tehlikeye attığını ve hükümetin Rusya baskısından kurtulunca devletin vaadettiklerini gerçekleştirebileceğini ve işin doğal akışına bırakılırsa babasının payına bir miktar para düşebileceğini bildirmiştir. Athaniasos, bir Osmanlı memurunun ağzına bu sözleri yakıştıramadığını ve böyle bir cevabın sadece günü kurtarmak için söylenmiş sözler olduğunu düşünmektedir. Athaniasos bu sözler üzerine Rusya’nın korumasından da kurtulmaya çabalamış ve Bedros Efendi’den bu konuda yardım istemişse de maliye nazırı Agop Kazazyan ile görüşen Bedros Efendi, maliye nazırının sadaretin onayını alamaması sebebiyle Athaniasos’un ricasını gerçekleştirememiştir. İstanbul’dan ayrılmaya karar veren Athaniasos gidiş gününde maliye nazırı Agop Kazazyan’ı görmüş ve ondan, verdiği teklifin sadaret tarafından kabul edilmediği haberini almıştır. Athaniasos, Paris’e gittiğinde padişaha durumu uzun uzadıya anlatan bir mektup yazmıştır. Athaniasos, Bedros Efendi’nin konuşmalarını ve hesabın 37.000 Osmanlı Lirasına karşılık kapatılmasını, meblağın ödenmesinde bir takım büyük memurların menfaat sahibi olduklarının açık ispatı olarak görmektedir. Athaniasos mektubunda, meselenin bir “Serkiz” bir “Nikogos” veya bir “Nikola”nın maddi menfaatine bağlı olmayıp, sultana ait olduğunu ve sultanın haysiyetinin de 40-50 ya da 100 bin frankın üstünde olduğunun maliye nezareti tarafından bilinmeyen bir husus olmadığını ifade etmektedir. Bununla
224
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
beraber, Athaniasos, maliye nazırının hükmü adalete aykırı bulduğunu ancak bu düşünce doğrultusunda ana para ve faizi tamamen kapaması ve teklifi de kabul etmesi beklenirken, tersi yönde bir davranışta bulunduğunu öne sürerek; borcun ödenmesinin padişahın haysiyetini de muhafaza edeceğini belirtmektedir. Athaniasos’un mektubu şöyle devam etmektedir: “Şurası açıktır ki; maliye nazırının daha önce sadarete ihbar ettiğim dolandırıcıları kandırması veya hileyle söz verilen meblağa yakın bir para ile işi kapatması maliye memurlarının çıkarlarının neticesidir. Agop Paşa hazretlerini rüşvet suçuyla itham etmek istemem. Kendi milleti içinde maliyenin düzenlenmesi için başa getirilen bir zattır. Ancak, memlekette pek çok nazırların etrafında bir takım memurlar vardır ki, rüşvet almaktadırlar. Bunları cesaretlendirmemek gerekir ve Kosti kalfanın başına gelen işler gibi, pek çok iş yüzünden, hile ve düzenbazlıkla, arsızlıktan başka meziyeti olmayan bu kişilerin kısa zaman zarfında servet sahibi olmalarının sebebi budur. Durumun tetkik edilmesi için Meclis-i Mahsus-ı Vükela’dan bir tahkik komisyonu kurulmasını rica ediyorum. “Kirkor”, “Avadis” ve “Mıgırdiç”den oluşacağı şüphesizdir. Fakat sadaret ve Meclis-i Vükela’nın hükümetin menfaat ve haysiyetini, kendi menfaatlerine tercih edeceklerinden eminim. Yazdığım arzuhalin sultana ulaşmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bu söz konusu cesaret sahipleri gasp ettikleri parayı devletin adaletinden yakayı kurtardıklarında ve yabancı bir ülkeye kaçtıklarında kullanmış olacaklarından, bu kişiler kaçmadan önce şikayetimi padişaha arz etmekte başarılı olduğumu düşünüyorum”. Athaniasos’un mektubundan sonra alacak davasının nasıl sonuçlandığı konusunda belgeler bize başka bir şey söylememektedir. 1879 yılına ait 11 belgeyi içeren bir dosya Rus tebaasından kişilere ait bazı davaları
içermektedir. Büyük olasılıkla bunlar da çözümü uzun sürmüş davalar olarak dosyada yer almıştı. Türk-Rus komisyonunda tetkik edilen Bogos Muradyan, Yanko Makropulos ve diğer şahısların alacak davalarıyla ilgili kayıtların içinde Konstantin kalfanın da isminin ve kaydının yer aldığı görülmektedir [12]. 3. ON DOKUZUNCU YÜZYILDA KONSTANTİN KALFANIN ULUSLARARASI BOYUTTAKİ ALACAK DAVASININ SONUCUNU ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER: DEVLET, CEMAAT VE YABANCILAR Devletle çalışan ve sultana yakın bazı gayrımüslimlerin imparatorlukta yararlılık gösterdikleri alanlara göre veya yaptıkları işlere göre, “ünvan”, “lâkap” gibi isimlerinin önlerine gelen bazı ön adlarla anıldıklarını biliyoruz. “Ünvan”lar gelip geçiciydi ve ünvanın kişiden alınması statüsünü de etkilemekteydi. Sözgelimi, bir gayrımüslimin “bey” ünvanını alması ayrıcalıktı. Devlet görevinde bulunan, yararlılık gösteren asker ve bürokratlar isminin arkasından “bey” ünvanını almaktaydı (“Yervant Bey Arabyan” gibi). Ancak, “statü” ünvana göre daha önemlidir. Ünvan sahibi olmayan dışarıdan sultanla tanışıklığı olanların sultanın gözündeki statüleri daha fazla olabilmekteydi. Bununla birlikte, ünvan sahibi olmasalar da sultanın gözünde “gizli statü”ye sahip bazı gayrımüslimler de bulunmaktaydı. Banker ya da sarraf grubuna dahil edilecek bu kişilere sultanın ve çevresinin sık sık başvurarak şahsi veya devlete ait işler için borçlandıkları görülmektedir. Kişisel borçlanmanın kolaylıkla devlet borcuna dönüşebildiği gözardı edilmemelidir. Bu sebeple zaman zaman statülerin sağlama alındığı da görülür. Sözgelimi, II. Mahmut’un kişisel sarrafı ve danışmanı olan Harutyun Bezciyan aynı zamanda Darphane eminiydi. İpek ticareti ile uğraştığı için “Kazaz” sıfatıyla da anılır ve “Kazaz Artin” olarak adlandırılırdı [13]. Ticaret ve
225
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
O.Şenyurt
bankacılığın, Türk-Müslüman grup tarafından küçümsenmesine [14] ve bu grup içerisinden kimsenin çocuklarını ve yakınlarını bu işlerle görevlendirmek istememelerine rağmen, gayrımüslim ve levantenlerden oluşan banker ve sarraf gruplarıyla ilişkileri ya da arkadaşlıkları sıkıydı [15]. Resmi ünvanlarının olmaması onların devlet yöneticilerinin gözündeki statülerini etkilememekteydi. Aksine, az kişi tarafından bilinen “gizli statü”ye ulaşmalarını ve yakınlık kurdukları yöneticilerin kararlarını yönlendirmeyi sağlıyordu. İltizam [16] işlerine girmek isteyen yöneticiler bu sarraflardan birini kefil göstermek zorundaydılar. Yönetici grubuna yakın olmayan kişilerden bu kefalet esirgenirdi. Bu sebeple, hatırı sayılır ve menfaat icabı bağlantı kurulması gereken birinin adamı olmak gerekliydi [17]. Diğer taraftan, devlet görevlilerinin de tefeci/sarraf desteğine ihtiyaçları vardı. Bu destek olmadan iltizam sistemini finanse edecek zümrenin Osmanlı başkentinde bir zenginlik ve güç kaynağı olarak ticareti fersah fersah geride bırakan sisteme katılması mümkün değildi [18]. “Gizli statü”ye sahip sarraflar, Athaniasos’un mektubunda da yazdığı gibi, devlet memurlarıyla işbirliği içinde Kosti kalfanın alacağının bir kısmını rüşvet olarak bırakıp geri kalanını almak için senet imzalamasında önemli rol oynamışlardır. Değişkenleri fazla olan bir toplumsal ortamda hem devlet yöneticilerinin hem de devlet tarafından tanınan gayrımüslimlerin statülerinin ve ünvanlarının kolaylıkla sarsılabildiği ya da zarar gördüğü söylenebilir. Sözgelimi, Ermeni sarraf Mıgırdiç Cezayirliyan ile işbirliği yapan Mustafa Reşit Paşa da, onun hasmı olan Mehmet Ali Paşa da yolsuzluk suçlamalarıyla görevlerinden azledilmişlerdi [19].
zamanlar da bulunmaktaydı [20]. Cemaat üyelerinden bazılarının devletin zararına yaptıkları işler yüzünden devlet memuriyetinde bulunan ya da statüsü yüksek diğer cemaat üyelerinin araya girmesiyle cezaların en aza indirgendiği de dikkat çeker [21]. Özellikle Tanzimat’tan sonra cemaatlerin içinde ortaya çıkan devlet-cemaat ilişkilerini sarsacak bazı olaylarda din liderlerinin araya girmesi yerine, aynı cemaat üyesi devlette söz sahibi kişilerin arabuluculuk yaptığı görülmektedir.
Devlet yönetimindeki gayrımüslimler bazen imparatorluğun çıkarları ile cemaatin çıkarları arasında sıkışıp kalmaktaydı. Cemaatin ya da cemaat üyelerinden birinin hakkında karar vermek zorunda oldukları
Bu dönemden sonra Abdülmecid’in kızıyla evli olan ve hızlı yükseliş gösteren Mehmet Ali Paşa, Reşit Paşa ile arasının kötü olması sebebiyle onun ve adamlarının iltizam işlerine girmelerini meydana
Cemaat üyelerinin bireyselliğinin görece daha fazlalaştığı Tanzimat’ın getirdiği yeniliklere göre, gayrımüslimler, TürkMüslüman grupla eşit haklara sahip olacaktı; can, mal ve ırz güvenlikleri sağlanacaktı. Ancak, bu durum cemaat bireylerinin kontrolsüz olarak maddi güç elde etmelerine ve cemaat içinde sivrilmelerine sebep olmaktaydı. Bu güç, paşaların ve diğer yönetici kesimin kariyerleriyle oynayacak kadar büyüktü. Sözgelimi, Musul valiliğinde bulunmuş olan İnce Bayraktarzade Mehmet Paşa’nın sarrafı Ermeni Mıgırdiç Cezayirliyan’ın 1843 yılında İnce Bayraktarzade’den kırk beş bin liralık alacak göstererek, İnce Bayraktarzade’nin hesabında bu parayı bazı paşalara hediye ve rüşvet olarak verdiğini açıkça ortaya koyması gibi. Hakkında açılan mahkemenin verdiği karar sonucunda dolandırıcılık suçu sebebiyle hapis cezasına çarptırılmış olan Mıgırdiç Cezayirliyan, Bayraktarzade için çıkarttığı kırk beş bin liralık borcu hesaptan düşmeye mahkum edilmiştir. Cezasını çektikten sonra, Reşit Paşa kendisine sahip çıkarak, sarrafı olarak kabul etmiştir. Böylelikle, Cezayirliyan devletin mali işlerine tekrar karışma yetkisini elde etmeyi başarmıştı.
226
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
çıkarmak amacıyla Cezayirliyan’ı tutuklattırdı ve sorgulattı. Bu dava padişahı bile işin içine karıştıran, hırsın ve kinin, entrikaların, suistimallerin bir simgesi haline gelmiştir [22]. Makalenin konusu olan Konstantin kalfanın alacak problemini çözümlemek amacıyla yüklü miktarda senet imzalattıranlar da kuşkusuz, “banker, paşa, sultan” üçlüsünün çıkarlarına hizmet etmekteydi. Konstantin kalfa ailesinin küçük oğlunun Konstantin kalfayı kötü yönlendirmesiyle de kalfa bu üçlü çıkar şebekesinin isteklerinin kurbanı olmuştur. Birinin “adamı olma” yoluyla ele geçirilen güç ve para, bankerlerin ve sarrafların hızlı servet edinmesini sağlamıştır. Ancak, böyle bir ortamda kazançların devamlılığı kuşkusuz zordu. Devlet kişilerin kontrolsüz para biriktirme ve servet sahibi olma isteklerine belirli ölçülerde izin vermekteydi. Özellikle, yaşam biçimleri, konutları ve devletin kazanç sağladıkları alanlara istenilenden fazla nüfuz etmeleri onların geleceklerini ciddi biçimde etkilemekteydi. Bankerlerin yaşamlarındaki lüks yöneticiler ya da sultan tarafından fark edildiğinde çıkar çatışmaları başlar ve servet kontrol altına alınabilirdi [23]. Diğer taraftan, servet sahibi bankerler ya da sarraflar kendi cemaatleri içinde kurallara uydukları sürece cemaat üyelerinin ve liderinin desteğini almaktaydı. Kurallar özellikle maddiyatla belirlenmiştir. Cemaat içi ilişkilerde kişilerin birbirlerine maddi yardımları önem taşımaktadır. Aksi durumda, eleştiri odağı haline gelerek tepki alması ya da cemaatten dışlanması mümkündü. Bauman’ın deyişiyle; cemaatlerin bütün tercihleri öncüllemesi, bireyleri kendi tercihleri ve davranış kurallarına bağlı kalmaya zorluyor ve dolayısıyla da cemaat üyeliği ile bireyin kendi kendisini kurma, tanımlama ve biçimlendirme özgürlüğü doğrudan bir çatışmaya giriyordu [24]. Diğer taraftan, gayrımüslimlerin cemaat içi ilişkileri gibi, yabancıların gözündeki
konumları da çatışma ve uzlaşmaların birarada yaşandığı karmaşık olaylarla değişkenlik gösterir. Yabancıların gözünde gayrımüslimler; bazı çıkarlar doğrultusunda işbirliği yapılabilecek Osmanlı tebaası, bazen de sultanla karşı karşıya getirilerek iki grubun çatıştırılmasından menfaat elde edilebilecek “Serkiz”, “Nikogos” ya da “Nikola” haline dönüşmekteydiler. Ya da makalede sözü edilen maliye nazırı Ermeni Agop Kazazyan Paşa, Rus Konstantin kalfanın oğlu Athanasios isimli bir “yabancı” tarafından sultana şikayet de edilebilirdi. “Serkiz”, “Nikogos” veya “Mıgırdiç” Rus Athanasios’un mektubunda farklı bireyleri değil, sadece toplu hareket eden ve birbirlerinden ayrı tutulmayan farklı cemaatlerin simgeleridir. 93 Harbi olarak anılan Osmanlı-Rus savaşı sonrasında da Ruslar, Ermeniler’in hamiliğini elde bulundurmuşlardı. Rusya’nın sadece Ermeniler için değil, tüm ortodoks hristiyanlara; özellikle de Rum ortodokslar üzerindeki himayesini Milli Mücadele dönemine kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Ancak, Rus Konstantin kalfanın çıkarları Ermeni cemaatinden “Agop” ya da “Bedros”un üstündeydi. Genellikle, Rus koruması karşılıklı çıkar zamanlarında işlemez hale gelmekteydi. Herhangi bir cemaatin üyesi olan kişilerin Osmanlı devleti ile olan anlaşmazlıkları söz konusu olduğunda yabancı devletlerin yöneticilerinin devreye girmesi mümkündür [25]. Konstantin Kalfa’nın inşaat bedelinin ödenmesinde karşılaştığı güçlükleri Rus sefaretinin tavsiyesiyle Darülfünün’un inşaatına başlayan Gaspare Fossati’nin de yaşadığı görülmektedir. Fossati hem Avusturya hem de Rus sefaretinin koruması altındaydı. Ancak, 19. yüzyılda, sefaretlerin tavsiyesiyle gelen pek çok yabancı uyruklu kalfa ya da mimarla yapılan anlaşmalar, çoğunlukla devletin maddi zarara girmesine yol açacak maddeleri içermekteydi. Mimar ya da kalfaların yapılar için istedikleri bedellerin yıllarca ödemesi geciktiğinden
227
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
O.Şenyurt
maliyetin faizi ile birlikte fahiş fiyatlara ulaşması devletin borçların büyük bir kısmını kesintili ödemesiyle sonuçlanmıştı [26]. Devletle yabancı kalfaların ya da mimarların anlaşmazlıkları sefaretlerdeki yüksek düzeydeki memurların ya da sefirlerin araya girmesi ile çözümlenmeye çalışılmıştı. Konstantin kalfanın savaş yüzünden uzayıp giden davası Babıali’nin, kalfanın oğlu Athaniasos’a verdiği son öneriyle muhtemelen sona ermiştir. Diğer taraftan, sözleşmelerin yapılması ve maddelerdeki eksiklikler yabancı mimar ya da kalfaların bunları sonuna kadar kullanmalarını sağlıyordu. Finans sisteminin gelişmiş olmaması Konstantin kalfaya senet imzalattıran sarraf gibi, gayrımüslimlerin ara kadrolar oluşturarak maddi problemlere cevap bulmak adına işleri karıştırmalarına neden oluyordu. Konstantin kalfa örneğinde olduğu gibi, devletin belirlediği ilk bedel, Flemenk sefirinin verdiği bedel ve sarrafın imzalattığı senetten sonra ortaya çıkan inşaat bedeli olmak üzere üç farklı rakam öne sürülmekte ve gerçek bedelin ne olduğunun tespiti zorlaşmaktadır. Bununla birlikte, müslüman devlet adamlarının ve hatta sultanların çıkarları “ara kadroları” oluşturan “gizli statüye” sahip gayrımüslimlerle ortaktı. Bu ortaklıklar karşılıklı olarak uzlaşmanın sonuna kadar götürüldüğü karanlık ilişkiler zinciri içinde gerçekleşmekteydi. Cezayirliyan’ın İnce Bayraktarzade Mehmet Paşa’nın bürokrat kimliğini yok etmesi, Reşit Paşa’yı onu himayesi altına almaktan uzak tutmamıştı. Diğer taraftan, Mehmet Ali Paşa’nın Reşit Paşa’nın iltizam işine girdiğini ispatlama çabaları onun da bu çarkın içinde yok olmasına sebep olmuştu. Cezayirliyan olayındakine benzer biçimde Konstantin kalfaya imzalattırılan senet; bazı üst düzey paşaların da işin içinde olduğu bir düzenin parçası olmalıydı. Bu senet rüşvet yoluyla ona yapılacak ödemenin taahhüdünden başka bir şey değildi. Ayrıca, Flemenk sefirinin araya girmesi sonucunda hesap verememekten korkan devlet adamlarının görüşmekten kaçındıkları da dikkat
çekmektedir. Kontrolsüz faiz artışını durdurmak için dava sürerken yeni bir karar alınarak anaparanın bir misli kadar faiz verilmesiyle ilgili geriye yönelik bir kanunun ortaya çıkması; Konstantin kalfanın alacaklarını azaltma çabalarını göstermektedir. Modern bir finans ve hukuk sisteminin var olmadığı bir ortamda alınan keyfi kararların üzerine, “cemaat, devlet ve yabancılar üçgeninde sıkışmış ara kadrolar” inşaatlardaki alacak davalarının anlaşılmasını iyice zorlaştırmış ve arşiv belgelerine yansıyan daha pek çok borçalacak davasının yaşanmasına yol açmıştır. KAYNAKLAR [1] BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), HR.TO., (Hariciye Nezareti Tercüme Odası), Dosya no:291, Gömlek no:20. Mektubun Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi Hande Ersöz Demirdağ (YTÜ, Fen Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri Mütercim-Tercümanlık Bölümü) tarafından yapılmıştır. Çevirmenin notuna göre, Konstantin Kalfa’nın mektubun başında “Lobanow” olarak hitap ettiği kişi Çar Alexeï Borissovitch Lobanov-Rostovski’dir. [2] Kuban, D., (2007), Osmanlı Mimarisi, YEM, İstanbul, s.649. [3] BOA., Y.MTV., Dosya no:35, Gömlek no:48. [4] Şenyurt, O., (2006), Türkiye’de Yapı Üretiminde Modernleşme ve Taahhüt Sisteminin Oluşumu, Doktora Tezi (basılmamış), YTÜ Fen Bilimleri, s. 128-144. [5] BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), HR.TO., Dosya no:291, Gömlek no:20. [6] Akşin, S. (1992), Siyasal Tarih (1789-1908), Türkiye Tarihi 3, Cem Yayınevi, s.160. [7] BOA., HR.TO., Dosya no:187, Gömlek no:83. [8] Muahedename: Andlaşma şartlarının yazıldığı kağıt. Bkz. Devellioğlu, F., (2003), OsmanlıcaTürkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara. [9] BOA., MV., Dosya no:24, Gömlek no:77. [10] BOA., HR.TO., Dosya no:535, Gömlek no:107. Athaniosos’un Fransızca yazdığı mektup Hariciye Nezareti Tercüme Odası tarafından Osmanlıca’ya
228
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
çevrilmiştir. Osmanlıca çeviri üzerinden belgeler incelenmiştir. [11] Konstantin ismi kısaltılarak “Kosti” olarak kullanılabilir. Belgelerin bazılarında bu yazım biçimi benimsenmiştir. [12] BOA., HR.HMŞ.İŞO (Hariciye Nezareti İstişare Odası)., Dosya no:162, Gömlek no:54. [13] Pamukciyan, K., (2003), Biyografileriyle Ermeniler, Aras Yayıncılık, İstanbul, s.130. [14] Garnier, J. Paul, (2007), Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu II. Abdülhamit’ten Mustafa Kemal’e, Remzi Kitabevi, s.62. [15] Kazgan, H., (1990), Galata Bankerleri, Türk Ekonomi Bankası A.Ş., İstanbul, s.136. [16] İltizam: Devlet gelirlerinden birinin toplanması işini üstüne alma (sözgelimi a’şar resmi gibi). [17] İrtem S. Kani, (2007), Saray ve Bab-ı Ali, Temel Yayınları, İstanbul, s.252. [18] McGowan, B., (2004), “Tüccarlar ve Zanaatkarlar”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Eren Yayıncılık, İstanbul, s.829830. [19] İrtem S. Kani, age., s.261. [20] Koçu, R. Ekrem, (1966), “Artin Ağa (Kazaz)”, İstanbul Ansiklopedisi, C.2, Koçu Yayınları, İstanbul, s.1071. [21] Pamukciyan, K., age., s.97. [22] İrtem, S. Kani, age., s.249-252. [23] Sözgelimi, Cezayirliyan’ın ahçıları ve uşaklarıyla saray benzeri köşkündeki gösterişli yaşam biçimi dikkat çeken bir başka unsurdu. Şenyurt, O., age., s.130. [24] Bauman, Z., (2000), Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.278. [25] Sözgelimi, Rus Prens Mençikof, Mıgırdiç Cezayirliyan’ı ikinci kez hapise girdiği zaman sultandan rica ederek, hapisteki kötü ortamdan kurtarmış ve Ermeni patrikhanesine nakletmeyi başarmıştı. Bkz. İrtem, (2007), age., s.253. [26] Şenyurt, O., age., s.120-122.
229
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
DÜZELTME CİLT 3 SAYI 2’de yayınlamış olduğumuz Oya ŞENYURT’un “Küçüksu Kasrı’nın İnşaat Bedelindeki Anlaşmazlık : Rus Konstantin Kalfa’nın Alacakları” “The Dispute In The Construction Cost Of Küçüksu Summer Palace: Money Owed To The Russian Master Builder Konstantin” başlıklı makalesi, maddi hata sonucu hakem düzeltmesi öncesi haliyle yayınlanmıştır. Sayı 3’ün yayınlandığı bu dönemde söz konusu hatamızı telafi etmek amacıyla makalenin düzeltilmiş halini yayına koymuş bulunuyoruz. Bu hatadan dolayı değerli okurlarımızdan özür dileriz. Yayın kurulu adına Faruk TUNCER Editör
330
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
KÜÇÜKSU KASRI’NIN İNŞAAT BEDELİNDEKİ ANLAŞMAZLIK:RUS KONSTANTİN KALFA’NIN ALACAKLARI Oya ŞENYURT Yrd. Doç. Dr. , Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı Anıtpark Yerleşkesi 41300 İzmit/Kocaeli oya.senyurt@kocaeli.edu.tr
ÖZET Ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren yabancı mimar ve mühendislerin Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Ancak, en az onlar kadar önemli olan yabancı kalfaların isimleri bugün kapsamlı bir araştırmanın konusu olmamıştır. İsimlerinin ve faaliyetlerinin yeterli derecede bilinmemesi onların devletle olan bağlantılarını kurmamızı da güçleştirmektedir. Yabancı mimarlar için bu bağlantıyı kurmak daha kolay olmaktadır. Yabancı mimarların devletle yaptıkları iş sözleşmeleri kayıtlı olmasına ve bu sözleşmelerin onların genel çalışma koşullarını tarif etmesine rağmen, kalfaların parça başı işlere göre ücret almaları, götürü usulü iş yapmaları ve her inşaat işinin farklı örgütlenmesi yabancı kalfalar ve devletin ilişkilerinde işe göre değişen bazı durumları ortaya çıkarmaktaydı. Bunun ötesinde yetkin bir finans ve hukuk sisteminin kurulmaması yabancı kalfaların inşaat işlerinden doğan devletle olan anlaşmazlıklarında uluslararası krize sebep olabilmekteydi. Bu durum aynı zamanda bir inşaat alacağı konusunda bir kaç farklı kararın alınmasına, davaların uzamasına ve keyfi karar verilmesine yol açan pek çok ciddi sorunu da beraberinde getirmekteydi. Diğer bir deyişle, hak ve sorumluluklarla sınırları çizilmeyen ve her inşaat işine göre değişen kalfa-devlet pozisyonu “ara kadroların” da devreye girmesiyle olayları daha karmaşık bir noktaya sürüklemekteydi. Bu makalede, Abdülaziz döneminde Küçüksu Kasrı’nın kapsamlı tamiratını gerçekleştiren Rus Konstantin Kalfa’nın devletle olan alacak davasındaki süreç, söz konusu olan bakış açılarıyla ele alınmıştır. Dönemin diğer kalfaları gibi, inşaat işlerini finanse etmek için banker Mösyö Lorando’ya borçlanan Konstantin Kalfa’nın, devletin inşaat borcunu ödememesi sebebiyle bankere olan borcunun üstüne binen faiz yükü yüzünden Rusya’daki malının mülkünün satılmasına St. Petersbourg senatosu tarafından karar verilmiştir. Rus Konstantin Kalfa, sarraf, banker gibi “ara kadrolar”ı devreye sokarak rüşvetle işini çözümlemek için çeşitli yollara başvurmuştur. Bürokrat-kalfa ve ikisinin arasında köprü vazifesi gören “ara kadrolar”ın hem etnik köken hem de çıkar ilişkileri bağlamında değişkenlik gösteren konumları ve statüleri dikkat çekicidir. Osmanlı-Rus Savaşı’nın patlak vermesiyle Rus Konstantin Kalfa’nın devletle inşaat alacaklarından kaynaklanan davası uluslararası bir boyut kazanarak çözümsüzlüğe sürüklenmiş ve alacak davası otuz sene ödenmeyen borç yüzünden oğlu tarafından sürdürülmüştür. Anahtar Kelimeler: On dokuzuncu Yüzyıl İnşaat Örgütlenmesinde Yabancılar, Kalfa, Sarraf-banker, Müteahhitlik, Gayrımüslimler. ABSTRACT THE DISPUTE IN THE CONSTRUCTION COST OF KÜÇÜKSU SUMMER PALACE: MONEY OWED TO THE RUSSIAN MASTER BUILDER KONSTANTIN It is known that foreign architects and engineers have worked in the capital city of the Ottoman Empire as from the mid nineteenth century. Names of foreign master builders, however, at least as important as these architects and engineers, have not been made a subject of any comprehensive research. We face difficulties in establishing their relations with the State because of inadequate information regarding their names and activities. Such relations are easier to establish for foreign architects. Work contracts between foreign architects and the State were recorded and included a description of their general working conditions. The status, however, varied in the relations of foreign master builders and the State on the basis of work type because master builders were paid on piecework, work was performed on a lump sum basis, and each construction work was organized differently. Furthermore, the lack of an effective finance and law system could cause international crisis in the disputes between foreign master builders and the State arising out of the monies owed to the former by the latter. This situation brought about extremely serious problems including more than one decision with respect to a construction claim, time consuming court actions and arbitrary court decisions. In other words, the master builder – State position which was not defined under rights and responsibilities, and varied with every construction work, instigated a more confused state of affairs with the added involvement of “intermediate staff” too. In this article, the action of debt filed against the State by the Russian Master Builder Konstantin, who realized a comprehensive repair of the Küçüksu Summer Palace in the reign of Abdülaziz, is discussed with these perspectives. Like the other master builders of the period, Master Builder Konstantin borrowed money from Mösyö Lorando, a banker, in order to finance the construction work. The State, however, did not pay the money owed to Konstantin, whose properties in Russia were sold with the decision of the St. Petersburg Senate because of the interest which accrued on the loan he borrowed from the banker. The Russian Master Builder Konstantin tried various means to solve his problem through bribery with the mediation of “intermediate staff” like money changers and bankers. Positions and statuses of
331
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
bureaucrat-master builder and the “intermediate staff” functioning as a bridge between the two, which varied according to both ethnicity and advantage relations is interesting to note. With the declaration of the Ottoman – Russian War, the debt action for the construction claims of the Russian Master Builder Konstantin gained an international dimension and was not solved. The action was continued by Konstantin’s son for the State’s debt which remained unpaid for thirty years. Keywords: Foreigners in the Nineteenth Century Construction Organization, Master Builder, Money Changer – banker, Contract work, Non-Moslems.
332
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
1. GİRİŞ Osmanlı İmparatorluğu’nda inşaat taahhüt işlerinin gerçekleştirilmesinde yabancı ve gayrımüslim kalfaların faaliyetleri arşiv belgeleri içinden tek tek okunabilmektedir. Bu belgelerde dikkat çekici nokta kalfaların devletle olan maddiyata dayalı ilişkilerindeki problemlerdir. Mimarlık faaliyetlerinin ve inşaat işlerinin teknik gidişatı kadar kalfaları meşgul eden bu durum, gayrımüslim kalfalar için ayrı, yabancı kalfalar için ayrı problemlerin yaşanmasına neden olmuştur. Gayrımüslimler için devlete ait yapılardaki anlaşmazlıklar cemaat içi ya da cemaatler arası krize yol açarak gazetelere yansırken, yabancı kalfalarda uluslararası krize sebebiyet vermekteydi. Yabancı uyruklu kalfaların mimarlık ortamındaki faaliyetleri ve yabancı olmalarından doğan güçlükler ya da elde ettikleri fırsatlar gayrımüslimlere göre daha az bilinmektedir. Makalenin konusunu da Rus uyruklu yabancı bir kalfa olan Konstantin Kalfa’nın Küçüksu Kasrı inşaatından sonra alacağını tahsil edebilmek için yaşadığı süreç ve olaylar oluşturmaktadır. Kuşkusuz, 19. yüzyıldaki inşaat faaliyetlerini ve kalfaların çalışma ya da örgütlenme biçimlerini bir kalıba sokmak ya da dönemi bir bütün olarak tanımlamak mümkün değildir. Dönemi tanımlarken, kalfaların inşaattaki teknik faaliyetleri, örgütlenmeleri, devletle olan ekonomik ilişkileri mimarlık faaliyetinin evrelerini oluşturmakta ve mimarlık tarihi içinde ayrı ayrı yer edinebilmektedir. Bu her bir faaliyet kalemi dışında devletin kalfalarla olan hukuki ve ekonomik ilişkileri de muhatap oldukları kişiye göre farklılık gösterir. Dolayısıyla, kalfaların devletle olan kişisel ilişkilerine bağlı olarak teknik faaliyetler, örgütlenme ve maddi ilişkiler farklılık göstermektedir. Konstantin Kalfa’nın yaşadıkları döneme aittir, ancak mimarlık faaliyetleri için genelleme yapılmasına imkan vermez. Bu sebeple, makalede Konstantin Kalfa üzerinden mimarlık faaliyetlerinin perde
arkası, para ve etnik köken ilişkilerinin gözardı edilen yönleri anlatılmaya ve anlamlandırılmaya çalışılmıştır. 2.KONSTANTİN KALFA’NIN MEKTUBU Ekselansları Prens Lobanow Rusya İmparatorluğu Padişah Hazretleri elçisi
Majestelerinin
Ekselansları, Bir Rus şahıs olup Konstantinopolis’te ikamet eden ben, Constantin Kalfa, aşağıda yazılanları sizlere ibraz etme şerefinde bulunmaktayım: İmparatorluğun emriyle Göksu ve Küçüksu Kasrı’nın inşaatını yaptığımdan beri, Mösyö Lorando adında bir Fransız bankacıya 300 Osmanlı Lirası borcum vardı. Bu borç, imparatorluk hazinesinden adı geçen inşaatın günlük masraflara ait alacağı karşılamak üzere, kendisinden borç aldığım meblağın faizinden kaynaklanmaktaydı. Niyetim, adı geçen kasrın inşaatı için imparatorluk hazinesinin bana vermiş olduğu resmi senetler karşılığında bizzat kendim avans olarak verdiğim meblağı tahsil eder etmez kendisine olan borcumu ödemekti. Ancak Ekselansları, bugüne kadar, imparatorluk hazinesinden alacaklı olduğum meblağın ödenmesindeki gecikmeden dolayı ortaya çıkan tüm zarar, faiz ve masraflar için Osmanlı hükümetini sorumlu tutmakta olduğum (13 Haziran 1863 tarihli) şikayetimin, o dönemde Rus şahısları ve Osmanlı şahısları arasında geçen tüm davalara bakmak için kurulmuş olan karma komisyona gitmesinden sonra, bu konu birçok oturumda tartışıldıktan sonra, alacaklı olduğumu gösterir bütün resmi kanıtları ve hesaplarımın doğruluğunu gösterdim. Şikayetimin haklı olduğuna ikna olan komisyon, tartışmaları sona erdirip tam kararını açıklamak üzereyken, ki bu konuda (ad hoc) bir notadan sonra elçilik tercümanı M. Makieff’in de katıldığı 17 Mart
333
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
1876 tarihinde Hariciye Nezaretleri’ne yazılan raporda açık bir şekilde görüldüğü gibi, yükümlülüklerini ertelemek için yeni bahane bulmakta zorlanan Babıali, sefaretin tekrarlanan itirazlarına rağmen, keyfi davranarak karma komisyonun feshedilmesine karar vermiştir. Sonra savaş çıkmıştır ve Ekselansları, durumum bu noktada kalmıştır. Buna karşın, yukarıda açıkladığım nedenlerden ötürü hala tahsil edemediğim imparatorluk hazinesinden alacak olduğum meblağla bağlantılı olarak, günümüzde faiziyle birlikte yaklaşık 2800 Osmanlı Lirası’na varan Sayın Lorando’ya olan borcumdan dolayı, St. Petersbourg senatosunun 18 Temmuz 1877 tarihli kararıyla evimi ve bir diğer mülkümün yarısını satmaya mahkum edildim. Böylelikle bu karara dayanarak Sayın Lorando mülklerimin istimlak edilip satılmasını talep etmek için Babıali’ye müracaatta bulunmuştur. Ancak Babıali’nin, kalabalık bir ailenin babası olduğumu, Osmanlı hükümetinin kayıtsızlığından dolayı uzun yıllardan beri paramın ödenmemesinden, yoksunluktan ve yaşımdan dolayı yıkıldığımı dikkate alarak, biri çocuklarımın yuvası olan, bir diğeriyse geliriyle ailemin en temel ihtiyaçlarını bile zar zor karşılayabildiğim iki gayrımenkul mülkümden acımasızca mahrum olmama asla razı olmayacağına inanmaktayım. Ayrıca Sayın Lorando’nun alacağını şimdiye kadar ödeyemememin nedeni, Osmanlı hükümetinin, alacaklı olduğum meblağı ödemeyi günümüze kadar geciktirmesinden ortaya çıkan anormal durumdur. Sonuç olarak, Osmanlı otoritesi, bana olan borcunun on beş yılı aşması ve alacaklımın müracaat etmesinden ötürü harekete geçmelidir. Osmanlı Otoritesi düşünmelidir ki, eğer kendisiyle ilgili yaptığım şikayet 3 milyon kuruş (Ptres) tutarına varmaktaysa, kuşkusuz 14.000 Osmanlı Lirasından fazlası değerinde sikkeye [Sequin(?)] hala sahip olmaktayım.
Osmanlı otoritesi, hiçbir şeyin gerçek değerinde olmadığı, özellikle de mülklerin gerçek değerde satılmadığı bir dönemde, mülklerimin satışına girişmek yerine, benim de mahkum olduğum meblağı karşılayabilmem için, bir an önce alacağımı ödemelidir. Bunun sonucunda Ekselansları, Babıali’den ya Hazine-i Hassa’dan alacağım tutar karşılığında adı geçen alacaklıma benim adıma ödeme yapmayı üstlenmesini, ya alacaklımı, imparatorluk hazinesinden kendi alacağımı tahsil edebileceğim zamana kadar beklemeye ikna etmesini, ya da Hazine-i Hassa’dan alacaklı olduğum miktarın tahsil edilmesinden önce mülklerimin satışının durdurulmasına yönelik gerekli talimatların verilmesi ve yasal işlemlerin başlatılmasını talep etmek için bugün başvurmaktayım. Aksi takdirde, mülklerimin öz değeri üzerinden değer kaybından ve aynı zamanda tarafıma oluşabilecek olan tüm zarar, masraf ve faizden Babıali’yi sorumlu tutmaktayım. Sizden ricam, Ekselansları, üç kez yapmış olduğum müracaatı Babıali’ye iletmeniz ve Osmanlı Hükümeti’nin hala kayıtsız kalması durumunda kullanmak üzere, iletinizin resmi bir nüshasının tarafıma verilmesini sağlamanız. Ekselanslarının ricamı dikkate değer bulması umuduyla, En içten saygılarını sunma şerefinde olan, Emrinize amade olan hizmetliniz, (imza) Constantin Kalfa Konstantinopolis 29/10 Eylül 1878 İmza 3. BİR RUS KALFA SAVAŞ VE ÖDENMEYEN İNŞAAT BEDELLERİ Hemen belirtmek gerekir ki; metnin başında verilen mektubun Fransızca’dan
334
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
Türkçe’ye çevirisi yapılmıştır 1 [1]. Mektubun başında iki farklı kasırmış gibi ifade edilen yapı; Abdülmecid tarafından Nikogos Balyan’a kagir olarak inşa ettirildiği bilinen Küçüksu Kasrı’dır. Kasrın Göksu’da yer alması ve daha önce yerinde bulunan eski ahşap bir kasrın adının Göksu Kasrı olarak anılması sebebiyle [2], Konstantin kalfa tarafından “Göksu ve Küçüksu Kasrı” olarak, her iki adıyla yazıldığı tahmin edilmektedir. Konstantin kalfanın mektuptaki ifadelerinden, kalfanın Küçüksu Kasrı’nın inşaatını yaptığı ve bu yapının inşasında Nikogos Balyan’ın tek başına çalışmadığının çıkarımı yapılabilir. Kalfanın ilk şikayetinin 1863 yılında olması, alacağının ve inşaat işinin daha geri tarihlerde olduğunu ve büyük olasılıkla kasrın kullanıma açıldığı 1857 yılına kadar dayandığını göstermektedir. Kaldı ki; bu konuda kalfanın oğlu Athaniasos tarafından yazılmış olan bir mektup inşaat alacağının 1863 yılından daha gerilere gittiği konusundaki yargıyı güçlendirmektedir. Bununla birlikte inşaat alacak davasını aydınlatan belgelerden mektup dışındakilerin hiçbirinde inşaatla ilgili bilgiye rastlanmamaktadır. Ancak, Osmanlı’nın son dönemlerinde inşaatların seyrinin uzun sürdüğü ve ödemelerin geciktiği gözönünde tutulursa, Konstantin kalfanın şikayetlerinin başlangıcının Abdülmecid dönemine (18391861) dayanması ve 1861 yılında tahta geçen Abdülaziz dönemi Küçüksu Kasrı tamiratlarına ait bir alacak davası olmaması olasılığı yüksek gözükmektedir. Küçüksu Kasrı’nın yapımında çalışan kişi ya da kişiler detaylı bir araştırma konusu olmadığı gibi, Abdülaziz ve Abdülhamit döneminde kasrın tamiratlarını yapanlar da Mektubun Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi Hande Ersöz Demirdağ (YTÜ, Fen Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri Mütercim-Tercümanlık Bölümü) tarafından yapılmıştır. Çevirmenin notuna göre, Konstantin Kalfa’nın mektubun başında “Lobanow” olarak hitap ettiği kişi Çar Alexeï Borissovitch LobanovRostovski’dir.
1
incelenmemiştir. Ancak, makale konusunun araştırılması sırasında ortaya çıkan bir belge Küçüksu Kasrı’nın Abdülhamit döneminde yapılan bazı tamiratlarının Serkiz Balyan’a ihale edildiğini göstermektedir [3]. 1878 yılında Rus İmparatoru’ndan yardım talebinde bulunmak amacıyla Rus tebaasından Konstantin kalfa tarafından yazılan mektup; yapının tamiratından doğan maddi sorunların ötesinde, inşaat faaliyetlerinde ortaya çıkan karmaşık sorunlardaki çözüm mercilerinin de ne kadar çeşitli ve ilginç ilişkilerle birbirlerine bağlı olduğunu göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda gerek gayrımüslim kalfaların, gerekse yabancı mimar ya da kalfaların inşaat alacakları sebebiyle, devletle olan anlaşmazlıkları azımsanacak ölçüde değildir [4]. İyi düzenlenmiş bir ihale kanunu ve en önemlisi modern hukuk sisteminin olmayışı; kalfaları, resmi işlerde devlete karşı savunmasız ve güç durumda bırakmaktaydı. Diğer taraftan, devletin kaynaklarının inşaat ödemeleri yüzünden kalfalar tarafından suistimal edildiği durumlar da nadir değildi. İhale kanununun olmayışı kuşkusuz, kaynakların israfına da yol açmaktaydı. Devlette kuvvetler ayrımı prensibinin olmadığı bir ortamda yargının sultana doğrudan bağlı olması, beraberinde pek çok sorunu ortaya çıkarmıştır. Sistemdeki tüm bu eksiklikler üzerinden, düşünülmesi gereken bir başka nokta, Rus Konstantin kalfa ve Osmanlı devleti arasındaki inşaat alacaklarından doğan anlaşmazlığın; Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında uluslararası krize yol açmasıydı. Konstantin kalfanın önce inşaat işleri yüzünden banker Lorando’ya borçlanması sonra devletten alamadığı parası yüzünden hem bankere
335
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
Osmanlı Lirasına ulaşan borcunu devletten alamadığı inşaat bedeli yüzünden kapatamamıştır. Bu sebeple meblağın ödenmesi için sahip olduğu gayrimenkulün satılmasına karar verilmiştir. Konstantin kalfa, Hazine-i Hassa zimmetinde olan paranın ödenmesini istemektedir. Paranın hazine tarafından ödenmemesi ve emlakının satılması durumunda gerek sözkonusu emlakın kıymetinden oluşacak zarar ve ziyan, gerekse faiz ve diğer masraflar için Babıali’yi mesul tutacağını beyan etmektedir. Bununla birlikte, Konstantin kalfanın talep ettiği şeylerin haklı olduğu Babıali nezdinde de onaylandığından bu paranın ertelenmeden ödenmesi için gerekli tedbirin alınacağı ümit edilmektedir.
Şekil 1. Küçüksu Kasrı’nın eski fotoğrafı (Kaynak: Library of Congress Loc.gov II.Abdulhamid)
Şekil 2. Küçüksu Kasrı’nın eski fotoğrafı (Kaynak: Library of Congress Loc.gov II.Abdulhamid)
borçlu kalması hem de parasızlık yüzünden zor duruma düşmesi nedeniyle, Konstantin kalfanın Rus sefaretine yazdığı arzuhal üzerine, sefaret de bir resmi yazı ile Osmanlı devletine başvuruda bulunmuştu. Rus sefaretinden gelen yazının tercümesi, Rus İmparatorluğu tebaasından Konstantin kalfanın Küçüksu Kasrı’nın inşaatından dolayı, 1863 senesinden kalan parasının ödenmesi hakkında sefaret tarafından Babıali’ye bir kaç kez başvuru olduğunu göstermektedir. Konstantin kalfanın verdiği arzuhalin onaylanmış suretinden anlaşıldığı üzere, kendisi inşaat masrafını kapatmak için Fransa tebaasından Mösyö Lorando’dan borç almıştır. Toplam faizi ile birlikte 2800
18 Mart 1876 tarihinde hariciye nezaretinde düzenlenen mazbatadan anlaşılan; kurulan Osmanlı-Rus komisyonu paranın ödenmesine karar vermek üzereyken Babıali taahhüdatının gecikmesine bir çare olmak üzere sefaretin protestosuna bakmayarak komisyonu otoritesini kullanarak fesh etmiş ve arkasından da Osmanlı-Rus Savaşı patlak vermişti. Diğer taraftan, kalfanın Mösyö Lorando’ya borcu faizi ile yaklaşık toplam 2800 Osmanlı Lirası’na ulaşmıştı. Kalfanın borcu yüzünden Petersbourg şehri senatosu kalfanın sahip olduğu ev ve diğer evinin yarı hissesinin satılmasına 18 Temmuz 1877 tarihinde karar vermiş ve Mösyö Lorando da Babıali’ye başvurarak bu kararın uygulanmasını talep etmiştir. Kalfa, hazinede olan paranın ödenmemesi sebebiyle zor durumda olduğunu ve bu zor durumun Mösyö Lorando’ya olan borcunun ödenmesine engel teşkil ettiğini dile getirmektedir. Ayrıca, Babıali tarafından durumunun dikkate alınarak, Babıali’nin, evladının ve eşinin gerekli ihtiyacını gidermeye yetecek olan mülkü ile hanesinin satılmasına izin vermeyeceği inancındadır. Kalfa on beş senedir borcunun ödenmemesi sebebiyle emlakının satılmasına kalkışmak yerine, hükümetten,
336
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
Mösyö Lorando’ya olan borcun acele olarak ödenmesini veya Lorando’nun alacağının ödenmesi konusunda beklemeye ikna edilmesini ve tüm bunların yapılmaması durumunda da hazine ile muhasebesi görülmedikçe emlakın satılmaması konusunda gerekenlere emir verilmesini talep etmiştir. Aksi durumda emlakının gerçek değerinden az bir fiyata satılmasından ortaya çıkacak zarar ve ziyan ile faiz ve dava masrafı için Babıali’yi sorumlu tutacağını beyan etmiştir [5]. Konstantin kalfanın davasının görüldüğü bu dönemde 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 harbi) patlak vermesi, kalfanın Rus tebaasından olması nedeniyle alacağının uzun süre ertelenmesini gerektirecekti. Rus savaşı, mebus-hükümet ilişkilerini de olumsuz yönde etkiledi. Savaş sırasında yapılan yolsuzluklar, idaresizlikler savaş heyecanı içinde bulunan mebusanın gözünde ihanet rengine bürünmekteydi. Normalden daha sert olan eleştiriler, eleştiriye karşı zaten alışkın olmayan paşaların mebusana ve meşrutiyete düşman olmalarına yol açmaktaydı. Savaş karışıklığı içinde başıbozukların, Çerkez muhacirlerin davranışları dolayısıyla gayrımüslim mebusların dile getirdikleri şikayetler, bir süre sonra müslimgayrımüslim mebuslar arasında gerginliklere de sebep oluyordu. Bu gibi durumlar, sarayın ve Babıalinin mebusana ve Birinci Meşrutiyet’e bir an önce son verme arzularını arttırıyordu [6]. Konstantin kalfanın devletten hak iddia etme süreci savaş sebebiyle ortaya çıkan iç ve dış karışıklıkların olduğu bir döneme denk düşmüştür. Ancak, şunu da hatırlatmak gerekir ki; bu karışık döneme gelene kadar kalfanın alacağı hakkındaki görüşmeler on beş senedir devam edegelmiştir. Savaş sonrasında, Rus ve Osmanlı karma komisyonu arasındaki anlaşmazlık sebebiyle tarafsız bir gözün konuyu değerlendirmesi için dönemin Flemenk sefirine görev verilmiştir [7].
İstanbul’da bulunan Flemenk sefiri 19 Şubat 1881 tarihinde, Osmanlı devletinin Konstantin kalfa hakkındaki kararını, evrakların hepsini gözden geçirmeden ve yüzleşme olmadan verdiğini ve bu durumun Konstantin kalfa tarafından kendisine iletildiğini bildirmiştir. Flemenk sefiri, kalfanın yaşadığı borç-alacak davasını hayretle izlediğini ve garip bulduğunu ifade etmektedir. Kararı veren hakimin tarafsızlıkta kusur ettiğini düşünen sefir, araştırmayı sıkı tutarak, Münif Paşa’nın başkanlığında kurulan Osmanlı-Rus komisyonunun 1870-1872 yılları arasında yaptığı 31 toplantının içeriğini oluşturan mazbatalarını dava evrakı içinde bulmuştur. Bunun içeriğinden, sefir söz konusu toplantılar esnasında konuşulanların kayıtlarına ulaşmayı başarmıştır. Bununla birlikte, Konstantin kalfanın kendisini savunması için ihtiyaç duyduğu evrakların kendisine verilmediği ortaya çıkmıştır. 8 Şubat 1879 yılında imzalanan 2 muahedenamenin [8] 11. maddesi gereği oluşan Osmanlı-Rus komisyonunun toplantı mazbatasından çıkarılmış bir fıkrada “Gerek hazine gerek maliye nezareti bu anlamda lazım gelen tüm izahatı vermeye yetkilidir. Bu sebeple ikisinin de vekillerinin sorgulanması rica olunur” ifadesi yer almaktadır. 1880 tarihindeki toplantıya hazine vekili katılmamıştır. Evrakın ibrazı için 1872 yılında da son ve kesin olarak 31 gün mühlet verilmiştir. Evrakı davalı sıfatıyla ibraz edip edemeyecekleri Flemenk sefiri tarafından maliye nezareti vekillerine sorulduğunda da inkar yoluna başvurmuşlardı. Sonradan sefire evrak olarak gönderilen iki layıhanın da Münif Paşa zamanında komisyon tarafından tetkik olan delillerin dışında bir şey içermediği anlaşılmıştır. Flemenk sefirine göre, Konstantin kalfaya ödenecek tutar faiziyle birlikte ilk tutarın üç misliydi. Osmanlı Devleti ise, davanın açılmasından sonra, alelacele tefecilikle Muahedename: Andlaşma şartlarının yazıldığı kağıt.
2
337
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
ilgili bir nizamname hazırlayarak anaparanın bir mislini geçen faizin ödenmemesi konusunda karar almıştı. Bu sebeple, protokolde geçen hükme ters düşen bu kararla anaparanın üstüne sadece bir misli faiz ilave ederek hesabın kapatılmasına karar verilmiştir. Böylelikle, Flemenk sefirinin kalfanın lehine olan kararı, Meclis-i Vükela üyeleri tarafından kabul görmemiştir [9]. Konstantin kalfanın devletten talep ettiği Küçüksu kasrı inşaat bedelinin ödenmesi konusundaki çabaları, belge tarihlerinden de anlaşılacağı gibi uzun zaman almıştır. Bu davanın kalfanın ölümünden sonra da devam ettiğini arşiv belgelerinden çıkan mektup açık bir biçimde ortaya koymaktadır. 23 Temmuz 1891 yılında Paris’de Boulevard St. Marcel 84 numarada “Kalfa” imzasıyla takdim edilen ariza 3 [10] Konstantin kalfanın oğlu Athaniasos tarafından yazılmıştı. İmzanın müellifi Athaniasos kalfa, Osmanlı devleti ve babası Konstantin kalfa arasında 30 senedir devam eden davanın maliye nezareti tarafından sonlandırılmaya çalışıldığını belirtmektedir. 142.000 Osmanlı Lirasını aşkın bir meblağı sadece 37.000 Osmanlı Lirası ödeyerek kapatmayı maliye nazırı Agop Kazayan’ın Meclis-i Mahsus-ı Vükela’ya bir maharet gibi gösterdiğini Athaniasos kalfa arizasında ifade etmektedir. Arizada, 30 sene sonra devletin borcunun faiziyle birlikte 142.000 Osmanlı Lirasını aşkın hale gelmesi dikkat çekicidir. Athaniasos’a göre, “bu hesap düzleme işlemi dürüst, namuslu bir aileyi zor duruma sokmuştur”. Faiziyle birlikte Konstantin kalfanın alacağının ancak üçte birini alabilecek olan Athaniasos, yaklaşık 25.000 Osmanlı Lirası zararlarının olduğunu öne sürmektedir. Athaniasos, kardeşi George’un tüccardan bir Ermeni’nin başkanlığı altında
bazı dolandırıcılarla işbirliği yaparak babası Kosti 4 kalfayı aldattıklarını, bununla birlikte devletin büyük memurlarından bazılarını davet ederek ve bunların nüfuzlarından faydalanarak çok miktarda parayı içeren senetleri Konstantin kalfaya imzalattırdıklarını iddia etmektedir. Anlaşılan, Konstantin kalfa alacağı paranın bir kısmını senet imzalayarak bürokratlara rüşvet olarak bırakmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu durumu arizasında aktaran Athaniasos kalfa, maliye nazırı ile bir kaç kez görüşme isteğinde bulunduğunu fakat nazırın bundan kaçındığını belirtmektedir. Sadaretten verilen emir üzerine Athaniasos kalfayla zoraki bir kaç görüşme yapan maliye nazırı, görüşmelerinden birinde Athaniasos’un Bedros Efendi ile görüşmesini tavsiye ederek aradan çekilmiştir. Bedros Efendi durumu enine boyuna düşündükten sonra olayların bu yönde gelişiminin bir çok hıristiyanın menfaatini tehlikeye attığını ve hükümetin Rusya baskısından kurtulunca devletin vaadettiklerini gerçekleştirebileceğini ve işin doğal akışına bırakılırsa babasının payına bir miktar para düşebileceğini bildirmiştir. Athaniasos, bir Osmanlı memurunun ağzına bu sözleri yakıştıramadığını ve böyle bir cevabın sadece günü kurtarmak için söylenmiş sözler olduğunu düşünmektedir. Athaniasos bu sözler üzerine Rusya’nın korumasından da kurtulmaya çabalamış ve Bedros Efendi’den bu konuda yardım istemişse de maliye nazırı Agop Kazazyan ile görüşen Bedros Efendi, maliye nazırının sadaretin onayını alamaması sebebiyle Athaniasos’un ricasını gerçekleştirememiştir. İstanbul’dan ayrılmaya karar veren Athaniasos gidiş gününde maliye nazırı
3
Athaniosos’un Fransızca yazdığı mektup Hariciye Nezareti Tercüme Odası tarafından Osmanlıca’ya çevrilmiştir. Osmanlıca çeviri üzerinden belgeler incelenmiştir.
4
Konstantin ismi kısaltılarak “Kosti” olarak kullanılabilir. Belgelerin bazılarında bu yazım biçimi benimsenmiştir.
338
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
Agop Kazazyan’ı görmüş ve ondan, verdiği teklifin sadaret tarafından kabul edilmediği haberini almıştır. Athaniasos, Paris’e gittiğinde padişaha durumu uzun uzadıya anlatan bir mektup yazmıştır. Athaniasos, Bedros Efendi’nin konuşmalarını ve hesabın 37.000 Osmanlı Lirasına karşılık kapatılmasını, meblağın ödenmesinde bir takım büyük memurların menfaat sahibi olduklarının açık ispatı olarak görmektedir. Athaniasos mektubunda, meselenin bir “Serkiz” bir “Nikogos” veya bir “Nikola”nın maddi menfaatine bağlı olmayıp, sultana ait olduğunu ve sultanın haysiyetinin de 40-50 ya da 100 bin frankın üstünde olduğunun maliye nezareti tarafından bilinmeyen bir husus olmadığını ifade etmektedir. Bununla beraber, Athaniasos kendisine yapılacak ödeme miktarıyla ilgili hükmü maliye nazırının adalete aykırı bulduğunu ancak bu düşünce doğrultusunda ana para ve faizi tamamen kapaması ve teklifi de kabul etmesi beklenirken, tersi yönde bir davranışta bulunduğunu öne sürerek; borcun ödenmesinin padişahın haysiyetini de muhafaza edeceğini belirtmektedir. Athaniasos’un mektubu şöyle devam etmektedir: “Şurası açıktır ki; maliye nazırının daha önce sadarete ihbar ettiğim dolandırıcıları kandırması veya hileyle söz verilen meblağa yakın bir para ile işi kapatması maliye memurlarının çıkarlarının neticesidir. Agop Paşa hazretlerini rüşvet suçuyla itham etmek istemem. Kendi milleti içinde maliyenin düzenlenmesi için başa getirilen bir zattır. Ancak, memlekette pek çok nazırların etrafında bir takım memurlar vardır ki, rüşvet almaktadırlar. Bunları cesaretlendirmemek gerekir ve Kosti kalfanın başına gelen işler gibi, pek çok iş yüzünden, hile ve düzenbazlıkla, arsızlıktan başka meziyeti olmayan bu kişilerin kısa zaman zarfında servet sahibi olmalarının sebebi budur. Durumun tetkik edilmesi için Meclis-i Mahsus-ı Vükela’dan bir tahkik komisyonu kurulmasını rica ediyorum. “Kirkor”, “Avadis” ve “Mıgırdiç”den oluşacağı şüphesizdir. Fakat sadaret ve
Meclis-i Vükela’nın hükümetin menfaat ve haysiyetini, kendi menfaatlerine tercih edeceklerinden eminim. Yazdığım arzuhalin sultana ulaşmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bu söz konusu cesaret sahipleri gasp ettikleri parayı devletin adaletinden yakayı kurtardıklarında ve yabancı bir ülkeye kaçtıklarında kullanmış olacaklarından, bu kişiler kaçmadan önce şikayetimi padişaha arz etmekte başarılı olduğumu düşünüyorum”. Athaniasos’un mektubundan sonra alacak davasının nasıl sonuçlandığı konusunda belgeler bize başka bir şey söylememektedir. 1879 yılına ait 11 belgeyi içeren bir dosya Rus tebaasından kişilere ait bazı davaları içermektedir. Büyük olasılıkla bunlar da çözümü uzun sürmüş davalar olarak dosyada yer almıştı. Türk-Rus komisyonunda tetkik edilen Bogos Muradyan, Yanko Makropulos ve diğer şahısların alacak davalarıyla ilgili kayıtların içinde Konstantin kalfanın da isminin ve kaydının yer aldığı görülmektedir [11]. 4. ONDOKUZUNCU YÜZYILDA KONSTANTİN KALFA’NIN ULUSLARARASI BOYUTTAKİ ALACAK DAVASININ SONUCUNU ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER: DEVLET, CEMAAT VE YABANCILAR Devletle çalışan ve sultana yakın bazı gayrımüslimlerin imparatorlukta yararlılık gösterdikleri alanlara göre veya yaptıkları işlere göre, “ünvan”, “lâkap” gibi isimlerinin önlerine gelen bazı ön adlarla anıldıklarını biliyoruz. “Ünvan”lar gelip geçiciydi ve ünvanın kişiden alınması statüsünü de etkilemekteydi. Sözgelimi, bir gayrımüslimin “bey” ünvanını alması ayrıcalıktı. Devlet görevinde bulunan, yararlılık gösteren asker ve bürokratlar isminin arkasından “bey” ünvanını almaktaydı (“Yervant Bey Arabyan” gibi). Ancak, “statü” ünvana göre daha önemlidir. Ünvan sahibi olmayan
339
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
dışarıdan sultanla tanışıklığı olanların sultanın gözündeki statüleri daha fazla olabilmekteydi. Bununla birlikte, ünvan sahibi olmasalar da sultanın gözünde “gizli statü”ye sahip bazı gayrımüslimler de bulunmaktaydı. Banker ya da sarraf grubuna dahil edilecek bu kişilere sultanın ve çevresinin sık sık başvurarak şahsi veya devlete ait işler için borçlandıkları görülmektedir. Kişisel borçlanmanın kolaylıkla devlet borcuna dönüşebildiği gözardı edilmemelidir. Bu sebeple zaman zaman statülerin sağlama alındığı da görülür. Sözgelimi, II. Mahmut’un kişisel sarrafı ve danışmanı olan Harutyun Bezciyan aynı zamanda Darphane eminiydi. İpek ticareti ile uğraştığı için “Kazaz” sıfatıyla da anılır ve “Kazaz Artin” olarak adlandırılırdı [12]. Ticaret ve bankacılığın, Türk-Müslüman grup tarafından küçümsenmesine [13] ve bu grup içerisinden kimsenin çocuklarını ve yakınlarını bu işlerle görevlendirmek istememelerine rağmen, gayrımüslim ve levantenlerden oluşan banker ve sarraf gruplarıyla ilişkileri ya da arkadaşlıkları sıkıydı [14]. Resmi ünvanlarının olmaması onların devlet yöneticilerinin gözündeki statülerini etkilememekteydi. Aksine, az kişi tarafından bilinen “gizli statü”ye ulaşmalarını ve yakınlık kurdukları yöneticilerin kararlarını yönlendirmeyi 5 sağlıyordu. İltizam işlerine girmek isteyen yöneticiler bu sarraflardan birini kefil göstermek zorundaydılar. Yönetici grubuna yakın olmayan kişilerden bu kefalet esirgenirdi. Bu sebeple, hatırı sayılır ve menfaat icabı bağlantı kurulması gereken birinin adamı olmak gerekliydi [15]. Diğer taraftan, devlet görevlilerinin de tefeci/sarraf desteğine ihtiyaçları vardı. Bu destek olmadan iltizam sistemini finanse edecek zümrenin Osmanlı başkentinde bir zenginlik ve güç kaynağı olarak ticareti fersah fersah geride bırakan sisteme katılması mümkün değildi [16]. “Gizli statü”ye sahip sarraflar, Athaniasos’un mektubunda da yazdığı gibi, İltizam: Devlet gelirlerinden birinin toplanması işini üstüne alma (sözgelimi a’şar resmi gibi).
5
devlet memurlarıyla işbirliği içinde Kosti kalfanın alacağının bir kısmını rüşvet olarak bırakıp geri kalanını almak için senet imzalamasında önemli rol oynamışlardır. Değişkenleri fazla olan bir toplumsal ortamda hem devlet yöneticilerinin hem de devlet tarafından tanınan gayrımüslimlerin statülerinin ve ünvanlarının kolaylıkla sarsılabildiği ya da zarar gördüğü söylenebilir. Sözgelimi, Ermeni sarraf Mıgırdiç Cezayirliyan ile işbirliği yapan Mustafa Reşit Paşa da, onun hasmı olan Mehmet Ali Paşa da yolsuzluk suçlamalarıyla görevlerinden azledilmişlerdi [15]. Devlet yönetimindeki gayrımüslimler bazen imparatorluğun çıkarları ile cemaatin çıkarları arasında sıkışıp kalmaktaydı. Cemaatin ya da cemaat üyelerinden birinin hakkında karar vermek zorunda oldukları zamanlar da bulunmaktaydı [17]. Cemaat üyelerinden bazılarının devletin zararına yaptıkları işler yüzünden devlet memuriyetinde bulunan ya da statüsü yüksek diğer cemaat üyelerinin araya girmesiyle cezaların en aza indirgendiği de dikkat çeker [12]. Özellikle Tanzimat’tan sonra cemaatlerin içinde ortaya çıkan devlet-cemaat ilişkilerini sarsacak bazı olaylarda din liderlerinin araya girmesi yerine, aynı cemaat üyesi devlette söz sahibi kişilerin arabuluculuk yaptığı görülmektedir. Cemaat üyelerinin bireyselliğinin görece daha fazlalaştığı Tanzimat’ın getirdiği yeniliklere göre, gayrımüslimler, TürkMüslüman grupla eşit haklara sahip olacaktı; can, mal ve ırz güvenlikleri sağlanacaktı. Ancak, bu durum cemaat bireylerinin kontrolsüz olarak maddi güç elde etmelerine ve cemaat içinde sivrilmelerine sebep olmaktaydı. Bu güç, paşaların ve diğer yönetici kesimin kariyerleriyle oynayacak kadar büyüktü. Sözgelimi, Musul valiliğinde bulunmuş olan İnce Bayraktarzade Mehmet Paşa’nın sarrafı Ermeni Mıgırdiç Cezayirliyan’ın 1843
340
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
yılında İnce Bayraktarzade’den kırk beş bin liralık alacak göstererek, İnce Bayraktarzade’nin hesabında bu parayı bazı paşalara hediye ve rüşvet olarak verdiğini açıkça ortaya koyması gibi. Hakkında açılan mahkemenin verdiği karar sonucunda dolandırıcılık suçu sebebiyle hapis cezasına çarptırılmış olan Mıgırdiç Cezayirliyan, Bayraktarzade için çıkarttığı kırk beş bin liralık borcu hesaptan düşmeye mahkum edilmiştir. Cezasını çektikten sonra, Reşit Paşa kendisine sahip çıkarak, sarrafı olarak kabul etmiştir. Böylelikle, Cezayirliyan devletin mali işlerine tekrar karışma yetkisini elde etmeyi başarmıştı. Bu dönemden sonra Abdülmecid’in kızıyla evli olan ve hızlı yükseliş gösteren Mehmet Ali Paşa, Reşit Paşa ile arasının kötü olması sebebiyle onun ve adamlarının iltizam işlerine girmelerini meydana çıkarmak amacıyla Cezayirliyan’ı tutuklattırdı ve sorgulattı. Bu dava padişahı bile işin içine karıştıran, hırsın ve kinin, entrikaların, suistimallerin bir simgesi haline gelmiştir [15]. Makalenin konusu olan Konstantin kalfanın alacak problemini çözümlemek amacıyla yüklü miktarda senet imzalattıranlar da kuşkusuz, “banker, paşa, sultan” üçlüsünün çıkarlarına hizmet etmekteydi. Konstantin kalfa ailesinin küçük oğlunun Konstantin kalfayı kötü yönlendirmesiyle de kalfa bu üçlü çıkar şebekesinin isteklerinin kurbanı olmuştur. Birinin “adamı olma” yoluyla ele geçirilen güç ve para, bankerlerin ve sarrafların hızlı servet edinmesini sağlamıştır. Ancak, böyle bir ortamda kazançların devamlılığı kuşkusuz zordu. Devlet kişilerin kontrolsüz para biriktirme ve servet sahibi olma isteklerine belirli ölçülerde izin vermekteydi. Özellikle, yaşam biçimleri, konutları ve devletin kazanç sağladıkları alanlara istenilenden fazla nüfuz etmeleri onların geleceklerini ciddi biçimde etkilemekteydi. Bankerlerin yaşamlarındaki lüks yöneticiler ya da sultan tarafından fark edildiğinde
çıkar çatışmaları başlar ve servet kontrol altına alınabilirdi 6 [4]. Diğer taraftan, servet sahibi bankerler ya da sarraflar kendi cemaatleri içinde kurallara uydukları sürece cemaat üyelerinin ve liderinin desteğini almaktaydı. Kurallar özellikle maddiyatla belirlenmiştir. Cemaat içi ilişkilerde kişilerin birbirlerine maddi yardımları önem taşımaktadır. Aksi durumda, eleştiri odağı haline gelerek tepki alması ya da cemaatten dışlanması mümkündü. Bauman’ın deyişiyle; cemaatlerin bütün tercihleri öncüllemesi, bireyleri kendi tercihleri ve davranış kurallarına bağlı kalmaya zorluyor ve dolayısıyla da cemaat üyeliği ile bireyin kendi kendisini kurma, tanımlama ve biçimlendirme özgürlüğü doğrudan bir çatışmaya giriyordu [18]. Diğer taraftan, gayrımüslimlerin cemaat içi ilişkileri gibi, yabancıların gözündeki konumları da çatışma ve uzlaşmaların birarada yaşandığı karmaşık olaylarla değişkenlik gösterir. Yabancıların gözünde gayrımüslimler; bazı çıkarlar doğrultusunda işbirliği yapılabilecek Osmanlı tebaası, bazen de sultanla karşı karşıya getirilerek iki grubun çatıştırılmasından menfaat elde edilebilecek “Serkiz”, “Nikogos” ya da “Nikola” haline dönüşmekteydiler. Ya da makalede sözü edilen maliye nazırı Ermeni Agop Kazazyan Paşa, Rus Konstantin kalfanın oğlu Athanasios isimli bir “yabancı” tarafından sultana şikayet de edilebilirdi. “Serkiz”, “Nikogos” veya “Mıgırdiç” Rus Athanasios’un mektubunda farklı bireyleri değil, sadece toplu hareket eden ve birbirlerinden ayrı tutulmayan farklı cemaatlerin simgeleridir. 93 Harbi olarak anılan Osmanlı-Rus savaşı sonrasında da Ruslar, Ermeniler’in hamiliğini elde bulundurmuşlardı. Rusya’nın sadece Ermeniler için değil, tüm ortodoks hristiyanlara; özellikle de Rum ortodokslar Sözgelimi, Cezayirliyan’ın ahçıları ve uşaklarıyla saray benzeri köşkündeki gösterişli yaşam biçimi dikkat çeken bir başka unsurdu.
6
341
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 3, 2009
üzerindeki himayesini Milli Mücadele dönemine kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Ancak, Rus Konstantin kalfanın çıkarları Ermeni cemaatinden “Agop” ya da “Bedros”un üstündeydi. Genellikle, Rus koruması karşılıklı çıkar zamanlarında işlemez hale gelmekteydi. Herhangi bir cemaatin üyesi olan kişilerin Osmanlı devleti ile olan anlaşmazlıkları söz konusu olduğunda yabancı devletlerin yöneticilerinin devreye girmesi mümkündür7 [15]. Konstantin Kalfa’nın inşaat bedelinin ödenmesinde karşılaştığı güçlükleri Rus sefaretinin tavsiyesiyle Darülfünün’un inşaatına başlayan Gaspare Fossati’nin de yaşadığı görülmektedir. Fossati hem Avusturya hem de Rus sefaretinin koruması altındaydı. Ancak, 19. yüzyılda, sefaretlerin tavsiyesiyle gelen pek çok yabancı uyruklu kalfa ya da mimarla yapılan anlaşmalar, çoğunlukla devletin maddi zarara girmesine yol açacak maddeleri içermekteydi. Mimar ya da kalfaların yapılar için istedikleri bedellerin yıllarca ödemesi geciktiğinden maliyetin faizi ile birlikte fahiş fiyatlara ulaşması devletin borçların büyük bir kısmını kesintili ödemesiyle sonuçlanmıştı [4]. 5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Devletle yabancı kalfaların ya da mimarların anlaşmazlıkları sefaretlerdeki yüksek düzeydeki memurların ya da sefirlerin araya girmesi ile çözümlenmeye çalışılmıştır. Konstantin kalfanın savaş yüzünden uzayıp giden davası Babıali’nin, kalfanın oğlu Athaniasos’a verdiği son öneriyle muhtemelen sona ermiştir. Diğer taraftan, sözleşmelerin yapılması ve maddelerdeki eksiklikler yabancı mimar ya da kalfaların bunları sonuna kadar kullanmalarını Sözgelimi, Rus Prens Mençikof, Mıgırdiç Cezayirliyan’ı ikinci kez hapise girdiği zaman sultandan rica ederek, hapisteki kötü ortamdan kurtarmış ve Ermeni patrikhanesine nakletmeyi başarmıştı.
7
sağlıyordu. Finans sisteminin gelişmiş olmaması Konstantin kalfaya senet imzalattıran sarraf gibi, gayrımüslimlerin ara kadrolar oluşturarak maddi problemlere cevap bulmak adına işleri karıştırmalarına neden oluyordu. Konstantin kalfa örneğinde olduğu gibi, devletin belirlediği ilk bedel, Flemenk sefirinin verdiği bedel ve sarrafın imzalattığı senetten sonra ortaya çıkan inşaat bedeli olmak üzere üç farklı rakam öne sürülmekte ve gerçek bedelin ne olduğunun tespiti zorlaşmaktadır. Bununla birlikte, müslüman devlet adamlarının ve hatta sultanların çıkarları “ara kadroları” oluşturan “gizli statüye” sahip gayrımüslimlerle ortaktı. Bu ortaklıklar karşılıklı olarak uzlaşmanın sonuna kadar götürüldüğü karanlık ilişkiler zinciri içinde gerçekleşmekteydi. Cezayirliyan’ın İnce Bayraktarzade Mehmet Paşa’nın bürokrat kimliğini yok etmesi, Reşit Paşa’yı onu himayesi altına almaktan uzak tutmamıştı. Diğer taraftan, Mehmet Ali Paşa’nın Reşit Paşa’nın iltizam işine girdiğini ispatlama çabaları onun da bu çarkın içinde yok olmasına sebep olmuştu. Cezayirliyan olayındakine benzer biçimde Konstantin kalfaya imzalattırılan senet; bazı üst düzey paşaların da işin içinde olduğu bir düzenin parçası olmalıydı. Bu senet rüşvet yoluyla ona yapılacak ödemenin taahhüdünden başka bir şey değildi. Ayrıca, Flemenk sefirinin araya girmesi sonucunda hesap verememekten korkan devlet adamlarının görüşmekten kaçındıkları da dikkat çekmektedir. Kontrolsüz faiz artışını durdurmak için dava sürerken yeni bir karar alınarak anaparanın bir misli kadar faiz verilmesiyle ilgili geriye yönelik bir kanunun ortaya çıkması; Konstantin kalfanın alacaklarını azaltma çabalarını göstermektedir. Modern bir finans ve hukuk sisteminin var olmadığı bir ortamda alınan keyfi kararların üzerine, “cemaat, devlet ve yabancılar üçgeninde sıkışmış ara kadrolar” inşaatlardaki alacak davalarının anlaşılmasını iyice zorlaştırmış ve arşiv belgelerine yansıyan daha pek çok borçalacak davasının yaşanmasına yol açmıştır.
342
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 3, 2009
O. Şenyurt
KAYNAKLAR: [1] BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), HR.TO., (Hariciye Nezareti Tercüme Odası), Dosya no:291, Gömlek no:20. [2] Kuban, D., (2007), Osmanlı Mimarisi, YEM, İstanbul, 649. [3] BOA., Y.MTV., Dosya no:35, Gömlek no:48. [4] Şenyurt, O., (2006), Türkiye’de Yapı Üretiminde Modernleşme ve Taahhüt Sisteminin Oluşumu, Doktora Tezi (basılmamış), YTÜ Fen Bilimleri, 128144, 120-22. [5] BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), HR.TO., Dosya no:291, Gömlek no:20. [6] Akşin, S. (1992), Siyasal Tarih (1789-1908), Türkiye Tarihi 3, Cem Yayınevi, 160. [7] BOA., HR.TO., Dosya no:187, Gömlek no:83. [8] Devellioğlu, F., (2003), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara. [9] BOA., MV., Dosya no:24, Gömlek no:77. [10] BOA., HR.TO., Dosya no:535, Gömlek no:107. [11] BOA., HR.HMŞ.İŞO (Hariciye Nezareti İstişare Odası)., Dosya no:162, Gömlek no:54. [12] Pamukciyan, K., (2003), Biyografileriyle Ermeniler, Aras Yayıncılık, İstanbul, 130, 97. [13] Garnier, J. Paul, (2007), Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu II. Abdülhamit’ten Mustafa Kemal’e, Remzi Kitabevi, 62. [14] Kazgan, H., (1990), Galata Bankerleri, Türk Ekonomi Bankası A.Ş., İstanbul, 136. [15] İrtem S. Kani, (2007), Saray ve Bab-ı Ali, Temel Yayınları, İstanbul, 252, 261, 249-252, 253. [16] McGowan, B., (2004), “Tüccarlar ve Zanaatkarlar”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Eren Yayıncılık, İstanbul, 829-830. [17] Koçu, R. Ekrem, (1966), “Artin Ağa (Kazaz)”, İstanbul Ansiklopedisi, C.2, Koçu Yayınları, İstanbul, 1071. [18] Bauman, Z., (2000), Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 278.
343
YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi Cilt 3, Sayı 2, 2008
YTÜ Arch. Fac. E-Journal Volume 3, Issue 2, 2008
[11] Szelényi, I., (1990), “Development in Socialist Economies”, Goverment and Housing – Development in Seven Countries, Urban Affairs Annual Reviews, Volume 36, 236-241, Sage Publication, USA.
İNTERNET KAYNAKLARI [12] SP, (2001), Housing Development Study – Bosnia Herzegovina, Croatia, Federal Republic of Yugoslavia, Stage 1 Report, www.stabilitypact.org. [13] SP, (2004), The Housing Sector – Access to Affordable Housing, www.stabilitypact.org.
ŞEKİL LİSTESİ VE KAYNAKLARI
TABLO LİSTESİ VE KAYNAKLARI Tablo 1: Hırvat bölgesi’nde yer alan konut alanları ve yapım yılları. Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul, 32. Tablo 2: Boşnak ve Hırvat Belediyelerin Müdahaleleri. Engincan, P., (2008), “Sosyalist Sistemden Kapitalist sisteme Geçen Ülkelerde Konut Alanlarının Yeniden Üretim Sürecinin Aktörler ve Roller Üzerinden Değerlendirilmesi – Mostar Örneği”, devam etmekte olan Doktora Tezi, YTÜ, İstanbul.
Şekil 1: Eski Yugoslavya Dönemi’nde Mostar Kenti Genel Görünümü. Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul, 13. Şekil 2: Mostar’da Yer Alan Mahalleler. Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul, 33. Şekil 3: Savaştan Sonra Sınır Kabul Edilen Boulevard Caddesi. Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul, 15. Şekil 4: Kentin Yamaçlarında Yer Alan Gecekondu Bölgesi. Engincan, P., (2000), “Mostar’da Yeni Yerleşim Alanlarında Toplu Konut Üretim Örgütlenme ve İşletme Modeli”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ, İstanbul, 30. Şekil 5: Mostar Kenti’nin Yönetsel Yapısı. Engincan, P., (2008), “Sosyalist Sistemden Kapitalist sisteme Geçen Ülkelerde Konut Alanlarının Yeniden Üretim Sürecinin Aktörler ve Roller Üzerinden değerlendirilmesi – Mostar Örneği”, devam etmekte olan Doktora Tezi, YTÜ, İstanbul. Şekil 6: Boulevard Caddesi. Pašić A. (2005) “Celebrating Mostar” CIP, 128, Sarajevo. Şekil 7: Kuzey ve Güney Yerleşkeleri. Pašić A. (2005) “Celebrating Mostar” CIP, 153, Sarajevo.
218